5
Κωνσταντινούπολη, Bizantium, Kuş-ta,Kustantina el-uzma, Islambol, Poli, Stambulas, Estanbol ,Megali Polis, Kalipolis, Vizantion, Antoninya, Alma Roma, Nova Roma gibi pek çok ismi tarih de içerisinde barındırmış bir şehirdir İstanbul. Oldukça eski çağlardan bu yana insanların göz bebeği olmuş, uğrunda nice kanların ve gözyaşlarının aktığı, bir çok ülkenin başkentliğini yapmış, nice aşkları, ayrılışları, hüzünleri ve sevinçleri barındıran bir yerdir. İstanbul da kime sorsanız herkesin İstanbul için diyeceği en az bir iki çift sözü vardır. Kimisi trafikten şikayet eder, kimisi İstanbul’da kaybettiği bir tanıdığından, kimisi de köyünden bakıldığında İstanbul’un nasıl görüldüğünü anlatır. Anlayacağınız herkes için İstanbul bir kelimeyi ifade etmektedir. Çamlıca Tepesinden İstanbul’a baktığınızda ilk başta uzaklardaki gemiler size selam verirken karşınıza Ayasofya, Topkapı Sarayı, Galata Kulesi ve tüm ihtişamı ile Haliç batılıların deyişi ile Altın Boynuz gözlerinizin önüne gelir. O sırada tarihe dalıp gidersiniz. Kah Bizans’ı düşünürsünüz kah gözünüze ilişen surları yıkan Fatih’i kah da Galata Kulesinden atlayarak göklere yelken açan Hazerfen Ahmet Çelebi’yi yad edersiniz. Her biri kendi içerisinde farklı bir tarih hazinesi. Hiç orda düşündüğünüz mü acaba bu surların çevresinde yaşanan sevgileri veya orda yaşanan çileleri. Bilmiyorum ama ben ne zaman Çamlıca Tepesinden bu manzaraya baksam aklıma hep İstanbul’da yaşayan o büyük aşıklar gelir ve öyküleri. Bizans Zamanı İstanbul’un Şehirsel Yapısı Siz bunları düşünürken Çamlıca Tepesinde birden bir yerden gelen ses ile irkilip hemen sağınızda kalan köprüyü, kalabalığı ve o devasa büyük binaları keşfedersiniz. Bir yanda buram buram tarih diğer yanda ise metropolleşen medeni bir yapı. İki ayrı uç bir arada şuan gözlerinizin önünde bulunmakta.

Istanbul YazıSı

  • Upload
    aydemir

  • View
    3.865

  • Download
    7

Embed Size (px)

Citation preview

Κωνσταντινούπολη, Bizantium, Kuş-ta,Kustantina el-uzma, Islambol, Poli, Stambulas, Estanbol ,Megali Polis, Kalipolis, Vizantion, Antoninya, Alma Roma, Nova Roma gibi pek çok ismi tarih de içerisinde barındırmış bir şehirdir İstanbul. Oldukça eski çağlardan bu yana insanların göz bebeği olmuş, uğrunda nice kanların ve gözyaşlarının aktığı, bir çok ülkenin başkentliğini yapmış, nice aşkları, ayrılışları, hüzünleri ve sevinçleri barındıran bir yerdir. İstanbul da kime sorsanız herkesin İstanbul için diyeceği en az bir iki çift sözü vardır. Kimisi trafikten şikayet eder, kimisi İstanbul’da kaybettiği bir tanıdığından, kimisi de köyünden bakıldığında İstanbul’un nasıl görüldüğünü anlatır. Anlayacağınız herkes için İstanbul bir kelimeyi ifade etmektedir.Çamlıca Tepesinden İstanbul’a baktığınızda ilk başta uzaklardaki gemiler size selam verirken karşınıza Ayasofya, Topkapı Sarayı, Galata Kulesi ve tüm ihtişamı ile Haliç batılıların deyişi ile Altın Boynuz gözlerinizin önüne gelir. O sırada tarihe dalıp gidersiniz. Kah Bizans’ı düşünürsünüz kah gözünüze ilişen surları yıkan Fatih’i kah da Galata Kulesinden atlayarak göklere yelken açan Hazerfen Ahmet Çelebi’yi yad edersiniz. Her biri kendi içerisinde farklı bir tarih hazinesi. Hiç orda düşündüğünüz mü acaba bu surların çevresinde yaşanan sevgileri veya orda yaşanan çileleri. Bilmiyorum ama ben ne zaman Çamlıca Tepesinden bu manzaraya baksam aklıma hep İstanbul’da yaşayan o büyük aşıklar gelir ve öyküleri.

