View
236
Download
0
Category
Preview:
Citation preview
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
BATI DİLLERİ VE EDEBİYATLARI
(İTALYAN DİLİ VE EDEBİYATI)
ANABİLİM DALI
“ÇEVRE-İNSAN-DOĞA İLİŞKİSİNİN STEFANO BENNI’NİN ‘MARGHERITA
DOLCEVITA’ VE BUKET UZUNER’İN ‘UYUMSUZ DEFNE KAMAN’IN
MACERALARI SU’ ADLI YAPITLARINDA EKOELEŞTİREL BAĞLAMDA
KARŞILAŞTIRMALI OLARAK İNCELENMESİ”
Yüksek Lisans Tezi
Çiğdem CENGİZ
Ankara - 2013
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
BATI DİLLERİ VE EDEBİYATLARI
(İTALYAN DİLİ VE EDEBİYATI)
ANABİLİM DALI
“ÇEVRE-İNSAN-DOĞA İLİŞKİSİNİN STEFANO BENNI’NİN ‘MARGHERITA
DOLCEVITA’ VE BUKET UZUNER’İN ‘UYUMSUZ DEFNE KAMAN’IN
MACERALARI SU’ ADLI YAPITLARINDA EKOELEŞTİREL BAĞLAMDA
KARŞILAŞTIRMALI OLARAK İNCELENMESİ”
Yüksek Lisans Tezi
Çiğdem CENGİZ
Tez Danışmanı
Prof. Dr. Nevin ÖZKAN
Ankara - 2013
i
İÇİNDEKİLER
İÇİNDEKİLER ........................................................................................................ i
ÖNSÖZ ..................................................................................................................... iii
GİRİŞ ......................................................................................................................... 1
1.EKONOMİK BÜYÜMENİN VE SANAYİLEŞMENİN İNSAN – ÇEVRE –
DOĞA İLİŞKİSİNE ETKİLERİ ........................................................................ 6
1.1. Çevre, Ekoloji ve İnsan .......................................................................... 13
1.2. Doğa ve Çevreyi Korumaya Yönelik Toplumsal Hareketler ................ 21
1.3.Dünyada Doğa Yazını ve Ekolojik Eleştiri ............................................ 30
2. İTALYAN EDEBİYATI VE TÜRK EDEBİYATI BAĞLAMINDA DOĞA
VE EKOELEŞTİRİ ............................................................................................ 42
3. “MARGHERITA DOLCEVITA” VE “UYUMSUZ DEFNE KAMAN’IN
MACERALARI SU” YAPITLARINA EKOELEŞTİREL BAKIŞ .............. 49
3.1. İnsan İlişkileri Bağlamında Doğaya Ekoeleştirel Yaklaşım : Doğaya
Çevre Merkezli ve İnsan Merkezli Bakış ................................................ 57
3.2.Yapıtlardaki Fiziksel ve Çevresel Mekânlar ........................................... 63
3.3. İki Yapıttaki Benzer ve Farklı Öğeler ................................................... 69
4. YAPITLARDAKİ DİL VE ANLATIM ÖZELLİKLERİ ............................... 87
5. DEĞERLENDİRME VE SONUÇ ..................................................................... 95
ii
KAYNAKÇA ......................................................................................................... 109
ÖZET ..................................................................................................................... 116
SUMMARY ........................................................................................................... 118
iii
ÖNSÖZ
Bu araştırma, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Batı Dilleri ve Edebiyatları Bölümü,
İtalyan Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalına bağlı olarak yapılan bir Yüksek Lisans
tezidir. Tezin konusunu, “Çevre-insan-doğa ilişkisinin Stefano Benni’nin
‘Margherita Dolcevita’ ve Buket Uzuner'in ‘Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları
SU’ adlı yapıtlarında ekoeleştirel bağlamda karşılaştırmalı olarak incelenmesi”
oluşturmaktadır.
İnsanoğlunun en temel yaşamsal kaynakları olan hava, su ve toprağın önemi
ile değerinden yola çıkarak, sürekli artmakta olan ekolojik sorunlar karşısında tüm
bireylerin ve canlıların, gerek bu yaşamsal öğeleri gerek yeryüzündeki canlıları
koruma ve devamını sağlayacak önlemleri alma sorumluluğu vardır. Bu noktada en
büyük görev, tüm kaynakları yöneten ve yaşamı için bunları dilediğince kullanma
özgürlüğünü kendinde gören insanoğluna düşmektedir.
Son yıllarda, özellikle büyük kentlerimizde, yakından gözlemlenen artan
betonlaşma ile yeşil alanların giderek azalması, denizlerden çalınan alanların
doldurularak yeni mekânlar yaratılması, hatta gökyüzünün bile artık devasa binalar
nedeniyle daha az görünüyor olması, hane başına düşen araç sayısındaki artış, genç
neslin dikkat çeken teknoloji tutkunluğu, sürekli tüketimi özendirici kampanyalar ve
neden oldukları çevresel sorunlar, genetiği ile oynanmış gıdalar, mevsimi dışında
tüketime sunulan ürünler, sokak hayvanlarına yapılan eziyetler ve yağmur
yağdığında insanın doya doya içine çektiği toprak ve ağaç kokusunun artık
hissedilememesi... Bütün bunlar, çevreyi hiç umursamadan insanoğlunun attığı
iv
adımların sebepleri ya da sonuçları. Bu adımların, olumsuz çevre koşullarına neden
olmaksızın atılması mümkün olabilir mi? Bu soru beni edebiyatın çevre ve ekoloji
bilinci oluşturma yolundaki gücü ve işlevi konusunda çalışmaya yöneltti.
Çevre ve ekolojik hareketlerin başladığı dönemden yola çıkarak, doğadaki
kaynakların bilinçsizce yok edilmesinin sonucu oluşan kayıpların ve tahribatın
azaltılabilmesi için yapılan çalışmalar kapsamında, edebiyatın işlevi üzerinde
durulmaktadır. Edebiyatta insan merkezli olmayan bir bakış açısıyla ekolojiyi ve
insanın çevresi ile ilişkilerini her yönüyle ele alan ekoeleştiri kuramı ile kadın
sorunlarını ekolojik sorunlarla bir arada ele alan ekofeminist görüş çerçevesinde iki
farklı coğrafya ve kültüre ait, biri İtalyan, diğeri Türk, iki çağdaş yazarın birer
yapıtının incelenmesi, tezimin özünü oluşturmaktadır. İki yapıttaki çevre-insan-doğa
ilişkisinin ekoeleştirel bağlamda karşılaştırmalı olarak incelenmesinin, ekoeleştiri
kuramını ve doğanın edebiyat içinde nasıl ele alındığının ekolojik farkındalık
oluşturmadaki işlevini etkin bir şekilde anlatabileceğine inandığım için
karşılaştırmalı bir çalışma yapmayı arzu ettim.
Doğanın ve doğadaki değişimlerin, tarihsel süreç içerisinde bütün canlıların
yaşamına sosyal, kültürel, ekonomik yansımalarının, ekolojik farkındalık ve ekolojik
benlik yaratma yönünden incelenmesinin önemli olduğuna inanmaktayım. Değerli
öğretim üyelerimizin çalışmalarının öncülüğünde, ülkemizde üniversitelerin edebiyat
bölümlerinde de programa alınması, Türkiye’de bu alanın daha çok tanınarak
yaygınlaşacağını ve yeşil gezegenimizi daha bilinçli bireyler olarak koruma yolunda,
yeşil adımlarla ilerleyeceğimizi göstermektedir. Beni ekoeleştiri alanı ile tanıştırarak,
tezimi bu konuda yapmam konusunda yönlendiren, destekleyen, elindeki kaynakları
benimle paylaşan, konu ile ilgili çok faydalı gördüğüm konferansları izlemem
v
konusunda teşvik eden tez danışmanım, İtalyan Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı
Başkanı Sayın Prof. Dr. Nevin Özkan’a teşekkürlerimi sunmak isterim. Ara
verdiğim eğitim hayatıma tekrar dönmemdeki en büyük motivasyon kaynağım olan
ve bu heyecanı benimle paylaşan sevgili hocam Sayın Prof. Dr. Nevin Özkan’ın bu
alandaki çalışmaları tezimde bana ışık tutan diğer önemli bir kaynak oldu.
Yabancı metinlerin çevirileri -aksi belirtilmediği durumda- tarafımca
yapılmıştır.
Yüksek lisans eğitimim ve tez hazırlama sürecimde beni yürekten
destekleyen eşime, oğluma ve manevi desteğini, varlığını her zaman yanımda
hissettiğim anneme teşekkürlerimi ayrıca belirtmek isterim.
Günümüzün en güncel konularından birini oluşturan ve yaşamın her alanını
etkileyen ekolojik sorunların kaynağı ve çözümleri ile ilişkili olarak, ekoeleştiri
kuramı edebiyat alanında engin çalışmalar sunmaktadır. Yeşil bir gelecek, daima
nefes alacak ve hayat vermeye, yaşamaya devam edecek olan gezegenimiz için
ekoeleştirinin önemini vurgulamayı hedeflediğim bu incelemem ile aynı alanda
çalışacak olanlara kaynak oluşturmayı ve yardımcı olmayı arzu ettim. Doğanın
edebiyata nasıl yansıdığı ve ekolojik değişimlerin, doğadaki tahribatın tüm canlıların
yaşamında yol açtığı değişikliklerin, en güçlü ve etkin iletişim aracı olan edebiyat
yolu ile aktarılması, bu çerçevede çevre ve ekolojik bilincin oluşturulması
incelenmiştir.
vi
Ankara Üniversitesi, Batı Dilleri ve Edebiyatları, İtalyan Dili ve Edebiyatı
Anabilim Dalı’na ve şu anda orada olmayan ama benim İtalyan Edebiyatını, tarihini
ve kültürünü bu derece sevmemi sağlayan tüm değerli öğretmenlerime tekrar
teşekkürlerimi sunarım.
1
Binlerce kilometrelik yolculuk bile,
tek bir adımla başlar.
Lao Tzu
GİRİŞ
Ekolojik sorunların ayak sesleri çok uzaktan yıllar öncesinden kendisini
duyurmasına rağmen kapımızı çalıp, belki de bizlere bu derece dokunmadığı için bu
denli önem kazanmamıştı. Son yıllarda artan hava kirliliği, ormansızlaşma, kuraklık
sorunları, küresel ısınma ve iklim değişiklikleri tüm canlıların yaşamını derinden
etkilemeye ve insanoğlunu ivedilikle önlemler almaya yöneltmiştir. Pek çok farklı
bilim dalının araştırma alanına giren ekolojinin, edebiyat ile ilişkisini inceleyen
ekoeleştirel yaklaşım, edebî metinlerde yansıtılan doğa ve çevreyi incelerken bu
alanda bireylerde bilinç oluşturma görevini üstlenmiştir. İnsan, hem fiziksel
çevresinden etkilenen hem de fiziksel çevresini etkileyen, değiştiren özne
konumundadır. Buradan hareketle insanın atacağı adımların neleri değiştirdiği, doğal
kaynaklarını nasıl kullandığı ve gelişme, ilerleme süreci içerisinde gelecek nesiller ve
bugün yaşayan tüm canlılar için ortaya koyacağı farklılıkların önemi çok büyüktür.
Yaşatılan değerler, geçmişimizden bugüne, bugünlerden yarınlara taşıyacağımız
yapıcı düşünce kalıpları, ekolojik sistemi oluşturan tüm canlı ve cansız varlıkların
hayatını devam ettirmesi için birbirlerine aynı saygıyı görmesi, aynı değeri tüm
canlıların paylaşması, sürdürebilir bir dünya için geçerlidir. Prof. Dr. Serpil
Oppermann’ın Patrick D. Murphy’den aktarımıyla, “Bugünün fikirleri yarının
uygulamalarıdır; bugün öğretildikleri takdirde elbette”1 ifadesi, bugün zihinlere
ekilen tohumların, geliştirilen fikirlerin yarınlar için ne kadar değerli katkılar
1 Oppermann, S., Editör, Ekoeleştiri Çevre ve Edebiyat, Phoenix, Ankara, 2012, s. 29.
2
oluşturacağını çok güzel ifade etmektedir. Bugün atılacak en küçük bir adımın
korunması gereken gezenimiz için anlamı büyüktür.
Bu çalışmada insanoğlunun sanayileşme ile birlikte doğa üzerinde artan
hakimiyetinin yaratmış olduğu tahribatın, insanın çevre ve doğa ile ilişkisinin
edebiyata yansımasını ve ekoeleştiri bağlamında edebiyatın çevre bilinci
oluşturmadaki önemini, farklı coğrafyalarda oluşturulan iki yapıt üzerinden ortaya
koymak amaçlanmaktadır. Aynı zamanda edebiyata yansıyan çevre ve ekolojik
sorunların, yapıtların kaleme alındığı coğrafyalardan bağımsız olarak evrensel
sorunları yansıtması vurgulanacaktır. Edebiyatta, çevre ve doğanın nasıl ele alındığı
ve İtalyan çağdaş dönem yazarlarından Stefano Benni ile Türk çağdaş dönem
yazarlarından Buket Uzuner’in birer yapıtının karşılaştırmalı olarak incelenmesi, bu
tezin konusunu oluşturmaktadır.
Edebî yapıtların incelenmesinde, insan merkezli bakış açısını reddeden, XXI.
yüzyılın giderek artan ekoloji ve çevre sorunlarını, kültür, dil ve sosyal çevre
bütünlüğü içinde ele alan ekoeleştiri kuramının önem ve değerinin altını çizerek,
ileride bu konuda çalışacaklara farklı açılardan ışık tutacak bilgilerin ortaya konması
ve paylaşılması amaçlanmıştır. Ayrıca, Türkiye’de gelişmekte ve önemi artmakta
olan çevre ve edebiyat konusunda çalışma yapmayı düşünen diğer araştırmacılara
çevreci eleştiri ve ekofeminist eleştiri bağlamında bilgi ve kaynak oluşturmak
hedeflenmiştir.
Konuya ilişkin kaynaklar yurtiçi ve yurtdışındaki kitapçılardan, sahaflardan,
internet üzerinden paylaşılan yayınlardan, yazarların kişisel internet sayfalarından
elde edilmiş ve önemli bir kısmı da Sayın Prof. Dr. Nevin Özkan tarafından
3
iletilmiştir. Ekoloji ve çevre hareketleri, doğada meydana gelen olumsuz
değişimlerin insan hayatını nasıl etkilediği, dünyada doğa edebiyatı, ekoeleştirel
yaklaşımın ortaya çıkışı, edebî yapıtlarda doğa öğelerinin nasıl ele alındığı,
yazarların çevreci düşüncelerini nasıl aktardığı, ekoloji ve doğa yazını alanında
çalışmalar yapmış akademisyenlerin makaleleri ve kitapları incelenerek tezde
amaçlanan bilgilerin aktarılması hedeflenmiştir. Bilgilerin alt yapısı oluşturulurken
Türkçe, İngilizce ve İtalyanca kaynaklardan faydalanılmıştır.
Basılı yayınların yanı sıra, değerli hocam Sayın Prof. Dr. Nevin Özkan’ın
teşvik etmesi ile katıldığım konferansların ve tanıştığım değerli akademisyenlerin
katkısı yadsınamaz. Ekim 2012’de, Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya
Fakültesi’nde İtalyan Dili ve Edebiyatı Anabilim dalı ile Ankara İtalyan Kültür
Merkezi’nin ortaklaşa düzenlediği bir etkinlik çerçevesindeki konferansta dinleme
fırsatı bulduğum, çevre ve çevre etiği konusunda çalışan Torino Üniversitesi Felsefe
bölümünden Prof. Dr. Serenella Iovino’nun sunumu ve okuduğum kitapları, İtalyan
Edebiyatında ekoeleştiri konusunda bilgimin artmasına yardımcı olmuştur. Yine aynı
konferansta tanıştığım Ankara Hacettepe Üniversitesi, Amerikan Kültürü ve
Edebiyatı bölümünden Sayın Doç. Dr. Ufuk Özdağ’ın önerdiği Tema Vakfı, “Yeşil
Alev” filminin Türkiye prömiyeri konuşması ve kendisinin kaleme aldığı Aldo
Leopold’un toprak etiği düşüncesi ile doğa edebiyatını anlatan kitabı yararlandığım
diğer önemli kaynaklar arasındadır. Mayıs 2013’de, Ankara’daki üç üniversitenin ve
Amerikan Büyükelçiliği’nin katkılarıyla düzenlenen bir etkinlik çerçevesinde, hem
Hacettepe Üniversitesi hem Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya
Fakültesi’nde, “Green Trends in International Studies: Many Voices, Similar Songs”
(Uluslararası Çalışmalarda Yeşil Eğilimler: Farklı Sesler, Benzer Şarkılar) konulu
4
konferansta dinleme ve tanışma fırsatı bulduğum, Idaho Üniversitesi’nde, “Edebiyat
ve Çevre” dersleri veren Prof. Dr. Scott Slovic’in paylaştığı, tarafıma ilettiği değerli
bilgiler çalışmamda bana ışık tutan diğer önemli kaynakları oluşturmaktadır. Öte
yandan, hem İtalyan hem Türk edebiyatından çevre sorunlarını, çevre-insan-doğa
ilişkisini yansıtan farklı yazarlara ait romanlar, hikâyeler okuyarak bilgilerimi
derinleştirmeye çalıştım.
Karşılaştırmalı edebiyat çalışmalarının önemine ve etkinliğine olan inancım
nedeniyle iki farklı coğrafyada yaşayan, ama ortak paydada aynı ya da benzer
sorunları edebiyat yoluyla aktaran iki yazarın, ekoeleştirel bir bakışla yapıtlarındaki
benzer ve farklı yönlere değinilmekte, gezegenimizin geleceği ile ilgili ele aldıkları
konuların evrenselliği vurgulanmaktadır. Yaşadığımız çevreyi ve toplumu daha güzel
kılmak ve gelecek nesillere daha iyi bir dünya bırakmak için çevre ve doğa
bilincinin ekoeleştiri bağlamında edebiyat yolu ile aktarımının önemi ve edebiyatın
bu alandaki çalışmalara, çevre bilincine katkısı, çevre-insan-doğa ilişkisi, ekoeleştiri
ve ekofeminist eleştiri kuramları bağlamında İtalyan ve Türk edebiyatından iki yapıt
karşılaştırmalı olarak incelenerek ortaya konulacaktır.
Çalışmanın birinci bölümünde doğaya hükmeden insanın, bilim ve teknoloji
ile doğayı kendi arzusuna göre şekillendirmeye başlaması, insan-doğa-çevre
üçgeninde, kapitalizmin sermayeye sunduğu doğal alanların, doğal kaynakların
tükenmeyecek gibi kullanımının yaratacağı tahribatı yavaşlatmak ve durdurmak için
ortaya çıkan, çevreyi ve ekolojiyi korumaya yönelik gelişen hareket ve faaliyetler,
düşünce akımları ile farklı yaklaşımlara değinilecektir. Dünyada doğa edebiyatı ve
ekoeleştiri konusunda öncü yazarlardan ve yapıtlardan örnekler verilecektir.
5
İkinci bölümde İtalyan edebiyatında ve Türk edebiyatında örneklerle doğa
edebiyatı ve ekoeleştiri anlatılacaktır.
Üçüncü ve dördüncü bölümde, çağdaş yazarlara ait iki yapıt üzerinde
çalışarak, ekoeleştirel bağlamda edebiyata yansıyan çevre-insan-doğa ilişkisi
karşılaştırmalı olarak incelenecektir. İtalyan yazar Stefano Benni’nin “Margherita
Dolcevita” ile Buket Uzuner’in “Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları SU”
yapıtlarında ele alınan çevre ve doğaya ait unsurlar, kullandıkları dil ve anlatım
özellikleri ile yaptıkları çağrışımlar incelenirken, çevresel mekânların, toplumsal
etmenlerin, dilin ve insan davranışlarının doğa üzerindeki etkilerinin edebiyat
yoluyla aktarımının önemine dikkat çekilecek ve edebiyat yoluyla çevre bilincinin
oluşmasına sağladığı katkı vurgulanacaktır.
Sonuç bölümünde, ekoeleştirel yaklaşımın ve ekofeminist görüşün
farkındalık yaratmadaki işlevleri çerçevesinde yapıtlarda ön plâna çıkan konular
değerlendirilecektir. Farklı kültür ve ülkelerin, sürdürülebilir bir dünya için
tükenmekte olan doğal kaynaklara, ekolojik sorunlara ve çevre bilincine edebiyat
yolu ile farkındalık kazandırmaları ele alınarak, incelenen yapıtlar üzerinden bir
değerlendirme sunulacaktır.
6
Makinalaşmak istiyorum
mutlak buna bir çare bulacağım
ve ben ancak bahtiyar olacağım
karnıma bir türbin oturtup
kuyruğuma çift uskumru taktığım
gün!
Nazım Hikmet, 1923
1. EKONOMİK BÜYÜMENİN VE SANAYİLEŞMENİN İNSAN – ÇEVRE –
DOĞA İLİŞKİSİNE ETKİLERİ
Aydınlanma çağında insan aklı, bilim, deney ve gözlemin değer ve önem
kazanmasıyla beraber insan çevre merkezli bakış açısından uzaklaşmış, doğayı kendi
amaç ve ihtiyaçları için üzerinde tahakküm kurulacak bir alan olarak görmeye
başlamıştır. Bilimsel gelişmelerin çıkış noktasını oluşturan bu çağ, aynı zamanda
sanayi devriminin de zeminini hazırlamıştır. Kendini doğadan üstün ve sınırsız
özgürlük içinde gören, bilime öncelik veren insan doğadaki tüm kaynakları kendi
ihtiyaç ve çıkarları çerçevesinde kullanmaya yönelmiştir. Bunun neticesinde
çevresine egemen bir güç haline dönüşmüştür. Doğanın karşısında diğer canlılardan
üstün ve ben merkezli davranan insan özellikle XVI. yüzyıldan itibaren sanayi,
ekonomi ve sosyal alanda değişimler yaparak, doğa ile arasındaki mesafenin gittikçe
artmasına neden olmuştur. Bu bağlamda insanoğlunun doğadaki yeri ve doğaya
yaklaşımı açısından bilimsel gelişmeler büyük önem taşımaktadır.
XVIII. Yüzyılın ortalarında İngiltere’nin buharlı makineyi keşfetmesi, batı
dünyasındaki teknolojik devrimin ilk basamağı sayılmaktadır. Bu dönemden itibaren
artan bir ivme ile dünyayı, insanların ve tüm canlıların yaşamını, toplumsal, sosyal,
kültürel ve çevre bağlamında değiştirecek süreç başlamıştır. Buhar makinesinin
7
yapılması öncelikle sanayideki gelişmeleri hızlandırmıştır. İngiltere’de başlayan,
ardından Batı Avrupa ve Amerika’ya doğru gelişen sanayileşme süreci, buhar ile
çalışan makinelerin endüstriye girmesiyle üretim ve iş gücü alanında insanların yeni
kaynakları kullanmasını sağlamış ve böylelikle doğadaki tüm kaynaklar adeta
insanların hizmetine girmiştir. Doğa artık insanın hükümdarlığında değişmeye
başlamıştır. “Doğanın Diyalektiği” adlı yapıtında Engels, insan elinin değdiği
alanların değişiminde insan faktörüne dikkat çeker:
“Doğanın değiştirilmesinde bugün için insanın en güçlü aleti olan buharlı
makine bile, bir alet olduğu için, eninde sonunda insan eline dayanır. Ama
el ile birlikte adım adım beyin de gelişti. Ayrı pratik yararlılıktaki
etkinlikler için gerekli koşulların bilinci doğdu, sonra da daha iyi
durumdaki topluluklarda ve bu bilinçlilikten hareketle, onlara egemen olan
doğa yasalarını kavrayış gerçekleşti. Doğa yasaları konusunda hızla gelişen
bilgi ile birlikte doğa üzerinde etkide bulunma araçları da gelişti; insanın
beyni, el il birlikte ve onun yanında, kısmen onun sayesinde aynı şekilde
gelişmeseydi, tek başına el, buharlı makineyi asla ortaya koyamazdı.”2
Buharlı makinenin gemilere, lokomotiflere uygulanması, taşımacılık ve
ulaşımın gelişmesini sağlarken, tarım alanına giren makineler de toprağın daha
üretken ve daha verimli kullanılmasını sağlayarak öncesine oranla daha fazla insanın
aynı topraktan faydalanmasını sağlamıştır. Ayrıca toprağın paylaşımı ve makinelerin
kullanımı ile birlikte kırsalda iş bulamayan ve daha refah bir yaşam düzeyine
ulaşmak isteyen insanlar kırsal alanlardan kentlere göç etmeye başlamış, böylece
kentlerde nüfus artışı, gecekondulaşma, düşük ekonomik şartlara bağlı sağlıksız
yaşam koşulları gibi bir takım olumsuz durumlar ortaya çıkarak hem toplumu hem
çevreyi etkilemeye başlamıştır. Sanayileşme ve kentlere göçün sonucu işçi sınıfı
2 Engels, F., Doğanın Diyalektiği, çev.Arif Gelen, Sol Yayınları, Ağustos 2010, s. 45.
8
doğmuş ve bu süreçle birlikte kadın da alışılmış tarım ve gündelik yaşam işlerine ek
olarak artık fabrikalarda çalışan durumuna geçmiştir. Böylece kadının ilk kez işçi
statüsünde görülmesi sanayi devrimi ile ortaya çıkmıştır. Bu dönem ayrıca kadının
sömürüye maruz kalmaya başladığı sürecin de başlangıcını oluşturmaktadır.
Sanayi devrimi ile insanın, üretici kimliğinden çok tüketici kimliğinin ağırlık
kazanmaya başladığı görülmektedir. Sanayileşme Avrupa’da başlayıp tüm dünyaya
büyük bir hızla yayılırken artan üretim, bir yandan üretilen malların satılacağı yeni
pazarlar arayışını diğer yandan ise üretimin gereksinimi olan hammadde arayışını
zorunlu kılmıştır. Bu durum, beraberinde doğal kaynakların zorunlu olarak çok daha
fazla kullanılmasına sebep olmuştur. Denizciliğin gelişmesi ve XV. Yüzyılın
sonlarında deniz ulaşımı sayesinde başlayan sömürgecilik XIX. yüzyılın ikinci
yarısında Avrupa’da artışa geçmiş, üretim için doğal kaynaklara duyulan ihtiyaç
başka toprakların işgaline ve savaşların çıkmasına neden olmuştur. Ülkeler
demiryolu ağlarının da gelişmesiyle başka topraklara giderek kendi ekonomik
büyümelerini desteklerken, bu olayın toplumsal ve sosyal boyutu olarak gittikleri
yerlere kendi kültür, dil ve toplumsal anlayışlarını, geleneklerini taşımış ve aynı
zamanda ekolojik yaşamı da etkilemişlerdir. Yeni ülkelerden getirilen sebze ve
meyve tohumlarını kendi topraklarına eken insanlar tarımda çeşidi artırmışlardır.
Toprak, insan için her zaman değerli bir gereksinim olmuştur. Öte yandan, doğada en
büyük enerji kaynağı olarak bulunan fosil yakıt petrol ise tarih boyunca insanlar için
önemini korumuş ve ekolojik krizin de temel nedenlerinden biri haline gelmiştir. Joel
9
Kovel petrol için, “Adına amansız mücadelelerin verildiği topraklar üzerinde kurulan
emperyalist tahakkümün itici gücü olma özelliğini”3 koruduğunu ifade eder.
Her tür mal ve hizmet üreten fabrikaların neden olduğu sera gazının
çevreye ve ozon tabakasına verdiği zarar küresel ısınmadan, su kaynaklarının
tükenmesine, buna bağlı olarak toprağın veriminin azalmasına, topraktan alınan
ürünün miktarına, sağlık ve yaşam biçimlerine kadar çok geniş bir alanı etkiler ki, bu
doğada sağlıklı yaşam hakkına sahip olan tüm canlıların yaşamlarında
değişikliklere neden olur.
Endüstri ve sanayinin büyümesi sonucunda doğaya hükmetme ve onu istediği
gibi kullanma hakkını kendinde gören insan bir yandan toplumsal, sosyal, ekonomik
alanda değişikliklere neden olurken, öte yandan doğada yaptığı tahribatın sonuçlarına
çare bulmaya çalışmaktadır. “Gerek kapitalist gerekse sosyalist ekonomiler insanın
maddi gereksinimlerini karşılamayı temel amaç edinmiş sistemlerdir.”4 Teknoloji
çağının yaşandığı günümüzde ise doğal kaynakların tahribatının ne derece önemli
sonuçlara neden olduğu bilim dünyası tarafından gözler önüne serilmekte ve önlem
olarak pek çok bilinçlendirme ve doğayı koruma çalışması yapılmaktadır. Küresel
ısınma, ağaçların yok edilmesi, nükleer santrallerin kurulmasından kaynaklanan
çevre sorunları doğrudan insan sağlığını tehdit etmekte, verimsizleşen toprağı
kullanamayan insanlar kentlere göç etmekte, ekonomik durumları ile ilişkili olarak
şehrin varoşlarında gecekondulaşmaya giderek ayrı bir toplumsal sorun olarak ortaya
çıkmaktadırlar.
3 Kovel,J., Doğanın Düşmanı, Metis Yayınları, İstanbul, 2005, s. 14.
4 Kılıç, S., Çevre Etiği, Orion Kitabevi, Ankara, 2008, s. 77.
10
İnsanoğlu tüm bu ekonomik ve sosyal büyümenin bir parçası olarak kendine
yeni kaynaklar oluşturmak için doğayı tüketirken aslında en büyük zararı yine
kendine vermektedir. Gelişmenin kaçınılmaz bir öğesi olan teknolojik ilerleme
çerçevesinde kurumlar ve insanlar pek çok değişik çevre politikaları izlemekte ve
doğayı korumak üzere önlemler almaktadırlar. Ne var ki bu önlemlerin yeterli
olmadığı giderek artan uyarılardan, doğadan gelen sinyallerden açıkça
görülmektedir. Çevrenin, doğanın verdiği uyarı işaretlerinin dikkate alınması ve
çevre bilincinin bireylere aşılanarak, doğaya verilen zararların en aza indirilmesi,
sürdürülebilir bir dünya için önemlidir.
Sürdürülebilirlik kavramı, doğadaki kaynakların en verimli şekilde ve en az
zararla, hem bugünkü verimliliğini koruyarak hem de aynı verimlilikle gelecekte
kullanılmasını ifade eder. “Sürdürülebilirlik, sürekli artan tüketim ve nüfus yerine,
sürekliliği, kalıcılığı ve makul sayıda insan için güvenli bir geleceği vurgular.”5
Doğadaki verimliliği aynı düzeyde koruyabilmek adına, hava, su ve toprağın
yaşamsal değer ve önceliğinden yola çıkan insanoğlu, her birini korumak amacıyla
ekonomiden sosyal hayata her alanda sürdürülebilir bir kullanım politikası izlemek
üzere pek çok girişimler geliştirmektedir. Endüstrinin ve teknolojinin ilerlemesi
kaçınılmaz olduğundan sürdürülebilir politikaların uygulanması önemlidir.
Kapitalizm ve endüstri tarihçisi, tarihsel revizyonizmin sert eleştirmeni Pier Paolo
Poggio’nun dediği gibi, “Sanayisiz bir toplum olamayacağı gibi, belirli çevresel
bağlardan kaçınılamayacağı gerçeğinden hareketle kalıcı çözüm her koşulda sanayi
gelişimi ile çevreyi tehdit eden unsurların uzlaştırılması çabasında bulunur.”6
Örneğin, sürdürülebilir tarım politikası çevreye zarar vermeden topraktan en iyi
5 Callenbach, E., Ekoloji Cep Rehberi, Sinek Sekiz Yayınevi, İstanbul, 2011, s. 129.
6 Poggio, P.P., La crisi ecologica, origini, rimozioni, significati, Jaca Book, Milano, 2003, s. 63.
11
ürünü almayı hedeflerken verimliliğin de devamını sağlamayı amaçlar. Kimyasal
tarım ilaçlarının az oranda kullanımına, genetiğine dokunulmamış bitki ve toprağın
cinsine uygun ürün ekimi yapılmasına dikkat edilmektedir. Sürdürülebilir bir çevre
için doğaya zarar veren atıkların toprağa atılmaması, plastik, cam gibi doğada yok
olması yıllar alan maddelerin her birinin ayrıştırılarak toplanıp yeniden üretimde
kullanılması, bu tip zararlı maddelerin üretiminin azaltılmasını sağladığından doğaya
olumlu katkısı ile geleceğe sağlıklı bir dünya bırakmak açısından önemlidir.
Amerikalı doğa yazarı, çevre filozofu Aldo Leopold’un belirttiği gibi, “İnsan
türü doğadan ayrı değildir, doğanın parçasıdır.”7 İnsanın tüm büyüme ve gelişme
politikaları içinde doğa ile uyum halinde yaşaması ve onun bir parçası olduğu
gerçeğini göz önünde bulundurması, doğanın tüm canlıların evi olduğunun bilinciyle
ilerlemesi gerekir. Ancak bu bilince sahip olursa bugüne kadar yaptığı yıkımlar bir
nebze olsun onarılabilir ve daha fazlasının olması engellenebilir. Tüm canlılar
doğadaki dengeler iyi gittiği sürece yaşamlarını sağlıklı sürdürebilir. Her bir canlının
sağlıklı bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu gerçeğini unutan insan, ben
merkezli yaklaşımı ile doğada meydana getirdiği tahribatı en aza indirgeyecek
önlemlerle gelişmesini sürdürmelidir.
