Upload
others
View
4
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
KALEM
02/03/2011
NUZUL: 7
MUSHAF: 68
MEKKİ BİR SUREDİR 52 AYETTİR.
Nun ve’l-Kalem veya Nun diye anılan Kalem suresi, adını ilk ayetinden alır. Sure 4.yüzyıldan
itibaren şimdiki gibi tek isimle “Kalem” ’le anılmaya başlanmıştır. Yani ilk yüzyıllarda surenin ismi
daha oturmamış.
İlk inen surelerdendir. 17-52 arasının ilk pasajlardan daha sonra indiği düşünülebilir. Fakat sureyi
baştan sona kuşatan iç ahenk ve konu bütünlüğü, bu ihtimali zayıflatmaktadır. İlk nüzul tertiplerinde
2.sırada yer almasına rağmen, surenin muhtevası bu sırayı dört açıdan desteklemez: 1) sure
müşriklere cevap ve tehdit içermektedir. 2) meydan okuma ve/veya dikkat çekme işlevi de olan
mukatta’a harfi ile başlayan ilk suredir. 3) ahireti inkar edenlerin “eskilerin masalları” sözü
nakledilmektedir. Bu sözü söylemeleri için ahiret üzerinde durulmuş olması şarttır. Oysa ki, 8.
Ayetindeki “Rabbe dönüş” ü saymazsak, ‘Alak’ta ahiretten açıkça söz edilmez. 4) bu üç şık için de
“açık davet” şarttır, açık davet Müddessir suresiyle başlamıştır. Bu da, fetret-i vahy adı verilen olayın
sonrasına tekabül eder. Üçüncü ayetteki “kesintisizlik” bunu ima etse gerektir. Hz. Aişe de bu
surenin fetret-i vahiyden sonra indiği görüşündedir. Hurufu mukatta ile başlaması muhataplara tehdit
içerir. Zımnen; alın size kelimeler hadi bakalım sizde buna benzer bir şey çıkarın! Vurgusu vardır.
Bu takdirde sure ikinci değil, Fatiha, ‘Alak, Müzzemmil, Müddessir, Duha ve Şerh’in ardından
7.sırada yer almaktadır.
Sure, Hz. Peygamber’e inkarcı çevrenin sözlü saldırısını red ile başlar (2), tekrar aynı konuya
dönerek biter(48-52). Giriş ayetleri ilahi bir destek ve tesellidir. Hz. Peygamber’in şahsiyetine dair
en çarpıcı hakikat de burada yer alır: “Çünkü sen, muhteşem bir ahlaka sahipsin”(4). Surenin
berceste ayetidir.
Surenin amacı inşadır. Fecr’den önce indiğini kabul etmemiz şartıyla, Kur’an’ın nüzul surecinde
anlatılan ilk kıssa bu suredeki “bahçe sahibi” kıssasıdır(17-32). Yemen kökenli bu kıssa, “paylaşma
ahlakı” üzerine inşa edilir. Kıssa üzerinden “Ey muhatap, sakın Allah yokmuş gibi
davranma!”(18.ayet) mesajı verilir.
İniş sürecinde ahiretten söz eden ilk sure budur. Hakikate karşı önyargılı bir inkar içinde olan
muhataplara sorumlu davranmaları öğütlenir. Sorumsuz bir hayat yaşayanları bekleyen feci akıbet
haber verilir (33-43). Hz. Peygamber’e verilen “onları bana bırak” mesajı, zımnen, onlar sana değil
Bana karşı savaşıyorlar mesajıdır (44-47).
Ve son söz olarak, Hz. Peygamber’e Hz. Yunus’un görevi terk edişi hatırlatılarak “sakın büyük balık
sahibi gibi olma!” denilir(48-50). Bu ayetler, Hz. Peygamber’in üstlendiği görevin ne kadar ağır
olduğunun da tescilidir.
Bismillahirrahmanirrahim “RAHMAN RAHİM ALLAH’IN ADIYLA”
1. Nun velkalemi ve ma yesturun.
“Nun..KALEME ve (onun) yazdıklarına yemin olsun!”
- Nun; hurufu mukataa harfi, nuzül sürecinde ilk geldiği yer burasıdır. Taha ve Yâsîn ihtilaflı olmakla
birlikte, 29 sûrenin başında, harf sayısı itibarıyla 1'den 5'li-ye kadar değişir. Nun, elif lam mim, elif
lam ra, Yasin, ha mim yani birden beş harfe kadar değişir. İlginç olanı arap dilinde kelimlerin yapısı
da böyledir, 1-5 harf arasındadır. Arap alfabesinin yarısı olan 14 çeşit harften oluşan bu harfler
hakkında 40'a yakın görüş vardır. Yahudiler ebced hesabına yorup ümmetin yaşını hesap etmişlerdir.
Bunların sembol olduğunu söyleyenler, neyin sembolü olduğu konusunda farklılaşmışlardır. İbn
Abbas Allah'ın en büyük ismi olduğunu düşünür, ancak "nasıl telif edileceğini ben de bilmiyorum"
der. "İlâhî esmanın, meleklerin, peygamberlerin, başında geldiği sûrelerin sembolüdür" diyenler
olmuştur. Bunların uyarı olduğunu söyleyenler de ikiye ayrılmıştır. Mesela Ebu Hayyan müşrikleri
uyardığını söylerken, Râzî, vahye hazırlık babında Hz. Peygamber'i uyardığını söyler. İbn Hazm,
Kur'an'da tek müteşabih'in mukatta'at olduğunu söyler. Hz. Ebubekir'e göre, Allah'ın Kur'an'daki
sırrıdır. Müberred, Ferrâ, Kurtubî, Ta-berî, Zemahşerî, İbn Teymiyye, İbn Kesir gibi bir çok otoriteye
göre harfler Kur'an'ın mucize oluşunu ifade eder. Zımnen; "Kur'an kimsenin benzerini
getiremeyeceği bir mucizedir, ilâhî kelamdır. Eğer değil diyorsanız, işte harfler elinizde, haydi bu
harflerle siz de benzerini getirin" anlamına gelir. - Bu harflerin anlamı ve işlevi üzerine 40’a yakın görüş vardır. Zikredilmeye değer görüşler şöyledir;
1- Belagat öncelikli surelerin başında gelir. Sureleri ikiye ayırabiliriz; a- belagat öncelikli b- anlam
öncelikli. Belagat, dilin tüm imkanlarıyla müthiş bir şekilde muhatabın dikkatini çekmeye
yönelik Mekki surelerdir. Anlam öncelikli surelere Medeni surelerdir diyebiliriz. Konuyu
anlamaya yönelik surelerdir. 2- Bu surelerin 2’si dolaylı, gerisi (27 sure) doğrudan vahye bir atıfla başlar. Ne ki Meryem,
Ankebût ve Rûm bunun istisnasıdır. Kaldı ki başında Kur'an'dan söz ettiği halde mukatta'atla
başlamayan bir çok sûre vardır. 3- Vahyin bir tek harfinin bile zayii edilmediğinin kanıtıdır. 4- “Her kitabın bir sırrı vardır, bunlar da bu kitabın sırrıdır” Hz. Ebubekir.
