13
1 جلد: ١٠ شماره: ١٠ سال: ٠٩٣١ Ebu’l-Esrar Şeyh Abdulkahir İle Röportaj میللی علوم اس بین المقی تحقیجلۀ علمی مة ،ية، علميةمية، عات اسسا درا International Journal of Islamic Studies Uluslararası İslami Araştırmalar Dergisi ISSN: 2706-6428 Bu röportaj 08.30.1398 Hicri Şemsi / 21.11.2019 Miladi Tarihinde Mezar-i Şerif’te bulunan Hikmet Derneği’nde Diwan Dergisi’nin Editör yardımcısı Safiuallah Muntazar ile Ebu’l-Esrar Şeyh Abdulkahir arasında gerçekleştirilmiştir.

diwan.com.afCreated Date 1/28/2020 11:29:29 AM

  • Upload
    others

  • View
    2

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

  • 1

    Röportaj

    ٠٩٣١: سال ١٠: شماره ١٠: جلد

    Ebu’l-Esrar Şeyh Abdulkahir İle Röportaj

    Bu röportaj 08.30.1398 Hicri Şemsi / 21.11.2019 Miladi Tarihinde Mezar-i Şerif’te bulunan Hikmet Derneği’nde Diwan Dergisi’nin Editör yardımcısı Safiuallah Muntazar

    ile Ebu’l-Esrar Şeyh Abdulkahir arasında gerçekleştirilmiştir.

    مجلۀ علمی تحقیقی بین المللی علوم اسالمیجمةل دراسات اسالمية، عاملية، علمية، حممكة

    International Journal of Islamic StudiesUluslararası İslami Araştırmalar Dergisi

    ISSN: 2706-6428

    Röportaj

    ٠٩٣١: سال ١٠: شماره ١٠: جلد

    Ebu’l-Esrar Şeyh Abdulkahir İle Röportaj

    Bu röportaj 08.30.1398 Hicri Şemsi / 21.11.2019 Miladi Tarihinde Mezar-i Şerif’te bulunan Hikmet Derneği’nde Diwan Dergisi’nin Editör yardımcısı Safiuallah Muntazar

    ile Ebu’l-Esrar Şeyh Abdulkahir arasında gerçekleştirilmiştir.

  • 2

    جلد: ٠١ شماره: ٠١ سال: ١٣٩٨ مجلۀ علمی تحقیقی بین المللی علوم اسالمی

    Diwan Dergisi: Selamün Aleyküm sayın hocam Hikmet Derneğine hoş geldiniz. İlk olarak kendi hayatınızdan kısaca bahsedebilir misiniz?

    Ebu’l-Esrar Şeyh Abdulkahir: Aleyküm Selam, Hikmet Derneğine dostları ziyarete geldiğim için mutluyum. Asıl adım Muhammed Abdulkahir, Kurban Nazar’ın oğluyum künyem de büyük oğlum Muhammed Esraru’l-Hak’a nispetle Ebu’l-Esrar’dır. Aslen Afganistan’ın kuzey bölgesinde bulunan Bağlan Şehri’nin Enderab İlçesinden olup yaklaşık 19 yıldır Mezar-ı Şerif’te yaşamaktayım. Ben 16.08.1379 tarihinde evlilik yaptım, bu evlilikten sonra yaklaşık iki yıl boyunca evlat sahibi olamadık. Allah doğru yoldan ayırmasın şuanda üç erkek ve iki kız babasıyım.

    Diwan Dergisi: İlim hayatına ne zaman atıldınız ve medreseye yönelmenizdeki sebep nedir?

    Ebu’l-Esrar Şeyh Abdulkahir: Sayın hocam hatırladığım kadarıyla yedi yaşımdan önce Kuran-ı Kerim’i yüzüne okumayı öğrendim ve annemin söylediğine göre birinci olmuşum. Annem de bana hep yedi yaşımdan önce Kuran-ı Kerim’i yüzüne okumayı öğrendiğimi söylerdi. 47-48 günlük süre içerisinde alfabeden başlayarak Kuran-ı Kerim’i yüzüne okumayı öğrendim. Yedi yaşımdan sonra o günün müfredatına göre ‘‘Peng Genç” ve “Hafız ( Şiir Kitabı )’ı okudum. Annem Kuran-ı Kerim okumayı bilirdi. Babam da iyiydi ama buralara kadar gelmemde annemin emeği çoktur. Annemin benimle ilgili ümitlerinden birisi de gelecekte din âlimi olmam yönündeydi, gündüz ve akşam ne kadar okuduğumu takip ederdi ve dönemin şartlarına uygun olarak birtakım ödüller ile ödüllendirirdi. Farsça kitapları okumayı öğrendikten sonra Arapça’ya başladım. 11 yaşıma gelinceye kadar ‘‘Hulasa-yı Keydanî’’, ‘‘ Kudurî’’ ve ‘‘ Münyetü’l-Musalli’’ gibi Arapça kitapları okuyabiliyordum. Bu süreçte Allah’ın takdiri ile Ruslar’ın bombardımanı neticesinde üç erkek, iki kız ve annem olmak üzere toplam altı kişi şehadet şerbetini içti. Bu olaydan sonra beş yıl çok zorluk çektik. Dolayısıyla aynı kitapları tekrardan bölgede bulunan hocaların yanında okudum. Bu kutlu yola girmemde annemin o isteği ve umudu çok etkili oldu. Bu dönemde yaşım 16-17 civarındaydı. Ancak o yıllarda Allah rahmet etsin babam sen olmayınca evin işleri yürümüyor diyerek benim okumama engel olurdu. Sonunda 17-18 yaşıma geldiğimde babamın da iznini alarak ilim tahsil etmek için gurbete çıktım.

    Diwan Dergisi: Anneniz, erkek ve kız kardeşlerinizin şehit olduğu acı olaydan biraz bahsedebilir misiniz? Bu olay hangi yılda gerçekleşti?

    Ebu’l-Esrar Şeyh Abdulkahir: Ben 11 yaşındaydım, kırk sekizden on biri çıkartırsak 37 yıl önce yani 1361 Yılının 7. Ayında Enderab ilçesinde gerçekleşti. Yani benim doğum yerim olan Daşt-i Garav adındaki köyde. Ben ilçenin çarşısındaydım. İki tane jet saha üzerinde dolaşmaya başladı. O anda bizim köyümüzü vuracağı içime doğdu. Bir müddet sonra mahalleli gelip beni pazardan köye götürdü, herkes halı dokuyordu, uçak orayı bombaladı, komşumuz olan kuzenim ve benim ailemden altı kişi şehit oldular.

    Diwan Dergisi: Medresede okuduğunuzu ve ‘‘Hulasa-yi Keydan’’ gibi birtakım kitaplardan bahsettiniz. Bu kitapları hangi medresede okudunuz? Ve sizin ilk hocanız kimdir? Şuanda yaşıyor mu?

    Ebu’l-Esrar Şeyh Abdulkahir: Sözünü ettiğim kitapları mahallemizde bulunan cami imamının yanında okudum. Yani Daşti Garav’da okudum. Benim ilk hocamın adı Molla Muhammed İshak Pençşiri idi, kendisi bizim mahallede 32 yıl imamlık yaptı. İlk eğitimimi burada bu imamın yanında okudum. Aradan çok zaman geçti kendisiyle irtibatım olmadı, büyük ihtimalle vefat etmiştir. 1367 yılında Pençşir’e gittim ve dört buçuk ay kaldım o sırada da kendisine ulaşmaya çalıştım ancak onu bulamadım.

    Diwan Dergisi: Ruslar’ın bombardımanıyla ailenizden birçok kişi şehit oldu. Bu olay sizi Ruslar aleyhine cihada itmedi mi?

    Ebu’l-Esrar Şeyh Abdulkahir: O zaman Hesap kitap yapabilecek yaşta değildim küçüktüm. Bu olay esnasında 11 yaşındaydım. Olayın üzerinden beş yıl geçtikten sonra ilim yoluna çıktım. Bu beş yıl boyunca olay ister istemez sıcaklığını da yitiriyor. Aynı zamanda fiziki olarak da küçüktüm kimse beni cihat saflarına almazdı. Her yerde geçerli olan yaş on sekiz olduğu için çevremizde de çocuk olarak biliniyorsun. Ancak ilim tahsil etmek için on beş yaş uygun bir yaştır. Aynı zamanda büyük abim Abdulalim filli olarak cihat saflarındaydı, şuanda Pulhumri’de yaşıyor. Ancak abim annem şehit olduğu için veya intikamı duygusuyla cihat yapmıyordu. O dönemde herkesin düşüncesinde Ruslar’a karşı cihada katılma hayali vardı.

    Diwan Dergisi: Babanızdan izin aldıktan sonra veya halk diliyle ifade edecek olursak ilim tahsili için belinizi bağladıktan sonra ilk olarak nereye ve hangi medreseye gittiniz?

    Ebu’l-Esrar Şeyh Abdulkahir: İlk defa Enderab ve Hûst sınırında Şeyhan bölgesinde Molla Gulam Mahbup veya Seyid Mahbup adında biriydi onun yanına gittim. Maalesef yakından ziyaretine gidemedim ancak geçen hafta haberini aldım şuanda da kendisi hayattadır. Hust İli’nin ilçelerinden biri olan Şeyhan’da 19 gün kaldıktan sonra Enderab’da bulunan Nevbahar Medresesine geldim. Bu medresenin başında Damulla Hangül isminde yaşı ilerlemiş ihtiyar biri vardı. Kendisi orada tanınan birisiydi. Damolla olarak bilinse de çok âlim birisiydi.

    Diwan Dergisi: Nevbahar Enderab’taki eğitiminiz kaç yıl sürdü? Enderab bölgesinden çıkarak uzakta bulunan Hust İli’nin Şeyhan bölgesine gitmenizdeki sebep nedir?

    Ebu’l-Esrar Şeyh Abdulkahir: Nevbahar’da kısa süre kaldıktan sonra Enderab’a bağlı olan Sengberan’a geldim. Burada Mahdum Abdulkadir isminde tanınan birisi vardı. Burada yaklaşık 43 gün kaldım. Burada ‘‘ Hidayetü’n-Nehv’’ kitabından 13 sayfa okuduktan sonra hocanın yoğun meşguliyeti ve araştırmaları yüzünden oradan ayrılarak tekrar Nevbahar’a geldim. Bu sürelerin hepsini toplarsak yaklaşık iki yıl Nevbahar’da kalmışımdır. Önceden de Nevbahar olarak bilinirdi halen de aynı isimle biliniyor. Ancak Dale milletine mensupla Dale Medresesi olarak da bilinirdi. Bu isim orada Kandahar’dan buraya göçen Dale milletine nispetle verilmiştir. Oraya gitmemin sebebi köyümüzden kendi yaşıtlarımda olan birkaç genç vardı. Bu vesileyle oraya gittik ve 19 gün kaldıktan sonra hava şartlarının da uygun olmaması sebebiyle tekrar Enderaba’ gelerek oraya yerleştim. Nevbahar yeşillik olan bir bölgedir. Aynı zamanda burası dedelerimin de bölgesidir. Cuma geceleri giderdik ve burada bulunan kuzenlerimi de bulurduk. Bundan sonra önceki arkadaş grubunu bırakarak kendi akrabalarımdan bir arkadaş grubu kurduk. Hoca Miracuddin ve hoca Abdurrahim benim yaşıtlarım olan hocalardır.

  • Ebu’l-Esrar Şeyh Abdulkahir İle Röportaj

    3

    Diwan Dergisi: Selamün Aleyküm sayın hocam Hikmet Derneğine hoş geldiniz. İlk olarak kendi hayatınızdan kısaca bahsedebilir misiniz?

    Ebu’l-Esrar Şeyh Abdulkahir: Aleyküm Selam, Hikmet Derneğine dostları ziyarete geldiğim için mutluyum. Asıl adım Muhammed Abdulkahir, Kurban Nazar’ın oğluyum künyem de büyük oğlum Muhammed Esraru’l-Hak’a nispetle Ebu’l-Esrar’dır. Aslen Afganistan’ın kuzey bölgesinde bulunan Bağlan Şehri’nin Enderab İlçesinden olup yaklaşık 19 yıldır Mezar-ı Şerif’te yaşamaktayım. Ben 16.08.1379 tarihinde evlilik yaptım, bu evlilikten sonra yaklaşık iki yıl boyunca evlat sahibi olamadık. Allah doğru yoldan ayırmasın şuanda üç erkek ve iki kız babasıyım.

    Diwan Dergisi: İlim hayatına ne zaman atıldınız ve medreseye yönelmenizdeki sebep nedir?

    Ebu’l-Esrar Şeyh Abdulkahir: Sayın hocam hatırladığım kadarıyla yedi yaşımdan önce Kuran-ı Kerim’i yüzüne okumayı öğrendim ve annemin söylediğine göre birinci olmuşum. Annem de bana hep yedi yaşımdan önce Kuran-ı Kerim’i yüzüne okumayı öğrendiğimi söylerdi. 47-48 günlük süre içerisinde alfabeden başlayarak Kuran-ı Kerim’i yüzüne okumayı öğrendim. Yedi yaşımdan sonra o günün müfredatına göre ‘‘Peng Genç” ve “Hafız ( Şiir Kitabı )’ı okudum. Annem Kuran-ı Kerim okumayı bilirdi. Babam da iyiydi ama buralara kadar gelmemde annemin emeği çoktur. Annemin benimle ilgili ümitlerinden birisi de gelecekte din âlimi olmam yönündeydi, gündüz ve akşam ne kadar okuduğumu takip ederdi ve dönemin şartlarına uygun olarak birtakım ödüller ile ödüllendirirdi. Farsça kitapları okumayı öğrendikten sonra Arapça’ya başladım. 11 yaşıma gelinceye kadar ‘‘Hulasa-yı Keydanî’’, ‘‘ Kudurî’’ ve ‘‘ Münyetü’l-Musalli’’ gibi Arapça kitapları okuyabiliyordum. Bu süreçte Allah’ın takdiri ile Ruslar’ın bombardımanı neticesinde üç erkek, iki kız ve annem olmak üzere toplam altı kişi şehadet şerbetini içti. Bu olaydan sonra beş yıl çok zorluk çektik. Dolayısıyla aynı kitapları tekrardan bölgede bulunan hocaların yanında okudum. Bu kutlu yola girmemde annemin o isteği ve umudu çok etkili oldu. Bu dönemde yaşım 16-17 civarındaydı. Ancak o yıllarda Allah rahmet etsin babam sen olmayınca evin işleri yürümüyor diyerek benim okumama engel olurdu. Sonunda 17-18 yaşıma geldiğimde babamın da iznini alarak ilim tahsil etmek için gurbete çıktım.

