12
34. SAYI Vakifiar Genel Müdürlüiü Ankara • 201 O

34. SAYI - İSAMktp.isam.org.tr/pdfdrg/D00143/2010_34/2010_34_KERMELIE.pdf · VAKifLAR DERGiSi Aralık 2010 ·Sayı 34 -----Osmanlı döneminde insanlar, topluma hizmet amacıyla,

  • Upload
    others

  • View
    5

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: 34. SAYI - İSAMktp.isam.org.tr/pdfdrg/D00143/2010_34/2010_34_KERMELIE.pdf · VAKifLAR DERGiSi Aralık 2010 ·Sayı 34 -----Osmanlı döneminde insanlar, topluma hizmet amacıyla,

34. SAYI

Vakifiar Genel Müdürlüiü Yayiniarı Ankara • 201 O

Page 2: 34. SAYI - İSAMktp.isam.org.tr/pdfdrg/D00143/2010_34/2010_34_KERMELIE.pdf · VAKifLAR DERGiSi Aralık 2010 ·Sayı 34 -----Osmanlı döneminde insanlar, topluma hizmet amacıyla,

bü's-Su'üd'a:Göre Kilise Vak1flar1 Osmanli Hukukundaki

Teori ve Pratiği#

Eugenia Kermeli* Çeviren: Özgen Özcan**

Vakıfkurumunun İslam toplumlanndaki önemli rolüne rağmen, yapılan araştır­

malar vakıflarm karmaşık yapısını henüz yeteri kadar ortaya koyamarnıştır. Çağdaş

kuramsal tartışmalardan bağımsız çalışmalar, ya vakıfların kuruluşu ve işlevlerini

düzenleyen kuramsal-hukuki koşullar, ya da vakıflarm siyasi, sosyal ve iktisadi ya­

pılardaki önemi üzerinde yoğunlaşmıştır. Buna ek olarak, Richard van Leeuwen'in

de öne sürdüğü gibi, W eber yaklaşımını takip eden tarihçiler, vakıf kurumunu, İs­

lam toplumunu 'durağan' ve 'irrasyonel' olarak tanımlamak için kullanrnışlardır. 1

Tüm bu farklı görüşlere bir de Osmanlı İmparatorluğu'ndaki hukuki uygula­

malann çeşitliliği eklenince, vakıflara dair görüşlerdeki tutarsızlık anlaşılır ola­

caktır. Osmanlı İmparatorluğu'ndaki kurumlar incelenirken, imparatorluk sınırlan

dahilindeki hukuki uygulamalarda baskın etmenin, çoğu zaman Osmanlı öncesi pra­

tiklerin bir muhafazası olan ö1j olduğu göz önünde bulundurulınalıdır. 2 Dolayısıyla,

vakıf kurumuna dair, imparatorluğun bütün bölgelerine ve Osmanlı varlığının tüm

yüzyıllanna uygulanabilecek genel bir yaklaşım geliştirme gayreti yanıltıcı olacaktır.

# Bu makale, "Ebü's-Su'üd Definition of Church Vakf: Theory and Practice in Ottoman Law" (R. Gleave, E. Kermeli (ed.) Islami c Law Theory and Practice, I. B. Tauris, Londra, 1997, s. 141-156) başlığı altında yayınlanınıştır.

Doç. Dr. Eugenia Kermeli, Bilkent Üniversitesi, Tarih Bölümü.

•• VakıfUzman Yardımcısı.

Richard Van Leeuwen, Notab/es and Clergy in Mount Lebanon: The Khazin Sheikhs and the Maronite Church, 1736-1840, (Leiden, 1994), 24.

2 Uriel Heyd, Studies in Old Criminal Law, ed. V L. Menage, (Oxford, 1973); Joseph Schacht, An Introduction to Islamic Law (Oxford, 1966); Uriel Heyd, Same Aspects of the Ottoman Fetva, British School of Oriental and African Studies (London, 1969), 35-56; Haim Gerber, "Sharia, Kanun and Custom in the Ottoman Law: The Court Records of 17th century Bursa", International Journal ofTurkish Studies 2 (1981), 131-47.

165

Page 3: 34. SAYI - İSAMktp.isam.org.tr/pdfdrg/D00143/2010_34/2010_34_KERMELIE.pdf · VAKifLAR DERGiSi Aralık 2010 ·Sayı 34 -----Osmanlı döneminde insanlar, topluma hizmet amacıyla,

VAKifLAR DERGiSi Aralık 2010 ·Sayı 34 --------------

Osmanlı döneminde insanlar, topluma hizmet amacıyla, imam, miiezzin ve müderris gibi dini görevlile­

rin maaşlarını ödeme veya tamamlama yoluyla kişisel mülklerini bağışlardı. Dini yapıların, okul, kervarısa­

ray, hastane, imarethanelerin bakım veya inşa masraflarını üstlenirler veya görevlileri desteklerlerdi. Diğer

dini bağışlar, çeşmelerin, cami kuyularının inşasında veya şehirlerdeki ticaret alarılarında veya iskan bölge­

lerinde kullanılırdı. 3 Tüm bu sözü edilen bağışlar, cami ve medreselerin inşası yoluyla, dini ve dünyevi alan­

larda kamu hayatının pek çok yönünü kapsayarak, Osmanlı toplumu için hayati bir önem taşırdı. Yine de bü­

tün bağışların amacı, Allah nzasını kazanmak olmalıydı (kurba). Belirgin olarak dini ya da kamusal bir amaç­

la yapılan bu bağışlar hayri vakıf idi. Bunlar haricinde kurba anlayışının bu kadar belirgin olmadığı bağışlar

da vardı. Bunlar, çocuklar, tarımlar ve diğer akrabaların faydasına olan hurri vakıflar dı. 4 Kurucu, vakfın geli­

rinin ebediyen kendisine veya çocuklaana verihnesini şart koşabilirdi.5 Vakfın gelirlerinden zenginler kadar

fakir evlatlar da aynı derecede yararlanabildiği için, vakfın temel özelliği olan sadaka ihlal ediliyordu.6 Ebu

Yusuf'a ait olduğu düşünülen bir görüşe göre aile vakıfl.an, nihai olarak yoksullara yardım ediyorsa caizdi.

Hanefi hukukçular, aile vakıflarının hukuk dışılı ğı problemini bu görüşe dayanarak çözdüler; buna göre aile­nin soyu tükendikten sonra vakıftan yoksullar yararlanacaktı. 7

Fetihten önce bile, Balkanlarda, manastır vakıflan yaygın bir uygulamaydı. Akdeniz havzasında ma­

nastır hayatının yaygınlaşmaya başlamasından itibaren; manastır cemaatlerinin sahip olduğu mülkierin sta­

tüsü ve imtiyazlan, manastıdar ile yerel ve merkezi otorite arasında tartışılınakta olan bir meseleydi.s Yüz­

yıllar boyunca, özellikle 1453 'te İstanbul'un fethinden önce, Balkanlarda nüfuz sahibi manastır cemaatle­

ri, bölgedeki en güçlü toprak sahipleri arasındaydı. 9 Osmanlı fethini takip eden bir huzursuzluk döneminden

Roland Jennings, "Kadi Court and Legal Procedure in ı 7th century Ottoman Kayseri", Studia Islarnica 48 (1978), 133-72; ve a.g.e., "Limitations of the Judicial Powers of the Ka di in ı 7th century Ottoman Kayseri", Studia Islamica 50 (1979), ı5 ı -84.

Heffening, Waqf or H abs, Elı, s. ı 096b- ı 098a.