- Nun için hokka demişler, Cennet nehri, büyük balık, kılıcın keskin ağzıdır diyenler olmuş. O zaman
mana “Kılıç ve kaleme yemin olsun” olur. Kalem ile benzerliğinden dolayı “hokka” şıkkı diğerlerine
tercih edilir. Bu harflere dair yorumların sonu gelmeyecektir. Fakat bizce bu harfler, Hz.
Peygamber’in vahyin bir tek harfini bile zayi etmeden aktardığının yaşayan belgesi olarak ortada
durmaktadır. - Nun, kaleme ve kalemin yazdıklarına yemin olsun veya kalemi ve kalemin yazdıklarını düşün.
Kalem; söz ile yazı arasındaki elçidir. Tıpkı hatip ile muhatap arasında hitabı taşıyan elçi/peygamber
gibi, kalem de kelamın elçisidir. İlk muhatabın dikkati yazıya çekiliyor. Hz. Peygamberin yaşadığı o
şehirde 17 kişi dışında okuma ve yazma bilen yoktu. Sözlü kültürden, yazılı kültüre geçiş misyonunu
yüklüyor il muhataba ve bize. Buradaki kalem “vahyi” yazan kalem, satırlarda “vahyi” temsil ediyor.
Mukataa harflerinin vahye atıf yapması bu ayette anlaşılıyor. Hz. Peygamberin vahyi yazdırması bu
mesajın gereğidir. 1.ayet “kalem ve kalemin yazdıkları şahit olsun” somuttur, yani muksebun bih’tir
2. Ayet “sen cinlenmiş değilsin” ise soyuttur, yani muksebun aleyh. Dolayısıyla kalem: somut,
cin:soyut kavramlardır.
2. Ma ente binı'meti rabbike bimecnun.
“Rabbinin nimeti sayesinde, cin musallat olmuş biri olman söz konusu değildir.”
- Mecnûn ile bilinen anlamda bir "deliliği" değil, Cahiliyye tasavvurunda önemli bir yeri olan "cin
tasallutunu" kastediyorlardı.
- Mecnun; aklını kaybetmiş(deli) anlamı verilemez, çünkü aralarında Hz.Muhammed en akıllılarıydı.
Bunu çok iyi bildikleri için başka bir şey söylüyorlar “mecnun” diyorlardı. Yani cinlenmiş birisi. - Zemahşeri ve bir çok dil otoritesinin ziyade addederek tekit işlevi yüklediği bini'meti'deki bâ ziyade
değildir. Burada nefyin haberi bâ ile gelmiş ve cinnet ihtimalini kökten nefyetmiştir. Bir eylemi fiille
reddetmek onu öznenin zatından değil sıfatından nefyetmektir. Fakat ism-i faille nefyetmek onu
öznenin zatından nefyederek imkan ve ihtimali dışlamaktır. “Allahın kullarına zulmetme ihtimali
bulunmamaktadır” da ki gibi.
3. Ve inne leke leecren ğayre memnun.
“Ve senin için kesintisiz bir ödül vardır;”
- Minnet anlamında meneden geliyorsa eğer o zaman şöyle çevirebiliriz; başa kakılmayan bir ecir
vardır. Burada fetreti vahiy diye adlandırılan doğal ara vermeye gizli bir atıf(gönderme) vardır.
Kesintili vahiy, kesintisiz ödül!. Rabbinin vahyi Tenzili (indirmesi) peyderpey olsa da, ödülü
kesintisizdir. Bu ilahi bir tesellidir.
4. Ve inneke le'ala hulukın 'azıym.
“çünkü sen, muhteşem bir ahlaka sahipsin;”
- El hulk; Ben’in tabiati, yani kişiliktir, benliktir. Yani kişinin ahlakıdır. “yaratma ve yaratık”
anlamındaki halk ve “yaratılış” anlamındaki hilkat ile akraba. Bir sıfatla kayıtlanmadığı zaman “iyi,
güzel ve doğru” olana delalet eder. Bu ayet inne ile, “çünkü sen” diye başlıyor, adeta Allah Rasulü
“neden ben” diye bir soru sormuş veya iç sorgusuna cevap niteliği taşıyor. Bu ayeti Şura 52 deki ile
beraber okuyunca “Sen bundan önce kitap nedir iman nedir bilmezdin!”, “ ama muhteşem bir ahlaka
sahipsin” zımni anlamına ulaşılır. Burada şu soruyu sormak lazımdır. Din binasında ahlak katı
kaçıncı kattır. İbn Abbas’ın tasnifine göre din; akaid, ahlak, ibadet ve muamelattan oluşan dört katlı
bir binadır. Peki giriş katı, ana kat, hatta temel hangi kattır? İşte bu ayet din binasının temel katının
ahlak olduğunu ifade eder. Kur’anca bu temel kat ahlaktır. - Hz.Aişe’ye birisi Allah Rasulünün ahlakını sormuştu, Hz. Aişe’de şu cevabı verdi; “siz hiç Kur’an
okumuyor musunuz? O’nun ahlakı Kur’an’dı demiştir. Hz.Peygamberimiz “ben güzel ahlakı
tamamlamak için gönderildim” demiştir. Peygamberimiz fıtratıyla barışıktı, Kur’an aslında ilahi
fıtratın üstüne indirilmiş bir üst yapıdır. Alt yapının üst yapısıdır. Bu ikisi birleştiğinde somun-cıvata
gibi birbirine uymuş olur. Fiili ayet, Kavli ayetle birleşir ve ortaya güzel ahlak çıkar. - Kitap nedir, iman nedir bilen biz muhataplar, El Emin olanın kitap nedir, iman nedir bilmezken
koyduğu ahlaki standartın kaçta kaçına sahibiz? Bunu kendimize sormamız gerek. - “Allahın ahlakı ile ahlaklanın” hadisi aslında “Kur’an’ın ahlakı ile ahlaklanın diye anlaşılması
gerekir. Çünkü ahlak; hilkatden, yani Hulk’dan gelir. Yaratılanlar için söz konusudur. Allah haşa
yaratılmış değildir.