    Diwan Dergisi: Anneniz, erkek ve kız kardeşlerinizin şehit olduğu acı olaydan biraz bahsedebilir misiniz? Bu olay hangi yılda gerçekleşti?

    Ebu’l-Esrar Şeyh Abdulkahir: Ben 11 yaşındaydım, kırk sekizden on biri çıkartırsak 37 yıl önce yani 1361 Yılının 7. Ayında Enderab ilçesinde gerçekleşti. Yani benim doğum yerim olan Daşt-i Garav adındaki köyde. Ben ilçenin çarşısındaydım. İki tane jet saha üzerinde dolaşmaya başladı. O anda bizim köyümüzü vuracağı içime doğdu. Bir müddet sonra mahalleli gelip beni pazardan köye götürdü, herkes halı dokuyordu, uçak orayı bombaladı, komşumuz olan kuzenim ve benim ailemden altı kişi şehit oldular.

    Diwan Dergisi: Medresede okuduğunuzu ve ‘‘Hulasa-yi Keydan’’ gibi birtakım kitaplardan bahsettiniz. Bu kitapları hangi medresede okudunuz? Ve sizin ilk hocanız kimdir? Şuanda yaşıyor mu?

    Ebu’l-Esrar Şeyh Abdulkahir: Sözünü ettiğim kitapları mahallemizde bulunan cami imamının yanında okudum. Yani Daşti Garav’da okudum. Benim ilk hocamın adı Molla Muhammed İshak Pençşiri idi, kendisi bizim mahallede 32 yıl imamlık yaptı. İlk eğitimimi burada bu imamın yanında okudum. Aradan çok zaman geçti kendisiyle irtibatım olmadı, büyük ihtimalle vefat etmiştir. 1367 yılında Pençşir’e gittim ve dört buçuk ay kaldım o sırada da kendisine ulaşmaya çalıştım ancak onu bulamadım.

    Diwan Dergisi: Ruslar’ın bombardımanıyla ailenizden birçok kişi şehit oldu. Bu olay sizi Ruslar aleyhine cihada itmedi mi?

    Ebu’l-Esrar Şeyh Abdulkahir: O zaman Hesap kitap yapabilecek yaşta değildim küçüktüm. Bu olay esnasında 11 yaşındaydım. Olayın üzerinden beş yıl geçtikten sonra ilim yoluna çıktım. Bu beş yıl boyunca olay ister istemez sıcaklığını da yitiriyor. Aynı zamanda fiziki olarak da küçüktüm kimse beni cihat saflarına almazdı. Her yerde geçerli olan yaş on sekiz olduğu için çevremizde de çocuk olarak biliniyorsun. Ancak ilim tahsil etmek için on beş yaş uygun bir yaştır. Aynı zamanda büyük abim Abdulalim filli olarak cihat saflarındaydı, şuanda Pulhumri’de yaşıyor. Ancak abim annem şehit olduğu için veya intikamı duygusuyla cihat yapmıyordu. O dönemde herkesin düşüncesinde Ruslar’a karşı cihada katılma hayali vardı.

    Diwan Dergisi: Babanızdan izin aldıktan sonra veya halk diliyle ifade edecek olursak ilim tahsili için belinizi bağladıktan sonra ilk olarak nereye ve hangi medreseye gittiniz?

    Ebu’l-Esrar Şeyh Abdulkahir: İlk defa Enderab ve Hûst sınırında Şeyhan bölgesinde Molla Gulam Mahbup veya Seyid Mahbup adında biriydi onun yanına gittim. Maalesef yakından ziyaretine gidemedim ancak geçen hafta haberini aldım şuanda da kendisi hayattadır. Hust İli’nin ilçelerinden biri olan Şeyhan’da 19 gün kaldıktan sonra Enderab’da bulunan Nevbahar Medresesine geldim. Bu medresenin başında Damulla Hangül isminde yaşı ilerlemiş ihtiyar biri vardı. Kendisi orada tanınan birisiydi. Damolla olarak bilinse de çok âlim birisiydi.

    Diwan Dergisi: Nevbahar Enderab’taki eğitiminiz kaç yıl sürdü? Enderab bölgesinden çıkarak uzakta bulunan Hust İli’nin Şeyhan bölgesine gitmenizdeki sebep nedir?

    Ebu’l-Esrar Şeyh Abdulkahir: Nevbahar’da kısa süre kaldıktan sonra Enderab’a bağlı olan Sengberan’a geldim. Burada Mahdum Abdulkadir isminde tanınan birisi vardı. Burada yaklaşık 43 gün kaldım. Burada ‘‘ Hidayetü’n-Nehv’’ kitabından 13 sayfa okuduktan sonra hocanın yoğun meşguliyeti ve araştırmaları yüzünden oradan ayrılarak tekrar Nevbahar’a geldim. Bu sürelerin hepsini toplarsak yaklaşık iki yıl Nevbahar’da kalmışımdır. Önceden de Nevbahar olarak bilinirdi halen de aynı isimle biliniyor. Ancak Dale milletine mensupla Dale Medresesi olarak da bilinirdi. Bu isim orada Kandahar’dan buraya göçen Dale milletine nispetle verilmiştir. Oraya gitmemin sebebi köyümüzden kendi yaşıtlarımda olan birkaç genç vardı. Bu vesileyle oraya gittik ve 19 gün kaldıktan sonra hava şartlarının da uygun olmaması sebebiyle tekrar Enderaba’ gelerek oraya yerleştim. Nevbahar yeşillik olan bir bölgedir. Aynı zamanda burası dedelerimin de bölgesidir. Cuma geceleri giderdik ve burada bulunan kuzenlerimi de bulurduk. Bundan sonra önceki arkadaş grubunu bırakarak kendi akrabalarımdan bir arkadaş grubu kurduk. Hoca Miracuddin ve hoca Abdurrahim benim yaşıtlarım olan hocalardır.

  • 4

    جلد: ٠١ شماره: ٠١ سال: ١٣٩٨ مجلۀ علمی تحقیقی بین المللی علوم اسالمی

    Diwan Dergisi: Nevbahar’da istifade ettiğiniz hocalar kimlerdir? Nevbahar’dan ne zaman çıktınız ve nereye gittiniz?

    Ebu’l-Esrar Şeyh Abdulkahir: Nevbahar Medresesinde sadece bir hocam vardı, adı Damolla Hangül’dü, ki bir süre sonra vefat etti. Sengbaran’daki hocamın ismi de Mahdum Abdulkadir idi. Bu ikisi dışında o yaylada başka hocam yoktur. Tam tarihi hatırlamamakla birlikte 1369 Hicri şemsi yılında babamdan zorlukla izin alarak Pençşir’de bulunan Hınç denen yere gittim, derenin diğer tarafında da Pavan denen bölge bulunmaktaydı. Orada Molla Muhammed Lıka’nın oğlu olan âlim birisi vardı. Aynı zamanda orada Molla Muhammed Haşim de vardı, kendisi hadis alanında iki dönem Enver Şah Keşmiri’nin yanında okumuştu. Şah Keşmiri Sözünü ettiğimiz Keşmiri Daru’l-Ulum Diyobend’de hocalarındı. Ruslar zamanında çoğu kişi göç etmişti. Bu dönemde bu iki hocanın bulunduğu yere Ruslar geliyor, bu hocalar önceden yanlarında bulunan taşlarla Ruslar’ı taşlıyorlar. Ruslar da bu iki hocayı orada şehit ettiler. Ben burada yaklaşık olarak dört buçuk ay kaldıktan sonra geri döndüm.

    Diwan Dergisi: Dört buçuk ay sonra nereye döndünüz?

    Ebu’l-Esrar Şeyh Abdulkahir: Tekrar Enderab’a geldim. Enderab’ın aşağı bölgesinde Kefterhane adındaki yerde Şeyh Geda Muhammed Fakiri adında o bölgenin meşhur bir âlimi vardı ki kendisi halen hayattadır. Hoca 22 yıl boyunca Afganistan’ın değişik bölgelerinde ders okumuştur. Aynı zamanda 6 yılını da Pul-i Çarhi’de ( Hapishane ) geçirmiştir. Pul-i Çarhi’den sonra buraya geldi ben de yanına gittim.

    Diwan Dergisi: Hangi ithamla Pul-i Çarhi’de kaldı?

    Ebu’l-Esrar Şeyh Abdulkahir: O dönem cihat zamanıydı. Mücahitler içerisinde kadılık görevi yapıyordu, zamanla durumlar kötüleşti ve Ruslar da karadan ve havadan saldırıya geçti. Bu sırada hoca ailesini de alarak Pakistan’a geçmek istedi. Kabil’e geldiğinde KGB ajanları mücahitlerin kadısı olduğu suçlamasıyla yakalamışlar.

    Diwan Dergisi: Benu’daki eğitiminiz hangi yıla kadar devam etti?

    Ebu’l-Esrar Şeyh Abdulkahir: Bu soruya cevap vermeden önce bir noktayı düzeltmek istiyorum, Pençşir’den döndüğüm zaman Enderab’ın Kışnâbad denen yerine gittim. Molla Abdulvedod Bedahşi isminde imamlık yapan biri vardı. Hoca anı zamanda buradan evlenmişti. Bu hocanın yanında da Kafiye kitabının belli bölümlerini, Îsagucî ve Nuru’l-Envar gibi kitapları 7 aylık bir süreçte okudum ondan sonra Şeyh Geda’nın yanına geldim. Benu’ya gittikten sonra 1370 yılına kadar burada kaldım. Sonra 1370 yılının ortalarında Benu’dan çıkarak Belh’e geldim. Necib’in hükümeti düştü. Ardından Mücahitlerin hâkimiyeti sonrasında Belh’e geldim. Ben ilk defa Belh’e geldikten sonra Mezar-ı Şerif şehir merkezinde öğrenci oldum. Buraya geldikten sonra benim iki yönüm vardı, birincisi öğrencilik diğeri ise hocalıktı. Bu yörede o zamanlar âlimler birliği heyeti vardı. Yöneticiler hocalara birtakım imtiyazlar vermek istedi. Bu sebeple hocalara ihtiyaç oldu, böylelikle ben de hoca oldum. Hoca olduktan sonra Nuru’l-Envar, Usul Şaşî, Şerh-i Cami ve Muhtasar-ı Feni Evvel kitaplarını ben okuttum.

    Diwan Dergisi: Sizin Mevlevi Geda Muhammed’in yanındaki eğitimleriniz kaç yıl sürdü ve hangi kitapları okudunuz?

    Ebu’l-Esrar Şeyh Abdulkahir: Kefterhane’de hocanın yanında bulunduğum sırada Kafiye, Şerh-i Camî, Îsâgûcî kitaplarını okudum. Sonra buradan mücahitlerin Komutan Zarif isminde bir komutanı vardı onun önerisi ile hocalarımız ile birlikte Enderab’ın Benun denen adındaki yere taşındık. Burada yaklaşık yüz yirmi öğrenci vardı ki o şartlarda başka yerlerde bu kadar kalabalık öğrenciyi bulmak zordu. Nuru’l-Envar, Mebizi isminde bir felsefe kitabı, Fatiha’dan başlayarak Nas süresine kadar bir tefsir kitabı, Kutbî, Bedi’u’l-Mizan gibi kitapları burada okudum.

    Diwan Dergisi: Mezar-ı Şerif’te uzun bir süre kaldınız ve burada yaşamayı seçtiniz bunun sebepleri nelerdir?

    Ebu’l-Esrar Şeyh Abdulkahir: Buraya etkeni size söylemem gerekirse buranın serbest olmasıydı. Biz köylüydük, Necib ve arkadaşlarının hükümeti döneminde tabi olarak şehirleri pek sevmezdik. Taşrada yaşarken şehirlerde yaşayanlara yönelik olumsuz düşüncelerimiz vardı, ancak bahsini ettiğim hükümet düştükten sonra Belh’i görmeye geldim ve gördüm ki çok gelişmiş ve medrese imkânları da iyiydi. Mücahitler buradaki medresenin pirinç, yağ vb. gıda yardımlarında bulunuyorlardı, bizim aşçımız vardı, ortam da kalabalık ve bereketliydi. Sonuçta burasını çok beğendiğim için burada kaldım. İkinci etken de dini ilimlerin yanı sıra günümüz modern ilimlerini de öğrenmek istedim. Burada Arya Center isminde ve İbrahim hoca gözetiminde bir İngilizce kursu açıldı. Hoca şuan Kabil’de yaşıyor ve kendisine ait bir okulu da bulunmaktadır. Kurs açıldıktan sonra yanıma başka on iki kişi bularak kursa katıldık. Mergılani’den Hacı Eyüp Dört yoluna kadar İngilizce kursu için her gün gidip geliyorduk. İngilizce kursuna katılmamın sebebi, bir gün yola giderken elektronik kelimesine gözüm takıldı ve ne anlama geldiğini bilemedim ve birisinden bu kelimenin anlamını sordum. Sonuç olarak kendimi her alanda geliştirmek istedim. Aslında din ilimlerinin yanında tıp bölümüne de ilgim vardı ve din hocalığının yanı sıra doktor olma isteğim de vardı. İngilizce kursuna 12 kişi katılmıştık ancak diğerleri hepsi kurstan kaçtı sadece ben kaldım ve bir yıl boyunca kursa devam ettim. Amerika’dan bir hoca gelmişti çok iyi ders veriyordu, birtakım hikayeler anlatıyordu. Sonuç olarak burada kalmamın birinci sebebi mücahitlerin gelmesi ikincisi de bölgeyi sevdim ve üçüncüyü de eklemem gerekirse modern ilimleriyle de tanışmam oldu. Belh’te iki yılı doldurduktan sonra Esediye tarafında Ziraat’a yakın bir yerde Molla Abdulgafur Mantıkî isminde çok akıllı bir hoca vardı. Mantık ve felsefe ilimlerinde yetenekli birisiydi. Oraya gittikten sonra Mebizi kitabının geri kalan Tasrih-i Çehmeni ismindeki kısımlarını, gök bilimleri ve Mirzayed Herevî gibi felsefe ve mantık kitaplarını Mantıkî hocanın yanında okudum.