Ebu Yusuf, vakfı kişiye özgü olarak kabul etmişti. Şafiler, bu durumdan kaçınmak için hukuki bir yöntem (hi la) sağlarlar: Vakfın konusu olacak şey, düşük bir fiyata üçüncü bir kişiye sunulacak ya da satılacaktır. Sonrasında, ikincisi, hakiki sahibinin menfaatine bir vakıf oluşturabilir. Ibn Hajar, diğerleri tarafından reddedilen daha ileri bir manevradan bahseder: Vakıf, bağışçılann babasının çocuklan menfaatine oluşturulur ve belgede tanımlanır. a.g.e., s. ı 096b.

Joseph Schacht, Early Doctrines on Waqf, 60. Doğum Günü Münasebetiyle Fuad Köprülü Armağanı; Melanges Fuad Köprülü (İstanbul, 1953), 443-52.

Colin Imber, Ebu 'ssu 'ud and the Islamic Legal Tradition, (çıkacak yayın), 2

Mount Athos ve Patmos' daki- hemen hemen bütün man as tır arşiv leri, Bizans imparatorlan ve manastırlar arasındaki ilişkileri düzenleyen belgeler içerir. İmtiyazlar için yazılan dilekçeler bulunur, manastıdar için genellikle yerel ruhhan ve ayncalıklı insanlar arasındaki ihtilaf durumunda sarayın müdahalesi mevcuttur. Bkz., Era Vranousi, Byzantina eggrapha tes Mones Patmou, (Atina, ı980), sayı 1; Nikolaos Oikonomides, Actes de Dionysiou = 4rclıives de I'Atlıos (Paris, ı968) sayı IV; Jacques Lefort, Actes d' Esplıignıenou =

Archives de I'Atlıos, (Paris, ı973), sayı VI.

Manastırların pronoiarioi (teorik olarak irsi alınayan mali gelirlerin alıcılan) olarak rolü ve 13.-14. yüzyıllarda manastır topraklannın tanm için kullanılması konusunda geniş bir kaynakça mevcuttur. Bkz., A. L. Thomadakis, Peasanı Society in the Late Byzantine Empire, a Social and Demographic Study, (Princeton, ı977); P. Charanis, The Monastic Properties and the State in the Byzantine Empire, (Dumbarton Oaks Papers 4,ı948), 53-118; G. Ostrogorsky, Pour l'lıistoire de la Feodalite Byzantine (Brussels, ı954), sayı 1; ve Quelques Problenıes d'lıistoire de la Paysanerie Byzantine, (Brussels, 1956).

166

Page 4: 34. SAYI - İSAMktp.isam.org.tr/pdfdrg/D00143/2010_34/2010_34_KERMELIE.pdf · VAKifLAR DERGiSi Aralık 2010 ·Sayı 34 -----Osmanlı döneminde insanlar, topluma hizmet amacıyla,

Ebü's-Su'üd'a Göı·e 1\ilise Valufları Osmanlı Hukukundald Teori ve Pratigi

sonra, manastırlann çoğu imtiyazlannın bir kısmını yeniden kazandılar. Bazı durumlarda manastırlar, yetki

alanlan dahilindeki zimmf (gayri-Müslim köylüler) toplulukların temsilcileri olmak gibi daha etkili bir role

üstlendiler. 10 Bu her iki taraf için de çok elverişli bir düze~emeydi. Osmanlı yönetimi mümkün olan en dü­

şük vergi yükünü koydu ve manastırlar imtiyazlarını yüzyıllar boyunca korudular ve cemaatleri üzerinde ru­

hani ve politik bir rol oynadılar.

Böylece, manastır/kilise vakıfian, Osmanlı döneminde yalnızca varlıklarını sürdürmekle kalmadılar, ba­

zılan ciddi anlamda refaha kavuştu. Bu durumda üzerinde durulması gereken soru bu vakıflarm hukuki ko­

numudur. Vakıf türlerinin tanımına göre, lwrba olmadıklan için, kilise vakıflannın hay rf vakıf kategorisinde

olamayacağı kesindir. Problemli bir terim olan 'kilise vakfı'yla uğraşan bir grup akademisyen farklı sonuç­

lara ulaşmışlardır. Wittek ve Lemerle, Koutloumousiou Manastın 'yla ilgili ı 49 ı tarihli bir fermandan bahse­

derken, vakf terimini çekinceyle tercüme ettikleri için bu kelimenin propriete (mülkiyet) anlamına geldiği­

ni savunrnuşlardır. 11 Öte yandan, tamamen Allah'ın mülkiyeri olan ve belli bir dinsel ve toplumsal karaktere

sahip Müslüman dini vakıfkavramıyla da kıyaslamadılar. Bu terimin biçimsizliğini, Aynoroz manastırlannın

ayrıcalıklı konumuna bağlıyorlardı. Wittek ve Lemerle, Osmanlı Devletinin, manastırlann pratiklerine saygı

duyduğunu ve Bizans döneminde sahiz;:olduklan imtiyaz ve muafiyetleri sağladığını savundularY Böylece

'manastırlar, mülkiyetleri üzerinde~ahib-i ard (toprağın sahibi) statüsünü korumuşlardır' .13

Diğer taraftan Fotic, 'Arapça bir terim olan vakfın, Osmanlı İmparatorluğu'nda, kuran kişinin Müslü­

man ya da gayri Müslim (Hıristiyan, Yahudi) olmasına bakılmaksızın, daha ziyade dini, Allah nzasını kazan­

ma amaçlı, en genel anlamında her bir vakfı (teberru) ifade e tın ek için kullanıldığını' ileri sürer. 14 Şeriatın Ha­

nefi yorumunda Hıristiyan vakıfiara izin verildiği iddiasını A. Akgündüz'ü referans göstererek temellendirir.

Akgündüz' e göre, bir Hıristiyan, mülkiyetini kiliselereya da manastırlara miras bırakabilirdi; dahası 'kamu

yaran ve İslam' a göre Allah nzasını kazanmak için addedilen diğer amaçlar için de bırakabilirdi, çeşme, has­

tane ve sair'. 15 Fo tic, daha sonra vakıf teriminin kadı mahkemesinde iki manastır arasındaki bir ihtilaf duru­

munda kullanıldığı Chilandari Manastın Arşivi'nde bulunan Boskov belgelerinden alıntı yapar ve şu sonu­

ca varır; 'terim, Osmanlı biikimiyetinin kurulmasından önceki Sırp ve Bizans yöneticileri zamanında kuru­

lan vakıf ve teberrulan dahi ifade e tın ek için kullanılınıştır'. Buradan da şu sonuca varır ki 'aynı şekilde, eğer

vakıf terimini yalnızca vasiyet edilıniş mülk olarak anlarsak, manastır ve akarlannın nasıl hem bir manastır

10 Dini liderlerin yönetimindeki özerk idarelerin millet sistemine göre, Ortodoks Kilisesi, öncesine göre kendini daha güçlü bir konumda buldu. İstanbul'a, Sultana arz sunmak için bir heyet gönderildiğinde, kilisenin ileri gelenleri önemli bir rol oynuyorlardı. Patınos Manastın örneğinde, rahipler, Patınos Adası 'ndaki bütün re' ayanın (Hıristiyan veya Müslüman köylü nüfusu) vergilerini ödemek için ortaklaşa sorumluydu. Bkz., E. Zachariadou, Romania and the Turks, CJ300-Cl500, (Londra, ı985), ı97' de, E. Zachariadou, Symbole Sten Historia tou Notianatolikou Aigaiou.