5. Fesetubsıru ve yubsırun.
“ve bir gün gelecek, sen de göreceksin onlar da görecekler,”
- BASAR; Kur’an’da birçok yerde olduğu gibi buradada duyusal bir görmeden çok idrak etme, aklın
kesmesi anlamındadır. Bu geleceğe dair mucizevi bir ihbardır. Vahiy yaşıyor. Şu ayetlerin geldiği
günle, Allah Rasulünün dönemin krallarına mektup gönderdiği günü bir düşünün. Biz 14 asır sonra
bunun canlı şahitleriyiz. - Bu ayetlerin geldiği dönemde Allah Rasulü bir avuç insana bile sahip değildi. Daha davetin
başlangıcı, yer demir gök bakır. Yüreğinin üstüne sanki bir dağ oturmuştu. Şerh 2-3. Ayetleri
hatırlayın, “sırtından yükünü almadık mı? Diyen ayetleri. Birde İmparotorlara mektup gönderdiği
günü ve bugünü düşünün. Her ne kadar ümmet öksüz, birbuçuk milyarlık yetim ve öksüz, itilmiş ve
kakılmışsada, onun gönül imparatorluğu 1400 yıldan beri ayakta ve yaşıyor. İşte sende göreceksin,
onlarda görecekler. Bizde gördük yarabbi. 1400 yıl sonra bile O yaşıyor ama O’nu inkar edenler
nerdeler? Kabirleri bile yok. Ama O hala yüzmilyonlarca müminin gönlünde yaşıyor. Şerh 4. Ayet “
senin şanını yüceltmedik mi?”
6. Bieyyikumulmeftun.
“hanginizin aklından zoru olduğunu.”
- Bir sonraki ayet ışığında fitne’nin “sapıtmak” anlamına dayanarak “hanginizin sapıttığını” sende
göreceksin, onlarda görecekler.
7. İnne rabbeke huve a'lemu bimen dalle'an sebiylihi ve huve a'lemu
bilmuhtediyn.
“Kuşku yok ki senin Rabbin, evet O, kimin kendi yolundan saptığını çok iyi bilir, yine O,
kimin hidayete erdiğini de çok iyi bilir.”
- Yani kimin doğru yola yöneldiğini, kiminde doğru yoldan saptığını çok iyi bilir. Bilir ve bildirir.
Çünkü O “kuluna şah damarından yakındır”, El Habir’dir. Mutlak haberi bilen ve bildirendir. Haberi
bilmekle kalmaz, haberin çıkış kaynağını da bilir. Her şeyin iç yüzünü, özünü bilir.
8. Fela tutı'ılmukezzibiyn
“Artık hakkı yalanlayanlara boyun eğme!”
9. Veddu lev tudhinu feyudhinun.
“Onlar isterler ki, sen onlara taviz veresin, buna karşılık kendileri de sana…”
- Eğer dühlü yağlama olarak alacak olursak, yağcılık yapasın. Onlar seni yağlasınlar, sende onlara yağ
çekesin. Kelime anlamından yola çıkarak böylede mana verebiliriz. Kafirun suresi adeta bu ayetin
tefsiri gibidir; “de ki ey kafirler, ey inkarı hayat tarzı haline getirenler, ey inkarı ahlak haline
getirenler, kulluk etmem sizin kulluk ettiğinize, ve siz de benim kulluk ettiğime kulluk edecek
değilsiniz…” işte bu ayetleri de bu ayetin tefsiri sadedinde okuyabiliriz.
10. Ve la tutı' kulle hallafin mehiyn.
“Ve sen, (çiğneyeceğini bile bile) ağız dolusu söz veren hiçbir alçağa da boyun eğme!”
- Half; Kur’an’da kasem ile eşanlamlı kullanılmaz. Bozulan yemin veya çiğnenen söz anlamına gelir.
11. Hemmazin meşşain binemiym.
“Arkadan çekiştirmek için mekik dokuyan arabozucuya(da)! ”
12. Menna'ın lilhayri mu'tedin esiym.
“İyiliğe ölümüne engel olan günaha gömülmüş zorbaya(da)!”
- Dikkat buyurun ifadeler bıçak gibi, keskin.
13. 'utullin ba'de zalike zeniym.
“Kaba ve duygusuz, üstüne üstlük fırıldak ve hayırsız.”
- Bir tip çiziyor şimdi. Zeniyn; Soysuz, nesebi belirsiz, veledi zina, sığıntı veya avami tabirle
“maganda ve fırlama” diye de çevrilebilinirdi aslında. - Velid b. Mugure denmiş, 10. Ayette Kull hepsi anlamına geldiği için burada bu tiplerin hepsine atıf
var. Zenin; soysuz anlamına gelir. Babası onun kendinden olduğunu Velid 18 yaşlarındayken
açıklamıştır.
14. En kane za malin ve beniyn.
“Bütün bunların nedeni, onun mal ve çocuklara sahip olması idi”
- En kane’ye lamı talil vurgusuyla bu manaya ulaşıldı, aslında yalınkat bu manaya gelmeyebilir, yalın
manası “bütün bunların ötesinde bir de soysuz olan kimseye mal ve oğulları vardır diye, sakın boyun
eğme” olur. Zımnen; Allah’a değil de sayılara tapması, rakamlara teslim olmasıydı. Sayıların
sultasına teslim olması, her şeyi matematiksel çoklukla övünmesiydi.
15. İza tutla 'aleyhi ayatuna kale esatıyrulevveliyn.
“ki, ayetlerimiz kendisine okununca, “Eskilerin masalları” diyebildi. ”
- Esatiru’levveliyn; eskilerin masalları. İlk geçtiği yer burası. 9 yerde daha geçiyor. Hepsinin de
bağlamı Kuran kıssaları bağlamı değil. Ya ne? Ahirettir. Onlar ahireti yalanlıyordu ve yeniden
dirilmeye eskilerin masaları diyorlardı.
16. Senesimuhu 'alelhurtum.
“Onun burnuna (zillet) damgasını çıkmaz bir biçimde vuracağız.”
