12
KALEM 02/03/2011 NUZUL: 7 MUSHAF: 68 MEKKİ BİR SUREDİR 52 AYETTİR. Nun ve’l-Kalem veya Nun diye anılan Kalem suresi, adını ilk ayetinden alır. Sure 4.yüzyıldan itibaren şimdiki gibi tek isimle “Kalem” ’le anılmaya başlanmıştır. Yani ilk yüzyıllarda surenin ismi daha oturmamış. İlk inen surelerdendir. 17-52 arasının ilk pasajlardan daha sonra indiği düşünülebilir. Fakat sureyi baştan sona kuşatan iç ahenk ve konu bütünlüğü, bu ihtimali zayıflatmaktadır. İlk nüzul tertiplerinde 2.sırada yer almasına rağmen, surenin muhtevası bu sırayı dört açıdan desteklemez: 1) sure müşriklere cevap ve tehdit içermektedir. 2) meydan okuma ve/veya dikkat çekme işlevi de olan mukatta’a harfi ile başlayan ilk suredir. 3) ahireti inkar edenlerin “eskilerin masalları” sözü nakledilmektedir. Bu sözü söylemeleri için ahiret üzerinde durulmuş olması şarttır. Oysa ki, 8. Ayetindeki “Rabbe dönüş” ü saymazsak, ‘Alak’ta ahiretten açıkça söz edilmez. 4) bu üç şık için de “açık davet” şarttır, açık davet Müddessir suresiyle başlamıştır. Bu da, fetret-i vahy adı verilen olayın sonrasına tekabül eder. Üçüncü ayetteki “kesintisizlik” bunu ima etse gerektir. Hz. Aişe de bu surenin fetret-i vahiyden sonra indiği görüşündedir. Hurufu mukatta ile başlaması muhataplara t ehdit içerir. Zımnen; alın size kelimeler hadi bakalım sizde buna benzer bir şey çıkarın! Vurgusu vardır. Bu takdirde sure ikinci değil, Fatiha, ‘Alak, Müzzemmil, Müddessir, Duha ve Şerh’in ardından 7.sırada yer almaktadır. Sure, Hz. Peygamber’e inkarcı çevrenin sözlü saldırısını red ile başlar (2), tekrar aynı konuya dönerek biter(48-52). Giriş ayetleri ilahi bir destek ve tesellidir. Hz. Peygamber’in şahsiyetine dair en çarpıcı hakikat de burada yer alır: “Çünkü sen, muhteşem bir ahlaka sahipsin”(4). Surenin berceste ayetidir. Surenin amacı inşadır. Fecr’den önce indiğini kabul etmemiz şartıyla, Kur’an’ın nüzul surecinde anlatılan ilk kıssa bu suredeki “bahçe sahibi” kıssasıdır(17-32). Yemen kökenli bu kıssa, “paylaşma ahlakı” üzerine inşa edilir. Kıssa üzerinden “Ey muhatap, sakın Allah yokmuş gibi davranma!”(18.ayet) mesajı verilir. İniş sürecinde ahiretten söz eden ilk sure budur. Hakikate karşı önyargılı bir inkar içinde olan muhataplara sorumlu davranmaları öğütlenir. Sorumsuz bir hayat yaşayanları bekleyen feci akıbet haber verilir (33-43). Hz. Peygamber’e verilen “onları bana bırak” mesajı, zımnen, onlar sana değil Bana karşı savaşıyorlar mesajıdır (44-47). Ve son söz olarak, Hz. Peygamber’e Hz. Yunus’un görevi terk edişi hatırlatılarak “sakın büyük balık sahibi gibi olma!” denilir(48-50). Bu ayetler, Hz. Peygamber’in üstlendiği görevin ne kadar ağır olduğunun da tescilidir. Bismillahirrahmanirrahim “RAHMAN RAHİM ALLAH’IN ADIYLA” 1. Nun velkalemi ve ma yesturun. “Nun..KALEME ve (onun) yazdıklarına yemin olsun!” - Nun; hurufu mukataa harfi, nuzül sürecinde ilk geldiği yer burasıdır. Taha ve Yâsîn ihtilaflı olmakla birlikte, 29 sûrenin başında, harf sayısı itibarıyla 1'den 5'li-ye kadar değişir. Nun, elif lam mim, elif lam ra, Yasin, ha mim yani birden beş harfe kadar değişir. İlginç olanı arap dilinde kelimlerin yapısı da böyledir, 1-5 harf arasındadır. Arap alfabesinin yarısı olan 14 çeşit harften oluşan bu harfler hakkında 40'a yakın görüş vardır. Yahudiler ebced hesabına yorup ümmetin yaşını hesap etmişlerdir. Bunların sembol olduğunu söyleyenler, neyin sembolü olduğu konusunda farklılaşmışlardır. İbn Abbas Allah'ın en büyük ismi olduğunu düşünür, ancak "nasıl telif edileceğini ben de bilmiyorum"

02/03/2011 NUZUL: 7 MUSHAF: 68 · gibi, kalem de kelamın elçisidir. İlk muhatabın dikkati yazıya çekiliyor. Hz. Peygamberin yaadığı o ehirde 17 kii dıında okuma ve yazma

  • Upload
    others

  • View
    4

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

KALEM

02/03/2011

NUZUL: 7

MUSHAF: 68

MEKKİ BİR SUREDİR 52 AYETTİR.

Nun ve’l-Kalem veya Nun diye anılan Kalem suresi, adını ilk ayetinden alır. Sure 4.yüzyıldan

itibaren şimdiki gibi tek isimle “Kalem” ’le anılmaya başlanmıştır. Yani ilk yüzyıllarda surenin ismi

daha oturmamış.

İlk inen surelerdendir. 17-52 arasının ilk pasajlardan daha sonra indiği düşünülebilir. Fakat sureyi

baştan sona kuşatan iç ahenk ve konu bütünlüğü, bu ihtimali zayıflatmaktadır. İlk nüzul tertiplerinde

2.sırada yer almasına rağmen, surenin muhtevası bu sırayı dört açıdan desteklemez: 1) sure

müşriklere cevap ve tehdit içermektedir. 2) meydan okuma ve/veya dikkat çekme işlevi de olan

mukatta’a harfi ile başlayan ilk suredir. 3) ahireti inkar edenlerin “eskilerin masalları” sözü

nakledilmektedir. Bu sözü söylemeleri için ahiret üzerinde durulmuş olması şarttır. Oysa ki, 8.

Ayetindeki “Rabbe dönüş” ü saymazsak, ‘Alak’ta ahiretten açıkça söz edilmez. 4) bu üç şık için de

“açık davet” şarttır, açık davet Müddessir suresiyle başlamıştır. Bu da, fetret-i vahy adı verilen olayın

sonrasına tekabül eder. Üçüncü ayetteki “kesintisizlik” bunu ima etse gerektir. Hz. Aişe de bu

surenin fetret-i vahiyden sonra indiği görüşündedir. Hurufu mukatta ile başlaması muhataplara tehdit

içerir. Zımnen; alın size kelimeler hadi bakalım sizde buna benzer bir şey çıkarın! Vurgusu vardır.