11 P. Wittek and P. Lemerle, Recherches sur l'Histoire et !es Status des Monasteres Athonites sous la Damination Turque, Archives d'histoire du Droit Oriental3 (1947), 428.

12 A.g.e., s. 428.

13 A.g.e., s. 430.

14 A. Fotic, 'The o:fficial explanations for the confiscation and sale of monasteries (churches) and tlıeir estates at tlıe time of Selim II', Turcica 24,(ı994), 43.

15 A.g.e., s. 3. Ahmet Akgündüz, İslam Hukukunda ve Osmanlı Tatbikatında Va/af Müessesesi, (Ankara, ı988), ı 73-4.

167

Page 5: 34. SAYI - İSAMktp.isam.org.tr/pdfdrg/D00143/2010_34/2010_34_KERMELIE.pdf · VAKifLAR DERGiSi Aralık 2010 ·Sayı 34 -----Osmanlı döneminde insanlar, topluma hizmet amacıyla,

'IAKIFL4R DERGiSi ı\ı'alık 2010- Sayı 34

vakfı olup hem de bir tımara ait olduğu, ya da bir manastır vakfının nasıl bir Müslüman toprağında olabile­

ceği açıklık kazanır'. ı 6 Akgündüz'ün Fotic tarafından da kabul edilen 'bir Hıristiyanın, nihayetinde yoksulla­

rın faydasına olduğu sürece mal ve mülkünü manastır veya kiliselere bırakabileceği' yolundaki görüşü, aşa­

ğıda da göreceğimiz gibi, Aynoroz'a ve Patmos'daki Saint John the Theologian Manastırı'na ait fennanlar­

da da görülür. ı 7 Ancak, FotiC'in terimin Osmanlı hiikimiyetinden önce Balkanlarda kullanılmasına dayanarak

'vakıf teriminin miras bırakılmış ınal anlamına geldiği'ni savunınası şu gerçeği göz ardı etmektedir; terimler,

kadı mahkemesinde davasını savunan bir keşiş tarafından kullanılmıştı. Bu yüzden, kadının aşina olduğu va­

kıf ve vakıfname gibi terimierin kullanılması gayet makuldür. Aynca, Fotic'in 'vakfı yalnızca miras bırakıl­

mış ınal olarak görürsek bir.ınanastır vakfının nasıl bir Müslüman vakıf arazisi üzerinde olduğu anlaşılır' dj

şüncesi, daha çok Osmanlı 'İmparatorluğu'nda yaygın olan; mülkün rakabesi ve tasarrufu olarak uygulan~n çifte sahipliliğe bir örnek teşkil eder. ıs ·

Diğer taraftan, Van Leeuwen, Hanefi hukukunda, Hıristiyanlar tarafından kurulan vakıftarla Müslüman­

lar tarafından kurulan vakıfiara dair koşullann temelde bir farklılık göstennediğini ileri sürer. ı 9 Bu vakıftar

için temel kısıtlama, gelirlerinin kurba olması gerektiğiydi. Vakıftan faydalanan kişilerin fakirler olduğunun

ilan edilmesi durumunda vakıfiara izin verilirdi. Ancak, Hıristiyan vakıfian, hiçbir zaman camiierin yararı,

onarımı veya bakımı için, dini yapıların genişletilmesi için veyahut din adamlannın veya keşişlerin geçimini

sağlamak amacıyla kurulamazdı. Ne de olsa 'bu tasanınlar Müslüman dindarlık anlayışı ile bağdaşmaz' idi.2o

Dahası, Van Leeuwen'e göre, 'Osmanlı İmparatorluğu'nda Hıristiyan vakıfların kurulmasına yönelik sınır­

lamalar, esasında din adamlannın ve kilisenin, bir kurum olarak güçlü bağımsız bir iktisadi dayanak elde et­

melerini önlerneyi amaçlıyordu'Y Şüphesiz, Van Leeuwen'in çalışması, manastırlan kuran ve onları bir va­

kıf olarak kayıt altına alan Hıristiyan ve din adamı alınayan kimselerin durumuna değindiği için oldukça kar­

maşık. Bu vakıfiara yönelik kuramsal yaklaşımında Van Leuween, vakıfların Hanefi huk:ul."Unu takip etmiş ol­

masına rağmen, nasıl meşru ve feshedilemez olduklannı açıklamakta da zorluk çekınektedir. Bu vakıftann,

gelirlerinin kullanımının sınırlanarak 'dini amaç' kategorisinde kabul edilmesi yönündeki uzlaştırıcı bir ar­

güınan makul olabilirdi. Ancak, bu sınırlandırırraya din adamlarının ve keşişlerin yaranna kurulan vakıfian

da dahil eder ki, bu da Sırbistan, Aynoroz ve Ege'deki manastır topluluklarına ait fennanlardaki mevcut bil­

giyle tezat oluşturur.22 Dahası, Van Leeuwen'ın, 'Osmanlı İmparatorluğu'nun, bu vakıfların kurulmasına yö­

nelik sınırlamaları, kilisenin ve din adamlarının güçlü, bağımsız bir iktisadi dayanak elde etmelerini önle­

me niyetini ortaya koyar' şeklindeki yaklaşımı, Osmanlı Şeyhülislamı Ebü's-Su'üd'un görüşleriyle de çelişir.

ı 6 Fotic, Conjiscation and Safe of Monasteries, s. 43.

ı 7 Bkz. Eugenia Kenneli, The Confiscation of Monastic Properties by Selim II 15 68-15 70, (yayınlanınaınış doktora tezi, Manchester, 1995).

ıs Çifte sahiplik meselesi, iki Şeyhülislam tarafından ele alınmıştır. Ebu's Su'ud'un, 1541 'te Macaristan kanunnamesi ve Kemiilpasazade'nin bir fetvası. İkisi de 'Kanun-i Cedid' Fuad Köprülü, ed., Milli Tetebbiiler Mecmuası, (İstanbul, 1 913), 49-50 ve 54-5. sayfalannda yayınlarırnıştır. Belgelerin çevirisi ve kapsamlı bir tartışması için, bkz., Imber, Ebu 'ssu 'ud, s. 5-23.

ı 9 Van Leeuwen, Notab/es and Cleıg;\ s. 30.

20 A.g.e., s.30.

ıı A.g.e., s.31.

22 Sırhistan için, bkz., Fotic, Confiscation and Safe oj Monasteries, s. 36-7; Aynoroz Manastırlan ve Patmos Manastırı için, bkz., Kenneli, Conjiscation, s. 278-314.

168

Page 6: 34. SAYI - İSAMktp.isam.org.tr/pdfdrg/D00143/2010_34/2010_34_KERMELIE.pdf · VAKifLAR DERGiSi Aralık 2010 ·Sayı 34 -----Osmanlı döneminde insanlar, topluma hizmet amacıyla,

Ebıi's.Su'ıid'a Göı·e Kilise Vakılları Osmanlı Hukulmııdald Teol'i \e Pmtigi

Ebü's-Su'üd 1569'da keşişlerin talepleri karşılanmazsa Aynoroz'daki manastırlanru boşaltılacağı tehdidiy­

le karşılaşmış ve her iki taraf için kabul edilebilir bir çöZÜm bulmuştur.23 Van Leeuwen tarafından incelenen

vakıfların hukuki olarak hangi sınıf dahilinde olduğunu belirlemenin tek yolu belki de vakıfnamelerinde kul­

lanılan formüllere bakmaktır. Van Leeeuwen'in temel kaygisı vakıfların kontrolü üzerindeki siyasi mücadele

olduğu için bu tip ayrıntılarla ilgilenmiyor. Sadece, vakıfbelgelerinin 'esas itibariyle Sunniler veya diğerleri

tarafından tanzim edilen belgelerden farklı olmadığını' bildiriyor.24

İslami bir otorite olan Şeyhülislam Ebü's-Su'üd'un kilise/manastır vakıfları sorunuyla nasıl ilgilendiği

konusuna geçmeden önce, son bir noktaya açıklık getirilmelidir. Bu vakıflar imparatorlukta tolere edilmiş ve

düzenlemeleri için çabalar harcanmışsa da, hiçbir zaman Osmanlı yönetimi tarafından zimmflere verilen be­

lirli imtiyazlar şemsiyesi altına girmemişlerdir.