- Lafzen hortumuna. Mecazen burnuna. Zımnen hem yalancılığın, hem de kibrinin timsali olan kıl
aldırmadığı uzayan burnuna. Damga yiyenin damgalayan karşısında ki aczine ve zilletine delalet
ettiği için kullanılmış. - Müstekbirin burnunu hortuma benzetmekle, kibrin insanı insanlıktan çıkaran bir alçalış olduğu
vurgulanıyor. Kibirli insanlara dikkat edin, burunlarını kaldırarak konuşurlar. Burnu havada denir.
Allah kibri sevmez.
17. İnna belevnahum kema belevna ashabelcenneti iz aksemu leyasri
munneha musbihıyn.
“ŞÜPHESİZ (şu yukarıdakileri) sınamıştık, tıpkı malum bahçe sahiplerini sınadığımız
gibi: Hani onlar, ertesi sabah kesinlikle hasat yapacaklarına dair sözleşmiştiler.”
- Yeni bir paragrafa girdik burada. Kur’an ilk meselini anlatıyor. - Liyakatlariyle orantızısız (hak ettiklerinden fazla) güç ve servet vermek suretiyle sınamıştık. - Ashabel cennet; Kur’an’da dünyaya hamledilen tek cennet burasıdır. Cennet ehlini “dünya bahçesi
için” kullanılan cennet, belirlilik takısıyla gelmiş, Kur’an’da lam’ı tarifle gelen tek cennet burasıdır.
Bu kıssanın muhataplarının “malumu” olduğunu gösterir. İbn Mesud buradaki el ile gelen cennetin
ahiret cenneti olduğu zira kıssa sahiplerinin neticede cenneti hak ettikleri görüşündedir. Gerçektende
yabana atılır bir mana değildir, bu halde mana bahçe sahibi değil de “cennet ehli” olur. - Sözleşmiştiler; lafzen yemin etmiştiler. Tercihimiz bu bağlamdaki en uygun karşılıktır.
18. Ve la yestesnun.
“Ancak Allah’ın hayata müdahil olduğu gerçeğine dair istisnai bir kayıt da
düşmemiştiler.”
- Lafzen: “istisna etmemiştiler”. Ne demek istisna etmemiştiler? Açılımı; ancak Allah’ın hayata
müdahil olduğuna dair istisnai bir kayıt düşmemiştiler. Yani “İNŞALLAH” dememiştiler. Veya
muhtaçların payını ayırmamışlar. İnşallah’a neden istisna diyor Kur’an’ımız; çünkü “İLLA EN
YEŞA’ ALLAH” ibaresinin kısaltılmışı da, sembolü de onun için. “ asla hiçbir şey için, ben bu işi,
yarın kesinlikle yaparım! Deme, ancak Allah dilerse (yapabilirsin)”(Kehf:23-24). Bu ayet kıssanın
ana fikrini de vermektedir; Ey İNSAN; sakın Allah yokmuş gibi konuşma. Yağmur yağacak derken
bile inşallah de, yarın geleceğim derken bile Allah yokmuş gibi konuşma. Allah yokmuş gibi
konuşmak günahtır. - Aslında dilde inşallah demen, Allah varmış gibi konuşmak anlamına gelmiyor. Hatta bugün artık
çocuklar inşallah deme diyorlar ana babalarına. Çünkü inşallah deyince yapmadıklarını biliyorlar.
Oysa ki İnşallah; Allah istemediği zaman hariç ben bu işi kesinlikle yapacağım demektir. Oysa bizler
inşallah deyince aslında yapmayacağımız veya yapmak istemediğimiz işlerde kullanıyoruz. İnşallah
aslında Allahın var olduğunu ruhuna sindirmektir. İnşallah; ağzından bir şey çıkarken Rabbini
gözeterek konuşmaktır. - Hoca Nasrettin’in aç hanım aç inşallah ben geldim fıkrası da buna güzel bir örnektir.
19. Fetafe 'aleyha taifun min rabbike ve hum naimun.
“Ve onlar uykudayken Rabbinden gelen bir (bela) o (bahçeyi) bir bir yokladı.”
- Yani yaktı yıktı kül etti. Nasıl bir şey oldu bilmiyoruz.
20. Feasbehat kessariym.
“Derken, ertesi sabah o(bahçe)sırım gibi geçmiş küle dönmüştü.”
- Ağaç kanseri de denen bir tür hastalığa benziyor. Sam yeli çaldı dedikleri türden bir bela.
21. Fetenadev musbihıyn.
“Derken, sabahın köründe birbirlerine seslendiler:”
22. Eniğdu 'ala harsikum in kuntum sarimiyn.
“Hasat yapmak istiyorsanız, erkenden arazinize gidin!”
- Üslûp gereği kullanılan ikinci çoğul kipi, aslında birinci çoğula tekabül eder: "istiyorsak... gidelim."
23. Fentaleku ve hum yetehafetun.
“Derken yola koyuldular…Aralarında şöyle fısıldaşıyorlardı;”
24. En la yedhulennehelyevme 'aleykum miskiyn
“Bugün hiçbir yoksulun yanınıza sokulmaması gerekiyor!”
- "Hasat günü (yoksullara) haklarını verin!" (73/En'âm: 141). Sadaka servetin budanmasıdır; meyve
budandıkça, servet paylaşıldıkça gürleşir. Neden? Allah yokmuş gibi davrandılar. Allah onlara verdi,
onlar veremediler. Allah onlar eliyle yoksullara vermek istedi onlar bunu yapmadılar. Allah’ın
cömertliğinden bir pay almadılar. Allah kendilerine bir bağ bağışlamıştı ama, kendileri bir salkım
üzüm vermekte direndiler. Servet budadıkça gürleşir. Allah için verememek gerçek mahrumiyettir;
zira Allah için vermek gerçekte almaktır.
25. Ve ğadev 'ala hardin kadiriyn.
“Sabah erkenden, güçleri her şeye yetermiş havasıyla yola koyuldular.”
- Yani güçleri bir şeye yetermiş gibi değil, her şeye yetermiş gibi davrandılar.
26. Felemma reevha kalu inna ledallun.
“Derken, bahçeyi o halde görünce (tanıyamadılar ve) “Biz yolumuzu şaşırmışız (galiba)”
dediler.”
- Aslında lafzen “sapıtmışız galiba” ama “dall” şaşırmış manasına gelir, tıpkı Duha sûresi 7. ayette
olduğu gibi. Yani bahçelerini tanıyamadılar, o kadar büyük bir felakete uğramıştı.