Bu takdirde sure ikinci değil, Fatiha, ‘Alak, Müzzemmil, Müddessir, Duha ve Şerh’in ardından

7.sırada yer almaktadır.

Sure, Hz. Peygamber’e inkarcı çevrenin sözlü saldırısını red ile başlar (2), tekrar aynı konuya

dönerek biter(48-52). Giriş ayetleri ilahi bir destek ve tesellidir. Hz. Peygamber’in şahsiyetine dair

en çarpıcı hakikat de burada yer alır: “Çünkü sen, muhteşem bir ahlaka sahipsin”(4). Surenin

berceste ayetidir.

Surenin amacı inşadır. Fecr’den önce indiğini kabul etmemiz şartıyla, Kur’an’ın nüzul surecinde

anlatılan ilk kıssa bu suredeki “bahçe sahibi” kıssasıdır(17-32). Yemen kökenli bu kıssa, “paylaşma

ahlakı” üzerine inşa edilir. Kıssa üzerinden “Ey muhatap, sakın Allah yokmuş gibi

davranma!”(18.ayet) mesajı verilir.

İniş sürecinde ahiretten söz eden ilk sure budur. Hakikate karşı önyargılı bir inkar içinde olan

muhataplara sorumlu davranmaları öğütlenir. Sorumsuz bir hayat yaşayanları bekleyen feci akıbet

haber verilir (33-43). Hz. Peygamber’e verilen “onları bana bırak” mesajı, zımnen, onlar sana değil

Bana karşı savaşıyorlar mesajıdır (44-47).

Ve son söz olarak, Hz. Peygamber’e Hz. Yunus’un görevi terk edişi hatırlatılarak “sakın büyük balık

sahibi gibi olma!” denilir(48-50). Bu ayetler, Hz. Peygamber’in üstlendiği görevin ne kadar ağır

olduğunun da tescilidir.

Bismillahirrahmanirrahim “RAHMAN RAHİM ALLAH’IN ADIYLA”

1. Nun velkalemi ve ma yesturun.

“Nun..KALEME ve (onun) yazdıklarına yemin olsun!”

- Nun; hurufu mukataa harfi, nuzül sürecinde ilk geldiği yer burasıdır. Taha ve Yâsîn ihtilaflı olmakla

birlikte, 29 sûrenin başında, harf sayısı itibarıyla 1'den 5'li-ye kadar değişir. Nun, elif lam mim, elif

lam ra, Yasin, ha mim yani birden beş harfe kadar değişir. İlginç olanı arap dilinde kelimlerin yapısı

da böyledir, 1-5 harf arasındadır. Arap alfabesinin yarısı olan 14 çeşit harften oluşan bu harfler

hakkında 40'a yakın görüş vardır. Yahudiler ebced hesabına yorup ümmetin yaşını hesap etmişlerdir.

Bunların sembol olduğunu söyleyenler, neyin sembolü olduğu konusunda farklılaşmışlardır. İbn

Abbas Allah'ın en büyük ismi olduğunu düşünür, ancak "nasıl telif edileceğini ben de bilmiyorum"

der. "İlâhî esmanın, meleklerin, peygamberlerin, başında geldiği sûrelerin sembolüdür" diyenler

olmuştur. Bunların uyarı olduğunu söyleyenler de ikiye ayrılmıştır. Mesela Ebu Hayyan müşrikleri

uyardığını söylerken, Râzî, vahye hazırlık babında Hz. Peygamber'i uyardığını söyler. İbn Hazm,

Kur'an'da tek müteşabih'in mukatta'at olduğunu söyler. Hz. Ebubekir'e göre, Allah'ın Kur'an'daki

sırrıdır. Müberred, Ferrâ, Kurtubî, Ta-berî, Zemahşerî, İbn Teymiyye, İbn Kesir gibi bir çok otoriteye

göre harfler Kur'an'ın mucize oluşunu ifade eder. Zımnen; "Kur'an kimsenin benzerini

getiremeyeceği bir mucizedir, ilâhî kelamdır. Eğer değil diyorsanız, işte harfler elinizde, haydi bu

harflerle siz de benzerini getirin" anlamına gelir. - Bu harflerin anlamı ve işlevi üzerine 40’a yakın görüş vardır. Zikredilmeye değer görüşler şöyledir;

1- Belagat öncelikli surelerin başında gelir. Sureleri ikiye ayırabiliriz; a- belagat öncelikli b- anlam

öncelikli. Belagat, dilin tüm imkanlarıyla müthiş bir şekilde muhatabın dikkatini çekmeye

yönelik Mekki surelerdir. Anlam öncelikli surelere Medeni surelerdir diyebiliriz. Konuyu

anlamaya yönelik surelerdir. 2- Bu surelerin 2’si dolaylı, gerisi (27 sure) doğrudan vahye bir atıfla başlar. Ne ki Meryem,

Ankebût ve Rûm bunun istisnasıdır. Kaldı ki başında Kur'an'dan söz ettiği halde mukatta'atla

başlamayan bir çok sûre vardır. 3- Vahyin bir tek harfinin bile zayii edilmediğinin kanıtıdır. 4- “Her kitabın bir sırrı vardır, bunlar da bu kitabın sırrıdır” Hz. Ebubekir.

- Nun için hokka demişler, Cennet nehri, büyük balık, kılıcın keskin ağzıdır diyenler olmuş. O zaman

mana “Kılıç ve kaleme yemin olsun” olur. Kalem ile benzerliğinden dolayı “hokka” şıkkı diğerlerine

tercih edilir. Bu harflere dair yorumların sonu gelmeyecektir. Fakat bizce bu harfler, Hz.

Peygamber’in vahyin bir tek harfini bile zayi etmeden aktardığının yaşayan belgesi olarak ortada

durmaktadır. - Nun, kaleme ve kalemin yazdıklarına yemin olsun veya kalemi ve kalemin yazdıklarını düşün.

Kalem; söz ile yazı arasındaki elçidir. Tıpkı hatip ile muhatap arasında hitabı taşıyan elçi/peygamber

gibi, kalem de kelamın elçisidir. İlk muhatabın dikkati yazıya çekiliyor. Hz. Peygamberin yaşadığı o

şehirde 17 kişi dışında okuma ve yazma bilen yoktu. Sözlü kültürden, yazılı kültüre geçiş misyonunu

yüklüyor il muhataba ve bize. Buradaki kalem “vahyi” yazan kalem, satırlarda “vahyi” temsil ediyor.

Mukataa harflerinin vahye atıf yapması bu ayette anlaşılıyor. Hz. Peygamberin vahyi yazdırması bu

mesajın gereğidir. 1.ayet “kalem ve kalemin yazdıkları şahit olsun” somuttur, yani muksebun bih’tir

2. Ayet “sen cinlenmiş değilsin” ise soyuttur, yani muksebun aleyh. Dolayısıyla kalem: somut,

cin:soyut kavramlardır.

2. Ma ente binı'meti rabbike bimecnun.

“Rabbinin nimeti sayesinde, cin musallat olmuş biri olman söz konusu değildir.”

