Click here to load reader
Upload
doxuyen
View
577
Download
148
Embed Size (px)
Citation preview
SUNUŞ Kitaplar� ilim ve fikir dünyasma açı!an kapı/ardır. insanm ken
dini tanıması, içinde yer aldığı cemiyeti kavraması, böylece yeryüzü macerasma katılması, ancak kitaplarm dünyasma girmekle mümkün olur.
20. yüzyılm başmoda adeta çılgmca bir yanşa dönüşen ilerleme hırsı, hemen her toplumda önemli değişmelere Veilginç gelişmelere imkan sağlamışt". Ancak bu Çığ" içerisinde çevremizi, hatta ozon tabakasma kadar tabiatı mahvedecek ölçüde kısa görüşlü davramldığı da bir gerçektir. Ne pahasma olursa olsun ilerleme tutkusunun olumsuz yan etkilerinden biri de dünyamızm temel zenginliklerinden birini teşkil eden kültür farkllllklanm ortadan kaldlfma sürecini başlatmış olmas/dlf. Her farklı uygarlık aslmda insanlık için ayn bir şans iken, daha çok teknolojik harika/arm yapmacık uygarlığı adma böyle bir klS/flaştırma ve tekleştirme süreci yaşamakta oluşumuz; dünyamız için şüphesiz önemli bir probIemdir. Bir başka deyişle çağ/mızm üstün teknolojisini yaratan ülkelerin kültürleri, dünyanm değişik bölgelerindeki köklü milli kültürlere baskm çıkmakta bÖJdece insanoğlunun hayatmdaki birçok farklı kültür rengi ve binbir güzellik kaybolmakta; alternatif hayat tarzlan silinmektedir. Edebiyattan sinemaya kadar her tür sanat alanmda, belli birkaç kültür çevresinin etkisi, bütün öteki millet ve halklaf/nm kendi özelliklerini terkedip yoğun bir taklit furyasma kapılmasmm başlıca sebebidir.·Bu da. az gelişmiş veya gelişmekte olan toplumlarm yaratıcılık potansiyelini gidererek daha da köreltmektedi!'.
21. Yüzyıla girmek üzere olduğumuz şu yıllarda, esasen gelişmiş batı ülkelerinde bile, birinden öbürüne aşlfl kültür etkilenişinden şikayet/er yoğunlaşmaktadlf. Söz gelimi birçok Fransız aydını, bugün toplumlarmm sanattan günlük hayata, TV'den eğitim sistemine kadar her alanda amansız bir Amerikan/aşma çığ/rma girmiş bulunmasmdan yakmmaktadlf. Temelde aym uygarlığa mensup iki toplum arasmda bile söz konu.su olabilen böylesine rahatsızlık, gelişmiş ülkeleri yakalamaya çalışan bizim gibi toplumlar için çok daha sarsıcı nitelikte ortaya çıkabilmektedir. .
Oysa. tarihte Türk milleti kadar üstün bir uygarllğm mümessili olmuş bir toplum, bu derece slfadan yaşamaya. sadece birilerini taklit ederek yanşı geriden takip etmeye asla· müstahak değildir. Gerçek anlamda evrensel ve insani diyebileceğimiz bütün değerlere sahip olabilmek için elbette yanşı vargücüyle sürdürüp öne geçmeye çalışma/ıyız. Ancak bundan daha önemlisini de gerçekleştirebilmek için. gelecek çağa damgamızı vurabilmek, insanlığa yeni değerıer, yeni renkler, yeni duygu/ar ve hepsinden önce gönül ikliminden engin huzur zamanlan haZifIamak borcundayız. Böyle bir misyonun bir boyutu olduğu açıktif. Bunlardan birini de a/�nmda yaşamak ve yaşatmak hedefimiz olmalıd/{.
Bu amaçla, haZiflanan Anne Hikaye/eri Antolojisi, bize. yazarlanmızm gözüyle anneyi yeniden görme, düşünme ve gönüllerimizde yaşatma fırsatı vermektedir.
Cemi{ çiÇE1( Devlet Bakanı .
HİKA YELERİMİzDE ANNE
Kimdir anne? Anne kime denir? Anneyi tarif edebiır misiniz?
Günün bir anmda birileri bu tür sorularla çık/verse karşımıza, acaba ne deriz? Nasıl cevaplanz bu sorulan? Bir an bakakalifiZ belki. Dilimiz tutulur, şaşkmlaşmz, öyle değil mi? Çünkü, kolay değil hemencecik anneyi anlat/vermek. Biliriz ki, birşey ne denli büyükse, tarifi de o denli zor ve çetrefillidir. Bunun için, zordur anneyi de anlatmak. Ne ki, dilimizin ucuna kmk-dökük birşeyler de gelive::: rir işte. bir sevgidir, bir şefkatlir, bir sığmaktlf anne. Ya da, bir aydmlıktlf, bir sıcaklıktır, bir ümittir, bir düştür.
Hangi ev,· annesiz, gerçek sıcakllga, gerçek aydmllğa sahiptir. Kaç yaşımızda olursak olalım, anne dediğimizde tarifsiz bir duygunun içimizin bir yerinden aktığmı bilmez miyiz? Gözlerimizin panldadığmı, içimizin terahladığmı hissetmez miyiz? Işte, bütün bunlar, tarif edemediğimiz annenin bizde uyandlfdığı ilk duygulardlf. Işte bu antolojiyi, binlerce kez yaşadığım, bu tür duygu/arm dürtüsüyle hazifladım.
Bi/indiği gibi, hikaye geleneğimiz binlerce yılık bir geçmişe sahiptir. Okuma ve yazmanm yaygmlaşmadığı, iletişim araçlaflQm bu denli gelişmediği çağ/arda, insammız boş zaman/anm hikaye anlatarak ya da hikaye dinleyerek değerlendirirdi. "Halk Hikayeleri" dediğimiz, sözlü an/atım geleneğimiz ürün/erini teşkil eden bu edebiyat türü, yüzlerce yıl gelişerek, çeşitlenerek dilden dile, nesilden nesile aktan/age/miştir.
Uzun kış gecelerinde, düğün/erde, bayram/arda, ziyaret/erde, kendi/erine özgü an/atım teknik/eriy/e, baş köşeyi, hikaye anlatıcılafı almıştır. Eğlendirici, hoş vakit geçirici özelliği yanında, eğitici niteliği de o/an halk hikayelerinde kahramanlar; masalımsı, düşsel bir dünyanın varlıkları olarak çıkar karşımıza. Olağan ya da olağanüstü serüvenler ortaya koyan bu kahramanlar arasında anne mdtifi de yer alır. Öteki kahramanlarda olduğu gibi, anneye de bazan olumlu, bazan da olumsuz roller verilmiştir. Bu o/umsuzluğun, daha çok, üvey ana olgusunda ortaya çıktığını görürüz. Herşeye karşın, halk hikayelerimizin, insammızın kendini tammasında, dünyayı algılamasında, çağlar boyu önemli bir işlevi olmuştur.
xıx. yüzyılın sonlarında, edebiyatımızdaki öteki tür/er gibi, hikayemiz de değişime uğrar. Artık, masalsılıktan, düşseilikten kopararak, gerçekçi/iğe, yaşamrlığa, hayatın tüm alanlarına uzananan bir yapıya kavuşur. Antolojiye a/dığımız hikaye/er bu yapıdaki ürün/erdir.
Antolojiyi haziflarken tek ölçü, hiçbir dünya görüşü aYflml gözetmeksizin, anneyi anlatan hikaye/eri seçmek oldu. Ya/mz, şu noktayı belirtmekte yarar var. Antolojide yer alan bazı hikaye/erin yüzdeyüz anneyi an/attığı söylenemez. Ne ki, bu hikayelerin de ar·· ka planında annenin yer aldığını görmemiz mümkün. Hatta, hikayenin bir yerinde geçen bir betim/eme, anneyi öyle bir ortaya koyar ki, sayfalarca anlatmaya bedel olur.
.
Antolojide, yazarların yaşamöyük/eri iyice kısaltl/dı. Bunun nedeni de, okuyucuya salt hikaye/eri sunmak
' içindir. Çünkü, bu
antoloji, edebı bir kaygıyla değil, yazarlaflmızın anneyi nasıl anlattıklarını, hangi yönleriyle değerlendirdiklerini, anneye ilişkin,beklenti/erini, duygula rı m, düşünce/erini, bakış açı/arım, düne, bugün� ve yarına yönelik tesbit/erini okuyup, üzerinde hep birlikte düşünmemiz amacıy/a haztr/andı. Kuşkusuz, gözden kaçan hikaye/er ve eksiklik/er o/muştur. Bunun için de yazarların ve okuyucuların hoşgörüsünü dilerim.
• h,
Arif AY
Şiir ve Sinek
şİİR VE SİNEK Adalet AGAOGLU
Oh, dedi Şükriye hanım, ohh , kızım geliyor. Oh Allah ı m, h iç akI Imda yoktu , taa yaz ortasın ı bulur artık, başka gelemez diyordum, oh ne iyi o ldu , bayram seyranlar da' bitti artık peşpeşe, taş çatlasa mektebi koyup gelemez diyordum, geliyor işte, hey güzel Allah ı m, ne diye kapatıyorlar mektepleri böyle durup duru rken , oh iyi oldu, çok şükür oh, k ız ım geliyor.
"Kız ım geliyor ısmayilefendi , duydun mu, geliyormuş işte. Bak böyle yazıyor, oku da bak, nah işte mektubu , oğlun da okuyuval'di zaten, i nanmazsan ona sor, yahut sen sormayı falan boş ver de Is-:mayi lefendi , koşuver ne olursun, çabucak !<oş git , b i r ki lo köfteiik kıyma yaptıı' bana, al işte para, yeter mi , yeter yeter, sen köftelik de de , ben bir ekşi iisini yapayım k ız ıma güzelcene, pek sever, aman maydanoz, maydanozu unutma Ismayi lefendi , bi r de dereotu I smayi lefendi kuzum, ha unutma dereotu, kendi kendime olunca, cinbaşı ma, işte görüyor musun , h içbir şeyler almaz o ldum, a ld ı rmaz da oldum, ye ye, yaln ızl ık; ne yiyeceksin, geçende makamayı da size veriverdim zaten , bitiremedim, böyle tamtak ı r kurubakır bir ev oldu benim ev işte, sen bir kilo da şöyle en kırmızısından domates al bana, haa bir ki lo da pat l ıcan kuzu m ısmayilefendi , söyle.o meymenetsiz zerzavatçıya, Şükriye hanım kızına imambayı ld ı yapacakmış deyiver de toparlansm kazıkçı pis ; yine çekirdekli acı patl ıcanlan sokuşturmas ın benim gibi bi ri ne , deyip kiŞ turfan ıd ı r,
7
Anne Hikayeleri
sokaktan toplam ı yo ruz parayı , bol keseden yaşamıyoruz, bi r emekli maaşı bizimkinden , kime yetsin, kızıma mı , bana mı ha, ah GülerJim ah , . k imbili r ne özlemiştir benim yemeciklerimi , ah okumak. Okumak. Iyi . Güzel. Güzel de, koş git I smayiiefendi , hadi gecikmeyelim , yesin . I şte can ım okusun k ız ım, amaan, di l im şeydi-yor, koş . . . "
.
Okumak. Iyi . Güzel. Her an yüreğim ağzımda lakin. Hiçbir dakka şöyle rahatça gözlerimi yumamaz oldum, uykular zehir zıkkım, koş Ismayii olasıca, ne ağır yürür bu adam da, sallana sallana şuna bak. Saat kaç oldu kimbi lir ayoı, ne kaldı şurda akşama, gebertme işte geberesice. Hay kızım, şu mektubu daha bir önce atsay�m olmaz mıyd ı , yollarda m ı gecikti nedir, postalar da bir alem zaten hesabetsene, tam geleceği gün öğreniyorum geleceğini , ondan sonra hadi bakalım iki ayağın bir pabuca, yağ yok, un yok, et yok, seğirt dur artık, yetişebilirsen yetiş, zaten otur otur, ağı rlaşt ım, yalnızlı�tan iş güç tutmaz oldum, ha deyince toparlamp kalkamıyoru m ki . . . B i r güzel sofra kurayım yavrucuğuma, evine geldiğini anlasın bari çocuğum. Oh çok şükür, sağsalim ya, aman ne yapayım, neyi ne kadar yetiştirirsem o kadar artık, sağsalim gelsin de, girsin şu kapı dan içeri hele , of1 bacaklarım, kemik kemik, ik i saat çözülüp açılmaz artık, hadi Şükriye, hadi gayret k ımı ıda, hiç akl ında var mıyd ı , k ız ın geliyor i şte . . .
Anaların, diyor Şükriye hanımın kızı Güler, anaları n yüreği hep ağzında. Hep böyle o ldular. Uykularında-uyamklıklannda ölüleri mizi görür oldular bütün bütün. Analara, analara, e n çok onlara yaz ılmalı şiirler çocuklar, en çok onlan anlatmalı . Hep anlatmalıyız, okul kapılarına varamayan, hiç değil her akşamüstü, oh çok şükür sağsalim geldi bu gün de, diyemeyen , her günün her akşamım bile bekleyemeyen, yarına dayanmak için her günün her akşamüstü olsun sevinemeyen, h ep uzaktan, aylar ucundan kıvramp dura n analan, onları anlatmalıyız. Şiirleri onlar üstüne, onlar için yazmalı yız çocuklar. Anaları çocuklar, i nsanları çocuklar, tutarsa şi i rimiz ayakta tutar, en yakmımızdan başlamalı , onlara, onlar için en güzel şi irleri yazmalıyız.
Güler, bir akşamüstü anaevine vardığı zaman da, son yazdığ ı
8
Şiir ve Sinek
şiirin en güzel şiiri o lduğunu düşünüyor: Arkadaşlarım da onayladılar zaten, en katı kafal ımız Zehra bile , ben şiirimi okuyunca yurtta , benim şiirimi dinledi dinledi de, kirpikieri çipi ldedi , gözüne inen yaş perdesini gizledi . Sesi bulandı da, "Sağol Güler"j bi le çatal l ı ç ıkt ı , anlamaz mıy ım? Anaları , anaları , şi i rlerimizde on la rı da anlat ıp , onlara da okumaliyız şiirlerimizi . Her şeyin içinde kendi lerin i de düşündüğümüzü bilsinler, başkaları da bilsin bunu , güzel olsun ama şiirlerimiz, en güzeli olsun ; en çok buna çabaladım. Bir kutu çikolata, bir şişe kolonya, ya da üç metre kumaş. Yok ama benim bir şiirim var. Güzel olmas ına özenilmiş bir şiirim. Evi onunla donatacağ ım. Annemi . . .
Şimdi , daracık b i r mutfakta annesinin kan-ter içinde ekşi l i köfteyi terbiyeleyişine, tezeiden soğusun diye imambayı ldıyı birtepsi suyun içine oturtuşuna bakıyor, onun açıklamalannı - savunuları-111- din liyor Güler: "Tabi kızım, tabi , geciktim, buzdulabına da s l -
. cak s ıcak konulmaz ki , daha doğru dürüst kul lanamadan bozuluveri r , paltonu bi le yapt ı ramadan biz, buna s ıvanmışt ık , yazık değil mi?"
Salatan ın maydanozunu, dereotunu ince ince k ıyı yor Şükriye hanım, hiç olmadık bir. sab ı rla, özene bezene, s ız ı idanarak bir yandan: Ah bak, sen gelmeden herbir şeyleri hazır edeyim dedim, yetişemedim, kaplumbağa g idişl i !smayi lefendiyle ne olacak zaten, olacağı bu. Elim mi ağı rlaştı benim de, yapmaya yapmaya unuttum
. mu yapmasın ı ? "Gü le r k ız ım, şu zeytinyağı şişesini uzat he le ." Yoksa belki helecandandı r, el im ayağıma dolan ıyor, ay bak şişeyi kaydı rıyordum nerdeyse, i lahi Şükriye karıs ı e mi , senden ne ot olur, ne ocak, derlensene, işte kız ın tam bir hafta seninle, tam bir hafta dizinin dibinde. "Bir hafta demiştin değil mi Güler, mektebi kapamalanyla?" Acaba bi r kilo daha patl ıcan a lsak m ı? Camları si lsek mi?
Gü ler pat l ıcandan, camlardan habersiz, annesin in beş günü bir hafta yapıvermesine sevecenlikle gülümsüyor: Arayı şii rle ka.: pat ınm. Şi i r u nutturur ona bir hafta deği l beş gün kalacağım ı , şii r onu sevindi ri r.
9
Anne Hikayeleri
"Anne, bu kadar i nceleme can ım , h adi oldu, yeter, otural ım şöyle başbaşa, sana ben.� ."
"Ah" diyor Şükriye hanım büyük bir ç ığl ıkla, "Ah, acıkt ın tabi !" Güler, k ız ım, işte y ine iğne iplik, avurtlan iyice çökmüş, yurtlarda öyle , h ıs ım akraba evlerinde kim bakacak ona tabi, kimse bakmaz, kim k ım ı ıdayacak onun için , kendi bakmaz kendine zaten, nasıl baksın , yollayabildiğim para belli, benim duru mum belli , o koca şehirde nas ı l o lur i nsan, nasıl doyunur? "AI , atıver ağzına s ıcacık bir börek hadi , şimdi otururuz, sofraya ekmek koyduk mu biz?"
"Geldiğimden beri koşturuyorsun anne, ekmeği koydum" diyor Güler: Sesim h ı rç ın ç ıktı . Acıkt ığ ıma veriyor, mideme. Daha kapıdan giri nce i lk iş im şi i rimi okumak olsun anneme; şii ri ni onun,demişt im. Hadi çay, diye tutturdu, mutfağa seğirtti . Hadi limonata, diye tutturdu, mutfağa seğimi , akan musluğu anlattı . Elimden gelmiyor, tamirciler ateş pahas ı , ya bir de buzdolabı bozulursa ne yapanm, diyor. On dakika, henüz bozulmamış bir buzdolabı için hayıflan ıp durdu: "Ya ölürsem ne olursun?" diyor. Kimin öleceği önden sırayla belli mi , artık s ı rası sekisi mi kaldı işin? Her şey duruisun, dinsin ; şi i ri okuyayı m o na , diyorum. Artık böyle olunca, dursun . Yemekten sonra. O zaman okurum.
"Otur anne , şimdi sana bir şi i r okuyacağım."
Öyle ya, artık tamam. Artık tam s ıras ı . Evi dip köşe temizledik .. Annemin başedemediği camları , kapı ları sildim. Sürünüp giremediği yatakaltların ı n tozunu . Musluklar ovuldu . Yeniden yemekle r pişti . ÇÜlÜk sebzeler ayıklandı . Yerlerine yenileri ni taş ıdık. Üçüncü gün banyo sobası yakıld ! . Kendimiz de temizlendik. Akşamın ait ısı oldu. çayını demledim. Geciktik. Eline yününü aldı . Şimdi içi enikonu rahat artık. Evin her yanı yeni ovulmuş pirinç kaplar gibi p ı rı l p ı nı . Su kapları dolu . Gaz tüpleri dolu. Artık kafasın ın takılıp kalacağı tek nokta yok. Ben de dişimi s ıktım, iyi s ıktım. Sabırla bu saati bekledim, üç gün önce kapıdan girince ben, gözü şöyle bir elime kaymadı mı , yarım kilocuk kaymakıl lokum getirdi mi acaba diye? Ona eli m boş, büsbütün a rmağansız gelmediğ imi anlayacak ş imdi . Gerçekte ben belki günlerce hep bu an'a haz ı rlandım. Şu an' ın an-
10
Şiir ve Sinek
nemi için çal ışt ım. Şiirini geceler boyu ince bir nakış işler gibi , ona güzel bir h ı rka örer gibi işleyip ördüm, maydanozu , dereotunu pul pul kıyar gibi . Ben için için hep dedim ki , analara, analara, şii rler en çok onlann uykusuz, tedirgin gecelerine, doğranmış yürecikleri ne . Zaman benim yalnız annem! , yapayalnız yükleni lmiş tedirginl iklerinden çıkarmama izin vermiyor olur mu? Onlara, onlara . . . Durma ovul muş parlat ı lmış eski bakı r taslanna bi r demet çiçek koymalı y ız .
O zamand ı . Üçüncü günüm. Şiirini , -şi i rimi- çantamdan Çlkard ım. Tam başl ıyordum: Otur anne, şimdi sana bir şiir okuyacağ ım. Içerde ve içimde şiirimi yeniden gözden geçiriyordum. Iyi ki i lk' gece ya da dün sabah , gaz tüpünü değiştirmeye koştururken o beni , 'aceleye geti rmemişim, -musluğu ingil iz anahtanyla gevşettim, kenevi r sarıp s ı l� ı şt ı rd ım, su s ızması durdu-,- iyi ki o su , cız cız akarken okumamışım, iyi ki bu zamanı beklemişim, diyordum. Öyle. Güzel bir şiir bu . Musluğa keneviri sararken de bi liyorum, güzel. I nsanların tari h boyu tel< taş ın ı , tek özverisi ni atlamamış, onların dolanık günlerine ufacık ufacık t ığlarıyla karşı koyuşiarın ı atlamamış bir şi ir. Güzel örü lmüş, dört kıyısına da iğne oyalarından bir s ıra biber çiçeği diki lQ1iş . Art ık zamanı . Okuyacağ ım onu . Işte annem, oturmuş, yünü el inde, dingin . Benim de el im cebimde, kendi üstüne kat lanmış bir kağıtta; yanma gidiyorum. Açacağım, kendi üstüne kat�anmış . . .
"Acaba dolaptaki imambayı ldıyı da versek mi Ismayi lefendiye?"
Durduğum yerde durup kald ım. Elim cebimdeki , kendi üstüne katlanmış kağ ıtta, kağıttan birkaç mil im uzaklaşmış olarak. Şi i r benden kaçıyor. Hemen kavradım kağ ıd ı , cebimden ç ıkanverdim. Işte şi i r e l imde. Görür görmez imambayı ld ıy ı unutur sanıyorum.
"O kalan yemeklerle birlikte imambayı ldıyı da vere lim: Yemedi. Bari onlar yesinler. Üç gündür dolapta durup duruyor. Boşuna yer işgal ediyor."
Kalan yemekler, Ismayiiefendi ler, dolapta yer tutan i mambayı idı zihnini kurcalayıp duracak. Şi i rini iyice bir dinleyemeyecek. Şi-
11
Anne Hikayeleri ---------------
i r şii rsiz kalacak. En iyisi bunu da biti rmel i . "Çok i stiyorsan götürüp vereyim. ı smailefendi kapın ın öhünde
oturup duruyor." " Iyi o lurdu ya, yorulacaksın . Çağ ı r gelsin , yorulma:' Yoru ldum, doğru. Ama kendi de bitti . Boyna didindik. Şii r? He
nüz yok . Çay demıeniyor. Annemin bir tepsiye dizdiği yemeklerle i mambayı ldıyı aşağı i ndirdim. ısmailefendiye verip döndüm. Yukar ı , annemin yan ına çık ıyorum. Şii ri nden soğumuş gibiyim. Şii rimden. Yok. Cayma. Şiiri duyunca anlar, sevinir. Hele kendisi için yaz ı lmış olduğunu öğren ince.
"Çay koyayı m m ı ?" "Koy ya. Oturup içel im. Bir oh diye lim ." Üç gündür yan ındayım, hep bu an' , bekledim. Böyle dedim ya, san ı rı m duymad ı .
"Çay güzel demlenmiş" dedi, çay bardağın ! ona uzatımen ben. "Kendine koymadın m ı?'�
,
"Koydum. Getiriyorum." Çayımı a l ıp karş ıs ına oturdum. Az önce, imambayıldı nedeniy
le yeniden cebime, --içeri- tıkıştırd ığ ım şiirim var ya, şiiri , şiir yani , orda bumburuşuk duruyor. Ç ıkanp h ış ı rtıyla düzleyeceğim. Artık okuyacağ ım. Pencereden üstümüze güzel bi r akşam alacast süZÜIÜYOf. Şi irin duvarı n ı , desteğini kurmaya hazır. .
"Kuru kuru içme Güler, biraz bir şey ye kızım, bak orda pandispanya var" diyor. Ispanya üşüşüyor aklıma. Kartpostallar, turizm acentalar ın ın duvarlan . I spanya. Annemin e linde plastik bir sinek öldüreceği , Ş ıp diye sedirin kıy ıs ına vuruyor o zaman.
"Nerden çıktı bu? Onca da dikkat ediyorum. Eve sinek sokmamaya çal ış ıyorum, bu saatte bi le çeki lip gitmiyorlar baksana."
Ah, Ispanya! Gitmeli . Batması uzun süren güneşler. -Insanları böyle uzun süre yaln ız b ı rakmamalı . Sanki bi le isteye kaçıyoruz
12
Şiir ve Sinek
onlardan, sonra da avuçlarımızda şiirlerle geliyoruz, titizliği ondan artt ı , öyle olmasayd ı , sana bir şii r okuyacağı m anne, dediğim s ı ra alt kata verilecek imambayı ldıdan sözetmez, tek bir karasinek peşine düşmezdi. -Belki ne dediğimi anlamadı annem. Gözleri ni de, plastik sinek ö ldüreceğini de tümüyle karasinek peşine takması ondandı r.
"Uzat bakayı m ayakları n ı şöyle. Bir de ,sigara yak. Sana anne, tamam m ı , senin için yaptığ ı m bir şi iri okuyacağı m şimdi . "
Öyle ya, bu da var: Okuyacağı m şiiri n herhangi bi r kimsenin , herhangi b i r kimseye herhangi bi r şi iri o lduğunu sanmasın . Bizim şiirimiz bu.
Yüzünde uçuk bir pembelik. Batan gün, akşamı n kül rengine erguvan tozların ı serpiyor.
, "Be ni m için öyle mi?" Sevindi . Pembelik. E llerim çok k ıp ırt ı l ı . Şimdi ona sunuyorum
işte , lüks lambasın ı n gömleğini dağ ıtmadan, toz etmeden, i şte başl ıyorum . ,
"Bu masa oraya yak ışmad l . Yarın duvarm ' dibine çekel im mi? Oda daha genişler hem."
Doğru . Oda çok dar . I spanya1yı geri letip pandispanyadan a l ı - yorum bir lokma. Içimi bast ı rs ın . Şurama saplanan bir kurşun parças ın ı , şu lanet k ı ıç ığ ı içerlerime itsin .
"Şimdi , çekeyim i stersen?" "Yok yok. Sen yemeğin alt ın ı söndür de, onu yar ın çekeriz .
Ocağı söndür, yahnini n aH ı tutmasın, canım et, ağ ız tadıyla ye bari . . . "
Ocağı söndürdüm. çayı bitmiş. Yenisini koymak istedim . "Şi i r okuyacakt ın ya , çay ın acelesi yok" diyor. Şiir yere düşmüş, biber çiçeklerinin birazı solmuş, art ık çok kö
tü olacak okurnam, bi liyorum. Yine de en büyük özlemim, di leğim
13
Anne Hikayeleri
kaç yerinden di l im di li m bölünmemiş, gün batmamış , odada yalnız daha koyu bir kü lrengi l ik kalmamış gibi -Ispanya'mı anlamasıngeri oturuyorum karş ıs ına. Şiiri yerden kucağıma taşıyorum, biraz s u rtım ağrıyo r, ya da b i r yerim, ama başl ıyorum. Annemin e li nde plastik sinek öldüreceğ i . Gözü bi r yast ığ ın üstünde . Bekliyorum. Sinek ö ldüreceğini yast ıktaki sineğe n işan almışt ı çünkü : Kız ıma kanma!
Bekliyorum . P last ik şeyi pat diye vurdu sonra yastığa. "Hay Allah !" dedi . Yine kaç ı rd ı s ineğ i . Sonra işte, bir süre bekledik. Yaa çocuklar, uzun süre bekledik.
Ah, diyor Şükriye hanım, ah ısmayi lefendi, apartopar kalkıp gitti , bir hafta dedi , üç günde gitti , mektebi açı l ıverdi , ne var açı l ıvermeseydi, art ık Ismayi lefendi, yeniden bekle de bekle, şurda yatarken, üç gün, geceleri b ir uyanıyordum, şuramda bir rahat l lk duyuyordum, hayırd ı r inşal lah ne oldu, birden bakıyordu m !smayiiefendi, tabi ya, kızı m yanımda, şimdi yine say dakkalan, say, sabah 01-maz, gördün ya çöpe dönmüş, biraz toparlansı n dedim, yedirdim içirdim çok şükür, lakin şu karasineklere de bir çare bulmalıyız Ismayi lefendi , rahatsızl ı k veriyorlar, geti rdiğin domateslerin ise yans ı çürük ç ıkt ı i nan, söyle o pis zerzevatçıya, burnumuzun dibinde karasineklerini çekiyoruz bir de, olmaz böyle ısmayi lefendi , olmaz ! Ah sah i ! Bak, tüh ! B i r şey m i unuUuk biz?
Içim öyle diyor.
14
• b
Zincirler
ZİNCİRLER Ali KARAÇALı
Sol yan ından ansız ın suratma i nen e lin şaklamasıyla yerinden f ı rlad ı. Uyanmışt l . El leri ni yüzüne götürdü istemsizce. Yüzünün ateş gibi yand ığ ın ! duyumsadı . Yatağın ın içinde doğrularak çevresine bakınd ı . Bi r ürperti s ıcak bedeninde dolandI . Ard ından bir soğukluk yalayıp geçti tüm gövdesini.
H içbir nesneyi göremeyeceği denli karanl ıktLodanın içi . Uzaktan, kentin cadı kaza m gibi kaynayan homurtuları geliyordu. Kesik kesik soluyordu kent, sinsi , beton yapı ların dev yükselti leri arasından. Gizemli sessizliğ i içerisinde karanl ığ ın .
Sessizlik, karanlık ve yüzüne gizli b i r e l taraf ından i ndirilen sillenin ü rkütücülüğü yankı lanıyordu içinde, kalbinin gizli bölgelerinde. Baş ın ı avuçların ın içine aldı . Beynine üşüşen bu sayrı l albastı':' yı, bu ürküntüyü içinden ç ıkarıp atmak, kovmak, uzaklaşt ı rmak istedi . Başı avuçları arasında daha bir büyüdü , yuvarlaklaşt ı , kocaman oldu .
Düş mü görmüştü acaba? Hayı r. Düş olamazdı bu . Hiçbir şey anımsamıyordu. Belleğini yokluyor ama, hiçbir iz bu lamıyordu . YÜzüne inen si llenin acıs ını hala duyuyordu yüzünde. Gerçekten uyumuş muydu, ne kadar olmuştu uyuyal ı , bunu kest iremiyordu . Çok erken yatmışt ı oysa. Gecenin, art ık uykuyu yadsıdığ ı geç vakitlerine kalmamak istemişti . Bi r gece olsun başından savmak istemişti , kuzgun gibi beynine üşüşen düşünceleri , düşleri , an ılan . . . Uyk.u-
15
An�e Hikayeleri -----------------
nun o gizemli , büyülü , uyuşturucu evreninde yitip gitmek istemişti . Yine yatağı n ıçinde dönenip durmaktan usanmış, gözleri büyük bir d i re nçle karş ı durmuş lard ı uykuya. Beyninde savrulan, uçuşan an ı lar, düşünceler, tasarımlar bir türlü bitmek tükenmek bi lmiyor, biri gidince bir başkası daha yoğun saldı rıyordu belleğine. Imgelemini n ard ı ndan bi l inmezliğin en uç, en usavuru lmaz bölgelerinde koşturuyor, korku ve dehşet çepeçevre sarıyordu dört yan ın ı . Bi r karayı lan kendisine doğru geliyordu. Kap ı lar kapal ıyd ı oysa, ama olsundu, karayılan mutlaka girecekti içeri , her gün her eve bir karay ı lan uğruyorda ama kimse görmüyordu bunu . Her evin boş kalan bölgelerinde bir karayı lan soluğuydu dolaşan. Evlerdeki huzursuzluk bundandı herh alde, ama kimseler ayı rd ı nda deği ldi bunun. Hem karayı lan kap ı lar ından girmezdi evleri n .
I lk in bacadan aşağıya süzü lüyor, sonra mutfağa, o radan da yatt ığ ı odanı n kap ıs ına gelip dayanıyordu. Anahtar deliğinden geçerken iğne g ibi i nceliyor, sonra yeniden kah nlaş ıyor, torba gibi sark ıyor döşemen in üstüne, halkalar oluşturuyor, uzuyor, k ıvnm kıvnm halkaların aras ından başınfkald ır ıyor, bir o yana, bir bu yana sal l ıyo rdu . çata! , iğne gibi i nce, k ı rm ız ı di l ini ç ıkarıyor; küçük, yassı başın ın iki yan ına değdirdikçe karayı lanı n aksaçları oluyor, saçlar kendi liğinden belik belik örülüyor, örü ldükçe uzuyor uzuyordu . K ıvrı la bükü le kendine doğru geli rken t ıs t ıs sesler ç ıkarıyor, adeta soluğunun izleri yapış ıp kal ıyordu döşemenin üzerine. Geliyor, usul h ış ı rtı larla yastığın ın altma kıvr ı l ıyor. Kalkmak istiyor, kalkamıyordu.
Yı lan ı n beni sokmayacağın ı bi liyo ru m, ama korkuyorum yine de. Başka gecelerde de geldi ama korkmadı m Görmedim ama bildim, bir y ı lan ın yast ığ ımm anında olduğunu , soluduğunu. Uyudum, uyand ım. Korkma dediler, korkmad ım. Kimi i nsanların soluğuyla beslenirmiş karay ı lan dedi ler ; kimi lerin i severmiş ve korurmuş başka yı lanlara karş ı akreplere, çiyanlara karşı dediler. Korusun istedim ben de. Ald ı rmad ım. Ürkmedim. U nuttum bile, zaman oldu .
Şimdi b i r başka geliyordu yı lan . Uykusu arası ndan uyandın l ı - . yordu birden. Gizli b ir eL. Acıs ın ı hala duyuyordu yüzünün sol ya-
16
Zincirler
n ında. Somut bir ağrı . Bir şok. Teninde ve kaslannda bir kası lma, bir uyanlma. Çepeçevre boşluktu her yanı , karanl ıkt ı . Elini uzatsa neyi tutabi li rdi ş imdi? Boşluk. Neyin örtücü , kurtaneı gölgesine s ığ ınabil irdi? Boşluk. Kitaplar mı? Evet, hemen şurada, sağ yanında, e l ini uzatsa tutacağı denli yakın ındaydı kitaplar. Ama boşluk , bir boş luk vardı kitaplarla arasında, h içbir şeyin dolduramayacağı bir eksiklik. Hem şimdi, şu boylu boyunca yan ında uzandığ ı pencerenin bütün camlan gürültüyle dökülebi l irdi üzerine. Niçin o lmas ınd ı? Bu yast ığ ın ı n altı nda uyuyan yı lan çoğalabi li r, bu ev çökebi l i rdi . Salt insanı öldüren bomba at ı lmış, kendinden başka tüm i nsanlar ç ığ l ık atmaya bi le vakit bulamadan ölmüş, tüm yeryüzü insan cesetleriyle dolmuş olabi lirdi . Son anın ı yaşıyor o labi l i rdi . Her şeyin yüzüstü b ı rak ıld ığ ı , bütün hesapıann yanda kaldığı ve i nsanın kendinden bi le kaçt ığ ı ve yı ldızların ve ayın ve bütün bir varoluşun bir yöne doğru akt ığ ı , sürüklenip gittiği günlere . Ve umudun bittiği . Ve su lann çeki ldiği . Ve dağlann ha/ laç pamuğu g ibi at ı ld ığ ı .
Daha doğmadan suçlar mı yığmışlar s ırt ıma bi lmediğim? Doğduğumda armağan diye ölümümü mü sunmuşlar avuçlanma; böylesi bir yeryüzü nü ? Daha çocukluğun an, bi l lur dünyasında böcekler, kanncalar m ı g i rmiş düşlerime? Ağlamış, avunmamış, sararmış solmuş muyum san yapraklar gibi? Atl ıkarıncalar mı doluşmuş gözçukurları ma?
- Yavrum, gene ağ! ıyor musun? - Böcekler anne, böcekler ge'liyor üstüme yine. - Böcekler mi? Ne böceği yine , evimizdeyiz , uyu şimdi , uyur-
san görmezsin . . . - Anne . . . uyuyamıyorum. Bak, senin de üzerinde böcekler var
görmüyor musun, ağzına giriyorlar anne, böcekler seni de yiyecekler anne , anneeee !
- Yavrum, iki gözüm . . . - Anne. Birden usuna gelivermiş gibi çenesini yokladı . Uzamış saka l Ia-
17
Anne Hikayeleri
nyla bir yana kaymış gibi �uran çenesini tuttu bir süre . Sakallannın daha bir sertleşmiş olduğunu aynmsad ı . Kalktı . Kafasın ın için i , imgelemindeki olup biten leri duyumsamamaya çal ışarak, bu karabasandan kurtulmak, bu karayılan düşüncesini içinden silip atmak istedi . EI yordamıyla elektrik düğmesini buldu, açtı . I ş ık gözalıcı bir şavkımayla saç ı ld l . B i r hamamböceğin in ivecenlikle duvara t ı rmandığ ın ı , ikide bir durup yön saptayarak daha bir ivecenlikle kaçt ığ ı nı gördü.
Kapıyı açt ı . Ç ıkt ı . Koridordaydl . Lavaboda Ş ıp ! Ş ıp ! sesleriyle damlayan suyu duydu. Sese doğru yöneldi . Ku rakliktan boğulacakmış ım nerdeyse diye geçirdi içinden. Bir kedi sessizliğiyle ilerledi . Kapıyı açt ı . Içindeki tüm kapalı kapılar açılmış, yüreğini bağlayan tüm zincirler bir bir kırılmış gibi oldu. Duru bir aydınl ık içinin gizli bölgelerine yayı ld ı . Musluğu açt ı . Avuçlanna doldurduu suyla ilkeli bir biçimde ellerini , yüzlerini , kolların ı , ayakların ı yıkad ı . Baş ın ı , kulakların ı ı slatt l . Büyük ve sonsuza akan bir ırmağın derin, duru sularında aklanmış gibi yeni ve yeğni buldu kendini .
Sonra, çoktandı r unuttuğu bir Ses'e doğru yöneld i .
18
• b
---�-------- Sa rı ldıift m Soguk bir Ceset
SARILDIGIM SOGUK BİR CESET Ali Haydar HAKSAL
Yoru lmuş bir dünyanı n eşiğ ini geçiyor gibiyim Bu sanki bana yansımış , sanki içime sinmiş. Kan yanaklanma vurmuş, g ideyim diyorum, gidemiyorum. I l iklerime dek sinmiş bu olan'ı anlatamayacağ ım .
El leri ni bana uzat diyemiyorum ve tutamıyorum. Bütün yolculukları içime çevi rdiğ im gün yollara düştqm. Içim kan revan . Uzanan bu eller benim değil , konuşan ben değil im. lçime bin bir s ık ınt ı veren o yaşama yeniden başlamak üzereyim. Bu saatten sonra, bu geniş, hangar gibi binanın basamaklar ın ı yeniden inmek zorunda kal ı nca, içimde çözülen, adın ı koyamayacağı m birsürü karmaşan ın ortas ına atı l ıyorum. Umduklarımm yeni olmad ığ ın ı bi l iyorum, şimdi gene o duyguylay ım. Enli basamaklarında küçücük ayaklanm kayboluyor.
çocuğu m bir köşeye sinmiş, benim hazırlanmamı hüzünle izliyor, dokunsam ağlayacak. Her gün aynı şeyleri yaşamak zorunda kal ıyorum. Bir isteksizlik içime yayıl ıyor, damarlarıma değin işliyor. Damarlarıma dek sinmiş olan bu seslerin üstüme geldiğini de anlatamıyorum. Içimde yinelediğim sesler gene bana dönüyor. Bu dört kat l ı dev binanı n, dev katları , kocaman odaları , uzun koridorları , anlam veremediğim bir ürperti içime salar, derinleşir durmadan. Bu soğukluk parmaklanmm uçlarına kadar uzanır.
Gidip döneceğin yer gene burasıdır. Bazan bir isteksizlikle , ba-
19
Anne Hikayeleri ----------------
zan korkuyla, bazan da bir iç itkiyle oluyor bütün bunlar. Gene bu dünyayı başıma yıkan o saat geldi çattı . Içimde daIga
lanan o ü rperti ben im le birlikte evin içinde gezindi . Içim darald ı . Akan bu zaman içinde gelip beni bulur. Kaçamıyorum, nereye gitsem karş ıma çıkan o sesler içimde yinelenir kendi l iğinden.
"Yeni , kes" demişti bana. O zaman geri lmiş sinirlerimle kendimi kaybetmiştim. Ateşlere ateş eklemiştim ayrım ı nda olmadan. Bazan öyle olur, i stemim d ış ında.
Bunun böyle o lacağ ın ı kesti rememiştim, nereden bi lebi l irdim, gün batıp doğacak,sanıyordum. Zaman geçince durulanacak, yatışacak, kendi akış ım ız ı sürdürecektik.
Burası dünyanın çok ayrı bir bölgesi gibi , soğuk yaşamın izleri ruhumda şimdi şeki l lenir, si lemiyorum, h içbir şeye ,kanamıyorum, bedensel acın ı n ötes inde ruhuma çörekleneni atamıyorum. Bir azap veriyor bana. Bunun kqrş ıs ında susamıyorum. Bu binanın üçü ncü kat ında oturman ın bazı iyi yanları var. Bu yüksek basamakları döne döne çıkmak olmasa dahada iyi olacak. Tırmandıkça adı mlanm beni geri çekiyor.
Yaln ız l ığ ı mı anl ayan kim, kime anlatabi l irim, bunları anIatmamam gerekli , Nedendir bi lemiyorum, içimdeki itki kendini sana dökmemi sanki zorunlu k ı l ıyor, gene de olmuyor, içimi buran, l ime l ime eden o,duyguları anlatmam olası değil . Kendimi ,rahatlatıyorum sanıyorum. Anlatt ıklarıma fazla ald ırmayın, yalnızca beni i lgilendiren şeyler . Çünkü duygularım önde, çünkü gözlerimin yaşlarıyla o luyor. Güzelliğimin , endamll o luşumUn bazan hiç bir anlamı olmuyor, s ı radanlık ayrı bir o lgu deği l , insanların bütününü sarmış bir hastal ık ta ondan. Bu özel l iklerimin bana bir yararı o lmuyor, güzel oluşum bir kazanç mı , bir sıkıntı mı bi lmiyorum. Bir tadı olmuyor. Çevremin , tanıd ıklarım ın, bazan bir yabanc ın ın onurlayıcı sözleri bunalt ıyor. Bir şey söylenmese, kendi halime bırakı lsam. "Güzelliğinil dendikçe sanki bir başka anlamı oluyor, o sözcüğün kendi anlamı değiL . Yüzümün deri nleşen çizgi leri d ışa yansı mıyor mu, aynanın karş ıs ı na geçtikçe kendimi iyi görüyorum.
20
------------ Sarıldıdım Soguk bir Ceset
Ne sanı l ıyor, bi lmiyorum, bir anda bu bedenin bütününün değişeceğini mi? Içi m neden d ışa yansımıyor? Bel l i ettiğ imin bi l incindeyim, böyle- bi l insi n i stiyorum, gene de anlayan olmuyor.
Sokağı n ve kentin , gecenin ve gündüzün bazan ayrım ı nda çektiğim güçlük . . ayır ımında olamayacağım çok bulanık şeyler var doğrusu. Anlatımın ve sözün, anlamı n bittiği bir yerdir burası . S ını rları bel li deği L . I nsan ı n kendi kendi�in in bi lemeyeceği , b i r akış ın içinde o lan , sürüklenen b i r şey gibi .
Bütün olumsuzluklara karş ın gene de burayı terkedernedim. Beni buraya bağlayan çocuğum, bazan da anlayamad ığ ım bir bağl ı l ık . Buran ı n d ışı na çıkarsam yaşamayacağı m düşüncesi ister istemez ürkütür beni . Bu zorunluluğun ası l nedeni nedir? Kendime göre umursadığ ım ve önemsediğime göre bir nedeni o lmal ı .
Sesimin dünyamla i ç içe olduğunu benden başka bi len yok, olamaz da. En ufak titreşimierin bende bir yankısı vard ı r. Kan ım gibi damarlanmda dolaşı r durur.
Başlangıçta her şey çok güzeldi . Dünya böyle dönüyor olmalıyd ı , zaman böyle akmal ıyd ı . Onun gözleri ndeki sevecenlik bütün benligimi , bedenimi kuşat ırd ı . Kanatlandığ ım ı san ı rd ım bazan.
O duygularım ın benle çelişmasi neden o ldu? Beni olumsuzIayan ve böyle karanl ığa iten o mu, ben mi? Günlerce bunu düşündüm. Yer yerkendimi yarg ı iadım. Bir sonuca varamadım, ama bu iç e leştirin in bi r yaran oldu sanıyorum. çocuğum o lmasa belki çok daha fark l ı o lacaktı dünyam. Şimdi çocuğu mu var o larak düşünmek zorundayım.
Telefondaki ses gene onun, bezgin ve ürkek, konuşurken duruyor, bekliyor, sorulanma yanıtlan ağı r ve kestirme. Bazan üste Uyorum. Damarlarından boşaimış, geleneği · o lmayan bir akşam gibi yeryüzüne çökmüş. El lerim uzanmıyor, tutunamıyoru m el leri ne . Ne çok gecikmiş bir zaman var önümde gelecek bir zamanın ortas ından çok , arafta kalmış, orada bir şeyi durdurmuş, yaşamın donuk saatleri yaşanı r. Bir koşu atın ın t ıkanan soluğu gibi , yeryüzünün saati mi , insanın yüreği mi durmuş, çözemiyorum, s ıcakl ığ ın ı
21
r, Anne Hikayeleri
tutabilecek bir kayalığ ı n, suya duyulan bir özlem gibi beni tutan ne? Gölgesi ruhuma ası lm ış , bana el ediyo r sanki 'ge l bana gel ' diyor.
Bir gün yaln ız başı ma kalacağ ım ı bi lemezdim. Art ık kapımm çal ınma sesi duyulmuyor, evin içinde gezinen bir böceğin kulak sesi , bazan da bıkmamışsa eğer, çocuğu mun oyuncaklarıyla oynayışmın sesi . Bunlar belleğime yerleşi r, o sesleri duyma isteğim kendi liğ inden beli ri r. Bu bezgin lik kulaklarında beli rdikçe, e llerimin bağı kendi l iğinden çözüıü r . Ellerim eşyanın etine geçirince t ı rnakların ı ; eşyaların ruhundan bana geçen ne? Bunlar bi r komşunun, insan ın sesleri gibidir, çevremde gezini rler, benimle yaşarlar. Benimle oturur, benimle kalkarlar, soluklan ı r, öfkelenir, sevecenleşirler. Kulaklarıma f ıs ı ldayan telefondaki ses, şimdi yalnızl ıkta gene beni seçiyor. Orta yol lu bir yaln ızlık değil benimkisi . Eşyanın da benim gibi yaln ızlığ ın ı düşündüm mü hiç?
Terasa çıkınca, kentin terasına çıkmış ım g ibi. Yeıyüzünden biraz yukarı larda olmak, her şeyi tepeden aşağıdaki cisimleri daha da ufaimış olarak görmek bir başkahkt ı r. Sesleri ve varl ıkları benim üzağ ı mda. yükselen uğultu c ı l ız kal ıyor. Ama beni burada da bırakmadığ ı , bundan böyle b ı rakmayacağı iyice bel l i hala o ses, kulaklanma f ısı ldadığı g ibidir. Hala kemiklerimin içinde s ız ıs ın ı duyduğum. Bulutların arasından ay ış ığ ı nı görmem umuduyla yükseldiğimde gene de yakamı b ı rakmıyor. O uğultu kulaklarımda, bir sonsuzluğun uğuıtusunu yayarlar.
Bir ölü 'alo' gibi ruhumda durur. Dişlerim i le ayaklarım arasındaki i lgi gittikçe azal ıyor. Kamburu m çıkmadan , dişlerim dökülmeden, etlerim buruşmadan daha yapabileceklerim var mıd ır? Neden böyle kendimi salm ış ı m, kendimi kapt ı rm ış ım bi lmiyorum. Evin içinde , bir köşede duvann dibine sinmiş, dizlerimi karnı ma çekmiş, öyle oturuyorum. Duvara dayandığımdan beri , oğlum kendi başına oynuyor, bazan bana bakıp gülüyor. Ona aldığı oyuncaklarla saatlerce oyalanır, arada bir bana bakar, çünkü başka seçeneği yoktur, kendini buna ahştırmışt ır. Onlardan bıktığ ında evin ortas ında bırak ı r , gel i r çevremde dolan ı r i lg i lenmemi bekler baş ın ı dizlerime kor. .
22
--=----------- Sarıldıgım Soguk bir Ceset
Yaşamı çeki lmez kı lan nedir bi lmiyorum. Kapımın zili çahnıyor, ne zamand ı r çalanım yoktu . Temizlikçi kad ın ın saati deği ldir, asl ı nda kimsenin saati deği l . Bente i lgisi o lmasa gerek, öyle düşünüyorum ve kendimi ağı rdan al ıyorum. çocuğum f ı rl ıyor yerinden. Bir kahkahaya tutuluyor, şaşıyorum, bir ç ığ l ık koparı r gibi , yerinde durmadan kapıya doğru koşuyor. "Anne duymadın mı zi l in sesini?" diyor. çocuğun sesi mutlaka d ışarıda duyulmuştur, kalkmak zorunda kal ıyorum.
Kapıyla köşem arasındaki zaman, adı mlarımla ölçü lü bir ağı rl ı k içerisindedir. Sonbahar ruzgann ın savurması gibi, ordan oraya çarpi lan ve sürLiklenen bir nesne gibiyim. Sararmış solmuş rengimi belirleyen ne bi lmiyorum. Bu evin odaların ın hangar gibi genişliği duvarların ın yüksekliğiyle tutunabi leceğim bir yeri yoktur. Kaygan
·bir zemin gibi el imden kayıyor. Eski , gotik bir yapın ın havas ı vardır. San ı rı m o dönemin yapı larından olmal ı . Hastanenin uzun koridorların ı andı rı r.
ıçimden d ışa vuran renginin sesidir bu. Bir guru ltu gibi yayıhr. Tutamıyorum, engelleyemiyorum. Saçlarımın aras ından s ızan ter damlalan . . .. yaşamı b ırakmaya niyetli deği l im. Bir kuru incir ağacının kabukları ndan soyunuşu gibi bir cisimim el lerim kap ın ın mandal ı nda, her geçen saniyenin hesabın ı yapmak duru mundayım. "Buyurun" diyorum, komşuma, binamıza yeni taşınmış o lan, basamaklarda bir kaç kez iş gidiş, gelişlerinde karş l laşmışt ık . Ayaküstü hoş geldiniz demiştim kendisine. Tanışmamız böyle başlamışt ı . Sesim bir titrek beden gibi döküldü dökülecek. 'Buyurun , buyurun' diyorum. Ayakkabı ların ı çıkarırken bile çekingen . Oğlum kapıyı sonuna kadar açt ı , aceleyle kapadım , komşulardan biri in iyordu.
Bu ürperti yalnız l ığ ı ma bir ış ık düştü . Uzun saçlarımı parmakla- , rım ı içinden geçirerek geri atıyorum, güıümsedim. Hep soğuk durmaya al ışmış olan bedenimi bi r s ıcakl ık sardı. Bunun için be lkide yaşanmaya değerdi . I nsan aras ına ç ıkt ıkça daha da anlaş ı l ıyor. Bütün bu geçmişimi bir anda unuttum. Ayaklarımı daha da sağlam yere basıyorum. .
Bundan tam bir y ı l önce, bugün, kocam evi terketmişti . Niçin
23
Anne Hikayeleri ---------------
terkettiğin i an lamamışt ım . Üzeri n, den bi r y ı l geçmiş , hemen her gün düşünmek zorunda kald ığ ım bu o layı çözemiyoru m. l şlerim bittiği bu an bu kurguyu yeniden ayrınt ı larına değin iner gözden geçiririm. Gene sonuç her zamanki gibidir. Bunun bir nedeni olmalı diyorum, bu karmaşı k yumağ ı çözüyorum gene değişen bir şey yok.
'
Bu y ı l ı n bütün günleri ni gözden geçirmiştim. Bedenime bir koku gibi sinmiş, kendini kuşatmış, istesem de kurtulamıyorum bundan. "Çok kötü , çok kötü" diyorum her seferinde. Bu aşağ ı lanmayı hiç bir zaman guru rum a yediremeyeceğim. Bu deli bel leğe gelip yerleşmese, ge lip yeniden kurcalamasa ne iyi o lacak. Ama olmuyor. Bir kad ın ı bundan daha aşağı layıcı bir durumu yoktur. 'Terkedi lmek' duygusu bazan beni z ıvanadan ç ıkarı r hüngür hüngür ağlarım, bir deli gibi sağa sola saldırınm. Bir şeyi k ırıp tuzla buz etmeden de rahatlayamıyoru m. Bir sokak kedisi gibi ortada kalmak, ordan oraya koşturmak, ama bir yere s ığ ınamamak ne kötü , bi l iyorum, bazan kendimi böyle hissederim. 'Tıpkı öyle' diye de kendimi onayl ıyorum. Bu duru mumdan utanç duyarım, kendime yakışt ı rd ığ ım bu benzetmeden iğrenirim. Bu yakışt ı rmay ı da nereden çıkard ı m bi lmiyo ru m.
Bu kentin bütün yaln ız l ığ ı n ı bana verdi ler. Başta buna al ı ş ık deği ldini. Gün lerce içeri kapandım, kendimle kald ım , ağlad ım , sonra a l ışt ım. Kalabal ıklardan çoğu s ık ı l ınm. Bu yalnız l ığ ı kocam bana kutsal b i r miras g ibi b ı raktı gitt i . Üstlenmekten başka çözümüm yok gibi . Dört e l le sarı ldım. Şimdi yaln ızl ık benim a l ışt ığ ım, bazan da öfkelendiğim bir yan ım. Evin içinde gezinen sesler var, bazan bana abanır, öyle san ı rı m. Bazan da bir karasabana dönüşür. Hep o köşeme büzülü r bütün bu gelenleri orada beklerim . Uğur'un bana seslenmesiyle, ya da b i r i şimi anımsamayla yeri mden kalkarım. Iş lerime de böyle başlarım.
Çoktandı r kentin bütün lambaları söndükten sonra, -tek tük lambalar yanıkt ı r, on lar da bir bi r sönmektedir. Bir kaç ın ın olması da fazla bir şey deği ldir.- yalnızl ık cinleri başıma üşüşür, çevreler, gene debelenmeye başlarım. Art ık onların sönmesini beklernem, benimle bir o rtakl ıkları var m ıd ı r? Yaln ız şu karşı binanın lambası
24
• h
---""'!"""'-------- Sa rı ldıgı m Soguk bir Ceset
bazan sabahlara kadar yanık durur. Pencereye çıkanm: Bulutsuz ay ış ığ ı geceleri benimdr. O zaman kendimden geçerim ay kentin üstüne ası l ı duru r gibi , bir hoşluğu var. Bununla coşkuiani rim, saatlerce orada otu rurum. Tutturduğum bir ninniyi , çocuğumu uyutur g ibi sürdürü rüm. Adet a bunun la kendime geli rim . Sürem geçiyor görünüyor. Aleyhime dönüşen günleri n acıs ı da çok uzun o luyor. Ansızın kapımı çalmış olan bu durumu nas ı l u nutabi i irim. Evin içınde tam bir y ı l gerekçe aradım durdum boşuna. Hala bu köşede bunu sürdürüyorum. Duvarlan kendime arkadaş edinirim, ha l i larla , sandalyelerle konuşurum. Bazan komşu larım içeride biri leri o lduğunu sanmışlard ı r. "Akşam misafirin mi vardı" diye sorarlar. Yalan yere 'evet' demek zorunda kal ı rım, yoksa bir kaçık olacağım san ıs ına kap ı lmalan benim için daha da çeki lmez o lacak.
B i r yerde bulacağımı umduğum o pusu layı neden bulamıyorum, neden terkedi ldim , neden? Bu pusulanı n bu lunmayışı bazan u mudumu arttırı ı r, bazan da öylesine bir umutsuzluk içimi sarar ki şaşarım. Uzun bir yolculuk gibi görünen yaşamımın bir bölümü gitti geride ne kadarı var bi lemiyorum. Bir düş gibi durur. Öyle soyut , ama sıcak u nutmuş göründüğüm geçmiş gün le rim olayı yeniden anı msamama yeter. Bi liyorum çoğunu u nutmuş olmal ıy ım. Tamam ın ı bel leğ irnde tutma olanağ ım yok, gene de neden sadece bir böl ü mü nü an ımsayabi ldiğime hayıf lan ınm. Günlerin h içbiri n i , olaylarıyla birl ikte anımsamam olanaksız . Geçen dakikaları n , saniyeleri n h esab ın ı kendime soramıyorum. Sorsam da karş ı l ığ ın ı veremiyo rum. Geçip gitmiş diye de başımdan savamıyorum. Bu , geleceğime yöneliyor biranda. Bu o lay beni ş imdi böyle ayrınt ı lara sürükledi. Bir günümün yorumunu oturup o akşam yapıyorum. Bazan şu olayı yapmasaydım, şu iş olmasaydı iyi olacaktı diyorum. Bir sonraki gün aynı şeyi , bir tuhaftır, yineliyorum. Iş bittikten sonra ayn m ı na varmış oluyorum, � zaman da iş işten geç-miş o luyor.
Kentin sessizliğini bozan gece bekçi lerin in düdükleri kulakIan mda ç ınlar, bazan benim arkadaşım o lu rlar, ayış ığ ında, sarhoşlann naralan geceyi ortadan ikiye bölerken bu gizemli bakışlarıma bir anda bir gölge düşer. Bir fahişenin geceyi y ı rtan çığlığ ın ! duydunuz- mu hiç? Onlar kentin duvarlarına ası l ı kal ırlar, onlann izini kim-
25
Anne Hikayeleri
se de s i lemez oradan. Bütün bunlar benim yain ızl ığ ıma tanıkt ı r. Iyi arkadaş değ i ld i r ler, başka seçeneğim yok, e l imden a l ı nmış . Bu olanlara razı kahyorum , istemeden . Koşuda sendeJeyen biri gibidir burada yaşam . Bu bir tal ihsizliktir. Uzun soluklu yaşamı n gereksinimi burada bel i riyor. El lerime bulaşmış bir kez, bir cinayet gibi . Ölüsü göz leri mi n önündedir, kaçmak istersi niz, kaçamazsı n ız, saklanmak istersiniz olmaz. Kendinizle olan savaşınızda yenik misiniz, galip misiniz bel l i değiL . Öfkemi yeneceğim akşam, daha çok önümde duru r bu belirsizlikler. 'Çek git' dediğim anda da kendimi aldatmış o luyo�m. Öfkemi yenmiş olacağ ım bir akşam, diyorum; o sab ı rla , o dire nçle gene buraya çıkarım , gene baş ıma gelen ayn ı şeydir, kurtu lamayacağı m, bunu bi l iyorum.
Çocuğum, masum ve tat ı l uykusunun derin l iğ indedir. Hiç bir şeyden haberi yoktur. " Iyi ki deği l , olsaydı ne yapard ım" derim. Uykusunda bağ ı rd ığ ı zaman, karş ıs ındaki benim, "anne oyuncağ ı mı ver!" deyince gerçeğe koşar gibi giderim, onu süzerim, yatağı ndan dönüşünü , soluk alamayınca, yüzünü . buruşturuşunu, in lemesini i�lerim. Yörganın ı üstüne örterim, yanağın ı okşanm. Abla demiyor, kardeş demiyor , arkadaşı yok, onların adı n ı ün lesin . Anasından başka bir is im yok belleğinde. Bi l incinin a lt ında yaln ızca ben varım .
Günlük i ş i m saat beş oldu mu biter. Beşotuzda bu binan ın , geniş, boş ve yüksek basamakların ı t ırmanmak zorundayım. Her akşam çıkt ıkça koku ve Ioşluk önümü keser, burnumu tutmak zorun� da kal ı rı m. Bir soğukluk sarar bedenimi. El lerime tutunan çocuğum bir çanta g ibi durur. Basamakların kirlenmiş mermerleri ne bast ıkça, içimi bir ü rperti sarar yalnızhğıma ve kendime dönüyorum yeniden.
Bu ev soğuk bir gece gibi ruhumu ezer. Baş ımı kaldı rıp tavana bakamıyorum. Beni ürküten bir şey var sanki . Neden bu binayı böylesine yüksek yapmışlar, bir oku l olarak mı , bir hastane olarak m ı düşü nü lmüş ç ıkaramıyorum. Tavanıarında sallanan örümcekleri çoğu alamıyorum, e lime f ı rçayı , süpürgeyi alsam da ulaşamayacağ ım. Bir kaç kez denedim, başaramadı m. Bu eve katlanışım ın ne-deni yaln ızca kiras ı m ıd ı r? .
26
• h-
---------====�=====""""""" Sarıldığtm Soguk bir Ceset
Komşumu otururken, bu yalmzl ığ ım içeri sinde çok şeyi u nutmuşum izlenimim var. Bazı insani i lişki leri beceremiyorum. Izin isteyip odama girdiğimde aynada yüzü me bakt ım. Üzerimdeki bezginliği' nas ı l atabi leceğimi düşünemiyorum. Yüz hCitlanrru değiştirme isteğim beni daha da gü lünçleştiriyor. Bu zoraki gü lümseme çabam, sahnede rol yapan bir aktrisi and ır ıyor. Kendi liğinden olan bir şey degil , isteni lerek yapı l ınca bu durum kendi liğinden yansıyor aynaya. Az sonra kendi gerçek yüzü me kavuşma telaş ına kapı l ı yorum. Bir başka şeye özenince kendi gerçeğimi unutuyorum. Gene saçlanmı tarayarak düzelttim, bir koku süründüm, kokumu alarak misafirimin yan ına geldim, beni bağ ışlamasın ı diledim, gülümsedi .
Aramızdaki konuşmalar kendi doğal akışı içerisi nde deği ldi . Içten bi r gülümseme, bir davranış gösteremiyordum. Ürkekliğimin hemcinsime karşı beli rmesi beni ürkütmüştü . Kendimi tutmak istiyorum, bir coşku bütün bedenimi sanyordu .
Dünyanm bu kadar üzerime daralacağ ı n ı düşünememiştim. G itti kçe beni bi r köşeye s ık ışt ı r ıyor. Içimdeki z ıt l l klan yenmem elimde deği ldi . Bazan oldukça iyi görünüyordum, bazan da alabildiğince karamsar, bu odaların büyüklüğü ve yüksekliği daha da ürkütüyor, oğlumun küçük odası na s ığ ın ı rım . Buraya yeni taş ınmış olan konuğum bunları anlayamaz. Onun da yaln ız l ığ ı na şaşıyorum. Benim gibi evli olarak girseydi belki başka olurdu . Komşumun gelişi 'şaşırttı , boşlukta bıraktı beni haz ı rl ıks ız yakalanmışt ım. Çünkü mekanik davranışlarımm tmıs ı kendi l iğinden bel iriyor, Insani i lişki lerimin yüzeysel liği, davranışlarımdaki bazı yersizlik!er benim de gözümden kaçmıyor. Bu dengeyi de kendi içimde sağlayamıyordum. Üzerim� yağmur yağrnaymca i l işki l e ri me iş leyen bir şey'in eksikliğini duyuyorum. Hep bu sert zeminlerde dolaşmak ta böyle sertleşti riveriyor, istemeden. Sokağa ç ıkt ığ ı m zamanlar çocuğumun eline tutunurum, o benim koruyucum gibi olur yanımda. Bir anne o lduğumu belirleyen de o. Beni yiyecekmiş gibi , üzerime abanmaya haz ı r, bir fahişe gibi görmeye al ışmış o gözlerden nası l kurtulabi l irim yoksa. Hemen her erkeğin bakış ındaki anlam budur, bunu kendi doğal hakkı olarak kabullenir, yatağı nda görmenin tut-
27
Anne Hikayeleri
kusuna kapılı r. Beni kaygılandıran bu, sokaklara ç ıkmayışımm nedeni bu , ç ıkt ığı mda doğruca i şime, işimden çıkınca i htiyaçlarım ı kapalı gözlerle al ı r evime yollan ı rı m eline tutunduğum çocuğum .
i ben im için güven verici , ona yaslanmak zorundayım, çünkü başta seçeneğim yok. Bazan ona da aldırmayanlar çıkar, bir deli soluk gibi ensemde biterler, ne yapacağımı şaşır ır ım, ayaklarım birbirine dolamr, soluğum kesilir . K imbili r onu bir gerek gibi yan ımda taşıyormuşu m sanıs ına kapılmış olabilirler. Huysuzluğu tutmuşsa ve bundan ötürü bir rastlantı sonucu "'anne" demişse kendimi daha güvende bulurum. O da inadına böylesi anlarda susar, ne maskaral ığı , 'ne huysuzluğu tutar. O an parmakıarım s ıkarım, kasten bir çimdik atar ım etlerine o zaman bağ ı rt ı rım . "Yapma, canımı yakı yorsun anne" de dedirtebilmek için .
Bu bakışların vahşi dişleri arasından , bir s ıyrık almadan kurtulmak, kazasız belasız bir günü daha geçirmek, bir anda mutluluk verici olur. Bir cambaz ın u stahğı gerekiyor o anda. Evimin sokağa açılan kapıs ı ü rkütOyor beni . Kocamm beni terkettiğini , d ışarıdan, konu komşudan saklamaya çal ışt ırnsa da başaramadım.Daha bir. ayın ı doldurmadan mahalleye yayı ld ı . Dışa karş ı korunmam gerektiğ ini sürekli kendimde taşıd ım, başka seçenek göremiyordum. Bir canavarın ağzı na atı l ı r gibi , sokağa atılmaya hiç razı değilim . Onlar kendine bir hak olarak görürler kad ın ı . Ortamı kendine göre haz ı rlar. çocuğu m beni nereye kadar taş ı r bilemiyorum, bildiğim şimdi ona yaslandığ ım.
O kah rolası pusu la neden ortalarda yok , neden görünmüyor, ne dipsiz kuyu imiş bu. O adamı unutmasına unutacağım, ama o bir umut belirtisi yok mu? Yüreğimi yakan, beni deli bir sarsıntıya salan o yakıcı , düş dolu umut. Bu evin gizli kalmışbir köşesi var mıdır, benim bilmediğim, o adam bir yerden çıkar geli r mi? Bunların tümü bir giz gibi gözle.rimin içindedir. Beni ayakta tutan da bu düştür sanıyorum o ve bu çocuk. Belki daha da çok bu çocuk.
Evin ayrıntılar ında geziniyorum, en ufak bir görüntüden sinirlerim gerilir, bazan da dayanılmaz olur bu durumum. Kızgmlığımı gene onlardan çıkarırim. Bu evde herşey yerli yerinde durur. Tozları anında alır tm. Bazan başa çıkarnam, ama gene bir"inatla sürdüru-
28
------------ Sarıldıgım Soguk bir Ceset
rum bu ahşkanl ığ ım ı , inanılmaz bir bezgin lik beni kuşat ınca, bir yığ ı n gibi y ığ ı l ınm bir kenara. Böylesi anlarda b ırakayım diyorum, bırakamıyorum. B ı rakmak istesem de bir iç itki beni oraya sürükler, b ir tutku gibidir bende, peşimi b ı rakmayan.
Sanıyo ru m komşumun gözleri nin evin içinde gezinmesi de bundand ı r. Vimlenmiş marleyler, sabun lu bezlerle al ınmış tozlar, evi n içindeki koku, daha kapıdan girince i nsanın yüzüne vurur. Bazan çok hoş olur bu.
Birbirimize ıs ınıyoruz komşumla, gittikçe açı l ıyoruz. Yaşamı mla i lgil i bazı şeyleri anlatmakta artık sakınca görmüyorum. Çoktand ı r kimseyle böylesine dertleşmemiştim. Anlattıkça rahatl ıyorum, sanki yeniden kendime geliyorum. lçtenl iğimizin sadeliği , gittikçe birbi rimize açı lmamıza neden o luyor.
'Çok güzelsiniz' diyor. I nifat etmediği bel li oluyor. Gözlerini gözlerimden ayırmıyor. Tıpkı evimin içinde gezinen gözler gibi. Onunla söyleşmem beni rahatsız etmiyor. Gülüşmelerimiz kesi ldikçe, adeta soluklanır, yeni bir başlangıçta sanki haz ı rlan ı rız. Ikirniz de buna istekliyiz. "Bugün tam bir y ı l oldu" dedim, aynhğımızın nedenini anlatamadım. Geçimsiz!iğimizin o lduğunu uydurdum, o an yüzüm kızard ı mı, bi lmiyorum. Yoktu asl ında böyle bir şey. �u yalanı bilerek uydurdum. Belki aynhğ ımızı bir neden o larak göstermem daha an,lamI I olacakt ı . Çünkü geçimli l ik ile güzel l ik bir arada olunca buna gerek kalmayacaktı bir yanıyla da. Güzellik i le aynl ığ ın bir arada olması na nas ı l i nandı rabi l irdim yoksa. Böyle güzel likler de i şe yaramaz olur, başkalann ın ellerinde gezinmekten başka. Çünkü şimdi herkes bunun peşindedir, bir av kollar gibi . Güzel likleri n bazan işe yaramazhğı insanı şaşırtı r e lbet. 'Ama bir gerçek bu. �)
Konuşmayı sevmeyen, buna al ışan ben, bir ç ırp ıda bütününü anlat ıyorum, durmadan. Bir sıkınt ı vermiyor bana, rahatlatıyor üs- . tel ik. B ir y ı l ı n say ımın ı dökümünü yapmam bugüne nasipmiş. Bu nas ı l bi r rastlant ıd ı r bi lmiyorum, akl ım almıyor. Atl ı ları n kapımızdan nal seslerini , bir toz bulutuna b ırakarak geçip gitmeleri gibi oluyor.
Söyleyişimizin ana odağ ın ı ben oluşturuyorum Komşum ken-
29
Anne Hikayeleri
diyle i lgi l i bi rşe anlatmıyor, ben de sormuyorum kendisine .. Gittikten sonra akl ı ma geliyor ama iş işten geçmiş oluyor. Bazan böyle aptal hğ ı mm tutması na hay ıflan ı rım, kendi kendimi yerim. Kocası taraf ından terkedi lmiş o lan ben, güzel ve endamll o lan benim. Çünkü konuşulacak başka bir konumuz yok. Sabırla geldiği andan itibaren bana katlanmak zorundadı r. Bu davranış ımı yadı rg ıyor, o da kat ı l ı rnda bulunuyor.
Saplant ım elbet benim, başkası değiL. Güzel liğine inanmış, bir karanl ı k odada el yordamıyla gezinen benim. Ondan oraya çarpılan ; sonra o lduğu yerde birinin ya el inden tutması nı ya da o yerin ışık land ı rı lmasın ı beklemek zorunda kalan bi r di lEmeiye benziyorum. Bir y ı l ım böyle o ldu. Bunları nası l anlatmahyım, bütün bunları anlatmama gerek var m ıd ı r?
Bu ihanetin de kurbanı olmak istemiyorum. Sabırla katlanırken bütün bu olanlara, bır çıkmazm şaşkın l ığ ı , ortada b ı rakı lmanın kızg ınhğ ıyla bekledim . Belki başka yol larda seçebi l i rdim, seçmedim. Bu evin duvarların ın içine kapanırken h içbir zaman niye .böyle yapt ım diye de yak ınmad ı m. çevremde anlatacak, söylenecek kimselerim o lmad ı . Hep gözlerim kapıda, ya da o kahrolasıca pusu lay ı umutla u mutsuzluk aras ı nda bekledim durdum. Kapın ı n zi l inde hala onun adı var, kazıtmayı düşünmedim, bi lerek. Zaman zaman adeta dururum, bir tembel lik sarar beni . Iş yapmak istemem, o köşeye y ığ ı l ı p kalmak kal ıyor bana. Isminin kapıdan kazınmaması biraz olsun bana güven veriyor o kadar.
Bugün yaşadığ ım şaşkınl ığın anaforu içindeyim . Kendimi kurtaramıyorum. Ayrınt ı ları düşünmeye zamanı m var mı bi lmiyorum. Art ık bir ·karar vermek zorundayım. Zor gelecek bi liyorum, başka seçeneğim kalmamış, diye düşünürken, gene bundan vazgeçiyor, s ı radan yaşamımı sürdürüyorum. Bu kaçıncıd ı r böyle oldu. Bir ikilem içinde süren bu yaşam b�na zor geliyor. Bir taraf için karar versem, diğeri bende bir ukde olarak kalacak. Günlerdir, son zamanlar bu yeni oyalar. I kisinin birden olamıyacağ ı da belli iken . . .
Anı larım ı yeni lernem olas ımı mı bi lmiyorum, geçmişin üzerine bi r sünger geçemiyorum benim ayrı lmaz bir yan ımd ı r bu. Düşle-
30
------------ Sarıldıgım Soguk bir Ceset
rimle olan içiçeliği mi si ldiğim anda biteceğimi çok iyi bi liyorum, arda bir boşluk beni bekler.
Sabah erkenden uyanmışt ım, buğu lu gözlerle camdan bakıyordum. Çat ı lara konan kuşlar ın arada bir havalanmaları n ı , uçup uçup sonra gelip oraya konmaların ı zevklenerek izliyo rdum. Bentm için sabahları bir iştir bu . Hava puslu, içimi saran bir sık ıntı var, bir anlam veremiyorum. Bel leğimi zorluyorum, sanki bu gece kötü bir düş görmüştüm. Ya da bu kötü düşü görmem gerekecekmiş gibi o luyorum. Çok karanl ık görünüyor, zorladı kça içinden ç ık ı lmıyor kötü bir karabasan gibi sabahın serinl iğ ineJe bir ter basıyor. Içimdeki o ufacık umut i le , bir y ı l ın karabasanı arasındaydım, bu düş neydi , hay Allah nası l unuturum, bir kötü haber mi? Camdan baktıkça rahatıayacağ ımı ummuştum, hiç te öyle o lmad ı . S ık ınt ım arttıkça a rtt ı .
Evin içinde bir kuşun kanat ç ı rpmasın ı duyu nca döndüm, bir serçe, nereden gi rmiş olabil ir? ordan oraya uçuyor, pencereye doğru uçmak istediği bel l i , beni gördükçe odan ı n içinde uçuyor, durmadan. Pencereyi açt ım, dışarı çıksın diye , geri gittim, kanepeye oturdum, sağ el imi çenemin a lt ına dayad ım, ç ıkmas ı nı bekledim. H ızla gitti cama çarpt ı , yere düştü , sonra havalandı , gene gitti cama çarpt ı . Bir kaç kez yineledi sonunda açık o lanından uçtu gitti. Gözden yitinceye kadar izledim. O özgürlüğüne uçtu . Uçtukça cama çarpmış sonunda böyle düşüp kalmış gibi hissettim kendimi .
Tavan arası nda kıst ır ı lmış bir insan gibi s ık ı ld ım. Artı l< günyüzüne ç ıkmamın haz ı rl ığ ı na girişmeliydim. Kendimi a l ışt ı rmal ıyd ım en azından. Kurşun gibi bu bedene işlemiş olan yalnızl ığı , söküp Çlkarmam olanaksızd ı . Zaten buna ben de haz ı r deği lim. Camın üstündeki buğuya parmağımı bast ı rı nca bir nokta konmuş o ldu . Kocaman bir nokta. Serçeyi bu noktadan uçurabi l irdim art ık. Karşı l ıkl ı b ir söyleşmenin hasretiyle yanıp tutuşan ben, ş imdiye kadar kimseyi böylesi ne karş ımda bulamamışt ım bunun tadı na u laşt ım doyasıya. Bu şansımdI . Kimseye bir diyeceğim o lmad ı . Bedensel acın ın daha deri nini yaşıyordum ve benden başkası da bilmiyordu. Bu böyle bir koşuda bitecek gibi de deği ldi . .
31
Anne Hikayeleri
Akşamları eve vard ığ ımda, ayakkabı larımı ayağımdan f ırlatı r atarım öteye. Onları yerlerine kald ı rmayı düşünmem. Gider bir süre divana s ırtüstü uza n ı r, gözlerimi tavana dikerim. O an çocuğumu da u nuturum. çantam, eşarbı m her biri bir yana atı lmı şt ı r. Çocuğum oyuncaklar ın ı özlemiş gibi , onlara koşar . .
Günlerdir peşimi b ırakmayan o adam, ismini anmak istemiyorum. Çünkü kulağ ı ma f ıs l ldamıştl . . Beni i lgi lendirmeyeri bir ismi anmak rahatsız ediyor. Yok yok olamaz da. Içten içe bazan yak ınlaşması ndan hoşlan ınm, sonra da yüzüm kızarır. Açıkça teklifte bulundu, evlenmemiz için , dUYl11amış göründüm. Surat ımı ast ım "evli bi r kad ın ım" demekle yetindim. I nanmadı . "Benden gizlemene gerek yok dedi . Kocan ın seni terkettiğ ini bi lmiyor muyum sanıyorsun?" yakamı b ı rakmı'yor. Doğrusu komşumun "evlenmelisin" demesi üzeri ne bunlan an ımsamaya başladım. Olabi l i r miydi? Iş yerinde beni kapıya kadar her akşam uğurlar, bazan bana eşlik etmesini ister, bı rakmam. Sokakta benimle birlikte olması tedirgin eder. Bir iki kez de kendisini terslemiştim. Peşimi b ı rakacak gibi görünmüyor. Iş ç ıkı şlanm ı bazan o arada yokken yapıyorum , böylece onu atlatmış, o luru m. Bunun bir yaran olmad ı , sonra gene akşam saatlerine yak ın beni gözledi , çkı ş ım ı h içbi r zaman kaçı rmad ı . Ayaklanma dolanmasından hoşlanmıyorum.
Komşum "güzelsin" dediğinde bir ara kayg ı lanmış, bu olay ı görünce içimde bir şeyler yeniden kıpırdamıştl . Gençlik günlerimdeki gibi o lmasa bi le , o coşkunun beni sarmasın ı anl ıyordum. Onu dizgin lemek el imde deği ldi .
Bir gün beni iyice kıst ırmışt ı , kaçacağım bir yer o lmamışt ı . Iyisi mi bir başka tarz denenmeye değerdi . Birden öfkelendim, bekle miyordu . "Ne i stiyorsun benden?" demiştim. Sesimdeki öfkeyle savrulmuştum, bir yana çeki lmiş mahçup olmuştu. Bu o layı andıkça da bir gülme nöbeti tutar beni .
"Konuşmak istiyorum" dedi , yüzü kızarmış, süklüm püklüm olmuştu. O an acıdım ona. Yaptıklarıma da pişman olmuştum. Oğlu- , mun e lin i fazlaca s ıkmış olmal ıyım, kıvranıp duruyormuş , sonra- ' dan ayr ım ı na varmışt ım. Ufacık parmakları avuçları mda oynayıp duruyordu .
32
• h.
------------ Sarıldıgım Soguk bir Ceset
Kendil iğ inden bir karara varmak durumundayd ım . Daha çok beklemenin bir yararı o lmayacakt ı . Bir y ı l kadar uzaması yetmişti . Zaman uzadı kça da tedirginl iğim ve ürkekl iğ im a rtıyordu;" gittikçe bir ç ıkmaza sürükleniyordum. Güvenimin azalmas ı na neden oluyordu. En ufak bir devinim olsa korkuyordum. Karanl ık olunca, baş ıma yorgan ı çeker alt ında kıvran ı rd ım durmadan . Nas ı l sabah ı ederd im, bana sorun .
Sabah olunca komşunun horozunun sesiyle uyanın m. Ben yatağ ı mda k ıvran ı rken o ötüşünü sürdürü r, ara l ıkl ı . Sonra kalkmak zorunda kal ı rd ım . Uykum kaçmışt ı r, yatakta kal mam daha da s ı k ınt ı verecektir. Kaçmış olan uykumla yatakta kalmam boşunadı r. Dört duvar arası nda kal ış ımın azabı gittikçe artıyor. Ç ıkmaz çıkmaza u lan ı l', bunun içinden kurtu larnam. Art ık çok şeyi yeniden düşlemekten yorgun düşerim. B ıkkın l ık veri r, · bi r gereksizlik o larak bel iri r. Karabasanlar bu düşleri n önünü keser, deri nizin a lt ındaki . damarların atışı nı duyamazsın ız. Duyarl ığ ın ız ı yitirirsıniz, böyle oldum. Güzel bir erdemim olmayınca, bu yavan yaşamın çekilmez Iiği daha bir artar. Dayanılmaz olur, iyice duyuyorum. Bazı sapIantılar boş bir i nan gibi , ama bir gerçek gibi yer etmeye başlar. Onlara al ış ır ım, kesi l miş takatın, bitmiş bir umudun simgesiyim. Diz bağlar ım çözülmüş, yorgun bir atı n düşüşü gibi o lurum.
Işı klar evin içine s ızar, soğuk b i r dalga i le yorganıma yeniden sarı l ı nm. Baş ı mı çıkarıp çevreme bakmama gücüm yetmez. l nsan ın kendinden bu denli kaçtığı o lmamışt ı r. Ayaklarım ı birbirine sürterim: e lleri mi göğsümde birleştirerek, yatağı n içinde iki büklüm o lu ru m.
Dünyayı başıma yıkan bu talihsiz yı l ı n bitmesiyle bir yenisi mi başlayacak? Gecenin bütün karanl ıklan içimdedir. Gece aç gözlerini üzerime açmış, ona teslimim, başka seçeneğim yok önümde . . "AI /ah ı m, al lah ı m" diyorum. Bir ninni gibi yineleye yineleye uyumaya uğraş ınm. Kolum kanadım kırıktı r. Kendisine gülümseyebileceği m, öfkeleneceğirn biri yok. Çocuğurnun üstüne gidemiyorum. Ona acı yoru m çünkü.
Yolumun sonu galiba. Geçen yı l bugün, .bu yaşam bitti, bir yeni-
33
Anne Hikayeler,i
si başlatamad ım . Bugün art ık bir karara varmalıyım. En iyisi bugün. Belki bugün �şe gitmem, böylesi daha iyi . Kentin bildik sokaklarında gezin i ri m , denizi n k ıy ıs ında deri n derin soluklan ınm. Dönüp dolaşacağı m yer gene burasıdı r. Bugün bir başlangıç olur ben im için . B ir saati durdurup yeniden çal ışt ı rmak gibi , soluğu kesilmiş yürek atışların ı beklerim bir şokun darbesiyle yeniden kendine gelmesi gibi olurum. Yaşamı burada durduran, geçmişin gelecekle olan bir savaşı gibid ir Şu yen idenliğe razı olmaktan başka çarem kalmamı şt ı r. Kan, evimin duvarlanna vurmuş, öyle bir leke bırakmış, onu oradan silmeye ne gücüm yeter, ne de kendimde böyle bir i stek duyuyorum. O durağanlığ ı getirip içime boca eden, yaşamla arama giren bu soğukluğu gideremem de. Bütün yaşam çeperlerimi y ıkan , o bungunluğa iten neydi , nasıl oldu, anlatamıyorum. Nası l altedeceğimi de bilmiyorum. Bu yaşama yenidEm nası l döneceğim? Kulaklarım m dibinde bir avaz gibi yükselen yaln ızlığımı nas ıl yeneceğim? Kendime çizeceğim yol , döneceğim yön beli rsiz. Ayaklarım sağlam yer tutmuyor. Konu komşusu olmayan bir yarat ık olmaktan kendimi kurtaramıyorum,'
Bir düşten uyand ığım belli . Bu uykulu duru mumun geçmesine bir yıl yetti mi? Dünyadan habersizliğin bana bir yararı olmadı . Ama içi mde; diri , taş ıd ığ ım bir şey oldu, bunu iyi biliyorum. Başarabildiğ im tek şey de bu olmuştur. Perdemi aralamadan sokağı gözlüyorum. O büyük koşuya, ya da güne başlamak için. Dışarıyı az çok biliyorum, ama bugün başka bir gözle bakmaya niyetliyim. Bir büyü bozulmuş , komşumun kapımı çalmasıyla. Bütün işim, bir yıll ık biri kimim pervasızca ve cömertçe ona açılmıştı . Bunda bir hayır vard ı r diyordum. Perdeye dokunmasam içeri de kimsenin varl ığ ı sezi!,. mez. çocuğum da benim gibidir, benim gölgem ona yansımıştr. P ıs ınkhk ona s inmiş, d ışarıda ürkek bir kuş gibidir, hemen ağlar.
Acıktığımızda tavaya bir yumarta k ı rar, bir iki lokmadan sonra bırakinm. Evin içindeki tek düzenli olan şey temizliktir. Bu duyarhğ ım yitmemiştir. Mutfak düzenimin benimle birlikte bir durağanlığa girmesi tuhaf bir rastlantıdı r. Ben ondan kaçtıkça o daha çok üstüme gelir. Bir kaçış aradaki soğukluğu arttır ır, bir daha da toparlayamıyorum. Bu buzlar büyüdükçe bende de bir eksilme olur. Bunu du-
34
--�--------- Sarıldıgım Soğuk bir Ceset
yarım, gün ler sonra gittikçe söner içimdeki kav. Hatta kanı mdan etimden, can ımdan olan çocuğa yakınlaşt ığ ımı sandığ ım yerde de uzaklaşıyorum. .
Içten içe beni kemiri r bu. Kapın ın z i l i bu gün ikinci kez çal ı nd ı "Hay ı rd ı r" dedim . Bekle
meden açtım. Karşımda postacı duruyordu. Bana zarfı uzatmadan adımı söyledi. "Benim" dedim. Mektubu aldığ ımda soluğum kesilecek gibi o ldu. Geldim masanın baş ına oturdum bir süre zarfı açıp açmayacağımı düşündüm. Zaman içindeki bekleyişim uzun sürdü. Çünkü düşüm gerçekten bozulacakt ı .
Bomboş kağıtta bir tek cümle vard ı . "S IR DAHA DÖNMEYECEGIM" imza. Masada baş ım e ll�rimin arası ndaöyle, olduğum gibi kaldım. Sarsı la sarsı la ağlad ım. Oğlum "anneciğim, anneciğim" deyip duruyordu.
35
Anne Hikayeleri ----------------
. Al i U lvi TEMEL
Genç çiftler bir yapı oluştururlar. Avuçlaranın arasında "evet", tüm emeklerini, en içten duygulannı kattıkları bu yapıya dualar arasında girerler. Başlangıç yalındır böylesine. Kapıyı açarlar: gıcırtıları duyunca tümcek bahçe; ev: şeytan görmüşçesine ürperir. Bahçede durup göğe, aya, yıldızlara bakarlar avuçlarında kırı lan ayı seyrederler. Içeriye girip çevreye ısınırlar gözleriyle. Bir soluk bırakırlar: Dışarıda sürüp giden gürültüyü bastırarak derin birer kuyu olan özlemleriyle sarı l ırlar.
.
Evin ayrı bir köşesini yaşarlar her gün. \Erkek çifte atarak OOlaşır �vin içinde. Eşyalar böye böyle yerini bulur. Güçleri yettiğince donalırlar yapıyı . Sulan .kesi lir herkesinki gibi sık sok: Bu da kendi güçlerinin dışında birtakım güçlerin yüklendiği bi r suçtur.
Gelecek olan çocuk, şimdiden, baba damarını canlandmr yavaş yavaş. Karısının karnı büyüdükçe, odalarda kapladığı yer genişledikÇe erkek daha uslu dolaşır oldu odalarda. Pencere kenarına otururlar birlikte : kansının yüzü nasıl da kaçıverir hemen devedeki gibi boynu uzayıverir sanki .
Çok yapraklar kopanl<;iı takvimden Kuşlar gelip geçmişti o kadar. I lence yordukları zaman olurdu : çok çok da iyi ye yorarlardı . Bahçe, ev: güneşi görürdü hep. Suları kesilirdi. Güller kırmızı açar-dı , durmadan utancı anımsatır gibi . .
.
36
Yapı
Sonra Ali geldi "Biz Ali koyal ım adın ı , ya Ali o lur, ya deli" dediler.
Bahçeye inip bahçeli evler yapardı Ali . Bir gün, karnı acıkt ı , yemek yedi . "Ekmek nas ı l olur, anne?" dedi. Annesi anlatt ı , o din ledi. Aşağı inip bi r imn yaptı . çamurla duvar örer, güneş kurutunca sev;nirdi : "Anne, ben güneşi çok seviyorum." Günün birinde sular uzun süre kesi ldi : Ali ev yapamadı o gün. Ağladı ağladı , küsüp bahçenin bir köşesinde güne karşı uyudu kaldı . Birkaç gün ev yapmadı . Babası bir tavuk kesti : hemen annesine atı ld ı : "Anne,' suyumuzu kesenieri kesel im biz de." Yine bir gün, bahçedeyken yoldan geçen bir a raba gördü : koştu ! evden bir kutu kapıp araba yaptı : "Anne , arabama sizi bindireyim, o suyumuzu kesen adamları bindirmeyelim, e mi?", "Olur oğlum" der, annesi : "Sen, büyü, adam ol da . . . " . Sonra uyur kal ı rd ı .
Daha sonra Ayşe geldi . B i r y ığ ın da apartman geldi çevreleri ne . Ayşe güneşten de yoksun yaşadı . Su gibi onu da arasıra görürdü Ayşe. Annesiyle oturup zaman zaman aya, y ı ld ızlara , göğe bakarlard ı Annesi anı lan arası ndan göğe, aya, y ı ldızlara i lişkin olanların ı çekip çıkar ı r Ayşe'ye anlat ı rd ı .
Zamanın ö lçüsü tart ıs ı yok i nsan kat ında. "Ali büyüdü ama, adam o lamadı" dedi baba. Sonra sonra büyükannenin söyleyeceği g ibi : " Iki arada, bir derede kaldı çok sayıda AIi ' ler." \
Ali korkulu düşler görmeye başlad ı . Geç yatar, geç kalkar oldu. Ne güneşi güneş, ne ayı ay olarak görebildi art ık.
\
Ayşe uyanınca.sabah , soluklana soluklana annesine anlatmaya başladı bir gün: "Abim gü I leri çal ıp çal ıp kaçıyordu anne. Şeytan suratl ı birisi : "Getir, daha getir" diyordu kap ın ın arkası na pusmuş. "Toprak da getir, bahçeyi de getir" diyordu. Abim diretti ama, korkup tam bahçeyi de götürecekti ki uyand ı rd ın beni . "
A l i bitti . "Benim için Ali bitti" dedi baba. Bahçe küçülmüş gibiy-di .
Evler geride kald ı : öbür evler yükselip evin yolunu kapatt ı .
37
Anne Hikayeleri ----------------
Ali eve g i rerken : uzanmış, kap ın ın deliğinden bakmışt ı baba. Al i 'n in yan ında biri daha vard ı . Koştu 'yukarı Ali 'ye .
.
- Kimdi o, yanında gelen, diye sordu baba. - Kimse değiL. - Birisi g irdi , gözümle gördüm. - Istersen buyur, ara. " Işte, Ali eve o günden' sonra hep onunla geldi" dedi baba. An-
ne anlar gibi o ldu : "Kör şeytan herhalde" diye düşü ndü.
Anne: j
- Evi değişti re lim . Baba: - Suç bizde, evde deği l : değiştirsek bi le o da gelecek. Büyükanne de geldi eve. Buna geldi denemez gerçekte, eski-
denberi vardı da yeni farkına vanhyordu varl ığ ın ın . Anne, durur durur bir ses ç ıkarı r böğründen: kaynananın bir sözü sal lan ı r gözü. nün önünde AIi 'nin beşiğiyle birlik. Baba akşam dönüşlerinde kucak dolusu sözle gelir , pazar eşyası yerine. Büyükanne sarar evi art ık ama, kap ı lar kapanmışt ı r geri ler için .
- Fareler kemiri yor şu dipteki tahtay ı , söylemiştim size daha önce : der, büyükanne.
Ali 'yi sorar: d ışarıdad ı r Ali . - Dışarıda daha çok fareler. Girip çıkarken kap ıları iyi kapatan
çocukları m. Kızmal ı mı kızmamalı mı? Yaşlandi , pek bi lemiyor bunu , nas ı l
olma l ı?
Ali küçüklüğünde oynamak için su bulamayıp mutafktan su ta- ' ş ıd ığ ın ı birine anlat ınca, y ı l lar sonra: o, suya gelerek yönetime gi-
• b
38
Yapı derek: "Taşıma suyla değirmen dönmez" demişti .
Ali de konuşur bir gün. Taşarak bulanarak bulanarak durularak taşarak taşarak bulanarak duru larak duru taşabulanarak . . . taşbuL . .. TAŞ.
