View
12
Download
0
Category
Preview:
Citation preview
• • • • • • • •
TURK KULTURU ARAŞTIRMALARI
Prof. Dr. İbrahim KAFESOGLU'NUN
Hatırasına
ARMAGAN
Yıl XXIII / 1-2 1985 ANKARA
MİLLİ KVLTÜRÜMÜZ VE DİNİMİZ
Prof. Dr. E them Ruhi FIGLALI*
Millet, umumi manada, din, dil, tarih, vatan ve mefkure birliğine sahib insanların meydana getirdiği köklü bir birliktir, şeklinde tarif olunursa; kültür de o milletin bütün ferdierinin sahip olduğu ve tarihi boyunca tekamül. ettirdiği din,· ilim, san' at, örf ve adetlerden ibaret manevi kıyınet hükünıleridir. Buna göre millet olarak şahsiyet haline gelebilmenin, bugün kullanılan şekliyle medemleşebilmenin yegane şartı ve hareket noktası kendi kültürüne, "Milli ~ültürüne" sahip çıkabilmek; milll kültürü teşkil eden manevi. değerler manzumesini ahenkli bir bütün olar.ak ayakta tutabilmektir. Zaten milli kültürü meydana getiren manevi değer hükümlerinden her biri tek başına ne kadar kuvvetli ve birbirleri arasında ne derece ahenkli ve muvazeneli olursa, milli bünye de o nisbette kuvvetli, sağlam ve şahsiyedi olur.
Ancak, bugün bin yıllık müstesna bir maziye sahip bizim milleti· mizin bünyesinde, ne yazık ki, o günlerin tarihlere destan olmuş ah.engini, başınet ve azametini görmek imk~nlanndan mahrum bulunuyoruz.
Elbette bunun pek çok sebepleri. mevcut ise de, bize göre, en mühimi hizi biz yapan ve şanlı tarihimiz boyunca aziz milletimize can bağışlamış olan iman hayatından uzak kalışınnzdır. Artık bugün biz, kendiınizden ve hizi Yaradan'dan kesilmiş . olduğumuz içindir ki, ruh ve mana hakımından tatminsiz, geri ve harnil olduğu değerlerden habersiz bir. zavallı duruınundayı~.
Halbuki insan, fıtratı icabı, hangi mevki ve durumda bulunursa bulunsun, ulvi bir ·duygu ile beslenmek; kolu kanadı altına sığınabileleceği bir hami kuvvetten destek görmek ve .kendini "beşerlikten" çı
karıp "insanlık" seviyesine ulaştıracak tükenmez bir. kaynağa sahip sahip olmak ister.
İşte bu bitmez tükenmez kaynak dindir. İslam dinidir. O, bizim milletimizi sadece yoğurmakla kalmamış, medenileşmesi, hakiki bir millet baline gelmesi ve şahsiyetini teşkil eden kültürünün yaratılmasında,
hemende yegane amil olmuştur.
* Dokuz E ylül Üniv. İHihiyat Öğretim Üyesi
246 ETHE!\1 RUHI FlCLALI
Artık günümüzün oldukça yaygın kabulüne göre din, milli kültüı·iin belli başlı yaratıcı ve yapıcı unsurlannın başında gelmektedir. Gerçi din, milletin malı, müşterek hafızanın eseri değildir ; ama milletin, hele bizim milletimizin kuı·uluşünun en esaslı kaynağı olmuştur.
O kadar ki, Orta Asya Tüı·klüğü t a var oluşundan beri sahip olduğu milli hasletleri ve dinamik ruhunu, İslam imanının hayat bahşed~n iksirine karıştırınca, ortaya yepyeni bir millet doğmuş ve Türkler, kazandıkları taze kuvvet ve kudretle azamctli bir tarih yaratmıştır.