Ebü's-Su'üd, Ekim 1545'te elli beş yaşındayken Şeyhülislamlık makamına geldi. I. Süleyman'ın yakın

arkadaşıydı ve padişahin ölümüne kadar onun himayesinde kaldı. Ebü's-Su'üd, ı566'ta babasının tahtına ge­

çen IL Selim (ı566-74) döneminde görevine devam etti. Selim tahta çıktığında 75 yaşında olan Ebü's-Su'üd,

hala İmparatorluğun en güçlü şahsiyetleri arasındaydı. Üst düzey adli atamalann başındaydı ve mevkile­

ri, yakınlan ve öğrencileri için muhafaza etti. 23 Ağustos ı574'te öldü.25 Makamında geçirdiği yirmi sekiz

yıl boyunca Ebü's-Su'üd'un hukuki yazılarının en önemli kısmını fetvalar oluşturdu. Qadikhan, Ibn Bazzaz

ve özellikle Kemalpaşazade gibi Hanefi hukukçuların takipçisi olarak, arazi vergilendirmesiyle ilgili temel

kanunlan, Hanefi hukuk geleneğinden ödünç aldığı terimlerle yeniden tanımlamaya çalıştı.26 Böyle bir gö­

rev zaruriydi çünkü Osmanlı İmparatorluğu'nda birbirinden bağımsız gelişmiş iki hukuk sistemi vardı; şe­

riat, ve çoğu dururnda önceden var olan örfi hukukun bir sistematizasyonu olan kanun. Ebü's-Su'üd'un ara­

zi vergilendirmesi hakkındaki düzenlemeleri, Hanefi arazi hukuku kuramının hakim kavramlan haline geldi

ve ı 673 'te düzenlenen ve ı 858 Arazi Kanunnamesinin yürürlüğe kanmasına kadar resmi kanun olarak kalan

Kanün-i Ced!d'e dahil edildi.

Ebü's-Su'üd'un temel kaygısı, toprak ve gelirlerinin zirnınete geçirilmesiydi. Bu sorunu ilk çözme giri­

şimi ı 541 Macaristan kanunnamesinde görülür.27 Arıcak, örfi uygulamalar direnç gösterdi. Macaristan kanun­

namesindeki hükümleri tekrar yürürlüğe koyma ve uygulanmalarını sağlama fırsatını, IL Selim'in tahta çıkı­

şından iki yıl sonra, ı568'de elde etti. Ebü's-Su'üd, Selanik ve Üsküp için yeni bir kanunnamenin yürürlü­

ğe girmesine nezaret etti ve bilgilerimize göre en azından Balkanlardaki kilise vakıflarının müsadere edilme­

si talimatını verdi. Yeni bir Sultanın selefieri tarafından çıkanlan belgeleri tasdik etmesi süregelen bir uygula­

maydı. İlk talimatlarından biri, mülkierin ve vergilerin yeni defterlere yeniden kaydedilmesi olurdu. Yenile­

nen kayıtlar gereği, manastır mülkiyetleri de dahil olmak üzere, mülkiyeti onaylayan tüm hüccet ve ferman-

23 Aşağıda bkz., Aynoroz Manastırlarına gönderilen fermanıniçindeki fetvası.

24 Van Leeuwen, Notab/es and Clergy, s. 32.

25 Ebu's Su'ud'un hayatı için, bkz., Imber, Ebu 'ssu 'd, s. 6-ı9: Richard Cooper Repp, The Miifti of Istanbul: A Study in the Development of the Ottoman Learned Hierarchy, (Oxford, ı986), 272-96.

26 Imber, Ebu 'ssu 'uel, s. 20-44.

27 'Kanün-i Cedid,' ed. Fuad Köprülü, Milli Tetebbü 'le~· Mecmuası, (İstanbul, ı913) 49-50. Osmanlı Hukukunun İslamileşmesi için, bkz., Halil inalcık, 'Islamizatian of Ottoman Laws on Land and Land Tax', Festgabe an Josef Matuz: Osmanistik-Tıtrkologie-Diplomatik, (Berlin, ı992), 1 O ı- ı 8.

169

Page 7: 34. SAYI - İSAMktp.isam.org.tr/pdfdrg/D00143/2010_34/2010_34_KERMELIE.pdf · VAKifLAR DERGiSi Aralık 2010 ·Sayı 34 -----Osmanlı döneminde insanlar, topluma hizmet amacıyla,

VAKiflAR DERGiSi Aralık 201 O - Sa}l 34

lar yenilenmek zorundaydı. Bu durum Ebü's-Su'üd'a İınparatorluktaki ekilebilir toprağın maliyesinin tek sa­

hibi olan Sultana bu statüsünü teyit etme fırsatı sağladı.

Kanunnamenin giriş paragrafında Ebü's-Su'üd, toprak mülkiyeti meselesi üzerine reayanın ve hatta ka­

dı/arın yanlış varsayımlan aleyhine konuşur:

Lakin defatir-i kerime-i kadimede arazf-i memiilik-i malınıiyenin tefasil-i alıviiline taan·uz olunmayub

ve Idinh-i htikfkatı nedir 'öşriye midir lıaraciye midir ve tasarruf iden/erin mülkleri midir değilmidir keşif ve

beyan olımmaduğı sebebden reiiya ellerinde olan yerleri öşriye sanub sekizde bir vinnede nizti' idüb ve ken­

di/erin mülkleri sanub siiir mülkleri gibi biribirine bey' ve şira idiib ba 'zı dalı i zu 'm larınca vakf idüb viilfit ve

fıükkiim dalı i lıakfkat-ı lıale vd/af olmayub lııl!ifı ş eri 'at-ı şerfje bey' ve şirfi lıiiccetleri ve vakfıyel er vinnek­

le nizam-ı wniira ve mesaii/ı-i cımzhiira lıalel-i 'azfm gelmeğin.28

Bu kanunnamede, Ebü's-Su'üd, Macaristan kanunnamesinde formüle ettiği toprak ve vergi hukuku teo­

risini tekrar eder. Osmanlı m iri toprağını Hanefi terimi olan ariidi '1-mamlaka ile özdeşleştirir ve arazinin ra­

kabesi ile tasarrufu arasındaki farkı ortaya koyar. Kurama göre, arazinin rakabesi kanunen (de jure) hazineye

aittir ve dolayısıyla fiilen(de facto) hazine narnma Sultana aittir.29 Çiftçiler yararlanma hakkını borç almış­

lardır ('ariyya)3° Yeni bir sakinin sİpalıiye arazi için ödediği tapu (giriş ücreti), peşin kira (ücret-i mu'accele)

olarak belirlenınişti.