Toprağa yapılan zararların en büyüğünden biri olan ağaçların kesilip,
ormanların yok edilerek yeni evler, iş yerleri, otoyollar, alışveriş merkezleri
yapılması hem o bölgede yaşayan canlılara zarar vermekte hem de toprağın
verimsizleşmesine neden olmaktadır. Leopold, “Sadece ekonomik çıkar güden bir
doğa koruma sistemi ümitsizce tek yanlıdır”8 derken insanoğlunun maddi menfaat
7 Özdağ, U., “Aldo Leopold ve Toprak Etiği”, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, 2011, s. 134.
8 Ibid., s. 134.
12
önceliğini bir yana bırakması gerektiğini vurgular ve değersiz görünen bir toprak
parçasının bile bütüne bakıldığında sağlıklı bir işleyiş için elzem olduğunu önemle
belirtir.
13
Her şey birbiriyle bağlantılıdır
Her şey bir yere gider
Hiçbir şey sonsuz değildir
Son sözü doğa söyler
E. Callenbach
1.1. Çevre, Ekoloji ve İnsan
Ekoloji ve çevre kavramlarına bakıldığında, anlam olarak her ikisi de
içerisinde doğayı, diğer canlıları barındırdığından kimi zaman anlamca
karıştırılabilmektedir. Ekoloji, insanın çevresi ve diğer canlılarla, hayvanlar ve
bitkilerle ilişkisini, doğanın nasıl işlediğini inceleyen ve incelediği, ilişki içinde
olduğu alanlar itibarı ile çevre problemlerine yaklaşımlar, çözümler üretebilecek bir
bilim dalı özelliğindedir. Kökeni Yunanca olan “Ekoloji” terimini ilk kez 1866
yılında Alman biyolog ve filozof Ernest Haeckel kullanmıştır. Çevre ise, hayatın
gelişmesinde etkili olan doğal, toplumsal, kültürel dış faktörlerin bütünlüğünü9 ifade
eder.
Günümüzde yaşanan ekoloji sorunları hem tüm canlıları hem de onların
çevreleri ile olan ilişkilerini derinden etkilemektedir. Ekoloji ve çevre sorunları
bağlamında küresel ısınma, iklim değişikliği, ağaçların azalması, ozon tabakasının
zarar görmesi, gıda ve su azlığı, fosil yakıt kaynaklarının tükenmesi, kimi hayvan ve
bitki türlerinin yok olması, açlık, susuzluk, kuraklık, sel veya fırtına gibi doğal
afetleri, salgın hastalıkları ve kimi zaman da savaşı beraberinde getirmektedir.
Sürdürülebilir güzel, yeşil ve nefes alan bir dünya için tüm canlıların besin,
enerji, yaşam kaynağı olan doğanın tahribatının en aza indirgenmesi amacıyla
9 www.tdkterim.gov.tr
14
dünyada pek çok bilinçlendirme ve doğayı geri kazanma çalışması yapılmaktadır.
Günümüzde bilgisayar teknolojisinden çamaşır makinesine, giysilerden otellerdeki
havluların kullanımına kadar, pek çok alanda kaynakların hesaplı kullanımına
yönlendirme, geri dönüşüm çalışmalarına katılmaya özendirme ve bilinçlendirme
amaçlı uyarılar dikkat çekmektedir. Geri dönüşüm çalışmaları içerisinde tüketicilerin
atıklarını ayrı çöp kutularında plastikler, kağıtlar ve piller olarak ayrıştırmaya
yönlendirilmesi sonucu toplanan bu malzemeler daha sonra fabrikalarda yeniden
üretimde kullanılmaktadır. Böylece, yeniden kullanılan kağıt, hammaddesi olan
ağaçların daha az kesilmesini, plastik ise hammadde olarak petrolden tasarrufu
sağlamaya yardımcı olmaktadır. Kimi yayınevleri özellikle dönüşümlü kağıt
kullanarak doğal kaynakların korunmasına destek olduklarını açıkça
belirtmektedirler. “Ekoloji Cep Rehberi” adlı kitap içerisinde yayınevi bu bilgiyi şu
şekilde aktarmaktadır: “Bu kitabın sayfalarında sürdürülebilir bir orman kaynağından
elde edilen ve asit içermeyen, FSC ve PEFC sertifikalı kağıt; kapağında geri
dönüştürülmüş kağıtlardan üretilen karton kullanılmıştır.”10
Çocuklar eğitimlerinin ilk yıllarından itibaren ağaçları korumanın önemi,
erozyonun nasıl önlenebileceği, ormanların doğanın akciğerleri olduğu, fotosentezin
önemi konularında bilgilendirilerek doğa sevgisi aşılanmaya, çevre bilinci
oluşturulmaya çalışılmaktadır. İnsan sürekli olarak çevresi ile iletişim ve etkileşim
içindedir. Ekolojik dengenin tüm canlılar için neden önemli olduğu ayrıca belirli gün
ve haftalar çerçevesinde anlatılmaktadır. Her yıl Mart ayında kutlanan Orman Haftası
ile gençlere ağaçlandırmanın önemi, ağaç kesimini azaltabilmek için herkesin
yapabileceği katkılar olan kalem, kağıt gibi hammaddesi ağaç olan malzemelerin
10
Callenbach, E., Ekoloji Cep Rehberi, a.g.y., s. 168.
15
tasarruflu kullanımı anlatılmakta, erozyonu önlemede ağaçların etkin rolünün ne
olduğu, erozyonun doğaya ve onunla bağlantılı olarak insana verebileceği zararlar
hakkında bilgi aktarılmaktadır. Ekim ayında kutlanan Dünya Hayvan Koruma
gününde ise çevremizdeki hayvanları korumanın doğadaki dengeler açısından önemi
aktarılarak, yetişen yeni nesillere bu konuda duyarlı olmaları aşılanmaktadır.
Doğada kesilen tek bir ağacın, yok edilen tek bir tarlanın, kentlerden
uzaklaştırılan kedi ve köpeklerin, hatta insanoğlunun değersiz göreceği en küçük
bir organizmanın bile besin zincirindeki yeri çok değerli olup, herhangi birinin
eksikliği doğadaki dengeler açısından farklılıklar doğurur. Ekolojinin temel
ilkelerinden birini oluşturan doğada her şeyin birbiri ile bağlantısı olduğuna en iyi
örneklerden biri, besin zincirleridir. İklim değişiklikleri nedeniyle herhangi bir
bölgede, “Yağmurların az yağması sonucu başlayan kuraklık ot miktarını azaltınca,
bu otlardan beslenen farelerin sayısı da azalır. Dolayısıyla yemek mönüsünü farelerin
oluşturduğu yılanlar da aynı şekilde azalır ve besin zincirinin son halkasını oluşturan
kuşlar da bu azalmadan nasiplerini alır.”11
Doğada bir kısım canlılar yaşam
döngüsünü tamamlayıp yok olurken, yeni doğan diğer canlıların besin kaynağını
oluştururlar. İnsan bile hayatta iken birçok bakteri ve mantar için besin kaynağı
olmakta, ölümü ile birlikte toprağa karışarak yine besin zincirindeki yerini
almaktadır. Her bir canlının çevre ve doğa için ayrı bir görevi, ayrı bir işlevi vardır.
Pek çok hayvan (özellikle kuşlar) için bir barınak olan ağaçların kesilmesi, aynı
zamanda ağaçlar ile birlikte toprağa faydası olan canlıların yok olmasına neden
olmaktadır. Ağaçlar bir yandan barınak vazifesi görürken, öte yandan hava, su ve
güneş ile de iletişim içinde olup oksijen kaynağı durumundadır. Bir tarlanın
11
Tont, A. S., Sulak Bir Gezegenden Öyküler, a.g.y., s. 12.
16
yakınında bulunan ağaçların kesilmesi, o ağaçlarda yaşayan ve tarladaki böceklerle
beslenen kuşların da o bölgeden yok olmasına neden olacağından, tarlayı
böceklerden arındırmak için daha fazla tarım ilacı kullanılmasını gerektirecektir.
Kimyasallar ise gerek insana gerek toprağa zarar vermekte, süreç içinde topraktan
arındırılması güç kalıntılar bırakmaktadır. Şehirlerde ya da köylerde, sokakta
yaşayan kediler fare avlayarak beslendiklerinden, o bölgede bulunan farelerin nüfusu
ve etkileri üzerinde olumlu etkileri vardır. Ekoloji konusunda çalışmaları olan
Amerikalı yazar Ernest Callenbach’ın dediği gibi, “Hangi hayvanların iyi hangi
hayvanların kötü olduğuna biz karar verecek olursak, doğal dengeleri bozmuş ve
sadece diğer canlı türlerine değil, kendimize zarar vermiş oluruz.”12
Ekolojik denge açısından bir diğer önemli unsur ise, türlerin çeşitliliğidir.
Avlanma yasaklarının konması, kimi bölgelerin koruma altına alınması, doğadaki
çeşitliliğin korunmasına yönelik hareketlerdir. Belirli dönemlerde kimi hayvanlar
için avlanma yasağı konması o türün korunması, neslinin yok olmaması içindir.
Avlanma yasağı konulduğu dönemde uymayanlara ceza uygulanmaktadır. Özellikle
günümüzde çevrenin ve doğadaki dengelerin korunması için devletler anayasalarında
çevreye ilişkin hukuki düzenlemeler yapmaktadırlar. İsviçre, 1971 yılında “Çevre”
sözcüğünü kullanarak çevreyi anayasasına ekleyen ilk ülke olmuştur. Birleşmiş
Milletler Teşkilatı’nın, Haziran 1972’de gerçekleştirdiği Stockholm Konferansı ise
çevre ile ilgili konulara dikkat çekerek, çevre haklarının daha yaygın olarak belgelere
girmesini sağlamıştır. Fransa anayasasında çevre, oldukça geniş kapsamlı olarak on
madde halinde yer alır. Türkiye’de ise 1982 anayasasının 56. maddesi çevre ve
yaşam hakkını şöyle tanımlar: “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama
12
Callenbach, E., Ekoloji Cep Rehberi, a.g.y., s. 8.
17
hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini
önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.”13
Akademisyen Barış Gencer Baykan, ekolojik anayasa üzerine hazırladığı
araştırmasında Bolivya’nın dünyada doğanın yasal haklarını tanıyan ilk ülke
olduğunu belirtmektedir. Bolivya, insan ve doğaya eşit statü tanımıştır.
Doğadaki hiçbir şey ilk yaratıldığı, ilk oluştuğu gibi kalmaz. Zaman
içerisinde çevresel, doğal, toplumsal koşullar içinde gelişerek değişime, evrime
uğrar. İnsanoğlu ise geçirdiği evrimleşme sürecinde kendi ihtiyaçları için çevresini
de değişime uğratarak en fazla zarar veren canlı konumundadır. Yüzyıllar boyunca
kendi istek ve amacına uygun olarak doğa üzerinde tahakküm kurmuş, onu istekleri
doğrultusunda değiştirmiş ve değiştirmeye devam etmektedir. Ekolojik sorunların da
başlangıcı bu noktadır, aslında. Tüm bu değişimleri yaparken kendi ihtiyaçları ve
öncelikleri için doğadaki kaynakları hoyratça kullanır. Çevresindeki değişimler
aslında insanın kendi sağlığını da derinden etkiler. Eski Yunanistan’ın önemli hekimi
Hipokrat, hastalıkların çevresel faktörlerden dolayı ortaya çıktığını belirterek, insan
sağlığının çevre ile ilişkisini ortaya koyar. Hastalıkların nedenleri ve tedavisinde
kişilerin yaşadığı ve çalıştığı ortamın etkisi ile soluduğu havanın etkisi gibi çevresel
faktörlerin önemi büyüktür. Günümüzde baz istasyonlarından hidroelektrik ve
nükleer santrallere gösterilen haklı tepkiler çevreye, doğaya, doğadaki canlılara ve
insan sağlığına verdiği zararlardan dolayıdır. Nükleer enerji atıkları, çöpler, denize
akıtılan sanayi atıkları doğada yok olmamakta ve geri dönülemez zararlar
vermektedir. En büyük çevresel felâketlerden olan Hindistan Bhopal’deki tarım
13
Yüzbaşıoğlu, N., Anayasa Hukukunun Temel Metinleri, 7.baskı, İstanbul, Beta Yayıncılık, 2011,
s. 157.
18
ilacı için kimyasal üretimi yapan fabrikadaki gaz sızıntısı, binlerce kişinin ölümüne
neden olmuştur. 1984 yılında meydana gelen bu kazanın izleri ise kolayca
silinmemiş, “On beş yıl sonra bile ayda 10-15 kişi olarak insanlar ölmeye, fabrikanın
enkazı şehrin görünüşünü bozmaya ve çevreye toksik maddeler sızdırmaya devam”14
etmiştir. Bir diğer büyük felâket ise Ukrayna Çernobil’de bulunan nükleer santralda
1986 yılında meydana gelen kazadır ve yayılan radyoaktif madde sadece ülke
sınırları içinde kalmayıp, pek çok Avrupa ülkesini de etkilemiş, insan sağlığından
bitkilere, hayvancılıktan toprağın verimine kadar her alanda uzun yıllar sürecek
yaralar açmıştır. “Kazanın ilk günlerinde 13.000 çocuk, tiroid kanserine yol açan kısa
ömürlü bir radyoaktif izotop olan iyot-131 içeren gazları”15
solumuştur. Ayrıca
toprak üzerindeki olumsuz etkileri çok geniş bir alana yayıldığından, uzun yıllar
boyunca tarım yapılamamasına neden olmuştur. “Nükleer reaktör kazasından sonra,
Ukrayna, Rusya ve Beyaz Rusya’da 260 bin kilometrekare toprak”16
radyoaktif
maddeden kirlenmiştir.
Şehirlerde sokak hayvanları ile yaşanan mücadeleye gelince, önemli olan
ekolojik dengenin korunması için hayvanları yok etmek değil, onların
yayabilecekleri hastalıkları engelleyici tedbirler almaktır. Zira doğanın dengesi için
her canlının varlığına ihtiyaç vardır.
Çevre-doğa-insan ilişkisine ve ekolojik krize dikkat çekerek, insanın hoyratça
tükettiği doğanın bu tutuma karşı insanoğluna nasıl yanıt verdiğine dair pek çok
sinema filmi yapılmıştır. “Ice Age” (Buz Devri) serisi küresel ısınmanın etkilerini
14
Kovel, J., Doğanın Düşmanı, a.g.y., s. 51. 15
Kılıç, H., Çernobil’e Yeniden Bakış ve Japonya Nükleer Felaketi, www.kureseleylem.org,
26.04.2012. 16
Ibid.
19
anlatır. “Planet of the Apes” (Maymunlar Cehennemi) insanoğlunun savaşlarla yok
ettiği dünyayı yeniden yaşamın başlangıcına geri döndürür. “Der Müll im Garten
Eden” (Cennetteki Çöplük) Karadeniz’de bir köyün yakında yer alan çöplüğün orada
yaşayanların hayatını nasıl olumsuz etkilediğini ve yaşanan çevre felâketini anlatır.
“The Day After Tomorrow” (Yarından Sonra) doğadaki dengelerin değişmesi ile
oluşan doğal afetlerin dünyayı nasıl değiştirdiğini, insanların hayatlarını nasıl
etkilediğini gösterir. “An Inconvenient Truth” (Uygunsuz Gerçek) iklim
değişikliğinin ve küresel ısınmasının etkilerini ortaya koyar. “Water World” (Su
Dünyası) ise küresel ısınma sonucu buzulların erimesini konu alarak dünyayı ve
insanlığı bekleyen sorunların neler olduğunu ve neler olacağını gözler önüne serer.
İnsanların çevrelerine hangi algı ile baktıkları çevre duyarlılığı açısından
önemlidir. Sadece bir parçaya değil, bütüne bakıldığı zaman sorunun ne kadar büyük
ve etkilerinin ne kadar yıkıcı olduğu daha belirgin görülebilir. Amerikalı yazar ve
filozof Timothy Morton ekolojik düşüncenin ne olduğunu anlatırken bunu her şeyin
birbiriyle bağlantısı olduğu ilkesinden yola çıkarak yapar. Ekoloji, tüm canlıların
birbirleriyle ilişki içinde olduğunu belirtirken, onların arasındaki etkileşimden
bahseder. Ekolojik düşünce ise birbiriyle ilişkisi olma durumunu düşünmektir.17
Ekolojik düşünce insanların neyi düşündüğüne değil, ilişkiler ve etkileşimler
bağlamından yola çıktığından, nasıl düşündüğüne odaklanır. Tablonun bir parçasını
değil, bütününü görmeyi öngörür. Morton, “The Ecological Thought” (Ekolojik
Düşünce) adlı kitabında ekolojinin sadece küresel ısınma, geri dönüştürülebilirlik ve
güneş enerjisi ile ya da insan ve diğer canlılar arasındaki her günkü ilişkilerle ilgili
olmadığını, aynı zamanda aşk, kayıp, ümitsizlik, acıma duyguları ile depresyon,
17
Morton, T., The Ecological Thought, a.g.y., s. 7.
20
psikoz, toplumla ve bir arada varoluşla da ilişkili olduğunu vurgular.18
Morton,
modern ekonomik sistemlerin, sadece ekosistemleri, türleri ve küresel iklimi değil,
düşünme sistemini de ağır bir şekilde etkilediğini söyler. Dolayısıyla, insan doğada
meydana gelen yıkımlardan sadece fiziksel olarak değil, düşünce yapısı çerçevesinde
de etkilenmektedir. “Şu anda iklim faciasının eşiğinde ve hatta başlangıcında
olmamıza rağmen biz sadece onun büyüklüğüne ve derinliğine ancak yüzeysel bir
bakış atabiliyoruz. Modern çağ bizi büyük düşünmeye zorlar. [...] Bu ‘bütünlüğü’
görmezden gelen herhangi bir düşünce problemin parçasıdır”19
diyen Morton,
insanoğlunu sorunların çözümü için bütünsel düşünmeye çağırmaktadır.
18
Morton, T., The Ecological Thought, a.g.y., s. 2. 19
Ibid., s. 4.
21
Kirli çevre insanın ruhunu kirletir,
Kirli ruhlar çevreyi kirletir.
Aziz Nesin
1.2 Doğa ve Çevreyi Korumaya Yönelik Toplumsal Hareketler
İnsanoğlunun çevre, iklim, beslenme gibi doğrudan etkilendiği koşulların
değişime uğraması ve neticesinde hem kendi sağlığını hem de toplumu etkilemesi
sonucunda bu konularda bilinçlenmesiyle bireysel ya da toplu olarak çevre
hareketlerine katılımı, katkısı ve duyarlılığı artmıştır. Bu çerçeveden bakıldığında
çevre ve doğayı korumaya, verilen zararları en aza indirgemeye yönelik hareket ve
faaliyetler sosyal, kültürel, siyaset, düşünce, güzel sanatlar, edebiyat gibi pek çok
alanda karşımıza çıkmaktadır. Çevre ve ekolojik sorunların nedenleri ile çareleri
konusunda değişik ve farklı görüşler bulunmaktadır. Gelişen ülkelerin
ekonomilerinin gelişmelerine paralel olarak daha fazla hammadde ihtiyacından
dolayı doğadaki kaynakları kullanması ve bu kaynakların ihtiyaçları karşılamak
üzere giderek azalıyor olması ile çevreye verilen zararlar ekolojik sorunların başlıca
nedenlerindendir. Düşünür Ivan Illich’in dediği gibi ;
“Ekonominin tanımındaki ‘kaynakların sınırlı, ihiyaçların sınırsız olduğu’
formülü, kıtlık durumunu doğurmuştur. Yani ekonomik düzen içinde meta
haline getirilen her şey (ama sadece insan üretimi olan mallar değil, su gibi
sınırsız olması gereken doğal maddeler de), yine ekonominin kuralları
gereği giderek daha fazla kişi tarafından ‘ihtiyaç duyulan’, bu yüzden de
herkese ‘yetmeyen’ mallar haline getirilir ve kıtlaşır”. 20
20
Şahin, Ü., Mesele Dergisi, Ölümünün Beşinci Yılında: Ivan Illich Neden Unutuldu?, 2007, s. 12.
22
İnsanoğlu kendini merkeze koyup çıkar ilişkilerini, kendi ihtiyaçlarını daima ön
planda tuttuğundan doğa hep sömürülen ve üzerinde hakimiyet kurulan taraf
olmuştur. Sürekli artan, yaşamımızı derinden etkileyen ekolojik sorunlara yine
insanoğlu çareler aramaya başlamıştır. İnsanoğlu hem sorunun parçası hem çözümün
kendisi konumundadır. Zira toplumlar büyümeleri çerçevesinde ne gelişmeden ve
teknolojiden uzak durabilirler ne de çevre sorunlarına duyarsız kalabilirler.
Çevreyi ve doğayı koruma faaliyetleri alanında pek çok düşünür, bilim insanı,
akademisyen sağlıklı toplumlar oluşturmak, doğal kaynakların tükenmesini ve
tahribatını önlemek, daha güzel ve yeşil bir dünya oluşturmak ve var olan doğal
alanları korumak için farklı fikirler ve düşünce yapıları oluşturmuşlardır. Bilinçli
insan söz konusu olduğunda, yapılan tüm çalışmaların temelinde, sağlıklı bir
dünyada yaşama hakkının tüm canlılara tanınması bulunmaktadır. Hayvan hakları,
çevre kirliliği, gecekondulaşma, nüfus artışı, yoksulluk, sağlık sorunları, kent
çöplükleri, denizlerin kirliliği, doğal kaynakların tükenmesi, nükleer santrallerin
vereceği zararlar, iklim değişikliklerinin sonuçları, toprağın verimsizleşmesi,
ormansızlaşma, azalan hayvancılık, çevrecilik hareketlerinin üzerinde durduğu ve
çözüm üretmek istediği konuların büyük bir bölümünü oluşturur.
İnsanların doğa ile ilgili endişelerinin artması sonucu, dünyayı etkileyen
çevresel felâketlere, kirliliklere, çevre ve ekoloji dengesinin korunmasına dikkat
çekmek amacıyla ilk kez 22 Nisan 1970’de Amerika’da Dünya Günü kutlanmıştır.
1970 yılından beri kutlanmakta olan Dünya Günü etkinliklerinin getirdiği ses
sayesinde Amerika’da temiz hava ve temiz su yasaları çıkarılmıştır.
23
Büyüme, gelişme ve küreselleşme hedefleri arasında birbirleriyle yarışan
üretici firmalar, tüketicileri kendi ürünlerine yönlendirmek için kampanyalar
yaparken aynı zamanda da verdikleri zararları en aza indirgeyecek sosyal sorumluluk
çalışmaları kapsamında çevreye destek olacak faaliyetlerde bulunmakta, tüketiciyi de
bu çalışmalara katkıları için teşvik etmektedirler. Ağaç dikerek orman oluşturulması,
belli bir türün korunması için yapılan maddi katkılar ya da satılan her üründen elde
edilen gelirin belli bir kısmının doğa ya da hayvan koruma derneklerine bağışlanması
bu faaliyetler arasında sayılabilir. Öte yandan kimi firmalar ise tamamen doğa dostu
ya da hayvanlar üzerinde test edilmemiş ürünler, doğal yoldan ölmüş hayvanların
derileri kullanılarak üretilen ayakkabı, çanta gibi pek çok ürün çeşidini sunarak, bu
konudaki hassasiyetlerini göstermekte, ekolojik bir yaklaşım benimsemektedirler. Bu
hareketlerin her birinin temelinde aslında hem doğayı koruma hem de bir çeşit
verilen tahribatın telafisini yapmak yatmaktadır.
Dünyada politikadan felsefeye, ekonomiden edebiyata pek çok alanda
ekolojik bilinç oluşturma, doğayı koruma çalışmaları yapılmaktadır. Doğadaki tüm
canlıların hayatını devam ettirmesi için zorunlu olan ve yaşamsal öneme sahip üç ana
doğal kaynak olan hava, su, toprak ve üzerinde yaşayan canlıların korunması,
yaşamlarını sağlıklı sürdürebilmesi için pek çok gönüllü ve sivil toplum kuruluşunun
yanı sıra bir çok ülkede farklı organizasyonlar faaliyet göstermektedir.
1971 yılında nükleer karşıtı ve çevreci bir organizasyon olarak kurulan
“Greenpeace” (Yeşil Barış) dünyanın pek çok ülkesinde binlerce gönüllü destekçisi
ile küresel felâketleri sürekli gündemde tutarak, basın yoluyla insanları
bilinçlendirerek doğa ve çevre katliamlarını durdurmaya çalışmaktadır. Öte yandan
teknolojik gelişmelerin bir parçası olan internet, günümüzde kitlelere ulaşarak çok
24
çeşitli çevreci kampanyanın yapılmasına, insanların çevre ve ekolojik sorunlar
konusunda bilgilendirilmesine olanak sağlaması açısından önemlidir.
Dünyadaki en büyük sivil toplum kuruluşlarından olan “World Wide Fund
For Nature” (Dünya Doğayı Koruma Vakfı) da dünyada pek çok ülkedeki yerel
ofisleri ile doğal hayatı korumak, insan ve doğanın uyumlu bir biçimde yaşamasını
sağlamak için çalışmalar yapmaktadır. Örneğin belli yörelerdeki doğal alanların
korunması ya da nesli tükenmek üzere olan hayvanların koruma altına alınmasını
sağlamaktadır.
Öte yandan, sivil toplum kuruluşlarının ya da diğer organizasyonların
kurulmasından çok daha önce ekolojinin büyük kitleler tarafından ilgi çekmesi ve
bilinmesi Rachel Carson’ın 1962’de yayınlanan ve çevreci hareketin başlangıcı
olarak görülen “Silent Spring” (Sessiz Bahar) adlı yapıtı ile olmuştur. Aynı zamanda
biyolog olan Carson herkesin anlayacağı bir üslup ve dil kullandığından anlattığı
konular, verdiği örnekler halka da ulaşmış, sadece bilim çevresinde okunan ve
anlaşılan bir eser olarak kalmamış, pek çok bilim insanının çalışmasına yön
vermiştir. Amerika’da kimyasal tarım ilacı olan DDT’nin yasaklanmasını sağlamış
olması açısından çok önemlidir.
Doğadaki tahribatın durdurulması ve ekolojik krizin nedenleri, çözümleri
konusunda pek çok yazar, bilim insanı ve felsefeci konuyu düşünce alanında da ele
almış, farklı görüş ve yaklaşımlarla ekolojik sorunların kaynağını, çözümlerini
sorgulayarak öneriler getirmişlerdir. Rachel Carson’un eserinden ve Henry David
Thoreau’nun yaşam felsefesinden etkilenmiş olan Derin Ekoloji (Deep Ecology)
hareketinin önemli ismi ve bu kavramı 1973’de yayınlanan makalesinde ilk kez
25
kullanan Norveçli filozof, bilim insanı, yazar Arne Naess, “Doğada var olan her
şeye saygı duymayı ve bunların hepsinin de parayla ilgisi olmayan bir ‘değer’
taşıdığını”21
belirtir. Doğada ve dünyada var olan her canlının doğuştan gelen bir
değeri olduğunu ve her canlının doğanın bir parçası olduğunu benimseyen Derin
Ekoloji felsefesi ve hareketi insan merkezli yaklaşımı reddederek, merkeze doğayı
koyar. “Derin Ekoloji, çevreci reformculuğun tam tersidir. Yani insanı odak olan bir
düşünüş değil doğayı odak alan (biyosantrik) bir görüştür.”22
Ekolojik benlik
duygusunu vurgulayan Derin Ekoloji düşüncesinde, önemli olan insanların temel
ihtiyaçlarının ne olduğunu öğrenmesi, çevresindeki doğal yaşamın, ağaçların,
hayvanların, denizlerin farkında olmasını sağlayacak ekolojik benlik duygusunun
gelişmesidir. Temel ilkesi “Yaşa ve bırak yaşasın!” olan bu hareket insanı yaşam
şeklini değiştirmesine yönlendirir ki esas olan doğaya zarar vermeden temel
ihtiyaçların karşılanması, bunu gerçekleştirirken de insanın kendini doğadaki tüm
varlıklarla eşdeğer görmesidir. İnsanoğlu ancak bu şekilde bütüncül bir davranış
sergileyerek çevresine duyarlı ve korumacı bir yaklaşım içinde olur. İnsanın çevresi
ile olan sağlıklı ilişkisinin onu zenginleştirdiğini belirten Naess’in düşüncesine göre,
“Biz insanlar en başından beri doğada yaşayan, doğanın bir parçası olan
ve doğa için çabalayan varlıklar olmuşuzdur. Toplum ve sosyal ilişkiler
bizim gözümüzde çok önemlidir, fakat benliğimizi asıl zenginleştiren
kişisel ve çevresel ilişkilerimizdir. Bunlar da oturduğumuz bölgeyle (biyo-
bölge) ve o bölgeyi bizimle paylaşan insan, bitki ve hayvanlarla
kurduğumuz ilişkilerde yansır.”23
Derin ekolojiden daha farklı bir yaklaşım ve düşünce sistemini yansıtan
Toplumsal Ekoloji düşüncesine göre ise, ekolojik sorunların nedenini toplumsal
21
Tamkoç, G., Derleyen, Derin Ekoloji, Ege Yayıncılık, İzmir, Ekim 1994, s. 3. 22
Ibid., s. 96. 23
Ibid., s. 44.
26
yaşam ve hiyerarşiler oluşturur. Hiyerarşisiz bir toplumun sağlıklı ve özgür olacağını
belirtirken, hiyerarşinin insanın insanı ezmesine neden olduğunu, bu şekilde de
doğadaki tüm dengeleri bozduğunu ifade eden Toplumsal Ekoloji kavramını,
“Ekoloji ve Devrimci Düşünce” adlı makalesinde ilk kez ortaya koyan Amerikalı
düşünür Murray Bookchin’dir. “Toplumsal ekoloji, insanın doğaya hükmetmesi ve
sömürmesi gerektiği şeklindeki varsayımın, insanın insana hükmetmesi ve onu
sömürmesinden kaynaklandığını savunur.”24
İnsanoğlu zaman içerisinde gelişir ve
değişir ki aynı zamanda doğa da sürekli bir gelişim içinde olduğundan
farklılaşmaktadır.
Kadının sömürülmesi ile doğanın sömürülmesini aynı çerçevede ele alan
ekofeminist düşünce, temelinde kadının ezilme ve sömürülmesinin kaynağını doğayı
da tahakkümü altına alan erkek egemen güçte görür. Ekofeminist düşüncenin önemli
isimlerinden Francoise d’Eaubonne 1974 yılında kaleme aldığı “Le Féminism ou la
Mort” (Feminizm ya da Ölüm) adlı makalesinde bu terimi ilk kez kullanmıştır. Daha
ilk çağlardan başlayan ataerkil düzen ve en eski toplumlarda ortaya çıkan, “Erkeği
hayat alıcılar, kadınları da hayat vericiler”25
olarak ayıran iş bölümü erkeğin hem
kadın hem doğa üzerinde egemenlik kurmasına zemin hazırlamıştır. Kadını doğayla
özdeş tutarak doğanın ve kadının sömürülmesini erkekte gören ekofeminist
düşünceyi benimseyen yazar ve düşünürler çevre sorunlarını da kadınların sorunları
olarak görüp, cinsiyet ayrımcılığı ile birlikte din, ırk, sosyal sınıf ayrımcılığını kabul
etmezler. “Eko-feministlere göre, erkeğin kadın üzerindeki egemenliği ile insanın
doğa üzerindeki egemenliği arasında bir bağlantı vardır. Onlara göre, doğanın
24
İdem, Ş., Toplumsal Ekoloji Dergisi, Toplumsal Ekoloji Nedir? Ne Değildir?, S.1, Mart 2002, s. 11. 25
Kovel, J., Doğanın Düşmanı, a.g.y., s. 158.
27
tahribinden sorumlu olan insan merkezcilik değil, erkek merkezciliktir”.26
Sanayi
devrimi sonrası çalışma hayatında işçi statüsünü elde eden kadın, üretim içerisinde
yerini aldığında cinsiyet ayrımcılığına uğrar. Hatta erkekler tarafından fiziksel olarak
şiddete maruz kalmaları da çalışma hayatında aktif olarak yer almaya başladıkları
dönemlere dayanır. Aynı şekilde sanayi devrimi ile birlikte doğanın tahribatı da
artmaya başlar. İçinde birkaç farklı yaklaşımı barındıran ekofeminist düşüncenin her
bir yaklaşım içindeki ortak görüşüne göre, insanın çevresi ve doğa ile sağlıklı
ilişkiler içinde bulunması, kadının ezilmesine engel olacaktır. Bundan dolayı kadının
ezilen, sömürülen durumdan kurtulması, doğanın sağlıklı korunması ile paralellik
gösterir. Rosemary Radford Ruether, Vandana Shiva, Greta Gaard, Karen Warren,
Susan Griffin dünyada ekofeminist düşünce alanında eserler veren önemli düşünür
ve yazarlardan bazılarıdır.