- Mecnûn ile bilinen anlamda bir "deliliği" değil, Cahiliyye tasavvurunda önemli bir yeri olan "cin

tasallutunu" kastediyorlardı.

- Mecnun; aklını kaybetmiş(deli) anlamı verilemez, çünkü aralarında Hz.Muhammed en akıllılarıydı.

Bunu çok iyi bildikleri için başka bir şey söylüyorlar “mecnun” diyorlardı. Yani cinlenmiş birisi. - Zemahşeri ve bir çok dil otoritesinin ziyade addederek tekit işlevi yüklediği bini'meti'deki bâ ziyade

değildir. Burada nefyin haberi bâ ile gelmiş ve cinnet ihtimalini kökten nefyetmiştir. Bir eylemi fiille

reddetmek onu öznenin zatından değil sıfatından nefyetmektir. Fakat ism-i faille nefyetmek onu

öznenin zatından nefyederek imkan ve ihtimali dışlamaktır. “Allahın kullarına zulmetme ihtimali

bulunmamaktadır” da ki gibi.

3. Ve inne leke leecren ğayre memnun.

“Ve senin için kesintisiz bir ödül vardır;”

- Minnet anlamında meneden geliyorsa eğer o zaman şöyle çevirebiliriz; başa kakılmayan bir ecir

vardır. Burada fetreti vahiy diye adlandırılan doğal ara vermeye gizli bir atıf(gönderme) vardır.

Kesintili vahiy, kesintisiz ödül!. Rabbinin vahyi Tenzili (indirmesi) peyderpey olsa da, ödülü

kesintisizdir. Bu ilahi bir tesellidir.

4. Ve inneke le'ala hulukın 'azıym.

“çünkü sen, muhteşem bir ahlaka sahipsin;”

- El hulk; Ben’in tabiati, yani kişiliktir, benliktir. Yani kişinin ahlakıdır. “yaratma ve yaratık”

anlamındaki halk ve “yaratılış” anlamındaki hilkat ile akraba. Bir sıfatla kayıtlanmadığı zaman “iyi,

güzel ve doğru” olana delalet eder. Bu ayet inne ile, “çünkü sen” diye başlıyor, adeta Allah Rasulü

“neden ben” diye bir soru sormuş veya iç sorgusuna cevap niteliği taşıyor. Bu ayeti Şura 52 deki ile

beraber okuyunca “Sen bundan önce kitap nedir iman nedir bilmezdin!”, “ ama muhteşem bir ahlaka

sahipsin” zımni anlamına ulaşılır. Burada şu soruyu sormak lazımdır. Din binasında ahlak katı

kaçıncı kattır. İbn Abbas’ın tasnifine göre din; akaid, ahlak, ibadet ve muamelattan oluşan dört katlı

bir binadır. Peki giriş katı, ana kat, hatta temel hangi kattır? İşte bu ayet din binasının temel katının

ahlak olduğunu ifade eder. Kur’anca bu temel kat ahlaktır. - Hz.Aişe’ye birisi Allah Rasulünün ahlakını sormuştu, Hz. Aişe’de şu cevabı verdi; “siz hiç Kur’an

okumuyor musunuz? O’nun ahlakı Kur’an’dı demiştir. Hz.Peygamberimiz “ben güzel ahlakı

tamamlamak için gönderildim” demiştir. Peygamberimiz fıtratıyla barışıktı, Kur’an aslında ilahi

fıtratın üstüne indirilmiş bir üst yapıdır. Alt yapının üst yapısıdır. Bu ikisi birleştiğinde somun-cıvata

gibi birbirine uymuş olur. Fiili ayet, Kavli ayetle birleşir ve ortaya güzel ahlak çıkar. - Kitap nedir, iman nedir bilen biz muhataplar, El Emin olanın kitap nedir, iman nedir bilmezken

koyduğu ahlaki standartın kaçta kaçına sahibiz? Bunu kendimize sormamız gerek. - “Allahın ahlakı ile ahlaklanın” hadisi aslında “Kur’an’ın ahlakı ile ahlaklanın diye anlaşılması

gerekir. Çünkü ahlak; hilkatden, yani Hulk’dan gelir. Yaratılanlar için söz konusudur. Allah haşa

yaratılmış değildir.

5. Fesetubsıru ve yubsırun.

“ve bir gün gelecek, sen de göreceksin onlar da görecekler,”

- BASAR; Kur’an’da birçok yerde olduğu gibi buradada duyusal bir görmeden çok idrak etme, aklın

kesmesi anlamındadır. Bu geleceğe dair mucizevi bir ihbardır. Vahiy yaşıyor. Şu ayetlerin geldiği

günle, Allah Rasulünün dönemin krallarına mektup gönderdiği günü bir düşünün. Biz 14 asır sonra

bunun canlı şahitleriyiz. - Bu ayetlerin geldiği dönemde Allah Rasulü bir avuç insana bile sahip değildi. Daha davetin

başlangıcı, yer demir gök bakır. Yüreğinin üstüne sanki bir dağ oturmuştu. Şerh 2-3. Ayetleri

hatırlayın, “sırtından yükünü almadık mı? Diyen ayetleri. Birde İmparotorlara mektup gönderdiği

günü ve bugünü düşünün. Her ne kadar ümmet öksüz, birbuçuk milyarlık yetim ve öksüz, itilmiş ve

kakılmışsada, onun gönül imparatorluğu 1400 yıldan beri ayakta ve yaşıyor. İşte sende göreceksin,

onlarda görecekler. Bizde gördük yarabbi. 1400 yıl sonra bile O yaşıyor ama O’nu inkar edenler

nerdeler? Kabirleri bile yok. Ama O hala yüzmilyonlarca müminin gönlünde yaşıyor. Şerh 4. Ayet “

senin şanını yüceltmedik mi?”

6. Bieyyikumulmeftun.

“hanginizin aklından zoru olduğunu.”

- Bir sonraki ayet ışığında fitne’nin “sapıtmak” anlamına dayanarak “hanginizin sapıttığını” sende

göreceksin, onlarda görecekler.

7. İnne rabbeke huve a'lemu bimen dalle'an sebiylihi ve huve a'lemu

bilmuhtediyn.

“Kuşku yok ki senin Rabbin, evet O, kimin kendi yolundan saptığını çok iyi bilir, yine O,

kimin hidayete erdiğini de çok iyi bilir.”

- Yani kimin doğru yola yöneldiğini, kiminde doğru yoldan saptığını çok iyi bilir. Bilir ve bildirir.

Çünkü O “kuluna şah damarından yakındır”, El Habir’dir. Mutlak haberi bilen ve bildirendir. Haberi

bilmekle kalmaz, haberin çıkış kaynağını da bilir. Her şeyin iç yüzünü, özünü bilir.

8. Fela tutı'ılmukezzibiyn

“Artık hakkı yalanlayanlara boyun eğme!”