    Diwan Dergisi: Belh’e geldikten sonra Pakistan’a da gittiniz mi?

    Ebu’l-Esrar Şeyh Abdulkahir: Felsefe ve mantık kitaplarını Mantıkî hocanın yanında okudum. Bu sırada Pakistan’a ilim yolculuğuna çıkma isteğim geldi. Bu sebeple ilk önce Enderab’ın Kâsân bölgesinde hocalık yapan Şeyh Geda’nın yanına gittim. Sonra ben Molla Mantıkî’nin yanında felsefi bir kitap olan Sadrah’ı okuyordum, arkadaşlar benimle dalga geçerlerdi. Sonra Şeyh Geda’nın yanına gittim ve iki kitap okuyacağımı söyledim. Birisi mesahatin özetini okuyacağım ki kısa bir tartışmadır. Bu mesahatin formülü var, yükseklik, en ve genişliğin ölçüsünü belirliyor. Bunun için isterlab adında başka da bir formüle ihtiyaç vardır. Şuan isterlab olursa Hayretan Irmağı’nın yanında durarak on dakikada elimde herhangi

  • Ebu’l-Esrar Şeyh Abdulkahir İle Röportaj

    5

    Diwan Dergisi: Nevbahar’da istifade ettiğiniz hocalar kimlerdir? Nevbahar’dan ne zaman çıktınız ve nereye gittiniz?

    Ebu’l-Esrar Şeyh Abdulkahir: Nevbahar Medresesinde sadece bir hocam vardı, adı Damolla Hangül’dü, ki bir süre sonra vefat etti. Sengbaran’daki hocamın ismi de Mahdum Abdulkadir idi. Bu ikisi dışında o yaylada başka hocam yoktur. Tam tarihi hatırlamamakla birlikte 1369 Hicri şemsi yılında babamdan zorlukla izin alarak Pençşir’de bulunan Hınç denen yere gittim, derenin diğer tarafında da Pavan denen bölge bulunmaktaydı. Orada Molla Muhammed Lıka’nın oğlu olan âlim birisi vardı. Aynı zamanda orada Molla Muhammed Haşim de vardı, kendisi hadis alanında iki dönem Enver Şah Keşmiri’nin yanında okumuştu. Şah Keşmiri Sözünü ettiğimiz Keşmiri Daru’l-Ulum Diyobend’de hocalarındı. Ruslar zamanında çoğu kişi göç etmişti. Bu dönemde bu iki hocanın bulunduğu yere Ruslar geliyor, bu hocalar önceden yanlarında bulunan taşlarla Ruslar’ı taşlıyorlar. Ruslar da bu iki hocayı orada şehit ettiler. Ben burada yaklaşık olarak dört buçuk ay kaldıktan sonra geri döndüm.

    Diwan Dergisi: Dört buçuk ay sonra nereye döndünüz?

    Ebu’l-Esrar Şeyh Abdulkahir: Tekrar Enderab’a geldim. Enderab’ın aşağı bölgesinde Kefterhane adındaki yerde Şeyh Geda Muhammed Fakiri adında o bölgenin meşhur bir âlimi vardı ki kendisi halen hayattadır. Hoca 22 yıl boyunca Afganistan’ın değişik bölgelerinde ders okumuştur. Aynı zamanda 6 yılını da Pul-i Çarhi’de ( Hapishane ) geçirmiştir. Pul-i Çarhi’den sonra buraya geldi ben de yanına gittim.

    Diwan Dergisi: Hangi ithamla Pul-i Çarhi’de kaldı?

    Ebu’l-Esrar Şeyh Abdulkahir: O dönem cihat zamanıydı. Mücahitler içerisinde kadılık görevi yapıyordu, zamanla durumlar kötüleşti ve Ruslar da karadan ve havadan saldırıya geçti. Bu sırada hoca ailesini de alarak Pakistan’a geçmek istedi. Kabil’e geldiğinde KGB ajanları mücahitlerin kadısı olduğu suçlamasıyla yakalamışlar.

    Diwan Dergisi: Benu’daki eğitiminiz hangi yıla kadar devam etti?

    Ebu’l-Esrar Şeyh Abdulkahir: Bu soruya cevap vermeden önce bir noktayı düzeltmek istiyorum, Pençşir’den döndüğüm zaman Enderab’ın Kışnâbad denen yerine gittim. Molla Abdulvedod Bedahşi isminde imamlık yapan biri vardı. Hoca anı zamanda buradan evlenmişti. Bu hocanın yanında da Kafiye kitabının belli bölümlerini, Îsagucî ve Nuru’l-Envar gibi kitapları 7 aylık bir süreçte okudum ondan sonra Şeyh Geda’nın yanına geldim. Benu’ya gittikten sonra 1370 yılına kadar burada kaldım. Sonra 1370 yılının ortalarında Benu’dan çıkarak Belh’e geldim. Necib’in hükümeti düştü. Ardından Mücahitlerin hâkimiyeti sonrasında Belh’e geldim. Ben ilk defa Belh’e geldikten sonra Mezar-ı Şerif şehir merkezinde öğrenci oldum. Buraya geldikten sonra benim iki yönüm vardı, birincisi öğrencilik diğeri ise hocalıktı. Bu yörede o zamanlar âlimler birliği heyeti vardı. Yöneticiler hocalara birtakım imtiyazlar vermek istedi. Bu sebeple hocalara ihtiyaç oldu, böylelikle ben de hoca oldum. Hoca olduktan sonra Nuru’l-Envar, Usul Şaşî, Şerh-i Cami ve Muhtasar-ı Feni Evvel kitaplarını ben okuttum.

    Diwan Dergisi: Sizin Mevlevi Geda Muhammed’in yanındaki eğitimleriniz kaç yıl sürdü ve hangi kitapları okudunuz?

    Ebu’l-Esrar Şeyh Abdulkahir: Kefterhane’de hocanın yanında bulunduğum sırada Kafiye, Şerh-i Camî, Îsâgûcî kitaplarını okudum. Sonra buradan mücahitlerin Komutan Zarif isminde bir komutanı vardı onun önerisi ile hocalarımız ile birlikte Enderab’ın Benun denen adındaki yere taşındık. Burada yaklaşık yüz yirmi öğrenci vardı ki o şartlarda başka yerlerde bu kadar kalabalık öğrenciyi bulmak zordu. Nuru’l-Envar, Mebizi isminde bir felsefe kitabı, Fatiha’dan başlayarak Nas süresine kadar bir tefsir kitabı, Kutbî, Bedi’u’l-Mizan gibi kitapları burada okudum.

    Diwan Dergisi: Mezar-ı Şerif’te uzun bir süre kaldınız ve burada yaşamayı seçtiniz bunun sebepleri nelerdir?

    Ebu’l-Esrar Şeyh Abdulkahir: Buraya etkeni size söylemem gerekirse buranın serbest olmasıydı. Biz köylüydük, Necib ve arkadaşlarının hükümeti döneminde tabi olarak şehirleri pek sevmezdik. Taşrada yaşarken şehirlerde yaşayanlara yönelik olumsuz düşüncelerimiz vardı, ancak bahsini ettiğim hükümet düştükten sonra Belh’i görmeye geldim ve gördüm ki çok gelişmiş ve medrese imkânları da iyiydi. Mücahitler buradaki medresenin pirinç, yağ vb. gıda yardımlarında bulunuyorlardı, bizim aşçımız vardı, ortam da kalabalık ve bereketliydi. Sonuçta burasını çok beğendiğim için burada kaldım. İkinci etken de dini ilimlerin yanı sıra günümüz modern ilimlerini de öğrenmek istedim. Burada Arya Center isminde ve İbrahim hoca gözetiminde bir İngilizce kursu açıldı. Hoca şuan Kabil’de yaşıyor ve kendisine ait bir okulu da bulunmaktadır. Kurs açıldıktan sonra yanıma başka on iki kişi bularak kursa katıldık. Mergılani’den Hacı Eyüp Dört yoluna kadar İngilizce kursu için her gün gidip geliyorduk. İngilizce kursuna katılmamın sebebi, bir gün yola giderken elektronik kelimesine gözüm takıldı ve ne anlama geldiğini bilemedim ve birisinden bu kelimenin anlamını sordum. Sonuç olarak kendimi her alanda geliştirmek istedim. Aslında din ilimlerinin yanında tıp bölümüne de ilgim vardı ve din hocalığının yanı sıra doktor olma isteğim de vardı. İngilizce kursuna 12 kişi katılmıştık ancak diğerleri hepsi kurstan kaçtı sadece ben kaldım ve bir yıl boyunca kursa devam ettim. Amerika’dan bir hoca gelmişti çok iyi ders veriyordu, birtakım hikayeler anlatıyordu. Sonuç olarak burada kalmamın birinci sebebi mücahitlerin gelmesi ikincisi de bölgeyi sevdim ve üçüncüyü de eklemem gerekirse modern ilimleriyle de tanışmam oldu. Belh’te iki yılı doldurduktan sonra Esediye tarafında Ziraat’a yakın bir yerde Molla Abdulgafur Mantıkî isminde çok akıllı bir hoca vardı. Mantık ve felsefe ilimlerinde yetenekli birisiydi. Oraya gittikten sonra Mebizi kitabının geri kalan Tasrih-i Çehmeni ismindeki kısımlarını, gök bilimleri ve Mirzayed Herevî gibi felsefe ve mantık kitaplarını Mantıkî hocanın yanında okudum.

    Diwan Dergisi: Belh’e geldikten sonra Pakistan’a da gittiniz mi?

    Ebu’l-Esrar Şeyh Abdulkahir: Felsefe ve mantık kitaplarını Mantıkî hocanın yanında okudum. Bu sırada Pakistan’a ilim yolculuğuna çıkma isteğim geldi. Bu sebeple ilk önce Enderab’ın Kâsân bölgesinde hocalık yapan Şeyh Geda’nın yanına gittim. Sonra ben Molla Mantıkî’nin yanında felsefi bir kitap olan Sadrah’ı okuyordum, arkadaşlar benimle dalga geçerlerdi. Sonra Şeyh Geda’nın yanına gittim ve iki kitap okuyacağımı söyledim. Birisi mesahatin özetini okuyacağım ki kısa bir tartışmadır. Bu mesahatin formülü var, yükseklik, en ve genişliğin ölçüsünü belirliyor. Bunun için isterlab adında başka da bir formüle ihtiyaç vardır. Şuan isterlab olursa Hayretan Irmağı’nın yanında durarak on dakikada elimde herhangi

  • 6

    جلد: ٠١ شماره: ٠١ سال: ١٣٩٨ مجلۀ علمی تحقیقی بین المللی علوم اسالمی

    bir ölçü aleti olmadan aradaki ölçüyü kalemle söylerim sonra da siz elinize metreyi alarak ölçüm yaptığınızda hiçbir fark olmayacaktır. Bu formülün özelliği var, ırmağın diğer tarafını ayarlayarak bakıyorsun ve sonrasında yavaşça bu tarafa doğru dönüyorsun. Sonra gözün hangi noktaya ilişirse ölçüm yapıyorsun ve çıkan sonuç ırmağın ölçüsü olmuş oluyor. Elektrik direklerini görüyorsunuz hepsi aynı yöntemle yapılıyor ve bir cm fark etmiyor. Aynı şekilde yer ölçümü de kolay. Sadrah’ı haftada bir ders okuyordum sonra bu özeti okuyordum, bu şekilde Reşidi Kasani’de 48 gün kaldım. Bazı takıntılarım vardı, davet, sadaka yemeklerine gitmiyordum. Bu sebeple bazı sorulara muhatap oluyordum, neden gelmiyorsun diye soruyorlardı. Ben de Pakistan gideceğimi söyledim. Bu davetlere gidersem Pakistan’dan döndüğümde bana Wahabi nitelemesi yapılmasından çekiniyordum. 1374 yılının 7. Ayında babamın izin ve duasını aldıktan sonra Hoca Han Muhammed, Hafız Nur Ahmed ve kuzenim olan hoca İslamuddin ile birlikte önce Kabil’e oradan da Pakistan’a gittik.

    Diwan Dergisi: Pakistan’da hangi medreseye ve hangi âlimin yanına gittiniz?