Öte yandan siyasi alanda çevreci hareket, “Yeşiller” hareketi ile kendini
göstermektedir. Pek çok ülkede yeşil bir politikayı benimsemiş olan Yeşiller
hareketi, Kovel’in deyişiyle, “İyi yönetilen, boyutu küçültülmüş ve başka üretim
tarzlarıyla harmanlanmış bir kapitalizmin toplumsal üretimi yönetmeye devam ettiği,
ekolojik açıdan sağlıklı bir gelecek hayal eden,”27
grup olarak tanımlanmaktadır.
Sadece ekoloji ve çevre sorunları ile değil, sosyal ve ekonomik sorunlarla da
ilgilenen bu hareket görüş olarak şiddete karşı olup, çevre sorunlarına duyarlı bir
programa sahiptir. Günümüzde birçok ülkede kurulan Yeşiller Partisi dikkatleri
siyasi alanda da ekolojik sorunların çözümüne çekmektedir.
26
Çüçen, A., Derin Ekoloji, http://blog.aku.edu.tr/ometin/files/2011/12/derinekoloji.pdf. 27
Kovel, J., Doğanın Düşmanı, a.g.y., s. 10.
28
Ekolojik dengenin, çevrenin korunmasını esas alarak sağlıklı bir dünyada
yaşamaya yönelik olan ve giderek artan bir ilgi ile karşılanan diğer yaklaşımlar
arasında “Ekoköy” ve “Slow Food” (Yavaş Yemek) hareketlerinden bahsedilebilir.
“İnsanın etkinliklerinin zararsız bir şekilde doğayla bütünleştiği, sağlıklı insan
gelişimini destekleyen ve başarılı biçimde kesintisiz olarak sürebilecek, insan
ölçeğindeki tam teşekküllü yerleşimi”28
ifade etmekte olan ekoköylerin sayısı
dünyada hızla artmaktadır. Kendi yiyeceğinden enerjisine ihtiyaçlarını topluluk
içinde karşılayan, birlikte yaşam ilkesiyle kaynak tüketimini azaltmaya yönelik kimi
zaman ortak ev kullanımı da olan ekoköyler doğal ve sağlıklı yaşam için bir
alternatif oluşturmaktadır. Yerel ekonomilerin canlandırılması ve beraber yaşamın
getirdiği sorumlulukları paylaşma, dayanışma, insanlar arası maneviyatın ve
iletişimin arttırılması, ekoköylerin öne çıkan özellikleri olarak görülmektedir.
İtalya’da başlayarak tüm dünyaya yayılan “Slow Food” hareketi ise fast food
(hızlı gıda) denilen hızlı ve sağlıksız beslenmeye karşı sağlıklı beslenmeyi
hedefleyen bir hareket niteliğindedir. Zira dünyada hızla yaygınlaşan “Fast Food”
beslenmede yiyeceğin hazırlanmasından servisine kadar geçen sürenin birkaç
dakikayı kapsadığı göz önüne alındığında, bu tarz sunulan besinlerin ne derece insan
sağlığına faydalı yöntemlerle hazırlandığı ve üretildiği ciddi biçimde
sorgulanmaktadır. Ayrıca, yemek için insanların ayırdığı sürenin azalması sosyal
yönden iletişim imkanlarını azaltmasıyla birçok olumsuz etkiyi de beraberinde
getirir. Tüm bu yönlerden bakıldığında, hem pişirme yöntemlerinin hem hazırlanan
besinlerin ne kadar sağlıklı olduğu son yıllarda en çok tartışılan konulardan biri
olarak karşımıza çıkar. Hızlı tüketilen gıda hızlı üretimi gerektirdiğinden, aynı
28
Dawson, J., Ekoköyler, Sinek Sekiz Yayınevi, İstanbul, 2012, s. 13.
29
zamanda genetiği ile oynanmış gıdaların artmasına neden olmaktadır. Uzun vadede
insan sağlığına olumsuz etkileri olan, genetiği ile oynanmış sebzelerin, hormon
verilerek daha kısa sürede büyütülüp, tüketime sunulan etlerin elde edilme
yöntemlerinde iyileştirmeye gidilmelidir. Zira sonuçta, doğadaki bitkiler ve
hayvanlar ile birlikte hem insanlar hem toprak zarar görmektedir. Tüketim
alışkanlıkları açısından “Slow Food” hareketi daha sağlıklı beslenmeye özendirirken,
besinlerin elde edilişi sırasında toprağın geleneksel yöntemlerle işlenmesini de ön
görür. Tüm bu yönleriyle ekolojik hareketler içinde ayrı bir yaşam tarzı
oluşturmasıyla dikkat çeker.
Gerek düşünce bağlamında gerek hayata uygulama olarak çevreyi ve
ekolojiyi korumaya yönelik gelişen hareket ve faaliyetler gezegenimizdeki tüm canlı
ve cansız varlıkların daha güzel bir gelecekte yaşamlarını, varlıklarını sağlıklı
biçimde sürdürmesini hedeflemektedir. Zira doğadaki hiçbir kaynak sonsuz değildir.
30
Irmak akarken akışına direnirseniz
ırmak sizi ezer geçer; kendinizi
onun akışına bıraktığınızda ise
okyanusa ulaşırsınız.
Tao
1.3. Dünyada Doğa Edebiyatı ve Çevreci Eleştiri
Doğaya bakış ve doğanın, çevrenin edebiyatta ele alınışı edebî ve kültürel
akımların etkisi, dönemin sosyal, toplumsal olay ve hareketleri, yazarın görüş,
deneyim ve düşünceleri ile birlikte şekillenir. Edebî yapıtlarda doğaya ve doğa ile
ilgili unsurlara yer verilmesi, insanlara doğa sevgisinin aktarılması, gündelik
yaşamda sürekli iletişimde olduğu canlıların önemini vurgulaması ve özellikle
ekolojik bir bilinç oluşturması bakımından önem taşır. Doğa edebiyatında, insanın
kendini doğanın bir parçası, doğa ile özdeş görmesi dikkat çeken önemli bir
özelliktir. “Doğa yazınında doğa ve insan bedeni arasında insan-merkezci olacak
şekilde ayrım yapmayan bir anlatı tarzı vardır. Doğadaki tüm canlıların kendi
içlerinde değerli oldukları ilkesine verilen içsel değer tanımı tüm doğa yazınının
temel ekolojik etik ilkesini oluşturmaktadır.”29
Edebî yapıtlar hem günümüz hem daha eski dönemlerdeki yaşamlar, toplum,
mekânlar, dilin kullanılışı, çevre ve doğa hakkında bilgiler aktarmaktadır.
İnsanoğlunun davranışlarını etkileyen çevresidir. Ancak çevresini değişime uğratan
yine insanoğludur. İster yakın zamanda ister yüzyıl önce yazılmış olsun, yapıtlar
doğaya ait unsurlar açısından incelenirken o dönemin yaşam koşullarından, çevresel
etmenlerinden izler görmek mümkündür. Yazar kendi hayal dünyası ile kurguyu
29
Oppermann, S., Doğa Yazınında Beden Politikası, İstanbul, Akşit Göktürk Anma Toplantısı,
15-17.03.2006.
31
oluştururken içinde yaşadığı, deneyimlediği dönemden izler aktarır, evinin
balkonundan gördüğü çayırda uzanan bir manzarayı resim yerine sözcüklerle
betimlerken okuyucuya kendi gördüğü noktadan bir tablo çizer. Kendi içinde
bulunduğu doğayı aktarır. Örneğin, Halikarnas Balıkçısı adıyla bilinen Musa Cevat
Şakir’in yapıtlarında Bodrum’u, daha doğrusu onun yaşadığı dönemdeki Bodrum’u,
o yörenin denizini ve adalarını görmek mümkündür. Yapıtlarından birinde, balık
avlamak için denize açıldıklarında gördüklerini şöyle aktarır: “Birbirinden güzel
burunlar ve koyların önünden geçiyorduk.[...] Artık sular kararıyordu. Bir buruna
yanaştık. Kıyıdaki çamlar, kanatlarını yumup uykuya varan kuşlar gibi sanki
birbirinin koynuna dokunup kapanıyorlardı.”30
Canlıların çevreleri ile ilişkilerini inceleyen ekolojinin, kültürel anlamda şiir
ya da düz yazı yoluyla edebiyata aktarılmasıyla, yazarın ortaya koyduğu düşünce,
görüş ve olaylarda bir toplumun yaşam biçimini, hayata bakışını ve doğaya
yaklaşımını gözlemlemek, insanın doğa ile ilişkisi içerisindeki tüketim alışkanlıkları
hakkında bilgi edinmek mümkündür. Bununla birlikte zaman, yer ve dil unsurları da
sosyo-kültürel yapıyı yansıtmaları açısından değer taşımaktadır.
Doğa kavramı ilk çağlardan günümüze dek pek çok farklı şekilde karşımıza
çıkar. Antik dönemde, doğadaki olayları çözemeyen insanoğlu için doğa olaylarının
yaratıcıları tanrılar, tanrıçalar olmuş, gök gürlemesi, ekinlerin büyümesi, yağmurun
yağması gibi doğal olayları tanrıların yönettiğine inanılmıştır. Örneğin dişi gücü
temsil eden Ay Tanrıçası bitkilerin büyümesini sağlamaktadır. Dişi gücün üretici
gücü temsil etmesi dikkat çeker. Mitolojideki tanrıların, tanrıçaların hepsi doğadaki
30
Halikarnas Balıkçısı, Aganta Burina Burinata, Bilgi Yayınevi, 28. Basım, İstanbul, 2012, s. 59 - 60.
32
bir olayı temsil eder ya da yönetir. Antik dönem düşünür ve filozoflarının çevre ve
doğa konusundaki görüşleri ise günümüzde halen önemini korumaktadır.
XXI. yüzyılın en önemli sorunlardan biri olma özelliğini taşıyan
ormansızlaşma ile ilgili olarak, Antik çağın büyük filozoflarından Platon, henüz o
dönemlerde, “Atika’daki aşırı ağaç kesilmesi sonucunda yörenin en verimli
topraklarının erozyonla kaybolduğunu, dolayısıyla su kaynaklarının zarar
gördüğünü”31
yazar. Öte yandan dönemin diğer düşünür ve filozoflarından
Aristoteles’in yapıtlarında doğa üzerine düşünce ve gözlemlere rastlamak
mümkündür. Aydınlanma çağı ile doğadan uzaklaşan, bilime yönelerek doğa
karşısında bencil tutumunu sürdüren insanın, Romantik dönemde doğaya döndüğü,
duygu ve düşüncelerini, iç döküşlerini doğa ile yaşadığı görülür. Bu dönemde edebî
yapıtlarda doğa unsurlarının eksik olmadığı dikkat çekmektedir. Romantik dönemin
doğaya dönüş çağrısı ile dikkat çeken en önemli temsilcilerinden Jean Jacques
Rousseau, Percy Shelley, Friedrich Schiller, George Sand gibi yazar ve şairler edebî
güzellikte doğa tasvirleri yapmışlar ve doğa konulu eserler vermişlerdir. XIX.
yüzyılda Romantizme tepki olarak doğan Gerçekçilik akımı içindeki yazar ve
sanatçılar ise insan, çevre ve toplumu birebir olduğu gibi yansıtmaya çalışmışlardır.
Yazı dilinin insan yaşamında ekolojik açıdan yeni bakış açıları, düşünceler ve
yeni hareketleri tetiklemesine öncülük eden en önemli kişiler kuşkusuz Amerikalı
biyolog Rachel Carson ve Amerikalı çevreci yazar Henry David Thoreau olmuştur.
Yazdıkları kitaplarla pek çok çevreci hareketin başlamasına öncülük etmiş, bir çok
düşünce akımını etkilemişlerdir. Bu bağlamda edebiyatın, yazı dilinin gezegenimizi
korumaya yönelik bilinçlendirmenin içindeki haklı yeri yadsınamaz. Aktardıkları
31
Tont, A.S., Sulak Bir Gezegenden Öyküler, a.g.y., s. 22.
33
düşünce, görüş ve deneyimleriyle, “Doğa yazarları doğanın kalemi olup,
konuşamayan doğaya ses verirler.”32
Bu iki büyük doğa yazarı yapıtlarındaki akıcılık
ve sade anlatım sayesinde vermek istedikleri mesajları her kesimden insana
ulaştırabilmiş, böylece daha büyük kitleler tarafından anlaşılabilmişlerdir. Carson,
tarım ilaçlarının zararlarını gözler önüne sererek, kansere yol açması konusunu çok
açık biçimde örnek ve bilimsel verilere dayandırarak aktarmıştır.
Thoreau’nun 1845 yılında Walden gölü kıyısında, en yakın komşusunun iki
kilometre uzakta bulunduğu ve kendi inşa ettiği küçük bir kulübede doğa ile iç içe
geçirdiği iki yılı komşu ilişkilerinden, eğitim ve tarıma kadar geniş bir çerçevede
anlattığı ve deneyimlerini paylaştığı “Doğal Yaşam ve Başkaldırı” adlı yapıtı,
Amerika ve dünya doğa edebiyatı alanında pek çok çevreci harekete, düşünce ve
felsefi akıma ilham vermiş, doğaya bakışın değişmesi, tüketimden uzak doğa ile
uyumlu sade bir yaşama dikkat çekmesi ve bu bilincin oluşturulması yönünde büyük
bir katkı sağlamıştır. Yapıtında deneyimlerini aktarırken, “1845 Mart ayı sonlarında
bir balta ödünç aldım ve ormana, Walden Gölü kıyısına evimi yapmayı planladığım
yerin yakınına gidip birkaç yıllık uzun iğneli beyaz çamlardan kesmeye başladım”33
derken baltasını bile fazladan harcama yapmadan ödünç aldığı görülür. Bu da yaşam
felsefesinin ne derece sade ve tüketimden uzak olduğunu göstermektedir. Ekonomi,
tüketim, doğal tarım, insan ve doğa ilişkisi alanında ilettiği görüşlerini günümüzden
150 yıl önce kaleme almış olmasına ve o günlerde doğanın tahribatı ile doğal
kaynakların tükenmesi tehdidi günümüzdeki kadar ileri bir boyutta olmamasına
rağmen adeta bugüne ışık tutmakta, halen geçerliliğini koruyan fikir ve görüşleri
okurla paylaşmaktadır. Doğa edebiyatı açısından bakıldığında, pek çok ağaç türünü,
32
Özdağ, U., Edebiyat ve Toprak Etiği, Ürün Yayınları, Ankara, 2005, s. 17. 33
Thoreau, H. D., Doğal Yaşam ve Başkaldırı, Kaknüs Yayınları, İstanbul, 2007, s. 53.
34
kuş cinsini, karşılaştığı bitki ve hayvanların birebir isimlerini vermesi, detaylı bir
gözlem yaptığını göstermektedir. İki yıl boyunca doğa ile dost bir yaşam deneyimi
geçirmiştir. Yaşanan deneyim ve gözlemlerin aktarılması ise doğa edebiyatının
önemli bir unsurunu oluşturmaktadır.
İster şiir ister roman, öykü ya da hikâye olsun, edebiyatın her alanında
okuyucu ile girilen iletişimde yazar kültürel, sosyal, toplumsal anlamda değerli
bilgilerle birlikte kendi özlem ve kaygılarını da aktarır. Thoreau’nun yapıtı doğadaki
sade yaşam ile tüketimin ağırlık kazandığı gündelik yaşam arasındaki farkları gözler
önüne sererken, yazarın artan tüketim ve bunun sonuçlarının insanın çevresine
yansımaları karşısında duyduğu kaygıları dile getirir.
İnsanoğlu gelişmeye ve teknolojik ilerlemeye paralel olarak yaşamında
sadelikten uzaklaşıp, daha fazla tüketime yönelerek hep daha fazlasını elde etme,
daha fazlasını kazanma uğraşı içine girmiştir. Bu ise sosyal ilişkilerden, doğada
canlı olan ve olmayanlarla ilişkilerine, dolayısıyla tüm çevresine yansımıştır.
Thoreau’nun da belirttiği gibi “ilkel çağlardaki insan yaşamının sadelik ve yalınlığı
kişinin durağan bir yaşam sürmesini ama en azından doğa ile iç içe kalmasını
sağlamıştır.”34
Bu bağlamda doğa ile iç içe bir deneyim yaşayan ve bunu roman
haline getiren günümüz yazarlarından Marlo Morgan’ın “Bir Çift Yürek” adlı
yapıtında paylaştığı deneyim, doğa ve insan ilişkisi açısından doğaya uyumlu bir
yaşamı insanoğlunun başarabilmesinin mümkün olduğunu anlatması ve doğa
merkezli bir bakış açısını sunması açısından dikkate değerdir. Avusturalya yerlileri
olan Aborjinlerle birlikte doğa ile uyum içerisinde çölde geçirdiği kendi içsel
yolculuğunu anlatırken Morgan, manevi yönden kazanımlarının yanı sıra doğanın ne
34
Thoreau, H. D., Doğal Yaşam ve Başkaldırı, a.g.y., s. 50.
35
kadar değerli olduğunu, doğada var olan ve insanoğlunun farkında olmadığı şifa
kaynaklarını ve doğa ile insanın eşdeğerliliğini ortaya koyar. En basit örnekle,
insanların ilaçlama ile yok ettiği sineklerin bile doğada aslında insanlara ne şekilde
yardımcı olabildiğini gösterir. Önemli olan, insanın kendini doğanın tek hakimi
olarak görmemesi ve doğayı kendine eşdeğer bir varlık olarak görerek, hak ettiği
saygıyı ve yaşama özgürlüğünü tüm canlı ve cansız varlıklara verebilmesidir. Doğa
ile uyumu ve saygıyı aynı kitaptan aşağıdaki anlatım çok güzel yansıtmaktadır :
“Bitki dünyasının var oluş nedeni insanları ve hayvanları beslemek,
toprağı sağlıklı kılmak, güzellik sağlamak ve atmosferin dengesini
sağlamaktır. Bana bitkilerin ve ağaçların biz insanlara sessizce şarkı
söylediklerini anlattıklarında, benim zihnim bunu hemen oksijen,
karbondioksit değişimi olarak algıladı. Hayvanların varoluşunun asıl
nedeni de insanoğlunu beslemek değildir ama gereksinmeler karşısında
hayvanlar yenebilir. Hayvanlar atmosfer dengesini sağlamak, arkadaş
olmak ve eğitimde örnek oluşturmak için aramızda bulunurlar. Bu
nedenle kabile her sabah düşünce yoluyla çevrelerindeki hayvan ve
bitkilere bir ileti yollar: ‘Sizin yolunuz üzerinde yürüyoruz. Sizlerin
varoluş nedeninizi onurlandırmaya geliyoruz.’ Bundan sonra aralarında
hangilerinin seçileceğine karar vermek, hayvanlara ve bitkilere kalır.” 35
Amerikalı yazar, biyolog Carson’un 1962 yılında yayınlanan “Sessiz Bahar”
adlı kitabında ele aldığı ve bilimsel verilerle anlattığı kimyasal tarım ilacı
pestisitlerin, insan sağlığına ve doğaya verdiği büyük ve ölümcül zararları
örnekleriyle anlatmasının ardından Amerika’da bu kimyasalın kullanımının
yasaklanması, anlatımın gücünü de göstermesi açısından önemli bir yere sahiptir.
Carson, gelecekte zararlı kimyasalların kullanımının yol açacağı olumsuz etkiler ve
ekolojik sorunlarla ilgili pek çok endişeyi kitabında dile getirmektedir. Gerçekte var
35
Morgan, M., Bir Çift Yürek, Dharma Yayınları, İstanbul, Haziran 1999, s. 66.
36
olmayan bir kasabayı betimleyerek doğanın susan sesini, doğada yok olan yaşamı
anlattığı, kitabın “Yarının Masalı” adlı birinci bölümünde, baharın artık eskisi gibi
olmamasını, “Bu felâket kurbanı dünyada hayatın yeniden doğuşunu susturan, ne
kötü bir büyü ne de düşman saldırısıydı. İnsanlar bunu kendileri yapmışlardı.”36
diyerek doğaya en yıkıcı zararı verenin, insanoğlunun bizzat kendisi olduğunu
vurgulayarak, okuyucunun dikkatini bu gerçeğe yöneltir.
Amerikalı önemli doğa yazarlarından John Muir ise doğal hayata duyduğu
ilgisini ve gözlemlerini yazıya aktarırken doğa merkezli yaklaşımını paylaşmıştır.
Özdağ, “Edebiyat ve Toprak Etiği” adlı kitabında doğa edebiyatından ve Amerikalı
doğa yazarlarından bahsederken, doğaya insanın yaklaşımında dinin etkilerini
Muir’in düşüncesi çerçevesinde aktarır. Muir’in, Hristiyanlık dinindeki doğaya insan
merkezli yaklaşımı reddettiğini, topluluk anlayışını doğadaki tüm canlılara
genişlettiğini ve doğadaki tüm canlıları arkadaşı olarak gördüğünü belirtir. Özdağ,
Muir’in doğa edebiyatı alanındaki haklı önemini, özellikle insanı doğanın bir parçası
olarak görmesini, doğal alanların korunması için verdiği savaşı ve yaşayan tüm
canlıların yaşam hakkı bulunduğunu vurgulayarak anlatır.
Tarih boyunca ve günümüzde, her kültürde toprağa ve yeryüzüne hep dişi
cinsiyet atfedilerek “Toprak Ana”, “Tabiat Ana” denmektedir. Bu doğanın üretken
gücünden kaynaklanmaktadır. Toprağa atılan her tohum canlanarak besine
dönüşmekte ve toprak kendini yeniledikçe yaşayan tüm canlılara hayat vermektedir.
Toprağın mahsul vermesi, bitkilerin, ağaçların yeşermesi onun verimliliğini ve
doğurganlığını simgelemektedir. Toprağın değerine dikkat çekerek, bu konuda
insanları bilinçlendirmeye kendini adayan Amerikalı ekolog Aldo Leopold da
36
Carson, R., Sessiz Bahar, Palme Yayıncılık, Ankara, 2011, s. 3.
37
insanlara ulaşmak için edebiyatın gücünden faydalanır. Ortaya koyduğu yapıtlarda
toprağın değerini anlatır. İnsanı doğanın bir parçası olarak gören ve Muir ile
Thoreau’nun izinden giden Leopold’un dikkat çeken yönü, ormana ve doğaya
kaynak olarak bakmayıp, toprak etiği kavramını ortaya koymasıdır. Bu kavrama
göre, “Toprak, insana ekonomik faydasından bağımsız olarak” 37
yararlıdır ve bu
çerçevede “Toprak etiği, topluluğun sınırlarını karaları, suları, bitki ve hayvanları,
yani tüm toprağı kucaklayacak şekilde”38
geniş bir alanı kapsamaktadır. Özdağ’a
göre, Leopold’un ayrı bir yerinin olmasının nedeni, toprak etiği konusunu
vurgulayarak, insanın toprağa karşı ahlaki bir yükümlülüğü olduğunu savunmasından
kaynaklanır. Leopold, “Toprak Etiği” yazısında da insanın toprakla ilişkisini
ekonomik çıkarlara dayalı bir ilişki olarak niteleyip, tek yanlı ve insan merkezli
olduğunu vurgulamaktadır. Onun için toprak bir bütündür. Doğada yok olan, nesli
tükenen canlıların geri getirilmesi mümkün değildir. Fakat toprak iyileştirilebilir,
yeniden kazanılabilir.39
Özdağ, Leopold’un “A Sand Country Almanac” (Bir Kum
Yöresi Almanağı) adlı en önemli eserinde, insanoğlunun kendini toprak
topluluğunun sade bir üyesi ve vatandaşı olarak görmesini, doğaya ekonomik çıkarlar
çerçevesinde bakılmamasını, her canlının bir içsel değere sahip olduğu düşüncesiyle
yaklaşılmasını arzu ettiğini belirtir. Çevre ve doğa çalışmalarına, Ralph Waldo
Emerson, Edward Abbey, Terry Tempest Williams, Wendel Berry, Barry Lopez gibi
yazarlar edebiyat yoluyla doğa ve çevre sorunlarına dikkat çekmişlerdir.
İnsan hem çevresi hem çevresindeki tüm canlılarla iletişim içinde yaşayarak,
gelişme sürecinde sosyal ve toplumsal yaşamı, düşünceleri ile kültürü oluşturan
37
Özdağ, U., Edebiyat ve Toprak Etiği, a.g.y., s. 131. 38
Ibid., s. 143. 39
www.ankaratema.org, Ufuk Özdağ’ın konuşması, Mayıs, 2012.
38
varlıktır. Kültürel bağlamda edebiyat yoluyla aktardığı yazılı görüş ve düşünceleri
insanlara yeni bakış açıları sunmaktadır. İşte bu noktada insanların zihninde oluşacak
yeni düşünce kalıpları, yeni bakış açıları yönünden edebiyatta çevrenin ve doğanın
nasıl yansıtıldığı büyük değer ve önem taşımaktadır.
Çevrenin, doğanın ve dünyada var olan her bir canlı cansız varlığı etkileyen
çevre sorunlarının ve kaygıların edebiyata yansıması ile birlikte eleştiri alanında yeni
bir kuram Amerika’da ortaya çıkmış ve batıya doğru yayılmıştır. Ekolojinin edebiyat
alanında ele alınışını, edebiyatta doğanın nasıl yansıtıldığını, insan-doğa ilişkisini
inceleyen ekoeleştiri, “Doğaya yüklenen simgesel anlamları, bu anlamların
oluşturduğu düşünce kalıplarını, nehirlerin, denizlerin, toprak, bitki ve hayvan
türlerinin insan kültürlerini nasıl şekillendirdiğini, dilin nasıl kullanıldığını, çevre
sorunlarına nasıl yaklaşıldığını, metin içindeki değer yargılarını ve benlik
kavramlarını da mercek altına alır.”40
Ekoeleştiri ifadesini, ilk kez 1978 yılında yayınladığı bir makalesinde
William Ruekert kullanmış ve Z.pdf1974 yılında Joseph
Meeker “The Comedy of Survival: Studies in Litterary Ecology” (Hayatta Kalışın
Komedisi: Edebî Ekoloji Çalışmaları) adlı yapıtında ise edebî eleştirinin tanımını
yaparak edebiyat alanına girmesini sağlamıştır. Serenella Iovino’nun aktarımıyla
Meeker edebî ekolojiyi, “Edebî yapıtlarda görünen biyolojik ilişkilerin ve konuların
incelenmesi”41
olarak tanımlar. “Aynı zamanda insan türünün ekolojisinde edebiyatın
oynadığı rolün ortaya çıkarılması çalışması” şeklinde belirtmektedir. Öte yandan,
ekoeleştirinin akademik alan olarak üniversitelerde konu olarak ele alınması ilk
40
Oppermann, S., Ekoeleştiri, İstanbul, PEN Türkiye, 17.04.2009. 41
Iovino, S., Ecologia letteraria, Edizioni Ambiente, Milano, 2006, s. 13.
39
olarak 1990 yılında Nevada, Reno Üniversitesi’nde gerçekleşmiştir. Ekoeleştirinin
disiplinler arası bir alan haline gelmesi ve yaygınlaşmasında ise aralarında Scott
Slovic, Cheryll Glotfelty, Glen Love, Patrick Murphy, Lawrence Buell’i
sayabileceğimiz Amerikan edebiyatı alanındaki araştırmacıların çalışmaları dikkat
çekmektedir. “1992 yılında Batı Edebiyatları Derneği’nin yıllık toplantısında,
Edebiyat ve Çevre Çalışmaları (ASLE) için yeni bir dernek kurularak, Scott Slovic
ilk başkanı olarak seçilmiştir.”42
Öte yandan Cheryll Glotfelty ve Harald Fromm’un
editörlüğünde hazırlanan ve içinde pek çok çevreci eleştirmenin makalelerinin
bulunduğu bir derleme olan “Ecocriticism Reader” ise ekoeleştiri alanında bir
referans kitabı niteliğindedir. Bu alanın yaygınlaşmasındaki bir diğer önemli yayın
ise “1993 yılında ekoeleştirinin resmi dergisi olarak kabul edilen ‘Interdisciplinary
Studies in Literature and Enviroment’ (Disiplinler arası Edebiyat ve Çevre
Çalışmaları) kısaca ISLE”43
dergisidir.
Ekoeleştiri kuramı aracılığı ile pek çok çevre sorunu, aşırı tüketimin ve
tüketime yönlendirmenin ortaya çıkardığı sorunlar, doğada tükenen kaynaklar gibi
konuların önemi vurgulanabilmektedir. Bununla birlikte çevre merkezli bir bilinci
gerek çocuk gerek yetişkin bireylerde, toplumun her kesimine ulaşarak aktarmak, bu
bilinci yeşertmek edebiyatın gücü ile mümkündür. Edebiyatın anlatım ve aktarım
gücünü kullanarak, en küçük yaşam alanı olan insanın kendi çevresinden başlayarak
yeşil ve nefes alan gezegenimizi korumaya yönelik neler yapılabileceğini, hangi
alanların yitip gittiğini ve kurtarılabilir, iyileştirilebilir alanları görmek açısından
çevreci bir okuma ve eserleri inceleme ayrı bir değer taşımaktadır. Ekoeleştiri
42
Glotfelty, C., Fromm, H.,(Ed.), The Ecocriticism Reader, Landmarks in Literary Ecology, The
University of Georgia Press, London, 1996, s. xviii. 43
Oppermann, S., Editör, Ekoeleştiri Çevre ve Edebiyat, Phoenix, Ankara, 2012, s.11.
40
edebiyat ile birlikte ekoloji ile ilgilenen tüm bilimlerden faydalanmaktadır. Herkesin
doğa ile ilgili, çevresi ile ilgili olarak algısı, görüşü farklıdır. William Blake’in
“Nature as Imagination” (İmgelem Olarak Doğa) adlı yazısında, “Kimi insanlara
sevinç gözyaşı veren ağaç, kimilerinin gözünde sadece yolda duran Yeşil bir
nesnedir.”44
ifadesindeki ağacı ekoeleştiri, Yeşil bir nesne olmaktan çıkarıp,
gezegenimiz için değer ve öneminin ne olduğunu edebiyat yolu ile vurgulamaktadır.
Edebiyatın ve ekoeleştirinin en önemli unsurlarından biri de bu bakış açısını
oluşturmaktır.
Hacettepe Üniversitesi, İngiliz Dili ve Edebiyatı akademisyenlerinden Dilek
Bulut’un ifadesiyle, “Ekoeleştirel kurama göre kültür ve doğa iki farklı kavram değil,
birbirini tamamlayan bir bütünün parçalarıdır”.45
Edebiyat metinleri üzerinde yapılan
inceleme ile geçmiş ve bugün arasındaki farklar, gelecek kaygılarını, doğadaki ve
yaşam biçimlerindeki değişimleri gözlemlerken çevreci bir bakış açısı kazandırmak,
bu bilinci aktarmak mümkün olmaktadır.
Sonuç olarak, teknolojik gelişmelerin ve ilerlemenin durması söz konusu
olmayacağından, dünyamızı yeşil ve nefes alan bir gezegen olarak korumanın yolu
doğa ile uyum içerisinde yaşamak ve ilerlemekten geçmektedir. Doğayı korumaya
yönelik her türlü bilinçlendirici çalışma, dünyada yaşayan tüm canlı ve cansız
varlıkların geleceğinin korunması açısından büyük önem taşır. Eğitim yolu ile bu
bilincin her yaştan bireye aşılanması ve bu alanda edebiyatın değeri yadsınamaz.
Thoreau’nun dediği gibi, “Yazılı bir söz, en seçkin hatıradır. Diğer sanat eserleriyle
44
Coupe, L. Editor, The Green Studies Reader from Romanticism to Ecocriticism, Routledge, 2010, s.
16. 45
Bulut, Dilek, Çevre ve Edebiyat: Yeni Bir Edebi Kuram Olarak Ekoeleştiri, Littera 2005, C.17,
s. 79-86.
41
karşılaştırıldığında, aynı anda hem çok daha mahrem hem de çok daha evrenseldir.
Yazı hayatın kendisine en yakın olan sanat eseridir; her insan diline çevrilebilir ve
sadece okunmakla kalmaz, yazıyı her insan dudaklarıyla soluyabilir.”46
ifadesi yazı
dilinin evrenselliğini ve ne kadar büyük kitlelere ulaşabileceğini ortaya koymaktadır.
46
Thoreau, H.D., Doğal Yaşam ve Başkaldırı, a.g.y., s. 119.
42
Yeryüzü üzerindeki her şeye saygılı
ol. İster insan ister bitki olsun.
Doğa bizim için değildir, o bizim
parçamızdır. Onlar senin dünyasal
ailenin parçalarıdır.
Kızılderili Şeref Yasaları
2. İTALYAN EDEBİYATI VE TÜRK EDEBİYATI BAĞLAMINDA DOĞA
VE EKOELEŞTİRİ
Ekolojiyi ele alan edebiyat kuramlarından ekoeleştiri, edebî yapıtlarda ve
metinlerde doğanın nasıl yansıtıldığını, hangi kavramlar içinde el alındığını,
canlıların bulunduğu sosyal, kültürel, fiziksel çevre bağlamında incelemektedir. Bu
alan hem İtalya hem Türkiye’de gelişmekte olup, akademik ortamlarda konu olarak
gündeme alınmaya başlamıştır.