Bu yoruma göre, keşişler sadece ödünç olarak yararlanma hakkına sahip olduklan için, malın ekilebi­

lir topraktan oluştuğu manastır vakıflannı müsadere etmek hukuken caizdi. Bu yüzden, kendi mülkleri olma­

dığı için, toprağı vakfa çeviremiyorlardı. Ancak önceden mülkiyet hakkına sahip olduklanndan yararlanma

haklannı tapu bedeli ödemek suretiyle koruyabiliyorlardı. Sipahiye -bu durumda Sultana- tapu ödeyerek, ya­

rarlanma hakkı elde edebiliyorlardı. Bu nedenle önceki vakıflanna tekrar sahip olabilmek için manastırlann

önce tapu bedeli ödemeleri gerekiyordu.

Ebü's-Su'üd kanunnarnede manastırlara da uygulanabilir bir paragraf dahil eder:

Bunlarmlıiç birisi viiez/lı ı mezbiireye mulıiilif tasarrufa kiidir değildir bey 'leri ve ş iraları ve hibeleri ve

stiyir viidilıla temlikieri ve temellükleri ve vakf etmeleri cemi'an bfitıldır ...

Buradaki temel kaygı, çiftçilerin, toprağa, dilediklerinde kurtulabildikleri, kendi mülküymüş gibi mua­

mele etmelerini sınırlamaktı. Bu nedenle, satış, teminat ve kaparo katı bir şekilde yasaklanmıştı.31 Manastır­lann, toprak mülklerini, vakfa çevirdiklerini onayiayan resmi belgeler almalan bu nedenle gayrimeşruydu.

2s Ömer Lütfi Barkan, Kammlm; s. 298-9.

29 Imber, Ebu 'ssu 'ud, s. 74.

Jo ömer Lütfi Barkan, Kmıımlm; s. 298. Selanik ve Üsküp Kanunnamesi Macaristan Kanunııamesine ek içerir. Ebü's Su 'ud h araç arazinin nasıl devletin tasarrufuna dönüştüğünü açıklamaya çalıştı Popüler 'mal sahibinin ölümü' kavramına değinmez. Manastır müsaderesi meselesindeki yorumu pratikliğinin bir ifadesidir. Bir kısım dahi vardır ki.ne öşriyedir ne veeh-i mezbur üzerine haraciyedir Ana arz ı memleket dirler Aslı haraciyedir Liikin sahibierine temlilc olunduğı takdirce fevt olub verese-i kesrre milbeynlerinde taksrrn olunuh her birine bir cüz'i kıt'a degüb her birinin hissesine göre haraçlan tevzi' ve ta'yin olunmakda kemal-i su'übet ve işkiil olub belki 'adeten muhal olmağın rakabe-i arazi Beytülmal-i müslimin icün alıkonulub reayaya 'ariyet virilüb ziraat ve bıraset idüb ve bağ ve bağçe ve bostan idüb lıasıl olandan harac-ı mukaseme ve harac-ı muvazzaf ın virmek emr olunmuşdır.

31 Aynı sorıma değinen bir fetva için, bkz., Kanun-i Cedid, MTM, 57.

170

Page 8: 34. SAYI - İSAMktp.isam.org.tr/pdfdrg/D00143/2010_34/2010_34_KERMELIE.pdf · VAKifLAR DERGiSi Aralık 2010 ·Sayı 34 -----Osmanlı döneminde insanlar, topluma hizmet amacıyla,

Ebıi's·Su'tid'a Göre Kilise Vakıfları Osmanlı Hulmkundaki Teori ve Pratigi

Manastır vakıftannın müsaderesinin iki aşaması, iki fennanda kayıtlı dır. Birincisi, müsadereyi başlatan,

Patmos'da, 6 Cemaziye'l-ahir 977 H. 1 17 Kasım 1569 M. tarihli Saint John the Theologian Manastın (Aa4o);

ikincisi, müsadere emri üzerine çıkan pratik meseleler üzerine Saray ve keşişler arasındaki uzlaşmalarla ilgili

13 Şaban 976 H. /25 Ocak 1569 M. tarihli Aynoroz Manastırlan fermanı. Aynoroz fermanının Patmos ferma­

nından daha önce olmasına rağmen müsaderenin ikinci aşamasıyla ilgili olması, sürecin yavaş ilerlediğini ve

Balkanlardaki bütün manastır topluluklan için aynı anda başiatılmadığını göstermektedir.

Aa4o Patmos fermanının içindeki fetvada, Ebü's-Su'üd, hangi manastır vakıftannın ıneşnı olup, hangi­

lerinin olmadığını açıkça gözler önüne serer:

... memdlik-i mahriis[e]!erimde olan kiliseler vakfı içün miifti-i zamdndan istiftd olundukta zinımfler ta­

sanıif eldikleri tarlaları ve çayırları ve mülk bağ ve bağeelerin (2) ve değinnen/erin ve evlerin ve dükkdnların

kiliselerine va/if etmek as/d sahfh ~lmak ihtimdli yokdur cindyet-i 'azimdir alınmak ldzımdır kuztit vakfıye ve­

rirler ise ol ddhi kat'd (3) sahfl~değildir vakıjfai·ı ve ydhud varisieri lıaydtda ise mülkeridir alıw/ar tasar­

rzif ederler mfrf cdnibine lwkiik-i şer'fyye ve 'örfiyelerin verirler eğer vakıfları ve vdrisleri haydtda değil

ise ciimle (4) beytii '1-mdle 'd 'iddir alınuh balıd/arz ile tdlib olanlara bey' olunmak vdcibdir eğer mezkiirlar

emidk-ı salıflıa-yı mezkiire!erin kiliselerine va/if itmiş olmayub mlıbdnlarına, fitkardlarına ve ydhud (5) köp-

11"ilere ve çeşmelerine va/if eldiler ise ve kuzdt vakfıyellerine sıhlıat iizre hiilan ediib sicill-i sahfh eldiler ise

salıflıdir şer 'fdir ellerinden alınmaz şerd 'it-i mezbiire iizre tasar11tj ediib (6) bir birinin bi-kıtsıtr hukiik-ı

şer'iyesin ve 'ö1jfyesin verirler deyiifetva verdiler imdi kazd-yı mezbiirda kilise vakfı olmayub keferenin ve

rulıbdnların kendii mülkleri olan yerlerine dahi olunmak cd 'iz değildir (7) kilise vakfı ismiyle tasar11tj olu~

nan yerler bu bdbda verilenfetvd-yı şerife mucebince ellerinden alınuh tapu ile alıara veriliib il verdiiği tapu

ile 'öşr ve riisiimun vermek şartı ile girii kendii/er (8) kabul ederler ise veri/u b ve mukata 'aları fesh olunuh

'öşrii ve resimleri alınmas ın emr ediib ( ... )32

Dolayısıyla, muhtemel iki senaryo vardır:

i) Mülki er, keşişler, fakirler, köprüler ve çeşmeler için vakfa dönüştürülınüştü,

ii) Mülkler, kiliseler için vakfa dönüştürülmüştü.

Birinci dunımda, vakfın bir sicile kaydedilmesi halinde, bağışlar geçerli ve meşnıdur. İkinci dumm­

da, kiliseler için yapılan bütün vakıftar müsadere edilir. Eğer kadılar, vakfıye/er temin etmişlerse, bunlar ta­

mamıyla geçersizdi. İkinci dunımda, mülkierin kaderi, vakfın kuruculannın veya mirasçılarının yaşayıp ya­

şamadığına bağlıydı i) eğer kunıcular veya varisieri hayattaysa, mülkleri geri alabilirler ve vergi mükellefi­

yetierini yerine getirebilirlerdi; ii) eğer kunıcular veya varisieri hayatta değilse, bütün mülkler Hazineye ait

olurdu, müsadere edilmeliydi ve pazar fiyatına satılırdı.33 Müsadere emri vermek için kullanılan hukuki argü­

manlar açıktır. Manastır vakıftan iki hukuki prensibi çiğnemiştir. Öncelikle, çoğunlukla kırsal topraktan olu­

şuyorlardı ki Ebü's-Su'üd'a göre bunlarıniri idi. İkinci olarak, böyle vakıflar, kiliseler ve manastırların fay­

dası için kunılmuşlardı.