27. Bel nahnu mahrumun.
“(Akılları başlarına gelince), Hayır, biz mahrum edilmişiz dediler.”
- Allah için verememek gerçek mahrumiyettir. Allah için vermek gerçekte almaktır. Burada
verdiklerimiz ahrette bizimdir. Allah İbrahim’den İsmail’i istedi, o İsmail’ini verdi ama Allah onu
almadığı gibi birde tabiri caizse promosyon olarak İshak’ı verdi. Allah bir şeyi almak için istemez,
vermek için ister.
28. Kale evsetuhum elem ekul lekum levha tusebbihun.
“İçlerinden en dengeli olanı; Ben size “Allah yokmuş gibi hareket etmeyelim” dememiş
miydim? Diye çıkıştı. ”
- İçlerinden en ortalama olanı, aslında en dengeli olanı; ben size tesbih etmemiz gerekir dememiş
miydim? Dedi. Tusebbih; tesbihdir, yani Allah adına haraket etmektir. Allah kendisi için istemez,
kendisinden istediği kul için ister.
29. Kalu subhane rabbina inna kunna zalimiyn.
“Onlar “Varlığın kendisi adına hareket ettiği Rabbimizin şanı ne yücedir” dediler; Meğer
biz zalimlerden olup çıkmışız.”
- Yani varlığın kendisi adına hareket ettiği Rabbimizin şanı ne yücedir dediler şeklinde de
anlayabiliriz.
30. Feakbele ba'duhum 'ala ba'dın yetelavemun.
“Ardından birbirlerine yönelerek, karşılıklı özeleştiri yaptılar.”
- Yetelavemun; birbirlerini kınayarak diye de çevrilebilir ama birbirlerine öz eleştiri yaptılar demek
daha doğru olur. Hatayı itiraf yoluyla kendini veya karşısındakini sitem ederek kınamaktır. 29-31.
Ayetler, yani paragrafın tamamı düşünüldüğünde bunun kınanacak değil de özeleştiri olduğunu
vermektir. Bir cemaatin özeleştiriye bireyden daha yatkın ve daha açık olduğunu bu pasajdan
öğreniyoruz. Yani birbirlerine özeleştiri yaptılar, biz Allah’a karşı ayıp ettik dediler.
31. Kalu ya veylena inna kunna tağıyn.
“Yazıklar olsun bize! Gerçekten de biz, haddimizi aşmışız. ”
32. 'asa rabbuna en yubdilena hayren minha inna ila rabbina rağıbun.
“Belki Rabbimiz, onun yerine bize daha iyisini verir. Artık bizim rağbetimiz
Rabbimizedir.”
- Önce tevbe ettiler, sonra hayırlısını dilediler, Allah’tan umut ettiler. Sonra Rablerine rağbet ettiler.
Nuzülde ki ilk kıssa olan bu bahçe sahipleri ile anlatılmak isteneni Yunus suresi 24. Ayette
buluyoruz…
33. Kezalikel'azabu ve le'azabul'ahıreti ekberu lev kanu ya'lemun.
“İşte (dünyevi) mahrumiyet böyle bir şeydir; ve ahiret mahrumiyeti, hiç kuşkusuz daha
beterdir: keşke bilmiş olsalardı.”
- Azap; mahrumiyettir. İlk kullanıldığı 2.yer burasıdır(diğeri 3/Müzzemmil: 13). Bahçe sakinleri
sonunda cennetlik olmuştur. O zaman azap bilinen anlamında değil, bir "azap"tan değil ancak
"mahrumiyet"ten söz edilebilir. Ahretin azabı, mahrumiyeti daha beterdir, keşke başkaları da bizim
gibi bilmiş olsalardı onların ağzından söyleyeceksek. Yok, Rabbimize atfedeceksek; keşke bilselerdi.
Ahretin mahrumiyeti, dünya mahrumiyetinden daha büyüktür. Eğer Rabbimizden esirgersek onun
hiçbir şeyini eksiltmiş olmayız. O esirgerse işte asıl felaket odur. Onun için Allah’ın ver dediği yere
vermek, paylaş dediğiyle paylaşmak, aslında vermek değildir, almaktır. Rabbim bize bu şuuru versin. - Hz. Süleyman ve Zülkarneyn'e isnat edilen iki yer hariç (53/Neml: 21, 62/Kehf: 86-87) diğerlerinin
tümünde Allah'a isnat edilir. 'Azab, "terk ve mahrum etmek" anlamına gelen 'azb kökünden
türetilmiştir (Lisân, Tâc, Esâs). Kelime ta'zîb formunda fiilî şiddet ile buluşmuş, buradan da dayak
aleti olan kamçının "vurunca yakan tarafı" anlamını kazanmıştır (Râğıb). Her halükarda 'azab acının
aracına değil sonucuna işaret etmekte ve nedenler değiştikçe azabın niteliği de ('azâbun elîm, 'azâbun
muhîn, 'azâbun 'azîm, 'azâbun ğalîz) değişmektedir. İnsana zor gelen ve onu hedefine ulaşmaktan
alıkoyan her şey azabtır. Istılahta "insanı kendi haline terk eden, hedefe ulaşmasını engelleyen,
yalnız ve yardımsız bırakan" bütün bunların sonucunda da "mutsuz, umutsuz ve kahredici bir iç
yangını ve vicdan azabına mahkûm eden durum"dur (Krş: Külliyyat). Azab'ı, "Allah'la birlikte başka
bir ilâh edinme! Sonra kınanmış olarak bir köşeye atılıp orada bir başına kalakalırsın" (68/İsra: 22)
âyeti ışığında anlamak gerekir. Bu durumun verdiği acı öylesine dayanılmazdır ki, bu duruma düşen
kişi yok olmak gibi ölümden öte bir şeyi (sübûr) isteyecektir. Onlara "Yoo! Bugün yok olmak için
bir tek ölümü çağırmayın, yok olmak için tüm ölümleri çağırın!" denilecek (40/Furkan: 14-ayrıca
krş: 52/İnşikâk: 11).
34. İnne lilmuttekıyne 'ınde rabbihim cennatin ne'ıym.
“Şu bir gerçek ki, takva sahipleri için Rableri katında sonsuz nimetlerle dolu cennetler
vardır.”
- Bu bağlamda takvanın tezahürü, yukarıdaki kıssanın ana fikri olan paylaşma ahlakıdır. Takvanın çok
geniş bir kapsama alanı olduğunu biliyoruz. Takva sahipleri için aslında, Allah’a karşı
sorumluluğunun şuuruna varanlar için, Allah’a saygıda kusur etmeyenler için anlamlarına gelir.