    Ebu’l-Esrar Şeyh Abdulkahir: Pakistan vardığımızda yeni yıl tatilinin olduğu zamanlardı. Biz ilk defa Peşaver sınırları içerisinde bulunan Şah-ı Kabul denen yere gittik. Orada bizim Enderab’lılardan olan Hafız Fahrul İslam adından birinin kendi Daru’l-Huffaz’ı vardı. Burada 14 gün misafir olarak kaldık. Sonra o civarda Celale denen yerde Tefsir dersleri başlayana kadar hazırlık yapıyordum. Bu sırada burada hoca olmadığı için öğrencilere Şafiye, Ma’âni, mantık ve felsefe kitaplarını tefsir derslerinin başlangıcına kadar ben ders veriyordum. Sonra Celale’den Savabi tarafına gittik. Orada Şah Baba diye bilinen birisi vardı, kendisi vefat etmiş ancak çocukları vardı. Çocuklarının yanında tefsir dersleri okuduk, ramazan ayı gelince de tefsir derslerimiz bitti. Bu dönem 1375 yılı civarıydı. Bu süreçte Afganistan’da hükümet değişti ve Talibanlar geldi, eski sistem değişerek yerine Taliban iktidarı geldi.

    Diwan Dergisi: Pakistan’da ne kadar bir süre kaldınız?

    Ebu’l-Esrar Şeyh Abdulkahir: Öyle zannediyorum ki beş yıldan az bir süre kaldım 1378 yılına kadar kaldım. Ders başladıktan sonra Kamber Hil denen yere gittim. Burada Afridya adlı sınır kabileleri vardı. Burada bir yıl medresede kaldım. Sonraki dönemde Mehranşah bölgesine giderek iki yıl burada bir medresede kaldım. Buradan Şeyh İdris hocanın yanına Merdan Çahar Sada denen yere gittik. Burada küçük ve büyük grupları ayarladık ve mezun olduk.

    Diwan Dergisi: Mezuniyet töreni yaptığınız medrese hangisiydi?

    Ebu’l-Esrar Şeyh Abdulkahir: Başında Şehy İdris hocanın bulunduğu Turungzo Medresesinden mezun oldum. Kendisi halen hayattadır ve Daru’l-ulum Hakkani’de hocadır. İdris hocanın yanından çıktıktan sonra Belh’e geldim. Kısaca söyleyecek olursam Esediye Medresesi Emirlik sistemine uygundur. Aynı zamanda burada öğrenci sayısı da fazladır. Burada birinci kategoride hemen hoca oldum ve hadiş dışındaki büyük kitapların hocalığını bana verdiler. Hidaye hayi seh, Kadı Hamdullah, Şerhu’l-Akaid ve medresenin beş-altı ağır kitaplarını da bana verdiler. Burada bir süre hocalık yaptıktan sonra Nehr Top’ta bulunan Feyz Âm’a geçtim. Burası Kefayet Marketlerinin sahibi olan Molla Abdurrazık’ın medresesidir. Burada müderris oldum yaklaşık 140 öğrencim vardı. Dersler de iyi gidiyordu. Bu sırada hükümet sistemi yeniden değişti, Emirlik gitti yerine başka sistem geldi. Sonra

    buradan çıkarak Belediyenin yanında bulunan Mir Folat medresesine geçerek hoca oldum. Burada da hadis dışında başka bütün dersleri okutuyordum. Bu şekilde yaklaşık 8-9 yıl burada bulundum. Bundan sonra Daru’l-Ulum İmam Müslim’in temelini attık ve dersler başladı ve halen dersler devam etmektedir.

    Diwan Dergisi: Belh’te vesile olduğunuz hizmetler nelerdir?

    Ebu’l-Esrar Şeyh Abdulkahir: Genç nesiller üniversite ve medreseye mesafeliydiler. Bu mesafe ciddi boyuttaydı. Bu sorun benim zihnimi kurcalıyordu. Bu sebeple “Araştırmacılar Derneği” isminde bir dernek açtık, bu derneğin kurucuları arasında başta şahsım, hoca İslamuddin, hafız Ahmedullah ve hafız İsmetullah hocalar bulunmaktaydı. Aynı zamanda bu derneğin Adalet ve Haberleşme Bakanlığından remi olarak izni alınmıştı. Burada söz konusu bu problem ile ilgili haftalarca hatta aylarca toplantılarımız vardı. Bu çabalarımız olumlu netice verdi ve gençler ile medrese-üniversite arasında bulunan mesafe ortadan kalktı. Herkes âlimler halkasına, ilmî toplantılara katılmak için Cuma gününün gelmesini sabırsızlıkla bekliyorlardı. Bu şekilde baya bir ilerleme kaydetmiştik. Bu sırada bu topraklarda tefsir ve hadis dönemleri, Cuma da’vetleri, Tubsî düşüncesi, cd ve kesit yoluyla ses kaydı vb. teknik sistemler yaygın değildi. Halk dışarıdan hazır kesitleri getirerek dinliyorlardı. Ben bunun üzerine biraz çaba gösterdim ve hamdolsun 40 kişi ile tefsir derslerini başlattım. Ancak bazı yıllarda öğrenci sayımız 700’e kadar çıkıyordu. Şuanda dokuz dönemdir burada hadis dersleri okutuyorum. Tefsir derslerini de her yıl halka yönelik iki dönemde bitiriyoruz. 19 yıl boyunca talebeler ile birlikte dört döenm tefsir derslerini bitirdik. Kendim de şuana kadar 25 defa tefsir okudum. Böylelikle Tubsî düşüncesi ve Resâil’e başladım. Yazdığım resâlleri de siz zaten biliyorsunuz. Hayatımdaki en iyi fırsatlardan birisi de Mevlevi İslamuddin ile birlikte İmam Buhari ve İmdadu’l-Bari üzerine üç yıl çalışma yaptık. Bu çalışmada yazım ve düzenleme işlerini de Mevlevi İslamuddin üstlenmişti. Hamdolsun bu işi başlattık, 1000 adet basımı yapıldı, bir yıldır da pazarda satışa sunuldu ancak çalışmanın pdf formatını şuan için saklı tuttuk, bir dönem sonra hayatta kalırsak pdf formatını da internete yükleyeceğiz. Herat’a yolculuk yaparken uçakta zihnime bir konu takıldı, o da şu; Belh’te hizmetten mahrum kalan çocuklar, genç ve yaşı kadınlara yönelik nasıl bir çalışma yapılabilir. Yolculuktan döndükten sonra Mevlevi İslamuddin ile bu konuyu konuştuk, kadınlara ve çocuklara yönelik bir kuruluşun temelini atmaya karar verdik. Böylelikle Peyam-ı Müslim burada başlamış oldu, hamdolsun çok iyi sonuç verdi, şuanda bu projenin uzantıları Baglan ve Sançarek’e kadar ulaştı. Bu kuruma başkan ve milletvekillerinin de kızları ve çocukları kaydoldu. Mutlu olduğum bir hatıra var, Allah niyetimizi istikamet üzere kılsın ve kıyamette bizim yardımcımız olsun. Bu kurumda kızlar ve kadınların içerisinde benim de 13 yaşında hafız olan bir kızım, 8 yaşında olan başka bir kızım var, o da hafızlığa başladı ve beş cüz ezberledi. Bunlara ilaveten Arapça kitaplar okuyorlar, bunlar aklıma geldi ve mutlu oldum. İlim yuvalarının yapımında da siz zaten görüyorsunuz bu bodrumu 43360 dolar bütçe ile yapıldı bu İmam Müslim projesi. Çugdek tarafında da kadınlara ve çocuklara yönelik medrese projemiz devam etmektedir. Şuanda Proje-i Halid tarafında bir de güzel bir cami yapımı projemiz var ki şuanda 50 milyon Afgani bütçe ile yapımı devam ediyor ve projenin %60’ı bitmiştir. Şuanda bu caminin kubbesi yapılmaktadır, abdest alma yeri için kuyumuz hazır. Cami iki kat olarak yapılıyor ve güzel bir projedir. Minarenin yüksekliği 40 metredir. Bu projeler aslında ölümsüz işlerdir.

  • Ebu’l-Esrar Şeyh Abdulkahir İle Röportaj

    7

    bir ölçü aleti olmadan aradaki ölçüyü kalemle söylerim sonra da siz elinize metreyi alarak ölçüm yaptığınızda hiçbir fark olmayacaktır. Bu formülün özelliği var, ırmağın diğer tarafını ayarlayarak bakıyorsun ve sonrasında yavaşça bu tarafa doğru dönüyorsun. Sonra gözün hangi noktaya ilişirse ölçüm yapıyorsun ve çıkan sonuç ırmağın ölçüsü olmuş oluyor. Elektrik direklerini görüyorsunuz hepsi aynı yöntemle yapılıyor ve bir cm fark etmiyor. Aynı şekilde yer ölçümü de kolay. Sadrah’ı haftada bir ders okuyordum sonra bu özeti okuyordum, bu şekilde Reşidi Kasani’de 48 gün kaldım. Bazı takıntılarım vardı, davet, sadaka yemeklerine gitmiyordum. Bu sebeple bazı sorulara muhatap oluyordum, neden gelmiyorsun diye soruyorlardı. Ben de Pakistan gideceğimi söyledim. Bu davetlere gidersem Pakistan’dan döndüğümde bana Wahabi nitelemesi yapılmasından çekiniyordum. 1374 yılının 7. Ayında babamın izin ve duasını aldıktan sonra Hoca Han Muhammed, Hafız Nur Ahmed ve kuzenim olan hoca İslamuddin ile birlikte önce Kabil’e oradan da Pakistan’a gittik.

    Diwan Dergisi: Pakistan’da hangi medreseye ve hangi âlimin yanına gittiniz?

    Ebu’l-Esrar Şeyh Abdulkahir: Pakistan vardığımızda yeni yıl tatilinin olduğu zamanlardı. Biz ilk defa Peşaver sınırları içerisinde bulunan Şah-ı Kabul denen yere gittik. Orada bizim Enderab’lılardan olan Hafız Fahrul İslam adından birinin kendi Daru’l-Huffaz’ı vardı. Burada 14 gün misafir olarak kaldık. Sonra o civarda Celale denen yerde Tefsir dersleri başlayana kadar hazırlık yapıyordum. Bu sırada burada hoca olmadığı için öğrencilere Şafiye, Ma’âni, mantık ve felsefe kitaplarını tefsir derslerinin başlangıcına kadar ben ders veriyordum. Sonra Celale’den Savabi tarafına gittik. Orada Şah Baba diye bilinen birisi vardı, kendisi vefat etmiş ancak çocukları vardı. Çocuklarının yanında tefsir dersleri okuduk, ramazan ayı gelince de tefsir derslerimiz bitti. Bu dönem 1375 yılı civarıydı. Bu süreçte Afganistan’da hükümet değişti ve Talibanlar geldi, eski sistem değişerek yerine Taliban iktidarı geldi.

    Diwan Dergisi: Pakistan’da ne kadar bir süre kaldınız?

    Ebu’l-Esrar Şeyh Abdulkahir: Öyle zannediyorum ki beş yıldan az bir süre kaldım 1378 yılına kadar kaldım. Ders başladıktan sonra Kamber Hil denen yere gittim. Burada Afridya adlı sınır kabileleri vardı. Burada bir yıl medresede kaldım. Sonraki dönemde Mehranşah bölgesine giderek iki yıl burada bir medresede kaldım. Buradan Şeyh İdris hocanın yanına Merdan Çahar Sada denen yere gittik. Burada küçük ve büyük grupları ayarladık ve mezun olduk.

    Diwan Dergisi: Mezuniyet töreni yaptığınız medrese hangisiydi?

    Ebu’l-Esrar Şeyh Abdulkahir: Başında Şehy İdris hocanın bulunduğu Turungzo Medresesinden mezun oldum. Kendisi halen hayattadır ve Daru’l-ulum Hakkani’de hocadır. İdris hocanın yanından çıktıktan sonra Belh’e geldim. Kısaca söyleyecek olursam Esediye Medresesi Emirlik sistemine uygundur. Aynı zamanda burada öğrenci sayısı da fazladır. Burada birinci kategoride hemen hoca oldum ve hadiş dışındaki büyük kitapların hocalığını bana verdiler. Hidaye hayi seh, Kadı Hamdullah, Şerhu’l-Akaid ve medresenin beş-altı ağır kitaplarını da bana verdiler. Burada bir süre hocalık yaptıktan sonra Nehr Top’ta bulunan Feyz Âm’a geçtim. Burası Kefayet Marketlerinin sahibi olan Molla Abdurrazık’ın medresesidir. Burada müderris oldum yaklaşık 140 öğrencim vardı. Dersler de iyi gidiyordu. Bu sırada hükümet sistemi yeniden değişti, Emirlik gitti yerine başka sistem geldi. Sonra

    buradan çıkarak Belediyenin yanında bulunan Mir Folat medresesine geçerek hoca oldum. Burada da hadis dışında başka bütün dersleri okutuyordum. Bu şekilde yaklaşık 8-9 yıl burada bulundum. Bundan sonra Daru’l-Ulum İmam Müslim’in temelini attık ve dersler başladı ve halen dersler devam etmektedir.

    Diwan Dergisi: Belh’te vesile olduğunuz hizmetler nelerdir?