Şu halde, Türklerin böylesine haşınctli bir maziye sahip büyük millet haline gelmeleri İslam imam ve onların bu Imana olan bağWıkları saye~inde mümkün olmuştur. dersek, her halde hatalı hareket etmiş olmayız; zira Türk milleti, en az bin küsur yıl.dır siyasi, askeri, içtimai, iktisadi ve kültürel her tüı-lü mes'ele ve müesseselerini hep iman çekirdeği etrafında merkezileştinııiş; bütün tarihini, ta istiklal mücadelesine kadar, kahramanlık ve imanın müşterek eseri olarak meydana getirmiştir.
Bu sebepten tereddütsüz diyebiliı·iz ki, Türkler Anadolu'yu müslüman olarak fethetm.emiş olsalardı, Karadeniz'in .Kuzeyinde hicret eden diğer Türklerin aki.hetlerine maruz kalarak yok olur giderler; böylece de büyük dünya nizarnı ve ınedeniyeti kuı:muş olan bizim milletimiz ve dolayısıyle bugünkü Türkiye mevcut olamazdı.
Taı-ibimiz baştan sona tetkik edilince görülecektir ki, devlet hakimiyetinden tutunuz da, hukuk, idare, san'at, cemiyet ve kültür müesseselerinin bütününü besleyen ve renklendiren yegane kaynak, din ve iman anlayışı olmuştur. t
Buna bağlı olaı·ak da kainat ve hayat görüşümüz, ahlak telakkimiz, içtimıU teşkilatımız, mimarimiz, resmimiz, musik!miz, edebiyatınuz, örf ve adetlerimiz, en ince noktalarına varıncaya kadar bütün varlığımız hep İslamiyet ile yoğrulmuş; gıdasını, devasını onda bulmuş ve nihayet hayat ve bckaa sıı·larına onunla kavuşmuştur.
İslam nasıl olmuş da bizim tarihimizi anlı şanlı kılmıştır? şeklinde bir sual soı·ulacak olursa, buna, İslamiyete ve atalarımızın din ve iman anlayışına satlll de olsa, bir atf-ı nazarda bulunmak suretiyle cevap verebiliriz.
Bir kere Islam, kendine mevzu olarak bütün iç Clünyası ve he.r türlü davranıŞıyle insanı almıştır. Bütün emirleri ve nehiyleriyle insanı doğumundan ölümüne . kadaı· yaşadığı hayat içinde her türlü nefsani
1 Bu konuda bk. E.R. Fığla lı, "'Eğitimimizde Dinf Formasyon Noksanlığı ve Bunun Anar· ~icieki Yeri", KuJıbcatlı Akademi Mecmuası, Temmuz 1979, Sayı, 3, s. 35-54; Emin Işık, Dwlcıi Kuraıı Irade, İst. 1971; Mııstafa Kara, Diıı ,Hayat, San'aı Açısındaıı Tekl.·el.er ı:e Zliviyeler, İsi. 1977; Muzaffer Sencer, Dirıin Türk Toplumuna Etkileri. lst. 1968. .
MİLLİ KtlLTtlRt1MtlZ VE DtNl:MlZ 247
ilcalardan kurtararak insan seviyesine ulaştırmaya çalışır. Onun istediği insanın kendini bulması , kendini tanıması, kendi kendinin olması,
kendisi ve kendisini Yaradan arasında biliş tutmasıdır. İslam insanı, maddenin ve her türlü beşeri zaafların, küçük hesapların ve insanı bayağılaştıran · nefis oyunlarının üstüne yükeelmeye, bunlar üzerinde hahakimiyet kurmaya ve nihayet zamanla değerini kaybetmiyecek sağlam bir değer ölçüsüne sahip olmaya davet eder.
