56
1 02.03.2016 ve 06.03.2016 TARİHLERİ ARASINDA STUTTGART DİN HİZMETLERİ ATEŞELİĞİ TARAFINDAN ORGANİZE EDİLEN KUDÜS (MESCİD-İ AKSA) GEZİ NOTLARI ORGANİZATÖR: NASUH AYDEMİR GEZİ NOTLARI: ALİ AKKAYA REHBER MUSTAFA KURTULUŞ / SEFİR TUR KUDÜS GEZİSİNE KATILANLAR Dr Bilal Doğan - Safiye Doğan Suat Okuyan - Derya Okuyan Yunus Yüksel -Semiha Yüksel Nasuh Aydemir -Fatma Aydemir Saniye Akyıldız -Ayşe Akar Cennet Çengel - Sunay Cise

02.03.2016 ve 06.03.2016 TAR İHLER İ ARASINDA ...1 02.03.2016 ve 06.03.2016 TAR İHLER İ ARASINDA STUTTGART D İN HİZMETLER İ ATE ŞEL İĞİ TARAFINDAN ORGAN İZE ED İLEN KUDÜS

  • Upload
    others

  • View
    7

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

1

02.03.2016 ve 06.03.2016 TARİHLERİ ARASINDA STUTTGART DİN HİZMETLERİ ATEŞELİĞİ TARAFINDAN ORGANİZE EDİLEN

KUDÜS (MESCİD-İ AKSA) GEZİ NOTLARI

ORGANİZATÖR:

NASUH AYDEMİR

GEZİ NOTLARI:

ALİ AKKAYA

REHBER

MUSTAFA KURTULUŞ / SEFİR TUR

KUDÜS GEZİSİNE KATILANLAR

Dr Bilal Doğan - Safiye Doğan

Suat Okuyan - Derya Okuyan

Yunus Yüksel -Semiha Yüksel

Nasuh Aydemir -Fatma Aydemir

Saniye Akyıldız -Ayşe Akar

Cennet Çengel - Sunay Cise

2

Nadir Baybar - Melek Baybar

Emre Saraoğlu - Derya Gülhansaraoğlu

Zekeriya Aydın - Gülsüm Aydın

Halil İbrahim Etçi - Zehra Etçi

Cumhur Akca - Vahide Akca

İbrahim Işık - Zeynep Işık

Erkan Çetinkaya - Melek Çetinkaya

Özkan Öztürk - Aynur Öztürk

Ali Singil - Güler Singil

Okbidar Erdoğan - Elmas Erdoğan

Keziban Çakır - Ahmet Çakır

Mehmet Ali Yardımcı - Derya Yardımcı

Yasin Doğru - Hava Doğru

Yasir Agâh Doğru - Ahmet Emin Doğru

Mehmet Okur - Sezgin Özkan

Mustafa Özbay - Zülküf Kocabey

Ali Akkaya - Ethem Bayraktar

Cihan Kuzu - Hasan Kalıncı

Kudüs farklı: Dünyada Kudüs gibi çok dinli ve mabedli başka bir şehir yok

İstanbul ve Hatay sırayı almakta Kuran'ımızda geçen kıssaların % 70'i burada geçmektedir

Dr. Bilal DOĞAN

"Biz ne harabi, ne harabatiyiz. Bizler kökü mazide olan atiyiz.”

Hüküm ve adil uygulamaları ile tarihte Halife Hz. Ömer, Selahaddin Eyyubî, Kanuni Sultan Süleyman, II. Abdulhamit ve 'one minut' söylemi ile makdisi duruşun özgüvenini tahkim eden Recep Tayyip Erdoğan...

Kısa süreli mahzun bir Kudüs ziyaretinde yadımızda canlanan misyon ve ufuk şahsiyetler...

Şehir hâl diliyle bize bunu haykırırken, karşılaştığımız herkes kâl diliyle de bu hakikati teslim ediyordu...

Güven Kanunî Surlarında, zaman Abdülhamit’in saatinde kaldı! Ancak, Ümitvar olunuz saatimiz işliyor...

Suat OKUYAN

3

GEZİYE GENEL BAKIŞ Birçok insan için en ilgi çeken gezilerin başında Kutsal Mekânları olan geziler gelmektedir. Bu şehirlerin çoğunun bulunduğumuz yüzyıldan kopuk ve insanı zamanda yolculuğa çıkaran bir atmosferi vardır. Üstelik çoğu “Açık Hava Müzesi” gibidir. Kudüs ise üç dine ait Kutsal Mekânları yan yana, iç içe barındırması hasebiyle bu şehirlerin içinde en enteresan olanı… Kudüs bu sebeple gerçekte Filistin’in, görünürde ise İsrail’in, hem en önemli turizm hem de başkenti olduğunu iddia ettiği fakat çoğu ülke tarafından resmi olarak tanınmayan şehri…

Kudüs’e uçakla doğrudan ulaşım mümkün değil. Uçakla Tel Aviv’e gidip oradan otele (Doğu Kudüs) otobüsle geçmek gerekiyor. Kudüs çoğu Avrupa şehrinde olduğu gibi (Biz buna İspanya-Endülüs Gezisinde de şahit olmuştuk); "Eski Şehir ve Yeni Şehir” olarak ikiye ayrılıyor. Eski Şehir, Osmanlı Döneminde Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılan surlarla çevrili. Yeni Şehir ise diğer Avrupa ülkelerinden farksız…

Kudüs’ün bu diğer şehirlerden en önemli farkı ise bence Eski Şehirden Yeni Şehre geçişteki hissedilen değişikli ğin başka hiçbir şehirde bu kadar kesin ve keskin olmaması… Eski Şehir, yüzyıllar öncesinden donmuş kalmış ve zamana direnir gibi… Yeni Şehir ise tamamen günümüz dünyasına ait.

Şehir: Yahudi, Müslüman, Hıristiyan ve Ermeni mahallesi olarak dörde bölünmüş ama kendi kalıpları içerisine de asla hapsolmamış. Yani Müslüman Mahallesinde bir Sinangog’a, Yahudi bölgesinde bir camiye yahut bir kiliseye ve bu iki mahallede de bir Camiye rastlamak da mümkün… Aynı zamanda bunlar birbirine adım mesafesi olarak ta yakın ve iç içe… Bu mahallelerden birinden bir diğerine geçişte de hiçbir engel yok. Bir mahallede yürürken kendinizi bir anda diğer mahallede buluyorsunuz. Fakat hangi Mahallede olduğunuzu anlamak çok ta zor değil... Her mahalle o dinin mensuplarının yaşam karakterini güçlü biçimde yansıtıyor. Müslüman mahallesinde karşınıza sinagog ta çıksa, yanınızda omuzlarında çarmıh ile yürüyüp geçen Hıristiyan hacılar da olsa o bölgenin Müslümanlara ait bir mahalle olduğunu anlayabilirsiniz. Adeta sınırları belli olmayan gizemli bir şehrin içerisinde buluveriyorsunuz kendinizi…

İLGİNÇ BİR TESBİT… KUDÜS SENDROMU HASTALIĞI

Şehre Hacı Olmak maksadıyla gelen bazı insanlarda kendini şehrin havasına çokça kaptırıp kendini “peygamber” ya da “kutsal biri olduğunu” zannedenler oluyormuş. Dini halüsilasyonlar, takıntılar ve aşırı dindarlığa yönelmeyle seyrediyor, şehir terk edildiğinde her şey normale dönüyormuş. Heinz Herman tarafından adı konulan bu psikolojik rahatsızlığa “Kudüs Sendromu” deniliyor. (NOT: You Tube’ a Kudüs Sendromu Hastalığı yazarsanız örneklerine rastlayabilirsiniz) Üç İbrahimi Dini barındıran bu kutsal mekânlara ait tanıtıcı bilgilerle yazımıza devam edelim…

KUDÜS

Kudüs (Arapça: س�ُ ,(yardım·bilgi) יְרּוָׁשַליִם :el-Kuds; İbranice ,(yardım·bilgi) ا��

Yeruşaláyim) Ortadoğu'da bulunan, Dünya’nın en eski şehirlerinden biridir. Filistin ve İsrail ikisi de Kudüs'ün kendi başkentleri olduğunu iddia etmektedirler. Akdeniz ve Ölü Deniz’in kuzey sınırı arasında yer almaktadır. Doğu Kudüs’le birlikte düşünüldüğünde, alan ve nüfus olarak, İsrail’in büyük şehridir. 800.000 üzerinde nüfus ve 125.1 km2 alana sahiptir. Kudüs, üç Semavi din olan Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam için kutsaldır. Uzun tarihi boyunca, Kudüs, iki defa yok edildi, 23 defa işgal edildi, 52 defa saldırıya uğradı ve 44 defa ele geçirilip tekrar kurtarıldı Şehrin en eski bölümüne, İsa’dan önce 4. milenyumda ilk yerleşim gerçekleşti. 1538’de I. Süleyman hükümranlığı altında, şehri çevreleyen duvarlar inşa edildi. Bugün bu duvarlar, Ermeni, Hristiyan, Yahudi ve Müslüman olmak üzere dört çeyreğe bölünmüş olan Eski Şehri (Eski Kudüs) çevrelemektedir Eski Kudüs, 1981 yılında Dünya Mirasları arasına girdi ve

4

ayrıca şehir, Tehlike Altında Olan Dünya Mirasları arasındadır Modern Kudüs, Eski Kudüs’ün sınırlarını aşarak çok büyümüştür. 3 semavi din içinde kutsal şehir; Kudüs... M.Ö 4000'lere dayanan, kanlı ve isyankâr tarihi ile birçok yüze, birçok isme sahip bir şehir. Hem Musevilik, hem Hristiyanlık, hem de Müslümanlık için ayrı ayrı önemlere sahip, bu yüzden de bir türlü paylaşılamayan ve herkesin hükmetmeye çalıştığı bir şehir.

Kudüs'ün önemini anlamak için tarihine bakmak gerekir. Davut Peygamberin M.Ö 10. yy ‘da İsrail oğullarının 12 Kabilesini birleştirdiği ve eski Yahudi Devleti'ni kurduğu ve başkent olarak seçtiği yer bugünkü Kudüs’tür. Musa'nın yazmalarının bulunduğu “Kutsal Sandık” şehre getirilmiş, Süleyman tarafından, Yahudiler için büyük önem taşıyan, Süleyman Mabedi inşa edilmiş ancak şehir Babil istilasına uğrayınca, Mabed yıkılmıştır. Şehirde yaşayan Yahudiler Babil'e sürülmüştür. Pers Kralı'nın Babilleri yenmesi ile Yahudiler yeniden şehre dönmüş ve Mabed yeniden inşa edilmiştir. Şehir Romalılara geçince isyanlar daha çok şiddetlenmiş, Mabed ikinci kez yerle bir edilmiştir. Yahudilerin Diaspora hayatı, vatandan sürgün yaşam; Kutsal Mabed'in yıkımıyla başlamıştır.

Şehir Romalılardan Bizanslılara, Bizanslılardan da Araplara geçmiştir. Haçlı Seferleri sırasında şehirde bulunan Yahudiler ve Müslümanlar katledilmiştir. Şehir daha sonra Memluklerin ve Osmanlıların egemenliğine girmiştir. Kanuni Sultan Süleyman döneminde Yahudiler Kudüs'e yeniden dönmeye başlamışlardır. Şehrin etrafı surlarla kuşatılmıştır. Şehir son olarak 1917 yılında İngilizler‘ in eline geçmiştir. 1948'de İngilizler şehirden çekilirken, İsrail Devleti'nin kuruldu ğu ilan edilmiştir. Arap-İsrail Savaşı sonrası Kudüs şehri İsrail Devleti'nin eline geçmiştir, İsrail Kudüs'ü resmi başkenti ilan etse de Birleşmiş Milletler tarafından devletin resmi başkenti Tel-Aviv olarak kabul edilir. Nitekim bütün resmi kurumlar ve önemli merkezler Tel-Aviv'de bulunmaktadır. Her üç din için büyük önem taşıyan kutsal yapılar, şehirde iç içe bulunduğundan, bölge bu üç din mensubu için de vazgeçilmez bir yer haline gelmiştir ve paylaşılamamaktadır.

Yahudiler için büyük önem taşıyan Kotel -Ağlama Duvarı ya da Batı Duvarı olarak anılır. Süleyman Mabedinden geriye kalan tek parçadır. Mabed 2. kez yıkıldığında Yahudiler dünyanın dört bir yanına dağıldığından yıkımı; sürgünü ve vatan hasretini temsil eder, bu yüzden de yeniden inşası için uğraş vermektedirler.

Harem-i Şerif olarak adlandırılan bölge; Müslümanların kutsal saydığı alandır ve içinde Mescid-i Aksa (El Aksa) ve Kubbet'üs Sahra kutsal yapılarını barındırır. Mescid-i Aksa Hz. Muhammed'in miraca yükseldiği yer olarak kabul edilir ve kutsal kitap tarafından en kutsal olarak nitelenen üç mekândan biridir ve kaynaklarda burada yapılan ibadetin diğer yerlerde yapılanlara göre daha fazla sevap getireceği yazılıdır. Mescid-i Aksa aynı zamanda Müslümanların ilk kıblesi olması bakımından da önemlidir. Kubbet'üs Sahra ise, Hz. Muhammed'in miraca yükseldiği Sahra taşının üzerine yapılmış bir diğer kutsal yapıdır. Yani muallak taşıdır. Aynı taş, Hz. İbrahim'in oğlunu kurban etmek üzereyken gökten inen koyuna hikâye konu olan taştır. Yine aynı taş; Mahşer Günü İsrafil'in surunu üstünde üfleyeceğine inanıldığı taştır.

Kudüs Hristiyanlar için de büyük öneme sahiptir. Hristiyan inancına göre İsa'nın doğduğu, çarmıha gerildiği, na’şının yıkandığı, arşa çıktığı ve yeniden döneceği şehirdir Kudüs. Golgotha Taşı olarak adlandırılan; kurukafaya benzer bir kayalık üzerinde İsa'nın çarmıha gerildiği ve tepenin altında gömülü olan Âdem’in kafatasının, İsa'nın kanı ile sulandığı anda tüm insanların günahlarından arındığı yer, Kudüs'te bulunur. Bugün üzerinde Holy Sepulcher- Yeniden Diriliş- Kilisesi bulunmaktadır. İsa'nın yıkanıldığına inanılan taş her daim ıslak olarak görülebilir. Hristiyanlığın tüm mezhepleri bu kiliseye sahip olmak için mücadele etmişlerdir. Osmanlı zamanında çözüm olarak tüm mezheplerin temsilcileri için bir taht yerleştirilmi ş ve her biri kutsal noktaya eşit uzaklıkta konumlandırılmıştır. Kilisenin anahtarı ise bir Müslüman'a verilmiştir . Osmanlının anlaşamayan Hıristiyan mezheplerinin didişmesini önlemek için aldığı bir karar

5

neticesinde Her gün bu Müslüman aile tarafından açılır ve kapatılır. Hristiyan inanışa göre Kudüs; tarihin başladığı ve biteceği yerdir.

Kudüs Yahudiler için vatan hasretinin bitmesi ve Mesih'in geri dönüşünü sağlamak için yerine getirilmesi gereken üç şartı sağlamanın anahtarı, Hristiyanlar için tarihin başladığı ve biteceği yer, Müslümanlar için ise ilk kıblenin bulunduğu, Hz. Muhammedin Mirac'a yükseldiği 3. kutsal şehirdir. Bu sebeplerle de üç din için de kutsaldır. Yine Kudüs Arapların yaşadığı Doğu Kudüs ve İsraillilerin yaşadığı Batı Kudüs olarak ikiye ayrılır. İki bölgenin ortasında; surlarla çevrili, üç semavi din için de kutsal sayılan Eski Kent adı verilen bölge bulunur. Kente giriş 8 kapıdan yapılmaktadır ancak Kubbet'üs Sahra'ya yakın olan kapı -Golden Gate/Altın Kapı- kapalıdır, bunun nedeni; Mahşer Günü Mesih'in bu kapıdan içeri gireceği inancıdır ve o güne kadar kapı kapalı tutulmaktadır.

Kudüs'ü gezmeye en yüksek tepesi Zeytindağı'ndan başlayabilirsiniz. Şehir manzarasını en iyi görebileceğiniz yer Zeytindağı'dır (Olive Mountain). Altın kubbesi ile Kubbet'üs Sahra ve 16. yy ‘da Kanuni Sultan Süleyman tarafından yapılan şehir surları buradan tüm netliğiyle görebilir ve şehrin büyüleyici atmosferini hissedebilirsiniz. Aynı zamanda bu bölge Hristiyanlar için kutsaldır ve İsa'nın havarilerini toplayıp burada kehanetlerini açıkladığına inanılır. Yahudiler için de, Tanrı'nın mahşer günü ilk bu mezarlardan diriltmeye başlayacağına inandıklarından kutsal bir bölgedir ve bölge en önemli ve pahalı bir mezarlık olarak kullanılmaktadır.

Müslümanlar için kutsal sayılan Harem-i Şerif bölgesi en görülmesi gereken yerlerdendir. Ancak içeri girmek için Müslüman olduğunuzu kanıtlamanız gerekiyor. Türk vatandaşları için pasaport yeterli olsa da batılı görüntüye sahipseniz, sizden bir dua okumanız istenebilir ya da Kur'an-ı Kerim'den bir kaç soru ile karşılaşabilirsiniz. (Biz böyle bir durum ile karşılaşmadık) Bayanların başı açık girmesine izin yok. İçeri girmeyi başarırsanız gerçekten büyüleyici iki yapıyı göreceksiniz. Bunlardan ilki Müslümanlar için ilk kıble olması bakımından büyük önem taşıyan Mescid-i Aksa diğer adıyla El Aksa. Bir diğeri ise sıklıkla El Aksa ile karıştırılan Kubbet'üs Sahra yani diğer adıyla Ömer Camii. Altın kubbesi ile göz kamaştıran Kubbet'üs Sahra, Kudüs'ün manzarasında önemli bir yere sahip. Sahra taşının-Muallak Kayası- üstüne sonradan inşa edildiğinden ötürü Kubbet'üs Sahra adını alan yapının içi Kütahya çinileri ve Bizans mozaikleri ile kaplıdır. Sekizgen şeklinde yapılan Kubbet'üs Sahra 691 yılında kutsal taşı korumak amacıyla yaptırılmıştır. Kubbet'üs Sahra'nın kıble tarafında ise Mescid-i Aksa bulunur. Müslümanların ilk kıblesi olan ve kutsal kitaba göre üç kutsal mescidden biri kabul edilmiş, burada yapılan ibadet diğer yerlerde yapılanlardan üstün tutulmuş ve çevresi kutsal sayılmıştır. Harem-i Şerif bu nedenle Kudüs'ün kalbi olarak nitelenmiştir.

Hristiyanlar için kutsal sayılan; Konstantin tarafından yaptırılan Yeniden Diriliş Kilisesi- Holy Sepulcher-, Kıpti Kilisesi, Ermeni Kilisesi, Benediktin Papazlar Kilisesi, Saint Georges Ortodoks Kilisesi, Apostolik Nons Sarayı, içinde her mezhepten kilise barındıran Tüm Uluslar Kilisesi görülmesi gereken yerler arasında sayılabilir. Tüm Uluslar Kilisesi-Gethsemane- içinde tüm dünyadan gelen Meryem mozaiklerini görebilirsiniz. Brezilya'dan gelen siyahi Meryem ve Japonya'dan gelen çekik gözlü Meryem oldukça dikkat çekicidir. Surların içinde yer alan Azize Meryem'in mezarı da Kudüs'te ziyaret edebileceğiniz yerlerdendir. İsa'nın kanıyla sulandığına inanılan Golgotha Taşı'nı görebilirsiniz. Bugün üzerinde Holy Sepulcher Kilisesi bulunmaktadır. St. Mary Magdelena Kilisesi büyüleyici görüntüsüyle Kudüs gezisi içinde görülmesi gereken yerlerdendir. İsa'nın doğduğu, öldüğü ve yeniden dirileceği şehir olan Kudüs Hristiyanlar için farklı bir anlama sahiptir.

Yahudiler tarafından Kotel olarak adlandırılan Ağlama Duvarı ve ya Batı Duvarı olarak da bilinen duvar Kudüs'te görülmesi gereken bir başka kutsal mekândır. Duvarı görmeye her dinden, her mezhepten ziyaretçiler gelmekte ve çeşitli dilekler dilemektedirler. İbadet için gelen

6

Ziyaretçiler; küçük kâğıtlara yazdıkları dileklerini duvara iliştirirler ve Baş Haham bu dilekleri alıp Zeytindağına gömer. İnanışa göre buradaki dilekler Tanrı tarafından okunmakta ve gerçekleştirilmektedir. Ağlama duvarında haremlik–selamlık uygulanmaktadır. Yahudi inancına göre Kotel; Süleyman Mabedi'nden geriye kalan tek parçadır ve bu yüzden çok kutsaldır. Her daim burada kutsal kitaptan dualar okuyan ve ibadet eden Yahudiler olduğundan hassasiyet gösterilmesi gereken bir yerdir. Özellikle Şabat/Sebt günü -Cuma gün batımından Cumartesi akşam 3 küçük yıldızın belirmesine kadar süren zaman- dindar Yahudilerin ilahiler okuduğu ve ibadet ettiği gündür, bugünlerde fotoğraf çekmemenizde yarar vardır. Zira dindarlar o gün elektronik alet kullanımına karşıdırlar. Belli bölümler sadece erkeklere açıktır.

Şehir yasaları gereği, tarihi atmosfer korunmuş ve şehirdeki tüm yapılar Kudüs taşı adı verilen beyaz taştan inşa edilmiştir. Kudüs tüm tehlikelerine ve gergin atmosferine rağmen büyüleyici bir güzelliğe sahip, inancınız her ne olursa olsun etkilenmenizin kaçınılmaz olduğu bir şehirdir. Ancak Filistin özerk bölgesine geçişte ve dönüşte ciddi zorluklarla karşılaşmaktasınız. İki bölgeyi ayıran devasa duvarda, kontrol noktaları bulunmakta ve Yahudi değilseniz problemlerle karşılaşmaktasınız. Aynı zorlukları ülkeyi terkelerken de yaşayacağınızı hatırlatmakta fayda var. Bu yüzden sorguya çekilebileceğinizi hatırlatarak, sakin ve sabırlı olmanızı tavsiye ediyoruz.