Ekolojinin ve doğanın, edebiyat yoluyla aktarılarak zihinlerde bir farkındalık
oluşturması ile ilgili, İtalya’da ekoeleştiri, çevre ve çevre etiği konusunda Torino
Üniversitesi Felsefe bölümü profesörlerinden Serenella Iovino’nun çalışmaları dikkat
çekmektedir. Daha henüz 2000’li yılların başında İtalya’da tanınmaya başlayan
ekoeleştiri kuramı açısından Ercole Ferrario’nun 1989 yılında yayımlanan antoloji
niteliğindeki “L’idea di natura nella storia della letteratura” (Edebiyat tarihinde doğa
görüşü) adlı kitabının, edebiyatta doğayı ele alan bir çalışma olarak, öncü
görülebilecek yapıtlardan biri olduğu söylenebilir. Öte yandan İtalya’da ekoeleştiri
alanına referans niteliğinde olan ve Iovino’nun 2006 yılında yayımlanan, “Ecologia
Letteraria, Una Strategia di Sopravvivenza” (Edebî Ekoloji, Bir Hayatta Kalma
Stratejisi) adlı kitabında yazar, ekoeleştirinin İtalya’da ortaya çıkışını, “[...] yeni bir
çalışma alanının İtalyan halkına sunulması ve daha geniş bir etik-kültürel projenin
43
bütünleyici parçası olarak edebî ekoloji düşüncesinden hareketle, bu konuda
uluslararası ve disiplinler arası tartışmalara katkısı olabilen bir eleştirel karşılaştırma
başlatma”47
gereksinimine bağlamaktadır.
Ekoeleştiri, sadece doğadan söz eden, konuşan ve onun bir fon olarak
kullanıldığı bakış açısıyla değil, konuşan doğanın sesini, onun adına yapıtların neler
söylediğini, doğanın varlığının ve sorunlarının hissedilmesini sağlayan yaklaşımı
benimser. Doğa, ancak kendi sesini duyurup, yardım çağrısını ilettiğinde insanların
davranış ve düşüncelerinde değişimler yaratabilecektir. İnsanın çevresi ile beraber
bütüncül duruşu değerlendirildiğinde, doğada yaptığı değişimler çerçevesinde,
yaşadığı ortamın onlara sunduğu yaşam biçimi, doğa ile değişen kültür, dildeki
etkileşimler belirgin biçimde ortaya çıkmaktadır. İtalyan Edebiyatında Dante
Aligheri’den başlayarak Giacomo Leopardi, Gabriele D’Annunzio, Giovanni Pascoli,
Giosue Carducci, Giuseppe Ungaretti gibi yazar ve şairlerin yapıtlarında, doğa kimi
zaman insanın ruh hali ile iç içe, kimi zaman onun yaşadığı olaylara bir şahit, kimi
zamansa yaşanan olayları yöneten bir ilahi güç olarak karşımıza çıkmaktadır.
Gabriele D’Annunzio’un doğa ile neredeyse bütünleştiğini belirtebileceğimiz
“Alcyone” adlı şiir derlemesinde, “La pioggia nel pineto” (Çamlıkta Yağmur) adlı
şiirinden aşağıdaki dizeler, insanın doğaya ne kadar yakın olduğunu, hatta onunla bir
anlamda bütünleşebildiğini göstermesi açısından önemlidir:
Gidiyoruz çalıdan çalıya
Bazen karışıyor onlara bazen de çözülüyoruz
(yeşilin yabani gücü
bağlıyor bileklerimizi
47
Iovino, S., Ecologia letteraria, a.g.y., s. 19.
44
birbirine doluyor dizlerimizi!)
Kim bilir nerede, nerelerde!
Ve yağmur yağıyor yabani yüzlerimize,
Çıplak ellerimize yağmur yağıyor.48
Zengin bir ekoeleştirel okuma sunması açısından çağdaş yazarların yapıtları
da günümüzün çevre sorunlarını yansıtmaları bakımından ele alınabilir. Iovino’nun
Ekim 2012’de, Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde İtalyan Dili
ve Edebiyatı Anabilim Dalı ile Ankara İtalyan Kültür Merkezi’nin ortaklaşa
düzenlediği bir etkinlik çerçevesindeki konferansta değindiği, İtalyan yazar ve
gazeteci Ermanno Rea’nın “Il Po racconta” (Po anlatıyor) adlı yapıtında Rea, Po
ırmağı boyunca altı yüz elli kilometrelik yolculuğunda bir ırmağın insanların
yaşamlarını, bölgenin ekonomisini nasıl etkilediğini ve değiştirdiğini, doğa ile
insanın etkileşimini gözlemleriyle aktarır. Diğer yandan İtalyan yazarlardan Primo
Levi insanın teknoloji ve doğa ile ilişkisini anlattığı kısa hikâyelerinde bu konudaki
endişelerini aktarır, kimi zaman geçmişe duyguyu özlemden bahseder. Çevre
sorunlarını yapıtlarında yansıtan ve ekoeleştirel bağlamda doğa-insan ilişkilerini
yansıtması bakımından çok önemli bir yere sahip olan yazar Italo Calvino’nun
hikâyelerinde ise insan-doğa ilişkisi, kentleşme sorunları, göç ve çevresel faktörlerin
insan hayatındaki etkileri ön plana çıkar. “La formica argentina” (Arjantin
Karıncası), “La speculazione edilizia” (Emlâk Vurgunu), “La nuvola di smog” (Kirli
Hava Bulutu) bu hikâyeler arasında sayılabilir. “Marcovaldo ovvero Le stagioni in
città” (Marcovaldo ya da Kentte Mevsimler) adlı yapıtında Calvino, ekonomik
sorunları olan, sağlıksız yaşam koşulları içinde ailesinin geçimini sağlamaya çalışan,
48
D’Annunzio, G., Haz. Nevin Özkan, Seçme Şiirler, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları / 2703, Ankara,
2003, s. 68.
45
doğaya, temiz havaya hasret bir adam olan Marcovaldo’nun iç burkan hüzünlü
hikâyesini mevsimler üzerinden anlatır. Kitap, kırsaldan kente göç etmiş yoksul bir
ailenin, büyük kent yaşamı içinde doğa ile ilişkisini anlatması açısından önemlidir.
Marcovaldo’nun sinemadaki bir filmi izlerken bile ormanları görmekten mutluluk
duyması, onun doğayı ne derece sevdiğini ve özlem duyduğunu göstermektedir.
Bunu aşağıdaki aktarım çok güzel ifade etmektedir: “Marcovaldo büyük perdede
gösterilen kırları, kayalık dağları, ekvator ormanlarını, çiçekler içinde yaşanan
adaları ayağa getiren, yeni ufuklar açan renkli filmlere bayılıyordu.”49
Marcovaldo
gıdalara eklenen zararlı katkı maddelerini duyunca ailesini sağlıksız yiyeceklerden
korumak için, ırmağın kentin en uzak noktasından geçen kolunu bularak burada
balık avlar. Fakat onu yolda balıklarıyla yakalayan bekçi, fabrikanın ırmağı ne
kadar kirlettiğini göstererek balıkları yiyemeyeceğini anlatır. Üstelik temiz olan bir
alanda balığı yakaladı ise kente girişte vergi ödemesi gerektiğini, avlanma yasağı
olan bölgede avladıysa ceza ödemesi gerektiğini belirtince, Marcovaldo’nun balıkları
tekrar ırmağa bırakmaktan başka çaresi kalmaz. Günlük yaşam koşturmacası içinde,
hikâyelerin kahramanı Marcovaldo’nun heyecanları ve sevinçleri ile, bir gün bir
bitkinin ya da balığın, bir gün bir sokak kedisinin peşinde koşarken aslında
yüreğinde derinden hissettiği doğa özlemi vurgulanmaktadır.
Marcovaldo’da karşımıza çıkan sağlıksız yaşam koşullarının çevresel
sorunlarla birlikte yansıtıldığı türde bir diğer yapıt olarak, çağdaş dönem Türk
yazarlarından Latife Tekin’in “Berci Kristin Çöp Masalları”‘ndan bahsetmek
mümkündür. Yazar, kırsaldan kente ekonomik nedenlerle göç eden ve şehrin
sağlıksız bir bölgesinde gecekonduda yaşayan ve yerleştikleri bölgenin sağlıksız
49
Calvino, I. , Marcovaldo ya da Kentte Mevsimler, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, Mart 2012, s. 59.
46
koşullarının yanı sıra iş yerleri de olumsuz şartlar sunan insanların içinde
bulundukları kötü çevre koşullarından nasıl etkilendikleri anlatmaktadır. Çöplüğe
kurulmuş bir mahallede yaşayan insanlar yine civarda kurulan fabrikaların zehirli
atık taşıyan suları ile yıkanmakta, fabrikalarda gerekli sağlık koşulları temin
edilmeden çalıştıklarından çeşitli hastalıklara yakalanmaktadırlar.
İnsanın doğaya ben merkezli yaklaşımının ve beraberinde çevresindeki
insanlara da yansıyan bencilliğinin yarattığı olumsuz sonuçların bir diğer örneği,
Necati Cumalı’nın “Susuz Yaz” adlı yapıtında görülebilir. Su yolunu değiştirerek
sadece kendi menfaatlerine yönelik hareket eden iki kardeşin bu davranışı köyde
yaşayan herkesin hayatını olumsuz yönde etkiler ve huzursuzluk yaratır. Doğa
üzerinde kendi amaçlarına uygun hakimiyet kuran kardeşler, suyu kendi istekleri
doğrultusunda bencilce yönetmek isteyince bütün köylülerin yaşamı bundan
etkilenir. Doğaya saygısı olmayan insanın, bireyler arası ilişkilerinin de zayıf olduğu
gözlemlenir.
Türk Edebiyatında doğa ve ekoeleştirel yaklaşımlara bakıldığında, Prof. Dr.
Şükrü Ergin’in 1993 yılında yayımlanan “Türk Edebiyatında Tabiat” adlı antolojisi
Türk edebiyatında doğa kavramının nasıl ele alındığına dair detaylı bir çalışma
sunmaktadır. Türk Halk Edebiyatından Divan Edebiyatı ve Yeni Türk Edebiyatına
kadar yapıtlarda dooğanın nasıl yansıtıldığını gösteren bir seçki oluşturması
açısından önem taşır.
Doğa her dönem Türk edebiyatının içinde olmuştur, denebilir. Yazılı Türk
edebiyatının ilk belgelerini oluşturan “Orhun Yazıtları”ndan Yunus Emre’ye,
Mevlâna’dan Nazım Hikmet’e, Yaşar Kemal’den Orhan Pamuk’a, Elif Şafak ve
47
Buket Uzuner’e kadar Türk Edebiyatındaki yapıtlarda doğanın ele alınışı, insanın
doğa ile ilişkisi ekoeleştiri çalışmaları için çok değerli bilgiler sunmaktadır. Fakir
Baykurt’un romanlarında Türk köy yaşantısını, çevre ile birlikte, detaylıca
gözlemlemek mümkündür. Halikarnas Balıkçısı adıyla bilinen Cevat Şakir
Kabaağaçlı’nın yapıtlarında Ege, Bodrum ve deniz özellikle dikkat çekerken, Sait
Faik Abasıyanık’ın hikâyelerinde, “Deniz, kuşlar ve balıklar en çok karşılaşılan
varlıklardır. [...] Sait Faik’in Türkiye’si özellikle İstanbul ve İstanbul’un
adalarıdır.”50
Abasıyanık, hikâyeleri üzerinden çevre kirliliğini, kentleşme
sorunlarını, çevresinde gözlemlediği doğa ve insan ilişkisini aktarır. Doğanın
geleceği ile ilgili olarak hissettiği endişeleri, Abasıyanık’ın, “Son Kuşlar” adlı
hikâyesinde açıkça görmek mümkündür:
“Kuşları boğdular, çimenleri söktükleri yollar çamur içinde kaldı. Dünya
değişiyor dostlarım. Günün birinde gökyüzünde güz mevsiminde artık
esmer lekeler göremeyeceksiniz. Günün birinde yol kenarlarında toprak
anamızın koyu yeşil saçlarını göremeyeceksiniz. Bizim için değil ama,
çocuklar, sizin için kötü olacak. Biz kuşları ve yeşillikleri çok gördük.
Sizin için kötü olacak. Benden hikâyesi.”51
Yaşar Kemal’in yapıtlarında özellikle Anadolu doğası, insanı ve kültürüyle
ortaya çıkar. İnsanın doğaya yaklaşımı, doğanın ve çevresel koşulların, mekânların
insan yaşamında, iletişiminde oynadığı rolü görmek mümkündür.
Türkiye’de ekoeleştiri kuramının geliştirilmesi konusunda değerli çalışmaları
olan Hacettepe Üniversitesi, İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünden Prof. Dr. Serpil
Oppermann, aynı üniversitenin Amerikan Kültürü ve Edebiyatı bölümünden Doç.
50
Özkan, N. , Out of Istanbul: Nature in Sait Faik Abasıyanık’s Short Stories, 7. Uluslararası Türk
Kültürü Kongresi, Türk ve Dünya Kültüründe İstanbul, İstanbul, 2009. 51
Abasıyanık, S. F., Son Kuşlar, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2012, s. 7.
48
Dr. Ufuk Özdağ bu alanda yayımladıkları kitaplar ve verdikleri eğitimlerle,
ekoeleştirinin daha fazla tanınmasına, yaygınlaşmasına katkıda bulunmaktadırlar.
2009 yılında Antalya’da düzenlenen Türkiye’nin ilk uluslararası ekoeleştiri
konferansında ele alınan konular derlenerek, 2011 yılında Serpil Oppermann, Ufuk
Özdağ, Nevin Özkan ve Scott Slovic’in editörlüğünde “The Future of Ecocriticism:
New Horizons” (Ekoeleştirinin Geleceği: Yeni Ufuklar) adıyla İngiltere’de
yayımlanmış ve ekoeleştirinin Türk kültüründeki izlerini takip ederek gelişimi, aynı
zamanda uluslararası edebiyattan da örneklerle, bu kuramın gelişmesine katkıda
bulunan, öncülük eden akademisyenlerce aktarılmıştır. Türkçe yayınlanan ilk
ekoeleştiri derlemesi olarak adlandırılabilecek “Ekoeleştiri ve Edebiyat” adlı kitapta
ise konu ile ilgili çalışmaları olan akademisyenlerin ekoeleştirinin farklı alanları ile
ilgili değerlendirme ve yorumları Türkiye’de çalışacaklara ışık tutacak bilgiler
içermektedir.
49
Yeryüzü üzerindeki her şeye saygılı
ol. İster insan ister bitki olsun.
Doğa bizim için değildir, o bizim
parçamızdır. Onlar senin dünyasal
ailenin parçalarıdır.
Kızılderili Şeref Yasaları
3. “MARGHERITA DOLCEVITA” ve “UYUMSUZ DEFNE KAMAN’IN
MACERALARI, SU” YAPITLARINA EKOELEŞTİREL BAKIŞ
Çağdaş İtalyan ve Türk edebiyatında günümüzde birçok yazar, insanoğlunun
yarattığı tahribata dikkat çekmek, bireylerde ekolojik bir uyanışı sağlamak,
alınabilecek önlemleri vurgulamak, çözümler konusunda bilinçlendirmek ve bireyleri
çözümün parçası olmaya çağırmak için ekoloji ve çevre sorunlarını yapıtlarında
yansıtmaktadır. Küresel olarak yaşanan ve hissedilen iklim değişikliği, kimi canlı
türlerinin yok olma tehlikesi içinde bulunması ya da ormansızlaşma gibi ekolojik
sorunların yanı sıra, her ülkenin kendi coğrafyasına özgü çevresel etmenlere bağlı
göç, nüfus artışı, sağlıksız iş ve yaşam koşulları gibi sorunlarının olduğu yapılan
araştırmalarla ortaya konmaktadır. Bu noktada ekoeleştiri bağlamında bir okuma
sunan yazarlar doğada, insanda, kültürel yaklaşımlarda, ekonomik ve siyasi
politikalarla da ilişkili olabilen değişiklikleri gözler önüne serer. Edebiyatın neyi
nasıl yansıttığına dair, Fransız yazar ve düşünür Jean-Paul Sartre’ın, “[…] İnsanın
kendisi için yazması diye bir şey yoktur”52
deyişi, yazarın bu eylemi içerisinde
okuyucuya bir mesaj vermek istediğini açıkça belirtmektedir.
Ekoeleştiri de çalıştığı, incelediği alan itibariyle edebiyatın gücü ve işlevi
yoluyla ekolojik bilinci yaratma görevini üstlenmiştir.
52
Sartre, J. P., Edebiyat Nedir?, Can Yayınları, İstanbul, 3.Basım, Kasım 2005, s. 51.
50
Özdağ’ın dediği gibi, “Slovic’e göre çevreci eleştirmen dünyada gerçekten
değişim yaratmaya yönelik yazdığı için, kaleme aldığı yazıları, yaşanılan
coğrafyalara ait hikayelerle birleşmesine çalışır.”53
Ancak bu şekilde ilgili
coğrafyadaki olumlu değişimlere katkısının olması, o coğrafyanın insanına ulaşıp, bu
duyarlılığı oluşturması mümkün görünmektedir.
Çağdaş İtalyan yazarlardan Stefano Benni, “Margherita Dolcevita” (Papatya
Tatlıhayat) adlı yapıtında insanın doğayla ilişkisini, hoyratça bir tüketim çılgınlığının
doğurduğu ekolojik sorunları, insanın yaptıkları ile kendisi de dahil olmak üzere tüm
canlıları nasıl etkilediğini, doğaya gelen tahribatı, betonlaşmanın etkilerini, özellikle
insanlar arası ilişkilere de yansıyan yıkıcı davranışların altını çizerek günümüzde
nelerin elimizden kayıp gitmekte olduğunu anlatır. Yer yer espirili ve yaratıcı bir
dilin hakim olduğu yapıtta Benni, insan merkezli bir yaklaşımın yıkıcı sonuçlarını
hayal ve gerçek öğeleri bir arada kullanarak aktarır. Benni, doğaya gerekli olan saygı
gösterilmez ise yeni nesilleri bekleyen geleceği, tüketim girdabında neler olacağını
genç ve yetişkin çizgisinde gözler önüne serer.
Ailesi ile birlikte, ne şehir içi ne kasaba olarak tanımlanabilecek, birkaç evin
bulunduğu kırsal bir alanda mütevazı bir yaşam sürerken yeni taşınan, kendi
rahatlarını düşünen, bencil komşuları yüzünden dünyası değişen on dört buçuk
yaşındaki Margherita’nın ailesinin davranışlarındaki farklılaşma, komşuların
özendirdiği aşırı tüketim düşkünlüğü, insanoğlunun bencilliği, teknolojiyi takip
etmek ve kendini güven altına almak çabasıyla doğaya verilen zararlar,
Margherita’nın duygu, düşünce ve bakış açısıyla anlatılmaktadır. Kırsal alandaki
53
Özdağ, U., Gökalp Alpaslan, G.G., Türkiyat Araştırmalarında Yeni Bir Alan: Çevreci Eleştiri,
3.Türkiyat Araştırmaları Sempozyumu, 2010, 641-651.
51
betonlaşmanın doğaya, doğadaki canlılara zararları, bölgede yaşayan çingene ve
çiftçilerin, zenginlerin çıkarları uğruna yaşadıkları yerlerden ayrılmak zorunda
bırakılmaları, insan davranışlarının çevreye zarar vermekle kalmayıp sosyal
sorunlara da neden olduğuna işaret etmektedir.
Del Bene ailesinin taşınması ile Margherita’nın ailesinde ve yaşadıkları
çevrede değişimler başlar. Del Bene’ler tamamen istilacı denebilecek bir tutumla, her
şeye hakim olmaya, herkesi ve her şeyi kendi arzularına göre şekillendirerek
değiştirmeye kalkışırlar ve başarılı da olurlar. Kendilerinden başka kimsenin ne
düşündüğünün ve ne istediğinin onlar için önemi yoktur. Onlar gibi düşünmeyen
oğulları Angelo’yu bile bir kliniğe gönderirler, akıl hastası olduğunu söylerler.
Margherita’nın ailesinde ise yeni komşulardan etkilenmeyen ve onların büyüsüne
kapılmayan sadece üç kişi vardır: Margherita, kardeşi Eraclito, dedesi Socrate ve
Margherita’nın daima yanında olan sevgili köpeği Pisolo. Del Bene ailesi yollarına
çıkan, kendilerine engel olabilecek her şeyi aradan çıkarır: Kırda yaşayan çingeneler,
kendi bahçesinde yetiştirdiği sebze meyveyi satan bölgenin son çiftçisi Pietro da bu
kişiler arasında sayılabilir. Ankara Üniversitesi, İtalyan Dili ve Edebiyatı bölüm
Başkanı ve ekoeleştiri alanında da çalışan Prof. Dr. Nevin Özkan’ın da belirttiği
üzere, “[…] onun gibi dürüst, zararsız, doğa sever çiftçiler, Del Bene ailesinin temsil
ettiği ‘modern’ toplum olarak adlandırılan grup için, daimi bir tehlike olarak
görülmenin canlı bir örneğidir.”54
Hatta, Del Bene ailesini sürekli izleyen dede
Socrate bile esrarengiz bir kaza geçirip, bir motorun çarpması sonucu hastanelik olur.
54
Özkan, N., Stefano Benni's ecological fiction, Beyond Thoreau: American and International
Responses to Nature, Tsinghua University, Pekin, Çin, 2008.
52
Margherita’nın bir zamanlar sahip olduğu güzel, mutlu ve huzurlu dünya, Del
Bene ailesinin gelişi ile birlikte artık yok olmaya yüz tutmuştur. Onun dünyasının
yıkılışı, mutsuzluğu ile doğanın zarar görerek yıkıma uğraması aynı paralellikte
ilerler. Margherita’nın ailesi, kızlarının anlatmaya çalıştığı endişeleri, yeni komşular
gelmeden önceki ailesinin davranış ve yaşayışına duyduğu özlemi görmezden gelir.
Margherita, komşularının kötülüklerine karşı mücadele etmeye çalışırken, yanında
sadece onu anlayan kardeşi Erminio (aile içindeki adıyla Eraclito) vardır. Dedesi
Socrate ise uzakta, hastanededir. Margherita, komşunun psikolojik olarak hasta
olduğunu söylediği oğulları Angelo’ya âşık olmuş ve onu da kendince kurtarmaya
çalışmaktadır. Diğer yandan Margherita’nın hayali arkadaşı Bambina di Polvere
çayırda bulunan bir canlıya ne zaman bir zarar verilse ortaya çıkmaktadır. Onun
sesinde, varlığında genç doğanın sesi yansır. Margherita pozitif, neşeli, mutlu bir
çocuktur ama bu mutluluğu komşular yüzünden elinden kayıverir, her şeyi eski
haline dönüştürmek için tüm uğraşları boşa gider: onu çok seven babası bile ona
tokat atacak derecede değişmiştir. Margherita, “Anne-babamın giderek değiştiğini
görüyor, artık onları tanıyamıyordum. Eraclito bana yardım etmek için çok küçüktü,
dedem ise tutsaktı ve uzaktaydı.”55
derken hem çaresizliğini dile getirmekte, hem
vereceği savaş için neler yapabileceğini düşünmektedir. Margherita’nın koy
vermeyeceğini ve kendi inandıkları için savaşacağını, “Yakınmak gereksizdi,
savaşmak gerekiyordu. Kendini daha on dört yaşındayken bir kenara çekersen, bunu
yaşamın boyunca yapmaya alışırsın. Yalnızca ölü balıklar akıntıyla gider.”56
sözlerinden anlamak mümkündür. Benni, bu satırlarda adeta duyarsız kalmamayı
öğütlemektedir. Doğaya yabancılaşan, doğadan uzaklaşan insanların sosyal
55
Benni, S., Margherita Dolcevita, a.g.y., s. 143. 56
Ibid., s. 143.
53
ilişkilerinde de yabancılaştığı görülmektedir. Olayların gidişatı Margherita’nın
kontrolünden çıkar ve her iki aileyi de tüm yaşananların neticesinde, şaşırtıcı ve
yıkıcı bir son bekler. Aynı zamanda Bambina di Polvere’nin, doğanın sesi de artık
susmuştur. İyi ile kötünün savaşında en büyük yıkım doğaya ve insana gelmiştir.
Kazanan taraf yoktur ve her iki tarafın kaybı büyüktür.
Ekolojik sorunları, kadın, doğa, insanlar arası ilişkiler ve hayvan hakları
ekseninde ele alan, Türk çağdaş yazarlardan Buket Uzuner’in 2012 yılında
yayımlanan ve eleştirmenlerce ilk Türk ekofeminist romanı olarak tanımlanan,
“Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları SU” romanında ise yazar, İslamiyet öncesi
dönemdeki Şaman kültüründen yola çıkarak insanın doğa ile ilişkisinin ve doğaya
karşı tavrının dününü vurgulayıp, bugününü anlatarak, ekolojik ve kültürel bağlamda
ortaya çıkan farklılıklara dikkat çekmektedir. Romanda, ataerkil düzenin kadın ve
doğa üzerindeki egemenliğine de özellikle değinilmekte, eleştiri getirilmektedir.
İstanbul’da geçen roman, küresel ısınma sorununu, XXI. yüzyılın en sıcak
günün yaşandığını sık sık belirterek okuyucuya aktarmaktadır. Türklerin
İslamiyet’ten önceki Şaman kültüründe görünen doğaya yaklaşımını, karakterleri
üzerinden yansıtan Uzuner’in romanında farklı mezhep ve kültürden insanların bir
arada olduğu görülür. Yazdığı yazılar ile çevre sorunlarını ele alan, ancak pek
tanınmamış bir gazeteci olan Defne Kaman’ın kaybolması ile birlikte komiser Ümit
Kaman kendini bir takım esrarengiz olayların, tek başına içinden çıkamadığı
şifrelerin arasında bulur. Defne Kaman kaleme aldığı yazılarında Türkiye’deki çevre
sorunlarını ve kadına şiddeti ele almaktadır. Hazırladığı bir yazı dizisinde şöyle
demektedir:
54
“Bu yazı dizisinde Karadeniz’de yapılacak HES’lere sadece deresini,
suyunu, hayatını ve gelecek nesilleri korumak için karşı çıkan köylülerle,
özellikle her biri Şaman geleneğimizin Umay Ninesi’nden izler taşıyan
köylü teyzelerle yaptığım röportajları okuyacaksınız.”57
Yazar, kendi coğrafyasının sorunlarını paylaşırken aslında küresel bağlamda
başka coğrafyalarda da ortaya çıkan sorunları anlatmaktadır. Hidroelektrik
santrallerin yapılacağı bölgelerin seçiminin önemini ve yanlış kararların hem tarımı
hem bölgede yaşayanları etkileyeceğini görmek mümkündür.
Öte yandan ailesinin uyumsuz olarak tanımladığı Defne’nin bu durumu,
aslında toplumda herkesin davrandığı gibi davranmamasından, farklı bir duyarlılığa
sahip olmasından kaynaklanmaktadır. Uzuner ile yapılan bir röportajda uyumsuzluğu
yazar şöyle tanımlamaktadır:
“[…] herkesin çıldırmışçasına ihtiyacı olmayan şeyleri bile reklamların
kölesi olarak tükettiği, içinde ne olduğunu sorgulamadan yiyip içtiği,
yazarını veya konusunu bilmeden sadece ‘best seller’ diye kitap okuduğu,
kendine zaman ayırmak yerine ‘trend’ mekanlarda görünmeye çalıştığı bu
çağda, bütün bunlara karşı durabilmek cesaretiyle, sade ve sahici kalmaya
çalışmak ‘uyumsuz’luktur. Gazeteci Defne Kaman, kendi hayatını ve
bedenini ön plana çıkartıp, ünlü bir köşe yazarı olmak yerine memleketin
ve tabiatın sorunlarıyla ilgilenen sahici bir gazeteci olduğu için uyumsuz,
desem?...”58
Yusuf Has Hâcib’in Uygur alfabesi ile Türkçe yazdığı yapıtı, “Kutadgu
Bilig” üzerinden şifrelerin iletilmesi ile araştırmalarını bu yönde yürüten komiser
Ümit’in en büyük yardımcısı Sahaf Semahat’tir. Asıl adı Sema olan Semahat,
yaşadığı kentten kaçarak İstanbul’a gelmiş ve kedileri ile beraber kendine sahaf
57
Uzuner, B., Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları SU, Everest Yayınları, İstanbul, Mart 2012,
s.24. 58
Atabilen, E., İlk eko-feminist roman, Hürriyet Gazetesi, Keyif Eki, 01.04.2012.
55
olarak yeni bir yaşam kurmuştur. Hem giyimi hem tavırları ile kadınlığını ön plana
çıkarmaktan çekinen, kendini esnafa ve çevreye kabullendirmek için kadınsı
görünümünü bile siyah tişört ve kot pantolonların içinde gizleyen, bir nevi ataerkil
toplumun ezdiği kadını yansıtmaktadır. Bu anlamda, Kadıköy’ün sokaklarında ve
oradaki gerçek mekânlar arasında ilerleyen romanda, ezilen kadının sahaf
Semahat’in kimliğinde ortaya çıktığı söylenebilir. Diğer yandan komiser ve sevdiği
kız Tasvir mezhep farkları yüzünden ayrılmış ve Tasvir, ağabeyi ile ailesinin baskısı
sonucu Karadeniz’e gönderilmiştir. Tasvir’in intihara teşebbüsü sonucu “İnsanın
yaşamı mı mezhep farkı mı önemlidir?” ayrımında, Tasvir’in ailesi iki gencin bir
arada olmasına rıza göstermiştir. Bu noktada, “Sevginin gücü, evrenselliği ve
hoşgörü insanlar arası ilişkilerde esastır ve dinî kimlik farkının ortadan kalkması
bireylerin mutluluğu açısından önemlidir,” sonucuna varılabilir. Ekofeminist bakış
açısının da üstünde durduğu üzere, “İkili karşıtlıkları yıkmak için adımlar atılmalı,
farklı kimlikleri, grupları, tüm toplumsal cinsiyetleri kabul edip benimsemeli,
böylece daha demokratik bir anlayışa”59
sahip olunmalıdır. Komiser Ümit bir yandan
kendi yaşamındaki toplumun dayattığı yasakları aşmaya ve çözüm bulmaya
çalışırken bir yandan da kayıp gazeteciyi bulmaya uğraşmaktadır.
Komiser Ümit, Defne Kaman’ın günlüğü niteliğindeki ‘SU Kitabı’nı okuyup,
ipuçları elde etmeye çalışırken hem su ile ilgili rüyalar görmekte hem de elbisesinden
sular süzülen Defne Kaman’a rastlayıp bir takım şifreler almaktadır. Komiser
Defne’yi arama çalışmalarını sürdürdüğü sırada, iskele yakınında bıçaklanmış bir
yunus balığı bulunmuştur. Bu noktada, su ve suda yaşayan canlılara da dikkat
çekildiği görülmektedir. Yunus dostu olarak da bilinen yazarın, yapıtına neden su
59
Oppermann,S., Editör, Ekoeleştiri Çevre ve Edebiyat, a.g.y., s. 184-185.
56
adını verdiğini ise şu satırlarda gözlemlemek mümkündür: “SU vardı. Başlangıçta
sadece SU vardı. Evvelce gök, ay, güneş, hava, ateş, toprak ve ağaç yoktu. Sadece
SU vardı. SU ebedî başlangıçtı ve ondan önce hiçbir canlı olmadı.”60
Şaman
geleneğinde her şeyin başlangıcının su ile olduğunun yorumundan hareketle yazar,
dörtleme olarak yazmayı planladığı ilk kitabı suya adamıştır. Olayları su ile
ilişkilendirerek anlatmakta, suyun Şaman kültüründeki yerine ve anlamına
değinmektedir. Antik dönem filozoflarından Thales’in görüşünde de her şeyin başını
ve kaynağını su olarak görme düşüncesi ve suyun önemi vurgulanır. Suda yaşayan
canlılara değinilerek, insanoğlunun hayvanlara verdiği zararlar, romanda iki günden
beri Kadıköy iskelesinde bulunan bıçaklanmış bir yunus balığının kurtarılması
çalışmaları ile beraber anlatılarak dünyadaki yunus balığı katliamları gündeme
getirilmektedir. Yunus balığı örneğinden yola çıkarak, insanoğlunun doğadaki
canlılara zarar vermesi aslında kendisini bu canlılardan üstün görmesinin üzücü bir
sonucudur.
Yunus balığının iyileştirilerek özgürlüğüne kavuşturulması ile Defne
Kaman’ın ortaya çıkıp özgürleşmesinin aynı döneme denk gelmesi arasında bir
paralellik gözlemlenmekte, yazar adeta doğadaki bir canlının kurtuluşunu kadının
kurtuluşu ile beraber ifade etmektedir.
Sonuç olarak, küresel ısınmayı, kadının şiddet görmesini, hayvan haklarını
yansıtan olay örgüsü içerisinde sınıf farkları, kadına ve doğaya yaklaşım özellikle
ekofeminist bir bakış açısıyla ele alınıp, İslamiyet öncesi Şaman kültürüne de
değinilerek, günümüzde doğaya insan merkezli bir yaklaşıma dikkat çekilmektedir.
60
Uzuner, B., Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları SU, a.g.y., s. 77.
57
Son ırmak kuruduğunda, son ağaç
yok olduğunda, son balık
öldüğünde, beyaz adam paranın
yenilemeyen bir şey olduğunu
anlayacak.