9. Veddu lev tudhinu feyudhinun.

“Onlar isterler ki, sen onlara taviz veresin, buna karşılık kendileri de sana…”

- Eğer dühlü yağlama olarak alacak olursak, yağcılık yapasın. Onlar seni yağlasınlar, sende onlara yağ

çekesin. Kelime anlamından yola çıkarak böylede mana verebiliriz. Kafirun suresi adeta bu ayetin

tefsiri gibidir; “de ki ey kafirler, ey inkarı hayat tarzı haline getirenler, ey inkarı ahlak haline

getirenler, kulluk etmem sizin kulluk ettiğinize, ve siz de benim kulluk ettiğime kulluk edecek

değilsiniz…” işte bu ayetleri de bu ayetin tefsiri sadedinde okuyabiliriz.

10. Ve la tutı' kulle hallafin mehiyn.

“Ve sen, (çiğneyeceğini bile bile) ağız dolusu söz veren hiçbir alçağa da boyun eğme!”

- Half; Kur’an’da kasem ile eşanlamlı kullanılmaz. Bozulan yemin veya çiğnenen söz anlamına gelir.

11. Hemmazin meşşain binemiym.

“Arkadan çekiştirmek için mekik dokuyan arabozucuya(da)! ”

12. Menna'ın lilhayri mu'tedin esiym.

“İyiliğe ölümüne engel olan günaha gömülmüş zorbaya(da)!”

- Dikkat buyurun ifadeler bıçak gibi, keskin.

13. 'utullin ba'de zalike zeniym.

“Kaba ve duygusuz, üstüne üstlük fırıldak ve hayırsız.”

- Bir tip çiziyor şimdi. Zeniyn; Soysuz, nesebi belirsiz, veledi zina, sığıntı veya avami tabirle

“maganda ve fırlama” diye de çevrilebilinirdi aslında. - Velid b. Mugure denmiş, 10. Ayette Kull hepsi anlamına geldiği için burada bu tiplerin hepsine atıf

var. Zenin; soysuz anlamına gelir. Babası onun kendinden olduğunu Velid 18 yaşlarındayken

açıklamıştır.

14. En kane za malin ve beniyn.

“Bütün bunların nedeni, onun mal ve çocuklara sahip olması idi”

- En kane’ye lamı talil vurgusuyla bu manaya ulaşıldı, aslında yalınkat bu manaya gelmeyebilir, yalın

manası “bütün bunların ötesinde bir de soysuz olan kimseye mal ve oğulları vardır diye, sakın boyun

eğme” olur. Zımnen; Allah’a değil de sayılara tapması, rakamlara teslim olmasıydı. Sayıların

sultasına teslim olması, her şeyi matematiksel çoklukla övünmesiydi.

15. İza tutla 'aleyhi ayatuna kale esatıyrulevveliyn.

“ki, ayetlerimiz kendisine okununca, “Eskilerin masalları” diyebildi. ”

- Esatiru’levveliyn; eskilerin masalları. İlk geçtiği yer burası. 9 yerde daha geçiyor. Hepsinin de

bağlamı Kuran kıssaları bağlamı değil. Ya ne? Ahirettir. Onlar ahireti yalanlıyordu ve yeniden

dirilmeye eskilerin masaları diyorlardı.

16. Senesimuhu 'alelhurtum.

“Onun burnuna (zillet) damgasını çıkmaz bir biçimde vuracağız.”

- Lafzen hortumuna. Mecazen burnuna. Zımnen hem yalancılığın, hem de kibrinin timsali olan kıl

aldırmadığı uzayan burnuna. Damga yiyenin damgalayan karşısında ki aczine ve zilletine delalet

ettiği için kullanılmış. - Müstekbirin burnunu hortuma benzetmekle, kibrin insanı insanlıktan çıkaran bir alçalış olduğu

vurgulanıyor. Kibirli insanlara dikkat edin, burunlarını kaldırarak konuşurlar. Burnu havada denir.

Allah kibri sevmez.

17. İnna belevnahum kema belevna ashabelcenneti iz aksemu leyasri

munneha musbihıyn.

“ŞÜPHESİZ (şu yukarıdakileri) sınamıştık, tıpkı malum bahçe sahiplerini sınadığımız

gibi: Hani onlar, ertesi sabah kesinlikle hasat yapacaklarına dair sözleşmiştiler.”

- Yeni bir paragrafa girdik burada. Kur’an ilk meselini anlatıyor. - Liyakatlariyle orantızısız (hak ettiklerinden fazla) güç ve servet vermek suretiyle sınamıştık. - Ashabel cennet; Kur’an’da dünyaya hamledilen tek cennet burasıdır. Cennet ehlini “dünya bahçesi

için” kullanılan cennet, belirlilik takısıyla gelmiş, Kur’an’da lam’ı tarifle gelen tek cennet burasıdır.

Bu kıssanın muhataplarının “malumu” olduğunu gösterir. İbn Mesud buradaki el ile gelen cennetin

ahiret cenneti olduğu zira kıssa sahiplerinin neticede cenneti hak ettikleri görüşündedir. Gerçektende

yabana atılır bir mana değildir, bu halde mana bahçe sahibi değil de “cennet ehli” olur. - Sözleşmiştiler; lafzen yemin etmiştiler. Tercihimiz bu bağlamdaki en uygun karşılıktır.

18. Ve la yestesnun.

“Ancak Allah’ın hayata müdahil olduğu gerçeğine dair istisnai bir kayıt da

düşmemiştiler.”

- Lafzen: “istisna etmemiştiler”. Ne demek istisna etmemiştiler? Açılımı; ancak Allah’ın hayata

müdahil olduğuna dair istisnai bir kayıt düşmemiştiler. Yani “İNŞALLAH” dememiştiler. Veya

muhtaçların payını ayırmamışlar. İnşallah’a neden istisna diyor Kur’an’ımız; çünkü “İLLA EN

YEŞA’ ALLAH” ibaresinin kısaltılmışı da, sembolü de onun için. “ asla hiçbir şey için, ben bu işi,

yarın kesinlikle yaparım! Deme, ancak Allah dilerse (yapabilirsin)”(Kehf:23-24). Bu ayet kıssanın

ana fikrini de vermektedir; Ey İNSAN; sakın Allah yokmuş gibi konuşma. Yağmur yağacak derken

bile inşallah de, yarın geleceğim derken bile Allah yokmuş gibi konuşma. Allah yokmuş gibi

konuşmak günahtır. - Aslında dilde inşallah demen, Allah varmış gibi konuşmak anlamına gelmiyor. Hatta bugün artık

çocuklar inşallah deme diyorlar ana babalarına. Çünkü inşallah deyince yapmadıklarını biliyorlar.

Oysa ki İnşallah; Allah istemediği zaman hariç ben bu işi kesinlikle yapacağım demektir. Oysa bizler

inşallah deyince aslında yapmayacağımız veya yapmak istemediğimiz işlerde kullanıyoruz. İnşallah

aslında Allahın var olduğunu ruhuna sindirmektir. İnşallah; ağzından bir şey çıkarken Rabbini

gözeterek konuşmaktır. - Hoca Nasrettin’in aç hanım aç inşallah ben geldim fıkrası da buna güzel bir örnektir.