39
Anne Hikayeleri ---------�-----
ÇİÇE�LERİ SULADIM Arif AY
, Biliyorum; bütün sabahlar böyle olmayacak. Her doğan günle yeni bir sabah gelecek. Yıllardır böyle diyorum. Yıllard ı r . . . Benden öncekiler de, böyle demiş. Ne çoğul bir umut! Belki sabahlar hep yeni de ben mi alg ılayamıyorum, ben mi göremiyorum. Bakınız işte, şu küpeli akşam uykuda bir bebek ağzı gibi kapalıyd ı . Oysa, açmış şimdi. işte bir değişim, bir yeni sabah Bu mu gerçekten? Bir çiçeğin açması , bir sabahı yanileyebilir mi? I nansam mı buna? H ayır, h ayır bu bir 'avuntu olur. Ben im müdahalem olmadan değişen şeyden bana ne? Benim müdahalemsiz olan sabahtan da bana ne? Ayy! Nerden taktım kafayı şu sabaha bilmem. Iş, güç y ığılmış beni bekliyor. Kapıyı-bacayı sildi:m, süpürdüm. Bulaşık bitti . Sıra çamaş ı rda. B üyükbaba'nı n saat dokuz hap ı avcumun içind�. Elim mi terlemiş ne? Hapın dışındaki mor boya avcumda vıcık vıcık. Her gece dişim ağnyor diye basbas bağı ran Deniz' !n yediği uyduruk şekerlere benziyor, şu haplar da. Ah! Bu çocuk! Beni öldürecek. Ne biberler 'sürdüm ağzı na, ne tokatlar vurdum ağzın ın ortasına. Yok .. Yok . . . bir türlü caydı ramad ım onu bu pis ,Şeyleri yemekten. Ya uykuIanm ın bölünmesi, b ir değil, beş değiL. Deniz bir yandan, B üyükbaba bir yandan, hele şu pimpirik Henf. Yorgun muyum, değil miyim, isteğim var mı , yok mu, dinlemez. Yok, ille de olacak o iş. Onu da tam becarse ya! Yan-buçuk. Sonra k ıvnhp, sabaha kadar ho'rlayacak kulağımın dibinde. Sen acı çekmişsini ağiamışs in kime ne? Vay köle vay! Ne de doiuymuşum .meğer. Geç kızım, geç bunlar ı . Ne
. \�
40
--------------- Çiçekleri Suladım
demişler; ya bu deveyi güdersin, ya bu diyarda n gidersin. Aman, ne aptalca bir şöz. Ne buyurgan, ne tahakküm. Söyleyen işini iyi bi lıyormuş meğer. Işini bi lenler o kadar çoğaimış ki , bu söz di llerden düşmez o lmuş.
"Eeeeeeessssskici ii i i i" Iyi ki geldin çulsuz. Dur, sana bizim Bey'in artık göbeğini sığdı
ramad ığ ı , astarın ı dikmekten usand ığ ım, y ı l lanmış ceketini vere- · yim. Sen ne kurnazsin , ne cambazsm sen. Bir melamin tabakla kandınrsın beni. Yanında bir de bulaş ık teli versen olmaz sanki . �lr saat çene çalarsın. Yine de senin dediğin gibi olur. Ay! Canın çıksın emi, adam. Az kalsın diziyi kaçıracakt ım, senin' yüzünden. Kaç kez dedik sana, bu saatte gelme bu mahal leye diye. Vah vah, "Küçük Hanım" ne yapacak bugün. Amaan! Bats ın iş, güç, otur şuraya Köle Izara . . . Oh be! Çiçekleri de sulad ım . Dünya varmış .
41
Anne Hikayeleri ------------------
BALKON Ayhan BOZFıRAT
- Neden engel o luyorsun Istiyorum. Niçi n hep önlüyorsun? - Üsteleme, dedi annesi . Ç ıkamazsın . · Üsteleme artık. Anla-
mıyor musun, korkuyorum. Parmakl ıksız bir balkona çıkmana nas ı l razı olabi l i rim?
- Korkma bir şey o lmaz. Kenara gitmem. Hem çocuk muyum ben? Kocaman kız oldum, hala her şeyime �arışıyorsun. Ufacık bir çocukmuşum gibi davranıyorsun hep. Gözünde h iç büyümüyorum. Hala çocuk.
- N e kadar büyürsen büyü , gene çıkamazsın . Parmakl ığ ı yok balkonun. Hem ne var sanki balkonda?
- Seviyorum aşağ ı lan seyretmeyi. Otomobil leri tepelerinden görüyorum. Yassı yass ! koşuşup duruyorlar. Renkli böcekler gibi . Yukarıdan bak ınca çok gülü nç halleri . I nsanlar telaşi l telaş l ı oradan oraya. Seviyorum bu telaşı seyretmeyi. Hiç olmazsa seyrede;.. rek . . .
- Konuşma boş yere . Ç ıkamazsın . - Ama insanlar ı , arabaları tepeden seyretmesin i seviyo-
rum. - Balkon o lmasa ne yapacakt ın?
42
• h·
Balkon
K ız iyice yükseltti sesini : - Ne demek "ne yapacaktm"? Hiç bir şey yapmıyacakt ım;
. - Eh, sen de balkonu yok say. - Ne kadar saçma! Varken neden yok sayacak mışım? Olma
saydı belki aklıma gelmezdi . Ama balkon varken, odya kapanıp Çlkamamak . . . Içim daral ıyor o zaman.
Sedirif! köşesinde oturan ihtiyar söze karışt ı . Ana kız ın sesleri yükselmiş o lduğundan, anl ıyabi lmişti konuşu lanları .
- Geceleri yatınca perdeleri açıyorum, diye başlad ı , konuşmaya. Içim daral ıyor, perdeler kapal ı yatarsam. Yatt ığ ı m yerden gökyüzünü seyrediyorum. Kaç saat seyrediyorum, Allah bi l i r. Geceleri uyuyamazsa, yastık batar oluyor adamın kafasına. Sağa sola dönüp duruyorum. Ezana yak ın dal ıyorum uykuya. Gökyüzünü seyrediyorum. Y ı ld ızları seyrede seyrede yat ıyoru m. Kaç saat seyrediyorum yı ldızları kimbi l ir !
Kız "gene başladı" der gibi lerden yüzünü ekşitti . I htiyar fark ına varmadı bunun. Konuşmasın ı sürdürdü :
- Ne çok yı ld ız var gökyüzünde. Bakıyorum bakıyorum yı ld ız-!ara, "Yarabbi sana çok şükür !" diyorum.
K ız gü ldü . Sinirlenmişti de : - Sana ne y ı ld ızlardan? Sana bir yararı var mı? I htiyar anlamadı . K ız yeniden: - Sana bir yararı var m ı sanki , diye sordu. Y ı ld ızlar çok diye
neden şükrediyorsun? Az olsa ne olacak? - Bazı geceler az oluyor. Ama bazı geceler öyle çok ki ! Pml pı
nı oluyor gökyüzü . K ız alayl ı sordu : - Yı ld ızlar az olunca da şükrediyor musun?
43
Anne Hikayeleri -----------------i htiyar gücenmişti :
� Şimdi gençler h erşeyle alay ediyorlar. Hiç bir şeye i nanmı� yorlar. Ne kötü oluyor gençler gitgide . . . Herşey için şükrediyorum tabii : Y ı ld ızlar az olunca da . . .
I htiyar konuşması n ı sürdürüyordu. K ız annesine döndü : - Her zaman bir bahane bulursun , dedL Isteklerimi önlemek
için ! hep birşey hazı rd ır. I htiyar söze karışt ı gene : - Ne var sanki arabaları tepeden seyretmekte? Bunun için ne
söylen ip du ruyorsun . K ız daha sinirli : - Sen karışma büyükanne. Sus Allahaşkına. Sana sözüm var
m ı benim? Ben annemle konuşuyorum. Sana ne oluyor sanki !
I htiyar küskün bir tavırla k ıza baktı uzun uzun . Sonra torunundan kızma çevirdi bakışlar ın ı :
- Bana bir bardak s u ver, dedi kızı na. Kadm ü şe nerek kalktı yerinden. Biraz sonra elinde bardakla
içeri girdL l htiyar suyunu içerken ayakta bekledi . I htiyar büyük bir susuzlukla içiyordu suyu. Su dudakların ın
yanlarından taşıp akıyordu. B i r eliyle bardağı geri uzat ı rken, bir eliyle de ağzın ı sildi .
Kad ı n : - Anne, dedi , yavaş içsene şunu. Hep döküyorsun . I htiyar b u söze alı nd ı : -Ihtiyarların herşeyi göze batıyor. I htiyarları kimse istemiyor.
Herkes hor görüyor ihtiyarları . .
Kız onu susturmak istedi :
- Kimse çok görmüyor seni , dedi . Nereden çıkarıyorsun bun-
44
Balkon.
lan? Herşeye alınıyorsun. Tutturmuşsun "beni istemiyorlar" diye, , ikide bir ağzmda bu laf. Hepimiz i stiyoruz seni , merak etme.
Ihtiyar güıümsedi . Torununa sevgiyle bakıyordu. Konuşmaya başladı :
- Misafirfiğe bir yere gittiğimde, tuttuklan kağıtlı şekerleri sana geti rird im. Cepterime asıl ır, bulu rdu n şekerleri. Bilird in , yemeyip sana getireceğimi. Koşar yan ıma gelirdin, beni görünce. Küçücüktün o zaman . . .
Kadm, dolabm üstünde duran dikiş sepetinden, yanm bı rakmış oldu{Ju işi ni ald ı . Onu tamamlamaya koyuldu
Kızın yapacak işi yoktu . Yüzü bezgln bir anlam aldı , "dinliyece- .
ğiz, çaresi yok" gibi . Gözlerin i annesinin ellerine dikti, d inledi . Ihtiyar konuşup duruyordu : - Bir gün misafirliğe gitmiştim gene. Seni de götürmüştüm.
Şeker tuttular. N iyet kağıtları vardı şekerlerin . Herkes niyet kağıdmdaki niyeti okuyordu. Ben de okuttum benimkini orada biri ne .
GÜldü. Kız oralı değild i . I htiyar devam etti : - Şaka olsun diye tabii . Yoksa neyini okutayım ben niyet kağı
dının. Oradan ben yaşta bir han ım, "Aman kardeş" dedi, "bizim neyimize niyet okutmak . . . Gençler başka". Hep güıüştük. Gençler de güldüler. Sen o arada kulağı ma asıldm, "Büyükanne, şekeri yeme sakın" dedin .
Daha çok güldü bu kez. K ız gene oralı değildi . - Küçücüktün o zaman . Şeke ri yiyeceğim diye korkmuştun.
Yer miyim hiç? Şekerleri hep sana saklardım. Eve gelince sana verirdim . Ası l l rd ın ceplerime.
K ız surat ın ı iyice ast ı . Büyükannenin uzatmasına kızdığı belliydi .
Büyükanne devam etti : - MevlCıtlara da götürürdüm seni . Başına ö rtü bağlard ım. Ne
45
Anne Hikayeler� güzel o lurdun o zaman. Bir yandan mevludu dinler, bir yandan sana bakardım. Herkes e llerini dua için açınca sen de açardın. El lerin ufacıktı . . Ufak bir kızd in o zaman. O ıamanlar benimle her yere gel ird in .
Sonra buruk b ir sesle ekledi : , - Şi mdi kimseleri , beğenmiyorsun . Küçükken nereye götür
sem gel ird in benimle. Kız dayanamad ı : - Yeter büyükanne, yeter Allahaşkına, dedi. Kaç ıncıd ır dinIi
i < yorum bun lar ı . Anlatt ı kların ı u nutuyorsun , sonra yeniden anlat ı yorsun.
Ihtiyar k ı r ı lmışt ı : - Kimse konuşturmuyor i htiyarları , dedi . Kimse ihtiyarların ko
nuştuğunu istemiyor. I htiyarlar köşelerinde sus pus o lsun otursun istiyorlar. Annen de, sen de hiç konuşmayayım istiyorsunuz. Oysa bay ı l ı rd ın küçükken masal anlatayım diye. Ikide bir yanı ma gelirdin, "Büyükanne bana masal anlat" derdin . Melek gibiydin küçükken. Annen saçlarına kurdele bağlard ı . " Uzat saçların ı", derdim annene. "Uzat da iki örük yap. Örüklerinin uçlarına bağla kurdelelerinL" Ama annen kısa keserdi saçların ı . Tepene bağlardı kurdeleyi . Ben derdim ki annene, "Kesme çocuğun saçların ı . . . "
Kad ı n sinirlenerek sözünü kesti annesinin : - Herşeyime karış ı rs in , dedi . Oldum bittim kanşt ın . Hala kan
şıyorsun. Koskoca kad ın oldum, hala attığ ım her adım ın hesabın ı vereyim i stiyorsun.
I htiyar gene küskün : - Ihtiyarlar h içbir şeye karışmasınlar istiyorsunuz. Köşelerin
de sus pus olsunlar, otursunlar istiyorsunuz. Ikisi de i htiyan dinlemiyordu . I htiyar, dinlemediklerini umursa
madan sürdürüyordu konuşmasın ı .
46
Balkon
. K ız yavaş sesle annesine: - Ben de i htiyarl ay ınca, benim de çenem böyle düşecek mi
acaba? diye sordu. Kadın, i htiyarın kulağ ın ın ağ ı r işittiğinden güvenli , rahat rahat
cevap verdi : - Ne sand ın ya! I htiyarların hepsinin çenesi düşüktür. Yarın
bizim de olacağ ımız o . K ız i rkilerek: - Allah korusun, dedi . Dünyada onun gibi olmak istemem. Bir süre sustuktan sonra ekledi : - Sana da benzemek istemem ya . . . Kad ın al ınmamışt ı . Yalnızca biraz şaşkın : - Neyim varmış k i benim, diye sordu. Balkona çıkmanı istemi
yorum diye mi? - O da başka . . . K ı z sustu. Annesi cevap beklemedi . l htiyar da konuşmuyordu
şimdi . '
Bir süre sonra kız konuşmaya başlad ı : - "Ben ne zaman çamaş ı r y ıkasam, yağmur yağar" dersin .
Hep böyle söylersin . Sanki yağmur, senin çamaşır yıkamanı bekliyormuş gibi . Sana düşmanl ığı var sanki yağmurun. Gerçekten de inanıyorsun böyle olduğuna. Buna şaşıyorum işte. Hep öyle sanı rsın . Sen ne zaman çamaşır yıkasan , cam silsen yağmur i nadına yağacak sanırsın. Çocukken ben de inanırdım. Sanırd ım ki , herşey seni üzme çabasında. Tabii senden gelirdi bu . Hep kötü birşeyler beklerdin. Hala da öylesin . . .
Kad ın dalmıştı . Yavaş sesle, kendi kendine konuşur gibi : - Yaşamı nedir ki bir kadının, dedi. Kadın ların ömürlerinin ço
ğunu beklemek alı r. Hep bekler. Gençken iyi şeyler bekler. Her ge-
47
i , Anne Hikayeleri /
/ i /
, . i leceğin iyi olduğuna inanır. Sonra sonra; bakar kL. Önc�leri ana· sından babasından bekler. Bulamaz tabi i . Bu kez kocası�dan.bekIemeye başlar. Herşeyi kocasından bekler. Gene bulamryınca ço-cuklarına sarı lı r tüm g ücüyle. i
-- Yüklendikçe yüklenirler çocuklarına! i I htiyar konuşulanlan anlamıyordu. Kızı konuşurkecl kızının, to
runu konuşurken de torununun yüzüne bakıyordu. So,hra vazgeçli ikisinin de yüzlerini kovalamaktan. Yerde bir noktaya ,t1ikkatle baktıktan sonra, kızına:
, - Bak, dedi, birşey parlıyor. Iğne düşmüş galiba.
Kadın, onun gösterdiği yere baktı . Birşey yoktu ortada.
- Yok birşey, dedi . Sana öyle gelmiş.
, Ihtiyar:
- Iğne olmasın da" dedi.
Konuşmaya hazırlanıyordu. Kızının konuşmaya başladığını görünce vazgeçti. Kadın anlatıyordu:
- Bazı 'yazlar giderdik, bir ik i aylığına. Oldum olası sevmişimdir, yolculuğu. Belki bir ay sürerdi hazırlanmam. Istesem daha çabuk hazırlanamaz muydım? Bir haftada, ne bir haftası� bir günde bile hazırlanırdım. Giyecek eşyasmQan başka birşey götürmezdim ki . Iki , üç bavulla düşerdik yola. Yanıma çok eşya almayı severnem ben. Büyükannenle yola çıkacaksın ki, eline ne geçiri rse doldursun. Kalabalığı doldurmazsa rahatı kaçar onun. Ağır ağı r hazırlanırdım, işin keyfini uzatmak için. Herkese söylerdim: "Çocuk da hava almış olur. Bir değişiklik ne de olsa. Bana da iyi geliyor . . . " Sabah erkenden yola çıkardık . Baban bizi trene kadar geçirmeye gelirdi . Ne severim sabahları Haydarpaşa vapurunu. Sabahın erkeninde denizin üstü efıatun. mor pın ldar. Bir hüzün dolardı içirne. Babanı her zamankinden daha çok severdim yolculuklarda. Hele tren kalktığında . . . Arasıra insan özlemeli kocasını. Özlemle dönmeyi yaşamalı zaman zaman. Sevgiler yenilenir böyle olunca.
• b
48
• h,
Balkan
I htiyar su istedi torunundan. - Bugün çok su içiyorum. Birşey mi dokundu acaba, dedi bar-
dağ ı geri verirken. K ız cevap vermedi . Eski yerine oturdu. Kad ın yeniden konuşmaya başlad ı : - Sabah, o saatlerde çok severi m Haydarpaşa vapurunu .
"çay, kahve" diye bağ ı rı r durur vapurun garsonlan. O zaman isterim ki , baban sorsun bana, "Bir çay içer misin" diye. Ben, " Içmem" desem bile, üstelesin azıcık. " Iç bir çay, denize baka baka" desin . Belki gereği yok bunun� Sabahleyin evde çayımi ii;mişim, karmrril doyurmuşum. Ama nedense beklerdim babanın "iç bir çay" demesini . Demezdi, gücenirdim içimden. Gerçekten çay içmek ister miydim, i stemez mjydim? Oras ın ı bHemezdim. Ama beklerdim işte,
, baban sorsun diye. Baban oral ı bi le olmazdı tabii . O zaman da, ben bunu beklemekle kalmayıp daha i leri götürürdüm işi . Daha çoğunu özlerdim . Baban "Iç bir çay" desi n . Ben " Içmem" diyeyim. Üstelesin. " Iç bir çay hat ınm için. Iyi olur denize baka baka" desin. Ben de babanı kı rmamak için içeyim. Sonra gerçekten çok hoşuma gits in çay. "O, beni benden daha iy i biliyor" diye düşüneyim. Yüreğim kabars ın sevgiyle. Denizin mor, eflatun pın il ıs ına bakayım. Ağlamak gelsin içimden. Baban: "Ne o gözlerin doldu . Gittiğine mi üzülüyorsun? Istemiyorsan gitme" deyince de, göğsüne yaslanıp ağlamamak için kendimi güç tutayı m . . . Bu kadarı da fazla belki . Baban ne bi lsin benim bunları istediğimi . Haks ız ım. Ben de bi liyorum bunu . Ama bir kez bile sormadı o da, "çay içer misin" diye. Ben de söylemedim hiçbir zaman duygulanmı , beklediğim şeyleri . Ölsem gene söylemem. Yediremem doğrusu kendime, bun ları söylemeyi. Ne ben yüzlerim, ne de o sorar. Sormak ne gezer, söylenirdi bir de. Şaşar kal ı rd ı . "Sabahın bu saatinde herkes evinde çaymı içip çıkmıştir. Kim çay içer ki ! Amma da kafa şişiriyorlar" derdi . Üstelik hesaplamaya kalkardı kahveci leri n ne kazandık ların ı .
K ız güldü : - Babam böyledir zaten. Herşeyi hesaplamaya bay ı l ı r. Bari
49
Anne Hikayeleri ------�----------
doğru dürü st hesaplayabilse. onun hesapları doğru o lsaydı , zengin o lmaları gerekenler yoksul , yoksul o lmaları gerekenler zengin çıkmazlard ı . '
Kad ı n dudak büktü : - Yok canım, sen bakma onu n hesaplarına. Akı l ermez öyle
i şlere. Can sıkınt ıs ından yapar. Ama ne için yaparsa yapsın , koca- . lar böyle yapınca kadı nlar ev iş leri nden·, yorgun luklarından yakın ı rlar. Romatizma ağrı ları başlar.
- Sen de hiçbir şeyden memnun değ ilsindir. Ben seni bild im bi lel i böylesindi r hep. Hep çamaş ı r yıkad ığ ı nda, "Bugün yağmur yağar, ben çamaşı r y ıkadım ya" dersin. Hala da öylesin . . .
- Insan gençken herşeyin iyi yanın ı görüyor. Sonra sonra ba-kıyor ki . . . '
� Ne terzinden memnun o ldun bir gün, ne de berberinden. Hep kötü keserlerdj saçlarını . Hiçbir şeye-l'Aman ne güzel" dediğini duymad ım.
- Sana ne güzel entari ler dikerdim. Zaten bir çocuğun entarisi nedir ki , iki karış kumaştan çıkar. Eskilerimi sana uydururdum. Öyle güzel olurdu ki . Yemeklik parasından biriktirip kumaş al ı rd ım senin için . Herkes bay ı l i rd ı üstündeki lere. "Kız ın ı ne güz�1 süslüyorsun böyle. Ama kötü alışt ırıyorsun. Yarın başına dert olur. Hep böyle ister" derlerdi .
- Ne alışmak ama! Sen benimle, sanki ben bir taş bebekmişim gibi oynarken , ben çocukluğu mu unuturdum. Hep senin diktiğin o süslü f3ntari ler uğruna. Yok, "Üstünü başını kirletme, yeni giydirdim daha!" ; yok, "El leri n ki rli , elbisene dokunma!" ; yok "Duvara dayanma!".
Kad ın k ız ın ı suçlayan bir sesle : - Hep senin iyi liğin için yaptım. Kötü mü yapmışım ! Ama yara
n ı lmıyor ki . I nsan ne yapsa çocukların in hoşuna g itmiyor. - Her şeyime karışı rd in . Hala da öylesin .
50
Balkan
- Sen de çok yaramazdı n küçükken. Hiç söz dinlemezdin. "Oynama kedi lerle" derdim, sen inad ına gider kedilerle oynardm. Kediler t ı rmalarlard l . Akhm çıkard ı . Kedi t ırmığı tehlikelidir. Ikide bir düşerdin. Mikrop kapacak diye ne yapacağ ımı şaşınrdım. Neyse o zaman büyükannen yat ışt ırı rd ı beni . "Korkma" derdi , "birşey olmaz. Çocuk kısmı düşmeden büyür mü?".
- Hakhymış büyükannen. Kad ın sinirlenmişti . Sesini iyice yükseltti : - Ama her çocuk gibi deği ldin sen. Ne zaman sokağa çıksan,
bahçeye çıksan yaralan ı rdm. Öteki çocuklardan çok sen düşerdin .
Yüksek sesle konuşulduğu için , büyükanne anlamıştı konuşulanları :
- Alışkın deği ldi de ondan, diye söze karıştı . Çocuk da bizler gibi otursun evde isterdin. Üstü kirlenecek, öteki çocuklardan kötü şeyler öğrenecek diye, b ı rakmazdın çocuğu her çocuk gibi oynamaya. Hapsedip kapatmak isterdin eve. Onun için de sokağa, bahçeye çıkınca deli ler gibi koşard J . Sokağa, bahçeye çıkar çıkmaz düşerdi . Bi lemezdi ki çocukluğunu .
Kad ın annesine döndü : - Hep bana kusur buL. Işin gücün bu zaten. Bayı l ı rsın beni suç
lamaya. I htiyar karşı l ık veriyordu . K ız ın sesi onunkini bastı rd ı : - Ne diye kızıyo rsun büyükanneme? Haklı tabi i . He r şeyime
karış ı rdın. Hala da öylesin . Balkona çıkmak istiyorum. Engel lemek için eli nden geleni yapıyorsun .
- Biliyorsun ki parmakl iğ ı yok balkonun . - Neden yok sanki . - Yok işte. Ne yapayı m, taş ınd ığ ımızda da böyleydi. - O zaman bir çare düşünülemez mi? Ben balkona çıkmak is-
tiyorum.
5 1
Anne Hikayeleri -------------------
-- Nasıl bi r çare? Benim el imden ne gelir ki ! Ne yaz ık ki par-makhks ız bir balkdn . . . ;
- Parmaklığ ı olsaydı da, sen bir bahane uydururdun. Seni bilmez miyim ben . B ı kt ı m artık. Bir gün . . .
. ZU çaldı o s ı rada . Kız s ıçradı oturduğu yerden. - Neden s ıçr ıyo rsun zi ! çal ın ınca, dedi annesi. Kimi bekliyor
sun? Kim gelebilir bize? Olsa olsa komşularımız. Onlann da hiç birin i sevmiyorsun. Hiçbiriyle anlaşamıyorsun .
Kad ı n böyle söylerlerek kapıyı açmaya gitti . B iraz sonra odaya girdiğinde, yüzünde hem biraz korku , hem
de biraz pişmanlı k vard ı . K ız ald ı raşsız sordu : - Kimmiş gelen? - Usta, diye cevap verdi kadın gözlerini . saklıyarak. - Ne için geldi usta? Kad ı n s in irl i , ted i rg in , korkak cevapladı : - Haber b ı rakmışt ım d a . . . Balkon için . . . Balkon kap ıs ı nı ö rme
si için . K ız ın yüzüne acı bir gülümseme yayı ld ı . Hiç k ıp ı rdamıyordu .
Yavaş yavaş konuştu : - Bir gün çıkarım , diye . . . Belki seni dinlemem diye korktun , de
ği l mi? Ama art ık bundan sonra bi l ki . . .
Kad ın alttan a ld ı : - Senin iyi liğ in için , dedi . Parakhksız bir balkbn. Korkuyorum.
Hep senin iyi l iğin için , seni sevdiğim için yapıyorum bun lar ı . . . Öyle bir pan lt ı vard ı k i kızı n gözlerinde, kadın korktu . Devam
edemedi .
52
------------------------------------- Fınldak
Ayhan BOZFıRAT
Yaşlı kadın, sakat ağabeyi ve çocuk gözden yitene dek arkaIanndan baktı. Çocuk, el arabasına benzeyen arabayı , köşeyi kıvın rken epeyce zorladı . Yaşlı sakat adam bir sağa bir sola sallandı. Kucağındaki tablayı , içindeki ler dökülmesin diye, sıkı sıkı kavramıştı . Her dönemeç aynı eziyeti veriyordu çocuğa da, adama da.
Onlar görünmez olduktan son ra da, yaşl ı kadın bir süre ayrı lmadı pencerenin önünden. Aynı yöne bakıyordu. Sanki hala görüyordu onları . Bakışları hiç değişmedi . Daha sonra kinlenmeye başladı usul usul. Alay da vardı bu ,kini n yanıs ı ra. Söyleniyordu: "Hınz ı r, hi lekar h ınzır. Yutturduğunu sanıyor . . . Yürüyor. Basbayağı yü- , rüyor. Herkes gibi yürüyor. Evet, herkes gibi . Belki biraz daha yavaş. Olsun. Yürüyor ya! Önemli olan yürü mesi . Yavaş yürümüş, h ızl ı yürümüş hiç farketmez. Hem bu yaşta koşacak değil ya. Koşabilse bile, ondan koşmasm ı isteyen kim? . . "
Yüzünün çizgileri gevşedi . Kinin yerini sanki bir mutluluk almışt ı şimdi. Belli belirsiz gülümsüyordu : "Yürüyor. Herkes gibi yürüyor. Ama hep kand ırmaca . . . Hala sakat taklidi . . . Bi lmiyorum sanıyor. Gözetıediğimden haberi yok. Beklesin ki yutuyorum. Yutar mıyı 'm hiç! Hiçbir şeyi yutmadım bugünedek. Ama hep yutmuş göründüm. Bi lmemek başka, bi l ip de bi lmiyor görünmek başka .. . "
Böyle söyleyince huzuru kaçtı : "Sonuç aynı değil mi?" Ne değişiyor ki l" d iye soruyordu kendi kendine.
53
Anne Hikayeleri
Oldum olas ı zor sorular sorardı kendine çoğuna da cevap veremezdi . Son s ı ralar en çok sorduğu soru da buydu : "Biimişim ya da bi lmemişim. Madem ki , bilmek birşeyi değiştirmiyor. Madem ki , hep aynı biçimde davranacağım. Öyleyse ben şimdi kazançl ı' mıyım, zararl ı rm?"
Ama bi r süredir , o olağanüstü ku rtu luş yolunu kendi l iğinden bulmuştu . Başka bir soru ya da cevapla, cevabını bulamad ığı soru- _ yu u nutuvermek. Ya da bir yana atmak. Hiç olmazsa bir süre için , bu rahatlat ıyordu onu .
Pencerenin önünden ayrı l ı rken kararl ı : "Yutmuyorum ya . Kand ı ramıyor ya beni . Asl ında onu aldatan benim. Haberi yok salağın" dedi .
-Ortal ığı toparlamaya başlad ı . Öteberiyi yerleştirdikten sora süpürgeyi e li ne ald ı . Ona en zor gelen iş, süpürmekti . Beli ağrıyordu eği lince. Ama gene de ortalıkta en ufak bir kırınt! bı rakmamaya çal ıŞt ı . Odayı özenle süpürdükten sonra, süprüntüyü d ışarıda, kapın ın yanında, duvann dibinde topladı . Dönüp, odayı gözden geçirdi : Istediği gibi o lmuştu . Kapıyı kapad ı .
Taşl ığ ı süpürmeye başlamadan önce, orayı da yerleşt irmesi , toparlaması gerekiyordu. Kocasın ın ıv ı r z ıv ın hiç eksik o lmazd ı . Bugün de kocaman badana f ı rçasın ı hela kapısın ın önünde bırakmıştı Kocası s ıvacıyd ı . Her sabah erkenden evi terkeder ve geç vakit eve dönerdi . Insan ın burun kanatlarını gıd ıklayıp, genzini üşüten serin -belki çivit rengi , belki bembeyaz, belki yeşi l ve duvarlarda yer yer yapışan k ı llarla, insanı çağrışımiardan çağrışımiara koşturan- bir koku yayı l i rdı kocasın ın eve girmesiyle. Badana işi çıkmad ığ ı zamanlar başka işler bulu rdu. Işiyle i lg i li eşyaları o lmasa, evde varl ığ ı ile yokluğu hiç anlaş ı lmayacakt l .
Süpürme işinin u nutturduğu kavgalı dünya, badana f ı rçasıyla yeniden çıktı karş ıs ına. Gene söylenmeye başlad ı . Huy edinmişti . Kendi kendine yirmidört saat konuşabi l irdi . Hem de yalnız o lduğunu, karş ısında kimsenin bulunmadığ ını hiç umursamadan. Kendi kendi ne öylesine çok konuşmuştu ki . . .
"Herzaman yapayalnız kald ım" dedi , "herzaman yapayalnız.
54
------------------------------------- Fınldak
Fırça gibi sustun hep. Işte tam şu f ı rça gibi Ne farkın var sanki ondan. Vars ın . Yalnızca varsın . işte o kadar. F ı rça da var ona bakarsan. Herzaman tek başıma b ırakt ın beni . Kadın olduğumu, gençliğimde bi le anlamad ım. Bir gün o lsun özlemle kucaklamadın ki. Ne oldu? Hep boşa haz ı rlamış oldum kendimi. Bil iyordum özlemiyeceğini , ama öztenmeyi özlediğim için gene de bekledim seni . Ama şimdi umI,Jrumda bi le deği l a rtık."
.
Bir yandan söyleniyor, bir yandan da ağı r ağı r işini görüyordu. "Yalnızlık iyi birşey mi? Değil e lbette . Ama sana göre hiç. Olan bana oldu. Tek başıma ağlad ım, tek başıma güldüm, tek başıma bekledim, tek başıma üzüldüm, tek başıma sıkı ldım, tek başıma sevindim . . . " ·
Durdu bir an. Sonra sert, acımasız bir seSi,e : "Tek başıma sevinmedim. Tek baş ıma: gülmedim. Insan tek başınayken sevinip gü lemez."
Badana fırçasına bir tekme attı . I htiyar ve yorgun, ama tüm gücüyıe vurmuştu fı rçaya. Fı rçayı yeri nden ancak kıpırdatabi ldi . B i r daha kızd ırd ı onu.
O slradCJ tekir bir kedi oda kapıs ın ı aralamış , taşl ığa çıkmışt ı . Kadının ayaklarına sürünmeye başladı . O zaman dudaklarının kenarından aşağıya doğru uzanan derin çizgi ler yumuşadı . Tath bir sesle : "Açayım yavrum, açayım oğlum" dedi. "Açayım canım, kapıy ı da açarım, pencereyi de . . . "
Bunları söylerken mutfak kapıs ına doğru yürüdü. Kedi bacaklarına sürünüp duruyordu. Mutlağa g irince büsbü�ün s ımaşmaya başlad ı . Kadın kapıyı açınca, kapın ın aral ığından giren güneş ışığ ı küpe, küpün dibine doğru hafif yosunlu yuvarlak karn ına düştü .
Kedi bahçeye süzülürken kadın hala konuşuyordu : "Haydi çıkbakalım. Çık da biraz hava aL. Sakın uzaklara gitme. Kapıyı kapatacağ ım sen çıkınca. Yoksa muttağa öteki kediler doluşur. Sonra açarım gene. Haydi benim oğlum güle gü le ."
. l
Kapıyı kapatı rken kedinin arkasından bağırdı : "Nanelerin dibini eşeliyorsun. Sakın ha! Baksana y�rdolu. Nanelerin dibini mi bu laun eşeliyecek? Haydi benim akı l l ı oğlum dolaş biraz."
55
Anne Hikayeleri
Kediyi yol land ı rd ı ktan sonra yeniden taşh�a döndü. Badana iırçasına i l işti gözü gene: "Insan dediğin birlikte güler, birlikte sevi-nir" dedi . "
Sesinde k ızg ın l ıktan çok bir yakınma vardı şimdi: "Görü lmüş mü tek başına gü len i nsan. Ama tek başın_a a�lamr. H,em birlikte a�l ıyaca� ın ın on mis l i , yirmi misli , elli misli ağlamr."
" Insan tek baş ına gülemez, ama tek başına ağlar. Işin kötüsü, i nsan birlikte ağl ıyaca�ı yerd�,. tek başına ağlarsa iki misli ağlamaz da, e l li misli , yüz misl i ağlar. I nsan bölüşmeli acı ları . BÖlüşmeli "ki , dayanı l ı r hale gelsin . Dayanı lmaz oluyor yoksa . . . Evet, böyle. Ama sen ağlamadın ki bi lesin , gülmedin ki bi lesin."
"
Odaya g i rdLDuvardaki küçük gömme dolabın kapağm ı açtı . Kapağı n iç taraf ına, bi r piyango bi leti raptiyelenmişti . Uzu n uzu say ı lara bakt ı . Ezberlemişti sayı ları , ama gene de uzun uzun baktı . Yüzü ayd ınmış, gençleşmişti ansız ın .
Yı l lard ı r her ay piyango bi leti al ı rd ı . Şimdiye kadar hiçbi r şey· çıkmamıştı . Ama o eski bileti yırtar, i natla yenisini alı r ve öncekinin yerine raptiyelerd i . Eski bi let in yeri bir , en çok iki gün boş kal ı rd ı .
Her y ı l oniki önemli gün vardı yaşamında: Çekiliş günleri . Okuması" yazması yoktu. Sayı lan biçimleriyle akl ında tutar, ga
zetede rahatl ıkla arayabil ird i . Piyango bi letinin üstündeki sayı ların gazetede , biraz biçim değiştirdiklerini bi l i r, gene de rahatl ıkla tanı rd ı . Sayı lar gazetede daha ufahyor, hiç süslü o lmuyordu. Renkli de değildiler.
Sayı lan uzun uzun süzdükten sonra, pencerenin önüne geçti oturdu. Sokak sat ıcı ları almışt ı ortalı� ı . Al ış veriş eden komşu ların ı seyretti bir süre.
Taşl ık daha temizlenmemişti . Süpürgeyi ald ı . Su üstüne hiç düşünmede n sol kolunu kaldı rd ı . Sonra birden i ndirdi :
- Saa�im yok, dedL Tamire vermiştim de . . . öteki yüzünü buruşturdu : - Çok kötü , dedi . Çok kötü. Zaman ı bi lememek berbat bir
şey.
• b
56
------------------------------------- Fınldak
Delikanl ı cevap vermedi. Yola bakmaya başlad ı . Delikanl ın ı n konuşmak niyetinde olmaması , yaşl ı adamın can ın ı sıkmışt ı . Tablasındaki makaraları yeniden yerleştirmeye koyuldu . Sonra del ikanl ıya:
- Asl ında sattığ ım yok ya, dedi . Delikanlı ona çevirdi bakışlar ın ı . Ne dediğini anlamamışt ı i hti-
yarın . öteki yeniden : .
di .
- Asl ında hiçbir şey satt ığ ı m yok, dedi . Delikanl ı gene birşey anlamamışt ı . I htiyar: - Hiçbir şey satmıyorum ama gene de hergün kucağırnda, de-
Sustu. Bi r süre sonra : - Şatmasam d a kucağ ı mda durmalı . Oturmamı bağışlat ıyor
çünkü . Hem de bana eğlence oluyor. Yerleştirip duruyorum. Ama ası l ö nemli yan ı , oturmamı bağ ışlatmasıd ı r tabi i .
Delikanl ı şaş ı rmışt ı : - Iyi ama bağışlanacak yanınız yok ki sizin, dedi. Özür di lerim,
yani demek istiyorum ki. . Oturmak zorundas ınız. Sanırım ayaklarınız.
Ihtiyar güıümsedi . Çevreyi gözden geçirdi . Sonra delikanl ıya s ır verircesine yavaş sesle :
- Doğru, sakat sanmakta hakl ısın beni, dedi. Asl ında yürüyo- . rum. Ama kimse bi lmez bunu. Yürüyorum. Basbayağı yürüyoru m. Bir süredir yürüyorum.
Delikanl ı iyice şaş ı rmışt ı . lhtiyarın sözünü kesti : Süpürürken, köşeye saklanmış o lan siyah makarayı ğördü .Aldl
onu yerden. Sokak kapıs ın ın önüne çıkt ı . Sakat kardeşini götüren çocuğu gözlemeye başladı . Çocuk ortalıkta olurdu genel likle , ama şimdi görünürlerde yoktu . Döndü mutfağa gitti .
Uzun ya da kısa aralarla kapın ın önüne çıktı . Çocuk bugün gö-
57
Anne Hikayeleri ---------------
runmüyo rdu . Sonunda buldu çocuğu .Çağ ı rd ı . Makarayı verdi . Sakat adama götürmesin i söyledi .
Çocuk sesini ç ıkarmadı . Sabahleyin adamı bıraktığı yere doğru yürümeye başlad ı . O da tüm çocuklar gibi , verilen işi oyunhaline getirerek o ndan kurtul mas ı nı bi li rdi . Makarayı , kendinden uzağa, havaya atıyor , sonra arkası ndan koşup yakalamaya çalı şıyordu . Kimi zaman yakalayabil iyor, kimi de makara yere düşüyor, tozlan'ıyor, çamurlanlyordu . Çocuk , makara yere düştüğü zaman, makarayı pantolonunun yenine si lip yeniden atıyordu.
Sakat adamı her sabah, kapalı otobüs durağına b ı rakı r, akşama doğru gidip oradan al ı rd ı . Sakat adam için en uygun yeri durak. G üneşten korunuyo rd u . Yağmu r yağdığ ında da korkusu yoktu . Öylece bekliyo rdu durakta. .
Çocuk makarayı getirdiğinde o, tablasın ın içindeki leri yerleştirmekteydi . Bunu can s ık ınt ıs ından yapt ığ ı açıkt ı . Çocuk m�karayı verir vermez uzaklaşt ı . O büyük bir özenle siyah makarayı beyazın yanı na koydu .
.
Neden son ra kafasım kaldı rd ı . Orada otobüs beklemekte o lan delikanl ıya:
- Saat kaç acaba, diye sordu . Delikanl ı bi raz ö nce gelmişti durağa. Onun özenle eşyalan yer
leştirmesini seyrediyordu. Adamın sorusu üstüne h iç düşünmeden sol kolunu kald ı rd ı . Snora birden indirdi :
- Saatim Yok , dedi . Tamire vermiştim de . . . öteki yüzünü buru şturdu : - Çok kötü , dedi . Çok kötü . Zamam bi lememek berbat bir
·şey. Delikanl ı cevap vermedi. Yola bakmaya başlad ı . Delikan l ın ın
konuşmak niyetinde olmaması , yaşl ı adamın can ın ı s ıkmışt ı . Tablasındaki makaralan yeniden yerleştirmeye koyuldu . Sonra deli-kanl ıya:
.
- Asl ı nda satt ığ ım yok ya, dedi .
58
---------------------------------=-=- Fınldak
Delikanl ı o na çevirdi bakışların ı . Ne dediğini anlamamışt ı ihti-yar ın . öteki yeniden :
d i .
- Asl ı nda h içbir şey satt ığ ım yok, dedi . Delikanl ı gene b irşey anlamamışt! . I htiyar: - Hiçbirşey satmıyorum ama gene de hergün kucağı mda, de-
Sustu . Bi r süre sonra: - Satmasam da kucağ ı mda durmal ı . Oturmamı bağış latıyor
çünkü. Hem de bana eğlence oluyor. Yerleşti rip duruyorum. Ama . ası l önemli yanı ; oturmamı bağ ışlatmasıd ı r tabi i .
Delikanl ı şaş ırmışt ı : - Iyi ama bağışlanacak yanın ız yok ki sizin dedi . Özür dileri m,
yani demel< isitiyorum ki . . Oturmak zorundasın ız. San ı rı m ayaklar ın ız.
I htiyar gü ıümsedi . Çevreyi gözden geçi rdi . Sonra delikanl ıya 'sı r verircesine yavaş sesle :
- Doğru , sakat sanmakta hakl ıs ı n beni, dedi . Asl ı nda yürüyo- . rum. Ama kimse bi lmez bunu . Yürüyorum. Basbayağı yürüyorum. Bir süredir yürüyorum.
Delikanl ı iyice şaş ırmışt ı . Ihtiyarım sözünü kesti : - Nası l o lu r! . . Madem ki yürüyebi liyorsunuz. Nası l razı olabi l ir
siniz? Yani yürüyebilmek o lanağ ın ız varken . . . I htiyar onun safhğıyla eğleni r gibi güldü. Sonra birden ciddile-
şerek: - Sana göre' öyle, dedi. Sustu . Delikanl ı şaşkın şaşk ın ona bakıyordu . I htiyar: - Sana göre öyle tabii , dedi yeniden. Düşün ki yı l lard ı r sakat
t ım ben. Yani hep bu araba i le gidip geldim. Daha doğrusu getirip götürdüler. Şimdi birdenbire kalkıp yürümek. Hem de aynı sokaklardan geçerek. Düşünebiliyor musu n ne korkunç birşey! Üstelik
59
Anne Hikayeleri -----------------
�erşeyi h ep bu h izada n gördüm. Evlerin kap ı tokmaklan hizas ından. I nsanlara hep aşağıda yukarıya doğru bakt ım. Tam karşısın,dan baksam belki kardeşimi bi le tanıyarnam. Ancak çocuklara tepeden bakanm ben . Sonra büyür çocuklar. Karş ı lık l ı bakışabil i riz bir süre . Sonra daha da büyürler. Tdsım bozulur artık . . . Bk de evdeki kediye yukardan bakmış ımdır hep. Bir tekir kedimiz var evde. Gene l likle uyur. Uyandığ ında da gerin i r. qeri nd iğ inde de yusyuvarlak olur s ı rt ı . Tırnakların ı kocaman kocaman çıkarı r . Ki l imi t ı rmıklar. Bir de esner. Kedilerin ağzı ne kadar büyüktür. Farkında mıs ındır bunun? I nsanı n içine korkular salar.
, Yüzü ansızın değişti . Korkuya benzer birşeyler vardı gözlerin-'de :
'
- Saat kaç acaba, d iye sordu . Daha delikanl ı cevap vermeden: - Unuttum, dedi . Saatın yoktu. Kötü birşey saatin kaç olduğu
nu bi l memek. Çok berbat birşey . . . Del ikanl ı sözünü kesti i htiyarın :
'I - Ama gene de tablayı boşuboşuna taşımak zorunda deği isi-
niz. ' M adem ki satamıyo rsunuz. Değil ' mi? I htiyar cevap vermedi . O yeniden : - Sakat o lduğunuza göre oturmak zorundası nız. Neden tab
layı taş ıyarak bağış /anmayı bekley.esiniz ki? I htiyar gene güldü. Onunla alay eder gibi : - Benim sakathğımın yükünü neden kardeşimin kocası çek
sin? Sorumlu o mu? Yo'ok. Öyleyse neden bana bakmak zorunda kalsın ! Üstelik çok yoruluyor. Sıvacıd ı r. Sabah ı n erkeninda evi terkeder. Akşam da yorgun arg ın döner. Hiç konuşmaz. Konuşmaya hali kalmaz çünkü. Hep dinlemektedir aklı fikri . Kardeşimle ben yorulmayız. Bizim de canı mız s ık ı ı ı r. Çok olağan bu . . .
Del ikanlı gene i htiyarın sözünü ke'Sti : - Yürüyebi ldiğin iz halde nas ı l oluyo r da bu tablayı yalan
dan . . .
60
• h
------------------- Fınldak
- Nası l b ı rakabilirim! Kimse bilmiyor yürüyebildiğimi. Hem be-nim de içim rahat ediyor. Insan ın kendini kandırması başkalar ın ı kandı rmaktan daha zordur. Demek istediğim bu değil . Bunu herkes bi l i r. Ama i nsan kendini kandı rı rken de, başkalarını kandırmak için kul landığı aracı kul lanı r. Belki de al ışkanl ıktan geliyor bu. KimbilirL Belki de başka bir nedeni vard ı r. Açıkçası bunun neden böyle o lduğunu h iç düşünmedim.
Delikanlı , onun sözü uzatması na sinirleniyordu. Sonunda dayanamad ı : ,
- Ama, ded i , bi r kez deneseniz yürümeyi . Saklanmadan. Bir de bakt ın ız . . .
öteki elini sal lad ı : ..:.... Söyled im ya, b u çok korkunç birşey. - Bir kez deneseniz gene de . . . ..;.... Dene'meler gençleri korkutmaz. Ama ben i htiyar bi r ada
mım. Deneme başarı k�zanmaz ise . . . . Ansızın durdu. Sonra da hemen arkası ndan korkuyla sordu : - Saat kaç o ldu acaba? Delikanl ı : - Saatim yok , dedi sözcüklerin üstüne basa basa. Ihtiyar kuşku lu �ir sesle : - Gecikti , dedi . Çocuk gecikti . Beni almaya bir çocuk gelecek.
Işte o gecikti . Belki de gecikmemiştir. Eskiden zamanı olduğu gibi bi l i rdim. Günün neresinde olduğumu h iç şaşmadan bi lebi l i rd im. Bunun için de saate bakmak gereğini duymadım hiç. Şimdi tüm yitirdim bunu. Zamanı ö lçemiyorum artık. Çok tedirgin edici bi rşey bu .
Delikanlı ' yeniden: - Gene de akl ı m almıyor, dedi . Yürüyebilmek olanağınız var
ken. Neden kullanmıyorsunuz bunu? Nası l vazgaçebilirsiniz? Akıl alacak şey değil doğrusu . Bir kez . . .
61
Anne Hikayeleri
- Ne zoru var kardeşimin kocasmm beni beslemeye. Üstel ik . sakat da deği lken . Hergün sabahtan akşama kadar canı çıkıyor yorgunluktan. Ama kardeşimle ben yorulmuyoruz. Bakma sen kardeşimin 'yoruldu m' d iye yakmmalarına. Ben hiç inanmam. Ortalığı bir kez süpüreceğine , can sık ınt ıs ından on kez süpürüyor. Hepsi bu. Gerçi bazı insanların böylesine yorulup, bazıların ın can sıkıntıs ından ne yapacakların ı bi lememeleri , bu yüzden de en o lmadık saçmalar uydurmalan çok kötü . Bundan daha büyük bir yüz karası yoktur bence . . . Akşam oturu r kedi yi seyrederime Kedi uyur çokça. Uyanınca da gerini r. Esner. Gene uyur. Dedim ya, s ırtını yusyuvarlak yapar. Esnediğinde ağzı öylesine büyüktür ki , i nsan ufacık bir kedinin böyle büyük bir ağzı olması na şaşıp kal ıyor. Hep düşünürüm bunu. Her gece bunu düşünürüm. Bazan burada da aklıma gelir. Düşünürü m kedi lerın ağzı neden bu kadar büyüktür diye.
GÜldü . öteki gülmüyordu. Aldı rmad ı onun gü lmemesine. Bir süre konuşmadan durdular. O önüne, tablası ndakilere bakıyordu, görmeden . Delikanlı da yola. Başın ı kaldı rmadan konuşmaya başlad ı :
- Ama kadın lar daha akı l l ı doğrusu. Onlar s ıkı l ı nca daha iyi şeyler buluyorlar vakit geçirecek . . Kardeşim piyango bileti alı r. Her ay. Hiç kaçırmaz.
Gene gü ldü. Bir süre sonra: - Yı llard ı r a l ı r , dedi . Şimdiye kadar hiçbi r şey çıkmad ı . Gene
de her ay al ı r. Her çeki l işten sonra bileti söylenerek y ı rtar. Ertesi gün yeniden . . .
Ans ız ın ciddileşti : - Aslında çıkmaması daha iyi. Bir de çıktığın ı düşün. O zaman
ne yapacak? '
Sustu . Sonra gene kendi cevapladı sorusu nu : - Yapacak hiçbir şeyi kalmayacak. Artık hiç yeni bilet almaya
cak belki de. Gidip dolabm kapağın ı açıp bakmayacak. Bi leti dolabm kapağ ına raptiyeler de . . . Ama söylemem bu düşüncemi ona, kızar. Küser. "Beni k ıskanıyorsun" der, "kötü yüreklisin" der, '�ölün-
62
------------------------------------- Fınldak
ce iki elim yakanda" der. En iyisi susmak. Ben de bunun için , ç ık-masın ı istiyormuşum gibi davranınm hep.
.
Delikanl ı yüzünü iğre niyormuş gibi buruşturdu : - Herşeyin arkasında bir oyun. Oyunun içinde gene bir oyun.
Içiçe içiçe oyun hep. Otobüse binmeye bile korkuyor insan. Gülmeye, ağlamaya, öksürmeye, selam vermeye . . .
I htiyar telaşlandı : - Anlamadı n evlad ım , dedi . Bak, dfnle beni . . . Delikanl ı ters ters bakt ı onun yüzüne. Ihtiyar yeniden : - Dinle beni , dedi. Saygı değer değil ki düşleri . Düşleri , özlem�
leri hiç saygı değer deği L . Piyongo bi letine çıkan parayla bana ne alacak bi l iyor musun?
Delikanl ın ın gözlerine baktı cevap bekler gibi . Öteki susuyordu. Gene kendi cevapladı sorusunu:
- Yeni bir araba. Üstelik öyle şeytandı r k i o l. . Benim artık yürüyebildiğimi bilmemesine i mkan yok. Gözünden hiçbir şey kaçmaz. Gene de araba almak istiyor bana. Yalnızca arabam yenilensin istiyor. Saygı değer birşey mi bu?
- Bu da başka bir oyun. Oyun içinde oyun. I htiyar 'ne yapacaksı n' der gib i e l in i sallad ı gülerek. Delikanl ı anlaşmak istiyen bir tavı rla: - Madem kardeşinizin kocası çok yoruluyormuş, piyangodan
çıkan parayla. . . .
I htiyar sözünü kesti o nu n : - Yıllardır çal ışıyor. O kadar az konuşur ki, belki konuşmayı bi-
le unutmuştur. B i r de çalışmaz evde oturu rsa, sıkıntıdan. Kesti konuşmas ın ı . Telaşi l bir sesle : - Gecikti çocuk, dedi . Yüzünde bir umutsuzluk belirmişti . Delikanlı gene de acıdı ona.
Yumuşak bir sesle : - Bir kez deneseniz, dedi .
63
Anne Hikayeleri
I htiyar ona, hem g ücenmiş, hem de hak verir bir bakışla uzun uzun bakt ı . Konuşmaya hazı rlanıyordu.
Delikan l ı gü lümsiyerek, aceleyle : - Üzülmeyin , üzülmeyin , ded i . Zamanı ayarI Iyabi liyorsunuz
hala. Bakm çocuk sizi almaya geliyor. Gecikmiş bel li . Koşarak geli-. ��
.
I htiyar baş ı n ı çocuktan yana çevird i . Çocuk, el inde kocaman bir f ı n ldakla koşarak o nlara doğru geliyordu. F ı rı ldak rengarenkti . H ızla dönüyo rdu. F ın ldağ ı n ardında çocuk neredeyse kaybolmuştu . Yaln ızca bacaklan görü nüyordu. Fın ldağın bacakları varmış da, koşarak geliyor, koştukça da dönüyormuş gibi .
I htiyar fm ldağa bir süre baktıktan sonra, gözleri ni delikanl lya çevirdi :
- Hayı r, dedi . Gecikmemiştir. Gecikmez hiç� Koşması o ndan değiL . F ın ldağ ı daha iyi döndürebi lmek için. Ben zaman ı ayarhyam ıyorum art ık.
O bu nları anlat ırken çocuk yanlarına gelmişti . H içbir şey söylemeden f ın ldağı adamın e line tutuşturdu. Arabayı h ız la sürme'ye
. başladı . Adam sarsıldı . Tablanın içindeki ler dökülmesin diye, on lan koluyla. kavradı . Onlar uzaklaşırken , delikanlı arkalarından baktı .
. I htiyarı n ayrı l ı rkenk! ezil mişl ik dolu bakış ı delikanl lya doku n muş-tu .
Birden, adam m arkasmdan koşmak, arabayı durdurmak için dayanı l maz b i r istek duydu. Araba h ızla uzaklaş ıyordu . B i r süre sonra, i htiyarın f ın ldağ ı iyice döndürebilmek için kolunu oynatlığını ve ona h avayı daha iyi ala9ak bir biçim vermeye çal ı şt ığ ıili gördü. Araba gözden kaybolmak üzereydi. Yan . sokaklardan dalarsa, önlerine ç ıkabi l i rdi Arabanı n önüne çıkmak, fmldağ ı durdurmak istiyordu.
Yan sokaklar girdi l i ç ıktıl ıyd ı . Bi lmiyordu yan sokaklan. Kaybolabi l irdi . Ama düşünmedi daha fazla. F ın ldağı durdurmak ü zere olanca h ız ıy la koşmaya başlad ı .
64
. \�
--------�--=�--.....".,. Annem İşini Kaybetti
ANNEM işiNi KAYBETTi Aysel ÖZAKIN
Sevim yandaki odada kalan Gudrun'a yazd ı rd ı izin kağıdın ı . Hasta olduğu için bu hafta sonu kızı Canan' ı Heim'dim alamıyacağ ını ve onu benim alıp gezdirebileceğimi belirtiyordu bu kağıtta. Alt ına imzasını attı . Yazmayı yeni öğrenen bir çocuğun i mzasını and ırıyordu bu : SEvIM ÖZKÖK. Elimdeki bu kağ ıtla Canan'ı Heim'dan al ıp saat alt ıya kadar gezdirebi l i rdim.
"Moral ım çok bozuk, dedi Sevim , Canan beni böyle görsün istemiyorum. "
Yen iden ağlamaya başlad ı . Divanda uyuyan küçük k ız ın ı uyandı rmamak için f ıs ı lt ıyla konuşuyordu . Sevim'e art ık çalı şma izni veri lmiyordu. Iki yıl boyunca rapor aldığı için çal ışma izni iptal edi lmişti . Sevim onyedi y.ı ldı r burada, Berlin'de yaşıyordu . Birçok işte çal ışmıştı , temizlikte, fabrikalarda . . . Iki kal ın siyah saç örgüsü ve çiçekli pazen e lbisesiyle onaltı yaşında bir genç kızken gelmişti buraya. Ayn ı fabrikada çalışan bir Türkle evlenmişti . Iki kızı da burada doğmuştu. I ki y ı ld ı r çocuk Heim' ında yaşayan Canan ve şu anda divanda ağzı nda emziğiyle uyuyan dört yaşında Zeliş . . . Kocası onu dövüyordu ve bazı geceler eve gelmiyordu . Elli yaşlarında bi r Alman kad ınıyla da i lişkisi o lduğunu öğrenmişti Sevim. Kocas ından ayrı l ınca ise kendisini o kadar güçsüz duymuştu ki intihara kalkışmışt ı . O zamandan bu yana da s ık s ık hastaneye yatmışt ı . Sevim şimdi Türkiye'ye nası l dönerdi? Parasız, iki çocuklu ve bu-
65
Anne Hikayeleri ---------------
nal lmlar içinde . . . Kocası ndan ayr ı lmış kad ınların YOksu l o lunca Türk iye'de dedikodular!a nas ı l yıprat ı ld ığ ın ı da bi l iyordu. Türkiye'de burada bulabi ldiği koşu l ları da bulamazdı ; işsizlik parası , sağ l ı k sigortas ı , çocuk Heim' ı v e o n a yard ımcı olmaya çal ışan Gudru n'la Gisela. . .
.
"Ama önce Heima'a telefon etmelisin , dedi Sevim. Belki de Gi-se la almışt ı r onu ." Gisela ev işgalcisi bi r genç kızd ı .
Sevim'i yaşlarla ıslanmış esmer yanaklarından öptüm.
"Üzülme dedim. Bir çare bulunur herhalde."
Küf kokulu , loş, taş basamakları inerken düşünüyordum : Nas ı l bi r çare? Sevim'in k ız lanyla birlikte biraz daha mutlu o labi lmesi için , Canan' ın bir türlü sevemediği Heim'dan ayrıl ıp annesin in yanına dönebilmesi için nasi l bir çare? Canan'a Heim'da niçin kalmak
. istemediğini sormuştum.
"Çünkü evde annerne yardım etmek istiyorum, demişti . Kardeşime bakmak istiyoru m."
Gerçekten de Canan hafta sonları evde olunca, aşağıdan kovayla kömür taşıyor, kardeşinin alt ın ı değişti riyor, onu kucağı na al ıyor, el ine bisküit veriyordu. Hatta yıkanmış çamaşırlan katlayı p dolaba yerleştiriyordu. Henüz on yaşına basmamıştı Canan. Türkçeyi konuşurken yabancı bir dili konuşur gibi zorluk çekiyordu . Annesiyle de Almanca konuşuyordu .
Sokağa çıktım. Atk ımı boynuma doladım. Soğuk gözlerimi yaşartıyordu. Canan'la birl ikte kanal boyuna gidebilir, kuğulara, mart ı lara, ördeklere yem atabii irdik. Sonra da bir pastaneye gidebi l irdik. Canan'a istediği pastayı alabi l i rdim. Ne kadar k.ısa mutluluk
. anları ! Canan', Heim'a dönmekten, yalnızl ık duymaktan kurtarmayan küçük tadlar� . .
• h·
Canan yolda yürürken annesinin ya da annesinin bir arkadaşı.nın elini tutmaktan çok hoşlanıyordu . Heim'da yaşadığı o laylardan birin i ya da çıkt ıkları b ir geziyi heyecan la anlatmaya koyuluyordu .
66
�--------======----- Annem İşini Kaybetti
Telefon kulübesine girdim. Birden nedense garipsedim bir çocuk Heim'ma telefon etmeyi . Hayat ımda i lk olarak bi r çocuk Heim'ma telefon ediyordum. Evci çıkamayan çocuklar kendi lerine telefon edi lmesinden hoşlanı rlard ı herhalde. Bu bir oyun gibi on ları neşelendi rebi l irdi . Telefonla aranmak . . . C iddiye al ınmak, önemsenmek gibi bir şey olmalıydı bu. U nutu lmamak gibi bir şey . . .
"lütfen, dedim Canan' la görüşmek istiyorum."
Telefondaki genç kız sesinin çevresinde çocuk sesleri duyuluyordu . Genç k ız kim olduğumu sordu . Almanya'da telefonlarda titizlikle gözeti len bir kuraldı bu: Önce kim olduğunu söylemen gerekiyordu. Bu kural ın çocuk Heim' ında da gözeti lmesi bana hoş göründü . Ayrım gözetmemek gibi bir şey . . . Çocuklara "Seni falanca arıyor" demek gerekiyordu . Canan telaş, heyecan ve coşkuyla karş ı ladı sesimi .
"Seni gelip almak istiyorum" dedim. Sözlerimi anlamakta güçlük çekti Almanca :
"lütfen tekrarlar mıs ın?" dedi .
Bugün seni gezmeye götürmek istiyoru m . Nereye i stersen . . . "
"Bak, bugün olmaz. Ich gehe mit Gisela."
Canan Türkçe başladığı bir cümlenin sonunu Türkçe getiremi-yordu .
"Peki dedim almanca söyle ."
Bundan sonrası n ı yaln ız almanca konuştuk.
"Bugün Gisela da bana telefon etti. Şimdi gelecek. Belki kaymaya g ideceğiz. Istersen sen de bizimle gelebi l i rsin . "
"Öyleyse sen bugün Gise la'yla ç ık , benimle de gelecek hafta çıkarsını" dedim.
"Yapmayı n !" d iye azarladı Canan yak ın ındaki çocuklar ı .
"Rahat b ırakmıyorlar beni" diye bana açıkladı sonra. Arkasın-
67
Anne Hikayeleri ------------------da çocuk gülüşmeleri duyuluyordu.
"Sen ama başka gün de buraya gelebil irsin. Beni ziyaret etmeye gelebi l i rsin ."
"Tabii , dedim, gele bi l i rim ."
"Bugün ama Gisela'yla gidiyoruz. Ben Gisela'yla çıkınca anne-me de uğramak istiyorum."
.
"Annen biraz hasta. Bugün uğrama istersen. Gisela ile gez daha iyi . "
"Hayır, dedi , h asta değiL . Bi liyor musun annem işini kaybet-t i . "
Canan bu iki sözcük arasında ağladı bi rden. Kısacı k ve te laş içinde ağlayıverdi .
68
------------------- Kaçkaç 'ta
KA ÇKAÇ'TA Ayşe K ILI MC I
Geldiniz mi? Onca suyun , selin, sisin, yaprağı n üstünden aş ıp da gelebildiniz mi? Yağmur aman vermedi de, gelemezler dedim. Yolcuda yağmurfa ö lüm aranmaz ya, işte . . . Yaylalann saplaması da bol , çıkmazda yitersiniz diye ürktüm. Saplaması çok ya, felaket gençlik var bu ormanıarda. Gençliğin olduğu yeri pek severim. K ı rmız ı kaşıl< odunudur bu sandal lar, damımm etrafı ndaki . . . Sandal biter, andız başlar, yokuş aşağı gidişte . o biter, meşe ; meşe biter sedir, ard ında da ha bakal ım de bakal ım vard ı mı ardıca ... Ard ıçlan sonra hava kötü ler, sicağ ın hükmü başlar.
Pavli Kanyla Dudu Kan da benci leyin bu Torosların cadısıymış ellam. Orman cadıs ı derler bu mübareklere -ya." bana sorarsan yaln ıil ı k bi lgesiymiş onlar da. Pavli Karın ın çeşmesi bi le v�r. Sık s ık al ı r baş ım ı giderim . Kendimle kalabahğrak . . . Torosları dip köşe yoklar, ormanı m ı kokiar, döner geli rim.
Süt sağ ıp, peynir mayalayıp da tüketmiş ömrünü bu Pavli Karı . Kazandığ ıyla da anmal ık bi r çeşme yapt ı rmış , kurda kuşa , ademe . . . Cehennem Deresi ormanıarındadır çeşmesi . Dudu Kanyı hiç sorrna. O, orman ehalisine karışmış. Yırtık çulunu bumuşlar in inde. Benim sonum neyçe olacak bakal ım? Neçe sular aka- yanklardan, neçe yanklar ö rtü le de bu Anış Hatın ın sona neriere vara?
Yaylalar güzeldir. I nsan i le , orman i le kalabal ığrakken , daha bi rkeleş idi . I nsan insana direk. Bakma birbaş ı ma durduğuma . . .
69
Anne Hikayeleri ---------------====
N ası l kalabahğ ım asl ında . . . Bütün o gelen geçenler, konan göçenIer, k ım ış k ım ışt ı r yanı mda, yöremde. Gürü ltülerinden sersemlerlm k imi leyin . Hey Belenoklulu lar, hey Sunturasl ı lar, sesime ses verin teheeyyy ! Hani ses? Yok mudur ses? Ağacın h lŞ ı rtısl mı? Ormamn türküsü mü? Olsun varsin , olsun varsm. O da bir can, kurban olayı m cana. Sesime ses veren ağaçlard ı r mıd ı r kardeşler? Kurban olay ı m yeşi le .
Oğlumu sormaya geldin, bil i rim. Oğlumudu, oğlumudu . . . 00-ğurmad ım, dokumad ı m onu. Beleklere sanp da gönlüm beşiğinde avutmadı m o nu , ama oğlumudu , oğlumudu , oğlumudu . . . Şimdi h icrana m . . .
Biz i ki köy idik burada, Kocaoluk, Sandall ı , onlar Sunturasıl . Ne zaman o nlar diye, biz diye ikiye bölündük? Niceden sonra Çağlarca yazı l ı bir levha ast ı lar köyün kapıs ına öte yakada da Namrun'u Çamlıyayla yapmışlar. Sanki yaylanın çamsızı olurmuş gibi . . . Krist in köyü K ınstan, Karinköyü Karain . Bak bak bak, avratlar hükmü yürür bu dağlarda, hep avrat adı gördün mü bak? Halkı Ermeni idi Sunturash lann , Belenoklulann . Onlar da öyle bir mil let işte . Yeri göğü, toprak i ke n bu lutu bölüşmüşüz de, sonradan araya kin düşürmüşüz . . . Su değirmenleri vardı Sunturasl ı lann, özeniridik. Suyu güce dönderip, tomruğu keserlerdi. Yurt tutacaklan yeri belirlemek için bir takım ciğeri ağaca asarlar onlar. Bir gün sonra kav gibi kurumuş ise kOkmadan, oraya heybelerin i yıkarlar, suyunu avuç-larlar p ınann ı n . . . Zamanında bu ormanıara da öyle yerleşmişler, Toroslanmıza . . . Canım ciğerim Toroslar. Ağıtlan sağıt eden pınar-h , konanına göçenine aşkman, h ışmınan el verip, yürek açan ha:z:reti yeşi l , bi lge dağlar hey . . . Bu dünya yaratı lalı beri böyle gururla saltana süreduran Toroslar var ya, zamanında patlamış bi lir misin? Cehennem Deresinde, Kad ıncık Papaz ın Bahçesinde, ikisi de daha öte dağlar ard ında tamam dört gözden patlamış. Namı dünyayı tutmuş yüce dağlar, canımn kuytusunda biriktirekoduğu cansuyunu, saklıs ındaki sevgi gözünün yaşın ı paat diye patlayarak saçmış dünyaya. Kim ki sevdiğine vefah , sözüne sadıktı r, hangi er ya da hatm avratlı r k i yüreğine eği lip kuytuyu yoklamayı bellemiş, aşkın ı baş tacı edip, güvene gönene yaşamış, cevharini h i ç yere düşür-
• h.
70
-----=========---------=======- Kaçkaç'ta
memiş; derler ki, işte bu dağların sevgi gözünde biriktirip de, dünya yüzünde p ınar edip koyverdiğ i cansuyundan içmiştir . Essahl i adem mayas ıd ı r sularımız. Günler geceler bai ıkh çamur akmış da, sonra duupduru suya kesmiş c ıncık gibi , bağrından çıkan, diye anlaW' eskileır. Duruuulakomuş dağlarımı o saatten sonra. Belki gene gönül gözlerinde su tutulmaktad ı r Torosların kim bi l ir . . . Belki ağaçların akıtamayıp da içi ne attığı gözyaşlandır, taşın bağnndaki su . . . Suskun adamın yüreğinde g ıd ım gıdım biriken har gibi . . . Hani , hiç umulmadık bir vakitte o adamı kendi liğinden tutuştu rup, bir avuç küle çevi ren gizi saJdl yang ınlar gibi . . .
Çini l igöl de onlardan biri işte, Kartaıçimen de derler . . . Gölün yüzü yağ panlt ı i ldırı essah . . . Sanı rs ın ki az eveıı karta i sürüsü inmiş de çimmiş . Özel'in , Egemen'in , Ulaş , Karakoyunlu aşiretler y.urdudur oralar, alafh yere basmaya çiğriyen, zor adamların yurdu . . . benim buraları yurt tutup, yeşile bekçi lik ettiğim gibi, orlarda da koca Torosları Hatmal ı Gedik bekler. Kocasın ın ardı sıra aşiretin yerine geçip, akı l , yüreği i le sürüp götürmüş koca aşireti bu Fatma. Işte Fatma Kann ın gediği o lmuş sana Hatma, dağları n d iretmesiyle . . .
"Ben" demem işte, "ben" söylemem. Ben dedirtmek istersin , bilirim, ama ben kelamım demem . . . Sen de deme. Beni söyleme, bilge ol. Kendi içinden kendini ç ı l<ar ki , oraya dünya dolsun, insan, iyim<ler dolsun ey Amş Karl ı , derim hep.
Köşı<er Ali derimiş ki zamanlar ın evvelinde , yetmiş yıl mı bi li"ilf:m, saymadı m? "An ış'ı ben al ıcam" der imiş. 0 00 alacak olduğun, I.ujir, l<iZ mı sandın?" derlermiş . Er gibi çizmeyi çeker, külah ı takar, �iapışt ı rma bıy ıkla çıkandı m tepe lere. l şi �i öyle tutard ım. Düşplandan yahut Ermeni· komşularımızdan korunurdum. At biner, silalı sıkardım. Köşkerin akl ına dıkı lmış Amş bi kez. "Zararı yok, bıyığı da, si lah ı da, atı da kabulümüzdür" diye haber salası o lmuş ... Karaküçüklü 'nün büyük oğluna da verildik olduk. "odununu şu Anış )(IZIn, varsam da yarsam acaba izin çıkar mı?" derimiş o da: Sonradan olmayıverince iş , Karaküçüklü'nün kaşlanna pek acıdım, kaşl ı adamdı . Nalbant Aamet de gönü l düşürmüş er Amş'a. "At naliamazsa takanm yüzünüğünü" diye haber sald ım. Nal lamam nalla-
71
Anne Hikayeleri ---------------
mam, demiş. Ben on beşinde böyle bir dağlar delisiyim işte. Bir gün Hacıfakın ın oğlu zorp zorp suya geldi didi ler. Hele bir bakam şu avrat k ısmıs ın ı n bay ı ld ığ ı oğlana, didimdi . . . Aman, aman . . . Aman . . . Cehennemi n dibine bakaydım, müdafaasız kaldım. B ıyığ ım düştü , si lah ıma güçsüz kald ım. Cehennemin dibine bakayıdım. Adlarını ü nleyemediğim zal i m, vay . . .
Yangınıdık emmin i len . . . . Yangını bil in mi yangın ı? Eveti ata, si-laha, yamçıy'a, er oyu'nuna yang ınıd ım An ı ış , bu hal lar ne hallar Anış?
Yangı n pek zordur ey can. Amma yangıns ız ömür de pek dats ız canım. Ister Odabaşı Hatma Karı gibi aşiretine, sözün hük�üne olsun yangın ın , ister Pavli Karı gibi orman ehalisine, ister avrada, ere , isterse doğrurup dokumadan kalbine kattığın oğu llara, kızlara; yang ı n ademoğluna şart. Kalbe güçtür, goze şavk . . . Acısı da güzeldir haa, ku lağ ına böylece kat bunu . Insan olana, insan o lmak isteyene demir asa demir çarıkt ı r yang ın . . . Yang ı n ı lan alemlere açı l ı r adem, onu kül lemenin ne gereği ? Tekiş yanarsın yoldaşınan yanars ın,uzak uzak yanarsın . : . "Iş ki yanmayı becer. Külünü korlu tut . . . Külün soğuk o lmasın . . . Biz Hacıfak ın ın oğlu ile yangın ıd ık . . . . B i r oğul doğurayım i steridim o zal ımdan, şantn ı sürdürsün, boyunu posunu , kaş ın ı gözünü , yüreğinin h ükmünü sürsün götürsün bi r oğul bu yangı n ı dehha öteye , isteridim. Kısmet değil imiş. Bana oğu l şanı sürmesi k ısmet hariciymiş, gavur tohumu bile o lsa . . .
Tamam beş y ı l h asretlik . . . Allah ! . . Hasrete gücü yeteni cennetinin baş köşesine oturtacaksın ey Allah ! Hasrette bir y ı l , bir ömür ey ademoğlu . Kaçkaç'tan az ewel, beş y ı l hasretliği tamam edip, vard ık düze. Açı ld ı kaynatamgilin avlusunda bize dE} bir oda. Baş ımda köprülü , boğazımda hamidiye, üstümde almes pembe gelinlik, ayn ı renkten güveye boyur:ı bağ ı . Gergefin , tezgahı n üstü örtü lmüş, sesi susmuş. Geri l i i plere üzümlü peşkir, güllü , f ınd ıkh peşkir atı lmış . . . Ebrüşüm, mebruşüm, gümüşlü de yüzüğüm . . . Damadm uçkur uçlarına bile sümbOI nakışı düşü lmüş. HasırI ! kemer, bir beşl i , üç hamidiye de güveyiden andaçlık Anış Kıza. Gümüşlü çarşaf, tel-li çarşaf, başucu, ayakucu , has gül nakışII . . . Yenge bindik o lduuk .. . Biz vuruş vakti gelin o lan üç kızidik. Bindik atlara, yallah yaılah . . .
72
• b
�-=�--��=�=��=--��= Kaçkaç'ta
Benim at ı m kel idi , yokuşa güç yet iremedi . Başıma ah örttüm . Bu zal im, güvey girecek an , b i r bakt ıyd ı , avluda bir dinelen var. öteeden geçti sine pusa, usu lcana girdi odaya. Ardından ben gird im. lşteeaa bu, al açmadı , görüm bi lmedi . El ler gibi l ıng ı r lungur güvey girmedi diye başı na kakı nç ett im hep. Bir vakit sonra, niye öyle ettiydin lan, diye sorduydum da; "benim akı ı ney ola avradım, vay" didi bana. "Kor!<tuytum �<ız o dine lenden. Ortal ık düşman kesmiş, korktum, huysuktum. Ne bi leydim ki gel in kızmış o? . "
Dört ucu günü çevresini , yolcumal ı fistanını giyindi . Seccadesini ald ı , vardı huzura . Görüş biliş o lduk . . . Nal ı nan mıh ın arası nda veri rmiş , verecek olan, o hesap işte. �'(açl<aç'tan beş gün eve lis! varmış ız huzura.
Evel i evlenmek ney? Açars in avlunda bir oda. Basarsm pambık döşeği . Maşallahh urba tomasın ı , bin bi r nakışi i un tomasını işlersi rl . Bakırı n ı parlat ı r, yağ l ık camekanına oyan i düzlersin keleş keleş, yalı ah yaılah , işte olduuu. En ağ ı r yemek pate, kuru , yeşi l l ik. Ama gönül şenl ik selamet . . .
Bi r sabah bakt ım, çal ı n ı n içi nde b i r adam k ımış ı r, "Aşağı lan Fransız yakt ı , kaçı n" diye ünler. Erkekler atlandı hemen, zorppada dağa çıkt ı lar Kaçkaç göçü kuru ldu . Onlar da gürredenek yola koyu ldu lar, Ankara taraf ına çkı lacak. E ltimin akl ı pekmez güğüm'ünde . . . Yatak yorgan dengiyle anamgil önden gitti, biz yeni gelin ehalisi , baş ımızda teçhizatıyla arkadayız. Göçün üstünde yün savan. O vakit en kıymathmızıdı savan bulunmazıdl . Gayrı yallah mallah beli çıkıyoruz, savanı deved çalmış dedi ler Abal dabal bakakaldık . . . i lk dölekte karş ım ıza bizim yörüklerimiz ç ıkması n mL . . Piynir, yağ, pattizleri de var. Say ki baklava börek idi o yedirdikleri . Baktıyd ım, herJ<esler maacir o lmuş. "Bi r küp kepeğim varıd ı , kald ı " diyen mi ararsın, "ocakta kü !ümüz, küpte pekmezimiz kald ı" diyen mi. . . Art ık Al lah ne verdiyse. Akl ı ndakini döktü döşedi mi l let. Biz geli n başımızla dağ lara sardırmışız ço!uk çocuk, avrat mi lleti . Onlardan yana başağnsı o lmayal ı m da erkeklerimiz rahatça vuruşsun deyi , hem de Ankara yoluna varan Uru mun başı n ı tutal ım, oradan sarkma yapmasin düşman diye . . . Ama, aşağı lardaki bin mil letten bir mi llet adamları da, memleketi yakıp kavuran Fransıza karş ıer çıkmış, ko-
73
• b
Anne Hikayeleri
lonya serperlermiş. Kendi pişirdikleri kete çöreğini satarken , ku vvacılaran tarafa çen çen bağınrlarmış: "Keteleer keteleer, boku da yedi çeteler" d iye. Bunu teçhizattı göç ağaları anlattı bize de dağlar baş ımıza yıkı lay ızd ı . . .
.
Urumda tamam dokuz ay maacirlik. Anahtar demesini unuttuk da, anattirik der o lduk . Hele kız biz bu anatthiğe ne derdik memlekette , d iye sorduk olduk bi rbirimize. Vuruşidi , dövüşidi , arada da eğlendi id i . "Bi l lur memeli k ızlar/ki rez dudakh k ızlar"ı söyler, p,armaklarımı duvara si l ip, çifte şaklatırdım. Def çalar, depsi d ımbırdatırlard l . Seksenime dek oyunu boşlamadım. Ağaçlar el vuruşturur, orman ehalisi şarkılara dururdu benimçün, Anış Karı da döne döne oynard ı . . .
Maacir adam taşı sıkıp, çıkard ığ ı suyu satar, ekmeğini al ı r. Babam da hocalık etti, cemaate namaz kı ldırdı Urumda, geçim geçindik. Sonra hastalanı nca ben kaldı m bizimle baş başa . . . Urumun evini boyadım. Bir kal ıp sabunla, bi r torba bulgura, toprak boyasıy .. la ev boyard ım. Birinde, boyadığ ım evi arı si li parlattım, sabunu bulmuşiken sular dökündüm. Giydim 'al fistanı , oturdum evin önüne. Anam koştu geldi , soyun kız, dedi. Allar sana pek yaraşmış, soyun çabuk. Babam h ı rslanı r, ben o boyayıp paktadığın evi yıkaralım yakardım, ah bulgurun gözü kör ola, yokluğun . . . Üç gün aynı sofrayı serdik de k l rltı ların ı yedik, darl ığ ı kimseye göstermedik. , Eh , Rabbım da bize avlumuzu yeniden gösterdi , ağacımızı , dağımızı yeniden . . . Hacıfak ın ın oğlunu da . . .
Döndük ki , odamızı , o lanca çeyizimi kal leler diidiik didik tiftiklemiş. Eskitmek kısmet olmad ı . Onca göz nuruma pençe atanı kal le sandık önce, deği lmiş, gelincik imiş. Eski ler öğretti , "gelin hanı ı m, fareler sana orospu diyor" diye bağırdım üç sef. Gururu incinir, çocuğunu boncuğunu toplar, gider demişlerdi , essah öyl'oldu .
Kaçkaç dönüşü, koynuma menekşenin , gülün yaprağ ın ı doldurduydum, kanlardan görüp de . . . Bu da yaralanmış, tebdilhavaya gelmiş. Ne döner döşekte, ne koklar, ne maappet. .. Heste gibi ini lti t ıkı ltı bende . . . Olacağı yok, anlamıyor Hacıfakın ın oğlu . . . Açtım kuşağımı bir ucundan. "Olaanca çiçek yaprağını doldurduk da imanı-
74
�================================ Kaçkaç'ta
m ıza, ne görür, ne koklars ın zal im . . . " oı i 1 lee mi bee . . . B ir haber etseydin ya avradımOl dedi bana.
Dünya durupduru , her şeyler, ağaçlar, dağlar, akı ı lar durupduru ya, insanın tadı aza!dı mı ne birazcık? Oğluma kıyan ademdan ben , i nsana itikadım azald ı mı ne? Belenoluklular, Sunturas ! i lar, nere gittiniz komşular? Düşman ımış ık , habanmız yoğmuş, düşmammışık . . . Ermeninin ineğlni biz taşlardık, Türkün tavuğunu siz vururdunuz. Ağızsız di lsizleri n günah ı neyise . . . Siz bozulmuş kaçıyordunuz. Kaçkaç'taki bizim gidişimiz gibiydi gidişiniz. Ergen , koca, çol-çocuk, hayvanlar, tavuklar. Toz duman mahşere kesmişti ortal ık . Mahşeridi , mahşendL Kalayeı Kalors'un Iki yaşındaki oğlunu gördüm. Evvel eski severdim onu. Hacıfakın ın oğlunun şehadetinin ardından yüreğimin yarısı buza kesmişti . Öbür yarım ıs ın ı rd ı o çocuğu görünce. Kimselere sorup danışmadan' koştum. Toz dumanın içinde bozu lmuş kaçan mahşer ehalisinin içinde kollarım ı açt ım. Bir oğuldu işte. Tanrı bana bir oğul sunuyordu . Gözlerin ayd ı n ola Anı ış, dedim. , Oğu l dal ı nda saltanat sürer, onunla çoğal ı r, şeneii rsin . . . Yüzündeki kanı çeki lmiş, gözleri fincan gibi , yüreği t ıp ır tıpır, ölüm korkusunu bi lmiş bir garipçe oğul işte sana . . . Sardım, kapattım . . . Yüreğinin gümbürtüsü canımın içinde atıyordu güp güp güp diye . Kalbimin beşiğinde sal lad ım onu . Oğluma kavuşunca fark ettim etrafı k ıyametini , talanın ı , tozun, kanın kokusunu . . . Oğlum dedim, bin kere oğlum dedim. Bak gördün mü Hacıfakın ın zal im oğlu . Senden bi r er doğurmalan esi rgedi kader. Koydun gittin savaş ataşı nda kavru ldun . Bana gölgesinde dinleneceğim ç ınar olacak bu oğul , canı ma can katacak, can olacak, can olacak, can . . . Oğuı , oğul , oğu l , anan kurban o lsun sana . . .
Ne vakit ald ı lar oğlumu koynumdan. Canı candan kopard ı lar ne zaman? Ne zaman hançer çald ı lar oğlumun karn ına. Ne vakit kıpkız ı l bi r güneş açmayakoyuldu ç:>ğlumun bağrı nda?
Herkesten razıy ım, bir, o oğlumla arama giren kamadan deği l . . . Onu tutan elden deği l . . . Dölekten, sarptan , insandan, ormandan ben raz ıy ım , ama o h ançeri tutandan, oğlumun karıncığ ına hançer çalandan değiL . Hangi millettendi ben ne bi leyim? Ne fark eder ki? Barbarlar hep bir mi lletti r. Yürek barbarı , ağaç barbarı , ço-
75,
Anne Hihayeleri ----------------==
cuk barban . . . Ö lenler için yalnızl ık diye bir şey yok elbet, ama oğlum yaman bir yalnızl ığ ı duyar gibi , üşür, donar da, anam anam di-, ye çağırı r gibi gelir, gecenin içinde. Gider başında otururum, avuturum, ısıtı n m onu . Bu i ki köyden, onlardan yani, ne dutluk kald ı ı , ne tomruk kestikleri su , ne başka şey . . . Bir tek çınar, yapayaln ız, hüzün!ü . . . Acı mak yolunu şaş ı rmış, öyle suçlad ı lar beni . Yok, yok . . . Bir y ı ld ız ın yok!uğu bi r koca keNanı şaşırt ır, tepetaklak edermiş, öyle işte can , öyl 'o ldu . ' Doğurup dokumadığ ım, can ını nefesimle ıs ıtmadığım oğul beni deleyledi . Kol lanmda sallaöım onu, nenniledim. Ç ınann dibine verdim. Onunla konuştum, dua ettim. Yaln ızl ı ğ ıma yoldaş k ı ld ım . Ç ı nar büyüdukçe göğle birleşti , oğlum göğe kavuştu, onunla tamamlandı Sanki büyüdü oldu oglum. Benden olmayan , gavur tohumu , ama, benim oğlum, benim oğlum, benim benim .. . Oğlum, oğlum, oğlum . . . Koynuma sinip pusmalarına, can ım ı çoğaltmala n na doyamadığ ım, hançerle araland ığ ım oğlum . . .
Yaşadık , acı mız zonkuyla . . . B i r can ın acıs ı dünya acıs ına denk. Bu acı yüreğimden doğdu, sürgit oldu.
Erirni n yang ı n ı gibi. Yang ı n da insanoğluna yürek emeği . . . Emek emek beslenir han yangın ın . . . Kirpik kavuşasıya mıdır yang ın? TÖbe , yalan . K ıv ı lc ım, yal,ım, kü lde kor, tamam . . . Parladı,n söndün, bu mudur yangın , buncac ık mıd ı r? Öyle sanan yaman şaşkı nd ı r . . . Yangı n bellenir anam bacım, bel lenir . . . Gün günden değişir . . . Kozanın kuytusuna gizlenir, kuytu yangın al sana . . . Tırt ı l yangın , kelebek yang ın sonradan sonraya, bin bir renk . . .
Yürek yükleri mi yık ınca yeşi le s ığ ı ndım.
Bir vakit seslere düştüm . . .
Su sesine, dağları mın kar su lannın uğultusuna, hani o doruk-lardan kopup da gelen, h ışmınan gelen . . .
Süpürgenin h lŞ l lt ıs ına, teneerenin t ı k ı r t ık ınna . . .
Yaprağ ı n yemyeşi l ninnisine . . .
Orman ehalisinin ald ıs ına verdisine . . .
76
--------------------- Kaçkaç'ta
Kapı demiri ni n sıcacı l< t ık ıt ık ına . . .
Yağmuru n f ıs ı lt ıs'ına, horozun üürüsüne.
Yerin karnından gümüş gümüş ışı ltı larla çektiğimiz suyun f ış ır-t ıs ına . . .
Kuyunun ağaç çıkrığ ın ın haldan bi l ir mı rrrı1n na . . .
Kendi kalbimde k�ndime e l oldum, vakt i rişti . . .
Söz kalbi m e aşina oldu, sızım gibi . S ızıyı d a sözü de, sesi de aramad ım, yüreğimin kökündeydi çünkü . . .
Kalbimde gezgin oldum.
Gide gida seslerden kesildim, orman ımdan kesilmedim ama. Sen de dene yavn yavrı . . . Kalbinde cengin varsa, kendin i le, yeşi li ara .. Sen sen i le bozgundaysan, akarsuyu tut. . . Bir su gözü, ağaç kokusu , çiçek ara yanında yörende . . . Hele ki bir de kuş ötüşü tünedi miydi görılüne, eeehh . . . En mutlu sensin .
Yeşi l insana b i r insan daha katar. Bana o sebepten yeşil hanım derler. Katranı bi l in mi Katran ağac ın ı bir koklayanın , yüreği yeniden yaratı l ı r derler. Sevdalara i laç katl'anı m .. , Hele ki Pelit, hele ki O . . . Bir cümbüşe boyahdı r. Pelit dai·m. Dal yaprak koşuşturan kallesiyle, hedef gözetip h ı nzır h ı nzır insana f ı rlatt ığ ı palamuduyla, bir orman ehal isi sakl ıd ı r kuytusunda Pelitin Ceviz hele, u lular ulusu ceviz . . . Yı lda bir fotoğraf çeken mübarek ceviz . . . Yüreği pak insanın , di lsiz mahlukatın resmini çeker,�,saklar gövdesinde ceviz. Hey mübarek. Yeşile de hey deli gönül yeşil han ım, yeşi le . . .
Bir parçası bende olmayan insan yok. Çeteler, Hacıfakın ın oğlu , atam ötem, sevmeyi esi rgedikleri oğlum . . . Oğlum . . . Oğlum . . . Dal ı m oğlum, bal ım oğlum.
lşteeaa böyle. Her acı başka türlü yoğuruyor insanı n hamurunu. Kuyumun suyu, yerin karn ından hey hey ediyor bana. Suyu tutunca yüreğim diri l iyor. Yeşili gözlerime s ığdı rınca, içim aydınlanıyol". Dağlanma bakıp göneniyorum. Dağı tanımışım iyi ki , iyi ki ona sığ ınmış ım . . . . Yüreğini açtı bana Toroslar bin yıld ır. Bin yı ld ı r el ver-
77
Anne Hihayeleri --====---------===-=---
dik birbi rimize, birb i rimizin canı n ,sıttık Ben ona oğlumu verdim, oğlum yeşiloldu . Yeşi l Hanımın oğlu yeşi l o ldu . Tanış bil iş olduk dağ ımla, can yoldaşı o lduk. Kaya can" di rek olur muymuş, olurmuş . . . Dağ ı m beni incitmez evelemirden , ben o nu . . . Yeşil adamı avutur muymuş? Hem de nası l . . . Dağla kanatlandı bu yeşil hanı m, Anış bey, dağ oldu. Sen sorduun o söyledi . Say ki, Kaçkaç öğrendin , bi ldin',
Yürek yangın ın ın tadını da bi L . Suyun rengini de, dağı da, ye şi li de, e mi . . . En ewel canı biL . Ne mutlu, ne mutlu bunları bilene ... YÜ-rek külü kor tutan a ne mutlu . . . .
. \�
ıi;
78
• h
----==�====-==----====--=====-== Ölü Bohçası
Beki r YilD IZ ·
Atiye Ana gözlerin i açt ığ ında, oda iŞ ıksızd l . Hayatı boyunca hiç saati olmamışt ı onun. Zamanı ya ezan sesleriyle, ya da ış ıklarla ölçüp biçmişti hep. Gözlerini yumdu. ış ıks ız , ezan sessiz odas ı , dünyan ın çok uzağındaydı sankLKapatt ığl gözleri , yüreğindeki sevinci , korkuyu dindiremedi ama. Bu sevinç, bu korku , yüreğini bir kabart ıp bir söndürdükçe , yatağ ı dar geldi ona.
K ıp ırdandı durdu yorgan ın alt ında. Her k ıp ırdan ış ındar kollar ının, ayakları n ın dökülmemiş olduğunu anladıkça, çocuklar gibi seviniyordu. Bugün de, bir gün daha yaşamalıydı o. Günlerdir yolunu gözlediği oğlu , gelebilirdi. Bu umudun sevinciyle kalkmak istedi yatağından. Nice sonra, tutunarak, sürünerek, inleyerek, titreyen bacakları üzerine ulaşabildi . Ama, bacakları taşıyamadı ağ ı rl ığ ı . Sendeleyip düştü yere . Düşmek, yuvartanmak , varolmak demekti onun için·. "Demek yaşıyorum" dedi içinden. "Şükür bugün de yaşı yorum. Bugün geliverir oğlum." Gözleri suland ı . Ağlıyordu. "Ya gelmezse . Ya, o gelmeden ölürsem ben? . "
Ölü bohçasına doğru emekledi . S ıvas ı dökülmüş, yer yer çatlamış, dört duvann örttüğü odasında, bohças ın ı aradl . Bu ölü bohças ı , onun en değerli varl ığıyd ı . Kendisinden, hayat ından bile değerliydi . Ölüsünün kurtuluşu olacaktı bu bohça. Bir sevgiliye, bir yavruya kavuşmuş gibiydi, bohçasına elleri değdiğinde. Bohça elleri aras ında s ıcaklanıp güller gibi açıld ığ ında, ezan sesleri de kulaklar ına
79
Anne Hikayeleri ---------�----=-I-�
ulaştı . Çok, çok uzaklardan geliyor gibiydi bu sesler. Oysa, ötedeydi . Ailah-u ekberle hem cennet, hem de cehennem uı� "uı " G ' mişti odaya . . .
Dişsiz, avurtlan çökmüş yüzü üzerinde kuruyan iki dudakta, bir gülümseme belirdi . Bu , cennete gideceği inancına adanmış günün i lk güıümsemesiydi. Bir mevım de mi duymuştu , yoksa uzaktan geien okumuş bir kadın mı ·söyle.mişti , çıı<aramıyordu ama, bildiği, yüz y ı l ı aşanlarm sorgusuz-sualsiz cennete gideceğiydi .
"Çocuklar, h ıs ımlar bi l in bakalı m ben kaç yaşı ndayım?"
Sordukları n ı n gözleri içine bakardı Atiye Ana. Onlar, ince eleyip sık dokumadan, Balkan Savaşından söz açarlard ı . Balkan Savaş ı , yaş ın ın i lk du rağ ı olu rdu .
"Sekseni geçtin ," derlerdi .
"Çık, çık."
"Doksan. "
"H ı ıh . . . Doksan m ı ?" Şu dünyada, henüz yüze doğru yaşayabileceği y ı l ların ın ola
cağ ına sevinmez, üzü lüp karş ı çıkard ı .
"Ben deyi m yüz, siz deyin yüz on a çocuklar."
Ölü bohçasın ın düğümlerini açmıştı Atiye Ana. "Şükür Allah ıma," dedi içi nden. "Yüz yaşı geçmek kolay mı? . Her kula nasip mi? . Günahlar si liniveri r. Kabirde azap yok. S ırat Köprüsü, kızgın saçlar yok . . . "
Odaya ışık geldi . Atiye Ana, Atiye Ana'nın önündeki bohça çıktı ortaya. Açtı bohçayı . Içindeki lere bir bi r bakt ı . Gözlerindeki bi r lokma ışıkla, her şeyi , herkesten iyi görebiliyordu . Görmüyordu asl ında. Renkler, kokular, uzunluklar, enler kendisi olmuştu sanki . Bir bohçaydı o . Içinde , kolları n ı , ayakların ı , başın ı sakl ıyordu. Bohçan ın kendisi de, çoktandı r derisi olmuştu .