FİLİSTİN Filistin: (Arapça: ������, İbranice: פלשתינה, Yunanca: Παλαιστίνη), kelimeleriyle ifade edilir. Doğu Akdeniz'de ve Orta Doğu'da, İsrail topraklarının tamamı ile Gazze Şeridi ve Batı Şeria gibi Filistinlilerin kontrolündeki toprakları kapsayan coğrafi bölge. Bölgenin sınırları oldukça tartışmalıdır ve bazı kaynaklar Ürdün'ü de dâhil ederler. Filistin (bazı kaynaklarda bir kısmı), Kutsal Topraklar olarak bilinir ve Yahudiler, Hıristiyanlar ve Müslümanlar için kutsaldır. 20. yüzyıldan beri bölgede Arap ve Yahudi milli unsurlarının mücadelesi devam etmekte, zaman zaman uzun süreli şiddete ve hatta savaşa dönüşmektedir. Filistin kelimesinin kökeni Yunanca Philistia sözcüğüdür ve Filistinlerin yurdu anlamına gelir Antik Filistinliler (İng: Philistine) MÖ 12. yüzyılda güney sahilinde, Tel Aviv-Yafa ve Gazze arasındaki küçük bir bölgeyi ele geçirmişler ve ilk kez Antik Yunan yazarlar bu bölge için Philistia ismini kullanmışlardır. Filistin adı, 2. yüzyılda Romalılar tarafından Suriye Eyaleti'nin güneyini tarif etmek amacıyla Suriye Filistini şeklinde kullanılmış ve yeniden canlandırılmıştır. Buradan Arapçaya girmiş, en az İslam tarihinin başından beri kullanılagelmiştir.

Roma İmparatorluğu'ndan sonra Filistin adının resmi olarak kullanımı, Osmanlı

İmparatorluğu yıkılıp bölge İngiliz mandası oluncaya kadar ortadan kalktı. İngiliz mandası olan

Filistin, hemen hemen tüm modern İsrail'i, Batı Şeria'yı ve günümüz Ürdün'ü olan Şeria Nehri'nin

doğusunu kaplıyordu. Birleşik Krallık daha sonra Şeria Nehri doğusundaki toprakları ayrı bir idari

yönetim altına aldı. Bu yazıda Antik Filistinlilerin bölgeye yerleştiği MÖ 12. yüzyıldan önceki

halklar da tanımlama kolaylığı açısından zaman zaman Filistin halkı olarak adlandırılmıştır. Bu

durum bir etnik köken belirtmemektedir. Bu bölgeye, özellikle Kudüs'ü geri almak için 8 tane Haçlı Seferi yapılmıştır. I. Haçlı Seferi'nde kurulan Kudüs Krallığı Memlük Devleti tarafından 1299 yılında yıkılmıştır.

OSMANLI HÂK İMİYETİ Filistin bölgesi, Haçlı Seferlerinin ardından iki asır boyunca Memlük hâkimiyetinde

kaldı. Yavuz Sultan Selim döneminde, Mercidabık Savaşı’ndaki Osmanlı galibiyeti sonucu 24

Ağustos 1516'da bir kısmı Osmanlı topraklarına katıldı. Bölgenin tamamı ise Kanuni Sultan Süleyman zamanında Osmanlı hâkimiyetine geçti. Kanuni döneminde İbrahimi dinlerce önemli

olan "Harem-i Şerif" kısmının bakımı yapılarak etrafındaki duvarlar yeniden inşa edildi. Osmanlı

7

Devleti, Filistin’i Suriye sınırları içinde Şam’a bağlı Kudüs, Gazze, Nablus ve Safed olmak üzere

dört sancağa ayırdı. Daha sonra bu sancaklar Kudüs’e bağlı birer eyalet oldu. Filistin Emiri Cezzar Ahmet Paşa döneminde Mısır’ı ele geçiren Fransız İmparatoru Napolyon Bonapart, Filistin’in Yafa şehrini aldı. Cezzar Ahmet Paşa yönetimindeki Osmanlı ordusu 1798'de Akka Kalesi civarında Napolyon’u geri çekilmek zorunda bıraktı.

Osmanlının gerileme döneminde, Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa, Filistin’in tamamını ele geçirdi. Filistin 1840 yılına kadar Mısır’ın yönetimi altında kaldı. Ancak

daha sonra tekrar Osmanlı idaresine geçti. 1877 tarihinde Kudüs Osmanlı merkezine bağlı

bir Mutasarrıflık oldu. Bir yıl sonra ise Nablus ve Akka Kudüs Mutasarrıflığı'na bağlandı. Böylece

Filistin’in kuzeyi Beyrut Valiliği'ne, güneyi ise Kudüs Mutasarrıflığı idaresine bırakıldı. I. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan Osmanlı İmparatorluğu Filistin’deki 402 yıllık hâkimiyetini kaybederken çok değer verdiği Kudüs'e zarar gelmemesi için şehri askeri bakımdan boşaltarak tarihe ve kültüre olan saygısını göz önüne alarak şehir dışında savunma yaptı.

İSRAİL İsrail (İbranice: יְִשָרֵאל, Yişra'el; Arapça: %�&إ()ا, İsrā'īl) ya da resmî adıyla İsrail Devleti (İbranice: מדינת ישראל (yardım·bilgi), Medīnat Yişra'el; Arapça: %�&دو/. إ()ا, Dawlat İsrā'īl), Orta Doğu'da, Asya ve Afrika kıtalarının kesiştiği yerde bulunan bir ülke. Coğrafi olarak, Asya kıtasında bulunur. Batısında Akdeniz, kuzeyinde Lübnan ve Suriye, doğusunda Ürdün, güneyinde ise Mısır, Filistin ve Kızıldeniz ile çevrilidir. Başkenti Knesset (İsrail Meclisi) kararına göre Kudüs'tür. Ancak bu durum Birleşmiş Milletler tarafından tanınmamaktadır. İsrail'deki büyükelçilik ve konsoloslukların büyük çoğunluğu, ülkenin finans merkezi olan Tel Aviv'dedir. İsrail, nüfusunun çoğunluğu Yahudi olan tek devlettir. Uzun ve dar bir şekle sahip olan İsrail coğrafyası, 470 km uzunluğunda olup, en geniş bölgesi yaklaşık 135 km'dir. Sınırları ve ateşkes hatları içerisinde kalan toplam yüzölçümü 27.817 km²'dir. İsrail, yaklaşık 8.081.000'lik nüfusuyla, çeşitli din, kültür ve sosyal geleneklere sahip insanları bir araya getirmiştir. Para birimi Yeni İsrail Şekeli'dir. İsrail dünyadaki en büyük 43. ekonomiye sahiptir Aynı zamanda İnsani Gelişme Endeksi'nde Orta Doğu'da ilk sırada yer alır. Asya'da ise beşinci sıradadır. Basın Özgürlüğü Endeksi'nde İsrail 86. sıradadır.

Tevrat'a göre; Yakup ailesi ile göç ederken, Tanrı'nın bir meleği insan kılığında Yakup'a

görünür. Ailesini nehrin karşısına taşıdıktan sonra Yakup, melek ile gün ağarıncaya kadar güreşir.

Melek, Yakup'u yenemeyeceğini anlayınca ona, 'Beni bırak, gün ağarıyor' der. Fakat Yakup, "Beni

kutsamadıkça seni bırakmam" der. Yakup mücadele eder ve nihayetinde Tanrı'nın meleğini yener.

O da Yakup'u Tanrı'yla mücadele eden ve yenen anlamına gelen İsrail adıyla kutsar. Böylece Tanrı

tarafından Yakup'un adı İsrail olarak değiştirilmi ş olur. Bu nedenle Yakup'un soyundan gelenlere

İsrailoğulları denir. Bu olaydan sonra Yakup, Mısır'a göçtüğünde sülalesi İsrailliler olarak anılır.

Yahudiler 19. yüzyılın ikinci yarısında devlet kurma çalışmalarına başladılar. Arz-ı

mev’ut (vad edilmiş topraklar) üzerine devlet kurma çalışmaları ilk önce İngiltere’de görülür.

1848’de İngiliz hükumeti bir genelgeyle Filistin’deki konsoloslarını, Yahudilerin himayesine verdi.

1870’te Yahudi faaliyetlerinin merkezi İngiltere’den Rusya’ya geçti. Siyonist hareketlerin başına

geçen Theodor Herzl, Filistin’de bir Yahudi devletinin kurulması için birçok çalışmalarda

bulundu. Herzl, İngiltere gibi güçlü bir devleti arkasına alarak, gayesine ulaşma çabasındaydı. Herzl

bu kapsamda II. Abdülhamit ile iki kere görüşmüş (İlki 17 Mayıs 1901 ikincisi 4 Temmuz 1902 de

olmak üzere) her ikisinde de bir netice alamamıştır. Siyonistler, devlet olabilmeleri için bir tarım

8

sınıfına ihtiyaçları olduğunu fark ettiler, bununla birlikte Avrupa Yahudilerinin neredeyse tamamı

ticaretle uğraşıyordu, Rusya'da ise tarımla uğraşan Yahudiler mevcuttu. Bu dönemde Rusya'da

Yahudilere karşı -özellikle çiftçi Yahudileri içeren- pogromlar ismiyle bilinen bir dizi katliam

yaşandı. Katliamlara maruz çiftçi Yahudilere, Siyonistler tarafından ülkeyi terk edip Filistin'e

yerleşmeleri teklifi yapıldı. 1870 yılından itibaren çiftçi Yahudiler Filistin toprakları üzerinde

tarımsal yerleşme merkezleri kurmaya başladılar. Bununla birlikte, Rusya'yı terk eden Yahudilerin

birçoğu Avrupa'ya göçtü. 1870-96 yılları arasında Eretz Israel'de on yedi tarım kolonisi kuruldu.

I. Dünya Savaşı sonunda 2 Kasım 1917’de İngiltere dışişleri bakanı Arthur Balfour'un

girişimiyle Balfour Deklarasyonu süreci başlatıldı. Milletler Cemiyeti 1920 yılında, Filistin

üzerinde İngiliz mandasını tanıdı. Bundan sonra kurulan bir Yahudi bürosu İngiltere nezdinde

Yahudi haklarını temsil etmeye başladı. Bundan sonraki yıllarda Siyonistler dünyanın çeşitli

yerlerine dağılmış bulunan Yahudi topluluklarını -devlet kurabilmek için etkili bir nüfus oluşturmak

gayesiyle- Filistin'e göçmeleri için ikna etme çabalarına girişti. Almanya’sının 1930'lardan

1940'ların ortalarına kadar Yahudilere soykırım uygulamaya başlamasıyla Filistin’e büyük bir

Yahudi göçü başladı. Filistin’deki Araplar bu göçe karşı koyduklarından İngiltere, Yahudi

göçlerinin durdurulmasına karar verdi. Bunun üzerine Sion’a bağlı Askeri Yahudi Teşkilatı Hagana,

Filistin’e göç konusunda İngiltere'nin aldığı bu kısıtlayıcı kararı protesto amacıyla silahlı terör

eylemlerine girişti. Filistin yönetimi Nazi liderliği görüşmeler yaptı ve Kudüs müftüsü Almanya'ya

birçok ziyarette bulundu.

Birleşmiş Milletler Paylaşım Planı (1947) İsrail'in genişlemesi (1940-2000)

Ancak Filistin’e de gizli Yahudi göçleri düzenlenmeye devam edildi. II. Dünya Harbi'nin müttefiklerin galibiyetiyle bitmesinden sonra, Filistin meselesi son safhasına ulaştı. İngiltere daha sonra Amerika’nın yardımını sağladıktan sonra, Filistin meselesini Milletlere

götürüp, meselenin çözülmesini istedi. BM, Kasım1947'de Filistin’in biri Yahudi öteki Arap olmak

üzere iki devlet arasında paylaşılmasına karar verdi. Yahudiler bu kararı kabul ederken Araplar

9

reddetti. Kudüs şehrine ise BM denetiminde milletlerarası bir bölge statüsü tanındı. Bu çözüm

Arapları tatmin etmedi. İsrail-Filistin Savaşı başladı. 14 Mayıs 1948'de BM paylaşım planı

uyarınca David Ben-Gurion tarafından İsrail Devleti’nin kuruluşu ilan edildi.

24 saat sonra, Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan ve Irak orduları saldırıya geçerek İsrail topraklarına

girdiler. 1949 yılının ilk aylarında BM nezdinde İsrail ile onunla savaşan Arap ülkelerinin her biri

(o dönemden beri İsrail’le müzakere masasına oturmayı reddeden Irak hariç) arasında doğrudan

müzakereler düzenlendi ve bunların sonucunda bir ateşkes anlaşması imzalandı. Anlaşma uyarınca

sahil şeridi, Celile ve tüm Necef İsrail’e, Yehuda ve Samiriye (Batı Şeria) Ürdün’e, Gazze Mısır

yönetimine ve Kudüs'ün ise Eski Şehir'in de dâhil olduğu doğu kısmı Ürdün’e, batısı da İsrail’e

bırakıldı. İsrail'in Filistinliler ile olan gerginliği ise sürmektedir.

Günümüzdeki durum

İsrail şu an itibariyle, Orta Doğu’da Doğu Akdeniz kıyısındadır. Batısında Akdeniz,

kuzeyinde Lübnan ve Suriye, doğusunda Ürdün, güneybatısında Sina Yarımadası ve Gazze vardır.

Ülkenin güney bölgesi, Necef Çölü'nden meydana gelir. Kuzeydoğu kesimi ise Şeria Hendeğine

açılır. Güneydoğuda dik yükseltiler vardır. Lut Gölü bu bölgededir. Akdeniz kıyı bölgesinin kuzey

bölümü Yafa’dan Karmel Dağına kadar uzanarak, Şaran Ovası adını alır. Karmel Dağı'nın

doğusunda Kişon Irmağı vadisi boyunca uzanan Esdradelon Ovası yer alır. Ova, Taberiye Gölü'ne

kadar uzanır. Ürdün Nehri buradan geçerek deniz yüzeyinden 394 m aşağıdaki Lut Gölüne dökülür.

Lut Gölü'nün sadece güneybatı sahili İsrail’indir. İsrail’in doğu bölgeleri dağlıktır. Buralar Şamiriye

ve Yahudiye tepelerinden Necef Dağı'na kadar uzanır. İsrail’in en yüksek noktası 1208 m’lik Nyron

Dağı, Taberiye Gölü'nün kuzeybatısındadır. Golan Tepeleri de kuzeydoğudadır. Şamiriye ve

Yahudiye tepeleri üzerinde Kudüs’ün bulunduğu yaylanın bir kısmı yer alır. İsrail Akdeniz

iklimi etkisi altındadır. Yazları kurak ve sıcak geçer. Yağmur ancak aralık, ocak ve şubat aylarında

yağar. Yıllık ortalama yağış miktarı 1000 mm civarındadır. Yıllık sıcaklık ortalaması yazın 24-

32 °C arasında, kışın ise 7 ile 16 °C arasındadır. Bu ortalama Necef Çölü'nde 38 °C’yi aşar.

10

Ülke topraklarının yarıdan fazlasını meydana getiren Necef Çölü, çorak volkanik engebelerle sınırlanmış, geniş bir bozkır ovasıdır. Batı kesiminde kuru yaylalar bulunur. Galilea ve Carmel’in yüksek tepeleri Halep çamları ve meşe ağaçları ile kaplıdır. En tipik bitki örtüsü Akdeniz makileridir. Akdeniz kıyı bölgesi verimli ve yeşilliktir. İsrail’de hızlı bir ağaçlandırma çalışmaları yapılmaktadır. Yabani hayvanlarının soyu gittikçe azalmıştır. Çok çeşitli kuş türleri vardır. İsrail’in en verimli ve değerli maden yatakları, Lut Gölü bölgesinde bulunan potasyum, sodyum, magnezyum ve tuz kaynaklarıdır. Bakır, kaya fosfatları, manganez, cam toprağı, kaolin, demir cevheri, petrol ve tabii gaz Necef’te bulunur. İsrail yaklaşık 32 yıldır koalisyon ile yönetilmektedir İsrail Devleti'nin bayrağı Musevi dua şalı tallitin deseninden esinlenilmiştir ve rengi Davud'un Kalkanı'nın (Magen David) rengi olduğuna inanılan mavidir. İsrail Devleti'nin resmi amblemi Yedi Kollu Şamdan'dır (Menora), bu şamdanın şeklini eski çağlardan beri var olduğu bilinen moriah isimli yedi dallı bitkiden aldığı söylenir. İki yanındaki zeytin dalları İsrail'in barış arayışlarını simgeler. Menora'nın kökeni ve anlamı ile ilgili birçok iddia ortaya atılmıştır.

ASKERİ GÜCÜ İsrail, sadece Umman ve Suudi Arabistan’ın gerisinde olmak üzere GSYİH'sine oranla en yüksek savunma bütçesine sahip ülkedir. İsrail Savunma Kuvvetleri, İsrail özel kuvvetlerinin tek askeri kanadıdır ve Genelkurmay Başkanı kabinenin alt-yönetimi ile "Ramatkai"nin başıdır. İSK, kara, hava ve deniz kuvvetlerinden oluşur. 1948 Arap-İsrail Savaşında ülkenin kurulmasından önce -Haganah önderliğinde- paramiliter grupların birleştirilmesi ile kuruldu. İSK ayrıca Mossad ve Shabak ile çalışan Askeri Haber alma Yönetiminin (Aman) kaynaklarından yararlanır. Kısa tarihinde, birçok büyük savaş ve sınır çatışmaları olan İsrail Silahlı Kuvvetleri dünyanın en deneyimli ordusu olmuştur.

Çoğu İsrailli orduya 18 yaşında katılır. Erkekler 3 yıl ve kadınlar 2 ila 3 yıl hizmet eder.

Zorunlu hizmetten sonra, İsrail erkekleri yedek kuvvetlere katılır ve genellikle kırklı yaşlarına dek

senede bir kaç hafta görev yaparlar. Çoğu kadın ise yedek görevden muaftır. İsrail’in Arap

vatandaşları (Dürziler dışında) ve tam zamanlı dini eğitim alanlar da askeri hizmetten muaftırlar;

Yeshiva öğrencilerinin bu muafiyeti yıllarca tartışma konusu olmasına rağmen çeşitli nedenlerle

askeri hizmetten muaf olmak isteyenler için hastane, okul ve sosyal yardımlaşma hizmetlerini

içeren Sherut Leumi veya ulusal servis bir alternatif oluşturur. Zorunlu askerlik programının bir

sonucu olarak, İSK yaklaşık 176.500 aktif asker ve ek olarak 445.000 yedek ile hizmet verir.

Ulusal ordu, ağırlıklı olarak ülke içinde dizayn edilip üretildiği kadar ithal de edilen

yüksek teknolojili silahlara dayanır. 1967'den beri özellikle Birleşik Devletler kayda değer miktarda

askeri yardım yapmıştır; 2013-2018 yılları arasında yıllık 3,15 milyar Dolarlık yardım yapması

beklenmektedir. Arrow (Ok) füzeleri dünyanın az sayıdaki operasyonel anti-balistik füze

sistemlerinden biridir. İsrail'in Iron Dome (Demir Çatı) anti-füze hava savunma sistemi, Gazze

Şeridindeki Filistinli militerlerin ateşlediği binlerce Kassam, 122 mm Grad ve Fajr-5 ile ağır roket saldırıları karşısında dünya çapında takdir topladı. Merkava tankları 1979'dan beri hizmettedir.

Mk 4 Merkava aktif koruma sistemi ile donatılmıştır.

11

Yom Kippur Savaşından itibaren İsrail, Casus uydu iletişim ağı geliştirdi. Ofeq

programının sonucunda İsrail bu tür uyduları yerleştirebilen dünyanın yedi ülkesinden biri

oldu. Kuruluşundan beri İsrail GSYİH'nin önemli miktarını savunmaya harcadı. Örnek olarak

1984'de bu miktar GSYİH'nin %24'ydü. 2006'da ise %7,3'e düştü. İsrail'in geniş ölçüde kimyasal ve

biyolojik kitle imha silahlarına sahip olduğuna inanıldığı gibi nükleer silahlara sahip olduğuna da

inanılır. İsrail, Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması'nı imzalamamıştır ve

nükleer silah kapasitesi hakkında kasıtlı belirsizlik politikasını sürdürmektedir İsrail Irak'ın Scud

füzeleri ile saldırıya uğradığı 1991'deki Körfez savaşı sonrası, Merkhav Mugan olarak

isimlendirilen kimyasal ve biyolojik maddeleri geçirmeyen takviye güvenlik odalarını İsrail’deki

tüm evler için zorunlu kılmıştır. İsrail sürekli olarak çok düşük not aldığı Küresel Barış

Endeksi sıralamasında, 2011 verilerine göre 153 ülke içinde 145inci sıradadır. İsrail dünyanın en

büyük silah ihracatçılarından biridir, 2007'de 4. en büyük silah ihracatçısı olmuştur. NOT: İsrailin

ihraç etti ği silahların büyük ço ğunlu ğu güvenlik nedenleri ile rapor edilmez.

İsrail ekonomisi, yüksek teknolojik araç gereç üretimi, tarım, sanayi, elmas işlemeciliği

ve turizme dayalıdır. Kibbutz adı verilen kommünal tarım çiftlikleri gıda üretiminin tamamına

yakınını gerçekleştirerek ülkenin gıda da kendi kendine yetmesini sağlar. Teknoloji alanında İsrail

ekonomisi dünyanın en hızlı gelişen ülkesidir. Intel, IBM, Motorola, Google gibi firmaların İsrail'de

Ar-Ge merkezleri bulunur, bunun nedeni silikon üretimi için ülkenin elverişli olması ve en önemlisi

kişi başına düşen bilgi teknolojilerinde çalışan sayısının çok yüksek olmasıdır. NASDAQ

endeksinde İsrail Firmaları en çok işlem görenler sıralamasında ABD ve Kanada'dan sonra üçüncü

sırada gelir. İsrail çeşitli güvenlik sorunlarına rağmen sürekli kaliteli insan gücü yetiştirmeye önem

vererek ekonomisinin büyümesini sağlamıştır.

İsrail tarımının temel birimini kibbutzlar teşkil eder. Kibbutz, bir kolektif üretim

teşkilatıdır. Necef Çölü uzun çalışmalardan sonra ekilebilir duruma getirilmiş ve tarımsal üretim

artmıştır. Kibbutz, kolektif çiftlikleri biçiminde teşkilatlanmış olmasına rağmen kooperatif şeklinde

birimler de vardır. Bu birimlere moşavim denir. Tarım bu teşkilatlar tarafından yapılır. İsrail toplam

işgücünün % 6,5’u tarım sektöründe çalışmaktadır. İsrail’de sulama şebekesi çok gelişmiştir.

400.000 hektardan büyük bir alan sulanabilmektedir. Ana tarım bölgesi Eşdraelon’dur. Sahil ovaları

da vadiler kadar verimlidir. Tarım ürünleri; tahıllar, turunçgiller, şekerpancarı, üzüm ve vişnedir.

İsrail’de sanayi hızla gelişmektedir. Yükseliş 1958-1965 yılları arasında gerçekleşmiştir.

Bu dönemde ülke sanayisi % 142 oranında artış göstermiştir. Potasyum ve bakır başlıcalarıdır.

Toplam işgücünün % 33,4’ü sanayi alanında çalışmaktadır. Sanayi bölgeleri Tel Aviv ve Hayfa’da

toplanmıştır. Başlıca sanayi; ilaç, optik, elektrik malzemesi, elmas işletmeciliği, silah sanayisidir.