Takva; insanın Allah kaygısıyla yaptığı her iştir. Ayrıca Allah razı olsun, Allah güzel görsün
kapsamında yapılan şeylerdir. Şuurumuzda “anam ne der? Babam ne der? Patron ne der? Kocam ne
der? Sorgulamalarından çok Allah ne der?, olmalıdır. Rabbim razı olsun diye yaptığımız her iş
takvanın konusuna girer. Paylaşma ahlakına sahip olabilmek için servetin emanet olduğunu iyi
bilmemiz gerekir. Bazıları paylaşamaz, çünkü servetin maliki olduğunu düşünür, çünkü Allah’a
güvenemez. Güven imanın ahlaki boyutudur. İmanın akidevi tarifi; inanmak, ahlaki tarifi;
güvenmektir. Güvenmiyorsak yarım iman etmiş oluruz. Güvenmiyorsak onun güvenini hak
etmiyoruz demektir. O bize hiç bir şey ödemeden, karşılıksız lutfetmiş. O bize sonsuzca kredi açmış.
Sahibi olduğunu düşündüğümüz neyin bedelini ödedik? Biz ona borçluyuz, biz ona borcuz. Din
“DYN” kökünden gelir. Dyn; borç demektir. Yani din borçluluk bilincidir. Buda kul olmayı
gerektirir. Bir nefesin borcunu ödemek için bir ömür yetmez. Peki bir ömrün borcunu nasıl öderiz?
Borç borçla ödenir mi? Rabbimiz ödememizi istemiyor, “borçluluğunuzun bilincinde olun, farkında
olun yeter, ödemiş sayayım. Bir de üzerine cennet vereyim” diyor. El Ekrem olan Allah bu kadar
cömertken, ey insan senin bu gururun ne? Biz bu müjdeleri alıyoruz buradan.
35. Efenec'alulmuslimiyne kelmucrimiyn.
“Ne yani, kayıtsız şartsız Bize teslim olanları suçlularla bir mi tutsaydık?”
- Mucrim; günahı ahlak haline getiren, hayat tarzı haline getirendir. Müslim ve mücrim zıt
kavramlardır. Kayıtsız şartsız teslim olan müslim, kayıtlı şartlı teslim olan, pazarlık yapan mücrim.
Yani günahtan kaçarak teslim olan Müslim, günah işlemek için teslim olmaktan kaçan ise mücrim.
Zımnen; işlenen her günah, kişinin islamını tehdit eden bir hastalıktır. Her günah Allahtan kaçıştır.
Her sevap Allaha kaçmaktır. Zaten kurban, kurbiyet Allah yakin olmaktır.
36. Ma lekum keyfe tahkumun.
“Neyiniz var sizin? Nasıl (bu kadar önyargılı) bir hüküm verebiliyorsunuz?”
- Zımnen; ahireti olmayan bir hayat nasıl içinize siniyor. Ahreti inkar uğruna nasıl bu kadar
onurunuzla oynuyorsunuz? İyi ve kötüyü bir tutmaya vicdanınız nasıl izin veriyor? Nasıl mücrimle
müslimi bir tutmamızı isteyebilirsiniz? Nasıl ahrete inanan biriyle, ahrete inanmayanı bir tutmamızı
isteyebilirsiniz? Nasıl kendinize organizma, solucan muamelesi yaparsınız? Tek dünyalı bir hayat
yaşıyorlar, nasıl paylaşsınlar? - Yukarıdaki kıssayla düşündüğümüzde ahrete inanmayan birinin Allah’a kaçmayıp Allah’tan kaçan
biri olduğunu anlıyoruz. Niye? Çünkü öldükten sonra hesap vermeye, ikinci bir dünya olduğuna
inanmıyor. Tek dünyalı bir hayat yaşıyor. Tek dünyalı olduğu içinde ne yapıyorsam burada yapıyor
ediyorum diyor. tek dünyalı bir zihin böyle çalışıyor. Paylaşmıyor, niye paylaşsın? Çift dünyalı bir
zihin paylaşır, paylaştıkça artacağını düşünür. Hatta öyle ki iman matematiğiyle düşünür. Rasyonel
matematikte 40 dan 1 çıkınca 39 kalır. İman matematiğinde ise en az 40 dan 1 çıkınca 400 kalır.
Çünkü ayet 10 katı diyor en az. 1’e 700 diyen ayetler var Kur’an’da. Her başağında 100 dane olan 7
başak diyor, aslında 1’e sonsuz diyor ayetler. Aslında ahiretin Allahın cömertliğini gösterdiği çok
açık.
37. Emlekum kitabun fiyhi tedrusun.
“Yoksa bu konuda ders aldığınız size ait bir kitap mı var?”
- Kitabun; nüzul sürecinde mücerret olarak geçtiği ilk yerdir. Kur’an’da 5 anlamda kullanılır. 1)
Kuranın tümü veya sureleri. 2)Tevrat. 3) Tüm vahiyler ve varlığın tabi olduğu yasaların kaynağı
Levh-i Mahfuz, bir bakıma ana bellek 4) İlahi yasalar. 5) Ahiret Sicili (karne) için kullanılmıştır.
Kitab; bir şeyin yazılı tabiatı demektir. “İki şeyi birbirine dikmek”anlamına gelen ketb mastarından
türetilmiştir. Harfleri birbirine tutturarak anlamlı kelimeler ve cümleler oluşturma işine ve bu işin
sonucunda elde edilen metin ve o metni taşıyan şeylerin tümüne birden kitab adı verilir. Ktb
kökünden türetilmiş, tersi btk dir, ayırdı demektir, Anadolu da muskaya betik derler, bütün bir
kağıttan koparılarak yazıldığı için. Bu fiil arap dilinde şeklinin tersi, mananın tersini veren
fiillerdendir. Aynen sebeha-habesa, redde-derre gibi. Şer’i anlamı ise, literal anlamının bir uzantısı
olarak “aslı ve anlamı Allah katında bulunan ilahi mesaj”, kelamullah adı verilen bu mesajdan
herhangi bir peygambere indirilen bildiri ve bu bildirinin bir parçasının ya da bütününün içerisinde
yer aldığı mukaddes metinlerdir. Kur’an’da el kitab sözcüğü Kur’an, Tevrat, İncil gibi kendi
içerisinde bir bütün teşkil eden ilahi mesajların tümünün hem bir parçası, hem de bütünü için
kullanılır. El-Kitab lafzı bazen sure’ye bazen de Kur’an’da yer alan her bir konuya tekabül eder.