İslam, salikierinin başkalarına olduğu kadar bizzat kendi nefislerine karşı samimi, sadık, feragat ve gayı·et sahibi olmalarını ' ister. o, Allah'ı sevmenin yaradılmışı sevmekle; Allah adına hizmet etmenin yi· ne O'nun malılukuna hizmetle mümkün olacağını söyler. Ve yine İslam, dinin esasının şekil ve merasimden ibaret olmadığını; asıl gayenin "tasfiye-i derfuı" ve Allah'ı tanımak, bulmak olduğunu beyanla, "Ona biz kendi Ruhumuzdan üfledik" dediği ve böylece "eşref-i mahlUkat" olmak gibi mukaddes bir mertebeye yücelttiği insanın büyüklüğünün taşıdığı cİsıninden değil, ruhundan ileri gelruğini, ilave eder. Buna göre müslüman, ballan kendisinden emin olduğu; sevilen, sayılan ve elinden, dilinden kötülük beklenmeyen insandır.
1 •
"İki cihan bir araya gelse, gene bende şer niyeti, dünyayı piı·birinc katma dileği yok" diyoı· Mevlana.
Hasılı İslam, insanın nefsini ıslah ederek hem kendisi hem de cemiyet için kazanılmış bir Yarlık haline gelmesini ister. Bunun için insanın her şeyden önce hürriyetine kavuşması şarttır; zira insanoğlu nefsinde me~uz zaaf ve küçüklüklerio esiri oldukça hırs, tamah, şöhre~, riya, yalan, kibir, haset ve benzeri süfll ernellerin sultası altında hareket ettikçe,ne kadar "hürüm" dese de, onun hüniyct.inden bahsedilemez. Artık onu hüküm ve idih·esi altına almış olan aşk, lman, fazilet, feragat gibi ulvi duygu ve hasletler değil, nefs.ini.n emiri olan kötülüklerdir.
insanı bu elim. vaziyetten kurtarak hürriyetine sahib kılmak; dolayısiyle ke!ldine ve cemiyete kazandırmak, onu mensubu olduğu milletin bir emniyet süpabı haline getirmek ise, ancak aşk ve imana sarılmakla mümkün olabilir.
İşte çok kısa ve sathi olarak arzetmeye çalıştığımız bu görüşler, bu aşk, iman ve İslam anlayışiyle işe girişen ~e kendi nefislerinden geçerek manalarıyle alemi tasarrufları altına almış velller, erleı·, erenler, gaziler ve ulular, Türk ıniJletinin müslüman oluşundan itibaren bütün taı·ilıi boyunca Hakla halkı hirlcştirmiş, kütlelere teklif ettikleri vahdet anlayışı, iman ve aşk ahHlkı ile insanian namütenahl hir sevgi deryilsına sevketmiştir.
248 ETHEM RUHI n(;LALI
Şöyle ki 10. asırda, henüz yeni müslüman olmuş Türklerin milli hasletleriıli çok iyi bilen ve islamı da tasa vvuf süzgecinden geçirerek · hal edinen Ahmed Yasev!, bu yeni müslüman olmuş kitlelere ilk işaret
leri vermiş ve Türklerin ınanevi hayatlarını teminat altına almıştır.
ll . asırda artık Anadolu'yu resmen tapulan altına alaıi Türkler, zaten daha önce Gaaziyan·ı Rum, Ahiyan-ı Rum, Bacıyfın-ı Rum gibi serdengeçti kolonizatör Türk dervişlerinin manevi fütuhatları ile Anadolu'yu ele geçirmiş; MÜslüman-Türkün aşk ve iman kaşesini vicdanIara yerleştirerek iman hayatını tekke ve zaviyelerin disiplini içine almak suretiyle içtimai hayatm hem kurucusu hem de koruyucusu kılmışlardı.