    Ebu’l-Esrar Şeyh Abdulkahir: Genç nesiller üniversite ve medreseye mesafeliydiler. Bu mesafe ciddi boyuttaydı. Bu sorun benim zihnimi kurcalıyordu. Bu sebeple “Araştırmacılar Derneği” isminde bir dernek açtık, bu derneğin kurucuları arasında başta şahsım, hoca İslamuddin, hafız Ahmedullah ve hafız İsmetullah hocalar bulunmaktaydı. Aynı zamanda bu derneğin Adalet ve Haberleşme Bakanlığından remi olarak izni alınmıştı. Burada söz konusu bu problem ile ilgili haftalarca hatta aylarca toplantılarımız vardı. Bu çabalarımız olumlu netice verdi ve gençler ile medrese-üniversite arasında bulunan mesafe ortadan kalktı. Herkes âlimler halkasına, ilmî toplantılara katılmak için Cuma gününün gelmesini sabırsızlıkla bekliyorlardı. Bu şekilde baya bir ilerleme kaydetmiştik. Bu sırada bu topraklarda tefsir ve hadis dönemleri, Cuma da’vetleri, Tubsî düşüncesi, cd ve kesit yoluyla ses kaydı vb. teknik sistemler yaygın değildi. Halk dışarıdan hazır kesitleri getirerek dinliyorlardı. Ben bunun üzerine biraz çaba gösterdim ve hamdolsun 40 kişi ile tefsir derslerini başlattım. Ancak bazı yıllarda öğrenci sayımız 700’e kadar çıkıyordu. Şuanda dokuz dönemdir burada hadis dersleri okutuyorum. Tefsir derslerini de her yıl halka yönelik iki dönemde bitiriyoruz. 19 yıl boyunca talebeler ile birlikte dört döenm tefsir derslerini bitirdik. Kendim de şuana kadar 25 defa tefsir okudum. Böylelikle Tubsî düşüncesi ve Resâil’e başladım. Yazdığım resâlleri de siz zaten biliyorsunuz. Hayatımdaki en iyi fırsatlardan birisi de Mevlevi İslamuddin ile birlikte İmam Buhari ve İmdadu’l-Bari üzerine üç yıl çalışma yaptık. Bu çalışmada yazım ve düzenleme işlerini de Mevlevi İslamuddin üstlenmişti. Hamdolsun bu işi başlattık, 1000 adet basımı yapıldı, bir yıldır da pazarda satışa sunuldu ancak çalışmanın pdf formatını şuan için saklı tuttuk, bir dönem sonra hayatta kalırsak pdf formatını da internete yükleyeceğiz. Herat’a yolculuk yaparken uçakta zihnime bir konu takıldı, o da şu; Belh’te hizmetten mahrum kalan çocuklar, genç ve yaşı kadınlara yönelik nasıl bir çalışma yapılabilir. Yolculuktan döndükten sonra Mevlevi İslamuddin ile bu konuyu konuştuk, kadınlara ve çocuklara yönelik bir kuruluşun temelini atmaya karar verdik. Böylelikle Peyam-ı Müslim burada başlamış oldu, hamdolsun çok iyi sonuç verdi, şuanda bu projenin uzantıları Baglan ve Sançarek’e kadar ulaştı. Bu kuruma başkan ve milletvekillerinin de kızları ve çocukları kaydoldu. Mutlu olduğum bir hatıra var, Allah niyetimizi istikamet üzere kılsın ve kıyamette bizim yardımcımız olsun. Bu kurumda kızlar ve kadınların içerisinde benim de 13 yaşında hafız olan bir kızım, 8 yaşında olan başka bir kızım var, o da hafızlığa başladı ve beş cüz ezberledi. Bunlara ilaveten Arapça kitaplar okuyorlar, bunlar aklıma geldi ve mutlu oldum. İlim yuvalarının yapımında da siz zaten görüyorsunuz bu bodrumu 43360 dolar bütçe ile yapıldı bu İmam Müslim projesi. Çugdek tarafında da kadınlara ve çocuklara yönelik medrese projemiz devam etmektedir. Şuanda Proje-i Halid tarafında bir de güzel bir cami yapımı projemiz var ki şuanda 50 milyon Afgani bütçe ile yapımı devam ediyor ve projenin %60’ı bitmiştir. Şuanda bu caminin kubbesi yapılmaktadır, abdest alma yeri için kuyumuz hazır. Cami iki kat olarak yapılıyor ve güzel bir projedir. Minarenin yüksekliği 40 metredir. Bu projeler aslında ölümsüz işlerdir.

  • 8

    جلد: ٠١ شماره: ٠١ سال: ١٣٩٨ مجلۀ علمی تحقیقی بین المللی علوم اسالمی

    Diwan Dergisi: Çok güzel şeylerden kısaca bahsettiniz, ilmî eserleriniz nelerdir?

    Ebu’l-Esrar Şeyh Abdulkahir: Şuanda devam etmekte olan Esnedu’l-Beyan fi’t-Tefsiri’l-Kur’an’dır. Bu eseri Arapça dilinde bir tefsirdir. Bir cildi 400 sayfadan oluşuyor ve giriş olarak düzenlenmiştir. Şuanda Bakara Suresi’nin 4. ayetine kadar gelindi. Buraya kadar 97 sayfa oldu. Fatiha’dan başlayarak buraya kadar 97 sayfa oldu, buradan kıyasla devamının ne kadar olacağını var sen kıyasla, Allah rahmet etsin bu benim asıl hedefimdir.

    Diwan Dergisi: Afganistan dışındaki medreseler konusunda ne tür bilgileriniz var? Afganistan medreseleri ile kıyasladığınızda nasıl bir değerlendirme yaparsınız?

    Ebu’l-Esrar Şeyh Abdulkahir: Dünyadaki medreselerden birincisi Pakistan’da bulunan medreseler ki zaten orada yaşadım, diğeri de Hint’teki medreseler var oraya da iki kez yolculuk yaptım, diğeri de 26 Arap ülkelerindeki medreseler var. Arap ülkelerine de 5 defa seyahat ettim. Orta Asya’da bulunan medreselerden edindiğim tecrübe ve bilgilere göre medrese eğitimi dünyada iki şekilde yürürlüktedir. Birincisi hükümetin kontrolünde olmayan medreseler ki bunlar özeldir. Bizim ülkemizde özel medreseler farklıdır. Yani bu medreselerde geçerli bir diploma yoktur. Bir de bu medreselerden farklı olarak bazı medreseler var ki tamamen hükümetten bağımsızdır, mesela Daru’l-Ulum Diyobend. Diyobend’in 157-158 yıllık geçmişi olmasına rağmen hiçbir şekilde hükümetle bağı bulunmamaktadır ve resmi mezuniyet belgesi yoktur. Benim bildiğim kadarıyla dünyada bulunan medreseler bu şekildedir. Ancak Arap ülkelerinde bulunan medreseler genellikle hükümete bağlıdırlar ve eğitimle ilgili resmi belgeleri bulunmaktadır. Ancak eğitim müfredatı diğer ülkelerden farklıdır, farkı da şudur: medrese ve üniversitelerin hepsinde fıkıh, hadis ve tefsir dersleri bulunmaktadır. Yüksek lisans veya doktora tezlerinde Şeyheyn ile ilgili şartı vardır. Şart Şeyheyn hadis alanında büyük bir ilmî konudur. Tezi bununla ilgilidir. Bir diğerinin tez konusu da Müslim’in Mukaddimesi’dir. Buradan anlayabiliriz ki bu adamlar kendilerini alanlarında çok iyi yetiştiriyorlar. Başka birisi de İmam Buhari hakkında yazıyor veya fıkıh alanında yazıyor ve bunlar da sisteme kayıtlıdır. Arkadaşlar yanlış anlamasın ben Arap dünyasındaki bu çalışmalardan çok mutluyum. Çünkü bu alanda çok emek vermişler özellikle de hadiste cerh ve ta’dil konusunda uzmanlıkları vardır, fıkıh kanunlarında ve Kuran ilimleri alanlarında ciddi eleştirileri ve yetişmiş âlimleri bulunmaktadır. Pakistan’daki medreseler ve Hindistan’da bulunan Daru’l-ulum medreseleri hükümete bağlı değillerdir. Bu medreselerin de her alanındaki çalışmalardan memnunum, çünkü eserler, kuran, fıkıh alanında ileri seviyededirler. Şuanda Daru’l-Ulum Diyobend’de kuran, tefsir hadis, münazara, fıkıh ve Arap Dili gibi her bir alanda uzmanlıklar bulunmaktadır. Bu uzmanlıklar ivedilikle devam etmektedir. Mesela hadiste 1800 öğrencisi varsa hepsi sınava tabi tutuluyor. Uzmanlığa girecek kişinin Arapçayı ana dili gibi bilme şartı vardır. Bu 1800 kişi içinden sadece 12 kişi uzmanlığı kazanıyor. Fıkıh alanı da aynıdır. Kayıt olmak için giriş sınavına 35 bin kişi başvuru yapmaktadır, bunların içinde 7 bin kişi kabul ediliyor, diğerleri buraya giremiyorlar. Ben gittiğimde kontenjanı 5 bin kişiydi, şuanda 7 bin olduğu söyleniyor. Bu medrese çok büyük bir alana kurulmuştur. Şuanda günlük bazı meseleler var ki bunların fıkıhtaki şer’î durumu belirlenmemiştir, mesela elektronik ticaret ve bunun gibi konularda fıkhî bir hüküm vermek oldukça zor bir durumdur. Bu konularda Diyobend hocaları ve Arap ülkelerindeki şeyhlerin üstün yetenekleri vardır ve açıklamalar getirmişlerdir. Pakistan’daki medreseler de

    Diyobend’in uzantılarıdırlar. Bunları Diyobend’den ayrı düşünemeyiz. Özellikle de Daru’l-ulum Karaçi’de bulunan Müfti Şef’î ve Müfti Muhammed Taki ki bunlar dünyada özgün kişiliklerdir ve dünyada tanınmaktadırlar. Bu âlimler eskiden Cidde fıkıh meclisinin gözetmenliğini de yapmışlardır. Arap ülkeleri kuran, fıkıh, hadis alanlarında yetişmiş âlimleri bulunmaktadır. Diyobend’in de bu alanda özel bir yeri vardır. Daru’l-Ulum Karaçi de sözünü ettiğimiz alanlarda Arap ülkelerinden geri kalır bir tarafı yoktur. Bizim Musannef İbn Ebi Şeybe adına bir eserimiz bulunmaktadır, kitabın yaprakları 30 cildi aşkındır. Bu kitap iki Hanefi âlimlerimiz tarafından tahriç edilmiştir, birincisi sayın Â’zami diğeri de Muhammed Avvame’dir. Avvame hoca şuan Türkiye’de yaşamaktadır öyle zannediyorum ki kendisine sayın Erdoğan tarafından da imtiyazlar tanınmıştır. Bu kitabı bu iki zat tahriç etmişlerdir ki aslında bu tahriç işi çok karışık bir iştir. Bu medreselerin değerleri, hedefleri, yöntemleri ve eğitim müfredatı çok üstündür. Pakistan’da birtakım medreseler var ki bunlar birbirinden ayrı yöntemler ile ilerlemektedir. Ancak bunların sayısı az olmakla birlikte güzel bir şekilde ilerlemektedirler. Buna örnek olarak Daru’l-Ulum Hakkaniyye’yi gösterebiliriz. İran’da bulunan Zahidan’daki faaliyetleri de görmezden gelemeyiz. Özellikle fetva konusunda uzmanlıkları vardır. Aslında buradaki hocalar da Diyobend mezunudurlar, Müfti Khodaynazar ve şuanda Şeyh Abdulhamid, bunlar bu konuda çok emek vermişlerdir. Ancak Orta Asya’daki medreselerden yeterli bilgim yoktur. Şuana kadar verdiğim bilgiler ise teyitlidir. Ancak Türkiye ve Orta Asya ile bir ortak noktamız vardır ki o da Hanefi Mezhebidir. Üstelik hepimizin övünç kayağımız olan Buhara âlimleri vardır. Osmanlı da Mecelle-i Ahkam’ı tasnif etmişlerdir. Türkiye’deki eğitim sistemi şuanda düzenli olarak devam etmektedir, oradan birçok öğrenci mezun olmaktadır, bu durum beni çok mutlu ediyor.

    Diwan Dergisi: Sizin dünyadaki medreselerden bilginiz var, Afganistan ile karşılaştırma yaptığımızda buradaki şeriat fakültelerinin veya medreselerin müfredatını nasıl değiştirebiliriz veya iyileştirebiliriz?

    Ebu’l-Esrar Şeyh Abdulkahir: Doğruyu söylemek gerekirse Afganistan şeriat fakültelerini karşılaştırma yapacak olursam bu konuda Kuran-ı Kerim’de birçok âyet vardır, mesela ‘‘ Bilenler ile bilmeyenler hiç eşit olur mu?”(Zümer, 9). Afganistan’daki şeriat fakültelerini dünya ve Arap ülkeleri ile karşılaştırdığımızda bizim ülkemizin durumu çok kötüdür. Çünkü burada uzmanlaşma yok ve yazılan tezler de ya torpil ile veya para ile heyetten geçmektedir, bu konuda Kimse bana darılmasın. Ancak farklı burslar ile başka ülkelere gidenler var onların da sayısı çok azdır. Aynı şekilde şeriat fakültelerinde çok az kişi vardır ki kendi yetenekleri ile buraya gelmiş olsunlar. Dışarıda okuyup gelenler haricinde ders verenlerin çoğu alanında uzman değildirler. Bu bilgiler şeriat fakülteleri ile ilgiliydi. Afganistan’daki medreseler de Arap ülkeleri, Diyobend, Zahidan ve Karaçi’de bulunan medreselerden %60’lık bir oranda alıntı yapmışlardır. Afganistan’da fetva alanında uzmanlaşma yaygınlaşmaya başlamıştır. Ancak Arap Dili, cedel, tefsir ve hadis alanındaki çalışmalar ihtiyacımızı karşılamamaktadır. Ülkemizde olumlu bir adım olarak söz edebileceğimiz bir alan var o da fıkıh alanındaki çalışmalar. Bu alanda birçok kişi faaliyet yürütmektedir.

    Diwan Dergisi: Siz Arap ülkelerindeki fıkıh, hadis ve diğer ilimi alanlardaki uzmanlaşmalardan bahsettiniz. Sahih-i Buhari hadis alanında bizim en büyük kaynaklarımızdan birisidir. Sizin Sahih-i Buhari hakkında cerh ta’dil veya Buhari’nin metni

  • Ebu’l-Esrar Şeyh Abdulkahir İle Röportaj

    9

    Diwan Dergisi: Çok güzel şeylerden kısaca bahsettiniz, ilmî eserleriniz nelerdir?