Creek Kabilesi- Yerli deyişi
3.1. İnsan İlişkileri Bağlamında Doğaya Ekoeleştirel Yaklaşım: Doğaya Çevre
Merkezli ve İnsan Merkezli Bakış
İnsanı ve doğayı bir bütünün parçaları olarak ele alan ekoeleştiri, insanın
çevresindeki canlı ve cansız tüm varlıklarla iletişimi ile ortaya çıkan sosyal, kültürel
ve fiziksel değişimleri inceleyerek ekolojik bir bilinçlendirme yaratma görevi
üstlenmiştir. Öyle ki bilinçsiz ve aşırı tüketimden kaynaklanan, çevre ve ekolojik
sorunlar en yüksek boyutta, insanın yaptığı faaliyetler sonucu ortaya çıkmaktadır.
İnsanoğlu, ben merkezli bir tutumla hareket ettiği, doğayı kendisinin de içinde
olduğu bir bütün olarak görmediği sürece, kaynakları kendi amacına uygun olarak
hızla tüketmesi kaçınılmazdır. Benni’nin “Margherita Dolcevita” adlı yapıtında Del
Bene ailesinin, sadece kendi arzuları doğrultusunda, yeni evlerine taşınır taşınmaz
çevreyi düzenlemeye başlamaları böylesi bir yaklaşımın sonucudur. Temiz hava için
doğaya gelen aile, aslında çevresine zarar vererek yeni düzenlemeler yapmaya
başlamıştır. Yaptırdıkları küp görünümlü bina ile beraber çevrenin görüntüsü
değişme uğramış, aynı zamanda bahçedeki ağacı alerji yapıyor diye kestirmeleri,
yerine bahçeye ve evin içine yapma bitkiler koymaları, öncelikli olarak kendilerini
düşünüyor olduklarını göstermektedir. Bu noktada romandaki, insanların bencilce
yaklaşımı, Naess’in savunduğu doğada var olan her şeye saygı duyma ilkesinden çok
uzaktadır. Del Bene ailesinin doğadan uzak duruşu ve hatta doğaya zarar vermesi ile
58
beraber yalnızlaştığı da görülmektedir. Doğayı anlamak ve hissetmekten uzak olan
bu aile tamamen kendi öncelik ve arzularına yönelik bir yaşam kurmuşlardır.
Leo Marx’ın “Bahçedeki Makine”sinde61
arka bahçeye gelen makinenin
yarattığı değişimler gibi, burada da yeni kurulan küp biçimli ev ve onunla birlikte
gelen yenilikler, insanların yaşamlarında derin izler bırakacak değişimlere başlamış,
o çevrede bulunan insanların sosyal ilişkilerini bozarak, beraberinde
yalnızlaştırmıştır. Teknolojinin de insanları birbirlerine yakınlaştırırken aynı
zamanda uzaklaştırdığı görülmektedir.
Öte yandan doğaya değer veren, oradaki canlıların da yaşam hakkı olduğuna
inanan ve doğaya sevgi ile bakan bir yaklaşımı ise Margherita’nın tavırlarında açıkça
görmek mümkündür. Margherita, kendi ailesindeki diğer bireylerden ve yeni gelen
komşulardan farklı olarak çevreye çok daha duyarlı yaklaşmaktadır. Kesilen kavak
ağacının onun için bir değeri olduğunu ve köpeği Pisolo’nun insan gibi duygulara
sahip olduğunu düşünmesi onun bu duyarlılığının göstergesidir: “Kavak ağacı,
yerinden kalkamayan her iri canlı varlık gibi üzgün, yerde uzanmış yatıyordu.” 62
derken ağaç adeta insana özgü duyguları yansıtmaktadır.
Ekolojide her şeyin birbiriyle ilişkisi olduğunu söyleyen bütünsellik ilkesi
açısından bakıldığında, gerek Benni’nin gerek Uzuner’in yapıtında insanların doğaya
ben merkezli yaklaşımı doğadaki dengeleri bozmakta, besin zincirinde aradan eksilen
bir halkanın yarattığı etki gibi, birbirini olumsuz etkileyen zincirleme bir dizi olaya
neden olmaktadır. Del Bene ailesi bahçedeki ağacı kesmekle başlayıp, ardından
çayırı ilaçlatarak orada yaşayan böcek ve canlıların ölmesine, kimseye zararı
61
Turhanlı, H.,Bahçedeki Makine, Bir Gün Pazar Eki, 15.01.2006. 62
Benni, S., Margherita Dolcevita, a.g.y., s. 21.
59
olmayan çingenelerin evlerinden atılmasına, Margherita’nın ailesi ile arasının
bozulmasına ve herkesin mutlu giden ilişkisinin yitirilmesine neden olmuştur.
Doğa aşığı Margherita, yeni komşuların girişimi ile başlatılan çayırdaki
ilaçlamaya engel olmak ister ama başarılı olamaz, babası da onun sözlerini dinlemez:
“ - Burada çevremizdeki bütün yeşilliği dezenfekte edecekler. Hatta
birazdan sinekleri ilaçlamak için gelecekler.
- Hayır, baba, yalvarırım. [...] Çayırı zehirlemesinler. Sivrisinekleri ben
teker teker terliğimle öldürürüm. Kanımızın iyi olmadığına sinekleri ikna
ederim. Ama n’olur kimyasal pislikleri saçmalarına izin verme”.63
Kimyasal ilaçlama yapılarak hem bitkilere, hem oradaki canlılara zarar
verilmesi ve mahalleye yeni gelen komşuların kendi mekânlarını kurarken, çevreyi
kendilerine göre şekillendirmeleri, ben merkezli ve kendilerini doğanın, çevrenin
hakimi görüyor olduklarını yansıtmaktadır.
Naess’e göre, insanı zenginleştiren fiziksel ve sosyal çevresi ile olan
ilişkileridir. Yine Naess’in kişisel ve çevresel ilişkilerle ilgili olarak, “[...] İlişkilerin
tamamı oturduğumuz bölgeyle (biyo-bölge) ve o bölgeyi bizimle paylaşan insan,
bitki ve hayvanlarla kurduğumuz ilişkilerde yansır,”64
görüşünden hareketle Del
Bene’lerin hem fiziksel hem sosyal çevreleri ile olumsuz ilişkiler içinde oldukları,
doğayı ötekileştirdikleri açıkça görülmektedir.
İnsanın doğadan uzaklaşması ile aynı zamanda kendi içine kapanması ve
kendine odaklı yaşamasının, günümüzdeki yitirilen değerlerle beraber ifadesini,
Uzuner romanındaki aşağıdaki gibi aktarır:
63
Benni, S., Margherita Dolcevita, a.g.y., s. 30. 64
Tamkoç, G., Derleyen, Derin Ekoloji, a.g.y., s. 44.
60
“İnsanların birbirlerini kolayca ve çabucak yargıladığı, kimsenin
kimseye ayıracak vaktinin olmadığı, gözlerin sadece bayram etmek
için baktığı, dünyanın ‘körler ülkesi’ne dönüştüğü, acının ve
sevginin pazarlandığı zamanlarda yaşadığını fark etmek, hangi
yaşta olursa olsun, yaşlanmaya başlamaktır.”65
Her iki yapıtta doğaya insan eli değmeden önceki ve sonraki durumlara
dikkat çekildiği gözlemlenmektedir. Böylece doğada değişimin insana yansımaları,
insanın zaman içinde yaptıklarının ne şekilde değişime uğradığı görülmektedir.
Özellikle yeni binaların yapılması ve giderek betonlaşmanın artması yeşil alanların,
ağaçların yok olmasına neden olmaktadır.
Uzuner, Şaman kültüründe doğaya yaklaşım ile günümüzdeki yaklaşım
farklılıklarını aktararak bireylere, doğaya değer verilmesi yönünde mesajlar
iletmektedir. Şaman kültüründe doğadaki tüm canlı ve cansız varlıkların bir ruhu
olduğu inancından hareketle, insan ile doğadaki varlıklar eş değer görülür. Tüm
varlıklar doğanın bir parçasıdır. Uzuner’in romanında Komiser Ümit’in köyü olan
Kaman’daki yaşamın kent yaşamından farkı ortaya konmakta, insan ilişkilerinin bile
daha sıcak olduğuna işaret edilmektedir:
“Kaman’da her yaz ailesi ile yaptığı köy tatilleri çok güzeldi; tertemiz
hava, şeker gibi su, şimdi adına organik denen, mutlu tavukların sarısı
güneş renginde yumurtaları, mis kokulu meyve ve sebzeler, yoğurdun en
kaymaklısı, cacığın en sarımsaklısı, akrabaların sıcak dostluğu, iki abisi ve
köylü çocuklarla ormanda oynanan oyunlar, sesi güzel derede
serinlemeler... [...]”66
.
Hayvanlara davranış açısından bakıldığında ise Benni’nin yapıtında
Margherita’nın köpeği Pisolo ile Del Bene ailesinin köpeği Bozzo’ya ailelerin
65
Uzuner, B., Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları SU, a.g.y., s. 21. 66
Uzuner, B., Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları SU, a.g.y., s. 133.
61
yaklaşımları tamamen farklıdır. Bozzo bir bekçi köpeği olarak eğitilmekte, aile
içindeki değeri, görevini yapması gereken bir hayvan olmaktan öteye gitmemektedir.
Del Bene ailesinin ötekileştirdiği diğer varlıklar gibi, o da değer görmemekte,
bekçilik görevini yapmaktadır. Av konusunda dünya birinciliği olan Bozzo, Del
Bene’lerin yapay bitkilerden oluşan bahçesindeki köpek kulübesinde yaşamaktadır.
Pisolo ise çöplükte bir kutu içerisinde terkedilmiş bir yavru iken Margherita’nın
ailesine katılmış ve Margherita’nın en yakın dostlarından biri, onun arkadaşı
olmuştur. Margherita sık sık Pisolo ile konuşmakta, onu kucağına alıp sarılmakta
hiçbir çekince görmemektedir. Pisolo, rahatlıkla evin içine girip çıkmakta, ona aile
bireylerinden biri gibi davranılmaktadır. Margherita’nın en ufak böcekten çiçeğe,
Pisolo’dan Bozzo’ya, ağaçlara ve tüm canlılara değer verdiği görülmektedir. Aynı
şekilde Uzuner’in romanındaki kişiler, özellikle gazeteci Defne Kaman ve Sahaf
Semahat hayvan dostu olarak dikkat çekmektedir. Sahaf Semahat, hem dükkânında
iki kedi beslemekte hem de sokak kedilerine de yiyecek vererek, korumacı bir tutum
sergilemektedir. Kadıköy iskelesinde yaralı bulunan Yunus balığı ile Sahaf
Semahat’in kedileri, biri karada biri suda yaşayan gruptan olan hayvanlar olarak
yapıtta karşımıza çıkmaktadır. Böylelikle hayvanlara ve hayvan haklarına vurgu
yapılan anlatım içerisinde okuyucuya, tüm canlıların değerli olduğu düşüncesi
aşılanmaktadır.
Daha öncede değinildiği gibi, Uzuner, sık sık “21. yüzyılın en sıcak yazı”
diyerek özellikle küresel ısınmanın sonuçlarından birini hatırlatmaktadır. Küresel
ısınmaya ise, doğal afetlerin yanı sıra, büyük ölçüde egzoz ve sera gazları,
betonlaşma, yeşil alanların azalması gibi insan elinin değdiği faaliyetler neden
olmaktadır. İklim değişiklikleri, türlerin çeşitliliği, toprağın verimliliği, insanların
62
tüketim alışkanlıkları, denizlerdeki canlıların yaşamı gibi pek çok alan küresel
ısınma sonucu etkilenir. İnsan teknolojik ilerleme içerisindeki faaliyetleri ve aşırı
tüketimi ile doğaya en büyük zararı veren canlıdır.
Benni, yapıtında ben merkezli yaklaşımın insana ve doğaya etkileri üzerine
okuyucuyu düşünmeye davet eder ve böylesi bir yaklaşımın neden olacağı
olumsuzlukları gösterir. Uzuner’in yapıtında ise İslamiyet öncesi Türk toplumundaki
çevre merkezli tutum ve günümüz kültüründe Türk toplumunda dikkat çeken insan
merkezli yaklaşım ortaya konarak okuyucunun ekolojik sorunlar ve nedenleri
konusunda net bir fikir sahibi olmasının amaçlandığını söylemek mümkündür.
Sonuç olarak, her iki yapıtta ele alınan konular ve yaklaşımlar, insan
davranışları bağlamında, bireylere çevre bilinci açısından, insan merkezli yaklaşımın
olumsuz sonuçlarını yansıtarak, dünyanın karşı karşıya olduğu felâketlere dikkat
çekmektedir. Oppermann’ın belirttiği gibi, “İnsan olan ve olmayan tüm toplulukların
birbirleriyle olan ilişkilerini ‘anthropocentric’ (insan merkezci) olmayan bir bakışla”
inceleyen ekoeleştirinin bu ilkesi açısından ele alındığında, her iki yapıtın da
bireylere çevrelerine karşı duyarlılık ve doğaya bilinçli, duyarlı bir yaklaşımı
aktardığını söylemek mümkündür. İnsan doğanın bir parçası olduğuna göre ondan
uzaklaşması, doğayı ötekileştirmesi, aslında kendisinin ötekileşmesinin en büyük
nedenlerindendir.
63
Evren, kavrayışımıza daima
uysallıkla yanıt verir; ister yavaş
gidelim ister hızlı, yol bizim için
döşenmiştir. Öyleyse onu
yaşamımızı kavramada harcayalım.
H.David Thoreau
3.2. Yapıtlardaki Fiziksel ve Çevresel Mekânlar
Doğa kavramının romanlarda aktarıldığı çevrelere bakıldığında, iki yazarın
farklı bir anlatım tarzı izlerken, doğa betimlemelerinde gerçek hayvan ve bitki
isimlerini yansıttıkları, onları simgeleştirmedikleri görülmektedir. Bulut,
ekoeleştirinin en önemli konularından birini, “Doğanın yazınsal yapıtlarda nasıl
temsil edildiğini görmeye çalışırken, bu fikirlerin ‘ekolojik çevre görüşüyle uyuşup
uyuşmadığının saptanması’” olarak belirtir. Aynı zamanda insanın yaşadığı çevre,
evinin bulunduğu bölge, kişileri etkileyen faktörleri içinde barındırdığı için
önemlidir. Çevredeki sorunlar, insanların sosyal hayatlarını etkilemektedir. Bu
sorunlar, sadece etkilediği kişilerle bağımlı kalmayıp, toplumun tamamını
ilgilendiren sorunları oluşturmaktadır. İnsanlar mekân olarak benimsedikleri, ait
oldukları ya da sahiplendikleri yerleri korurlar, bu yerleri yaşamları için değerli
görürler. Göç alan yerleşim birimlerinde, yeni gelenlerin oluşturduğu çevrede,
ekonomik koşullara göre değişkenlik gösteren temizlik, eğitim ve sağlık sorunlarının
özünde göç edenlerin aidiyet duyguları da önemli rol oynamaktadır.
“Margherita Dolcevita”nın hikâyesi ilkbahar mevsiminde geçmektedir.
Doğanın yeniden uyandığı, doğadaki her bitkinin ve toprağın yeniden canlanıp hayat
64
bulduğu bir mevsimin zaman dilimi olarak alınması, yazarın yansıttığı karamsar
tablo içinde, değişime karşı var olan ümidinin ifadesi şeklinde değerlendirilebilir.
Çayırda yaşayan böcekler, kavak ağaçları ve polenler ilkbahar mevsimindeki
doğa tasvirinin parçalarıdır. Uzuner’in “Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları SU”
romanında ise mevsimlerden yaz yaşanmaktadır. Üstelik yaşanan günün, Temmuz
ayının XXI. Yüzyıldaki en sıcak günü olduğunu romanında pek çok kez hatırlatan
yazar, okuyucunun dikkatini küresel ısınmanın iklim değişikliği üzerindeki önemli
bir etkisine çeker:
“İstanbul, bu temmuz şehre edepsizce zulmeden azgın bir yaza tamamen
teslim olmuştu.”67
“Daha yaz başlamadan, bunun İstanbul’un en sıcak yazı
olacağı söylentisi yayıldı şehre. [...] 21. Yüzyılın en sıcak yazının tam
ortasında bir gece [...]” 68
, “Ancak, 21. Yüzyılın en sıcak yazının tam
ortasında bir Perşembe öğleden sonra [...]”69
Mekân olarak, gerçek adresler ve yer isimleri göze çarpmaktadır. Yazar,
“[...]15 milyonluk, sürekli göç alan bir metropolün en büyük ilçelerinden Kadıköy”70
diyerek hikayenin geçmekte olduğu yeri özellikle belirterek hem büyük metropolü
vurgulamakta hem de kentlere göç sorununa işaret etmektedir. Gazeteci Defne
Kaman’ın Barış Manço isimli, bugün hâlâ kullanımda olan vapurda son kez
görülmesi ve ardından kaybolması ile eş zamanlı olarak Kadıköy iskelesine yaralı bir
Yunus balığı gelir. Kayıp gazeteciyi bulmak üzere çalışan komiser Ümit Kaman’ın
çalıştığı karakol da Kadıköy’dedir. Uzuner, mekânların detaylı betimlemesini
yaparak, okuyucuyu gerçek yerlerle tanıştırır:
67
Uzuner, B., Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları SU, a.g.y., s. 1. 68
Ibid, s. 14-15. 69
Ibid, s. 53. 70
Ibid, s. 69.
65
“[...]limonata ve pastaları Kadıköylülerin damağında mutlaka iz bırakmış
Beyaz Fırın, bir zamanlar yazarların söyleşiler yaptığı Gençlik
Kitabevi’nin yeni sahibi Nezih, yeni açılan yabancı marka dükkânlara
canla başla direnen yerli malı iç çamaşırı ve elbise dükkânlarının eski usul
vitrinleri, dünyanın ve İstanbul’un her yerinde çoktan tarihe karışmış bir
iki saat tamircisi, [...]71
Kadıköy çarşısı içinden başlayıp Moda’ya kadar
uzanan güzergâhta birbirinden güzel ve gizemli onlarca sahaf dükkanı
varken neden Sahaf Semahat’e gitmişlerdi.”72
Her iki romanda olayların geçtiği yerlere bakıldığında, Uzuner, gerçek
mekânları fon olarak kullanır. Türkiye coğrafyasında görülen ekolojik sorunların
sadece adı geçen coğrafyanın bölgesel sorunları değil, tüm dünyayı ilgilendiren
küresel sorunlar olduğunu söylemek mümkündür. Yer adı verilerek anlatılan
mekânlar okuyucuya belirtilen yerlerle özdeşleşip, metni kişiselleştirdiğinde
sorunların yanı başında olduğunu görebilmesini sağlamaktadır. Benni ise, sadece
çevrenin detaylı betimlemesini yapar, bölge ve yer isimlerinin detayına girmez;
yaşanan yeri sınırlandırmayarak bunun okuyucunun tanıdığı veya aynı özellikleri
taşıyan herhangi bir yer olacağını düşünmesini sağlar. Dolayısıyla aktardığı tüketime
bağlı sorunlar, insanların televizyon bağımlılığı, bencil davranan insanın yaşadığı
çevreyi kendi arzularına göre değişime uğratması, yeni binalar yapılması uğruna
insanların evlerinden çıkarılarak başka yerlere gönderilmeleri, her okuyucunun
çevresinde karşılaşabileceği türden durumları işaret eder. Aynı şekilde, Slovic’in
editörlüğünü yaptığı “Wild Nevada”73
(Vahşi Nevada) adlı kitapta anlattığı, Reno’da
kırsal gezinti alanlarının yüksek gelirli kişilerce kapatılması, insanların buralara
erişimini engellemekte, doğal alan olmaktan çıkartmaktadır. Dolayısıyla Benni’nin
71
Uzuner, B., Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları SU, a.g.y., s. 37. 72
Ibid, s. 32. 73
Slovic, S., Moore, R., (ed.), Wild Nevada, University of Nevada Press, Reno, 2005, s. 122.
66
adını koymadığı mekân, okuyucu tarafından dünyanın herhangi bir yerindeki alan
olarak da düşünülebilir ve sorunlar bölgesel olmaktan çok küresel sorunlardır.
İnsanın çevresini değişime uğratırken kültürel ve tarihî değerlerin korunması,
bir ülkenin, toplumun kültürel mirasının nesillere aktarılması açısından değer taşır.
Çevrede değişimler yapılması, sadece doğayı değil, insanın etkileşimde olduğu her
alanı değişime uğratır. Uzuner’in, yapıtında yansıttığı mekânlar içerisinde hâlâ
ayakta duran geçmişin izlerini taşıyan bir takım tarihi yerlere, şehir ile özdeşleşmiş
eski adreslere özellikle dikkat çektiğini söylemek mümkündür:
“[...] 230 yıllık tarihi Hacı Bekir lokumcusu ile Cumhuriyet’le yaşıt, edebiyatçıların
pastanesi Baylan’ın vitrinlerine severek ayrılınmış, eski bir sevgiliye bakar gibi
özlemle baktı.74
[...] Baylan Pastanesi, bayramlarda hâlâ lokum kuyrukları caddeye
taşan 230 yıllık Hacı Bekir Lokumcusu, 300 yıllık Surp Takavor Ermeni Kilisesi.”75
Diğer yandan insan, sağlıklı ve temiz bir dünya için yaşadığı mekânı, çevreyi
korumalı, temiz tutmalıdır. Çevre sorunlarından biri haline gelen çöpler büyük
metropollerin, göç alan yerleşim alanlarının önemli sorunlarından biridir. Uzuner’in
yapıtında çevresine duyarsızlaşan insanlara rastlanır:
“Bir futbol sahası büyüklüğündeki bol ağaçlıklı hastane bahçesinde ya hiç
çöp kutusu yoktu ya da o gün orada bulunanlar daha önce çöp kutusu diye
bir şeyi hiç görmemişti. Kendi çöpleri içinde hiç rahatsız olmadan oturan
insanlar, bu sırada bahçeye atmak üzere yeni çöpler üretmeye devam
ediyordu”.76
“Margherita Dolcevita”da ise insanların çevrelerini ne derece kirlettiğini,
Margherita’nın aşağıdaki aktarımında görmek mümkündür:
74
Uzuner, B., Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları SU, a.g.y., s. 173. 75
Ibid, s. 37. 76
Ibid, s. 210.
67
“Geçen kış süresince, ırmak benden daha hızlı yaşlanmıştı. Atıklar onu
kusmuktan bir Akheron’a77
dönüştürmüştü. İnsanoğlunun tükürdüklerini ve
verdiği zararları taşıyordu. Su salyalaşmış ve iğrenç lekelerle kirlenmişti.
Kutular, plastik denizanaları, canavarlaşmış oyuncak bebekler, karınları
yukarı bakan balıklar yüzüyordu.[...] O ırmağa, daha birkaç yıl önce,
ellerimizle balık tutmaya gelirdik.”78
Hikayenin sonunda insanın yarattığı silahlarla kendine ve çevresine verdiği
zararlarla birlikte doğanın da artık insanların yaptıklarına dayanamadığı ve tepki
gösterdiği görülmektedir: “Irmak yağmurdan dolayı coşmuş, sürüklenen bir ağaç
kümesi, çamur ve atıklarla tıkanmıştı. İnsanoğlunun saldırılarına daha fazla
dayanamamıştı. Böylece yıkıntılar dehlizinde bir gölet oluşturarak ormanı istila
etmişti.”79
İnsanın çevresindeki alanlarda ve doğada oluşturduğu değişimler, doğadaki
bitki ve hayvan türlerini de etkilemekte, türlerin azalmasına neden olmaktadır.
İnsanların fiziksel çevrelerine olumsuz etkileri, “Margherita Dolcevita”da, Del Bene
ailesinin ağaçları kesmesi, çayırda ilaçlama yaptırması, bahçede toprağa delikler
açarak toprağı bile bozması olarak anlatılmaktadır. “Uyumsuz Defne Kaman’ın
Maceraları SU”da ise, insanoğlunun denizde yaşayan ve kendisine zararı olmayan bir
yunus balığını yaralaması, şehri beton binalarla doldurarak ağaçları yok etmesi,
dereleri hidroelektrik santrallere kurban ederek, doğaya verdiği zararlar ortaya
konmaktadır.
“[...] uyumak ve uyanmak ne iyi ne de kötü olduğumuz yegâne iki insanî
faaliyettir”80
diyen Margherita, insanın çevresi ile etkileşimde olduğu her anı iyi ya
77
Akheron : Yunan mitolojisinde acıyı ifade eden, katranlı cehennem ırmağı. 78
Benni, S., Margherita Dolcevita, a.g.y., s. 172. 79
ibid., s. 205. 80
İbid., s. 38.
68
da kötü olarak ayırmaktadır. Genç kız, insanın ateş ederken nefes alabileceğine, bir
hayvana zarar verebileceğine değinir. Sadece uyurken herkesin birbirine eş
olduğunu, görülen rüyânın önemi olmadığını söylerken, insanoğlunun her an
çevresine zarar verebilme potansiyeline sahip olduğunu vurgulamaktadır.
Her iki yapıtta, insanın fiziksel çevresi ve doğa ile olan ilişkisi aktarılırken,
attığı adımların sosyal, kültürel ve fiziksel çevrelerde meydana getirebileceği
değişiklikler yansıtılmıştır. Doğa, içinde barındırdığı insanlar, bitkiler, hayvanlar ve
tüm unsurları ile yaşamakta ve değişime uğramaktadır. Benni şehrin dışındaki kırsal
alana kurulu küçük bir yerleşim birimini, çayırdaki doğal yaşamı anlatırken,
Uzuner’in söz konusu romanında özellikle İstanbul’u ve küçük bir kesit olarak
Türkiye’nin diğer yörelerini ve kültürlerini hissetmek mümkündür. Komiser Ümit
Kaman’ın köyü, İstanbul ile kıyaslandığında yeşilin, kuş seslerinin, temiz havanın
bol olduğu bir yerdir. Ekoeleştiri bağlamında ele alındığında yaşanan yerler ve
fiziksel çevre yapıtlarda tüm gerçekliği ile okurlara sunulmakta, insanın çevresi ile
ilişkisi bir bütün içerisinde aktarılarak, verdiği zararlar konusunda bir farkındalık
oluşturulmaya çalışılmaktadır.
69
Bütün kitaplar, okuyucuları kadar
hissiz değildir, içinde
bulunduğumuz durumlara aynen
hitap eden kelimelerden oluşurlar.
H.David Thoreau
3.3. İki Yapıttaki Benzer ve Farklı Öğeler
Aydınlanma çağı ile beraber bilimin değer kazanması ve beraberinde getirdiği
sanayi devrimi doğadaki değişimlerin en hız kazandığı dönem olmuştur. Özellikle
sanayileşme dönemi sonrası doğal kaynakların kullanımı ile ortaya çıkan sorunlar ve
doğadaki değişimler yazarların çok daha fazla dikkatini çekmeye başlamıştır. Edebî
yapıtlarda doğa ve insan ilişkileri, yazarların, şairlerin kaygıları, özlemleri ile ifade
bulurlar. Çağdaş dönem yazarları tarafından biri İtalya’da, diğeri Türkiye’de ortaya
konmuş iki yapıttaki benzer ve farklı öğeler incelendiğinde, birinin kadın öğesini ön
plâna çıkararak daha bölgesel, diğerinin ise daha küresel bir tabloyu yansıttığı
gözlemlenmektedir. “Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları SU” adlı yapıtta yer
isimleri ile coğrafi sınırlamalar oluşturulsa da sorunların tüm dünyayı ilgilendiren
sorunlar olduğu açıktır ve odağı insan olan yaklaşımların yarattığı tahribatın
geleceğimizi de tehdit etmekte olduğu hissedilmektedir. Özdağ’ın Slovic’den
aktardığı, “Çevreci eleştirmen dünyada gerçekten değişim yaratmaya yönelik yazdığı
için, kaleme aldığı yazıların yaşanılan coğrafyalara ait hikâyelerle birleşmesine
çalışır”81
ifadesinin yansıttığı üzere, hem Benni’nin hem Uzuner’in hikâyesinde
yaşadıkları coğrafya üzerinden küresel ekolojik sorunlara işaret ediyor olduklarını
belirtmek yanlış olmayacaktır.
81
Özdağ, U., Gökalp Alpaslan, G.G., Türkiyat Araştırmalarında Yeni Bir Alan: Çevreci Eleştiri,
3.Türkiyat Araştırmaları Sempozyumu, 2010, 641-651.
70
Yazarların karakterlerin isimleri ile doğaya ve doğadaki varlıklara yaptıkları
çağrışımlar ortak özellikler olarak değerlendirilebilir. Okuyucu ve doğa arasındaki
ilk bağ isimlerle kurulmaktadır. “Margherita Dolcevita”da doğasever ve doğaya karşı
eşitlikçi bir yaklaşım içinde olan Margherita adını bir çiçekten almıştır: Papatya.
“Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları SU”da ise Şaman geleneğine yapılan
göndermelerin ekseninde doğaya duyarlı Defne Kaman, Umay Bayülgen, Ümit
Haydar Kaman, Aysu, Korkut Bayülgen isimleri ve soyadları ile okuyucuyu doğaya
yaklaştırmaktadır:
“Türkler Kadim gelenekleri olan Şamanlığa, Asya’da kullandığımız Ön-
Türkçede, Kamanlık, Şaman’a Kam veya Kaman derlermiş. Kamlar ya da
Kamanlar, her şeyden önce birer şifacı, yani ‘otacı’ denen, bitkilerle ilaç
yapan, nasıl desem, sanki o zamanın eczacılarıymış”.82
“Asya’da
konuşulan Ön-Türkçece ‘tengri’ dedikleri Gök Tanrılar ‘Bay Ülgen’ ve
tabiat anaları ‘Umay’ ile aralarında bir çeşit tercüman olan Kamlar,
toplulukların bilgesi, eczacısı, şifacısı, şairi, yani kıymetlisiymiş”.83
Aynı aileye mensup olmayan, hatta ayrı mezheplerden olmalarına karşın
Defne ve Komiser Ümit tesadüfen aynı soyadına sahiptir. İsimlerin yaptığı
çağrışımlar sürekli olarak okuyucuya Şamanizmi ve onun beraberinde doğa ile
insanın eşdeğer görüldüğü dönemin doğaya bakış açısını hatırlatmaktadır. Uzuner,
doğa ile insanın ilişkisine dikkat çekmek ve insan merkezli yaklaşım ile doğaya
saygılı bir yaklaşımın ayrımını vurgulamak açısından Türklerin, tek tanrılı dinlere
geçişten önceki dönemde görülen Şamanlık geleneğindeki doğa sevgisini
karakterlerinin isimleri ile özdeşleştirerek yansıtmaktadır.
82
Uzuner, B., Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları SU, a.g.y., s. 56. 83
Ibid., s. 62.
71
Benni’nin yapıtında ise isimlerin seçiminde ironik bir yaklaşım gözlenir.
Doğaya ters düşen, kendi çıkarları için onu istediği gibi şekillendirme çabasında olan
ailenin soyadı, davranışları ile tezat oluşturmaktadır. “Del Bene” soyadı Türkçeye
çevrildiğinde “İyilik” anlamına gelmektedir. Bu aile soyadlarına uygun olmayacak
tarzda, doğaya ve çevrelerine olumsuz yansıyacak davranışlar sergilemektedir.
Ailenin kendisi ile uyumsuz olan soyadından başka, iyi sıfatını hak edebilecek
davranış ve tutumuna anlatım boyunca rastlanmaz. Margherita’nın babasının, yeni
komşularla tanıştıktan sonra ailesine gözlemlerini aktarırken belirttiği, yeni gelen
komşuların şehirden uzaklaşma nedenleri ile evdeki bitkilerin durumu arasında
tezatlık bulunmaktadır:
“Evin hanımı Lenora, şehirde büyük bir kaos olduğundan dolayı onun ve
eşinin sakinliğe, yeşile ve doğaya ihtiyaçları olduğunu, buraya taşındıkları
için ne kadar mutlu olduklarını anlattı. Evin içi yapma bitkilerle dolu.[...]
Hatta bahçedeki kavak ağaçları bile yapay, gerçek ağacı polene alerjileri
olduğundan kestiler.”84
Aynı çelişkili durum, Margherita’nın kardeşi Giacinto’nun ismi ile
davranışları arasında da görülmektedir. “Giacinto” Türkçe çevirisi ile “sümbül”
anlamına gelmektedir. Sümbül mitolojide Tanrı Apollo’nun çok sevdiği, fakat
yanlışlıkla ölümüne sebep olduğu yakın dostudur. Doğadan gelen bir isimle
adlandırılmasına ve okuyucuya doğayı çağrıştırmasına rağmen babasının ve Frido
Del Bene’nin etkisi altına girer, doğaya zarar veren grubun yanında yer alır.
Mitolojideki Sümbül gibi hikâyenin sonunda Giacinto’da ölmektedir. Margherita on
sekiz yaşındaki kardeşi Giacinto’yu, “Aşkta mutlu veya mutsuz olsun fark etmez, bir
betonyer gibi yemek yer. Ekolojik dünya görüşü insanı korkutur: ‘mısır unlu
84
Benni, S., Margherita Dolcevita, a.g.y., s. 29.
72
pandaizm’ yani dünyada kalan türünün son örneği olsa bile bir pandayı mısır unu ile
yiyebilir.”85
diye anlatmaktadır.