Işte kefeni . .. Işte , ö lüsü yıkandıktan sonra kuru lanacağı yeşi l ,
• b
80
• b
-�-�-�---""""""----�-� Ölü Bohçası
beyaz havlu lar . . . Işte , çenesinin bağlanacağı neçek . . . Işte, iğne-ip-!ikier . . . lşte tirketeler . . . !şte, çengelli iğne!er . . . Işte mis gibi kokan ka-l ıp kal ıp sabunlar . . . . I şte , son kez sudan nasipleneceği suyun, de-yeceği tas . . . I şte, ölüsünü yıkayacak o!an� ayı rd ığ ı armağanlar . . . Y a altı nlar . . . Yoktu altmlar . . . Şaşırd ı . Titredi . Mor mor oldu yüreği . Çı lg ın gibiydi . Havlu lan , neçeği si lkeiedi . Şmg ı rdayıp düşmedi alt ın lar. Kefene uzandı . Beyaz, ince dokulu , metrelerce kefenini açt ıkça açtı . Ar,na, kefenini bir uçtan bir uca göremediği için, hep kefeninin aras ında, s ıkışıp kald ıkların ı sandı altmlann. "Kör şeytan" dedi duyulur bir sesle. "Oynama benimle. Yaşı m yüzün üstü . Ne etsen c�nnetliğim . . . "
Cennete gideceğine inanıyordu ya, ö lüsünün orta yerde kalacağından da ödü kopuyordu hani. "Ölüler . . . Ah şu orta yerde kalan ölü ler . . . Benim, benim ö lüm de mi böyle olacak a g ızlar? .. "
Balkan,lar'da savaş vardı o yı l lar. Ondört, onbeş yaş ın tazeli-ğiyle kalkt ı bi r sabah Atiye gelin.
"Ben gidiciyim," dedi kocası . "Balkan'a m ı?" diye sordu Atiye . "Balkan'a", dedi Kazım. Sarı ld ı lar birbirlerine . Sedenli sarı l ış değildi' bu ama. Gözleriyle
sarı lmış lardı bi rbi rlerine. Köy ayaktaydı o gün. Sekiz can gidiyordu Balkan Savaşı na . . .
Yaşl ısıyla, genciyle sekiz can . . . Davul lar gümbürdedi, sular dökü ldü arl<alarından. Kazım' ın sesi , eli , ayakları , gözleri durmadan büyüyen, değer
lenen b ir armağan gibi , Atiye'ni n karn ında büyüdü . Gebeydi o . . . Atiye Ana, kefenini açtı odanın ortasına. Karış karış aradı alt ın
ları . Yoktu alt ı nlar. Öıüsü o rta yerde kalacaktı Atiye Ana'n ın . Işte ölüyor o. Işte uzaklarda biricik oğlu . Kokuyor köy. Kmyorlar kapıyı . Çürümüş bir kadın . . . Ölü bohçası başucunda . . . Kefeni hazır . . . Hac görmüş kefen bu . . . Medine'lerde, Mekke'lerde şeytan taşlamış Ati-
81
Anne Hikayeleri / /
/
/ / / i
ye Ana'n ın , yanı nda götürdüğübeyaz, uzun, upuzun b ir kEifen . . . Kim kaldıracak b u öıüyü? . . Konu-komşu . . . Kim y ıkayacak bJ kadın ı ? . . Ölü y ıkayıcıs! . . . Sultan Kadın, ölü y ıkayıcıs l . . . Hani o�un armağanı? .. Para ister ölü yıkayıcl . . . Kim kazacak mezarın ı? ! Mezar kazıcıs ı . . . Hani onun kazım parası? Yok, yok altın lar . . . Al ın, benim
i ölümü : . . Atı n denizlere . . . Atı n denizlere ama, götürüp atmayı n bir 0 o i toprak üstüne . . . Bir dağ tepesine . . . Kurtlar, kuşlar . . . Ah btiJ kurtlar, kuşlar . . . Kazım' ımı yemedi mi bu kurtlar, kuşlar, Balkan Savaşında? . . Ne ö lüsü bulundu , ne ismi-cismi. Eee, kızım Atiye, kocan Balkan'a gideli y ı l lar oldu . Dönen döndü. Döndü de, işe bile koşuldu . Seninki nden ne bir esinti , ne bir haber var. Ah, esintL .
B i r bahar. sabahıyd ı . Kaynanası dedi k i ona:
"Dönmez artık seninkisi . . . Sen dulluğunu bi t , biz soframızın sayıs ın ı bi lel im . . . "
Kefenin savrulduğu odan ı n içinde, şaşı rmış duru rken Atiye Ana, gözlerine ölü bohçası i l işti . Uzanıp aldı bohçayı . Üstü işlemeli bi r bohçaydı bu. Bir zamanlar değerli çeyizlerinin gizlendiği gel in bohçasl . . . Kocaevinden, baba evine kovulurken, koltuğu alt ında taşıdığı bohça . . . Öteki koltuğunun alt ını da geçirdi aklından bu sıra. Kim vardı ne vardı bu koltuğunun altında? Oğlu Al i vardı . Küçücük Alisi . . . Işte o küçücük Alisi büyümüştü de, anası , onu n yolunu gözler olmuştu . . .
Atiye Ana yanlamasına düştü. Kefenin bir bölümü avuçlan arasındaydı . Gözleri , tavana çevrik duruyordu. Öleceğini sandl . Alt ınları nen3deydi? Ölümden kı l kadar korkmuyordu Cennet onu beklemiyor muydu? Ama, ya ölüsü? Kendisinin de sonu ; kocasın ınki gibi
o mi olacaktı? Ölüsü orta yerde mi kalacaktı? Oysa yl! lardan beri , hele hele son y ı llarda, durmadan arttırd ığı ölü bohçasındaki paralar . . . iki buçuk Iirayla başlamıştı bu biriktirmeye. Yı l larca, bu iki buçuk Ii-
o ra, yüreğine su serpmiştL lki buçuk l irayı bulduklarında ölü bohçasın ın içinde, bi r güzel yıkarlar, bir güzel gömerlerdi onu. Ama son yı l lar . . . Şu son yı l lar. . . Yüz l ira ne kL .. Bin lira ne ki . . . On bin lira ne ki . . . Bacım, bacım sen, sen ol , kağıt parayı altına çevir, dememişler miydi . . . Alt ı nsa, alt ın . . . Ah, ölüm bu kadar pahalı bir şey miydi? .
82
Ölü 'Bohçası
Ağl ıyordu Atite Ana. Bu kez ağıd ının sesi de vard ı . Çal ınan ka-pın ın sesini bi le azaltan bir ağlamaydı şimdikisi .
Kapı açı ld ı . Geleni görmedi . Geleni bilemedi . "Ana," diye üzeri ne eği ldi bi risi . Ölümün, ölüsünün orta yerde kalacağı korkusunu yenebi lmişti
bu ses. Bu ses, oğul sesiydi . "Ana." Ali , anasım toparlard ı . Kefenini sarıp sarmaladı-. Havlulan , ne
çeği , iğne-iplikleri , sabun lan bir düzene koydu . Sonra yan ö lmüş anas ın ı kucaklayıp yatağ ma uzattı .
"Neyin var ana? Gene niye ağlars ın bir başına? . " "Alt ın lar," dedi Atiye Ana, titriye titriye. "Alt ı n lar . . . Ölüm orta
yerde kalacak benim de." Ali , anas ın ın yüzüne bakt ı . A�< l ın , an ımsaman ın azald ığ ı bir
yüzdü bu yüz . . . , "Unuttu n mu kız ana," dedi sonra. "Alt ın lan bana verdiydin
ya!" Atiye Ana'n ln yüzü baharlandl . "Oh ," dedi . "Koy, koyuver ketenimin aras ı na, nazik e l lerinie ." "Neden böylesi unutkan oldun be ana," dedi Ali . "Senin yaşın-
daki ler cin gibi hala." Atiye Ana, başucunda duran oğluna şaş ı rmış bakt ı . "Senin akl ın benden beter," dedi. "Hani ben yüz yaşın ı geçmiş
tim . . . Cini , periyi de nerden çıkard ın? .. " "He," dedi Ali , anasın ! bi r çocuk gibi avutmak istercesine. "Ya
şın, yüzü değil , ikiyizü bile geçti . Sevin, sevinebildiğin kadar . . . Ölürsen eğer, cenneti n baş köşesi , senin ana."
"Ha, şöyle," dedi Atiye Ana. "Ağzına, dil ine sağ l ık. Alt ı nlarımı
83
Anne Hikayeleri --------------=-/-
koydun mu bohçaya?" i
Ali bir sigara yaktt Sonra bir anasına, bir yerdeki ölü bohç�sina bakt ı . Giriştiği bu işe pişman o lmuş gibi konuştu .
"Ana," dedi . "Sen inle ne konuşmuştuk, unutlun mu?"
Atiye Ana konuşulanları an ı msamak istercesine düşündü.
"Yok," dedi sonunda. " Sahi , sen şehre' gideli kaç gün oldu?"
" Iyi ya . . . Şehre niye gittiydi oğlun , unuUun mu? Hani dediydin ya . . . B ıkt /m gümbegün ölü bohçasındaki parayı çoğaltmaktan. Alt ın bi le fayda etmez ,o ldu . Buna bir çare bul a oğuL ."
Atiye Ana'n ın gözleri ış ıdl . Anımsayıverdi mahallede, oğluyla araları nda geçen tüm konuşu lanları .
.
"Hay Allah senden raı i olsun," dedi . "Sarı altınları , yeşi l kağıda çevirdin mi?"
Ali , cebinden iki yeşi l renkli para çıkard ı . Havada salladı uçan kuşların kanad ı gibi . . .
"Bu nun adı na, dolar derler anacık," dedi .
Atiye Ana, kol lann i iki yana açt ı .
"Al lah ım, Allah ı m," dedi . "Sana binlerce şükür. Biçare kuluna bugünleri de gösterdin ."
Sonra, dualanmış ellerini yüzüne sürdü .
O gece sevincinden, hac görmüş kefeni üzerine iğnelenmiş dolarıarın bulunduğu ölü bohçası , başın ın alt ında uyudu . .
84
• b
------------------------------------- ŞairAna
şAIR ANA Beki r Y iLD IZ
« Siyah ıssız yol lara düşmüş, siyah tal i ' li bi r yolcudan fark ım yok. Rengüzarımda siyah uçurumlar, siyah kayalar, siyah dikenler var. Ben muttasıl bir maişet yolunda koşmaya mahkumum. Bu siyahl ıklar beni boğuyor, benim ümidim siyah bulutlara mestur. Nereye baksam, her yer simsiyah. Of, ben niçin bu kadar siyahbahtım? Elimde siyah bir kalem, siyah bir mürekkeple mukadderat-ı siyah ımı tasvire çal ışıyorum . . . »
Kapı çal ınd I . Sokak I<apısl . . . Bi rkaç kişi daha geldi . Odanın ağzında durdular. Beyaz saçl ı , i nce bir ihtiyar, en yakını , belki de kendisi ölecekmiş gibi üzüntüıüydü. Küçücük odaya, sonra odanın büyük bir yerini dolduran karyolan ın yanı başına geldi .
"Benim ben , şair ana," dedi .
Duymad l . Iki günden beri can çekişiyordu .
"Benim, ben. Ölürken yanı mda ol derdin ya. Geldim i şte."
Dudaklan kıpı rdad l . Gözleri varmış gibi , sese doğru baktı .
"Benim ya . . . O'yum işte. Oğu l luğa kabu l ettiğin , beyaz saç-Im . . . .
"Sesin o n a benzer. O musun sen?"
Beyaz saçlı i htiyar, kendisine dönük o lan ku lağa eği ld i .
85
Anne Hikayeleri
"Benim ya, ben . . . ..
"Sal im nerde?"
Bakın ıp f ıs ı ldaşt ı lar.
"Oğlunu istiyor. "
"Doktor çağı rmaya gitti."
"Belediyeye gitmesin?"
Beyaz saçl ı i htiyar, hastanın , doksan iki yaşındaki yüzünü ok-şad ı .
"Dışarıya çıkmış . Nerdeyse gelir."
"Mezarl ık mı burası ?"
"Oğlunun evi . Senin evin anamız."
"Gömülü deği l im ben deği l mi? Hücre deği l burası deği l mi? Kimseler var mı? Çok kimse? Tabutum kalmas ın yerde?"
« 1 882 senesinin soğuk, fırt ınalı bi r gecesinde, Şehremin i 'de Baruthane yokuşunda, harap bir hanenin viran bir odasında dünyaya gelmişim . Annem, benden sonra da iki k ız evlat dünyaya geti rmişti . Onlar da benden evvelki kardeşleri m gibi vefat ett i ler. 1 303'de validem yirmi beş yaşında veremden vefat ediyor. Ben babamın teyzesi i htiyar Zehra hanımın el ine kal ıyorum. Teyzem gençliğinde bir aşk macerası geçirmiş. Seksen yaşına geldiği , beli bükü ldüğü halde, sevdiğini unutamıyor. O bana, bütün büyük aşklan n h ikayesin i , gözyaşları dökerek anlatıyor. Okumak, yazmak bi lmediğim halde, h içbi r kel imesi noksan olmamak şartiyle bana okuyor.Ben yedi sekiz yaşımda iken bu hikayeleri dinlerken onunla beraber ağl ıyorum.»
Gülümser gibi oldu. Kirpikleri, belli belirsiz eriyip gitmiş gözlerinin üzerinde kıpırdad ı . Göğsü inip kalktı . Kolların ı kald ı rd ı . Uzatamad I . Düştü ler.
Ç ı rp ınd ı ansız ın . Göğsü , bir o kadar daha inip kalkt ı . Doğrui-
86
mak i stedi yatağı nda. "Sesin ona benzer. O musun, doğru söyle yavrum?" "O'yum ya. Hani konuşurduk hep." Beyaz saçlı i htiyar, Şai r Ana'nın el lerini avuçları içine a ld ı . S ık-
İ I .Sonra öptü onları . "Sakin o l ," dedi . "Uyu ." "Sesin o . Sen de o musun, güveni l i r i nsan ım?" "Benim, anamız." liNe yaptı lar? Oldu mu beklediğimiz?" Beyaz saçlı i htiyar, çevresine bak ınd ı . Üç-beş kişiydi ler. Çe
kindi söyleyeceklerinden gene de. "Olacak," dedi sonunda. "Rahat uyu sen. Olacak günün birin-
de." '
«Mektebe gitmek istiyorum. En büyük emelim telli bir cüz kesesine malik olmak. - Ne yazık ki buna hayatta ma!H< olamadım.Pederime beni mektebe göndermesini rica ediyorum. "Olur." diyor, günler geçiyor, va'dini incaz etmiyor. Nihayet evden paçavra bi'r minder alarak, bir de Eiifba tedarik ederek, mektebin yolunu tutuyorum. Hocanı n elini öpüyorum. "Ben öksüzüm Hocaefendi , beni okutunuz," diyorum. Hoca benim ismimi Kendigelen koyuyor. Babam benim mektebe gittiğimi işitince, beni dövüyor, yerlere vuruyor ve "Pezevengin kızı Maliyeye katip mi olacaksın," diyerek kapı d ışarı atıyor . . . "
"Ölemiyorum, beyaz saçı l m," dedi. "Yard ım et bana. Seksen iki, şaş ı rdım, doksan iki yıl boşuna mı bekledim yoksa?"
Yorganı göğsünden yukarıya doğru çekti, beyaz saçl ı ihtiyar. Yı l lar öncesinden tanırd ı Şair Ana'y ı . Bayramlarda şii rlerini okurdu. Grevlere kat ı l i rd ı o. Gözleri vardı o yı llar. Eli bastonlu , kulaklan pash deği ldi . Yürüdü mü buradan, şuraya varıveri rdi bi r solukta. Hem, gece olduğunda bile, karanl ık değildi dışarılar, şimdiki günler gibi . . .
87
Anne Hikayeleri
Geri ldi . Can, gelip g ı rllağına oturdu . Ne aşağıya i ndi , ' ne yukarıya ç ıkt ı . Beyaz saç!ı i htiyar ayağa kalkt ı . Çevresindeki lerkıpırdand ı lar. Bakınd ı odanın içine. Penceresiz bir odacıkt ı . Karyolanm yan ıbaşında, küçücük bir sehpa vardı . l Iaçllyd l . Bir şeyler aradı . Aradığı i laç deği ldi ama. Buldu sonunda. Bulduğu akhndaydl . Yeniden oturdu h astan ın başucuna.
«Talibirn olan bir gence red cevabı veri liyor. Çünkü talibirn bir çavuştu . Usulen babamın ona Mülazım oluncaya kadar bakacağına dair senet vermesi lazımd I . Bu i lk aşkım beni sarsıyor. O genci unutamıyorum. 31 2'de de şiir yazmaya başlıyorum. Ne dokuz aylık zevcim Atıf, ne de attı senede yedi ay beraber bulunduğuQ1, üç evlad ım ın babası olan zevcim Mühendis Fevzi ve ne de e lli günlül<
, zevcim Tahrirat Katibi Yusuf Niyazi , sanki birbirleriyle ittifak etmişler gibi , bana on para 'vermiyorlar. Bu üç adamın bir toplu iğnesini göremiyorum. Evlad ımı okutmak için geceyi gündüze katarak, bin türlü mahrumiyet-i seti laneye katlanarak çal ışıyorum. Harp senelerinde divit el imde, komşularm f.hektuplar ın ı yazıyorum. Sun'i çiçekler yap ıp satıyorum . Evlad ım Ali tahsi i ini ikmal ediyor. Eli ekmek tutuyor. Evlendiği gün de, o merhametli evladım ölüyor sanki . Onu şii rlerle okutmuştum , şii rlerle büyütmüştüm. Şimdi bir lokma ekmeği başıma vura vura bana yediriyor. Kimsem olmadığı ve es� kisi gibi çal l şamadığ ım için bu tahammül edi lmeyen cefalara katlan ıyorum. Şiirlerimden dolayı atı ldığım zindan , bundan daha az cefal ıyd l . Işte benim tercüme-i hal im . . . »
"Şair Ana'mız, bak ne derim sana. Ku lak ver hele biraz."
Duymuyordu o . ç ı rp ın ıyordu hala.
"Menekşe bulamaz mıyız? Severdi çok. ',I
"GÖzlerL . . "
"Dokunur elleriyle/' dedi beyaz saçl ı ihtiyar.
Vazodan, holdeki vazodan çiçekler getirdi ler. Yapma çiçeklerdi bunlar. Göğsünde b ı raktı lar. Beyaz saçlı i htiyar çevresindeki lere baktı gene . Bir tabuta yetecek kadar omuz vardı ancak.
88
------------------------------------- Şair Ana
"Ben anl ıyorum ne istediğini , neden ölemediğini , " dedi yutkunurken . "Ahh . . . Bir anlatabi lsem, olmuş ,gibi beklediklerin i . . . Duymak i stedikleri ni . . . Can verir hemen . Çırp ınmaz böyle . . . "
Eğildi . Ellerini tuttu Şair Ana'nın. Soğuktular. Mor mor olmuş elleri , damarları kavradl . Kulağ ına iyice yaklaştı sonra.
"Duy anarnız," dedi . "Beni duyamıyorsan, d ı şarıdaki bağnşmala n da mı duymuyorsun? Bak geldiler işte . El lerinde bayraklar var. Marşlar söylüyorlar. Marşlar bitince, senin şi irlerini okuyorlar. Duymuşlar hasta olduğunu . Ölmesin Şair Ana'mız, diyorlar. Doksan iI�i yıl beklemiş , birazcık daha beklesin . Geldik işte. onu omuzlanm ıza alacağ ız."
Ayağa kalkt ı beyaz saçl ı jhtiyar. Hasta çözüldü. Gözlerini açmak i stedi . Göz kapaklarına güç yetiremedi .
"Göremiyorum," dedi . "Göremiyorum d ışarıda olup bitenleri . Anlat ama. Senden duydukça olanları, hafifliyorum. Gôğsüme çökenler ufalanıyor, eriyorlar sanki . Demek geldi ler? Demek oldu? Demek şi i rleri mi okuyoriar?" i
Beyaz saçlı ihtiyara, baş salladı birkaç kişi . Anlatmasını istedi-ler, ö lü mün ağzında bekleyenin istediklerini .
"Oldu ya . . . "
"Özgürlük geldi demek?"
" Geldi anamız. Özgür herkes."
"O, ne oldu? Ne oldu o? . . Hani beni hapse 'att ı ran?"
"B ı rak, unut onu artık anamız sen. B�k, şii rlerin okunuyor hep bir ağ ızdan. Senin şiirlerin . . . Yasak şii rlerin . . . Yasaklar kalktı anamız."
"Beni hapse att ı ran başkaları da vard ! . . . "
"Vardı ya . . . Onlar da yok artık. ° yı llar çok geri lerde kald ı . Öz-gürlük geldi . Özgür olunmasaydı , şii rlerin okunabi l i r miydi hiç?'"
89
Anne Hihayeleri
"Nerden geliyo r bu sesler böyle?"
"Söyledim ya, seni s ı rtlarına almaya gelenlerle dolu evi!) önü. Şair Ana'mızı isteriz, d iyorlar. Bizim uğrumuza zindanlara at ı lan has anarnızı isteriz. Bizim adım ıza şiirler yazanın , el lerini öpmek isteriz . . . " .-(
"El lerim, ah el lerim , " dedi , yatağı n ın içinde kıpı rdanmak isterken. Ama ölüm canın ı kelepçeye vurmuş gibiydi . Kıpırdayamadl. Akıp giden gözlerinde b ir ış ık yandı gene de . . . . "Ellerim, parmaklan m l<ınk'tır benim a ses i , beyaz saçl l ma benzeyen. Kırdı lar onu işkencede. Demek o işkenceciyi de buldular? .. Onu da? .. "
"Buldu lar anamız, buldular. H adi , sen şimdi b ı rak geçmişi . Geçmiş bitti , ge leceğin sesini d in le . . . Şi i rlerini duyuyorsun deği l mi? . . "
"Şii rlenm . . . Yaktı lar kitaplarım ı . . . Ama, a"ma ezberimde hepsi . . . Gün gel i r / Gün gel i r . . . "
Beyaz saçl ı i htiyar eği ldi yüzüne doğru.
"Heyecanlanma," ded i . "Herkes ezberlemiş şi irleri ni . Içeriye girmek istiyorlar. Görsen, nasıl da çoklar . . . "
"Demek, tabutum eller üstünde olacak?"
"El ler üstünde anarnız . . . " -, "Ölüm, oh olsun sana. Öcüm al ınmadan gelemedin ya . . . AI şimdi ama .. AI. . . Fedayı m sana toprak. Şiirleri m . . . Hele bi r daha söyle. Durmadan söyle : Yarmlar geldi demek? Şiirlerim oldu herkesin?"
Ter içindeydi beyaz saçl ı . "Oldu ya . . . Her şey istediğin gibi oldu. Demek boşuna bekle
memişsin . Bak evinin önü ne kadar geldi ler. Içeriye bi le gi rmeye başladı lar. Bekleyin kardeşler, hepiniz göreceksiniz. Burada işte. Yatağı nda. Sana kol ların ı uzatıyorlar ana. Kol ların ı uzat ıyorlar. Kolları n ı uzatıyorlar ana. Kolların ı , kolların ı uzatıyorlar. "
90
-==--==-=======-=====--=====-===-===- Şair Ana
Gülümsediğini gördüler. Ölüme giden deği l , yaşamaya başlamış gibi gü ıümsediğini . . .
Önce, kendi e l leriyle, yı l lar önce işlediği neçeğiyle çenesine bağladı lar. Sonra boydan boya beyaz bir çarşaf örttü ler üzerine.
Beyaz saçlı i htiyar ayağa kalkt ı . Odadan salona geçti . Şai r Ana'n ın acıs ın ı b iraz hafifletmek istiyordu . Pencereden d ışanya baktı . Sararmış mevsim, yaprak döküyordu. Bu sıra omuzuna, arkadan bir el dokundu .
"Kutlarim sizi ," dedi . "Başard ınız."
Beyaz saçl ı i htiyar döndü . Sesi ağlamaklıyd l .
"Evet," dedi . "Öldürdüm onu ."
91
Anne Hikayeleri ----------------
ADAMıN KADıN OLUR Bu ket UZUNER
Sel in' in babasına ...
Hiç gebe kald ınız mı?
Kald ıysan ız bi l i rsin iz, bebeği istiyorsanız da; istemiyorsanız da, sevinseniz' de, · keyfiniz kaçsa da, ,doğumdan ya. da kürtajdan korksanız da, korkmasanız da, her kadın i lk kez gebe kaldığ ı nda mutlaka heyecanlanı r. Size o lmadıysa, çevrenize bakın ; çok evcil bulduğunuz arkadaşların ız ın i ik gebeliklerindeki sevinci mutlaka an ı msayacaks ı n ız. Pe�i' ya şu bağımsız arkadaşların ız? H ani otuzbeş yaşına gelip, h ala kendine dEmk, kendi akl ı na, fikrine uygun bir erkek bulamadı kları için yalnızlığı tercih edip, ya da boşan ıp , artık yoğurdu üfieyen, tek başlarına yaşamı şekillendiren kad ınlar? Yirminci yüzyı la daha yeni giren toplumumuzda yal'nız yaşayacak kadar güçlü , becerikli ve akı l l ı bulduğunuz tanıdıkların ız yok mu ? Işte onlar da i lk gebeliklerinde heyecanlanıyorlar, görmüşsü nüzdür . . .
Çocuk düşmanı olara� tanı nan kuzenini Handan yı l larca çevresindeki lere , her yeni çoculda dünya nüfusunun işsizliğin ve yoksulluğun artt ığ ına dair nutuklar att ı , tuttu , doğuran akrabaları azarlad ı , h ı ıpaladl . (Ama Allahı var, ailedeki bütün çocuklara melek gibi davranır ve hiç birini ayırmadan hepsine kucak kucak armağanlar taş ır durur yı l lard ır. Geniş ai lemizin yeğen, kuzen ve torunları n ı n biricik 'Handan Hala's ı , 'Handan Teyze'si ve sevgilisi olmuştur dai-
92
-------...".,.====-- Kadın Adamın Kadın Kızı Olur
ma.) Onun öfkesi çocuklara deği l , zırt-f ı rt doğuran yetişkinleredir. Haksız da sayı lmaz yan i ; i kinciden sonra hala doğuran pek çok azi mU akraba var bizim ailede. Ashna bakars ın ız, kuzenim Handan' ın da dört kardeşi var! (kih kih kih ! ! ! , aman güldüğümü duymas ın , gazabı ndan kurtularnam sonra.) Herneyse, b�nim başarı l ı , atak, enerjik, espıili ve güzüpek işkadmı kuzenimı kocasın ı da ikna ettiği için yıllard ı r çocuksuz yaşadı , taa ki üç ay'önce yanlışl ıkla gebe kalana dek! (bu 'yanlışl ıkla' sözünü de h iç sevmiyorum, 'istemeden' demek daha doğru sanki . . . )
Bana telefon ettiğinde, bebeği ald ırtmaya çoktan karar vermişlerdi bile ! Hemen f ırlayıp, evlerine gittim. Bizimkisi yine o bi ldik delidolu luğuyla kükrüyordu : "Ulan velet , ne halt etmeye çöreklendin oraya be ! (Karn ın ı gösteriyor bize.) Bizden izin ald ın mı sanki? Zaten dünyada bunca aç, kimsesiz, yarını güvencesiz çocuk varken, bir de sen mi ç ıkacaksm baş ımıza piç kurusu ! . . ."
Kuzenimin kocası Erhan enişte tarih doçentidir. Sakin , sab ı rl ı , dinlemeyi bilen, dünya görmüş, hayattan zevk alma sanat ına vakıf bir adamdı r. O gün yine koltuğuna oturmuş, karıs ın ın çok iyi bi ldiği dobra, tarlal'a, ama içi dünya tatl ıs ı , sevecen yüreğinin çığl ıkların ı hoşgörüyle dinliyor, bıyık alt ından güıümsüyordu . B ir ara bana dönüp, "Handan neye kara veri rse, benim kabulümdür, ben onun mutlu o lmasın ı istiyorum yaln ızca," dedi .
Kuzenimin kürtajı iç in Doktor Umut'un kliniğine gittiğimizde Erhan �nişte de, ben de tedirgindil<. Ne yalan söyleyeyim, sanki iç organlanm g ıd ıklam}"or gibi içim çeki l iyor, midem bu lan ıyordu. Hiç ald ı rmaz görünen kuzenim bizim halimize acımış olacak, tesel li etmek için karn ın ı göstererek "Canım henüz bebek falan değil ki bu , beş haftalık bir embriyon yalmzca!" dedi . (Eve gider gitmez, sözlüğe bakt ım, embriyon: dölüt , cenin demekmiş . Şu kuzenim de ne çok şey bi lir yanL.) Işte o s ı rada, kuzenimin elini kamma koyuşunu ve okşayışm ı , gözlerinden ancak k ısacık geçmesine . izin verdiği şefkatli p ın ltı lan gördüm. Evet, dölüt mölüt ama, o da heyecanlanmıştı ve embriyonunu bal gibi seviyordu . Handan inançları nedeniyle çocuk istemiyordu . Ben, bilerek ve i nanarak at ı lan adımlara (karşı olsam bi le) sayg ı duyanm.
93
Anne Hikayeleri
Ah sakın beni kürtaja karş ı , tutucu birisi sanmayın ! ıtalya'da geçen öğre ncili.k yı llanmda, o koyu Katolik ülkede bile 'Kürtaja Özgürlük' yürüyüşlerinde hep ön sıralardaydım. Bana sorarsanız, gebelik, doğum ve annel ik olayları tamamen kad ın ın başından geçtiği içi n , kürtaj konusunda son karar hakkı da kad ın ın olmalıdı r. Herneyse konuyu nası l da dağıttım değil mi? Umarım sıkı lmamışsınızd ır ! Bütün bun lar hep son günlerde baş ıma gelenlerden sonra oluştu , ah bi lseniz nası l heyecanhyım son iki haftad ı r . . . Anlad ın ız deği l mi? Evet , evet, doğru tahmin ettiniz, i lk kez gebeyim ! Yaaa, nas, l 'yepyeni bi r coşku, bir bilseniz! (belki de bi liyorsunuzdur) .
Italya'dayken de , memlekete döndükten sonra da, aşık o lduğum, saygı duyduğum bazi erkek arkadaşlarım oldu elbette, ama bir yıl öncesine dek ciddi bir beraberliği yaşayacak denli kendi dengim, benim kendisine bol gelmeyeceğim ve bana da dar gelmeyecek bi r erkeğe rastlamamışt ım doğrusu . Ama geçen yı l böyle bir adama rastlad ım işte ! Bu otuzsekiz yaşında, canl ı , neşel i , çal ı şkan, pek keyifli b ir erkek. Daha da önemlisi duyarl ı bir adam, yani kendime denk bulduğum birisi ; ne aşağı ne yukan ! Tanışsanız siz de Onu pek seversiniz, adım gibi eminim!
Ah evet ne diyordum, şey, bütün bu telaşım, unutkanhğım işte otuz yaşı mda i lk kez, hem de aşık olduğum ve birinden gebe kaldıj ım için ; lütfen hoşgörün bu dağınıklığıml . . . Hayır sanmayın ki , daha önce hep berbat i nsanlara rastladım, ya da yanl ış seçimler yapt ım, hayır hay ı r . . . Fakat bütün mesele, doğru insana doğru zaman ve koşul lar altında rastlamaktı r bence. Sizi ele alal ım örneğin, varsa eski eşinizin , ya da şimdikin in kötü olduğuna inanıyor musunuz? Akı ı / ruh sağlığı bozuk olmadıkça hiç kimse isteyerek kötü olmaz! Ama eşinizle anlaşamıyorsanız, bu sizin maymun iştah l ı ol� duğunuz anlamı na da gelmez, çünkü aşkın açık formü lü ; ortak amaçlara , benzer yol lardan erişmeyi planlayan iki kişinin uygun şartlarda biraraya gelmesidiri (yanlış mı düşünüyorum yani?) Aşık olmak, deli gibi ya da akı ll ı gibi sevmek kadar, anlaşabilmek de bir beraberliği uzun ömürlü k ı lar! (ah gene ahkam kestim değil mi? N'oolur bağ ışlayın , hep bu heyecandan vallah i . . . )
Üç gün önce, altı haftal ık bir bebeğimiz (yani embriyonumuz
94
• L�·
�===---==========--==========-====== Kadın Adamın Kadın Kızı Olur
demek istiyorum) o lduğunu öğrendik ve şaşkı n şaşkın birbi ri mize bakındık, yani : test sonucu pozitifti ve ben gebeydim ! . . Ilk anda kendimi bir tuhaf hissettim , hemen akl ı ma yusyuvarlak, güçlükle yürüyen bir kendim geldi : ufff, hiç hoşuma gitmedi bu görüntü !Embriyonun babası ona baktı: Yüzünde ne sevinç, ne keder vard ı . "Bir yere gidip, kutlayahm" dedi ; sesinde ne heyecan titreşimleri vard ı , ne de sıkıntı . . . Birden gerçeği kavradım; kamımda (ayy, uterusumda daha doğrusu) altı haftal ık bir canlı vard ı ! Bunu kavraymca bütün bedenim karıncalandı , soluğum h ızland ı , yerimde duramaz oldum. o s ı rada ağzı mçian dökü len sözleri h ayretle işittim : "Ben bugünü embriyonumla yalnız geçirmek istiyorum!"
I l ik bahar havasın ın ucuna takı l ıp, hoplaya zıplaya kentin alışveriş merkezini upuzun kesen caddeden aşağıya doğru i nerken, çoğu zaman yaptığım gibi I<endi kendime mın ldanmadığımı , asl ında çoktan kamımın içine oturmuş sevimli bi r k ız çocuğuyla konuştuğumu tarkettim. Hoppalaı . .. Dur bakal ım, daha cinsiyeti bile oluşmamış bir dölüt bu yahu! Ama elimden bir şey gelmezdi artık, çünkü ; gözleri bana benzer, saçları kuzenim Handan' ınki gibi k ıvırcık, dudaktan da babasın ınk! gibi doigun, cin gibi bir kız çocuğu çoktan gülümsOyordu bana. Ben de Ona gülümsedim. Elini uzattı , tuttum, elele yürümeye başladık.
"Ad ı n ne?" diye sordum.
"Selin" dedi . Sel in! Selin ! Ne hoş bir müziği var adın ın . . .
"Senin adı n da anne olmalı ?" dedi soran b i r sesle .
Anne? Kendi annerne adıyla hitap ettiğim için pek tanıdık gelmedi yeni adı m bana, fakat sevdim !
Son rası bi r rüya kadar güzeldi . . . Seli n ' !e o günü unutulmaz renklere boyadık: vapurla karşıya geçtik, simitte çay içip, köprüde yürüdük, mart ı lan , bal ıkları ve bal ıkçı lan seyretlik. Aksi bir kadınla, kaba bir adamın bi let kuyruğunda kavgasmı izleyip kıkı r kıkır güldük hallerine . . . Yeniden acıkınca, bi r küçük lokantaya girip, bol yoğurtlu kabak dolmasını iştahla mideye indirdik (hayret Selin de kabak dolmas ına bayı l ıyor) , sonra tüneldeki kitapçı lara gittik ; Selin'e
95
Anne Hikayeleri ------�--------
sevdiğim kitapları tamtıp, kimilerinden bir-iki sat ı r okudum. Selin en çok şu şii ri sevdi :
"Galiba tahtabacak korsan gemisindeyim i prensesler canyem akdeniz bana dar / günlerdir teksas'ta eşkıya izindeyim / h ızl ı tabanca çeken üstüme kim var / tarzan zor durumda yetişmeliyim / ne yapsam içimde o eski sinemalar." (Hay Allah , bu kıza tabancalann o lmayacağ ı b i r dünya yaratması gerektiğin i nas ı l öğreteceğim ben? Baksamza ne maceraperest ruhlu bir çocuk şimdiden . . . )
"Bu şiiri yazan kim anne?"
"Atil la ı lhan."
"Ben de onunkiler gibi şiirler yazacağım yazı yazmayı öğrenince !"
(Şair o lacak bu k ız, yandık desenize ; canı m baksanıza ü lkemizdeki yazarların , şai rlerin durumuna . . . Ne i lgi var, ne para, ne şan şöhret ! . . . Zaval l ı k ı� ım benim . . . )
Akşam eve döndüğümde, i ki rniz de yorgunduk. Selin bi raz uyumak istedi , ben de gürültü etmemeye özen göstererek, anahtanmı buldum, sessizce kapıyı açtım. Selin 'in babası mutfakta kahve yapıyordu , bana biraz kederli gelen yamuk bir gülümsemeyle 'merhaba' dedi. "Nesi var acaba?" diye düşündüm. Erkeklerin en kompteksizi , kendini en iyi yetiştirmişi bile, duygularına gem vurmayı 'bi matah ' sanıyor. Bu da öyle ! Kendi heyecanımı erteleyip, ne derdi olduğunu araşt ı r ınca, genç adamın gözleri doldu :
"Çocuklarımla son günlerde pek i lg i lenemedim, Gülşah Teyzeleri adamakı l l ı h ı rpalamış onları . . . "
Ahh , bu telaş la söylemeyi unuttum, kocamın i lk evli liğinden iki çocuğu var. Adamakı l l ı genç yaşta yapı lan çocuklar şimdi onbeş ve onaltı yaşındalar. Çocuklukla, delikanlı l ığ ın güç ve tellikeli sınır ında, güzeı , ayd ın l ık , sağl ıkl ı çocuklar bunlar. Anneleri yeniden evlendiği ve bu iki güzel çocuğunu çoktan unuttuğu için şimdi babaanneleriyle yaşıyorlar. O gün ziyaretlerine gelen Gülşah teyzelen, babaların ın da onları terkettiğini, yakında yeniden çocuk yapıp (içi-
96
----------- Kadın Adamın Kadın Kızı Olur
ne mi doğmuş kadın ın nedir?) art ık kendileri ni sevmeyeceğini biraz iğneli , azıcık bilgiç, çokca da umutsuz bir tonla söyleyince iki delikanlı hakl ı olarak mutsuz olmuşlar . . . (tek umutlan babaları zaten çocukların . . . )
Ne diyeceğimi bi lmeden kalakald ım, kocam çok mutsuzdu ! Halbuki ben kendi çocuklarım böyle o rtada kalmasın diye bugüne dek anne olmamıştım ve birbirine denk olmayan çift/erin erkenden çocuk yapmaların ı da bir marifet saymadığı mı , kendi yaşantımda bu güzel likten şimdiye dek fedakarl ık yaparak göstermiştim ! Özsaygı da böyle kazanı ı ı r, var mı öyle kolaycı l ık?
Selin : Babam ve ağabeyleri m beni istemiyorlar mı anne?
Ben : Galiba bu kanşıkl ıkta u nuttular.
Selin: Sessizik.
Ben : Sessizlik .
Selin: PIŞŞtt anne, sakın gidip, 'Doğmamış çocuğa mektuplar" okuma şimdi , iyice moralin bozulur sonra ha !
Şimdiki çocuklar, ah pardon , embriyonlar harika! ..
Daha sonraki günlerde Selin'in babasl , iki oğlunu mutlu etmek için koşturdu durdu. Öyle ya onların babasıydı ve anneleri tamamen sahneden çekil ince her şey babaya kalmıştı . Peki biz ne o lacaktık? Bizden önce yapı lan yanl ışl ığın ve veri len sorumsuz kararların faturasın ı i l le de bizim mi ödememiz gerekiyordu? Ikimiz de sab ı rla bekledik.
Selin: Akl ından neler geçtiğini biliyorum anne, ama önce şu tek ebeveynli çocuk fikrinden vazgeç bakalım. Sen bugüne dek, benim de seninki gibi kızını çok sevecek, Onunla gurur duyacak ve varl ığ ıyla heyecanlanacak bir babam olmasını istediğin için beni doğurmayı erte lemedin mi sanki? H i l ı anne?
Ben : Tıs pıs . . .
Sel in' in babası ancak üç gün sonra bizi anımsadı oturup konuşmak istedi bizimle. Sevecen bir sesle bu bebeğin (adının Selin
97
• h·
Anne Hikayeleri
o lduğunu bi lmiyor k ızın ı n, eh bi l iyorsunuz en akı ll ı bebekler bi le doğduktan ancak bir y ı l sonra konuşurlar babalarıyla) benim kendi h ayat ımı ve planlarımı olumsuz etkileyeceğini , daha i lerde olmasının yararlann ı hatırlattı bana. Şefkatle öptü beni ve i lk kez elini karn ı ma koyup, okşadı k ız ınt:
"Karann ne olurs a kabul edeceğim." dedi ve çal ışma odasına gitti.
98
==="------==----=-=-=--- Karar Ne Olacak
NE Buket UZU N E R
Size b u öyküyü Doktor Umut'un kliğinden anlatıyorum. Biraz önce kürtajdan çıkt ım, hala başımda bir ağrı l ık, narkozun yoğunluğu ve uyuşukluğu var üzerimde. Inanmayacaksın ız ama kuzenim Handan gözleri yaş içinde , yanımda oturuyor ve i lk kez bir bebeğin (ah , embriyonun) doğmayış ına üzüıüyor. Böyle görmeye al ışk ın
, olmadığım için , şaşkınl ıkla teselli ediyorum Onu . Doktor U mut s ık sık gelip beni kontrol ediyor. Pişman olup, bunun duygusal yükünü taş ıyamayacağı mdan endişeli . . . Hayır, kendi kararlanmm sorumluluğunu taşımayı öğreneli çok o ldu! Üstelik bu kararı Selin'le birlikte aldık biz. Kürtaj masasında anestezi beklerken, Selin diki ldi karş ıma, sanki daha bir güzelleşmiş, biraz daha serpilmişti kızım (yoksa bana mı öyle geldi?)
Selin: Korkma anne, canın hiç acımayacak ve ben bir gün yeniden döneceğim şimdi koparı ldığ ım yere. Ama o zamana dek, öykünün başı ndan beri okurlarma kestiğin ahkamı kendi yaşantında gerçekleşti rmelis in ! Aşkı ndan ölsen de, çok iyi anlaşsan da sakın senden ve benden önceki hayatını düzenleyememiş, eskinin yanl ış larıyla bizim yaşant ımızı gölgelemiş biris ini benim babam yapma! Anne, beni duyuyor musun, Anne? Daha bayı lmad ı n deği l mi?
Ben : Hayır can ım 'seni duyuyorum.
Selin: Anne, ben sana benziyorum ve ben de, beni istemeyeni
99
Anne Hikayeleri -----=====-====--------
i stemiyorum ! Ben babamı istemiyorum anne . . .
Tam narkozun önümde açtığı o kaçmı lmaz uçurumdan yuvarlanmak üzereydim, Sel in'in sesini duydum : "Kad ı n adamın, kadın kızı o lu r Anne !"
Kuzenim Handan ben baygınken telefon etmiş , biraz önce pan i k içinde, koşarak g e ldi kocam. Gözlerinden süzülen yaşları h iç' si lmeden (erkeklerin de ağladığına, onların da i nsan Olduğuna inanan, güzel bir adamdı r kocam) ellerimi tuttu , gözleri çoktan kederden örse!enmiş baktı yüzüme : "Neden haber vermedin?" dedi . Acı çektiğin i anlamamak için zalim o lmak gerekirdi ; ben zalim değilimdir. Elleri ni n içine s ıms ıkı aldığı ellerimle Onu okşadım, ahh ne çok seviyordu m kocamı ! Soran, kayg ı l ı gözleri ni yüzü me dikmiş , ağz ımdan ç ıkacak tek bir kelimeyi özlüyordu . Kendi yorgun, kederli ama kararl ı sesimi duyduğumda çoktan ağzı mdan şu sözler dökülüyordu :
" . . . . Hep anne-babalar olacak değil ya, bu kez de kızın seni istemedi !"
"Kız ım mı? Ama benim kızı m yok ki?"
"Sel in ' in dediğine göre zaten , kadm adamın kadm kızı olurmuş" Arkamda kuzenim Handan'm önce kıs kıs sonra göz yaşlanna karışan kocaman kahkahalarmı duydum. Handan öylesine çok güldü ki , Doktor Umut ve hemşire de bu salg ına kapı l ıp güldü ler. Kocam ve ben . . . Biz birbirimize bakıp, öylece kaldı k.
100
• b
----------------- Ora Özlemleri
1
Babamm özlemleri
ÖZLEMLERİ Cemal ŞAKAR
Işinden dönünce, pijamaların ı giyer, asmanın alt ına has ınn ı serip sofrasın ı kurar, altmış voltluk seyyar lambayı d ışarıya uzat ır, beni dizine yatır ır, bir yandan yiyip içer, bir yandan da saçlarımı okşayarak anlat ırd ı .
Bi l iyo r musun yı l lard ı r buralardan gitmeyi düşündüm. Mutluluk, sevgi ve sevinçten başka h iç bir duygunun barınamadığı , etrafı güzelliklerle, inceliklerle çevri li aşklann yaşandığı o yerleri ve beni hayata yeniden bağlayacak bir aşkı düşledim. Sanki oralarda; y ı ld ızlar şarkıya dönüşecek, şark ı lar di l lerden düşmeyecek ve ben dudaklanmla yı ld ızlara u laşacağım. Herşey birden değişecek, bu hayat sadece güzel anı lanyla kalacak, yeni bir hayat başlayacak; sevgi dolu , umut dolu. Aşkların şarkı larla beslendiği o yerlerde, arkamda henüz kendisine yetecek yaşa gelmemiş, bir çocuğum olduğunu unutacağı m. Ve sen kafamda, terbiyel i , masum, şimdiye kadar beni h iç üzmemiş , güzel bir an ı olarak kalacaksın . Seni an ı msad ığ ımda , yaşama böylesine güzel bi r insan b ı rakt ığım için mutlu olacağım. Seni çaresizlikler içinde b ıraktığıma hiç pişman olmayacağı m. Oralarda herşey güzellikleriyle yaşayacak, bütün kötücül duygular buralarda kalacak. Belki de oralarda, hüzünlerle inceldiğim bir geceyarıs ı , sokak sonunda ağlarken , ağlamanın gü-
/ 101
Anne Hikayeleri
zelliğini yeniden bulacağım. Gözyaşlanmla yıkanıp tertemiz olacağ ım. Gelincikler aras ına oturduğumda, senin yine elinde bir demet gel incikle annene gittiğini an ımsay ıp ağhyacağ ı m. Ve bu sofrayı hiç kaldı rmad ığ ın , tüm dağ ın ıkhğ ıyla sonsuza dek kalacağ ı gelecek akl ı ma . Şu an inanamad ığ ı m bu abart ı l ı duygulann, oralarda gerçekleştiğini görünce hiç şaşı rmayacağ ım.
Bi l iyorum konuştuklanmdan hiçbi r şey anlamıyorsun. Birgün, beni an ımsad ığ ında bana kızaca ve gidişimde haklı bir taraf bulamayacaksin . Ama, gitmeliyim. Yı llard ı r düşlediklerimi gerçekleştirmeliyim. Burada kal ıp da sana daha fazla acı çektirmenin de bir anlamı yok . Belki ben gidince, sen de rahatlayacaksl n, sevinçleri öğreneceksin . Her akşam sofrabaşında, uzaklardan söz ederken esrikleşen biri ni dinlemek zorunda kalmayacaksin .
Babam, belki de dizinde uyuduğumu, onu hiç din lemediğimi , belki söz verip de almad ığ ı üç tekerlekli bisikleti düşündüğümü san ı rd l . Bense tüm dikkatimi toplay ıp onu d inlerdim. Gözlerin i k ıs ıp da baktığ ı , şehri n son ışıklanna doğru , ben de yan gözle bakardım. Ve o ış ıklardan i lerisini düşünürdüm. Babamın gideceği yerler nas ı ld ı . Ona nas ı l bütün acı ların ı unutturacakt ı? Ve ben çaresiz likler içinde kalacak olan ben, nası l onda güzeı , ince bir anı olarak kalacakt ım? Neydi oralann büyüsü? Tüm bunlar çözümsüzdü. Asl ı nda 'çözmek de gidişini anlamlandı rmayacakti . Oralarda herşey in gü� ,ze l o lacağ ına inanmışt ı , gitmeliyd i , denemeliydi .
Ben de arkasından ağlamayacakt ım, gülmeyecektim, boğ azıma o şey gelip düğümlenmeyecekti . Onun kitap dolu odasına girip tüm kitaplan okumadan evden çıkmayacaktım. Ve şimdi" yan gözle baktığ ım şehri n o sorı ışık/andan i leriye hiç geçmeyecektim. Baba-mı y ı l lard ı r oralara çeken büyüleri bozmayacaktı m. '
2
annemin de özlemleri vardı
Annemin saraylardan kalma, klasik bir güzelliği vard ı . Yüzündeki masumiyeti , bakışlarındaki duygusal l ığ ı , gü lüşündeki soylu luğu hiç yitmemişti. Tarihsel, bireysel bir boyutsuzluğu yaşıyordu . Ve
102
• h·
------------------ Ora Özlemleri
kendisi gibi güzelliği de dayanaksız kalmışt ı Yüzündeki , çöküşün deği l , dayanaks ızl ığm, yapayalnızl ığ ın hüznüydü. Yaşamay ı u mduğu yüce aşkına ve sevgiyle dolu yarınlarına llişkin tüm düşleri kınlıp dökülmüştü . U mutsuz ve zamansız yaşıyordu ; y ık ı l ış larla dolu, uyku ve uyanıkl lk aras ı . Günboyu odasında oturur, akşamüzerIeri bahçeye çıkard ı . Süslenmeyi de b ırakmışt ı . Zaten gençliğinde de pek süslenmezmiş . Sonra çiçeklere vurdu kendisini , o nlardan öğrendi güzel l iği ni sürdürmenin i lkelerini . Gelincikleri saksıda ,yetiştiri r, akşamsefalarma özen gösterir oldu . Bach' ı pikaba koyduğunda, akşamsefalan açar ve biz karş ı larında çay içerelik. Annem ağlamakıı olurdu . . Gelincikler derdi , boy nu bükük gelincikler beni bağrına basard ı . "Baban yaşayabi leceğimiz büyük bi r aşkı göze alamıyor. Ya da aşkın yüceliğin i , i ncel iğin! bilmiyor. Böylesine çirkin ortamlarda aşkın yeşeremeyeceğini söyleyip duruyor. Ve savaşın, kinin olduğu yerleri özlüyor. Onun inandığı ; uğruna acı çekilmezse, .uğruna ölünmezse, uğruna birşeyler yapı lmazsa aşkın yar ım kalacağıd ı r. Oysa sevgi lerini çiçeklerle, müzikle bezeyen i nsanlar bilirim, ben. Oralarda aşk uğruna ölünmez, gelincikler aras ına oturu!up ağlanı r. Ince bir sızı kaplar insanın yüreğini. Bir gelincik koparıp armağan etmek istersin sevdiğine, elin varmaz. Gözyaşlarını si ldiğin mendil ini ya da bir tutam saçını yolar verirsin . O da y ı llarca koynunda, kalbinin üzeri nde saklar onları . Babana kaç kez söyledim, benim de buralarda aşkımı güdük bırakmak istemediğimL Yaşayacağım ız sevg i , buralardan çok uzaklarda yeşerecektL Şehri n son ış ıklarından ötelerde deği l , güneşin batt ığ ı yerden de uzaklarda bir yerde. Çiçektere özenle yaklaşan, biri nin solduğu nu görünce oturup ağlayabilen, yükünü taşımayan bir kanncaya yard ım etmek isteyen i nsanları n arası nda büyüyecekti aşkımız. Oralarda, i nsanlar sevgi leri uğruna, ölüm d ışı nda herşeyi göze almışlardır . Ama kimse ölmek istemez. Ölmesini de istemezsin onlardan. Çünkü ölüm aşkı yar ım b ı rakı r. ,Büyüyüp belki de s ıcakl ığ ıyla tüm dünyayı saracak bir aşk yanm kalmış olur. En azından geride kalan ı n çekeceği kah ı rlar akla gelir ve ö lümden vazgeçilir.
Oralarda, günbat ı mlannda kı rlardan dönenJerı yal ı lan nda özenle döşedikleri şark odalarında, yemek öncesi çpylannı içerler, doğu bütün gizemiyle aşkların ı yükselti r, yüceltir. Gecerayıs ı na
103
Anne Hikayeleri ---------------doğru , barok mimari n i n oymaları alt ı nda, güzel bir balo , i le aşklar ezgiye dönüşür. Bun ları anlatt ığ ımda baban sürekli karşı ç ıkar: Sen, Osman l ı Saraylar ın ın görkemi , Fransız Saraylar ın ın ağdah yaşamı altında aşklan boğmak niyetindesin . K ı rlar, çiçeklerse dekordan öte gitmiyor, senin anlayış ında. Oysa k ı r ve çiçek yaşama bakış olmalı Beni çok üzüyor, baban. Oraların ı tam olarak anlatam ıyorum; ona. Duygularımı hep arabesk buluyor."
Günbat ımları nda b i r demet gelincikle anneme gidip başucunda ona ıshkla B ach'tan ezgi ler çal ıyorum. Babamın gidişinden, aylarca evden ç ıkmayış ı mdan, gelincikleri sulad ığ ımdcın, akşamsefatanna karşı çay içişimden sözediyorum. Babamın gidişine hiç ağlamadığ ımı , hatta şimdi onun oralarda mutlu olduğunu düşündük':' çe, benim de mutlu oluşumu anlat ıyorum. Sen de h iç üzülme, sen nas ı l şark odalarında çay içerken mutlu o luyorsan, o da oralarda, aşkı uğruna birşeyler yaparken mutlu. Ben de sevinçleri , acıları öğrenmeye başlad ı m. Yüreğimde sız ı lar, beynimde alttan alta kavgalar başlad ı . Seyyar lamban ın ış ığ ı alt ında yemeğimi yerken, güzel bi r ş i i l'le ağl ıyorum. Sonra haykırmak karşı çıkmak istiyorum, bir şeylere . Hayır anne korkuları yersiz, daima ağlamasın ı bi len bir insan olarak kalacağı m .
Sonra sigaramı , annemin gelincik lerle örtülü toprağı nda sön-dürüp eve dönüyorum. Akşamsefalan açm ış oluyor.
3
Özlemlerim
Sonra sonra korku i le ü mit arası ndaki fark ı ayıramaz oldum. b alnızd ım. Hiçbir inanç beni i nandı ramıyordu. Art ık dünyaya bakmıyordum. En güzeli h iç doğmamaktı ya da annemi dövmeye kalklŞlP taş o lmakt ı . I lkin sütçüyü sonra da dostlar ımı kovaladı m. Hep süt içmek, her akşam hasınn üstünde aynı konuları konuşmak sıkıyordu. Temizlikçi kadın da artık gelmiyordu, etimin çağrısl ' dinmişti . Tenim ürpermiyordu.
Yaşama karşı en ufak bir tepki göstermiyordum Canlı l ığ ım beni rahatsız ediyordu . Bir trafik kazası nda hafıza kaybı na uğramak,
104
-----------...... ------ Ora Özlemleri
yaşananlar ve upuzun pir unutuş, unutuluş . . . Zamandan arınmış bi r uzak köşe . . . Taş olmak ve gerçek huzuru bulmak. Başka ne beklenebil ir k i yaşamdan ! Biri leri gelmeli , beni bir köşeye atmal ı ve orada öylece kalmal ıyd ım; hiçbir etki görmemek, korkmak ve ümit etmek için neden bulamamak, yaşamdaki anlamın ı bir kenara atmak, can l ıhğ ıma bi r son vermek, öylece kalmak. Öylece kalmak, söylenişinde bile sukCınet var. Evrendeki yerimi kavramaya çal ış-
. mak, büyük aşk özlemleri beslemek ve onun uğruna bir yerlere çekip gitmek düşleri , aptalca ve yorgunluk vericiydi , dahası sonuçsuz kalacakt ı .
Oralar; .şehrin son ışıklarından da öteler, güneşin batt ığ ı yerlerden de öteler özlemlerimize ne katacaktı ! Oralar da gidi ldikten sonra, anlamını yitirmeyecek miydi? Ve büyük aşk umutlan , bu yitmeyle birlikte yitmeyecek miydi? Madem ki oralarda insanı s ıkan ve sın ırlayan bağlar vard ı , o yerlerde de hiçbir zaman huzur ve mutluluk
. olmayacakt ı . Ancak bir köşeye at ı l ıp kalmak; didinisiz, tepkisiz . . - Kimse yok. - lütfen aç kapıy ı . - Defolun . - Bizler seni seviyoruz. Bizler seni yaln ız b ırakmak istemiyo-
ruz. Mücadele sürüyor. Sen, bizlerle vars ın . - Beni rahat b ı rakmanız için sizlere ne söylemem gereki
yor. - Dışarıya çık, burada yaşam var, sevinçler, umutlar, çiçekler,
aşklar var. Yı ldızlar olmasaydı , gökyüzü güzel olurdu. Bitimsiz siyahhk ve
. sonsuz karanl ığ ın içine dalmak, orada bir nokta olmak, kucaklamak siyah l ığ ı ve sonsuzluğu .
Ben, karamsar ve umutları n ı yitirmiş biri deği l im. Huzur içnide öylece yaşayabi leceğim, öylesine bir köşe arıyorum. Uzaklarda olduğunu sanmıyorum. Çok yak ın ımda bir yerlerde . Zaman zaman ona yaklaşt ığ ımı hissediyorum, arıyorum, bulamıyorum. Ama her
lOq
• h·
Anne Hikayeleri
geçen gün biraz daha yaklaşıyorum� Bu düşünceterim çok küçük yaşta annemin ölmesi , babamı n
gitmesi sonucu terkedi lmişliğin , aczle büyümenin getirdiği yant ışI ı klar deği ldi . Isteseydim annemin ölümüne, babamı rı gidişine engel olabil irdim. Küçükdüm, dua etsem -Safi ım, t�mizdim- kabu� . olu r, annem ö lmezdi . Ağlasam babam gözyaşlanma dayanamaz i kal ı rd ı . Ben gitmelerini istiyordum. Babam gidince , b ı rakt ığ ı sofra-da yiyip içecek, annemin saray düşlerini sürdürdüğü balkonu kullanacaktı m. Evden ge d ışarıya çıkmayacaktım. Hiçbir şey beni yönlendirmeyecek, bir köşede öylece kalacakt ım.
Beynimdeki ipe sapa gelmez düşünce kırı nt ı larından da kurtulmahyd ı m. Gözlerim kör olmalıyd ı ki dünyayla aramdaki etkil eşim son bulsun. Eskici ler ve sahaflar, üstü me üstüme gelen. eşya ve kitaplanmı götürdükten sonra epey ferahlad ım. Sadece bahçedesi has ı r, üstündeki sofra ve seyyar lamba kald ı .
lambayı yakt ım. Sofrayı kurdum. Hasıra oturdum. Umutluydum . . Bulacakt ım. Henüz güzel likten de yitirmedim. Hala, günbat ımlannda akşamsefalarma karşı çay içiyor, annerne gelinCikler götürüyor, babam m mut lü o lduğuna inanıyor ve ben de mutlanıyordum. Sonra her şey dal !an ıp budaklan ıyor, kmnt ı düşünce ler beynimde göve.riyordu . Kurtuiamıyordum onlardan, huzuru mu kaç ınyorlard ı . Bir sona varmal ıydım. Dalları budamalıyd ım, çelişki ler katmamahydı . Huzuru yakalamıyd ım, gövdenin özsularla i l işkisini kesmeliydim.
lambayı yakmışt ım . Neydi , özlem? Özlemlerim ! Dünyaya bakış ıma göre şeki l lenen düşler, Çekip çekip gitme ler, Akşamsefalarına karşı içi len çayın burukluğu, annemin , baba
mın dizlerine yatmış onları dinlerken yaşadığ ım ama yitirdiğim ı l ıkl ı k, babamı n giderken sertçe örttüğü kapın ın süren t ın ıs mıydı , Özlem:
106
-----------------= Ora Özlemleri
yiti ri len sönen, umutlarımız ı , aşklanmız ı diri lten , hep hayalimizde büyüttüğümüz, uğruna bi rşeyler yapt ığ ı mız , e lde ettiğ imizi sand ığ ımızda bunun bir sann olduğunu kavradığ ımız, hep içimizde kalan, sonralari düşlerimizden de kovduğumuz, i lk okuduğumuz kitabı raflarda yeniden aramaya başlad ığ ımız , kendimizi anlayamamak ve sonra herşey saçmadır dediğimiz, tüm bunlardan sonra , içine düştüğümüz sessizlik midir, özlem. Hayal ve umut etmeyen, sorunsuz, sorumsuz, dünyaya bakış
s ız tari hsiz bir insan o lmaya uygun bir köşe aramaya i�en duygu . Sofrayı kurmuştum. Yok olmak, toprağa karışmak, yordamlarla öğrenmeye çal ışt ı-
ğ ım hayattan ve mutsuzluktan çekip gitmek, .
bulabi lmek huzuru , kafamı ve kalbimi yormadan yaşayabilme olanağ ın ı .
Hasıra oturmuştum. Yı ldızlar gidin, gökyüzünü rahat b ırakın , onun tertemiz, sonsuz
siyahl ığ ın ı lekelerneyin . Sustum. Gözlerimi kapad ım. Gökyüzü, göksiyahıyd ı .
107
Anne Hikayeleri
BALKON SAATİ Erendis AT ASÜ
Haziranın Temmuza döndüğü yaz akşamları kad ınlar patl ıcan biber kızartı r. M utfak pencerelerinden duman duman kızartma kokusu yay ı l ı r apartman aralarına. Kad ınlar yazın rengarenk çöpüyle tepeleme , pat lıcan kabukları , biber, domates art ıkları , kiraz çekirdekleri taşan kovalan sinek ve koku yapmasın diye, akşam alacas ından hepsi g ri gözü ken binaların arası na s ık ışm ış , sand ıklar, alet çantalan, bacağı k ı rık eski iskemlelerle dolu dar uzun balkonIara atarlar. Balkonlar büsbütün kalabal ıklaş ı r. Bu yaz kiraz çekirdekleri yok çöp kovalarında. Çocuklar kiraz yemedi bu Haziran. Kilosu yüz l i radan aşağ ı inmedi ki mübareğin . Iyi ki "Neden kırmızı k ı rmizi kiraz soframızdan eksik?" diye hesap soracak yaşta çocuğum yok. Benimki daha bebek. Iyi , iyi , çok daha iyi . . . Uyanmadan k ızartma fasl ı n ı bitirmeliyim. Oku llar tatil olal ıberi bakıcıya yol verdik. Ne yapal ım, paramız yok. Iki ay tatil , nasılsa 'evdeyim. Ben bakacağı m bebeğe. Of, mutlak bunaitıcı oldu. Haziranda bu ne sıcak; böyle . . . Bebeğin başucuna buz dolu bir kap koyuyorum. Ne o'lsa azıc ık serinl ik veriyor. Biraz hava almaya balkona ç ıkmal ı . Orda hava denen şeyden varsa . . . Sarmaşıklara bakan geniş bir balkonda kurulmuş akşam sofras ı . . . çeşit çeşit salatalar, tuzlu bal ık, kadehlerde buzlu rak ! . .. Açık yakal ı emprime bi r e lbise giymiş şen şakrak bi r kad ın . Radyoda -o zamanlar te levizyon yoktu- h üzzam fasl ı . . . Nerde gördüm ben bu sahneyi? Annemle babam olamazlar. Dedemle ninem böyle mi yaşad ılar ki? . . Biz Ekrem' le h iç
108
• b
------------------- Balkon Saati
geniş balkoniarda akşam keyfi çatmadık. Hep ardiye gibi t ıkl im t ık! Imd ı balkonumuz. Çamaşı r kurutmaktan başka ne işe yarar apartmanların yanlarında uzanan birbirleriyle iç içe bu darac ık balkonlar? Yoklukta öyle bir işe yarıyor ki . . . Bayağı sever oldum balkonu bu yaz. Gün akşama dönerken bir iskemle at ıyorum çay demIiyorum kendime, bir de sigara . . . Gel keyfi m gel . . . Bebeği mama iskemlesine oturtuyorum yanıbaşıma. Güneş yakıcı ış ın ların ı kısmış, hafiften bir yel esiyor, tuğla duvar s ırtıma doğru tatl ı bir s ıcakl ı k yayıyor. Bebek sağa sola bakmaktan ağlayıp huysuzluk etmeye vaki� bulamıyor. Eh, h iç de fena deği l . . . Hem sandıkları , alet çantas ın ı bi leğimi burkmadan atlayıp balkonun sokağa bakan ucuna ulaşabi i dim mi , şöyle de uzandı m mı , gün bat ımmda kızı l laşan ufkun bi parçasın ı görebiliyorum. Azıcık da aşağı sarktım m ı , komşu apartmanın bahçesindeki çimleri ve onların üstündeki al gül leri . . . Göre bi ldiğim tek yeşi l ı ik bu. Üçüncü kattan bakan miyop gözlerim, yeş' üzerindeki ai lekeleri empresyonist 'tablolar gibi alg ı hyor. Eskider resim sergi lerini gezmeyi severdim. Şimdi, hele bebek doğal ı , hiç zamanım yok böyle şeylere . Çok seviyorum o gülleri . Bazen dakikalarca balkondan sark ıp onlara bakıyorum. Ta ki gülün yumuşak taç yapraklarını yanaklarımda, kokusunu burnumda, ı slak çimleri n seri nliğini avuçlarımda duyasıya dek. O zaman başım dönüyor hafiften, sarhoş gibi o luyorum, 'mutlanıyorum . . . . Düşlediğim gül kokusu bana eski y ı l ları çağrışt ırıyor. Çok eskiyi. Kirazın ki losunun on lira o lduğu ; yaz geceleri insanların balkoniara çıkmaya korkmadığ ı günleri . Genç kızl ığ ımı . . Bjr bir ış ıkların söndüğü, mavi gecenin karard ığ ı geç saatlerde içi mde hüzün koyulaş ı rken tek baş ı ma balkonda oturu r, ' tenimi yalayan okşayıcı yaz rüzgarın ın bedenime yaydığı titreşimleri dinlerdim. Rüzgarın komşu bahçelerden geti rdiği gül kokusu bir erkeğin dokunuşuna duyduğum özlemi artt ır ı rd ı .
Birazdan gelecek o erkek, yani Ekrem, yani kocam. Kocarn ı bekliyorum v e patl ıcan kızart ıyorum. Mutlu muyum, bi lmiyorum. Ekrem'in gelişini beklemek komşu apartmanın bahçesindeki empresyonist gülfer kadar mutlu ediyor beni. 'Özlemler gerçekleşmiyor. Tam gerçekleşir gibi olurken, gündelik hayat ın hay huyunda güme gidiyorlar. I lk evlendiğimiz yıllarda boşanmaya kalkardık arada bir,
109
Anne 'Hikayeleri
bütün evl i ler gibi . . . Art ı k böyle bir şey düşündüğüm yok. O yı l larda o rtak dostlarım ız vardı Ekrem'le. Aradan geçen zamanda onların çoğunu yitirdik . Şimdiyse ortak düşmanlarımız var, ev sahibimiz gibi. Ortak düşmanlarım ız o lal ıberi boşanma diye birşeyin yaşanmayacağ ı m bi l iyoru m. Ağız dalaşlar ımızdan sonra dünyanın sonu gelmiyor art ık . Belki fazlaca al ışt ık birbirimize Hepsi bu . Ekrem'siz ne yaparım? Bi lmiyorum. O bensiz ne yapar? Bu soruyu bir gün olsun kend ine sorduğunu sanmam. O benim gibi patl ıcan biber kızartmıyor ki , patl ıcanların bir yanın ın k ızarıp öbür yanın ın çevirme zamanın ı beklerken kendine sorular yöneltsin . . .
- Bi razdan kocam gelecek� Yorgun her zamanki gibi . Hakl ı . Okuldan sonra bir de özel dersanede. hocal ık etmek kolay mı? . Tertiklerin i giyip uzanacak. Sonra yemek yiyeceğiz. Sonra bu s ıcakta uyunabi l i rmiş gib i vasisdasları açıp yatacağız. Iy i ki üçüncü kattayız. Ya bodrumda ya da zemin kat ında olaydık . . . Isterse k ırk derece olsun , cam açmayı göze alamazdık . Bakars ın bir serseri kurşun g iriveri r odaya. Olmadı m ı böyle şeyler? Çook duyduk. Sonra Ekrem yorgun bedenini bana dayayacak. Terli dokunuşu, y ı l lar önce içimde hüzün koyunlaşı rken duyduğum özlem kadar zevk vermeyecek. Sonra şafak sökmeden s ıcağ ı , sessizfiği , karanl ığ ı ve uykuları bölen patlamalar duyacağız. Bazen yak ın , bazen uzak. Ne kadar kan ıksadıksa da alışamadık, ürpereceğiz. Sabah Ekrem işe gidecek . Ben evle ve bebekle uğraşacağım. Ve bu hep böyle olacak. Ta yaz bitip güz gelene dek. Sonra okulum açı lacak. Bebeğe bakıcı bulmak gerekecek.
Yazl ığa gidemiyoruz bu yı l . Her taraf çok pahal ı . Üstelik bebek küçük. Akşamüstü balkondu otururken gözlerimi yumup eskiden yaşad ığ ım tati l ieri an ı msıyorum. Marmaris , Kuşadası , Bodrum, Antalya. Ege'nin mavisi, Akdeniz'in beyaz ışığı . Bazen öyle canlı ki an ımsadıklanm, denizin yosun kokusuyla karış ık tuzlu seri nl iğini duyumsuyorum.
- Neşe Abla, uyuyor musun? - Yoo . . . Dalmış ım öyle . . . Deniz kıyı ların ı d,üşünüyordum. Se-
rin mavi sulara bir dalsam .. . Denizin yüzü kırış ır rüzgarla. Güneş pı-
• b
1 10
\ i
--------�-------- Balkon Saati
n ıt ıs ı gümüş gibi ış ı ldar min icik dalgac ıklar arası nda. O ı ş ı lt ın ı n içinde ufka doğru yüzsem.
- Amma romantiksin be Neşe Abla ! - Hiç Kuşadas ına gitti n mi Selda? - Bir kez. Geçen y ı l . - Güvercin adas ın ı bi l i r misin , Selda? Ordan deniz ne güzel
görünür. Ya Alanya kalesi? Ya Bodrum? Yükseklerden denizin görünümüne bay ı l ı rım.
- Peki Neşe Abla sen Güvercin Ada'smdaki diskoyu bi l ir mio sin? Nefis bir şey, harika.
- Antalya'yı unutmamal ı . Yalıyarlar . . . Düden'in denize döküldüğü yeri gördün mü?
_\- Yoo . . . Ama Düden şelalesini gördüm. Neşe abla, bak annem çörek yapmış, a l , buyur. çayın yanı na iyi gider. Dur, ben de çayımı a l ıp geleyim . Annemi çağırayım da.
Antalya'dan ardiye balkonuma geri dönüyorum. B lucinl i komşumun on beş yaş ın umursamaz iyimserliğiyle dolu yüzü , bitiş ik dairenin bitişik balkonundan; çoktan emekliye ayrı lmış, pasıanmış b i r çamaşı r makinesiyle eski b i r hasır masa arasından gülümsüyor bana. Çöreği al ıyorum, mis gibi . . . Mutlanıyorum. Gidemediğim Antalya'n ı n anı sı neşelendiriyor beni ; hüzünlenmiyorum art ık .
Bu yazki tek tatil im' bu işte . S ıcak öğle sonuyl(;l akşam yemeğinin hazırlanması arasındaki zaman parçası . Evin işi bitmiş . Bebekler uykuda. Büyük çocuklar serinlemeye başlayan sokakta oyunda. Gün boyu sıcakta uyuşuk bir sürüngen gibi uzanıp duran sokak çocuk cıvı lt ı larıyla canlan ıyor. Birbiriyle iç içe dar uzun balkoniarda hayat başl ıyor. Birer ikişer kadınlar balkoniara çıkıyorlar, e l lerinde çay ellerinde sigara. Bu , günün en güzel saati. Bu kadınların özgürlük saati .
Her şey Güneş'in yüzünden o ldu . Yani akşamüst leri bizim apartmanla komşu apartman ın birbiri ne bakan balkoniarında ka-
1 1 1
Anne Hikayeleri --------t--==------
d ın lann oluşturduğu küçük topluluğa kat ı ımam. Yoksa kırk y ı l kalsam ev han ım ı komşularımia ahbapl ık kurmak akl lma gelmezdL Bütün yaz akşamüstlerini el imde çay, sigaramın dumanında Bodrum ve Alanya kalelerinin görüntülerini düşleyerek geçirirdim. Ama Güneş durur mu? i lla karşı balkondaki teyzeye agucuklar, gü!ücük-ler, te l sararlar yapacak.
.
-- Aman da ne tatl ı bir bebek bu. Ah, Allah bağışlas ın annesi , maşallah .
- Sağ o lun , efendim. - Kız mı oğlan m ı ? - Kız teyzesi . Ad ı d a Güneş. - Ah, adıyla yaşasın . Adı gibi güzel bir ömrü olsun, - Teşekkür ederim, efendim. Gururlanıyorum bebeğirııe gösteri len i lgiyle, ama art ık ş� " ha-
n ım sussa da ben de mavi Ege'yle başbaşa kalsam. - Kaç ayl ık, yavrum? - Dokuz efendim. - Ah, maşallah . Allah nazardan saklasın . Güneş, Güneş, k ı -
z ım . . . Bak ın , bak ın , annesi , nas ı l da adı söylenince baş ın ı çeviriyor.
- Yaa . .....:.. Çok akı l l ı , maşallah . Güneş, canım, tel sarar Güneş, te l sa-
rar. Ve Güneş hemen ellerini döndürmeye başl ıyor. Bir yanda n da
k ık ı r k ık ı r gülüyor. Karşı teyzeyle ahbapl ıktan pek sevinçl i . - Yeni taşınd ın ız galiba, yavrum. Hah, işte başlad ı herkesin yaşamına burnunun sokmaya he
veslilerin merakl ı soru ları . Ben seni bilmez miyim komşum? Yemeğin yağ ın ! koymayla tuzunu koyma arasında pencereden b akma-
• h,
112
----------------- Balkon Saati·
dan edemeyen, mahallenin girdis ini ç ıkt ıs ın ı muhtardan beter bilen kadı nlardansın sen. Her hal inden bel li .
- Hay ı r efendim. Üç yı ld ır burda oturuyoruz. - Yaa, hayret. Sizi yeni görüyorum. Balkona çıkmıyorsunuz
herhalde. - Çal ışıy,orum ben, efendim. Öğretmenim. Şimdi okulum tatil
de. - Aa, öyle mi? Çal ışıyorsunuz demek. Çok güzel . Yeni evlisi-
niz her halde. -
Hak şimdi şuna . . "Ne öğretmen misiniz? Hangi okuldası nız?" diye . sorar m ı? Yeni evliymişim her halde . . . Sana ne benim evli liğimden. Gel de deme: "Ah şu kadın ların Ama Güneş bayıldı teyzeye. Minicik el lerini uzat ıyor mama iskemlesinden karşı balkona.
- Hayır, tam sekiz y ı l l ık evliyiz biz. - Yaa. Bu yeni doğan bebeğiniz her halde. - Yeni ve i lk bebeğim, diyorum. Komşum şaşkın l ıkla Güneş'e bakıyor. Ay, nerdeyse kendimi
tutamayı p kahkahalan koyuvereceğim. B i rden iyi l ikseverl iğim baskı n ç ık ıyor. Kadıncağız ın bütün gün kafasın ı yormayayım.
- I lk y ı l larda ard arda iki düşük yapt ım da, gözüm korktu. Bebek fi lan istemedin uzun süre .
- Yaa, diyor komşum, halden bi l ir bir tavırla. Özel b i r kad ınl ık soi"unumu ona açmamdan doğan bir sevinç parlıyor yüzünde. Ondan sonra dost oluyoruz Nemide Hanım'la. Nemide Han ım'ı Hatice Han ım, Hatice Hanım' ı Suzan Han ım izl iyor. Karşı apartmandan sonra s ıra bizim apartmana geliyor. Önce bitişik balkonla ahbaplığı kuruyoruz. Gönül'e l ise bire g iden kızı Selda. Apartmana giriş Çlk ışlarda bir göz tan ışıkl ığ ımız var. Gönül 'den çörek, pasta tarifieri a l ıyorum. Sonra Gönülleri n üstündeki Yı ldız Hanım. Akşamüstleri çayları mızı içerken balkandan balkona azıcık yüksek sesle konuşuyoruz, çocuklarımızdan, kocalarımızdan , ev işlerinden. Her gün
113
Anne Hikayeleri ---------------
ayni şeylerden söz ediyoruz, b ıkmadan, usanmadan. Laf bi r türlü bitmiyor. Biraz gecikmişse birimiz, bir seslenen bulunuyor.
- Neşe, Neşe, nerdesin? - Geliyorum Gönül , geliyorum. çayımı koyayım da. Ekrem'in
pantolunu ütüledim az önce. Bü s ıcakta ütü çeki lmiyor. Ter içinde kald ım.
- Bir duş al , şekerim. - Şaka ediyorsun herhalde. Kızım, su lar kesildi , farkında deği l
misin? - Doğru be Neşe. S ıcak başıma mı vurdu ne . . . Gönül bir kah
kaha patlatıyor balko nun kıyıs ından. Nerdeyse benim balkona giriverecek. Öyle yak ın .
- Bütün kap-kacağı suyla doldurdum, ama gene yetmez. - Yetmez anam, yetmez. Bu sıcakta. Benim bidon da delindi .
Pazardan yenisini a lmal ı bu hafta. Patl ıcanlar bitti , biberler k ızanyor. Beynimin içinde bir sözcük
yankı lan ıyor; "Yazgı " . Birden bire nerden akl ıma geliverdi? S ı ras ıydı . . . Tam da şu ortadaki biber cazırdarken. Patlamasın diye biberin yeşi l s ırt ına çatalla açtığım deliklere bakarken. Dört tane minik delik. Gene de cazl fd ıyor bir yandan da o boğaz t ı rmalayıcı kokusunu savuruyor. Birden bir şimşek çaktı kafamda her şey ayd ınlanıverdi . Bazen birşey durup'durur akl ımız ın bi r köşesinde yı llard ır, gündelik sorunlar ın örtüsü alt ında gizlenmiş, bulanık bel irsiz bir düşünce. Bir birikim o lu r orda kendimiz de bi lmeden . Derken birden, biberin bir taraf ın ın kızarıp öbür yanın ın dönmesi gerektiği an örtü kalkar, bulan ıkl ık dağ ı l ı r, berraklaş ır her şey. Insanların yazgı tutkusu, neden bu kadar köklü? . . Tanrısal bir şey değil çünkü yazg l . Tanrı 'yla, dinle i lgi l i bi r y ığ ın şeyi unutup geçiyoruz da yazgı kavramı niye yapış ık kardeşimiz gibi? Düpedüz somut bir şey y.azg ım ız da ondan, gündelik yaşamımızın içine işlemiş. Nemide Hanım, Gönül , ben ayn ı yazgıy ı paylaş ıyoruz. Kad ınlara özgü yaşama biçiminden soyutlanı rsak ortak nemiz kal ı r aynı sokakta oturmaktan
114
----------------- Balkon Saati
ve hayat pahal ı l iğ ı ndan öte? . . Kocalanmız bir araya gelseler günün bir saatini birlikte böylesine güzel , candan ve yoğun yaşayabil ir mi? Eğer futbol hastası değil lerse söyleyecek ne bulurlar birbirlerine? Ama bizim laf ımız bitmiyor. Onların yazg ıs ın ı ayl ık geli rleri beli rliyor. Bizimkiniyse ayl ık gelirimizle kad ınl ığ ım ız. Eskiden epey kitap okurdum. Yani bebeJ<ftloğmadan, daha doğrusu evlenmeden önc,e, Simone de Beauvoir, fi lan . Bahse girerim Nemide Han ım Simone de Beauvoir'ı duymamıştır bi le. Ve ben, Nemide Hanım, biz, hepimiz işte şimdi ayn ı çizgideyiz. Neye yaradı vaktiyle okuduklar ım? I nsan öğrendikleri ni başka birşeylere , davranışlara, eyleme dönüştüremedikten sonra . . . Nemide Han ım benden iyi durumda. Mürekkep lekesini nas ! 1 ç ıkaracağ ın ı bi liyor; yarım saatta çilekU turta pişi rebi l iyor; işi ni en çabuk o biti rip balkona en erken o çıkıyor.
Ekrem' le üç yı ld ır bu apartmanda oturuyoruz. Kapıcıdan başkas ın ın yüzünü gördüğümüz yoktu . Gönül' ler altı yı ldır burdaymış. K ız ı Selda daha çocuktu demek biz taş ınd ığ ımızda. Hiç ayrım ına varmamış ım. I nsanları geometrik biçimli bu apartman dairelerine hapsedip birbirlerinden yalıtmış, kent merkezinde yaşam. Yabancı lan barınd ıran bu iç içe pencereler, balkonlar hapishanelerin kıs ıtlayıcı duvarların ı , demirleri ni kal ın laştı rmaktan başka işe yaramıyor. Balkon saati ; gerçekten özgürlük saati. Duvarların , demirIerin yıkı ldığ ı , hapishanelerden hapishanelere dert yanmaların, derde ortak .o lmaların , gülümsemeleri n uzandığ ı saat.
Sokağı n ucundan görünen gurup yeri soluklaşı rken birer birer içeri girer kadınlar. Kapılar açı l ır kapanı r. Kızartmalar yapı l ı r. Sofra kurulur. Çöpler balkona konur. Günler iyice uzad ı . Akşam yemekleri geç yeniyor art ık. Sofra kalktıktan sonra pencereler s ıkıca örtülüyor, perdeler çeki liyor. Kapı lar kilitleniyor, sürgüleniyor, zinci rIeniyor. Kimi evlerde kap ın ın ardına koltuk, iskemle yığ ı l ıyor, bi liyorum. Tabanca, bomba sesleri gelen sokakla tüm bağlant ıs ın ı kesmiş, sıcaktan bunalan geometrik biçimli dairelerde kuşkulu , tedirgin uykular paşl ıyor. Bazen bir perde kıpırdıyor, ış ığ ı söndürü lmüş bir odanın penceresinde. Elleri cepte köşe başında dikilen karanlık adamlar görüyor perdenin arkasındaki . Hemen kapatıyor perdeyi ,
115
Anne Hihayeleri
içinete ürküntünün ü rpertisi . Sokaktaki h içbir şeyi duymak, görmek istemiyor evlerdeki ler. Evlerin içi evlerin dışı nı yadsıyor, bu olabilirmiş gibi .
Oysa birkaç saat önce, akşamüstleri, bizler balkondayken, çocuklar cıv ı l c ıv ı l oynarken sokak ne ka"gar da değişikti � Ev işleriyle ev d ış ın ı n bütünleşe zamanı .
, -
- Ceren çok terledin. Çabuk yukarı çık, üstünü değiştir.
- N'olur anneciğim, oyun bitmedi daha . . . - Ceren diyoru m . . . Tişörtünü değiştir, yeniden in aşağıya.
- Anne, annee . . . - Ne var gene Sinan?
- Anne, yukarı geliyorum. Karn ım aç, bana bir bisküvi ver; - Ceren , yeleğin i aşağı atıyorum. Bari bunu geçi r s ı rt ına . Yaşamın olağan konuşmaları . Ne kadar da olağanüstü . . . Ev içi
yaşamı nı n i nsanı bunaltan al ış ı lm ışl ığı , gürü ltüsü pat ırtıs ı sokakla bütünleştiği bu k ısa sürede nası l da taze ve dingin . . . Sald ı rgan geceden önce, tekdüzeliğin o aldatıcı güvenlik duygusu nası l da dinlendirici . . . Sanki yaşamımızda hiçbir şey değişmemiş. Sanki kulağ ımız sokağı n gizlediğ i tehlikeli gürü ltülerde, o tedirgin uykulardan büsbütün yorgun kalkmıyoruz sabahları . . . Sanki sokaktaki kargaşa tümümüzün yazg ıs ın ı e le geçirmemiş, hayatlan mızı apansız sona erdirecek güce erişmemiş gibi . . . Batan güneşin ış ınların ı akşamüstleri pembe pembe yansıtan bu sokak pembelik karardıktan sonra şimdi çocuklan bast ığ ı bağrında karanl ık ve sinsi tehlikeleri barındı racak. Gece başlarken çocuklar annelerinin çağı rmas ına gerek kalmadan evlerinin yolunu tutacaklar, uslu uslu . Kadı ların ve çocukların özgürlük saati bitecek, tutsak edici gece başlayacak.
Çünkü burası Ankara, yıl 1 980, aylardan Haziran. Sıcak başlayal ıberi vazgeçtim, sokaktaki olaylan düşünemiyorum. Bezdiğimiz ve al ışamadığ ımız korku . Önceleri h iç akl ımdan çıkmazdı . Neden böyle o lduk, sorunlar ne, çözüm ne? Kimselere hak veremiyoru m
116
• h·
----------------- Balkon Saati
artık. Tek düşüncem çocuğumun bu yıkıntı altında kalmamas ı . Bizi boşver .. Ekrem de ben de yolun yarıs ı na geldik. Zaten o rtalama ömür kaç yıl bu ülkede? Ama evladım, bebeğim , o yaşamal ı . Kimseye hak veremem, sokaktan zaman zaman ev içlerine taşan çat ışmayı büsbütün katlan ı lmaz yapıyor. Anlayamadığ ı , taraf o lmad ığ ı şeye hiç dayanamaz insan. Biliyorum Nemide Hanım, Gönül , Hatice Han ım, hepsi benim gibi yapıyor. Sokağa kulak t ıkıyoruz. Anaç tavuklar g ibi civcivleri mizi kanatlarım ız ın alt ı na a lmaktan başka amacımız yok. Kanatlarımızı gerip ev içlerine kapanıyoruz. Oysa orası sıcak, bunait ıcı , tek düze, bıkt ı rıcl . . . Ev yaşantas ın ı güzel leştiren o küçük değişikl ikler nerde? Gece yürüyüşlerinde yenen bir külah dondurma, açık hava sinemaian, akşamüstleri iş çıkış ında gezinti niyetine vitrin bakmalar, bi r iki eş dostla bir açık hava pastanesinde oturmalar . . . Iş çıkış ı herkes evine koşuyor. Caddeler t ıkl im t ıkl ım, yürü nmüyor ki kalabal ıktan . . . Kalabal ıklar teh like dolu. Ya otobüs durağı , pastane makineliyle taranı rsa . . . Zaten pastalar çok pahalı , kahve desen çoktan bulunmaz oldu . Üstel ik işten Çıkıp sağa sola bakmadan doğru evinin yolunu tutsan ancak bir saatte varırs ın , trafik öylesine s ıkış ık. Ev dış ın ın h içbir çekici l iği kalmad ı .
Akşam çöküyor. Birazdan kocam gelecek. Güneş günün üçüncü uykusundan uyanacak. Bu dönemi atlat ı rsak Güneş'in nası l bi r yaşamı olacak acaba? Annesininki gibi mi? O da m ı ortak yazgıyı paylaşacak? Yoksa değişt irebi lecek mi?
" Iyi ki k ız ım var" diyorum art ık . Güneş pek minicikti doğduğunda. Güçsüz dudaklarıyla süt emmeyi beceremedi . Komşu yataktaki loğusa i ri yarı bi r oğlan doğurmuştu. Oğlancık annesinin memesini şapur şupur öyle bir emiyordu ki . . . Emme ne demek, sömürüyordu. "Keşke oğlum olaydı" demiştim o gün. "Oğlan bebekler güçlü o luyor. Şu süt derdimiz biterdi o zaman. Benim memelerim de böyle süt dolup taşard ı . " Freud, ruhun şadolsun ! . . Sonra kız ım ın minicik kad ınl ık organın ı gördüm, alt ın ı değiştiri rken . Öylesine küçüktü ki . . . Hem gülme hem ağlama isteği veriyordu bana. Benim rahmimse hala s ızl ıyordu. Kızımın o ufacık bedeninde kendime bir omuzdaş bulmuştum. Belki onların, Güneş'in yaşıtların ın daha an-
117
Anne Hikayeleri ---------------
lamI I , doygun bi r yş.şamı olur. Bizim için art ık vakit çokgeç. Treni kaç ı rd ık galiba. Biz bunaitici ev içleriyle düşman ev d ış ı arası nda eşikte kapana k ıs ı ld ı k. Balkandaki bir saatlik mutluluğa razı o lduk ister i stemez.
Kalk k ız ım Neşe, kalk, sofrayı kur. Kocanın gelmesi yakaşt ı . Fe lsefeyi b ı rak.
Mart 1 981
118
• b
--------------- Kadınlar da Vardır
KADıNLAR DA VARDıR Erendiz ATASÜ
Servet Hanım'a hastaı iğ ın ı söylemedi ler. Rahminde zarars ı� bir ur vardl , kanamanın durması için ameliyatla çıkarı lması gerekliydi . Öyle dedi ler. Oysa kanserdi tan ı . Ameliyat laf ı çok korkuttu Servet Hanım' ! , ağlad ı , s ızlad ı : .. Hasta olmaya al ış ık deği ldi ki . . . Kocasıyla çocuklarından Servet Hanım'a hastalanma s ı rası hiç gelmemişti . Ateşi ç ıkar, boğaz i ağrı r, ishal olur, ayakta geçiştirird i . Giderek çevresindekilerin sözsüz inanclrJ l paylaş ı r olmuştu . O kaya gibi sağlamdı , hastalanmazdl . Oysa şimdi "Yatacaksın ." diyorlardı , hem de hastenede, hem de günlerce . . . "Ameliyat olacaksı n." diyorlardı . Sevret Hanım sabah ın alt ıs ında yataktan f ı rlamaya al ış ıkt ı . Nas ı l yatardı onca gün? Sonra, ameliyattan ödü kopuyordu . Kanama kendi kendine dururdu elbet. Ameliyat neyin nesiydi? Kocası ve çocukları dut yemiş bülbü! gibiydi ler, yüzlerinde yiti rmişlik . . .
Servet Hanı m, elli yedisinde başına yeniden adet kanaması gibi bir şey gelince bedeninde bir düzensizlik olduğunu anlad ı ama hiç aldırış etmedi . Bu da ayakta savuşturduğu rahatsızl ıklardan biri olsa gerekti . laf arası nda komşusu Naciye Hanım'a anlattı durumu. Birden Naciye Hanım' ın yüzünün rengi att ı . Servet Hanım'ı s ı kı b i r sorguya çekti . Kanama ne gün başlamışt ı , ·az mıyd ı , çok muydu, ağrısı var m ıydı? Ve Servet Hanım'a hemencecik bir hekime gitmesini sal ık verdi . Servet Hanım o gece kocas ı na açtı konuyu . Behçet bey uykuya dalmadan önce esnedi ve "iyi ya" dedi , "Yarın
1 19
Anne Hikayeleri
doktora gideriz." Ertesi gün Behçet Bey de Servet Han ım da unutmuştu sorunu, ama komşu unutmadı . Üç gün sonra Servet Hanım' ı yaka paça doktora götürdü, karşı gelmelerine ald ırmadan. Doktorlar, hastalar, s ı ra beklemeler, antiseptik kokuları , muayene masalan, kad ın doğumcularm sivri uçlu, parlak görünüşlü, akla işkenceyi getiren aygıt ları . . . Pek garibine gitti Servet Han ım' ın bunca y ı l sonra doğum masas ı na yatmak. Son doğumunun üstünden yirmi iki y ı l geçmişti . Bir an bi le kanser o labi leceğini düşünmedi .
Birkaç gün sonra komşusu Naciye Hanım, Servet Hanım' ın kocas ın ı merdiven ara l ığ ında yakalad ı ve analiz raporunu almaya onun gitmesin i , Servet Han ım' ı yo l lamamasmı öğütledi . Behçet Bey "N'o luyor be hatun sana" der gibi ters ters baktı komşusuna. Basit bir kadın rahatsızl ığ ı için karıs ın ı her gün yaka paça doktora taşıyan, evinin düzenini bozan şu komşu Naciye'ye iyice kızıyordu artık.
-:- Bakın Behçet Bey, dedi Naciye Hanım, inşaailah değildir am Servet Han ı m'da kanser o labi l ir. Pat diye kendisinin öğrenmesi doğru deği L . Lütfen raporu siz a l ın .
Kanser mi? . . Amma da saçmal ıyor şu kad ın . . . Servet ne diye kanser olsun? Soyunda sopunda yok bir defa kötü hastal ık. EvIerden ı rak. Neler de konduruyor şu kadın , basit bi r rahatsızl ık için . . . Dünya alem bi l ir kadı n mi l letinde şu ya da bu nedenle ikide bir kanama olduğunu, kimse de fazla ciddiye almaz bu işi . Naciye Han ım'a kafası nı sallamakla yetindi Behçet Bey. Ama içine de kurt düşmüştü bir kez . . . Aşağı bakkaldan büyük kızına telefon edip annelerinin evhamh bir komşu kadın ın ın ağına düştüğünü, kanser laf ın ın ortada dolaşt ığı n ı bi ldirdi . Behçet Bey raporu almaya kız ıyla gitmek istiyordu. K ız ı eczacıyd ı , ne de olsa anlard ı tıp di l inden.