Bizans Zamanı İstanbul’un Şehirsel YapısıSiz bunları düşünürken Çamlıca Tepesinde birden bir yerden gelen ses ile irkilip hemen sağınızda kalan köprüyü, kalabalığı ve o devasa büyük binaları keşfedersiniz. Bir yanda buram buram tarih diğer yanda ise metropolleşen medeni bir yapı. İki ayrı uç bir arada şuan gözlerinizin önünde bulunmakta. Üsküdar’dan boğazı izlediniz mi hiç ?

Üsküdar Sahilinden Boğazın Görünüşü

Her bir gemi ayrı bir anı taşımakta o devasa metal yığının içerisinde. Kimisi ayrılan sevgilerin acısını taşımakta yıllarca kimisi ise birbirine uzun zaman sonra kavuşan insanların özlemlerini ve mutluluğunu. Her gün binlerce insanı taşırken bir yakadan diğer yakaya, bir ülkeden başka bir ülkeye binlerce duyguyu da taşımakta ister istemez. Bir ağızları olsa kim bilir neler anlatır insanlara bilinmez.

Kız KulesiKız kulesine baktınız mı pekala? Bir hikayeye göre dönem sultanın kızını korumak için yapılmış ve başka bir hikayeye göre de dev bir aşığın derin sulara gömülmesinin anısına yapılan o yeri. Hangi hikaye doğrudur bilinmez ama şüphesiz ki ne için yapılmış olursa olsun Kız Kulesi denilince insanın aklına sevdiğine kavuşmak için boğazın azgın sularını yaran o gencin hazin sonu gelir.

Rumeli Hisarı.Rumeli Hisarına kaçınız gittiniz ve burçlarda gezindiniz bilmiyorum. Gezinenleriniz hiç aklınıza bir zamanlar o burçlarda Fatihin ve askerlerinin o yerlere ayak bastığını kaçınız hatırladınız? Rumeli Hisarı aslında bir çağın kapanmasında ki en büyük anahtardır ve Fatih’in alın teri dökerek sırtında taş taşıdığı bir yapıdır. Sarıyer’den Beşiktaş’a kadar olan manzarasına denilecek bir şey asla ise bulunmamaktadır. O manzaraya bir de yazın eşlik eden yunusların o şahane boğazı geçişi insanı alıp orda burçlarda oturanı zamanda bir yolculuğa çıkartmanın yanı sıra kişinin ruh dünyasını dürtükleyerek “Korkma;çekinme söylemek istediğin her şeyi. Bak işte karşında İstanbul ve yunuslar. Haydi durma!Haykır içinde ne var sevgiyi ve öfkeyi. Hadi ne duruyorsun, haykırsana! demektedir burçların o ihtişamı ve karşında ki o manzara.

Eski ile yeniki her yerde yan yana bulabilirsiniz İstanbul’da. Ama asla yeşili, tarihi yapıları ve yeni vilları Yeniköy’den başka bir yerde bulamazsınız. Ayrı bir kompozisyonların birleşim noktasıdır Yeniköy. İstanbul’un akciğerlerinin bulunduğu tarihi maneviyatının asla bozulmadığı yerdir.