İsrail'de inanç turizmi yaygındır. Her yıl İsrail pek çok Müslüman, Hristiyan ve Yahudi tarafından ziyaret edilir. Ülkede Mescid-i Aksa, Ağlama Duvarı gibi dini yapıların bulunması inanç turizmini geliştirir. İsrail'de sadece inanç turizmi yoktur. Ülkede arkeolojik yapıların korunması ve sergilenmesi turist sayısını artırır. Ülkenin ılıman iklimi ve plajları turizm için elverişlidir. İsrail'de İbranice ve Arapça olmak üzere iki resmî dil vardır. İbranice devlette en çok konuşulan ve kullanılan dildir Arapça ise İsrail'de sadece Arap azınlıklar tarafından kullanılır. İsrail'de İngilizce resmî dil değildir fakat tabelalarda İngilizce yer alır. Aynı zamanda okullarda İngilizce eğitimi verilir. Ne gariptir ki, İsrail devletinin resmi dini yoktur ancak devletin tanımında "Yahudi ve demokratik" yer alır. Bu durum Yahudilik inancı ile güçlü bir bağlantı oluşturur, aynı zamanda

12

devlet hukuku ile dini hukuk arasında bir çatışma yaratır. Siyasi partiler, büyük ölçüde İngiliz Mandası döneminde var olduğu gibi din ve devlet arasındaki dengeyi korur. İsrail topraklarında Musevi inancı hâkimdir. İsrail'de Yahudiler en büyük nüfusu oluştururlar. Yahudilerin kendi aralarında mezhepsel farklılıkları olabilir. Bazı İsrailliler dinlerine çok bağlıyken bazıları biraz daha modern olabiliyorlar. İsrail'de yapılan bir sosyal ankette "İnancınızı nasıl tanımlarsınız?" sorusu yöneltilen Yahudilerin %55'i geleneksel, %20'si laik, %17'si Siyonist, %8'i Haredi Yahudisi olarak tanımlarken %5'İ kendilerini Ortodoks-radikal Yahudi olarak tanımlar.

Maalesef işgaller ve haksız ilhaklar neticesinde Müslümanlar İsrail'in en büyük dini

azınlığını oluşturmaktadır. Nüfusun %2'si ise Hristiyan'dır Bu Hristiyan nüfusun çoğunluğu yurt

dışından gelen göçmenlerdir İsrail'de Budizm ve Hinduizm inancına mensup insanlarda

vardır Fakat bu inanca mensup insanlar yasa dışı göçle ülkeye geldikleri için İsrail'deki Budist ve

Hindu nüfus tam olarak bilinmemektedir Kudüs, Müslümanlar ve Hristiyanlar için büyük önem

taşır. Batı Duvarı, Tapınak Dağı, Mescid-i Aksa ve Kutsal Mezar Kilisesi Müslüman ve Hristiyanlar

için önemlidir.

İsrail'de eğitim hayatı 15 yıldır. Birleşmiş Milletlere göre halkın %97'si okuryazardır 1953'ten beri okullar devlet tarafından 5'e ayrılmıştır. Bunlar; normal okullar, dini okullar, Ortodoks okullar, kamu okulları ve Arap okulları. İsrail halkının büyük çoğunluğu normal okullarda eğitim görmektedir. İsrail'de yaşayan Araplar ise Arap okullarına giderler bundaki en büyük etken sadece İslam dini ve Arapça eğitiminin Arap okullarında verilmesidir. İsrail'de öğrenciler 3 yaşında okula başlar ve 18 yaşında öğrenim hayatını bitirirler. Üniversitelere ise sınavla girilir. Times, Higher Education Jerusalem ve Tel Aviv Üniversitesi dünyanın en iyi 100 üniversitesi listesine eklenmiştir.

KUDÜS NEDEN PAYLAŞILAMIYOR? Kudüs’ün paylaşılamamasının temelinde, yerleşim bölgelerinin yani Müslüman, Hristiyan ve Musevi mahalleleri ile kutsal mekânların birbirlerinden net çizgilerle ayrılamıyor olması yatıyor. Ayrıca bir dinin kutsal mekânları, diğer iki din için de kutsal sayılıyor. Mescid-i Aksa Camii, Müslümanların olduğu kadar Museviler için de kutsal bir mekânda bulunuyor. Hıristiyanlar için kutsal olan Kutsal Mezar Kilisesi, iki camiinin ortasında yer alıyor. Ağlama Duvarı, Hz. Peygamber’in Mirac gecesinde Burak adlı atını bıraktığı yer olarak biliniyor. Bugün şehirdeki dört mahalleli bölünme (Müslüman, Hıristiyan, Ermeni ve Yahudi mahalleleri) temelde bu kutsal mekânların etrafında örgütleniyor. Ağlama Duvarı’nın Mescid-i Aksa’nın batı duvarında olması ve Kamame Kilisesi’ne giden Hıristiyan Haç Rotası (Via Dolorosa)’nın yine Mescid-i Aksa’nın kuzey sınırından geçmesi, mahallelerin neden iç içe olduklarını ve paylaşım meselesinin Mescid-i Aksa’yı üzerinde taşıyan Harem-i Şerif (Mabed Tepesi)’te kilitlendiğini daha iyi anlatıyor. Bu nedenle Yahudiler Harem-i Şerif’ten bahsederken Kudüs’ün Kalbinin Kalbi anlamına gelen “Lev libo sel Yeruşalim” diyorlar.

Hadisi şerifte zikredilen 3 mescidin bulunduğu şehirlerin içinde mescitleri de içine alan HAREM BÖLGESİ vardır, bu bölgeler mukaddestir. Hatta Mekke-I Mükerreme ve Medine-I Münevvere de bu bölgeler hudut olarak belirlenmiş öğleki Ayrı bir belediyelik statüsünde Belediye başkanları ve bütçeleri vardır. İlk Kıblemiz Kudüs’te surlar ve kapılarla çevrili Harem alanında 4 tane mescit bulunmaktadır;

1.)Mescidi Aksa 2.) Kubbetüssahra (Hz.Ömer Mescidide denir lakin 2.Hz.Ömer Mescidi Hz. Ömer efendimizin namaz kıldığı farklı bir yer de vardır) 3.) Burak Mescidi ve 4.) Mervan Mescidi

13

GEZİDE 1.GÜN - 03.02.2016 PERŞEMBE HALİL KENTİ

Rehberimiz Mustafa Kurtuluş Bey (Sefir Tur) Perşembe akşamından bize sabahleyin oteldeki oda telefonlarımızın saat 04.00’da çaldırılacağını ve 04.15’te de otelin lobisinde toplanmamız gerektiğini söylüyordu. Firesiz bir şekilde rehberimizin istediği saatte kaldığımız otelin (National Hotel, Jerusalem, Israel) lobisinde toplandık. Otelimiz Kudüs’ün en işlek alışveriş bölgelerinden birinde yer alıyor ve Kudüs’ün Eski Şehrine açılan Herod Kapısına arabayla beş dakikalık mesafede bulunuyordu. Otel İsa’nın mezarı olduğuna inanılan Bahçe Türbesi’ne yürüyerek beş dakikalık bir mesafe idi. Tel Aviv Ben Gurion Havaalanından otelimize bizi götürecek olan otobüs ile 40 dk da ulaşmıştık. Evet, saatlerimiz 04.15’i gösteriyordu ve biz kahvaltıdan önce (Akdeniz Mutfağının zenginliğinde sunuluyordu burada kahvaltılarımız ve yemeklerimiz.) Mescid-i Aksa’ya gidip sabah namazlarımızı eda etmenin mutluluğu ile Mescid-i Aksa’yı ilk defa görmenin heyecanını bir arada yaşayacaktık. Avrupa’dan ve Almanya’dan Stuttgart Din Hizmetleri Ataşeliği nezdinde yapılan bu Kudüs ziyareti ile “ İlk Ziyaret Edenler” hitabına muhatap olmamız bizi ayrıca “Manevi Atmosfere” motive ederken, gezinin başlangıcındaki gerginliğimizden de hiçbir eser bırakmamıştı. Adımlarımız Mescid-i Aksa’ya doğru ilerlerken “Eski Şehir” adeta tüm sıcaklığı ile bizi kendine doğru çekiyor ve “Tevhid İnancının sevdalıları, Yedi Kıtaya Adaleti ve Hoşgörüsü ile nam salmış ecdad torunları ve hala atının nal seslerinin hissedildiği Selahaddin Eyyübi’nin yarenleri; Hoş geldiniz!” diye kulağımıza fısıldıyordu. Üç İbrahimi Dinin dar sokaklarından Mescid-i Aksa’ya doğru ilerlerken rehberimiz bize geldiğimiz bir yol ayrımının Hıristiyanların Hac yolculuğunun yapıldığı mekânlar olarak anlatıyordu.

Mescid-i Aksaya doğru rehberimizle beraber ilerlerken adeta ikinci rehberimiz de müezzinin o Medine edası ile okuduğu “Ezan Sesi” idi. Ve ayaklarımız Harem-i Şerifte idi artık! Aman Allah’ım! Kubbetüs Sahra idi ilk selamımızı alan. Yol arkadaşım (Mustafa Özbay Hocam):

- Bu bir rüya olmalı Ali Hocam, yoksa bir hayal mi? Beni omuzlarımdan kavra, şöyle bir titret te beni, kendime geleyim diyordu… Kıyamazdım hocama ve son veremezdim rüyasına… Kubbetüs Sahranın hemen önündeki Kubbetüs Silsile’den birkaç adım daha ilerledikten sonra sola dönüyor Kubbetüs Sahra’yı arkamıza alıyorduk ve artık tüm mütevazılığı ile Mescid-i Aksa tam karşımızda idi. Adımlarımız, kalbimiz ve tüm benliğimiz Mescid-i Aksay’a doğru akıyor, Mescid-i Aksa’da bize… Bu Kâbe’deki ve Mescid’i Nebevideki kıldığımız namazlarımızdan sonra yeryüzünde kılmış olduğumuz en değerli namazlarımızdandı şüphesiz. Rehberimiz namazdan sonra Mescid-i Aksa’nın içinde bulunan ve üzerinde üç dilde (Arapça, Türkçe, İngilizce) bir Hadis-i Şerifin bulunduğu kürsü önünde Mescid-i Aksa hakkında bir ön bilgilendirmede bulunmuştu.

MESCİD-İ AKSA Mescid-i Aksa; Müslümanlarca kutsal kabul edilen mekânlardan üçüncüsü ve ilk

kıblesidir. Kudüs'ün doğusundaki Eski Şehir bölgesinde Mescid-i Aksa'nın adlandırması, surlarla

14

çevrili eski şehrin güney doğu köşesinin en uzak noktasına kadar uzanan, surla çevrili bölge

içerisindeki alanın tamamı için kullanılır. Bu alanın yüzölçümü yaklaşık 144 dönüm olup, Kubbet-

üs-Sahra, Kıble Mescidi ve sayısı iki yüze ulaşan birçok esere sahiplik eder. "Morya Tepesi" adı

verilen küçük bir tepe üzerine inşa edilmiş olup, Kubbet-üs-Sahra'nın üzerine kurulduğu kaya bu

tepenin en yüksek noktası olarak kabul edilir.

Mescid-i Aksa’da ön bilgi aldığımız mekân

Mescid-i Aksa Kur'ân-ı Kerîm'de şu şekilde geçer: "Kulunu (Muhammed'i) bir gece

Mescid-i Haram'dan (Mekke'den), kendisine bir kısım ayetlerimizi göstermek için, çevresini

mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya (Kudüs'e) götüren Allah'ın şânı ne yücedir. Doğrusu O, işitir

ve görür." Peygamberimiz Hz Muhammed (sav) ise Mescid-i Aksa hakkında şöyle demiştir:

"Yolculuk ancak şu üç Mescid'den birine olur: Benim şu mescidime (Mescid-i Nebevî), Mescid-i

Haram'a ve Mescid-i Aksa'ya." Bu hadis etrafında Mescid-i Aksa, Mescid-i Nebevî ve Kâbe ile

birlikte üç harem bölgesinden biri olarak kabul edildiği için "Harem-i Şerîf" adını da alır.

Mescid-i Aksa'yı Yahudiler de kutsal kabul etmekte ve bu bölgeye Süleyman'ın inşa

ettiği tapınağa nispetle Tapınak Tepesi adını vermektedirler. Burayı Tapınak bölgesi olarak

gördükleri için, birçok radikal Yahudi grup aynı bölgede yeniden Süleyman Tapınağını inşa etmek

üzere kurumsal çabalar içerisine girmiştir. Bu çabaların bir parçası olarak İsrail Devleti, Mescid-i

Aksa''nın altında, tapınağın kalıntılarını bulmayı amaçlayan arkeolojik kazılara girişmiştir. Mescid-i

Aksa'ya farklı birçok isim verilmiştir. Bunlardan en önemli üç tanesi şöyle sıralanabilir:

1. el-Mescidu'l-Aksâ: "el-Aksâ" kelimesi "en uzak" anlamına gelir. Mescid-i Haram'dan

uzaklığına nispetle ve Mekke'ye en uzak mescit olması itibariyle bu adı almıştır. Bu

isimlendirme, Kur'an-ı Kerîm'deki İsrâ Sûresinin 1. ayetinde de aynı şekilde geçer.

2. el-Beytu'l-Mukaddes: "Mukaddes" kelimesi, "bereketli kılınmış, temiz ve kutsal"

anlamlarına gelir. İslam dünyasından birçok bilgin ve şair bu kelimeyi sıkça kullanmıştır.

3. Beytu'l-Makdis: "el-Mescidu'l-Aksâ" adlandırmasından önce, yaygın olarak bu ifade

kullanılmaktaydı. Hadislerin birçoğunda da Beytu'l-Mukaddes ibaresi geçmektedir. Örnek

olarak, İsra ve Mirac hadisesini anlatırken Peygamber Muhammed şu ifadeleri kullanır:

"Sonra Ben ve Cebrâil beytu'l-makdis'e girdik ve her birimiz orada iki rekât namaz kıldık."

15

İlk İnşa Edilişi: Mescid-i Aksa'nın ilk defa ne zaman inşa edildiği tam olarak

bilinmemektedir. Bununla birlikte Peygamberimiz Hz Muhammed'den (sav) nakledilen hadislerde

bu mescidin, Kâbe inşa edildikten kırk sene sonra inşa edildiği ifade edilir. Ebû Zerr el-Gifârî,

Peygamberimizden şöyle nakleder: ”Yâ Resûlallah! Yeryüzüyünde ilk inşa edilen mescid

hangisidir?” diye sordum. Dedi ki: Mescid-i Haram. ”Sonra hangisidir?” diye sorunca, ”Mescid-i

Aksa” cevabını verdi. Dedim ki: Aralarında ne kadar süre var? Dedi ki: Kırk sene.” Tarihçiler

Mescid-i Aksa'yı ilk defa inşa edenin kim olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bazıları bunun

melekler olduğunu söylerken, diğer bazıları Âdem, oğulları Şît ve Nuh, İbrahim gibi isimleri tercih

etmiştir. Aynı ihtilaf Kâbe'nin inşası için de geçerlidir. İbn Abbas'tan, İbn Hacer el-

Askalânî'nin Fethu'l-Bârî kitabındaki bir rivayet hem Kâbe hem de Mescid-i Aksâ'yı ilk inşa edenin

Hz. Âdem olduğunu gösterir. Mescid-i Aksa araştırmacılarından Abdullah Marûf, Âdem’in sadece

142 ve 144 dönüm arasında değişen bölgenin sınırlarını çizme anlamında ilk bânî olduğunu belirtir.

Yebûsîler ve İsrailoğulları Dönemi:

M.Ö. 3000'li yıllarda Filistin'e hâkim olan Yebûsîler'in inşa ettiği Güney Duvarı.

Hz. Âdem döneminden sonra, Mescid-i Aksa'yla ilgili tarihi bilgiler giderek silikleşir.

Tarihi verilere göre Kudüs şehrine gelerek yerleşen ilk topluluk Yebûsîler'dir (M.Ö. 3000-1550).

Yebûsîler Kudüs şehrini inşa etmiş ve bu şehre ”Yebûs” adını vermişlerdir. Bazı araştırmacılara

göre Yebûsîlerin eserlerinin kalıntıları Mescid-i Aksa'yı çevreleyen surlarda hala bulunmaktadır. Hz

İbrahim'in Kudüs'e hicreti Yebûsîler'in hâkimiyeti döneminde gerçekleşmiştir. Burada İbrahim,

Mescidi inşa etmiş ve orada namaz kılmıştır. Onu takiben oğlu İshak ve torunu Yakup da buraya

yerleşmiştir. Daha sonra Kudüs şehri ve Mescid-i Aksa Firavunların yönetimine geçmiştir (M.Ö.

1550-1000). Firavunlar dönemi ertesinde bu bölgeyi el-Amâlika olarak da adlandırılıan Âd ve Semûd kavimleri ele geçirmiştir.

M.Ö. 995 senesinde ise Davud ve İsrailoğulları Kudüs'ü fethetmiştir. Davud şehri

genişletmiş ve Mescid-i Aksa'yı imar etmiştir. Davud'dan sonra şehrin yönetimi oğlu Süleyman'a

geçmiş ve Süleyman mescidi ikinci defa yenilemiştir. Rivayete göre, bu konuyla ilgili olarak Hz

Muhammed (sav) şöyle demiştir: "Davud'un oğlu Süleyman -selam onların üzerine olsun- Beytu'l-

Makdis'i inşa etmeyi bitirince, Allah'tan üç dilekte bulunmuştur. Allah'ın hükmüne uygun düşecek

şekilde hüküm vermek, kendisinden sonra kimseye nasip olmayacak mülk ve saltanat, Mescid-i

Aksa'ya sırf namaz kılmak niyetiyle gelenlerin analarından doğdukları gündeki gibi günahsız hale

gelmeleri. Allah Süleyman'a bunlardan ilk ikisini vermiştir, üçüncü niyazın da kabul edilmiş

16

olmasını ümit ediyorum." Yahudilerin Süleyman'a nispet ederek Tapınak adını verdikleri yer, bu

dönemde inşa edilen yapıdır. Tapınak, Musevi inancının merkezinde bulunan Shiloh, Nov,

ve Givon'da bulunanlarla beraber Hz. Musa'nın buluşma çadırı (taşınabilir Musevi tapınağı) ile yer

değiştirmiştir. Hz. Süleyman'ın vefatıyla, İsrailoğulları'nın 80 yıl süren hâkimiyetleri sona ermiştir.

Tapınaklar Dönemi: Hz. Süleyman'ın vefatından sonra, İsrailoğulları Devleti güneyde "İsrail Krallığı", kuzeyde ise Kudüs'ü de içeren "Yehuda Krallığı" olmak üzere iki kısma ayrılmış ve Babillilerin M.Ö. 586 senesinde saldırarak tapınağı yakmalarına kadar devam etmiştir. Babilliler bu saldırı ertesinde Yahudileri Kudüs'ten çıkararak Babil'e sürmüşlerdir. Bu hadise, Yahudi tarihinde Babil Sürgünü olarak anılır. Daha sonra Farslar ve Babilliler arasında çıkan bir savaşta Farslar Babillileri yenilgiye uğratınca, Ezra Kitabı'nda geçtiğine göre Fars Kralı Büyük Cyrus M.Ö. 538 senesinde Yahudilerin Kudüs'e dönmelerine ve Tapınağın yeniden inşasına izin vermiştir. Böylece Yahudiler Kudüs'e geri dönerek ikinci tapınağın inşasına başlamışlar ve M.Ö. 515 senesinde, I. Darius döneminde İkinci Tapınağı tamamlamışlardır. Yaklaşık 500 yıl sonra İkinci Tapınak, M.Ö. 20 yılında Kral Herod tarafından yeniden tamir ettirilmiş ve daha sonra Herod Tapınağı olarak anılagelmiştir. Bu tapınak Romalılar tarafından M.S. 70 yılında tahrip edilmiştir.

Her ne kadar Tapınak uzun süre önce tahrip edilmiş olsa da, Batı duvarı hala ayaktadır ve

uzun yıllardan beri tapınak yapısının ayakta kalan tek duvarı olduğuna inanılır. Musevi Eskatologya'sı Mesih'in gelmesinden önce buraya Tapınağı’n inşa edilmesini planlamaktadır ve bu

yüzden Ortodoks ve Muhafazakâr Musevilik taraftarları bir gün Üçüncü Tapınağın inşa edileceğini

ummakta, bunun için çaba göstermektedir. 30 Ağustos 2007 tarihinde, boru hattı döşenmesi

sırasında İkinci Tapınağın kalıntılarının ortaya çıktığı iddia edilmiştir. Ardından kısa bir süre sonra

Ekim 2007'de arkeologlar tarafından Birinci Tapınağın kalıntılarına da ulaşıldığı öne sürülmüştür.

Bununla birlikte söz konusu kalıntıların kadim tapınakla ilişkisi canlı tartışmaların konusudur.

Ayrıca Müslümanlar Aksa altındaki kazıların ve açılan tünellerin Mescid-i Aksa'yı tehdit ederek yıkılmasına neden olacağını söyleyerek bu kazılara karşı çıkmaktadırlar. Aksa çevresindeki bu çalışmalar Uluslararası organizasyonlar tarafından, Dünya Mirası içerisinde yer alan Mescid-i Aksa'ya tehdit olarak görüldüğü halde, kazılar günümüzde de devam etmektedir.

Roma ve Bizans Dönemi: Yunanlar Filistin topraklarını işgal etmiş ve M.Ö. 332 civarında Büyük İskender'e, sonra onu takip eden Ptolemaios Hanedanı'na, sonra Selevkos İmparatorluğu'na tâbi olmuşlardır. Roma İmparatorluğu hükümranlığına kadar bu durum böyle devam etmiştir. Roma İmparatorluğunun Kudüs'ü yönetmesi için atadığı ve en çok öne çıkan ilk yöneticilerden biri Hirodes'tir (M.Ö. 37). Hirodes Beytu'l-makdis'i yenilemiş (M.Ö. 20) ve el-Halil Kapısı'na büyük bir kale inşa etmiştir (Yahudiler bu kapıya bugün Davud Kapısı adını vermektedir). İslam kaynakları Meryem oğlu İsa'nın, Zekeriya'nın ve onun oğlu Yahya'nın, Kudüs'ün Hirodes yönetiminde olduğu bu dönemde yaşadığını belirtirler.