19. Fetafe 'aleyha taifun min rabbike ve hum naimun.

“Ve onlar uykudayken Rabbinden gelen bir (bela) o (bahçeyi) bir bir yokladı.”

- Yani yaktı yıktı kül etti. Nasıl bir şey oldu bilmiyoruz.

20. Feasbehat kessariym.

“Derken, ertesi sabah o(bahçe)sırım gibi geçmiş küle dönmüştü.”

- Ağaç kanseri de denen bir tür hastalığa benziyor. Sam yeli çaldı dedikleri türden bir bela.

21. Fetenadev musbihıyn.

“Derken, sabahın köründe birbirlerine seslendiler:”

22. Eniğdu 'ala harsikum in kuntum sarimiyn.

“Hasat yapmak istiyorsanız, erkenden arazinize gidin!”

- Üslûp gereği kullanılan ikinci çoğul kipi, aslında birinci çoğula tekabül eder: "istiyorsak... gidelim."

23. Fentaleku ve hum yetehafetun.

“Derken yola koyuldular…Aralarında şöyle fısıldaşıyorlardı;”

24. En la yedhulennehelyevme 'aleykum miskiyn

“Bugün hiçbir yoksulun yanınıza sokulmaması gerekiyor!”

- "Hasat günü (yoksullara) haklarını verin!" (73/En'âm: 141). Sadaka servetin budanmasıdır; meyve

budandıkça, servet paylaşıldıkça gürleşir. Neden? Allah yokmuş gibi davrandılar. Allah onlara verdi,

onlar veremediler. Allah onlar eliyle yoksullara vermek istedi onlar bunu yapmadılar. Allah’ın

cömertliğinden bir pay almadılar. Allah kendilerine bir bağ bağışlamıştı ama, kendileri bir salkım

üzüm vermekte direndiler. Servet budadıkça gürleşir. Allah için verememek gerçek mahrumiyettir;

zira Allah için vermek gerçekte almaktır.

25. Ve ğadev 'ala hardin kadiriyn.

“Sabah erkenden, güçleri her şeye yetermiş havasıyla yola koyuldular.”

- Yani güçleri bir şeye yetermiş gibi değil, her şeye yetermiş gibi davrandılar.

26. Felemma reevha kalu inna ledallun.

“Derken, bahçeyi o halde görünce (tanıyamadılar ve) “Biz yolumuzu şaşırmışız (galiba)”

dediler.”

- Aslında lafzen “sapıtmışız galiba” ama “dall” şaşırmış manasına gelir, tıpkı Duha sûresi 7. ayette

olduğu gibi. Yani bahçelerini tanıyamadılar, o kadar büyük bir felakete uğramıştı.

27. Bel nahnu mahrumun.

“(Akılları başlarına gelince), Hayır, biz mahrum edilmişiz dediler.”

- Allah için verememek gerçek mahrumiyettir. Allah için vermek gerçekte almaktır. Burada

verdiklerimiz ahrette bizimdir. Allah İbrahim’den İsmail’i istedi, o İsmail’ini verdi ama Allah onu

almadığı gibi birde tabiri caizse promosyon olarak İshak’ı verdi. Allah bir şeyi almak için istemez,

vermek için ister.

28. Kale evsetuhum elem ekul lekum levha tusebbihun.

“İçlerinden en dengeli olanı; Ben size “Allah yokmuş gibi hareket etmeyelim” dememiş

miydim? Diye çıkıştı. ”

- İçlerinden en ortalama olanı, aslında en dengeli olanı; ben size tesbih etmemiz gerekir dememiş

miydim? Dedi. Tusebbih; tesbihdir, yani Allah adına haraket etmektir. Allah kendisi için istemez,

kendisinden istediği kul için ister.

29. Kalu subhane rabbina inna kunna zalimiyn.

“Onlar “Varlığın kendisi adına hareket ettiği Rabbimizin şanı ne yücedir” dediler; Meğer

biz zalimlerden olup çıkmışız.”

- Yani varlığın kendisi adına hareket ettiği Rabbimizin şanı ne yücedir dediler şeklinde de

anlayabiliriz.

30. Feakbele ba'duhum 'ala ba'dın yetelavemun.

“Ardından birbirlerine yönelerek, karşılıklı özeleştiri yaptılar.”

- Yetelavemun; birbirlerini kınayarak diye de çevrilebilir ama birbirlerine öz eleştiri yaptılar demek

daha doğru olur. Hatayı itiraf yoluyla kendini veya karşısındakini sitem ederek kınamaktır. 29-31.

Ayetler, yani paragrafın tamamı düşünüldüğünde bunun kınanacak değil de özeleştiri olduğunu

vermektir. Bir cemaatin özeleştiriye bireyden daha yatkın ve daha açık olduğunu bu pasajdan

öğreniyoruz. Yani birbirlerine özeleştiri yaptılar, biz Allah’a karşı ayıp ettik dediler.

31. Kalu ya veylena inna kunna tağıyn.

“Yazıklar olsun bize! Gerçekten de biz, haddimizi aşmışız. ”

32. 'asa rabbuna en yubdilena hayren minha inna ila rabbina rağıbun.

“Belki Rabbimiz, onun yerine bize daha iyisini verir. Artık bizim rağbetimiz

Rabbimizedir.”

- Önce tevbe ettiler, sonra hayırlısını dilediler, Allah’tan umut ettiler. Sonra Rablerine rağbet ettiler.

Nuzülde ki ilk kıssa olan bu bahçe sahipleri ile anlatılmak isteneni Yunus suresi 24. Ayette

buluyoruz…

33. Kezalikel'azabu ve le'azabul'ahıreti ekberu lev kanu ya'lemun.

“İşte (dünyevi) mahrumiyet böyle bir şeydir; ve ahiret mahrumiyeti, hiç kuşkusuz daha

beterdir: keşke bilmiş olsalardı.”

- Azap; mahrumiyettir. İlk kullanıldığı 2.yer burasıdır(diğeri 3/Müzzemmil: 13). Bahçe sakinleri

sonunda cennetlik olmuştur. O zaman azap bilinen anlamında değil, bir "azap"tan değil ancak

"mahrumiyet"ten söz edilebilir. Ahretin azabı, mahrumiyeti daha beterdir, keşke başkaları da bizim

gibi bilmiş olsalardı onların ağzından söyleyeceksek. Yok, Rabbimize atfedeceksek; keşke bilselerdi.