Ne var ki 12. ve 13. asır Anadolusu tah~ kavgalan ve ihtiras oyunları sonunda siyasi, ictimai ve iktisadi: bulıranlar altında ezilen huzursuz ve istik1:arsız bir manzaraya büı·ün~ıüştü. Mamafib bu devir, Ahmed Yesevi ocağından demlenen. ve bir ayağı ile şeriate bağlı, ötekiyle de yetmiş iki rumeti dolaşan yüce velilerin, din .büyükleriniu varlık aleminde faaliyet gösterdikleri bir şanslı döne~di. Nitekim Yunuslar, Hacı Bektaşlar, Mevlanalar, Fahreddin Irakller, Sadreddin Koneviler, Ncemeddin Dayeler ve daha uiceleri, bu huzursuzluk asrında gerek siyasi: ve ictimai buhranlara , gerek şü-hatıni hozgunculara karşı kütleyi yoğuran, Türk-İsHim sentezini pekiştiren din uluları idi. '
Bunlann yollan ve yöntemleri ne idi? Tam bir vahdetçi görüşle,
insanları hayvan! insiyaklanndan kurtanp ruh ve vicdan hüı·riyetiue kavuşturmak; insaniann Allah'ın iyali olduğu hakikatmı bilerek onlan hürmet, muhabbet ve şefkatle kucaklamak; prensip sahibi; imanlı ve vatanperver kişiler olaı·ak yetiştixmekti. İnsanlan kendilerinde mevcut ve meknuz. olan kıynıetlerle yiizyüze getirip cehilden ilme, karanlıktan .aydınlığa çıkarmaktı. Ki böylece iman ve şevk p~tası içinde harmanianan insan, ferdi egoizm, kin, intikam, hased, gurur, kibiı· ve menfaat duygularından kurtulup adam olma vasfını elde etmiş olsun .
.iman sahasında boy gösteren bu ulular, bu anlayışlaylarıy~:ı-.ütleyi yeniden dizgin altma alınışlar ve 13. asır Anadolu'sunu huzursuzluktan huzura, ihtirastan tesllıniyete, askeri; iktisadi ve idari krizlerden selamete çıkarmışlardı. Artık ümidi kaybolmuş hiı- Anadolu Türklüğü yerine .ilahl heyecan, saf iman, tertemiz İslam ruhu ve Rabhani aşkla mezcolmuş gaaye ve hedefini bilen hiı· Müslüman-Türklük tarihe kök salmıştı. "Fi-sehilillah cihad" aşkıyle, İslam'ın şahsiyetler yarat an hüyük imaniyle tutuşan gönüller seferden sefere, zaferden zafere koşa-
JvlİLLİ KÜLTÜRÜMUZ VE DlNL\1İZ 249
rak Fatih'leri, Yavuz'lan, Sinan'ları, Fuziill'leri, Baki'leri, Itri 'l~:ri ve daha niceler_iııi müjdeler olmuştu.
Şurası muhakkak ki, ferdi zaaf ve küçüklükleri tasfiye ederek külli iradenin potasında eritip aşk ve imana; kendü.;i ve kendisini Yaradan'la biliş tutup -sulha. ve sükuna kavuşmadıkça, insanoğlu, daima tehlikeli olmaya namzettir.
İşte •bu hakikati fevkaHide titizlikle bilen ve gören Mevlana'lar, Yunus'lar, Ak Şemseddin'ler ve daha nic~leri insanın azgın ,mütecaviz ve yıkıcı enerjisini aşk ve iman siizgecinden geçirerek İrfan, fazilet, feragat ve bikmete tebdil eylemişlerdir.
Böyle olduğu için de artık vazife şuurunu, ınes'uliye~lerini, gaye ve hedefini idrak eder hale gelen Müslüman-Türk, bağlandığı müışterek idealleri etrafında el ele, baş başa, gönül gönüle vererek büyük dünya niza· mı ve medeniyetini kurmuştur.
Tarihin şehadetiyle sabittir ki, bu ulular, bu rehherler, mürşidler ve onların kitlelere can ve hayat balışeden idealleri, aşkları ve imanları olmasaydı, Fatih'in akıl almaz zaferinden, Yavuz Sultan Selim'in İsHim adına attıği cesaretli adımlarından, Sinan'lardan ve Fuzuli'lerden, bu manada, bahsetmek imkansız olabilirdi.