    Ebu’l-Esrar Şeyh Abdulkahir: Şuanda devam etmekte olan Esnedu’l-Beyan fi’t-Tefsiri’l-Kur’an’dır. Bu eseri Arapça dilinde bir tefsirdir. Bir cildi 400 sayfadan oluşuyor ve giriş olarak düzenlenmiştir. Şuanda Bakara Suresi’nin 4. ayetine kadar gelindi. Buraya kadar 97 sayfa oldu. Fatiha’dan başlayarak buraya kadar 97 sayfa oldu, buradan kıyasla devamının ne kadar olacağını var sen kıyasla, Allah rahmet etsin bu benim asıl hedefimdir.

    Diwan Dergisi: Afganistan dışındaki medreseler konusunda ne tür bilgileriniz var? Afganistan medreseleri ile kıyasladığınızda nasıl bir değerlendirme yaparsınız?

    Ebu’l-Esrar Şeyh Abdulkahir: Dünyadaki medreselerden birincisi Pakistan’da bulunan medreseler ki zaten orada yaşadım, diğeri de Hint’teki medreseler var oraya da iki kez yolculuk yaptım, diğeri de 26 Arap ülkelerindeki medreseler var. Arap ülkelerine de 5 defa seyahat ettim. Orta Asya’da bulunan medreselerden edindiğim tecrübe ve bilgilere göre medrese eğitimi dünyada iki şekilde yürürlüktedir. Birincisi hükümetin kontrolünde olmayan medreseler ki bunlar özeldir. Bizim ülkemizde özel medreseler farklıdır. Yani bu medreselerde geçerli bir diploma yoktur. Bir de bu medreselerden farklı olarak bazı medreseler var ki tamamen hükümetten bağımsızdır, mesela Daru’l-Ulum Diyobend. Diyobend’in 157-158 yıllık geçmişi olmasına rağmen hiçbir şekilde hükümetle bağı bulunmamaktadır ve resmi mezuniyet belgesi yoktur. Benim bildiğim kadarıyla dünyada bulunan medreseler bu şekildedir. Ancak Arap ülkelerinde bulunan medreseler genellikle hükümete bağlıdırlar ve eğitimle ilgili resmi belgeleri bulunmaktadır. Ancak eğitim müfredatı diğer ülkelerden farklıdır, farkı da şudur: medrese ve üniversitelerin hepsinde fıkıh, hadis ve tefsir dersleri bulunmaktadır. Yüksek lisans veya doktora tezlerinde Şeyheyn ile ilgili şartı vardır. Şart Şeyheyn hadis alanında büyük bir ilmî konudur. Tezi bununla ilgilidir. Bir diğerinin tez konusu da Müslim’in Mukaddimesi’dir. Buradan anlayabiliriz ki bu adamlar kendilerini alanlarında çok iyi yetiştiriyorlar. Başka birisi de İmam Buhari hakkında yazıyor veya fıkıh alanında yazıyor ve bunlar da sisteme kayıtlıdır. Arkadaşlar yanlış anlamasın ben Arap dünyasındaki bu çalışmalardan çok mutluyum. Çünkü bu alanda çok emek vermişler özellikle de hadiste cerh ve ta’dil konusunda uzmanlıkları vardır, fıkıh kanunlarında ve Kuran ilimleri alanlarında ciddi eleştirileri ve yetişmiş âlimleri bulunmaktadır. Pakistan’daki medreseler ve Hindistan’da bulunan Daru’l-ulum medreseleri hükümete bağlı değillerdir. Bu medreselerin de her alanındaki çalışmalardan memnunum, çünkü eserler, kuran, fıkıh alanında ileri seviyededirler. Şuanda Daru’l-Ulum Diyobend’de kuran, tefsir hadis, münazara, fıkıh ve Arap Dili gibi her bir alanda uzmanlıklar bulunmaktadır. Bu uzmanlıklar ivedilikle devam etmektedir. Mesela hadiste 1800 öğrencisi varsa hepsi sınava tabi tutuluyor. Uzmanlığa girecek kişinin Arapçayı ana dili gibi bilme şartı vardır. Bu 1800 kişi içinden sadece 12 kişi uzmanlığı kazanıyor. Fıkıh alanı da aynıdır. Kayıt olmak için giriş sınavına 35 bin kişi başvuru yapmaktadır, bunların içinde 7 bin kişi kabul ediliyor, diğerleri buraya giremiyorlar. Ben gittiğimde kontenjanı 5 bin kişiydi, şuanda 7 bin olduğu söyleniyor. Bu medrese çok büyük bir alana kurulmuştur. Şuanda günlük bazı meseleler var ki bunların fıkıhtaki şer’î durumu belirlenmemiştir, mesela elektronik ticaret ve bunun gibi konularda fıkhî bir hüküm vermek oldukça zor bir durumdur. Bu konularda Diyobend hocaları ve Arap ülkelerindeki şeyhlerin üstün yetenekleri vardır ve açıklamalar getirmişlerdir. Pakistan’daki medreseler de

    Diyobend’in uzantılarıdırlar. Bunları Diyobend’den ayrı düşünemeyiz. Özellikle de Daru’l-ulum Karaçi’de bulunan Müfti Şef’î ve Müfti Muhammed Taki ki bunlar dünyada özgün kişiliklerdir ve dünyada tanınmaktadırlar. Bu âlimler eskiden Cidde fıkıh meclisinin gözetmenliğini de yapmışlardır. Arap ülkeleri kuran, fıkıh, hadis alanlarında yetişmiş âlimleri bulunmaktadır. Diyobend’in de bu alanda özel bir yeri vardır. Daru’l-Ulum Karaçi de sözünü ettiğimiz alanlarda Arap ülkelerinden geri kalır bir tarafı yoktur. Bizim Musannef İbn Ebi Şeybe adına bir eserimiz bulunmaktadır, kitabın yaprakları 30 cildi aşkındır. Bu kitap iki Hanefi âlimlerimiz tarafından tahriç edilmiştir, birincisi sayın Â’zami diğeri de Muhammed Avvame’dir. Avvame hoca şuan Türkiye’de yaşamaktadır öyle zannediyorum ki kendisine sayın Erdoğan tarafından da imtiyazlar tanınmıştır. Bu kitabı bu iki zat tahriç etmişlerdir ki aslında bu tahriç işi çok karışık bir iştir. Bu medreselerin değerleri, hedefleri, yöntemleri ve eğitim müfredatı çok üstündür. Pakistan’da birtakım medreseler var ki bunlar birbirinden ayrı yöntemler ile ilerlemektedir. Ancak bunların sayısı az olmakla birlikte güzel bir şekilde ilerlemektedirler. Buna örnek olarak Daru’l-Ulum Hakkaniyye’yi gösterebiliriz. İran’da bulunan Zahidan’daki faaliyetleri de görmezden gelemeyiz. Özellikle fetva konusunda uzmanlıkları vardır. Aslında buradaki hocalar da Diyobend mezunudurlar, Müfti Khodaynazar ve şuanda Şeyh Abdulhamid, bunlar bu konuda çok emek vermişlerdir. Ancak Orta Asya’daki medreselerden yeterli bilgim yoktur. Şuana kadar verdiğim bilgiler ise teyitlidir. Ancak Türkiye ve Orta Asya ile bir ortak noktamız vardır ki o da Hanefi Mezhebidir. Üstelik hepimizin övünç kayağımız olan Buhara âlimleri vardır. Osmanlı da Mecelle-i Ahkam’ı tasnif etmişlerdir. Türkiye’deki eğitim sistemi şuanda düzenli olarak devam etmektedir, oradan birçok öğrenci mezun olmaktadır, bu durum beni çok mutlu ediyor.

    Diwan Dergisi: Sizin dünyadaki medreselerden bilginiz var, Afganistan ile karşılaştırma yaptığımızda buradaki şeriat fakültelerinin veya medreselerin müfredatını nasıl değiştirebiliriz veya iyileştirebiliriz?

    Ebu’l-Esrar Şeyh Abdulkahir: Doğruyu söylemek gerekirse Afganistan şeriat fakültelerini karşılaştırma yapacak olursam bu konuda Kuran-ı Kerim’de birçok âyet vardır, mesela ‘‘ Bilenler ile bilmeyenler hiç eşit olur mu?”(Zümer, 9). Afganistan’daki şeriat fakültelerini dünya ve Arap ülkeleri ile karşılaştırdığımızda bizim ülkemizin durumu çok kötüdür. Çünkü burada uzmanlaşma yok ve yazılan tezler de ya torpil ile veya para ile heyetten geçmektedir, bu konuda Kimse bana darılmasın. Ancak farklı burslar ile başka ülkelere gidenler var onların da sayısı çok azdır. Aynı şekilde şeriat fakültelerinde çok az kişi vardır ki kendi yetenekleri ile buraya gelmiş olsunlar. Dışarıda okuyup gelenler haricinde ders verenlerin çoğu alanında uzman değildirler. Bu bilgiler şeriat fakülteleri ile ilgiliydi. Afganistan’daki medreseler de Arap ülkeleri, Diyobend, Zahidan ve Karaçi’de bulunan medreselerden %60’lık bir oranda alıntı yapmışlardır. Afganistan’da fetva alanında uzmanlaşma yaygınlaşmaya başlamıştır. Ancak Arap Dili, cedel, tefsir ve hadis alanındaki çalışmalar ihtiyacımızı karşılamamaktadır. Ülkemizde olumlu bir adım olarak söz edebileceğimiz bir alan var o da fıkıh alanındaki çalışmalar. Bu alanda birçok kişi faaliyet yürütmektedir.

    Diwan Dergisi: Siz Arap ülkelerindeki fıkıh, hadis ve diğer ilimi alanlardaki uzmanlaşmalardan bahsettiniz. Sahih-i Buhari hadis alanında bizim en büyük kaynaklarımızdan birisidir. Sizin Sahih-i Buhari hakkında cerh ta’dil veya Buhari’nin metni

  • 10

    جلد: ٠١ شماره: ٠١ سال: ١٣٩٨ مجلۀ علمی تحقیقی بین المللی علوم اسالمی

    üzerine tenkitte bulunan veya bunun üzerine yazı yazan birilerini tanıyor musunuz? Ya da Afganistan’da bu konuda yazan var mı? Size göre bu doğru mudur değil midir?

    Ebu’l-Esrar Şeyh Abdulkahir: Başta şu Arap sözünü zikrederek başlamak istiyorum, “ hiç kimse yoktur ki bazı sözü alınıp bazıları terkedilmesin”. Allah’ın kelamı ve Hz. Peygamber dışındaki diğer hiç kimsenin sözü tam olarak alınmamış ve nakledilmemiştir. Bu iki kaynak bizim yanımızda muteberdir ve sözü tam olarak aktarılan başka hiç kimse yoktur. Hatta bazen şöyle düşünüyorum; Allah ve peygamberinin sözleri de tam olarak aktarılmamıştır, bunun anlamı nedir? nesh edilen âyetler ve hadisler bulunmaktadır. Bunu dikkate aldığımızda ilk iki kaynağımız da %100 aktarılmamıştır diyebiliriz. Ama bu mensuh ayet ve hadisleri dikkate almazsak bizim için en muteber ve tam olarak aktarılan kaynaklardır bizim için. Kim olursa olsun bazı sözleri alınmıştır bazıları da terk edilmiştir. Mesela ölünün ardından ağlanması sebebiyle ölünün azap görmesi konusunda Ömer Faruk ile İbn Ömer bir tarafta ve Ayşe annemiz diğer taraftadır. Bu konu tartışmalı bir konudur. Bu konuda Hz. Ayşe, ( En’an, 164) Bir başkasının günahını diğer hiç kimse yüklenmez’’ âyetini delil‘‘ َوََل تَِزُر َواِزَرةٌ ِوْزَر اُْخٰرى getirerek ölünün ardından ağlanması sebebiyle ölünün azap görmesini reddetmektedir. Hz. Ömer de peygamberimizin 1ان المیت لیعذب ببعض بکاء اهله hadisini ileri sürerek ölünün ardından gözyaşı dökülmesi sebebiyle ölünün azap göreceğini savunmaktadır. Hz. Ömer ve Hz. Osman Temettu Haccının sünnette olmadığını söylüyorlar, Hz. Ali, Umran b. Husayn ve diğer sahabe sünnet olduğunu belirtiyorlar. Umran b. Husayn Hz. Ali karşısında Temettu Haccını eda ettiklerini söylüyor “ َ2”تََمتَّْعنَا َعلَى َعْهِد َرُسوِل هللاِ صلى هللا علیه وسلم فَنََزَل اْلقرآن قَاَل َرُجٌل بَِرْأيِِه َما َشاء, Kuran’ın da bunu şu ayetle " َفََمْن تََمتََّع بِاْلُعْمَرِة اِلَى اْلَحجِّ فََما اْستَْیَسر" ( Bakara, 196 ) ile teyit etmektedir. Bunun üzerine Hz. Ömer’in ki kendisi İslam’ın ikinci halifesidir sözü alınmıyor. Asıl konuya gelecek olursak, Buhari’yi ilk tenkit eden kişi İmam Müslim’dir. Şeyhen şartı bahsi vardır; bu bahiste Muan’an hadisi konusunda bunun geçerli olabilmesi için İmam Buhari hoca ile öğrenci en az bir defa yüz yüze görüşmüş olmalarını şart olarak ileri sürmektedir. İmam Müslim ise bu şartın yerine öğrenci ile hocanın buluşma ihtimalleri olan aynı asır ve dönemde ve uygun bölgelerde yaşamış olmalarını yeterli görmektedir. Aynı şekilde İmam Buhari de İmam Azam’a karşı yaklaşık 20 yerde itiraz etmektedir. Aynı şekilde Buhari’nin hocası olan İbn Ebi Şeybe’nin de şuan üzerinde çalıştığım Musannif adlı eserinde yaklaşık 164 sayfalık reddiyesi bulunmaktadır. Bu reddiyenin adı “Kitabu’r-Red Ala Ebi Hanife”dir. Ancak bu reddiye doğru değildir, ben burada büyük âlimlere karşı saygıda kusur etmek istemem. Buhari’nin eserinde Kuran var, hadis var, sahabe ve tabiîn sözleri var ve Buhari’nin kendi içtihatları vardır. Şuan dünyada Buhari kitabı en sağlam kaynak olarak kabul görmektedir. Bunun anlamı eserde bulunan hadislerin senetleri açısından mükemmel oluşudur. Buhari hadisleri kabul edip eserine alırken çok dikkatli ve titiz davranmıştır. Yukarıda sözünü ettiğimiz Muan’an an hadisinin kabulünde de ciddi şartlar ileri sürmüştür. Mesela Buhari eserini tasnif ederken 600000 hadisin içerisinden sadece 6000 hadisi uygun bulduğu için eserine almıştır, eğer tekrarlanan rivayetleri de dikkate alırsak eserine aldığı hadis sayısı 9000’ı bulmaktadır. Buhari’de geçen âlimlerin sözü, tabiîn veya imamın kendi içtihadı için dünyanın en doğru sözü diyemeyiz. Buhari de eleştirilere konu olmuştur. Nisa Suresi 11. Ayette “ vasiyetin borçtan önce” olduğu zikredilmiştir. Buhari bu konuda 1 Müslim, “El-Cenâiz” 9. 2 Buhari, “ Bed’ü’l-Vahy” 36.