Ahretin mahrumiyeti, dünya mahrumiyetinden daha büyüktür. Eğer Rabbimizden esirgersek onun

hiçbir şeyini eksiltmiş olmayız. O esirgerse işte asıl felaket odur. Onun için Allah’ın ver dediği yere

vermek, paylaş dediğiyle paylaşmak, aslında vermek değildir, almaktır. Rabbim bize bu şuuru versin. - Hz. Süleyman ve Zülkarneyn'e isnat edilen iki yer hariç (53/Neml: 21, 62/Kehf: 86-87) diğerlerinin

tümünde Allah'a isnat edilir. 'Azab, "terk ve mahrum etmek" anlamına gelen 'azb kökünden

türetilmiştir (Lisân, Tâc, Esâs). Kelime ta'zîb formunda fiilî şiddet ile buluşmuş, buradan da dayak

aleti olan kamçının "vurunca yakan tarafı" anlamını kazanmıştır (Râğıb). Her halükarda 'azab acının

aracına değil sonucuna işaret etmekte ve nedenler değiştikçe azabın niteliği de ('azâbun elîm, 'azâbun

muhîn, 'azâbun 'azîm, 'azâbun ğalîz) değişmektedir. İnsana zor gelen ve onu hedefine ulaşmaktan

alıkoyan her şey azabtır. Istılahta "insanı kendi haline terk eden, hedefe ulaşmasını engelleyen,

yalnız ve yardımsız bırakan" bütün bunların sonucunda da "mutsuz, umutsuz ve kahredici bir iç

yangını ve vicdan azabına mahkûm eden durum"dur (Krş: Külliyyat). Azab'ı, "Allah'la birlikte başka

bir ilâh edinme! Sonra kınanmış olarak bir köşeye atılıp orada bir başına kalakalırsın" (68/İsra: 22)

âyeti ışığında anlamak gerekir. Bu durumun verdiği acı öylesine dayanılmazdır ki, bu duruma düşen

kişi yok olmak gibi ölümden öte bir şeyi (sübûr) isteyecektir. Onlara "Yoo! Bugün yok olmak için

bir tek ölümü çağırmayın, yok olmak için tüm ölümleri çağırın!" denilecek (40/Furkan: 14-ayrıca

krş: 52/İnşikâk: 11).

34. İnne lilmuttekıyne 'ınde rabbihim cennatin ne'ıym.

“Şu bir gerçek ki, takva sahipleri için Rableri katında sonsuz nimetlerle dolu cennetler

vardır.”

- Bu bağlamda takvanın tezahürü, yukarıdaki kıssanın ana fikri olan paylaşma ahlakıdır. Takvanın çok

geniş bir kapsama alanı olduğunu biliyoruz. Takva sahipleri için aslında, Allah’a karşı

sorumluluğunun şuuruna varanlar için, Allah’a saygıda kusur etmeyenler için anlamlarına gelir.

Takva; insanın Allah kaygısıyla yaptığı her iştir. Ayrıca Allah razı olsun, Allah güzel görsün

kapsamında yapılan şeylerdir. Şuurumuzda “anam ne der? Babam ne der? Patron ne der? Kocam ne

der? Sorgulamalarından çok Allah ne der?, olmalıdır. Rabbim razı olsun diye yaptığımız her iş

takvanın konusuna girer. Paylaşma ahlakına sahip olabilmek için servetin emanet olduğunu iyi

bilmemiz gerekir. Bazıları paylaşamaz, çünkü servetin maliki olduğunu düşünür, çünkü Allah’a

güvenemez. Güven imanın ahlaki boyutudur. İmanın akidevi tarifi; inanmak, ahlaki tarifi;

güvenmektir. Güvenmiyorsak yarım iman etmiş oluruz. Güvenmiyorsak onun güvenini hak

etmiyoruz demektir. O bize hiç bir şey ödemeden, karşılıksız lutfetmiş. O bize sonsuzca kredi açmış.

Sahibi olduğunu düşündüğümüz neyin bedelini ödedik? Biz ona borçluyuz, biz ona borcuz. Din

“DYN” kökünden gelir. Dyn; borç demektir. Yani din borçluluk bilincidir. Buda kul olmayı

gerektirir. Bir nefesin borcunu ödemek için bir ömür yetmez. Peki bir ömrün borcunu nasıl öderiz?

Borç borçla ödenir mi? Rabbimiz ödememizi istemiyor, “borçluluğunuzun bilincinde olun, farkında

olun yeter, ödemiş sayayım. Bir de üzerine cennet vereyim” diyor. El Ekrem olan Allah bu kadar

cömertken, ey insan senin bu gururun ne? Biz bu müjdeleri alıyoruz buradan.

35. Efenec'alulmuslimiyne kelmucrimiyn.

“Ne yani, kayıtsız şartsız Bize teslim olanları suçlularla bir mi tutsaydık?”

- Mucrim; günahı ahlak haline getiren, hayat tarzı haline getirendir. Müslim ve mücrim zıt

kavramlardır. Kayıtsız şartsız teslim olan müslim, kayıtlı şartlı teslim olan, pazarlık yapan mücrim.

Yani günahtan kaçarak teslim olan Müslim, günah işlemek için teslim olmaktan kaçan ise mücrim.

Zımnen; işlenen her günah, kişinin islamını tehdit eden bir hastalıktır. Her günah Allahtan kaçıştır.

Her sevap Allaha kaçmaktır. Zaten kurban, kurbiyet Allah yakin olmaktır.

36. Ma lekum keyfe tahkumun.

“Neyiniz var sizin? Nasıl (bu kadar önyargılı) bir hüküm verebiliyorsunuz?”

- Zımnen; ahireti olmayan bir hayat nasıl içinize siniyor. Ahreti inkar uğruna nasıl bu kadar

onurunuzla oynuyorsunuz? İyi ve kötüyü bir tutmaya vicdanınız nasıl izin veriyor? Nasıl mücrimle

müslimi bir tutmamızı isteyebilirsiniz? Nasıl ahrete inanan biriyle, ahrete inanmayanı bir tutmamızı

isteyebilirsiniz? Nasıl kendinize organizma, solucan muamelesi yaparsınız? Tek dünyalı bir hayat

yaşıyorlar, nasıl paylaşsınlar? - Yukarıdaki kıssayla düşündüğümüzde ahrete inanmayan birinin Allah’a kaçmayıp Allah’tan kaçan

biri olduğunu anlıyoruz. Niye? Çünkü öldükten sonra hesap vermeye, ikinci bir dünya olduğuna

inanmıyor. Tek dünyalı bir hayat yaşıyor. Tek dünyalı olduğu içinde ne yapıyorsam burada yapıyor

ediyorum diyor. tek dünyalı bir zihin böyle çalışıyor. Paylaşmıyor, niye paylaşsın? Çift dünyalı bir

zihin paylaşır, paylaştıkça artacağını düşünür. Hatta öyle ki iman matematiğiyle düşünür. Rasyonel

matematikte 40 dan 1 çıkınca 39 kalır. İman matematiğinde ise en az 40 dan 1 çıkınca 400 kalır.

Çünkü ayet 10 katı diyor en az. 1’e 700 diyen ayetler var Kur’an’da. Her başağında 100 dane olan 7

başak diyor, aslında 1’e sonsuz diyor ayetler. Aslında ahiretin Allahın cömertliğini gösterdiği çok

açık.

37. Emlekum kitabun fiyhi tedrusun.

“Yoksa bu konuda ders aldığınız size ait bir kitap mı var?”

- Kitabun; nüzul sürecinde mücerret olarak geçtiği ilk yerdir. Kur’an’da 5 anlamda kullanılır. 1)

Kuranın tümü veya sureleri. 2)Tevrat. 3) Tüm vahiyler ve varlığın tabi olduğu yasaların kaynağı

Levh-i Mahfuz, bir bakıma ana bellek 4) İlahi yasalar. 5) Ahiret Sicili (karne) için kullanılmıştır.