/
Nitekim 15. asırda Ak Şemseddin'in hiını:netli elleriyle kendi varlığından haberdar olan Fatih, kendini küllün emrine vererek sistemli ve şuurlu bir cihad planı uygulamış ve milletilli hem dışardan hem içerden sağlama almıştı. Onun kütleye teklif ettiği siyasi, iktisadi, idari ve dini esaslar öylesine muhkem idi ki, devri İsHim aşk ve imanının ceıniyeti teşkil eden bütün müesseselere kol kanat gerdiği müstesna bir devirdi.
Ne yazık ki onun ideali, milletin müşterek hafızası kıldığı "Devlet-i Ebed Müddet" fikı-i, kitlelerin aşk ve iman düsturu . haline getirdiği "fi-sebilillah cihad" gaayesi, daha doğrusu temsil ettiği din anlayışı, kendisinden sonra layık-ı vechile yürütülemediği ve zamana göre tasar· rıif edilemediği için, 17 .asırdau itibaren dağılmaya yüz tutmuştu.
Gerçi bu dağılma ve parçalanmada. devletimizin insicaınlı manzarasım bozmak isteyen şer kuvvetlerin rolü büyü~tü; zira bu şer kuvvetler siyasi ve askeri yönlerden mağlup edeınedikle~·i bu milleti, kütleyi baştan aşağı himayesi altına alınış !ınan ve ahlak noktasından uzaklaştır· mak suretiyle yıkabileceklerini çok iyi hesah etmişlerdi.
Nitekim hesapları doğru' da çıktı. Bir taraftan h\l şer kuvvetlerin vatan sathma ektikleri meııfi tohumlar hemen filizleniyor; diğer taraf·
250 ETHEM RUHI FICLALI
tan da tarihlere ün salmış ve hakikaten büyük sıfatma hak kazanmış selefierinin aksine artık dini ve ilmi, kendi anlayışlarından ibaret gören, cehaletlerini bilgi, taassublarını "Şeriat-i İsHimiyyeye ittika" lafızlariyle perdeleyen sayıları az da olsa bir ilahiyatçı kadrosÜ, din adına hareket ettiklerini söyliyerek, dini balıalamak asli ve temiz hüviyetinden uzaklaş
tırmak için adeta birbirleriyle yarış ediyorlardı.
Artık kuruluş ve yükseliş devirlerinde o temiz anlayışını, yüksek fikriyatını ve müstesna aşk ve iman görüşünü yediden yetmişe herkese, milletin bütün müesseselerine zerk eden tasavvufa ve onun tatbikatçısı tekkeye, hüeurnlar başlamış; fitne, taassup, ihtiras ve cehaletin kurbanı medrese, son deviı·de içine düştüğü hatasını kabullenmek şöyle dursun, bütün suçu, millete hayat ve bekaa sırlarını bağışlamış Ashab ruhunu, !Iz. Peygamber'in iman ve aşkını aşılamış tekkeye yüklerneye yeltenmiştir.
Halbuki ilk devirlerde, dinin esaslarını fevkalade dikkat, titizlik n ustalıkla tetkik ede~ ve ilim sahasında ulaştığı büyük hakikaderle açıklayan medrese ile medresenin ortaya koyduğu bu görüşleri vahdetçi biı· anlayışla hayata mal eden ve yaşanır hale koyan tekkenin ayrılığı,
aulaşmazlığı mevzlı bahs değildi; zira biri ilmi ,diğeri irfam temsil ediyordu.
Ne yazık ki son devirlerde, medrese ve ~msil ettiği kaideci zihniyet, gelişen ve değişen hayat şartianna göre dinin nazariyatında araştırmalaı·da bulunup millete önder olacağı yerde, dini bir şekil ve kalıptan ibaret göstererek her geçen gün yeni yetişen neslin din ve iman hayatından, d!nin ruhundan uzak kalmasına sebeb oluyordu.