İsa'dan sonra yaklaşık M. 300 senesinde Roma İmparatorluğu Batı Roma ve Bizans Doğu Roma İmparatorluğu olmak üzere ikiye ayrılmış, bu tarihten sonra Bizans İmparatorluğu Kudüs'ün hâkimiyetini elinde bulundurmuştur. Böylece Kudüs bir Hıristiyan şehri haline gelmiştir. Hıristiyanların bu dönemde inşa ettiği en önemli yapılardan biri Kudüs'teki Kıyamet Kilisesi'dir. Mescid-i Aksa bu dönemde metruk bir hale gelerek, inşa edilmeden önceki harap konumuna dönmüştür. 614 senesinde Farslar, Yahudilerin yardımıyla, Bizans güçlerine karşı uzun süren bir savaş neticesinde Kudüs'ü ele geçirmişlerdir. Bu savaş, Hz Muhammed'in (sav) Mekke'de İslam’ı tebliğle görevlendirildiği döneme denk gelir. Kur'ân-ı Kerîm söz konusu mücadeleden, Rûm suresinde şöyle bahseder: "Rumlar (Bizanslılar, Arapların bulunduğu bölgeye) en yakın bir yerde yenilgiye uğradılar. Onlar, bu yenilgilerinden sonra birkaç yıl içinde galip geleceklerdir. Eninde sonunda emir Allah'ındır. O gün müminler de Allah'ın yardımıyla sevineceklerdir. Allah

17

dilediğine yardım eder. O, mutlak güç sahibidir, çok esirgeyicidir." Bu savaştan sonra, M. 624 senesinde Bizanslılar yeniden Kudüs'ü ele geçirdiler. Böylece kuran geleceği de bizi bi,ldirmiştir.

Peygamberimiz Hz Muhammed (sav) Dönemi: Mescid-i Aksa Hz Muhammed (sav) döneminde, Müslümanlar için önemli bir özellik kazanmıştır. Çünkü Hicretin birinci yılında (M. 622), Medine'de Müslümanlar yaklaşık 16 ay boyunca Mescid-i Aksa'ya yönelerek namaz kılmış ve burayı kıble olarak kabul etmişlerdir. Berâ b. Âzib, bu olayı Efendimizden (sav) şöyle rivayet etmiştir: "Peygamber Medine'ye geldiğinde on ya da on yedi ay boyunca Beytu'l-Makdis'e doğru namaz kıldı. Bununla birlikte O, Kâbe'ye yönelmeyi arzu ediyordu. Bunun neticesinde şu ayet nazil oldu: "(Ey Muhammed!) Biz senin yüzünü göğe doğru çevirip durduğunu görüyoruz. Artık müsterih ol, işte şimdi seni hoşnut olacağın bir kıbleye döndürüyoruz. (Bundan böyle namazda) yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Siz de (ey müminler!) nerede bulunursanız (namazda) yüzünüzü oraya doğru çevirin. Kendilerine kitap verilmiş olanlar da pekiyi bilirler ki o Rab'lerinden gelen haktır ve Allah onların yaptıklarından gafil değildir. (Bakara (3), 144)"

Burak Duvarı. Peygamberimiz Mirac yolculuğu sırasında, Burak bineğini bu duvara bağlamıştır.

Mescid-i Aksa Hz Muhammed'in (sav) İsra ve Mirac hadisesi sırasında gerçekleştirdiği

yolculuğun yeryüzündeki gece yolculuğu olarak bilinen İsrâ kısmında yöneldiği yerdir. Bu

yolculuk, O'nun peygamberliğinin 3. senesinde, Recep ayının 27. gecesi

gerçekleşmiştir. Müslümanlar Peygamber'in melek Cebrail eşliğinde, Burak adlı bineğe

binerek Mescid-i Haram'dan yola çıktığını ve Mescid-i Aksa'ya ulaştığını, Burak'ı yukardaki duvara

bağlayarak tüm Peygamberlere imamlık yaptığını ve daha sonra da farklı katlarında Adem,

Yahya, İsa, Yusuf, İdris, Harun, Musa ve İbrahim peygamberlerle buluşacak şekilde göğü kat

ederek miraca çıktığını kabul ederler.

Kudüs'ün Müslümanlarca Fethi: Halife Ebubekir, Hz Muhammed’den sonra Müslümanların liderliğine geçince Usame b. Zeyd komutasındaki bir orduyu Şam beldesinin fethi ve İslam'ın bu bölgede tebliğ edilmesi için görevlendirdi. Vefatından önce Hz Peygamber, Usame'nin ordusunu teçhiz etmişti. Ebubekir'den sonra hilafete geçen Ömer, bu kez Halid b. Velid'i Şam bölgesinin fethi için görevlendirdiği ordunun komutanlığına getirdi. Bu ordu dâhilinde, Ebu Ubeyde b. Cerrah Kudüs şehrine kadar ulaştı. Şehri kuşatmasına rağmen, surlar nedeniyle fethi tamamlayamadı. Çünkü Kudüs ahalisi surları içeriden destekleyerek güçlendirmişti. Hal böyle olunca Ebu Ubeyde, şehir ahalisi bitkin düşünceye dek Kudüs'ü kuşatma altında tuttu. Kuşatmanın getirdiği sıkıntılarla baş etmekte zorlanan şehir ahalisi Ebu Ubeyde'ye bir elçi göndererek barış istedi ve Müslümanların halifesi Ömer'in kendisinin gelerek şehrin anahtarını teslim alması şartıyla şehri kan dökülmeksizin teslim etmek istediklerini bildirdi . Bu durumda halife Ömer, Hicretin 15. senesinde (M. 636) Medine'den çıkarak Kudüs'e ulaştı ve şehir ahalisini koruma sözü vererek,

18

"Ömer Ahitnamesi" adı verilen bir ferman yazdı. Bu sırada Patrik Safranius ona eşlik etmekteydi. Patrik eşliğinde Kıyamet Kilisesi'ne gelen Ömer, buradan Mescid-i Aksa'ya geçti. Mescid-i Aksa'ya girdiğinde şöyle dedi: "Allahu Ekber! Bu, Allah Resulü'nün bize tarif ettiği mescittir." Bu sırada Mescid-i Aksa metruk bir tepe halindeydi ve merkezinde büyükçe bir kaya bulunmaktaydı. Halife Ömer, daha sonra üzerine Kıble Mescidi'nin kurulacağı alana, Aksa Hareminin güney bölgesine bir mescit inşa edilmesini emretti. Ömer döneminde bu mescit yaklaşık 1000 kişiyi alabilecek ahşap bir yapıdan ibaretti. Bu yapı Emevî halifesi Muaviye b. Ebi Süfyân dönemine kadar korundu.

Emevîler Dönemi: Hicretin 41. senesinde (M. 661) Emevî Devleti kurulduktan sonra, Emevîler, Ömer'in Mescid-i Aksa içerisinde inşa ettirdiği Kıble Mescidi'ni yenilemeye giriştiler. Bu sırada yapı malzemesi olarak ahşap yerine taş kullandılar ve yeni mescidi 3000 kişiyi alacak şekilde genişlettiler. Mucîruddîn, Mukaddesî ve Suyutî gibi bazı Müslüman tarihçiler, Mescid-i Aksa'daki en büyük yenileme hareketinin M. 685 senesinde Halife Abdulmelik b. Mervân döneminde başladığını ve bu yenileme sürecinin sonraki dönemlerde Kubbetu's-Sahrâ'nın inşasına kadar süren geniş bir zaman dilimini kapsadığını ifade ederler. Bu süreç içerisinde değerlendirilebilecek bir şekilde, onun oğlu Velid b. Abdulmelik M. 715 senesinde Kubbetu's-Sahra'nın inşasına başlamıştır. Kubbetu's-Sahra, Mescid-i Aksa'nın merkezinde bulunan ve tepenin en yüksek yerini teşkil eden kayanın üzerine inşa edilmiş altın bir kubbe ve bu kubbeyi taşıyan bir yapıdan ibarettir. Müslümanlar Hz Muhammed'in (sav) Mirac'a çıkış sırasında ayak bastığı son yeryüzü parçasının bu kaya olduğuna inanırlar. Velid b. Abdulmelik, bu kaya üzerine inşa ettirdiği Kubbetu's-Sahra'nın yapımına başlamadan önce, hemen onun yanında küçük bir kubbe inşa ettirmiş ve bu kubbe daha sonra "Silsile Kubbesi" olarak anılmıştır. Bu küçük kubbe, büyüğü yapılmadan önce onun bir örneği olacak şekilde inşa edilmiştir.

Solda Kıble Mescidi, ortada ise Kubbetu's-Sahra Mescidi olmak üzere Mescid-i Aksa panoraması

Depremler ve Mescid-i Aksa'nın yeniden inşası: M. 746 senesinde Mescid-i Aksa, büyük ölçüde yıkılmasına neden olan bir depreme maruz kalmıştır. Dört sene sonra, Saffâh, Emevî halifeliğini ortadan kaldırıp M. 750'de Abbâsî Devleti'ni kurmuştur. Saffâh'ın ölümünden sonra hilafete geçen kardeşi Ebu Cafer el-Mansûr Mescid-i Aksa'yı yeniden inşa etmek istemiştir. Yeniden inşa faaliyeti M. 771'de sona ermiştir. Bununla birlikte 774'teki bir başka deprem, Mansûr'un yeniden inşa ettiği bölümlerin büyük bir kısmının tahrip olmasına neden olmuştur. Bunun bir istisnası Mescid-i Aksa'nın kuzey bölümündeki bir kesimdir. 780'de Halife Muhammed el-Mehdî binanın yeniden yapılmasını emrederek, binayı ence arttırmış uzunlukça kısaltmıştır. 985'te Coğrafyacı el-Mukaddesî, yenilenmesini tamamlanan mescidin "15 revak ve 15 kapı" içerdiğini aktarır. 1033'te gerçekleşen başka bir deprem, Mescit'te geniş bir alana yayılan bir tahribe neden oldu. Fatımî halifesi ez-Zâhir döneminde bu tahripler izale edilerek Mescit 1034 ve 1036 arasında yenilendi. Bu yenileme sırasında Mescit' teki revakların sayısı on beşten yediye indirildi

Haçlılar Dönemi: 1099 yılında, Birinci Haçlı Seferi sırasında Haçlılar Kudüs'ü ele geçirdiler ve sadece Mescid'i tahrip etmekle kalmayıp, adını da Süleyman Mabedi olarak değiştirdiler. Haçlılar Mescid-i Aksa'yı ilk olarak Krallık Sarayı ve At Ahırı olarak kullandılar. Bugün bile, özellikle Kıble Mescidi'nin altında yer alan ve Haçlılar döneminde at ahırı olarak

19

kullanılan Mervan Mescidi'ndeki sütunlarda atların bağlanması için kullanılan delinmiş bölümler görülmektedir. 1119 senesinde Mescid-i Aksa tamamen tapınak şövalyelerinin merkezi haline geldi. Bu evre boyunca Mescid bir tapınağa dönüştürülecek şekilde değişikliklere uğradı. Güney şerefesinin genişletilmesi, Kilise için bir mihrap ve ayırıcı bir duvar inşa edilmesi, yapının önemli bölümlerine oldukça büyük haçlar ilave edilmesi bu değişikliklerden bir kısmı arasında yer alır. Aynı bölgede yeni bir manastır ve kilise inşası da bu değişiklikler arasındadır. Ayrıca tapınak şövalyeleri, yapının batı ve doğu yönlerinde tonozlar inşa ettiler. Bu tonozlardan batı kısmında bulunanı kadınlar mescidi olarak, doğu kısmında bulunanı ise İslam müzesi olarak kullanılmaktadır Eyyubiler Dönemi: 1187 yılındaki kuşatma ertesinde Selahaddin Eyyubi Kudüs'ü

Haçlıların elinden geri almayı başardı ve Mescid-i Aksa'da önemli birçok düzenleme ve restorasyon

gerçekleştirdi. Mescid'in yeniden Müslümanların ibadetine açılabilmesi için Selahaddin, haçlıların

mescitteki kalıntılarını temizledi, mescidin zeminini değerli halılarla döşeyerek bunları gül suyu ve

buhurla kokulandırdı. Daha önce Nureddin Mahmud Zengi tarafından 1168-1169 yılları arasında

Mescid-i Aksa için hazırlanmasını istediği, ancak tamamlanması Zengi'nin vefatı ertesinde

gerçekleşen, mükemmel bir ahşap işleme ve geçme tekniğiyle hazırlanmış, ceviz ağacından sedef kakmalı bir minberi 1187'nin Kasım ayında mescide yerleştirdi . 1218 yılında üç kapıyla birlikte

Mescidin güney revakları, Şam’daki Eyyubi sultanı el-Muazzam tarafından yapıldı. 1345'te ise

Mescid'in doğu tarafında geniş bir alan, Memluk sultanı el-Kâmil'in emriyle taşla döşendi ve iki

kapı muhafızlığı eklendi.

Nureddin Mahmud Zengi'nin yaptırdığı ve Mescid-i Aksa'ya Selahaddin Eyyûbî tarafından

yerleştirilen ve bir Yahudi fanatik tarafından yakılan tarihi minber

Osmanlı Dönemi: Osmanlılar Kudüs'e 1516 yılından 1918'e kadar hükmetmişlerdir. Kudüs'ün var olan önemi, Osmanlı idaresinde daha da artmış ve ilerleyen dönemlerde Kudüs

doğrudan İstanbul'a bağlı bir mutasarrıflık haline getirilerek Kudüs-i Şerîf adını almıştır. Osmanlılar

Mescid-i Aksa'nın kendisinde büyük yapısal değişikliklere gitmemişlerdir. Bunun yerine "harem-i

şerif"in tamamına önemli ilavelerde bulunmuşlardır. 1516'de Mercidabık zaferiyle Memlukleri

yenilgiye uğratan Yavuz Sultan Selim (I. Selim) Şam beldelerini ve Kudüs'ü ele geçirmiştir. Sultan Selim 4 Zilhicce 922 / Miladi 1516'da Kudüs'e girmiş ve şehrin âlimleri kendisini karşılamaya

gelerek Mescid-i Aksa ve Kubbetu's-Sahra'nın anahtarlarını ona vermiştir. Sultan I. Selim'in

vefatından sonra tahta geçen, oğlu Kanuni Sultan Süleyman Kudüs'te gerçekleştirdiği inşa

faaliyetlerinin yanı sıra Mescid-i Aksa'ya da önemli ilavelerde bulunmuştur. Kubbetu's-Sahra'nın

20

tüm pencereleri ve dört kapısından üçünü yenilemiş, Silsile Kubbesini de restore ettirmiş, kalenin

batı tarafında bulunan Halil Kapısı'ndaki Kale Camii'ne 1531 yılında bir minare yaptırmıştır.

Sultan Süleyman'ın Mescid-i Aksa'da gerçekleştirdiği en büyük inşa faaliyeti, bugün Aksa Harem

Bölgesinin sınırlarını oluşturan ve bir kısmı Aksa'nın surları olarak hizmet veren şehir surlarını yenilemesi olmuştur. Sultan Süleyman üç yüz sene boyunca duvarları yıkık bir halde bulunan

surları, beş sene içerisinde yeniden inşa ettirmiştir. İki mil uzunluğuna sahip olan surlar, yaklaşık

12-13 metre yüksekliğe sahiptir. Günümüzde bu surlar üzerinde 24 burç bulunur ve surların, bir

kısmı Mescid-i Aksa'nın kapıları rolü de gören yedi ana kapısı vardır: Amud kapısı, Esbat kapısı, Meğâribe kapısı, Nebi Davud kapısı, Halil kapısı, Sahire kapısı, Yeni kapı.

Kanuni Sultan Süleyman döneminde yapılan şehir surları ve Mescid-i Aksa'nın görünüşü

Harem içerisinde 1527'de Kasım Paşa şadırvanı inşa edilmiştir. Ayrıca Harem dâhilinde

çeşitli zamanlarda yapılmış birçok kubbe, dört minare, beş sebil, çok sayıda kuyu ve sarnıç

bulunmaktadır. Harem'de inşa edilen kubbelerden en önemlisi, "kubbetu'n-nebî" adı verilen ve

1538'de tamamlanan yapıdır. Ayrıca Mescid-i Aksa Osmanlı döneminde birkaç kez tamirat

geçirmiştir. Kanûnî Sultan Süleyman tarafından yapılan onarımıyla ilgili kitabesi XIX. yüzyılın

sonlarında kaybolmuştur. Yapının 1702-1703'te Mahmud Efendi tarafından tamir edildiğini

belgeleyen kitabe ise Mescid'in batısında yer alan İslam Müzesi'nde saklanmaktadır. II. Mahmud'un 1817-18 tarihli onarımına ait dört kitabeden ikisi günümüzde mevcuttur. Osmanlı

dönemi yenileme faaliyetlerinin en önemlisi Sultan Abdulaziz döneminde gerçekleşmiştir.

M. 1874'de Kubbetu's-Sahra tamir edilmiş, Mescid-i Aksa onarılmıştır. Mescid-i Aksa'da

bu dönemde yapılan tamiratın Emevi halifesi Abdulmelik b. Mervan döneminden sonra yapılan en

büyük tamirat olduğu belirtilir. Bazı uzmanlar bu tamiratın Osmanlı Devleti'nin hazinesinden büyük miktarlarda saf altına mal olduğu, bunun bazıları tarafından israf sayıldığı ve sultanın tahttan indirilmesine sebep olduğu görüşündedir II. Abdulhamid tarafından halıları ve kandilleri

yenilenen yapıda, 1922'den başlayarak gerçekleştirilen geniş kapsamlı son onarım çalışmasını

Mimar Kemâleddin Bey yönetmiştir.

Çağdaş Dönem: Kudüs Yüksek İslam Konseyi 1922 senesinde İngiltereli mühendis ve

mimarlar, Mısırlı uzmanlardan oluşan bir heyet ve yerel sorumluları, Mimar Kemaleddin Bey'in

gerçekleştirdiği onarımları gözden geçirmek üzere görevlendirmiştir. 1922-25 seneleri arasındaki bu

onarım ve yenileme çalışmaları, kadim mescidin Emevîler döneminde atılan temellerini

21

güçlendirme ve yenileme, iç temellerin restorasyonu gibi düzenlemeleri içermiştir. Bu

düzenlemelerin amacı mescit üzerindeki ağırlıkları dengeleme amacı taşımıştır. Söz konusu

düzenleme sırasında mescidi çevreleyen surlarda bazı onarımların yanı sıra, mescid içerisindeki

süslemelerin yenilenmesine de girişilmiştir. Bu onarımlar ertesinde Mescid-i Aksa 1927 ve 1937

seneleri arasında çeşitli depremlere maruz kalmış, bu depremler neticesinde oluşan zararlar 1938 ve

1942 yılları arasında çeşitli onarımlarla telafi edilmiştir.

Türkiye'de bulunan Miniatürk Müzesinde Kubbet-us Sahra'nın Küçültüşmüş hali ,İstanbul 2014

Mescidin Yakılması ve Saldırılar: 22 Ağustos 1969 Perşembe sabahında Mescid-i Aksa, radikal bir Hıristiyan olduğu belirtilen Denis Michael Rohan adlı saldırgan tarafından girişilen bir kundaklamaya maruz kaldı. Rohan'ın gerçekleştirdiği kundaklama neticesinde Kıble Mescidinin doğu bölgesindeki kiriş tamamen yıkıldı, ayrıca Nureddin Mahmud Zengi'nin Mescid-i Aksa'yı Haçlılardan kurtarmadan önce yaptırdığı ve Selahaddin Eyyubi'nin camiye yerleştirdiği tarihi minber yandı. Rohan ifadesinde, kundaklamanın, Yahudilerin Tapınak Tepesinde bulunduklarını iddia ettikleri Süleyman Tapınağı'nın yeniden inşasını kolaylaştıracağını ve bunu da Zekeriya Kitabı'nda belirtildiğine göre Mesih'in ikinci gelişini hazırlayan yol olarak gördüğünü belirtti. Rohan'ı böyle bir eyleme yönelten şeyin, abonesi olduğu The Plain Truth gazetesinin kurucusu ve yazarı Herbert W. Armstrong'un "Yahudiler Jerusalem'i Alın!" başlıklı kışkırtıcı yazısı olduğu söylenmektedir. Hadise ertesinde hemen Rohan'ın psikolojik açıdan rahatsız olduğu teşhisi konuldu. 14 Mayıs 1974'te "insani sebepler dolayısıyla ve ailesinin yanında daha ileri psikiyatrik tedaviler görmesi amacıyla" Avustralya'ya gönderildi

Kundaklama hadisesi üzerine İslam Devletleri Zirvesi aynı yıl içerisinde, Melik Faysal'ın

teşebbüsleriyle Rabat'ta toplanmıştır. Aksa kundaklaması, İslam Konferansı Örgütü'nün (şimdiki adıyla İslam İşbirli ği Teşkilatı) kurulmasına sebep olan temel sâikler arasında yer almıştır. 1972

senesinde, Mescid-i Aksa onarılmış ve minber Ürdün Kralı'nın mali desteğiyle çoğunluğu Türk

ustalardan oluşan sanatçılar tarafından yeniden yapılmıştır. 80'li yıllarda her ikisi de gizli Gush Emunim Underground örgütü mensubu olan Ben Shoshan ve Yehuda Etzion Kıble Mescidi ve Kubbetu's-Sahra'yı bombalama girişiminde bulundu. Etzion her iki mescidin bombalanarak

yıkılmasının, Siyonist oluşumlardaki ruhsal uyanışı doğuracağına ve Yahudilerin sorunlarının

büyük bir bölümünü çözeceğine inanmaktaydı. Ben Shoshan ve Etzion amaçlarının, Mescid-i

Aksa'nın bulunduğu bölge üzerine Üçüncü Tapınağı yeniden inşa etmek olduğunu belirtmişlerdir.

15 Ocak 1988'de Birinci İntifada sırasında Siyonist güçler, Mescid-i Aksa önünde

gösteri yapanlara ateş açmış ve sonrasında Mescid-i Aksa'da namaz kılan kırk kişinin ölümüne neden olmuştur. 8 Ekim 1990'da, iddia edilen Üçüncü Tapınağın temel taşını yerleştirme

22

amacındaki radikal bir grup Yahudi’nin Mescid-i Aksa'yı "Tapınak Tepesi" ilan etmesini protesto

eden 22 filistinli İsrail polisi tarafından öldürülmüş, 100'den fazlası ise yaralanmıştır.

Günümüze Kadar Yaşanan Olayların Kronolojisi: • 21 Ağustos 1969: Radikal bir Hıristiyan olduğu belirtilen ve Yahudilerin Süleyman tapınağını

yeniden inşasının Mesih'in ikinci gelişini hızlandıracağına inandığını söyleyen Denis Michael

Rohan Mescid-i Aksa'yı kundaklama girişiminde bulundu. Nisan 1980'de Meir Kahane,

Mescidi Aksan’ın bir köşesine patlayıcı madde koyarak patlatmaya çalıştı.

• 8 Nisan 1982'de bir kez daha Mescid-i Aksan’ın ana girişine patlayıcı madde yerleştirildiyse de

cami görevlileri tarafından patlamadan ortaya çıkarıldı.

• 10 Nisan 1982'de Meir Kahane taraftarı bir grup militan, zorla Mescid-i Aksa'ya girmek istedi.

• 21 Mart 1983'te Mescid-i Aksay’a gizli bir yoldan girmek için tünel açıldığı tespit edildi.