32 Patmos. Dosya. Aa40.

33 Satış hüccetlerinde görüldüğü gibi Patmos Manastırı 'na ait bütün mülkler için bu dumm geçerliydi. Bkz., Kermeli, Confiscation, Ek. .,

171

Page 9: 34. SAYI - İSAMktp.isam.org.tr/pdfdrg/D00143/2010_34/2010_34_KERMELIE.pdf · VAKifLAR DERGiSi Aralık 2010 ·Sayı 34 -----Osmanlı döneminde insanlar, topluma hizmet amacıyla,

------------- VI\1\IFL~R DERGiSi Aralık 2010 ·Sayı 34

Ebü's-Su'üd'un kilise vakıflannın kaldınlmasına yönelik düzenlemeleri keyfi değildi. Bir kilisenin men­

faatİ için vakıf yapmak temel Hanefi doktrinlerine aykınydı. Daha önce bahsettiğimiz üzere, iki çeşit vakıf

vardır; belirli bir dini veya kamusal amaçlı kurulan hayri vakıflar ( camiler, medrese! er, hastaneler, köprüler,

çeşmeler), ve çocuklar, tanınlar veya diğer akrabalar için kurulan hurrf aile vakıflan.

Amaçlan İslam'a uygun olmadığı için manastır vakıflan birinci kategoriye ait olamaz. Bu yüzden, sa­

dece, vakıftan faydalanan fukaranın ve seyyahlann yanında, varisçilerinin manastırda yaşayan rahiplerin ol­

duğu aile vakıflan olarak oluştunılabilirlerdi. Açıkça ortada ki, Hıristiyan dini vakıfların, İslam hukukundaki

aile vakıflan olarak tanımlanması bir dizi sonınu beraberinde getirir ve Ebü's-Su'üd, bu tanımı kabul ederken

tamamıyla rahat değildir. Rahiplerin mülklerini, aynı manastırda yaşayan diğer rabipiere miras bırakıp bıra­kamayacağı yönündeki bir soruya verdiği fetvada bu aşikardır:

Mes 'ele: Bir manasıırın keşişleri, mirf tarafından satın alındıkları bağı ve evi ve yeri kendilerden sonra

mezbılr manastırda sakin olan keşişlere vasiyet etmeleri caiz olur mu?

E/cevap: V arisler yok ise, yerlerden gayri cemi'emliiklerin manastırlarmda sakin keşişlere vasiyet eyle­

seleJ; ol keşişler mahsür ve muayyen kimseler ise, ganfler ise dahi fakirler ise dahi vasiyetleri sahihti1: As/ii

mfrfden kimse dahi edemez. Amma malıdır olmayıp, çokluk tiiife ise, anların cümlesine vasiyet etmek sahih

değidb: Fakirlerine vasiyet etmekgerektir ki, asla kimse dahi edemiye. Varisieri var ise, süliisden mii 'adasını

wirisieri kabul etmerneğe kiidirlerdb: Süliisden dahi edemezle1: Veeh-i mezbür üzerine kimse dahi edemez.

Eğer varisieri kabul ederlerse, cümlesi vasiyet-i sahflıad11; kimse dahi edemez. Amma "yerlerine kimse dalıl

etmesin" deyu emr-i sultiinf liizımdn: 34

Öyleyse, üstesinden gelinecek ilk engel, miras durumundaki mülkierin kaderiydi. Bu fetvada, Ebü 's­

Su'üd, manastır cemaatine Hanefi miras hukukunu uygulama konusunda ısrarcıdır. Fetvaya göre, sadece, ve­

fat eden rahibin kalan mirasçılannın hepsi mülk üzerinde kendi paylanndan vazgeçerse, manastırdaki rahip­

ler miras alabilir. Bu hemen hemen imkansızdır çünkü Hanefi hukukunda miras, birinci dereceden evlatlar­

la sınırlı değildir ve her bir varis, kanuna göre vefat edenin mülküne ait sabit bir paya sahiptir. Ebü's-Su'üd

daha sonra hiçbir varisin hayatta olmaması halini ele alır; bu durumda zengin veya fakir olmalarından bağım­

sız olarak, sınırlı ve iyi tanımlanmış bir grup olması şartıyla, bütün mirasın manastırda yaşayan rabipiere bı­

rakılabileceğini söyler. Şöyle devam eder; eğer büyük bir gnıpsa, miras aralarındanfakir olanlara bırakılma­

lıdır. Fetvanın maaleseftarihi yok; dolayısıyla, müsadere aşamasının başlangıcında mı yoksa müsadere sıra­

sında ortaya çıkan kanşıklıklar sonucu mu yazıldığından emin olamıyonız. Her iki durumda da Ebü's-Su'üd,

tüzel kişileri hukuki varlıklar olarak tanımayan bir hukuk geleneğinin sınırlan içinde, rabipleri neredeyse ko­

lektif olarak tanımamn sınırına yaklaşır.

Ebü 's-Su'üd, II. Selim 'in 31 Ocak 1569 tarihli Aynoroz' a gönderilen fermanına dahil edilen bir fetvasın­

da daha cüretkardır. Rahipler, vefat eden ya da aynlan rahiplerin mülklerini ab indiviso ve in comman miras

almak için, Bizans dönemine ait haklanmn tanınmasım talep ettiler. İstekieri kabul edilmezse, manastırlarını

terk etmek ve Hazineyi vergilerinden yoksun bırakınakla tehdit ettiler. Bu taleplerini, mülklerini ve vakıfla­

nnı, daha fazla para toplamak isteyen yerel otoriteiiierin keyfi müdahalesinden konırnak için dile getirdiler:

34 Ertuğrul Düzdağ, Şeylıiilislam Ebussuud Efendi Fetvaları Işığında 16. Asır Türk Hayatı, (İstanbul, 1972), M.452, s. 103.

172

Page 10: 34. SAYI - İSAMktp.isam.org.tr/pdfdrg/D00143/2010_34/2010_34_KERMELIE.pdf · VAKifLAR DERGiSi Aralık 2010 ·Sayı 34 -----Osmanlı döneminde insanlar, topluma hizmet amacıyla,