Kitab; bir şeyin yazılı tabiatı demektir. “İki şeyi birbirine dikmek”anlamına gelen ketb mastarından

türetilmiştir. Harfleri birbirine tutturarak anlamlı kelimeler ve cümleler oluşturma işine ve bu işin

sonucunda elde edilen metin ve o metni taşıyan şeylerin tümüne birden kitab adı verilir. Ktb

kökünden türetilmiş, tersi btk dir, ayırdı demektir, Anadolu da muskaya betik derler, bütün bir

kağıttan koparılarak yazıldığı için. Bu fiil arap dilinde şeklinin tersi, mananın tersini veren

fiillerdendir. Aynen sebeha-habesa, redde-derre gibi. Şer’i anlamı ise, literal anlamının bir uzantısı

olarak “aslı ve anlamı Allah katında bulunan ilahi mesaj”, kelamullah adı verilen bu mesajdan

herhangi bir peygambere indirilen bildiri ve bu bildirinin bir parçasının ya da bütününün içerisinde

yer aldığı mukaddes metinlerdir. Kur’an’da el kitab sözcüğü Kur’an, Tevrat, İncil gibi kendi

içerisinde bir bütün teşkil eden ilahi mesajların tümünün hem bir parçası, hem de bütünü için

kullanılır. El-Kitab lafzı bazen sure’ye bazen de Kur’an’da yer alan her bir konuya tekabül eder.

Kur’an’da ayrıca “hüküm, sonuç, kesin delil, takdir, oluş, yaratış” anlamlarında da kullanılır.

Kur’an’da “el-kitab” 230 yerde geçer.

38. İnne lekum fiyhu lema tehayyerun.

“yani, siz neyi beğenirseniz o sizindir (diyen bir kitap)?”

- Veya; sizin tercih ettiğiniz her şey sizin lehinize diyen bir kitab. İyi ve kötüyü insanın belirlemesi

durumunda doğacak tehlike ye dikkat çekmektedir. İçeriği, muhtevası sizin (isteğinize)verdiğiniz

siparişe göre hazırlanmış bir kitab mı? Hoşunuza gideni alıp, gitmeyeni bırakacağınız bir kitab mı?

39. Em lekum eymanun 'aleyna baliğatun ila yevmilkıyameti inne lekum

lema tahkum.

“Yoksa elinizde, kıyamete kadar geçerli olup Bizi bağlayan bir yemin var da, onun için mi

bu hükme varıyorsunuz?”

- Elinizde haşa Allah üzerinde bir yaptırımınız mı var? Siz Allaha din mi, dikte etmeye

çalışıyorsunuz? Siz bir görüşü mü dayatıyorsunuz? Haşa Allah sizi inşa etmeyecekte, siz mi Allah’ı

inşa edeceksiniz? Allahtan rol çalmaların tümü bu manaya geliyor.

40. Selhum eyyuhum bizalike ze'ıym.

“Sor onlara, buna hangisi kefil olacak?”

- Zeiym; komutan, lider, önder anlamlarına gelir. Fakat bu bağlamda kefil anlamına geliyor.

41. Emlehum şureka'u felye'tu bişurekaihim in kanu sadikıyn.

“Yoksa (Allah katında) onları destekleyen ortaklar mı var? Haydi, eğer doğru sözlülerse o

ortakları bulup getirsinler!”

- Bu şureka öyle bir yerde gelmiş ki hem kafirlerin ortakları, hem de haşa Allahın ortakları vurgusunu

taşır. Melekleri Allahın haremi olarak niteliyorlardı. Bu ortaklar onların putları anlamına geliyor.

- O iddea ettikleri ortakları getirsinler de görelim doğru söylüyorlarsa, gelsin de o ortaklar onları

Allah’ın elinden kurtarsın bakalım. Aslında hangi zaman ve zeminde yaşayan herkes için geçerli.

Allaha ait mükemmelliği birine yakıştıran herkes bu kapsama girer.

42. Yevme yukşefu 'an sakın ve yud'avne ilessucudi fela yestetıy'un.

“O ezici gücün kendini gösterip dizde dermanın kalmadığı ve secdeye davet edilecekleri

gün, asla ona güçleri yetmeyecektir.”

- Yani belleri eğilmez. Bu arap dilinde “yukşefu’an sakın” olarak geçer. Oysa bu arap dilinde mecazi

bir ifade, ibadetsiz geçen bir ömre atıf, mecazen, güç ve kuvvetin tükendiği gün olacaktır. Ahirete

atıfla “paçaları tutuştuğu gün.” Allah’tan başkasına ilahlık yakıştıran birinin zor durumunu gösteren

bir ayetle karşı karşıyayız. - Âhirette secde, Allah'a zorunlu itaate delalet eder. Secdeye davet edilecekler ama güçleri

yetmeyecek, bunu beceremeyecekler, çünkü dünyada secde etmediler!

43. Haşi'aten ebsaruhum terhekuhum zillefun ve kad kanu yud'avne

ilessucudi ve lum salimun.

“Bakışları gerçeğin dehşetinden yere düşmüş, kendilerini bir zillet kuşatmıştır, zira onlar,

becerebilecekleri bir haldeyken secdeye çağrılmışlardı (da reddetmişlerdi).”

- Bakışları bitmiştir, kendilerini zillet kuşatmıştır. Bu tam bir bitmişlik görüntüsüdür. Kime gitse

yüzüne kapılar kapanıyor, hiç kimseden fayda yok. Anasından babasından, oğlundan kızından,

kardeşinden, akrabalarından taraftarlarından, kavminden, ırkından hiç kimseden fayda yok.

Kur’an’ın dediği gibi “o gün herkes birbirinden kaçacak.” İşte öyle bir günü tasvir ediyor bu ayetler. - Dünyada eğilmediler, ahrette Allah’ın huzurunda eğilmeyecekler. Dünyada Allahın huzurunda

secdeye kapananlar o gün bir tür antremanlı olacaklar. Secde etmeyenlerden farklı bir durumda

olacaklar. - Hu’şu; kendinden üst makamda ki birine içten gelen bir tazim, saygı ve itaati ifade eder. Hu’du; kişi

içten ve gönüllü olmak zorunda değildir. Mecburen veya nazik görünmek için (veya kaygısıyla) baş

eğmeyi ifade eder.

44. Fezerniy ve men yukezzibu bihazelhadiysi senestedricuhum min haysu la

ya'lemun.

“Artık bana bırak bu sözü yalanlayanları hiç bilmedikleri bir yerden azar azar bitireceğiz

onları. ”

- Veya hadiseyi. Yani hesap gününü veya vahy’i. Çünkü vahiy en büyük hadiseyi haber verir. Hadis;

hadiseyi haber veren söz, olayı aktaran söz, "sözün haber verdiği hadise"dir. Olaydan yola çıkarak

olayı aktaran sözdür. - Onları hiç bilmedikleri, düşünmedikleri, akıllarına getirmedikleri yerden eksilteceğiz, bitireceğiz

azar azar.