• 14 Ocak 1986'da Knesset üyesi bazı parlamenterler askerle Mescid-i Aksay’a girmek istediler.

• 8 Ekim 1990 tarihinde Mescid-i Aksay’a yönelik saldırıda 30 Filistinli hayatını kaybetti, 800'e yakını yaralandı.

• 28 Eylül 2000 tarihinde Ariel Şaron çok sayıda İsrail askerinin ve polisinin koruması eşliğinde,

normalde Müslüman olmayanların girişine izin verilmeyen Mescid-i Aksay’ı ziyaret etmesiyle

pek çok çevre tarafından "provokasyon" olarak nitelendirildi. Filistinlilerde infial yaratıp

şiddetli protesto gösterileri olan " İkinci İntifada" (ayaklanma) patlak verdi ve beş yıl sürdü.

• Mescid-i Aksa resmen Ürdün Evkaf Bakanlığı yönetimi altındadır. Ama İsrail Devleti Kudüs'ü

ilhak ettiğini iddia ettiği için efektif yönetim İsrail devleti tarafından yapılmaktadır.

• Ekim 2009’dan itibaren İsrail yönetimi Mescid-i Aksa'ya girişi engellemiş ve Gayrimüslimler in (müslüman olmayanlar) girişine izin verilmemektedir. Bu yasak halen devam etmektedir.

• Bu bilgilerden sonra otelimize dönüyor ve kahvaltımızı yapıyorduk. Saat 08.30 da gezi otobüsümüze biniyor ve Halil Kentine hareket ediyorduk. Otobüsümüz “Sultan Süleyman Caddesinden” geçerken rehberimiz bize: Süleyman Mağarasını gösteriyor ve bu mağaradan çıkardığı taşlardan Kubbetüs Sahradaki ceylan resmini

yaptığını anlatıyordu. Yavuz Sultan Selim’in “Sebil Havuzundan” da bahsediliyordu.

EL-HAL İL KENTİ 03.02.2016 PERŞEMBE

23

El Halil (İbranice: ֶחְברֹון; Hebron), Batı Şeria'daki %15-%20 oranında İsrail işgal

bölgesinde bir şehirdir. Resmi olarak Filistin'e bağlı Musevilerin 4 kutsal şehrinden biridir ve

120.000 Filistinli, 600 İsrailli yaşıyor. Rakımı 931 metredir. Kudüs'ün 35 km güneyinde yer

alır. Üzümü, limon tuzu ve cam üflemeleriyle ünlüdür. Eski şehir merkezi, dar sokakları, düz damlı

evleri ve eski pazarları ile simgeleşmiştir. Şehirde iki Filistin üniversitesi vardır. Rabbimizin

"halilim" dediği ulu peygamberi Hz. İbrahim’i bağrında barındıran Batı Şeria'da bulunan El-Halil

kentine gidiyoruz. Zeytin dağında gördüklerimizin etkisi devam ederken bunu devamla bizi

heyecanlandıran yolculukta göreceklerimiz merak konusu olurken Filistin topraklarında olmanın

yanı sıra Hz. İbrahim (as)’ın, Hz. Sara annemizin, Hz. İshak (as)’ ın, Hz. Rıfka annemizin, Hz.

Yakup (as)’ ın, Hz. Laika annemizin ve Hz. Yusuf (as)’ın kabirlerini ziyaret ediyoruz. Ve tabii ki

bunları muhafaza eden Halilurrahman Camiini....

24

"El-Halil kelimesi "yakın dost" anlamına gelir. Şehir adını Hz. İbrahim (a.s.)'den

almaktadır. Nitekim Hz. İbrâhim (a.s.) "Halilurrahman (Rahman'ın yakın dostu)" olarak anılırdı.

Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurmaktadır: "Allah, İbrahim'i kendisine yakın dost

edinmişti." (Nisâ, 4/125) Hz. İbrâhim (a.s.) bir süre bu şehirde kaldığından ve kendisi için burada

bir mabet inşa ettiğinden dolayı şehir de ona nispetle Medinetu'l-Halil (el-Halil'in şehri) olarak

adlandırıldı. Daha sonra baştaki "Medine" kelimesi unutuldu ve şehrin adı el-Halil olarak kaldı. Bu

şehirde Hz. İbrahim (a.s.)'in dışında da birçok peygamber hayat sürmüştür. Batı Şeria’nın bu kenti,

Kudüs’ün 32 km. güneybatısı ile Gazze’nin 55 km. doğusunda yer alan suyu bol, toprağı verimli bir

arazi üzerine kurulmuştur.

Milattan önce II. binyılın ilk yarısında Kenânîler tarafından kurulmuş olan bu şehir, -dört ayrı

yerleşim merkezinin birleşmesi sonucu oluştuğundan dolayı- önceleri “Dört Köy” manasına gelen

“Kiryât Arba” adıyla anılmıştır. Daha sonra da İbranicede birlik, beraberlik manasına gelen

“Hebron” adı verilmiştir bu kente. Daha sonra da halk arasında Ahd-i Atik’te Hz. İbrahim için

kullanılan ve “Allah’ın dostu” manasına gelen “Halîlürrahman” adıyla anılmış. Bu isim konusunda

bulduğum ilgi çekici bir bilgi de Peygamberimizden (S.A.V.) yapılan rivayetlerden.

Peygamberimizin ashaptan Temîmed-Dârî’ye -bu şehir henüz Müslümanlar tarafından ele

geçirilmeden önce- bu şehirdeki bazı arazileri iktâ ettiğini bildiren rivayetlerde “Habrûn, Mertûm,

Beyt Aynûn, Beyt İbrahim” isimleri geçmekteymiş. Bu isimlerin Kiryât Arba’yı yani dört şehri

meydana getiren merkezlerin o dönemdeki isimleri olduğu sanılıyormuş. (Mustafa L. Bilge, Halîl,

İstanbul: DİA, 1997, c. 15, s.s. 305–307.)

Bu gün kullanılan “el-Halil” ismi ise “Halîlürrahman” kelimesinin kısaltılmış hali. Bu

şehir de Hıristiyanlık, Yahudilik ve İslâmiyet’te mukaddes sayılmaktadır. Müslümanlarca Mekke,

Medine ve Kudüs’ten sonra en çok itibar edilen dördüncü şehirdir. Haçlı Seferleri’nden beri de

Kudüs’le birlikte Mekke ve Medine gibi “Haremeyn-i Şerîfeyn” adıyla anılmıştır. El-Halil kentinin

en bereketli en işlek bir yer olduğunu söyleyen rehberimiz, Yahudilerin bilhassa cami çevresini

önce tek tek daha sonra toplu olarak ziyaret ederek zamanla işgalci anlayışla Yahudi ibadethanesine

çevirdiğini belirtince yüreklerimiz yandı. Milattan önce 3500 yıllarına dayalı kuruluşunun

üzerinden sayısız peygamber, sayısız millet ve sayısız savaşlarla halen çilenin, yetim kalmışlığın,

garipliğin ve Yahudilerin hedefinde olmayan devam eden El-Halil'e götüren sokaklarda ilerlerken

yeni yapılanmaya başlamış, bakımsız tek tük katlardan oluşan evleri görüyoruz. Toprak yine

bereketini sunmuş her yer yemyeşil. Doğa her şeye rağmen verimini gösterirken Filistinli

25

çocukların el sallamasıyla bir başka gerçek gözümüze takılıyor. Bize umutla, sevinçle bakan

tesettürlü kızlar ve geleceğin delikanlıları çocuklar, işgalci zulmün ezikliği içinde okula gidiyordu.

HAREMÜ’L-HALİL'e gireceğimiz yere geldiğimizde otobüslerden indik. Yüksek yere

kurulu olan Halilibrahim Camiinin yolu dik bir yokuş. Etrafımızı da Filistinli çocuklar sarıveriyor.

Sadakanın en nezaketlisini sunuyoruz onlara…Cami girişindeki Yahudi Polisinin kurduğu

turnikeden geçerek Harem-ül Halil'e doğru yürümeye başladık. Saatlerimiz 10.00’u gösterdiğinde

artık Halil Mescidinde idik.

SAAT 12.30 YUNUS (as) MESCİDİ ve HALHUL KÖYÜ

“Şüphesiz Yunus da gönderilmiş (elçi) lerdendi. Hani o, dolu bir gemiye kaçmıştı. Böylece kuraya katılmıştı da, kaybedenlerden olmuştu. Derken onu balık yutmuştu, oysa o kınanmıştı.” (Saffat Suresi, 139–142) Hz. Yunus peygamber olarak gönderildiği kavmini terk etmişti. Yukarıdaki ayetlerde görüldüğü gibi, binmiş olduğu gemide yolcular arasında kura çekilmiş ve kura sonucunda onun denize atılmasına karar verilmişti. Yine Kuran'da bildirildiğine göre, denize atılan Hz. Yunus, dev bir balık tarafından yutulmuştur. Balığın karnında iken pişmanlık duyan Hz. Yunus, Allah'a şöyle dua etmiştir:

Senden başka ilah yoktur, Sen Yücesin, gerçekten ben zulmedenlerden oldum. (Enbiya Suresi, 87) Allah ise Hz. Yunus'un samimi duasına karşılık onu mucizevî bir biçimde kurtarmıştır: Bunun üzerine duasına icabet ettik ve onu üzüntüden kurtardık. İşte Biz, iman edenleri böyle kurtarırız. (Enbiya Suresi, 88) Hz. Yunus'u Allah daha sonra da itaatli bir kavmin başına geçirmiştir: "Onu yüz bin veya (sayısı) daha da artan (bir topluluk)a (Peygamber olarak) gönderdik. Sonunda ona iman ettiler, Biz de onları bir süreye kadar yararlandırdık." (Saffat Suresi, 147–148)

SAAT 15.00 BEYTLAHM VE BEŞİK KİLİSESİ

M.Ö 2000’li yıllarda Kanani aşireti tarafından kurulan kent, sakinlerinin bereket tanrısının ismiyle kurulmuş. Bereket tanrısı Lihama’nın evi anlamına gelen Beyti Lihama günümüze kadar fazla değişmeden kente isim olmaya devam etmiş. Hazreti Yakup Halil şehrine giderken hanımı Rahil burada oğlu Bünyamin’i dünyaya getirdikten sonra vefat ettiğinden, burada toprağa verilmiş. Ama Beytlahm asıl ününü Beşik kilisesinden almaktadır. Çünkü Hazreti İsa burada dünyaya

26

gelmiştir. Hazreti Meryem hamile iken Nasıra şehrinden buraya hicret etmiş, şehirde kalacak yer bulamayınca yakındaki mağaraya sığınmış ve aynı yerde doğum yapmış. Bizans döneminde bu mağaranın üzerine büyük bir kilise yapılmış.

Hazreti Ömer’in Kudüs’ü fethinden sonra Patrik Sophronius tarafından buraya getirildiği ve hazreti Ömer’in Beşik Kilisesi’nin 100 metre ilerisindeki alanda namaz kıldığı bilinmektedir. Müslümanlar daha sonra buraya bir cami inşa etmişler. Hazreti Süleyman şehrin güneyinde su bentleri inşa ederek Kudüs’e buradan su getirtmiştir.

Beytlahm, işgal altındaki Filistin’in kan ağlayan kentlerinden biridir. Birkaç yıl önce başlatılan utanç duvarı Beytlahm’ın girişinden geçmektedir. Beytlahm, Küdüs’e bir mahallesi kadar yakın. Birbiriyle birleşmiş bu iki kentin arasını duvarla örmenin sebebi, Beytlahm deki Müslüman nüfusun yoğunluğudur. Duvar; mahalleleri, akrabaları hatta aileleri bölmüştür. Beytlahm’a giderken İsrail kontrol noktasından geçerek kente giriş yapabiliyorsunuz. Dünyanın ayakta duran tek utanç duvarını geçerken farklı bir dünyaya ayak basıyor gibiyiz. İsrail hâkimiyetindeki Batı Kudüs’ten geçip, Beytlahm’a girdiğinizde bir üçüncü dünya kentine gelmiş gibi hissediyorsunuz. Beşik kilisesinin kapısı önündeyiz..

II.Abdülhamit’in medeniyetlere ibret olacak bir başka icraatı ile yüzleşiyoruz burada. Beşik Kilisesi Roma prensesi Helena tarafından yaptırılmış. Dindarlığı ile bilinen Prenses Helena, Roma’nın Kudüs’e ne kadar değer verdiğini Hıristiyanların dünya üzerindeki en kutsal iki mekânı olan Kıyamet ve Beşik Kilisesinin ikisini de yaptırarak göstermiş. Beşik kilisesinin bir diğer özelliği, bütün Hıristiyan mezheplerin Hazreti İsa’nın doğum yerinin burası olduğundan hem fikir olmaları. Müslümanlar da kendi kaynaklarındaki bilgiler ışığında, buranın Hazreti İsa’nın doğum yeri olabileceğini düşünüyorlar. Dünya üzerindeki Hıristiyanlar yüzyıllar boyunca buraya gelerek ibadet etmişler. Fakat zamanla Hıristiyan toplumunda inanç zafiyetleri oluşmuş. Kiliseye gelen asil ve zenginler binek hayvanlarının üzerinden inmeyerek Kiliseyi ziyaret etmeye başlamışlar. Bir Hıristiyan mabedi olmasına rağmen, II. Abdühlamit’in gönlü, Hazreti İsa’ya yapılan bu saygısızlığa razı olmamış. Asil ve zengin Hıristiyanlar yapılan bütün uyarılara da uymayınca, büyük sultan çareyi giriş kapısını küçültmede bulmuş. Özüne dokunulmadan yapılan küçültmenin ardından, artık insanlar bırakın binek hayvanlarıyla girmeyi, 140 cm boyundaki bu kapıdan rükuya eğilerek girebiliyor.

Hazreti İsa’nın bulunduğu mağara Kilisenin içerisinde bulunuyor. Mağaraya merdivenlerden inilerek girilebiliyor. 15-20 kişinin sığabileceği büyüklükteki Mağaraya inilen geniş alan Hıristiyanlığın bütün mezheplerine açık. Kilisenin geriye kalan bölümleri ayrı ayrı mezheplere ayrılmış. Her mezhebin müntesipleri kendi bölümünde ibadet ediyor.

27

Beytlahm’da Hıristiyan nüfus da var. Adım başı kiliselere rastlamak mümkün. Beytlahm Batı Şeria sınırları içerisinde yer almaktadır. Batı Şeria, Filistin’de Ürdün nehrinin batısı anlamına gelen coğrafik bir adlandırmadır. Küdüs’te oturan farklı statüye sahip Filistinlilerin dışında (burada yaşayanlar İsrail vatandaşı özelliğine sahip) 1.5 milyon civarında Filistinli Batı Şeria’da yaşamaktadır. Batı Şeria doğuda Ürdün’e, batıda ise Küdüs’ün Selahaddin-i Eyyübi caddesine sınırdır. Batı Şeria’nın belli başlı kentleri Halil, Beytlahm ve Eriha kentleridir. Kendi içinde sözde özerk bir yapıda bulunan bu kentler tamamen İsrail denetimindedir. İsrail buralarda kuş uçurmamaktadır. İsrail; giriş ve çıkışlarını kontrol altında tuttuğu ve her cadde ve sokağına asker ve polis yerleştirdiği Batı Şeria’nın sözde özerk statüsünü dış dünyayı susturma amaçlı bir diplomatik koz olarak kullanmaktadır. Bu kentlerde iç güvenlikten sorumlu Filistin Özerk Yönetimine ait Filistinli polisler de bulunmaktadır. Ancak bunlar kendi içlerindeki asayişten sorumludurlar ve fazlaca yetkileri yoktur.

Beşik kilisesinin hemen karşısındaki Ömer bin Hattab Camii

ZEYTİN DAĞI-- SAAT 17.15 Hıristiyanlık inancına göre burası, Tur Dağı’dır. Hz. İsa’nın çarmıha gerildiği yerdir. Burada birçok kilise bulunmaktadır. Mescidi Aksan’ın tam karşısına düşen tepedir. Yahudilere göre, Kıyamet günü Cennete ilk ve en erken bu tepeye defnedilmiş olanlar girecektir. Bu yüzden bu tepe kutsaldır ve bu mezarlık dünyanın en pahalı mezarı konumundadır.

28

Bu dağ, Kudüs için ruhla ceset gibi stratejik bir konuma sahiptir. Kudüs’ün gerek fethi,

gerekse işgali hep bu tepeden gelen ordular tarafından yapılmıştır. Ayrıca Hz. Davut’tan Hz.

İsa’ya kadar bütün peygamberler tarafından pek çok önemli olay burada cereyan etmiştir. Hz.

Davut, M.Ö. 1049 yılında Kudüs’ün fetih ateşini ilk olarak Zeytin Dağı’nda yakmıştır.

Hz. İsa, M.S. 30 yılında havarileri ile birlikte bu dağa çıkar, sohbet ederdi. Yahudiler,

Hz. İsa’yı öldürmek için tuzak kurduklarında İsa(a.s.), Zeytin Dağı’na çıktı. Zeytin Dağı, asıl

olarak Müslümanların nazarında mukaddes ve mühim bir dağdır. Tin suresinin ‘İncire ve

zeytine, Sina dağına ve bu emniyetli şehre yemin olsun ki…” mealindeki ilk ayetlerinde geçen”

zeytin” ifadesi bir rivayete göre bu dağa işaret etmektedir. Kudüs’ün fethi sırasında Hz. Ömer,

bir süre bu dağda ikamet etmiştir. Hz. Ömer ve Selahaddin Eyyubi’nin askerlerinden şehit

düşenler burada bulunmaktadır. Meşhur sahabi Selman-ı Farisi’nin türbesi Zeytin Dağı’ndadır.

29

Hz. Meryem’in mezarı da Zeytin Dağı eteğinde Bab-ı Esbat tarafında yer olmaktadır. Burada

Prenses Helenan’nın yaptırdığı ” Cismaniye” adında bir kilise vardır.

SELMAN-I FARİSİ Resulullah efendimizin arkadaşlarının ileri gelenlerinden. Silsile-i aliyye adıyla bilinen

veliler silsilesinin ikinci halkasını teşkil eder. Aslen İranlı olup, İsfehan yakınlarında Cey köyünde

doğdu. Önce Mecusi, daha sonra Hıristiyan, sonra da Müslüman oldu. Mabeh bin Buzahşah olan

ismini, Resulullah efendimiz, Selman olarak değiştirdiler. “Farisi (İranlı)” nispetiyle birlikte

Selman-ı Farisi adıyla anıldı. Selmanü’l-Hayr lakabı ve Ebu Abdullah künyesiyle tanındı. 655

(H.35) senesinde vefat etti. Yaşı hakkında çeşitli rivayetler vardır.

Selman-ı Farisi (ra), Cey köyünün en zengini olan Buzahşah bin Mursilan’ın biricik

çocuğuydu. Ona çok düşkün olan babası, kendisini evden dışarı salmazdı. Oğluna, kendi mecusi

inançlarını eksiksiz öğretip, evde devamlı yanan bir ateşe secde ile ibadetini yaptırırdı. Selman-ı

Farisi gençlik çağına gelince, araziyi tanıyıp, sahip oldukları malları görmesi için babası tarafından

dışarı çıkarıldı. Arazilerinin yakınındaki kilisedeki rahiplerin ibadeti dikkatini çekti. Onların

görünmeyen bir Allah’a ibadet etmelerinin, ateşe tapmaktan daha üstün olduğunu anladı. Tarlalara

gitmeyi bırakıp orada rahipleri seyirle meşgul oldu. Rahiplerden bu dinin aslının Şam’da olduğunu

ve bir müddet sonra oraya bir kervan gideceğini öğrendi. Eve geç kalınca, babası onun

Hıristiyanlığa olan meylini öğrenip elini kolunu bağlayarak eve hapsetti. Fakat o, davasından

vazgeçmeyip rahiplerin bahsettiği kervanın hareket gününde evden kaçarak Şam’a gitti.

Orada Hıristiyanların en büyük âliminden Hıristiyanlığı öğrendi ve kilisede hizmet etmeye

başladı. Fakat bu kimse insanların emniyetini istismar ediyor, fakirler için getirilen sadakaları

kendisi için biriktiriyordu. Ölünce yedi küp altın ve gümüş biriktirmiş olduğu görüldü. Onun yerine

ilim ve zühd sahibi bir rahib geçti. Uzun yıllar onun hizmetinde bulunan Selman-ı Farisi ra, onun

ölüm hastalığında; “Ey benim efendim! Uzun zamandan beri yanınızdayım ve sizi çok sevdim.

Çünkü siz Allahü tealanın emirlerine itaat ediyorsunuz ve men ettiklerinden kaçıyorsunuz. Siz vefat

ettiğiniz zaman ben ne yapayım. Bana ne tavsiye edersiniz?” diye sordu. O da “Oğlum! Şam’da

insanları ıslah edecek bir kimse yok. Kime gitsen seni ifsat eder. Fakat Musul’da bir zat vardır. Ona

gitmeni tavsiye ederim.” dedi. O zat vefat edince Şam’dan Musul’a gitti ve tarif edilen zatı buldu.

Başından geçenleri anlattı. Onun hizmetine girdi. Bu âlim de diğeri gibi çok kıymetli, zahid, abid

bir kimseydi. Vefat zamanı yaklaşınca, aynı soruları ona da sordu. Nusaybin’de bir zatı tavsiye etti.

30

O vefat ettikten sonra derhal Nusaybin’e gitti. Bahsedilen kimseyi bulup yanında kalmak istediğini

söyledi. Bir müddet de onun hizmetinde bulundu. Bu zat da, vefat etmek üzere iken, Amuriye’de

bulunan başka bir kimseyi tarif etti. Vefatından sonra Selman-ı Farisi oraya gitti. Uzun bir zaman da

onun yanında kaldı. Vefatı yaklaşınca kendisini birine havale etmesini rica etti. “Vallahi şimdi

böyle bir kimse bilmiyorum. Fakat ahir zaman Peygamberinin gelmesi yaklaştı. O, Araplar

arasından çıkar, vatanından hicret edip, taşlık içinde hurması çok bir şehre yerleşir. Hediyeyi kabul

eder, sadakayı kabul etmez, iki omuzu arasında nübüvvet mührü vardır.” diyerek Resulullah

efendimizin hususiyetlerini saydı.

Selman-ı Farisi, Amuriye’deki hocası vefat edince, bir iş bulup çalıştı. Arabistan’a gitmek

için hazırlık yaptı. Sahibi olduğu koyun vs. gibi hayvanları vererek bir kervanla Arabistan’a doğru

yola çıktı. Fakat kervancılar, ihanet ederek onu Vadiyü’l-Kura’da bir Yahudi’ye köle olarak sattılar.