Margherita babasını tanıtırken, dünyanın gidişatı ve kendi arzularını da
paylaşır, aslında dünyada nelerin düzeltilmesi gerektiğine, eksik olanın neler
olduğuna dair ipuçları da vermektedir:
“Babamın sihirli bir araç-gereç kutusu var. İnsanoğlunun Yeryüzünün
efendisi olarak yaratıldığını söylüyor. Ama, temel eşyalarından biri eksik:
yeryüzünü yeniden düzeltmek için bir araç-gereç çantası. Ah, keşke yanlış
fikirleri sökmek için bir kerpeten, iyi düşünceleri perçinlemek için bir
çekiç, aşkı ebediyen sağlamlaştırmak için bir İngiliz anahtarı ve geçmişi
kesip atmak için bir testere olsaydı!”86
Margherita’nın ve Defne Kaman’ın doğaya sevgisi ve çevre duyarlılığı
bakımından her iki yapıtta okuyucuya derin mesajlar ilettikleri ve duruşları,
yaklaşımları ile örnek modeller oluşturduklarını söylemek mümkündür. Benni,
Margherita’nın eğitici konuşmalarında ve görüşlerinde okuyucuya çevre sorunları,
hayvanlara yaklaşım, tüketim alışkanlıkları ve doğa konusunda bir farkındalık
aktarmakta, kendi yazar kimliğini ve cinsiyetini ise belli etmemektedir. Erkek bir
yazarın, dişi bir karakter üzerinden doğayı ele alışı dikkat çekmektedir. Uzuner’in
kahramanlarında ve anlatımında ise hem yazarın cinsiyetine hem de kadına, kadının
ezilmesine, toplumdaki konumuna, kadın sorunlarına vurgu yapılmakta, coğrafya
olarak Türkiye’de yaşanan gerçekler yansıtılmaktadır. Ekofeminist görüşler
çerçevesinde bir değerlendirme yapıldığında, Uzuner’in yapıtında ataerkil düzene
geçiş sonrası kadına ve doğaya karşı tutumda değişimler olduğu, Şamanizm kültürü
ve onun izinde bugüne uzanan farklılıklar ortaya konarak aktarılmaktadır. Defne
85
Benni, S., Margherita Dolcevita, a.g.y., s. 17. 86
Ibid., s. 16.
73
Kaman özgür, erkeğin egemenliğine baş eğmeyen, çevreci, hayvan haklarını
koruyan, doğa sever, araştırmacı, eylemci ve kadın sorunlarına eğilen bir gazetecidir.
Defne Kaman, araştırma ve çalışmalarında özellikle kadın sorunlarına eğilmektedir.
Kardeşi Aysu’nun, “Nedir bu Defne’nin kadına karşı şiddet konusundaki takıntısı,
nedir bunun kadın sorunları saplantısı? Yani Defne’ye göre her şeyin ama her şeyin
ortasından illâki cinsiyetçilik ve toplumsal cinsiyet sorunu geçer!”87
diye konuşması,
Defne’nin kimliği ve duruşunu açıklamaktadır. Defne’nin ortadan kaybolmasının,
daha doğru bir ifade ile saklanmasının nedeni yine karısını öldürmüş olan bir
kocadan almış olduğu tehdittir. Ancak bu kişi yakalandıktan sonra Defne ortaya
çıkabilmiştir. Kadının da doğa gibi erkek egemen güç tarafından baskı altına
alınması, ezilmesi ise Uzuner’in ekofeminist bir bakış açısıyla anlatımına
yansımıştır:
“Biliyorsunuz, ülkemizde boşadıkları karıları sığınma evinde kalan eski
kocalar çok tehlikeli olabiliyorlar. Kadın cinayetlerinde dünya
üçüncüsüyüz galiba...”88
“Kadınlara yapılan zulüm karşısında benim gibi,
sinip saklanmayan bu kadının sesi de boğulmaz! İnşallah herkesten daha
ilerici, liberal, demokrat her ne püsürse mangalda kül bırakmayan erkekler,
sadece kadın olduğu için ona arkasını dönmez !”89
Kadınların artık en zorlu işlerde bile kullanılıyor olmaları, yazarın üzerinde
durduğu bir diğer nokta olarak değerlendirilebilir. Kadının kendi rızası dışında, ona
bunu yaptıran gücün erkek olduğunun üstü kapalı ifadesi Uzuner’in, “Kadınların da
intihar bombacısı olarak kullanıldığı bu yüzyılda [...]”90
deyişinde görülmektedir.
87
Uzuner, B., Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları SU, a.g.y., s. 9. 88
Ibid., s. 9. 89
Ibid., s. 148. 90
Ibid., s. 38.
74
Oppermann’ın belirttiği, “Ekofeminizme göre kadınlar, beyaz olmayan ırklar
ve yoksullar ötekileştirilip baskı altında tutuldukları sürece, doğa, kadınlar ve insan
olmayan canlılar üzerinde kurulan hegemonya etkili olmaya devam edecektir”91
görüşüne dayanarak, ancak baskılar karşısında Defne Kaman gibi eğilmeyen kadınlar
sayesinde hegemonya ortadan kalkabilecektir. Defne Kaman’ın geleneksel bir duruş
sergilemeyen kimliğinde bu mücadeleci kadın örneğini görmek mümkündür. Öte
yandan, ataerkil toplumdaki erkeği kısmen yansıtan komiser Ümit için Defne
Kaman’ın duruşu aykırıdır. Toplum ve çevre, insanların yaşadığı bölgeden aldıkları
gelenek ve kültürel miras, bireylerin hem kadınlara hem kendi cinsine yaklaşımında
belirleyici bir etken olmaktadır. Komiser Ümit, İstanbul gibi büyük bir metropolde
yaşamasına rağmen kendi gelenekleri bağlamında erkeğe boyun eğmeyen, özgürce
hareket eden kadının istenmeyeceğini şu sözleriyle hissettirmektedir: “Evliyken
birilerini takip için, ‘ben bilmediğim bir yere giden otobüse bindim,’ diye telefon
edermiş kocasına... ‘Kim ister böyle bir eş?’ diye yüzünü buruşturdu. Onun Tasvir’i
asla böyle tuhaflıklar yapmaz, o gerçekten ‘evinin kadını’ olurdu kuşkusuz.”92
Kadın ve doğanın sömürüsünü aynı koşutlukta ele alan ekofeminist görüş
çerçevesinde, Marmara Denizinde yaralı bulunan Yunus balığının özgürlüğüne
kavuşması ile Defne Kaman’ın ortaya çıkarak özgürlüğüne kavuşması eş zamanlı
olmaktadır.
Kadının ekofeminist görüş çerçevesinde doğaya yakınlığı, hem Şaman
kültüründeki izlerde hem yunus balığının kurtarılması sırasında bir erkek yerine
91
Oppermann, S., Editör, Ekoeleştiri Çevre ve Edebiyat, a.g.y., s. 47. 92
Uzuner, B., Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları SU, a.g.y., s. 36.
75
Sahaf Semahat ile kurduğu iletişimde gözlemlenmektedir. Kadını odak alan
yaklaşım tüm yapıt boyunca görülmektedir:
“Akıl, tek bir cinsiyete bırakılmayacak kadar önemlidir. Hem erkekler de
dahil, bütün insanlık zekâsını anneden alır; sonunda genetikçiler de artık
ispatladı bunu ha!”93
“Dünyanın merkezi tabiattır ve o da kadındır! Bunu
bilmeyenler ahmaktır!”94
Diğer yandan yazarın, Nevşehir’den ayrılarak İstanbul’a yerleşme nedenini
belirtmediği Semahat, sahaflık yapmakta ve kendini bulunduğu çevre içinde kabul
ettirebilmek için kadın kimliğini ve görünüşünü dikkat çekmeyecek giysilerin ardına
gizlemektedir. Ataerkil toplumun baskıcı dayatmalarını ve bu durumun kadının
toplum içindeki davranışını nasıl etkilediğini Semahat’de görmek mümkündür:
“[...] Semahat, kendisini erkek kültürü içinde kabul ettirebilmek için çok
uğraşmak zorunda kalmıştı. [...] Şimdi otuzlarının sonunda hâlâ genç bir
kadın olan Semahat, komşu esnafın güven ve saygısını kazanmak için önce
onlara kadın olduğunu unutturacak şekilde giyinmenin, yaşından büyük,
anaç tavır takınmanın ve hayatına koca veya ağabey dışında bir erkek
sokmaması gerektiğini bu kültürde yaşayan her kadın gibi içgüdüleriyle
algılamıştı”.95
Benni’nin “Margherita Dolcevita”sına ekofeminist eleştiri penceresinden
bakıldığında, kadın – doğa ilişkisi “Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları SU”daki
gibi vurgulanmamıştır. Yazar daha çok tüm insanları etkileyen ekolojik sorunlara,
tüketim çılgınlığına, insanların teknoloji merakına ve doğaya yabancılaşan insanların
sosyal ilişkilerinin bozulmasına odaklanmıştır. Kadına şiddet olarak
değerlendirilebilecek tek unsur Margherita’nın babasından yediği tokattır. Sadece bir
kez yaşanan bu olay tekrar etmemiştir.
93
Uzuner, B., Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları SU, a.g.y., s. 198. 94
Ibid., s. 119 95
Ibid., s. 170.
76
Margherita’nın babasının yeni gelen komşu ile ortak iş yapmaya başladıktan
sonra ailesi ile ilişkilerindeki değişim ve zayıflama belirgin biçimde
gözlemlenmektedir. Hem kızına hem karısına olmak üzere toplamda sadece iki kez
şiddet dolu davranışlara yöneldiği görülür. Doğaya karşı duyarsızlaşan babanın,
öfkeye kapılması, yavaş yavaş kadınlara da şiddet uygular duruma geçmesi
kanımızca ekofeminizmin doğa ve kadını eş zamanlı tahakküm altına alması
görüşünü de yansıtır: “Kahretsin Emma, orada televizyonun önünde dikilip durmayı
bırak ve beni dinle! Yoksa kızının geçenlerde yediği tokat bugün sana gelecek!”96
Romanın on dokuzuncu bölümünde ise, Margherita kulübeye gittiğinde,
babasının ve Frido Del Bene’nin silahlarla ilgili bir iş çevirdiğini keşfeder. O daha
içeride iken, kulübenin kapısı açılır. İçeri giren Frido, Giacinto ve Fedele’nin
siluetini gördüğünde, Margherita’nın gözünde canlanan gelecek, kadınların olmadığı,
erkeklerin silahlarla donandığı bir gelecektir. Savaşa ve savaşın yıkıcı gücüne, adeta
savaşın içinde kadınların olmamasına dikkat çekmektedir: “Kadınsız erkekler, silahlı
ve güçlü. Geleceğin ırkı.”97
Erkeğin egemen olduğu toplumdaki kadın ayrımcılığını, daha geniş
perspektifte tüm ırk, cinsiyet, sınıf, farklılıklarını ortadan kaldırmayı, hayvan
haklarını ve kadın haklarını savunan bir yaklaşımı ekolojik sorunlar çerçevesinde
yansıtan ekofeminizm düşüncesinin penceresinden bakıldığında, Uzuner’in
yapıtında kadın/erkek ikiliği ve düalist düşüncenin önemle üzerinde durulduğu
görülmektedir. Gaard’ın cinsiyet ayrımcılığı açısından, feminist ekoeleştiri
96
Benni, S., Margherita Dolcevita, a.g.y., s. 170. 97
Ibid., s. 192.
77
bağlamında ele aldığı araştırmasına göre, sosyal konumu gereği kadın küresel ısınma
ve doğal afetlerden, ayrımcılık ve yoksulluktan ileri boyutta etkilenen taraftır.98
“Margherita Dolcevita”da vurgulanmayan fakat Uzuner’in yapıtında üzerinde
sıkça durularak belirtilen ve hatırlatılan, “21.yüzyılın en sıcak” gününün yaşanıyor
olduğu gerçeği, küresel ısınmaya bağlı iklim değişiklikleri sorununu dile
getirmektedir. Gaard’ın da belirttiği üzere, ekoeleştirmenlerin görevi, eğitimciler
olarak edebiyat ile güncel çevre sorunlarına ve çözümlerine çalışmaları ile ışık
tutmaktır.
Hayvanlara yaklaşım açısından yapıtlara bakıldığında, “Margherita
Dolcevita”da hayvanların insanlaştırılmış olduğu ve neredeyse Margherita’nın hepsi
ile konuştuğu, onlara insan gibi davrandığı görülür. Hayvanlara karşı sevecen,
korumacı bir yaklaşım içindedir. Köpeği Pisolo aileden biri gibidir ve sürekli onunla
konuşur: “- Pisolo, Pisolo, komşularımız olacak. Hafif nemli kokusuna aldırmayarak,
onu kucağıma aldım ve birlikte küçük masal dünyamıza baktık.”99
Çayırdaki
ilaçlamadan sonra Margherita, bir kelebeğin onu yönlendirmesi sayesinde daha
ölmemiş bir cırcır böceğini bulur ve ona suni teneffüs yaptırır: “Henüz canlı bir cırcır
böceğiydi. Ona suni teneffüs yapmaya başladım: arka ayaklarını nazikçe tuttum ve
bisiklet pedalını çevirme hareketini yaptırdım.”100
Labella ile konuşup yanından
ayrılırken bu kez bir arıdan şu şekilde bahseder: “Kağıttan zambağa doğru uçan bir
arıya baktım. İçine girdi ve iğrenerek çıktı. Bana vızıldayarak, ‘Bal yapıyorum,
gazetecilik değil’ dedi”.101
Del Bene ailesinde ise ne doğadaki böceklere ne
98
Oppermann, S., Özdağ, U., Özkan, N., Slovic, S. (Ed.) The Future of Ecocriticism: New Horizons,
Cambridge Scholars Publishing, 2011, s. 53. 99
Benni, S., Margherita Dolcevita, a.g.y., s. 10. 100
Ibid., s. 33. 101
Ibid., s. 49.
78
evlerinde onlara bekçilik yapan köpekleri Bozzo’ya karşı sevecen bir tutum vardır.
Del Bene’ler doğadan ve doğa sevgisinden tamamen uzak bireylerdir. Hatta
evlerindeki tablo bile görüntüsü ile onların doğaya yabani yaklaşımlarını
yansıtmaktadır: “Duvarda sadece kocaman ve yuvarlak bir tablo vardı: pençeleri
arasında ufak bir hayvanı tutan kartal ve bir yazı.”102
İster bir böcek olsun, ister bir
köpek, Margherita doğadaki her canlının ayrı bir değeri ve doğayı oluşturan
çeşitliliğin bir parçası olduğunu okuyucuya hissettirmektedir.
İlaçlamaya rağmen çayırdaki kimi canlıların hayata tutunması ile “Uyumsuz
Defne Kaman’ın Maceraları SU”da yunus balığının insan tarafından yaralanmasının
ardından hayata tutunarak kurtulması, ortak bir yön olarak görülmektedir. Uzuner,
Marmara Denizi’nde yaralanan ve ardından iyileşerek özgürlüğüne kavuşan yunus
balığı üzerinden, tüm dünyada yunus balıklarının gösteri amaçlı kullanılmaları ve
doğal yaşam alanlarından uzaklaştırılmaları sorununu dile getirmektedir:
“Ağzının doğal yapısı yüzünden yunus, daima sevinçli bir hayvan sanılsa
da, şimdi sahiden mutlu olduğu belliydi. Çünkü özgürdü. Yunus
parklarında sadece para için robot gibi kullanılan, sonra da havuzlardaki
yüksek ses dalgaları ve yaşadıkları esaret yüzünden intihar ederek ölen
yüzlerce akrabası gibi zorla değil, kendi isteğiyle ve engin denizde
yüzüyordu.”103
Yunus balıkları duyguları ile var olan canlılar olarak görülmekte, insanın kendilerine
yaptığı kötülüğü bilmektedir: “O şimdi, bir insanın kendisine kötülük yaptığını
bildiği için bir hayal kırıklığı yaşıyor. Yunuslar duyguları çok gelişmiş memelilerdir.
Kalpleri kolay kırılır ve belki de bunu saklamak için ağızları gülüyormuş gibi
102
Benni, S., Margherita Dolcevita, a.g.y., s. 124. 103
Uzuner, B., Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları SU, a.g.y., s. 265.
79
yaratılmıştır.”104
Dolayısıyla insan gibi duyguları olan canlılar olarak tanımlanarak,
adeta insanlaştırıldıklarını söylemek mümkündür. Öte yandan sıkça karşılaşılan bir
diğer hayvan türü kedilerdir. Kedilerin insanlara yakınlığı ve hassasiyetleri şu şekilde
ifade edilmektedir: “[...] Sahaf Semahat’in bacaklarına süründü. Kedi böyle yaparak
sahibesini yatıştırmaya çalışıyordu. Onu açık tek gözüyle izleyen öbür kedi de, biraz
gönülsüzce, sepetinden çıkıp, arkadaşını taklit etti.”105
Kedi sevgisinde hayvanlara
duyarlı ve düşünceli yaklaşımı, okuyucuya sokak hayvanlarına, onların yaşam
haklarına dair bir mesaj iletmektedir: “Semahat, kitapçı dükkânının önünü sulamış,
sokak kedileri için kapısının önüne koyduğu yoğurt kutularına kuru mama ve bol su
doldurmuştu”.106
Yapıtta gazeteci Defne Kaman’ın ilgilendiği konular aktarılırken Türkiye’nin
güncel ekolojik ve çevresel sorunları dile getirilmektedir. Komiser Ümit, gazeteci
hakkında bilgi edinirken onun hangi konularda yazdığı şöyle aktarılmaktadır:
“Defne Kaman’ın Türkiye’de giderek sayısı artan kadın cinayetleri, çocuk
gelinler, sendikasız işçilerin sorunları gibi konuların yanı sıra, Türkiye’de
türleri tehlikede olan balina, yunus, lüfer, kartal, kelaynak, yılkı atı,
Akdeniz foku, telli turna, Anadolu parsı, susamurları, karçiçeği, orkide ve
kardelen gibi canlıların korunması üzerine yoğunlaşan yazılarının
başlıklarına göz atan Ümit Kaman [...].”107
Dolayısıyla Uzuner’in yapıtında küresel ısınma, türlerin yok olması gibi tüm
dünyanın karşı karşıya olduğu ekolojik sorunların yanı sıra, Türkiye’de yaşanan
sorunları ele aldığı, bu sorunların sesini duyurduğu görülmektedir. Benni ise, İtalyan
104
Uzuner, B., Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları SU, a.g.y., s. 181. 105
Ibid., s. 265. 106
Ibid., s. 109. 107
Ibid., s. 19.
80
toplumuna getirdiği eleştiri ile birlikte, günümüzün güncel çevre sorunlarını ve
insanın doğaya yaklaşımını daha genel çerçevede algılanacak şekilde yansıtmaktadır.
Her iki yapıtta da cinsiyet, din, mezhep ve ırk farklılıklarının ele alındığı
dikkat çekmektedir. Uzuner’in yapıtında mezhep farkından dolayı ailelerinin
evlenmesine izin vermediği alevi komiser Ümit ve sünni Tasvir’in birlikteliğine
aileleri ancak Tasvir intihar girişiminde bulunduktan sonra onay verir. “Margherita
Dolcevita”da, Del Bene ailesinin çayırda yaşayan çingeneleri kovması, sadece
doğaya karşı değil, toplumsal sınıf olarak kendilerinden aşağı gördükleri insanlara da
acımasızca davrandığını ortaya koymaktadır. Doğa, Del Bene ailesi tarafından hem
insanlığa ve hem dünyaya zarar verecek olan savaş araç ve gereçlerinin kullanımının
öğretileceği bir merkez oluşturulmak üzere tahrip edilmektedir. Frido Del Bene
yaptıkları işleri ve neden yaptıklarını Margherita’ya anlatırken, çayırdaki çingeneyi
ve son kalan çiftçiyi neden kovduklarını açıklar: “Oturma izni olmayan çingeneleri,
graffiticileri, serserileri ve hırsızları kovduk ve kovmayada devam edeceğiz. Bu
alanda yeni savaş teknolojileri eğitim ve talim merkezi kurulacak. Camp Pear.”108
Del Bene ailesi davranışlarıyla, toplumsal ekolojinin savunucusu Bookchin’in
sınıfsal farklar ve hiyerarşik düzenin bir altındaki sınıfa uyguladığı baskılar ortadan
kalkmadığı sürece ekolojik sorunların devam edeceği görüşünü hatırlatmaktadır.
Benni’ye göre, yeryüzüne zarar verenlerin başına olmadık işler gelecektir ve
savaşlara asıl neden olan politikacılardır. Öte yandan, savaş doğayı yok eden en
önemli etmenlerdendir.109
108
Benni, S., Margherita Dolcevita, a.g.y., s. 195. 109
Parlak Temel, Ö., Ekoeleştiri Kuramı Işığında Stefano Benni’nin ‘Margherita Dolcevita’ ve
‘Terra’ Adlı Eserlerinde Vurguladığı Doğa Öğesi ve Yazarın Çevreci Düşünceleri, Ankara, A.Ü.
Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmış Yüksek Lisans Tezi, 2010, s. 80 - 81.
81
Del Bene ailesi şehrin karmaşasından kaçarak doğaya geldiklerini ifade
ederken söyledikleri ile yaptıkları farklıdır. Ağaçları keserler, çayırda ilaçlama
yaptırırlar, doğal yeşil ortamı soluyup, yaşamak varken çevrelerini yapay bitkilerle
donatırlar. Benni'nin ironik bir şekilde yansıttığı bu çelişkili durum, insanın çevreyi
yadsıyarak bencilce davranışlarını anlatırken bireyleri betonlaşan bir dünyada aslında
kendi davranışlarını düşünmeye sevk etmektedir. Günümüzde pek çok yeşil alan,
daha lüks, güvenliği daha yüksek konutların inşası için yok edilmektedir. Sadece
vicdanen rahatlama sağlayabilecek birkaç fidanın dikilmesi, ne yok olan verimli
toprakları geri getirebilir, ne de dünyamızın akciğerleri olan ağaçları, ormanları eski
haline döndürebilir. “Margherita Dolcevita”da ilk olarak inşa edilen Del Bene
ailesinin evi, ardından uzakta yapılmaya başlanan aynı tarz diğer evler ve savaş
malzemeleri eğitim merkezinin kurulacak olması, insanoğlunun kendi güvenliğini
sağlamak bahanesiyle, daha da büyük yıkımları getirecek olan savaşa yaptığı yıkıcı
yatırımı gözler önüne sermektedir.
Uzuner'in yapıtında, büyük bir metropol olan İstanbul'daki betonlaşma, yeşil
alanların yok olması sorunlarına dikkat çekildiği görülmektedir: “Koşuyolu’nun
simgesi, yemyeşil bahçeli evleri ve çocuk parklarını yıkıp yerlerine kupkuru
otoparklarla çevrilmiş çirkin beton bloklarla dolduran zevksiz ve açgözlü zihniyete
kızmayı unuttu bu defa.”110
Kent ve kırsal alanlar arasındaki farkları yazar, komiser
Ümit’in köyüne özleminde aktarır:
“Köydeki yaşıtları kuşların cinslerini seslerine göre bir çırpıda tanırken, o
daha herhangi bir kuş sesini duymaya hasretti. Koşuyolu’ndaki binlerce
ağacın kesilip yerine beton bloklar dikilmesine karşın, hâlâ birkaç kuş
belki eski alışkanlıkla buralara gelmiş ve ötüyordu. Bazen bir kuş sesi bile
110
Uzuner, B., Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları SU, a.g.y., s. 70.
82
hayatın yaşamaya değer, alınan her nefesin ümit dolu olduğunu
hatırlatmaya yeter.”111
Bulut’un, “İnsanın fiziksel çevresiyle olan ilişkilerini tekrar gözden geçirme
olanağı sağlayarak ekolojik bilinçlendirme oluşturmak ve bu yolla doğanın kötü
muameleye maruz kalıp bilinçsizce yok edilmesini önlemek, ekoeleştirel düşünceye
göre edebiyatın en önde gelen temel amacı olmalıdır,”112
görüşünden hareketle, her
iki yapıtta okuyucunun kendisini özdeşleştirerek sorgulayabileceği davranışlar,
empati kurabileceği karakterler, üzerinde düşünerek çözüme nasıl katkıda
bulanabileceğine çağrı yapan çevre ile doğaya ait mesajlar bulunduğunu söylemek
mümkündür.
Her iki yapıtta ele alınan ve özellikle Benni'de vurgulanan Margherita'nın
tüketimin pençesine düşen ailesi, aynı Thoreau'nun belirttiği gibi, “zaruri değil lüks
ihtiyaçların yoksunluğundan”113
acı çekmeye başlarlar. Lüks ihtiyaçlarla onları yeni
gelen, maddi yönden refah içinde olan komşuları tanıştırıp, akıllarını çelmeye
başlamadan önce huzurlu olan hayatları tamamen altüst olur. TV bağımlısı olan anne
Emma’nın, yeni komşunun aklını çelmesi ile saç modelinden yüzüne botoks
yaptırmaya kadar değişime uğradığı görülür. Bu arada kızı ile olan ilişkisinde de
kitabın ilk sayfalarında yansıyan sıcak iletişim, gitgide azalarak yok olmaya başlar.
Baba Fausto, sakin bir şekilde ailesi ile huzur içinde emeklilik günlerini yaşarken,
Del Bene ailesinin etkisine girerek, daha fazla kazanç için çabalar. Henüz on dört
buçuk yaşındaki, kalbinde ufak bir rahatsızlık olan Margherita’nın dünyası ise henüz
tüketimin pençesine düşmemiştir. Benni, genç bir karakter kullanarak tüketim
111
Uzuner, B., Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları SU, a.g.y., s. 85. 112
Bulut, D.,, Çevre ve Edebiyat: Yeni Bir Yazın Kuramı Olarak Ekoeleştiri, Littera 2005,
C. 17., s. 79-86. 113
Thoreau, H. D., Doğal Yaşam ve Başkaldırı, a.g.y., s. 75.
83
hastalığı ile kirlenmemiş bir bakış açısı sunar okuyucuya. Margherita’nın bilgece
yaptığı yorumlar ve konuşmaları öğretici mesajlar içermekte, kendini özgürce ifade
etmesi, hayata esprili yaklaşımı olayları aktarmadaki gözlemleri okuyucunun ilgisini
sürekli canlı tutmaktadır. Onun kirlenmemiş dünyasında hayatta gerekli olandan
fazlasına ihtiyaç duymadığı görülür. Margherita’nın düşünceleri Thoreau’nun sade
yaşama yaptığı çağrı gibidir, adeta. Annesinin hava temizleme cihazını aldığında
kampanya içinde bedava verilen dev ekran televizyonu almak istemesine Margherita
karşı çıkar:
“Anne demek istediğim bu TV için boşa harcanan para. Sonra kendime
yıllar önce kutusuyla beraber otuz altı renk kuru boya hediye aldırdığımı
hatırladım. Gereksiz mor renginin, bozkır sarısının, fildişi beyazının ve
bakla yeşilinin on farklı tonuyla ne yapacaktım ki? Hiçbir şey: onlara
bakmaktan keyif alıyordum. Sonunda hepsini yoksul çocuklara hediye
ettim.” 114
Tüketim toplumuna ve modern çağın pazarlama yöntemlerinin albenisine,
sosyal çevrede bulunan insanların da dayatması ile bireylerin ne denli kapıldığını
Margherita’nın annesi Emma’da gözlemlemek mümkündür. Hava temizleme cihazı
alındığı vakit, yanında bir aylık bedava deneme için TV verileceğinin cazibesine
karşı koyamaz : “ – Bedava mı? – diye sordu annem. Dünyada karşı koyamayacağı
yegâne sözcük bu. Yıllardır ölmenin bedava olduğunu ondan saklıyoruz, yoksa
anında intihar etme kapasitesine sahip.”115
Margherita’nın yaşlı ve hasta dedesi de komşuların gerçek yüzünü
hissetmiştir. Ayrıca siyah küp eve benzer başka evlerin yapılması da dedeyi
114
Benni, S., Margherita Dolcevita, a.g.y., s. 41. 115
Ibid., s. 39.
84
endişelendirir. Torununa komşular hakkındaki çıkarımlarını aktarırken, modern çağın
yeniliklerine kapılmış aileyi ve evlerini şu şekilde tanımlar:
“-O pencereleri olmayan evi sevmiyorum. Onlar bizi görüyor ama biz
onları göremiyoruz. Sana söylüyorum, bunlar ekmeği olmadan çikolata
yiyenlerden. Hem nasıl oluyor da evin hiçbir yerinden duman çıkmıyor?
Nasıl yemek pişiyorlar, nasıl ısınıyorlar?”116
Ve gelen tehlikeyi işaret eder. Dede için bu küp evler, diğer evleri kontrol etmek için
kurulmaktadır ve insanlar birbirlerini etkileyerek robotlaştırmaktadır:
“-Bizi değiştirmek, kendilerine benzetmek için yapıyorlar: havamızı,
ruhumuzu, müziğimizi, birikimlerimizi bizden çalmak için. Onların vampir
olduğunu unutma Margherita – dedi dedem endişeyle. Hiçbir şey onları
durduramayacak. Çünkü onların içi boş. Sadece sayılardan yapılmışlar.
Kalpleri para için çarpıyor.”117
Benzer şekilde “Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları SU” içinde de tüketim
çağına vurgu yapıldığı görülmektedir. Hatta yazar bu konuda okuyucuya doğrudan
seslenir: “Ah, okumak eyleminin biricik işçisi, ah sürat, para ve ün düşkünü 21.
yüzyılın en çileli ve güzel insanı olan Ey Okur!”118
Tüketim çılgınlığına kapılan insan zaman içerisinde değişmekte, değerlerini
de kaybederek çevresine yabancı olmaya başlamaktadır. Bu noktada Türklerdeki
değişime duyduğu şaşkınlığı yazar şöyle ifade eder:
“Tabiattaki bütün canlara eşitlikle saygı duyan, tokgözlü, vakur ve cesur o
insanlardan, bugün Anadolu’nun yaşayan bütün halklarına karışan şimdiki
‘Türk’iyeliler nasıl oldu da zekâyı kurnazlıkla, vicdanı cüzdanla, gururu
açgözlülükle karıştıran insanlara dönüştüler?” 119
“Böylece ‘yüzyılın en
sıcak yazı’, küresel ısınmanın bir sonucu olarak gündeme otururken, ne bu
116
Benni, S., Margherita Dolcevita, a.g.y., s. 57. 117
Ibid., s. 57 - 58. 118
Uzuner, B., Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları SU, a.g.y., s. 41. 119
Ibid., s. 24.
85
felâkete yol açan insanlığın artan açgözlü tüketim hırsı, ne de aynı
nedenden artan göç, kıtlık ve nüfus sorunlarına dair endişeler dile
getiriliyordu.” 120
Her iki yapıtın ekoeleştiri ve ekofeminizm penceresinden yapılan
incelemesinde ekolojik sorunlara, teknolojinin getirdiği sorunlara, ekoloji ekseninde
kadın sorunlarının üzerinde durulduğu görülmektedir. Birinde İtalya’da kırsal ve
bakir alanların betonlaşması ile beraber tüketimin insana ve doğaya getirdiği zararlar
vurgulanmakta, diğerinde ise özellikle çevre sorunlarına ve özellikle Türkiye’deki
kadın sorunlarına vurgu yapılmaktadır. “Margherita Dolcevita”nın sonunda meydana
gelen patlama ile en büyük zarar doğanın yanı sıra, insana da gelmiştir. Ekolojinin,
“Doğaya karşı elde edilen her başarının bir de bedeli vardır”121
ilkesi ile örtüşen
finalde, okuyucu kimin kazandığı değil, kimlerin kaybettiği sorusu ile baş başadır.
Sonuç itibarıyla, doğanın bütünlüğü ve her şeyin birbiriyle ilişkili olduğu
ilkesinden hareketle her iki yapıtta da olaylar insan – doğa ekseninde ve birbirleri ile
bağlantılı olarak ilerlemektedir. İnsanın yaklaşımlarının doğaya ve sonucunda
kendine yansıması, yazarların tek bir soruna değil, içinde insanın olduğu ve insanın
yaratımı olan sorunları yansıtmaktadır. Doğadaki çeşitliliğin devamı doğadaki denge
unsurlarının korunması açısından önemlidir.
Edebî yapıtlar, yazılı anlatımlar çoğu kez güncel sorunlara değinerek,
çevresel ve ekolojik sorunlar çözülemez boyutlara ulaşmadan, onların sesini
duyurmak görevini sahiplenir. İnsanların empati yaparak daha kendisine
dokunmadan sorunları gözlemleyip, önlem alabilmeleri için bir ışık tutar. Doğanın
sözcüklerle ifade edemediği ihtiyaçlarına, duygularına ses olur. Bu bağlamda
120
Uzuner, B., Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları SU, a.g.y., s. 14. 121
Kışlalıoğlu, M.,Berkes, F., Çevre ve Ekoloji, Remzi Kitabevi, 12. Basım, İstanbul, 2010, s. 26.
86
ekoeleştirmenlere, edebiyatta çevre-insan-doğa ilişkisini aktaran yazarlara,
[ekofeminist] eleştirel yaklaşımlarla, farkındalık oluşturma görevinde büyük rol
düşmektedir.