Kur’an’da ayrıca “hüküm, sonuç, kesin delil, takdir, oluş, yaratış” anlamlarında da kullanılır.
Kur’an’da “el-kitab” 230 yerde geçer.
38. İnne lekum fiyhu lema tehayyerun.
“yani, siz neyi beğenirseniz o sizindir (diyen bir kitap)?”
- Veya; sizin tercih ettiğiniz her şey sizin lehinize diyen bir kitab. İyi ve kötüyü insanın belirlemesi
durumunda doğacak tehlike ye dikkat çekmektedir. İçeriği, muhtevası sizin (isteğinize)verdiğiniz
siparişe göre hazırlanmış bir kitab mı? Hoşunuza gideni alıp, gitmeyeni bırakacağınız bir kitab mı?
39. Em lekum eymanun 'aleyna baliğatun ila yevmilkıyameti inne lekum
lema tahkum.
“Yoksa elinizde, kıyamete kadar geçerli olup Bizi bağlayan bir yemin var da, onun için mi
bu hükme varıyorsunuz?”
- Elinizde haşa Allah üzerinde bir yaptırımınız mı var? Siz Allaha din mi, dikte etmeye
çalışıyorsunuz? Siz bir görüşü mü dayatıyorsunuz? Haşa Allah sizi inşa etmeyecekte, siz mi Allah’ı
inşa edeceksiniz? Allahtan rol çalmaların tümü bu manaya geliyor.
40. Selhum eyyuhum bizalike ze'ıym.
“Sor onlara, buna hangisi kefil olacak?”
- Zeiym; komutan, lider, önder anlamlarına gelir. Fakat bu bağlamda kefil anlamına geliyor.
41. Emlehum şureka'u felye'tu bişurekaihim in kanu sadikıyn.
“Yoksa (Allah katında) onları destekleyen ortaklar mı var? Haydi, eğer doğru sözlülerse o
ortakları bulup getirsinler!”
- Bu şureka öyle bir yerde gelmiş ki hem kafirlerin ortakları, hem de haşa Allahın ortakları vurgusunu
taşır. Melekleri Allahın haremi olarak niteliyorlardı. Bu ortaklar onların putları anlamına geliyor.
- O iddea ettikleri ortakları getirsinler de görelim doğru söylüyorlarsa, gelsin de o ortaklar onları
Allah’ın elinden kurtarsın bakalım. Aslında hangi zaman ve zeminde yaşayan herkes için geçerli.
Allaha ait mükemmelliği birine yakıştıran herkes bu kapsama girer.
42. Yevme yukşefu 'an sakın ve yud'avne ilessucudi fela yestetıy'un.
“O ezici gücün kendini gösterip dizde dermanın kalmadığı ve secdeye davet edilecekleri
gün, asla ona güçleri yetmeyecektir.”
- Yani belleri eğilmez. Bu arap dilinde “yukşefu’an sakın” olarak geçer. Oysa bu arap dilinde mecazi
bir ifade, ibadetsiz geçen bir ömre atıf, mecazen, güç ve kuvvetin tükendiği gün olacaktır. Ahirete
atıfla “paçaları tutuştuğu gün.” Allah’tan başkasına ilahlık yakıştıran birinin zor durumunu gösteren
bir ayetle karşı karşıyayız. - Âhirette secde, Allah'a zorunlu itaate delalet eder. Secdeye davet edilecekler ama güçleri
yetmeyecek, bunu beceremeyecekler, çünkü dünyada secde etmediler!
43. Haşi'aten ebsaruhum terhekuhum zillefun ve kad kanu yud'avne
ilessucudi ve lum salimun.
“Bakışları gerçeğin dehşetinden yere düşmüş, kendilerini bir zillet kuşatmıştır, zira onlar,
becerebilecekleri bir haldeyken secdeye çağrılmışlardı (da reddetmişlerdi).”
- Bakışları bitmiştir, kendilerini zillet kuşatmıştır. Bu tam bir bitmişlik görüntüsüdür. Kime gitse
yüzüne kapılar kapanıyor, hiç kimseden fayda yok. Anasından babasından, oğlundan kızından,
kardeşinden, akrabalarından taraftarlarından, kavminden, ırkından hiç kimseden fayda yok.
Kur’an’ın dediği gibi “o gün herkes birbirinden kaçacak.” İşte öyle bir günü tasvir ediyor bu ayetler. - Dünyada eğilmediler, ahrette Allah’ın huzurunda eğilmeyecekler. Dünyada Allahın huzurunda
secdeye kapananlar o gün bir tür antremanlı olacaklar. Secde etmeyenlerden farklı bir durumda
olacaklar. - Hu’şu; kendinden üst makamda ki birine içten gelen bir tazim, saygı ve itaati ifade eder. Hu’du; kişi
içten ve gönüllü olmak zorunda değildir. Mecburen veya nazik görünmek için (veya kaygısıyla) baş
eğmeyi ifade eder.
44. Fezerniy ve men yukezzibu bihazelhadiysi senestedricuhum min haysu la
ya'lemun.
“Artık bana bırak bu sözü yalanlayanları hiç bilmedikleri bir yerden azar azar bitireceğiz
onları. ”
- Veya hadiseyi. Yani hesap gününü veya vahy’i. Çünkü vahiy en büyük hadiseyi haber verir. Hadis;
hadiseyi haber veren söz, olayı aktaran söz, "sözün haber verdiği hadise"dir. Olaydan yola çıkarak
olayı aktaran sözdür. - Onları hiç bilmedikleri, düşünmedikleri, akıllarına getirmedikleri yerden eksilteceğiz, bitireceğiz
azar azar.
45. Ve umliy lehum inne keydiy metiyn.
“Ama onlara imkan ve zaman tanırım; çünkü onların entrikalarını başlarına geçiren
düzenim pek sağlamdır.”
- Onlara mühlet tanırım! imkan veririm, zaman tanırım. Ama sınırsızca değil. aslında bu mühlet
tanıma onların günahlarını daha da artmasına neden olur, artık dışına çıkamaz bir biçimde günaha
gömülür. - Keydiy metiyn; ince ve hassas tasarlanmış plan, proje, ceza. Bir kafirin, müşriğin, yoldan sapmışın
ömrüne ömür, servetine servet katıyor, her elini attığı iş tutuyor. Ömür boyu dişi bile ağrımıyor. Bir
eli yağda, bir eli balda yaşıyor, oysa bu onların lehine değildir. Bu ayetin tabiriyle KEYD oluyor.