    Tirmizi’den zayıf bir rivayet getirerek borcun vasiyetten önceliği olduğunu söyler, Buhari neden burada zayıf hadisi almıştır? Çünkü Buhari’nin bir âdeti vardır, eğer zayıf hadis üzerinde umumun ıcması ve ittifakı varsa bu hadisi eserine alır. Çünkü hadis zayıf da olsa İslam dünyasında borcun vasiyetten önce olduğu konusunda ittifak vardır. Burada Buhari’nin âdetini bilmezsek yanlışa kapılabiliriz. Bir de Buhari’nin el-Edebü’l-Müfred adlı eserini Albanî eleştirmektedir. Burada bazıları Şehy Albani’nin Buhari’nin bizzat şahsını eleştirdiğini söylemektedirler, bu yanlıştır. Bizzat Buhari’nin de yanlış yaptığı yerler vardır, mesela İksal konusunda. İksal erkeğin eşiyle birlikte yatağa girdiklerinde erkek inzal olmadan yatağı terk etmesidir. Buhari bu konuda iki bab açarak sahabenin delillerini zikrediyor, ardından böyle durumda gusül gerekmediği yönünde kendi görüşünü açıklıyor. Ancak Hz. Ömer döneminden beri Hz. Ayşe’den gelen rivayetle İslam dünyasında bu konuda gusül alınması gerektiği yönünde ittifak vardır ve sabittir. Biz burada İmam Buhari’nin dayanağı sahabe olmasına görüşünü alamayız. Çünkü o sahabe daha sonra görüşünden dönmüştür. Kitap veya reddiye yazarak Buhari’yi eleştirenler bunu imama hakaret etmek veya küçük düşürmek için yapmıyorlar. O sebeple Buhari eleştirilirken yanlış görüşleri olmasına rağmen aşırıya kaçmamayız. Buhari’ye eleştiri bağlamında önceleri bazı kitaplar kaleme alınmıştır. Mesela “ Buhari’nin yanılgıları” bu kitaplardandır. Bazı kişiler de Buhari’nin bab tercümelerinde yanlış yaptıklarını ileri sürerek tenkit ediyorlar, mesela “ ْحلَِة فِي الَمْسأَلَِة النَّاِزلَةِ الرِّ ”3 bu babın hadisin içeriği ile uyumlu olmadığını ileri sürerek eleştiriyorlar. Aynı zamanda Buhari’nin tenkitçilerinin yanı sıra savunan kimseler de bulunmaktadır. Buhari peygamberin hanımları olan Sevde ve Zeynep annelerimizin vefat sıralamasını karıştırarak Sevde annemizin ölüm tarihi Zeynep annemizden önce vermektedir. Buna Siyer ehli karşı çıkmışlardır. Çünkü Buhari bu konuda da hata etmiştir. Her halükarda Buhari’nin tenkitleri olmakla birlikte savunucuları da vardır, ancak bu durumun Buhari’ye hakaret etme hakkını kimseye vermez ve doğru değildir. Buhari İslam dünyasının çok önemli âlimlerinden biridir, ancak masum değildir.

    Diwan Dergisi: İlmî soruların dışında başka bir şey sormak istiyorum, ilim yolculuğuna çıktınızdan beri bugüne kadar en acı ve en tatlı hatıralarınız nelerdir?

    Ebu’l-Esrar Şeyh Abdulkahir: Pakistan’a giderek hadis ve Kuran ihtisas kursuna katıldım. Dünyada tartışılan bir konu var, ilim sahasında bu tartışma konusunun adı Tefsir Mevzuî’dir. Bu şu anlamdadır: Herhangi bir konuda Kuran’da ve hadiste kaç ayet ve hadis geçmiştir bunun konuya göre sıralanmasına tefsir mevzuî ( konulu tefsir ) denir. Hadis alanında buna cüz denir. Beni çok mutlu eden bir şey var, o da şu ki, Kuran ve hadis alanına irdikten sonra bu alanların başka dünyalar olduğunu anladım. Bir diğer hatıram da fıkıh alanına girdiğimde Kavâ’id ve Muaraza alanlarını tanıdım, Fakihlerin, meselelerin kendilerine özgü sıralanışı vardı bunları öğrendim. Mezhep müçtehitleri, tahriç ashabını, tercih ashabını ve temyiz ashabı vb. konuları öğrendim. Pakistan’da fıkıh, hadis ve tefsir derslerinden sonra Edeb dönemi delinen bir ders dönemi bulunmaktadır, bu dönemde Arapça şiir kitapları, Hamase Divanı, Hariri Makamı, vb. kitapları Hafız Malik adındaki bir hocanın yanında okudum. Bu zat aynı zamanda bir tarikat şeyhi olup 31 günde hafızlığını tamamlamış, 18 yaşındayken de hadis alanından mezun olmuştur. Yurt dışında Arap Dili, tefsir, hadis ve fıkıh dallarında ihtisas aldığım günler aklıma geldikçe mutlu oluyorum. Yurt dşındaki hatırlarım bunlardan ibarettir.

    3 Buhari, “ Bed’ü’l-Vahy” 27.

  • Ebu’l-Esrar Şeyh Abdulkahir İle Röportaj

    11

    üzerine tenkitte bulunan veya bunun üzerine yazı yazan birilerini tanıyor musunuz? Ya da Afganistan’da bu konuda yazan var mı? Size göre bu doğru mudur değil midir?

    Ebu’l-Esrar Şeyh Abdulkahir: Başta şu Arap sözünü zikrederek başlamak istiyorum, “ hiç kimse yoktur ki bazı sözü alınıp bazıları terkedilmesin”. Allah’ın kelamı ve Hz. Peygamber dışındaki diğer hiç kimsenin sözü tam olarak alınmamış ve nakledilmemiştir. Bu iki kaynak bizim yanımızda muteberdir ve sözü tam olarak aktarılan başka hiç kimse yoktur. Hatta bazen şöyle düşünüyorum; Allah ve peygamberinin sözleri de tam olarak aktarılmamıştır, bunun anlamı nedir? nesh edilen âyetler ve hadisler bulunmaktadır. Bunu dikkate aldığımızda ilk iki kaynağımız da %100 aktarılmamıştır diyebiliriz. Ama bu mensuh ayet ve hadisleri dikkate almazsak bizim için en muteber ve tam olarak aktarılan kaynaklardır bizim için. Kim olursa olsun bazı sözleri alınmıştır bazıları da terk edilmiştir. Mesela ölünün ardından ağlanması sebebiyle ölünün azap görmesi konusunda Ömer Faruk ile İbn Ömer bir tarafta ve Ayşe annemiz diğer taraftadır. Bu konu tartışmalı bir konudur. Bu konuda Hz. Ayşe, ( En’an, 164) Bir başkasının günahını diğer hiç kimse yüklenmez’’ âyetini delil‘‘ َوََل تَِزُر َواِزَرةٌ ِوْزَر اُْخٰرى getirerek ölünün ardından ağlanması sebebiyle ölünün azap görmesini reddetmektedir. Hz. Ömer de peygamberimizin 1ان المیت لیعذب ببعض بکاء اهله hadisini ileri sürerek ölünün ardından gözyaşı dökülmesi sebebiyle ölünün azap göreceğini savunmaktadır. Hz. Ömer ve Hz. Osman Temettu Haccının sünnette olmadığını söylüyorlar, Hz. Ali, Umran b. Husayn ve diğer sahabe sünnet olduğunu belirtiyorlar. Umran b. Husayn Hz. Ali karşısında Temettu Haccını eda ettiklerini söylüyor “ َ2”تََمتَّْعنَا َعلَى َعْهِد َرُسوِل هللاِ صلى هللا علیه وسلم فَنََزَل اْلقرآن قَاَل َرُجٌل بَِرْأيِِه َما َشاء, Kuran’ın da bunu şu ayetle " َفََمْن تََمتََّع بِاْلُعْمَرِة اِلَى اْلَحجِّ فََما اْستَْیَسر" ( Bakara, 196 ) ile teyit etmektedir. Bunun üzerine Hz. Ömer’in ki kendisi İslam’ın ikinci halifesidir sözü alınmıyor. Asıl konuya gelecek olursak, Buhari’yi ilk tenkit eden kişi İmam Müslim’dir. Şeyhen şartı bahsi vardır; bu bahiste Muan’an hadisi konusunda bunun geçerli olabilmesi için İmam Buhari hoca ile öğrenci en az bir defa yüz yüze görüşmüş olmalarını şart olarak ileri sürmektedir. İmam Müslim ise bu şartın yerine öğrenci ile hocanın buluşma ihtimalleri olan aynı asır ve dönemde ve uygun bölgelerde yaşamış olmalarını yeterli görmektedir. Aynı şekilde İmam Buhari de İmam Azam’a karşı yaklaşık 20 yerde itiraz etmektedir. Aynı şekilde Buhari’nin hocası olan İbn Ebi Şeybe’nin de şuan üzerinde çalıştığım Musannif adlı eserinde yaklaşık 164 sayfalık reddiyesi bulunmaktadır. Bu reddiyenin adı “Kitabu’r-Red Ala Ebi Hanife”dir. Ancak bu reddiye doğru değildir, ben burada büyük âlimlere karşı saygıda kusur etmek istemem. Buhari’nin eserinde Kuran var, hadis var, sahabe ve tabiîn sözleri var ve Buhari’nin kendi içtihatları vardır. Şuan dünyada Buhari kitabı en sağlam kaynak olarak kabul görmektedir. Bunun anlamı eserde bulunan hadislerin senetleri açısından mükemmel oluşudur. Buhari hadisleri kabul edip eserine alırken çok dikkatli ve titiz davranmıştır. Yukarıda sözünü ettiğimiz Muan’an an hadisinin kabulünde de ciddi şartlar ileri sürmüştür. Mesela Buhari eserini tasnif ederken 600000 hadisin içerisinden sadece 6000 hadisi uygun bulduğu için eserine almıştır, eğer tekrarlanan rivayetleri de dikkate alırsak eserine aldığı hadis sayısı 9000’ı bulmaktadır. Buhari’de geçen âlimlerin sözü, tabiîn veya imamın kendi içtihadı için dünyanın en doğru sözü diyemeyiz. Buhari de eleştirilere konu olmuştur. Nisa Suresi 11. Ayette “ vasiyetin borçtan önce” olduğu zikredilmiştir. Buhari bu konuda 1 Müslim, “El-Cenâiz” 9. 2 Buhari, “ Bed’ü’l-Vahy” 36.

    Tirmizi’den zayıf bir rivayet getirerek borcun vasiyetten önceliği olduğunu söyler, Buhari neden burada zayıf hadisi almıştır? Çünkü Buhari’nin bir âdeti vardır, eğer zayıf hadis üzerinde umumun ıcması ve ittifakı varsa bu hadisi eserine alır. Çünkü hadis zayıf da olsa İslam dünyasında borcun vasiyetten önce olduğu konusunda ittifak vardır. Burada Buhari’nin âdetini bilmezsek yanlışa kapılabiliriz. Bir de Buhari’nin el-Edebü’l-Müfred adlı eserini Albanî eleştirmektedir. Burada bazıları Şehy Albani’nin Buhari’nin bizzat şahsını eleştirdiğini söylemektedirler, bu yanlıştır. Bizzat Buhari’nin de yanlış yaptığı yerler vardır, mesela İksal konusunda. İksal erkeğin eşiyle birlikte yatağa girdiklerinde erkek inzal olmadan yatağı terk etmesidir. Buhari bu konuda iki bab açarak sahabenin delillerini zikrediyor, ardından böyle durumda gusül gerekmediği yönünde kendi görüşünü açıklıyor. Ancak Hz. Ömer döneminden beri Hz. Ayşe’den gelen rivayetle İslam dünyasında bu konuda gusül alınması gerektiği yönünde ittifak vardır ve sabittir. Biz burada İmam Buhari’nin dayanağı sahabe olmasına görüşünü alamayız. Çünkü o sahabe daha sonra görüşünden dönmüştür. Kitap veya reddiye yazarak Buhari’yi eleştirenler bunu imama hakaret etmek veya küçük düşürmek için yapmıyorlar. O sebeple Buhari eleştirilirken yanlış görüşleri olmasına rağmen aşırıya kaçmamayız. Buhari’ye eleştiri bağlamında önceleri bazı kitaplar kaleme alınmıştır. Mesela “ Buhari’nin yanılgıları” bu kitaplardandır. Bazı kişiler de Buhari’nin bab tercümelerinde yanlış yaptıklarını ileri sürerek tenkit ediyorlar, mesela “ ْحلَِة فِي الَمْسأَلَِة النَّاِزلَةِ الرِّ ”3 bu babın hadisin içeriği ile uyumlu olmadığını ileri sürerek eleştiriyorlar. Aynı zamanda Buhari’nin tenkitçilerinin yanı sıra savunan kimseler de bulunmaktadır. Buhari peygamberin hanımları olan Sevde ve Zeynep annelerimizin vefat sıralamasını karıştırarak Sevde annemizin ölüm tarihi Zeynep annemizden önce vermektedir. Buna Siyer ehli karşı çıkmışlardır. Çünkü Buhari bu konuda da hata etmiştir. Her halükarda Buhari’nin tenkitleri olmakla birlikte savunucuları da vardır, ancak bu durumun Buhari’ye hakaret etme hakkını kimseye vermez ve doğru değildir. Buhari İslam dünyasının çok önemli âlimlerinden biridir, ancak masum değildir.