Hurma bahçelerinin mevcudiyetinden ahir zaman Peygamberinin geleceği yerin burası olduğunu

zannettiyse de, içi ısınmadı. Bilahare Yahudi, onu amcasının oğluna sattı. Yeni sahibi Yahudi’yle

Medine’ye gitti. Bu şehri sanki önceden görmüş gibiydi. Kalbi ısındı. Âhir zaman Peygamberinin

gelmesini beklemeye başladı. Bir gün kendisini satın alan Yahudi’nin bahçesinde bir hurma ağacı

üzerinde çalışıyordu. Sahibi, yanında biriyle konuşuyordu. Bir ara; “Evs ve Hazrec kabileleri helak

olsunlar. Mekke’den bir kimse geldi. Peygamber olduğunu söylüyor” dediler. Bu sözleri işitince

kendinden geçip az kalsın ağaçtan yere düşüyordu. Hemen aşağı inip, o şahsa; “Ne diyorsun?” dedi.

Sahibi bir tokat vurdu ve “Neyine lazım ki soruyorsun, sen işine bak!” dedi.

Akşam olunca bir miktar hurma alıp, hemen Kuba’ya vardı. Resulullah’ın yanına girip;

“Sen salih bir kimsesin, yanında fakirler vardır. Bu hurmaları sadaka getirdim” dedi. Efendimiz

yanında bulunan Ashaba; “Geliniz, hurmayı yiyiniz.” buyurunca, yediler. Kendisi asla yemedi.

İçinden; “İşte birinci alamet budur. Sadaka kabul etmiyor” dedi. Eve döndü. Sonraki günlerde, bir

miktar hurma daha alıp, Resulullah’a gitti ve; “Bu, hediyedir.” diyerek takdim etti. Bu defa

yanındaki Ashapla birlikte yediler, “İşte ikinci alamet budur.” dedi. Götürdüğü hurma yirmi beş

tane kadardı. Hâlbuki yenen hurma çekirdekleri bini buluyordu. Resulullah efendimizin mucizesiyle

hurma artmıştı. Kendi kendine; “Bir alametini daha gördüm.” dedi. Resulullah’ın yanına tekrar

varışında bir cenaze defnediyorlardı. Nübüvvet mührünü görmeyi arzu ettiği için yanına yaklaştı.

Peygamber efendimiz onun muradını anlayıp, gömleğini kaldırdı. Mübarek sırtı açılınca Nübüvvet

mührünü görür görmez varıp öptü ve ağladı. O anda Kelime-i şehadeti söyleyerek Müslüman oldu.

Sonra da Resulullah’a uzun yıllardan beri başından geçen hadiseleri bir bir anlattı. Haline taaccüp

31

edip, bunu Ashab-ı kirama da anlatmasını emir buyurdu. asha-ı kiram toplanınca, başından

geçenleri onlara da anlattı. Selman-ı Farisi, iman ettiği zaman Arap lisanını bilmediği için tercüman

istemişti. Gelen Yahudi tercüman, Selman-ı Farisi’nin Peygamber efendimizi medh etmesini aksi

şekilde söylüyordu. O esnada Cebrail aleyhisselam gelip, hazret-i Selman’ın sözlerini doğru olarak

Resulullah’a bildirdi. Durumu Yahudi anlayınca, Kelime-i şehadet getirerek Müslüman oldu.

Selman-ı Farisi Müslüman olduktan sonra, köleliği bir müddet daha devam etti.

Peygamberimizin; “Kendini kölelikten kurtar ya Selman!” buyurması üzerine, sahibine gidip, azad

olmak istediğini söyledi. Buna zorla razı olan Yahudi, üç yüz hurma fidanı dikerek, yetiştirip hurma

verir hale gelmesi ve kırk rukye altın vermesi şartıyla kabul etti. Bunu Resulullah’a haber verdi.

Efendimiz Ashabına; “Kardeşinize yardım ediniz” buyurdu. Onun için üç yüz hurma fidanı

topladılar. Resulullah efendimiz; “Bunların çukurlarını hazır edip, tamam olunca, bana haber ver.”

buyurdu. Çukurları hazırlayıp, haber verince, Resulullah teşrif edip, kendi eliyle fidanları dikti. Bir

tanesini de hazret-i Ömer dikmişti. Ömer’in (ra) diktiği hariç hepsi, Allahü Teâlâ’nın izniyle, o sene

hurma verdi. Resulullah efendimiz, o bir taneyi de söküp, kendi mübarek eliyle yeniden dikti ve

diktiği anda hurma verdi. Fakat kırkk rukye altını bulamamışlardı.

Resulullah efendimiz gazaların birinden tavuk yumurtası kadar bir altın getirmişti.

“Selman-ı Farisi adlı mükatib köle (efendisiyle hürriyetine kavuşmak için belli miktarda anlaşan

köle) nerededir?” diye sordu. Selman-ı Farisi gelince, Resulullah altını verip; “Bu altını al! Borcunu

öde.” buyurdu. “Ya Resulallah! Bu altın, Yahudi’nin istediği ağırlıkta değil.” diyince, alıp, mübarek

dilinin üzerine sürdü; “Al bunu! Allahü teala bununla senin borcunu öder.” buyurdu. Selman-ı

Farisi, o altını tartınca, tam istenilen ağırlıkta geldi. Götürüp sahibine verip kölelikten kurtuldu.

Medineli olmadığı için, Resulullah efendimiz onu, hazret-i Ebu Derda ile kardeş yaptı. Hendek

Savaşından itibaren bütün gazalara katıldı. Daha öncekilere, köle olduğu için katılamamıştı.

Bedr ve Uhud Savaşından sonra, Medine üzerine üçüncü defa yürüyen müşriklere karşı

nasıl bir savunma yapılması gerektiği istişare ediliyordu. Bütün müşriklerin birleşerek hücum ettiği

Hendek Savaşında Selman-ı Farisi, Resulullah sav me hendek kazmak suretiyle, savunma yapmayı

teklif etti. Onun teklifi kabul edilip, hendek kazıldığı için bu savaşa, Hendek Savaşı denildi.

Selman-ı Farisi, içlerinde Amr bin Avf, Huzeyfe bin Yeman, Nu’man bin Mukarrin ile Ensar’dan

altı kişinin bulunduğu bir grupla beraber bulunuyordu. Kendisi güçlü ve kuvvetli bir zattı. Hendek

kazma işinde gayet mahir ve becerikliydi. Yalnız başına on kişinin kazdığı yeri kazardı. Cabir bin

Abdullah; “Selman’ın kendisine ayrılan beş arşın uzunluğunda, beş arşın derinliğinde yeri, vaktinde

kazıp bitirdiğini gördüm” buyurmuştur. Hazret-i Selman’ın çalışmasına Kays bin Sa’sa’nın gözü

değmiş ve Selman birden bire yere yıkılmıştı. Eshab-ı kiram hemen Resulullah’a koşmuş ve ne

yapmaları lazım geldiğini sormuşlardı. Peygamber efendimiz; “Kays bin Sa’sa’ya gidin. Selman

için bir kabta abdest alsın. Abdest suyu ile Selman yıkansın. Su kabı, Selman’ın arkasından baş

aşağı çevrilsin” buyurmuştur. Eshab-ı kiram, Peygamberimizin buyurduğu gibi yapınca, Selman-ı

Farisi bulunduğu halden kurtulmuş, kendine gelmişti.

Peygamberimiz, Hendek Savaşındaki gayret ve hizmetinden dolayı, Selman-ı Farisi’ye,

Selman-ül-Hayr, “Hayırlı Selman” adını verdi. Selman-ı Farisi Müslüman olup, kölelikten

kurtulduktan sonra, geçimini sağlamak için, ince hurma dallarından sepet örüp satardı. Kazancının

bir kısmını da fakirlere sadaka verirdi. Resulullah efendimizin yakınlarından olup, bazı geceler

32

huzurunda bulunarak baş başa saatlerce sohbetinde kalırdı. Kalbinde Allah ve Resulullah aşkından

başka zerre kadar bir şey bulunmayan Selman-ı Farisi dünya malı olarak kendisine gelen her şeyi

Allah rızası için dağıtırdı. Elinde mal bulundurmazdı. Hazret-i Âişe buyuruyor ki: “Selman-ı Farisi

geceleri uzun zaman Resulullahla beraber kalır ve sohbetinde bulunurdu. Neredeyse Resulullah’ın

yanında bizden fazla kalırdı. Peygamberimiz; “Allahü teala bana dört kişiyi sevdiğini bildirdi ve bu

dört kişiyi sevmemi emretti. Bunlar; Ali, Ebu Zerr-i Gıfari, Mikdad ve Selman-ı Farisi” buyurdular.

Hazret-i Ebu Bekr devrinde, Medine’den ve hazret-i Ebu Bekr’in sohbetlerinden bir an

ayrılmayan Selman hazret-i Ömer zamanında İran fethine katıldı. İslam ordusunun büyük zaferlere

kavuştuğu bu seferlerde Selman-ı Farisi’nin çok büyük hizmetleri oldu. İranlı olduğundan, onlar

hakkında pek çok malumat sahibiydi. İranlıları kendi lisanlarıyla dine davet ediyor, onlara

İslamiyet’i anlatıyordu. İranlılar savaşlarda fil kullanıyorlardı. Müslümanlar o zamana kadar fil

görmedikleri için çok şaşırdılar. Hazret-i Selman, fillerle nasıl çarpışılacağını ve nasıl

öldürüleceğini İslam askerlerine gösterdi. İran’ın Medayin şehri alınınca, hazret-i Ömer onu şehre

vali tayin etti. İlmi, basireti, vazifesindeki adaleti ve nezaketiyle Medayin halkı tarafından çok

sevilip sayıldı. Böylece İslamiyet orada süratle yayıldı. Çok sade bir hayat süren Selman-ı Farisi,

hazret-i Osman devrinde hastalandı. Kendisini ziyarete gelen Sa’d bin Ebi Vakkas’a artık dünyadan

ayrılacağını ve bütün servetinin bir kase (tas), bir leğen, bir kilim ve bir hasırdan ibaret olduğunu

söyledi. Eshab-ı kiramdan ziyarete gelenler nasihat isteyince, onlara hasta olduğu halde devamlı

nasihatte bulundu. 655 (H.35) te Medayin’de vefat etti. Kabri Medayin yakınlarında, Selman-ı Pak

denilen yerdedir. Türbe ve camisi, Osmanlı sultanı ve Bağdat fatihi, Dördüncü Murad Han

tarafından yeniden inşa edilmiştir.

Selman-ı Farisi, Peygamber efendimizden altmış civarında hadis-i şerif rivayet etmiştir.

Bunlardan otuz kadarında, Buhari ve Müslim ittifak edip, kitaplarına almışlardır.

İlim öğrenmeyi çok seven Selman-ı Farisi, Resulullah efendimizden sonra hazret-i Ebu Bekr’in

sohbetlerini hiç kaçırmadı. Onun feyz ve bereketlerine ziyadesiyle kavuştu. Onun ilminin durumunu

çok iyi bilen hazret-i Ali; “Ona öncekilerin ve sonrakilerin ilmi verilmiştir. Ondaki ilme erişilmez”

ve “O, dibi bulunmaz bir deryadır” buyurmuştur. Öğrendiklerini öğretmek için, büyük gayret

sarfeden Selman-ı Farisi radıyallahü anh çok alim yetiştirdi. Ebu Said el-Hudri, İbn-i Abbas, Evs

bin Malik onun talebeleri arasındaydı. Ebu Hüreyre ondan hadis-i şerif rivayet etmiştir. Tabiinin

büyüklerinden ve o zaman Medine’de Fukaha-i seb’a denilen, yedi büyük alimden biri olan, Kasım

bin Muhammed bin Ebi Bekr de, Selman-ı Farisi’nin talebelerinden olup, ders ve sohbetlerinde

kemale gelmiş ve Silsile-i aliyye büyüklerinin dördüncü halkasını teşkil etmiştir.

Selman-ı Farisi bir gün yanında misafiri olduğu halde, Medayin’den çıktı. Yolda

karınları acıktı. Yiyecek bir şeyleri de yoktu. Orada geyikler ve kuşlar vardı. Selman-ı Farisi bir

geyikle bir kuşu yanına çağırınca, ikisi de geldi. Onlara; “Bu kimse benim misafirimdir. Sizi ona

ikram etmek istiyorum.” buyurdu. Geyik ve kuş hiç itiraz etmediler. Onları kesip yediler. O zat bu

işe çok şaştı ve “Ey efendim! Geyik ve kuşu çağırdığınızda hiç kaçmadan yanınıza geldiler, ben

buna hayret ettim.” dedi. Selman o zaman; “Bunda hayret edilecek bir şey yok. Bir kimse Allahü

Teâlâ’ya itaat eder ve hiç günah işlemezse, her şey ona itaat eder.” buyurdu.

RABİATÜL ADEVİYYE Hz. Rabia-tül Adeviyye (İlk Kadın Evliya) Tabiin devrinde yetişen büyük hanım evliyalardandır. Dünyaya düşkün olmaması ve ibadetleriyle meşhur bir hanımdır. Basra’da doğdu.

33

Ailenin dördüncü çocuğu olduğundan ismini bu manaya gelen RABİA koydular. Babası çok fakir olduğundan o doğduğu gece evinde ihtiyaç olan şeylerden hiçbiri yoktu. Annesi çok ağlayıp mahzun olmuştu. O gece babası rüyasında Peygamberimizi (sav) gördü ve kızının büyük bir kimse olacağı müjdelenip, Basra beyine bir kâğıda; ‘Her gece Rasulullah’a yüz salavat getirdin, dün gece unuttun, bunun için bu kâğıdı getirene 400 dinar ver diye yazıp götürmesini söyledi. Bunun üzerine babası böylece yazıp götürdü. Basra beyi memnuniyetle on bin kızıl altın verip, onlara hep yardımcı olacağını söyledi. Bundan sonra rahatlayıp kızlarını büyüttüler. Rabia-i Adeviyye biraz büyüyünce anne ve babası öldüler, kız kardeşleri dağıldı. Basra’da kıtlık baş gösterdi. O da bir ihtiyara hizmete yani köleliğe başladı öyle ki bir gece ;’Ya Rabbi, biliyorsun ki benim arzum senin emirlerine uymaktır. Eğer iş benim elimde olsa sana ibadetten bir an geri kalmazdım fakat ihtiyara hizmet ettiğim için sana gereği gibi ibadet edemiyorum derken efendisi bunları duydu ve onun nasıl bir kişi olduğunu anlayarak azad etti ve kabul ederse ona hizmet edebileceğini söyledi. Ancak Rabia-i Adeviyye kabul etmeyerek onun yanından ayrıldı. Günlerini sürekli ibadetle geçirirdi, geceleri de ibadet ederdi.

Kefenini daima yanında taşır, namazını üzerinde kılardı. Kefenini yanına almadan gezdiğini, konuştuğunu kimse görmedi. Çok oruç tutardı. Bir defasında bir hafta yiyecek bulamadı, sekizinci gece açlığı iyice şiddetlendi, nefsine eziyet ettiğini düşünürken kapı çaldı. Bir tabak yemek geldi, mum almaya gitmişti ki döndüğünde kedinin yemeğini döktüğünü gördü. Su bardağını almaya gitti mum söndü içmek isterken bardak düştü kırıldı. O da ‘Ya Rabbi, bu zavallı kulunu imtihan ediyorsun, fakat acizliğimden sabredemiyorum! Diyerek ah çekti. Bu ahtan neredeyse ev yanacaktı. Bir ses duyuldu. Ey Rabia, istersen dünya nimetlerini üstüne saçayım fakat gamımı alayım. Çünkü benim gamım ile dünya bir arada bulunmaz! Bu sözü işitince şöyle dua etti; ‘Ya Rabbi, beni seninle meşgul eyle ve senden alıkoyacak işlere beni bulaştırma! Bir gece yarısı yine kalkmış Rabbiyle baş başayken arkadan biri yaklaşmış onun münacatını dinliyor. ’Allah’ım gece oldu sevgililer sevgililerinin yataklarına gittiler. Aşık maşuk şimdi sarmaş dolaş. Benim MAŞUKUM SENSİN! BENDE KALKTIM SEN İN YANINA GELDİM! Sana çeşitli şeyleri şefaatçi olarak arz ediyorum. Benim sevgimde bir hayli derindir…İsteğim, dileğim çoktur. Aşığın maşuktan istediği her şeyi istiyorum. Aşkımı şefaatçi değil, senin bana olan alakanı şefaatçi yapıyorum!!!!!’ Dikkat ediniz bu emin bir kalbin ifadesidir. ’Allah’ın sizi ne kadar sevdiğini öğrenmek istiyorsanız onu ne kadar sevdiğinize bakın’ O öyle çok öyle delicesine seviyordu ki Rabbinin de onu ne kadar sevdiğini bildiğinden kendi sevgisini değil Rabbinin ona olan sevgisini şefaatçi yapıyordu. Rabia-tül Adeviyye son derece tevekkül ve sabır ve her türlü güzel ahlaka sahip, dünyaya değer vermeyen yani düşkün olmayan, Rabbinin rızasından başka bir şey düşünmeyen, gece ve gündüzünü ona ibadet ve tefekkürle geçiren, hayatı boyunca çok işkence ve eziyet görmesine rağmen imanından dönmeyip sabreden, kısacası gözlerine Rabbinin

34

hayalinden başka hayal girmeyen çok yüce bir kadın evliyadır. Doğumu bilinmemektedir. 752′de Kudüs civarında vefat etmiştir. Allah bizi onun şefaatine nail eylesin. HZ.RABİA-TÜL ADEVİYYE HAKKINDA Bir gece namaz kılmak için seccadesini serer. Namazını bitirdikten sonra şöyle bir duada bulunur; Ya rabbi! şu vakitte bir çok kimse uyudu, bir çoğu sevdiğine gitti, bende sana geldim, çünkü benim sevdiğim sensin. Sonra zikre başladı ve seccade üzerinde zikir çekerken uyuyakaldı. Bir hırsız girdi evine biraz sonra, bakındı sağına soluna, oldukça az ve eski eşyaların olduğu fakir birinin eviymiş bu ev diye düşündü. Ama bir kaç parça eşya almadan çıkmak olmaz diye düşündü Torbasına doldurduğu bir kaç parça eşya ile tam evden çıkacakken birde baktı ki kapı yok! Az önce girdiği kapı hiçbir yerde yoktu, her yer duvardı. Aldıklarını bıraktı ve tekrar çevresine baktı, kapı orada duruyordu. Tekrar torbasına doldurdu eşyaları ve tekrar baktı ki kapı yine yoktu! Bu işlemi tam 3 kez tekrarladı. Tam o esnada duvarlar dalga dalga yarılarak dedi ki; Ey hırsız! Sevilen uyudu ama seven ayakta! Hırsız kelime-i şehadet getirerek Müslüman oldu Daha sonra Zeytin Dağından panoramik olarak seyrettiğimiz Mescid-i Aksan’ın ve Kubbetüs Sahranın akşamın loş ışığında fotoğrafını çektikten sonra otelimize dönüş yapıyoruz.

Selman-ı Farisiyi ziyaret ettiğimiz mescidin bahçesindeki Filistinli Çocuklar

04.03.2016 CUMA SAAT 08.30 MESCİD-İ AKSA VE AVLUSU

35

BABUN MEĞARİBE KAPISI: Peygamber Efendimiz (sav)’ in Mescid-i Aksay’a girdiği kapıdır. Hz Ömer’de bu kapıdan

girdi ve buraya ait bilgileri edindi.

Mescid-i Aksa ve Romalılardan kalan kalıntılar

MESCİD-İ BURAK Ağlama Duvarı’nın hemen arkasındaki bu küçük mescit, Hz. Muhammed’in (as) bineği Burak’ı bağladığı yere kurulmuştur. Peygamber’imizin ifadesiyle Burak, bütün peygamberlerin atlarını bağladıkları halkaya bağlanmıştır. Burak Mescidinin duvarında bu hakikatin hatırasını yâd eden bir demir halka bulunur.

Burak Mescidine iniyoruz

SÜLEYMAN MABEDİ (SAAT 09.15): Mescid-i Aksa’nın alt katındayız. Bulunduğumuz yeri Hz Davut (as) ilk mescid olarak

yapıyor. Duvarlar yıkılınca arsa sahibine altın verilerek alınıyor. Davut (as) duvarları tekrarinşa ediyor

ve oğlu Hz Süleyman (as) duvarların yarısından sonrasını yapıyor. Buradaki üç direk Süleyman

Mabedinin burası olduğuna işaret eder. Bu mabette cinlerin çalıştığının delili düvardaki uzunluğu 4

metreye yakın olan sütun şeklindeki taşlardır.

36

Süleyman ve Davut Mabedinin ilk yapılan alt katı

HZ MERYEM’İN MİHRABI (SAAT10.00): Yine bulunduğumuz alt katta Hz Meryem’in bulunduğu mekân vardır. Meryem annemiz

Hz Zekeriya (as)’ın himayesine veriliyor. Bu mekân Hz Meryem’in inzivaya çekildiği yerdir. Hz

Meryem’in teyzesi Elisabeth Zekeriya (as)’ın eşi olduğunun ve onun çocuğunun olmadığının

bilgisini de burada rehberimizden öğrenmiş oluyoruz.

MESCİD-İ MERVAN: Mescid-i Aksa Camiinin Kıble yönüne göre sol yanında Emevi Halifesi Mervan

tarafından yaptırılan Mervan mescididir. Bu mescid 3,000 kişiliktir. Duvarlarının alt kısmı ve üst

kısmına baktığımız zaman eski ve yeni yapı kendini göstermektedir.

37

BABUT TEVBE VE RAHMET KAPILARI:

Tövbe ve Rahmet Kapıları; Bu iki kapı mescidi aksanın doğu surunda bulunmaktadır. Bu kapılara doğru uzun merdivenler uzanmaktadır. Bunlar büyük ve yüksek binanın içinde bulunuyor. Kapılar şuan kapalı durumdadır. Kapıların Hz. Ömer, Selahattin Eyyubi veya Osmanlı döneminde kapatıldığı rivayet edilmektedir. Fakat daha çok Osmanlı zamanında kapatıldığı öne sürülmektedir. Çünkü kapıların kapatılma tarzı Osmanlıya benzemektedir. Kapıların ilk ismi tövbe ve rahmettir, ancak Hıristiyanlar altın kapısı olarak değiştirmişlerdir.

KUBBETÜS SAHRA (SAAT 10.30) (ARKADAKİ)

Kudüs haremindeki kutsal kaya üzerinde yer alan Emevî Halifesi Abdülmelik b. Mervân 'ın yaptırdığı, ortası kubbeli sekizgen yapı. İslâm mimarisinin bilinen İlk kubbeli eserlerindendir ve Kudüs'ün fethinden sonra Hz. Ömer tarafından yaptırılan mescidin yerine inşa edildiği için daha çok Batılılar tarafından Ömer Camii olarak da tanınır. Binanın üzerinde bulundu-ğu kutsal kaya (sahre, hacerü'l-muallak) rivayete göre Hz. Musa'nın kıblesidir (Taberî, XXVI, 183) ve Resûl-i Ekrem'in kıble değişikli ğiyle ilgili ayetler gelinceye kadar namaz kılarken yöneldiği

38

Kudüs'ten maksadın da o olduğu söylenir. (Taberi, II, 4) Yahudi geleneğinde sahrenin Süleyman Mâbedi'nin Kudsü'l-akdes bölümünün temelini teşkil ettiği, dünyanın ortasında bulunduğu, Nuh'un gemisinin tufandan sonra onun üstüne oturduğu ve üzerinde Hz. İbrahim'in kurban kestiği, Hz. Davud'un tövbe ettiği gibi değişik inanışlar vardır. Kitâbı Mukaddes yorumunda sahrenin Süleyman Mâbedi'nin tamamının veya yalnız kurban sunulan mezbahanın temelini oluşturduğu kabul edilir.