- Allahın bu imkan ve zaman tanıması onu azdırdıkça azdırıyor. Bir mümin yarabbi hayırlısını ver
demeli, ille de şunu ver değil, ama hayırlısını istememiz lazım. Bizim parçada güzel gördüğümüz
bütünde çirkin olabilir. Allah bütünü görür. Sahabeden birisi “ hanım kalk Allah Rasulüne gidelim
bizi boşasın demiş. Hanımı; bey nerden çıktı? Ne güzel geçinip gidiyoruz! deyince sahabi; aylardır
başımıza bir şey gelmedi, Allah bizi bıraktı demiş. Çıkarlarken adamın ayağı takılmış kafa üstü
düşüp, yaralanınca; tamam hanım gerek kalmadı demiş. Parçayı gören bütünü görene teslim
olmalıdır. Teslim olan kurtulur.
46. Em tes'eluhum ecren fehum min mağremin muskalun.
“Yoksa sen onlardan bir ücret istedin de, onlar altında ezilecekleri ağır bir borç yükünden
mi kaçıyorlar?”
- Sen onları minnet altına almıyorsun ki? “ben sizden hiçbir ücret istemiyorum, benim ücretim
Allah’tandır” diyor zaten Kur’an. Peygamberler zekat ve sadaka alamazlar. Risalet mirasını
üstlenenlerde almamalıdır.
47. Em 'ındehumulğaybu fehum yektubun.
“Yoksa idraki aşan hakikatler onlara ayan oldu da, (gayba dair)kayır kuyudatı kendileri
mi tutuyorlar?”
- Gaybi onlar mı yazıyorlar? - Buraya kadar inkarcı bir toplumun içine düştüğü tuzakları bir bir haber verip son pasaja giriyor;
48. Fasbir lihukmi rabbike ve la tekun kesahıbilhuti iz nada ve huve
mekzum.
“RABBİNİN hükmüne sabır göster, sakın Balık Sahibi gibi yapma! Hani o kendi kendine
kahrederek yalvarıyordu.”
- Hz. Yunus bir balığın karnına girerek cezalandırırldığı veya mükafatlandırıldığı için büyük balık
sahibi denmiş. - Sözün özüne gelindi, zımnen; büyük balık sahibi gibi görev yerini terk etmeyin ey Peygamber veya
muhataplar. - Mahkum bir halde: Mekzun. Kezim; kişinin kendi kendine duyduğu öfkeden dolayı içi içini yemesi
anlamına gelir. Allah Rasulü inşa ediliyor, başın sıkışınca görevini terk etme deniliyor.
49. Levla en tedarekehu nı'metun min rabbihi lenubize bil'arai ve huve
mezmum.
“Eğer Rabbinin akıl sır ermez nimeti onun imdadına yetişmemiş olsaydı, andolsun ki
aşağılanmış bir halde ıssız bir sahile atılırdı.”
- Zımnen; eğer Rabbinin imdadı Yunus’un imdadına yetişmemiş olsaydı, Allah adının üzerini çizerdi.
(Enbiya:87)
50. Fectebahu rabbuhu fece'alehu minessalihıyn.
“Fakat Rabbi onu(yeniden)seçti ve iyiler arasına kattı.”
- Hz. Yunusun görev yeri değiştirilerek (istisnai olarak) ikinci kez seçilip, gönderilmesi anlatılıyor.
Hz. Yunus uzun bir davet sürecinden sonra Ninovalıları ikna edemedi. Onlar inkarda ısrar ettiler, oda
“kaçak bir köle gibi, dolu bir gemiye kaçtı!” diyor Kur’an. Rabbimiz tabiî ki bundan hoşnut olmadı.
Ve Allah ona bir ders verdi. Ve bu dersin ardından ikinci olarak tekrar seçti ve O’nu iyiler arasına
kattı diyor. Demek ki ikinci bir seçim var, Rabbimizin affı var.
51. Ve in yekadulleziyne keferu leyuzlikuneke biebsarihim lemma
semi'uzzikre ve yekulune innehu lemecnunun.
“İmdi, inkarda ısrar edenler bu ilahi öğüdü duydukları zaman sanki seni gözleriyle
devireceklermiş gibi(baksalar) ve O, kesinkes cin musallat olmuş biridir! Deseler de
(sabret)”
- Bu gerçekleşmiş bir itham olabileceği gibi ikinci ayetle düşünüldüğünde geleceğe ilişkin bir ihbar da
olabilir. - Bakışlarıyla öldüreceklermiş gibi! Eğer bakışlarında öldürücü bir etki olsaydı, Allah Rasulünü
bakışlarıyla öldürmek isteyeceklerdi. Küfrün, her çağdaki imana bakışı demek ki böyle. Tüm
çağlardaki iman küfür mücadelesini veriyor.
52. Ve ma huve illa zikrun lil'alemiyn.
“Zira bu, bütün bir insanlığa yönelik ilahi bir öğütten ibarettir.”
- İyide seni bakışlarıyla öldürmeye kalktıkları bu Kur’an sadece ve sadece tüm insanlığa bir öğüttür.
Veya Hz. Peygamberi işaret eden “O”(huve). Elçiye hakaret eden elçiyi gönderene hakaret ediyordur
aslında. Allaha karşı çıkıyorlar. Bir öğüt olan bu Kur’an’a karşı çıkmakla Allah’a karşı çıkıyorlar. - On bin nufuslu çölün kenarında bir kasabadan çıkan bir yetimin, insanlığın şahit olduğu bu en büyük
iman devrimi. O zamanla bu zaman kıyaslandığında, bu ayetlerin içinden konuşanın Allah olduğuna
tüm hücreleriniz şahitlik yapmayacak mı? Vallahi yapması gerek. Bunlar Allah’ın sözünden başkası
olamaz. 1400 yıl sonra bu ayetlerin nasıl gerçekleştiğini ayan, beyan görmekte ve biz buna şahit
oluyoruz. Rabbim bizi de şahitlerden yazsın.
“ ve ahuru davana, en elhamdülilahi Rabbül Alemin.” İddiamızın, davamızın tüm hasılatı ve son sözümüz Alemlerin Rabbine Hamd’dir.