Servet Hanı m ertesi günü kız ıyla kocas ın ın hal ine bir an lam veremedi . Evin en değerli porselenini k ı rmış çocukların suçlu luk dolu şaşk ın ığ ı vardı yüzlerinde. Israrla SerVet Hanım' ı ortanca torunuyla sinemaya yol ladı lar. Hemen aile meclisi toplandı ve durum görüşüldü Servet Hanım'ın kocası ve beş çocuğu tam bir bozguna uğramışlard ı . Her kafadan bir ses çıkıyor, kimi ağl ıyor, kimi bağırı -
120
--------------- Kadınlar da Vardır
yor, çocuklar babaların ı suçluyorlard ı . Annelerine çok çektirmişti . Gün mü görmüştü kadıncağız? Anneleri çok ihmal edi lmişti , çok . . Onca gün kanaması olmuştu da doktora bile götürmemişti anaların ı . O zaten hep böyle bencil bir adamdı . Onlarada az mı etmişti? . Oraya baktm, yasak, buraya baktın, yasak, sigara içtin, tokat . . . Yok canım, mahvetmişti tümünü. Servet Hanım' ın hastal ığ ı unutu lmuş, beş kardeş i lk gençliklerinin baskıcı babası ndan öc almaya koyulmuşlard ı . Behçet Bey bunca sald ı rı karş ıs ında afal lamışt ı , neden sonra toparlan ıp kendini savunabi ldi . Tabii gün görmezdi analar! . Son yl'lIarda torun bakmaktan bitap düşen Servet Hanım deği l miydi? Naciye Han ı m gelmese tart ışma sürüp gidecekti .
Hastane . . . Orada bir yatak bu lma, hasta larına bak ım sağlama . . . Yanıt ın ı hiçbirin bi lmediği korkunç bir bulmaca gibi dikiliyordu karşı larında. Tanıdıksız olmazdı bu iş, günlerce ameliyet s ı ras ında beklerdi anaları . Evet, evet bir tanıdık gerekiyordu, kesinlikle . Eczacı abla, tanış doktor an ımsamaya ama bel leği iş lemiyordu.
- Yahu durun , nedir bu haliniz? Bizim Gülşen var ya . . . Onun kliniğine yat ı rı rız , dedi Naciye Hanım. Zaten ben Gülşen'e götürecektim Servet'i ama o muayenehane istedi . Hastane s ı ra mıra bekleyemem dedi Gülşen çok iyidi r. Ne gerekirse hemen yapar.
Hay Allah nas ı l da untumuşlard ı Naciye Han ım ' ın kad ın doğumcu yeğenin i . K ız , koskoca bir hastanede şef yard ı mcıs 'yd I . Oh ! . . Neyse . . . Sorun çözümlenmişti . Ai le meclisi oybirliğiyle karar ald ı . H içbir parasal özveriden kaçmmayacaklardl . Annelerini tek kişi l ir birinci s ın ıf bir odada yatıracaklar, harcamaları bö!üşeceklerdi . Anaların ı koğuşlarda sefi l edemezlerd i . . .
***
Servet Hanım, on iki gündür yatt ığı birinci s ın ıf hastane odasın ı inceliyordu, ,biraz şaşkın , biraz da hoşnut gözlerle . . . Son bir iki gündür, kendini pek kötü hissetmiyordu ve ağlaya i n leye ge ldiği şu odaya gitgide içi ı s ınmaya başlamışt ı . Bayağı da büyük ve feraht! , banyosu , tuvaleti , telefonu, herşeyi tamamdı . Servet Hanım, arada s ı rada hastaneye deği l de tatil için otele geldiğini sanıyordu . Bu gece burda yalnız yatacaktl . Servet Hanım ömründe i lk kez bir odada
121
Anne Hikayeleri ----------------yaln ız yatacaktı . Bu d üşünce garip bir heyecan veriyordu ona. Kendisine ait bu denl i geniş bir alanı hiçbir zaman olmamışt ı . Çocukluğunda, genç kız l ı ğ ı nda kardeşleri ve ninesiyle ayn ı odayı pçıylaşı rd ı . Sonra bir ömür boyu Behçet'in soluğu ve horultusu eşliğ inde uyudu. Yeni doğmuş bebekleri yanlarında olurdu gençlik yılJarında. Şimdilerde ise bazen küçük torunlar gelip onlarla yatıyordu . Bugüne dek çocukları s ı rayla refakatçi kalm ış lard ı yanında. Ama artık iyiceydi. Üstelik refakatçi için ek para ödeniyordu hastaneye ve daha Servet · Hanım yirmi bi r gün burdaydı , ı ş ın sağıt ımı için . Evlat ları pek ezi le , büzüle bi ldi rdi ler gelemeyeceklerini . Annelerin in yaln ız l ıktan korkacağın ı sanıyorlard ı . Oysa Servet Han ım sevinmişti bi le. Günü n büyük kısmında yalnızdı zaten. H iç bu kadar boş zamanı o lmamışt ı . Al ış ık o lmadığı bi r şey yapıyordu Servet Han ım, düşünüyordu . I lk kez "ne al ı nacak, ne pişecek, toruna ne mama yedi r i lecek?" leri değil , daha başka, gündelik hayatın tekdüzel iğinden uzak şeyleri düşünüyordu : Servet Han ım yaşamın ı düşünüyordu . Çocukluğunu, anasını , babas ın ı , evli liğini , evIat Iarım, torunların ı ve heps ini çevreleyen koca dünyayı düşünüyordu . Ömrü nde i lk kez kendi evinin ve ai lesinin d ış ında bir dünya, kendi yaşamından başka yaşamlar o lduğunu gerçekten görmüştü . Burda bir y ığ ı n hasta kad ın vard ı . Kimi kendinden genç, kimi kendinden yaşlı , kimisi daha yoksul , kimisi daha zengin . Hep!)i, belki de şu kl inikte noktalanacak olan değişik ama yıpratıcı yol lardan gelmişlerdi . Ne kadar çok kad ın , ne kadar çok hasta vardı heryanda . . . Bir y ığ ı n doktor, hemşire , h astabak ıcl . . . Şu Doktor Gülşen .. Naciye'nin yeğeni . . . Iyi bir k ıza benziyordu. Onun hayatı nası ld ı acaba? Çocukları fi lan var mıydı? Ne çok insan kaynıyordu her yerde . . .
Servet Han ım ömründe i lk kez ai lesinin d ış ındaki lerle i lgi leniyordu . Yabancı lar, hiç tanımadığı , bi lmediği kişi ler ailesinden daha çok kafasın ı kurcallyordu. Karşı koğuşta yatan Muhsine Hanım, o da Servet Hanım'la ayn ı gün ameliyet olmuştu, onada yirmi bir gün i ş ın denmişt i , Servet Hanım yaşlarındayd ı . Kocası Servet H an ım' mki gibi emekliydi . Nebahat Hanım, emekli tarih öğretmeniymiş, kendi deyimiyle "kontrol için" yatmıştı . Hanife Kad ın, Haymana'n ın bir köyünden geliyordu. Çocukların ın hastaneye kaçamak soktuğu peyniri , yağı tüm koğuşa sunardı , yemekler pek iyi değildi-
122
-===---======-=-�------- Kadınlar da Vardır
de . . . Hepsi doğurmuş, dokumuş kad ınlard ı , h içbi r kadın l ık organların ı n kendinden 'koparı l ıp a l ınmas ın ı dert etmiyordu . Ama ya Zeynep Hanım? . Otuzundan fazla göstermiyordu , üste lik de evtenmemişti . 0, yaşl ı kadınların dingin dünyasından deği ldi . Onu , büyük b i r yanl ışhk, u mutların, umutsuzluklann , düşlerin, çırpınışlann kol gezdiği genç kadınl ığın f ırtınasından çekip bir koğuşa atmışt ı . Yaşl ı kadınlar arada Zeynep Hanım'a bakar, sonra birbirlerie döner, ona göstermeden "Of! Allah şifasını versin, daha da pek genç." der gibisine başların ı sallariard ı . Zeynep Hanım, yanaklarında 38 derece ateşir:ı alı, gözlerinde çı lgın bi r umut ış ı ld ıs ı , sesinde katıksız bir sevinç, herkese hastalığ ın ın nası l da tam zamanında tanın ıp ameliyat o lduğunu anlatıyordu .
Servet Hanım komşu koğuştaki hastaları düşünüyor, bazen onlarla o lmayı özlüyordu. Hastane apayrı bir dünyaydı , d ış dünyadan kopuk ve bağ ıms ız . . . Koğuşta bambaşka kurallar işl iyordu. Burdaki hasta kad ınlar ateş alt ındaki savaşçı erlere benziyorlardı . Ortak bir düşmanları vard ı . Ama bu düşman onların peşine tek tek düşmüşW. Bu düşmana karşı dünyanın en yalnız, en içe dönük savaş ımın ı vermek zorundaydı lar. Tek baş larına, bedenleri nin yüzlerce hücresinde bu kavgayı sürdü rürken , bi rbi rleri ne destek oluyorlard ı . Hayatla ölüm arası ndaki dengenin kuru lduğu şu kasvetli hastane koğuşunda, gündelik yaşam sabah gün ağarmadan gelen kahvaftı ve akşamüstü beş buçukta gelen akşam yemeği arasında, gençlik anı ları , imambayıldıyı daha güzel pişirmek, ya da şeftali lekesin! ç ıkarmak için veri len öğütlerle, doktordan gizli yenen yiyeceklerle , "Falan doktor bey, fi lan hemşiranımdan hoştanıyor galiba" dedikodu!anyla i nanı lmaz biçimde sürüyordu . Birbirlerinin hal inden en iyi onlar, kendi leri anl ıyordu .
Servet Han ım da onlardan birisiydi . Tek kişi l ik odasında onlardan uzak ama gerçekte onlardan biri . Zeynep'in iyi leşmesi torununun kl,zamığ ından daha önemliydi Servet Hanım için , Hanife Kadın ' ın kentte iş bulamayan oğluna döktüğü göz yaşları , kızının Servet Han ımın hastal ığ ına ağlayış ından daha acı . . .
Usanmışt ı Servet Hanım, çevresinde kopartı lan yaygaradan. B ir telaş, . b i r k ıyamet . . . Tüm akrabalar "Çorbada tuzumuz olsun"
123
Anne Hikayeleri ----------------
örneği Servet Han ı m için birşeyler yapmak i,stiyordu. Oysa Servet Hanım birşey istemiyordu ki . . . Savaştan çıkmış, h ı rpalanmış bedeninin din lenmeye ihtiyacı vardı . . . Daha ameliyat ateşi düşmeden, e l lerindeki o acayip korkunç renkli çiçekleri sallayarak odasın ı dolduran kalabal ığı karabasan gibi anımsıyordu. B ıkmıştı Servet Han ım , "ziyaret saat" leri nde yatağı na çevre leyen yalancı gülümsemeter takınmış, şaşkı n , suçlu ya da korkmuş yüzlerden . Kimi konukların kendisine dokunmamaya çalışt ığını ayrımsamışt ı . Kimisi de pek sab ı rsız oluyor, "Evlerden ı rak, pek kötü galiba . . "yı f ıs ı ldayıveriyordu, daha kapıdan adamakı l l ı ç ıkmadan. Servet Hanım da duyuyordu. Merak ediyordu Servet Hanım, kendisi de mi böyle ga-rip davranırd ı acaba hasta yatakları nda?
.
"Ziyaret saat"inden nefret ediyordu. Yatağına uzanmış , yaşant ıs ın ı bölük pörçük anımsarken , işgalci ordular gibi geliyorlar, Acıbadem'de babas ın ın yapt ırd ığ ı ahşap evin kayısı dal larına bakan loş oturma odasanı , bahçenin serin liğ in i , Behçel'in görücülükte heyecanlanıp da kırd ığ ı kahve fincanın ı , terzi Marika'nın diktiği sa:. ten gel inliği , çocuklarıPı ın minicik bebek e llerini ve ayaklar ın ı ezip geçiyorlard ı .
***
Cup ! . . Servet Hanı m' ın rahmi kavanozu boylad l . Dr. Gülşen Tormole atmadan el indeki zava l l ı et parçasına şöyle bir bakt ı . Beş insana can veren bu organ şimdi nası l da çaresiz, işe yaramaz, boynu bükük durup duruyordu. Hayatı yaratan ve doğuran şu güçlü kaslar nası l da sinsi sinsi içinde ölümü taşıyan şu süklüm püklüm, an lamsız ete dönüşmüştü . . .. Bir bulmacaydı bu ve Dr. Gülşen 'i , on yı l l ık hekimlik yaşamından sonra hala, ameliyatlarda kısacık bir an şaşı rt ıyordu . Yı l lar geçtikçe g itgide azalan ama yok o lmayan bir şaşkın l ıktı bu . Hekimlerin tümüne eninde sonunda olan şey, daha Dr Gülşen'in başına gelmemişti . Daha Servet Han ım rahmindeki tümöre, Zeynep Hanım yumurtal ık kanseri o layına indirgenmemişti gözünde : Onlar geçmişlerdi , k ıs ıt l ı gelecekleri , çevre leri , ai leleriyle birer i nsand ı lar henüz Gülşen için . Hekim arkadaşları Gülşen'e gülerlerdi , gerektiğince "yansız" bi r hekim deği ldi o , fazla duygusaldı . . . Oysa Servet Hanım' ın çocuklan , Zeynep'in gençliği ,
124
----------------- Kadınlar da Vardır
Hanife Kadın işsiz oğlu, Dr. Gülşen için şu acımasız hayatın sald ırılanna karşı en sağlam kalkandı . Gülşen, gönlünü başkaların a açt ıkça kendi yaşamın ın burgacmda döne döne dibi boylamaktan kurtuluyordu. Arkadaşları böylesi bi r korunağ ın anlamın ı bi lmezlerdi , duygusaldı Gülşen, o kadar.
Dr. Gülşen'in pek çok kişide olmayan bir mutluluk kaynağı vard ı , yaptığ ı işi seviyordu . Çocukluğundan beri hekim olmayı düşlemiş , düş gerçekleşmişti . Gerçi şu darmadağınık hastane, bu nası l o lup da bir gün birdenbire duruvermediği ne şaşı lası karman çorman işleyiş değildi . .. Ama Gülşen yetinmesini bi li rdi. Tüm pisliğine ve karmaşasına karşın, kadın doğum kliniği başlangıçtaki gizini koruyordu Gülşen için. Burası hayatla ö lümün bi leşime u laştığı tek yerdi dünyada. Gü lşen doğum kliniğinde çalışmayı severd i . Orda her zaman te laşi l bir koşuşma, bir canl ı l ık , gürültü pat ı rtı o lurdu . Doğum sancısıyla iki büklüm o lmuş kadınlar bağ ır ı r, ağlar, inler, kocalanna küfrederlerdi . Canı burnunda gebenin "nası l koydunsa gel çıkart deyyus .. "larına doktC?run "sus edepsiz kad ın . . . . .. azarlan karış ı r, gebenin de doktorun da kat ı ldığı bir didişme sürüp giderdi , Gülşen bun ları sevmezdi . Onu mutlu eden bebeğin doğduğu andı . O anda, haykınş in i lti , azarlann arasında boğulup kalmış doğum masasını , ananın ve doğum ekibinin paylaştığıbir iş i bi rlikte başarmanın mutluluğu sarard ı . Anne biraz önce öfkelendiği doğumculara borçlulukla gü lümser, o nlar yüzleri nde anaya ve kendi leri ne "aferin , bu ke'z başard ık" diyen bir anlam, bir dinlenme soluğu al ı rlard ı . Sonra didişme gene başlar, ananın u lumaları arasına y ı rtıklar diki l i rdi . Doğu m anında bütün analar bebeği sorarlardı , okumuşundan, kör cahi l ine, i i i< kez ana olanından yedinciyi doğuranına dek . . . Niye kadınların tümünün tepki leri aynı tezgahta biçimlenmişti sanki? Hep merak ederdi Gülşen . . . Neydi bu tezgah? lçgüdü mü, koşul lanma mı? Çözememişti. Gülşen de iki çocuğunun doğumunda aynı şeyi yapmıştı , h iç ayrımına bi le varmadan, bebeklerini sormuştu, kendi sağl ığ ın ı deği L . !şte Gülşen'in sevdiği an bu and ı , doğum an! . . . Ananın paralanmış, sancı l ı etinin arası nda beli ren , kana bulanmış, her ufacık 1<1 1 1 1 baş, yukarı katta kanserden ö len bir kad ın ın yok oluşunu bağ ışlat ı r, yaşamaya kavuşmak için yorgun düşmüş bebeğin minicik g ı rtlağından kopan o zorlu bağırtı, hayatın
125
Anne Hikayeleri
O bitmez tükenmez, o diri , O kendini yeni leyen ve yaratan gücünü haykınrd l .
Olaysız nöbet geceleri Dr. Gülşen sigara üstüne sigara tüttürüp hekimliğini , hastaların ı , yaşamını , doğumu ve ölümü düşünür� dü . Hastanede ve evde koşuşturmaktan düşünmeye hiç zamanı kalmıyordu . . Servet Hanım ve ameliyat ı , s ık sık akl ından geçiyordu Gülşen' in. Teyzesinin komşusu olmasaydı da i lgilenirdi Servet Han ım' la . Yaş l ı kad ınlan severdi , ona ölmüş anas ın ı anımsatı rlard ı . Ameliyat başarı l ı geçmişti . Iyice temizlemişlerdi kanserli dokuları . Durum u mut vericiydi . Servet Hanım' ın yakınları bunu öğrenince şaşıracaklard ı . Gülşen güldO kendi kendine Öyle çok olay görmüştü ki , artık ezberlemişt i . Hastalar ne yapar, aileleri nas ı l davranı rdı . B i r gün h ep s ı radan iş ler yapmış , kimsenin pek önemsemediğ! ama herkesin y ık ı lmaz duvar yerine koyup sı rt ını dayadığı anne, s ıra dışı bir şey yapıverir, tutar kanser olur. Olayın inanı lmazf iğı yaşanan ger.çeğe dönüşünce babayı ve çocukları bir suçluluk a l ı r. Kad ıncağ ız ın çektik leri gel i rde savcı gibi diki l ir karş ı larına. Ezi le büzüle soru lur, "doktor hanım, kanser neden olur ki? .. " "Nedeni bell i deği L . Üzüntüden, sıkıntıdan fi lan da olur deniyor" der Gülşen,
, sesine önlemeyeceği bir h ı nç bulaşır . . . Anas ın ın h ıncın ı a l ı rcasına . . . Otuzdört yaşındaki , iki çocuk anası yorgun Gü lşen, yirmi yaş ın umut dolu , uçan genç kızın ı , on dört y ı l önceki kendisini cezaland ı nrcasına . . . . Onlar, başlan önlerinde, bakış lan ayakkabı larının ucunda, duyulur duyulmaz seslerle "Ya . . " derler. Sonra suçluluk, hasta için bir yığı n çabaya dönüşür. Bu uğraşımm tek bir amacı vard ı r. Benci ldi r o amaç . . . Kendi gözünde kendini bağ ışlatma . . . Anneye çomalar m ı taşınmaz? Atkı lar, yelekler m i örü lmez? Baba evde taşlan bi le si ler. Hepsi , olayın ağlatı yüklü başkal ığ ına kendini kapt ı rmış , biraz sarhoştur. Bazen ağlat ın ın doruğunda anne ö lür. Tüm ai le sahneye çıkmış, başarı l ı oyuncular gibidi r. Acı çok sonra gelecekti r. Oyun bitip perde i ndikten, izleyici ler gittikten son ra .. ·. Yokluk o zaman duyulacakt ı r. Ama bazen anne beklenmedik bir şey yapar. Tutar iyi leşir. Hastahğıyla ai lenin kuru lu bir makina gibi işleyen düzenini sars ıp da herkesi şaşırttığ ı yetmemiş gibi . . . Ş imdi gene sapsağlamdır işte, koca ve çocuklarsa gene şaşkın .. : AğIatının en acıkı l yerinde yanda kesi lip birden günlük yaşamın yeniden
• h
126
--------------- Kadınlar da Vardır
başlamas! . . . Gü lünçtür . . . Gülşen kendini tutamayıp gülmeye başlad ı . Gülünç gerçekten gülünç . . . Gülşen'in yorgunluktan iyice gerilen sinirleri bir kahkaha tufan ında boşalıyordu. Karıs ın ın ö leceğinden kuşkusuz kocanın "Karım iyi leşsin , bir daha ona hiç bağı rmayacağı m" dediğini and ı . Ne olacakt ı r şimdi? Ya "Annem sağ l ığ ı na kavuşsun ; bir daha ona, hiçbir işe el sürdürtmeyeceğim" diyen kız ınki ? .
Gülşen kahkahalarmı bast ı ramıyordu. Nöbetçi odasın ın kapı s ı n ı örttü . Dr. Gülşen deliler gibi gü lüyordu . Gidip lavobada yüzüne su vurdu. Sonra bi raz kolonya kokladı . " Iki l ik bi r diazem yutsam mı? Acaba aci le düşük filan gelir mi?" diye usundan geçirdi . Saat henüz iki buçuktu . Ufacık bir yat ışt inc i hap bunca yı l l ık deneyimli e li ni aksatamayacağ ı na güvenip diazemi içti . Yorgunluktand ı , hepsi yorgunluktan. Aralarında kocası d a olmak üzere tüm yak ınlan Gülşen'i çok dengeli bi r i nsan diye bil irdi . Gelseler de şu halimi bir görseler. . . Amma şaşarlar . . . Ne de gü!ünçü olurdu onları izlemek .. . Kriz az kaldı yeniden başlıyordu. Biraz daha soğuk su vurdu yüzüne. Sakin leşmişti . Gülşen, bir an yaşayamayacak denl i yorgun duydu kendini . Bedensel yorgunluktan öte birşeydi bu. I nsan
. günde dört ameliyat yapınca gece bacağ ın ı uzatıp dinlenmek istiyordu, bir koca ve iki afacan oğlanı n dağ ı n ıkl ığ ın ı toplamak yerine . . . . Yavaş yavaş beden bu yaşama biçimine alışıyor ama kişi daha derin bir yorgunluğa gömülüyordu. Gülşen zaman kıtl ığ ı içinde yaşıyordu, hep acelesi vard ı , bi r yere ya da birşeye yetişecekti , koşardı hep, yavaş yürümeyi unutmuştu . Hep ayn ı anda en az iki işi b irden yapma zorunluğu , h içbir şeyde tat b ı rakmıyor. Ertesi sabah sekizde amel iyata gireceksen , gece üçte türlü maskaral ık lar yapan bebeğini bağr ına basabi li r misin? Ahmet, uysal bir bebekti , ama ya Mehmet? M inicik bir f ı rt ınaydı o. I ki yaş ı nda var mıyd ı? Yoo, b i r buçuk fi lan olsa gerek. Gece uykusu kaçar da top oynayacağı m diye tutlururdu. Vazgeçiremezlerdi . Bir keresinde alt kattaki komşu nası l da kap ı lar ına dayanmıştı s irke gibi surat ıyla . . . "Ne biçim ana babası nız? Bir de okumuş i nsanlar olacaksı n ız , çocuğunuza bi le sahip çtkmıyorsunuz . . . " diye gürlemişti de zavall ı Erol adamı yat ışt ı rabi lmek için nas ı l da di l ler dökmüş, ne özürler di lemişti . Oğlanlar büyüdükçe evi dağıtmaları da büyüdü . Başedi lmi-
127
Anne Hikayeleri ---------------
yor . . . Ero l iyi bir kocaydı . Karısına, çocukları na karşı çoğunlukla se
vecen, nazik . . . Işi , içkisi , ai lesi , dostları uğruna onları üzmeyen . . . Zaman ında eve gel ip g azetesini okuyan, televizyon izleyen . . . Iyi koca demek bunlarsa, Erol iyi bir kocaydı . Kavgasız, h ın ttısız, d ın l- . t ıs ız bi r evli likti onlari nki . Mutlu bir evlil ikti . . . Her günü bir birbirinin aynı olan , beklenmedik patlamaların güven verici akışı bozmadığı bir birliktelik,Qki dengeli insan ın evli liği . Mutlu evlil ik demek buysa, mutlu b ir evli l ikti onları nki .
Oysa başlangıçta böyle deği ldi . O günler Gülşen ve Erol durmadan tart ış ırıard ı , k ıyasıya, aralarındaki düşünce ayrı l ıkları yüzünden küfürleşe küfürleşe. Kıl payı kal ı rd ı ayrı lmalarına. Ama hiçbir zaman ayrı lmadı lar. Yaşam hem yalnızca ikisin in birlikteliğiydi , hem de deği L . I lişki leri yaln ız ikisini sarıp sarmalayacak denli koruyucu ve dar, tüm dünyayı tüm sorunlarıyla kucaklayacak denli açık ve genişti . Konuştukları konular hiç tükenmezdi . O y ı l lar Gülşen ve Ero l arkadaşlarıyla ç ınara lt ı 'nda oturur , yanakları Istanbul 'un neml i ayaz ından ve heyecandan al a l , avuçların·, buharı sıcak s ıcak tüten demli çaylann bardaklarında ı sıtarak, tüm yaşamları ağızlarından çıkacak sözcüklere bağl ıymışçasma, tüm benliklerini
. o sözcüklere katarak konuşurlar, konuşurlard ı . Gülşen tıp, Erol hukuk öğrenci bi rliğindeydi . Her mitinge, her yürüyüşe kat ı l ı rl ard ı . Erol 'un Fındıkzade'de arkadaşlarıyla birlikte oturduğu evde sonuca varmayan sevişmeleri olurdu , ama Erol gene de doyuma u laşı rd ı , Ince çocuktu Erol, Gülşen'in de doyuma ermesi için uğraşırır dury-rdu . Gü lşen, Erol 'u kendinden geçereesine izler, gene de "memur çocuğu" terbiyesi almış deneyimsiz, h ı rçın ama sevdalı eti diren irdi . Gü/şen Erol 'a öylesine tutkundu ki Erol 'un her dokunuşu ona dünyaları bağış lıyordu. Gülşen, Erol ' la i lişkisinin aynı bütünün kopmaz parçaları oldukları duygusunu her öpüşte, her sanı ışta, her el ele tutuşta kana kana içiyordu. Bakışların ın karşı laştığ ı her an, Gülşen'in varl ığ ı eriyor, s ın ırların ı aş ıp Erol'un varl ığ ı na karışıyordu. Gülşen o yı l lar gözlerinde hep yarın ın ne getireceğini merak eden, ama bir yandan da yarın ın güzel bir gün olacağından kuşku duymayan i nsanların mutlu ış ı lt ısıyla dolaş ı rd ı . Şimdi o dal gibi se-
128
• b
--�------------ Kadınlar da Vardır
, vinçli k ız ı n ok gibi gergin bedeni gitmiş, yerine cinsel hayata doymuş, biraz da b ıkmış kadınların geniş kalçalan, hafiften sark ık göğüsleri , dingin ve gevşemiş eti gel işti . Şimdilerde, doyuma u laşı yordu ama gözleri ndeki ış ı ltı sönmüş, o coşkulu mutluluk yok o l muştu. Uykuya daha rahat geçmeleri için basit bir rahatlama aracıydı sevişmeleri , sonradan insanın içine büsbütün yalnızlık ve hüzün veren. Yaşam denen şu çelişki ler yumağ ın ın kördüğümünde Gü lşen'in duygulanyla etine bağl ı duyu ları koşutlukların ı yitirmişler, b irbirleri ne ters doğrultu larda çoğal ıp gelişmişlerdi .
I l işki lerindeki değişme ne zaman başlad ı? Gülşen anı msamıyordu. Evlenme lerinden kısa bir süre sonra 12 Mart o ldu , Gülşen üç hafta, Emi bir buçuk ay gözaltında kald ı lar. Sonra Gülşen uzmanlığa, Ero l avukatl ığa başlad ı . Ilk çocukları Mehmet doğduğunda değişme tamamlanmışt ı . Ikinci bebek Ahmet'in doğumu bir yenil ik getirmedi. Erol önceleri mahcup bir övünmeyle, sonradan canı sıkı larak anlat ırd ı gözaltı günlerini , sonra hiç söz etmez oldu. Unuttu mu ki? . Ne zaman yalnızca su parası , kaç ekmek alınacak, çamaşı r makinası ödentisinden başka şey konuşarnamaya başladılar? Ne zaman Ero l , davalarından Gülşen'e söz etmeği gereğini duymaz oldu? Ne zaman Gülşe n, o gün doğan bir bebeği ateşli ateşli anlat ı rken Ero l , televizyondaki boya badana reklamına dalar gider o ldu? Dönüşüm çok h ızhyd ı . Zamanı an ımsayamayacak denli . . . Ama bir şey kesindi . Qyunbozanl ığ ı yapan Erol 'du . Ero l 'a bu nedenle k ın lmak Gülşen';n akımdan geçmedL Garipseyecek birşey yoktu . Q dudak büktükleri, küçümsedikleri çark onarıda öğütüvermişti . Gençl iklerinde ateşl i sosyalistl ik yapan kentsoylu çocukları duru lup oturmuşard ı , hepsi bu. Delikan l ı Erol yetişkin lere katı lmışt ı . Ama Gülşen delikanhya aşıkt ı . Eh , bu da yaşamın Gülşen'e küçük bir oyunuydu. Herşeyi kökündensil ip yeniden başlamak, değer mi yaşamın küçük aldatmacalan için? Fı rt ınal ı bi r gençlikten sonra vanlan güvenlikl i b ir l imand ı , onların evli l iği . Limanlarsa yeniden denizlere açı lmak içindir. Git gide boğucu olmaya başlayan güvence. Eml'un kendinin bile ayrımına varmadan güze kadın bacaklanna kayan bakış lan. Ya Gülşen? . Hastatarım var işte, yetmez mi? Ve Ahmet'le Mehmet'in sevgisi , iç ıs ıtan . . . Voo . . . Hastalar daha sağlam bir korunak onları n sevg isinden . . . Anal ığ ın
129
• b
Anne Hikayeleri
evlatlardan başkası n ı d ışlayan içine kapanıkh�ı her zaman biraz ü rkütmüştü Gülşen' i . Derin mavi suların, dalgacı vurguna ça�ı ran çekici iiği g ibiydi anahk, evlatiar uzaklaştıktan sonra insanı h ı rpaIanmış, uyumsuz, sakat b ırakan. Kendini bir kaptırd ın mı , kurtuluşu
. yoktur bu iş in , vurgun yemişten beter olursun . "Onların evli l iği de mutlu deği lse, mutlu evli l ik yoktur" derdi arkadaşlar ı , Gülşen'in ömrü , o lanaksız ı o luyormuş gibi göstermekle geçiyordu. Birbiriyle hiç uyuşamayacak bir y ığ ı n zith�ı bağdaşt ı rabi lmek için u mutsuz bir çabaydı yaşamı .
Evlenip Cihangir'deki o teras kat ın ı tutunca Gülşen kendini file , dolusu sebze, leğen dolusu kirli çamaşı r, lavaOO dolusu bulaşı k ve üç günde bir gelen uzmanlık nöbeti arası nda buluverdi. I lk günler, baş ın ı kald ı r ınca pencereden görülüveren deniz, küçücük mutfağı mavi bir sevinçle dol duru rdu . Sonraları denize bakmak Gülşen'in akl ı na gelmez oldu . Terasa da yaln ız süpürrnek için çıkabi liyordu. Deniz manzarası uğruna, "Biz genciz, nası lsa merdiven bize koymazIOlara sevine sevine tutulan ucuz katm merdivenleri , kasaba, manava uğranan iş dönüşleri , i nsanı n bel ine kopacakmışcası na a�nlar sapl lyordu. Ero l geceleri yorgun gel ir kafas ı ertesi günün duruşmas ıyla dolu , boğaza karşı sigarasmı tüttürür: gazetesini okurdu . Kırk y ı lda bir Gülşen Erol 'la birlikte terasta rakı içel'di. O akşamlar Gülşen aralannda hiçbir şey değişmemiş samsı na kapı l ı r, eski coşkuyu anason , bal ı k kokusu ve boğazdan gelen esintiyle birlikte içine çekerdi . Erol Gülşen'j seviyordu . Bunu bilmek yaşamı katlan ı l ı r yapan tek şeydi . Gü lşen' in o küçük mutfakta ne h al lere düştüğünü bi lse yüreği parçalamrd ı , k ıyamazdı kar ıs ına. Ama bunca basit iş lerin , bir kap yemeğinı iki kap bulaşığın, üç kirli gömleğin ne olduğu nu hiç bir "zaman anlamadı . . . Anlamayacaktı da . . .
Gülşen Erol'a içerlemiyordu. Kendisi de Cihangir'deki mutfağa i t ık ı l ıneaya kadar h içbir şey anlamamışt ı . Önüne hazır yemek ko
nurken, çamaş ırları y ıkanıp ütü lenirken, hep bu işler öylesin e kolaycacık , ,kendi liğinden .o luveriyor san ı rsm. Gülşe n öğrenciyken, bütün bunların annesinin yaşamındaki yerini h iç bi lmedi . Işi başından aşkı n Hakim Bey, üniversitede okuyoruz diye hiçbir işe e l sürmeyen bir deli kan l ı oğul ve genç kız, büyük kızın her sabah işe gi-
130
--------------- Kadınlar da Vardır
derken b ı rakt ığ ı üç yaşı nda torun, g ıcı g ıcır bir ev. "Ah, annemi n mant ısmı epeydi r yemedik." Pat d iye damlayan evli kardeşler, mantmm yanına pirzolalar, salatalar, tatl ı lar katıştırıveren annenin sessiz ve beceriki! elleri . O günlerde Gülşen'e göre bütün ev kadınları asalakt ı , birşey üretmeyen, kocalar ın ın al ınterini sömüren, kafaları çal ışmayan. Bomboş zamanların ı , garip kekler, salçal ı yemekler, tuhaf örgüler, çaydanı lk ovmalar, daha bir sürü gülünç ve zaval l ı uğraşlarla dolduran asalak yarat ıklar . . . Oysa Gü lşen, rak! ve bal ık safah mutlu gecelerin ertesinde tavayla savaşırken, neden hiçbir ruh doktorunun ev işlerini incelemediğini merak etmeye başlamıştı . Yemek, bulaşık, çamaş ı r, temizlik . . . Bir süre sonra hepsi nasıl da el ele verip, acımasız bir egemen kesiliyor, kadın ın elini kolunu kıskıvrak bağl ıyordu. Yoo, bunu ancak evde çal ışan bil ir, dışarıdan bakmayia anlaş ı l ı r gibi değiL . Kapın ın arkasında, büfenin üstündeki , ancak duyarl l laşmış gözün görebileceği toz, "Si l beni , süpür beni" diye bağ ı rı r. Teneerenin dibindeki ufacık kara büyür büyür de dünyayı kaplar. Beş dakika sigara molas ı verip oturamazSin, sandalye diken olur da batar. "Elimi bulaştırmışken şunu da yapayım, oturmadan bunu da bitireyimıllerin sonu gelmez. Yakınsan, yanıt h az ı rd ır. "Yapma, efendim, yapma" derler. Gerçekten yapmasan, herhalde evde kıyamet kopar. Eh, ev halk ın ı her istediklerini el atınca haz ı r bulmaya al lşt ınrsan, başka ne o labil ir ki . . . Erol da herşeyi temiz, düzenl i bu lmayı isterdi . Belki de başlangıçta Gülşen, Erol'a böylesi aşık olmasa işler başka türlü biçimlenirdi . Erol ei bebek gül bebek büyümüştü , pijamasmı katlamayı bi le unuturdu . Gülşen Erol 'a sevmediği işleri yaptı rmaktansa kendisini tüketmeyi yeğlemişti . Sevdalanrnak baştan yenilgiyi kabu! !enmekti bir bakı;. "ma . . . Yaşaman ı n abecesi sevdalanmak . . . Bi r i nsanı sevmekie \ başlanmaz mı i nsan olmaya? . .
Gülşen tavayı teller, o henüz tıbbı bitirmeden ölen annesini düşünürdü. Alt ı ay içinde gidivermişti anası rahim kanseri nden. H ızla i lerleyen cinstenmiş hastal ığ ı . Birden o koca evin saat gibi işleyen
. düzeni altüst o ldu . Mantı lar, börekler, baklavalar, Gülşen'e dikilen e lbiseler, Hakim Bey' in üstüne titremeler, torunlara bakmalar yok oluverdi . Hakim Bey çok sars ı lmıştı . Ama bu karıs ın ın ölümünden iki yıl sonra evlenmesini engellemedi . Gülşen hak verdi babasına,
13 1
Anne Hikayeleri --------�------
yaln ızl ık zordu. Ama taa içinde bir yanı onu hiç bağışlamadı . Annesinin ölümünden evlenene dek y ı l lar yoğun bir yaşantıyd ı Gülşen için . Serbestl ik, sevda, öğrenci hareketleri , politik toplant ı lar aras ında annesin in yokluğu arada s ı rada derin bir s ızı gibi duyururdu kendini . Gü lşen a nnesini çok sonra tamdı o öldükten çok sonra . Kendini tanıdıkça annesini de tanıdı . Kendinde ondan bir parça daha buldu her geçen gün. Belki de kendisi gitgide annesine dönüşüyordu, annesinin ortaokulu biti rmiş bir ev kadın ı , kendisininse başkentin koca bir hastanesinde k linik şef yard ımcısı olmasına karşı n i lk gençliğinde babası n ı çok severdi Gülşen. Yoo, gene severim babamı , ayd ın adamdı r, düşüncelerimiz uyuşur. Hiçbir zama'n öğrenci eylemlerine katı ld ığım için suçlamadı beni. Tersine destek bile o ldu. Ama zaman geçtikçe Gülşen babasından uzak/aşıyor, annesine yakınlaş ıyordu , yı l lar önce ö len annesine. Ona büyük bir haks ız l ık yapmış lardı e l birliğiyle. Babası , Gü lşen ve kardeşleri , onu hiç hak etmediği ağır bir cezaya, yaşam boyu �utfağa, çamaş ı r makinasına, çocuk bezlerine yarg ı lamışlard ! . Ne aç bir canavard ı r o çamaş ır , ya da bulaşık legeni . . . K ıvı lc ım gibi bir yanıp bir ' sönen sevinçleri nası l yalar, yutar da gene doymaz . . . I lk y ıl ların bir erkekle birl ikte o lma mutlu luğu, sonralan analığ ın s ıcakl ığı yorgun kollardan süzülür, kirli , yağl ı sulara karış ıp akar gider, geride bir şey b ırakmadan. Gülşen, Cihangir günlerinden beri kentlerde, kasabalarda, ocaklar ın, f ınnların , çamaşı r leğenlerinin, bulaşık tencere lerinin önünde ömür tüketen nüfusun yarıs ına, üretimleri göze en az görünen işçilere, kad ın lara karşı korkunç bir yakın l ık duyuyordu içinde. Kad ınların acı çekmesini engellemek istiyordu . Bu yüzden Kadın-Ooğumcu oldu. Muayenehane açmayı h içbir zaman düşü nmedi.
Dr. Gü lşen başarı l ı bi r hekimdi. Başarı ne demekse � . . Başarı ikide bir değişen yönetimlerin çal ışanları hal laç pamu ğu gibi savurduğu bir o rtamda yeri n koruyabi lmekse, tutucu bir başhekimin kasıp kavurduğu bir hastanede gençliğinde solculuk yapmış birinin şef yard ımcı l ığ ın ı sürdürmesiyle Gülşen başarı ! ıydı . Bunun gibi de sözü. geçen akrabaları , bir de her gün başhekimi ve onun adamlarını nas ı l idare edeceğini uzun uzun , ince i nce hesaplamaydı . Her şey duyarl ı bi r dengeye bağ l ıyd ı . O denge bozulursa Gülşen de
132
--------------- Kadınlar da Vardır
taşraya sürüıüveri rdi . Yaşam, bir y ığ ı n çabucak bozuluverebi len dengelerin üstüne kurulu bir tahterevall i sanki . . . I lk görev dengelerin korunması , evde, işte, her yerde. Gülşen akı ll ıd ı r, dengelidir, dengelerini iyi korur, evde ve hastanede. Arada s ı rada gülme ve ağlama krizleri geçiri r. Eh , o kadar kusur kadı k ız ında da bulunur. Gülşen işini kendini vererek yapard ı , hastalanyla bütünleşird i . Meslekdaşlarıyla arasındaki ayrım buydu .
O nöbet gecesinin sabahı Gülşen Servet Hanım'a liişkin bir karar verdi . Ona hastal ığ ın ı söyleyecekti . Yakınların ın duru mu Servet Hanım'dan gizlediğini biliyordu. Dayanamaz sanıyorlard ı onu. Oysa Gülşen tüm bir yaşamı kendini hiçe sayarak yaşayanlann şu koca 'dünyada dayanamayacağı h içbir şey olmadığ ın ı bi l i rdi . Gülşen annesini anımsatan Servet Hanım'a bir armağan verme� istiyordu . Bu armağan Servet Hanım' ın önündeki y ı l lard ı . Gülşen , Servet Hanım'ın o yıl ları yaşamasını istiyordu. Şimdiyle ö lümü aras ına sıkışan zaman parçasın ı da yalnızca soluk al ıp görev yaparak harcaması , şu koca dünyadan dünyanın aynmına bi le varmadan çekip gitmesi Gülşen'in içine tarifsiz bir keder veriyordu. Olacaklar bel liydi . Servet Hanım kendini iyi ieşmiş duyar duymaz, şu tatsız hastane deneyimini kafasından atacak, yakınlarıysa tümden unutacaktı . Servet Han ım kaldığı yerden ölü yaşamın ı sürdürmeye koyulacak!1 . Ölümle arasındaki maçta bu devreyi Servet Hanım kazanmışt ı . Ikinci kez bu denl i şansl ı o lmayabil irdi .
*** ,
"Kanser" sözcüğü sessiz odada yere h ızla düşen bir eşyanın gürültüsü gibi patiamışt ! . I lk şaşkınl ık anından sonra Servet Hanım büyük b i r rahatlama duydu. Demek sorun buydu . . . Şimdi, çok saçma gözüken pek şey aydınianıyordu. Bütün bu telaş ve suçlu hak ış lar buydu. Ölecel<ti , onun içindi. Servet Hanım' ın beynindeki kurt kemirmesini durdurdu. B ıçak alt ına yatana dek kendisine bir hastal ık yormamıştı . Ama şimdi , zaman zaman burgular sokuluyordu sanki kafasına ; "Bana ne oluyor, bana ne olacak?", "Niçin evime yollamıyorlar beni? , "Kötü bir hastal ığım mı var? ." "Ölecek miyim?", "Sak ın kanser f i lan olmayayım?" sivri uçlanyla uykusuz saatlerde Servet Hanım' ın beynini deliyordu . Artık tek başına yattı-
133
Anne Hikayeleri -=====-�--�--------
ğ ı bu edayı sevrniyerdu. Odanın ferahl ı k duygusu veren geniş liği gitgide boşluğa, ı ss ızl ığa, yanıtsız sorulara dönüşüyordu. Geçmişin bölük pörçük tathmsı anılan damağında h içliğin tadından başka bir iz b ı rakmadan sil i nmişler, Servet Han ım' ı soru ların acımasız! ığ ına terkedip gitmiş lerdi . Yaşamı boş ve anlamsız uzanıyordu, Servet Hanım' ın ben liğinde. Yürüye yürüye yoru lduğu, onu sonunda geti rip şu odaya b ırakan tek düzelik . . . Yaşamı buydu işte. Kısacık özetlenebi li rdi . Servet Gürol , ı stanbul'da doğdu, elliyedi y ı l önce, Yüzbaşı Salim Bey'in kız ı , sonradan emekli ordonat albay, şimdi merhum; muhasebeci Behçet Gürül'la evlendi , şimdi emekli , beş çocuk doğurdu ve hastalandı . Beş çocuk doğurdum, dile kolay. Iyi , n 'olmuş yani , bahçedeki tekir kedi de aynı işi yapıyor. . . Servet Han ım yattığ ı yerden hastane bahçesindeki gebe kediyi izliyordu , bir haftadı r. Ağır karn ın ı zar zor taşıya taşıya oraya buraya sürtünüp duruyordu h ayvan . Sonra şişman karn ı zayıflad ı . Beş tane minik kedicik bel iriverhlişti ortalıkta, şipşirin . Kedinin bir kezde yaptığ ın ı Servet Hanım tüm bir gençlik boyu yapmı şt ı . Ya o çocukların bakımı , büyümesi . Hep de iştahsız olurlar, doğru dürüst doyurmazlarsa karı nıarın ı sanki dünya yıkı l ı r. Soğuk kış geceleri hastalanmalan , boğmaca, k ız ı i , k ızamık , su çiçeği . . . Oku l giderleri , top oynarken k ırd ıklan komşu camı , bütünieme ler, üniversiteye girdi giremediler. Nişan, düğün hazı rl ıklar ı , yine yeni gider kapı ları . . . Şimdi hasta yatağında, Servet Hanım o lmasa da ç.özümlenebi l irmiş nas ı lsa gi- i bi görunen bütün bu işler, nası l da silik soluk ve anlamsız, tıpkı art ık bakacak kimsesi kalmamış eski fotoğraflar gibi . . . Anasız da olsa büyür çocuklar, bir baltaya sap olurlar, ana olup da n'aptık? Kuş mu kondurduk? Şans verebi ldim mi çocuklarıma? Öyle de mutsuz oluyor insanlar, böyle de, anah da anasız da . . . Bir öğün yemese bebek n 'o lur? Gene büyür. Hastal ıklarında sabahlad ım da h'oldu? Oaha mı çabuk iyileşti ler? Yoo . . Servet Hanım, hiçbir şey duymamış düşünmemiş, hiçbir şeye sevinmemiş, yerinmemiş gibiydi . Kendi yaşamı deği ldi anı msad ıklan, yüzlerce kez görü le görü le tad ı i yice kaçtı bir mrnin bayatı ığ ıyd ı , kendisiyle i lişkisiz. Ve işte bir başına hastayd ı , soru larla yüz yüze. Yan ıt buydu demek ki , "Kanser".
Gülşen'in içi s ızladı , Servet H an ım' ın allak bul lak yüzünü gö-
" :- "j .-" . "':: -
134
--=-==-"""""'�-�---�-�- Kadınlar da Vardır
rünce. Yatağa otu rup Servet Han ım' in e lini tuttu . - Inanın bana size doğruyu söylüyorum. Iyileştiniz, atlattmız .
Her kanser olayı kötü sonuçlanmaz. Yeniydi hastal ığınız, ameliyatınız da başarıl i o ldu. Şimdi tümden sağ lıkhsınız . Benim bütün iste� diğim sağl ığ ın ız in ve önünüzdeki sağl ık l ı zamanın değeri ni bi l ip hakkını vermeniz. Bunu, bunu ise ancak gerçeği bil irseniz yapabil i rsiniz.
Tuh Allah kahretsin ! Gene duygusallaşmıştı işte. Sesi titriyor, gözleri doluyordu. Dedikleri kadar var. Duygusal ın biriyim . Mantıkl ı , serinkanı ! Gülşen . . . Hepsi duygusal l ığ ı mı örten bir kaplama onların .
Servet Hanım, Gülşen'in hafiften ıslak gözlerine bakt ı , doğruyu söylediğini sezdi . Demek ölmeyecekti . Bu ona h iç de o kadar öneml i görünmüyordu şimdi . Önemli olan şu boş odayı dolduran s ıcac ı i< birşeylerd i . Servet Han ım günlerdir üşüyordu orada, üşümesi geçiverdi . Onu diğer i nsanlardan ayı ran duvar yıkı lmış! ! .
.-.::. Peki , daha ne kadar yaşanm? - Bunu kimse bi lemez, belki beş, belki on, belki yi rmi yı l . - Sanı mi? dedi Servet Han ım. Birden sevinivermişti . - Yirmi y ı l m ı dediniz? Ben hastalanmasayd ım da zaten kaç
y ı l daha yaşayacakt ım? , . Zaten e l li yedi yaşındayım. Sonra birden duralad ı . iş in içinde beş Y i ! lafı da vard ı .
- Ama, nası l olur, dedi , kanser kötü bir hastal ıktı r. Bizimki ler her halde benim öleceğimi sanıyorlar.
Onlar öyle zannederler, basmakal ıp bilgi leriyle, dedi Gül·· şen, sesinde okumuş kad ınların kendini beğenmişliğiyle . . .
- Yaa? . dedi Servet Hanım. Görünmez bir e l duvarı yeniden örüvermişti . Bir an için o ldu
sanm,işt ı . Bir an için Gülşen'i kızından da yakın duymuştu . Ama olmamışt ı işte. O koskoea bir doktordu, kendisiyse cahi l bir kadın .
135
Anne Hikayeleri
Onun gibi düzinesi geçiyordur şu doktor k ız ın el inden. Ne .anlar o , Servet Han ım'm derd ini tasasın ı o . .
Tuh be Gü lşen . . . A llah senin diplomam kahretsin�, şu kad ınla nas ı l ı letiş im kuracağı m bi le öğretemedikten sonra. Gülşen yeni-den başladı .
.
- Bak ın , gerçekten iyisiniz a rtık. Ai leniz sizi çok seviyor. ("Acaba" diye geçirdi içinden Servet Hanım.) Onun için böyle telaşl ı lar. Size birşey oluverecek diye ödleri kopuyor. ("Acaba" diye düşündü Servet Han ım) . Ama siz hastaneden çıkınca gene onlar için kendinizi çok yormaya başlayacaksın ız, çünkü , çünkü, onlar . . . onlar . . . Size size çok güve niyorlar.
- Onları beni kul lanıyorlar, dedi Servet Hanım, dingin ve kararl ı bir sesle. Sözcükleri n ağzından nas ı l döküldüğünün ayrım ına varmadan.
- Yoo, yoo . . . Onlar size çok güveniyorlar, hepsi bu. Siz ahştırd ınız onları buna.
Aferin kızım Gü lşen, bu kez işi berbat etmedin . - Başka n e yapabi lirdim ki? dedi Servet Hanım, , sesinde kor
kunç bir dingin lik . Gülşe n yan ıt bu lamad ı . "Başka ne yapabi l irdim ki?" - Yoo, yoo , öyle konuşmayın . Siz çok iyi şeyler yapt ın ız , bi r
düşü nsenize , ,çevrenize ne çok yararın ız dokundu. Kaç kişi bunca yararlı bi r ömür sürmüştür ki?
- Takdir edi lmedikten sonra . . . Servet Hanımın sesi o garip dinginliğini sürdürüyordu. "Siz yok
olduktan sonra takdir ederler." dedi Gülşen içinden. - Öyle demeyin , takdir etmeseler böyle dönenirler mi çevre
nizde? .. Benim demek istediğim, azıcık da kendiniz için yaşay ın . Siz de vars ınız bu dünyada, öyle değil mi? Dünya o kadar büyük ve o kadar güzeı , aynı zamanda öylesine çirkin ki , onu tanımadan yaşamak kendinize ve dünyaya büyük haksızlık. Bundan böyle evini-
136
--------------- Kadınlar da Vardır
zin ve ai lenizi n duvarlarıyla s ın ı rlamayın kendin izi . Bak Gülşen, gene kapt ı rd ın kendini . Avukat 91malıydın , doktor
oluncaya kadar. Servet Hanım şaşkın şaşkın Gülşen'in pembeleşen yüzüne baktı .
- Aman kız ım , dedi , bu yaştan sonra ben ne yapabi l i rim ki? . Ben yaşl ı bi r kad ın ım.
- Hiçbi r zaman çok geç deği ldir. - Elli yedi yaş geçti r, yavrum. Ben zavall ı , yaşl ı bi r kad ın ım,
gücüm yok. - Yoo, yan ı l ıyorsunuz. Siz çok, çok güçlüsünüz. Bütün ai leniz
size dayanıyor, baksamza. Yalnızca, gücünüzün ayr ımında değilsiniz , ne siz ne onlar . . .
- Ben ne yapabi l ir im k i şimdiden sonra Doktor Han ım'cığ ım?
� Insanları tan ırsın ız, dedi Gülşen, insanları . Bir tek insanı tan ımak koca bir serüven yaşamak demektir.
***
Behçet Bey'i uyku tutmuyordu . Yatak boş ve soğuktu . Bir kaç y ı ld ır, Servet Hanım'a sarıldığ ı fi lan yoktu , yanı nda yattığ ın ın bi le ayınmin<;:fa deği ldi çoğu kez am�, şimdi yatak gene de çok boş ve çok soğuktu. Doğrusu garipti evin onsuz bunca sessizleşmesi . Ama öyle olmuştu işte. Behçet Bey yatakta bir o yana bir bu yana dönüp duruyordu . Ya ev hepten boş kal ı rsa . . . Ya Servet dönmezse . . . Büyük kızı "Baba g el , bizde kal" demişti ama kendi evinden başka yerde rahat edemiyo rdu . Bir defa, yatağ ın ı korkunç yad ı rgard ı . Çocukların hir ikis i uğruyordu her gün, az oturuyorlard ı , hep
< aceleleri vard ı . Küçük kız yemek getiriyordu , Behçet Bey' yumurta bi le kıramazdı da. Her geçen gün kızın ın yüzündeki bezgin anlam koyulaşıyordu. Sessizce. "Bu ne inat baba, birimizde kalsan da hepimizi bunca yormasan ne olur sanki?" der gibi . . . Ya Servet hepten yok olursa Behçet Bey ne yapacaktı? Korkuyordu. Karısın ın hastal ığ ın ı i lk öğrendiğinde duyduğu şaşkınl ık ve azıcık suçluluk sonra-
137
Anne Hikayeleri -----====="----------
lan öfkeye dönmüştü. Ne aksi kad ınoır şu Servet? Tut da kanser o!, tam rahat edeceğimiz s ırada. Bu da Allah'tan. Behçet Bey'in başına dert diye yaratmış o lmalıydı Tanrı onu. Bir araba çocuk doğurmuş, "Çocuklarım da çocuklarım" sonraları "torunlanm da torunIan m" diye Behçet Bey'in ömrünü « arartmış, kafasın ı şişirmişti. Hep Behçet Bey'in karş ı s ı nda, çocukları arkasında diki lip durmuştu . Onu hep yaln ız , hep tek başına bırakmıştl. -Ve işte şimdi de bu hastal ığ ı ç ıkarmışt ı . Günler geçtikçe Behçet Bey'in evde tek başına dolana dolana besleyip büyüttüğü öfkesi, temelsiz b i r yapı gibi çöküverdi . Tüm duygular, Behçet Bey' in içindeki bu gerçek panikte düğümlendi . Altmış yedi yı l l ık yaşamında ilk kez gerçek bir gelecek korkusuna kapı lmışt ı . Servet ölmemeliydi . Tanrı bu kadar gaddar o lamazd ı . Behçet Bey son yı l larda edindiği tesbih i yastığın ın a lt ından çıkard ı , anlamın ı b i lmediği duaları mınıdanmaya koyuldu .
***
Servet Hanım o gece hiç uyuyamadı . Bağışlayamama, olanca acı l ığ ıyla zehirliyordu onu. Onu 'yaşatmamışlard ı , onu sevmemişlerdi , onu hasta etmişlerdi , kocası ve çocukları . Hiçbirinin umurunda değildi Servet Hanım. Kocası . . . Kendi bedeni gibi al ıştığı bir varI ıkt ı Behçet. . . Çocukları . . . Onlar başkaydı . Severdi onları , içi ezi le ezile. Bu gece tümünü yitirmişti Servet Hanım. Kocasın ı ve çocukların ı . Artık yalnızd ı . Artık yalnızca kendisi ve içinde büyüyen Dr. Gülşen'i n şimdi l ik söküp attığ ı hastal ık vardı . Onlara ödetmeliydi, onları pişman etmeliydi . Onu yaşatmamanın acıs ın ı ç ıkartmai ly,dı onlardan. Ölmekten başka si lah ı yoktu . Oysa yaşamak istiyordu :
Sabaha karşı Servet Hanım tedirgin bir uykuya daldı . Düşünde mezann ı gördü. Kocas ı ve çocukları , mezarın başında dövünüyorlard ı . Behçet Bey o n y ı l yaşlanmışt ı . Kimse istemiyordu onu , çocuklar ın ın h içbiri . K ızları kafa kafaya vermiş bağrışıyorlard ı . Uy anamız, bizi nerelere kodun da gittin? Torunların ı kimlerin el leri ne bı rakt ın? . Biz babamıza m ı bakacağ ız, çocuklara mı? lştem ç ı kmamız gerekecek. Çocuklar ortada kald ı uy anamız . . . Servet H anım mezarda deği ldi . B i r ağacın ardına gizlenmiş onları gözlüyordu. Çok yorgundu, uzanmak istiyordu. Gene de ağlayıcı lar ın g itmesini bekledi . Sonra onların yüzünü bir daha hiç görmeyeceği tek
138
. b
------=---�------ Kadınlar da ·Vardır
dinlenme yerine , mezara g irdi . Ter içinde uyand ı Servet Hanım. Hay ı r hayır, bin kez hayır. Ölmeyi seçmeyecaktL
Ertesi sabah vizitten sonra Gülşen, Servet Hanım'a uğrad ı . Kızarık ve şiş gözlerine bakt ı .
- Uyuyama�ın ız galiba? dedi .
, - Evet, çok kötü bir gece geçirdim. - Hastal ığ ın ıza m ı üzüldünüz? - Evet, tabi , şey . . . - Gerçelden, üzü iecek bir şey yok. Tersine kurtu lmanıza se-
vinmelisi niz. Iyi leşiyorsunuz, yendiniz hasta l ığ ı . - Asl ında hastal ığ ıma mı üzülüyorum? Ben de pek bi lemiyo
rum .. Ben . . . . Beni . . . Odayı boğuk bir ses doldurdu . Yatak sarsı l ıyordu. Servet Ha
nım iki yumruğunu birden ağzına tıkmış, h ıçkı rıklann ı bast ı rmaya çabal ıyordu . Başaramad ı . Bir göz yaşı seli içinde kalmışt ı .
- B,eni . . . Ben i kimse sevmiyor. Hiçbiri . . . Hiçbiri . . . - Kim o sizi sevmeyenler? - Kocam, çocuklarım . . .
- I lahi SerVet Han ım, dünyada bi r dolu insan daha var. - Ama ben o nları tan ımıyorum ki . . .
- Peki , ai lenizi n sizi sevmediğini d e nerden ç ıkartt ın ız? - Kaç gündür burda bir baş ıma hayatımı düşünüyorum. Bu
gece h iç uyumadım, h ep hatı rlad ım. I nsan sevdiğini esirgemez mi? Gün görmedim. Onlar beni hasta ett i .
- Bu hasta l ığ ı bünye yapar, Servet Han ım. - Onlar beni u mu rsamıyor, sevmiyor. Servet Han ım' ın h ıçkır ıkları büyüyo,rdu.
. 139
Anne Hikayeleri ------------------ Yanı lıyo rsunuz. Sevgi vard ır, acıma da, acı da. Yalnız, i n
san her gün aynı s ı radan işleri yaparken bunları ayınmsamaz. Mesela ben. Annemi ne çok sevdiğimi yeni yeni anlıyorum. Her geçen gün biraz daha iyi anl ı yorum.
-Seviyorsunuz demek annenizi Doktor Hanı m? Servet Hanım'm h ı çkır ıkları durmuştu .
- Nerede anneniz? - Öldü, dedi Gülşen, durgunlaşmışt ı , i nsanların birbir lerin i
sevdikleri ni anlamalan için , birbirlerini tanımaları gerek, bence. Gereğinden fazla a l ı şt ığ ımız kişi leri sevip sevmediğimiz üstüne kafa yormayız.
- Yani , sizce çocuklarım beni seviyor mu? - E lbette . Sizi el a lt ında ku l lan ı lmaya haz ı r bir alet gibi gör-
mezlerse, daha doğrusu s iz kendinizi onlara öyle göstermezseniz daha çok severler.
Servet Han ım' ın ağlaması eni konu dinmişti .
- Bil iyor musunuz, Doktor Hanı m, dedi , siz değişik biri si niz. - Yok canım, herkesin değişik yönleri vardır. Bakın aklıma ne
geldi? Karş ı koğuştan bir hasta taburcu olacak yarın . Hani Neba-\ h at Han ımın koğuşu.
- Evet. . . - Siz i lla d a tek kişi l ik odada m ı yatmak istiyorsunuz? - Yok canım, s ık ı ı ıyorum burda. Baştan hoşuma gidiyordu
ama . . . - Iyi ya, acaba diyorum, sizi koğuşa geçirsek? Orda dostları
nız olur. Sohbet edersiniz, birbirinize yardımınız dokunur, ha . . . Ne dersiniz? Bütün gün bir baş ın ıza yalnızl ık kuruntularına kapı l Iyor�unuz. Koğuşta sizin le ayn ı hastal ı k sınavından geçen kadın ların yanında bak ın herşeyi nas ı l da farkl ı değerle�direceksiniz.
140
---------------- Kadınlar da Vardır
Ya . . . Doğru, Nebahat , H anife , Zeynep . . . Onları u nutmuştu . Unutmamalıyd ı oysa onlarla olmalıyd ı .
- Haklıs ın ız Doktor Han ım. Akhmdan çıkmışt ı koğuştaki ler. Azıcık gülümsedi Servet Hanım. - Bütün gece yaşayamadığ ım hayat ı�a yand ım. - Bundan sonra yaşamaya bakın , dedi Gülşen . Servet Han ım, yanaklan mutluluktan al a l , acele acele toplu
yordu, çantasın ı . Içi içine sığmıyordu . Taburcuydu artık. Koğuştaki son günlerinde yoğun bir özlem kaplamıştı her yanın ı , evlatların i , bakmaktan usandığ ı toru nların ı ; hatta kocasın ı bi le özlemişti . Dr. Gülşen',n "Gözün ayd ın Servet Han ım, üç gün sonra taburcusun" demesinden beri zaman sanki durmuş, koğuş arkadaşların ın sohbetleriyle çabucak bitiveren , nerdeyse mutlu günlerin sevinci solmuştu. Sabırsızl ık dakikaları , saatleri uzattıkça uzatıyordu. Koğuştaki ler de katı lmıştı Servet Hanım'ın bekleyişine. Şimdi onun heyecanına kapt ırmışlard ı kendilerin i . Her kafadan bir ses çıkıyor, kimi Servet Hanım'a yard ım ediyor, kimi bi r şeyler öğütlüyor, bütün bu telaşa hastanede "hasta" kimliğiyle kalmanın burukluğu karışıyordu . Servet Hanım' ı d ışarıya sal ıvermek için açı lan kapıdan, koğuşun kendi içine kapal ı · hal inden memnun, tekdüze yaşant ıs ın ı altüst eden bir özlem rüzgarı dolmuştu hastane duvarların ın içine . . . O akşam Nebahat Hanım, Muhsine Hanım ve Zeynep Hanım'a hüzün arkadaşl ık edecekti , Servet H anım' ın yerine . . .
Servet Han ı m aceleyle daldı Gülşen'in odas ına . - Ah, Doktor Hanımcığım, sizi aramadığ ım yer kalmad ı . Ve
dalaşmadan gidemezdim, değil mi ama? . Gülşen gü lümseyerek el ini uzattı . - Güle güle Servet Hanım, dedi, aman kendinize iyi bakın. Bir
, s ık ıntın ız olursa sak ın savsaklamayın. Koşup gelin , ben her zaman buradayım.
- Tabi, tabi , Doktor Hanımcığ ım.
141
Anne Hikayeleri
- Bem süre lerde muayene olmayı unutmayın - Hiç u nutur muyum, Doktor Han ımcığ ım? Yaşamak istiyo-
rum, deği l mi ama . . : Servet Hanım, gözlerinde çapkınca bir gülümseme, bir suç or
takl ığı kıv ı lc ımıyla baktı Gülşen'e. Çok ayıp birşey' söylemişcesine pembeleşti yüzü , yeni yetme bir kızınki gibi .
- Oturmaz' mıs ın ız Servet Hanım, şu s ı ra işim yok, birer çay içel im, ha? . '
Servet Hanım suçüstü yakalananların te laş ıyla,
- Olmaz, Doktor Hanımcığ ım, olmaz, dedi , aşağıda kocamla . büyük kız ım, damad ım, filan bekliyorlar. Torunumu bi le getirmiş-ler. Onları bekletemem.
- Tabi , dedi Gülşen, hakl ı s ınız. Hafiften gururlanıyordu Servet Hanım. - Biliyor musunuz, dedi , beni kebapçıya götürüyorlar, tabucu
olmamı n şerefine. - Ne kadar iyi dedi Gülşen gülerek, aman çabuk olun, bakarsı
nız vazgeçiveri rler. Servet Han ım Gülşen'in sesinde sızlayan acı gülmeceyi anla
mad ı . - Hoşça kahn , dedi .
, ' Kapıya yöneldi . Birden geri döndü ve Gülşen'in boynuna sanh-
verdi . -Hoşça kal kızım, dedi , çok çok teşekkür ederim . . . Deminki çocuksu telaşı kaybolmuş, gene yaşl ı bir ana olmuştu
Servet Han ım . . . Gülşen i stasyonda sevdiğini uğurlayanların kimsesizliğiyle başbaşa kald ı , Servet hanım gittikten sonra. Her ·gün<· sohbet ederdi Servet Hanım'la. Servet Hanım' ın hayatı nası l daha güzel olabi l i rdi? Hep bunu düşünüyordu . Hastane çık ış ına bakan
142
---==------------- Kadınlar da Vardır
penceresinden aşağıyı seyre koyuldu. Orda Gülşen yaşlarında bir kadın ve i htiyar bir adam duruyordu ai lesine. Çocukları gerçekten bi r anlam verememişti , Yeşim'di bu, Servet Hanım' ın torunu . B ir kaç saniye sonra Servet Hanım da onlara katılacak, onlarla birlikte , . kısacık bir süre başkald ı rd ığ ı , onu gene ufam ufam ufalatacak sessiz yaşamına doğru sevine sevine yürüyecektL Bu sevincin ne denl i k ısa süreceğini düşünmeyecektL Başka ne yapabi li rd i ki? Gülşen'in kafasında hep aynı tümce yankılanıyordu. "Ben yaşl ı bir kadın ım kızım, başka ne yapabi l irim kf? ... Kal ıplaşmış i l işkiler Servet Hanım ı Gülşen'den koparıp almış, götürüyordu i şte . Gülşen başını pencere camına dayadı . Servet Hanım daha aşağıya inmemişti . Şiddetli bir ağlama isteği duydu . Peki, hepsi boşuna mıyd ı? . Gülşen'in onca di l dökmeleri , Servet Hanım'm isyanı , biran sanki bu dünyada "Servet" diye bir insanın varl ığını anlar gibi olması . Boşuna mıydı bütün bunlar. Gü lşen biriki hafta önceyi anı ms ıyordu
. da . . . Amma pat ı rd ı kopartmışt ı Servet Hanım koğuşa geçebi lmek için , "Siz hayptım boyunca beni kul landın ız, şimdi de parah odayla gözü mü mü boyamak istiyorsunuz? Hasta arkadaşlarımla birlikte olacağım." diyor da başka laf etmiyordu ai lesine . Çocukları gerçekten b ir anlam vere memişlerdi anaların ın hal ine. Behçet Bey kanserin karıs ın ın beynine yürüdüğünden hiç kuşku duymuyordu . Servet H an ım'sa istediği şeker kendine veri lmeyen bi r çocuğun tutkulu inadıyla direniyordu. "Beni aptal sandınız, benden hastal ı ğ ımı gizlediniz. Ölüyorum diye bütün telaşınız, ama ölmeyeceğim, size inat yaşayacağım" fi lan diyordu. Gülşen nerdeyse b in pişman olmuştu Servet Hanım' la konuştuğuna . . . Servet Han ım' ın büyük k ızma annelerinin koğuşa geçmesini kendisinin önerdiğini , yaln ızl ığ ı n Servet Hanım'm ruhsal durumunu iyi etki lemediğini , Serv�tHanım hastal ığın ı öğrenmezse i lerde hastal ığı yinelenince bel i rtileri önemsemeyip gecikebi leceğini anlatt ı . Bunun üzerine Servet Hanım' ın evlat ları n ı n akl ı 'yattı koğuş işine ve anneleri ni n Gü lşen 'den "kanser" laf ın ı duymasına. Ama Behçet Bey'in, hayır . . . O,
' Gü lşen'e düşman gibi bakmaya başlamışt ı . Karıs ın ı dolduran bu ukala doktor kız ı verseler, bi r kaşık suda boğacakt ı .
Gülşen, Behçet Bey'le konuşmayı düşündü , ama hiç canı çekmedi bu işi. Ne söyleyebi l irdi ki ona Gülşen? .. Insan sevgi duyma-
143
Anne Hikayeleri
dl(J ı bi rine n e söyleyebi l i rd i? Behçet Bey'in kunt hat l l yüzündeki gü lmeyi unutmuş anlam, konuşma iste(Ji b ırakmıyordu Gülşen'de . Gülşen anlıyordu Behçet Sey'i. Onun gibi öyle ço k hasta sahibi görmüştü ki . . . Tüm bir yaşamı bir kadın ve ev dolusu çocu(Jun geçimini sa(Jlamak u(Jruna kaba saba amirier, saygıs ız memurlar, kağıt lar, ka(Jltlar, gene ka(J ıt lar arasında tüketip gene de kimseye yaranamayan, hep karş ıs ında karısıyla çocukarın ın birlikteliği ni görmenin
. yalnızl ığ ın ı yaşayan , o nlara yaklaşmayı kendine yediremeyen, nasıl yaklaşaca(Jınl da zaten bi lemeyen, son durak diye mahalleleri ndeki emekli kahvesine s ığ ınan yaşl ı yorgun adamlar . . . Yeni yetmel ik günerin i , del ikanl ı l ı k ça(Jın l anımsayamazlardı bi le . . . Karı koca didişmelerin in yaşl ı l ı(J ın yorgunlunda dinmesinden sonraki son bir kaç sene yi huzur içinde geçirmeyi , karı larından önce öte dünyaya göçmeyi düşünürken , karıların ı n ölümcül hastah(Jıyla şaşkına dö.:. nen, şimdiye dek varl ı kların ı pek duyumsamadıkları bu kadın ların yoklu(Juyla başlayacak kendi bi l inmez geleceklerin in kaygı iarına düşen yı lg ı n erkekler . . . Anl ıyordu 'onu Gülşen, ama şevemiyordu . Onun gibileri n akrep gibi kendi kendini zehirleyen bencilliğini sevemiyordu.
Sonunda mücadeleyi Servet Hanım kazanıp koğuşa geçmişti . Pek de iyi olmuştu . Bütün gün boş duvarları seyredip dertleneceğine, dertlenip dertlenip acı laşacağına, Serv.et Han ım arkadaşl ıklar kuruyor, dostlukları güçlendiriyordu. Başka hastalara yakın yaşad ıkça hastal ığ ı doğal saymayı , iyileşenleri gördükçe yaşama sarı lmayı öğreniyordu. Behçet Bey'inse huzursuzluklarına bir yenisi kat ı lmışt ı . Karıs ın ın ö leceği karabasanı bitmişti ama tedirginl ikle r sürüyordu. Behçet Bey bir türlü kırk yı l l ık karıs ı Servet'in evli lik lerin in bunca yı l al ı ş ı lm ış yolundan sapmasın ı kabul lenemiyordu . Tüm kararı kendisi veri rdi hep. Servet k ırk yı ldan sonra kalkmış, ona danışmadan, onun karşı çıkmalarına aldırmadan koğuşa geçmişti . Karıs ın ın tutumundaki bu değişikl ik onu rahatsız ediyordu . Tabii Servet eve döndükten sonra gene eski tutumunu benimserse, bu hastane serüvenini hasta bir kad ın ın kaprisi diye unutmaya haz ı rd ı .
Ve işte Servet Hanım kuzu kuzu gidiyordu eski davranışlan na
144
---------------= Kadınlar da Vardır
doğru. Isyanı çabuk tükenmişti . Hastal ığ ın ı öğrenince, ai lesine karşı
içinde başlayan acı laşma dolu başkald ı rı , koğuşa geçtikten sonra dinmiş, eve dönüş günü yaklaştıkça gene boyun eğişe dönüşmüştü. Servet Hanım'daki tüm değişiklik şu hastanenin dört duvarı arasında yaşanıp bitmişti . Gülşen gene yükselen ağlama istediğini duyumsad ı . Peki o ne u mmuştu? Servet Hanım' ın çektiği söylevlerden etkilenip tüm yaşantıs ın ı kökten değiştireceğini mi? Gerç�kten böyle mi sanmıştı . Gülşen? Hayır, böyle olamayacağın ı bi liyordu , yalnızca böyle olmas ın ı istemişti ve başaramamıştı . Ona neydi ki Servet Hamm'dan. Treni kaçırmış, yaşl ı bir kad ındı o, hali ne şükretmeliydi , h astal ığ ı atlatmışt ı . Ne anlamı vard ı bu yaşl ı kad ına böyle bağlanman ın ve ümit bağlamanın? Gülşen kendini yapayaInız, kimsesiz duyumsad! . O anda, hayatının orta yerinde, mutlu evI i liğinin, başan i l iş yaşamın ın göbeğinde bir sokak çocuğu kadar yaln ız ve kimsesizdi . . . Kocas ıyla birl ikteliğinde yit i rdiği , bğul lan okul çağına geleli beri onlarla art ık kuramadığ ı , hastanenin küçük çıkar ve dedikodu dolu havasında un ufak olup giden dostluklarda tükettiği insan s ıcakl ığ ın ı aramışt ı . Servet Hanım'da. Ve Servet Hanım', da yitiriyordu i şte. Madem ki bir sokak çocuğu kadar kimsesizdi bütün bu boğucu bağlar niyeydi? Sabah sekiz mesai leri , itiş kakış otobüsler, şu leş gibi pis hastane . . . Geceleri televizyon karşısında esneyen bir adam ve laf anlamayan afacan iki oğlan .. Acil koğuşunu dolduran kad ın kalabal ığ ı . Bütün gün sevişip ikide bir gebe kalan, sonra da firketeyle çocuk düşürmeye kalkışan kadınlar. Gü!- ., şen onlardan da kocalandan da nefret ediyordu . Acı görmeye dayanamıyordu art ık . B ir an usundan işi nden istifa etmek, Erol 'dan boşanmak, çocukları n ı yat ı l ı oku llara vermek geçti . Alıp baş ın ı uzaklara, taa uzaklara gitmeliydi . Son kertede çekici geldi bu düşünce ona .. . Oysa hiçbir yere gidebileceği yoktu . Bir kaç saat sonra ameliyathaneye gidecekti , o kadar. Servet Hanım nas ı l kuzu kuzu evine gidiyorsa, o da önce ameliyathaneye inip firketel i , lades kemik/i döl yol lanyla uğraşacak, sonra akşamüstü fi le lerini doldurup kuzu kuzu evin in yolunu tutacakt ı . Ağlamaya bi le değmezdi durumu . Servet Hanım için verdiği tüm emek boşunayd ı . Gülşen'in içindeki ağlama isteği katı laşmaya başlad ı . Ama minicik bir noktadan
145
Anne Hikayeleri ----=-=-------=----bu kat ı l ık çözüıüyordu . Acaba gerçeJ<ten h içbir şeye yar�mamış m ıydı Servet Hanım'a onca di l dökmeleri . . . Hepsi , hepsi al ış ı lmış bağ l ı l ı kları n, kemikleşmiş bağ ıml ı l ıkların karş ıs ında boşuna mıyd ı ? Deği ldi , olamazdl , olmamalıyd ı . Servet Hanım Gülşen'j yanaklarından öpmüştü b ir ana s ıcakl ığ ıyla, koğuştaki hasta kadınları sevmişti kardeşeesin e ... Gülşen onu komşuların ın gün toplantı larında görü r gibiydi . Ayak ayak üstüne atacak, bir sigara tüttürecek - sigara içer miydi Servet Hanım? Olsa olsa günde bir tane filan, ai l e bütçesi onun sigara giderine izin vermezdi herhalde- "Yoo, kardeş" diyecekti . tl Bu kadar da olmaz. Gerektiğinde insan resti çekebi lmeli . Bana baksana . . . Behçet'e de çocuklarada Hayır, dedim, 'sizin paranız gerekli değiL . Bunca yı l bana para mı ödediniz size bakt ım diye? dedim, 'Yok efendim, yok, paranız cebinizde dursun. Ben koğuşa gidiyorum. Orda arkadaşlarım var. ' dedim, 'Beni hap-settiğiniz bu tek kişil ik odada sıkıntıdan patlayacak değilim ya.' Işte oldu kardeş, geçiverdim koğuşa. Yok canım yok, her istediklerini bana yapt ı ramazlar." Komşu hanımlar dinleyecekt! , herkesin gösteriş li odada yatmak istediği bir hastanede Servet Hanım'ın koğuş tutkusuna pek de akı ı erdiremeden . . . Servet Han ım al ış ı lmamış birşey yapanların gurur verici başkal ığ ın ı duyacaktı . Bundan böyle s ı ra d ışı işlere kalkışanların arkasından verip verişti rirken diline daha hafif bi r kezzab bu!acaşacakt l . Başka ne yapabil irdi ki? Hepsi bu . . . Bu da bi r şeydi, hiç yoktan iyiydi .
Servet Hanım aşağıya inmiş Yeşim'j e linden tutmuştu . Gülşen i'<' torunuyla el ele yürüyen yaşl ı kad ın ın ardından baktı . Içinde hala
burukluk vard ı . Servet Hanım için artık çok geçti . Gülş�n için de geçti . Ama Yeşim için geç o lmayabi li rdi . Birden bir şimşek çaktı
. beyninde. lşe Yeşim'den başlamal ıyd l . Gülşen oğulların ı anımsa� d i . On ların çocuk sevimli l iklerin in bi le ö rtemediğ i , günden güne boy at ıp güçlenen benci l l ikleri bi r bi r gözünde canland ı , içi sızlad ı . Gülşen'in görüp de görmezden geldiği, ya da hoşgörmeye çal ıştığı bencil likler. Işe Ahmet ve Mehmet' le başlamalıyd l . Kolay tesl im 01-mayacaktı Gülşen . . . Yarından tezi yok birtakı m düzenlemeıer getirmeliydi evine. Oğlanlar sabahları yatakların ı toplayıp pijamalarını katlamalıyd ı lar. Sonra düğme dikmesini , yumurta kırma,s ın ı filan da öğrenmeliydiler. Geceleri çorapıarın ı y ıkasalar hiç fena o lmaz-
146
----""""""--�----�-- Kadınlar da Vardır
d ı . Gülşen güiümsedi , Ahmet'le Mehmet'in hatta Erol 'un şaşkınl ı ğ ın ı düşleyince. Keyfi yerine gelmeye başlamışt ı . Evte buncacık iş yaparlarse harhalde yorgunluktan öleceklerin i i leri süreceklerdj çocukları . Yoo, deneyecekti Gülşen, ana yüreğinin yufkal ığ ına boyun eğmemeliydi hemencecik . . . Tek kendi eviyle hiçbir şeyin çözümlenmeyeceğini bilmez deği ldi . Onun evi bütün bu evler denizinin ortasında bir damlaydı yalnızca. Ama bu denizin evlerde bannanlan ezip geçen dalgalanna gönül le kanşmaktansa aykır ı bir damla olup diremneye çal ışmak daha iyiydi . Sofra da kurup kaldırmalıydı Ahmet'le Mehmet, dağ ıtt ıkların ı da toplamal ıydı lar. Ve en önemlisi kendjlerinin bir türü terlemeyen bıyıklarına, güçlenmeyen kaslarına kızıp Ayla'n ın çi lli burnu, Selma'nın eğri bacaklarıyla alay etmeye, umars ız öfkelerini kızlara boşalt ıp rahatlamayı iki nci bi r erkeklik organı g ibi taşımaya al ışmamalıydı lar.
Aşağıda Yeşim z ıpzıp zıphyordu, anneannesine kavuşmaktan çok sevinçliydi. Ne kadar da şirin bir çocuktu, insana kucaklama arzusu veren. Ne kadar da çok engel bekliyordu bu şirinl iğin önünde, onu küskünlüğün si l ik sessizliğine ya da küçük hesapları n git gide acı laşan sinsi liğine döndürmek üzere . . . Yeşim bu tuzaklara düşmemeliydi . Yeşimler için çok geç olmamalıyd ı . . . . .
147
Anne Hikayeleri
BERDEL Esma OCAK
Fesla'n ın büyük kızı Delal onbeşine yeni g i rdi . Ondan sonra beş k ız daha doğurdu . Her defası nda oğlan bekledi ler, gelmedi . Şimdi otuzuç yaşındaydı ve yedinci çocuğuna gebeydi. Ama bu seferki bekleyiş bir başkaydı , bir beterdi . Kocası yemin etmişti "oğlan doğurmazsan evlenirim" diye.
Düşünüyordu kara kara. çocuğun karn ındaki vuruşları t ıpkı ötekiler gibiydi . Oysa oğlu olan kadınlar "oğlan bir başka oynar i nsanın karnında, balık gibi kayar, kızlar olduklan yerde kıpı r kıpır kıp ı rdarlar" d iyorlard ı '.
Ne çare ki , hoşnut o lduğu evrende yaşam süresini dolduran can, her deviniminde kendi yatağın ı deği l , anasın ın canevini tekmelediğinden habersiz, yedinci kez kıpır kıpır kıpırdıyordu karn ında. Bal ık gibi kaymıyordu.
Hani kocasına da hak vermiyor değildi . "Bir bizim oğlumuz yok kocca köyde, herif hakl ı , ocağ ı mı mı köre ısin?" diyordu içinden.
Diyordu ama, kalbi h iç te öyle çarpmıyordu. Korkudan öte bir k ıskançl ık sarmıştı bedenini . "Kimi a l ı r k i acep? bizim köyden mi a l ı r? alacağı benden güze mi olur? benden çok mu sever onu?" diye kendine sordukların ı yanıtlamaktan korkan bir daralmayla doğumunun gecikmesin i isterken, günleri de yaklaşıyordu aksine. Yaklaşt ı , yaklaştı ve bir sabah binbir acı içinde bir k ız daha getirdi
148
• b
------------------- Berdel
dünyaya. Kan deryas ı içinde debeleni rken, içerdeki kadı nlar ın hepsi birden "uyy Al lah a la , g ine bir k ız çatladı" diye bağ ı rı nca, kafasında her şey durdu . Görmeyen gözlerle etraf ın ı kuşatanlarabakt ı . Içinde patlamaya yüz tutmuş birikimi geri itmeye çal ış ıp, bükü/en dudakların ı ıs ı rd ı . Ama olanakl ı değildi . Birden boşaldı , sars ı la h ıçkıra ağlamaya başlad ı . Üç k ızı da kendi lerini anaların ın üstüne atıp beraber ağlad ı lar.
Içerdekilerden biri , bir oğlan çocukla: "Gine bir kızı n oldu" diye haber sald ı Ömer'e.
Adam yüzünü gözünü , y ıkt l . Fakat çatt ığ ı kaşlarınm a lt ı ndaki gözlerine dolan sevinç taşiyordu kirpikierinin arasından. Hiç kimse bu çatık kaşların arkasındaki ış ığı görerniyecek kadar kör deği ldi . O yine de :
- Beni körocak koydu bu sümsük karı dedi . Sigaras ın ı keyifle tüttürerek. Ama kalbi kafası başka yerlerde süzülüyordu avın ı bul'mak isteyen bir atmaca gibi .
Doğumları ndan sonra bir hafta, on gün kadar uğramazdı karıs ın ın yanı na kız doğdu diye. Bu sefer öyle yapmadı . Ikinci günüydü, geldi , Fesla'n ı n yer yatağın ın ucuna i lişti . Konuşmadan habire sigara içti . K ızları etraf ında dört döndüler. Kadın suçlu suçlu başın ı kaldı rıp kaçamak yüzüne baktı kocasın ın . Bu geniş ve rahat hal in-den yüreklenip: \
- Ömer, keşke doğarken ikirniz de öleYdik. Allah beni a lsın . Ne yapayım, bir oğlan doğurup ocağın ı yeşerternedim, diye özür diledi .
- Bil i rdim oğlan doğuramıyacağın ı , bu kaçıncı çünkü. Di l im hepten kısa/d ı . Arkamdan "kızlar babası , kızlar babası" diye bağırı r hep köylü ler; ded, kadın sustu . Adam kucağına çöken iki yaşındaki kızıyla oynamaya başlad ı , yapmacık bir ağırbaşl ı l ık la.
Fesla kocas ın ın hakl ı l ığ ın ı kabul lenmişti ama, ikiyüzlülüğü can ını sıktı . "Hele hi lesine . . . Gelmiş beni sormaya. Tövbe yalan. ötekilerde niye gelmez, niye sormazdı Yeni karıya yer yapar" diye 'geçirdi içinden. Hemen arkasından "Başl ık parası nerde ki?" diye
149
Anne Hikayeleri -----�---------avuUu kend ini , rahatladı biraz. Bu rahat l ık içinde akım ı ku l lanarak :
- Di i im k ısad ı r Ömer, dedi . Evleneceksen evlen, ne yapayım.
Kocasın ın uzun bıyıkların ın altındaki dudaklan , dişlerini dışarıya vuracak kadar ara landı . Karıs ına doğru eği l ip:
- Helbet evleneceğim, dedi . Pesla ikirciklendi . Baktı çok kesin konuşuyor, içindeki kuşkuyu
gidermek için : - Ya baş l ık? diye sordu. - Deta! . . . - Ne dedin? - Dela l , dedim. - Ne Delal i? - Berdel , berde l ! . . � Amaaan , vicdanın batsın herif ! Kız ımı verip üstüme kuma
getireceksin hemi? - He yaa, oğlan doğuramıyan kannın hakkıdır bu , körocak mı
kalayım? Kanın ın donduğu nu belirgin duydu. Rengi küle döndü, yutkun- .
du. Kafasından geçenleri söze dönüştüremedi. Ömer yergi dolu bir � küçümsemeyle yüzüne bakıp: ·
- Öldün ha, dedi . Hele rengine hele. Sonra ceketini omuzuna atıp, umursamaz bir tavırla d ışarı çık-
t ı . Duru m ayd ınlan ı nca, geleceğini n korkunçluğunu kavrayan
Fesla, ölü bir umuda seslenircesine d ışarıya doğru :
• b
150
• h,
-----=-==------------- Berdel
. - Deiaal, Deiaa! ! diye bağ ı rd ı . K ız koşarak geldi : - Ne var ana? - Baban seni kendine berdel edesiymiş. Hiç bir şey anlamadı . - Ne edesiymiş? - Berdei, berde!! Başlık yerine seni bi rileri ne verip, onun kızını
yahut bacıs ı n kendine alasıymış. Kız ın gözleri bi r yaban kedisinin gözleri gibi vahşi leşti, büyüdü.
Yere çökerken : - Vuşş ana, olur mu hiç öyle şey? - Olur, ana kurban olur. Vicdan olmayın yerde her' bir şey olur.
Ama kimle berdel edecek, seni kime verecel< ki yeni karısın ı almak için?
- Beni nası l verir ana? Gebersin üçü de. Alacağı da vereceği de, kendide. Beni nası l veri r?
- Verir veri r oğul , babandı r. Dua edel im de iyi biri ola seni vereceği .
- Ya geti receği karı? - O da iyi o la i nşallah, geçine bizlen . Kaderimdir yavrum, ka-
derim. Al lah bir oğlam çok gördü bana. Kız, çuvald ız batırı lmış gibi yerinden fı rladı . Ayaklarını del i deli
yerlere vurup, eteklerini çekişti rerek: - Gebersin ler, gebersinler i nşallaaaahh , diye bağ ı rd ı . Epey
zamandan beri Mahmutla aralarında bakışmalar, gü lüşmeler, yak ınlaşmalar başlamışt ı . Içini doldurup taş ı ran öfkeyle :
- Olmaz ha, o lmaz işte ! Başkald ı rıs ıyla tepindi . Kadı n kız ın ın pençe pençe kızaran yüzüne üzünçle bakt ı . Ku-
15 1
i , Anne Hikayeleri . ----------------
caklamaya, avutmaya benzer bir bakışla: - Alın yaz ıs ı , yazgı işte, ne demeli? dedi . Ana-kız yaşamlanna girecek olan bi lmedikleri , tanımadıkları o
i ki yabancıdan tiksinerek kıst ın ld ıkları kapanda acıyla, umars ızhkla, tek kel ime daha edemeden bakt ı la r biribi rlerine.
Fesla, daha döşeğinin kan ı kurumadan kalktı , yatağını topladı , i şine , çocuklarına eği ldi .
Ömer'de bir uçarı l ık, bir telaş. Gecikecek bir gün yaşamını etkil iyecekti 'sanki .
Açıktan açığa berdel o lacak kız aramaya başlad ı . Köylerinde yoktu, daha doğrusu Fesla'nın hatın için veren yoktu. Başka köylere yöneldi . Evlenmeyi en doğal hakkı saydığından, gidiş nedenini , nerelere gittiğini , kimlerden kız i stediğirıi en ufak ayrıntı larına kadar karısı na anlatmaktan arlanmıyordu.' Her seferinde· yüzünden düşen b in parça döndüğünde karısı ve kızı "Oh , gine bulamadı" diye serin soluklar al ıyoriard ı . Ama arayan bul,urdu.
Üç ay kadar gezdi , dolaştı Ömer. Sonunda birgün neş'esinden . uçarak geldi , normal bi iş buyurur gibi :
\
- Fesla, dedi karısına; bir bacı-kardeş buldum. Tam bize göre. Kardeş küçük, bacı büyük. Bu hafta gidip işi bitireceğiz. Tedariklen, haz ı rlan.
Fesla k ıskançl ığ ın ı , yıkk ın l ığ ın ı d ışarı vurmamak için göğsünü zorlayan .yüreğinin atış ların ı engellemeye çalışarak:
- Hayırl ı o lsun , diye inledi. Ömer ertesi gün oğlunu evlendirecek baba heyecanıyla köyün
içine düştü . Alacakların ı toplad ı , biraz borç istedi , iki gün sonra da karısı n ı a l ıp kente i ndi .
Yeni karıs ına üç alt ın , sandık , kafes , giysi l ik , puşu , tü lbent, peştemaı aldı . Yatakların ın yüzünü, astarı n ı yeni letti, kendine de bir kat elbise a ld ı .
152
-------------------- Berdel
Kocasın ın peşinden ölü gibi dükkan dükkan dolaşan Fesla bir ara:
� - Herif, dedi . Bak bu aldıklanndan Delalta da isterim. AImazIarsa kabul etmem haa ! Üç alt ın da, her bir şey alacaklar. Damad ı Delal da görmedi , ben de . Güzel mi acep?
- Akl ın ı güzel l iğe takma kız. - Eyvah L demek çirkindir? - Çirkindir, ama ki şirindir. Ağlamakla şaşkın l ık arası bir sesle : � Ya bacısı d iye soruverdi . Ömer çapkın , i stekli . - O da esmerdir. Esmerdir, ama ki tat ı ld ı r, diye gü ıümsedi . Delal deliye dönmüştü, hiç bir iş yapamıyordu. Çarşı dönüşü ,
baktı anasın ın yüzünde bir damla kan kalmamış , babasıysa keyfi nden uçacak. Kararsız bir öfkeyle kapı ld ı . Babasına dik dik bakıp, kilere girdi :
- Anaa, hele gel biraz, d iye seslendi . Fesla kuşkulandı , - Ne kız? - Ana geı , bu zal im babamdan hayıf (öç) alal ı m. � Nası l?
, i
- Ben kaçayım biriyle . . . - Kimle k ız? - Birin i bu luru m elbet. - Uyy canın ç ıksın kız. Berdel olan kız kaçamaz. Kaçarsa kan
olur, kan . Bir kaç yiğidin kanı akar. Seni de, seni kaçıran ı da, babanı da ö ldü�ürle r. Derdime dert katmaya yekinme, hal ime bırak benim . Bitmişim ,zaten.
153
Anne Hikayeleri
- Senin için ana . . . Sana dayanamam. Beni besleyip büyüttü n, onca zahmetini çektin . Üstüne gelene nası l berdel olun.Jm? Ölsem daha iyi . Koy öldürsün ler beni . Ha tanı madığ ımı sevmediğim biriyle evlenmişim, h a ö lmüşüm.
- Uyy amaan, boyuna bosuna kurban o lduğum. Kana boyalı yüreğim yetmez gibi , ciğerima dağlar vurmaya kalkma. Benim düşmanı m mıs ın kız?
Delal korktu . Gönlü Mahmud'un aşkıyla yanıp tutuşurkenı alacağı adama taktı akl ı n ı . U mut bir ı ş ıkt ı r, o ı şığa çevirdi gözlerini : "Belki de Mahmuı'tan daha iyi , daha güzeldir, ne belli?" dedi kendi kendine, vazgeçer gibi o ldu kaçmak fikrinden . Fakat farkında 01-mC!dan üzülmesini kesinl ikle istemediği anas ın ın içine öyle bir kuşku soktu ki , zaval l ı loğusanın omuzlarına kızını gözaltında tutmak gibi kayg ı l ı bir yük daha yüklendi . Sağırndan, sudan, tarladan , tand ı rdan, her dönüşünü dayanı lmaz bir korkuyla beklemekten bıkıp usanan Fesla, gerçekleşmesini hiç mi hiç istemediği o günü, düğün gününü çok öne a lmaya karar verdi . Zaten kocası da sabırs ızIanıyor, h iç yoktan türlü neden ler uydurup, olay lar çıkarıyordu. ·
Bir gün başı önünde , yüreği ağzı nda: - Ömer, dedi , gelecek perşembe gel ini getirel im mi? Yüreği hop hop etti Ömer' in . - Getire lim ya. 8e�\lemenin ne gereği var ki? diye kocasın ın
sesindeki açık sevinç başın ı daha çok eğmeğe zorlad ı Fesl a'yı . Yüzündeki o utanmaz taşkınhğı görmemek için bakmak istemedi .
�rtesi gün işe koyuldu . Hem kız ın ın l<açmasından korkuyor,' hem de yaralanan onuru nun içine akan kanıyla durmadan çal ış ıyordu .