87
Aklın süsü dil, dilin süsü sözdür;
Kişinin süsü yüz, yüzün süsü
gözdür.
Yusuf Has Hâcib
4. YAPITLARDAKİ DİL VE ANLATIM ÖZELLİKLERİ
Toplumların geçmiş ve gelecekleri arasında bir köprü özelliği taşıyan,
kültürel özelliklerini sözcükler aracılığı ile yansıtan dil, iletişimin en temel
unsurudur. Yazı dilinin, anlatım gücünün bireylerde ve toplumlarda yapacağı, ortaya
çıkaracağı uyanışlardan korkulduğu için, tarih içerisinde kimi dönemlerde ya yazar
ya da yapıtların yasaklandığı görülür. Bu aslında anlatımın ve dilin gücünün ne denli
etkili olup, taşları yerlerinden ne kadar oynatabileceğini göstermesi açısından önemli
bir durumdur. Edebî yapıtlarda, yazarın anlatım dilinin etkinliği, okuyucuya aktardığı
bilgilerin, sözcükleri ile gönderdiği mesajların, insanlarda farklı düşünce ve bakış
açıları yaratması, ayrı bir farkındalık oluşturması ekoeleştirinin ilgilendiği
konulardan biridir. Bulut’un ifadesiyle, “Ekoeleştiriye göre dil, içeriğinde
toplumların düşünce sistemlerini ve değer yargılarını barındırdığına göre yazınsal
metinlerde ekolojik bilinç oluşturacak şekilde kullanılmalıdır.”122
Dolayısıyla,
insanın yaşadığı çevre ve doğa ile ilişkileri, ekolojik sorunlara yaklaşımı konusunda
dilin bir farkındalık yaratmasının önemi büyüktür.
Benni, “Margherita Dolcevita”da, kent ve yer isimlerini açıkça yazmasa da
hiciv ettiği, eleştirdiği bugünün İtalyan toplumu, çağın hastalıklarıdır. Siyah bir küpe
benzetilerek anlatılan modern ev, adeta modernleşmenin, betonlaşmanın getirdiği,
sosyal ilişkiler bağlamında insanları birbirlerinden uzaklaştırarak yalnızlığa
122
Bulut, D., Çevre ve Edebiyat: Yeni Bir Yazın Kuramı Olarak Ekoeleştiri, Littera 2005,
C. 17., s. 79-86.
88
sürükleyen akıllı binalara gönderme yapar. “Komşularımızın evi henüz inşa
edilmişti, bitmişti ve mükemmeldi. [...] siyah camdan devasa bir küp biçimindeydi,
ne kapıları ne de pencereleri görünüyordu.”123
Birinci tekil şahıs diliyle, anlatıcı
görevini üstlenmiş olan Margherita, doğa sever, çevresi ile barışık, çok güzel
yazamadığını söylese de büyüdüğünde şair olma hayalleri kuran on beş yaşına
yaklaşmış ergenlik dönemindeki bir genç kızdır. Benni, Margherita’nın gözünden,
zaman dilimi olarak içinde yaşadığı dönem üzerinden anlatımını kurgular. Genç bir
kızın neşeli, cıvıl cıvıl ve esprili anlatımı ile örülen yapıtın dilinde, yazarın kendine
özgü birçok yeni sözcük yarattığı görülmektedir. Özkan’ın “Stefano Benni’s
Ecological Fiction”124
adlı makalesinde belirttiği üzere, Benni kendine özgü tarzı ve
yaratıcı dili sayesinde İtalya’da özellikle genç neslin sevdiği bir yazardır. Öte yandan
yazarın ince bir taşlama ve kimi yerlerde mizahî bir üslup kullanarak mesajlarını
iletmesi yazarın anlatımının öne çıkan özellikleridir. Gazeteci Jonathan Coe’nun bir
makalesinde aktardığı üzere, Benni’nin kendine özgü anlatım dili, İtalyanca’ya
“benniano” olarak ifade edilen ve yazarın büyülü gerçeklik, politik yaklaşım ve hiciv
özelliğini içinde barındıran, yeni bir terim kazandırmıştır. Margherita, doğanın sesine
tercüman olmakta, kimi zaman böceklerin kendisi ile konuşuyor olduğu izlenimini
yaratmaktadır. Böylece okuyucu ile doğa arasında bir köprü, bir iletişim ağı kurarak,
doğadaki canlıları da insana eşdeğer gördüğünü hissettirmektedir.
Margherita, bugünde yaşarken arada geçmişe giderek geçmişten,
çocukluğundan kesitler aktarır. Margherita’nın kimliğinde yazarın görüşlerini,
doğaya ve doğada yaşayan tüm canlılara karşı hassasiyetini, teknoloji ve tüketim
123
Benni, S., Margherita Dolcevita, a.g.y., s. 24. 124
Özkan, N., Stefano Benni's ecological fiction, Beyond Thoreau: American and International
Responses to Nature, Tsinghua University, Pekin, Çin, 2008.
89
karşısındaki tutumunu görmek mümkündür. Margherita daha kitabın ilk sayfalarında
evinin bulunduğu çevreyi anlatırken, dünyanın kötüye doğru gitmekte olduğunu
hissettir ve bir gün yeniden doğanın sözünün geçeceğine dair içinde taşıdığı ümidi
ifade eder: “Açıkçası bir gün fabrikaların bacaları yıkılacak, nehirler kuruyacak,
otoyollar araba hurdaları ve direksiyonlara dolanmış iskeletlerle dolup ıssızlaşacak
ve papatyalar dünyanın efendisi olacak. Ve Bambina di Polvere yeniden kraliçe
olacak.”125
Margherita’nın düşüncelerindeki karışıklığı ise uykusu kaçtığında ve
kendi kendine düşünmeye koyulduğunda görmek mümkündür. Uyuyamayan
Margherita’nın huzursuzluğunu annesi fark eder ve yanına giderek, her şeyin çok iyi
olacağını söyler. Fakat bu onu yatıştırmaz. Aşağıdaki düşüncesi dünyanın iyiye
gitmiyor olduğunu işaret etmektedir:
“Çocuklar büyüyüp yetişkin olduklarında onlara çocukken anlatılanların
gerçek olmadığını hemen anlarlar ya da o eski yalanı onlar da çocuklarına
anlatır: Yani asırlardır süregelen kulaktan kulağa aktarılan herkesin
çocuklara daha iyi bir dünya bırakmak istediğini. Sonucu ise bu Yeryüzü,
bu nefret çöplüğü.”126
Ergenlik yaşındaki bir kızın hem yetişkin hem çocuk dünyasına erişebilecek
bir dil kullanması, kitabın güldürürken düşündürmesi ve özellikle ilk sayfalar
gülümseme ile ilerlerken, bir anda olayların yön değiştirip düşünceli bir sona
ulaşması, yazarın dünyanın geleceği ile ilgili vermek istediği mesaja uyumlu bir
şekilde ilerlemektedir. Yapıtın ilk bölümünde doğaya insan eli ile gelen tahribat ve
beraberinde Margherita’nın ailesindeki değişimler kimi zaman komik, kimi zaman
ironik bir üslupla yansıtılırken, anlatımın sonuna doğru esrarengiz olayların
yaşanmaya başlaması, okuyucudaki merak duygusunu sürekli canlı tutmaktadır.
125
Benni, S., Margherita Dolcevita, a.g.y., s. 11. 126
Ibid., s. 12.
90
Benni, kendisi ile yapılan bir röportajda yazma eylemini bir orkestranın farklı farklı
enstrümanları çalmasına benzetmektedir. Farklı enstrümanların bir orkestrayı
oluşturması gibi, kendisi için, hem komik hem dramatik hem trajik unsurların bir
arada yazıyı oluşturduğunu ifade eder. Komiklik ve mizah Benni için, zihinlerde soru
işareti yaratan olaylar ve durumlar üzerine düşünmeye teşvik eden, aynı zamanda
içinde sürprizleri de barındıran bir araçtır.
Benni’nin romanında, kimi yerlerde büyülü gerçeklik tarzını kullanarak, bir
takım gerçeküstü kişi ve olayları anlatıma kattığı gözlemlenir. Doğaya zarar veren
bir olay olduğunda, Bambina di Polvere’nin hayaletinin ortaya çıkması, doğanın
hayali bir bedende konuşmasını sembolize etmekte ve gerçeküstü bir durumu
yansıtmaktadır. Romanın sonundaki silahların ve bombaların patlamasından önce
Bambina di Polvere masmavi gözleri parlayarak bir duman bulutu içinde görünüp
konuşmaya başlar. Bir savaşta yok olmuş olan Bambina di Polvere yine bir savaş
sırasında ortaya çıkarak insanlara adeta doğanın mesajını iletir:
“[...] çok az bir zaman içerisinde dünyanın o uzun süren çocukluğunu yok
ettiniz, o hepimizindi, onu bizden çaldınız. Artık evlatlarımız olmayacak.
Kendimizi sizlerden korumak için telaşla büyüyeceğiz. Kısa süre sonra
sizin silahlarınızı kullanmayı öğrenip, sizinle savaşacağız. Askercilik
oyunlarımız gerçek savaşa dönüşecek”.127
Teknolojik gelişmelere ve çağın hastalığı diyebileceğimiz tüketim çılgınlığına
sık sık gönderme yapan Benni, cep telefonlarından iletilen kısa mesajları, dev ekran
televizyonları, küp şeklinde tasarlanmış modern çağ konutlarını, botoks yaparak genç
kalmaya çalışanları, saç ektiren insanları romanına dahil ederek, insanların esir
olduğu teknolojinin ve şuursuzca girdabına kapıldığı tüketimin, hem kendisine hem
127
Benni, S., Margherita Dolcevita, a.g.y., s. 201.
91
de ilişkilerine verdiği zararları ortaya koyar. Benni’nin bir röportajında da ifade ettiği
gibi, kazanmak mümkündür, fakat bu bir kurtuluş değildir. “Margherita
Dolcevita”da, doğa ve üstündeki canlılarla, kendi ihtiyaçları ve arzularını
gerçekleştirmek için neredeyse savaşa girmiş olan insanlar, aslında bu savaşın galibi
değillerdir. Yenen taraf yoktur, fakat insanoğlu daha iyi bir gelecek için doğru yönde
adımlarını değiştirebilme gücüne sahiptir. Doğaya gereken değer ve saygı
gösterilmezse, doğanın insanoğluna göstereceği tepkiyi ve vereceği yanıtı göstermesi
bakımından kitabın final kısmı açık uçlu olarak okuyucunun yorumuna bırakılmıştır,
denebilir.
“Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları SU”da ise Uzuner, Benni gibi
bugünü ve günümüzdeki çevre ve ekolojik sorunları, bir anlatıcının aracılığı ile
aktarır. Yazar, roman anlatıcısı olarak, kitabın başında ve sonunda iki kez araya girer
ve okuyucuya seslenir:
“Ey bu kitabın pek değerli okuru! [...] Dünyanın herhangi bir yerinde ve
herhangi bir yüzyılında yirmi beş yıl kadar yaşamış biri, cehennemin bu
dünyada olduğunu artık öğrenmiş, insanlık tarihi boyunca insanın en büyük
düşmanının yalnızca insan olduğunu da çoktan fark etmiş olmalıdır.”128
Bu seslenişte, insanoğluna tarih boyunca en büyük zararı yine kendisinin
verdiğini vurgulayarak, insan davranışlarının yaşanan olumsuzlukları yarattığına
işaret eder. Uzuner, insanoğlunun giderek doğaya karşı duyarsızlaşmasını, değersiz
görmeye başlamasını gerçek yer ve mekân isimlerini belirterek kurguladığı olaylar
çerçevesinde anlatmaktadır. Okuyucuya gerçek bilgiler aktararak, iletmek istediği
mesajı Türklerin geçmişteki geleneklerine bağlayıp, insanın doğaya geçmişteki
128
Uzuner, B., Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları SU, a.g.y., s. 39.
92
yaklaşımı ile bugünkü yaklaşımının karşıtlığını sunarak verdiğini saptamak
kanımızca yanlış olmaz. Roman boyunca Şamanlık dönemindeki doğaya yaklaşım ile
bugün arasındaki uçurum gözler önüne serilmektedir. Uzuner, bir TV programındaki
söyleşisinde Dede Korkut’un Kam oluşundan bahsedip, Türklerin Şamanlığa
“Kamanlık” dediğini, bu romanı ile insanların bir dönem sahip oldukları vicdanı
hatırlamalarını arzu ettiğini belirtmektedir. Türkler kendilerini Şamanlık geleneğinde
doğaya yakın görüp, bir ağacı keserken bile izin alırlarken bugün gelinen noktada,
doğa ile ilişkide kimi zaman şiddet unsurlarına rastlanması üzücüdür. Türklerin
geleneklerinden yola çıkan yazar, roman boyunca tek bir coğrafyayı ele alırken,
aslında dünyanın pek çok farklı yerinde yaşanan sorunlara dikkat çekmektedir.
Sürekli olarak mevsimin yaz, hatta yüzyılın en sıcak gününün İstanbul’da yaşanıyor
olduğu belirtilmekte, küresel ısınma sorunu vurgulanmaktadır. Zaman içinde
insanların geleneklerinden kopup, kendilerini ve doğayı eşdeğer görmekten
uzaklaşarak doğada hegemonya oluşturması, kendini her şeyin üstünde ve hakim bir
konumda görmesi, roman boyunca üzerinde durulan konulardır. Uzuner’in özellikle
değindiği ve romanında da belirgin biçimde kendini hissettiren bir nokta da, sömüren
ve şiddet uygulayan tarafın eril güç olduğudur. Erkek hem doğaya şiddet
uygulamakta hem de buna koşut olarak kadını ezmektedir. Denizdeki yunus balığını
yaralayan bir erkektir; sahaf Semahat erkekler tarafından rahatsız edilmemek, göze
batmamak için adeta erkeksi bir giyim tarzını seçmiştir; Defne Kaman yine bir erkek
tarafından zarar görecek endişesiyle ortadan yok olmuştur.
Öte yandan Uzuner, anlatımında romanın akışı içinde yazar kimliği ile
okuyucuyla doğrudan iletişime geçerek, ona seslenmesi, okuyucuyu hikâyeye
yaklaştırmaktadır. Okuyucunun yaşanan olay, çevre, mekân, doğa ile kendini daha
93
kolay özdeştirmesine imkân vererek, iletilen çevreci mesajların zihinlerde daha kolay
yer etmesini sağlamaktadır.
Sade ve yalın bir anlatımın, polisiye bir tarz ile harmanlandığı romanda,
olaylar çevreci bir gazetecinin kaybolması çerçevesinde gelişir. Gazeteci Defne
Kaman, “Çevre katliamları, sağlık ticareti, kaçakçılık, çocuk ve kadın tacizleri,
namus cinayetleri gibi çok önemli konuları didik didik araştırıp”129
yazmaktadır.
Kaybolduğu sırada özellikle kadınlara uygulanan şiddet üzerine araştırma
yapmaktadır. Bu noktada yazarın, ekofeminist bakış açısıyla kadına uygulanan şiddet
ile doğa üzerindeki şiddeti bir arada yansıttığını söylemek mümkündür. Yazar, sık
sık kadına uygulanan şiddete değinir: “Eski kocaların, karılarına yaptıklarını bir
duysanız insanlığınızdan utanırsınız, inanın...”130
Türkiye’de kadınların kocalarından
şiddet görmesini yansıtan yazar, son yılların acil çözüm beklemekte olan en önemli
toplumsal sorunlardan birini aktarır. Kadının ekonomik durumu, erkeğe bağımlı
olması, yetersiz eğitim, sosyal durum ve gelenekler, kadının şiddete maruz kalma
ve kocasından ayrılamama nedenlerinden bazılarını oluşturur.
“[...] Ülkemizde boşandıkları karıları sığınma evinde kalan eski kocalar çok
tehlikeli olabiliyorlar. Kadın cinayetlerinde dünya üçüncüsüyüz galiba...”131
diye
ifade eden yazar, Türkiye’deki kadın sorunlarından en önemlilerinden birini gerçek
verilerle romanda paylaşmaktadır.
Hem Benni’nin hem Uzuner’in incelenen yapıtlarında, doğaya simgesel
anlamlar yüklenmediği ve dilin doğayı, doğadaki canlıları birebir tasvir ettiği,
anlattığı görülmektedir. Yapıtlar ekoeleştirel açıdan, dilin ekolojik yönden bir
129
Uzuner, B., Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları SU, a.g.y., s. 47. 130
Ibid., s. 7. 131
Ibid., s. 9.
94
farkındalık oluşturma yönülye değerlendirildiğinde, her iki yapıtta da kahramanlara
verilen Margherita (Papatya), Defne, Umay, Giacinto (Sümbül) gibi isimlerin doğayı
çağrıştırması, kedi, köpek, yunus balığı, cırcır böceği, solucan gibi hayvanların
isimlerinin açıkça ve hatta bazılarının hissedebilecekleri duyguları ile aktarılmaları,
kavak ağacı, kayın ağacı gibi ağaçların cinsleri ile belirtilmesi, doğanın ve üstünde
yaşayan canlıların gerçekliğini okuyucuya yansıtarak bir bilinçlendirme, doğayı
insana yakınlaştırma görevi görmektedir. Diğer yandan Benni, renkleri ifade
ederken, “bakla yeşili, patlıcan rengi, kırmızı acı biber rengi” şeklinde belirterek her
birini doğadaki bir bitki veya hayvan ile ilişkilendirirken, aynı yaklaşım Uzuner’in
yapıtında da, “adaçayı renkli keten entari, çağla yeşili göz” gibi betimlemelerde
görülmektedir.
Dilin insanı doğa ile bütünleştirici işlevini Bulut şöyle ifade eder:
“Ekolojinin bütünsellik ilkesinden faydalanarak dili dış dünyadan ayırmanın
tamamen yanlış olduğunu, insanların dillerini doğal çevreleriyle etkileşimleri sonucu
geliştirdiklerini savunur. Bu sebeple dil insanı doğadan uzaklaştırmak yerine, onları
doğayla etkileşim içine girmeye teşvik ederek, doğaya yakınlaştırmalıdır”.132
Her iki
yapıtın da aynı şekilde okuyucuyu dil ve anlatım unsurları yönünden doğaya
yaklaştırdığını söylemek mümkündür.
132
Bulut, D., Çevre ve Edebiyat: Yeni Bir Yazın Kuramı Olarak Ekoeleştiri, Littera 2005,
C. 17., s. 79-86.
95
Sorunları, onları yaratırken
kullandığımız düşünce tarzını
kullanarak çözemeyiz.
Albert Einstein
6. DEĞERLENDİRME VE SONUÇ
Dünyada çevre hareketlerini etkileyen kuramlar, felsefi akımlar, düşünce
biçemlerinin temelinde, doğayı koruma, ve kaynakların sağlıklı kullanımını
sağlayarak, sürdürülebilir bir gelecek yaratma çabası yatar. Ekolojik sorunlar,
doğadaki kaynakların tükenme tehlikesi içinde olması, özellikle insan faaliyetlerinin
sonucudur. Dolayısıyla dünyamızı tehdit eden ekolojik kriz, kendi kendine ortaya
çıkmadığından, aynı şekilde kendiliğinden yok olması da mümkün değildir.
İnsanoğlunun doğadaki kaynakları bilinçli ve sürdürülebilir bir dünya
hedefiyle kullanması hem bugünümüz hem geleceğimiz için büyük önem
taşımaktadır. Küresel ısınma, çevre kirliliği, kadına uygulanan şiddet, doğal afetler,
ormansızlaşma, iklim değişiklikleri, nesli tükenen canlılar, toprağın verimsizleşmesi,
hormonlu gıdalar gibi insan-çevre ilişkisinden kaynaklanan sorunlar artık gündelik
yaşantımızda sürekli duyduğumuz konular haline gelmiştir. Bilimin bir çok dalında
ele alınan ve çözüm yolları üretilmeye çalışılan ekolojik sorunlarla ilişkili olarak,
edebiyat yoluyla bireyleri bilinçlendiren ekoeleştiri, dünyamızı tehdit eden çevresel
sorunların farkına vararak, çözümler üzerinde düşünmemizi ve uğraşmamızı
sağlayan en etkin yollardan biridir. Ekoeleştiri, edebî yapıtlarda ve metinlerde
doğanın nasıl yansıdığını ve ekolojik değişimlerin, doğadaki tahribatın insan olan ve
olmayan bütün varlıklara yansıyan etkilerini, çevre merkezli ve eşitlikçi bir anlayışla
incelemektedir.
96
Bulut’un deyişiyle, “Toplumsal ve kişisel bazda radikal değişiklikler öngören
ekoeleştirel kuram, insan düşüncelerini şekillendirip, yönlendirme gücüne sahip olan
edebiyata çevre bilincinin yerleştirilmesi konusunda çok önemli roller yükleyerek,
doğayla dost yeni bir dünya görüşü” için çalışmaktadır.
Ekoeleştiri penceresinden incelemesi yapılan Stefano Benni’nin “Margherita
Dolcevita” ile Buket Uzuner’in “Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları SU”
romanlarında, doğadaki bütün insan olan ve olmayan varlıkların birbirleri ile
etkileşimlerini görmek mümkündür. Yapıtlarda doğanın birçok kavram içerisinde ele
alındığı görülmektedir: küresel ısınma, mezhep ayrılıkları, kadına uygulanan şiddet,
hayvan hakları, aşırı tüketim, betonlaşma, teknoloji tutkunluğu. Yapıtlarda, kimyasal
ilaçlamanın doğadaki canlılara zarar vermesi, insanların aşırı tüketime kapılmaları,
çevreye karşı duyarsızlaşma, kadına uygulanan şiddet, teknolojiye neredeyse bağımlı
duruma gelen insanların, sosyal ilişkilerinde ikiyüzlü ve bencil davranışlar
sergilemesi özellikle vurgulanan noktalardır. Tüm bunlar doğadaki dengelerin
bozulmakta olduğunu gösteren nedenler ve sonuçların bir kısmı olarak
değerlendirilebilir. Öte yandan, bencilleşerek sağlıksız sosyal ilişkiler içine
düşenlerin, doğaya karşı da duyarsız olduklarının gözlemlenmesi, doğa ve psikoloji
arasındaki derin ilişkiyi de ortaya koymaktadır. Feminist görüşün, ekolojik sorunlara
kadın sorunsalı üzerinden yaklaşan kolu olan ekofeminizm, kadına uygulanan şiddet
ve kadının maruz kaldığı olumsuz şartların doğanın tahribatı ile koşutluk gösterdiğini
savunmaktadır. Özellikle ataerkil düzen, hem kadını hem doğayı hakimiyet altına
almaya çalışmakta, kadını ve doğayı ötekileştirmektedir.
İncelemesi yapılan her iki yaptın ortaya koyduğu, insanın doğaya verdiği
zarar ile en büyük kötülüğü kendine yapıyor olduğudur. Gözlemlenen olaylar
97
çerçevesinde durumun çaresiz olmadığı ve insanın doğaya, üzerinde yaşayan tüm
canlılara saygılı, duyarlı olması ile umudun var olduğu söylenebilir.
Ekoeleştiri kuramı, çevre ve ekolojik sorunların ve doğanın edebiyat yoluyla
farklı açılardan ve geniş bir çerçevede incelenmesini sağlar. Ekoeleştiri
çalışmalarında doğa, artık bir fon, bir manzara, yazarın sığınağı olarak görülmekten
çıkar ve kendini ifade eden, adeta konuşan bir özne durumuna gelir. Günümüzde
giderek artan ekolojik sorunlara bireyler olarak nasıl iyileştirici ve yapıcı yönde
destek olabileceğimiz ise bu konuda bilgilenerek, aydınlanarak, zihinlerdeki yanlış
düşünce kalıplarını yıkarak mümkün olacaktır. Edebiyatın ve sözcüklerin iletişim
gücünden hareketle, insanların okuduğu yapıtlardaki kişi ve olaylarla kimi zaman
kendisini özdeşleştirmesi, empati kurabilmesi, her bir yapıtı kendi gözünden
yorumlaması, kendini hikayenin bir parçası olarak görmesi ile gezegenimizdeki
sorunları daha yakından anlayabilecek, çözümün parçası olarak neler yapabileceği,
hangi adımları atabileceği konusunda bilinçlenecektir. Ekoeleştirinin bu alandaki
işlevi, insanı ve doğayı eşdeğer gören bir yaklaşımla, edebiyat alanında,
insanoğlunun gezegenimizde kendi yarattığı tahribatı görmesini sağlamak ve bu
yönde iyileştirici çalışmalara gücü yettiğince ve elinden geldiğince destek olarak,
yeşil bir dünyanın korunmasına çalışmaya teşvik etmek olmalıdır.
Benni, “Margherita Dolcevita” ile bize XXI. Yüzyılın İtalya’sında göze
çarpan yönetici sınıfın davranışlarını, çevre politikalarını, televizyonun insanlar
üzerindeki etkisi ile beraber, doğayı yok etme pahasına, kapitalizmin yarattığı ve
sunduğu karşı konulmaz tüketime insanoğlunun nasıl yöneldiğini ortaya
koymaktadır. Okuyucuyu bu konularda düşünmeye yönlendirmektedir. Maddi olarak
refah içinde olan insanların, en yakın komşularını etkilemesi ve neredeyse insanların
98
duygusuzlaşarak robotlaşması, Benni'nin kimi zaman üzüntüyle, kimi zaman
gülümseyerek okunan satırları içinde beden bulurlar. Benni'nin karakterleri, zaafları
ve tutumlarıyla, bakınca toplumun kendinden bir parçayı görebileceği ayna
görevindedir. Her bir karakter, günlük yaşamdan okuyucuların karşılaşacağı türden,
etten kemikten, bizden biri, yanı başımızdaki arkadaşlarımızdan, komşularımızdan
biridir, sanki. Yaşanan sorunlar sadece İtalya’nın değil tüm dünyanın karşı karşıya
olduğu sorunlardır. Benni’nin tablosunu çizdiği, şehir dışında, yeşilin bol olduğu
ufak yerleşim birimine, daha temiz hava solumaya ve doğa ile iç içe olmaya gelmiş,
refah seviyesi yüksek, parası bol bir ailenin taşınması, günümüzde kırsala doğru
yayılan şehirleri anlatır. Yeni gelen komşuların fiziksel çevrelerinden tamamen
soyutlanmalarını sağlayan modern küp biçimli evleri ve kendilerine güvenlikli bir
alan yaratma çabasıyla, yeşili nasıl yok ettiklerini görmek mümkündür. Benzer
durum eko-eleştirmen Slovic'in, Nevada’da gerçeğe dayalı gözlemlerinde de yer
bulur. Slovic, para yönünden güçlü insanların doğal alanları kendilerine
kapattıklarından, başka insanların artık buraya erişemeyeceklerini anlatırken, söz
konusu durumun ne kadar evrensel olduğunu görebilmek mümkündür. İnsan, diğer
tüm canlılardan farklı olarak yaşadığı mekânı kendine göre değişime uğratır. Kimi
zaman anlatılan mekânların adlarının verilmemesi, okuyucunun kendini romanın
derinliği içinde o tablonun bir parçası olarak görmesini sağlar.
Benni, insanın doğayı sömüren tutumunun devam etmesi durumunda sonun
yakın olduğu mesajını vurgulamakta, bozulan ve korunabilen değerleri ise henüz
yetişkinliğe adım atma aşamasında olan saf bir kızın dünyası üzerinden, tüketime
kapılmamış duruşu ve doğadaki tüm canlılarla kendisini eşdeğer gören davranışları
ile anlatmaktadır. İnsanoğlu, attığı adımlarda, tüketimlerinde, çevresini fiziksel ve
99
sosyal açıdan değişime uğratarak, kendine güvenli bir dünya yaratırken hangi
alanlara dokunduğuna, bozduğuna dikkat etmeli, tüm canlı ve cansız varlıkların
geleceği için seçimlerini büyük bir hassasiyetle yapmalıdır. İhtiyaç dışı yapılan
tüketim, toprağa, suya, havaya zarar vermekte, aynı zamanda insanların ruhsal
durumunu da etkileyerek sosyal ilişkilerde de olumsuzluklara neden olmaktadır.
İnsanın doğadan uzaklaşması, kişisel ilişkilerine bir yapaylık, samimiyetten
uzaklaşma şeklinde yansır. Benni, bu durumu Del Bene ailesi üzerinden anlatır.
“Margherita Dolcevita”da zıt karakterler görülür: biri mutlu ve huzurlu, çevresiyle
barışık bir hayatı olan, diğeri ise parasal yönden güçlü, teknolojinin ve çağın
sunduğu tüm yenilikleri uygulamanın peşinde ve hazzında olan aile bireyleri karşı
karşıya gelerek okuyucuya insan merkezli ve çevre merkezli yaklaşımın farkını
sunar. “Margherita Dolcevita”da aktarılan yaklaşımlar çerçevesinde, seçimin bizlere
ait olduğu, bencilce yaklaşımların sadece doğaya değil, en yakın çevremizdeki, en
sevdiğimiz insanlara bile zarar verdiği mesajını yazar açıkça ortaya koymaktadır.
Aynı yapıtta, insan merkezli yaklaşımın olumsuz sonuçları vurgulanırken,
genç doğa Bambina di Polvere'nin sesinde ve varlığında beden bulur. Benni, masalsı
bir karakterin rehberliğinde, doğanın insana eşdeğer hissedilmesini ve onun yaşayan
bir varlık olarak görülmesini sağlar. Doğa tasvirleri, çayırdaki doğal yaşam,
böcekler, kelebekler yazarın kanlı canlı anlattığı karakterler, her bireyin etrafında
göreceği türden mekânlar, ağaçlar, ırmaklar fiziksel ve biyotik çevreyi okuyucuya
yaklaştırmakta, doğaya değer ve önem vermesi gerektiğini ifade eden sonuçları
kavramasına teşvik etmektedir.
İlkbaharda doğa yenilenir, toprak yenilenir, bitkiler yeniden doğar, yeşerirler.
Benni, doğanın doğuşunu simgeleyen ilkbahar ile insanın önünde yeni gelecek
100
günleri, daha iyiye doğru değiştirilebilecek bir yaşamın var olduğunu ifade eder.
Yeniden bir doğuş olacağına dair Benni, adeta mevsim üzerinden zihinlere bir
yönlendirme yapmaktadır. Karamsar olarak değerlendirebilecek unsurlarla bezenmiş
olan hikâyenin içinde, yazar neşeli bir karakter olan Margherita aracılığıyla, hâlâ bir
ümit bulunduğuna dair mesajları ileterek, davranışlarımızı değiştirirsek dünyamızı
koruyabileceğimiz düşüncesini belleklere yerleştirir.
Ekolojinin her şeyin birbiri ile ilişkili olduğu prensibinin nasıl işlediği, peşi
sıra akan olaylar aracılığıyla açıkça ortaya konmuştur. Öyle ki insanın doğadan
kopuşu sosyal çevresinde de kopmalara neden olmaktadır.
Diğer yandan, Derin Ekolojinin ilkelerinden olan ekosistemdeki tüm
canlıların birbirleriyle eşdeğer sayılması, çeşitliliğin korunmasını da ifade eder. Her
bir canlının doğada ayrı bir işlevi vardır. Bu işlevleri sayesinde her biri bir başkasının
korunmasını, gelişmesini ya da doğal yolla elenmesini sağlamaktadır. Solucanları
örnek alırsak, toprağın altında açtıkları ince yollarla toprağın hava almasını
sağlayarak erozyonun önlenmesine katkıda bulunurlar. “Margherita Dolcevita”da
çayırda zararlı böcekler için yapılan kimyasal ilaçlama, doğal yaşam ortamları çayır
olan canlıları, özellikle de minik böcekleri yaşam alanlarından ayırmıştır. Çevreye
duyarsız komşuların gelişi ile ağaçlar kesilmiş, bahçe özgün halini kaybetmiştir.
Kesilen ağaçların yerine yapay bitkilerin konması, insanın kendini kandırmasından
başka bir şey değildir, aslında. Bir yandan doğal oksijen kaynağını yok eden insan,
diğer yandan hava temizleme cihazı kullanmaya çalışmaktadır. İnsanoğlunun içinde
bulunduğu bu çelişkili durumun trajikomikliği “Margherita Dolcevita”da hikâye
boyunca görülmektedir. Yazarın ironik üslubu okuyucunun ilgisini canlı tutmakta ve
olayların nereye varacağını merak etmesini sağlamaktadır.
101
Edebiyat, hangi coğrafyada ortaya konmuş olursa olsun, en etkin iletişim, en
derin bilgi paylaşım alanı olma özelliği sayesinde çok büyük kitlelere ulaşarak,
insanların düşünce kalıplarında değişimler yaratabilme gücüne sahiptir. Ekoeleştiri
bağlamında karşılaştırılan yapıtlardan biri Türkiye’de, biri ise İtalya’da kaleme
alınmış olmasına rağmen, her ikisi de kimi benzer kimi farklı açılardan günümüz
toplumunun, günümüz dünyasının karşı karşıya bulunduğu çevre sorunlarını, kendi
coğrafyalarının kültürel unsurları ve kültürün ayrılmaz parçası olan dil özellikleri ile
birleştirerek aktarmaktadır.
Diğer yandan, kadının ezilmesini doğanın sömürülmesi ile birlikte aynı
paralellikte ele alan ekofeminist görüşe göre, doğa ile sağlıklı ilişkiler kurmak aynı
zamanda kadınlara uygulanan baskıların kalkmasıyla mümkün olabilecektir.