Yeniköy Sahili ve Ara Sokaklarıİstanbul’un akcigerleri demişken aklıma birden adalar geldi. Adalar.. Ah adalar. İstanbul’un bir çok şairinin yetiştiren ve her biri tarihi hala yaşayan o adalar. Fayton’un turistik gezi haricinde hala ulaşım için kullanıldığı, İstanbul’un en eski kiliselerinin ve Hristiyan din adamlarının yetiştirildiği o yerler.

Adalardan Birisi ve Adalarda ki Ulaşım.

Tabi ki de İstanbul bunlardan ibaret değil. Taksim, Beşiktaş, Kadıköy, Şişli, Etiler, Bebek, Bakırköy gece hayatlarının yaşandığı yerlerdir. Bunları zaten sağolsun haberler sayesinde bilmeyen yoktur. O yüzden es geçiyorum(:

İstanbul aslında birkaç kelime ile anlatılmaz. İstanbul denilince insanın aklına aslında maneviyatta gelir. Eyüp Sultan, Aziz Mahmut Hüdayi, Yahya Efendi, Yuşa A.S., onlarca sahabe ve nerde yattığını pek az kişinin bildiği onlarca evliya. Aslında Evliyalar Şehri denmesinin sebebi de bu olsa gerek. Bünyesinde onlarca Hakk dostunu barındırmaktadır İstanbul. Bu Hakk dostlarına olan ilgi ve alaka ile birlikte İstanbul halkı camilere de önem vermiştir. Yeni Cami, Eyüp Sultan, Şişi Cami, Şehzade Cami, Sultanahmet Cami, Ayasofya , Akşemseddin Cami, Hırka-i Şerif Cami, Fatih Camisi, Mecidiye Camisi, Merkez Efendi Cami, Nuruosmaniye Camisi, Üçmihraplı Camii gibi birçok eski ve manevi değeri yüksek olan camileri her kandilde ve bayramda dolup taşmaktadır.

Allah-u Ekber nidalarının yükseldiği bu yerler İstanbul’un maneviyatının kalbidir. İstanbul içerisinde beslediği mübarekler hatırına ayakta kalmaktadır.

İstanbul diyince sevgiden, aşktan bahsetmemek oldukça küstahlık olur. Çünkü İstanbul’da ki bir çok yapıda Allah’a veya bir kula olan aşkın etkisi bulunmaktadır. Haydarpaşa denildi mi insanın aklına ayrılıklar gelir. Pier Loti denilince sevgiliye söylenen aşk şiirleri, Kız Kulesi denilince sevdası uğruna boğulan genci, adalar denilince İstanbul’a aşık olan şairlerin şiirleri ve Boğaz Köprüleri denilince de sevdiğinden ayrı kalmaya dayanamayan aşıkların intihar yerleri akıla gelmekte . Yazıma Halil Cibran’dan bir şiirle son vermek istiyorum ;

"Nasıl huzur içinde ve üzülmeden gidebilirim?Hayır, ruhum yara almadan bu şehri terketmeliyim..Duvarlar arasında acı dolu geçen uzun günler,yalnızlık içinde uzun geceler; kim acıdan veyalnızlıktan pişmanlık duymadan buradan kopabilir?Bu caddelere ruhumdan o kadar çok parça saçtım ki,özlemimin o kadar çok çocuğu bu tepelerde çıplak dolaştı ki,sıkıntı ve ıstırap çekmeden onlardan kendimi ayıramam..Bugün üstümden çıkardığım bir giysi değil,kendi ellerimle yırttığım derim, kabuğum..Geride bıraktığım bir düşünce değil,açlık ve susuzlukla tatlandırılmış bir gönül...Yine de daha fazla oyalanamam...Herşeyi kendine çeken deniz beni de çağırıyor;yola çıkmalıyım...Çünkü kalmak, saatler geceyle yanarken,donmak, kristalleşmek ve bir kalıba dökülmek demek...Buradaki herşeyi memnuniyetle yanıma alırdım, ama nasıl?Bir ses, dili ve ona kanat olan dudakları taşıyamaz.Boşluğu, yalnız başına aramalı...Ve kartal, tek başına, yuvasını taşımadan Güneş'e uçmalı..."