Her gece bir biçimde rüyasına giren kumasın ın yatacağı yatağ ın yününe kadar ·yıkad l . AI üstüne beyaz dal l ı ipek yorganlann ı kaplarken, gözlerinden süzülen bir-kaç damla yaşa takı l ı kaldı kahverengi bakışları . Biti rince katlad ı , yüklüğe koydu .
. h
154
------=-====-----==�--� Berdel
Bıkkmhk yüklü bir devinimle başka işlere koştu. Yeni gel ininin çamaşırların ı , giysi ierin i , kocasın ın boylu , boslu tarifine uydurarak dikti , puşulann ı kafesine yerleşti rdi ,- odası m derleyip düzenledi , serdi , koştu . Ayakta duracak hali kalmamıştı ama, töre ve ayıp korkusuyla direniyordu .
Berde lde adet bir başkaydı . Iki gelin önceden kararlaştı rı lan gün ve saatte hazırlan ı r, süslü atlara bindiri lip davul zurnalar, kavallarla yola çıkanlı rlard J . Karş ı laştıkları yerde gel inler atların ı değiştirip, öpüşür, birini n geldiği yöne öteki giderdi . Onlar da öyle yapt ı lar.
Delal , yüzünü görmediği , adını bi le bi lmediği bir erkeğe eş oia-rak gönderi l i rken, anas ın ın boynuna san ı ıp :
'
- Helal et ana. Sebebimiz murats ız kalsın i nşal lah, diye sarsıla sars ı la ağlad ı .
Biribirleri nden kopacak gibi deği l lerdi , zorla ayı rdı lar. Bac ı lan eteğine yapışmış ağiaş ıyorlard ı . El lerinden koparıp ata güçlükle bindirdi ler.
Traş -olmuş, taranmış yeni giysileriyle güvey adas ın ın damında oturan Ömer, bi r-kaç defa yere tükürüp "Lanet olsun" diye gıc ırt ıh ayakkabısıyla yere vurdu. I lk kez evleniyormuş gibi töreleri n tüm gereklerini yerine getirrneğe özen göstermişti . Kökü sivriiterek toprak dama çakı lan dikenli güvey ağacına, ipe dizi l i halkah şekerler, narıari e lmalar ası ı mışt ı . Etraf ın ı sarıp, i nce bir a layla gülüşen gençleri , orta yaşl ı lan unutmuşçasına, gözlerini uzaklardan bel jre-cek ati ı iann yoluna dikmişti .
.
Gelin alayı yola koyulunca, Fesla duvann dibine çöktü . Içindeki acıya, boğulan heyecanı giz!emek için sararan yüzünü el leriyle kapayıp: "Delal im, ahh Delal ım" diye h ıçkı ra h ıçkı ra ağlad ı .
Uzun bir süre sonra davullu, zurnal ı , köçekli ciritli öteki kafilenin ucu göründü .
Pembe puşu çeki li o lduğundan gelinin yüzünü göremediler. At, avlu kapısı n ın önünde durdu. Fesla, töre gereği ö lü gibi yeri nden
155
Anne Hikayeleri' ---------------
kalkt ı , küt küt atan yüreği , titreyen e l leriyle kumasım attan i ndirdi . Koluna g i rd i , içeri soktu ve çıkt ı .
Güvenli adı mlarla damdan i ne.n Ömer'j s ı rtından, omuzundan yumruklayıp , yeni karıs ın ın yamna iten ler gÜlüşürlerken, Fesla ağlaşan k ız ları n ı n üstüne kapanmış yenideh · h ıçkınyordu.
Sabah erkenden kapıya çıkt ı Ömer. "Feslaaa" diye çalımla bağ ı rd ı . Kad ın acıyla koştu. Yerden-yere çal ınmış, her yanı parçalanmış bir hal içinde:
- Ne var? dedi. Zifaf gecesinin sabahında, annesine seslenen şmıarık bir köy
delikanl ıs ı tavrıyla - Acıkt ık , yiyecek birşeyler getir, diye emretti . Siniye yoğurt, pekmez, ekmek, peyni r koyup götürdü. Ömer
kapıda duruyordu. Karıs ın ın yüzüne mutlu, güleç bakıp "gır" anlamında işaret ett i .
Fesla'nı n buz kesmiş e lleri siniyi düşürecek kadar çok titriyor, beynindeki uğultu kulak larına yansıyıp çoğal ıyordu. Son direnciyle yan aralık kapıyı itti . Dizleri çözülüyor, yüreği par par paralanıyordu. Siniyi yere bır�ktı , ayakta duran kumasına kaldırd ı gözlerin ve o anda tüm kaygısı , tüm yorgunluğu uçup gitti . Kapkara yüzünün ortasındaki kocaman burnu, cerahatli mor kal ın dudakları , dişlek ağz ıyla i nsam t!ksindirecek kadar çirkindi . Eği l ip Fesla'n ın elini öptü. O da gönül rahathğıyla iki yanağmı öpüp, k ıvanç dolu bir gülümsemeyle içerden çıkt ı . Kapıdaki kocasını n yüzüne bakarken o alayıl gülücük dudaklarındaydı hala. Ömer' i bu belli bel irsiz gülümseme en duyarlı yerinden vurdu. Nedenini kestirdiğinde1n, kapıyı öfkeyle çekip içeri g i rdi .
.
Ömer iki ay kadar yeni karısıyla yaşadı . Sonradan köy töre lerine uyarak üç bir karıs ın ın, diğer üç gün de diğer karıs ının yanında ycrtmaya başlad ı . Ama eski karıs ın ın odasına her gi rişte bir özür bulur h ı r ç ıkardı .
Yeni karısı , i lk ayın ın sonunda gebe kaldı . Ömer çok mutluydu.
156
------------------- Berdel
Karısı n ı n yüzde yüz oğlan doğuracığ ı na .inand ı rm ışt ı kendini . Şeh i re gidiş günleri ni öyle ayarhyordu ki , o akşam yeni karıs ı
n ın s ı rası o luyor, çocuklarından gizleye gizleye getirdiklerin i gebe karısı na yediriyordu .
Fesla iyi huylu bir kadın olduğundan kumasıyla da iyi geçiniyor-, du. Kocası ne kadar çok severse s.evsin, çatlak dudakları ndan hiç
eksik olmayan iltihapı ! çizgi ler, konuşurken dışarı fı rlayacakmış gibi duran ağız yapıs ı , kal ın, yadırganan ses tonuyla kıskanı lacak biri olmad ığ ın ı bi l iyordu.
Ömer köyün di l ine desten o lmuştu Öyle k i Fesla alaya al ı nan kocasından dolayı sevinmekle beraber biraz üzülüyordu da. Ne de olsa çocukların ın babasıyd ı .
Iki ay kadar sonra da Fesla gebe kaldı ve aradan aylar geçti . Bir gün tand ı ra ekmek vururken karn ı ndakin in b irden sağdan sola kayd ığ ın ı farketti , o lduğu yere çöktü , gözleri ni kapadı , saniyenin binde biri nde hesapladı . Beş ayl ıktı karnındaki . Yı l larca beklediği , devin im miydi bu? Tarifsiz bir umuda kap ı ld ı . "Eğer oynayan çocuksa, öteki lerden farkl ı ; bal ik gibi kayıyorif diye geçird i içinden. Karn ındakin i koru mak içgüdüsüyle yere rahat yay ı ld ı , e l lerin i bedenine destek etti , yaşamın ın en içten gü!ümsemesiyle güıümsedi. Sonra b i rden neş'esi kaçt ı , kuması bu gün lerde doğu racakt ! . "Onun karnındaki nas ı l oynar acaba?" diye neraklandı . Fakat karn ında k ımı ıdayan can, canına öyle bir umut katmıştı ki , kendisinin de şaşıp kaldığı bir çeviklikle yerinden fırlad ı , kor dolu tandıra coşkuyla ekmeklerini vurmaya �aşlad ı .
Ömer o sabah odasından heyecanla f ı rlad ı : - Feslaa, ebe anaya haber sal, Fatmanın sancısı var, diye ba
ğırd ı : Olduğu yerde donakalan Fesla'nın içinin bir yerinden "çat" diye bir şey koptu, boğazma yün1dü boğacak gibi . Bön bön kocasının yüzüne bakt ı . Ömer sabırs ızl ık dolu bi(telaşla :
- Kan ölecek, çabuk o l , dedi. Ceketini giyip d ışarı çıkarken yüzü apaydınd l . Hala öylece duran Fesla'ya:
157
Anne Hikayeleri ---------------
- Durmuş ahm ak ahmak ne bakıyorsun yüzüme kız? Geberdin ha davran haydi , dedi .
Kad ın uyur-gezer gibi girdi içeri, yatağa çöktü , Delal'dan sonraki kızın ı uyand ı rd ı .
- Kalk Zelal , kalk ! Koş ebe anayı çağır. Fatma oğlan doğuracak, dedi. Kız yorganı üstünden f ı rlatı rken,
- Ne bi ld in oğlandır ana? diye sordu. - Şansı var k ız . Görmez misin baban nası l sever o yürek bu-
land ı ran surat ın ı . H elbet oğlan doğar. Kalk çabuk, haydi . Zelal h ı rsla baş ına yemenisini bağlayıp, kapıyı vurdu çıkt ı . Ebe
anayia döndüler, iki de yard ımcı geldi komşudan. Fesla, e li ayağı zangır zangı r titreyerek dışardaki işlerle uğraşı
yordu. Ama kulağı odadan çıkacak habercideydi � Ne yaptığ ın ın bile farkında değ i ldi .
Ebe ana ge li nce, Ömer muhtarı n odasına g itti. Oğlan babası adayların ı n ağ ı rbaşh l ığ ıyla oturdu . Müjdeci ler koşup: "ömürlü 01-:sun oğlun Ömer" diyeceklerdi . "Hele biraz vakit geçsin , oda biraz daha ka!abaı ı ı< olsun da öyle doğursun" diyordu içinden. Ceketinin sağ cebine kağıt paralar koymuştu , çıkarıp müjdeci lere vermek için . Oda kapıs ı na yaklaşan her ad ım yüreğini ağzına geti riyor, bomba gibi patlayacak haberin heyecanıyla renkten renge giriyordu .
Fatma kulak t ı rmalayan sesiyle bağırıyordu avaz avaz. Bir ara sesi son perdeve vardı . Bir çocuk viyaklaması vurdu d ışarıya. Fes� ia yere çöküp, yüzünü duvara döndü , kulakların ı ·t /kad l . Zelai içerden f ı rlad ı , anas ına bakt ı , üveyanasın ın kapısı önüne koştu , kulag ın ı kapıya verdL Içerden çıkan olmad ı . Bebek ağl ıyordu durmadan.
Fesla'n ın azg ın bir sel gibi coşan, kabaran kalbi duruldu biraz. "Kızd ı r inşallah , oğlan olsaydı koşarlardı d ışarı" diye düşünüp yüreklendi . Zelal 'e :
158
--------------------- Berdel
- K ız g ir içeri , sorsana ne doğdu, ded i . Zelal kapıyı itip g i rdi , ebe ana: - K ız batasıca. Bu da kız, hem de nası l çirkin bir kız deyince,
Zelal öyle bir f lrlayış f ı rladı ki , ayağı eşiğe tak ı l ıp , yere kapakIand ı .
- Anaa kız, kız aynen anaSi gibi , çirkin bir kız, dedi ve koştu dış kapıya doğru. Güiüyordu katı l ıyordu kahkahadan. Soluk almadan odaya koştu, oda tıklım tıkhmdı . Kapıyı h ızla it7p, kendi lerine çektirdikleri ni ödetmek istercesine çekinmeden, şakıyan mutlu sesiyi� :
.,..- Babaa, bir kızın oldu , ·kızm! Tıpkı anası gibiymiş, dedi ve yine gülerek f ırladı Çı!,tı . Ömer dokuz-on kurşun yemiş gibi o ldu . Erkeklerin hepsi bıyık alt ından gü!ümsedi ler. Ç ıt çıkmadı daha sonra odada. .
Oğlunun olmamısmm suçu, i lk kez Ömer'e yönelti imişti . Fesla çok mutluydu. Içeri gi rd i , ağı rbaşl ı I ı kla yaklaşt ı : - Ömürlü olsun beben, dedi . Kumas ın ı öpmek için eği ldi .
Aman Allah ı m, kederden miydi acıdan mıyd ı? D ışarı fı rlayan devırik gözleri , paralanmış cerahatli dudak!an , kocaman burnu, yüzüne yapışan dik siyah saçlarıyla çirkin liğin simgesi gibiydi . Bi r ana ayı misali soluyordu , içinin tüm gazabı d ış ına vurmuştu , öpemedi. · Kendini gen al ı rken : "vay, dedi içinden, erkek mil letinin midesine. Nas ı l da bay ı l i r i ştab; boklu ."
Ömer akşam karıs ına uğramaya geldi . Suratı asıktı ama, karıs ın ı koru mak ister gibi bir hali vard ı . Etrafındaki lerden utanmadan, arlanmadan:
.
- Canın sağ olsun, üzülme. Oğlanı da seneye doğarsm, diye avuttu .
, Fesla'ya bütün çektiklerinden daha acı geldi . bu son tümce, tuz-biber ekti kanayan yarasına . En ince yerinden öyle bir kopup k ın i<;1 i ki , kol ları yanına düştü , gözlerine yaşlar yürüdü.
159
Anne Hikayeleri ----===-----------
Gözü anasında o lan Zelal deliye döndü. Hmçla yerinden kalkt ı , bebeğin yüzündeki örtüyü ·çekti , karga yavrusuna benziyordu . Adam görünce ürktü .
'
- Seneye bundan da çirkin bir kızın olur ama, oğlun o lmaz, 01-maaaz diye bağı rd ı , e li ndeki ö rtüyü yere atıp üstüne bastı , tanı yamadığ ı bir öfkeyle kapıyı çarpıp çıktı . Anas ın ın öcünü almıştı her şeyi göze alarak. Başka zaman olsa kız ı yerden yere çalard ı . Yerinden kıpırdıyamadı , bakışları iki karıs ın ın arasında gitti geldi · ve sonra ba.şı önüne düştü . Fesla'n ın gözleri nde -haıa yaşlar vard ı .
Aradan dört ay geçti . Bu kez Fesla sancı landı . Kızları hazır l ıkların ı yapıp, ebe anayla komşuları çağı rd ı lar. Anaların ın etrafında dört dönüyorlard ı .
Ömer çirkin k ız ın ı da kar ıs ı kadar çok sevdiği nden , pislikten, kOkudan , s inekten g i ri lmerz duru mdak ı odası ndan ç ıkmıyordu hiç.
Fatma da çok heyecanl ıydı o gün, girip çık ıyordu kuma�ın ın odası na.
Fesla'nın sancı ları kendisini yere devirecek kadar baskın , güçlü gel iyordu . O acı içinde bu farkl ı l ığ ı seziyor "Oğland ı ril diyordu içinden ve direniyordu. Sonunda o mutlu an gelip çatı i , daha çocuğun çığ l ığ ı duyulmadan ebe ana:
- Oğlaan, oğlaan, nur topu gibi bir oğlaan! diye bağı rınca kızlar yasak-masak din lemeden içeri gi rmek için kapıy ı zorlad ı lar. Zetal yarı ç ı lg ın bir sevinçle "Oğlaan, oğlaan" çığlığıyla koştu babas ın ın odası na. Ömer'in k ız ın ı pışpışlayan kol ları gevşedi . çocuğu usu lca yere b ı rakırken , yüzünde insana gülme duygusu veren yeni lgiyle karış ık tuhaf , acı bi r gülücük bel irdi . Zelal :
- Oğlaan, oğlaan! Nur topu gibi bir oğlaan ! Yaşasın anam, yaşas ı ı ı n ! Nağralarıyla e llerini . biribi rine vurup, olduğu yerde coşkuyla döndü. Açı lan etekleri babas ın ın yüzüne değecekU nerdeyse . Hemen d ışari koştu , köyün içine düştü . Bütün evlere dalıp müjdeled i . Beş dakika içinde bu mutlu olayı duymayan kalmadı .
160
• b
-=-=--�----.....",,;=--=--------- Berdel
Ama Ömer içerde öylece duruyordu. Yı l lard ı r ölesiye bir istekle beklediği oğlunun gelişini böyle istemsiz karşı layış ı na şaşt ı . Içini yokladı ; yok sevinmiyordu, sevinemiyordu. Büyük bir suçluluk du-gusu içinde yere bakıyordu .
'
Fatma içeriye girdi . Saman mor cerahatli dudakları farkedil ir biçimde titriyordu. Kocas ın ın yüzüne baktı , baş ın ı eğd i . O da eğdi; h içbi r şey konuşmad ı lar.
Sonra Ömer bitik, isteksiz k�lkt l . Ne yapacağın ı kendisi de bilmiyordu , yüzüne zoraki bir gülücük tak ıp , d ışarı ç ıkt ı . K ızların ın üçü birden :
'- Baba, kardeşimiz oldu , kardeşimiz ! diye üstüne geldiler. Geri iter gibi başların ı okşayıp, köy odasına yöneldi . Varır varmaz oturanları n tü mü :
- Ömürlü olsun oğlun Ömer, diye ayağa t ı rfadı lar. Bir suçlu gibi köşeye çöküp oturdu. Oda dolup taştı oğlu nun hat ı rına. Sabırsız lardan biri :
- Ah u la Ömer, ah ! dedi. Hem gül gibi k ız ı belaş-alaş gurbetin bir c ıb ıhna verdin', hem de ocağına iki nüfusu bela ettin boşu boşuna.
Ömer'in oğluna karşı bir tiksinti beli rdi içintJe, cevap veremedi . Herkes , Fesla'n ın öcünü almak istercesine, bi r yerine beş defa gözünü ayd ın ediyord�, alayıl anlamlı gülümseyip, yanındakini dürterek.
16 1
Anne Hikayeleri -------------�-
DOGUM Esma OCAK
Yağ ış l ı ve karan l ık bir gece, bir bahargecesi. Yağmurun ninnisiyl.e uykuya dalmış her taraf. Pencerelerinden hafif, k ı rmızı DŞık s ızan evin içindeki lerden başka devinen yok koca köyde . . .
K irden, buharda n buzlu gibi duran camdan, el indeki kandi l in yüzünü aydı nlatan ış ığında Gazal k ız ın ın ürküntüsü açık seçik.
Ocağın yanındaki oyuğa b ı rakıyorel indeki kandili . Sepette getirdiği kÖklerte tezek kalıpların ı düzenle yerleştirip , kibritlıyor. Yand ıkça bükülen kökleri n tezekleri kucaklayan a levinde heyula gibi büyüyen insan gölg�leri netleşiyor. Ayak altında dolaşan iki yaşlan ndaki oğlan çocuğundan başka, kalabal ığın tümü kadın . Aceleci , şaşk ın girip çıkıyorlar.
Ocağı n karş ıs ındaki döşekte durmadan dönen genç kad ın ın bağ ı rtı s ın ı , saçakları ç ırparcası na yağ an yağmuru n homurtusu bastı rmada.
Sabahtan beri çektiği sancı lar doruğa çık ınca çığl ik lan h ızla. nan ın karn ın ı açıp , oca§a tutuyor yanındaki ler:
- Çocuk s ıcağı sever, s ıcak iyidir: Haydi dayan, dayan diyorlar.
Saçın ın her telinden terler boşanan hasta "Aııah ım, yetiş Allah i l ı mm" yakanşıyla kendini döşeğe b ı rakıp , ık ın ı rken ebe anan ın :
- Tamaam, tamaam. Al lahuekber, Allahuekber, Lai lahei llal-
162
-------------------------------------- Dogum
lah all�huekber tekbirine doğan bebenin "Üwee, üwee"leri kanşıveriyor.
Babasından a ldığ ı çakıyl.a bebenin göbeğini anas ından ayı ran ebe ana :
- H ıd ı ra müjdee nurtopu gibi bir oğlu daha o ldu, böbürlenmesiyie şakıyor. H ız ın ı artt ı ran yağmurun oluşturduğu derecikler sokaklardan boşanıp, geniş YOkuşta birleşerek, küçük bjr çağlayan gibi gürü ltülü , azgın habire aktıkça, sinirleri geri lenler bu muştuyla dinginJeşip, gülümsüyorlar bi ri.birlerine.
loğusanın dinlendi rici , düş dolu bir huzurla ayd ın lanan yüzü , ,az Sôilra yeniden yoklayan sancı iarın zoruyia kas ı i lyor.
Ebe ana yıkaması için bebeği yan ındakine verirken, dizinin alt ında hazır tuttuğu buzağı bağladıklan tezek bulaşmış yeşi l ipin bir ucunu Ioğusadan sa rkan eşe, diğer ucunu ayağına bağI Iyarak yapt ığ ın ın gerekçesini :
- Eş gelmedi , eşş. Yüreğine f ırlar ayağına bağlamazsam diye açı kl ıyor.
I lerleyen dakikalar saatlere varırken, kesi len sancıdan, durmadan kaybedi len kandan kara çaresizliklere düşen ebe ana, tek dayanağ ı olan en güveni li r çareye baş vurarak_:
- Heeyy! Bir erkek yok mu oralarda? Gidip hocayı uyandırs ın , üstümüzdeki damda Feraç okusun , feraç. Al lah büyüktür kendini çağıranı darda komaz. Haydi , çabuk olun buyruğuyla son kozunu oynuyor.
Gazal kız, kopuk tahta �erdivenleri çökerti reesine aceleyle in ip, ağabeyini gönderiyor.
Az son ra tüyler ü rperten, i nsan ı i l iklerine kadar donduran bir salavat sesi , dalga dalga yükselerek kaplıyor köyü .
Bu i lahi sesle uykudan uyanıp, e l lerini göğe açan köylüler, ya- -taklannda oturarak yüzleri kıblede. "Allah ım okunan feraçlar yüzü hürmetine sen kurtar. Kurtarıcısm sen" yakarışiarın ı H ıd ınn evine doğru üfıüyorlar.
163
Anne Hikayeleri
Oysa, karş ı evdeki kuşku g ittikçe ,artmadadı r. Gözleri çukura i ne n hastanı n dudakla n bembeyaz, ıs ı rd ığ ı e lleri buz gibidi r.
Gazal k ız ebe a nayı kolundan tutup, odanı n ortasına f ı rlat ı� yor:
- Böyle ne durdun ana? 'Kız ölüyor, birşeyler yap. Ebe ananın yüzü, i ki yumruğunun arası nda, umudunu tümden yitirdiğini gizlemek isterken h ıçkı rıveriyor, umars ı�d!r.
Ebe kadın ın halinden işin su götürür tarafı kalmadığını kestiren Gazal aşağ ıya kardeşine koşuyor: ,
- Doktora yetiştirsek mi ola? - Niye kız, kurtulmad ı m ı? - Kurtu lda da ne? eş gelmiyormuş. - Nas ı l götürse�? araba ne yok ki? - Atla ata koştur kasabadan bir otomobil getir, çabuk şeh i re
kavuşturahm. Hıd ı r ah ı rdan çektiği ata atlayıp, alabildiğine t uzralan yağmu
run a lt ında doludizgin kasabaya uçarken, odada bu işten anladığın'i söyleyen bir kadın , tüm gücüyle Ioğusanın karnına, bel ine bastırarak:
- Eş yukarda, basmazsan inmez anam. Ebe ana m bunamış, bi lmiyor bunak i htiyar : bi lgiçfiğiyle yükleniyor. Döşeğin alt ından sızan kan, toprak odaya, oraya-buraya dağ ı l ı rken birden d ışarda azg ınlaş ıp çağlayan sel gibi gürleşiyor.
Iki kad ın karnın ı a lev alev yanan ocağa tutmak için zo'rla kald ın rlari<en, loğusan ın kanı boşalan bedeni ocağa doğru y ık ı l ıyor. Uzun , kahn örükleri nden-birinin ucu tutuşurken de o artık bi r ölüdür.
Odada keskin kı l , tezek, kan kOkusu, bebek çığl ığı "Kader, ah kader" feryadı dopdolu .
Horozlar öterken hoca tekrar caminin damına çıkıyor, bu sefer okuyacağı feraç deği l , sala'd ı r.
164
-""""""'----------""'" Pancarogıu Emine Hatun
PANCAROOLU EMiNE HATUN Fahri CELAL
Otuz yaşı nda sekiz çocuğu ile du l kalmışt ı . Altısı erkek, 'ikisi kız. 6 erkek çocuğun hepsif'j de iyi okutmuştu . Birisi bi le haylaz çıkmad ı . Koca elden gidince i lk oğlu on alt ı yaşında evin efendisi olmak lazım gelmişti . Mektepten kaçan kardeşlerini o tutar, analan da siyah çarşaf ın ın altında sakladığ ı sopasi le, hem de mektep kapısında Allah yarattı demeden, döverdi . Ana, oğu l yedi çocuğu beraber büyüttüler. Bayramlarda yedi çocuğun e lbisesini , yaz, kış yiyeceklerini , namerde de, merde de muhtaç o lmadan geçinmenin yolunu nereden bi ldi ler? Eve giren dört okka ekmek, bi r çuval un, iki çuval bu lgur, bi r teneke yağ, onun uğurlu einde sanki sekiz misli olurdu . O ne mübarek e ldi ki ramazanda misafirleri ne iftar, şeker bayramında şeker, kurbanda ölü lerine kurban keserdi. Kocasından öyle fazla bir şey de kalmış deği ldi . Çocukların s ı rtı pekti, pabuçlan kuru, gözleri toktu. Her biri de ayrı ayrı okudular. K ızlarına yaln ız okutma öğretirdi , yazma öğretmezdi , zamanın adeti de bu idi Zahit ka-d ı nd ı . '
Büyük oğluna kardeşinin Kız ın ı almışt ı . Fakat bir gün yaylada dağ gibi delikanl ı sizlere ömür öldü . Yirmi saatlik yolu göze alıp cenazenin önünde, asasın ı kaka kaka hüngür hüngür ağlaya ağlaya gene 0, şehre indirdi. Onun da iki çocuğu ve karısı yanında kaldı lar. Öteki" oğu l ların ı da birer birer everdi .
Hangisi everdise aradan bir, iki yı l geçince yavuluyordu. Benim
165
Anne Hikayeleri
babamı da, öteki amcalanmı da birer birer gömdü. Bu ne kahrolası a l ın yazıs ı imiş, gözünün önünde öldüklerini göregöre, dul gelinlerini , eti m torun la�ı ndan asla vazgeçmeden hep-yanındatoplard ı .
Ölüleri n arkasından ağlamamak için bir çare bulmuştu : Cenaze kalkarken namaza du rmak.
Yetimlerin ! , yetileri ni yancağızmda yat ı rı rd ı Koca bir sofamız vardı ki yer yataklan ile mektep yatakhanesi gibi idi . Hiç birimize yüz vermezdi , tepesine çıkarmazdı . En büyük iltifatı s ı rt ımızı okşamak, saçımızı koklamaktı . Göz yaşını da nası l sindiri r, nası l kimselere göstermeden içirirdi? . Gelinlerinden h iç birisi de, ne dersiniz, ona hain çıkmadı . Ne geldikleri evi aradı lar, ne de kocaya varmaya kalkışt ı lar.
Bu kad ın ın gölgesi ağı rd ı yahu .. . S ı rt ından yaz, kış samur kürkünü ç ıkarmazdl . Içinde güdük demirl i bir fiti l li h ı rka, ayağı nda yürük şalvan , entarisi bel ine sokulu idi . Başına fes giyerdi . Belindeki kuşağ ında da kuka tesbHıi ası l ıyd ı . Arada bir dalar, dalar, doksan dokuzluğu devrederd j , ne okurdu, ne ·bi l i rim.
Günde ik i defa kendi'tabiriyle nargi le içerdi . O nargilenin mang ı rın ı yani ateşini biz a l ı r getirirdik, onun sönmez · ateşinin karşısında, marpucunu uzun parmakh el leri le , zevk le kavrar, hafif hafif. toklJrdat ı rd l . Bizi arada bir bağrına bastığı zaman nargi lenin kokusunu a l ı rd ık. Bir tuhaf tömbeki kokusu . . .
En küçük oğlunu Harbiye'ye vermişt i . Zabit ç ık ınca hepimizin babası dayımız oldu. Ninemizin beli, bunca kederlerden sonra bükülmüştü , pek doğrulamazdı . Fakat el i arkasında, kürkünün eteğini yerde sürükleye sÜr'Ükleye gelinlerine kumanda eder, torunlcmnı ürkütür, sözünü e lbette geçirird i , kimin ne haddi idi ki karşı l ık vers in , ha? .
Ama bu küçük oğlu , bizim zabit dayı aşı rı çapkm çıkmıştı . Karısından çekinmeden bazı geceler gelmezdi . Karıs ı ufak tefek, hem de çirkince idi . Dayım ise alabi ldiğine erkek güzeli . . . O hançer kaşlar, o göz, o perişan bıyıklar, o poy , o bos, arslanlar gibiydi . Sesi gürdü . Bir gün çarşıda sekiz kişiyi önüne katmış, sekizini de hakIa-mış, tövbe etti rmişii .
'
166
-------------- Pancarogıu Emine Hatun
Sabahları kışladan at get irdi , atın da en azgın ın ı mı gönderirlerdi ki binince, ince belindeki kı l ıcı bir sağa bir sola fırlar, at bir o yana, bir bu yana saldı rı r, ' penceretere toplanan, kafesleri n ard ından day ımızm gidişin i gözliyen komşu han ım ları n yüreğini hoplat ı rd ı . '
Zavall ı yenge, kocasını görmek için , sanki işleri varmış da geçi-yormuş gibi yapan kadın lara bazan ağlar gibi sesiyle sesleni rdi :
- Bey, bugün g itmiyecek . . . Güzel erkek merakl ls ı .. hanımlar, f ık ı r f ık ı r kaçış ırlard ı l . . Dayımm gelmediği geceler ninemizi uyku tutmazdı . Mangal
başında kOlierin içindeki ateşi kanştırarak sabahı ederdi , o s ı rada bir tabanca patlasa pencereye koşar :
-- Acaba oğlu mu mu vurdu lar? der gibi sokakları dinlerd i . Hem de Allaha Clhdeder ki çapkm ge li nce dövecek . . .
Sabaha karşı da çapkın, mahmuzların ı şakırtada şakırtada, kıI ıcmı sürüyerek geldiği zaman kapıyı açmağa nineminerdi . Terliğini çıkanr, yüzü gözO demez, neres; rasgel irse yap ı şt ır ı rd ı :
- Nerede kaldu; u lan? Oğlu dayağı yedikçe güler, yemin ler eder, merdiven leri çıkıp
da yorulmasin diye anasın ! kucağ ına a l ı r, ç ıkarlarken ninem telaş ' ederd i :
- U lan bel in açılacak! . . Odada dayak gene devam ederken dayım haber veri rdi : - Anaro sana yemeni getirdim . . . öteki hem dövmeğe devam eder, h e m d e sorard ı : - Güvez mi? .
***
Zaval l ı ninemiz daha sonraları yavaş yavaş kendini şaşınr gibi oldu : Turuncu , kırmızı renkli kağ ıtları toplayıp koynuna sokmağa, başına ateş çıkıp yüzünü ter basmaya başladı . Torunların ın ismini u nutur :
167
Anne Hikayeleri
- Bu ki min idi? Diye sorar o ldu . Yahut da başın ı al ıp sokaklara kaçıyordu . Biz
önlemeğe çal ı şt ıkça ö lmüş büyük oğlunu çağ ı ın r, bizi dövdürmek isterdi . Sokağa çıkınca, civardaki kahvelerdeki i nsanlar baş ın ı almış gider bu koca nineyi çevirirler :
- Buyuru n valide , bir kahvemizi içi n ! . . diyerek içerLal ı rlard ı . Onlarla hemen ahbap o luverirdi . Kırk yı l l ık hukuku varmış gibi , çolukların ı , çocuklar ın ı sorar, selam gönderir , ahbaplı k ederdi .
Ölümünde bütün bütüne kendini kaybettiği s ı rada annem iyi nefes als ın diye göğsünü açmağa çal ışırken habire, e liyle mani 01-mağa çal ış ıyordu. Dikkat etti ler ki oracığ ı nda bir ç ık ı var: ·
- Parası olacak . . . dedi ler. El i gevşeyince çık! meydana çıkt ı : Tülbentlere sarı lm ış bir testi . Bizim yenge tanıd ı : I lk oğlunljn tesi idi ! . .
168
--------====-=�----- Emsiz Ogla.n
.,
EMSİZ OGLAN Faki r BAYKURT
" ısmai l ne alemde Ayşe , kulac ığ ı nas ı l?" "Çekiyor! Nas ı l o lsun ısmail? Çekiyor hala ! . . . " Bey deği l ağa deği l ; Kanal Ayşe'nin topu topu üç harmancığ ı
vard ı harmanlar içinde. Biri arpa, biri buğday, biri de çavdardı bunlann . Güz bolluklanna gelmiş bayramlarda allara yeşi l lere bürünmüş varl ıkl ı evlerin çocukları arasındaki üç yoksul çocuk gibi üç küçük harman . K ızg ı n ağustos güneşi alt ı nda yass ı l ı p duruyordu üçüde . Kanal Ayşe günlerdir bunların telaş ın ı çekiyordu . Arpayla buğdayı iyi kötü sürmüş, tmaz etmiş, şimdi çavdarı sürmeğe çal ış ı,. yordu .
Her şeyden önce koşumu koşum deği ldi. Boyunduruğun bir yan ına tüyleri döküimüş, kemikleri derisini delecek gibi f ı rlamış bir koca öküz, bir yan ında da pörsük memeli bir inek! Bir yandan iş, bi r yandan otsuzluk, temell i sündünnüş, soldurmuştu hayvanları .
Çavdar sapı da düşman başına! Eksik olasıca, ne arpaya benziyordu , ne buğdaya! Dön dön dön ! Yirmi kez aklar, yirmi kez döndür; ö lmez ufalanmaz!
Çok bunaımıştı Ayşe: "Eller gibi arkamız da yok ki geliverseler. Bunu sürerken ötekileri de savursak! Ah benim kara yazı larım ! Yaz ı lmadan gidesi kara yazı larım ! . ."
Di li damağı na yapışmış, boğazı adamakı l l ı kurumuştu . Bir de
169
Anne Hikayeleri ------=;==---------
ter, bir de toz ! Düvenin üstünde dizleri titriyordu. Kendini tutup biraz gayret etmese düşecekti . '
El indeki övendereyl bir öküze dürttü , bir i neğe : "Haydi kad ın kız ım, haydi tosun oğlum! Haydin kurban oldukla-
rım !" d iye yalvard ı . �
Öküzle i neğe has b i r di l le yalvarıyordu sanki . Sıcak neyse ama toz çok yamandı . Bir ara boğulacak gibi oldu.
Başın ı , yalmz gözleri kalana kadar sarıp sarmalad ı . Poyraz yanı nda Ali Molla'nın adamları , yakıp kavuran bir toz çıkararak arpa tınazı savuruyorlardı . Daha ötelerde de, millet karısıyla kızıyla t ınazIar ın başındaydı . Ara vermeden toz gönderiyordu hepsi .
Harman yeri bir sterndi. Göz gözü gör.müyordu. Olağanüstü bir ivedil ikle kimi sürüyor, kimi savuruyordu. Kimsenin kimseye baktığ ı , yard ım edip el uzattığ ı yoktu. Üç yı l önce köyün san san buğday harmanlanm , bereketli arpa t ınazların ı süpürüp götüren koca selin acıs ı , hAla yüreklerde çöreklenip duruyordu. Başka zaman çok uygun bir yel bulmadıkça ölürsen yabaya el sürmeyenler, şimdi bu yaprak ,bi le k ımı ldatmayan cı l ız yelde çırp ın ıp duruyorlard ı . "Durulacak s ı ra mı?" diyorlardı . Oğlenin bu insanı cayır cayı r yakan saatinde kimsenin akl ı na ekmek su gelmiyordu.
Ayşe: '.
"Boğulacak i nsan, boğulacakl" diye bağ ı rd ı , düveni durdurdu. Çavdar harmanı , orasından burasından toparlanmı'ştı gene. El ine dirgeni a l ıp yaydı dağıttı sapları .
" Inmişken bir de lsmai lime bakayım, iki gözümün naz,1 ı karası , kadersiz yavrum ne hal lerde, bir göreyim l" ded i .
Oğlu hasta ısmail , harmandan üç metre kadar ötedeki kağnın ın küçük gölg�sinde yatıyordu . Aygın mı, baygın mı, belli değildi. Varı'p başucuna durdu. Yüzündeki ak tülbendi kaldı rd ı . Uyuyordu. Uzamış saçları sarı yüzüne dökülmüştü. Bulgur bulgur ter içindeydi . Ağı r da bir gübre kokusu , i nsanı n burun direğini k ınyordu orada.
170
---===-------------- Emsiz Oğlan
"Ah kuzu, ah ciğerimi n köşeciği ! Seni veren Allah bir de bu derdin dermanını verirse gidip Çimenli Dede'ye alca tüylü bir horoz keseceğim!" Baş ın ı güneşe doğru kaldır ıp bir an bakt ı : "Göster gayri yoksulları sevdiğini , kurban olduğum!. ."�
Çocuğun tü lbendini örtüp hemen düvene yürüdü gene. "Her gecenin bir gündüzü var demişler. Ama hani bizim gecele
rin gündüzleri? Yavrumun kurtu lduğunu gördüğüm gün oda' lan süpüreceğim! Yolların taş ın ı toplayacağım ! Kendimden yoksul iki çocuğa gömlek dikeceğiml . . Yaşıİların ın en güzeliydi ısmail im. Köyün ben'iyd i . Ş imdi leke!endi , ş imdi bi r şeylere yaramad ı yavrumL"
Gizli gizli ağl ıyordu. Gözyaşları , güneşle ve arpa tozuyla pürtük pürtük o lmuş yüzünden aşağı güçlükle süzülüp iniyordu . Hasta oğlu yüreğini yakıyordu.
Birkaç harman ötede kardeşi Hacergi! vard ı . Bir ara gözü o yana kayd ı . Baktı , kardeşi kendıne doğru geliyordu. Hayvanlan durdurdu . Zaten yürümüyorlard ı ! "Kal ı rsa kalsı n benim harman !" diye bağ ı rd ı . "Sel götürürse götürsün l Yedirmeyecekse yedirmesin Allah ! . ."
Hacer, daha iyice yaklaşmadan : "Ne durdurdun malları kadın abam?" dedi . "8ürseydin iyi kötü.
Havan ın ne o lacağı bell i mi?" "Değilse deği l , ne yapayım? Usand ırn!" " ısmail ne alemde, ku lacığ ı nas ı l?" "Çekiyor! . . Nası l olsun Ismaiı? öteygün M ısdı l ı Day! : "Et sarm,
. kurtlar et kokusuna çıkar, sen de birer birer ayıklars ın !" dedi . Sar- . d ı m, h iç faydası o lmadı . Ç ıkmadı körolasıcalar! ."
"Ne o lacak böyle kadın abanı, ne yapacaksın?" Bakal ım . . . Şimdi de camız mayısı sardık. Havalice kar ı söyledi.
Vaktiyle onun kulağ ı da yavrumunki gibi kurtlanmış da camız mayıs ı sarmışlar. Bi r de bunu smayal ım dedik. Alimce'nin boksaktan
171
Anne Hikayeleri
avuçlayıp getirdi.m biraz, s ıcağı sıcağına sard ım kulağ ına. ç ırp ına ç ırp ına sesi başı kurudu yavrumun : "Oyuyorlar beynimi anaaaml" diye ç ığrı n ıyor boyuna. Şimdi biraz canı geçer gibi oldu. Demin bakt ım , uyu muş ! . ."
. .
"Ku rtlar ölüyor öyleyse !" dedi Hacer. -
"Ne bi leyim ay kad ı n abam, ne bi leyim? Çok korkuyorum. Akl ım tepemden ç ık ıp gidiyor. Diyorlar ki : "Eğer bu kurtlar çık ıp gitmezse, çocuğun beynini bitirirler!" Ne yapacağımı bi lemiyorum. Iyi olsa bi le bir iz kalı r herhalde! Üç dört gün önce köy içinde Aferin Keziban : "Ku rtlu kulak! Kurt lu kulak!" diye bağ ırmış ard ından. Böyle el leri n maskarası o lacak ısmai lim !"
Hacer : "Ağlayıp buzlama bakal ım abarn!" dedi . "Belkim öyle olduğu
iyidir! Az önce Muhtann karıy ı gördüm de o söyledi : Kurtlar iyiye işaretmiş. Başka türlü kulaktaki akı nt ı dinmezmiş. Ölesiye çekermiş çocuk. Şimdi kurtlar akıntıyı emip kurutacaklar, sonra geri çekileceklermiş. M u htann kan : "Çocuk ancak o zaman kurtulur!" diyor.
Ayşe, şaşk ınl ı k içinde, ne diyeceğini, b i lerneden dinl iyordu : "Akl lrn kesmiyor gayri , akhm hiç kesmiyor! Aka aka zaten bıtti beyni ! . ." diyordu .
Birden Hacer' in kocası bağı rmaya başlad ı öteden : "Ulaaaaan, geçmişini falanın ı filan ın ı ! . . ." Adam ta karşıdan sö
ğüyordu . "Getir çabuk süpürgeyi! Çene yarışt ıracak zaman mı şimdi, geberesice?"
Hacer e lleri ni d izlerine çarptı : "Eyvahlar olsun ! Ben buraya harman süpürgesi istemeye gel
diydim ! Unutuverdim, gördün mü?" ısmai l ' in yan ındaki süpürgeyi kapt ığ ı gibi gitti . Kocası hala söğüyor.du.
***
172
-------�--------- Emsiz Oglan
Kanal Ayşe ağl ıyordu . "Düvene çıkmadan ısmai l imi bir daha göreyim !" dedi . Ayakların ın ucuna basa basa, yanı na vard ı . Tülbendi kald ırd ı .
Bir ter, b i r ter! . . Kar olmuş da ağustos güneşinde eriyordu çocuk! Kulağı ndaki camız mayısı , sarg ın ın altından sızıyordu. Ayşe sargıyı düzelteyim derken çocuğu uyandı rd ı . ·Ismail uyanır uyanmaz of çekmeğe başlad ı :
"Of oooof ! of anacığ ı m of ! Kemiriyorlar kafarnın içini ! . ." " ısmail im!" dedi Ayşe . " Iyi olacaksı n yavrum! Kurtulacaksın ;
ağlama! Hiç ağiama koçum? Gene eskisi gibi gözei olacaksın i Bu nalet akı nt ıy ı kurtlar eniip bitirdi ler mi , çeki l ip gidecekler, sen de kurtu lacaksın , ağiamaı"
"Öleceğim öleceğim anam, of anarn!" Yavaşça doğru lmaya çal ışt ı çocuk. Sarg ıs ı temelli s ıyrı l ıp indi . Camız mayıs ı lap diye düştü yere. Mayıs ın içinde diri diri arpa taneleri vard ı .
Ayşe şaş ı rdı : "Dur yavrum sarayım yeniden!" dedi . "Sarmaa! Kemiriyorlar, sarma!" dedi ı smai L . çocuğu dizine yatırıp kurtlu kulağ ın içine dikkatle baktı . Kurtla
rın birkaçı kıt k ımır görünüyordu. Cam ız mayısı sarı lal ı iyice içerIere çeki lmişlerdi . . .
. Öküzle i nek ses ç ıkarmadan bekliyorlard ı güneşin alt ında. I nek gözlerini kısmış, kulakların ı düşürmüş, cansız cansız soluyup duruyordu. Komşu harmanlarda düvenler durmadan dönüyor, arkah olanlar ellerinde yaba, ç ıkmışlar t ı nazların başına, h iç durmadan savuruyorlard ı . Yel, gittikçe güzelleşiyordu .
"Şu yer yutası kız da gelmedi !" diye söylendi . "Iyice ellerin arkalanna kalacağız ! Eşşek'kadar oldu, hala düşünmüyor, vaktinde gidip gelmiyor yol ladığın yer�! . . "
ısmai l bu yı l dokuzuna basıyordu . K ız , ısmai l 'den üç yaş bü-
173
Anne Hikayeleri
yüktü. "Eşşek kadar" d ediği buydu. Köye yollamışt ı . Daha gelmemişti . Bir yandan ısmail 'e ağl ıyor, bir yandan yola bakıp söyleniyordu :
"Kursak yok �şşekteı hiç kursak yok ! I Sl11ail im iyi olacaktı da görecektim, nası l ik i dakikanın içinde varıp geliyordu! Nası l kuş gibi uçuyordu yolladığ ı n yerlere ! . . Ah benim gül yüzlü ısmai lim! Daha geçen yı l bal boducu gibiydi ! Yaşıtların ın içinde bir taneydi ! Nerden Çiktı bu kulak akınt ıs ı? Nerden çıkt ı bu kurtlar?"
Döküyor düşünüyor, başka sebep bulamıyordu: " Izzetleri n düğünde geldi baş ına ne geldiyse ! Nazar geldi yavruma! Nazar deği l de ne bu?"
Akıyordu ısmail'in kulağı. Ağlat ıp in letip ak'ıyordu. Baza geceler yast ık yorgan batıyordu . Yakası yan ı leş gibi kokuyordu çocuğun. Köyde nice kulaklar akmıştı bugüne kadar. Ama akar akar dinerdi hepsi de. On bir aydı r Ismail'inki niçin dinmiyordu? Birkaç gün önce de bu kurtlar peyda olmuştu. Kızı görmüştü i lkönce. "Ana bak, ana bak!" diye göstermişti .
Ayşe : "Gelmedi köro lası k ız ! Gelse d e ş u düven bari boş kalmasa!"
diye söylenerek yenide n baktı yola. ***
ısmail ağl ıyor, of çekiyordu. Yarım saat kadar sonra kız geldi . Azık torbasın ı kağnmm göl
gesine koydu. Ayşe öküzle ineği sal ıp kofalığa sürdü. Ana kız, kağn ın ın ısmai l 'den artan gölgesine sık ışt ı lar son ra .
"Şu bulgurdan iki d ıkım yiyelim de ben M ısdı l ı Dayı'ya bir daha gideyim !" dedi Ayşe .
Başladı lar. ısmail yemiyordu. l lk lokmada olanca sesini koyverip çığnn maya başlad ı . Çenesini oynattıkça kafasın ın tası zonkluyor, deli recek gibi oluyordu .
"Yavrum, kadersiz yavrum! Senin çığnnmalanna benim yQre-
174
--�-------------- Emsiz Oglan
ğim dayanmıyor! Bu ekmek, bulgur kals ı n da ben M ısdı h Dayı 'ya koşayım hemen ! . ."
***
M ısdı l ı Dayı tmazın üstündeydi . Yel çok iyiydi . "Kurban olduğum Mısd ı l ı Dayı , kurtlar kaynıyor yavrumun ku
lağında! Et sardık geçmedi, camız mayısı sardık geçmedi . Muhtarm karı da diyormuş: "Bu iyi !" Güya kurtlar d indirecekmiş akmtıy ıL"
M ısdı h Day ı , yabayı t<�naza soktu :
" ısmail , Ahmedimizin çocuğu ! Ahmedimiz giderken sizi bana havale etti. Iki el im kanda olsa duramam! Çabuk buna bir çare bulal ım Kanal Ayşe ! . ."
Ayşe, gözlerinden dolu gibi döküyordu. "Kurban olduğum M ısd ı l ı Day ı , sen bi li rsin !. . "
Ikisi birlikte yürüyüp ısmail 'in yanı na geldi ler. ısmail habire of çekiyor, ağl ıyordu.
*"'*
Mısdı l ı Dayı Ismail'j dizine yat ırd ı . Önce camız mayısını s ıyırd ı kulağından. Si ldi güzelce. Eline bir çavdar çöpü ald ı . Kurtlu kulağ ı karışt ı rmağa başladı .
" Işte bak, .görünüyor namussuzlar!" Çocuğun kuJağın l deşip beş on kadarın ı ç ıkard ı . ötekiler usul
usul geri çeki ldi ler. "Baş olacak gibi değil haggaten !" dedi M ısdı h Day ı . "Tükete-
cekler çocuğun beynini ! Bir çaresine bakmal ıL" "Muhtann kan iyidir demiş !" dedi Ayşe gene. M ısdı l ı Dayı öfkelendi : "Ne anlar Muhtann kan kulaktaki kurttan, doktor mu bu oros
bu? Bunların bir çaresine bakalım Ayşe! Sen beni dinle! Bırak Muh-
175
Anne Hikayeleri
tar ın Karıy ı . çocuğun 'kul�ğmı temell i köreltmed�n çıkaral ı m bunları d ışarı ! . ." <
Ayşe boynunu bük�J : "Ben yol iz bi lmem oldum bu iş ç ıka l ı ! . ." "Çaresine bakal ı m !" "Sen bi lirsin !" "Koyunların kurtlanmış kuyrukları gibi bu kulak Ayşe! Bak tıpkı
öyle ! Kurtlar t ıpkı o kurtlar! Kum gibi kaynıyor namussuzlar! Bir kıyamet var Ayşe bak! Köyün karıs ı toplan ı p ayı klasa tükenmezL"
Harman yerinde toz yamandı . Sıcak yamandı . Sıcağa toza dayanı lacak gibi deği ldi . On beş yirmi günlük kirli çamaşı rlan sırtlarındayd ı . Yık,anamamışlard ı . Su yüzü görmemişlerdi . Üstleri başları , � deri leri meşin gibi kararmışt ı . Terliyorlard ı . Terledikçe -sı rtları yan ıyordu. Arpa tozu da üstüne tuz biber ekiyordu� .
"Köylü lük kölelikten beter Ayşe ! Şeh i r yerlerinde olsa kurtlanmadan bu �ulağa bin çare bulunurdu,. Doktorlar ucuz pahal ı bakarlar ederlerdi . Ben I ngi l izde tutsakken bir asker� n kulağı akıyordu böyle . Doktorlar o dakika yarıp kurtard ı lar. Şimdi Ismai l imiz de şehirlerde o lmal ıyd ı !"
Ayşe'nin gücü ağlamaya yetiyordu. Ses soluk vermiyordu . "Koyunların kurdu nu neyle kuruturlar Ayşe !" "Onu koyunu olanlar bil i r- aydayım, ben ne bileyim? Herhalde
afsinik döküyorlar, ne bi leyim ben?" "Biz de bu kulağa asfin ik dökeceğiz Ayşe! Başka çare yok !
, Bunların her biri bir düşman demek şimdi ! Say k i ku lak da vatan. Temsilde hata olmaz ya, kırk haramiler sarmış dört yakayı ! Diledikleri gibi kesip biçiyorlar. K ı rk haramileri sürmeyince kurtuluş yok Ayşe ! Biz de kurtlan sürece-ğiz! . ."
Kanal Ayşe : "Çocuğun kulağ ına asfinik dökülür mü M ısdı l ı Dayı?" diye inle-
176
--------�---------- Emsiz aglan
di . "Ne cesaret? Temell i solduracak mıs ın gü lü mü?" "Başka çare yok Ayşe, sözümü dinle ! Hemen şu kızı uçur köye !
Yaz ı lar' ın çobandan.istesin biraz. Onlarda vard ır. . . " Ayşe'nin gözyaşları sel g ibiyd i . Boyuna s ız ian ıyor : "Ya
kar,mahveder yavrumun kulağ ın ıL" diyordu . "Kalk kız!" dedi M ısdı l i Dayı Ayşe'nin kızına. "Yazı lar' ın çobana
benden selam söyle ! Asfinik şişesini versin , kuş gibi kapıp gel iver! . . "
K ız bir M ısdı l ı Dayı 'ya baktı , bir anas ına ; f ı rlad ı . "Sen kulağa asfinik dökülmaz diyorsun öyle mi? Ben de bi liyo
rum dökülmez! Kara bir su asfinik. Değdiği yeri yakar kurutur. Koyunların kurtlu kulağ ına dökülebi l i r ancak! Taşa değse eritir! Çocuğun ku lağ ına, insanın ku lağ ınq asla dökülmez ! Ama madem köy' lük yerindesin, çocuğun ku lağı da kurtlanmış beynini yeyip tüketecekler; dökeceksin Ayşe! Elli üç y ı l ında ben bir uyuz oldum da neler çekt im! Baldı rıarım ç ıbandan kabuk bağ ladı . Bir çare bulamad ım. En sonu bana dedi ler ki , bütün bedenine i nsan pisliği s ıvayacaks ın . Bedene insan pisliği s ıvan ı r mı? Asla sıvanmaz ! Ama köy yerinde uyuza yakalandın mı s ıvayacaksın. Ben s ıvadım. Pisliği mi leğene yapıp geldim. Avuçlayıp avuçlayıp sıvadım. E limi yetişmediği yerlere de yengene s ıvatt ım. Dört saat güneşte kald ım anadan doğma; kurusun diye ! Bunlar bizim tecell imiz dayım! Sen diyorsun ki çocuğun ku lağına asfinik do�<ü lmez. Dökeceğiz ! DÖkeceğiz, yok başka çare ! DÖkeceğiz, çocuk kurtu lsun! Ahmedimizin bir tek oğlu ' Ismai l telef o lup gitmesin ! Ne zorluklarla meydana gel iyor bi r çocuk! Yarın çıkıp geldiğinde gönlü mahzun kalmasın. Öküzün para-
. s ı n ı kazanıp gelecek, sevine sevine merdivenleri ç ıkacak; bakacak ki bir tek oğlu .Ismai l ölmüş; beyninden vurulmuşa dönecek fukara! Ne yapıp yapıp kurtaral ı m yavruyu ! Kurtara l ım da babasın ın boynu bükük kalmas ın !"
Ayşe dikeldiği yerde sendeledi . "Otur!" dedi M ısdı h Day! . "El ini kuşağ ına sokup diki lme!" Ayşe, kağnı tekerinin dibine yığ ı ld l . Gözyaşları dinecek gibi de-
177
Anne Hikayeleri --�--------------=====;'-
ğildi . Ağl ıyordu, i nliyordu. M ısdıh Dayı : "Tekeri n dibi nden çekil de şuraya gel Ayşe !" dedi . "Biraz cesur
ol! Atıverme kendini böyle !" ı smail ' i yere yatı r ıp kalkt ı . Ayşe'yi kolundan tutup gölgeye çektL "Neden bu karı mil leti ağlamaktan başka bir zenaat bi lmez acaba? Ağlamakla s ı rt giydiğinden, boğaz yediğinden mi kalacak? Ağlamakla kurtlar çekil ip gidecek de kulak mı kurtu lacak?" J
Ayşe: "Asfinik ha , asfin ik ha?" diyor, başka demiyordu . ısmai l de: "Kafamın içini kemiriyorlar anacığlıim !" diye i nl iyor
du durmadan. M ısdı l ı Dayı : "Ağlama ısmail , sabret bakal ım ı" dedi . 'Kocaman adam o ldun,
hala ağl ıyorsun ! " çocuğun s ırt ı n ı s ıvazlad ı . "Şimdi ' asfinik gelsin , çok deği l hemen dört damla dökeyim, herşey tamam olacak! Kurtlar tümüyle k ınlacak! Sen de kurtulacaksı n ! . ."
Çocuk durmadan "of" çekiyordu . M ısdıh Dayı : \
"Kalk Ayşe , şu köye doğru bir bak! K ız ge liyor mu, gelmiyor mu?"
Kanal Ayşe dizleri titreyerek ayağı kalkt ı . E llerin i gözüne gölge yaptı , köye doğru baktı . Baktı baktı . Neden sonra an vızıttısı gibi bir sesle :
"Ge liyor! E linde kara şişe geliyor!"' dedi . Bi l inen savaşların hiçbirine benzemeyen bir savaş, ya kazanı
lacakt ı , ya kaybedi lecekti şimdi . Yı l larca önce görülen bir düşün gerçekleşmesi gibi çıkar i nsa
n ın karşıs ına Ayvalık. Mezarlığ ın bulunduğu tepeyi arkada bırakıp yokuş aşağ ını salland ın ız mı, çam ağaçların ın arası ndan, sizi şaş-
178
-------------� Sevginin Eskimezligi
SEVGİNİN ESKİMEZLİGİ Feyza H EPÇiliNG I RlER
kına uğrattığ ını bi lerek açıverir yüzünün perdesi . Aaa, deyip irki lince siz, o güzelliğine güvenen genç kız çapkınl ığıyla tatl ı tatı l gülümser:. Hep bu şaşırteı yoldan gelip gitti Ayval ık'a, Ayval ık' ın sürprizini doyasıya yaşamak istedi . Yeni yol lar onu i lgi iendirmiyor.
Yı l larca uğrarımamış doğum yerle ri ne gel indiğinde insanı nelerin beklediğini bi ldiği için, kendini düş k ı rıkl ıklanna hazırladı sayı-l ı r. Şu tepeye doğru s ıklaşan çam ağaçların ı n arası ndaki evlerde oturanlardeğişmişlerdir; birçoğunun kızı evlenmiş; oğlu , kaçırdığı -k ız ı , gelin diye getirip ai lesinin başı na yıkt ıktan sonra, çekip büyük kentlere çal ışmaya gitmiştir. "Başka yerlerdeki yaşamın güçlüğü ne ayak uyduramayan kolaygöçer takımı , bir de Ayval ık'ta şansların ı denemek için gelip uydurma evcikler kondurmuşlardır tepelere. Ya bir yağ , ya bir sabun fabrikasında iş bulma umudu ; zeytin zamanı toplayıc ıs ı na, sır ıkçıs ına b ınkmışt ı r yeri n i . Bu gerçeğe çabuk al ı şanlar daha önce, geç al ışanlar daha sonra benimsemişlerdir yeni yerlerini ; aman, olsun, güzelliği yeter, deyip yurt tutmuşlardır AyvaI ı k'ı ; bir bölümü de ızmir'de şans ın ı denemek için yeniden yola ko-yulmuştur.
.
Salim, Ayvalık' ! , d ışardan bakanlann gördükleri gibi değerlendirmesin in o lanaksız o lduğunu düşündü . Yalnız deniz, tepedeki çamlar, az önceki zeytin ağaçları deği ldi Ayval ık onun için ; yeni kaz ı lan temellere giri lerek oynanan saklambaç oyunuydu, ellerde kı-
179
Anne Hikayeleri
zarması bek lenen kaya k ınasıyd ı , akşamüstleri b ir bez içinde ovuşturulan ekmek ve peynir k ı r ıklarından haz ı rlanmış kuş yemi kahvalt ıs ıyd ı , okul günleriydi , annesinin ö lümüydü , anneannesinin , acı lan örtmeyi ve ne olursa olsun sevgiyi eksi ltmemeyi bi len, öpülesi k ınşıklarla dolu yüzüydü.
Anneannesi d ı ş ı nda her şey değişmiş olabi l i r : Geceleri ki l im serip oturduktarı deniz kıyıs ına apartmanlar diki lmiş ; iğdeli kahvenin dal ı Dallas Bi lardo Salonuna, Sümüklü Neco diye takı ld ıklan Öksüz Necmi , iki oğlan babası o rta yaşl ı bir bal ıkçıya dönüşmüş olabi lir, ama anneannesi hep bildiği gibi kalacaktır: Sitem etmeyen, ağzına dek gelen acı sözleri ağulu şerbet gibi içine akıtan; yoksulluğunu kendi ekmeği ne katık edip Salim'e baklava, börek sunmaya çal ı şan gü leryüzlü i htiyar. Anneannesinin değişmeyeceğine duyduğu sonsuz güven o lmasa, bunca yıl sonra kalkıp gelmeye belki de cesaret edemezdi . Yakınlarından, tanışlardan neler duyacağın ı aşağı yukarı biliyor: Hayırs ızl ık suçlamaları , bayramlarda gönderi l' memiş tebrik!eri n sitemi , i ki satırc ık olsun yazmamış olmanı n günahı birer bireedile getiri lecek, yüzüne çarpılacak. Hele Sel im Ayvalık'taysa . . . Ağabeyim olacaksın , niye bir arayıp sormadın beni , , ne iş tutarım, nası l yaşarım, hiç merak etmedin mi, diye arka arkaya s ıralayacaktı r tüm birikti rdiklerin i .
I şte bunları düşündükçe e rte leyip durdu Ayval ık'a gelmeyi . Kendini savunmak için güçlüklerini öne sür,mek, kendine acındı rmaya kalkışmak ayıbına gidecekti ; karş ı l ık vermeden suçlamaları sineye çekecek olsa, bu umars ız duru ma kendini düşürdüğü için pişmanl ık duyacak, aşağı lanmayı yediremeyecekti kendine . Yaşad ıkların ı ya da çektiklerin i anlatmasın ı kimse beklemez böyle duru mlarda. Oku lu ne güçlüklerte bitirdiği, girdiği iş lerde öğrenci olaylarına karşı duyulur duyulmaz, uygun bir di l le nas ı l kapı d ışarı edi ldiği anlat ı lamaz. O zamanlar Ayval ık'a sık sık gel irken şimdi neden yı l larca uğramad ığ ın ı ise kimsenin sormamasın ı di l iyor. Kışları değilse de her yaz, denize girmek, k!sa bir tatil yapmak için mutlaka geli rd i . Yeni evli olduğu zamanlardaki gel iş ler :-şimdi açıkça düşünmekte bir sakınca yok� daha çok küçük kazançlar yüzündendi . Bir teneke yağ , bir torba sabun, yemeklik zeytin gibi
180
-""""-=--====----�----- Sevginin Eskimezligi
şeyler geti rir isteklerini gönülden karş ı lardı akrabalar. Karıs ın ı , tan lşt ı rma gel işinden sonra bayramlarda, k ısa-uzun tüm tatil ierde Ayvalık'ı ziyaretinin gerçek nedeni, belki de bu küçük armağanların dar geli rli memur bütçesine sağlad ığı rahatl ıkt ı .
Şimdiki işine i lk başladığı yı l larda da s ık s ık gelip gitti . Kendini kabul ettirebi lmek için veri len küçük ayl ığa razı olmuş, o küçük ayI ıkla bi r de evlenmeye kalkmışt ı . Zor günlerdi . çal ışması n ın tam karş ı l ığ ın ı ald ığ ı söylenemezdi , daha çok geleceğini sağlama almaya uğraşıyordu. Gerçekte beklediği gibi o ldu, ağı r ağı r ama sağlam yükseldi : Önce şef yard ımci l ığ ına, sonra şefliğe, müdür yardımcı l ığ ınaı şimdi de mÜdÜrıüğe . . . Genel Müdürlüğe bile çok uzak olduğu şöylenemez artık. Bu arada arka arkaya iki k ız ı dünyaya geldi . Hem insanın yükseldikçe iş lerinin çoğalmasından daha doğal ne o labi li r? Şirkete ait bütün büroları denetlemek; işçisine, şefine ayrı ayrı laf anlatmak ve karışık kent trafiğinde bütün gün araba kul lanmak; eski , küçük yorgunlukları çoktan zevkle anımsanır hale getirdi . Adı m atamayacak kadar yorgun geliyor eve her gece, bir kadeh içkiyle televizyonun karş ıs ına zor atıyor kendini , kimse dokunmasın, kimse konuşmasm istiyor, çocukların seslerine bile da-yanas ı yok.
'
Bir Ayvalık'a gidebi lsek, diye her düşlediğinde , dolu bir program, birikmiş işler; ertelenemez görüşmeler kesiyordu düşün önünü . Büyük kız yüzmeye, küçüğü bale çal ışmaya ayırmak zorundaydı hafta sonların ı . Hafta sonu gelinebilecek uzakl ıktaki Ayvalık, bu yüzden uzaklaşıyordu durmadan . Hafta boyunca yüklendiği ' yorgunluk, arabanın tutsağı o lmaktan kaçmasına ; k ısa yürüyüşleri , küçük bir park keyfini , qışarda yenecek bir yemeği özlemesine neden o luyordu . Olmadı işte . . . Bugüne dek gelemedi . Kızları bebekliklerinden beri görmedi anneanne ; bi ri okula başlad ı , öbürü bir yıl sonra başlayacak. Nası l özlemişti r onları kimbi l ir? Keşke getirebilseydi ama kızları getirmek demek, bu kez de gelmeyi ertelernek demektL Oysa Salim kaç ay ör:ıce akl ına koydu bu gelişi. Anneanne düşleri ne giriyor, çok özledim seni , diyordu . Bir yandan da ölüvermesindenokorkuyor. Yı l larca' görmediği bir anda ölü rse, kendini bağışlamayacağını biliyor. Şimdi bile ölüm olası l ığ ı akl ına gelince bir
18 1
Anne Hikayeleri
çarpıntıd ır baş l ıyor içi nde; ama haber verirler canım, diyor bir yandan da anneannenin evini arayıp boş bulma olas ı l ığ ın ı , niye haber verecekmişiz, sen çok mu sordun kadıncağız ı , yanıt ı n ı akl ından uzak tutmaya çal ış ıyo r. Ayval ık' ın adım adım yaşama düzeni d ı ş ında b i r düzen tanı mamış olanlara, büyük kentin baş döndürücü h ız ın ı anlatmak olanaksız. Yalnızca anneanne anlayabi l i r bunu ; anlamasa bi le an lamış gibi davranı r, suçlamaz, i nsanı n yüzüne vurmaz.
Düş kmkı iklarına, kendini hazırlamış olduğu için , de�iz kıyısına i ndiğinde gördüğü biçimsiz yapı lar, şak ı r şukur tavla oynayan ve uyuklan ı lan ama g azete bi le okunmayan lokal ler, turi stik eşya adı a"ında peş para etmez incik boncuk satan dükkanlar şaşırtmad ı Salim'i , Daracık yöl ların ,ortasından akan pis sular değişmemlşti de, deniz k ıyıs ınd aki evler yık ı lmış, duvar gibi apartmanlar diki l mişti . Değişmesi gerekenleri koruyup korunması gerekenleri yerle bir etmenin kendine özgü mantığ ı , diye düşü ndü .
Yukarı lara ç ıkt ıkça sokakların darald ığ ı n ı eskiden beri bi l i rdi ama bu darac ık sokaklara arabayla girmenin, he le dönüşlerin sorun yaratacağın ı düşünmemişti . Çocukluğunun en geniş caddelari h ızla küçülüp kör sokaklara dönüyordu sanki . Daha yukarı çıkamayacağın ı anlayınca arabayı boş bir arsaya bırakıp yürümesi gerekti . Mahal lenin çocukları na oyuncak olmas ın ı önlemek için s ık ı
. s ıkı kapatt ı kapı ları ; radyo antenini bast ırd ı , kilit ledi ; armayı söküp cebine att ı . Çocukluğunda sokaktan bir araba geçecek olsa nas ı l
" çevresini sardıkların ı ; aynas ına, çamurluğuna, n ikelaj ına dokunmaya nas ı l can attıkların ı anımsadı . O da arabanın ayna gibi parlak ·yüzüne el ini sürmeye, si l inen tozun a lt ından çıkan boyayı hayranl ıkla izlemeye bay ı l i rd I .
Arsada oynayan çocuklar arabayı umursamadı lar bi le, anahtarı da cebin�. atı p yürüdü Salim. Anneannenin eğil ip kapakIanmaya yüz tutmuş evini karş ıs ında bu luncaya kadar evlerde tanıd ık yüzler görmek u muduyla yürüdü ;. Fatoş'u an ımsad ı , kap ıs ı n ı n önünde, kucağ ındaki çocuğun ağzına bir şeyler t ıkı şt ırmaya çalışan bir kad ınd ı şimdi ; dişleri dökülmüş, kamburu çıkmış, çocukluğunun şen şakrak bakkal amcasıyla selamlaştı ; dört-beş y ı lda bu
182
. b
---=====-----------. Sevginin EskimezUgi
i nsanları bu kadar değiştiren şeyin ne o lduğunu bulmaya çaIJşarak yaşl ı eve u laşt ı . Bir zamanlar köşklere , konakıara değişmediği ev, şu iki katl ı somurtuk yapıydı işte: S ıvalan dökülmüş, çatma tahtaları onaya çıkmış üst kat ; kal ı n , taş duvarı ! alt kat ; kocaman demir to�makl ı , kararmış tahta kapı . . .
Sarkan ipi çekti , kap ı açı lmadı . Demir tokmak, tok sesler çıkararak dövdü eski kapıyı . Komşu evlerden kadın başları uzanıp bakt ı ; tan ımadıkları yabancı ya bir şey söylemeden el örgüsü perdelerin arkasına gizlendiler yeniden. Kapı açı lmayınca, yoldaki düşünce, yıldır ım gibi , geçtiği yeri yakarak dolaştı kafasında: Ölmüş olabi l i r mi .
- Hawa Hanımı mı arıyorsun beyefendi oğlum? dedi yaşl ı bir kadın se st Kız ına gitti o,evde yok; istersen bizde bekle, neredeyse döner.
Kad ına yan m yamalak teşekkür edip ayrı ld ı Salim . Arabanın yan ına döndü. Çocuklar öylece oynuyorlardı arsada, dokunan değ i l , bakan bi le olmamışt ı arabaya, Armayı vidalad ı yerine, direksiyona geçip oturdu. Oturur oturmaz, hemen her gece anneannesinin haz ırlad ığ ı yer yatağ ında uykuyu beklerken kurduğu düşün içinde buldu kendini . 0, büyüyüp kravath bir adam olarak direksiyona oturmuş, öteki arkadaşların ı n tümü çocuk hala, a rabanın çevresini sarmışlar, ne marka olduğunu, nası l gittiğ ini öğrenmeye, hoh layarak parlattıkları kaporlada yüzlerini görmeye çal ı şıyorlar. Gönül yüceliğiyle arabadan iniyor, sabırla tüm soru ların ı yanıtl ıyor çocukların. Sonra hadi gelin , diyor, Çamltk'a kadar bir gidip gelel im. Sümüklü Neco'nun parmağın ı döşemeye si ldiğini görmezden geliyor, Burun R ıza'nı n arka koltuktan uzan ıp 'nas ı l haydadığına' .
bakmas ın ı gü lümseyerek karş ı l ıyor. Ön koltukta kızlar var, 'şoför mahall inde' : Hatice'yle Selma. Arada fiyakal ı bir kayk ı l ış la k ızlara bakıyor, yüzleri ndeki sevincin beğeni şekli nde f ışk ırd ığ ı n ı görüyor . . . Belki Selma'yla Hatice'ni n çocukları da var bu oynaşan çocuklar ın içinde.
Teyzesinin sokağ ına girmeden gördü anneanneyi : Siyah başörtüsünün uçların ı şakağ ına kıst ı rmış küçük bi r kadın . Arabayı
183
Anne Hikayeleri
durdurup bekledi . Yan ından geçerken "Bir dakika bakar mıs ınız?" diye seslendi . Önce duymazlıktan gelip yürüyecek oldu anneanne, sonra yol soran yabancıyı yüzüstü bırakmayı yakıştıramadı kendine, bakt ı . Direksiyondaki , Salim'e ne kadar benziyordu, o muydu yoksa? Ne diyeceğini , nası l davranacağın ı kestiremedi , dondu kald ı .
Uzanıp kapıyı açt ı , binmesini bekledi Salim ama binmek istemiyordu anneanne. "Zaten şurası , ben yürüyüvereyim." Arabadan i nip ön koltuğa oturttu onu Salim ama kadın, pencerenin kıyıcığma büzüldü kald ı .
Evde d e suskun v e ele vermez tavrın ı sürdürdü anneanne. Sanki Saiim'j nas ı l ağı rlaması gerektiğine bir türlü karar veremiyordu. Önce kolonya, şeker tuttu , sonra tek kişi l ik cezveyle mutfağa yol land ı , kahve seversin sen , deyip . Sal im, ne dQşler kurduğunu anımsad l . Başını kucağ ına yatıracaktı anneannenin ; o, bit arar gibi parmakların ı saçların ı n aras ında dolaştı rd ıkça gözleri ağ ı rlaşacak, yavaşça, ı l ik bir suya kayar gibi uykuya dalacaktı . Anlattığ ı ne o lu rsa o lsun, sesin in masal sesine dönüşmesini izleyecekti bir yandan, çocukluk masalların ın sesiyle birleşekti bu ses ; Salim , baş ı anneannesinin kucağ ında, yeniden çocukluğunun çiçekli dünyasında bulacakt ı kendıni .
- Kahveyi getir�rken onun minicik kucağıyla ceketli , kravatl ı ken-' di bedenini karş ı laştı rmak ve orantıs ızl iğı tüm çıplakl ığ ıyla görmek zorunda kaldı . ÖzJemlerinin acınası l ığ ına içi ezilerek güldü. En aklı başı nda adamlarda bi le böyle çocukça özlemler kalabi liyor demek.
Anneannenin evinde hemen hiçbir değişiklik yoktu . Divan yüz-, leri Sümer basmasıyla yeni lenmiş,birkaç nikah şekeri kutusu süs o lsun diye ratlara yerleştiri lmiş; masanın üstünde işlemeli bir bezle örtülü sürahi , tabağına ters çevri lip kapatl lm,lş su bardağı . Masanın bahar dal larıyla süslü keten ö rtüsünü , teyzesinin işlediği günleri anımsıyor Salim . Genç kız o zamanlar teyzesi kısmetlenni , şu oğlanlar bir büyüsün hele, deyip geri çeviriyor; anneannesi ise şimdiki gibi yaşl ı bir kad ın. Neden hep yaşl ıyd ı anneanne? On y ı l önce de
184
---=-------------� Sevginin Eskimezligi
yaşl ıyd ı , yirmi y ı l önce de. Sel im, daha yaramaz, daha söz dinlemez bir çocuktu ; Salim de uslu o lmanın kazandı rd ığ ı ayrıcal ıklan iyi kul lanmasın ı bi l i rdi doğrusu. Isteklerin i söylediği zaman geri çevri lemeyeceğine inanı r, bu yüzden onları s ın ı rlandırmak gereğini pek duymazdl . Her pazar dönüşünde bir külah dolusu kırık leblebi getirirdi anneanne, Salim, Kardeşinden daha çok yeme hakkına sahip olduğundan hiç kuşku duymadan leblebi leri n çoğuna ei koyard ı . Salim'in neleri sevdiğine dikkat edi l i r, Salim'in istekleri gözeti l irdj ; çünkü Sal im, okuyan çocuğuydu ai lenin .
Kahvesini yudumlarken akl ı na geldi : "Sen?" dedi anneanneye. "Dokunuyor bana artık, içemiyoriJm.�' dedi anneanne. Belki doğrudur, belki de ziyan olmas ın diye içmiyordur, eskiden yaptığı gibi . Parça parça kumaşlardan diki lmiş yer minderine degil de, Sal im'in karş ıs ındaki divana oturunca azıc ık düşündü Sal im: Yalnız bayramlarda ve uzak, zengin akrabalar geldiğinde böyle yaparranneanne :
- Karın, çocukların nas ı l? diye sordu . Sal im o anda anneannenin "siz"li konuşmaya al ış ık o lsa öylesini yeğleyebi leceğini düşündü . Birden uzaklaşmış, sizli bizli konuşan uzak tan ışlara dönmüşlerdi . Araya kendil iğinden giren mesafeyi kapatmak umudu ve sesinin en tatl ı tonuyla:
- Iyi ler, .dedi . Selamları var. Onlar da gelmek istiyorlardı ama o lmad ı . Büyük kızın okulu var ya, durumu biraz sık ış ık .
Kapatmaya çalıştığ ı mesafe büyüyüverdi birden . Sizi çok özledik asl ında ama . . . , sizi çok severiz asl ı nda ama . . . diye başlayan cümle leri tamamlayan sudan nedenler bu lma çabas ına gi rmişti sanki . Bu yapayı ıktan s ıyrı lmak için başka çareler düşünmek zorundaydı . Ani bir kararla kalkıp yer minderine oturdu; rahatl ığ ın ar)Iat ımı o larak ivedi bi r sigara yaktı .
- Aaa niye böyle yapt ın , rahat edemezsin ki orda, deyip kü l tablası koşturdu kadın , sırt ına koymak için yast ık geti rdi , ayakların ın a lt ına küçük bir-şi lte çekti .
Oturduğu yerden karşı duvardaki resimler görünüyordu . Ayna-
185
Anne Hikayeleri ---------------nm çevresi , Salim'in dönmek için can attığı o eski y ı llardan beri resimterle süslenirdi . Yeni resimler geldikçe, uçları kıvrılmış eski resimler i ndiri l i r, yeni leri ası l ırci!. Masanın üstündeki camI I koruyucuların içleri ise en değerli fotoğraflar içindi ve onlar kolay kolay değiştiri lmezdi . Kendi resmini arandı Sal im; önce cami i koruyuculara bakt ı . Selim 'i n askerlik fotoğrafları vard ı orada. Aynanın çevresindeki fotoğrafların çoğu da Selim:e aittL l lkoktılu bitirirken çektirdiği vesikal ık fotoğrafı , bir düğün resminin kıyısma i l işti rilmiş olarak buldu sonunda. Beyaz yakası yan dönmüş, yamuk ve yaramaz bir gülüş dudaklarında. · Annesi ö ldükten sonra iki kardeşi de çekip almış-tı anneanne. Salim'in i ikokula başladığı y ıldl . Ud �<üçük 'erkeğim var art ık diyordu , on lar bana bakacak, ben onlara, oysa kendinden ve be kar kız ından başka çal ışan ı , eve ekmek geti reni yoktu ; zeytin toplamaya" tütüne, ç ı rç ı ra giderek bakmış , büyütmüştü iki si ni 'de. Selim okumak istese o nu da okutacaktı ama istemedi . ı lkokulu bitirir bitirmez çal ışmaya başladı Selim, hem anneanneye, hem de Salim'e yard ı mcı o ldu . Ağabeysini okutan küçük kardeş . . . . Sal im yine de anneanneni,n , özlemlerini gerçekleştiren , yüksek okul diploması alan, harcanan emeğin boşa gitmediğini kanıtlayan çocuğu o larak en çok kendisiyle övündüğünü bil irdi . Kendisine veri lenleri ödemesi söz konusu deği ldi ama yine de, yarı aç, yan tok geçiri len " onca yıldan sonra e li beş on kuruş görünCe anneanneye her ay be- , UrU bir para göndermeyi i lke edinmişti ; ev kiras ın ın , eşya taksidinin üstüne çocukların yükü bindirinceye dek sürdürdü yardımın ı . Sonra anneannenin emeğini , sevgisini , duas ın ı parayla karş ı lamaya çal ışmanın , anlamsızdan öte, gülünç bir davranış olduğunu dü,şünmeye başlad ı .
Küçük odanın he r yanına dağ ı lmış olan .Selim'in fotoğrafIanndan gözünü ayı rmadan sordu :
- Seli m nerde şimdi? - Bursa'da, dedi anneanne. Senin haberin yok, çok iyi bi r iş
buldu orada. Art ık Bursa'da çal ış ıyor. Duvardaki uir çiviye geçiri lmiş mektupların ı göstererek en do
ğal haliyle ekledi :
186
--------------- Sevginin Eskimezligi
-Her hafta yazar bana. Bir demet yazı l ı kağıt, ası l ı o ldukları yerde, eve okuyup yazma
bi len birin in gelmesini beklerken h ı nz ı rca gülü msüyarlarmış gibi geldi Salim'e. Komşu kızlara, kad ı nlara mektupları okuturken düşündü anneannesini . Yüzünde Selim'i gör9yormuş gibi bi r gülümseyiş , başın ı sallayarak, yaz ı lanlara tümüyle kat ı l ıp kimi yerde acıyarak, kimi yerde sevinerek, kendinden geçer gibi , ibadet ed�r gibi mektup dinleyen anneanne . Evet , Kuran dinler gibi dinliyordur; yapma çocuk, günah deyip araya giren Selim'in kendi görüntüsünü bile azarlıyordur. Salim' den okumasın ı bile istemedi. Ası l ı olduklan yeri gösterdi yalnız. Oı unutmadı bizi . "Her hafta yazar bana."
H ı rsla k ıskandı Selim'i . Kendi yerin in doldurulmuş o lduğunu ; eskimeyeceğini', bitmeyeceğini sand!ğ ı sevginin Selim'in ars ızca saldı rı ları yüzünden eriyip yok o lduğunu anlad ı . Buna hakkı var mıyd ı? Salim'in sevgisini çürütmeden , kendisine veri lmiş olanla yetinemez miydi?
Bu evde ve anneannesinin yüreğinde şu vesikal ık fotoğraf kadar yeri kaldığın ı düşündü. ı lkokulu yeni bitirmiş , yakası ve gülüşü yamuk o küçük çocuk soluk alabi l irdi burada, kendisi değiL . Yalnızca bayramlarda elini öpmeye gelen zengin akrabalara davrandığı ' gibi davranıyor anneanne. Onlara yaptığı gibi �\ahve, şeker sunmalarda hata etmemeye çal ışıyor. Belki içten içe kalkıp gitmesinin bu s ık ınt ı l i anları bitireceğini bi le düşünüyor.
- Kalacak mıs ın bari? diye soran titrek sese, neredeyse öfkeyle ,
� Hayır, dedi . Ama bunu der demez, umutsuzca kalmasın ı beklediğini de h issetti anneannenin . Kal ı rsa belki eski günlerdeki gibi bir yak ınlık, y ı l ların uzakl ığ ı n ı si len bir yakın l ık kurabi l i rdi . O "hayır' sözcüğünü hiç söylememiş 9,ibi .
- Evet, kalacağım, dedi . Hafta sonunu burada, seninle geçireceğim. Öyle çok özledim ki seni . . .
Anneannenin yüz çizgi lerin in yumuşadığ ın ı , k ınşıkların sevgi gü l leri açmaya haz ı rlanan dallara dönüşmeye başlad ığ ın ı izledi .
187
Anne Hikayeleri
Kalkıp öptü yeşeren k ınşıki ıkları . Yaln ız s ığamadığı kucağ ı deği l , yaş l ı ve küçük bedenin bütününü sarmalayacak kadar büyümüş olduğunu görüp bir kez daha şaşt ı .
• L:
188 ,
----------------""""""'---- TaşraZı
TAŞRALI Füruzan
Sokağ ı n ucundan dön , demiştUer. Ayn ı boyda budanmış , akasya ağaçların ın bitiminde, yeşi l panjurlan o lan evdi r. Otobüsten i ndiğimde, s ıcak geçen bir günün akşamüstüydü. Üstelik pazard l . Benim gibi yalnız biri için pazarları sevmenin güçlüğü anlatı lmaz. Çözülmüş sarsak pazarlar öylesine a ltı çizi lmiş oluyor ki . . .
Evin tümü kapanık bir renge bulanmışt! . Bahçe kapıs ına beyaz yediveren gü lleri sanhyd ı . Güneri n orada kara bi r kedi duruyordu.
Kapıyı çald ığ ımda belirsiz konuşmalar geldi içeriden. Alt bahçe öndeki gibi bakımh deği l ,ekşimiş bir çöp kokusu geliyor aşağı dan.
Aaaa hoş ge ldiniz. Benden, küçük hizmetçi kıza söz edi l mişti . Bavulumu el imden ald ı , kolumun yoru lduğu nu anlad ım. (Nedense be lIeğimde , geçen yaz gittiğim bir çay evi , kokuslJY-
le , sesiyle, havuzuyle . . . Peki buraya gelmemek yok muydu?) Ara kapıyı açınca teyzemi gördüm. Bana anlatt ıklarına benzi
yordu. Saygı n bir hanımefendiydi . (Okumuş yazmış kadınd ı r. Evinin titiz liği , temizliği di l lere des-
189
Anne Hikayeleri ----------""""""----tandı r. E li s ık ıd ı r ama, eh o da bir çeşit meziyet. Kos�oca paşayı kaybetti , hanımefendice içine attı acıs ın ı . Ağladı s ızladı ama, evini düzenini korudu . Al lah'tan korkarım nemize lazım, yalan diyemeyiz, üstelik gençliğinde de say ı l ı güzel lerdendi .)
Büyük cam vazonun tam arkası nda oturuyordu, vazoda kurumuş kabuklaşmış leylaklar vard ı . Oda sanki loş bi,. avluydu. Sokağ ın toz kokan güneşi hiç yokçasına yitip gitmiştLTeyzem gri giysisinin içinde bana güıüms..:.--di , el ini uzattı . Tuttum, nemi kalmamış kuru kağıt ci ldine doku nunca yaşl ı l ığ ı nı anlad ım.
Eskiden güzelliğini saçlann ı bayamakla, bejlerin gri lerin en yumuşakların ı giymekle sürdürme çabasındayd! .
(Ablamın yaşın ı bi lmem. Aramızda on yı l l ık fark var sanı rım. O da bir türlü doğrusünu söylemez. Ya çok büyük, ya çok küçüktür söyledikleri . Ne bi leyim a k ız ım, ben kah ır içinde yaşad ım. Şimdi kimbi li r görseler beni onun ablası sanırlar. Kolay mı? . )
Annen nası l? Iyi ler. Ablan ya? Onlar da iyi ler. Içeriye küçük kız girdi . Eğri bacakları vard ı . Yüzünde kapıyı aç
t ığ ı nda olan gülüş duruyordu . Konuşunca hiç değişmiyordu gü lüşü . Çok şaşı rtıcıyd ı bu .
Yurdagül , dedi teyzem. Git l imonata haz ı rla. Bak yine mutfak kap ıs ını açık bırakma, o murdar kediler taşlara basıyorlar, ona göre . . .
"Ona göre" sözü Yurdagürün yüzünden gülümsemeyi aldı götürdü .
Teyzemin ayak başparmakların ın kemikleri podüsüet ayak kab ı lar ın ın yanlarından taşmışt! . E lbisesinin yakası na i nce k ı rmız ı yakutlu (kı rmızı olduğundan taş, yakut olacağ ın ı düşünmüştüm) bir iğne takmışt ı .
190
------------------- TaşraZı
(Kibar kadmdır ablam. Giyimini kuşammı bil ir . Paşayla i lk evlendikerinde mineli bir saat almışt ı yüzgörü mlüğü. Daha bir sürü şeyler takmışlardı da nedense benim gözüm mineli saatte kalmışt ı . O canım çiçekleri nas ı l da kondurmuşlardı saatin üstüne. Şaş da kaL . Dayanamadım da bir kerelik takmak istemiştim. Sen savruksundur. Şurada burada düşürürsün , demişti . Boyundan saat düşer mi? Ne taksa sahicidir. Benim gibi de öyle all ! gül !ü şeyleri sevmez. Tam paşa karısı olacak kadmdı r teyzen. Bunu böyle bi L . )
Konuşmadan durduk bir süre. Koltukların yeşil kadife dayanacak yerlerine kolah temiz örtüler
konmuştu . Teyzeme hiç bakmıyordum. Onunia aramızda sevgisizlik hemen kuruluvermişti . Azalmış saçların ın alt ından kafasmın deris i yer yer parl ıyordu . Kurumuş bacakların ı üst üste atmıştı . Ayakkabı lardan taşan kemikler ış ıkta daha kesin gözüküyordu .
Demek ki , üniversiteye gitmeye kararhsın. Valiahi �ızım ne demeli bil mem Jale'yi okuttuk da ne oldu . Evlenip yine çocuktu , kocayd ı , ald ığ ı diploma da süs . Üstelik bizim durumumuz uygundu. Rahmetlinin düşünceli kalbi , babahğı sayesinde (burada deri n derin iç çekti , temiz bir mendi l burnuna bast ı rdı.) Jaleciğim, annen bil ir, soğuk sudan sıcak suya e lini değdirmeden büyüdü. Hizmetçi ler çevresinde dolan ı rd ı . Ama şimdi o nazlatma, o prensesler gibi genç k ızl ıktan sonra . . .
Gözlerini yüzüme dikti sustu. Teyzemin bana karş ı olan tutumunun bil incine vard ı m birden
yoru ldum. Annene şaşanm hala, o çabayı başka bir erkek için göstersey
di . . . (Sen babam bi lmezsin kızım. Altı yaşındaydın öldüğünde . . . O
Orta Anadolu kentini , arklardan suların bahçeleri doldurduğu geceleriyıe an ımsıyorum. Bizim bahçeye hep gece gel irdi su lanma sırası -ya da en etki lendiği m o gecelerdi . Yan uykuda annem, en küçük kızın üstünü s ıkı laşt ınr, yazda bile Orta Anadolu'nun gecesi ' soğuktur, arı ,su kokusu uyku yu bastırı r. Doğanın mutluluğu sağlığı
19 1
Anne Hikayeleri
kaz ı l ı r kal ı r beş yaşa. Ayal uyan suyu akıt ıyorlar bu yana . . . Uyku büyükleri n odas ından anason kokulu taşar sotaya. Baba baba . . . Anacığ ımın para s ık ınt ı ların ı bi le bi le, içki li havuzlu istasyon lokantasında her gece, biraz beyaz peynirı rakı , yazın kütür kütür karpuz. Büyük kentlerden gelip geçen uyumuş tren camları . Allah'tan da mı korkun yok. Her gece içi l ir mi? Hiç o lmazsa kendine acı . Bir güzel adamdı . O boy o pos . . . )
Yakış ıkl ı adamdı , baban yavrum. Teyzem, Yurdagü l'ün getirdigi l imonatayı ald ı . Bardaklar gümüş tutmal ıklar içindeydi . Ama bir erkekte i lk aranacak bu deği ldir. Jaleciğimin canı yok
mu? Evlenene kadar bir fincan kahve yapmamışt ı . Ama şimdi ken- ' d inden yirmi yaş büyd'k,' görn:ıüş geçirmiş bi r erkeği , evindeki hizmetçi leri· idare ediyor. Kendimi ,ayrıca örnek vermeyeceğim . Annen h ata etti kızım. Size de çekti riyor. Sen şimdi üniversiteyi nas ı l güçlüklerie . . .
Odada ası l ı tek resmi gördüm. Her yan ından kahverengi ler turuncular taşan bir sonbahar resmiydi . Yolun ucunda çok geniş şapkat ı b i r kad ın kayboluyordu .
Teyzem dişleri nin takma olduğunu belli etmemek için o pek tuhat gü!ümsemesiyle bana bakıyordu .
Limonata güzel olmuş, dedim. Şekeri fazla olmuş. Siz gençsiniz ama bizden geçti artık. Tansi
yondu, kalpti başlad ı Annenin tansiyonu nas ı l? (Çok genç dul kalmışsın ız, evlenih, dedi doktor. Bu terleme, bu
çarp ıntı ondanmış benim 'kızlarım. Ha ha hay, dedim doktora. Benim iki kızım var, iki kocam var demektir. Ablam atı l ıyor. Anacığ ım, . doğru demiş adam. Niye direniyorsun . Annemin yeşi l ela"gözleri susuyor. Evlenmek için evleni lmez, diyor. Sizin babanız gibi adamdan sonra . . . Gündüzleri o ralar, salt toprak rengi al ırd ı . Pazara ge-
' Ien köylüler eşeklerin in s ık adımlanna uygun sal ı narak, pencerenin önünden geçerlerd i . Perdelerimiz apak patiskadand ı : Ordue-
192
------------------- TaşraZı
vi'nde, düğüne giderken , annemin, siyah tayyörleriyleki güzelliği o kente, anlat ı lmaya kalm ışt ı . -Bayramda, hiç olmazsa dedeleri ne yazsak be kocacığ ı m-. B ı rak şunlar ı , senin o evde kalmış ablanı sevindirmek için mi ! Her şeyin para olduğunu kim söylemiş benim kızlarim, çok kahı r çektim ama, eteğini çemirleyip komşu karş ı layan bir kadın ım ben. Babanız beni sevindirdi de üzdüğü kadar. Ben basit kad ın ım. Teyzenizi evinde bi le terlikle gören olmamışt ı r.)
Sana ara odayı hazırlatt ım. Gümüş takı mların konduğu büfenin üstünde, paşanın , sivi l fo
toğrafı var. Oysa çocukluğumuzun paşası bu deği ldi . Alabi ldiğine büyüyen çizi lmayan paşaydı .
Kaç saat oldu gele l i . Ara odan ın özenle ovulup arıt ı ld ığ ın ı düşünüyorum. Bu yaş l ı
kad ın ın çevresindeki sayg ın kişi liğin i yaratma zorunluğuna titizliği eklemek gerekiyor .
(Yiyecekler iyice temiz olmal ı , o marullan yalapşap yıkamayın diyorum size . Gerçi ev in dağ ı nı kl ığ ıyle başa ç ıkamıyorum ama. Hem sarhoş babanız, hem haylaz k ızları . . . Annemin öfkesinde inand ı rıcı o lmayan bir şeyler olurdu . Bahçenin arkasında "kıkırdaş ırd ık." Ablamın gittikçe dolgunlaşan bedeni , marul ların bahar tad ı , yaşamayı adlandı rıyordu . )
Bu en koca kenti yad ı rg ıyorum. Buranın d ış ındayım. Bana, git kal , teyzendir demişlerd i . Onun konuştuğunu, sorgu ünleminden anl ıyorum. Sorduğu ne?
Bana bakıyor, gittikçe öfkel i ve yaşl ı sanki . Yineliyor. Saçların ı kesmeyeceksin değil mi? H ı ı , diyorum. Oysa keseceğim. Hem de en k ısa. Ders kitaplarım ı deği l , en
sevdiğim yazarları al ıp el irne, bir dolu yeri gezeceğim. Dostoyevski 'yi okuduğum kireç badanal ı çıkmadaki kaysı ları n sessiz karanl ıkların ı ve · hep su kokusunu arayacağ ı m.
193
Anne Hikayeleri -------------=----
Taşrah bir k ız o lmanın buruk acıs ın ı bi le tattı rmaz teyzem bana, an l ıyo ru m.
Yurdagül odayı açtı . Tek penceresi karşı evin duvarına bakı yordu. Bir çakaleriği ağacı , yaprakları küskün , hastal ı kl ı , pencerenin d ibindeydi .
Ben alt ıda kalkar ım küçük hanım, işi niz varsa sizi istediğiniz saatte uyandı ray ı m.