Bazı İslâm kaynaklarında sahre Beytül-makdis olarak tarif edilir. Hz. Ömer, barış yoluyla Kudüs'ü ele geçirince Kâ'b el-Ahbâr'ın delaletiyle Yahudiler tarafından çöplük haline getirilen sahrenin yerini bulup temizletmiş, bizzat kendisi de eteğinde toprak taşıyarak bu çalışmaya katılmıştır. (İbn Kesîr, VII, 57)

(Muallak Taşı üstten görünüm) (Muallak Taşının Altındayız)

Kubbetü's-Sahre, tarihi boyunca bölgeye hâkim olan hemen her hükümdardan büyük ilgi ve saygı görmüş, özenle tamir ettirilmiştir. Bilhassa Eyyûbî sultanları kendi elleriyle sahrenin tozunu alır, mescidi süpürür ve gül suyu ile yıkarlardı. Bunlardan el-Melikü'1-Azîz Osman, sahre-nin etrafına ahşap bir korkuluk yaptırdı. Memlükler'den I. Baybars 1270'te yıkılan kısımları tamir ettirdi ve dış duvar mozaiklerini yeniledi. 1318'de Muhammed b. Kalavun kubbenin içini altın yaldız ve mozaiklerle yeniden dekore ettirip dışını da kurşunla kaplattı. Berkuk, güney kapıdan girince göze çarpan mahfeli yaptırdı; el-Melikü'z-Zâhir Çakmak yıldırım düşmesi sonucu yanan kubbesini onarttı. Kayıtbay ise kapılarını üzerlerine kabartma motifler işlenmiş bakır levhalarla

39

kaplattı. Osmanlılar zamanında Kanunî Sultan Süleyman tarafından çok köklü biçimde tamir ettirilmiş ve harap olan dış mozaik kaplama çinilerle değiştirilerek pencerelere alçı revzenler yerleştirilmi ştir. İmar faaliyeti III. Murad. I. Abdülhamid, II. Mahmud, Sultan Abdülmecid, Sultan Ab-dülaziz ve II. Abdülhamid tarafından da devam ettirilmi ş, özellikle II. Abdülhamid büyük masraflarla zemine değerli İran halıları döşetmiş, ortaya görkemli bir kristal avize astırmış ve eskiyen çinileri yeniletmiştir. 1948 Eylül ve Ekim aylarında atılan bombalardan kuzeybatı pence-releri zarar gören Kubbetü's-Sahre, bugün de zaman zaman Filistinlilerle İsrail askerlerinin çatışmaları sırasında tehlikeli durumlara düşmektedir.

KUBBETÜL SİLSİLE (SAAT 10.50) (ÖNDEKİ)

Abdulmelik bin Mervan tarafından 685 ile 688 yılları arasında yaptırıldı. Kubbenin hacmi küçük, mihrabı ve on bir köşesi bulunmaktadır. Rehberimizin anlattığına göre; Peygamber Efendimiz burada karşılanmıştır. Burası Hz Süleyman’ın yedi harikulade olaydan birinin gerçekleştiği yerdir. İki Yahudi’nin hak arama hikâyesinden dolayı semadan buraya inen zincirin bu hikâye sonucunda zincirin kaybolduğunu anlatıyor bize… Yine Osmanlı da görev yapan kadıların burada hüküm verdiği bilgisini bize aktarıyor rehberimiz. Hz Süleyman’ın da burada hüküm verdiğini, buranın altında yaptırdığı havuza suçluların düştüğünü bu kubbenin altında anlattı.

KUBBETÜNNEBİ:

40

Peygamber Efendimizin tüm peygamberlere namaz kıldırdığı yer olarak bilinmektedir. Bu hatıranın anısında burada bu kubbe vardır.

KUBBETÜLMİRAC:

Peygamber Efendimizin miraca çıkmadan önce beklediği yer olarak bilinmektedir. Bu hatıranın anısına burada bu kubbe bulunmaktadır.

KUBBETÜLERVAH (RUHLAR KUBBESİ Bütün temiz ruhların burada toplandığı rehberimiz tarafından bize anlatılıyor. Burası bütün temiz ruhların burada toplanıp namaz kıldıkları yerdir.

41

KUBBETÜLHIZIR: Hızır aleyhisselamın Zeviyetül hızır tarafından gelerek durduğu yerdir. Bu hatıranın anısına buraya bu isim verilerek kubbe inşa edilmiştir.

ZAVİYETÜLHIZIR: Kubbetül hızırın bulunduğu yere gelirken Hızır (as) ın kullandığı yol ve girdiği kapıya denir.

HAREM-İ ŞERİFİN TABANINDAKİ SECCADE GÖRÜNÜMÜNDEKİ ALAN: Burası da Hızır (as)’ın ermişlerle beraber namaz kıldığı ve ermişlere namaz kıldırdığı yer olarak kabul edilir. Rehberimiz Harem-i Şerifin avlusunu bu şekilde bize anlattıktan sonra

42

Cuma namazını Mescid-i Aksa’da kılıp tekrar buluşmak üzere Cuma namazı sonrasına kadar gezimize böylece ara vermiş oluyoruz

CUMA NAMAZI SONRASI (SAAT 13 10) AĞLAMA DUVARI - YAHUDİ BÖLGESİNDEYİZ

Yahudilerin, Süleyman aleyhisselamın Kudüs'te yaptırdığı Beyt-ül-Makdis (Mescid-i Aksa) den kaldığına inandıkları ve kutsal kabul ettikleri duvar. Yahudilerin ha-Kotel ha-Ma'aravi (batı duvar) dedikleri bu duvar zamanla Hıristiyanlığın tesiriyle "Ağlama Duvarı" olarak adlandırılmıştır. Yaklaşık 485 m uzunluğunda olan Ağlama Duvarı, toprak seviyesinin üstünde yirmi dört büyük taş sırası ile yer altında kalan on dokuztaş sırasından meydana gelir. Yüksekliği toprak seviyesinden itibaren 18 m olup 6 metresi mabed alanının seviyesini aşmaktadır. Taşlardan bazılarının uzunluğu 12 m, yüksekliği 1 m, ağırlığı ise 100 tondan fazladır. 1967 Arap-İsrail (Altı Gün) Savaşına kadar sadece 30 metrelik kısmı ibadet için kullanılmaktaydı. Bugünkü haliyle duvarın en üstünde bulunan on bir sıra, İslami dönemden kalmadır. Geri kalan kısım ise hazret-i Süleyman zamanından kalma olmayıp Herod (Hirodes) dönemi mimari özelliklerini taşımaktadır.

On iki kabileye ayrılmış olan İsrailoğulları Süleyman aleyhisselamın vefatından sonra iki devlete ayrıldılar. On kabile İsrail devletini, diğer iki kabile ise Yahuda devletini kurdular. Azgınlaşarak hak yoldan ayrıldılar ve taşkınlık ettiler. Gadab-ı İlahiye uğradılar. İsrail devleti M.Ö. 721'de Asuriler, Yahuda Devleti de M.Ö. 586'da Babilliler tarafından yıkıldı. Asuriler, Babil

43

Devletini işgal etti. M.Ö. 587'de Asuri Hükümdarı Buhtunnasr Kudüs'ü yakıp, yıktı. Yahudilerin çoğunu öldürdü, kalanlarını da Babil'e sürdü. İran hükümdarı Şireveyh, Asurileri yenince Yahudilerin tekrar Kudüs'e dönmelerine izin verdi. Yahudiler M.Ö. 520 senesinden sonra Mescid-i Aksay’ı yeniden imar ettiler. Önce Perslerin, sonra da Makedonyalıların idaresi altında yaşadılar. M.Ö. 63 senesinde Kudüs, Roma kumandanı Pompey tarafından işgal edildi. Pompey de Yahudileri dağıttı, şehri ve Mescid-i Aksa'yı yaktı, yıktı. Böylece Yahudiler, Roma Devleti hâkimiyetine girdiler. M.Ö. 20 senesinde Romalıların Filistin'deki Yahudi Valisi Herod, Mescid-i Aksa'yı eski ölçüleri daha da genişleterek yeniden yaptırdı.

Yahudiler daha sonra Roma hâkimiyetine isyan ettiler. M.Ö. 70 yılında Romalı kumandan Titüs, Kudüs'ü tamamen yaktı, yıktı. Şehri viraneye çevirdi. Beyt-i Mukaddes (Mescid-i Aksa) de yandı. Sadece batı duvarı kaldı. Sonra Titüs'ün yaptırdığı ve 120 yılındaki tamiratta bu duvarın aynen kaldığı kabul edilir. Kudüs'ün doğu kesiminde Kubbetü's-Sahra Camiinin de bulunduğu Harem-i şerifin batı tarafında Tyropean Vadisinin kayalık tabanı üzerinde yer Alan Ağlama Duvarı, M.S. 1. yüzyıldan itibaren Yahudiler tarafından Mukaddes kabul edilmeye başlandı. Yahudilerin önünde ibadet ettikleri bu duvar, Kudüs'ün ve Beyt-i mukaddesin yakılıp yıkılışını; esir olarak Romalılar tarafından başka ülkelere sürülüşlerini anmak; hatıralarını tazeleyip, kinlerini bilemek; mabede yeniden kavuşup Yahudi hâkimiyetini kurmak hayali içinde dua ve gözyaşı ile yaslarını sürdürmelerini sağlamıştır. Bu duvar yüzyıllarca Yahudilerdeki milli ve dini şuuru ayakta tutmuştur. Yahudilerin inanışına göre, "Bu duvar yıkılmayacak ve Rab, mabedin batı duvarını asla terk etmeyecektir."

İlk zamanlarda duvarın yanında herhangi bir ibadet yeri yapılmamış, hatta Yahudilerin Kudüs'e girmeleri bile yasaklanmıştı. Fakat Ağlama Duvarı muhafaza edilmiş ve Mescid-i Aksa tamir edilmişti. Kudüs İslam hâkimiyetine girdikten sonra, Yahudiler serbestçe Kudüs'e girebilmişler ve ibadet edebilmişlerdir. Ağlama Duvarı önüne gelerek dua etmişlerdir. Osmanlıların Kudüs'ü fethetmelerinden ve İspanya'dan kovulan Yahudilerin Kudüs'e göçme veya burayı ziyaret etme imkânının doğmasından sonra Ağlama Duvarı Yahudiler için devamlı bir dua yeri haline gelmiştir. Osmanlılar, Yahudileri himaye ettikleri gibi Mescid-i Aksa'yı ve Ağlama Duvarını da tamir ettirip, yıkılmaktan korumuşlardır. Bölgede Yahudi nüfusunun artmasından sonra Yahudiler Ağlama Duvarı önüne, sıralar, masalar koymak ve o bölgedeki evleri yıkmak istediyseler de Müslümanlar buna mani oldular. 1929’da Ağlama Duvarı sebebiyle Müslümanlarla Yahudiler arasında olaylar çıktı. Birleşmiş Milletler Cemiyeti tarafından kurulan bir heyet, duvarın Müslümanların mülkiyetinde olduğuna ve Yahudilerin orada dua edebileceklerine karar verdi.

Resmin solunda Yahudilerin Mescid-i Aksa’nın altına kazdıkları tünel girişleri bulunmaktadır

44

1948 senesinde Kudüs'ün doğu kesiminin Ürdün'ün eline geçmesi üzerine Yahudilerin bu duvarı ziyaret etmeleri yasaklandı. 1967 Arap-İsrail Savaşında Kudüs'ün doğu yakasının İsrail tarafından işgal edilmesi üzerine bu hadiseyi asker sivil bütün Yahudiler duvarın önünde büyük bir coşkuyla kutladılar. 2000 yıllık İsrail rüyasının gerçekleştiğini ilan ettiler. Daha sonra ise duvarın bulunduğu bölgedeki mahalle yıkılarak geniş bir alan açıldı. Ağlama Duvarını Süleyman as’mın yaptırdığı mabedden bir kalıntı olarak kabul ettikleri kutsal bir mekan sayan Yahudiler, mabedin yıkılış yıl dönümü olmak üzere çeşitli vesilelerle dua ederler. Yahudilerin en büyük hedefi, bu mabedin eski ölçülerine göre yeniden yapılmasıdır. Beyt-i Mukaddesin eski ölçülerle yeniden yapılabilmesi için bugünkü Kubbetü's- Sahranın ve Mescid-i Aksa'nın yıkılması gerekmektedir.

Hz DAVUT (AS) IN KABRİNİ ZİYARET Ağlama duvarının ardından tamamen Yahudi bölgesinde bulunan ve Kudüs Zion dağında medfun olan Hz Davut (as)’ın kabrini ziyaret ediyoruz. Erkekler başlarında takke olmadan içeri alınmıyor. Yahudilerin elinde bulunan bu yere her din mensubu ziyarette bulunuyor. Hz Davut’un kabri Yahudi dini simgeleri ile süslü. Ziyaretimizi Yaptıktan sonra çıkış koridorunda Yahudilerin en önemli dini sembollerinden biri olan şamdan var. Resimlerle süslenen bu mekânın gezilmesi de bu şekilde sonlanmış oluyordu.

KUDÜS BAŞKONSOLOSUMUZ MUSTAFA SARNIÇ BEY’İN DAVETLİSİYİZ Gezimiz esnasında Kudüs Başkonsolosluk makamında oturan Büyükelçi Mustafa Sarnıç Bey’in davetlisi olarak konsolosluk binasına gittik.. Biz misafirlerine yemek ikramında da bulunan Başkonsolosumuz bir değerlendirme konuşması da yaptı. “-Almanya’dan ve hatta Avrupa’dan Stuttgart Din Hizmetleri Ataşeliği öncülüğünde Türkler tarafından organize edilen ve Kudüs’e ziyaretçi olarak gelen ilk kafile sizsiniz” dediğinde gezi kafilesinin yüreklerindeki heyecanını gözlerinde hissettim. Harflerimin, kelimelerimin ve cümlelerinin yetersizliği içinde bu duyguyu sizlere aktarmaya çalışsam da nafile… Nakıslığı gidermenin tek çaresi de o an da o mekânda olmaktı sanırım… Bu duyguyu yaşatan Rabbime sonsuz Hamd-ü Senalar olsun. Mekânın şartlarından ve görevdeki zorluklardan da bahsetti. Bizlerin Almanya’dan ilk gezi kafilesi olarak gerçekleştirdiğimiz Kudüs ziyaretinin buralar ve buradaki insanlar için önemine işaret eden Sayın Büyükelçimiz bunun arkasının artarak devam edeceğine inancının tam olduğunu da belirtirken bu sıcak karşılama ve ziyaretin sonunun da yaklaştığının habercisi son yudumlamalarla bitirdiğimiz kahve ve çaylarımız olmuştu. Bu anı hep beraber birkaç resim karesinde ölümsüzleştirerek konsolosluk binasının önünde bizi beklemekte olan otobüsümüze bindik ve Kıyamet Kilisesine doğru yol almaya başladık.

45

KIYAMET KİLİSESİ (SAAT 14.10): Geniş bir avluya girdik. Kasvetli bir kilisenin önünde durduk. Rehberimiz anlatmaya başladı. Arkadaşlar! Burası Kıyamet kilisesidir. Diğer bir ismi de Gamama kilisesidir. Gamama, çöplük demektir. Şu gördüğünüz haç İsa Peygamberin çarmıha gerildiği haçtır. Kilisedeki Hristiyan mezhepler sevap kavgasına girince büyük karışıklıklar ortaya çıkmış, onlarca insan ölmüştür. Osmanlı Padişahı Abdülmecid bir ferman yayınlayarak kimin ne iş yapacağını kimin nereyi temizleyip temizlemeyeceğini milimi milimine bizzat ben belirleyip bunlara uymayanın da kafasını uçuracağım demiştir. İşte yedi düvele Rahmet okutan ecdat bu olsa gerek.

Karşı duvarda pencere önündeki merdivenin hikâyesi de şöyledir.

Osmanlı padişahlarından Sultan Abdülaziz zamanında bu kilisede yıllarca mezhep din adamları arasında yetki kavgaları olmuş değişik mezhep din adamlarından “on beş” din adamı ölmüş. Bu çekişmeler İstanbul’a kadar ulaşmış. Padişah bir ferman yazdırmış. Ferman Kudüs’e ulaşınca kilisenin meydanına gelen münadiler seslenmişler. Padişahımızın fermanıdır! Kim

46

fermanımı duya, her işini bıraka ve oldukları yer de kalalar… Bu ferman okunmaya başlanınca herkes kilisenin avlusunda toplanıp kıpırdanmadan dinlemeye başlamışlar. Lakin kilisenin üst katın da merdivenle camlara tırmanmış temizlik yapan bir Rahip olduğu yerde çakılmış kalmış. Ferman Padişahtan gelmiş. Kıpırdamak veya farklı bir iş yapmak kimin haddine! Ferman okunmuş ve gereği uygulanmaya başlanmış. Kilisenin bütün bakımı ve çalışanların maaşı Osmanlıdan gitmektedir. Lakin Kilisenin Ermeni Papazı olduğu yerden aşağı inememiş hatta kıpırdayamamış. Uzun uğraşlar sonunda onu indirmişler. Fakat merdiven 159 yıldır halen olduğu yerde duruyor.

Kiliseye girince sağ tarafta İsa Peygamberin çarmıha gerilip ölüme terk edildiği ve öldürülünce de çöplüğe atıldığı yer vardır. Burada teneşir yeri ve dirilip göğe çıktığı mekân sebebiyle de bu kilise şu anda dünyada Hristiyanlarca en kutsal mabet olarak kabul edilmektedir. Ayrıca burada çarmıha gerildiği ve ölümünden sonra çöplüğe atıldığı yeri öpüp secde edip saygı gösteriyorlar. Görünürde ise Yahudiler İsa Peygambere böyle dehşetli işkencelerde bulunmuşlar.

Hz ÖMER MESCİDİ: Hz Ömer, Kudüs’ü Şerife geldiği zaman Kıyamet kilisesinde karşılanmış ve şehrin anahtarı kendisine teslim edilmiş. Namaz vakti gelince Hıristiyan din adamları namaz kılması için kiliseye davet etmişler. Lakin Hz Ömer daha sonra Müslümanların burasını Camiye çevirecekleri endişesini dile getirerek bu teklifi bunu kabul etmemiş. Kilisenin yanı başında boş arazide namazını ikame etmiş. Daha sonra namazı ikame ettiği yere bu mescit yapılmış.

Hz. Ömer (ra)’ın cihana adaleti ile nam salması boşuna değilmiş… Daha sonraları Selahaddin Eyyübi Hazretleri de buraya bir minare yaptırıyor. Burası Ömer Mescidi olarak anılıyor.

05.03.2016 CUMARTESİ GEZİYE BAŞLAMA SAAT İ 07.20

Sabah namazımızı Mescid-i Aksa’da kılıyoruz. Aslında bu mübarek vaktin bitmesini kimse istemiyordu. Çünkü bu Mescid-i Aksa’yı son ziyaretimiz ve son sabah namazımız idi. O da bu sabah diğer sabahlardan farklı olarak biz misafirlerini boynu bükük karşılamıştı. Ah Mescid-i Aksa; zulmün altındaki vakar duruşun ne kadar çok yakışmış sana... Bu heybetli duruş ne kadar çok saldırmalarına rağmen o kadar da çok korku salmış kin ve nefret saçan yüreklere… Bu öyle bir korku ki, en son teknolojinin ulaştığı gölge bile güven vermiyor onlara… “İnanıyorsanız

47

üstünsünüz” ilahi fermanını bir zırh gibi kalbine işlemiş olan Filistinli gencin intifada heyecanına tanıklık etmek bahtiyarlığının nasip olduğu bu mekânlara veda etmenin vakti yaklaşmıştı artık… Son bir kez daha açıldı bu mukaddes kubbenin altında eller Semaya… Ya Rabbi! Kabir azabından, cehennem azabından, ölüm şiddetinden, hayat ibtilasından ve deccalin fitnesinden sana sığınıyoruz. Zulmedenin şerrinden sana sığınıyoruz. Birliğimizi, dirli ğimizi, beraberliğimizi bozan her türlü iç ve dış mihrakların, Siyonist emellerin kurmuş olduğu tuzakların şerrinden sana sığınıyoruz. Filistinli kardeşimin imanı gibi iman, terör karşısında Müslüman Türk kardeşimin sabrı gibi sabır, ezilen tüm mazlumların arkasında dimdik duran devlet adamlarımızın sebatı gibi sebat istiyoruz ya Rabbi. Üç İbrahimi dinin yaşandığı şu kutsal mekanlara, adaleti, hoşgörüyü, insanlığı aşılayan Peygamber ve sahabe anlayışını, Hz Ömer’in adaletini, ecdadımızın geçer akçe dünya görüşünü bizler vasıtası ile yeniden nasip eyle Ya Rabbi.. Amiinn!.. Amiinn!..

Kahvaltı için yüreğimizi Mescid-i Aksa’da bırakarak otelimize geldik. Aynı zamanda çantalarımızı da hazırladık. Otobüsümüzün bagajına yerleştirdik. Çünkü gezi sonunda artık otobüsümüz bizi havaalanına bırakacaktı. Yolculuğumuz esnasında rehberimiz yol boyunca gördüklerimizi bize anlatmaya devam ediyordu. Ürdün vadisi sağ tarafımızda, Batı Şeria vadisi de sol tarafımızda bize eşlik ediyordu. Yavaş yavaş deniz seviyesinden aşağı sanki dünyanın merkezine doğru iniş yapıyorduk. Rehberimiz bu inişin kulaklarımıza basınç yapabileceği hususunda bizleri uyarıyordu. Çünkü yeni gezi hedefimize ulaştığımızda deniz seviyesinden 450 metre aşağıya inmiş olacaktık. Rehberimiz bu seviyede dört mevsim tarım yapılabilir diyordu. Sahra’da: 10 derece sıcaklık artar. Mahalli Sahrada yani sahra vadisi mavi bir levha ile kendisini gösteriyordu. Bu, deniz seviyesinden aşağıya doğru inişimizin habercisi idi.