    Diwan Dergisi: İlmî soruların dışında başka bir şey sormak istiyorum, ilim yolculuğuna çıktınızdan beri bugüne kadar en acı ve en tatlı hatıralarınız nelerdir?

    Ebu’l-Esrar Şeyh Abdulkahir: Pakistan’a giderek hadis ve Kuran ihtisas kursuna katıldım. Dünyada tartışılan bir konu var, ilim sahasında bu tartışma konusunun adı Tefsir Mevzuî’dir. Bu şu anlamdadır: Herhangi bir konuda Kuran’da ve hadiste kaç ayet ve hadis geçmiştir bunun konuya göre sıralanmasına tefsir mevzuî ( konulu tefsir ) denir. Hadis alanında buna cüz denir. Beni çok mutlu eden bir şey var, o da şu ki, Kuran ve hadis alanına irdikten sonra bu alanların başka dünyalar olduğunu anladım. Bir diğer hatıram da fıkıh alanına girdiğimde Kavâ’id ve Muaraza alanlarını tanıdım, Fakihlerin, meselelerin kendilerine özgü sıralanışı vardı bunları öğrendim. Mezhep müçtehitleri, tahriç ashabını, tercih ashabını ve temyiz ashabı vb. konuları öğrendim. Pakistan’da fıkıh, hadis ve tefsir derslerinden sonra Edeb dönemi delinen bir ders dönemi bulunmaktadır, bu dönemde Arapça şiir kitapları, Hamase Divanı, Hariri Makamı, vb. kitapları Hafız Malik adındaki bir hocanın yanında okudum. Bu zat aynı zamanda bir tarikat şeyhi olup 31 günde hafızlığını tamamlamış, 18 yaşındayken de hadis alanından mezun olmuştur. Yurt dışında Arap Dili, tefsir, hadis ve fıkıh dallarında ihtisas aldığım günler aklıma geldikçe mutlu oluyorum. Yurt dşındaki hatırlarım bunlardan ibarettir.

    3 Buhari, “ Bed’ü’l-Vahy” 27.

  • 12

    جلد: ٠١ شماره: ٠١ سال: ١٣٩٨ مجلۀ علمی تحقیقی بین المللی علوم اسالمی

    Yurt içindeki hatırlarımdan da bahsetmek gerekirse Mir Folat Medresesinde hoca olduğum sırada bana 1200 Afgani maaş verilirdi. Hocalığımın 8. Ve 9. Yılında maaşım 3750 Afgani olmuştu. Bu süreçte hiçbir zaman maaşın azlığından şikâyetim olmamıştı, bir gün bana medrese sorumlusu benim hiçbir şeyden haberim yokken içerisinde 2400 dolar olan bir zarf gönderdi ve hacca gitmemi söyledi. Bu olayı benim en güzel hatırlarımdan birisidir ve asla unutmuyorum.

    Diwan Dergisi: Biz bazı kazanımlar elde etmemiz ve eksiklerimiz gidermemiz lazım. Bu konuda medreseler ve şeriat fakülteleriyle ilgili önerileriniz nelerdir?

    Ebu’l-Esrar Şeyh Abdulkahir: Ülkemizin medrese ve şeriat fakültelerinin eksiklerinin giderilmesi bağlamında şöyle bir önerim var; asrımıza uygun ortak bir eğitim müfredatı oluşturulursa iyi olur. Bu müfredat hiçbir yerden olduğu taklit edilmemeli. Afganistan’ın her bölgesinden seçilmiş kişiler bir günlük, on günlük ve bir aylık toplantılar düzenleyerek nahiv, sarf, tefsir, hadis fıkıh ve diğer alanlardaki sorunların çözümüne yönelik yapıcı tartışmalar yapılmalıdır. Bu müfredat yapıldıktan sonra Afganistan’ın her bölgesinde uygulamaya konulmalıdır. Sonra da belli aralıklarla yüzdelik sınavlara tabi tutulmalıdır. Her bölgenin mevsimleri ve hava şartları göz önüne alınarak sınavlardan sonra tatil olmalıdır. Tatil günleri ve sınav günleri farklı da olsa eğitim müfredatı aynı olmalıdır. Sınavlarda denetimi sağlamak için heyetler olmalıdır, bu yöntem yolsuzlukları ortadan kaldırır. Özel medreselerin hali hazırdaki belgeleri de eğitim bakanlığı tarafından tanınarak 12 yıllık lise veya ön lisans seviyesine denklik verilsin. Bu kanun üç ay önce çıktı. Önceleri başka ülkelerden getirilen belgeler sorun oluyordu. Müfredatın gözden geçirilerek modern ilimler, Arap Dili, fıkıh, tefsir ve hadis alanlarında uzmanlıkların açılmasına ihtiyacımız vardır. Benim hedeflerimden birisi de bir medrese öğrencisine dört sayfalık bir metin verdiğimizde onu ertesi gün Arapça’ya, Peştunca’ya ve Türkçe dillerine çevrisini yapabilecek seviyeye gelmesidir. Aynı şekilde doğruluk, emanet vb. konularda makale yazabilsin. Şeriat fakülteleri de diğer ülkeler ile irtibatını en üst seviyede tutmalıdır. Türkiye, Mısır ve diğer ülkelerden burs eğitim bursu geldiği zaman medrese öğrencilerinin de bu haktan yararlanması sağlanmalıdır. Şeriat fakültelerinin de eğitim sistemlerini güncellemeleri gerekmektedir. Giriş sınavları da bağımsız ve adil bir komisyon tarafından denetlenmelidir. Torpil olaylarının ortadan kaldırılması lazım. Bu durum sadece şeriat için değil, tıp, mühendislik alanları için de geçerlidir. Bir kişi şeriat fakültesinden mezun olduktan sonra yetişmiş bir hadisçi, tefsirci olsun. Sorunlarımız doğru kanallardan hükümete iletilmelidir. Neticede biz de bu ülkenin bir ferdiyiz. Ne zamana kadar başka ülkelerde eğitim alalım.

    Diwan Dergisi: Başka bir soru aklıma geldi, öğrencilik dönemi iniş çıkışlarla dolu bir dönemedir. Bu dönemde maddi açıdan acı hatırlarınız var mıdır?

    Ebu’l-Esrar Şeyh Abdulkahir: Acı hatıram şu ki ben fakir bir aileden idim. Bildiğiniz üzere küçük yaşta ailemi kaybetmiştim. Babam da durumu olmayan birisiydi. 1369 yılında Mezar-ı Şerif gelmeden önce Bağlan’a gittim. Kilegi denen yere pirinç ekmeye gittim, havada acayip sıcaktı, burada 8 gün çalıştım 50 bin eski Afgani parası kazandım. Bu 8 gün sürecinde baş ağrısından, bel ağrısından ve uykusuzluktan kafamı yastığa koyduğum anda uykuya dalardım, bazen de yatsı namazları gecikirdi. Bir diğer acı hatıram da Belh’e geldiğim aman bu kadar imkânlar olmasına rağmen ben elbiselerimi 8 ay boyunca sabunsuz sadece su ile yıkadım. 9

    ay boyunca parasızlıktan Belh kapısında bulunan medresenin dışına çıkamadım. Bu iki acı hatıra tazeliğini koruyor.

    Diwan Dergisi: Siz bir dönem maddi olarak çok zor günler geçirdiniz, şuanda sizin medresede bulunan öğrencileriniz de aynı durumu yaşıyorlar mı? Yoksa onların maddi sorunlarının giderilmesi için çalışmalarınız var mı?

    Ebu’l-Esrar Şeyh Abdulkahir: İlginç olan şu ki biz 10 Afgani’lik ekmeği odada bulunan dört kişi arasında bölüşürdük. Ekmeği dağıtan kişi ayakta yerdi. Ancak şuanda benim medresemin halı, pervaneleri, aydınlatma sistemleri, tuvalet, banyo, gaz, yeme içmelerinde şuana kadar hiçbir sorun yoktur. İlk defa bu yıl ekmeklerini temin edemedim, her ay ekmek masrafı 62 bin Afgani tutuyor. Diğer bütün ihtiyaçlarını karşılıyoruz. Bazen durumlarda et de veriyoruz. Yani öğrencilerin imkânlara ulaşımları var, bu sebeple derslerine güzel bir şekilde çalışmaları lazım. Maalesef bu kadar imkânlara rağmen derslerine düzenli olarak çalışmıyorlar. Eskilerden ilkokul mezunu biri ile şimdikilerin lise muzunu aynı seviyededir.

    Diwan Dergisi: Son olarak bizim sormayı unuttuğumuz ve halkın yararlanması için iletmek istediğiniz bir mesajınız var mı?

    Ebu’l-Esrar Şeyh Abdulkahir: Benim mesajım şudur; İslam Ülkeleri dinî alanlarına özen göstermedikleri müddetçe mücahitler cihat saflarında, yöneticiler yönetiminde başarısız olmaya mahkûmdurlar. Bir İslam ülkesinin kalkınması ve gelişmesi, dinî alanlardaki gelişim ve başarısına bağlıdır. Mesela Afganistan’a 20 yıl boyunca yaklaşık 14-15 milyar dolar yardım geldi, ülkenin nüfusu da yaklaşık 30 milyondur. Şuanda bütün Afganistan’da tefsir, hadis ve fıkıh alanlarının gelişmesi için yapılan hiçbir yatırım bulamazsınız. Üniversitelere ise 600 cerip yer tahsis edilmiş durumdadır. Bizim üniversiteler ile bir sorunumuz yoktur. Ancak hükümet bir kuruma bu kadar yatırım yaparken medreseler görmezden gelinmektedir. Sarık ve cübbe ile üniversitelere giremiyoruz. Ben giyim kuşama karşı değilim, yani modern giyim tarzı ile benim bir sorunum yoktur. Giyim kuşam ile ilgili dinî tartışmalar vardır onları bir kenara bırakacak olursak benim bu ceket veya pantolon ile problemim yoktur. Sen istediğin kıyafet ile benim medreseye gelebiliyorken benim de istediğim kıyafet ile üniversiteye gidebilmeliyim. Benim hedefim dinî alanlarda uzmanlıkların oluşturulmasıdır. Şuanda hadiste veya fıkıhta uzmanlaşmak isteyen birisini nereye gönderelim. Ben kendi imkânlarım ile Daru’l-İfta yapmaya kalkarsam bir milyon Afgani maliyeti vardır, bu kadar bütçeyi ben nasıl bulabilirim. Afganistan’da bir fetva kurumu veya dinî araştırma merkezinin yapılması gerekmektedir. Mesela Suudi Arabistan’da yeni çıkan teknolojik icatlar veya günün ortaya çıkardığı problem hakkında bir araştırma yaparak fetva yayınlıyorlar. Bizim de bunun gibi imkânlarımızın olması lazım. Benim asla hükümet bana maddi olarak yardımda bulunsun tarzı önerim yoktur ve olmayacaktır. Ben modern okul veya üniversitelere karşı değilim bizim her şeye ihtiyacımız vardır.

    Konuşmamın sonunda Diwan Dersine bana bu fırsatı verdiği için teşekkür ederim.

  • Ebu’l-Esrar Şeyh Abdulkahir İle Röportaj

    13

    Yurt içindeki hatırlarımdan da bahsetmek gerekirse Mir Folat Medresesinde hoca olduğum sırada bana 1200 Afgani maaş verilirdi. Hocalığımın 8. Ve 9. Yılında maaşım 3750 Afgani olmuştu. Bu süreçte hiçbir zaman maaşın azlığından şikâyetim olmamıştı, bir gün bana medrese sorumlusu benim hiçbir şeyden haberim yokken içerisinde 2400 dolar olan bir zarf gönderdi ve hacca gitmemi söyledi. Bu olayı benim en güzel hatırlarımdan birisidir ve asla unutmuyorum.

    Diwan Dergisi: Biz bazı kazanımlar elde etmemiz ve eksiklerimiz gidermemiz lazım. Bu konuda medreseler ve şeriat fakülteleriyle ilgili önerileriniz nelerdir?

    Ebu’l-Esrar Şeyh Abdulkahir: Ülkemizin medrese ve şeriat fakültelerinin eksiklerinin giderilmesi bağlamında şöyle bir önerim var; asrımıza uygun ortak bir eğitim müfredatı oluşturulursa iyi olur. Bu müfredat hiçbir yerden olduğu taklit edilmemeli. Afganistan’ın her bölgesinden seçilmiş kişiler bir günlük, on günlük ve bir aylık toplantılar düzenleyerek nahiv, sarf, tefsir, hadis fıkıh ve diğer alanlardaki sorunların çözümüne yönelik yapıcı tartışmalar yapılmalıdır. Bu müfredat yapıldıktan sonra Afganistan’ın her bölgesinde uygulamaya konulmalıdır. Sonra da belli aralıklarla yüzdelik sınavlara tabi tutulmalıdır. Her bölgenin mevsimleri ve hava şartları göz önüne alınarak sınavlardan sonra tatil olmalıdır. Tatil günleri ve sı