Annemin Yurdag ül'e armağan olarak yol ladığı renkli basmayı çıkard ı m bavuldan .
(Sakı n sen verme kızım. Teyzen öyle yan ında çal ışt ırdıklarıyle yüzgöz olunmas ın ı sevmez, kendi versin , )
Bu senin , Yurda�üI. Çok teşekkür ederim, küçük hanım. I smi mi bi l miyor. Ona söylemeliydim Yüzgöz o lunamaz evin
isim gereksinmediği ni öğrenmeliyim. Dolaba çorapıar, mendi l ler, gecelikler s ı ralanacak. Buralarda
yaşama savrukluğuna yer yok. Bu evin düzen tutuklarına , bir de ben katı ld ım.
M utfaktan akşam yemeği hazı rl ığ ı n ı n sesleri geliyor. Tabak, çatal ç ınlamalan.
Hemen bir keki kokusu uydurdum uzaktan gelen. Sonra da ağlayacağ ım.
194
. (�
-------------- Tokat Bir Bag İçinde
BAG İçİNDE Füruzan
NlUlrten'e
- Gelmene çok sevindim. Yabancı deği lsin ; böyle karş ı lamamı hoş gör. Şimdi üstümü değişirim. Kağ ıtları b ırakıp gitmekte bu kadar acele etme. Demek bizlerden ayrı lıyorsun. Niye ama, ne güzel bir işyeriydi . . . Ne güzel konuşmalarımız olurdu . . . Bir l isede bel li bir dersin öğretmenliğini yapmak için gidiyorsun Gerçi hep söylersin , "Öğr�nci liğin ne olduğunu bi lirim ama, bi ldiğim öğretmenler gibi o lamam. Öğretmen o lamazsam bi le arkadaş olurum onlarla," diye. Süsü me bakma öyle kurnaz kurnaz. Erkekleri e lde tutmamı n kestirme yolu ; «;>nlan dantellerle , kokularla kamaştı rmak. En devrimci geçineni bi le kad ın ı böyle alg ı l lyor. Yabancı seks dergi lerini bir izlemeleri var, şaşars ın . . . Gerçek güzel liğe yönelik olsalar neyse . . . çoğu saptır ı lmıştan yana. Ah, yine hayı r diyen gülümsemenl Hayır mı? Tümü öyle deği l mi, diyorsun? Yanı lıyorsun. B in yı l l ık tal ime kim s ı rt dönebi l i r? Hem biz evli l iğ imizi uygarca çözümledik. Kimse ötekine karışmıyor.
Bunları bi r gece sana uzun uzu n anlatmışt ım. Yine durgun ama suçlamaz bakışlarınla d inlemiştin . Benden, ordaki lerden daha çoğunun beklenmeyeceğini bi lmenden gelen bir hoşgörüyü dinlemen. Çocukluğumdan kalan kapal ı kap ı ların ardında maya i a-:-. n ıp durmuş anı lanmı , nas ı l da anlatmışt ım coşkuyla . . . Bir kıyı meyhanesindeydik. Onca kalabal ığ ın içinde tekliğini koruyordun. Her-
195
Anne Hikayeleri
kes içki l i , gevşekti . . . Kolay çağrış ımI ! duyarlıkları n ı n tad ın ı çıkarıyorlard ı . Sade ve akı l l ıydın , hep i lk gördüğüm günkü gibi. Nerden deşi lmiştim sana doğru? Ha, bir türkü. Oraya aykır ı bir türkü sızmıştı yan kahveden . "Tokat bir bağ içinde" diyordu türkünün sözleri. Bence türkü nü n anlamı bir bağdan öteye varamazdı .
Bağlara i lk , Atatürk Çiftliği 'ni gezmeye gitmiştik , epey eskiden, o rada görmüştüm. Babamın , annemin dostlarıyla iki koca P ıymouth marka arabaya dolmuştuk. Pıymouth' ların o zamanki modellerine rast l ıyorum şimdi dolmuşlarda, aman Allah , lenduha gibi olmuşlar. Ne güzel , ne gözal ıcıyd ı lar, benim küçük ıüğümde. Küçük dedimse vard ım on üçümde. Yalova tatil i ne gittiğimizde, Terrnal Otel 'de kalacaktık bir hafta. O yı llardan hAla andığ ım bir şarkı kalm ışt ı r akl ı mda: "Yalova'n ın şen k ız ın ı , kandı ra l ı m alal ım. " Çiftliği salt ben görmüştüm sanki , bir sevinmiştim ki .. . Çünkü sürüp giden düzenli yeşi ll iğin arasından bir kule görünüyordu . Çocuklar için kule ieri n serüven dolu görünüşlerin i bi l i rsin. Çiftlik tek katl ı , bakırnh binaları ; çak ı l döşeli yolları , yeni açmış ortancalarıyla bir soylunun yazl ık d in len me yeri ni and ı rıyordu daha çok .. . Arabalardan in ip (kalaba l ıktan ötürü beni Server Bey amcamn kucağına oturtmuşlard ı . Terlere batmışt ı zaval l ı . Termal'e varana dek her sarsı lmada, i htiyara eziyet olsun diye, tüm ağırl ığ ımı dengesiz bırakmışt ım üstüne.) yönelmi ştik gü le oynaya çiftliğe.
Kızma can ım, peki . . . Ama herifçik, küçük çiftli k gezimiz için i ndiğimizde , mahal le h amammdan çıkmış gibi morarmışt ı . I htiyar dedimse, k ı rk beşinde Saint Joseph bitirmişlerden . . . Çiftliğin iki tar ım yüksek mühendisi , babamın arkadaşların ın tan ışları Ç ıkt ı . Her yanı gezdirdi ler bize. Taflanlar yeni budanmışt ı . Kesilen yerleri aktı daha. Ben yine annemi izliyordum. Konuşmasın ın nazl ı , kır ık sesine dönmüştü . Annem benim için daima bir gürü ltüdür. Yerine göre değişen , ama hep sestir. Gerilere itmişimdir onu, aşmışımdır da . . . Sesini enge llemenin yolunu bulamamış ımdır. - Insan kendi sesini duymaz derler ya. Ben de onun gibi konuşmaya başlarsam diye çok ürkerim. Kimse de beni uyaramaz. Annemin sesini bi lmezler. Kocamsa, sanı rı m anlamaz bunları , anlatsam ona.
Orada i lk bağ kal ı nt ı ların ı görmüştüm. Art ık bağcl l ığ l sürdür-
196
• h· . h
--------------- Tokat Bir Bag İçinde
müyorlard l . Daha önemli ve verim li işlere yöneliktiler. Suyunun çeki ldiği yüzde yüz o lan bir kütüğün kıyısından açık yeşi l , içinden ayd ınl ık içen bir açık yeşi i , sürgün vermişti. Ucunda iki yaprağı vard ı . Damarların ın bölümleri taze, i ncecik görünüyordu. Duraklamışt ım görü nce onları . . . B ıyıklan yukarı buru lu tarım yüksek mühendisi , yaklaşıp açıklamışt ı : "Daha bir zaman şuradan buradan fışkıri nar. Ama bakarlar ki gittikçe azal ıyorlar, bir gün yerlerini b ı rakıp giderler. Gördüğünüz kara üzüm kütüğüdür. Kokulu ve tatı l olur üzümleri . " Tarım yüksek mühendisi , av pantolunuyla kahverengi çizmeler giymişti . Ağaçların seri nl iği kad ınları üşülünce, arabalara doluşmuştuk yeniden . Çiftliğin açı lan iki yayvan demk kapısın ın önünde, biz çınanı yolu dönerle dek beklemişti mühendisler el sal layarak. Sen anlatmışt ın ya: "Tokat bir bağ içinde" sözü öylesine açıklar ki Tokat' i şaşarsm. Düşün , hep rüzgarl ı , dimdik, kapanık dağ lardan sonra çepeçevre, beklenmedik bir yeşi l liğin sarm�ladığl yerdir Tokat. Sular sanki oraya doğru , toprağı n alt ından gidip birden fışkırırlar. Türkü tam açıklar bunu. Orda da bir Anadolu taşra çarşısı vard ı r. I nsana yadırg ı , kapal ı duran, ama i lgis ini d iri lten. Bakraçları , . k ırmızı kırmızı asarlar." Çok sarhoştum . . . Bu açıklama beni duyguland ırmıştı . Sen ki , aramızda sert bi l ini rdin. Şimdi bu sert sözü de seni çizmiyor . . . Yo, sert bi l inmezdin ! "Yaşamanın tatlannı zora sokan birid ir," derler senin için. "Yoksa, çol< iyi, çok akı l l ı k ızdır." Şimdi lerde, "Bu çevreden herkesin beni iyi bulmasın ın, özel likle kendi yönümden, ne denli yanl ış o lduğunu düşünüyorum," diyormuşsun . Kimseyle kavga edip, tart ı şt ığm da yok. H iç de yok denemez . . . Ama bir yeıinde noktal ıyorsun ki sözü, biz su olsak akarnıyomz yan ına. Kötü müyüm, diye soruyorum sana? Benim için arada böyle diyenler var. "Sen sanı !dığı ndan daha az kötüsün," diyorsun. "Tek bağışlanmaz yan ın , ası l varı lacak şeyi sapt ı rman. Bunu farkedememen ve el alt ı ndaki lerin kolayl ıklarına s ı rt dönmeyişin ."
N'olur, kalkma . . . Bu sabah erken çıkmak zorunda deği l im. Bi l iyorum, art ık işlerle i lg i ii şeyler de bitince bize gelmeyeceksin. "Selamlaşacağ ız !" diyorsun.: "Şurada, burada, ayn ı çevre lerde yaşayan, yaşama zorunda olan kişi leri n, yapay selamlaşma larmı engel leyemiyoruz, ii diyorsun. Ama bir selam yeter mi? Hem de an-
. Iamsızhk, bıkkınl ık yüklü bir selam.
197
Anne Hikayeleri
Beni tek akı ll ı , i lgil i dinleyen kişiydin ve değişik yanıtlar aldığım. O g ece ağlamışt ım , h a ni içip sarhoş o lduğumda. "Kocam, ben iş için geziye Ç ıktığımda , korunma hapların ı unutma der," demiştim. Türküyü silen bir pap şarkı başlamışt ı . Disko'su olan bir yerdi orası , hat ırladın mı? Amma da kudurup dans etmiştık . Pop müziği dinlerken öyle çağrışımiarım vard ı r ki Guevera bile gelir akl ı ma. Ah canım, ne yakışıkl ıdır! Onu, çağ ımızin bir peygamberi olarak düşünüyorum. Bir Isa. Barientos alçağının masaya gerdiği bir Isa. Hep kurbanlar vereceğiz ister istemez. Guevera'n ın sakalh , yakışıkl ı yüzünü çağrıştı ran her şey çağdaş bir bildi ridi r bana. Ama sen sanırım bu tür yorumlara da karşısın. "Kapitalist dünyanın kahramanhğı kolayca kaydı rd ığ in i , saptırdığın ı görürken, dengeli başık açı ları kurmak gerek. Isteri dolu beğenmeler yanl ışt ır. Çağrış ımlarla, aracılarla düşünceyi geliştiremeyiz. Duru ma uygun adlandı rmalar yapmal ıy ız. Önce kendi soru nlarımıza ve i nsanları mıza eği lmel iyiz . Koşu l larımız ı bi lmeden kural lar ımızı doğru koyamayız," diyorsun.
Bir akademili çocuğun f i lm çal ışması vardı. Bize anlatmaştı hani . . . "isa'yı tüm evrensel acı ları bel irginleştiren simge olarak alacağ ım ," deyince gü ıüvermiştin . Çocuk, sakal ın ı , seni . küçümser bir anlamla kaşımaya başlamışt ı . , "Çağdaş ezi lmiş liğe s ı rt m ı dönmektesiniz?" diye sormuştu . "Din u lu ların ı b ı raksanız da, ası l en büyük gücün acı larına aracı olmaya baksanız. Konuyu dağıtmasanız," demiştim. "Kurtuluş eylemi her yönden gelebi lir," demişti o da. Güzel bir sözdü. Bunu inkar edemezsin ! "Güzel ama doğru değil ," deyip "Sanmam, tek ve hakl ı olandan gelir," demiştin . "Sizinle konuşmamız güç," diye şişinmişti çocuk. Sen , ' "Sizi yeniden eğitmek gerekecek. Korkarım bu da yorucu olur sizler için . Ayd ın o lmanızı bileyen , doyuran her şeye s ırt dönmenizi kim isteyebil i r ki sizden! Ancak siz karar,alma duru mundas ln ız ," demiştin .
Tüm başl ıkları bi l iyoru m. K ışkı rt ıcı ve çağdaş o lanların ı ve özetlerini . Görkemli ci ltleI'le bezeli çal ışma odamıza tutkuyla bakmamış m ıydın ız i lk geldiğinizde , o güneyli çocukla. Tüm ingi lizce ve Fransızcaydl . Ne çok sevinmiştiniz ikiniz de, daha geniş okuma, bi lme olanaklarına aracı l ık edecek bu iki di li bi lmemize. Fransızca-
198
--------------- Tokat Bir Bagiçinde
mı istanbul' da öğrenmemiştim, bi liyorsun. Buradaki okula' i lk başladığımda eğitimimi sürdürememiştim . Beni başarı l ı bulamamışlard ı . Oysa onca da para dökmüştüm. Bi li rsin o okulu. D ış ına küçük, kara çerçeveli ö lüm i lanlan ası l ı r. C hapelle'den bozma dua yeri vard ı r. Caddeyle , öteki binalarla arayı kesecek gibidi r yapı . Içinde yüksek sesle konuşulmaz. Rahibeler uzun, namus l u eteklerin i sürüyerek çat ı ları n ın gerekt irdiği kutsal havayı çoğalt ı rlar. Camlar demir parmaklıklarla kaplıd ır. Ikiyüzlülük ya da incelik diye:" biliriz, orada öğrenilmeye başlar, güçlendiri li r. Annelerin çoğu oradan mezun olduğundan çocuklar da tanın ı r. Yönetici ler, bu sürdürülen töre okumasın ın önemini çoğaltacak en soylu şeyleri denerIer. Avludaki güvercinler bi le H ı ristiyanlaşmış gibidir. Güneş, bazan yı l sonlarına doğru , düşüverir avluya. Ama sınıflara girmesi mimari bir üstünlük ve bilinçle engellenmiştir sanki . Gri lik, yarım ış ıkIanma, içe dönük cinsel pat lamalar getirir. Ders aralarında tek konuşulan şey oğlanlardır. Hem de akl ın ın alamayacağı denli utanmazca. Yatak ı l ık l lğ ın ın yorgunluğu tad ı lmışça konuşulur. Cinselliğin gizlen saptı rı l ı r oralarda. Bu hep eşcinsel paylaşmaların başka tür sapıkl ıklannı öğrenişin ilk adı mlarıdı r atı lan. Bu arada, başkalarına utangaç ve ince görünmek de pekiştiri l ir. Içtenliği mi görüyorsun, nası l korkusuz deşiyorum kendimi . Ş imdi bana kızman azalı r m ı , bilmiyorum . . . "Kızmıyorum ki , insan kendini aşar ya d a yanhşların ı doğru gibi savunmaz," demiştin .
Evliliğimi yıkamam. "Bittiğinde başkasıyla başlayabil irsin. Seni kimsenin yarg ı lamaya yetkisi o lamaz." diyorsun. "Yeni insan, mutluluğunu çürümüşlükten almıyor art ık. I nsan i lişki lerini geriye bakarak düşünmekten vazgeç. O senin uygarl ık diye yutturmaya çaI ışt ığ ın , ta kölelik düzeninden bu yana varo lmuş bir anlayıştır," diyorsun. Sen, al ışmanın, bir koltuğa, bir kitapl ığa, bir sabah kahvesinin karş ı l ık l ı içi lmesine, bir evin h iç çaba gerektirmeyen gidişine çok yabancıs ın , niye? Düşün, yeni bir adam başka mı o lacaktır? Sonra, ikimiz de özgürüz kocamla. Aydı n adamdır bi li rsin. Ben yeni erkekleri , o yeni kadınları , rahatlık içinde deniyoruz. Gece kulüplerine gittiğimizde başka kişi lere sanıman ın , sürtünmenin tad ın ı Çlkarıyoruz. Hem kime ne can ım! Neden zarar versin toplumculuğumuza? "Yabancılaşmanın kaç ın ı lmaz sonuçlandır bunlar," deme.
199
Anne Hikayeleri
Ben arada nası l bunal lr ım bi liyor musun? Bizim ara sokakların çabuk biten eğiklikleri bu bunal ımı çizmeye yetmez. Paris'teyken alabildiğine uzanan Notre-Dame'ı görmüştüm. Org sesleri , bunaIman ı n koyuluğunu öylesi ne tanıml ıyor ki , anlatamam. Bununla şunu demek istiyorum : Insanın yaşama deneyi artt ıkça, ister i stemez bunal ımın ı engelleyem iyor. Içtiğimiz zaman, arada Rimbaud okuduğumuzda, dizeleri ni n yüklendiği her şey, ayıp, günah, sapıkl ık , nas ı l doğruluk kazan ı r bi lemezsin . . . A sahi R imbaud'yu okumuşsundur sen de, ama ç eviri lerinden. Asl ı bambaşka. I nsan kan ın ın h içbir şeyde bulunmaz kırmızısı emildiğinde ağza verdiği aykırı tat onda vard ı r. Baştan ç ıkarıc ı l ığ ın albenisine nas ı l karşı koyabi li rsin? "Kendimiz bazı şeylerden tat almamayı öğrenmeliyiz. Bi l incimiz onu gerekti rir. Zorlanarak h içbir doğruya vanlamaz. Öğrenerek, inanarak başarabi l iriz anca," diyorsun .
"Tokat b i r bağ içinde" türküsünün başlattığı konuşmamızı son biryenileme oluyor bu. Ş imdilerde bazı şeyleri bana anlatmamayı yeğledin , bi liyorum. Am.a ben davranışlarımda yalnız deği lim. Bu iş için çaba gösteren , i nanan birçok kişi böyle yaşıyor. Bu özel hayat
t ır, kimseyı i lgilendirmez. B iz katkımız kadar değerleniriz. "Özel hayat, genel hayat yoktur," diyorsun . " Insanın tek bir yaşaması vardır. O da sürecin içinde tümüyle değerlenir." Evet, senin yanındaki ler da aynı şeyi söylüyorlar ama, azı nhktalar. "Sayılan elbet artacak," diyorsun . Ama bizimkiler de eksilmiyor ya. Bana yöneltliğ in inceleyi ci bakışlarını yitirmişsin artık. Demek kararın ı vereli çok o ldu .
Benim içimde, arada ö ne geçen, eskiden kalmış, iş lemiş bi r sancı yok mu sanıyorsun? Ucuza al ı nmış bir tahta oyu ncaktı r bu. Bana değil de evdeki hizmetçilerden birine armağan al ınmıştı kapıdan. Hani o kent çerçi leri vard ı r ya, onlardan. Apartman kapıcı larından çok korkarial". Kapıcı lar hoş görmeçlikçe çığ ı rtkanl ıkların ı sürdüremezler. Üstel ik biz sahibi o lduğumuzdan apartmanı n e n çok bize yaranmak zoru nda olan kapıcıs ın ı annem uyarmışt ı : "Bayram üstüdür, uğrasın yuka�ı ," diye. Düz, rendelenmiş , h iç kıymıklanacak yeri olmayan bir yuvarlak kayıktı . Bayrak direği yaldızla parlat ı lmışt ı . Belki de soba borusu yald ızıyd ı . El lerime çıkmışt ı hep. Çiçekli basmadan, yumuşak, üçgen b i r bayrağı vard ı . Onu ,
200
--------------- Tokat Bir Bag İçinde
ağlayarak, dövünerek zorla almışt ım ellerinden. Al ışmad ığ ım, blimediğim bir şeyi getirmişti o bana. "Bu adi kayıktan ne anlar bu kız bi l mem? Onca pahalı oyuncaklan dururken . . . Çocuk akı l işte, ŞImankl ık, t t demişti annem. Oysa ş ımarık l ığ ın katı lmadığ ı tek duyguydu o kayık benim için . Yadı rgama bu sözümü . Beklenmedik bir yerde beli riverir hep. Yazl ığa taş ı nma mevsimleri nde bi le, oyuncak, baş köşeyi a l ı rd ı . Basma bayrağı solmuştu giderek. Yaldızlan çıkmıştı direğinin . Ama, gövdesin in kayganhğı artmış , ağacın ı n rengi güzel bir balmumu sarısına dönüşmüştü. E lleri min içnide küçük, kesin , dururdu öyle . Di l öğrenmem için karar al ı nd ığ ı y ı l larda unutmuştum kayığı . Beni Paris'e göndermiş lerdLHiç o lmazsa oradan okumuş gibi geri dönecektim. Döndüğümde kent çerçi leri , bizim semtlere uğramaz o lmuşlardı art ık. Apartmanı mızı n üstüne çift daireden iki kat daha çık ı lmıştı . Annemde perh iz çabalarına karş ın yaşdönümü şişmanl ığ ı başlamışt ı . Babam briç oynamaya daha çok gidiyordu kulübe ve annem boş kalan zamanların ı değerlendirmek için bir hayır derneğinin çal ışmalarına kat ı l ıyordu. Eşyalan mızı yeni lemişti . Doğum günü toplantı larımı burada yapıyorduk. Salon duvarın ın en göz alan yerine yağlıboya portremi asmışt ık. Çok ü nlü bir ressamdı yapan, epey para ödemiştik ona. Çocukluğun si l inmediği yüzde, yalnız gözler inandı rıcı o lmayan bir bakışla doludur; on yedi on sekiz yaşın yerleşmemişliğ i . Yı l lar geçiveriyor hemen . . .
Annemin acı laşmış tereyağlarını , buzdolabında çok kalmış yemekleri h izmetçi lere yedirdiğini o s ıralarda görmüştüm. I nanır mısın, hiçbirine bir şey olmazdı . Ben günü gününe yapı lmış bir pastadan yemesem val iahi zehirlenirim. Şaşard ım onlardaki bu bünye sağlamlığına. Hala da şaşarım ya! "Niçin anne eskimiş yemekleri, acı laşmış yağları onlara veriyorsunuz? Onlar da i nsan," demiştim. Holdeydik bunu söylediğimde . Annem, ayakkab ı değişti rip ev ayakkabı ların ı giyiyordu. Yeni gelmişti sokaktan, kürkü ıslaktı . Demek yağmur yağıyordu. Kıpırdamadan yüzü me bakmışt ı . Yağmur, berberden yeni ç ıkmış saçların ın kabarıkl ığ ın ı yat ışt ı rm ışt l . Her sözcüğün üzerine basarak konuşmuştu. "Acınıp durma. Onları tan ı mıyorsun . Daha çocuksun . Onlar düşünmeyi , acı çekmeyi bilmezler. Arada bir; 'S ı la, ' diye tuttururlar. Al ı rs ın üç beş metre deli
201
. (�
Anne Hikayeleri ---------------
renkli pazen, verirs in e l leri ne, hemen unuturlar s ı lalarmı da. Hayvan gibidir hepsi . . . Biz evlerimize al ıyoruz da açl ıktan, sefaletten kurtuluyorlar. Bunları b i lmeden, öğrenmeden nas ı l böyle saçma':" sapan konuşuyorsun , köylü parçaları için?" demişt i .
Annem gibi olmamaya karar verme günüm belki o gündür. Sokak dönüşleri soyununca, kayıcı tü l kumaşlardan giyimleri ni g iyip koltuğa otu rurdu . Yanma da fondan kutusunu al ıp dalgı ıı dalgm karşı yapı lara, bir yerlere bakard ı . Şakaklanna ustal ı kla i ndiri imiş
, saçların ın dağ mıkl ığı içinde on yedinci yüzyı l romanlannın dantelli sayfaları nd�n çıkmış biri gibiydi annem. Ben büyüdüğüm yı llarda babamın , birden beliren bir göbeği olmuştu. Hiç şişman değildi oysa. Ama göbeği engel.lenmez bir biçimde bitiveriyordu zayıf gövdesi nde . O dönemde işleri çok iyi gidiyordu san ı rım . Her söze, "Ben onlara dedim ki . . ." diye başlıyordu. Konuk geceleri mutfaktaki çanak tabak sesleri n in yoğun laşması çal ışanlara olan i lgimi son kertesine vardırdı. Annem giyinmeden önce mutfağa girip gereken emirleri verirdi . Çünkü mutfak kokusunun öyle b i r özel liği vardır ki i nsanı n üstüne sinive ri r. Yemekte, konukların tükenmez i ncelikleriyle birbirlerini ağı rlama çabalarmı izlerdım. O davranış ların b ıkkmhk olduğunu şimdi ben de anlad ım. Babamı n saçlan dökülüp işleri çoğald ıkça, annem daha telaşl ı , daha aradığ ın ı bulamaz olmuştu o y ı l lar. Ben ders çalış ı rken , "Baban telefonla beni aradı m ı?" diye soruyordu , yerli yersiz. Oysa babam onu telefonla hiç aramazd ı ki . . . N iye öyle tedirgin , kuşkulu o lduğunu çıkaramıyorum.
O günlerin üzerimde b ı raktığ ı etki , yağmur öncesinin kapanık renkleriyle dolu günlerin sıkmtısı , I ran halı ları na açı lan kapı lar, ad anı lmadan sürdürü len telefon konuşmalarından oluşur. Mutfaktaki leri zaten u nutmuştum. Onlar da kendi lerin i anımsatacak h içbir çıkışta bulunmazlard ı . Değiştiklerini , yerlerine yeni lerin in geldiğini, annemin gündeli l< hesapları tuttuğu deftere bakarak sesli düşündüğü s ırada anlardım. "Mutfak masrafı artıyor. Yeni gelene bir gö(Ünmem gerekecek. Evine yağ, reçel taşıyor bu. Bana Recep ustayı aratması nlar. Hizmetçilerle birli k yaparlar. Bunları idare etmek ayrı bi r yetenek can ım," derdi . O kendi kendine yüreklendirici ko-
202
• b
-------------=-- Tokat Bir Bad İçinde
nuşmaların ı sürdürürken ben koltukta oturmuş Cornei l le , Racine ya da Moliere ' çal ış ıyor o lurdum . Bi l iyorsun tiyatroyu çok severim.
Annemdeki inanı lmaz değişmelere , büyüdükçe ahşmışt ım. Her duruma göre bir davranış ı vardı onun . Birdenbire o ldu ama yaşlanması . Gazetelerde, dernek çal ışmalarıyla i lgi li resimleri yayımlandığ ında, hepsin in arası nda yüzçizgi leri e n dağ ın ık çıkan o oluyor. Hem öyle tuhaf ki , i nan ı r mısın, şimdilerde bir gençliğini anlatması var, sanki ben tanıklık etmemişim gibi yaşaması na. En parlak sözlerle beziyorc;furmadan geçmişini . Bacakların ın etleri aşağıya doğru birikiyor, yani ayak bi leklerine doğru. Bazı sözcükleri durmadan yineliyor. Ona benzememek kararım kesindir. Ben çağdaş bir insanım.Bunu kimse yadsıyamaz.Dünyada önde gelen, o luşan her şeyi benimserim. Kocam da öyledir. Kimsenin bizden önce bir kitaptan; bi r siyasal o laydan, sanattan söz açmaması için olağanüstü çaba harcarız. Savunduğum şeyleri bizden ve Bat ı 'dan en geçerli adlarla destekleyebili rim. Görüyorsun, anneme bentemiyorum. Onun her şeyi kavrama yanl ış l ığ ı na düşmüyorum. Topluma katkı yapabilme yol ların ı her an aramışımdır, arıyorum da. Yalnız geniş yığ ın ların her şeyi anlayamayacağı kuşkusunu atamıyorum içimden. Yığ ın ın bir kısmın ı , bi raz da bizde çal ışan hizmetçilerden ötürü tanıyor sayı lmaz mıyım? Geçerli toplum ahlakına karşı çıkmanın yolların ı denemiyor muyum? Bir gün kalabalıktaki kafa tutmamı hatırlarsın : "Ben orospu değil im Para için deği l , zevk için yatıyoru m. Bağnazlık edip durmayın !" diye. Yine en beklemediğim yanıt senden gelmişti : , "Daha kötü böylesi, onların durumunda bile deği lsin . Üstelik evli l iğinin üstüne titriyorsun, öteki burjuva kadınlarından ayrıcal ığ ın yok ki I"
N 'olur kalkma hemen. Ülker şimdi kahve getirecek. Bu da Kastamonulu. Hizmetçi leri n çoğu ordan o luyor. Bize kapı lanınca sırtını , üstünü-başın ı bir düzene soktum. Öylesine hoşlandı ki değişik!ikten, taklitçi bir maymun gibi. Ben olmadığımda boyalarımın alt ından girip üstünden çıkıyor. Galiba geçenlerde, parkta izini bir asker avladı . "Senin gibi şöyle beyaz olaydım, hanım," diyor, şimdilerde. Dün gece, "sevişmeyi nası l kıvınyor bu köylüler," diye konuştuk ko-
203
Anne Hikayeleri
camla. O işte, Japonlarla Hintliler yamanmış. Baz ı . kitaplanmız·yar bu konuda. Yanında kim olursa olsun , resimlerine baktın mı saldırırs ı n valiah i ! Öylesine et dolu kitaplar.
H i roşima Mon Amour geldi akl ı ma birden. Ne fi lmdi o ama! "Sen Hiroşima'da bir şey görmedin," diye yinelemesi yok muydu adamın, tam özetiydi fi lmin. Jules ve Jim'j de çok sevmiştim. Bir ara öyle bir yaşant ım da omuştu. Kahvalt ı masası nda iki erkekle ben karş ı l ıkl ı . . . I ster istemez üstünlük duyuyor i nsan . Üstel ik bu değişiklik, bir sevgi söz konusuydu, ondan geliyordu yani . Sanki adamla ben birbirimizi sever gibi olmuştuk. Geçti gitti iki y ı l önce. Geçenlerde yatt ık da, bana mıs ın demedi ikimize de. O şai r olarak Aragon'u çok sever. Iyi de okur. Benim Fransızcamı bilirsin, pratiğe dayanır daha çok. Sevgiyi bir yana b ırakal ım . Getrude Stein' le yeniden çok i lgi l iyim şimdilerde.
Çocuk yapmadı m Büyük sorumluluk, kolay mı? Sanki çağımıza bir insan daha katmayla neyi düzeltmiş o lacağı m? Şu değişmez dünyayı mı? Buna da senin o yemek yeme kuralların ı bilmez arkadaşı n bir söz bulmuştu : "Her kolayl ık , i haneti içinde taş ı r, " diye. Köylüler gibi yemek yiyor o. Acıkmışl ığını belli ederek. Ben bu günlerde doyarak yiyenleri , doğrusu , k ıskan ıyorum. Bi liyorsun , tek derdim bacaklanm . Yoksa cinsel çekicil iğim kolay zedelenmez. Ama bacaklarım ı n kal ın l ığ ı , yaşl ı gösteriyor beni .
Sınırsızlaşmak benim özel liğim. Ama bu günü gününe bir sınırs ızlaşma değiL . Çözümlenecekleri kavramak için yayı lmak benimkisi . Güzel bir kad ın o lmadan öteye tüm çabam. Bunun kanıtların ı da kat ı ld ığ ım şeyler açı klamıyor m u ? Vietnam içi n çıkan t ü m haberlere , bildikleri mize, çağdaşlarımızdan kim s ırt dönebil i r ayd ın o larak. Annemin bi le i lgi lendiği konular bunlar. Soruyor hep Vietnam'ı bana. Arada kalkıp içeriye gidiyor. (Oraya budu ar derdi eskiden. ) Dudakları n ın boyasın ı koyultup geliyor. Taşkın , birbirin i tutmaz bir ağız çiziyor kendine. Yıllardır dudakların ın dış çizgileri yendi , yok o ldu . Gerçekten kat ı l ıyor dünyanı n kanamasına. Dernek çal ışmaların ın gereği olan halkla yakınlaşmalan da var. GördıJğü semtlerin tarih i güzelliklerini öylesine i nce ayrınt ı lara dayanarak anlatıyor ki şaşarsın . Ancak onun öğreniminden geçmiş biri böyle-
• b
204
-------------- Tokat Bir Bag İçinde
sine duyarlık" olabil ir. "Oralar kurtarı lmal ı , " diyor. "Çok yaz ık. Ailemizin kadınların ın , balenU elbiseler giydiği , Paris topuzlan yaptırd ığ ı dönemden kalmışlar. Ben de yeni yeni görüyorum. Gerçi pisliği , insanların ın yabanil iğ i dayan ı l ı r gibi değiL Bir gün , bi r kahvenin ö nünden geçerken ora delikanı ı ları en ağıza alınmadık biçimde sataştı lar üçümüze. Ama hoş görmek gerek. Valiahi boynumuza dek kızard ık." Istanbul'un bilinmeyen kıyı-bucak yerlerindeki yaşantı lar annemi etki liyor. Nerde kald ı ki biz teknoloj ini n en al ıp yürüdüğü döneme yetişkinliğimizde tanık olduk.
Ben küçükken, babannem aynalarla çevrili bir odada (gardrobu, komodini , tuvaleti, boy aynalarıyla) gün boyu yatağı nda yatarken saçların ı ince bir tarakla d ışarı doğru kabartırd ı . Tirşe rengi yatak örtüsü, tombul , yaygın kol ların ın aklığ ın ! iyice belirtirdi. Çin porseleni çay bardaklarından içtiği akşam çaylarında, et sulu özel galetaların ı yumuşatıp yerd i . Elleri öylesine buruşuktu ki buruşukluklar dönüyordu birbirine doğru . Bir gün beni yanına çağırmıştı , "Her gördüğün yeşi l taşı zümrüt sanmamal ıs ın ," demişti . Ben e limde tahta kayığım ona yaklaşmışt ım. "Gerçek zümrüte kara bir cam bakıcıyla ışığa tutup baktığında, içindeki p ın lt ı pembeye döner. Sahteleri yeşil kal ı r. Unutma bunu. Bunları bilmen gerek. Sen büyük bir ai leden geliyorsun Başka bir gün yine s ıvışabil irsen . . . (bu s ıvışma sözcüğünü benden öğrenmişti) hemen gel. Ben sana öbür taşlardan anlamayı da öğretirim. Anan b ı rakı rsa tabi i . . . Çünkü onun ne mahalle karısı o lduğunu bir ben bilirim . Ölünce değerli mücevherlerimi yalnız sana b ırakacağım. Sen oğlumun çocuğusun. O kadın bunları yakışt ı ramaz kendine. Onları taşıyabi lmek kökten sürüp gel ince olur ancak."
Konuşması bitince beni h emen unutmuştu. Odadaki havaland ırı lmamış, sinmiş i htiyarl lk ; her yana gerekli gereksiz örtülmüş goblen örtüler, fildişinden oymal ı s ı rt kaşıyacağı , arkasında resim o lan el aynası beni çok oyalardl . Babaannemin yanına beni b ırakmazlard l . "Büyük han ımefendi istirahat ediyor," denirdi herkese. Şimdi annem babaannemin yarım kalan sözleri ni tamamhyo r. Doğru mu bilmem söyledikleri? Çünkü anlattıkları çoğunlukla tarih i bir Ingi liz fi lminin dekorunu an ımsat ıyor. B iz gerçekçi o lduk.
205
Anne Hikayeleri
I lk cinsel denememi okulda bir kızla yaptım. A,nlattıklari gi.bi h iç de parlak değildi sonuç. Bir kı llanma duygusu sarfruştı beni. Erkeklerle olanlara da başladırıımda anladım ki çok taf alınmasa da almış gibi görünmek gerek. Öylesini erkekler, coşkuyla birbirlerine anlat ıyor. Top landığ ımız gecelerde dostlanmızda buna tanı k o luru m hep. A , şimdi beni soğuklukla, i lginç görünmek içi n çok adam değiştiren biri o lmakla suçlayacaksın! O bakışını tanıyoru m iyice. Değil , deği l , inan ki değiL . Biz hepimiz böyle yaşıyoruz. Bu çağ ımızın gereği o lan bir eği l im . Artı k içgüdüleri mizi zorlamanı n yersizliğini öğrendik. Freud bizi uyard ı . Batıdaki çıplakı lğ ı , kendini gösterme eği l imini görmüyor musun? Yakından bakarak cinsel doygunluğun yolunu bulacak dünya. Kalabalıklar, geniş alanlarda, toplanıp pornografin in coşturucu etselliğlni tadacak. Eti çoğaltıp, eğri ltip , çarpıtıp deneyeceğiz bitlnceye dek. Etler, beyinsiz, yaşamasız, anısız, bacak aralan gergin , atıp duran etler, coşkunun doruğundan düşüp yeniden t ı rmanacak. Sevdanın öldüğünü siz hAlA görmediniz mi?
Müzik çalabi l i r miyiz? Beethoven istersin sen , ben yeni bir şey çalacağım . Bugünlerde Jose Feliciano adı var önde . Adamda da b i r ses var yani , baş döndürüyor . . . . Biraz kad ınl ığ ın ı kullanmalıs ın . Her kapıyı açan o . Hem bana ikide bir, "Niçin sevmediklerini aşı n övüyorsun," deme. Onlar hoşlanıp beni sevsinler istiyorum. Sevgileri işimi kolaylaştır ı r. Bezgin bir cinsel yaşantıya düşü lüyor evli l i ğin sonunda. Ama iş i lişki leri , aynı çevrelerden gelen paylaşmalar, çıkarbirliği , ister istemez sürdürmeyi önemli k ı l ıyor. Seni n deyiminle, "kokmuş da olsa bir şeyleri ucundan dişleyip duruyorsunuz." Erkek düşkünlüğümü Freud'le açıkl ıyorum yine. Onda her sapmanı n sonsuz doğruları var. Babamı yakışık l ı bulmad ı m hiç. Belki çok ufakken i lk cinsel uyan lmayı onun kucağı nda, kokusunda, erkek kumaş ın ın eti dala ması nda tatmış o labi l irim. Ama onu bi lmeye, görmeye başladığ ımda, büro adamlarındaki o yassı lmış, yumuşamış gövde benim için çekiCi o lmamıştı .
Yaşamımdaki temel ses hep bu oldu : ailemi aşmak. i lginç bir kadın olmak. Bunun gerektirdiği her şeye dört elle sarı ld ım, biliyorsun. Işten kaçmam. Çal ı şmam gerektiğinde hep çal ışmış ımd ı r.
206
• h.
-------------- Tokat Bir Bag İçinde
Yeter ki yeteneklerimi en parlak biçimde o rtaya koyabileceği m bir gösteri o lsun bu. Kocam de beni , işimde, derin görüş o lanaklarıyla desteklemişt i r. Yani ş imdi , bunları b ı rakıp cinsel hayat ım ız ı toplu yaşıyoruz; buna gereksinme duyuyoruz, diye yeniden kuru lması , düzeltilmesi gereken şeyler var, diye mi düşüneceğiz kişiliğimizde. Bu bence tutuculuk. Hem senin karşında özeleştirimi yaparak içtenliğimi. hep ortaya koymuşumdur. "Özeleştiri bir yanl ış ı düzeltmek için yapı l ı r, yoksa Hıristiyanca günah çıkartmak için değil , " diyorsun.
Sen anlamıyorsun. Insanlarda, Freud'un yazdığı gib i , mazoşizm ve sadizm bir aradadır. Her şeyin kökü cinselliktir. Ben küçükken (bi l irsin evdeki hizmetçilere nas ı l davranınm senin yanında, görmüşsündü r sevecenliğimi) , büyük çamaşı r günleri kirl i lere dolu torbaya dayanıp dururdum. Dadım, aşç ı , h izmetçi ler beni oradan çekemezlerdi . Iş saatlerini annemin kesin likle ayarladığ ın ı bildiklerinden, çal ışanlar tedirgin , telaşi l benim gönlümü yapmaya uğraş ı rıardı saatlerce. Anca isteyince çeki l ird im oradan. Annemi n dış ında kimsenin beni ağlatmaya hakkı yoktu ve ben bunu alabildiğine ku llanı rd ım. Çamaşı r y ıkayan kad ın d ışardan geliyordu. Makineyi bozmadan çal ışt ı rmayı iyi bilirdi . Başı na bağl ı al örtüsüyle her yan ı ak çinilerle döşeli çamaşırl ikta koyu bir leke olur, dururdu. Bir o, bir şey demeden benim çeki lmemi, oradan çıkmarnı sessiz beklerdi . Bakard ı dosdoğru bana, ben kirli , ağı r, yumuşak, t ık ış ık yığ ına dayandıkça, öyle düpdüz bakışını bir yana kaydırmadan bakard ı . Gözleride koyulaşan, engellenmiş, sert bir şeyler o lurdu. O bakış ın artması , çaresizlenmesi için .direnir dururdum. Ikirniz de birbirimiz için kötü lük dolard ık. Buydu beni kışkırtan. O çocuk oyununu ve kıymı ksız kayığ ım ı ananm arada. Kirl i torbası annemin koltuk alt/an gibi kokardı .
Iyi l ikseverliği art ık öğrendim. Inceliklerle, derin al ıntı larla dolu eğit imin değerini bi l irs in . Bunlan ve edilgenliğ imi kadınhğımın tatIanndan sayıyorum. Moda diye deği ldir, her yenilgi , irkilticiliği edinmem. Uşak bakışlann şimdi değişmiyor, beni izlerken. Çocuk doğurmuyorum ya, çocuklan sevmiyorum demek deği ldi r bu . Gebe kaldığımda üç ay aldı rm ıyorum onlan . Içimde canl ı bir şeyi n varl l-
207
Anne Hikayeleri ------------,-----
ğ ın ı duymak istiyorum . Arada el imi karn ıma götQrüp yeniyi , yaşamaya haz ırlanan bir şeyi , gizi , i nsan ın ilk belirmesinin yerin i okşuyorum. Erenköy'deki , uzak, dinlendiren bir yaz .geliyor akl ıma. Çam kozalakları çıt ırd ıyor; gt:rçek, yitirilmiş güzellik, kayıp gidiyor. Binl ik ı ş ıklarda parlat ı lmış nikel, yüz derecede kayhamış, işbi l ir gereçler t ınl ıyor kulaklarımda. Camn dölyatağındakilkesil işin i , ne denli uyutulsam bir incecik çizgi o larak duyuyorum. Anlat ı lamaz incelikteki o çizgiden öteye kan taşmıyor gibi . Iş bittiğinde dölüt, lağ ırnlara dökülüp kentin altlarından doğru yok olup gidiyor. Onu da unutuyorum, t ıpkı kayığ ım gibi .
"Her şeyi deniyorsun, yaşamıyorsun," demiştin .
Gitme. Biraz daha kaL . Bana doğduğu n i lçeyi anlat. Niçi n olamadık seninle? Bu alçakgönül lülüğü göster. Buraların yeniden söylenecek yanı yok , biliyorsun. Ama senin yerin i duymak, bilmek i st�rdim. Denizi seversin. Denizsiz bir yer senin orası , söylemiştin . Bak bu kattan deniz görürüz biz hep. Paltonu alay ım m ı? Hadi Çl- . kar. Ufuk çizgisinde bir gemi var. Gördün mü? Üstüne ayd ınl ık bulutlar kümelenmiş. Paltonu alayım mı? Bir daha uğramayacağı n ı bil iyorum çünkü . . . Hemen kalktın . . . Saat kaç?
" I lk gördüğüm günden be�i dostlarıyla olan paylaşmasın ı anlat ı r durur. Doğru da . . . Salt ayıpların ı , övünmelerini paylaşı r bunlar, acıları yoktur ki . . . Ü lker diye ad taktığı yeni çal ışanı da tamahlandı rmaya başlamışlar kentl i o lmaya. Üşenmeden , i nce bir öğreniyle edindikleri davramşlaran ın alt ındaki ağuyu azar azar aktarıyorlar çevrelerine. l lkten onurların ı k ırıyorlar d ıştan 'gelenlerin. Çünkü arsızlığ ın örtmeyeceği şey yoktur. Bunu iyi bi liyorlar. Bir de tutturmuş, konuşsana diye . Neyi , kime anlatacağı m? Sağırl ığ ın ı unutmuş. Gerekir mi üstelik? Beni uğurlarken Ülker'i izledim bugün. Kuru, yerleşmemiş davranışları yok. Demek al ışt ı , u nuttu . Ülker' in ne kalmı şt ı r akl ı nda Kastamonu'dan, köyünden? Güçlük, i le nmek, ağıt... Ağıta karş ın belki bir düğün havası da çıkarabiliriz içinden ÜIker' in. Şu s ıra, köyünden iyice uzaklaşmadan. Bir Ü lker'le işi çöiebilseydik, konuşurdum. Beni yarg ı la, diyor, i kide bir . . . Hadi canım !
• b,
208
-------------- Tokat Bir Bag İçinde
Ben onları yarg ı lamayı hak etmeliyim. Çal ış ıyoruz bunun için , hiç boşluksuz, sız ıntıs ız. Elleri değer mi bu saatte kalkmaya! Neye peki? Bana ne oluyor böyle? Özenl i , gürü ltüsüz adımlar atıyorum. Kendimi kapıp koyversem, kimsenin duyacağı yok. Bunların sabah ı o'n bir on ikidir.
Birkaç kez gene i nadıma gelmiştim erkenden. Kapıcı , köpeğe benzemez bir köpeği hava aldı rmaya çıkarıyordu , gi rerken içeri . Aykı rı bir bakışla süzmüştü beni . "Kim ola ki bu saatte?" Her çeşit işe koşulmas ın ın getirdiği bi r anlamsızl ık vardı yüzünde adamın. Dallanmış budaklanmış gövdesiyle köpeğin faremsi çirkin gövdesini daha bir seçil ir yapıyordu. Hall larla kapl ı merdivenlerden çıkarken, "Asansör var han ım kardeş," demişti ard ımdan. Şivesi diri ltmiş, ıs ıtmıştı onu. "Başüstü"yi burda da sürdürüyordu, birden kavramışt ım. Boyun eğmeyi küçükken öğretmişlerdi . Yakacak, barınacak derdi olmadan; hem de üste para alarak, teneke başı tah ı l ne düşer, diye deıt lenmeden yaşamak, her eveti içeriyordu. Faremsi köpek, çekelenip durmuştu ben k ıvnmın ı dönenedek merdivenin . Art ık ı rgathğı u nutmuş el leri , eski genişliğini , büyüklüğünü yitirmemişti . Köpek bir el ine s ığard ı , alsa, kapıc ın ın . Kendisine hiç yakışmayan , o yozlaşmış kopeği nası l da yadırgamıyordu ! Kimbil ir kaç yı ldız buralarda kaybolmuştu. Şöyle bir paldı r küldür i neyim aşağıya, hal ısız yana basarak topuklar ımın üzerinde. Yaşamalarındaki rahat ı koru mayı da bir bi l irler ki . Insanları seviyoruz, deği l mi , der durmadan. Iyi ki kurtuldum kibar takımından da, verdikleri işten de. Ne kolay i nsanları sevmek, kentli ler için. Kal ın , kavi , özen ii kapı ların ard ında uyuyanlara, h iç güneş almaz kapıcı katlarındaki kal ı n
, saç örgüleri nden öte utançları olmayanları bir arada sevmek tam bunların harcı . Öylesine sevgiye yokum. Toptan sevgilerin içerildiği bakış açı ları bana göre değiL . Kesinlikten uzak, kolaya yakın ne varsa seçmişler. Yok canım. Sevmek tabii , topunu birden sevmek yanl ış . Deniz anası gibi yavşak, şu atamadıklanmız ı . . .
Ne o , bu sabah kapıcı köpeğiyle çıkmamış daha. Belki de çıkıp park ın yolunu tutmuştur bile. S ıska yaratığ ı avucunun içinde sıkıvermek gelmez mi akl ına ! B ı raktığ ı yerlerin güzel, kal ın , ıslak burunlu , acar çoban köpeklerini bu denli çabuk unutmuş demek. Ya-
209
Anne Hikayeleri ---------------
dırgar adam o fareyi . Parkta, bu saat:te, toprak da�a nemlidir. Nem her otun ayrı kokusunu tanıyana seçtirir otları . Bir/erkenci simit sa:tanla bakış ı r kapıcı . Otları bi lenlerin duygulanmaları al ı r götürür gurbetçi leri . O s ıra çoban köpeklerini koyuvermeli , mavi dikenli bir yamaçtan sürüp i nive rsin ler aşağıya, savunucu, dövüşken. H emen görür elindeki hastalıkl ı yaratığı kapıcı , bi liyorum ve dayanamaz. Yeter ki unutturmamal! .
Caddede kaldı rı mlar boş, ama taşıtlar var gidip gelen. Ara vermezler gidip gemeye bu kentin taşıtlan. Yaşamada, kentli ler, nöbetieşe yer değiştiri rle r. Gece eğlence yerleri , kabuklu parlak görüntü leri ni , sentetik renklerin i dayar burnuna tümünün. M utlu o lman ın yolları açıkt ı r o nlara. Ne istenirse vard ı r. Asl ında istedikleri kolaydı r, veri li r. Iş parada.
Yürüsem şöyle denize doğru. Deniz bi le çok zengin lere özgü yerlerde yayı l ıp duruyor. Ferahl tk , görüntü özenle korunuyor buralarda. Park bahçıvanları her mevsimin yeşi l ini suluyorlar durmadan.
Öğretmenlik s ınavlanna kat ı lma çal ışmalarına başlamahyım. Lisedeki cıvı l cıvı l arkadaşlarımı üniversite yı llarında yan ı mda bulamad ı m. çoğu yarıdan döndüler. S ın ıf ımın en zeki leriydi dönenIer. Eğitimin yanl ış l ığ ıyd ı onları döndüren, bunu şimdi iyice bi l iyorum. Bir Nahide vard ı , bir Sezai vard ı , kovuşturma açı lmış kitapları edinip okuduğumuzda ders aralan birbirimizi taşkınl ık dolu aramalarımız, o yaşta bi le bulduğumuz doğrular, onları üniversiteye dek getirmeliydi . Elbette öykünürdük birbirimize. Bir ara defter kıyı ıarını çiçekle bezeme işi alabildiğine yayı lmıştı okulda. Erkek arkadaşlarımız ın çoğu , bu çiçek yapmay ı , k ızlara vergi bir tutum diye önemsemez görünüyorlard l . Sezai bir gün yan ımıza gelip, "Yahu benimkine de iki çiçek çiziktirsenize," demişti . "Şöyle koca günebakanlardan o lsun. Çiçek sevmemenin erkeklik şam olduğunu kim Çıkarmış?" Amma kıvanç duymuştuk bundan, Nahide'yle . Ben saçak saçak bir günebatan çizmiştim de yazı için yer kalmamıştı sayfada. Canl ı , s ıcak, ayd ın l ık çocuklard J . Nerde peki onlar? Büyük Türkiye haritas ın ın ası l ı durduğu dalga dalga badanası kirli , tabanı ahşap s ınıf ı mızın gürü ltüsü , gerçeği o lan arkadaşlarım. K ı rd ı lar
210
• b
---------------= Tokat Bir BaIJ İçinde
sizleri , ezmeye kalktı lar, ezdi ler de. Türlü yol ları denedi ler. Deneyenler de yanl ışların ı bi lmiyorlardl . Bi leydi ler hangi i nsan yüreği dayamrd ı dört bir yana dağ ı lmamza. Anacığ ım son mektubunda yazmıştı .
Şaşacağın bir haberim var. Senin okul arkadaşın Nahide bize geldi geçenlerde. Yakımmızdaki bucağa kocası atanmış da. Tanıyamadım. Yaşı ndan çok bir han ıml ık gelmiş üstüne, kocamış sanki . Hani o bahçede, evde, teyzeciğim teyzeciğim, diye el imi yüzümü çokça öpen Nahide kıza benzemez bir şey olmuş artık. Aramızda, durmamacasına seni konuştuk. Kocasından pek de yakın ır deği l , kendi söylemesi . "Biraz barı , biraz rakısı var, erkek kısmı değil mi teyzeciğim," diyor. "Bunlar yüzünden ev bark yıkı lmaz ki ! Ben i de hoş tutar tutmasına. Iki çocuğum oldu, ikisi de oğlan. Kocam bugün inecekmiş kasabaya, ç ı ld ı rd ı m. Sormadan, demeden atladı m cipin önüne. Bendeki direnme hiç görmediği , bi lmediği gibi . 'Belediye reisiyle işin bitene dek teyzemi göreceğim', dedi . 'Sabah ın köründe ha, el evinde?' dedi . Bil ir mi ya bir yaz lise sınavlarına Hatice'yle hazırlandığ ımız ı . Sizdeki yat ıh konukluğumun tad ı , her y ı l daha artıp daha değerieniyor. Duruldum. Eskisi gibi çarpınt ı l i beklemeleri yitirdim . Yaln ız geceler geçirmeye al ışt ım. Çocuklarım ı yatırıp el ime örgümü al ıyorum. Ormanıarın kararmasın ı , korkunçlaşmasın ı içinde duyuyorum. Saat bir türlü geceyarısına varmıyor. Evli kadın l ığ ımm baş eğişi üstüme üstüme doğru diri lince liseye girme yazın ı ç ıkarıyorum hemen içimden. Canım teyzeciğim yakış ık alsa sizi yine bağırtarak uyandırarak kavrar, sofada dört döndürurdüm. Anar mısınız siz de o yazı? Belki de bir bana kaldı o, güneşiyle, huzuruyla. Çünkü ben yeni bir şey kuramadım. S ınıfta kal ı rsan şart olsun al ı rı m okuldan demişti babam. Hem sabahı sabah edip hem de ders kitabından başka kitapları okumalarına bakıyorum da sen adam olamazsı n diyorum. Kadın dediğin evine yakışır. Direnmiştik Hatice'yle birlikte . Ben s ın ıfta kaldım Ertesi y ı l bir k ısmet çıktı dediler. Evlendim. Hep ev eşyası armağan etti düğün konuklarımız. Bir teki bi le özendiğim, adland ı ramadığ ım, doğrudan benim kullanacağım bir şey getirmedi ler. Gerçi Erzurum'dan sonraları bana gümüşler aldı kocam; ünlüdür gümüşçülüğü diye Erzurum'u n. Kocamın, o y ı l larda, art ık lacivert damatl ık elbiseleri ütü
2 1 1
Anne Hikayeleri
parlağı olmuştu. Şimdi Doğu'dan atandık bu yana. Bıleziklerimi de Urfa'dan ikinci oğlumun doğumunda ald ık. Türkçeci alt ın bilezik takardı da az gülmezdik kad ına. Kadın o lmanı n gereklerinden böyle süslere al ışmak. Ben da al ışt ım. Ne de i nanmıştım kendime, yaparım ederim diye. Güya doktor olacaktım da . . . lisede bir y ı l döndüm diye al ıverdi ler. Belki de böylesi uygundu . Tersini düşünmeye gücüm kalmad ı ." Doğudan kal ı n tüylü battaniyeler almışlar. Birini bize armağan getirdi Nahide . Bu yaz geldiğinde görürsün. Bir güzel gömülüyor insan, okşamyor e lleyince, uysal bir örtü . Giderken çok üsteledim, kocasıyla, çocuklarıyla gelip, konuk olmas ın ı . "Yok teyze, toplu gelirsek hiç tamyamazsın ız beni ," dedi . "Kapıyı açt ığ ınızda boş boş baktın ız ya bana. 'Ben Nahide, teyzeciğim, ' demeseydim, belki ç ıkaramayacaktınız yakın l ığ ımız ! . Oysa topu topu altı yedi y ı l o ldu görüşmeyeli . Ben sizleri , bu evi hiç unutmadım. Bana u nutturmadı lar ki ." Ya yavrum şeftali tenii, büyük ağızlı , şen şakrak Nahide duru lmuş: Vakitsiz duru lmuş taze. Ç ıkıp gittikten sonra biz de Nahide'ye haksızlık yapmışız gibime geldi . Öyle kal ın verev paltolara bürünüp koluna çanta asacak k ızlardan değildi . Nas ı l yaptılar Nahide'yi böyle? Gene de kocası devletin bir memuru, aç açık kalmazlar. U nutmayay ı m, sana yazmamı s ık ı s ıkı üsteledi . Erzurum'dayken çocuk düşürmüş. Havale gibi şeyler gelmiş üstüne. Bakınmaya gittiği alay ın doktoru kitap mitap okumayı yasaklamış. Boş zamanlarınızda konuk günlerine gidin , yün örün demiş. "Hatice üzü lmesin ," diyor. "Adamın sal ık verdiği şeyler iyi geldi . Sağl ığ ım düzene girdi . Beynimi kal ın bir durgunluk bürüdü. Gittikçe daha geçimli oluyorum. Biz başaramadıklarımızı Hatice'ye b ı raktık. Hepimiz için çaba gösterecek. Kan kardeşimdir, unutmasın umutları mızı . "
Nası l unutabi iiri m Nahide? Kirazların p ıt ı rak gibi açtığ ı , bahçemizin baştan savmal ığ ın ı yok ediverip her yanı kaplayan baharı . Sonra sürüp gelen yaz ı , ikimizin yazın ateş böceklerinin karanl ıkta k ı r ık dökük ış ıklarıyla k ıpı rdadıklan yaz bahçelerinin gecelerin i . Her yandan basan , içimizi sarsan ot , çiçek, böcek h ış ı rt ı ları n ı . Umutlarla genişleyip büyüyen, bizi bekleyen gençlik y ı l larımızın içine doğru geçişimizi , unutabi lir miyim? Yaşadığımız i lçede lise olmad ığ ı için bir başka kente, büyüyüp tek başımıza liseye girmek
• b
212
-------------- Tokat Bir Bag İçinde
için gidecektik. Sen doktor, ben mühendis olmak için Istanbul'a varacaktık. Denizi görecektik. Ü niversiteye girdiğimizde onurumuzdan ne alacakt ık kimbil i r . . . Bizim i lçede ortaokula başlayan saygı görürdü, bi l irsin . Ne derdi büyükleri miz? "Bunlar iyice mektepli oldular. Bizi beğenmezler e lbette." Ama her okuma sözünün yanına gene de bir evlen me eklenird i . Biz başkaydık. Anlatacaktık, anlayacaklardı .
O yaz d a ağaçların gövdesi güneşte yansıyordu . Tümüne su yürümüştü. Kütür kütür aydın l ığa geriniyordu kirazlar. Birden daha önce düşünülmüş, sevgiyle saklanmış sözü aynı anda söyleyivermiştik : "Kan kardeşi olal ı m." Öbür arkadaşlanmızı bundan ayı rd ı ğ ımıza üzülmüştük hemen birkaç gün sonra. Ik i kişi kan kardeşi olmaz, bu arkadaşlamnızı bir yerde b ı rakmak o lmuyor mu diye. Ne denl i i nançhyd ık! Herkes Anadolu'ya dağı laca�t ı . I lçemizden tren geçiyordu ; oraya Anadolu demiyorduk. Düşünüyorum da bu düşünce hala doğru. I nsanlarımızı tanımaya varacaktık. Bir yerde yan ı lmışt ık , o yaşlarda bunu o lağan görmek gerek. Şimdi salt acımayla düzelmeyecek o lanı bi l iyoruz. Hakl ı olan lara hakların ı savunmayı öğ�eteceğiz. Öğrenecekler de, öğreniyorlar da. Çünkü temel tek güveni lecek ç ık ışt ı r bu.
Anac ığ ımm mektubu beni günlerce üzdü. Daha karşı l ık yazamad ım. Şu kargaşalığ ı temizledi m ya. Oh, rahatladım biraz! Öbür i şlerime daha çok vakit ayırabi li rim; as ı l önemli olanlara. Bizim i lçe yeşi l liğin bitiş noktasıd ır. Tren i lçeyle bozkın böler. Tren sesi bozkıra çok yaraşı r. Büyük ç ınarlar hüznü göğüsler hep. Bozkır öyle mi ya? Uzant ıs ında yay ı l ı r gider tren sesleri . Kasabamızın çocukları baharda yazda kiraz sepetleriyle , salt çam ağaçları yeşil kaldığ ında da ayva dolu kesekağıtlarıyla gelip giden trenleri uğurlarıar. Yolcu müşteri lerden al ıcı az olunca çömelip ki raz yemeye başlarlar. Istasyonumuzun gölgesi , ağaçların ın bol luğu ünlüdür. Bir iki topal köpek şaşkın , yorgun gezerler tren raylarında. M usluksuz çeşmeler durmaksız ın akar. Çünkü dağlann doruklan hep karl ıd ı r. Ben küçükken tüm i lçenin ahşaptı yapı lan. Altlan dükkan, üstlerı evd i . Pencerelerinin perdesi açık tutulmazdı gündüzleri bi le . I nce elörgüsü seyrek dantel perdeler örtük o lu rdu. Ev altındaki dükkanıann
2 13
Anne Hikayeleri
çoğu nedense n alburi ye ya da marangoz dükkanlarıydı ve buraların geleni gid�ni de e rkeklerdi . Erkek kız okunan ortaokulu doğal sayan kasaba halkı , kad ın yüzlerinin çokça görünmesine karşıyd ı . Kasabamızı n o rmana yakın l ığ ından ötürü mahpushanede (hapisane denmezdi , çünkü bu sözcük değişimi mahpuslann duru munu hafife almak olurdu) tahta işçi liği i lerlemişti. Mahpushanede yaşayan bu şanssız, kadersiz adamların yaptıklanyle kasabamızın erkekleri evlerin i döşOyorlard l , "Tanrı 'n ın kadersizleri beş on kuru ş kazansmlar," diye. Bizim eve d e iskemle girmeden iki masanın birden alı nması bu yol la olmu ştu.
Ben taslak ha li nde , köksüz sapsız uygarl ık özenti lerin in oynandığ ı bir evden gelmedim . Tahtalan ovulmuş odaların , saka kuşlann ın kaşnaştığ ı bahçelere açı lan, çekmel i pencereleri n , sarn ıçlara yaz sıcağı nda bırakı lmış gevrek karpuzlann, sert k ış lann oluşturduğu bi r evdi oras ı . Yaşanan büyük oda ısıtı h rd ı yaln ız kış ın . Toplanı rd ık kış odasına. Cin mısın ancak babalar uyuduğunda patlat ı h rd ı . Erkekler ağı rbaş l ı , az konuşur adamlardı . Kat aralan , sofalar, boşluklara açı l irdI . Yandaki evlere ara kapıyla bağlant ıs ı o lan evlerdi , bizim evlerimiz. Zor ıs ınırd ı , alabildiğine eskimişti . K ış ın kat kat giyin i li rd j B ir sobanın çevresinde toplanıp e lirniz yüzümü:?: ısınmış, babanı n uykusu gelsin diye beklerdik. Baba en istenilen zamanda çeki l irdi . Nası l olurdu bu bilmem. N� usta bir bi l inçti , gerekince kalkabi irnek. Annem "Hadiyin !" deyince dağ ıl ı rd ık odaya. Herkes yerinde bekleyen büyük oyunun gereçlerin i ç ıkarı rd ı . Cin mısırlann ın gevrek patlamaları içinde birden bel iren uykumuzu engelleyip sonuna dek dayanırd ık. Bizi soba yanan odada yatınrlard ı . Ama soymadan. Tam tersine, biraz daha giydirip. Gece uykuya vardıktan bir süre sonra evin kol vermiş ahşap örgülerinden soğuk dolardı odaya. Sabahlan "Ya," derdi annem, "bir de yeter yeter diye diretirsiniz. Uyuyanın üstüne kar yağaL"
Bize evlerimizin eski liğini hiç belli etmemişlerdi . Ne kadar severdik evimizi . Didikl i insanlanmızın yönetip can kattığı yapı lardı tümü. Yaz ın koyu s ıcaklarında, öğlelerde, meyveleri n o lgunlaş ıp ağı rlaşarak toprağa düştüğü saatlerde i nanı lmaz bir serinl ik olurdu. "At koştur istersen komşum, ne terah sota," denilen sofalard ı .
• b·
214
----------------- Tokat Bir Bag İçinde
En beklenmedik yerlerde pencereleri vard ı . Bir çocuğun günün birinde şuradan d ışarıyı görsem deyip bakıvereceği budakh içerlek pencerelere . Yı l lanmış ağaçları , y ı l lanmış bahçeleri , ç ıkrıki l kovaların sal ındığı acı su kuyuları olan evlerdi . Dört kardeştik, bir kız üç oğlan. Art arda dOğup evi küçük çocuksuz bırakmamıştık. Öbür evlerde amcalar, dayı lar, yengeler, halalar, onların sayısı on beşi bulan çocuklarıyla bal ık evlerin bitmez savrukluğu, canl ı l ığ ı sürüp giderdi . Ara kapı lar, sabah mahmurluğu savulunca açı l ı r, birbirimize girerdik hemen. Büyükler bizi sarıp yönetiyordu ama bu sözlere değ i l yaşamaya dayanıyordu. Kutsal babaların eve dönüş saatlerinin saygınl ığ ı na kimse değmeye cesaret edemezdi . Çocuklar ancak dayı larına ya da amcalarına ş ımarabi lirierdi . Babalarına böyle bir davranışta bulunmak bağışlanmazdı hiç. Belki kundaktayken yap ı lan şakalar o lmuştu babalanyla aralar ında. Bu bi li nmeyen ,şakalar salt babaların anı larındaydı . Evlerin gelin leri peş pe şe çocuk yapıp sözü geçer duruma gelince, en genç gelin yanlarında olmad ığ ı zaman, yapt ıkları ve tez unuttuklan e leşti ri leriyle kavrarlardı onu. Birkaç yıl sonra ·sağlam, gülümseyen kad ınlanmıza yeni gelin de katı l ı rd ı .
Ben i lkokula başlamadan bir i k i y ı l önceydi ailenin erkeklerinin Demokrat Parti-Halk Partisi uğruna bozuşmalan. "Handiyse kanl ı b ıçaklı olacaklar can ım. Komşulardan utan ıyorum." diyordu annem. "Ne bu koca adamların yaptığı? Aynı kahvelera gitmiyor, ayrı dükkanıardan al ışveriş ediyorlarmış. Geçenlerde Dursun'un Tayibe'ye rastlad ık hamamda, kasabadakiler, ne yapacağı mızı şaşı rd ık diyorlarmış . Biri ni n selamını alsak öteki bizi selamlamıyor. Particil ik i şi adamak ı ll ı k ız ışt ı bunların arası nda. Ayn ı kald ı rımlardan bi le yürü mez oldular." Bu da Allah ' ın bi r h ikmeti , demiş Tayibe, komşuya.
Ai lemizin en son gelin olup duvak takmışı Zişan Yengemin kocası Rüstem Amcamı n bir sözü sonunda, arabölük kapı lan sıkıca kapatı lmışt ı . Zişan Yengem, kocasın ın bu anlaş ı lmaz densizliği nası l işlediğini bi lemiyor, anneme sanı ıp ağlayıp duruyordu. "Ab lacığım niye böyle kapıştı bu erkek kısmı , anlamadım. Evimizin tatlı ekmeği ni tats ız yapıyorlar." Zişan Yengemin Rüstem Amcama
215
Anne Hikayeleri
olan sevdası n ı biz bi le bi liyorduk. Öbür kadı nların h iç boya, süs yapmamalarına karş ın , dediklerine göre, Zişan yengem, yanak al"ğı ku l lan ıp, be l ini , i nce görü nsün diye, cendereye girmiş gibi , mumla kat ı laşt ırd ığ ı patiskayla öylesine sıkıyormuş ki , hamamda çıplak etine yer etmiş kaytan gibi izi görmüş herkes. Az daha i l letli sanacaklarmış. M utfakta bunlar konuşulurken bizler, bahçenin Çlk ış ındaki çimentolu yerde bez bebekleri mize sal ıncak kurmaya uğraşıp Zişan Yengeyle i lgi l i konuşmalara kulak kabart ı rdık. Kardeşim Mehmet, bir gün çomaktan atın ı b ırakıp, açıklamıştı bize Zişan Yenge için düşüncesini : ''Tiyatro kızı mı bizim yengemiz? Niçin orasıyla burasıyla uğraşıyor? Rüstem Amcam onu beğenip ald ı . Dudağın ı kızartıp gezdiğini de herkes duydu," demişti . Mehmet bu · konuda yanı l ıyordu. Zişan Yenge salt yanağın ı boyuyordu duyduğumuza göre . Gene de Mehmet'i uyarmamışt ık. Küçüktü canım, o lsa olsa dört yaşı nda bir sümüklü oğlan.
Annem ara kapıların kapatı lma olayına i lk günden karşı çıkmaya kalkışmışt ı . Bahçe yönündeki odaya girip babamla bir süre kalmışlard ı . Girdikleri odada yazlan otururduk. Pamuklar orada atıhrdı Hal laç atı l ı rken ç ıkan, kirişi n gergin t ın ı" sesi , yazın sıcakl ığ ın ı sarı san duyururdu eve. Konuşmanın sonunda çıkıp yan ımıza geldiğinde annem, bize bakmadan mutfağa yönelmişti . Kardeşlerimle benim içime acıkıı şeyler doğuyordu. Babam gidip ara kapıyı kara demir anahtarla kilitlemişti . Anahtarı da annerne vermişti . "Üstünde durmasın, hanım. Çocuk kısmı isteğini gemleyemez. Sizin Halk Partiniz yol işlerini köylülerin tepesine jandarmaları dikip aç biilaç çal ı şt ırarak halleti diyen Rüstem olacak adam da, karıs ı da, bütün onun gibi düşünenler de bu eve adı m atamaz. Sen de dirliğimizi bozmak istemiyorsan, bu işi arama, sorma." Annem mutfaktan, tan ımadığ ımız bir sesle , yan ıtlamıştı babamı : "Ama efendi çocuk sayı l ı r Rüstem daha. Baba olmadı . Hoş görmeliyiz. Zişan da üzüntüden bitmiş, ne bu canı m? Sizden uzak şeylere ·özenip h ı r gür çıkarmak yakış ık al ı r m ı? Ne di retiyorsun , konuşmayacaksın ız , d iye. Şuncağ ız sübyanları da h ıs ım kötülemeye a l ışt ı racağız. Annemgi l ler demişti görücü geldiğinizde, i nanmamışt ım. Kara inadı vard ı r, iyidir, hoştur ama, diye, valiah i doğru ." Sözleri ni tamamlaya. madan babam sokak kapısını çarpıp gitmişti . Yasağın ertesi günü
2 16
• h,
-------------- Tokat Bir Bag İçinde
annem kapıyı açmıştı hemen. Bozuşmayı önleyememişlerdi gerçi ama, bu annelerimizin , yengelerimizin yakın l ığ ın ı daha da artırmışt ! . Çünkü s ırdaşl ığa da başlamışlard ı . Hemen bizim mutfağa doluşrnuştuk. "Aynı çeşmelerden su içmesindi erkekler." Yemek tahtası çekimişti ortaya. Sözleri birbiri nin ağzı ndan at ıyorlard ı . Öylesine hakl ı buluyorlardı kendilerin i . "Ya . . . ", "Elbette !", "Olur mu ya can ım!" lar s ı ralanıyordu peşpeşe. Kocaları n ı , enişteleri ni deli olmakla, akraba karalamakla suçluyoriardı yürekten. Mutfakta bir o yana bir bu yana seğirtirken birbirlerinin peşisı ra aynı işe gereksiz el atıyorlardı . Bu ai le içindeki umulmaz gediği kapamak için aldıkları kararın kesinliği bir anda eski güvenlerini , eski sevinçlerini getirivermişti mutfağı n ortası na. Bizler öylesi ne görmüştük ki aralarındaki hoşnutluğu, bağrışa, çığnşa f ı rlamıştık bahçeye. Ardırnızdan annem seslenmişti . "Gürü ltü etmeyin. Hacı Teyze üç ayların ı tutuyor. Namazı na, niyazına salmayın gürü ıtünüzü kadın ın . "
Hacı Teyze, evimiz kadınların ın düzenli k ı lamadığı namazıarın ın bekçisiydi sanki . Çekinirlerdi ondan. Hacı Teyze, bizim bahçede yokmuş gibi , erik toplar eteklerimize doldururdu . "Hadi , a l ın al ın . . . K im yiyecek bunları? Kasabanı n en iyi mürdümleri bendekiler. Ihtiyar başıma, ancak hoşatını içim alıyor." Biz de ayıp olur kayg ısıyla, etekleri miz, ceplerimiz erik dolu dönerdik. Bizim i lçede erik ve kiraz çok olur. Bahçecil iği göçmenler yapar. Yemeklerimizi yiyorduk yeniden birlikte. Çimento s ıval ı mutfak önüne, bahçeye aynlmış ki l imi sererek. I ncelmiş, rengini yiti rmiş ki l imleri bahçel ik ederdik.
Baklalar çiçek verdi mi , babam da konukların ı çardağın ı kurup orada ağ ı rlard ı . Ancak geçinen paranı n zar zor girdiği evimizde , yoksulluğu bilmiyorduk. Çünkü azla yetinmeden ötesini görmemiştik . Çevremizdekilerin de bizden ayrı bir yaşamları yoktu. Kasabamızın en beğenilen ortak yemeği tatar böreği en önemli giyım eşyası da kadınlarda manto, erkeklerde "babayani bir şey olmalı" dedikleri , ceketle palto arası üstüklerdi . Evlenirken yapılan mantoların ı giyerlerdj yı l lar y ı l ı kasabamızın kadınları . Ası l önem taşıyan mantolanyd ı . Çünkü kışl ıkt ı . Yazlan, baharları , "Yeldirmemsi bir şeyle de geçiririz komşum. Ama kış öyle mi ya? Koparır adamın ciğerini,"
217
- -------- ------- ----- -- - -- ---- ----------- ----- --------- ----- ----------- ------- ----- ------ - - -- - -
Anne Hikayeleri
diye konuşulurdu bu konu . Beli oturmuş kal ın, kaba kumaştan kara mantoların ı giyip komşu görmeye gitt iklerinde bizimki ler, artlarından bakard ık toplaşıp. Yengelerimizle annelerimizi ayırtetmek güç o lu rdu. Bir Zişan Yengeyi seçerdik içlerinde. O başörtüsünü başka bir çalı mla bağlardı ve renkliydi Yengem en çok göz alan ını seçerdi başörtülerinin. Annem, "Deli gençlik, can ım," derdi . "Deli gençlik . . . O da durulur. Onun da sulan yatağın ı bulur . . Elbette yapacak Zişan bunları . Rahmetli kaynanam derdi ya hep derstir bana. Ama i nsanlar ölüyor evlatlarım, yaşamaların ı , murat almaların ı çok görmeyel im diye."
Dedikodu ları n ı ev kad ınhğ ı h ünerleri üstünde yürütürlerd i . "Malmüdörünün han ımı , denilene göre, bulaşık bezlerini bile satın al ıyormuş çarşıdan. Başka iş görmediğ ine göre, bir bulaşık bezi dikme menin özrü nedir acaba!" Kasabaya d ışardan gelmiş küçük memurların kadınlarından ötesiyle dostluk kurmaktan kaçınırlard ı . Öyle kaymakammış, malmüdürüymüş . . . "Tasalan ı r insan komşum, onları n evine vardığında. Töresi , ağırlaması başka. Yok ağzımı mı şapiatt ım, e lim le içtiğimi mi kuru ladım derdinden iki sohbet edip gönül ferahlatamaz. Ziyade kibar insanlar. Kınahların Günnüz han ım gitmiş de, iki söz Çırpışt ıramadım yanlarında canı m, dediydi . Üste Günnüz komşu i iki bitirmiştir. Dimdik dizi�ip kaldık komşum, koltuk i skemleleri nde s ı ra s ı ra . Anca jandarma albaymınki geldi de biraz aralanıp kıpırdandık. Çünkü bizimki tavuktu, yumurtaydı e li erdiği gözü gördüğü şeyi i leti r a lbayınkine. Hal hat ır o lununca kollayıp, izin a l ıp ç ıktım, ikindi ezanı ndan önceleyi n varı lmazmış konukluğuna. Kimse de söylemedi biz burahlara. Eh canım, bir hoş geldine gitmesek de olmazd ı . Demez miydi neyin dağ ından inmiş bura halkı ve görgüsüzü. Yok komşum, yok. Ne demişler davul bi le dengi dengine. Sıkı ld ığ ım anlaş ı l ı r da han ıma töresizl ik etmiş olurum diye az yürek geçirmedim. Yalnız evlerinde radyoları var. Hayretler edi lecek bir çalg ı radyo dediklerL"
Radyoyu bir iki eve yayılmadan çeşmeli kahveye ahvermişlerdi . Aman ne şenlik, ne i lgiydi tüm canl ı larda . . . Akşamüstü göçmen mahallesine dogru sapaktan dönen eşekler bi le titizlikle kulakların ı oynat ıp h uylan ıyorlard l . Güneşte gün boyu durmaktan saçları
218
• h·
-------------- Tokat Bir Bag İçinde
ağarmış göçmen çocukları , kmşık k ı rışık gülüyor, eşeklerinin kahvenin önünde durmasını engel lemiyor, bir iki yersiz dönenip sonra yedi riyorlard i hayvanların ı . Bizler de radyo hiç kapansın istemiyorduk, konuşsa da, çalsa da . . .
Güneşin ağaçlara yakın vurduğu günler geldiğinde babam bir kadeh rakı içirip ağı rlamak istediği konukların ı çağı rma hazırl ığ ına girişirdi . Bahçenin mutfağa yakın köşesindeki yaz çardağın ı onarmaya başlard ı . Yağmurda karda kalmaktan çürümüş, kavi liğini yiti rmiş üst odunçatmaların ı i ndirip yeniden çatar, dört direğin dibine aceleci boru çiçekleri nin toh umların ı ekerdi . Her bahçe oyununun en i lgi çekici konusu, babamın çardağının çimlenmesiydi. Hamarat boru çiçekleri nin yürek biçimi i yaprakları çardağa t ı rmanmaya başladığında açmalann ı beklerdik. I lk muştuyu veren bir yirmi beş kuruş al ırd ı babamdan. En kan ıksanmış bir sabahta fışkırırd ı boru çiçekleri birden, gülerek üstümüze doğru. Masanın konacağı kıyıya ekilmiş hercai menekşeler daha nazllydı lar. Sanki rakı masasının kuru lmas ın ı baklerlerdi , koyu renkli toprağ ın üstünde p ıtı raklandıklarında. Masa ç ıkanl i rd I . Üstüne kırmızı muşamba, raptiyeyle geri li r, özenli koşturu düzeni başlardı hemen. Annemin çıt ı r çiçekli basma giyi minin etekleri , çal ışkan uyum içi nde olurdu her şeyle. Annem kulakların ın ard ına soktuğu siyah başörtüsüyle, mavi taşl ı küpeleriyle, konuk ağ ı rlamanın tüm sorumluluğunu yüklenmiş babamın yüzünü ağartmak için hünerlerini sererdi ortaya. Biz bahçenin loşlaşan en ucunda, babamın yanına doğru, yürüme anını kestirmeye çal ış ırdık. Bu an babamın annerne seslendiği sıraydı hep. "Hadi yahu, hadi . Geı, yoru ldun. Iki lokma da sen aı." Annem türküye benzer vurgu larla dolu yanıtlard ı mutfaktan: "Dur efendi , şu muska börekleri bi� çevirmelik kald ı . Hem çocukları da toparlayayım." Babamın mintanıarı sonunda dek i l ikli arkadaşları onurlu bir düzen içinde, masa başı nda, babamı dinlerlerdi .
Akşamüstünün ı l ik , uzayan seslerle i ndiği o saatlerde babam ın yanı na doğru yürürdük. Zamanıydı çünkü . Masanı n dibinde ben ve üç erkek kardeşim tozlu, tarazianmış dururduk. Babamı n arkadaşlan daha yakın , daha dost gülümserıerdi bize . Boru çiçekleri renklerin i toplay ıp kapan ı rlarken hercai menekşeler sonuna
2 19
Anne Hikayeleri
dek açmış olurlard ı . B iz yere bakar beklerdik. Ufak bak ı r tabaktaki yalancı dolmaların yanı nda dağınık tulum peynirieri olurdu. Annem tulum peynirierinin ü stüne iki tutam dereotu serperdi i ncecik . Babam oyuncak kadeh inden bir yudum al ıp yüzünü buruştururdu. Arkadaşları da onu izlerdi . Sonra bize dönüp, "Maşailah seninkiler büyüdü. Yakında oku llu o lup ak yaka takacaklar," deyince babam baş ımızı okşardı . G ü nün en önemli aferin ini al ıp yukarı koşarak bizim için konmuş yemek, tahtasın ın çevresine toplamrd ık. Tahta kaş ıklarımızın cilaları s ıcak çorbamızda yitmiş olurdu. Konuk günü yemeklerin in tek çeşitle savuşturulmaması hoşnutluğumuzun doruğuna vard ın rd ı bizi . Iştah lı çocuklard ık, önümüze ne konsa yerdik. Ben çardağa gaz lambaları yakı l ıp götürülünceye dek uyumamakta direnirdim. Pencereden bakıp çardağı üstten seyretmenin doyamadığ ım bir tadı vardı . Yapraklar geceye doğru çıkan esintiyle oynaşırd l . Lambanın aydınl ığı durmadan yer değiştirirı"di . Otların geceleri büyüdüğü nü anlardım. Annemin babamın çok genç olduğunu, durmadan tart ış ı !an yurt sorun ların ın anlaşı lmazl ığ ın ı bi l i r- , d im. Annem masan ın bir ucuna i lişip, sessiz oturduktan sonra , kalkmasıyla konukları tedirgin etmeyeceği b i r yerinde gecenin, çimenleri n ses ini kapatt ığ ı adımlanyla yukarı çıkard ı . Son basamak gıc ırdad ığ ı nda çabucak yatt ığ ımız odaya f ı rlar, yorgan ı baş ıma çekerdim. Hükü metle i lgi l i yerlere , çarşı caddesine , memurların evlerine elektrik veren jeneratörün sesini birden duyard ım. Her gece on bire dek çal ış ırd ı jeneratör; durduğunda kasabamız doğadan gelen binbir dingin canl ı sese bürünürdü. Bunu l ise sınavlarına çal ıştığ ımız y ı l bi lmiştim. Çocuklar erken gelen uykulara ·yeniktir.
Nahide mektup yazmamı da istemiyormuş. "Bu durumda beni görmesin , nas ı l sustuğumu görmesin . Gençliğimi yiti rdiğimi görmesin . Yaln ız b ir şeyi bilsin : denizi hala görmedim. El l i ki lometre yakın larına dek vard ık da gene görmedim. Hatice görmüştür. Istanbul f ırdolayı denizdir, değil mi teyze? Hatice size anlatmışt ı r geldiğinde. "Hiç o lmazsa görmüş gibi olmuşsunuzdur," diyormuş. Oysa Nahide bi lseydi , ızmit'den tren, bi lmediğim sonsuz suya doğru döndüğünde, birden denizin çıkış ıyla nası l o lduğumu , şaşkınl ığ ımı , sevincimi ; şimdi bile adlandı ramadığ ım ürpermeyi , coşmayl . Deniz anlat ı lmaz, görülür. Görmenin yolunu bulmalı Nahide. Oysa
220
-----------""'=-=-- Tokat Bir Bag İçinde
anacığ ım da görmedi . Yengelerim de, halalarım da, karınca g ibi çal ışan, yoksunluklan yüklenmesini bi len tedirginlik getirecek h içbir çıkara açı k o lmayan akrabalanm da, kasabamı n insanlar ın ın çoğu da görmediler, bilmezler denizi . Özellikle kadı nlar. Kadınlar, iş kovalamaya gitmezler "Hükümet işi bir büyük kapıdır, kadın kısmı ne yapsın?" Erkeklerin çoğu denizi bilir, görmüştür. Bir iş için var ıp da ekmek derdini , hükümet kapıs ı derdini unutmaşlarsa görmüşlerdir.
Su özlemi duyulduğunda, bahar başlan, salatal ı k yemeye, marul yemeye bahçelere giderdik. Akarsuya kurumuş sel yataklarından yürünürdü dengelenerek. Su değirmeninin orada duru lur, konaklanırd ı . Şakı rt ı larla, yansımalarla dönüp yukard�n akan küçük çağlayanın serin liği sarardı ortal ığ ı . Azık sepetlerine yeşi l likle i lgil i h içbir şey al ı nmazd ı . "Elin fukara göçmenlerine nispet gibi gidi lmez. Uygunu yeşi l liği ordan al ıp yemek. Gerçi sonradan kopup geldi ler. Bi liyoruz, çal ışkanl ıklanna diyecek söz bulunmaz. Şehi r kesimi deği l kad ın ları . Kaynaşt ık gitt i . Pomak dememize de kızmışl ıkları yok." Değirmenin yan ındaki, duvarlarına su yürümüş tek gözlü , penceresiz odadan çık ıp karş ı lard ı bizi bahçecin in karısı . Gölgeler içinde , eteğinin k ıy ıs ına saklanan e n küçük çocuğunu toparlamaya çalışarak konuşurdu. "A benim komşucağızlanm, taze suvan da çektiriversek Mevlut'a. Marulla, tuium peyniriyle yakış ır. Bu kışı da savmışız sağ salim. Hazınz ötekine. Ne iyi yaptın ız komşulanm! Redife, kız, koş babana." Her gittiğimizde, tabanlan çatlak ayaklar ını n k ması ucun ucun bitmiş olurdu, bahçecinin karısmm� "'Komşu bu k ınalanmayı sizde de mi bilirler, yoksa bu yerlerin köylüsünden mi öyldlnme?" Büyücek çocukları , ış ıksız kapı açıkl ığ ından süzerdi bizi . Salıncak kurulunca bi lekleri ndeki sicime seyrek d iziimiş, masmavi boncuklan Çıt Çıt ederek doluşurlardı çmann altına. Yüz sayma bitince ini l irdj sahneaktan, ben en uçtuğumda, yukan göğe bakardım. Çmarm güneşi tutan yaprakların ın üstünde, gök, duru uzanırd ı . Tümümüz mutluyduk. Kuşkulu , yerleşememiş göçmenler, bizimkiler, gökyüzünden bana uzanan sonra adlandırd ığ ı m evren , sudeğirmeni , öylesine s ıcaklaş ı r, h ızlan ı rd ı k i , bu bostan gezmeleri tümüyle dipdiri , kal ı n çizi li rdi içimde. Anneler,
22 1
Anne Hihayeleri ---------------yengeler, Pomak bahçecın in ai lesi , kasabamızm denecek konacak söyleşisine başlarıard ı . Hem o büyük memur ailelerini yabancı larlard ı , hem de onlar gibi o lmaktan öte rahata kavuşulmayacağı kanıs ı pekiştirilirdi uzun uzun. Bize bakarak söylerlerdi bunu. "Okusunlar, adam olsunlar. çürümesin ler bizim gibi . " Bahçecinin Pomak karısı , "Ya komşul arım, ya komşularım . . . " diye tekdüze yanıtlarla kat ı l ı rd ı konuşmalara. Öğle sonuna doğru , sıcak geri � ip yoğunlaştığmda havada çiçek tozları uçuşmaya başlard ı . Susinekleri tam o saatlerde top top birikirlerdi akan suyun üstüne, alçal ıp yükselerek, b ir yerlere konamayarak.
I lkoku L . OrtaokuL . Evlerde, bir de okul arkadaşlarınm kat ı lmas ıyla artan yaşama çok luğu . Sevgi , çal ışma, düş kurmalar. Liseyi kasabamızdan uzakta okuyacakt ık ya, onun sevinci. Rüstem Amcamı n eski sözleri gel iyordu aklıma. "Art ık babanı n Halk Partisi burda lise açmaz. Ancak Demokratlar kazanmalı ki Usemiz olsun. Halkevi binası olsa davranı rlard ı ."
Annemin tek kız çocuğunu dışarı yol lama kuşkularıyla kıvranmas ı , ' için i yoklamasi o günlere rastlard ı . Bize i nanıyordu Nahide'yle . Oğlanlar zaten oğiandı lar. "Can ım erkek kısmı komşum, ağaca çıksa pabucu yerde kalmaz. Kız bun lar, büyüdü , yetişti , erdi ." Bunlar derken Nahide'yi de katıyordu aramıza. Nahide ve ben güneş dolu sofalarda erginl ik çağına girmeni getirdiği düş sevilerimizi birbimize anlatarak H ıçkı rık romanının acıkı , sonuna katı l ıyorduk. Adlandıramad ığ ım ız bunalımlarla gelen genç kızl ığımızı tanıyordUk. Tahta gıc ırt ı larmm giderek arttığı merdivenlerden inip Çıkan annemizin , babamız ın bizi dünyaya getirme yöntemleri ni n en azmdan öpüşmeyle başlad ığmı bi liyorduk ve daha başka şeyleri de. Bahçe boyunca ası l ı çamaşırlarm ap ak uçuşması , bir iki tavuğun s ıcaktan bitik uyuklaması bir şeyleri sağlam sağlam öruyordu içimizde. Dayanıkl ı şeyler görmüştü . Az ağlayan çocuklardık. Şimdi yetişkin kızlar olmuştul<. Koşarken ağırlaşan memelerimizi seçtiğimizde k ızarıyorduk. Yeni tavadan çıkardığ ı akıtmaları yememiz iç in uzatan annem, gittikçe artan beğenisini gizleyemiyordu . "Komşum çOk zor çok bu okumalar. Yazda, baharda kapanıp kal ırlar evlerin içine . Kafaları kitapta. Kitaplar da resimsiz, hep yazı hep
222
--------------.... Tokat Bir, Bag İçinde
yazı . Tanrı zihin açıklığı versin, kolay değil . Her gece duacıyım, sonuna erdi rsi n yavrucaklar diye."
Elbette yanl ışt ı gördüğümüz eğitim. Doğru olsaydı Nahide bu denli çabuk yeni l i r miydi? Nahide'nin bucak müdürü kocası kendi yurdundan, kendi insanları ndan bunalıp içkiye, barlara dadanı r da güvensiz bir evli liğin çocuklarım yetişti rirler miydi? Kasabamızın ortaokuluna U rfa'dan devlet hesabı na okumaya gelen, bit iri nce salt ebe olma olanağı tan ınan kızlar yalnız aralarında mı arkadaşl ık ederlerd i? O beşli kız kümesini nası u nutabi l i riz? Onlarla aynı yı l larda okumuş olanlar, tuğla/arı sıvanmamış okulumuzda kavruk üç akasya ağacının dibine toplanıp durmaların ı , kara kaşların ın alt ındaki uzak bakışlar ın ı lehçelerinin başkal ığ ına tak ı lmamızı , "Kürt kızı bunlar, " diye gülüşmeleri mizi, u nutabi iirler mi? Ebelikten öte bir f ı rsat eşitliği tanımayan eğitimlerini yabancıhkla sürdürmelerini , okulumuzu n başöğretmeninden öteki öğretmenlerine dek sağlamıştık onlara. Kendi yurttaşları arasında bir süre kalıp uzaklara gittikleri nde kök veren sessizliği engel leyecek bir şeyler yapmadık. Diploma alma günü şakakların ı geren sıkı , kal ın , kara saç örgüleriyle bi r arada suskun duruyorlardı gene. Sın ıf birincimize (MaImüdürünün kızıydı , sarışın , güzeı, nazl ı ) ödül verilen alt ın suyuna bat ın im ış dolmakalemi ayn ı karanlık bakış larla izlemişferdi . Büyüklerden kimse düşünmemişti bi r armağan vermeyi onlara. Doğuya gittik lerinde aramızda bir yumuşak anıyla. ayrı lmalar ın ı sağlamak için. Topu topu beş kara kızdı lar, yeni yoksul çocukların hiç olmazsa sağlıkl ı doğmalarına yardımcı olacak. Bu eğitim, lisede de Nahide'yi , Sezai'yi , daha birçoğunu yedi , ufalad ı . Dolaplanmız! karıştıran , polis gibi başöğretmen yardımcısı bayan öğretmenleri orada tanıd ık. Bir ikirniz için kovuşturma bi le açtı lard l . "Hanım abla çai ışkansm, geçimlisin. Kim akl ına sokuyor bu zararl ı , yasak kitapları okumayı? Devletimizi yerrnek iki akı ı yoksununa mı kalmış? Hükümet bil ir sizler için neyin iyi o lduğunu."
Emekli l iğinin yaklaşan yı l ların ı sayan yumuşak davranışı ! başöğretmenimiz H i lmi Beyin duygusuz uyarmalan , eşraf k ızların ın kanl ı canl ı kabahklan, tekdüze uzanan ders saatleri zordu. Akşam etüde girmeden önce arada ön bahçeye açı lan üst kat camianndan
223
Anne Hikayeleri
yeni sulanmış bahçeye bakt ığ ımda yüreğim acıyla dolard ı . Sevgisiz büyütülenler, sonunda buna alışıyorlar. Ama sizler biz� öyle büyütmediniz anne. Gece yatakhanede bitmez düşüncelere dalard ım. Yasakladıkları şeylerdeki insanırmza yakınl ığ ı , içtenliği , doğru luğu gittikçe öğreniyordum. "Bizi beğenmezler art ık," sözünü, sizleri anlatıyorlardı o kudukları m bana. B i r ara sizi beğenmez gibi olmuş muydu m? Yoo , u nuttum bile bunu. Belki bir yerden Ötekine gidişimde. Liseye gide rken tren istasyonuna toplanmışt ın ız ya. -Q yabani görünüşünüzü mü yadsımışt ım i lk kez bi r tren penceresi açıs ından. Her şeyin iz güz ayd ın l ığ ında öylesine eski çağdışıyd ı ki . . . Bana ne edip edip ele güne karşı bir takım yeni giyim al ınmıştı . Hayır, ben böyle bir ayıp işlemiş olamam. Sizler şimdi benim öğüncümsünüz. Nahide'nin babası gelmemişti uğurlamaya. Bir annesi , bir küçük kız kardeşi , hani kemik hastalığı geçireni. Biz iki kızın kalabal ığ ı ara istasyonunun ç ık ınh köylü yolcular ın ! yadı rgatmışt ı . Nahide'ni n annesi ağl ıyordu durmadan.