----------+\ Ebıi's-Sıı;üd'a Göre Kilise Vakıflaı·ı Osmanlı Hulwlmrıılaki Teori \e Pratigi

habyya Ayanomz l,re,inde olan kendrin taht-i kazamzda olan mhbimlan de.gôiH mu 'd/lama ruk 'o

sunup "zila· olunan kadılıkklm·da olan çiftliklerimiz ve bağ ve bağçe ve tarlalarmuz ve değirmenler ve diik­

kanlar ve ev/er ve meyhiine ve tavarlarmıız ve Longos ovasında olan kışlarımız ve keçilerimiz ve bi'l-ciimle

kadimii '1-eyyiimdan ciiz 'i ve ku !If şimdiye değin zabt edegeldiiğiimiiz manastırlanmızm enı!iik ve tararlan

miri canibimdem satılıp biz (?) cümlesinin ittifiikiyle on dört bin sikke altm karz alub deyn ediniib mfriden

iiyende ve revende içiin manastırlarzmızda(n) duran ruhbiinlar zabt etmek içün on dört bin silcke alt m balıaya

satm aldık kizila· olunan emliik ve tarla ve bağlarmuz ve değirmenler ve bostanlar ve çifilikler ve tavar­

lar ber karar-z siibık olub manastrırlarmıızda olan ruhbiin/ardan birisi miilkiyyet üzre nesne tasarmf ey­

lemeyüb kiillf diz 'i ayende ve revendeyi ziyafet içiin manastırlarm olu b eminler ve beytü '!-mal emi'nieri

ve mevkiifatçılar ve voyvodalar ve su başılar zila· o/zman enıliik ve tavariara kül!f ve cüz 'f nesneye dalı! ii

ta 'armz eylemeyüb manastırlarzn rulıbanlarmdan biri mürd oldukta veyiihud iiher diyara gitdikde eminler

ve beytii '!-mal eminleri ve mevkiifatçzlar ve voyvodalar ve su başılar ge/ii b ji16n keşiş miird oldu veyahud alı er

d~vara git di m ii/ı giiyıbdır deyü emlak veesbabı ve tavar/an m ce oldu deyü sayir ruhbiin/arı ren ci de etmeyiib

ber km·ar-ı siibık Selalin-i miizi6,e)den Sultan Mzo·iid Hiin ta be seralıii zamamnda(n) eliimizde olan alıkiim-ı

şerife mucebince girii mukarrer buyurulu b mukarrername-yi lıiimaylin 'iniiyet olunursa her birimiz etriifa ve

'aleme perakende alu b ciddiice/ıd sadakat akçesin cem' ediib karz aldığımız on dört bin silcke al tm deynimi­

zi cem 'im iz eda ey/iyelim ve seneber sene iizremize maktu' olan yetmiş bin akçe hariicımı lııziineyi 'iimireye

her Nevrlizda olugelen kiimm iizre getiirüb teslim eyleyiib ve zila· olunan manastırlardan lıaric Linmos ve

ii/ı er yerlerde olan çifliklermıızı dahi veelı-i m eş rı/h iizre emr-i şerifile il-em ininden yiiz otuz bin akçeye s atm

alu b mebliiğ-i mezbüm dahi mfrf içün teslim ediib öyle olsa viliiyet defter(i) mucebince 'öşriir veri1yerlerimi­

zin harman üzerinde m ii 'rifet-i kiidı ile 'öşrün verür baki kal am n emr-i şerif mucebince cezireyi mezbzlreye

alub getiirüb ehiili-yi cezfre ve ayende ve revedeye nafaka olub ve ger ber Icariir-ı siibık mukôrrerniime-yi

lıiimayün 'iniiyet huyurulmazsa ve ger ol eml6ki girii varub satub karz aldığmıız altuıı eda ediib her biri­

miz etriif-ı 'iileme perakende olu b manastırlarmıız şöyle ten/ı ii kiilub sene ber sene veregeldiiğümiiz maktu'

/ıariicmıız zii 'i' olmak mukarrerdir" deyü

Bildiklerinde bu husüs içiinfetvii-yi şerifverilub mazmln-i şerifine zila· olunan riilıibler evvelden miilik

oldukları veyiihud m iri canibinden tapuya aldıkları evleri ve bağlan ve bağçeleri ve değirmenleri ve dükkan­

Iarz ve malızenlerine ve koyunları ve sayır tavarları, sığır ve evliidlarma ve manastırlanndafitkiiraya ve ge­

lüb giden misafir/ere ve bunlara hizmet edenlere getiiren/ere ? ve evkiifi göriib göz ediib has ıl larmdan tahsil

ediib getiiri/en ve m es arife vakf edüb mütevetnve teslim ediib şer 'ile vaifıyetinehü!an olımdukdan sonra asla

ldmesne dalı! edüb sartlarm tagayyur edemez amma kendii/erin mülkleri olmayub şimdi miri canibinden

tapu ile aldıkları yiilıud evvelden re 'iiyiidan satım almak adma aldıkları mezrii 'alar ve çayırlar ve yayiaklar

ve !aşi aklar ciimle ariizi-yi memleketdedir ehl-i isliimdan ve gayriden asla kimesnenin miilkii olmak yokdur

re 'iiya iciire tarikiyle tasarruf ederler as/ii ne bey 'e Icadir/erdir ve ne siraya ve ne vakfa? Tapudan gayri bir

ferd .... ? ... mezbüreye kadir değildir zila· olunan riihiblerin ol biibda vakıflan ve şartları as/ii mu 'teber değil­

dir 16kin m iri canibindenmezkürlarla merhiimet olunuh zila· olunan mezari 'i eküb bi cü b siiyir re 'iiya gibi 'öş­

rün verüb ve tavarlarm çiiyirlarmda ve yayiaklarmda ve kış/iiklarmda yürütüb defter-i hiikanide iizrelerine

mukayyed olan mukiita 'alarm verdiklerinden sonra kim es ne ta 'arruz etmeyüb ve içlerinde ba 'z miird olduk­

da zıla· olunan yerlerde hissesi vardır deyii tapuya verilmeyiib miird olanların hissesinibaki/er tasarruf edüb

bu üslüb mukarrer kılınmak cayiz (olub) tafsil-i mezbür üzre hiikm-i hiimiiyün verilmek meşrii 'dur madiim ki

fermiin-i hiimiiyündan teciiviiz etmiyeler as/ii kimesne ta 'iin·uz etmek şe 'ran ciiyiz olmayii b şimdi dalı! olun­

duğuna sebeb kendii/er ariizi-yi hassa-yi re 'iiyiidan bey' ii ş ira suretiyle miilikane alub,manastırlarına vakf

173

Page 11: 34. SAYI - İSAMktp.isam.org.tr/pdfdrg/D00143/2010_34/2010_34_KERMELIE.pdf · VAKifLAR DERGiSi Aralık 2010 ·Sayı 34 -----Osmanlı döneminde insanlar, topluma hizmet amacıyla,

VAI(IFLAR DERGiSi Aralılı 2010 ·Sayı 34 --------------

adına ediib hiiccetler ve vakfıye/er alu b şer 'ile wicib olan 'öşiirlerin vermeyiib ciiz 'i mukata 'atveriib beytii '!­

mal-i miislimfne zarar ve şeria't-i şerifeye muhalefet-i sarfha ve şevk-i Saltanata hıyanet-ı kabfhe etdikleri

rı/şan dil: ..... 35

Bu cümlenin içerdiği anlam çok önemlidir. İlk bakışta Ebü's-Su'üd, vefat edenin muhtemel doğal varis­

lerinin paylannı inkar ederek Hanefi miras hukukuna karşı koyar gözükmektedir. Ancak, bir manastınn ka­

lan rahipleri, toprağın kullanma hakkını elde etmek için bir giriş ücreti (tapu) ödemediki erinden, uygulamada

babası ölen ve babasının yararlanma hakkını hiçbir giriş ücreti ödemeden miras alan bir köylü gibi muame­

le görürler. Rahipler, sipahiye tapu bedeli ödemek zorunda olan yabancılar gibi muamele görmezler. Bu, bir

manastırdaki rahiplerin aile muamelesi görmesine benzer. Bir aile vakfinda olduğu gibi hem fakir aile üyele­

ri, hem de yoksullar, seyyahlar ve -pratikte diğer rahipler anlamına gelen- manastınn daimi üyeleri ve evlat­

lan yaranna vakıflar kurabilirler. Bu, Ebü's-Su'üd'un yaratıcılığına iyi bir örnektir. Hanefi miras hukukuna

göre hareket eder, fakat manastır rahiplerini bir aile olarak tekrar tanımlar. Böylece, manastınn adına değil,

kendi isimleri adına vakıflar kurmalan talimatını verirken, aynı zamanda, Bizans manastır geleneğinin temel

bir unsuru olan kolektifliklerini tanır.