45. Ve umliy lehum inne keydiy metiyn.

“Ama onlara imkan ve zaman tanırım; çünkü onların entrikalarını başlarına geçiren

düzenim pek sağlamdır.”

- Onlara mühlet tanırım! imkan veririm, zaman tanırım. Ama sınırsızca değil. aslında bu mühlet

tanıma onların günahlarını daha da artmasına neden olur, artık dışına çıkamaz bir biçimde günaha

gömülür. - Keydiy metiyn; ince ve hassas tasarlanmış plan, proje, ceza. Bir kafirin, müşriğin, yoldan sapmışın

ömrüne ömür, servetine servet katıyor, her elini attığı iş tutuyor. Ömür boyu dişi bile ağrımıyor. Bir

eli yağda, bir eli balda yaşıyor, oysa bu onların lehine değildir. Bu ayetin tabiriyle KEYD oluyor.

- Allahın bu imkan ve zaman tanıması onu azdırdıkça azdırıyor. Bir mümin yarabbi hayırlısını ver

demeli, ille de şunu ver değil, ama hayırlısını istememiz lazım. Bizim parçada güzel gördüğümüz

bütünde çirkin olabilir. Allah bütünü görür. Sahabeden birisi “ hanım kalk Allah Rasulüne gidelim

bizi boşasın demiş. Hanımı; bey nerden çıktı? Ne güzel geçinip gidiyoruz! deyince sahabi; aylardır

başımıza bir şey gelmedi, Allah bizi bıraktı demiş. Çıkarlarken adamın ayağı takılmış kafa üstü

düşüp, yaralanınca; tamam hanım gerek kalmadı demiş. Parçayı gören bütünü görene teslim

olmalıdır. Teslim olan kurtulur.

46. Em tes'eluhum ecren fehum min mağremin muskalun.

“Yoksa sen onlardan bir ücret istedin de, onlar altında ezilecekleri ağır bir borç yükünden

mi kaçıyorlar?”

- Sen onları minnet altına almıyorsun ki? “ben sizden hiçbir ücret istemiyorum, benim ücretim

Allah’tandır” diyor zaten Kur’an. Peygamberler zekat ve sadaka alamazlar. Risalet mirasını

üstlenenlerde almamalıdır.

47. Em 'ındehumulğaybu fehum yektubun.

“Yoksa idraki aşan hakikatler onlara ayan oldu da, (gayba dair)kayır kuyudatı kendileri

mi tutuyorlar?”

- Gaybi onlar mı yazıyorlar? - Buraya kadar inkarcı bir toplumun içine düştüğü tuzakları bir bir haber verip son pasaja giriyor;

48. Fasbir lihukmi rabbike ve la tekun kesahıbilhuti iz nada ve huve

mekzum.

“RABBİNİN hükmüne sabır göster, sakın Balık Sahibi gibi yapma! Hani o kendi kendine

kahrederek yalvarıyordu.”

- Hz. Yunus bir balığın karnına girerek cezalandırırldığı veya mükafatlandırıldığı için büyük balık

sahibi denmiş. - Sözün özüne gelindi, zımnen; büyük balık sahibi gibi görev yerini terk etmeyin ey Peygamber veya

muhataplar. - Mahkum bir halde: Mekzun. Kezim; kişinin kendi kendine duyduğu öfkeden dolayı içi içini yemesi

anlamına gelir. Allah Rasulü inşa ediliyor, başın sıkışınca görevini terk etme deniliyor.

49. Levla en tedarekehu nı'metun min rabbihi lenubize bil'arai ve huve

mezmum.

“Eğer Rabbinin akıl sır ermez nimeti onun imdadına yetişmemiş olsaydı, andolsun ki

aşağılanmış bir halde ıssız bir sahile atılırdı.”

- Zımnen; eğer Rabbinin imdadı Yunus’un imdadına yetişmemiş olsaydı, Allah adının üzerini çizerdi.

(Enbiya:87)

50. Fectebahu rabbuhu fece'alehu minessalihıyn.

“Fakat Rabbi onu(yeniden)seçti ve iyiler arasına kattı.”

- Hz. Yunusun görev yeri değiştirilerek (istisnai olarak) ikinci kez seçilip, gönderilmesi anlatılıyor.

Hz. Yunus uzun bir davet sürecinden sonra Ninovalıları ikna edemedi. Onlar inkarda ısrar ettiler, oda

“kaçak bir köle gibi, dolu bir gemiye kaçtı!” diyor Kur’an. Rabbimiz tabiî ki bundan hoşnut olmadı.

Ve Allah ona bir ders verdi. Ve bu dersin ardından ikinci olarak tekrar seçti ve O’nu iyiler arasına

kattı diyor. Demek ki ikinci bir seçim var, Rabbimizin affı var.

51. Ve in yekadulleziyne keferu leyuzlikuneke biebsarihim lemma

semi'uzzikre ve yekulune innehu lemecnunun.

“İmdi, inkarda ısrar edenler bu ilahi öğüdü duydukları zaman sanki seni gözleriyle

devireceklermiş gibi(baksalar) ve O, kesinkes cin musallat olmuş biridir! Deseler de

(sabret)”

- Bu gerçekleşmiş bir itham olabileceği gibi ikinci ayetle düşünüldüğünde geleceğe ilişkin bir ihbar da

olabilir. - Bakışlarıyla öldüreceklermiş gibi! Eğer bakışlarında öldürücü bir etki olsaydı, Allah Rasulünü

bakışlarıyla öldürmek isteyeceklerdi. Küfrün, her çağdaki imana bakışı demek ki böyle. Tüm

çağlardaki iman küfür mücadelesini veriyor.

52. Ve ma huve illa zikrun lil'alemiyn.

“Zira bu, bütün bir insanlığa yönelik ilahi bir öğütten ibarettir.”

- İyide seni bakışlarıyla öldürmeye kalktıkları bu Kur’an sadece ve sadece tüm insanlığa bir öğüttür.

Veya Hz. Peygamberi işaret eden “O”(huve). Elçiye hakaret eden elçiyi gönderene hakaret ediyordur

aslında. Allaha karşı çıkıyorlar. Bir öğüt olan bu Kur’an’a karşı çıkmakla Allah’a karşı çıkıyorlar. - On bin nufuslu çölün kenarında bir kasabadan çıkan bir yetimin, insanlığın şahit olduğu bu en büyük

iman devrimi. O zamanla bu zaman kıyaslandığında, bu ayetlerin içinden konuşanın Allah olduğuna

tüm hücreleriniz şahitlik yapmayacak mı? Vallahi yapması gerek. Bunlar Allah’ın sözünden başkası

olamaz. 1400 yıl sonra bu ayetlerin nasıl gerçekleştiğini ayan, beyan görmekte ve biz buna şahit

oluyoruz. Rabbim bizi de şahitlerden yazsın.

“ ve ahuru davana, en elhamdülilahi Rabbül Alemin.” İddiamızın, davamızın tüm hasılatı ve son sözümüz Alemlerin Rabbine Hamd’dir.