Posta trenleri uğrard ı bizim i stasyona. Bozdu , kapanıkt ı bina. Babamın hareket memuru şapkasıyla orada yabancı biriymiş gibi durması tuhaf olmuştu o gün . Rüstem Amcamın kad ın kalabal ığın ın en ucunda, yeni doğan oğlu Ahmet'in kundağıyla aldığı yer babamla olan dargınl ık iş inde birden onu haklı göstermişti bana. Biz liseye gitmek için trene bindiği miz gün Zişan Yengemle Rüstem Amcamın üç çocukları vardı art ık. Demokrat Parti seçimleri kazanail , kaybedeli , başkaları geleli , gideli, y ı l lar omuştu. Babam Devlet Demiryol ları 'ndaki hareket memurluğu görevinden bir an önce çeki lmenin yolların ı arıyordu . Evin artık desteklenmez dağı l ış ın ı , annemin çeyizlik küpelerini satarak onarmaya çal ışacaklard ı . Tren geldiğinde Nahide'nin annesi bir kutuda hazırladığı yolluğu gaz boyaması bir beze sarıp uzatmışt l . "Düğününüz gibi bir şey bu kızlarım," demişti . "Evladım, Nahide'm, okur da muradına erersin . lkiniz de, ikin izde." Nahide'ye sıkı sıkı sarı ımışt ı . Nahide'nin gözlerinde yeni bir bakış görmüştüm. Küçük kardeşi orda toprağa oturuvermişti . Trene binmeden babama doğru f ı rlamışt ım. ıçimden iti lmiştim sanki . Elinde işaret sopasıyla dimdik duruyordu. Sarıhvermiştim boynuna, irki lmişti . Q güne dek babamı davranışlarında böylesine acemi , sakar görmemiştim. Sarı lsın mı , öpsün mü? Ne yapa-
224
-----=-==----------=-=------� Tokat Bir Bag İçinde
cağ ın ı kestiremiyordu? Kucaklamam anlamama yetmişti baba sevgimi . Küskündü bana belki de. Yı l lar var ki hiç konuşmamışt ık şöyle ik i yetişkin gibi. Sakal diplerinin d ik sertliği birden batmışt ı yanağ ıma. Gözleri mden taşan bir iki damla, yanaklarımız arası nda kurumuştu bir anda. Bunları çabucak, karşi koyamayacağı denli kısa bir sürede yapmışt ım.
Ayrı lmamız dualarla, iy i di leklerle doluydu . Gerçekten ik i yeni gelini uğurluyor gibiydiniz. Yüzlerinizin anlamı öyleydi , mutlu ve hüzünlü. Ya Pomak bahçecinin kansına ne demeliydik? Sen si l san oğlunun , mavi boncuklu kızlar:ın m yanakiann ı , ai gel istasyona. Elinde seyrek örgülü bir sepete doldur kıvırcık salataları , doldur koruk üzümleri , veriver elimize. Sonra da durmadan yere bak. Doğru, tam düğün uğurlaması gibiydi o gün. Posta treninin orta ham yolculan i lgiyle, neşeyle seyretmişlerdi bizi . Ağlayanlar bile olmuştu aralarında, yenilenen acı ların ı görüp. Kasabalarda herkesin , her şeyden haberi olur diye durumu anlatmanın gereğini duymamışt ık trene bindiğimizde. Üçüncü mevki yolcuları da I<üçük yerlerin insanlanydı lar, bili rlerd i . Kısaca, "O�<uyacağız da," demiştik "Hayırl ıs ı olsun, hayı rl ıs ı olsun" demişlerdi . Babam işaret sopasın ı indirdiğinde bir arada kabarmıştı yüreklerimiz. Kasabada aylarca anlat ı lmışt ı onurlanarak, göğüslenarek okumaya gittiği miz.
Annem yazmışt ı : " !stasyoncunun kızı da, Nahide de okumaya gönüllendi ler. Yüksek okuyacaklar. Acar kızlard ı r bizim kizlanmız, diyorlar." Oysa i lk etek-ceketimle dört parmak topuldu ayakkabım ı giyip Eğitim Müdürlüğü 'ne gittiğim gün çarşı kahvesinin önünden geçişte utancırndan adı mlanm karışmıştı . Bi liyordum eleştiri ler/n başlayacağın ı gece gidi lecek evlerde. "Şehi r kesimine özendi istasyoncununki . . . Yürümesi falan açı ld ı saçı ıd ı ," diye. Gözdağıyd ı , kadın kısmmaydı sözler. Kadınlar da kat ı ! ı rd ı , uzun uzun ı<onuşulurdu. Oysa biz okul dönüşleri unutu lmuş bir şeyi alıp iletendik mutfağm eksiğine. "Peki teyzeciğim, ne zahmeti , iki adıml ık yer, al i veririz." Babam işaret sopasmı indirdiğinde hemen özlemişti beni . I lk
" kez açık duru bakmıştı benden yana, küskün deği ldi . Nahide'nin annesi konuşmasız evil1e dönmenin ağır hüznünü yüklenmişti . Küçük kardeşi elinin tersiyle burnunu hep siliyordu. Babası i lenmeleri-
225
Anne Hikayeleri -==-------------
ne kesin neden o larak Nahide'yi anlatacaktı durmadan, yanıt istemeden karş ıl ığ ında. Bir yı lg ın kadındı Nahide'nin annesi , okuması için k ız ın ı tek destekleyendi . Bir ananı n desteğiyle de o lmazdı ki , üstelik yorgun bir ananın . Rüstem Amcam, babama gösteriş , elinde kundakl l oğluyla demir köprüden bakı ld ığ ı nda gittikçe ufal ıp dimdik durmuştu. Güz yağmurlarından kabaran sular demir köprunün alt ında y ığ lŞ lP çözü!üyordu. Yerimize oturduğu muzda kasabamız öyle gerilerde kalmıştı ki toprağın rengi değişmişti . Bakır çahğ ı topraklar çalı larla bürülü uzayıp duruyordu d ışarda . .
Eğitimcileri miz bizi hep gözettedi ler. Kendi lerine benzetmek için h iç bir çabayı esirgemediler. Tam başarı l ı olmayışıarının nedeni , 90bence yürekleri soğumuştu, okul ların oynanmayan, yaşanmayan ön bahçelerine özenmeleriydi." Yaşamadaki değişmeyi izleyemeyecek denli kendi leriyle doluydular. Uyumları bu çıkıştan geliyordu . Yiti rd ikleriyle h iç al ışverişieri kalmamışt ı o nlar ın . Genç 01-mamışlar mıyd ı? Yurdun çeşiti yerlerinden kopup gelmiş, kıtı kıt ına parayla yetin ip yetişmiş öğrencilerinin kişil iklerindeki özü, h alk olma benzeşmesini hiç ö nemsemediler.
Nelerden sürü p geldim şu koca kente. Vurdurnun en bakırnh , en para harcanmış semtlerinde yaşayanlarda bir başka biçim "biz verlriı"eilere· rastladım. Üstelik yeteneklerinden ufacık bir kuşkuya düşmüyorlar. Çağdaş i nsanın biçimsel görüntüsüne öylesine vurgunlar ki , içeriğindeki sorumluluğu görmeleri olanaksız. "Niye o lamadık seninle?" diye sormanın yersizliğini bi lmiyordu. Bağdaşman m çekirdeğ ini öğrenmediler, öğrenemezler de bi l iyorum. Ama bu nlar her zaman vard ı , gene de olacaklar. Akı ı yoluyla bula kaybede çoğalacağız. Netseler bunu engelleyemezler. Bir de anlat diyor haspam. Benim kasaba mı turistik bir görüntü gibi sereyim istiyor önüne. Kendi yurdunun turisti olmanın kolay duygulanmalarıyla, el çırpmalanyla bir vitrin seyrine hazırlanıyordu . . . lşim yok da . . . Zaten "Tokat Bir Bağ Içinde" türküsünü biriyle paylaşma isteğimin yanl ış
" davranışıyle girdim işe. Sürdürmek olmazdı . Büyük kentler, adamı y l lg ın değil , güçlü ediyor. Ama aylardan bir ay, günlerden bir gün sllada bir türkü çağıran olur da has söyleyişi içine işlerse kişinin, başl iyo r yanı ndakiyle konuşmaya. Yanlış burada işte. D�ğmeyenle konuşmak.
226
---=="==---===-=------ Tokat Bir Bag İçinde
Amcalanm, halalarım, teyzelerim, yengelerim , komşularım, arkadaşlarım bir tekinizi unutmadım inanın . Belki zamanla yüz çizg i leriniz dağı ld ı . Ama tek yüz olduğunuz tümünüz. Bu, işi daha kesin ieşliriyor. Ben asfaltlara ç ıkt ığ ımda, bir yerlerde, kuru mu ş sel yol larında topal köpeker kaçışıyor. Tüm oyuncaklar ım tahtadan yapan bakımsız çocuklar bağrışarak, yığ ışarak koşuyorlar, kuyulu bahçelere doğru ; güneşin renklerin i ald ığ ı saçları rüzarlanarak . . .
Sizlere bir mektup yazacağım. Tam istediğiniz gibi olacak. Öyle öyle . . . Ne fazla, ne eksik. Toplaşıp okuyacaksı mz. "Bak komşum, gördün mü, ayn ı buradan uğurladığımız günkü gibi . Hiç yabancı lamıyor bizleri . Tanrı zihin açıkl ığ ı versin, anlatt ıkları da akla yaikın. Bu güz gerçek bir yün h ır'Ka hak etti Hatice KiZ. Kendi elimle . eğirip, bükeceğim inan olsun ." diyeceksiniz. Annem yaşland ı . Eskisi g ibi deği l , bil iyorum. Bunlar konuşulduğunda birden çabucak, kalkacak, gidip sabah su lanmış saksı lara yeniden su verecek ve sizler de bunu görmeyeceksiniz. Oysa ne sakarl ı kt ı r değil mi , güneş saatlerinde çiçek sulamak? Sizler de aynı yı lları yüklendiğinizden belki seçemiyorsunuz, bi liyorum yaşlandı annem, yoru ldu . Içini çokça yoklar oldu. Gözyaşların ı engelleyemiyor. Çevresi ne de göstermiyor , önemli o lan bU .- Insan Anadolulu olup da bir bozlak dinliyormuşçası na yüreği kabanrsa bu hesapıaşmayı düşünmenin b�şlangıcıdı 1" • • •
Ufak yapı ı ı , kara saçh genç bir k ı z kentin gözalıcı büyülükteki apartmanların ın birinden çıkt ı . Deri leri aş ınmış çantasın ı omzuna yerleştirdi, h ızla yürümeye başladı . Kat kat yığınlaşan yapı ların bittiği sapaktan döndü, eğimli , geniş, asfalt yolun açıkta kald ığı yerde
. uzaktan deniz, kesin, düzgün, alabi ldiğine görünüyordu . Durdu , bir uçtan öte uca denizi gözlerinde toplamaya çal ışt ı . Deri n bir soluk ald ı , gü !ümsedi .
Büyük bir ağacın üstüne birikmiş sabah kuşlan her yanı sesleriyle doldurarak bırden uçuverdiler göğe doğru . . .
227
Anne Hikayeleri
YILAN NİNE Gülten DAYIOGlU_
Yılan nine, ası rhk çinar ağacı gibiydi . Nereden geldiğini , yaşın ı ve kimin nesi o lduğunu bilen yoktu. Sanki o, Yı lan nine olarak doğ- -muş, yaşamını öylece sürdürüp gidiyordu. Köy içinde, soyunu sopunu tanıyan kalmamışt ı . En belirg in öze lliği , y ı lanlara karşı şerbetli o luşuydu. Her y ı lanı el ine alı r, bileğine dolar, sonra salıverirdi . Yaz ın k ızg ı n s ıcağı nda, dağda bayırda iş gören köylüler, yılanla karş ılaşınca: "Ey yılan! Yılan ninenin .başı için bana i lişme" diye bağ ın rlard h
Yı lan nine, her yerde, her olayda baş kişiydi, kızların kulaklannı . o deler, köstebekl i , y ılancık ı ı hastaların yaraların ı neşterler, kan zoru olanları hacamat eder, ebelik yapar, diş çekerdi . Tarla kavgalarında, s ın ı r saptamaya gelen yarg ıçlar, onun tanıkl ığına baş vururlard ı . Söz kesmeler, düğünler onsuz olmazdı . Nerede kavga Çlkarsa, Y ı lan n ine orada biterdi . Sözle önleyemediği kavgalarda, yumruğunu .kullanır ; erkek gibi dövüşürdü . Kocası , genç yaşta ölüp gitmişti . Bir tek oğlu vardı Yı lan ninenin . Ismai i ,kendi halinde, sessiz soluksuz, dümdüz bir adamdı . Yı lan nineye diş bileyenıer, f ı rsat buldukça, oğluna sataşırıard ı . Fakat o, kendine ya da oğluna yapılan kötülüğü kimsenin yanma komazdı .
Yüzü buruş buruştu Yı lan ninenin . Burnu pörsüyüp sarkmıştl . Ağzında diş yoktu . Bu nedenle alt çenesi burnuna değiyordu. Diş etleri kemik gibi sağlarndI . Kışın, ev gezmelerinde, gençterle birlik-
228
===------------------ Yılan Nine
te nohut ve mısır kavurması yerdi . öteki kocakanlar: "Onun peynir dişleri çıkmışt ı r, nazar değmesin diye söylemiyordur; yoksa diş etiyle nohut kavurmas! yenir mi?" diye atıp tutarlardı ardından. Yılan ninenin yaşı ço�u ama, gönlü kocamamışl ı . Köy pazarına yayı lan gezgin basmacılar, al l ı günü basmaların ı Yı lan nineye saklarIard ı . Yün kuşağ ın ın tongurdakları bile yedi dağ ın çiçe� i gibi renk , renkt i . Yaz k ıŞ , ayağ ından ç ıkö tr ıadığ ı nakışh yün çoraplan , deli pembeydi . Onu çekemeyenler: "Gözleri al ı yeşi li seçemiyor besbelli. Yoksa deli olan deli , bu yaşta böyle giyinmez" derlerdi. Mevsimine göre , kulağ ınm ardına ya bir çiçek ya da yeşimk il iştirirdi . Fesle�en en sevdiği kokulu ottu . Onu memelerinin arasından eksik etmezdi .
Düğünlerde, gençlerle oyun yarışma girer, onlara : "Pes" dedirtinceye dek oynard l . Gönlü olursa tefi el ine al ı r, yakası açı lmadık türküler söylerdi . Onun bildiği türküleri , masalları , destanlan, manileri , küfürleri ve beddualar ı , köyde hiç kimse bilemezdi . Ona ayak uyduramayan yaşl ı kadınlar: ."Yı lan nine kaygusuz. Hiç bir şeyi dert edinmiyor. Elbette öğrendiğini unutmaz. O da bizim gibi yokluk görse, koca kalın, oğul tafrası , kız nazı çekse, aJ<l ı nda ne' mani kal ı rd ! , ne de destan" derlerdi .
Oysa Yılan nine, varl ı kl ı bir kad ın değild i . Birkaç dönüm tarlasıy ta çay I<ıyıs ında, bakırnh bir bağı vard ı . Bağı , gözünün göbeğiydi . Çubukları I<endi el leriyle budard ı . Gerektikçe kütükleri kü ller, diplerin i çapalardJ . Hiç bir zaman bağdan elini eksik etmezdi. Bağin eteğinden çay geçiyordu. Yılan nine, sulak kıyılara mısır, fasulye, kabak, h ıyar, domates, biber, pat l ıcan ekerdi . Onun sebzeleri herkesindekinden önce çiçeğe gel i r, mıs ı rlan erkenden koçan bağlayıp, dişlenirdi . Yı lan nine, yaz gelince oğlu i le gelinini tarla işlerine salar; kendisi bağ evine yerleşirdi . Tarladan kalkan buğday, evin bir yı l l ık tarhana, bulgur, erişte, ekmek ve yufka giderini karşıIard ı . Sonbahar gelince, bağ ın üzümlerini satar; kazandıkları paray ı , k ış ın harçl l k edinirlerdi . Bu düzeni , Yı lan nine kurmuştu ve hiç aksamadan, yı l lard ır sürüp gidiyordu .
Vaz ortalarında bir gün, Yı lan nine, geceyi köyde geçirmek istemiş, bağ evine oğlunu yollamışt ! . Sabah namazı için abdest al-
229
Anne Hikayeleri ----------===----�===
maya h az ı rlanı rken , oğlu ç ıkageldi . N ine onu güler yüzle karşı lad ı :
"Gel hele, tarlaya gitmeden önce bir iyi karn ın ı doyurU dedi , sonra- geline seslendi :
.
�'Gel in ! Ocağı yak. Yumurtayı kaynaL. Ekmek di l imle. Küpten pekmez ç ıkar, Ismail ' in karn ın ı doyuralım."
Gelin hemen işe girişti . On yaş ındaki Döndü, yataktan yeni kalkmışt ı . Gözlerin i avuşturarak, gelip ninesinin elindekiibriği al
. d ı :
"Ver ninem, abdest suyunu döküvereyim."
"AI<'Jünler gör k ız ım. Ömrün uzun o lsun" dedi n ine.
Ve bismillah la abdest almaya başlad ı . Altı- yaşındaki Hali l oğlan, merdivene oturmuş ; el indeki sapanla darabada çiftleşen kedilere nişan alıyordu. N ine sağ kolunu abdestierken, sert sert� "Tövbe estağfurullah !" çekti. Oğlan aldırmayıp taş atmayı sürdürdü. Henüz uyku sersemliği geçmemişti . Taşı kedilere denk getiremiyordu bir türlü . Nine, ayakların ı yıkadıktan sonra eği ldi , yerden ceviz kadar bir taş aldı. Döndü k ız, ninesinin taşı kedilere atacağım sanmışt ı . OysaYılan nine, Hali l ' in ayaklarına doğru fırlattı . Taş varup oğlan ın aşık kemiği ne çarpt ı . Hali l , acıdan kıvranırken, nine öfke i le bağ ı rd ı :
"Ulan donuz dölü ! Kedilerden neyini al ıp veremiyorsun? Çeki l karşı ları ndan, i l işme hayvanlara."
Hali l , ağzında bir araba küfür geveledi. Fakat korkardı ninesinden. Içinden geçenleri açığa vuramad l . Topallaya topallaya eve girdi. Yı lan nine sabah namazın ı k ı lar kı lmaz, yola Çıktl . ,.O gün oğlu tarlada ekin biçecek! Gel in çocuklarıyle birlikte , harman yerinde döven sürecekti .
Yı lan nine, bağa vard ığ ında, bedeni tere batmıştl . Hemen kendini çardağa att ı . Belini kerevetin arkalığına dayadı . Bir süre uzanıp dinlenecekti. Birden, çay yanından gelen erkek sesleri i le irkiidi . Hemen doğrulup kalkt ı . Yorgun ayakların ı sürüyerek, çay kıyıs ına
230
------------------ Yılan Nine
yöneldi. Gerçekten, onbeş adam bellerine kadar suya girmiş, bir Sira taş, bir s ıra söğüt dalı döşeyerek, çayın o rta yerine set çekiyorlard ı . Amaçları , çay suyunun bir bölüğünü kazmakta oldukları kanala çevirmektL Fal<at sete çarpan çay suları , kanata yönelirken gürleşip kabararak, Yılan ninenin topraklarına taş ıyordu. Yı lan nine, şöyle bir çevresine bakındı . Adamlann yapmaya çal ıştıkları işi kavrayınca, akh başı ndan gitti . Hemen şalvannm paçalann ı SIV8-yarak i leriye atl ı,d ı : '
"Hey, n'apıyorsunuz orada?"
Adamlar, yaptıkları işi bırakmadan, göz ucuyle nineye baktı lar. Sonra hemen bakışlanm başka yana çevirdiler. Nine; onların davranış ın ı yadırgamışt ı . "Yabancı olmalı bunlar" diye geçii'di. umui"sanmamak ağrma gitmişti .
"N'apıyorsunuz diyorum , duymadınız mı ?"
Adamlardan biri ,
"Duyduk" dedi . ,aNaptığımız l görüp duruyorsun, ne demeye soruyorsun?" .
Yi lan nine , adamların hayıra solumadıklannı anlad ı :
"Gördüğüm I<adarıyla çayı böıüyorsunuz .emme, siz bu işi ederseniz, bağırnHl etekieri su altında kalacak. Hele i lk yazda, seller çaya karışınca, topraldarım sulara gömülecek. Koca koca heriflersiniz , bunları akı ı edemediniz mi?"
Adamlar hiç ses çıkarmıyor; tez tez gördükleri işi sürdürüyorlard ı . Yı lan nine, çaya girip onlara doğru yürüdü. Bir yandan da bağ ırıp çağırıyordu. Adamlar, söz birliği 'etmiş gibi susuyor; o ndan yana dönüp bal<mıyorlardı bi le. Su dizkapaldarma gelince, Yı lan nine durdu . Adamlara yaıdaşmışl i . El leri ni kolların ı sallayarak,
"Ben adama bir karış toprağımı yedirmem. Vazgeçin bu işten !" diye bağırdı . Aldıl'an olmayınca, öfkesi kabaI'dI . Işçi lerin analarına avrallanna, atalarına, ninelerine küfretmeye başladı . Adamlar, hiç tepki göstermiyorlard ı . Nine, öfkeden titreyerek, suyun içinde biraz daha i lerledi . Küfrun etki etmediğini görünce , bu kez beddua yağ� ·
231
Anne Hikayeleri
d ı rmaya giri şti :
"Boyu bo su devri lesiceler, sürü m sürüm sürünesicelerı odu ocağı sönesiceler, ciğer bağrından yanasıcaları kökü kazı las ıcalar . . . "
Adamlardan biri yanındakin i ,
"Bu kad ı n Yı lan nine olmalı " diye dürttü .
öteki adam,
"Kim olursa olsu n" dedi . nŞerif Ağanın söylediklerini unutma. Dilsiz ve sağ ı r olacağız. Kimseye kulak asmayacağız. Anarruza da sövseler karş ı l ık vermeyeceğiz. Kimin adamı o lduğumuzu bi ldirmeyeceğiz. Kısacası ne yapıp edecek, çayın yansın bölüp kanala yöneiterek, suyu ağanın tarlasına akıtacağız. Sesini kes işini yürüt."
Bunlar, uzak köylerden devşirimiş işçileI'di. Yı !an nineyi tanımıyorlardı . Sadece içlerinden biri , ününü duymuş, onu küfredişinden ve i lenişi nden tan ımışt ı .
Yı lan nine, akl ın yiti recekti . Adamlar ik i SÖZ etseler, böylesine dertlenip öfkelenmeyecekti . Susmalan , onu çi leden ç ıkarıyordu. Var gücüyle , yeniden bağırmaya başladı .
"Ben adama b i r karış toprak vermem, duydunuz mu? Ben adamı anas ından doğduğu na pişman ederim ! . ."
Sonra varıp öfke i le sete sald ı rd ı . Taşl�nn arasındaki söğüt dal ların ı çekip çıkararak, duyan yıkmaya girişti . Adamlar, öfkelenmeye başlamışlard ı . Nine bunu sezince, yıkma işine daha bir güçle sarı ldı . Söğüt dalların! çektikçe, taşlar kolayca devriliyordu. Işçi lerin bin bir zorlukla ördükleri sette, gittikçe büyüyen gedikler açı l ı- \ yordu . Ad�mlar, hoşnutsuzlukla homurdanıyorlard ı . Ustabaşı kaş göz ederek, onları yat ışt ı rıyordu. Yı lan nine bunu kaçırmad ı :
"Len, sıçan suratl ı dürzü ! N e bok yemeye ard ımdan önümden kaş göz oynat ıyorsun? Ben kimim bi liyor musun? Bana Yı lan nine
,232
------------------ Yılan Nine
demişler. Doğanı n tüm yı lanlan baş eğer önümde. Bana karşı duracak kim oluyorsun sen? Tezden topla şu işçi takımını ve de buradan defo ! !" diye bağ ı rd ı .
I rgat baş ın ın sabn tükenmişti. Cı l ız bedeninden umulmayacak kadar kal ı n ve tok bi r sesle çık ıştı :
"Sen çeki l git buradan kocakan ! l şimizi enge lleme . Pişman olursun sonra."
Yı lan nine, yaşamı süresince, belki de i lk kez böyle bir çıkışla karş ı laşıyordu. Çünkü o , kavgaya dönüşecek tüm o laylan, kimsenin düşünemeyeceği L1içimde çözüm yolları bu larakı tathya bağlamasmı bil i rd i . Adamın sözleri akl ın ı başı ndan ald ı :
"Len, çulsuz deyus ! Hangi vars ı lm yal ın ı yedin d e kuduruyorsun? Kim o luyorsun sen? Kimin yerinden kimi kovuyorsun? Bana zorbal ık söker mi sandın? Akl ın sıra, çoban köpekleri gibi u luyarak korkutacaksm beni, öyle mi? Ben hiç kimseden korkmam. Sen bir kez havlars ın, ben on kez kükrerim u lan, yı ldıramazsı n beni ı" diye gürledi .
Bunları söylerken, h indi g ibi kabararak," ı rgatbaşınm buqıuna kadar sokulmuştu. Işçiler, işlerini b ırakmış, o layı i lgiyle izliyorlardı Birden, ı rgatbaş ı , Yı lan ninenin bi leklerin i kavradl . Onu si lkeleyip sürükleyerek; çaydan kıyıya atmaya yeltendi . Fakat, kolay olmadı bu . Yı lan nine, demir kazık gibi dayan ıyordu karş ıs ında. Adam" onun gücünü k ırmak için kollarına birkaç kez kıyasıya yüklenmek zorunda kaldı . Sonunda, Yı lan nine tükendi . Adam bu f ı rsatı kaçırmad ı . Onu yana devirip suyun içinde sürüklemeye başladı . Nine ç ı rp ın ıyor, fakat adamın el inden kurtulamıyordu . I rgatbaşı , onu çaydan çıkarıp kıç üstü kumluğa oturttu . Ve h içbir şey olmamış gibi iş ini n baş ına döndü.
Yı lan n ine , bi r an kendinden geçer gibi oldu . ıtişme s ı ras ında başından düşen yazmayı , çay al ıp götürmüştü. Kınal ı saçları ürgü ürgü kabarmışt l . Gözleri ateş saçıyordu . Üst çenesi , kutu kapağı gibi alt çenesine kenetlenmişti . Başı dönüyor, gözleri nin önünde bin lerce ateş böceği uçuşuyordu. Bir süre var olmakla tükenip git-
233
Anne Hikayeleri ---------------
mek arası nda bocalad ı . Gücünü toplar toplamaz, hemen ayağa kalkt ı . Yeniden küfürle re ve beddualara giri şt i . Arada bir, "Yetişin komşular, adam öldürüyorlar!" ya da "Yangın var dostlar yetişin !" diye bağırıyordu. Bir ara yerden ,iri bir taş al ıp var gücüyle adamlara doğru f ı rlatt ı . I rgatbaşı gözlerini belerterek küfretti :
'Taş atma acuze, birimiz yaralanı rsak, sağ komayız seni ! . ." Yılan nine, taş atmaktan vazgeçti. Adamlar, seti bitirmek üzereydiler. Bağ ı n etekleri , ş imdiden sular altındaydı . N ine ç ıkmaza girmişti. Ama, y ı lg ı n deği ldi . Bu kez başka bir yol denedi :
"Örün bakal ı m setinizi . Eşşeciğ im gibi örün . Siz akşama dek örersiniz, ben sabaha dek sökerim. Taş üstünde taş komam, yıkanm . . . "
Bunları söylerken , oyun oynar gibi kol ların ı kald ırmış, parmakların ı ş ıklatıyordu. Sonra art arda: "Yıkarım da sökerim, sökerim de yıkanm . . . " diyerek, k ıvrak bir türkü tutturdu. Ve söylediği türkünün ezgilerine ayak uydurarak döne döne oynamaya başladı . I kide bir bel k ı rıp, o muz titreUyor; durup durup yere diz vuruyordu. işçiler işi b ırakmış , kahkahalarla gülerek, ninenin görülmemiş oyununa bakıyorlard ı . I rgatbaş ı , şaş'mp kalmışt ı . Bir süre kaşlann ı çatıp, "Bakal ım bu oyunun arkasından ne gelecek?" diye düşündü. Sonra o da, ötekiler gülmeye başlad ı .
Nine , her şeyi unutmuş gibiydi . Oyuna vurmuştu kendini ; ıslak giysi lerin in içinde, c ı l ız bedeni , yı lan gibi k ıvrı larak, eği lip bükülüyordu. Saçları darmadağın , gözleri çakmak çakrYlaktl . Ağzın ın iki yanı nda beyaz köpükler birikmişti . Bir ara türküyü ve oyunu kesti , soluk soluğa işçi lere döndü :
"Hükümeti buraya getireceğim, hepinizi toprak çalmaktan eli bağl ı dama t ıkt ı racağ ım. Ve de çay ın ortas ı na ördüğünüz duvarı sökeceğim. Sökernem mi? Sökerim, sökerim. Taşların arasındaki söğüt dalar ın ı çekip çekip sökerim! . ."
Sonra yeniden uyduruk türküyü yuturdu : "Yıkarım da sökerim; , sökerim de yıkanm L" Bunları söylerken kıçın ı adamlara doğru do� maltmış hiç durmadan, el leriyle kaba etine vuruyordu. .
234
----------------------------------- Yılan Nine
o sırada adamlar, işleri ni biti rmişlerdi . I rgatbaşı :
"Haydin" dedi , "Çabucak gideli m buradan!"
Işçi ler sazl ığa gi rip ıs lak donlann ı ç ıkardı lar. Pantolonları n ı gömleklerini giydiler, çay boyunca uzanan söğütlerin arası na dalıp gözden kayboldular. Yı lan nine, kurgulu bir aygıt gibi , "Yıkarım da sökerim, sökerim de yıkanm" diye türkü söyleyerek çaya gird i .
Akşamüstü , N ine'nin oğluyla gelini , çocuklarıyla birl ikte, yorgun argın, bağa geldiler. Bağ evi ve çardak boştu . Çocuklar, "Nine, nineee !" diye bağ ırışt ı lar. Ses veren o lmad ı . Gelin ,
"Belki çay kıyıs ındaki göverinin başı ndad ı r. Su sesinden bizi duymuyordur" diyerek o yana yöneldi .
Çocuklar da peşine takı ld ı lar . .
ısmail çardaktaki kerevete yenice uzanmıştı . Karıs ın ın çığl ığ ı i le yerinden f ı rlad ı . çay kıyıs ına doğru koşmaya başlad ı . Yı lan nine, kumların üstünde, boylu boyunca yatıyordu. Is lak g iysi leri ve k ınah saçları , kumlara bulanmışt! . Ağzı , sağ yana doğru yamulmuştu . Yüzü mosmordu , sağ eliyle kocaman bir söğüt daimı , sıms ık ı kavramışt ı .
ısmai l , korku ve telaş içinde, anas ın ın baş ucuna çökerken ,
"Yiğit anam, can anam, n'oldu sana? �' diye bağ ı rd ı .
Fakat, sesine ses veren o lmad ı .
235
Anne Hikayeleri ---�----;-----====;-----
GÜL GELİN Gülten DA Y IOGlU
Hatice nine, lastik ayakkabı lannı sürüye sürüye geliyordu . Mahal lenin kad ın ları , Bodur' ların kapısın ın önüne kümelenmişlerd i . Hani hanI If H alış verişi yapıyorlard ı . Nine'nin ayak seslerin i duymazıktan geldiler. Hatice nine buna pek içerledi. KOmeye yaklaşırken; alt çenesini burnuna değdire değdire seslendi :
"Kanlar huuu, oraya yuniulmuş ne dedikodı:ı kaynatıyorsunuz? Hepiniz de Cehenneme tıkaç olacaksınız. Ahirette di l inizi ensenizden çekecekler. Yetsi n gayri . Onun bunun eteğini çekip durmayın ."
Kadınlar, hep birden dönüp bakt ı lar. N ineyi görünce, hemen aralanıp yer açtı lar. N ine yerine yerleşirken :
"Laf in koyusu bende emme, deyiverecek dermanı m yok."
Diye derin soluk al ıp verdi . Sonra dişsiz ağzını s ıms ıkı yumdu . Kadınlar, her zaman olduğu gibi , yaltaklanmağa başlad ı lar:
"Hoş geldin hele Hatice nine. Dün akşam Irmızan dayın ın gelini , anası evine kaçmış da onu söyleşiyorduk. Sende ne var ne yok? Dünden beri nası ls ın?"
Kadın ın biri , böylelikle laf ın mayasın ı kurmaya çal ı şıyordu. Bir . başkası , nine·nin yüzüne gülerek ağzı nı açmayı denedi . .
236
-=------------------ Gül Gelin
"Emme, geli nin neden kaçt ığ ın ı bi len yok. Şimdi senin laf ın ı ediyorduk. Hatçe nine gelse de iş in iç yüzünü öğrensek, diyord.uk. Zaten her haberi n en gerçeğini sen duyar, sen bi li rsin a güzel ninem."
Pohpoh lanmak, ninenin pek hoşuna gitmişti . Gerçekten, köy içinde ne iş yapılsa, Hatçe ninenin haberi olurdu . kimin gelini kaçtı . Kim karıs ın ı dövdü. Kime dünür gelecek , kimin tarlası ' satı lacak, kim alacak. Kim kaç para kazandı . Kimin kime borcu yar. Kim ne doğurdu. Hangi oğlan hangi kıza yangın . . . Kısacası köy halkı , ger-
- çeğe en yakın haberi , sıcağı sıcağına ondan alı rd ı . Ve çoğu kez sözü edilen kişi ler, nası l olup da bu denli tezden dile düştüklerine şaşar kal ırlard ı .
- Hatice nine, her Allah 'm günü sokaklardan e l ayak çeki / ince, evinden tırlard ı . Evlerin pencerelerini dinlemek en büyük tutkusuydu. Çocukluğundan beri bu alışkanl ıktan vazgeçmemişji . Laf dağarcığ ın ı doldurmak için , kar k ış demez, köylünün ailece akşam aşına oturduğu sı rada, pencereleri n alt ında biterdi.
Köy kad ınlan , hasat s ı ras ı d ış ında, hemen hemen h er gün, ikindiyle akşam ezanı arasında, kapıların ın önüne çıkarlard ı . Kimi daha i lginç bir şey anlat ırsa, onun çevresine öbeklenirlerdi . Hatçe nine, bu öbeklerin tuzu biberi değil , temel taşıydı . Kadınlar, laf sermayesini o ndan al ı rlard ı . Hatçe nine, mahalleden mahalleye , kümeden kümeye h iç üşenmeden , seve seve dolaş ı rd I . Günün en yeni haberlerin i , kadınların ağzına sakız, diye sokarken, koltukları kabarı r, sevinçten uçard l .
O gün, lafla dopdoluydu yine. Haberin doyurucu olduğu , davran ışlarından anlaş.ı l ıyordu . Muhtan n Esma daha fazla dayanama-d ı :
.
"De gayri ninem, ağzındaki baklayı çıkanver hele, gelin neden kaçmış? Kavgası kaynanayla mı yoğsa kocasıyla mıymış?"
"Kafası na odunla kim vurmuş?"
Diye atı ld ı bir başka kad ın . .
237
Anne Hikayeleri
Hatice nine, küçücük, çukur çukur, ış ı l ış ı l gözeriyle, hepsini bir süzdü. Sonra boğaz ın ı temizledi.
"Koyverin gayri , I ramazanı n çipi l gelini . Kaynana karı döğmüş ve, de gelin defolup anası evine gitmiş. Görüsünüz, bugün yarın dö� ner geri . Ard ın ın danasıyla babası nas ı l beslesin onu . "
Kadınlar:
"Yaa, demek'- k aynanaymış geli nin kafasına odunu i ndiren. Bak sen topal kanya hele! Aslan gibi gelini nası l haklad ı ki?"
Diye kaynaşt ı lar. _ ,S;
Hatice n ine şöyle bir k ımı ıdad ı :
"Haberin iyisini deyivermeden g'idiyorum, aha! Siz akşam ezan ı na dek, bitiremeyeceksiniz art ık kann ın laf ın ı . Oysa . . . "
Sustu. Kadın lar, birbirlerine biraz daha sokuldular. Yepyeni bir haberi doya doya içlerine sindirrneğe hazırlandı lar.
"De ninem de, ocağı sönsün çipil gelinin . Bir daha da laf ın ı etmeyiz gayri ."
Diye tesl im oldular. Nine zaten , haberi kadınlara aktarmak için sab ı rsızlanıyordu . Bu nedenle nazlanmayı bir yana koydu :
"Duydunuz mu, (Hep böyle başlard ı söze) , dün öğleden sonra, Hasan ağanın Hacer, Elmas kad ıngi le gelmiş !"
"Yooo !"
Dedi kadınlar. Birkaç kad ın ın haberi vardı ama, ninenin anIatma isteği k ırı l ı r diye, ses edemediler. Kör Nuri 'nin Zehra sabırs ız-Iandı :
'
" Eee, neye gelmiş acep?'�
"Neye gelecek, bi ri oğlan anas ı ; ötekinin de gelinl ik kızı var!"
Kadınlar, hop kalkıp oturdu lar. Yeminici Salih 'in Fadime, coş-kuyla at ı ld ı :
238
------------------ Gül Gelin
"Yoksa istemiş mi Gül k ız ı?"
Nine:
"He ya. "
Diye anlatmaya başladı :
"Hemi de- Elmas, sevincinden gezdiğ; yerde göbek atıyormuş . Hasan ağa , köy yerinde duyu lmamış b ir ağır l ık verecekmiş."
Birisi :
"Gül k ıza helal o lsun. Azıcık hoppa emme pek güzel pek kör-
Dedi. Öteki kadınlar da onu doğruladı lar. Sonra, ağı rl ığ ın ne olduğunu öğrenmek için niney; laf yağmuru na tuttu lar. N ine sanki ağı rl ığ ı kendi veriyormuş gibi , kası la kası la saydı döktü :
"Beş tane Reşat Beşibirlik, iki çift altın küpe, iki tane iyi taşl ı altın yüzük ve de beş kat şalvarlık kumaş. Bir katı yünlü, bir katı hacı kadifesi , b i r kat ı ipekli , ikisi de iy i basmaymış . . . "
i i
Elmas kadı n öfkeyle kocası na çıkışt ı :
"Bunca ağı rl ığ ı kimin kızına verdi ler şimdiye dek a deli herif, gözünü aç gözünü!"
Usta diretiyordu :
"Iyi ya kan , kız daha ondördü yeni bitirdi . Hopalan çocuk gibi . Dün gelip kucağıma oturdu, bebeğinin beşiği k ı rı lmış "i l le de beşik
. yap bana" diye yüzümde öpmedik yer komad ı . Içim s ız l ıyor. Şuncacık yavrucağı "Mah !" diye el adamına kakıvermek, gücüme gidiyor. Daha biraz bekleyelim, büyüyüp kemikleşsin. Allah ne dünürler verir . Başı bacadan mı çıkt ı ki , hemen i lk dünüre "He" diyecez?"
Elmas kad ı n bu işi akl ına koymuştu :
239
Anne Hikayeleri ------.,.-=--------
"Sen beni kaç yaşında ald ın d ı?"
"Ne bi leyim ben , ufakt ın sen de."
" Domuz gibi b i li rsi: d . Elin körpecik k ız ın ı koynuna al ı rken için s ızlamıyordu deği l mi? Aha ben de onun k�dardı m. Ondördümü . yeni bitirdimdi ."
Bekir usta, başka bir yol denedi :
"Kıza sordun mu? O he diyorsa, h iç du rmayız biz de he deriz . "
Elmas' ın öfkesi kabardı :
"Deli henfin zoruna bak. Kız kısmına böyle şey,sorulur. mu hiç. O kim oluyor "he, yok" diyecek. Emme, dediğin yenni bulsun. Geleneği göreneği çiğneyip soram bi kez. "Kız GüüüÜı, adı batası . Gel hele yanı maı"
Gm, .çok örgü1ü kumral saçların ı savurta savurta, odaya girdi . Cagı r cagır sakız çiğniyordu. I n 'yeşil gözlerin i , anasıyla babasını n üstüne şöyle bir gezdirdi . Sonra kayıtsız bir ifadeyle anasına döndü :
"N'a ldu ki ana, o lmayacak bir iş mi ettim? Ne bağı rıyorsun öyle?"
Sonra hop! Diye rnindere atladı , bağdaş kurup soluğu nu boşaltt ı . Söze girişti :
"Baba be, I marnın Hüseyin var ya, inat için kaydı raktaşımı k ırd ı . Bir gün de çeşmenin orda testimi taşlayıp k ıracakmış. Öyle diyor. Sokakta görürsen çekiş bir kez. Güzel babam."
Yerinden doğruldu, babası na yaltaklanmaya yöneldi . Anas ı : \ "Otur, oturduğu n yerde zıp ır domuz. Utanmıyor mustın hala
gaydırarak oynamağa. Eşşek kadar k ız o ldun . (babaya döndü) Sokağa salmıyorum. - Bu kez de mahalledeki kızları avluya topluyor." Sonra bir şey anımsamış gibi sertleşti :
"Giz sen ne zaman gördün Imamın Hüseyini?"
240
-----------"""""""------ Gül Gelin
Gül kız gülüverdi :
"Geçen gün, sen ebe m gi le gidince, kızlarla bizim kapın ın önünde, iki e l kaydırak oynadık da. Körolasıca tepemize dert oldu . En iyi kaydı rak taşımı da, aha o gün ikiye böldü ."
Anası yumruğunu sık ıp, üstüne yürüdü :
"Kız sen delirdin mi? Ben sana sokağa çıkmayacaksı n demedim mi? Konu komşu "hoppa k ız" diye k ın ıyor seni , utan be. Gayri goca kazık boyundan, neyinden utan . . . "
Baba, araya girdi , yumruğa engel o ldu. K ız babasını arka alıp dikjendi :
"Hiç oynamayaca�< m ıyız?"
Sesi ağlc;ımakhydı . Anası yumuşak bir sesle;
"Senin, oyun yaş ın geçti gayri g ız ım. Bak ge linl ik oldun."
Diye i lk çık ış ı yapt ı .
Gü l , geç başladığ ı için , ı lkokulu geçen y ı l bitirmişti . Arkadaş/anm ve oyunu çok seviyordu. Dışa dönük, neşeli bi r kızd ı . Yaşı gelmiş , diye eve kapanmak, örtüye girmek, bunalt ıyordu onu . Hele "geli n lik oldun" sözünü duyunca, gözlerini i ri i ri açıp, bakakald ı .
Ana hemen ekledi :
"Hasan ağa, seni oğluna al ıverecekmiş. Beş beşibirlik, yüzük, küpe , bir sürü giysiler . . . "
K ız sözünü kesti :
"Gelin melin olmam ben. Hemi de o gökgözlü oğlana varmam. Kimseye varmam ben. Burdan bir yere gitmem. Başka bir evde yaşayamam!"
Ve ağlamaya başladı . Ana alarıp morarıyordu. Yerinden pars gibi f ı rlad ı . Güçlü bir tokat indirdi k ızına:
241
Anne Hikayeleri ------=-;=a---------
Gül kız ın , günden güne neşesi söndü , ağzını bıçak açmıyordu. Içine dayanı lmaz bir acı çökmüştü. Oğlanevinden gelen, bohça dolusu giysilere , yüzüklere, küpelere dönüp bakmıyordu bi le. Babası , bebeğine yeni bir beşik yapıp getirdi. Ona da sevinemedi Eskiden olsa, böyle birşey için , babasın ın tepesine t ı rmanır, bin kez öperdi .
Kızın J;>u hali , babaya çok dokunuyordu. Fakat karısına söz geçiremiyordu bir türlü .
Bir gün ana, Gül 'ü karşısına aldı . Tatlı bir sesle ve yavaş yavaş, ona geleneği anlattı :
"Bak k ız ım. Gel in oluyorum, diye bunalıp dertleniyorsun . Bu hal ini oğlan evinden duysalar, rezil oluruz. "Başka birini mi seviyor ki" derler. Ben de senin yanında gelin oldum. Bu böyle gelmiş, böyle gidiyor. K ız kısmı , ana baba evine konuktur. Gelinlik çağına gelen kıza, baba ekmeği haramdır. Gayri bu ev, senin evin değil . Senin evin kocanın evi olacak. Bundan sonra seni kocan besleyip giydirecek. Senin de çocukların o lacak. Günü gelince sen de kızın ı eloğluna vereceksin . B iz seni bu yaşa dek büyütüp besledik, gelin edip mürüwet görelim dedik. Iyi bir kısmetin Çıktı . Vermezsek, Memiş'in Aliye gibi , evde kaı-irsın . O zaman seni nerde serip kuruturuz. Yazık deği l mi bize?
Ve sonunda baklayı ağzından çıkard ı :
"Yarın kasabaya gidi lecekmiş. Doktorla, hakim görecekmiş seni . Kaynatan "kızı hazırlasmlar" diye haber salmış. Göreyim seni gözel kızım , te ll i durnam. Yüzümüzü kara çıkarma emi !"
Gül , i natla susuyor, arada bir için i çekip , göğüs geçiriyordu .
Elmas kadın , sabahleyi n erkenden, öğretmenin karıs ına koştu. Topuklu ayakkabıların ı ödünç istedi . Sandıktan yabanıık şalvarın ı ve carın ı çıkard ı . Bu s ırada eltisi yard ıma geldi .
Gü l , anlamsız bir susmuşluk içinde , anas ın ın ve yengesinkı dediğini yapıyordu. Şalvar uzundu. Elmas kad ın, hemen orta yerinden kaba kaba oyulga}/ıp k ısaltt ı . Kız ın içine, kat kat içlik giydirile-
242
--------"""""""--------- Gül Gelin
rek, bedendeki bol luk dolduruldu. Kunduralar büyük geld i . yenge, hemen burunlanna çaput t ıkt ı . Yeniden giydirdi .
"Oldu mu şimdi eyi mi?"
Gül :
"Bi lmem!"
Diye dudak büktü . Yenge terslendi :
"Bi lmem miş, damarı dağlanası kız, görmüyor musun. Seni giydireyim diye çırpın ıyorum. Kazık gibi durup, bilmem, diyeceğine azıcık eğil de ayakiann ı yokia.!!
Gül ağlamakllyd ı . Hiç ses etmedi . Tam bu sırada kapı vuruldu . Elmas kadın te laşlandı :
"Ki moooo !"
Gelenin kim o lduğunu bi liyordu ama, boş bulunmuştu. Baba, kaba kaba yanıtladı :
"Kim olacak, benim! Haydin gayri Hasanağa kamyonun başına geldi . "
Ananı n el i ayağı dolaşt ı :
"Varıyoruz, vanyoruz."
Eltisine döndü :
"Car nerde eltim, car nerde?" .
Elle-n-titreye mreye, kıza can giydirdi. Bir yandan da söyleniyordu.
"Canevim galkt ı e ltim. Varip bi tezden, ayak yoluna gideyim."
Uçkurunu çöze çöze, kapıya yönelmişti . Elti atı ld ı :
"Gız eltim, hanı b u kızın memeleri? Hakim k ısmı , can açtırıyor da gelinlik kızı bir iyi gözden geçiriyor. Bunca kat kat elbisenin içinde, bizim g ızın göğsü bağn kayboldu. Böyle giderse, val iaha da
243
Anne Hikayeleri --=====------------
nikaha izi n alamaYiz . "
Ana, bunu Quyunca, iyice telaşlandı . Çok da sıkışmışt ı . Odanın içinde dört dönmeğe b aşlad ı . Dibi köşeyi, didik didik ediyor; Gü l kızın göğsüne, meme yerine tıkapilecek bir şeyler arıyordu. Hemen bir e l çabukluğuyla, başındaki oyal ı yazmayı sıyı rıp a ld ı . Dürüp bükW , k ız ın göğsünü n bir yanına t ıkt ı . Bu s ı rada baba, gene seslendi
" Hadin be, Hasan ağa sabırsızlanıyorl"
Elmas kad ın ın her yanını ateş bastı . Bir yandan abdesti zorluyor, öte yandan meme işi . . . B ir eliyle şalvarın ın çözük uçkurunu kavramış, öteki e liyle de minderlerin altmı yokluyordu. Eltisi yüklüğü açtı , yatak demetinden bir yastık çekti . Hemen kıhfını çıkarıp tortop etti. Boş kalan meme yerine yerleştirdi . Bu kez memelerden biri küçük biri büyük oldu . E lmas kadın , ayağındaki çorapıarı akı ı etti . Böylece meme işi bitti . Derin bir soluk aldılar. Sonunda k ız hazır o lmuştu .
Bu haliyle Gül k ız , koca memeli , elli butlu bir kız olmuştu. Çocuksu bakışları , tertemiz yüzüyle bedeni , birbi rini hiç tutmuyordu . B i r ara eğilip kendine şöyle bir bakt ı . Dokunsalar ağlayacaktı . Anası ayak yoluna koşarken, yengesi onu , avluya iteledi .
Gül , iki üç adı m att ı , sendeledi . Ökçeli kundurayı , i lk kez giyiyordu. Bir adım daha atmayı denedi. Dengesini yitirdi . Yüzü koyun yere kapaklclndl . Sesine , ayak yolundan anası f ı rladı . Onu boyu boyunca yerde görünce kan beynine f ışkı rd ı :
"N'oluyorsun kız körolas ı? B u muydu edecen? Neye yamand ın öyle yere. Gelin o lmak istemiyorsan, ben de seni istemiyorum. Bu evde aş ekmek yiyemezsin. Gelin olup gidince ettiğin bu işkenceden utanacaksın . Çoluğa çocuğa karış ınca da, bana dua edeceksin."
Eltisiyle bir olup, Gül k ız ı yerden kaldırd ı lar. Gül "Dizlelim paraIandı !" diye hüngür hüngür bir ağlamak koyverdi . Sonra:
"Dunyada yürüyernem bunlarla!"
244
----""""""-------------- Gül Gelin
Diye ayakkabılan ayağı ndan f ı rlaHı . Yenge , ökçeli kunduraları kaptı , koltuğunun alt ırıa kıst ı rd ı . Kendi ayağı ndaki lastik ayakkabılar ı da Gül'e giyd i rdi .
"Hadi hadi nazlanma gayri ! EI adamı beldeti lmez. Hükümetin kap ıs ına kadar benim ayakkabı lanmla gidersin . Orada, hakimle hekimin önüne çıkarken, topuklulan giyersin . "
Kamyonun yan ına vard ıklarında, Gül hala ağl ıyordu . Hasan ağa gülümsedi :
"Kız kısmı hem gelin olur, hem ağlar. Bizim Gül kız da, pek er-' kan başlamış ağlamağa Benim bildiğim gelinler, gösteriş olsun diye, düğün kuru lunca ağlar."
Sonra.sabırs ız l ıkla:
"Hadin bakim, bi nin gayri !"
Diyerek kamyonun kasasını gösterdi . Kendisi bismil lah la şoförün yanına yerleşti . Bei<ir usta da saygıyla onun sağ ına büzüldü . Şoför:
"Arka tamam mı?"
Diye seslendi . Çevredeki çocuklar, hep bir ağ ızdan:
"Tamam, tamam!"
Diye bağrışt ı lar.
ii
Gül gelincik , kocaya vardığının ikinci ayında, i lk dadasına yüklendi. Ölesiye aşyeriyordu . Yiyip içmekten kesi lmişti . Hele kocasını , içi h iç almıyordu . Yatakta, ayak, ter ve tütün kokan bedeni , bedenine yaklaştıkça öğürmekten içi çıkıyordu .
- Salih oğlan, askerden yeni dönmüştü . Babası varl ıkl ıyd l . Hiçbir sorunu yoktu . Bol bol yiyor, aylak aylak geziyordu . Akl ı fikri Gül gelindeydi . Daha i lk günden , kene gibi yapışmışt ! . Her Allah ın günü , dediği o lsun istiyordu . Gül gelin , çoğu kez itiyor, kakıyor, tepip t ı rmal ıyordu. Fakat, Salih oğlan umursamıyordu. "Dur kız, dur hele
- 245
Anne Hikayeleri
bi , gorkma, ne var gorkacak, dur bi dur!"
Diye diye işini biti riyordu .
-.Gü l , derdini kimseye açamıyordu . Döşeğinde yaln ız yatmaktan ve bu oğlanın ettiği işkenceden kurtulmak istiyordu. Bunu anasına dese, alacağı yanıtı biliyordu. Kaynanasına derneğe de utanıyordu. Arada bir, baba evine gittikçe, anası : "Rahatın iyi mi kızım?" diye, şöyle bir hat ırın ı soruyordu. Gül çaresiz "he" diye diyordu. Gide gide anası ndan ve baba evinden de soğumu ştu . Hiç kimseyi kendine yakı n bulmuyordu. Köy yerinde yapayalnız gibiydi .
Karnı , günden güne büyüdükçe, Gül gelin, doğurmaktan korkmağa başlad ı . Bir gün anas ına :
"Koca bebe, nas ı l çıkacak içimden, ben doguramam ana, doğuramam!"
Diye s ızlandı . Anası öfkelendi :
"Sus' u luk kan sus , in'san doğurmaktan korkar mı? Koca'nla oynaşırken düşüneydin bunu. Bebe,ği içine ben komadım ya! Kimsenin yanında korkuyorum deme. Bebe içimden çıkmaz, mıkmaz lafın ı da etme. Dile düşeriz. Oğlan kısmı as�{erlikten, k ız kısmı doğurmaktan korkarsa, köycek kınan ı r. Herkes nası l doğuruyorsa sen de öyle doğurursun . Görmüyor musun tüm hayvanlar doğuruyor. Hemi de dili ağzı söylemez hayvaneıkiar . . . "
Gül gelin , o günden sonra, tüm korkuların kaygı lannı içine attı . Beklerneğe başladı . bebeğin kıpırt ı ların ı duydukça içi , hiç bilmediği s ımsıcak bir sevgiyle doluyordu. Bazan, el ini karnına koyuyor. "Burası başı , burası d irseği , aha da ayakları" d iye bebeği yoklarkan , kenqinden geçiyordu. Doğuma yakın, bebeğe dayanılmaz bir özlem duymaya başladı . Onu, hiç tatmad ığ ı ' bir istekle bekliyordu. Bedeni bebesiyle, ruhu bebenin sevgisiyle dopdoluydu. Son günlerde, Salih oğlan da tedirgin olmuyordu artık. Ağas ı : "Bebe öle kal ı r, kay ri karın ın yanına varma" diye uyarmıştı Salih 'i .
G ü l gel in, günlerin dadalı düşlerle geçirip giderken, bir gün, karnında ince ince ağrı lar beli rdi . Etleri iplik ipl ik çekilip, koparıl ıyor-
246
------------------ Gül Gelin
muş gibiydi . Korku ve biraz da sevinçle kaynanasına koştu . Hacer kad ın h iç telaşlanmad ı :
" Iyi kızım iyi . Bebe, daha golay golay gelmez. Hemen davranıp , evi toplayal ım. I nekleri sağıp sürüye salal ın . Gül gelin doğurmuş, diye konu komşu eve dalar. K ınamasınlar bizi . Bi r aral ık ben, anana haber salanm. "
Gü l gel in, bebesine kavuşma isteğiyle hemen işe girişti. Bütün evi süpürüp sildi . Bir süre sonra, sancı lar gücünü kesmeye başlad ı . I neğin birini kıvrana kıvrana sağdı . Ikincide e l i ayağı kesi ldi . Parmaklanna söz geçiremez oldu. Ağlaya kıvrana, ahırdan dışarı fı rlad ı . Aviuda o yana bu yana gitti geld i . Sofaya t ı rmandı . Bir süre de, can acıs ıyla orada doland ı . Son ra ocakıl eve ' g ird i . Kaynanası , ocak başında aş pişiriyordu . Çekine çekine yaklaştı :
" Ikisini sağdım, bi r tek alaca i nek kaldı , ana."
Diye inledi . iki büklüm oluyor, sonra yeniden dikleşiyordu. Kaynanası şöyle bir baş ın ı çevirip bakt ı :
"Şimdiki gençler pek tab'anSiZ o luyor, telaşlanma hiç, bedenin bebeği , şimdi şimdi koyvermez. Böyle iki saatte doğuverse bebe; doğurmak bal helvasl . Dur bakal ım, daha boncuk boncuk terleyeceksin , acıdan tı rnakların etine batacak, sararıp moraracaksın . Ulu Yaradan, ancak o zaman bağlad ığ ı düğümü çözüp, bebeğe destur verecek. Analık kolay mı?"
i i i
Böylece iki' gün , iki gece geçti. Gül gelin , doğuramadı . Odanın b i r köşesine yatırmışlard ı . Belden aşağısı çıplakt ı . Bedeni tı rnaklanna del< morarmışt l . Sancı lar, gittikçe tavsıyordu . Soluk alacak gü-cü kalmamıştı . Ineyip duruyordu . '
Köyün , ebesi yoktu . Ebe nine ve doğum dil inden anlayan birkaç yaşl ı kad ın , Gül gelin in başında bekleşiyorlard ı . Iki gündür ne etti lerse bebeği alamamışlard ı .
247
Anne Hikayeleri -"'"""""'-=--�------------
Gül geli nin doğuramadığ ı , tüm köye yayı lmışt ı . H atice nıne : "Beb�k çat ıda kaldı " d iye köy içi nde dört dönüyordu.
Ana$l : iki gündür tepesine diki lmiş, durmadan söyleniyordu.
I lk gün :
" lk ın kızım, gayret et kız ım, s ıkma kendini gü/üm, çocukluk etme anam."
Diye yumuşak yumuşak konuşmuş, . ikinci gün homurdanmaya başlamıştı :
"Korkakl ığ'ı ndan , kalpl ığ ından doğuramıyor gözü dönesice . . . Böyle edeceği bell iydi zaten. iv
Odaya girip çıkan kadın lar da kanşıyorlardı söze :
" Ik ın kız bi yoı , güçlü güçlü ıkım ıkım ver . . . Hepimiz doğurduk. Bu işi gören salt sen deği lsin ."
Güı , h ıncından ölecekti. Hem onca ağrı , hem de bunca söz, çileden çıkarıyordu onu. Yine de "di le düşerim" korkusuyla sesini Çlkaramıyordu. Bir ayak önce doğurup bebesine kavuşmayı , onu bağrına basmay ı , kendisi de istiyordu_o Olmuyordu i şte , olmuyordu.
Bekir usta. kasabaya haber sal ıp ebe ya da doktor getirmek için ç ırp ın ıp duruordu . Çevresindeki ler b ırakmıyorlar! "Ebe nine, ona benzemez kimleri doğurttu ." diyorlard ı . Ana da benzer görüşteydi .
"Ebede suç yok, suçlu o lan senin korkak kızın. Ha keşke kız diye onu doğuracağıma, köpek enciği doğuraydım. I rezi l etti bizi köyıüye. Zaten kaç aydı r "Doğurarnam ben !" deyip duruyordu. Etti edeceğini gavur soyu.
dı :
Diye babayı haşl ıyordu .
Üçüncü günakşam üstü , Hatice Nine, mahalleye haber yay-
"Allah rızası için , ezan vakti , tüm kan lar uçkurların ın düğümle-
248
------==-==---�-------- Gül Gelin
rini çözsünler, evlerindeki yumakları sağsiniar, yalaklann t ıkaçlannı koyversinler. Bebeğin başı geliyormuş. Gül geline yeniden sancı lar gelmiş . Ebe nine: "Zar zor doğurur gayri bu sanc ıyla" diyo rmuş.
Zor doğumlarda, hep bu yola başvuru lurdu. Kadınlar, Gül gelinin tez ve kolay kurtulması di ieğiyle söylenenleri yapt ı lar. Sora da Gül gelinin başına üşüştü!er. G?rçekten, baş görünmüştü . Gül gelin, kısık sesiyle inim inim inliyor ; güçsüz güçsüz ık ımp duruyordu . Perişan bir durumdayd ı . Olağanüstü bir güçle, yavrusunu doğurmağa çal ışıyordu. !ki kadın kamına abanmış, bebeği aşağıya doğru itiyorlard ı . Ebe nine, kör t ı rnak!ı parmaklarıyla, bebeğin baş in i kavramış çekiştiriyordu. Kad ınlar, kaş �<aş olmuş, gözlerini bi r noktaya dH<rnişlerdi . Bebeğ in sağ ı ı ip i nmesini bekliyorlard ı .
G ü l gelin' in anası , hüngür hüngür ağlayarak, kızın ın çevresin": de dönüyor:
"Kız körolas ! , kendine aCinlıyorsan, dadaya acı . Boğacaksm sübyanı . Güçlü güçlü ık ın ı ık ımver. Sana yedirip içi rdiklerim haram olsun . Hadi kız hadi !"
Diye ateş püskürüyordu . Ebe !\line, bir süre sonra, gözünü işinden ayı rmadan : "Sıcak suyu hazı redin !" Dedi . ana sevinçle atı ld i : ' "Kurtuluyar mu bebecik? Çok şükür Al iaha. Kad ın ebem el in
kolun dert görmesin . Aha ocak gürü l gürü l yanıyor. GüğOm şimdicik ı l ı r. Demek doğuyor ha? Çok şükür."
0, güğümü ocağın üstüne, koyarken, Gül gelin, uç kez acı acı bağ ı rd ı . Ve bebek sıyrı l ıp Ebe ninenin e line ind i .
Tüm kad ınnlar: "Bebe bağı rmad ı ya!" Diye ebenin başı ııa yumuştu lar. Ana, �adı nları iteleyerek be-
249
Anne Hikayeleri
beğe sokuldu.
"Yoksa ölü mü doğdu?"
Venide' bir ağlamak koyverdi . Ebe nine burnundan soluyordu. çocuğun kalbi ni d inledikten sonra durumu açıklad ı : '
"Ölü değil emme , can ı kaçık."
Sonra Gül gelin'e döndü: . "Aha, hep bu kan kıh ksızın yüzünden oldu. Tosun gibi oğlan
cık, bu hale geldi. Doğuramayac�k kanyı , dut kubura t ık. Bir de kanyız diye gek gek geğinrler. Ondört tane doğurdum. Hemi de çoğu
. nu bahçede, kendi başıma . . . "
Bebeğin kalbini , bir daha dinledi . Yüzünü buruşturdu. Sonra bir şey anımsamış gibi , dikleşti :
"Seğirtın hele, ocağa bir avuç saç vurun !"
Sebegi çaputlann üstüne koydu . Sonu almaya girişti . Gül gelin , baş ın ı kaldı rıp kald ı rıp , bebeğa bakıyordu . Birden:
"Parmağın ı oynattı ebe nine. Bak b ir yol ona, beni koyver kendi halime. Canı içinde babenin."
Diye sevinçle haykırd ı .
Ebe nine yüzüne bakmadan tersledi :
"Iyi bildin hel�! Sen, sübyanı üç gün çatırıda tut koyverme, sonra can ara bebecikte.
Bu sırada son, bakır leğene "şap!" diye düştü . Göbek kesilmemişti henüz. Ebe N ine , el çabukluğuyla sonu kavradı . Ocağa yö-neldi .
"
"Saç kızdı mı ki?"
Ana:
Diye bebeği eline ald ı . Ebe Nine'nin en yapacağın ı hemen anlamışt l .
250
------------------� Gü( Gelin
Ebe Nine sonu kızgın sacın üzerine bırakt ı . Göbeği kesilmediği için , hala sona bağlı olan bebeği , Elmas kad ının elinden ald ı . Kulağ ın ı kalbine dayayıp beklerneğe başlad ı . Bir ara kad ınlara döndü : \
"Bebeni n can ı , sona'a kaçtı . Ateşi görünce, korkup bebeğe dönecek."
Diyerek yaptığı işin nedenini açıklad ı .
Son, sacın üstünde cazır cazır yanıyordu . Odayı yanık et kokusu sard ı . Odadakiler bi r göz olmuş, bebeğe canı n geçmesini bekliyorlard ı . Fakat bebekte, hiç k ıpırt ı yoktu. Bir kadın öğürerek d ışarı f ı rlad ı . Ötekiler de, burunların ı yazmalarıyla örtmüşlerdi . Gül geline dönüp bakan yoktu. Altma gittikçe büyüyen bir kan gölü oluşuyordu. Korkudan kimseye seslenemiyordu . Canın "sonildan bebeğe geçmesi için Allaha yalvarıp adaklar adıyordu .
Son, yana yana büzü lüp küçüldükçe , kadınların umutları sönüp dikkatleri dağ ı ld ı . Ebe N ine'nin suratı al lak bu l lakt l . Bir süre sonra kır ık bir sesle:
"Umut yok gayri , can küstü bi kere ."
Diyerek, bebeği yere b ıraktı Sonra Elmas kad ına çıkışt ı :
"Bebecik, şu senin ödlek kızın ın yüzünden gitti. yaz ık oldu aslan gibi oğlancığa."
Gül gelin, korkuyla gözlerini açtı . Güçsüz bir şeki lde :
"Gitti m i bebeeik, öldü mü yavrum? Ölmemiştir o , bakın hele, bir daha bakın , be lki ölmemişti r !"
Diye inledi. Kadınlar, kınayan, kin dolu, soğuk bakışlı gözlerini , Gül Gelin'e çevirdi ler. O anda anası bi le, anaca bakmıyordu .
Gül gelin, tümünün gözlerine ayrı ayrı baktıktan sonra, bir kez daha sordu :
"Gerçekten ö ldü mü bebem?"
Ebe Nine at ı ld ı :
25 1
Anne Hikayeleri ---------------
"He ya, ö ldü . Sen öldürdün onu, çatı nda boğdun !"
Gü l gel i n , d i rsekteri ne dayanıp , yattığ ı yerden dikleşirken "Foş!" edip, koyu koyu kat:' boşandı içinden, ald ı rmad ı . Boynunu uzatt ı . Gözlerini , ocağı n önünde, çıplacık duran bebeğe dikti. Bak.tı , baktı , sonra ulu boydan bir ağlamak koyverdi . Boğazından çatal sesler, h ı n lt ı lar çıkıyordu. Bir süre , durmamacas ına , ağladıktan sonra, b irden sustu . Çevresindeki kad ı nlara döndü :
"Komşular, iri i ri ne bakıp duruyorsunuz yüzüme? Bebemi yitird im. lçim yanıyor. Öldü işte bebeciğim, öldü . . . Öldü gitti !. .
Diye bağırd ı . Kimseden ses çıkmad ı . Gül gel in, yeniden katı la kat ı la ağlamaya koyuldu.
Kad ın lar, gö�lerin i k ırpmadan, Gül Gelin 'e bakıyorlard ı .
252
Su, köpüre köpüre taşıyordu.
Bayanlara 00
BAYANLAR 00 Haldun TANER
Kevser han ım musluğu kapayıp, kovayı çekti. Yalağın içine suyun önce yarısını , sonra da gerisini boca etti. Iki numaralı kabinenin sifonu bozuk olduğundan, her müşteriden sonra orayı böyle temizlemek gerekiyordu.
Bunca yı l l ık helacı idi . Iş le rin i tiksinerek, tiksinmese bi le küçümseyerek, buru n kıvı rarak yapan bütün öbür helacı lann, çöpçülerln veya otu rak döken hastane hademeleri ni n tersine olarak, onun bir gün olsun duru mundan yakınejığ ı , yüksündüğü görü lmemişti . Deyim yerinde ise, işini sevdiği bi le söylenebi lir.
Onu , en iyi bir şeJ<ilde yapmaya çal ış ıyordu .
Ama işte böyle olmakla beraber, yine de dört tip müşteriye içerlemekten kendini alamıyordu . Bunlardan biri : Mantetini böyle orta yerde bırakıp çıkanlard ı . Ikincisi : işini bitirdikten sonra puntuna getirip ücret vermeden sıv ışmaya yeltenenler . . . Üçüncüsü : Elleri nisabunsuz filan şöyle yalancıktarı 1s1at ıp kağıda kurulayan-taharetsizler . . . Dördüncüsü de: Küvetin tahtasına oturmayıp ki rli iskarpin-leri iie tahtanı n üstüne çık ıp tüneyenler.
.
Kevser han ım iki numaralı kabineden çıkınca, el lerini yeşi l sabunla bir temiz yıkad ı . Sonra da müşteri lere mahsus ince kurutma kağıd ı ile değil de, odasındaki zaH havlusu i le kuru lad ı .
253
Anne Hikayeleri
Odas ı , bir hela kabinesinden biraz büyükçe bir yerdi . Ortada, ipe geri ii ı slak havlular . . . Pencerede temiz basma perdeler. . . Köşe-de, derli toplu bir sedir . . . Yanda da beyaz lake boyaları yer yer ka-barmış bir küçük dolap . . . Bu dolabın içinde, teklifli misafirlere mah-sus , !avanta çiçeği kokan, yumuşak tüylü, Bursa havlui�n dururdu.
Böyle yerin de teklifli müşterisi o lur mu demeyin . Kevser hanımın he las ı na kimler, nf' kibar hanımefendiler gelmemişti bugüne kadar . . . Insan bu . . . S ıkıştı mı helanın umumisine husus1sine bakar mı? Kibarı da gelir adisi de, tan ınmışı da, hiç bilinmeyeni de, yaşlısı de genci de, güzeli de çirkini de . . . Ermenisi , Rumu, Türkü, hatta ecnebisi de . . .
Kevser hanı m, büyükelçi liklerdeki gibi bir protokol defteri tutup da helas ın ı ziyaret eden tanınmış bayanlara imzalatmış o lsa idi , bugüne bugün çok k ıymetli bir kolleksiyona sahip o labi l irdi .
Bir keresinde, h iç u nutmaz, bir öğle üstü , Ankara plakalı bir Bakanl ık arabasoi ndan ç ıkan vardakosta bir hanımefendi resmen gelip, Kevser hanımm naçiz helasına şeref vermişti . - Biz hela deyip duruyoruz ya, Kevser hanım bu kelimeyi pek nezih bulmadığ ınqan, galiba bi raz da modernliğe özendiğinden, daima "San Numara" tabirini kullan ı rd l .- Evet, bugüne bugün ekabir hanımlan bile san numarası na geliyorlard ı . Veki l in karısı yalnız da değildi . Yanı nda üç yaşlarında, kız gibi san bukleli , küçük yavrusu vard ı .
Veki l in karıs ı , önce oğluna sormuştu : ,
"Söylesene Ero l . . . . önden'in mi var, arkadan' ın mı yavrum?"
Küçük Şehzade bunun üzerine, terbiyeli terbiyeli :
"Önden'im var anneciğimli deyince, veki l in karısı onun askısını ç ıkarmadan sadece pantolon düğmeleri ni çözmekle yetinmişt! .
Yı llar boyu çal ışt ığı san numaralara on binlerce insan gelip gitmişti ama, adabı erkanı bu kerteye çıkarana Kevser hanım işte i lk defa rastl ıyordu . Ana-oğluD bu terbiyeli konuşmalarına hayran o lmuştu , bitmişti . Bu i şden bu rütbe nazik bahsedebi len insanları n ,
254
BayanZara 00
abdest bozuşları da herhalde öbür insanlarınkinden daha bir i nce, daha bir hanımefendice olurdu. Yalan da değil . . . Vekilin hanımı çocuğunun önden'ini yaptı rd ıktan sonra onu arabaya yollay ıp kendi işini de bitirmiş o zaman henüz bozuk olmayan iki numaralı kabirien in sifonunu çekerek pür azarnet d ışarı çıkmışt ı . O kabineden Çık ınca san numarayı bir lavanta kokusu kaplasın , bi r lavanta kokusu kaplasm. Kevser hanım deminki konuşma kadar, çıktığ ı helaya böyle lavanta serpmek adetine de ilk defa o gün şahit olmuştu. Tabii hemen koşup, teklifli müşterilere mahsus , alt kenarında "Bu rsa YadiganlO yazı l ı turuncu havlu lardan birini getirdi . E llerini kuru lad ıktan sonra, kalbi kı rılmasin diye; Kevser hanımin serptiği adi kolonyayı da geri çevrmeyen aiçak gönOnO hanımefendi giderr<en eline birde , iki buçuk l iral ı k s ık ıştmvermişti .
H�y gözünü sevdiğim asalet ! . .
B i r keresinde de, tanınmış bi r mil letvekil i bayan gelmişti .
Ya geçen y ı lki Fransa Güzeli . . . Belediye Gazinosu'ndaki güzeller geçidinde, milieti birbirine katan bu sanşın di lber, dondurmayı fazla kaçırdığmdan olacak, yol üstünde bulunan KeJser hanımm san numarasına g itmek zorunda kalmışt ı . Kevser hanım, Fransa güzelini nerden tan ıs ın . . . Işi ancaJ< kadın çıi,arken kap ın ın önü ne Hd sıra olup bekleşen hayranlanndan öğrenmiş, iyi h avlulannqan birini çıkaramadığına eseflenmiş!i. Hoş, bu da sabun kullanan soydan deği ldi ya . . .
San numarasın ın tarihinde daha nice şerefli sahifeler vard ı . Bir keresinde de bir yerli opera yı ldız ımız gelmişti . Al ı a l , moru mor. Tabii Kevser hanımı filan gözü görecek halde değildi . Onu , ancak ç ıkarken tanımışt ! . Nası i tan ımasın? Adeta onun eli nde büyümüş gibi bir şeydi. Kevser hanım, Devlet Konservatuan san numarası nda çal ışırken, o-zaman hiç kimsenin tanımadığı bu kızcağız da bütün öbür talebeler gibi oraya gelir gider, üstelik mülayim olmayan tabiatı icabı , hepsinden biraz fazlaca kal ı rd ı . Şimdi böyle herkesçe sevilen , sayılan ünlü bir yı ld ız olduı<tan sonra -velev tesadüfen' 01-SUrl-, büyük bir alçakgönüllü lükle yine onun san numarasına gelişi Kevser hanımı fazlasıyle duygu larıd ı rmışt! . Iki eski ahbabın bir
255
Anne Hikayeleri
san l ışmad ıkları kald ı . Opera y ı ld ız ının , gözleri sevinçten yaşaran Kavser hanımı dah a sevindirmek için , handiyse:
"Eski dostluk u nutulur mu hiç? Sen merak etme Kevser hanımcığım. I htiyacım oldukça başka yerde yapmam, sık sık sana uğra-rım," diyesi gelmişti .
-
Bir defas ında da, fı "nerikah turist kanlar gelmişlerdi Deli musibetler. .. Görecek yer kalmamış sanki . . . �
Kevser hanımın , san numaracı l lk hayatında en tuhafına giden, s ık ıştıkları zaman in ieye uflaya kendi lerini oraya atan kad ın ların , işlerini biti rip ferah ladıktan sonra, pudralamp, rujlanıp, kınta kınta, sanki biraz ewelki kendi leri deği lmiş, sanki hiç yemez içmez, öyle adi işler yapmaz gökyüzü yarat ıkları imişler gibi, nazl ı , narin çıkıp gidişieri idi .
Ama memnun da olurdu. Müessesesinden ayrı lan her insanın hafiflemiş, ferah lamış olmasından sanki o da bir hafiflik, bir ferahl ık duyardı . Sade büyüklere değii , çocuklara da olanca kolayl ığ ı_ gösteriyordu. Bazı küçük lerin sarkıt ı lmaktan hoşlanmadıklann ı , i I Iede i l le oturak istedikleri ni tecrübesiyle, bi ldiğinden bir de oturak peydahlamış, böylece nice anaları n minnettarl ığ ın ı kaz�nmışt l . Dediğimiz gibi bütün amacı ; büyük küçük her�,esi rahatlatmaki ı .
Bu fizyolojik kaygular dışında hela. -pardon san numara- estetiğine, temizlik ve bakımına da çok önem veri rdi .
Gidin , şehrin bütün umumi helalarım bir bir görün. Harbiye'dekini , Sultanahmet'tekini , Tünelbaşı 'ndakini , Kadıköy iskelesindekini . . . Daha içeri girerken genzi nizi keskin bir asit ürik kokusu ya- " kar . . . Halbuki Kevser han ımm san numarası na giren, sanki bi r çiçekçi dükkfmma girer gibi olurdu. Insanı , önce odasın ın penceresindeki fesleğenler, sardunyalar, dibi delil, bi r oturak içnide binbir özenle yetişdi rdiği karanfi l ler karş ı lard ı . Hangi san numarayı devralmışsa, çok deği l , iki hafta içinde oraya titiz şahsiyetinin damgasını vurmuş, onu benzerlerinin en temizi , en bakımlısı hal ine sokuvermişti . Hatta yalnız kendi kısmına deği l , erkekler bölümüne bile karış ı r, temizliğe olduğu kadar ahlaka da önem verdiğinden, üşen-
256
BayanZara 00
mez, elinde !astikve gaza bulanmış bez, bazı terbiyesizıerin duvarlara çizdiği saçma sapan resimleri bi rer birer silerdL Böyle resimleri sade erkeklerin deği l , bazı uygunsuz kad ınların yaptığ ın ı da oluyordu . San numara, demek oluyor ki , bazı insanların resim dehasın ı körükleyen bir yerdi. Bazı ları da nesir veya şiir yazarlard ı . Çal ışt ığ ı her çeşit san numarada bu türlü insanlar eksik olmamışt ı .
***
"Çalıştığı heJ çeşit san numara" dedik. Oku helalarından tutun , en resmilerine kadar her çeşit helada çal ışmışt ı . Devlet Konservatuarı helas ı , hem kad ın lar hem erkekler kısmına bakt ığ ı Yalova kapl tcaları helas ı , Ankara ve ıstanbul'da çal ışt ığı i ki u mu mı hela, Park Otel helas ı , i lk yap ı ld ığ ı yı l lar kayrı ldığı Atlas sinemasın ın helası ve nihayet şimdi bu . . . en temizleri şüphesiz Atlas sinemasın ınki idi . Pml pınl beyaz çini döşeli . Biraz havasızdı ama, eğlenceli idi . Filmin sesleri oraya kadar gelirdi . Hele arada bir dublaj film oldu mu, Kevser hanım konuşmalardan fi lmin konusunu da çıkarmağa çal ış ır, hası l ! hoşça vakit geçiri rdi . S inema san numarasın ın müşterileri de daha bir başka oluyordu. Bir kere bahşişi fazlaca verirlerdi. Sonra ne hikmetse burayagelen genç kızlann, kadın ların çoğunun eteği sökü lmüş, kopçası kopmuş, b luzu veya kombinezonu yırtı lmış oluyor.du . Halbuki pahal ı sinema olduğundan öyle girip Çıkarken itişi l ip kakış ı lacak kadar t ık ışhkhk da olmazd ı . Kevser hanım bu yüzden , sabun , havlu , kolonyadan ibaret aksesuanna her renkten iğne ipl ik de katmak zorunda kalmıştı . Kad ınlar kısmında iğne iplik, erkek bölümünde ise I�ke çıkarıcı ilaclar pek makbule ge-çiyordu . . .
.
Şimdiye kadar yalnız ve yalnız, büyük vapur helalarında bulunmamıştı . Zaman zaman, acaba onlarda çalışmak nas ı l o lur diye düşündüğü olurdu . Bir iki kere Kadıköy vapurlarında, Haliç vapurlarında oraya girdiği olmuştu . "Delikten bakarsın , alt ında deniz kayar. Ne güzeı , hem edersin , hem gidersin" diye düşünürdü.
Kevser hanı mm çok memnun olduğu Yalova kapl ıcalan hela- . smdan yürütü lmesin i , Halk Partisi taraftan oluşuna yoranlar var. Atlas sinernası ndan ise, Belediye orayı tahliye ettirdiği için ayn l-
257
Anne Hikayeleri
mak zorunda kalmışt ı . Ama işte, buradan da pekala m,emnundu. Iş bitip de odacığ ına çeki l ince, sigarasın ı yakıp çiçekleri aras ında dışarıs ın ı seyrediyor, arada bir de odasında ahbapların ı ağı rl ıyordu. Iş ön lüğü i le başörtüsünü çıkardı mı , bambaşka bir insan o lurdu. Sanki san numaraCi Kevser hanım gider, yerine ümmiliğine rağmen ağırbaşl ı , muide tavırl ı ama hoşsohbet, ama konuksever birKevser han ım gelirdi . Ondan sonra veryansın çene . . . Küçük gazocağ ına cezveler sürü lü r, içeriki sifon gürültülerinin, musluk seslerinin ve erkekler kısmı önündeki , spor maharet atış makinesi hevesIi lerin in tart ışmalan arasında domatesin fiyatından, Valinin teftiş lerinden , güzell ik müsabakası ndan, Moskotların politikası ndan, karaborsadan , piyasa şarkıcı larından konuşulur, gününe göre , her işin ergeç düzeleceği , yahut da M üslümanlığı n e lden gittiği , dünyan ın ancak iki üç dini bütünün yüzü suyu hürmetine durduğuna dair ahkam çıkarı l ı rd ı .
***
Geçen gün ziyaretine gelen bir ahbabından , M eclisteki helaı hade.meliğinin açık bulunduğunu öğrenince, rahatı kaçt ı . Bir kere Ankara'yı oldum olas ıya sever. Sonra böyle yüksek bir yere kapıIanmak, bunca y ı l l ık meslek hayat ın ın bir nevi şeref çelengi olacakt ı . Itibarın ı yeniden yükseltecek . Kaç zamandı r rüyalarında bi le kendini oraya tayin olunmuş görmeye başlad ı . Şimdi kapın ın önünde husus! bir araba duralar gibi olsa, otomobille gelen vekil hanımı , yahut da öbür ünlü milletvekili bayan sanıp dışarı f ı rl ıyor. B ir ele geçirse onları , ayaklarına kapanıp, kendisini kayırsınlar diye yakaracak.
Neylersiniz, böyle gelmiş böyle gider. Yüzünüze güner, büyüklerin pisl iğini temizlemek bi le, bizde forsla, pistonla o luyor.
258
------------------- Ana Hisler
ANA HİsLER Hal ide Edip AD IVAR
Büyük, kestane renginde, içinde hüzün gölgeleri uçuşan gözleri vard ı . Yuvarlak, solgun çehresinde dolgunlukları yumuşak hududuyla zıt olan, üzerlerine öksüzlüğün ıssızlığı çökmüş bükük dudakları vardı . Tavrında düşük bir teslimiyetle, o kadar sakitane derdini taşıyışı vardı ki , görüp de anasız olduğunu anlamamak kabi l deği ldi . Bu çocuk benim üvey kız ım Nesrin idi .
Bu muğlak hisli , e l ellerinde büyümüş yavruyu i lk görünce küçük ruhunda ana eliyle düzelecek ne kadar potlar olduğunu, bütün varl ığ ı kesik, kır ık bir yalnızl ıkla ezi ldiğini anladım. Hemen onu sevmeye karar verdim. Fakat bütün nkkat ve yum'lışakhğ ına rağmen mazi olmuş bir vücuda o kadar anut, vakur bir vefası , kalbini matemiyle kararttığı ananı n yerine gelene karşı o kadar bant bir uzakl ığı ,
' Iakaytliği vard ı ki , kabil deği l onun benliğine akarrüp edemiyordum. Bütün Beyoğ lundan gelen oyuncaklar, bütün onunla arkadaş olmaya çal ışmak için icat ettiğim oyunlar, onun kalbinde ötekini n mevkiinden bana bir karış yer kazandı ramıyordu. Evin içinde yegane sokulduğu vücut annesinin zamanından kalma i htiyar bir bacı idi :. Bana soğuk gözlerle bakan bu dürüst, haşin tavırl ı kad ın ın yan ından ayrı lmazd ı . Anl ıyordum, o bizim kapatmaya çal ıştığ ımız i eski yaraları , eski hatı raları terütaze muhafaza ediyordu. ,
Onun benden en çok kaçtığ ı zamanlar babas ın ın onu bana ısındı rmaya ce ht ettiği günler idi . O zaman babasın ın unutkanl ığını tayip eden manidar bir serzenişle nemnak gözleri açı l ı r, hafifçe içi-
259
Anne Hikayeleri
ni çekerek bir köşeye büzülür, hiçbir şey durgunluğunu, sükOnetini izale edemezdi . Bu çocuk gözlerinin temiz, fakat hayatı anlamayan deri n nazarlan karş ıs ı nda mevkiimi fEma , hem pek fena bulmaya başlamışt ım. Çoktan toprak olmuş bir kadın ın yerini tutmak bir kabahat olmadığ ın ı ona nası l anlatabilirdim. Bazen bu evden, bu büyük gözlü mahzun çocuktan kaçmak, onun anac ığ ın ın mukaddes hayalini rencide etmemek isterdim. Bazen de benim yerime gelecek bi r kad ın ın onun i nce kederlerini , ana yoksulluğundan bütün etrafına yerleşen mağmum, çekingen durgunluğunu anlamayarak onu rencide etmesi i htimalini düşünür, o vakit onu alayışs ız e llere, i nsafsız tesadüfe tevdi et'!leye k ıyamazdım .
Çok �amanlar onu kendime ıs ınd ırmak eme liyle uğraşt ıktan sonra muvaffakiyetsizliğimden meyus olarak çeki l ir , sükOt ederdim . Beni düşkün gördüğü bu zamanlar yavaşça yanı ma sokulur, hassas gözlerinin mütevazı , mutazan nazarlanyle beni sevemediğinden dolay ı benden af d i lerdi .
Bana geliyordu ki eğer Necibe Bacı haşin , bulanık gözleriyle daima ona hatı rlatmasa, geceleri onun başı nda mazin in uzun karanl ık köşelerini teşhir etmese bana daha çabuk al ışacak ve beni sevecekti. Bunu bir gün babasına söyledim. Her sözümü bir kanun diye kabul eden bu adamın halim çehresinden medit bir acı' uçuştu . Öksüz yavrusunu hayali bir darbeden muhafaza ediyormuş gibi e llerini kaldırd ı ; "Sakın", dedi "sakın onu bir tek tesellisinden mahrum etme." O zaman zevcime karşı biraz h iddet, fakat babalığına karş ı birçok hürmet hissett im. Fena bir kadın o lsam onu bana h ırpalatmayacaktı . Bununla beraber, onu bazen bahanelerle hizmetçi lerin yan ına göndermesi , bana ısındırmak için Nesrin'in el im bir anlayışla h issettiği ısrarlan vard ı ki , çocuğunun kalbinde b ı rakt ığ ı derin , y ı rtıcı izlerin çizildiği ni görüyorum zannederdim . . . . Ah erkekler!
Art ık ben de yavaş yavaş Nesrin'in hayat ına fazla neşe serpmenin yolların ı öğreniyordum. Bana geliyordu ki kendimin anne olmak ümidim kati leşeli onun bütün eksikliğini taktir ediyordum; onu ü rkütmeksizin hayat ındaki kaygı ları izale edebi l iyorum. En çok onu babasıyle yaln ız b ıraktığ ım zamanlar ve evde hakimiyetimi hissetti rmediğim günler bana daha ziyade yaklaşı rd I .
260
-""------------------ Ana Hisler
Fakat şu hareketimin evin intizamın ı bozduğunu, hizmetçilerin itaatsizlik etmeleri ni i ntaç ettiğini görüyordum. Bir gün odaların ın önünden geçerken Necibe Bacı 'nın haşih sesi : "Artık Bey'in yanında düdüğü ötmüyorlf diyordu . Bu , izetinefsimi şidqetle sarstı , kulakIanmda müthiş bir uğultu i le merdivenleri ç ıkmaya başladım. Acaba cidden zevcimin yanında nüfuzumu kayıp mı ediyordum? Çocuğuyle bulunduğu zamanlar nas ı l manevi bir beşaşetle gözleri parlıyordu? Acaba bunun ne kadarı maziye rapteden hatı rata raci idi? Bu endişe beni acayip bir yalnızlıkla müteezzi ediyordu. Yoksa kıskanıyor muydum? Mazisi beyaz, hat ı rası başka çehreleri n, başka hayatların resimlerinden ari erkek var m ıd ı r?
Bu h ırçın asabi düşünüş çok sürmüyor, zihnim henüz çehresini görmediğim yavru ya gidiyordu. Belki ben de onu yabancı ellere bırakarak hatırasını kıskandığ ım "benden evvelkilinin serviler alt ında dinlendiği .<aranlık yere gidecektim. O zaman? O zaman acaba gelen kadı n çocuğu ma nası l muamele edecekti? Geceleri sOğu
'k bir
terle, bu müziç düşünce zihnimi t ı rmalayarak uyanıyordum. Hele Nesri n'e, Nesrin 'in en çocukça arzusuna karşı o kadar istekle koşuyordum ki. . . Kim bilir, bu gayretim, bu ana h issim belki çocuğumu h ırpalanmaktan kurtarırd ı ! Daima yaşamak için, fakat yaşayamazsam benim başka bir kad ın ın çocuğu na karşı beslediğim müsaadekar, geniş rikkati çocuğuma gösterecek bir kadın ın evimize gelmesi için dua . ediyordum.
Nesrin uzun sükunetimden , üstünde kara düşünceler dolaşan buruşuk, mustarip aln ımdan ürküyordu. Hatta bir defa mezarı karşısında gören bir ananın endişeleri ne belki aşina çlJ<an büyük gözlen yaşararak: "Ninemin de yüzü beni bırakmadan evvel hep böyleydi" dedi . I şte o zaman anlayamadığım bir hüzünle gözlerimden yaşlar boşanarak kaçtı m.
***
Uzun, acı hastalığım artık iyileşmeye yüz tutuyordu , fakat yaras ı kapanmayan, ba,şluğu' dolmayan zaval l ı yetim kalbim! . . Küçük kadife el leriyle, pembe ipek çehresiyle onu kara topraklarda tasav-
261
Anne Hikayeleri
vur etmek hayal-i fecii l . . Yağmurların, karların sızdığ ı , belki kurtların hücum ettiği küçük tabutunun rutubetini , bürudetini , kimsesizliğini duyan gönlüm daima büyük, kara, kadit bir elin buz gibi temasıyla raşedard ı ! . .
Duvarların e n ufak hususiyetini , tavanın e n s�çilmez hatların ı biliyordum. Bütün g ü n arka üstü gözlerim tavanda, ölümü bekliyordum, fakat iyi leşiyordum. Hatta zorla iyi ediyorlard ı . Zevcimin beni kaybetmek korkusuyle solan hal im, müşfik çehresi başucumda ölümle pençeleşiyordu . Bir gün yanaklarımdan sessizce damlayan ruhumu n yaşlarına bakarak: "Zaval l ı kadın", diyordu, "sen Nesrin'i çok severdin, niçin onunla mütesell i olmaya çatışmıyofsun?" Bilemerp, nası l bir acı i le isyan ettim, "Sus" dedim, "kendi yavrumun yerine başkasın ı nası l koyanm?" Fakat o anda zihnimden bir mukayese geçti . Kendimi Nesri n'in bir sene evvelki halinde buldum. Babası beni anas ın ın yeri ne koydurmak içi n uğraştıkça nası l o nun gözlerinde serzenişler uçard ı . Şimdi anl ıyorum ki , kimsenin yerine konmuyor! Hususiyle ana i le çocuk!
Rüzgarlar pencerelere çarpıyor, servi lerden, uzak, tehditamiz bir in i lU geliyor . . . . Karlar ayı n donuk, bu lan ık ziyası nda uçuşuyorlar. . . Soğuk . . . Tabiat ı n bu dehşet velvelesi aras ında yavrucuğumun minimini bükası var mı? Bu elim, bu korkunç acz i le yatakta doğru ldum. Kaç aydı r, -yeis ve fe laketle sarsı lan zihnim tarumar oluyor, hüviyetim zehirli küçük zerrelere ayrılıyordu . Acı acı haykırdım. O mahuf ıss ız, soğuk servilikteki yavrumun vücudunu h imaye için bu soğuk kıyametine, bu i nsafsız kar f ı rt ınas ına atı lacaktım . Ben kapıya doğru ayaklarım çıplak koşarken birdenbire kapı açı ld ı . Nesrin, üvey kızım, uzun beyaz geceliğiyle, keder çekmişlere mahsus bir rikkat, felaketzedelere aşina çıkan bir melal dolaşan yumu-
, şak gözleriyle yanıma'geldi . I lk defa, isteyerek ve severek ahenktar sesiyle :
- Anne, anne!
dedi ; ve bir f ısı lt ı derecesine i ndirdiği sesinde müşfik bir samimiyetle devam etti :
- Kardeşim için korkuyorsun, deği l mi? Fakat benim annem
262
--------�--------- Ana Hisler
kaç senedir orada; korkma; kardeşimi koynuna al ır yatar, hem bil, sen nası l sarı l ı r da insan ı ısıt ı r?
Şen koltuğun üstünde h ıçkı rı rken o ufak kol ları boynumda: "Ben de artık senin çocuğun olayım; olmaz mı?" dedi . Şimdi benim küçük öksüze ihtimamlanm beyhuda Olmadığına, yavrumun harap mezarl ıklarda bir kad ın şefkatine bir kadın ın boş kollanna sığ ınd ı ğ ına yanı k ruhum inanmak istiyor; küçük Nesrin annesine arkadaş yolladığ ım kardeşine mukabil- kalbimi ısıt ıyor ve boş kol larımı dolduruyor . . .