Sebep oluyordu; çünkü yeni yetişen gençlik diu kadrosunun din adına teklif ettiği esaslarla muasır gelişmelerin, hizatihii hayatın açıklanamıyacağını müşahade ediyordu. Gerçi her tarafta İs~am'ın şekli, yani arneller yerine getiriliyordu; ama asıl kitlelere hayat bahşeden, iliadetin de diniu de özü demek olan aşk, iman ve ilim aı·tık körlcşmiş, bir itiyad haline düşmüş bulunuyordu.
20. asırda alabildiğine gelişen ilim ve felsefe dünyası, bizim memleketirnizi de, tesir sahası içine almıştı. Ancak ınevcud din kadrosu, kendini siyasetin çarkları arasına kapıırarak sağa sola taşlar atarken, din de, hiç, suçu olmadığı halde, d!nden ve imandau uzak yeni yetmelelerin elinde bozguna uğradı.
Artık son devirde iyiden iyiye iStismar çengeline takılan dln, Cumhuriyet devrinde de son derece bozuk bir anlayışla tatbik edilen Hiyisizm
MİLLİ KÜLTÜRÜMUZ VE D!NlM!Z 251
yüzünden rafa kaldırılmak]a kalmadı; milli varlığımızı son devirlerde uğradığı tahribata rağmen- bugüne kadar yoğuran dlnimizi, neredeyse inkar etmek gaflet ve dalaleti gösterildi. Bu tüdü hareket etmekle kendimizi inkar ettiğimizi; diru terbiyeden, manevi kontrolden mahrum yetiştireceğimiz her bü· ferdin, ne kadar okumuş olursa olsun, ulvi duygulaı·dan uzaklaşarak maddenin ve şeı- kuvvetlerin pençesine düşeceğini; bunun ise devletimizin temellerine dinarnit koymak olduğunu, maalesef, düşünemedjk.
Gerçi mevcut din kadrosu, kWiyetli ellerde değildi . Çağdaş ilimlerle mücehhez, Mevlan~'ların, Yunus'ların gaayc ve ideallerini yol ittihaz etmiş bir ilahiyatçı kadrosu mevcut değildi. Etrafta din adaını hüviyctinde bir sür ü hacegan, mevlidhan, duahan esnaflık ediyoı- ve dini vesile yaparak dini merasimleri ve hatta Kur'an'ı bile değişik f iatlarla satıyordu. Diğer tarafta mevcut din kadrosu, kara kaplı kitaplar arasmda cennet - cehennem hikayeleri, caizdir-değildir fetva lan yle dini, değişen hayat şartlarının dışında tutaı·ak ruhundan ve asıl manasından koparıp
maddeci, şekilei ve te~dltçi biı· hüviyete hürüyor; içine saplandığı taassupla, memleketi dini hayata ulaştırabileceğirıi zanncdiyordu. Bilmiyordu ki, taassup, kendini din gibi göstei·diği için en az dinsizlik kadar dinin aleyhindedir. zararlıdır.
Hasılı durum mevcut din kadrosunun lehine değilili; ama dini reddetmek, onu ortadan kaldırmaya çalışmak da affediliı· biı· hata değildi;
zira tarih insanlığın şu yahut bu şekilde dinden uzak kaldığını kaydetmemiştir. Hatta bugün dini reddeden Sovyet Rusya bile, kendine komünizmden bir din düzmüştür. Halbuki bizim için, yemden ele almak suretiyle, o eski saf ve temiz haline kavuştuxabileceğimiz, sadece bize değil bütün insanlığa yetecek hir din vardı. İslamiyetİn bu duruma düşmesinde kabahat tamamen bizimdi, bizim müslümanlığımızda iili.
Bunu bu anlayışla ele alıp, seviyeli ve bilgili bir alimler kadrosunun eline teslim etmek ve himmetli, feragatli, faziletli ve mücahit ruhlu bir iı·fan kadrosu teşkil etmek gerekti; zira kitleleri imandan, Allah'a tapmaktan uzaklaştırmak, güneşe Batıdan doğmasını emretmek kadar abes bir hareketti; çünkü insanoğlu fıtratı icabı bir manevi duyguya sahih olmak ve inanmak ihLiyacı içindedir. Bu ise yapılmadı ve kültürümP,zün temel direklerinden olan dlmmiz, kendi haline terkediliverdi.