LUT GÖLÜ (ÖLÜ DENİZ) DÜNYANIN DİBİ: Yarısı İsrail, yarısı Ürdün sınırında kaldığından iki ülke için de en çok turist çeken yerlerden biri olan deniz seviyesinin 450 metre altındaki Lut Gölü, suyundaki yararlı mineraller nedeniyle, çevresindeki Otel-Spa ve çeşitli konaklama tesisleri ile yılın her ayı dolu oluyormuş. Ayrıca yine göldeki mineraller ile bölgedeki volkanik çamurdan elde edilen kozmetik ürünlerin fabrika satış mağazaları da bu çevrede. Zamanımızın darlığından dolayı biz yol kenarında duruyor ve Lut gölünü uzaktan seyrediyor ve resimliyorduk.

Aynı zamanda Dünya’nın en tuzlu üçüncü gölü olması nedeniyle de neredeyse hiç kıpırdamadan bel hizasının biraz üzerinde bir yere kadar batmadan suda durabilmek mümkündür. Göle Lut Gölü isminin verilmesinin nedeni ise; Hz. Lut’un peygamber olarak gönderildiği Lut Kavmi’nin yaşadığı Sodom ve Gomore şehirlerinin, bu gölün altında kaldığına dair olan inançtır. Kuran’-ı Kerim’de Araf ve Hicr Surelerinde bu konu hakkında şu ayetler yer almaktadır;

48

‘Hani Lut da kavmine şöyle demişti: “Sizden önce âlemlerden hiç kimsenin yapmadığı hayâsız-çirkinliği mi yapıyorsunuz? “Gerçekten siz kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz. Doğrusu siz, ölçüyü aşan (azgın) bir kavimsiniz.”… Ve onların üzerine bir (azap) sağanağı yağdırdık. Suçlu-günahkârların uğradıkları sona bir bak işte. (Araf Suresi, 80-84)

Anında (yurtlarının) üstünü altına çevirdik ve üzerlerine balçıktan pişirilmi ş taş yağdırdık. Elbette bunda ‘derin kavrayışa sahipleri için gerçekten ayetler vardır. O (şehir de) gerçekten bir yol üstünde (hala) durmaktadır. Elbette, bunda iman edenler için gerçekten ayetler vardır. (Hicr Suresi, 74-77)

Bu şehirlerin sular altında kaldığı ile ilgili tam olarak netleşmiş veriler yoktur. Ancak Kuran-ı Kerim’de yazılanlardan ve tarih bilgilerinden yola çıkılarak bölgede yer alan volkanik kalıntılar, deprem izleri, çoraklaşmış toprak ve kraterlerin oluşumu gibi birçok detay incelenmiş ve şehrin bu gölün altında yer aldığına kanaat getirilmiştir. Ölü Deniz’in tuz oranı nedeniyle burada yüzmek oldukça ilgi çekici bulunur. Bunun yanı sıra buradaki çamurun ve göl suyunun ise birçok cilt sorununa iyi geldiği ve şifalı olduğu söylenir. Hatta birçok kozmetik firması buradaki çamuru bazı ürünlerinin içeriğine karıştırmaktadır

MUSA (AS) KÜLLİYESİ: Kudüs sol tarafımızda kaldı. Yolumuz sarp dağlık bölgelerden geçiyor. Ne ot ne de kaya kum tepeleri gibi dağlık bölgenin arasında ki derin vadide açılmış otobanda gidiyoruz. Bir kavşaktan sağa ayrıldık. Bizim Anadolu’muzda ki bakımsız köy yolu gibi bir yolda ilerliyoruz.

İçim de inanılmaz bir heyecan var. Gittiğimiz yer “Kuyikelimullah’ı Musa’nın” yeridir. Edep etmek gerektir. Hatta Yahudi milletinin en büyük peygamberidir. Yeri çok bakımlı allı pulludur diye hayal ederken Ağrı da İshak paşa sarayı gibi gözüme göründü. Yine çöl yine yapayalnız bir peygamber önümüz de duruyordu. Etrafı mezarlık bir alan için de etrafı surlarla çevrilmiş gibi büyük bir medresenin içinde bir mescit ve küçük bir minare var. Görür görmez diyorsunuz ki, buraya ecdadımızın eli değmiş. O güzel peygamber, Allah ile konuşan, ömrünün büyük bölümünü Firavunun sarayında geçiren ve netice de Kenan diyarında Şuayip Peygambere çoban olan güzel insan burada yatıyor. Milletinden ayrılıp Tur dağına çıkan, ON emir ile geri gelen, kısa bir süre de müşrik olan kavmi ile de mücadele eden “Allah ile beraber ama insanlar arasında yalnız adam” burada yine yalnız yatıyor. Etrafı tamamen mezbelelik bir şekil de Müslüman Mezarlığı ile çevrili.

49

İçeri girdik. Bizi iki katlı geniş avlulu bir medrese karşıladı. Giriş sol tarafında bir mescit ve için de yalnız adam Hz Musa (as) yatıyor. Yahudiler her peygamberi abluka altına almış. Ama buraya hiç önem vermemiş. Sadece Musa peygamberin buradaki çilesi bile Kuranı Kerimi destekliyor ve hak kitap olduğunu ispatlıyor. Yahudiler, sağlığında Hz Musa’yı nasıl yalnız bıraktılarsa ölümünde de yalnız bırakmışlar. Yahudiler paranın geleceği yerlere bakıyorlar. Manevi duygularla onların hiç işi olmuyor. Her şeyleri maddeden oluşmuş. Hz Musa (as)’ı da derin bir saygı ile ziyaret ediyor ve tekrar yola koyuluyoruz.

ERİHA KENTİ: (SAAT 12.45) ve CÜREYZE AĞACI:

Cüreyza Ağacı

Eriha kentine giderken yolumuzun üzerinde bir Eriha Çınar ağacı var idi. İncil’de yazdığı üzere “ İsa Eriha’dan geçerken onu görmek isteyen zengin, vergi toplama şefi Zacchaeus kısa boylu olduğu için kalabalıktan onu göremiyor ve bu ağacın tepesine tırmanıyor.” Otobüsümüzden inmeden fotoğrafını çektik ve yolumuza devam ettik. Bu adamın isminin Cüreyze diye de bilinmesinden dolayı ağaca da bu isim veriliyor. Hz İsa’nın bu şahsın evinde de kaldığı söylenir. Hz İsa Eriha’daki manastırda uzun bir müddet kaldıktan sonra bu ağacın dibine gelirmiş.

50

Ve Eriha’dayız. Otobüsümüz hâkim bir tepede durdu. Tam karşımızda Temptation (ayartma, yoldan çıkarma) Dağı. Burada yine yerden 350 m yükseklikteki bir Rum Ortodoks Manastırı olan Qarantal Manastırı bulunuyor. İsa vaftiz olduktan sonra bu dağdaki mağaralara gelir ve burada 40 gün 40 gece açlık çeker. Bu süreçte şeytan ona devamlı görünür ve onu baştan çıkarmaya çalışır. İsa tüm bu ayartmalara karşı koyar ve en sonunda şeytan gider, diğer melekler de İsa’ya yemek getirir. Bu manastır 1895 yılında yapılmıştır. Bu dağ ile bizim aramızda teleferikler gidip geliyor bu dağa teleferikler sayesinde seferler yapılıyordu. İçimde teleferiğe binme isteği uyansa da vaktimiz buna müsaade etmiyordu.

Yuşa (as)’ın kabrinden bahsediyor rehberimiz. Fakat biz o tarafa da geçmiyoruz. Hz Musa Yuşa (as)’a: “- Benden sonra Kudüs’ü fethedeceksin” diyor. Yuşa (as) Eriha’ya gelir. Altı ay geçer fakat bir türlü bir birlik sağlayamaz. En sonunda ganimet saklayan birinden haberdar olur. Sorun halledilir ama hazırlık bitişi savaş zamanı cumartesiye denk gelir. Cumartesi harp yapamam Ya Rabbi! Der ve güneşin batmaması için dua eder. Güneş bu yüzden gereken zamanda batmaz.

Eriha da ki İsa as bir müddet kaldığı yerde yapılan manastır Yehud bölgesinde yolculuğumuz devam ediyor.. Batıya doğru Akka’ya ve Hayfa’ya doğru ilerliyoruz. Yolculuk esnasında İsrail’in tarım arazileri arasında ilerliyor ve ecdadın yapmış olduğu Hicaz Demir Yolunu seyrediyoruz. Ancak burada neredeyse 60-70 km iki tarafı verimli arazi olan muhteşem bir vadide ilerliyoruz. İsrail en güzel hurma bahçelerini burada oluşturmuş ki dünyada eşi yok. Harika da hurması var. Rehberimiz bu yolda ilerlerken şöyle bir bilgi aktarıyor: Rusya’dan gelen bir Yahudi buradaki geniş ve verimli toprakları on bin altın karşılığında satın almış. Bu bölge Filistinlilerin başkenti konumunda idi. Burada yüzde otuz Nasrani, yüzde yetmişini ise Arap Müslümanlar bulunuyordu. Hz Meryem annemizin hamilelik müjdesini aldığı yerdeki haberin anısına yapılan çeşmeyi görüyoruz. HİCAZ DEMİRYOLUNUN HALA KULLANILIYOR OLMASI ÖNMEL İ Hatta İsrail bakım ve yenileme yaparak aynı hatlardan iletişim sağlamaya devam etmektedir. Ancak çok güzel ve verimli arazilerden geçen demiryollarında hala ecdadın istasyon binalarını da görünce insan bir hoş olmaktadır.

51

Hicaz Demiryolu AKKA KALESİ VE HAYFA ŞEHRİ (SAAT 14.00): Adeniz kıyısındayız… Cami ve türbeler ile muhteşem kale tam deniz kenarındalar.

CEZZAR AHMET PAŞA ve SÜLEYMAN PAŞA: Cezzar Ahmet Paşa Camii

52

Fransız Kralı Napolyon’a karşı Akka Kalesini başarı ile savunan büyük Türk kumandanıdır. 1789 yılında Mısır’ı işgal eden Napolyon Bonapart’ın anlaşmak için ileri sürdüğü teklifleri reddedince, Bonapart Akka Kalesini kuşatmıştır. Ancak Cezzar Ahmed Paşanın emrindeki 3000 kişilik Nizam-ı Cedid askerinin müdafaada gösterdikleri azim ve maharet neticesinde, Napolyon ilk defa burada yenilmiştir. Bunun üzerine; “Akka mukavemet etmeseydi belki Şark İmparatoru olurdum.” demekten kendini alamamıştır. Hayat hikâyesi kısaca şöyledir

:

Bosnalı olup doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. İstanbul’a gelerek Sadrazam Hekimoğlu Ali Paşanın hizmetine girmiştir. Ali Paşa II. Mısır valiliğinden azl edilince, Mısır’da kalarak meşhur Ali Beyin kölesi Abdullah Beyin hizmetine girmiştir. Bahire kaşifli ğine atanan Ahmed, orada Bedevilere karşı olan muharebelerde galip gelmiş ve çok kan dökmüş olduğundan, kasap anlamına gelen “Cezzâr” lakabı verilmiştir. Fakat bir müddet sonra Ali Beyin öc almasından korkarak, İstanbul’a kaçmıştır. Sonra da Şam Vâlisi Osman Paşanın hizmetine girerek Tahir Ömer, Zeydan ve Şahab aileleriyle yapılan mücadelede başarı göstermiştir. 1775 yılında kendisine Beylerbeyi rütbesi verilmiş, 1 yıl sonra da Sayda valiliğine tayin edilmiştir.

Suriye’de emniyeti sağlayan ve 1780 yılında Emirü’l-Haclık ile Şam eyaletine tayin olunan Ahmed Paşa, gerek Sayda ve gerekse Şam valiliği zamanında Akka Kalesinde oturmuştur. Burada kuvvetli bir ordu kuran Ahmed Paşa, küçük bir donanma da yaptırarak adeta bağımsız bir şekilde hareket etmiştir. Bununla beraber bu sırada “Vehhabi meselesi” önem kazandığından kendisi Şam

53

valiliği ile beraber Vehhabilere karşı serdar tayin olmuştur. Fakat hastalığı sebebiyle vazifeye gitmeyerek, kölesi Süleyman Paşayı gönderen Cezzar, 1804 yılında Akka’da hayatını kaybetmiştir.

HAİFA ŞEHRİ VE BAHAİLİK TARİKATININ MEKÂNI (Saat 16.30-17.00 ARASI): Hayfa (İbranice: חיפה; Arapça: � َ�ْ َ�), İsrail'in kuzeyinde ve ülkenin üçüncü büyük şehridir. İsrail'de yoğun olarak Arap nüfus barındıran bir kenttir. Kutsal Kitaplarda (Ahd-i Atik, Tevrat) adı geçmiştir. İbraniler, Romalılar, Araplar,Haçlılar, Osmanlılar Hayfa'yı yönetimlerinde tutmuşlardır. Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın kenti tekrar ele geçirmesi öncesinde Hayfa 1799'da Napolyon Bonapart tarafından da işgal edilmiştir. Kutsal Kitaplarda geçen Kermil Dağı da Hayfa'dadır. Bu dağda Hristiyanlık, Müslümanlık için kutsal bir kalıntı olan İlyas Peygamberin mağarası vardır.

Ayrıca bu dağ yamaçlarında Bahai Dininin Dünya Merkezi ile güzelliğiyle tanınmış bahçeleri ve terasları vardır. İran kökenli ve İslam’ı kötü gösteren bu tarikata bu kadar imkân verilmesi hem de Filistinli Müslümanların onca cefa ve zulüm gördüğü İsrail’de çok manidardır.

Hayfa bahaii tapınağı ve merkezi ile muhteşem bahçesi YAFA ŞEHRİ VE MAHMUDİYE CAMİİ: Yafa, (İbranice: יָפֹו, Arapça: 4َ�4َ6veya Japho, Jaffa, Joppa) Dünya'nın en eski yerleşim merkezlerinden biri kabul edilen İsrail'deki bir liman şehridir. Yafa, günümüzde Tel Aviv şehrinin bir parçası olarak kabul edilmekte ve tam adı Tel Aviv-Yafa olarak geçmektedir. Yunus Peygamber, Süleyman Peygamber ve Aziz Peter hikâyeleri ile meșhur șehirdir. YAFA SAAT KULESİ: Yafa Saat Kulesi (Migdal HaŞaon Yafo) İsrail'de Osmanlı döneminde dikilmiş yedi saat kulesinden biridir. Diğerleri Safed, Akka, Nasıra, Hayfa, Nablus ve Kudüs 'e dikilmiştir fakat bunlardan sonuncusu şu anda ayakta değildir. Yafa Saat Kulesi antik şehir olan Tel Aviv’e bağlı Yafa'nın kuzey girişinde, Yefet Sokağı'nda bulunur. Kireç taşından yapılmış kulede iki adet saat ve bir de 1948 Arap-İsrail Savaşında ölen İsraillilerin anısına plaket bulunur. Osmanlı Sultanı II. Abdülhamit'in hüküdarlığının 25. yıldönümü şerefine inşa edildi. İnşaat Joseph Bey Moyal önderliğinde yerel Araplar ve Yahudilerin destekleriyle yapıldı. Kulenin temeli Eylül1900'de atıldı. İki yıl içinde ilk iki kat tamamlanıp üçüncü kata başlandı. 1903'te saat kulesi tamamlandı. Akka'daki Khan al-Umdan kulesine benzetilen yapı da aynı amaçla dikilmişti. Kule dikilmeden

54

önce üzerinde bulunduğu meydan 19.yy'da hükümet binalarının, ekonomi merkezlerinin ve ulaşım bağlantılarının bulunduğu önemli bir mekândı. Mahmud Cami'ye giden yolda bulunan polis istasyonunun yerine dikilen saat kulesi kireç taşından yapılmış, üç katlı ve iki saatlidir. 1965'te restorasyonu yapılan Yafa Saat Kulesi'ne yeni saatler konulup Yafa'nın tarihini anlatan Arie Koren'in renkli cam mozaiki eklendi. Uzun bir süre bakımsız kalan saat 2001'de gece ışıkları eklendi. 2005-06'te ise tekrar bakımdan geçen kulenin etrafındaki sokaklara trafik düzeni oturtuldu. 2004'te İsrail'in 1.3 Şekellik pullarına konu oldu. Bu "Osmanlı saat kuleleri pul serisinde Safed, Akka, Hayfa ve Kudüs'teki saat kuleleri kullanıldı. Üzerinde Osmanlı Tuğrası da mevcuttur.

YAFA MAHMUDİYE (ULU) CAMİ: Yafa'da ayakta kalabilmiş bir kaç camiden biri. Külliye olarak inşa edilmiş muhteşem bir mimarî. Diyanet İşleri Başkanlığının Kudüs programında yer alan ibadethanelerden biri olan Yafa'daki Mahmudiye Camiinin bir diğer adı da Yafa Ulu Camiidir. Osmanlı Mahmut Paşa cami adıyla da bilinen Mahmudiye Camii Yafa’nın en büyük ve en önemli camisidir.

55

Caminin bitişiğindeki boş arsanın etrafı çevrilmiş ve büyükçe bir tanıtım levhası asılmış. Arsanın Mahmudiye Camii’nin de içerisinde bulunduğu külliyeye ait olma ihtimali çok yüksek. Buraya giriş katında küçük dükkânlar ve üst katlarında daireler bulunmaktadır. 1812 yılında Sultan II. Mahmud zamanında yaptırılmıştır. Duvar tarafından yola bakan, kitabesi hala görülen, Sultan II. Mahmut tuğralı çok yüzlü Osmanlı Çeşmesi, Yafa'da atalarımızdan geriye kalan narin bir eserlerdendir. Yafa gezisinden sonra kentin mutfağını tüm sıcaklığı ile bize sunan bir lokanta da akşam yemeğimizi yiyoruz ve geri dönüş yolculuğunu başlatmak üzere otobüslerimize binip havaalanına doğru hareket ediyoruz.

Tarihi osmanlı çesşmesi Yafa

SAAT:21.30 TEL AVİV BEN GURİON HAVAALANINDAYIZ

Otobüsümüz bizi havaalanın girişinde bıraktı. Çantalarımızı aldık. Rehberimiz ve otobüs şoförümüzle vedalaştık. Vize işlemleri esnasında pasaportunda Hac veya Umreden dolayı Suudi Arabistan vizesi olan hocalarımız ve bizimle beraber geziye katılan cemaatimize aşırı incelemeye tabii tutarak zorluk çıkarmak istediler. Rehberimizin hem girişte hem de çıkışta bize yaptığı uyarılar doğrultusunda hareket ettik ve bagajlarımızı teslim ettiğimiz ve biletlerimizi aldığımız bölüme geçtik. Bu tecrübede şunu hatırlatmakta fayda görüyorum; Özellikle gezi dönüşünde havaalanına çok erken gelmenin (en az iki saat önceden) büyük faydası var. Gece saat 01.00 itibari ile Tel Aviv’den İstanbul’a hareket ettik. Gece (sabaha karşı) 03.30 gibi de ulaştığımız İstanbul Atatürk Havaalanında beş saatlik bir bekleyişten sonra (Saat 08.40) Stuttgart havaalanına doğru yolculuğumuz başlamış oldu. Sabah saat 10.00 gibi Stuttgart havaalanına gelerek Kudüs gezimizi de böylece bitirmiş olduk.

56

KUDÜS GEZİSİ HAKKINDA GENEL BİR DEĞERLENDİRME Yol dahil beş günlük gezinin her dakikası dolu dolu geçti. Yafa’da (Tel Aviv) şehir turu, Hasan Paşa Camii, Sultan Abdülhamid’in yaptırdığı saat kulesi, Kıyamet Kilisesi, Ağlama Duvarı, Burak Mescidi, Lut kavminin helak olduğu yeri gördük. Ölü Deniz (Lut Gölü), Hz. Musa’nın (as) kabri, Eriha Şehri, Hz. Davud’un kabri, Zeytin dağı, Selman-ı Farisî ve Rabiat-ül Adeviyye’nin makamları, Halilürrahman Camiinde; Hz. İbrahim, Hz. İshak, Hz. Yakup ve Hz. Yusuf (hepsine selam olsun) peygamberlerin ve zevcelerinin kabirleri, Beytüllahim şehrinde Hz. İsa (as) doğduğu yer olan Kutsal Doğuş Kilisesi ve karşısındaki Hz Ömer (ra) camii… Ve birçok yeri ziyaret ettik. Hepsinin de ayrı bir hatırası ve ayrı bir güzelliğine şahit olduk.

-Harem-i Şerif (Mescid-i Aksa’nın bulunduğu mekân) ‘in maneviyatı ile buluşmanın doyumsuz tadını hissettik. Bizde derin izler bırakan bu mekanı, Filistinli Kardeşlerimizi ve Kudüs’ü mahzun, garip, bir okadar da mütavazi bulduk, hüzünlü bedenlerle ayrılırken, yüreğimizi oraya hediye ettik...

-Kitabi bilgi ile Görsel bilgi arasındaki uçurumu net bir şekilde müşahede etme imkânı bulduk. Buradaki insanlar; Farklı dini, dili ve kültürü bir arada yaşamak istiyor. Fakat İsrail’in kadim tutumu buna izin vermiyor.

-Tevhid inancının sağladığı birliği ve dirliğini, Peygamber efendimizin merhametini, Hz Ömer’in adaletini, Selahaddin Eyyübi’nin vakarlı duruşunu, Osmanlının hoşgörüsünü, Kudüs’ün Arnavut Kaldırımlı taş sokaklarında yürürken attığımız her adımda hissettik. Hepsinden önemlisi de bu kutlu kıyamın yeniden tekrar bizlerle mümkün olabileceğinin farkına vardık. Çünkü Filistinli Kardeşlerimizin Güvenli Bir Liman Olarak Gördükleri Tek Müslüman Ülkeyiz

-Vatansızlığın ve bayraksızlığın ne demek olduğunu iliklerimize kadar hissettik. Sık sık tur düzenlemenin şart olduğunu fark ettik

ALİ AKKAYA EBERSBACH AN DER FİLS DİN GÖREVLİSİ

Gezi notlarımızı Suat OKUYAN Bey’in bu mekânların tesiri ile yazdığı şiiri ile bitirelim.

Nice nice soylu rehber, Geldi geçti bu topraklardan nice asil peygamber... Zemin kucakladı, gök şahit oldu, Nebiler nebisi kutlu resulün imameti ile varlık şeref buldu! Nicedir gölgesinde silahların, Kavruk teniyle mü'min yürekler ümmetin yükünü taşır oldu! Yetişir artık demir büken bir Davud! Neredesin ey Saltanat-ı Süleyman? Muhtaçtır kulların tecelliye el- Eman! Beşikten makbere, makberden mahşere akan bu güzergâhta; Haykırır her bir minaresinden Kudüs: Haydin Kurtuluşa! Haydin Kurtuluşa! Ve yankılanır herbir duvarında, taşında: Allahu Ekber! Allahu Ekber! Gelir mi adaleti ve kudreti ile fatih bir Ömer? Yada Selahaddin yine! diyerek ümmet yol gözler... Ey Muin! Dilimizde duadır Zünnun dilinde vücûd bulan o hitab, Gül artık yüzüne ümmetin inayetinle ya Rab!