Ebü's-Su'üd, Aynoroz Manastın keşişlerine ilişkin verdiği tavizlerin içerdiği anlamların farkındadır. Bu

hukuki 'hilenin' tıızaklannın farkına varır ve acele olarak diğer manastırlardan gelecek benzeri talepleri kı­

sıtlayan bir fetva yayınlar. Rahipler sürüleri, bağları, meyve bahçeleri, değirmenleri, fakirler ve seyyahların

menfaatine vakfedebilir mi diye kendisine sorulduğıında, Ebü's-Su'üd, kilisenin menfaatine bir vakıf olma­

dığı ve işlenebitir toprak bağışlanmadığı sürece bunun caiz olduğu yönünde cevap verir. 36

M es' ele: Ba 'zı zimmfller bir manastır rahibleri olduklarında, mezbılrların ellerinde olan mülk davar­

Iarın ve bağların ve bağçelerin ve değirmen/erin il katibi mezbürlarzn ellerinden alu b yine mezbiirlara bey'

ediib, mezbiir zila· olunan emlaki mezbiir manasıırın fukarasına ve iiyende ve revendesine valf eylese ba 'de

zamanin mezbur valfaşer'an hariçten kimse dahle kildir olur mu?

E/cevap: Valf ettikleri davar ve bağ ve bağçe ve değirmen ve dükkan makii/esinden olu b, manasııra valf

etmeyiib, gelen giden fukariiya valf edicek asla dahi olunmaz. Tarlalar ve mezra 'alar ise asla valfa kabil de­

ğil dil: Amma am dahi mfrfden tapuya alu b "rahibler tasarruf ediib sair re 'iiya gibi cemf' hukiikunu verdik­

ten sonra kimse dahi etmeye. Rahiplerfevt oldukta, yerinde kalanlar tasarruf edeler" deyu deftere kayd ali­

cak ana dahi dahi olunmaz, va/af adına olmayı cak.

Bufetvada, Ebü's-Su'üd, yoksullan ve seyyahlan -işlenebilir topraktakurulmayan-bir vakfın yararla­

nanlan olarak tanır. Buraya kadar, işlenebitir toprağı vakfetmeyi yasaklayan Hanefi hükümlerine ve kendi ko­

şullarına uyar. Ancak sonrasında, rahiplerin, bir aile vakfının vansleriyle aynı imtiyazıara sahip kolektifbir

grup sayılmasına izin verir; tapu defterinde durumu onaylayan bir kaydın olması şartıyla rahipler, yerel oto­

riteler tarafından hiçbir müdahale olmaksızın, vefat eden rabipiere ait mallan alabilir. Aslında yaptığı, kayıt­

lan geçirirken Sultana danışmanlık yapan tek kişi kendisi olduğu bir sırada, kendi hükmünü sanki münhası­

ran bir tapu kaydından çıkıiıış gibi göstererek gizlemektir. Küçük manastır topluluklarını imtiyazların dışın­

da bırakmak için bu argümanın kullanılması zorunlu olmuş olsa gerek.

35 Fermanın tüm metni için, bkz., Kermeli, Confiscation, Ek.

36 Düzdağ, Fetva/arı, M.453, s. 103.

174

Page 12: 34. SAYI - İSAMktp.isam.org.tr/pdfdrg/D00143/2010_34/2010_34_KERMELIE.pdf · VAKifLAR DERGiSi Aralık 2010 ·Sayı 34 -----Osmanlı döneminde insanlar, topluma hizmet amacıyla,

Ebü's-Su'ıid'a Göı·e Kilise Valıınarı Osmanlı Hukulmndaki Teori ve Pratigi

1568-69'da, manastır vakıflannın müsaderesinden çıkanlacak sonuç oldukça ilginç. Aynoroz keşişleri

ve Saray arasındaki yazışmadan aşikar olan şu ki, değindiğimiz durum, her iki taraf arasındaki anlaşmadan

doğan şartların sadece yeniden bir düzenlenmesi ve tammlanmasıydı. Mesele, Balkanlarda on altıncı yüzyıl

sonunda manastır mülklerinin hukuki statüsüdür. Elbette bu sadece topraklann ve malların tasarrufu ve ya­

rarlanma hakkım tamıniayan yasal terimlerle ilgili değildi. Temelde söz konusu olan, Osmanlı yönetiminin

miriye ait toprağın elde edilmesi ve kullamlmasıyla ilgili düzensizliklerin yaratacağı finansal kayıplar konu­

sundaki kaygılan idi.

Ebü's-Su'üd, manastırlann geleneksel olarak kolektif bir grup şeklinde işlediğini tamdı. Dolayısıyla,

manastıdar bu şekilde muamele görmek istediklerinde, özellikle de vefat eden ya da aynlan keşişlerin malla­

rının kullanma hakkım elde etmek için tapu vergisi ödeyip ödemeyecekleri meselesinde, manastırların lehine

hüküm verdi. Görevi zordu; çünkü ilk olarak, manastır vakıflan İslam hukukunda caiz değildi ve bu yüzden

onları başka şekilde sımflandırmak zorundaydı. İkinci olarak, bu yeni sınıflama manastır topluluğıınun ko­

lektif karakterini kabul etmek zorundaydı. Bulduğu çözüm hem pratik hem de meşru idi. Manastır vakıflan­

m aile vakıflan olarak sınıflandırdı ve manastır keşişlerini, vefat eden keşişin eviadı olarak gördü. Bu meşru

kurguya göre keşişler, bir ailenin üyesi gibi muamele görebilir ve dolayısıyla, tıpkı babasından kalan malla­

rın tapusunu miras alan bir oğul gibi, tapu bedelinden muaf olma gibi haklardan faydalanabilirlerdi. Yine de

Ebü's-Su'üd, manastırlann önceki 'yanlış anlamalanna' dönmeyeceklerinden emin olmak istedi. Keşişlerin

mülklerini bireysel olarak vakfa çevirebilecekleri, fakat manastır vakıflannın gayrı meşru olduklan konusun­

da ısrarcıydı. Ebü's-Su'üd'un, manashr vakıflanmn müsaderesiyle ilgili meşru kurgusu olaya idari bir mese­

le olarak muamele etmekteki istekliliğinin bir kamttır ve 'İslami hukuk kuramıyla geleneği uzlaştıran hukuk­

çu' olarak tanınmasını haklı çıkarır.

Ancak, makalenin ilk bölümünde verilen argümanlara göre, İmparatorluktaki bütün manastır/kilise va­

kıflarına aynı hukuki aygıt temelinde işlemelerine izin verildiği iddiasında bulunmak maceraperestlik olur.

Osmanlı İmparatorluğu'nda İslam hukuku kuramının 'durağan' olduğu ve toplumun çağrıianna 'tepki göster­

meği' fikrinden vazgeçmek şartıyla, İmparatorluğun farklı bölgelerindeki vakıflar üzerine yapılacak olan yeni

araştırmalar, vakifkurumuna dair daha kapsayıcı bir yaklaşım edinmemizi sağlayacaktır.

175