Cumhuriyetten dinin yeni baştan ele alınış deyı·i diyebileceğimiz
12 Eylül 1980 sonrasına kadar her hangi bir din terbiycsinden, iman ve manevi duygulardau mahrum yetiştirdiğimiz kitleler, meyvelerini pek acı hir şekilde vermiş bulunuyorlar.
'
252 ETHE.M RUHI FJCLALl
Dün sokağa dökülen, kirli ellere alet olan, devletimizin ve milletiınizin geleceğini tehlikeye düşüren, fakat aslında çok büyük çoğnnluğu itibariyle masum gençlik bu her türlü manevi mes'uliyet ve iman duygusunda!Ymahrum yetiştirdiğimiz neslin çocukları veya talebeleri değilmidir?
Dinini, dilini, san'atını, örf, adet ve geleneklerini, tarihini ve mefa- · birini yitirmiş bir kitleden, milli varlığımızı teşkil eden bu mukaddes mefhumlar için bir medhiye beklemek, bilmem ne derece doğrud~r?
Bu ç.ıkmazı çok iyi gören 12 Eylül İdaresi, fevkalade isabetli bir kararla din eğitim ve öğretimini bütün millete şaınil bir hüviyetle ilkokuldan itibaren mecburi kılmıştır. Şu anda yapılacak en önemli şey, en kısa sürede, ülkemizde ilahiyat kadrosunu hazırlayan ve yetiştiren Üniversite seviyesindeki öğretim müesseselerimizin kadroları sayı hakımından artırılarak bugünkü yetersiz durumdan kurtarılmalı; müfredatları itibariyle ihtiyaçlara göre yeniden gözden geçirilmeli ve buradan yetişenlerin etrafiarına sevgi bağışiaya bağışiaya çalışacak, aşk ve feragatla hizmet edecek, prensip sahibi, şuurlu, bilgili, faziletli ve her temas ettiğinin gönlünü, kalbini kazanacak ilahiyatçı kadrosunu teşkil etme· leri sağlanmalıdır.
Diğer taraftan memleket gençliği, kültürünün ana kaynaklarıyle. doğ
doğrudan doğruya temasa geçirilmeli, kendi vicdanına ve iman duygusuna lıitah edilerek, tarihi gözleri önüne serilmelidir. Ta ki o muhteşem tarihin içinde büyük zaferler ve büyük şahsiyetleri hazırlayan ve sahneye çıkaraııın aşk ve ıman ile prensip haline getirilmiş "ilayı kelimetullah" ruhu olduğunu görebilsin, idrak edebilsin ve müşterek bir ideale sahib olmadıkça o günlerin tekrar avdet edemiyeceğine iyice inansın ..
İnansın; zira hizi büyük millet yapan, müşterek bir gaaye ve ideal etrafında birleştiren, yepyeni bir medeniyet ve kültür salıibi kılan sır· ların başında dinimizin geldiğini bütün varlığıyle müşahade etsin ..
Ve bilsin ki, bizim medeniyetimizin, kültürümü.zün, ahlakımızın, fikriyatımızın, örf ve adetlerimlzin, hasılı bütün dünyamı.zın anası, esası
dinimizdir.
Kanaatimiz odur ki, eğer Türklüğümüze, büyük millet oluşumuza inaıııyoı·sak, bu dine ve bu d1nin Yunus'unda, Mevlana'sında ve daha nice sayısız ulularında ifadesini bulmuş, manasma kavuşmuş vahdetçi aşk ve iman hayatına dönmek ; kütleleri taassubdan, şekilcilikten uzak · engin bir sevgi anlayışı içinde kendi Yaradanları ile · temasa geçir!Dek zaruridir ...
Recommended