Hiyerarşik düzen içinde kadın/erkek, kültür/doğa, insan olan/olmayan, beden/zihin
gibi ikilemler devam ettiği ve eşitlikçi bir yapı olmadığı sürece hem doğanın hem
kadının sömürüsü son bulmayacaktır. Özellikle ataerkil ve kapitalist düzenin
sonuçlarından olan, kadının ezilmesi, baskı görmesi, ayrımcılığa ve şiddete maruz
kalması günümüzde çözüm bekleyen en önemli kadın sorunlarıdır ve çevre sorunları
ile yakından ilişkilidir. Araştırmalara göre, bugün Türkiye’de her 10 kadından 4’ü
şiddete maruz kalmaktadır. Sayılar ülkeye göre değişkenlik gösterse de bu durum
sadece Türkiye’nin sorunu değildir. İster Amerika, ister Hindistan olsun kadınların
şiddet görmesi küresel bir sorundur. Çevreci feministlere göre kadın ve erkeğin eşit
değerde görülmemesi ve çağlar boyunca erkek gücünün doğayı da tahakküm altına
almış olması, kadının gördüğü şiddetin temelinde yatan nedendir. Ekofeminizm,
aynı anda hem basit hem çok yönlü uzantıları ile geniş bir çerçeveyi kapsamakta
olup, temelinde doğa-kadın ilişkisi ve sömürüsünün koşutluğuna odaklanarak, çözüm
102
yollarının üzerinde durmaktadır. Ekofeminizmin, ekolojik sorunlar bağlamında
kadını ön plana çıkararak kadın hakları için mücadele ettiğini söylemek mümkündür.
Kadın-erkek, cinsiyet ve sınıf ayrımı yapılmaksızın, sosyal sorunların ele alınması,
ekolojik ve çevre sorunlarına yaklaşılması sürdürülebilir bir dünyanın gelişmesini
sağlayacaktır. Kadının ayrı bir yere konması, ekolojinin bütünsellik ilkesi
çerçevesinde, ikilemlerin aşılması noktasında engel oluşturmaktadır. Kadının doğaya
yakın duruşu onu doğaya karşı daha duyarlı yapmaktadır. Uzuner'in kitabında
kadınların Şaman kültüründe, bitkilerin iyileştirici güçlerini kullanan şifacılar olarak
doğaya ne denli yakın oldukları anlatılır.
"Uyumsuz Defne Kaman'ın Maceraları SU"da, kadın karakterlerin sayısının
fazla olduğu görülür. Ana karakterlerden gazeteci Defne Kaman, cinsiyet ayırımı ve
toplumsal cinsiyet sorunları ile ilgilenmekte, kaybolduğu sırada da kadına şiddet
konusu üzerine araştırma yapmaktadır. Yazar özellikle kadın sorunlarını ekolojik
sorunlarla bir arada ele alarak, okuyucuyla ekofeminist düşünce bağlamında iletişime
geçmektedir.
Çağdaş Türk kadın yazarlardan Buket Uzuner’in kaleme aldığı ve yaşamsal
ihtiyaçlarımızdan suya övgünün vurgulandığı kitapta, Türk toplumu ve kültürel
unsurları dikkat çekmektedir. Yazarın söyleşilerinde belirttiği, evreni oluşturduğuna
inanılan dört ana elementten su, toprak, hava, ateşin her birinin ana eksenini
oluşturacağı dörtleme olarak planlanan romanların ilkinde, evrende her şeyin
başlangıcında suyun bulunduğu anlatılır. Doğan bebeklerin bile ilk olarak su ile
yıkandığı belirtilerek, suyun şifa özelliği paylaşılmakta, Türklerin İslamiyet öncesi
Şaman geleneğinden başlayarak Anadolu’daki yerleşimlerinden bugünlere değin
suyun kutsal görüldüğü belirtilmektedir. Şaman kültüründeki doğa sevgisi ve doğaya
103
verilen değer anlatılırken, unutulan değerler hatırlatılarak, doğaya, üstündeki bütün
canlılara gerek cinsiyet gerek insan olan ve insan olmayan ayrımı yapılmaksızın,
saygılı bir yaklaşıma çağrı yapılmaktadır.
Yapıtta, hayvan haklarına da değinilerek, sokak hayvanlarına karşı korumacı
bir davranışa sevk eden görüşlerle beraber, özellikle Marmara Denizi’nde yaşayan,
giderek nesli tükenmekte olan Yunus balıklarının korunması konusu ön plana
çıkmaktadır.
Küresel ısınmanın, iklim değişikliklerinin insanların, bitkilerin, canlıların
yaşamında neden olduğu değişimler, hayvanlara kötü muamele edilmesi, aşırı
tüketimin neden olduğu sorunlar dünyanın her bir ayrı noktasında vardır. Bugün
ekolojik sorunlar nedeniyle yaşlanan, Benni'nin açıkça görmemizi sağladığı gibi
sadece gezegenimiz değil, çağın tüketim girdabına kapılmış, etrafına verdiği
zararların ne derece olduğunun bilincine varamayan insanoğludur, aynı zamanda.
Uzuner’in aşağıdaki ifadesi bugünkü durumu özetler niteliktedir:
“İnsanların birbirlerini kolayca ve çabucak yargıladığı, kimsenin
kimseye ayıracak vaktinin olmadığı, gözlerin sadece bayram
etmek için baktığı, dünyanın ‘körler ülkesi’ne dönüştüğü, acının
ve sevginin pazarlandığı zamanlarda yaşadığını fark etmek, hangi
yaşta olursa olsun, yaşlanmaya başlamaktır.”133
İki farklı dil ve kültürel çevrede yazılmış olan yapıtlar, çevre ve ekolojik sorunların
yerel değil, küreselleşmiş sorunlar olduğunu ortaya koymaktadır. Okuyucu Benni’nin
hikâyesinde, insan merkezli tutumun sonuçlarını, aşırı tüketime kendini kaptıran
insanların davranışlarında oluşan farklılıkları görmekte, yazarın dilinin akıcılığı,
ironik üslubunun sayesinde metindeki durumlarla kendini kolaylıkla 133
Uzuner, B., Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları SU, a.g.y., s. 21.
104
özdeşleştirebilmektedir. Uzuner’in yalın anlatımında ise, okuyucu Türkiye’nin en
büyük metropolü özelliğine sahip İstanbul’un yaşadığı değişimleri gözlemlemekte,
Kadıköy'ün sokaklarında dolaşarak, kendi coğrafyası üzerindeki sorunların ne kadar
yakınında olduğunu hissedebilmektedir. Uzuner’e göre İstanbul, “Vahşi bir balinaya
benzeyen 15 milyonluk”134
bir şehirdir. Yazar tarafından gerçek yer isimlerinin
kullanılmış olması, her ne kadar okuyucuyu coğrafik yer konusunda sınırlandırmış
gibi görünse de, yaşanan sorunların küresel ısınma ile ilişkili olduğunun
vurgulanması, daha evrensel bir sorgulamaya çağırmaktadır.
Mevlâna’nın tüm doğayı ve canlıları eş değerde görerek kucaklayan
görüşünden, Ortaçağ dinsel şiirinin en önemli isimlerinden Assisi'li Aziz
Francesco’nun, “Il Cantico del Frate Sole”de ele aldığı ve öğretilerini yansıtan, güneş
ve yıldızlardan, doğadaki tüm hayvanlara varana kadar, Tanrının yaratımı olan
doğadaki bütün varlıklara derin bir kardeşlik duygusu içinde yaklaşması yüzyıllar
öncesinden günümüze ışık tutarak, bizlere yol göstermektedir. Geleneksel
Hristiyanlık anlayışı olan Tanrının insanda tezahüründen dolayı insanın doğanın
üstünde ve doğaya hakim olan varlık şeklinde görülmesi, Aziz Francesco'nun
öğretilerinde yer almaz.
Edebiyatta doğanın bütün yönleri ile aktarımı, etkin bir çevre eğitimi için
esastır. Her bir bilim dalı ile ilişkili olan ekoloji konusunda, bireylerin bilinçlenmesi
anlamında edebiyata ve bu alandaki çalışmalara büyük görev düşmektedir. Edebiyat
okuyucuya okudukları ile özdeşleşmesini sağlayarak, günlük yaşamı içerisinde belki
de üzerinde durup düşünmediği, kendisine henüz dokunmadığı sorunların er ya da
geç kendi kapısını da çalabileceğini fark ettirmektedir. Edebiyat, belki ekonomistler,
134
Uzuner, B., Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları SU, a.g.y., s. 10.
105
politikacılar, mimarlar ya da sanayiciler kadar taşları yerinden hızlı oynatamayabilir,
ama bu taşların yerlerinden kımıldaması için sözcüklerin gücünü kullanarak
zihinlerde farkındalık yaratabilir, insanın bireysel gündelik faaliyetlerinde, davranış
ve tutumlarında çevreci bir yaklaşımı benimseyerek, tüm canlılara eşit değerde saygı
gösterilmesini ve dünyanın korunmasına yardımcı olmayı sağlayabilir.
İnsan, evrendeki tüm canlı ve cansız varlıklar gibi, doğanın bir parçasıdır.
Thoreau’nun ifade ettiği gibi, insanın hiçbir ayrıcalığı yoktur ve sonradan gelen
birinin mütevazılığında davranmak durumunda olduğu dünyada diğer canlılardan
farklı değildir. Her canlının doğal kaynaklardan eşit yararlanma hakkı olduğunu
unutmamak ve doğa ile uyum içinde yaşamak üzere sürdürülebilir bir dünya için
azami duyarlılık gösterilmelidir.
Ekolojik ve çevresel sorunların nedenleri, çözümleri her ne kadar bilimin
alanına giriyor olsa da, bunların gerçekleşmesinde insan faktörünün en etken unsur
olması nedeniyle, aynı zamanda kültürel alana da girmektedir. Ekoeleştiri bu
bağlamda, edebiyat alanındaki çalışmaların incelenmesi ile bir farkındalık
oluşturmakta, odağı çevre ve ekoloji sorunlarına çevirerek insanları sorunlar
konusunda bilinçlendirmekte ve çözümün bir parçası olmaya yönlendirmektedir. Öte
yandan, insanların sosyal statüleri üretim araçları karşısında aldıkları pozisyona göre
belirlenmektedir. Kanımızca, söz konusu statü farklılıklarının cinsiyetle ilişkisi
olmadığı düşüncesinden hareketle, öznesi insan ve doğa olan ekoeleştirinin de
cinsiyeti yoktur, demek mümkündür.
Uzuner’in erkek şiddetini ön plana çıkaran söylemleri, kadınların
ezilmişliğine yapılan vurgu, ana karakterleri kadınların oluşturması, kadınların
106
Şaman kültüründeki yerine yapılan vurgulama, yazarın kadın kimliğini
hissettirmektedir. Benni’de ise olaylar Margherita’nın sözcükleriyle, henüz yetişkin
olmayan bir genç kızın bilgece ve doğa sever yaklaşımı ile anlatılırken, yazarın kendi
kimliğini ortaya koymak açısından bir kaygı taşımadığını söylemek mümkündür.
Oppermann’ın Slovic’ten aktarımıyla, “Çağdaş doğa yazınının en önemli
konularından biri, bu edebiyatın okurun doğaya yaklaşımında nasıl somut
değişimlere ve onu çevresel olarak nasıl doğru davranışlara yönelteceği
konusudur.”135
Ele alınan konular incelendiğinde, “Margherita Dolcevita”, okuyucuya birden
çok mesaj vermekte, insanoğlunun sadece kendini düşünerek, merkeze kendini
koyduğu bir yaklaşımla doğaya vereceği zararları, ironik bir üslup ve kimi zaman
masalsı öğelerle birlikte aktarmaktadır. “Margherita Dolcevita”da yeni gelen
komşuların Margherita’nın ailesini, alışkanlık ve görüşlerini materyalist ve tüketime
özendirici bir şekilde nasıl etkilediğini yazar net bir şekilde yansıtır. Reklâm,
kampanya ve albenili tanıtımlarla onu daha fazla harcamaya teşvik eden kapitalizmin
üretim araçlarının yönlendirdiği günümüz insanının, tüketim girdabı içerisinde
robotlaşmaya başladığı görülmektedir. Konuşmak yerine cep telefonu mesajları ile
haberleşme, televizyonun ve internetin sunduğu engin bilgi erişim araçlarıyla,
insanlar birbirlerine iletişim anlamında yakınlaşırken, duygusal anlamda
uzaklaşmaktadır. Televizyonun yarattığı bağımlılık, çocukların cep telefonu
kullanımı Benni’nin yapıtında yarattığı olumsuz etkiler ile ortaya konmaktadır.
Benni'ye göre dünya bombalar, zehirler ve insanın kötü kullanımı yüzünden aniden
135
Oppermann, S., Doğa Yazınında Beden Politikası, İstanbul, Akşit Göktürk Anma Toplantısı,
15-17.03.2006.
107
yaşlanmış ve yüzü kırışıklıklarla dolmuştur. Aşırı tüketime ve teknolojinin sunduğu
araç-gereçlerin kullanımına çokça değinen Benni, günümüzde teknolojinin, kişisel
yaratım, değiştirme ve seçme yetileri gibi her tür yeteneğin düşmanı olarak
göründüğünü ifade etmektedir.
Hem İtalyan hem Türk edebiyatından iki yapıtın ekoeleştiri kuramı
çerçevesinde karşılıklı incelenmesi, farklı coğrafyada yaşayan insanların ortak
bilince sahip olduğunu ortaya koyması açısından önem taşımaktadır. Edebiyatın
ekolojik bilinçlendirme işlevinin uygulamalı olarak aktarılması, farklı kültürlere
ilişkin edebî metinlerin doğa, insan ilişkisi yönünden incelenmesi, bireylerin çevre
sorunlarını sorgulamasını ve üzerinde düşünmesini sağlayacaktır. Böylelikle
doğadaki bir bütünün parçası olduğunu gören bireyler, bu bakış açısıyla düşünmeye
başlayacaklar, çevrelerine daha duyarlı olabileceklerdir. Hammaddesi sözcükler olan
edebiyatın, insanları bilgilendirme ve bilinçlendirme gücü dikkate alındığında,
benliklerde ve zihinlerde ekolojik bir uyanışı sağlaması amacıyla incelenmesi büyük
önem taşımaktadır.
Ekoeleştiri, derin ekoloji ve ekofeminizmin ortak duruşunda, doğadaki bütün
insan olan ve olmayan varlıkların, bir bütünün parçaları olarak görülmesi yatar.
İnsanın doğa ile bütünlüğü, doğanın bir parçası olduğu gerçeği her iki yapıtta ortaya
konmaktadır. Yazarların, bu noktada farkındalık yarattıklarını söylemek mümkündür.
İnsanların faaliyet ve girişimlerinden yeryüzündeki bütün canlıların, soluduğumuz
havanın bile etkilendiği gözlemlenmektedir. Felâketler yaşanmadan önlem alınması,
çevreyi ve doğayı korumak için önemlidir.
108
Benni ve Uzuner’in gerçekçi unsurlarla yapıtlarında sunduğu gibi, çevre ve
ekoloji sorunları sadece yaşanılan mekân ve coğrafya ile sınırlı değildir. Dünya
üzerinde yaşayan tüm canlılar, insanoğlunun yaptığı değişimlerden etkilediğinden,
çevre ve ekoloji sorunları sosyal sorunlar olup, çözümü için en öncelikli hassasiyetin
gösterilmesi, sağlıklı bir gelecek için önemlidir. Doğadaki canlı ve cansız tüm
varlıklara aynı değer ve saygıyla yaklaşıldığı sürece sürdürülebilir bir dünyadan
bahsetmek mümkün olabilecektir. Ekoeleştiri ise, edebiyatın gücü ile bu alanda
yarattığı farkındalık ve düşünce biçimlerindeki yeni bakış açısı ile doğanın sesinin
herkese ulaşmasını ve alınabilecek önlemlere bireylerin katılımını sağlar. Bireyler
ekoeleştirel okuma ve çalışmalarla yazılı metnin vurguladığı çevre ve ekolojiye
ilişkin konuları daha derinden görmeyi öğrenir. Kanımızca, bu bakış açısını
kazandıktan sonra bireylerin yapacağı okumanın eskisi gibi olmayacağını söylemek
yanlış olmayacaktır. Hem bölgesel hem küresel çerçevede hissedilen çevre ve
ekolojik sorunların çözümlerinin bir parçası olabilmek, insanı ve insanın canlı olan,
olmayan bütün çevresi ile ilişkilerini görebilmemizi sağlayan ekoeleştiri ile mümkün
olabilecektir.
109
KAYNAKÇA
Abasıyanık, Sait Faik, Son Kuşlar, İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 1.Basım,
Ekim 2012.
Arıkan, Arda, Edebî Metin Çözümlemesi ve Ekoeleştiri, Akdeniz İnsani Bilimler
Dergisi, 2011, C.1, S.1, s.43
Atabilen, Ezgi, İlk eko-feminist Roman, Hürriyet Gazetesi, Keyif Eki, 01.04.2012.
Barnhill, David Landis, Surveying the Landscape: A New Approach to Nature
Writing, ISLE, 2010, Volume 17, Issue 2, s.273-290.
Beklan Çetin, Oya, Derin Ekoloji Hareketi ve Çevre Etiği,
http://ecotopianetwork.wordpress.com/2009/12/21/derin-ekoloji-hareketi-ve-
cevre-etigi/ , 2009.
Benni, Stefano, Margherita Dolcevita, Feltrinelli, Milano, Settembre 2006.
Bookchin, Murray, Ekolojik Bir Topluma Doğru, çev. Abdullah Yılmaz, Ayrıntı
Yayınları, İstanbul, 1996.
Buell, Lawrence, The Future of Environmental Criticism, Blackwell Publishing,
USA, 2008.
Bulut, Dilek, Çevre ve Edebiyat: Yeni Bir Yazın Kuramı Olarak Ekoeleştiri, Littera
2005, C.17, s.79-86.
Callenbach, Ernest, Ekoloji Cep Rehberi, çev.Egemen Özkan, Sinek Sekiz Yayınevi,
İstanbul 2011.
Calvino, Italo, Marcovaldo ya da Kentte Mevsimler, çev. Rekin Teksoy, YKY,
İstanbul, 2003.
110
Calvino, Italo, Öyküler, çev. Kemal Atakay, Eren Yücesan Cendey, Semin Sayıt,
Rekin Teksoy, YKY, 2.Baskı, İstanbul, 2013.
Carson, Rachel, Sessiz Bahar, çev. Çağatay Güler, Palme Yayıncılık, Ankara, 2011.
Coupe, Laurence Ed., The Green Studies Reader from Romanticism to Ecocriticism,
Routledge, 2010.
Darson, Jonathan, Ekoköyler, çev. Deniz Dinçer, Sinek Sekiz Yayınevi, İstanbul,
Mayıs 2012.
Elçin, Şükrü, Türk Edebiyatında Tabiat, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek
Kurumu, Atatürk Kültür Merkezi Yayını-Sayı:66, Ankara, 1993
Engels, Friedrich, Doğanın Diyalektiği, çev. Arif Gelen, Sol Yayınları, Ankara,
Ağustos 2010.
Estok, Simon C., Theorizing in a Space of Ambivalent Openness: Ecocriticism and
Ecophobia, ISLE, 2009, Volume 16, Issue 2, 203 – 225.
Fiori, Antonella, Margherita e i cubi neri, intervista a Stefano Benni, La Repubblica
delle donne, Roma, 23.04.2005.
Fraschini, Paola, Natura e cultura a braccetto,
http://www.edizioniambiente.it/puntosostenibile/2006/numero12/12_03.htm
Garrard, Greg, Ecocriticism, Routledge, Second Edition, New York, 2012.
Garrard, Greg, Ecocriticism and Education for Sustainability,
http://muse.jhu.edu/login?auth=0&type=summary&url=/journals/pedagogy/v
007/7.3garrard.html
Garrard, Greg, Ecocriticism: Review of 2010, http://www.accademia.edu
Glotfelty, Cheryll (Ed.), Fromm, Harald (Ed.), The Ecocriticism Reader, Landmarks
in Literary Ecology, The University of Georgia Press, Athens, Georgia, 1996.
111
Glotfelty, Cheryll, The Lexus and the Wilderness Area, Wild Nevada, University of
Nevada Press, Reno, 2005,s.101-120.
Güneş, Ahmet M., Yeni Anayasa Tartışmaları Bağlamında Çevre, Gazi Üniversitesi
Hukuk Fakültesi Dergisi, C. XV., S.3, s.259 -283, Ankara, 2011.
Hobgood-Oster, Laura, Ecofeminism: Historic and International Evolution,
http://www.clas.ufl.edu/users/bron/pdf--christianity/Hobgood-Oster--
Ecofeminism-International%20Evolution.pdf
http://buketuzuner.com/tur/yb/buket-uzunerden-bir-kadikoy-romani-su/
http://echoeng.blogspot.com/2010/04/garrards-ecocriticism.html
http://giovannitaurasi.wordpress.com/2010/12/16/l%C2%B4isola-degli-onorevoli-
superstiti-di-stefano-
Infante, Michele, La disperazione nel comico. Stefano Benni e Dario Fo parlano di
Margherita Dolcevita,
http://www.rivistaorigine.it/conversazioni/disperazione-comico-stefano-
benni-dario-fo-margherita-dolcevita/
Iovino, Serenella, Ecologia Letteraria Una Strategia per Sopravvivenza, Edizioni
Ambiente, Roma, 2006.
Iovino, Serenella, Filosofie Dell’Ambiente, Natura, Etica, Società, Carrocci, Roma,
2004.
Iovino, Serenella, L’Etica Del Paesaggio, Treccani, 2006.
Johnson, Loretta, Greening the Library: The Fundamentals and Future of
Ecocriticism, http://asle.org/assets/docs/Ecocriticism_essay.pdf
Kılıç, Selim, Çevre Etiği, Orion Kitabevi, Ankara, 2008.
112
Kışlalıoğlu, Mine, Berkes, Fikret, Çevre ve Ekoloji, Remzi Kitabevi, 12. Basım,
İstanbul, 2010.
Kovel, Joel, Doğanın Düşmanı, çev. Gürol Koca, Metis Yayınları, İstanbul, 2005.
Liparoto, Andrea, Se la letteratura salva l’ambiente, Silvae Rivista Tecnico, 2007,
Yıl 3, S.9, s.227-232.
Lorentzen, Lois Ann, Eaton, Heater, Ecofeminism: An Overview,
http://skat.ihmc.us/rid%3D1174588237625_665601541_9501/ecofeminism.p
df
Morton, Timothy, The Ecological Thought, First Harward University Press, USA,
2012.
Mosena, Roberto, Italo Calvino e l’ecologia letteraria, Studium, 2008.
Nebbia, Giorgio, L’ecologia e’ una scienza borghese?, Ecologia Politica Cns S.1,
C.28, Yıl 10, Milano, 2000.
Oppermann, S., Özdağ, U., Özkan, N., Slovic, S. Eds. The Future of Ecocriticism:
New Horizons, Cambridge Scholars Publishing, New Castle, 2011.
Oppermann, S., Editör, Ekoeleştiri Çevre ve Edebiyat, Phoenix, Ankara, 2012.
Oppermann, Serpil, Doğa Yazınında Beden Politikası, Akşit Göktürk Anma
Toplantısı, İstanbul, 15-17.03.2006.
Oppermann, Serpil, Ecocriticism: Natural World in the Literary Viewfinder,
www.asle.org, 1999.
Oppermann, Serpil, Ekoeleştiri, İstanbul, PEN Türkiye, 17.04.2009.
Özdağ, Ufuk, Edebiyat ve Toprak Etiği, Ürün Yayınları, Ankara, 2005.
Özdağ, Ufuk, Sessiz Bahar’dan Sonra Ses Getiren Elli Yıl: Kadın, Çevre, Sağlık,
2012.
113
Özdağ, Ufuk, G. Gonca Gökalp Alpaslan, Türkiyat Araştırmalarında Yeni Bir Alan:
Çevreci Eleştiri, 3.Türkiyat Araştırmaları Sempozyumu, 2010, 641-651.
Özkan, Nevin, Out of İstanbul: Nature in Sait Faik Abasıyanık’s Short Stories, 7.
Uluslararası Türk Kültürü Kongresi, "Türk ve Dünya Kültüründe İstanbul",
Ankara, 5-10 Ekim 2009.
Özkan, Nevin, Stefano Benni's ecological fiction, Beyond Thoreau: American and
International Responses to Nature, Tsinghua University, Pekin, Çin, 2008.
Özkan, Nevin (Hazırlayan), Seçme Şiirler, Gabriele D’Annunzio, T.C. Kültür
Bakanlığı Yayınları / 2703, Ankara, 2001.
Parlak Temel, Özge, Ekoeleştiri Kuramı Işığında Stefano Benni’nin ‘Margherita
Dolcevita’ ve ‘Terra’ Adlı Eserlerinde Vurguladığı Doğa Öğesi ve Yazarın
Çevreci Düşünceleri, Ankara, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Yayınlanmış Yüksek Lisans Tezi, 2010.
Petrini, Carlo, Padovani, Gigi, Slow Food Devrimi, çev.Çağrı Ekiz, Sinek Sekiz
Yayınevi, İstanbul, Haziran 2011.
Poggio, Pier Paolo, La Crisi Ecologica: Origini, Rimozioni, Significati, Jaca Book,
Milano, Novembre 2003.
Sartre, Jean-Paul, Edebiyat Nedir, çev. Bertan Onaran, Can Yayınları, 3. Basım,
İstanbul, Kasım 2008.
Slovic, Scott, Gated Mountains, Wild Nevada, University of Nevada Press, Reno,
2005, s. 121-130.
Slovic, Scott, Moore, Roberta, Wild Nevada, University of Nevada Press, Reno,
2005.
114
Speelman, Raniero, Primo Levi in the Seventies: “letterato” or “impegnato”?,
igitur, 2006.
Tamkoç, Günseli (Derleyen), Derin Ekoloji, Ege Yayıncılık, İzmir, Ekim 1994.
Tekin, Latife, Berci Kristin Çöp Masalları, Everest Yayınları, 13.Basım, İstanbul,
Ekim 2010.
Thoreau, Henry David, Doğal Yaşam ve Başkaldırı, çev. Seda Çiftçi, Kaknüs,
2.Basım, İstanbul, 2007.
Tonak, Ahmet, Ekoloji ve Kapitalizm, Bir Gün Gazetesi, 09.08.2008.
Tont, A.Sargun, Sulak bir Gezegenden Öyküler, Tübitak, 4. Basım, Ankara, Ekim
1997.
Toska, Sezgin, Ekoeleştirinin Ortaya Çıkışında Öncü Ekoeleştirmenlerin Edebiyat
Eleştirisi, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2010, C.2,
S.14.
Turhanlı, Halil, Bahçedeki Makine, Bir Gün Pazar Eki, 15.01.2006
Uzuner, Buket, Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları SU, Everest Yayınları,
1.Basım, İstanbul, , Mart 2012.
Uzunkaya, Uğur, Necati Cumalı’nın Susuz Yaz adlı Tiyatro Oyununa Ekoeleştirel Bir
Bakış, http://sakaryaedebiyat.com/?p=236, 2012
www.aldoleopold.org
www.ankaratema.org
www.asle.org
www.buketuzuner.com
www.cevre.org
www.morning-earth.org/DE6103/Ecofeminism/Ecofeminist%20Thought.pdf
115
www.repubblica.it/ambiente/2010/04/20/news/vi_prego_salvate_la_miosfera-
3473510/
www.stefanobenni.it
www.youtube.com/watch?v=iPYl63iesGg, CNN, 5N1K, Buket Uzuner Su’yu
anlatıyor, 18.04.2012.
www.youtube.com/watch?v=IMg6RsihLtw, TGRT Haber, Buket Uzuner,
20.03.2012.
Zimmerman, M.E., Callicott, B., Sessions G.,Warren, K.J., Clark, J., Environmental
Philosophy: From Animal Rights to Radical Ecology, Englewood Cliffs, NJ:
Prentice-Hall, 1993, s. 253-267.
116
ÖZET
Doğa hem bütün canlıların evi hem de bütün canlı varlıkların yaşamsal
ihtiyaçlarını karşıladığı kaynaktır. Doğa döngüsünün sürekliliği açısından,
kaynakların kullanım şekli ve insanoğlunun faaliyetleri bugünü ve geleceği
şekillendiren en önemli etmenlerdir. Canlı olan ve olmayan varlıkların arasındaki
ilişkiler ağını inceleyen ekoloji, öznesi itibarıyla mimariden, mühendisliğe,
politikadan edebiyata bütün bilim dallarının konusu içine girmektedir. İnsan odaklı
yaşama giderek artan eğilim, son yıllarda ekoloji ve çevre sorunlarının derin bir
şekilde hissedilmesiyle, çevre odaklı uygulamalara geçişi ön plana çıkartmış ve bu
konunun öneminin özellikle vurgulanmasını sağlamıştır.
Sürdürülebilir bir dünya için, dünyanın hangi bölgesinde yaşıyor olursa olsun,
herkesin doğayı ve doğadaki kaynakları bilinçli bir şekilde kullanmasının, bütün
canlı ve cansız varlıkları korumasının gerekliliği yadsınamaz. İnsanoğlu gerek
toplumsal gerek bireysel gelişim ve ilerlemesini sürdürürken teknolojiyi, onun
sunduğu kolaylıkları sadece doğadan faydalanmak amacıyla değil, aynı zamanda
doğanın menfaatine olacak şekilde de kullandığı sürece bugünde ve gelecekte yeşil
bir dünyanın devam etmesini sağlayabilecektir.
Çevre sorunlarını ve kültürü şekillendiren doğayı, insanların yaşadıkları
mekânların doğa ile ilişkisini, kısaca doğanın edebiyat içerisinde ele alınışını insan
merkezci olmayan bir yaklaşımla inceleyen ekoeleştiri kuramı, bireylerde ekolojik
bir bilinçlendirme oluşturması nedeniyle büyük bir öneme sahiptir. Bu çalışmada,
farklı coğrafyalarda, biri İtalya’da Stefano Benni, diğeri Türkiye’de Buket Uzuner
tarafından kaleme alınmış iki yapıt, ekoeleştiri ve kadınla doğanın sömürüsünü
117
birarada ele alan feminist ekoeleştiri penceresinden karşılaştırmalı olarak
incelenerek, edebiyatta doğanın ve ekolojik sorunların ele alınışı ile edebiyatın
ekolojik farkındalık yaratmadaki işlevi incelenmiştir. Yapıtlarda gözlemlenen ekoloji
ve çevre sorunları, bölgesel vurgular içerse bile küresel ekolojik sorunlara işaret
etmektedir. Ekolojik bilinci uyandırmak, farkındalığı arttırmak için yazarlara ve
ekoeleştirmenlere büyük görevler düşmektedir. Ayrıca, eğitim sisteminin ilk
öğretimden yüksek öğretime kadar her kademesine odağı ekoloji ve doğa olan edebî
yapıt incelemesinin eklenmesi, bireylerin daha bilinçli tüketime yönelmesini
sağlayacaktır. Böylece çevre sorunlarına daha duyarlı, doğadaki tüm canlı ve cansız
varlıklara karşı hiyerarşiden uzak yaklaşımların benimsenmesi mümkün
olabilecektir.
118
SUMMARY
Nature is both a home to all living beings and the source all living creatures
get their vital needs from. The way the sources are used and the activities of
humankind are the most significant factors shaping the present and the future with
regards to the durability of the cycle of nature. In respect of its subject, ecology,
which examines the network of relations between the living and non-living beings,
falls within the interest of all disciplines from architecture and engineering to politics
and literature. Due to the fact that the ecological and environmental problems have
been deeply felt recently, the increasing tendency towards a people oriented life has
brought the transition to environment oriented practices into the forefront and caused
this issue to be particularly emphasized.
For a sustainable world, it cannot be denied that no matter in which part of
the world they live in, it is essential for everybody to use nature and the sources in
the nature consciously and to protect all living and non-living beings. As humankind
maintains its both social and individual improvement and advancement, it will be
able to ensure the sustainability of a green world both in the present and the future as
long as it utilizes technology and the benefits rendered by it not only to make use of
nature but in a way that is for the good of nature.
Ecocritical theory; which examines nature which shapes the culture and
environmental problems, the relation between the places where people live and
nature, namely, the covering of nature in literature in brief, has an ever increasing
importance thanks to its function to generate an ecological awareness in individuals
with an eco-centric approach. In this study, two works from two different
119
geographies, one of which penned in Italy by Stefano Benni, the other one in Turkey
by Buket Uzuner; are comparatively analyzed within the framework of ecocriticism
and feminist ecocriticism that deals with the exploitation of woman and nature
together; and by this means, covering of nature and ecological problems in literature
and the function of literature in raising ecological awareness are examined. It is seen
that the ecological and environmental problems observed in these two works indicate
the global ecological problems even though they include regional emphases. In order
to raise ecological consciousness and increase awareness a great responsibility falls
on the writers and the ecocritics. Besides, adding of analysis of literary work the
focus of which is ecology and nature to the each and every stage of the education
system from primary education to higher education will ensure that individuals tend
towards conscious consumption. It is important to adopt approaches which are
sensitive to environmental problems, approaches towards all living and non-living
beings in the nature, which are far off the hierarchy.
Recommended