263
Anne Hikayeleri --======-==-----------
YOL VER DENİZ ! Hal ikarnas BAl IKÇ ls l
ANA TAŞıYORUZ
FATMA BEŞ ALTı GÜNDÜR, doğum sancısıyla k ıvranıyordu. Ama çocuğu bir türlü doğuramıyordu . Doktorun çocuk doğurtmıya yarayan IAvtasl , şusu buso yoktu. "Kadını acele kayığa bindirip Rodos'a götürmezseniz, kad ın da, çocuk da mutlaka ölür," dedi . Fatma'n ın h.ıs ım akraba ve konu komşusu, o küçücük kentin limanı kıy ıs ı na s ı ralanan gemici kahvelerine koştular.
Basık tavanh gemici kahvelerinde, gemici ler prafa, altmışaltı ve fiti l oynuyorlar; nargi le tokurdatıyorlar; içtikleri sigaraların iz maritlerin i yerlere atıp topuklariyle eziyorlard ı . Dışarda ise yetmiş ya-o şındaki i htiyarlarm bi le bir eşini daha hatırlamadıkları , koca bir f ı rt ına yüzyı l lar görmüş ulu ağaçları saman çöpü gibi, yere çarpıyo r, çiğniyor, denizlere dumanlar att ı rıyordu.
Fatma'n ı n kahvelere koşan soyu sopu gemcilere vard ı lar. "Haydi kalk ın ! Rodosla g ideceğiz!" dediler. Gemici ler omuz si lktiler. "Rodos'ta iki kere ikinin dört ettiği gibi su�an olacağı mızı bi lsek bi le limandan demir kaldırmayız. Deli misiniz yoksa? Bu havada çıkmak boğulmak demektir. Şu kası rgaya avuç kadar yelken göstermiye gelmez," diye bağı rd ı lar. Gene iskambilleri masalann üzerinde şaklatmıya devam ettiler. Ama ölmekte olan bir anayı ve çocuğu kurtarmak için Rodos'a gidi leceğini duyunca, hemen hemen bütün gemiciler hep birden ayağa kalktı lar; ve hepsi de gönüllü o larak g itmiye kalk ışt ı lar.
• h·
264
• b
---------� Yol Ver Deniz! Bir Ana Taşıyoruz
limandaki iki yüz kayığın içinde en denizci ve yol lusu Davut Kaptan' ın "Yatağan" adl ı tirhandil iydi . Ama yetmiş taytayla gidemezdi . Gönü llü gemici ler arası nda on kadannı kur�a çekerek ayırd ı lar.
Ihtiyar Hüseyin Dede de bunların arasındaydı . Oniki yaşı ndaki torunu ta nedenberi büyük yelkeni i le seyahat etmiye can atıyordu. Açık denizlerin kokusunu kapmaması , ve kendini denizci liğiye vermemesi için, babası kayığa binmeyi ona yasak etmişti. Çocuk, "Yatağan" ı n Rodosla gideceğini duyunca kayığ ı n palamanndan t ı rmanarak, usulcacık içeri girdi ve başaltına saklandı
. Fatma'yı sedyeyle gemiye taşıdı lar. KaYiğuı ambarına koydular. Fırtınaya rağmen kayığın bütün yelkenlerini açacaklard ı . Çünü kad ın ı ölmeden yetişti rmek gerekti . Yelkenleri issa ederken yi rmi gemici hep bir ağızdan "Savulun dalgalar, . engine gidiyoruz! . . . Yol ver deniz, biz denizciler geliyor," şarkısını tutturdular. Tam pupa gidecekti . Ön ve arka direklerin büyük randa yelkenlerinin birini sancak , ötekisin i iskele taraf ına, ayı ku lağı açtı lar. Bu i ki ye lkenden başka bez namı na kayığ ın ne kadar kanadı varsa hepsini üstüste gerdi ler. "Pupa kas ı rga, yan limanl ıkt ır" diyorlard ı . Sağnaklar yelkenleri n içine at ı ı ınca : bütün güverte çatırdadl . Direkler kamçı lar gibi öne eğildi ler. Atı lan bir topun dumanları içinde kız ı l a levin şimşeği nası l çakar ça, dumaniarı aşarsa, "Yatağan"da tozu dumana karıştararak öyle f ı rlad ı . Serpinti, bir yangının ateşleri gibi , direk uçlarından daha yükseğe savruluyordu. O kapkara f ırtına içinde, gemi zindanda öten bir kuş gibiydi . Gülüyordu, sevinç çığl ı klan sa/ıyordu . Uçuşuyle ren k üzere renk saçıyordu. Provası , sevgi lisin in gerdanına gömülen sevgi ve sevinç gibi bembeyaz harl ıyan köpük-lere boğu luyordu. \
Kayık böyle sallan ı rken, Hüseyin Dede'nin oğlu gizlendiği yerden çıktı . Art ık onu geriye veya d ışarıya kovamazlardı ya! Çocuk birkaç tokat ve tekrneye ise çoktan razı idi. Kızmasına babası kızdı , ama darı ımanın ı azarlamanın s ı rası deği ldi . Ara s ı ra gemici ler, birer ikişer ambara iniyorlard ı . Güverteye sevine sevine dönüyorlar, . ve kad ın ın hala sağ olduğunu, dişini sıkıp gayret etmekte olduğuhu öteki lere müjdeliyorlard ı .
.
265
Anne Hikayeleri
Artık yolun çoğu aşı lmışt ı , azı kalmışt ı . Sömbeki adasın ı kıy ıtarken , uçurumlar, dağlar panik verircesine son burnundan kurtulduktan yarım saat sonra Rodos'ta limana demir atacaklardı . "Yatağan" sulara kıvılcımlar atarak, burundan f ırladı . . . Ama neydi o? Bütün gözler dehşetle faltaş ı gibi açı ld ı lar. Tam önleri nde ve pek yakın larında, kapkara bir tornad, dev bir topaç, bir huni gibi diki liyordu . Deniz mürekkepten miş gibi kararıyor, ve canl ı imiş gibi de ufuktan ufuka kadar tiril ti ril burgaçlanıp helezonlanı rken , titriyor, bel çalkal ıyor, daral ıyor, y ık ı lası geliyor, genişliyor, ama bozulmuyor, denizcileri o lduğu gibi e miyor, soluyor, içiyor, bulutlara çıkarıp, oradan dört bir ya'na savuruyordu. Denizde başlayıp göklere varan bu kara ejderin karşıs ında kayığ ın bir toz parçası kadar haysiyeti yok-tu .
Davut Kaptan hortumu sağ ından ve solundan geçmek üzere dümen kıramazdı . Çünkü kası rganın öylesiyle, ve ayı ku lağı biçiminde açı lmış armasiy le , tam pupadan k ı l kadar ayrı lmak kayığa birkaç takla attırmak demekti . Rüzgar tam ensesinin ortas ına çarpmak suretiyle dümen kul lanmak zorundayd ı . Bütün gemiciler ölümün esneyen ağzına doğru uçuyorlard l . Tom ad'dan kaçmak içi n dümeni aı buçuk sancağa ya d a iskeleye basmak, yelkenleri alt üst ederek gemiyi alabora etmek demekti . Yapı lacak başka iş yoktu , tornad'm ta gözüne işleyeceklerdi . Kurtulurlarsa iyi , kurtulumazlarsa kara bahtlarına idi .
Bir ümitleri vard ı . Kayık tam tornad' ın içine dalacağı zaman, . onu n içine bir bomba atmaktı , dinamitin patlamasıyle çıkacak gaz
larla, hortumun içindeki boşluğu doldurarak, onu yok etmek vard ı . Bombayı hazırladı lar.
Ambarda yatan kad ın ın ö lüme gittiğini duymaması içi n gene hep bir ağ ızdan "Yol ver deniz, denizci ler geliyor!" şarkıs ın ı tutturdular . Yürekleri miz patl ıyacaksa, türküyle patlas ın diyorlard ı . On gemici ve bir de Hüseyin Dede'nin torunu güverteye yirmi iki topuk vuruyorlar, vezne göre başlar ın ı sal l ıyorlard ı . Denizin gürleyişini , tornad' ın h ış ı ldayış ın ı , savruntularını şakı rdayış ın ı , rüzgarın çığ l ı ğ ın ı tü rkü leriyle boğuyorlard ı . Ambardaki kad ına, ö lüme deği l , selamete varı lmakta bulunulduğu duygusunu veriyorlard ı . H iç 01-
266
--""""==------- Yol Ver Deniz! Bir Ana Taşıyoruz
mazsa onu son dakikaların işkencesinden kurtarıyorlardı . Fatma, art ık limana varı lmakta olduğunu sanarak güıümsüyordü.
Davut Kaptan elde dümen yekesi , bir mermer sütun mu ş gibi dimdik duruyordu. Tornad'a bakan gözlerinden sanki ateş çıkıyordu. Dudakları bi r çelik tel gibi geri l i idi . Kerpeten gibi kıstığı dişlerinin iki sırası şimşek çaktıkça ağrıyordu . Denizde feci bi r yoksulluk hali vard ı . I htiyar Hüseyin Dede, torununu bağrına bast ı . "Ah yavrum, neye geldin?" diyecekti . Ama demedi . "Söyle oğlum ! haykı r. Benimle beraber haykır. Yol ver deniz, gemici ler geliyor! diye söyle" diye haykırd ı . Çocuk güle güle olanca sesini türküye veriyordu. Büyük insanların sesleri arasma çocuğunki yürekte cız eden bir tizdi .
Gemi bütün yelkenleriyle atak bir kartal gibi kara tornad'm ta içine davrandı . Kuduran suları parçalar gibi yırtarak i leri atı ld ı . Bombanı n gürültüsü bulutları sarst ı . Ama tornad'ı k ı ramad ı . Gemici lerin "Yol ver deniz ! Denizciye !" diyen avazı , hatta dinamitin çakış ından da daha üstün harladı . Tomad gemici leri , sanki o nlar bi r güz yaprağı i mişler gibi , yükselen şarkı larına ve uçan yelkenleri ne dolaya dolaya havalara savurdu. "Yol ver gemiciye!" diye öten şarkı , bulutların gürliyen şimşeklerine karışt ı .
Tornad bütün armayı , bütün güverteyi si lip süpyrmüştü. Bütün tayfayı işiti len ve sönen birer musiki notası gibi a l ıp götürmüştü. Ama bombanın etkisiyle olacak, kayığın teknesini kald ı ramamışt ı . Ambarda Fatma'n ın "dur yavrucuğum, sus yavrucuğum !" diyen sesine, bir dakika önce doğurmuş olduğu insan yavrusunun ağlaylŞI karışıyordu. Bozulan hortumun göklerden i nen sularına, bu lut aral ığ ından çakan güneş ış ığ ınm yedi rengini sal ınd ırıyordu . "Yol ver deniz ! Gemici ! gemici ! geliyor" türküsü yeni doğan insan oğluna hale mi olmuştu acaba?
267
Anne Hikayeleri --�-------------
KADıN VE ÇOCUK Hal ime TOROS
"Ay nas ı l da büyümüş bu ufakl ık" diyerek üç yaşındaki oğlunu sevdikleri nde, baş v,e i şaret parmakların ın aras ından "bıcı bıcı" döktüklerinde oğlunun yanağına . . . Sihi rl,erinin niye bu kadar geri ldiğini kim anlayabi l i r? Kime anlatabi l i r bu "bıcı bıcı" lan üzerine al ı nd ığ ın ı? . "Ya, nas ı l da büyüdükıl diye cevaplamışt ı bir gün , bu hep yinelenen anlamsız soruyu. Şaş ırmışt ı karşlsmdakL Herhalde görmeyeli çok değiştiği ni ya da bunalı m filan geçirdiğini düşünmüş olacaktı . "Nası l da büyüdükOlün ne anlama geldiğini ona söylemedi. Kimselere söylemedi , ona söylemediği gibi . Belki gün gel ir öğrenirlerdi. Gün gelir, onun bu sözü söylerken haklı olabileceğini yaşantılarından ç ıkarı r, eski ev adresinden aramaya kalkarlard ı .
"Bunun için söylememiştim onlara, oğlumun büyüme sürecinin benim akh mdan ve bilincimden , öfkelerimden ve zamanıımdan daha ayrı düşünü lemeyeceğini . . . , Bu sözlere dökü lemezdi . Ancak yaşadığında doğru lanabil irdi . O halde, b ıcı bıcı , ne güzel de büyümüştük."
Kad ı n ve çocuk iki arkadaştı . I l işki lerin i böyle belirlemişlerdi . Onun için çocuk, kutukutupense oynarlarken, "Arkadaş ım anne , arkasın ı dönse" diyordu . Nedense başka çocuklara da i htiyaç h issetmiyordu. Seçiciydi çocuk i lişki lerinde . . . Gelişimi ise çok h ızl ı . O kadar ki dik ve kararl ı bir çizgi çiziyor yukarı lara doğru . S ı rt ındaki dağarcık torbası daha şimdiden bir y ığın bilgi i le yüklü . Nelerin ne
• h
268
. h
---------------- Kadın ve Çocuk
zaman bi li nebileceğine dair büyük yarg ıs ın ı çürüttü çocuklar. "Büyümüş de küçülmüş sözünü hiç sevmiyorum. Belki küçült
müş de büyümüş denebi l ir böylelerine . . . " Yaşadığı günleri , kad ın ı , kelimeleri , nesnel�ri minik el leri tor
baya doldurmaya çal ışıyordu . Bunu yaparken yüzünde oluşan ciddi ifade ile ona yaşl ı bir insan havası veriyordu. Kadın ın yüzüyse bu ifadeye z ıt b ir çocuksuluk i le yükıüydü.
Çünü ona doğru eği lmişti . . . . Ayağı kaymışt ı , tutunam�mışt ı . Aşağı lara doğru kaıyordu. Öyle hissediyordu kendisini . Bütün yamaçlar gibi çıkışı zor olduğu nisbette inişi kolay, Çocuk kad ına, kad ın çocuğa doğru yaklaşıyordu. Belki de bundand ı , çocuğun mu kendi yaşına çıkt ığı ya da kendisinin onun yaşına i ndiğini anlayamaması . Kad ın "RIOleri söylebil iyordu, çocuk söyleyemiyordu . Çocuk alt ına yapıyordu bazen, kadın yapmıyordu. O, i stediği zaman kad ın ın s ı rt ına binebi l iyordu , kad ı n binemeyeceğin i b i l iyordu . Onun diş çıkarı rken salyalan akıyordu, geceleri durmaksız ın ağl ıyor, huysuzluk yapıyordu. Calsiyum Granül veriyordu hemen, dişleri çıkıyordu. En nihayetinde doktor, bu münasebetsiz dişi yararak çekmek zorunda kald ı . Doktora giderken çikolata, oyucak isteyemedi . Ağlayamadı bi le geceleri . . .
Kadın kitabı tersten okuyamıyordu (Gözleri ağrıyordu, ) çocuk okuyabil iyordu . Kad ı n ın resimde h iç yeteneği yoktu. Ama çocuk bütün çizdiği çizgilerle bir şeyler yapıyordu. Daire yapıp bu salyangoz diyordu, kesik kesik çizgi ler isminin yazı l ış ıyd ı . Orgun tuşları üzerinde dolaşan parmakları bile çok hünerli olmalıydı ki , eve gelen konuklar onu alkışhyorlard ı .
Ben "fi lan" sözcüğünün, "teklif" sözcüğünün yenmeyeceğini biliyordum. O, yemek iç in ısrar ediyordu. Hem de öylesi bir ısrar ki ,
\ dakikalarca ağlad ığ ı o luyordu . Yavaş yavaş onun yemek istediği bütün sözcükleri çıkarıp attım dağarcığımdan. Ama "R"lere "Y" dememek için zor ısrar ettim."
"R"lere "Y" demernek için çok ısrar etmişti ama bunlara ald ı rmayacak kadar olgu ndu çocuk. Önemsiz anne kaprisleri . . . Onu çok seviyordu çocuk. Onu bütün oyuncaklarından daha çok sevi-
269
Anne Hikayeleri ---------------yordu. Fakat çok sevdiği oyuncağın sürekli oynanmaktan sıkı ld ığ ın ı görmezlikten geliyordu. Oysa kadın başka oyuncaklar da.oyna:- ' mak i stiyordu başka kifilerle. Çocuk oyuncağ ın ı çok kıskanıyordu ama. Babası ndan bile k ıskanıyordu onu . Bu yüzden ayısıyla uyumaktansa aralarında yatmayı tercih ediyordu.
"Bana yapt ıklar ın ı kimseye yapmıyordu . Kimsenin e linden kitabın ı çekip almıyordu. Gazetesini orta yerinden yırt ıp üstüne oturmuyordu . Yemekte benden başka kimseyi rahatsız etmiyordu ."
Çok k ızdı kadın . Onun için , laz ıml ığa birl ikte oturma teklifin i reddetti . Bütün alışkanl ıkların ın , bütün zevklerinin, tutkuların ın bir kleptomanın avuçları nda tutulduğu nu sanıyordu. Hem de elle tutulamayan şeyleri çalan bir kleptoman . . Şarkı lar gibi . Şarkılarını nası l çald ığ ın ı çocuğun, kimselere anlatamadı . Çünkü bu suçun cezası yoktu. Aksine bazı insanları bu suçlarla suçlamanı n cezası büyüktü . Bunu , kad ı n bi liyordu . . .
"Benim bildiğimi başkaları d a bi lseydi , belki onu Islahevi'ne ka':' pat ı rlard ı . Çok zar�rl ı bir a l ışkanl ık çünkü bu. Öyle olmal ı !"
Suçtu gerçekte bu . Çünkü kadın ona yeşi l ördeklerin yüzdüğü ı rmaklardan, s ın ıflan dolduran okul lu iardan , mini mini kuşlardan bahseden şark ı lar öğretmeye çal ış ı rken , o, ömür boyu sürecek sevgi lerden , t ık ır ında ekonomi lerden m ı nldan ıyordu . Kulakların ı terbiye edememişti çocuğun . Terbiyesiz kulak, kleptoman kulak kad ı na ait o lan şeyler çal ıyordu.
"Bütün kasetlerimi kaldı.rd ı m divan alt ına. Ondan k ıskandığım bütün kasetleri . . . Fakat o bunu farkettiğinde yanaklarımı okşad ı . Kaybolduğunu sanıyordu . Gelişmemiş mercimek tanesi dişlerin in arasından "Üzülme" dedi . "Ben sana a lı n m". Çok utand ım o zaman. Ağlamaya başladım. Ama o ağlamadı . Ağlatamadım. Ikili koltuğa b ırakıverdim kendimi . "Böyle üşürsün , üstüne yorgan al , ama gerçekten ! . . . " dedi . Üzerime yorganı alsam kundaklandığımı hissedecektim. Üzerime yorganı ,alsam, belki biberonunu da isteyecektim ondan. Hemen doğruldum. " Istemem!" dedim s�rtçe. Çok üzüldü . Dudakların ı büidü. , Işte çocuk olmuştu . Intikamı mı aımış-tım işte. Herkes evine, evi o lmayan . . . " .
270
• b
----------------- Kadın ve Çocuk
Göğsüne yasladı çocuğu . Sevdi . . Çocuk kadın ve kadın çocuk bi rbirlerine sarı ldı lar s ık ı s ıkıya. Çocuk oğluna hepten çocuklaşması için hemen kakaolu pudding getirdi dolaptan. Kendi büyüklüğünü kan ıtlamak- içinse te levizyonu açt ı . Saat akşamı n sekizini gösteriyordu. Spiker o bi ldik temposunda, i lk haberi veriyordu televizyon izleyicisine : "Dün yurdumuzu ziyarete gelen Çekoslokvakya devlet başkanı , bugün say ın Cumhurbaşkanımızia yaptığı i ki görüşme sırasında, ü lkeler arası ndaki ekonomik, kültürel i lişki lerin daha da iyiye gitmesini temenni ettiğini söyledi. Saat onbeşotuzda köşkten ayrı lan . . . " Kapattı televizyonu. Bu esnada çocuk, puddingin üstündeki beyaz şeylerin ne olduğunu sordu . Hindistan cevizi" dedi. Çocuk muzipçe güldü . "Hayıi" dedi . Çekoslovayvay! kabul etmeye kesin kavga çıkard ı . "Peki" dedi , Pddingin üzerindeki Çekos-
. Iovakya. Hindistancevizin in ise bir ü lke o labi leceğini düşündü kad.ı n . Neden olmasın? . Çekoslovakya devlet başkanı onu hiç i lgilendirmiyordu . Diğer programlar da öyle. Bütün programlar o nu n zaman"ı nın d ış ında . . .
"Hindistancevizi ü lkesi beni daha çok i lg ilendirmeye başladı galiba. Bu ülkede her şeye itiraz edebil irim. Yüksek sesle haykırabiiirim. Bu ülkenin bütün bireylerini avucumda toplayıp ezebil ir, tatI ı larımda, pastalarımda kullanabi l irim. Fakat keşke bu kadar küçücük, bembeyaz ve yumuşacık olmasalard ı . Nasıl kıyabi l iri m onlara? ...
Kıyamazdı da. Hindistancevizi ü lkesinin lideri toplumunun bütün üyelerini dünyanın dört bir yanına - rendesinden geçirerek -üflemişti . Ne canayakın insanlard ı !
"Hep yanıbaşımda h issediyorum onları . Çekoslovakya devlet başkanından daha gerçekler üstelik. I lişki lerin iyiye gitmesini temenni gibi soyut laflar da ü retmiyordu. Doğrudan kendi lerini sunuyorlar insanlara. I nsanl ık uğru na kendi leri ni feda ediyorlar. Size kendimi çok yakın hissediyorum beyaz bireyler . . . "
Kad ın düşleri nde oyalanırken , çocuk bir devleti yok ediyordu pudding kasesinde. Bir devleti küçük kaşığ ıyla ayarak ağz ına .atı yordu . Sonra hep ağladı o gece . Kolay mı koskoca Olkeyi yemek.
271
Anne Hikayeleri
Hazımsızhk tabi . Bana bir daha Çekoslovayvayh puding yedirme gibi bir şeyler söyledi kadma. "Kaynı m ağyıd ı ." Kalmadı ki zaten , hepsini yedin , dedi kadın . Kalmadı sözü onu n e kadar d a sinirlendirdi . Bu kez, niye yok diye ağlamaya başlad ı .
"Sahte öfkelerime bürünmemi istiyordu yine. Sahte gülümsemelerime. Oysa gözlerim ve dudaklanm çok kısa bir an içinde hem öfkeyi hem neşeyi bi r arada yaşamaktan yorgun düştü . Onu korkutmak, kendime acı nd ı rmak, sindirrnek için başka yollar bulmal ıyım."
Haklıyd ı söy.lediği nde. Çünkü surat ın ı asmadığ ı takdirde, avaz avaz bağ ı rmadığ ı takdirde, çoraplannı , ayakkabı lan giymiyordu. Böyle yapmadığ ından yemeğini yemiyordu . Ya da oynamamasın ı istediği b i r nesneyi yerine koymuyordu . Dövebil irdi belki. Öldüresiye hem de. Ama H i ndistancevizi ü lkesi insanlan g ibiydi çocuklar
. da. Onları avucunuzda ezmeye kalkışmak, küçüldüğünüzü hissetmekten başka ne olabil ird i .
"Bunu sanırım bi liyordu oğlum. Bunu, e limi kaldırıp da vuramamalarımdan, dişleri s ıkmamdan bi liyordu. Bunun için üstüme geliyor, küçülmemi görmek istiyordu. Utancımı . . . ' "
Öyleyse ç ı lg ı n bağı rmalarından sonra surat ın ı asıp oturmaktan başka ne yapabi l i r? Çocuk için sürekli tekrarlanan zevkli bir oyundur bu. Önce annesi bağ ırıp çağ ı racak ve küsecektir. I şte bundan sonra giysi leri ni , ayakkabıs ın ı toplayıp gelecektir yanma kadın ın .
Güzeı , güze lim . . . Hadi giydiL ." diyecektir. Yanağın ı okşayacakt ır belki ya da boynuna sarı lacaktır, Tam da burada kadın, yüz hatlarmı gevşetip ona gülmelidir. Çünkü oyunun kural ı bu . Kad ın bu kural ı hep bozmak istedi . Kural ı bozduğunda neler olabi leceğin i tahmin etmeye çal ıştı . Anne sevgisi denen şey buydu galiba. B i r anne olarak çocuğunuzu ancak bu kadar itebit irdiniz. Onun müsaade ettiği ö lçüde, bir oyuncunun s ın ı rları içinde . . .
" Işte yine gülümsedim. N e tuhaf ! Istediğim zaman avaz avaz bağı rabi l iyor, istediğim zaman güıümseyebiliyorum. Yüzü m sanki
272
----------------- Kadın ve Çocuk
benden ayrı l ıp legoların ın , tabancasın ın , topunun masan kitapların ın arasına karışmış. Onu s ıra s ı ra görür gibi o luyorum oralarda. Yüzümü bile çaldı i şte !"
"Gülümse !" diye emrediyor yüzüne. Gülümsüyor yüz . Kahkahalar at, avazın çıktığınca kırışt ır yüzünü, ağla diye bir dizi emir veriyor. Yüz hepsini mükemmel bir biçimde yerine getiriyor. Duygularının ve akl ın ın , duyguların ın ve yüzünün, çizgili ve çizgisiz kasIannın, eklemli ve eklemsiz yerlerinin, yağ dokusunun ve kıkırdak sonra . . . Bütün bunları bi r arada tutan deriden bir yol bulup ayrı ld ığ ın ı ve döküldüğünü farkediyor.
"Saylikl i i nsanlann dil inde buna anarşi deniyür ülmah . Deri leri sağlam ya da öyle görünmesini beceren i nsanların . . . Allah muhafaza! Bir duyarlarsa . . . Bunu bir duyarlarsa . . . Toplumun sağl ığı n ı korumakla görevli . . bütün güçlerden . . . çok korkuyorum.
273
Anne Hikayeleri --=====---==-======--------
ANA ÜŞÜMESİ Hüseyin SU
Kapıyı arkasından çekince, açı lan boşluğu doldurarak içeriye doğru yürüdü kar. Tüm, bedeni birden üşüdü. Sabaha değin sürüp doldurmuştu evin duldada kalan ö nünü. Kapın ın yarıboyuna çıkmıştı Ç ığ. Rüzgar köşe bucak dolaştı evi bir anda. Hemen çocuklar ın yataklarına giderek yorganlarım iyice bast ı rd ı , başlarına değin çekerek. Sonra da küreği aldı , önce içeriye göçen karları att ı , ardından ahınn yolunu açmaya koyuldu .
Hayvanlann saman/arın ı verdikten sonra çocukların yan ına döndü . Evlerin kapısı yeni açı l ıyördu tek tük. Bacalardan dumanlar çıkmaya başlarnamıştı daha. Damlardaki karların kürünmesini daha sonraya b ırakarak suyla i l işki kurdu : Ellerini , yüzünü, kollarım ve ayaklarım yeni günle tanıştırd ı . Alnını da toprakla: Her gün yeniden başlayan yaşam için hay ı r di leklerini sundu el lerini uzatarak. Titreye,n yüreği bi r tüy denli yeğniydi ellerini yüzüne götürdüğünde. Tülbendinin ucuyla almndaki toprakları silip, yanaklarım kurulad ıktan sonra ellerinin üzerine yüklenerek doğruldu . Eklem yerlerinden çatırtı lar çıkıyordu, rüzgarda sallanan çürük, y ı l lanmış ağaçlar gibi .
Pencere yerine, duvardak, oyuğa çamurla tutturu lmuş küçük bir cam parçasından dışarıyı görmeye çal ıştı uzanarak. K ış ın kan·· n ı , f ı rt ınas ım: baharın uyanış ın ı , kısaca bir yaşamı bu cam parçasınpan izlerdi . Evin içine akşamın alacası ! sabah ın morluğ u gibi'
274
• b
Ana Üşümesi
koyu beyaz bir ıŞ ık vuruyordu. Sabahın ayazı kesiyordu adeta elleri , ayaklar ı . Bugün de gidemeyecekleri korkusu soğuk soğuk dolaştı içinde. Kaç gündür güneşin görünmesini , havanı n azıcık açmasın ı bekleyip duruyordu. Sabahlara değin duvarlan zehirli bir yılan di l i gibi yalayan f ırt ınanın "vuuu !" seslerini korkuyla din ledikçe, kafası nda "uuuun!" çığl ıkları yankı lanı r, gözleri boşlukta savrulan un çuvallann ı arard l .
S ıvalan dökü lmüş, duvarları yarı lmış bu küçük evin üzerine , kıŞ, uzun ve soğuk gecelerde, uğuıtusunu daha da artı rarak, sanki inatla yüklenirdi . Duvardaki küçük cam parçalarına vuran kar taneleri , sabaha değin "Kapıyı açı n" diye f ls l ldardL Kapı aral ığ ı ndan, duvarlardaki yanklardan, yarısı karla örtülmüş el kadar camlardan yaratıklar içeriyi gözetlerierdi . duvarları n diplerinde y ığ ı lan karlar, e lleri değnekli , uzun ak sakall ı yaşl ı lard ı . Kapı birkez açı lsa doluşacaklard ı içeriye tümü. Değneklerinin ucuyla şu cam parçalarını neden iterek k ı rmazlar, duvarlardaki yarıklara sokarak uçurmazlardı gürü l gürü l? F ı rt ına, iğreti duran şu damı nası l da kald ır ıp götürmezdi köyün alt ı ndaki düzlüğe değin?
Ne denli yalvarıp yakarmıştı Tanrı'ya canının kocasından önce almas ı , kendisi ni beş yetimle duvar dipleri nde koymaması içi n !
Köpek sesleriyle, uzaklardan yankılanıp gelen kurt u lumalanyla ürperir, hemen koynunda yatan küçük oğluna sarı l ı rd ı s ık ı s ıkı . Bu küçük erkek çocuk da olmasa yanında, deli ri r giderdi . Gece bo-
" yunca yüklükteki yataklar canlanır devri l irdj sürekli . Rüzgar kapıyı zorlard ı inatla. Korku , yalnızl ık, umars ızl ık ve karanl ık nerden girerse girer, doldururdu evin içini , sarı l i rd ı çıplak yerlerine. Yorganı iyice başına çeker, oğlunu bağrına basar, soluk bile almazdı uzun zaman. Çocuklar nas ı l da uyurlardı böyle kaygusuz: ayakların ı birbirleri nin üstlerine atarak, att alta üst üste. Karanl ık kat ı , kaskatı ve soğuktu . Oğluna daha da sarı larak unutmaya, güçlenmeye çahşırd ı . Uyuyuncaya değin neler çekerdi neler. Korku bast ı rd ıkça, gözkapakları n ın arası na da di rekler girer, bin tü rlü düşünce beynine üşüşür ve birer sü lOk gibi yapışırlard ı , ana bitkin düşünceye değin. Aza kor almaz, çoğa kor dolmazdı . Bir dağ ın taşını karşı dağa, oranın taş ın ı da bir başka dağa taşır dururdu gece boyunca. Kızları bir
275
Anne Hikayeleri ----------==:=-----
bir gelin eder, oğlam evlendirirdi. Bu kez onların derdini düşünmeye başlar ve derken çocuklardan birinin öksürüğü i le kendine gelird i . Kızların dördü bir yatakta yatarlardı . Kalkar, açı lanlann üstünü ö rter, yataktan düşenleri yerleştiri rdi yerlerine. Bazen h ıçkı rarak, bazen gülümseyerek uyuyan çocukların başlannı okşar, gözleriyle severdi .
Sabah yaklaşıp da şafak sökerken uyku yenerdi korku ve yaln ızl ığ ı . Gözkapakları kapanırken , düşleri alı r götürürdü anayı azbiraz d ingin liğine seherin .
Kar yağış ın ın dindiği zamanlarda rüzgar, b i r çıvgın halinde dolaş ı rd ı köyün sokaklarında, ç ıplak damlarda ve yerden kald ırd ığ ı karları savurarak al ı r götürürdü kuytuıa:ra. Kıymıklar halinde yığardı sağa sola. Köyün aşağısında bir s ın ır, i nce bir şerit gibi uzayıp gi- . den yol ıss ız olurdu böyle günlerde. Çıplak ağaçların kuru dallan , suda boğu lan bir insan ı n el leri gibi sallanı r dururdu. Elini gözlerine gölgelik yaparak görebildiği yerlere değin izledi çevreyi . Bu havada komşu köye gidi lemeyeceğini kendisi ne bi le söylemekten korkuyordu . Yorganı çekiştirirken kavga eden kızlann ağlaştıklanm duyunca içeri girdi .
Kuşluğa doğru açıldı hava. ısıtmayan ama diri b ir aydınlığı 'olan güneş yükseliyordu yavaş yavaş. Karlarsa bir yanar döner gibi lşı ldıyordu i nsanın gözünü alarak. Sıcak suda pekmezi özeyerek yapt ığ ı şerbetten birer tas daha verdi çocuklara. Onlar dürü mleri nden ıs ı rarak üstüne şerbetlerini içerlerken, ana da ahı ra gidip eşeği haz ı rladı , h eybey; üstüne atıp getirdi ve kap ın ın demiri ne bağladı . Çuvallar ın dibini çı rpal ı ü ç gün olduğunu , gidip Ali dayıdan ödünç almak için bu kış kıyamette bugünden daha iyisini bu lamayacaklar ın ı çocuklara, özell ikle de büyük kıza anlatmaya çal ışt ı . Ahmet'le kendisi gelinceye değin evden ayrı lmamaların ı , kapıya bacaya sahip olmaların ı s ık s ık öğütleyerek oğlanın ayaklanna eski giysi leri doladı , boynunu boğazını iyice sararak eşeğin üzerine bindirip bacakların ı da heybenin gözlerine yerleştirdi. Kış güneşine güven olmayacağın ı düşünerek eşeğin yuları ndan tutup çekerken "Vur, vur" diye sertçe uyardı oğlunu. Kapıdaki sekiz göz boş boş bakıyordu arkalarından.
276
Ana Üşümesi
Köyün çıkışındaki mezarl ığ ın yanından geçerken durup okudu. Bir h ıçkırık boğazında düğümlenip kaldı yürürken. Yutkundukça sertliğini duyuyordu gırtlağında. Kocası sağ olsaydı kendisi böyle mi o lu rdu? Parmak kadar çocukla yollara vurur muydu hiç kendisini? Durmak dinlenmek bi lmeden el kapı larında, gece gündüz ça! ış ırd ı kimseye el açmamak için . Oğlu daha doğmamışt ı , dört kızları vard ı . Teravih dönüşlerinde ocağı n başı nda karş ı l ıkl ı otururlar, öğrendiklerin i , duydukların ı bir bir anlatı rd ı kendisine. Anı msamaya çal ış ıyordu bunları . Ne ki , düşünce ler bir belhip bir kayboluyordu bulutlara girip çıkareası na. Deli toplu yakalayamıyordu hiçbirini . Ömer'miş. Bi lmem neredeki oğlaktan, oğlağı n boğazındaki ipten sorumlu tutarmiş kendisini . O ôğlak ölmayı , Çöcukiannın da boğazındaki ip olmaların ı ne denli istiyordu şimdi . "Nerdesin Ömer?" diye içlendi . Geceymiş. Karanl ık bir gece, kendi�inin çi le doldurduğu geceler gibi . Sokakları , ış ıkları yanan evleri , yoksul ları bir bir dolaşır mıymış ne yaparmış? Eşek geriye ası l ınca usundaki şerit kopar gibi o ldu birden. Kaldığ ı yeri kaybetmekten korkarak sıcağı s ıcağına bağlamaya çal ıştı . Boşlukta kocasın ın dudakları açı l ıp kapan� dıkça sözcükler dökü!üyordu aralarından, s ıcak nefesini duyuyordu . Zorlandı usu . Taş kaynatan bir anayı mı görmüş? Nas ı l görmüş? Görürmüş hep. Öyle de, kendisini neden gören olmad ı bugüne değin? "Gel de bul beni Ömer!" Sonra gidip un çuvahn ı yüklenip getirmiş. Boş un çuvalları yolboyu savruldu gitti önünde. Elini uzatsa tutacaktı bir çoğunu. Unlar, uzaklaşarak savruluyordu havada. Kar yerine un mu yağıyordu? Yıkmış yetimlerin kapısına ve helall ık dilemiş üstelik dul kadından. Dört mü ne arkadaşlarmış. Onlar varken h içbir karanl ı k yoksulu gizleyemezniiş. Hele biri , sürekli verirmiş eli ndekini avucundakin i . "Ebubekir, Ömer, Osman Ali i i , Ali . . . E y Ali i !" Tükrüğü geçmiyordu boğazındaki düğümden. Oğlunun korkmayacağın ı bi lse bağı racaktı dağa taşa duyurmak için sesini ,
, hü ngür hüngür ağlayacakt ı avazı ç ıkt ığ ınca.
Yiti rdiğimiz yüreklerdeki yaşam
Yufkalara dürdüğümüz yeşi l soğan
Bakırlarla ayran getiren ana
277
Anne Hikayeler( --�------------
Iki ndi leri n bitmez sofrası
El lerimiz, nerde e lleri miz
El leriyle evren sunan erleri miz.
Nereye geldiklerin i anlamak için durup çevresini araştı rdıktan sonra, eşeğin yularından çekerek "Dehle" dedi .
Güz bitip de kış h azı rlıkları başladığında, onlar, bir y ı l yetecek denli u nları n ı bile öğütüp çuvallara basamazlardı başkaları gibi . Baharın ucu gözükünce çuvallar boşal ır,' çırpı hp kaldırı l ı r ve' başını gösteren yaşam dolu günlerle birlikte, yoksulluk da kara bir dev gibi
, otururdu kapıların ın ö nüne . Tandı r öksüzleşirdi adeta. Ölçüyle un, sayıyla ekmek isteye isteye konu komşudan utanı r olurlard ı . Üzerinden her al ın ış ında küçülen ekmek palası , ana için en çok korun-
, ması gereken bir şeyd i . Çocukların döktükleri küçük kır ıntı ları arkalarından toplard ı bereketlensin de bir gün sonra bitsin diye. Bu yokluk, s ıcak ek'meğe özlemlerin i art ır ı r, açl ık duyguların ı kamçılard ı çocukların . Ekmek yapan komşular ın evlerin in çevresinde dolaşırlar, tandı rhklardan gelen sac seslerini bir ninni gibi dinlerlerdi . Sıcak ekmek kokuların ı bayg ın baygın içlerine çeker, daha çok duyumsayabi lmek için 'sokuldukça soku lurlard ı tand ı r damlarına. Ekmek kokusu da i nadına ağırlaş ı rd ı yaklaştıkça. Bacakları birbirlerine dolaşı rd ı çocukların . Kadı nlar, karş ı l ıkl ı kurdukları tahtalar üzerindeki ekmekleri açarak uzatırlardı pişiriciye. Yanlarındaki tabaklar otlu peynir ve pekmezle dolu olurdu . Sıcak ekmekleri pekmeze banar, otlu peynirle dürüm yapar, ' bi r yandan da konuşarak, el lerini işleri nden çekmeden yerlerdi. Onlar da, kad ınlar kendi lerini görünceye değin dişlerini sora sora bakarlardı kapın ın eşiğinden. Peynirli dürümü al ınca birden canlanır, b i r koşuda eve ulaşı rlard ı . Çocuklar, bi rbirlerinin el inden kaparak sevinçle yedikçe, ana acıyla, gözleri yaşararak izlerdi bir köşede.
Yol uzad ıkça dertleri depreşiyor, an ı ları üşüşüyordu ananın uğuldayan ,başına. Dil leri olsa da konuşssaydı yollar. Neler söylemezlerdj neler! Bu yol ların her taş ına eli değmişti kocasının. Elleri- i ni kürek yapmışlardı bu yolların yapımı için. "Harcını terimizle karıyoruz yol ların" derdi . Kocas ın ın el lerin in üzerinde yürüyoriard ı
278
• h,
Ana Üşümesi
sanki . Yol parası vererneyince karş ı l ığ ında günlerce çalış ı rlard ı . Haftadan haftaya uğrarlardı evlerine. Yıkanan giysi leri nin kurumaların ı bile beklemeden, ıslak ıslak giyer, haftal ık azıkların ı çıkın yapıp düşerlerdi yollara. Beşinci çocukların ın bir an önce doğmasın ı ne denli istiyorlardı , yol parasından kurtulmak için ! Günler yaklaşt ıkça "Tanrı bizi kurtaracak" diye sevinçle gülümserıerdi bi rbirlerine. Gözü gönlü evde kalmış ve kadın ı sancı çekerken bırakıp çıkmıştı arkadaşlarından geri kalmamak için. Kulağı köydeydi , bir ses çağ ı rı r m ı kendisini diye. Konuşulanların h iç biri ni duymuyordu. Mezarl ığ ı arkada b ı rakıp giderken bir çocuk yetişti soluk soluğa : "Oğlun , oğlun o ldu !" dedi . Kan ter içindeydi . Neye uğradığ ın ı bi lemedi. Birden eiindeki çıkını havaya fırlatt i , "Kurtuldum, kurtuldum !" diye bağ ı rarak. Eve geldiğinde de "Kurtulduk, kurtu lduk!" d iye okşamışt ı kad ın ın terli a lnm l . "Kurtu lduk mu sanki?" diye söylendi ana.
Gözlerini kuru layı nca, önlerindeki izin ayrım ına vardı bi rden. Yoldan ayrı l ıp tepeye sarılan patikaya gireli çok olmuştu . Durup çevreyi gözden geçirdi dinleyerek. Kurşuni bir sis, ötelerden , arkasındaki dağları , tepeleri örterek sarıyordu kendi lerini . Daha dikkatli bakınca yüreği yerinden oynadı , gürp gürp vurmaya başlad ı . Ne yöne gideceklerini kestire medi biran. çocuğu korkutmamak için şaşkın l iğ ın ı gizlernemeye çal ışıyordu . Sis de, kat kat kal ı nlaşarak çevreleri nde bi r duvar örüyordu sanki . Güneşten en küçük bi r iz yoktu o rtada. Eşeğin boynundan tutarak çocuğa yaklaşt ı . Rengi bozarmış, yüzlerindeki sarı tüyler diken diken olmuştu üşümekten. Anasıyla gözgöze gelince titredi , dişleri birbirine vurdu şakırdayarak. Davranışlarındaki şaşkın ivedilikle yukarı çocuğun eline verdi . "Yolu yiti rmişiz. Sen buradan ayrı lma, ben bir bakay ım şuralara." deyip yürüdü, önündeki izi sürerek. Ananın arkası ndan yürüyen eşek, çocuk yuları çekince durdu . Ana, sisi n içinde kayboldu az sonra . Yalnızl ığı duyumsayı nca, eşeğin soluğunu ayrımsad ı bi rden. Korkuyu bi le düşünmek, an ımsamak istemeden beklerneye başlad ı . Gözlerin i yerden kald ıramıyordu , bir şey göreceği kuruntusuyla. Eşek, önce kulakların ı kald ı rd ı , dikti , sonra da öne doğru uzattı bir yeri gösterir gibi . Çocuk, korkuyla izledi bunu, bir şey göremedi . Eşeğin kulakları yanlara düşercesine sarkınca, onun da
279
Anne Hikayeleri
yüreği yerine oturdu . Çok uzaklardan gelen bir ulumayı , ikisi de kulak kabartarak dinledi ler. Öne doğru uzattığ ı ayag ını hatur hutur bir sesle kemiren eşek, sonra da aynı sesle burnundan soludu ve kulaklar ını şap ı rt ıyla sal lad ı . Ağlamak duygusu çocuğun boğazına doğru yükseliyor ve o da itmek istercesine sürekli yutkunuyordu. En sonunda gözleri nden damlayan yaşları tutamadı koyverdi . Arkası ndan da yan ık , i nce ve titrek bir sesle ağlamaya başlad ı .
Yola değin inen ana, sürdüğü izin , kendi izleri o lduğunu anlay ınca geri döndü . Tepenin çevresinde dolanıp durmuşlard ı kendi
, izlerinin üzerinde. Oğlunu bağrına basıp gözlerini si ldi ve sessizce devrald ı ağıd ı . Yuların ucundan tutup, kararsızca ters yönde yürüdüler.
Bir süre sonra karş ıda üç ağaç gözüktü . Az daha yürüyünce ana, yolu doğrutttukların ı anlad ı . Sacayağı biçiminde duran üç söğüdü tanıyınca neşeyle döndü oğluna: Kızlar P ınarına geldik Ahmet l" dedi gü ıümseyerek. Soluklanmadan çekti yu lan ası h rcası na.
Ali dayı , avlu kapısında karş ı ladı anayla oğulu. Içeri ald ı lar acıyarak, ah la vahla söylenerek. Ocaktak! ateşleri öne çekerek, üzerıne bolce tezek vurdular; Koyu bir duman çıkararak yanmaya başladı tezekler. S ıcağı görünce elleri ayakları çözüldü . Ellerini ateşe tutarak oğlunun o rasından burası na basıyor, ıs ıtmaya çal ış ıyordu. ' Kendi üşüdüğünün ayrım ında bi le deği ldi .
- Uyudu , dedi Ali dayı , gözleriyle çocuğu göstererek. Ocağı n karşıs ında, annesin in kucağına yığ ı l ıp kalmışt ı Ahmet. Ananın çökük avurtlarındaki k ınş ıklar kat kat o lmuştu . Dişsiz, kemikleşmiş damakların ı bi rbi rine sürdüktçe, acı bir et gıcı rt ıs ı duyuluyordu . Gözlerinden süzülen yaşlar, önce yanaklarındaki derin çizgi lerde kayboluyor, sonra da çeneSinden damla hali nde kucağ ı na düşüyorlard ı . Ana, dört büklüm olmuş, taş gibi katı bi r çileydi ocağı n karş ıs ında.
- Uyusun da büyüsün dayısı , çabuk büyüsün , dedi .
280
Ana
ANA ısmail K ILLIOGLU
Mutfağa girdiğinde serin liğini de farketti . Havalandırmak için açmış ve giderken kapatmayı unutmuş ol
mal ı bey, diye düşündü. Aslında bey, 'diye hitap etmezdi pek. lsmiyle de çağı rmazdı . Doğrusu şimdiye kadar nası l hitap etmesi gerektiğini düşünmemişti ve herhangi bir güçlükle de karş ı laşmamıştı ; kendi l iğinden olagelmişti herşey.
Ancak percereyi kapatmadan gidişine bi r anlam veremedi . Belki u nutmuş ya da temiz sabah havasının bolca girmesini istemiş olmalıyd ı. Gerçekten hemen anlaşıhyordu ki , mutfağı n kokusu iyiden iyiye al ı nmışt ı . Temiz ve serin havayla öğü r olmuş mutfakta, günlük işleri daha bir rahatlık içinde yapabi lirdi . Ama pek iyi hissetmiyordu kendinL Kırg ınhk sayı lmasa bi le, ona benzer bir halsizlik bell i bel irsiz yoklayıp duruyordu sabah namaz ına kalktığından beri .
Vakit darald ığ ı için kalkıvermiş, aceleyle abdest almış ve namaza durmuştu . Farzma başladığında hafiften üşür gibi o lduğunu sezin lemişti . Ne var ki pek üstünde olmamıştı . Öyle bitirmişti namazı . Üstelik duasın ı yaptıktan sonra da yatağa girmemiş, sokağa bakan penceren in ö nüne oturmuş, günlük tesbihat ına devam ederken , bir yandan da güneşin doguşunu görme arzusunu duymuştu . Ancak güneş doğup üç mızrak boyu yükselince , lşrak namazını de eda ettikten sonra yatabilmiştL Neı de olsa üçylann içinde
281
Anne Hikayeleri
bulunuyordu, her zaman olduğu gibi çoğunlukla niyetliydi ya, biraz daha uyuyabi l irdi . K uşluk uykusunu da böylece savmış olurdu .
Üşütmüşsem o zaman üşütmüş olmalıy ım diye düşündü. Mutfağ ın penceresini kapattı . Yine de üstündeki (ya da içindeki) haIsizliğin üşütmekten o lduğuna kesin karar veremedi . Üşütmeyi andı rsa bile, bütünüyle vücudu o etkiyi taşı mıyordu. Bir içbı.i rku lması , bir çeşif dolu dolu kabarma ya da burgunluk verecek denli hüzne kayan bir i htizaz hali usuldan usuldan dokunuverip gidiyordu.
Daha üç gün önce ziyaretinden geldiği en küçük Ayhan'ın (adın ı and ığ ında dahi nası l s ız ım sızım sızliyor yü reciği " ah nası l) hasretinin verdiği içdaralması m ıd ı r acaba bu hal? Ama hayır! E lbet Ayhan'cağızına özlemi tomur tomur kabarıktı r hep. Onun için az biraz boşbulunup koyverse yüreğinin dizgin lerin i , akıp gidiyor gözyaşlarıyla benliğ i . Meğer rahatlamış da olsa. Önceleri olduğu gibi boş bulunmuyor. Zaten onu asker olarak görmüş olmanın Qoygunluğu var ki , içi hasretini dizgin lemişe benziyor. O deği l bu halde kendisini titreştirip duran. Üç kızı , iki oğlu ve onların çocuklarına mı bir şeyler oldu acaba?
Bu hiç değiL . Çünkü için in hiç bir yerinde onlara karşı bir kıpırtı yok, bir uyan, bir endişe sesi yankı lanmıyor. Kaldı ki , akşam geç vakitlere kadar büyük kızın ın misatirliğindeydiler ai lecek.
Hiç bir ağrı sızı duymuyordu vücudu nda. Duymuyordu ama, keyifsiz hissediyordu kendini . Evet keyitsiz ! Işte şimdi bulduğunu sezinledi halini ifade eden kelimeyi , keyifsiz! Mücerret, hem maddi , hem manevi nitelikeri haizdi bu kelime. Daha çok da manevi hatta ruh i . Fakat herhalde bir rahatsızl ığ ı , hastal ığ ı veya sayrı l ığ ı anlatmıyordu keyifsizl ik. Sağ l ık l ı ve zinde biri de keyifsiz o labi l irdi . Bir yerlerden mi okumuştu , yoksa biri leri mi nakletmişti , ç ıkaramadı . Bir büyük i nsan , Peygamberin Darü l Bekaya göçüşleri ni i maen ; "alemin neş'esi gitti , kedureti kaldı geriye" demiş ya! Işte şimdi daha iyi anlamaya başl ıyordu , keyifsizliğe h ep böyle bir anlam veriyordu . Aa bu hal ne kadar durgunlu k verici , iç huzuru bozucu görünse bile , den . ve gizli bir anlamı sakl ıyor olmalıyd ı .
Pencere taraf ında duran sandalyeye kadar yürüdü , oturdu .
282
Ana
Camdan d ışarı kaydı bakışlan. Bir serçe, anaç bir serçenin balkonun demiri ne adeta zorlukla tutunuşunu gördü . Tuhaf bu ldu öyle durmaya çal ışışmı , ona rağmen cıvı l cıvı l ötüşünü: Neden böyle duruyordu , niçil"! öyle cıvı ldamanın neşesini ve tadın ı h ırsla çıkartma telaşındayd ı , neden? Bir çaresizl ik miydi , bi r yaln ızl ı k mıydı serçeyi böyle pürtelaş bı rakan? Ama kendisi niçin öyle bir anlam yüklüyordu serçenin bu durumuna?
Açı lmak için , keyifsizljğini ve iç burgunluğunu açmak umuduyla Asr'ı okumaya başladı . I lk üç defadan sonrasını , bir an farketti ki , sayamadı . Oysa vukuf-ı adedi şarttı r bi l i r bunu. Yeniden okumaya başlad ı . Ayrıca anlamın ı düşünmeye verdi kendini . Belki okuduğunu sayması daha kolay olurdu böylece .
Kasem olsun ki asra Durdu . Çenesini daha bir gömdü göğsüne. Duydu, duyulacak
gibiydi çı rp ın ış ın l . Derinden titreşiyor olmalıyd ı . Kasem olsun k i asra Zaman mı , hayat mı , dünya mı asr? Yoksa hepsi mi veya hiç bi
ri mi? Hayı r hiç biri olarak düşünülemezdi ! Allah ' ın üzerine and ve yemin ettiği bir şey, muhakkak i nsan ın takdir edemiyeceği kadar anlamlı , değerli ve engin ve derin o lmal ıyd ı . Neydi zaman, neydi hayat ve neydi dünya öyleyse! Içi burkuldukça kat kat açılan bir gül gibiydi , halka halka genişleyen bir su gibiydi . Ama yalnızca sezinleyebiliyordu, ancak sezinleyebiliyordu . Bir gül gibi açı l ıp, bir su gibi halka halka genişleyen kalbinin h ızla derinleşmesini hissedip yaşıyordu ya ; akl ı da buna inat her yöne yetişrnek için bin parçalara ayr ı lmış bi r kristal gibi dağ ı l ıp gideyazıyordu ki :
Kasem olsun ki asra Dedi ve durup soluklandI . Kaçıncı okuyuşuydu bu? Yine saya
mamış , saydığını sandığı anda yitirmişti . Peki ama neden bu denli ısrarla gel ip gelip dayanıyordu ve :
Kasem olsun ki asra Der demez bir sarsıntıyı and ı rı r haldir kopuyordu içinde. Ama
283
Anne Hikayeleri
neden? Şimdi soru da, cevabı da içinin denizinde patlayıvermiş bir deniz hortumuydu . Soru cevabın burgacıyd ı , cevap sorunun genişleyen dalgaların ı n gelgitiydi sanki .
Kalbinin gelip yoklayan ve oyalayan gam ve' gussasından arınmak için başka birşeylerle onu , akl ın ı ve nefsini , oyalayıcı ve yorucu birşeyler bulmalıyd l . Kalktı oturduğu sandalyeden . . Oışarı , bahçeye i ndi., kilerdeki pirinç çuvalından bir ölçek doldurdu, tepsi ye boşaltt ı . Geri dönüp merdivenin başı na b ıraktı onu. Bahçedeki çiçekleri n, han ıme llerin in , reyhanlann, ateş çiçeklerin in , yaban lale ve menekşeleri n bir k ısmı sulanmıştı , bey sulamışt ı . Sulanan yerlerde yeni çekmişe benziyordu toprak suyu. Nerelerden toplanıp, tohumları al ın ıp getiri lmişti bütün bu çiçeklerin ! Her biri başka başka yer'erden getirilmişti , ama hepisi bu bahçenin toprağı nda kök sal ıp fi lizlenmiş, boy atm ış, çiçeğe ve tohuma durmuşlard ı . Insan da öyle deği l miydi? Bi li nmez ama varl ığ ına kesin i nanı lan bir alemden devşiri lmiş olarak açı l mıyar muydu bu dünyaya ve zamanı dolunca kuruyacak o lan kökler salarak yerleşiyo r, çoğal ıyor, salarak ve yaşlanarak kapanmıyol' muydu en sonunda bu dünyaya?
Havuzun musluğuna takt ı hortumun bir ucunu ve suyu açt ı , öteki ucu el ine ald ı , h ız la çekti sürükledi , hortumun kıvrımlan açı ld ı . Su hortumunun içinde kabarcıklar yaparak yürüdü, ama elindeki ucuna gelmeden çiçeklere tuttu suyu . Ince gövdelerl , narln taç yaprakları suyun bası nçl ı akışı karş ıs ında eği lip bükülmeye başlad ı lar. Bazı ların ın sulanmaktan dolayı kökleri d ışarda kalmışt ı . Buna rağmen yapraklan gür ve canhydı lar. Basınçlı su onları ne kadar örseier gözükse bile, sonunda onlar daha bir canlanıyorlard l . 'Oysa sulandıktan bir süre sonrasına kadar çamura bulanmış, yaprak ve çiçekleriyle çiğnenmiş veya kökleri sökülmüş gibi oluyorlard ı . Ne var ki , bi r süreydi bu. Çaresiz bir hastal ıktan yenice ayağa kalkmış bir insanm gümrah olarak karşı l ıyordu hayat o lanca neş'esi ve yorgunluğuyle bu hallerin i görünce ve düşününce birden içi dolu dolu oldu ve hat ı rlad ı :
Kasem olsun k i asra insan hüsrandad ı r. Zamana, dünyaya ve bu hayata i hti rasla bağl ı l ığ ından handiy-
284
Ana
se tutsakl ığından (ve mahrumiyetinden) dolayı mı hüsrandayd l , i nsan? Yoksa zamanı , dünyayı ve gerçek hayatı bi lmediğ inden, dolayıs ıyla yaşamadığ ından (yaşamak da neydi? bi lmek ne oluyo rdu? ve neyi bilecekti? bi l iyor muydu?) anlamına eremediğinden mi hüsran içindeydi? I nsanın hüsranda olması , muhakkak şiddetli bir uyanydı , bir gazabı geti recek i htard ı , bi r ikaz! Ama buna rağmen, bu bencii varl ık, mazhar olduğu nice nimetlere ve armağanlara ve i hsanlara aldı rmaksızın, başıboş bir sel gibi , o taştan bu vadiye, bir ' yükseklikten bir çukura terdeddütsüz atıyordu kendini . Hayat çölde kovalanan bir ceyland ı sanki onun için . Zaman kemiri len bir maden. Dünya, yapıp ettiklerinden daralmış bir mekan, ne var ki , hayat da, zaman da, dünya da bir mOhletti ve ariyetti . Ve mühletti ki , onun hüsranın ı ören bir zaman yumağıyd ı . BUmezse eğe r!
Biri nin seslendiğ ini , kulaklanyla değil de, içinin derin liklerinden kabaran bir sezişle duyar gibi oldu. I radesi dış ında bir yeJlere bakındı . ' Sakinleri yeni taşınmaya başlamış komşu apartman ın zemin kat balkonunda Nihai Hanım', gördü. Bakıştı lar, hayırl ı sabahlar diledi ler birbirlerine. Bu apartman diki lmeden önce, tek katl ı , bahçesi kendileri nki kadar geniş bir yapı vard ı . Arsayı sat ın al ıp ev yapt ı rd ıkiarında. Nihai Hanım'lar yine buradaydı . Onlara komşu olmuşlard ı . Kocası Özel ldarede şef gibi bir şeydi ya, uzun süre komşuluk i l işkisi kurma gereği duymamışlard ı . Bir bak ıma f ı rsat düşmemiş de denebili rdi . Bu biraz da Nihai Hanım' ın , kocasın ı görevi dolayısıyla varsadığı ayrıcal ıkl ı tu�umdan i leri gelmişti . Ta ki , i lk çocuklan, yeni yeni büyüyen erik ağacından düşüp kolunu kınncaya kadar sürmüştü. Bu beklenmedik üzücü olay, iki komşu aileyi birbirine yak ınlaşt ı ran, giderek münasebetlerin i geliştiren bir boyut kazandı rmışt ı . Sonra sonra görüşüp konuşarak, birbirlerine gidip gelerek, ekmekten ateşe kadar i htiyaçların ı karşılayarak gelişen bir dostluğa dönüşmüştü. Ve bir tesbihin taneleri olunca, bütünüyle bir dostluğun, kardeşliğin s ı rl ı aleminde tamamlanmışlard ı .
Salkonun demirlerine tutanarak çömelen (çünkü romatizmaları vard ı . ) N ihai Han ı m, sesini zar zor duyuracak şekilde .ayarlay ıp :
- Bir hal var, diye konuştu , Ihvan bacım bir halet üzresin .
285
Anne Hikayeleri
Bekleşti ler. Kendi lerinden çok, birbi rlerinin içlerin i dinliyor gibiydi ler.
- Öyle olsa gerek, dedi , bir halet üzreyem ki , bir yerlere koyamad ı m. Hasretle ihtizazlaşan bir vuslat gibi . Bi r yerden çağnl ıyorum da, gitmek için gônlüm de kayıp gidiyor, ama bazı manialar koyvermiyor. Bir düğün yerinden ayrılmak istersin de, kimlere veda etmen gerektiği ni bir türlü kestiremezsin, öyle.
- Öyle ya, dedi aynı sesle Nihai Hanım, her soluk alıp vermede veda üzre değil miyiz? Hatta verdiğin soluğa bile veda ediyorsun ayn ı anda. Bu bir soluğa bi le şükürler olsu n !
I kisi de son cümle üzerine ellerini yüzlerine sürdüler, dudaklan kıpırdandı bi rkaç kez.
c
- Hayı r, de I hvan Hanım, diye sürdürdü konuşmas ın ı nihai Hanım , bi rkaç gün o ldu görel i . Hayra tebdi t eylesin Rabbim ! Bu apartman yokmuş, o eski tek katlı ferah bahçeli evimiz duruyormuş yerli yerince. Sizin bahçe duvan böyle deği lmiş. Duvan yüksek mi yüksek, h emen dibinden berzan ımsı bi r çukur başl ıyor. Ayağıtn atma bir i ki taş parçası al ıp yükseliyo·tum. Sizin bahçeyi görmek için . Duvara da yaslanmıyorum, biri leri yıkı lacak d iye bağ ınyor.
' Öyleyken bakıyorum. Bahçede kimsecikler gözükmüyor, ama tuhaf bağr ışmalar, konuşmalar, hatta ağlayışlar ve i ni lti ler duyuyorum. Bir de bahçe değişmiş, al ından moruna kadar bir gü lzara kesmiş. O sırada durup dururken eve bakıyorum. Işte , diyorum, kendi kendime, vakti tamam. Olacak şeyi biliyormuşum önceden, ama söyleyemiyorum. Fakat bir aklımla da I hvan bacıma sesimi duyurabi lsem diye çırpınıyorum. Sonra enkazm alt ında kal ı r da bir yerleri yaralan ı r, diyorum ki , evin çatısı ortasmdan göçüveriyor. Çığlık atarak telaş ve kanter içinde uyanıyorum, sabah salasma durmuş müezzinin sesini duyuyorum. Içim pek rahat olmasa bile ' seviniyo-rum rüya olduğuna. Hayırçt ı r i nşaailah !
.
- Hayı rd ı r I nşaailah , diyor kendisi de, bir te laş eseri göster-meksizin . I şte şimdi vanz, şimdi yokuz.
.
Parmağ ıyla bi r yarım daire çiziyor havada.
286
Ana
- Işte geldik, gidiyoruz bu gelimli gidimli yerden. Ancak o baki. Allah i mandan ayı rmasın.
- Amin, d iyor Nihai Han ım, iman ve Kur'an'dan ayı rmasın . Sevdikleriyle bir eylesin . Kaç gündür söyleyim diyordum, unutup durdum. Telaş. Sadaka çıkardım ya, bir de sen tasaddukta buIunuver. Ah! Teneere ocakta kald ı . Şimdilik hakkını helal et dünya ahret bacım.
- Helal hoş olsun anacığım, dedi , sen de helal et. Burdan kalk ıp bir adı m atmaya tapumuz mu var?
Nihai Hanım'ın arkasından baktı bir süre. Ve o zaman içinden, içinin derin likieri nden bir veda e li gibi bi rşeyler kımı ıdandı . Kalkt ı . Musluğu kapattı . Bahçeye baktı . Bir an uzaklaşt ı bahçe, uzaklaştı ve değişir gibi oldu. Ağaçlar, çiçekler, az i lerideki kiler ve kümes sis içinde yokoldu sanki . Sisin ortalarında bir yerde , bir şimşek i le yanlan gökyüzü damarı gibi bir boşlukta, i ri taç yapraklı k ırmızı güllerin usuldan usuldan titreştik lerini gördü . Ama bır andı bu ve içinin daussı lası gibiydi . Başı dönüyor muydu, uğulduyor muydu? Bir rüzg,; arın anaforuna mı yakalanmışt ı? Yoksa bir kapı mı aralanmışt ı? Evet bir kapı . . . Öyle ya, bir kapı olmalıydı , kendini çekip enginlere, yüksekliklerin uçsuz bucaksız enginliğine adeta emercesine götürmüş müydü. Bunu bir garip, şimdiye değin duymadığı bir hoş koku dalgasıyla daha �i r derinden aig ılad ı . Ve bir ses . . . Bir şimşek h ızıyla, bir kanat vuruşuyla varl ığın ı iŞ ık parlamasıyla atlaslandı ran bir sesi duyar gibi o ldu. Ses olmasına sesti , ama bir nur şelalesini and ın r bi r vuruşun sesiydi bu.
Telaşla yukarı , /eve yürüdü . Içi adeta engin leşen bir deniz yüzeyine kesmişti . Akl ında ve zihninde büyüyen telaş titreşimleri , içinin bu enginliğine çarpıp parçalanıyordu , ama d ış ında yokoluyordu aynı anda. Merdivenin orta bir yerine geldiğinde, biraz önce bıraktığ ı pirinç dolu tepsiyi hatırladı , döndü, ald ı . Çabuk çabuk merdiven basamakların ı tırmandı . Merdiven başına gelince, geriye döndü baktı ; O sesi bir an daha duydu. Açı l ıp kapanan bir kanat sürtünmesiydi sanki . Ama hiç bir şey görmedi. Baktı , bir an dald ı , giriş kapıs ıyla aradaki boşluk, çevre duvarın ın ötesinde uğu ıdayan sokak,günlük hayhuyu yaşayıp yoğun laşan şehir hayatı vardı . Ama
287,
Anne Hikayeleri
kendisi için yitip giden bir nesneydi art ık bu'nlar ve belki de herşey. Biraz özde bir yankı u yandı rmıyordu bütün bunlar. Bir an kendini dinledi , o zaman dudakların ın ve çıkarttığı sesin ağır ağı r yankısını farketti . Sure-i Yasini okumakta olduğunu anlad ı . /
Anladı ki, bahçede görür ve h ış ı rtısın ı duyar gibi olduğu O'ydu. Vakit dar o lsa gerek, diye düşündü. Nihai Hanım' ın anlatt ığ ın ı da yorumlar gibi o ldu o an . Tamamdl .
Artık acele etmesine gerek bi le yoktu . Yavaş yavaş içeriye yöneldi . Holü geçti ,aç ık mutfak kapıs ında bir an durup içerisine bak ınd ı . Öyle duruyordu mutfak: Oynayan çocuğun b ı rakıp gittiği oyuncakları gibiydi tencereler, tabaklar, çatallar, kaşıklar ve herşey. Yemek hazırl ığ ı na girişmesi gerekmiyordu art ık. Piri nç tepsisini tezgaha bırakt ı , oturma odası na geçti . Kapının hemen yanında duran koltuğa oturduysa da, burasın ı uygun bulmadı . Çünkü sırt ın ı K ıble'ye dönerek oturmak duru munda kal ıyordu. Huzursuzland ı . Kalktı , divana geçti. Koltuk minderlerinin ikisini soluna ald ı , yasIand ı . Bir an soluklandI . Karşısı na düşen duvarda ası l ı saatın biteviye işleyen tik taklanna kaptırd ı kendini. Saat on ikiye on vard ı . Saatın altındaki çiviye siyah kadife çanta içinde Kur'an ası l ıyd ı . Çantanı n üzeri alt ın sarıs ı sı rmayla işleme Besmele yazı l ıydı . Okudu. Kelime-i Şehadet getirdi. Eli kendi liğinden h ırkasın ın cebine gitti . Tesbih ini ç ıkard ı . Işaret parmağıyla tanenin i lkini kavradı ve:
- Allah ! Dedi . O an saat ı n üzeri nde O'nu gördü. Pencereden dışarı
kaydı bir an bakış ları . I ki serçe birbi r!eriyle oynaşıyor o lmal ı lard ı . Ve yeniden O'na dayanı lmaz bir istekle baktı . Kanat sesini andınr o sesi de duyması bir o ldu. '
GÜlÜmsedi . Öğle ezanı okunuyordu . Dış kabının ziline bastı Ahmet, bekle
di. Anahtar cebindeydi , ama elindeki paketleri yere koyup anahtarı çıkartmağa üşendiğinden zi le bir daha bast ı . Içerisini dinledi . Hiç bir ses yoktu. Namaza geç kalmamak için paketlerden bir kısmın ı yere bıraktı en sonunda, anahtarın ı ç ıkartt ı , kapıyı açt ı , g i rdi .
Merdiveni gürü ltülü bir şekilde ç ıktı . Içerde yabancı bir kimse \
288
·Anlü
varsa duyup çeki düzen versinler diye. Holü geçti , mutfağa girdi , paketleri tezgaha b ı rakt ı .
,- Hacıhatun! Içerde misin? Diye seslendi . Cevap beklemeden üzüm paketinden b ir salkım
ald ı , suyun altı na tuttu . Raftan bir tabak alarak üzümü koydu yıkad ıktan sonra. Mutfaktan çıkt ı oturma odasına geçti .
Onu divanda yaslanmış şeki lde oturur buldu . Uyuyor gibiydi . Uyandı rmamak gayretiyle kapı yan ındaki konuğa sessizce oturdu , el indeki üzüm tabağ ın ! dizlerini üstüne yerleşti rdi .
- Sen niyetli misin bugün de? D�ye sordu . Cevabı nı beldemeden üzümü yemeye koyuldu .
. Tez bitirdi üzümü. O'an ezanın okunduğunu iıat ı rladL BeUd farza yetişebilirim, diye düşünerek kalktı . Divamn üzeri nde oturur duran kans ın ı uyandırma gereği duydu .
- Ben camiye gidiyorum, dedi sesini bi raz yükseltereJ<. Karısından hiç bir tepki gelmediğini görünce, yanma yaklaşt ı ve yeniden :
- Uyuyor musun? Dedi . Yine hiç kıpırtı olmad ı . Elindeki tesbihi fa.rketti . ışaret par
mağına, düştü düşecek tal<ıi l kalmişt� tesbih ya; iıçi titredi ve OşOr gibi o ldu . Dikkatle bir kez daha bakt ı , bekledi . Gürü ltüyle öksürdü. Soluk al ıp a lmadığ ından şüphelend! , o na doğru eği ldi , din ledi bir süre . Hay ı r soluk al ıp vermiyordu , Omuzuna dokundu usu lcana, hemen !<at ı ! tğ ! hissetti ve {) an herşeyi , yani tel< bi r gerçeği anladı . Derinden solukland ı , burnundan a lnma doğru şiddetli bir acın ın h ızla kayd ığ ın ı duydu.
- I nna l i l lah . . . Dedi . Karıs ın ın yüzüne baktı . Engin bir tebessümün öylece do
nup kald ığ ın ı ve bir tutam saçın ın başörtüsünden d ışarı taşt ığmı gördü. Usulca o bir tutam saçı başörtüsünden içeri soktu. Öyle eğiidiği halde, kendiliğinden gözlerin in buğuiandığ ın i sezinledi . Içten , handiyse sessiz h ıçkı rd ı az bi raz.
289
, Anne Hikayeleri ------------------
KEDIDIR KEDI Kami l DORUK
Gündüzün giderayak olduğu , gecenin de henüz gelip yerleşmediği -eşyanın yüzüne iyice çökmediği- akşamı n alacakaranı ık saatleri için yaşlı lar, yeri geldikçe, pek içaçıcı laflar etmezler. Kaza ve belalar, insanı n üzerine çul'lanmak için fellik fellik dolamr, en ufak bir dikkatsizliği kOllar, tetikte beklermiş . Tekinsiz saatler o larak anı l ı r yani, güneşin Batı'ya vardığı bu saatler. Uğursuz haberler genellikle bu vakitlerde gel irmiş. Küçükler içeri çağ ır ı l ı r, yakındaki bakkala veya komşuya gönderilecekse, kapıdan çıkarken, dikkatli o lması , fazla oyalanmadan dönmesi , yolda karş ıdan karş ıya geçerken sağına-soluna bakıp gelip, geçen arabaları kol laması , ı srarla tenbih edi l ir ; gençleri n de arabayla yola çıkmas ına taraftar olunmaz. Yaşl ı ların bu tutumları e lbet sebepsiz o lamaz.
Gerçekten de; gündüz i le gecenin kıyı lan arası nda gerili gr i bir köprü olan, sonia baş ın yaşandığı , adeta, savaşan iki ordunun ortasında bulunuşu n şaşkınl ık ve tereddüdünün bizi dürtüp tedirginJeştirdiği ve güçsüzleşti rdiği bu saatlerde, gelen nahoş haberler, . nerdeyse saydamtaşmış, savunmasız içimize daha bir yal ı nk ı l iç i şler. Evlerinde, l<aynayan teneerelerin buharlarından buğulucamII pencereleri n tül leri ard ı nda eş ve çocuklatın ! bekleyen, canları gözleri nde yolları gözleyen anaların, kadınların, 'esirrneğe haz ı r, semender kuyruğu gibi i nce i nce seğiren, güneş batıya çeki l ip da-
290
, , . \�
------------------Kedidir Kedi
ha alçaldıkça, kafesteki esir kuş s ıçrayışların ın t ıp/rt ıs ın ı andıran bitimsiz depreşmelerle daha bir başdöndürücü uçurumlaşan , uçurum diplerinden göklere yükselen dere ve bir orman derin liğinden derelere karışan yaprak ş ı rı lt ı s ın ın s ırdaşı esrarkeş kulaklar gibi esrikleşen , çelik çemberler cenderesinde titreşen yüreciklerin i , kara haberler, yağl ı bir yangın kurşunu gibi deliverir de, ciğerlerini paralar, dağlar dağ gibi parola bilmez kan parlakığ ında alevleriyle. Ve gözyaşları . . . için , tane tane, parça parça dökülüp toprağa geçişi misali , akar, akar, akar ... arzın delişmen damarlannı yans ıtan ayna'pınarlann ın çakmak çakmak k ışsonu yağ mu rlarıyla başlayan sel 'ayin lerinin başaçık ı lmaz coşkusuyla-ayin müziğin in ç ı ld ı rtan çağ ı lt ı s ıyla, -ki , d ipteki çak ı l lar notalar, içteki boş luklar da icra aletleridir- ve aktıkça yıkar, entir, deler ve delirtir değdiği her yeri ve yerlebir eder değdiği herbir evi-koca koca, koca akıyorsa.l . .
***
Büyük kentlerde, zamanı n t ıknefes tekerlenişinde sık ış ıp havasız kalan insan yüzleri , akrep sokmuş gibi kansız , ye l in çoktan kovulup yerini dumanların aldığı yapı lar içinde ve aralarındaki , dargeniş hep kalabalık, yollarda isJçinde, terli ve damar damardır. Saatlerce u laşı lamayan dakikahk uzakl ıklarda, santim santim i lerleyen araçlarda, sinirler her saniye milimine dek geri li r, geri lir , kopar, kopar ve sonunda rahat nefes alamayış ını n çabuklaşt ı rd ığ ı , nefese i ht iyacı olmayan , görünürdeki ve donuk rahatl ığa ,erer yüzler; ama yine re�k yok: büyük kentlerde boşuna aramayın .
Büyük kent zamanın ın bu yüzsüzüğü , ancak nineleri n yüzünde pek yüz bulamaz. Çok şükür onların , kentin üç-beş ki lometre ötedeki filanca semtinde, ü lkeler ve şehirlerarası seyahatten daha uzun süreli ve daha zahmetli bir yolculuğu gerektirecek semtlerarası seyahat için , tan ıdıkları ya yoktur veya kalmamışt ır. Yani ; kente sonradan, i lerlemiş yaşı nda çoluk-çocuğunu peşinde sürüklenerek göçmüşse, yakın çevrenin dışında tanıdığı yoktur, eski kentI i lerdense, yaş ı tları nı n pek çoğu bu dünyadan göçüp gitmiştir, kalmamışt ı r.
Yarısı yol seviyesinden daha aşağıda kalan, odu nluk, kömür-
29 1
Anne Hikayeleri ----. ---------===-----
lük, ki ler ve sair o larak kullan ı lan --zamanmda- bodrum kat ın üzerindeki ik i katı l , ahşap, beton apartmanlar arası nda s ıkışıp kalmış, üst katı cumbalı eski Istanbul evceğizinde, gözlerinin biri mavi diğeri yeşi l olan, uzun beyaz tüylü kedisiyle başbaşa yaşayan Şeh� riyar Hanımninenin yüzü, pamuksu aklığıyla zamanın yüzlerda oynad ığı gölge oyun lanna yüz vermemiş yüzlerdendi . Pamuk kedisiyle pamuk nine ak.l ıkta yanşıyor gibiydiler. Görüntülerin ve yüzlerin durmadan değiştiği yeryüzünde , beyazı n baharına, değişen mevsimlerin ötesindeki değişmez baharına, yüksel miş iki beyaz kelebekmişçesine süzülüyor!ardı kendi semalannda. Kökleri yerin derinl iklerine süzül müş zengin yeraltı suların ı özü msemade iyice ustalaşmış ulu bir çınann ucundaki taze filizlerin ışı lt i i ı saydaml ığ ı , böyle akça-pakça ninelerin nuriu yüzlerinden daha da görkemli deği ldir kuşkusuz. Bu, uzun bir dünya hayatın ın yetkin ieştirdiği bir ruhun göğe yöneimeyi bilip ardan kendisine vuran ış ığ ın yansıyışından başka bir ş.ey değildir.
Zaten peı, az olan gOniü!< i htiyaçları dışında evinden çıktığı görülmeyen Nine, ai<şam üzerleri , ölçOlü lüğünden çok şey kaybetmiş cumbanın, boyasmdan hiç bir iz kalmamış çerçeve ii penceresinin , çamaşı r i laçları ve güneş ışınlarından sararmış, son zamanlaroaysa su yüzü görmemeden koyulaşmağa başlamış, naylonlarına göre daha kalın iplikii ve iri delikli -belki de kendi zamanının en incesi olan-, keten tüiü ardında oturur, ve usul usul , yani dik olmayan bakışlarla sokağı seyrederdi. Kendini iigilendirmeyen şeyleri görmediği tereddütsüzce söylenebi li rdi . Yiyecek kabil inden ihtiyaçları için köşedeki bakkala gidip gelirken de böyleydi bakış'!an . , Akşam ezanların ın okunmağa başlama.sıyla birl ikte otu�duğu yerden ağı r h areketlerle kalk!p uzaklaşıman, başı ndaki beyaz başörtüsü , o sa·· atleri n melankolisinde, görenier için , onu korumak üzere baş ın ın üzerinden ayrı lmayan ak kanatlı bir meleği düşündürtebilirdi kolayca. ,
Son yedi y ı ld ı r, evde ai lesinden Idmse hayatta kalmadığ ı için , b irlikte yaşadığı beyaz kediı bir bakıma, ai leden kalan bir yadigar ödi Şehriyar Nineye. Soğuk bir kış akşamı , sokak kapısın ın dibinde bir miyaviamadan içi sızlayıp rahatı kaçan Şehriyar Han ım, daya-
. \�
292
�=-==-""""""---_.=-=---==--� Kedidir Kedi
namayı p sokak kapısını açmış ve bembeyaz bir yün yumağ ı kucağ ı nda olarak içen dönmüştü. Kolları arasında thi l ti ıi l titreyen yumuşak topak K.adml ı i< duyguları n ı ayaklandı rm,ş , e nsesinden beline doğru bir ürperti seline kaptırm ı şt ı onu . Yavru kediyi h e me n mut·· fakta yanan odun sabası n ı n k ıy ıs ına yerleştirmiş, birkaç dal<ika sonra daı ağımm dibine, içi ı l ık süt do lu ufak bir kase sürmüştü. I n
'cecik pembe di l in sonu gel mez Şıp'şıp!auta süt e dokunuşunu seyrederkenı kuşkusuz, dünyanın en mutlu kadım Şehriyar Hanı m idi . Kedicik, o günden sonra evde, ailenin bir ferdi gibi olmuştu ; geldiğinden bir yı i sonra da, artık iyice yaşlanmış olan Şehriyar Hammnine ile yapayalnız �<aimışlard ! ; ve tabiidjr, daha bir bağlanmışlarch birbirleri nfJ.
Ev, Şehriyar !\linenin kendi babasmınd ı . Bundan oniki yı l önce, ayyaş kocasından o lma iki sakat I<ızmdan büyüğü de ölünce baba evine dönme�< zorunda kalmıştı . Iki sene sonra da, yine kendisi gibi kimsesiz kalmış olan kızkardeşi gelmişti. Ama peı< içli bir kadın olan kızl\ardeş, baba evine döndmcten SGkiz ay sonra ölmüş ve babaları �.7rı büyük eviadıyla son günlerini yaşamağa başlam!şt ı . Yine de bu son günler dört yı, ida.rı biraz fa::da sürmüştü . G eçimleri ni , bi r zamanlar babanın marangozharıesi olan, şimdi ise bir mobilya teşhir V�3 sa� ış yeri olarak ku!!amlan, iki so!,ak ötedeki cadde üzerinde bulu nan dül{kanm �drasından sat.�l ıyoriardı . Yürüyebil i rken baba n ı n g id ip alrnakta olduğu !<ira, yü rüyerniyecek duru ma gelince, h e r ayı n i lk haftası içinde bir ç ı rak. taraf ından getirilmeye başlanmişt ı v e halen, bi r Idşiden fazlasmın ihtiyacın ı göremeyecek olan kira bedeli böyle geHyordu Şer:fiyar Nineye. Onun da daha 1az!asml düşü ndüğü yoktu. Tabii uza!( bk akraba gibi görül meyi uzun yı l lar do�ayıs!yla ha�<etmlş o!arı dükk.§m kiracıs ı , su ve eiektrik faturalar ı , vergi i ş leri gibi şeyleri, yine bir çırağ! görevlendirerek, haynna gördürüveriyordu. Böylece, bu evde yaşayan olduğu d ışa karşı ispat-· Ianm ı ş o luyordu, ayda bir. .
Bir a�<şam üıeriydi yine. Nine, eiirıdH ı<apakh , beyaz amayeli bir . çin�(o kasa, sokağın sonunda, yani beş aH! ev ö1edeld köşe bakkah
na gitmek için kapıs ından çıkmış, ağır adı miar�a yürürneğe başlam ı şt ı . Bu esnada, çıkarken iyice öıiemediği ı uzun yı l ların yağmu r
293
Anne Hikayeleri -----",-----------
ve güneşini yiye yiye boyası dökülmüş, hatta yer yer çürümeğe başlamış ahşap doğrama kapısı usulca aralandı . Ve N inenin, beyaz tüylü yaşl ı can yoldaşı kedisi , sahibesininki ler gibi ağı r adımlarla, dalg ı n dalg ı n d ışa rı süzüldü. Kuyruğu kapıya henüz değer durumdayken , sokağı n serin liğine doğru eğil ip gerinip, göğsündeki tüyleri pembe di l iyle taradı . Eylü lün girmesiyle beraber, akşam üzerleri hava serin olmağa başlamış, bu da, içerde yata yata iyice uyuşuklaşmış o lan yaş l ı kedinin, güz güneşine aldanıp dışarı çıkt ıkça pek hoşuna gitmez olmuştu. Şu anda güneşin son ış ınları da çekileyazmış o lmas ı na rağmen, sahibesine olan aşı rı bağl ı l ığ ı , onu sokağa sürü klemişti işte. Kald ı r ırnda sağa sola bak ınd ıktan sonra, o da bakkala doğru yürürneğe başlamıştı ki , kendisini görmeden veya görmüşse bi le aldırmadan üstüne doğru koşa koşa gelen altı yedi yaşlarındaki bir erkek çocuktan sakınmak için ani bir sıçrayışla yaya kald ı rı mı ndan aşağı atlayıverdi . Atladığı yer yol ortası değildi ama, o sokak için fazla olan bir h ızla gelen özel bir sarı spor otomobilin geniş kara tabanh arka tekerleğinin hemen önüydü.
i i
Kaldır ım taşlarına sürtünen bir lastiğin keskin cayıit ıs ıyla birlikte , madeni ama küt bir çarpma sesi , sokağın kendi olağan uğultusuna aykır ı l ığ ıyla kulak ları t ı rmalay ı nca, köşedeki bakkala çok yaklaşmış olan Şehriyar Nine de, herkes gbi başını kald ırıp bakmış ve sokağın öbür yarısında, yani beş-attı metre kadar ötes'inde, sarı renkli'; çift kişi lik bir spor otomobi l in ön kısmından f ı rlayıp havada uçmağa başlayan bir yaşl ı erkek görüntüsüyle karş ı laşmıştl . Hemen hemen aynı anda da, damarlardan kanın çekiliverişine benzer bir halsizlik hissiyle gözlerini yumuverince , yumuşak insan gövdesinin sert kald ı rı m taşlarına bi r çaput bohçası gibi düşüşünün, o, kulak değil insanl ık zarmı patlatıcı , o anlatı lamaz "patı" se�ini duymuştu : hani bi r ok, onu gören gözlere mi l çeker, sonra kulakları delip geçer de, insan yüreğine şık bir sesle gömülüverir ya, işte öyle. Şimdi Nineyi kuşatan, saran ve sıkışt ıran dünya, oyalayıcı ve uyutucu ve yutucu ikiyüzlü lüğünden s ıyrı lmış o larak ası l yüzüyle kar-o ş ıssında dikilmiş, kulak, beyin ve yürek üzerine, barajdan boşanır-
• b
294
-----------------Kedidir Kedi
cas ına, bir asit sağanağı gibi yağan, kahkahalar atıyordu .
Zannedil i r ki i htiyar ruh lar aniden heyecanlanmazlar. (Oysa her ruhun bir püf noktası vard ır.) I htiyar ruh, elbet yanl ış bir deyim. Bir şey, ölüm onun gibi gerçekt�n son durak olacaksa zaman içinde gitgide i htiyarlar.
I htiyar bedenler, taşıdıkları ruhun ani ve de coşkun ayaklanış ını dışa hemen yansıtacak ne bir ten ve kas, ne de bu iletkenlikle bir sini r yapıs ına sahip olmad ıklarından, heyecans,zl ıkl� itham edi l irler. Oysa heyecanlar, mevsimlik sebzeler gibi gecikmeğe pek gelmez; hele turfandası pek s ı rıtır. i htiyar bedenler de, kendi liğinden, bu iğretilikten korunmuş olurlar -heyecana hemen kapi lmamakla.
Nine , dikkatleri kazaya yönel miş telaş! ! ve merakl ı insanların arasından, iç halini belli etmeyen bir d ış görünüşüyle, dönmüş, evine doğru yürürken , kapıs ından içeri kendini atıp-atamamanın paniğiyle boğuşmaya başlamışt ı . Kapın ın önüne vardığında ise, yerlerdeki ve hatta kapıya kadar s ıçramış o lan kan lekeleriyle yüzyüze geldi . Oysa kaza ta nerde olmuştu? ! Peşisı ra kendisini takip mi ediyordu hala? . . Mümkün müydü bu artık? .. Eve mi girmeli ; yoksa dÖ- . nüp bakmal ı mıydı arkası na? Bu arada, yaya kaldı rimm kıyıs ında diki lmiş ve yolun ortasına doğru bakmakta o lan küçük çocuğu farketiL Biraz toparlanıp cesaretlenir gibi o ldu . Baş ın ı çevirip yola bakt ı . Kan izleri ni n kaza yeri ne 'kadar uzayıp uzamad ığın ı merak ediyordu. Izi takib edince, tabii, yaya kald ırırnın ancak yarım metre kadar i lersindeki kan gölünü n o rtas ı nda, bel inden kuyruğunun ucuna dek yere bir kırmızı leke gibi yapışmış olan kedisini göruverdi . Sağ kulağı üzerinde uzanmış pamuk kedinin sol ön ayağı , havayı t ı rmalamak istiyormuş gibi hafifçe kalkıkt ı . Bu kez gözlerini kapatmad ı Sokağ ın ortası nda yapayalnız yansıyla yatan ve biraz sonra bir başka aracın gelip, kalan öbür yansını da kald ırıma yapışt ı racağ ı kedisine dumanh ve titrek gözlerle bakarak, evinin aralık duran kapıs ına doğru yavaş yavaş yürürneğe başlad ı . Kapıdaki , p ıhtı laşmaya başlamış, yani yürek rengine bürünmüş kan lekelerine bir kez daha baktı. Akşamın, san üzerine griden oluşan alacakaranl ığı atında kapı , adeta başka bir dünyaya aitmiş gibi , ayaklan- .
295
Anne Hikayeleri
mış bir çöl grubuna dönüşmüştü . Kapıdan içeri i lk adımın ı atan'Ninenin yüreğine bir ebabii bulu
tu çul lanmışt ı sanki. Şakaklanna doğru bi r basınç art ış ıyla ürperdi . Midesinin ufal ip bi r dan tanesi kadar kaldığını sandı . Ve, al ışk.anl ık sayesinde kapattığ ı kapın ın arkasına s ı rt ın ı dayayıp, bitkin , f ıs ı ldad ı : "Bi r Tanemı" Ama duyamad ı .
Şehriyar Han ı m ni ne d ışar ı ç ıkar�en başlamış o lan akşam azanları susmuş, o rtal ığa, kül tadma henzer kekre bi r sessizlik çökmüştü.
296
• b
�-----"""""""-------�---- Arabacı
ARABACı Kemal TAH i R
Çerkeş'ten ç ık ınca hayvanları durdurtdu . Yere atladı . Araban ın üstünde döşeme yoktu. Arka dingi li , su lak çivisine
kadar geli çekti . Bu suretle araba, ok boyunca uzamışt ı . çatalın altma as ı h yağdanl iktan tavuk kanadmı al ıp tekerlekleri yağlad ı .
Sağ hayvan, Delikır, huysuzlanıyordu. Arpa çuva! ıyle , saman çuva! ın ı çatalm üstüne taşıd ı . Dikkatle
bağlad ı . Ön tarafa, hayvanların yem torbalarm l j ö rtü leri ni , I<endi yorgan ın ı yerleşti rdikten sonra arabaya bindi . D izgin leri topladı . Kamçısm ı beygirlerin sağrısma hafif dokundu rdu.
- Döyyt! Haydi oğlum! AI aslan ım! Güneş batmal< üzere idi . Ağaçların uçları k ızarmışt ı . Dumanh
akşamm içinde şose dümdüz görünüyordu . Kenardaki hendekIerin hizasında aral ık aral ık kavak ağaçları , tarla çitle ı; vard ı . Tarlalar ın çok uzağı nda boz tepeler başl ıyordu .
Delikı r'm rahvanı açık o lduğundan , sol hayvan Pamukkı r, ona yetişrnek için 't ı rı sa kalkmışt ı .
Arabacı , iyi beslenmiş, genç beygirlerine muhabbetle, iHiharla bakt ı . Ikisi de talinıli asker gibi kulak kulağa gidiyorlardı . Okun üstüne dayadığı çizmeli ayakların ı altına al ıp yerleşerek bir sigara yakt l . Tekerlek!erin dingi l kapaklarına vurdukça çıkard ıkları çelik çıng ı rak sesleri , hayvanlann boynundaki zi l lere karışıyor, arabacı al ı-
297
Anne Hikayeleri
ş ık o ld�ğu bu lezzetti g ürültü i le keyifleniyordu. Sigara dumanı yüzüne vurduğu içi n gözlerini kısmışt ı . Elmacık kemikleri çıkıntıh , bıy ıklan düşük o lduğundan, suratı daima gülümsüyo r gibiydi .
Eşeklere b in miş üç köylüyü arkada b ı rakt ığ ına memnun ol"" du.
- Döyyt! AI aslanım, haydi oğlum! diye kamçıs ın ın ucu ile beygirleri okşad l .
Şosenin yanı ndaki küçük s u biri kinitisinde, sazann ortası nda, bi r leylek, bir ayağ ın ı karnına, uzun gagas ın ı göğsüne saklamış, dinleniyordu .
Parmağı n ın ucuyle sigarası n ı o tarafa f ı rlattı . - Ateş buyur, hacıbaba! Çocukluğundan beri leyleklerin gagasln l çubuğa benzetiyor
du. Kalaslan oynayan bir köprüyü , tahta gürültüleriyle geçip şose
nin dönemecini k ıvrı l ınca, epey i lerde yaya yürüyen iki kad ın gördü . Entari lerin in arka etekleri ni başörtülerinin uçların ı savurarak, h ızl ı h ızlı gidiyorlard ı . Iyiden iyiye bastıran karanlığa rağmen, birisinin s ırt ındaki heybe fark edil iyordu.
Arabacı , arka tekerleklerin üzerine yerleştirdiği yem çuvallann ı düşündü : "Fıkaralan oturturum. Dua etsinler teyzeler." Genç mi, i htiyar mı olduklann ı uzaktan anlayamadığı için , siyah fötr şapkasının, yağmur yiye yiye aşağı düşmüş kenarların ı ihtiyaten sıvazlad l . B ıy ı klan n ı yoklad l . '
Araba yaklaşınca, kad ınlar dönüp baktı lar. Dizgin leri çekti : � Teyzeler, Suhizarı 'na buradan m ı gidi li r? Omuzunda heybe olan kad ın , erkek gibi kal ın' sesiyle güldü : - Bedave deyive�mek olmaz oğul . Bizi arabana bindirirsen sa-
na yolu gösteririz , dua ederiz.
298
--------------------- Arabacı
- Bindirmesi· kolay ama halacağırn, baksana sandık yok. Tah-ta çekeceğiz diye sandığı kald ı rdık da arabayı sal yaptık. Arkadaki çuvalların üstüne oturur musunuz?
/' - Eksik o lma, otururuz, ayağımız yerden kesi lsin yeter. - Haydi , atıayın bakal ım. H iç konuşmayan kadın ın , karanl ıkta yaş ın ı tahmin etmeye ça
l ışmış, yüzünü gözlerine kadar kapatmış o lduğundan birşey anlayamamışt ı . Hayvanları kamçı ladıktan son ra laf açmak için sordu :
- Suhizarı buradan kaç saat çeker. - Ayakla beş, alt ı saat. - Iyi , bizim hayvanlar üç saatta a l ı r demek!
) - Alı r elbet, Allah bağış lası n. -lAmin , teyze! Hep o sesi kal ı n karı konuşmuştu. Biraz sustular. Suhizarı 'na kaçak tahta yüklerneye gidiyordu. Çerkeş'e üç, üç
buçuk saat olduğunu söylemişlerdi . Bunun doğru çıkmasına sevindi .
Bu sefer, kal ı n sisl i kadın sordu : - Suhizarl ı mısın sen arabacı? - Hayı r teyze ! - Kiraya mı gidiyorsUn? - Kiraya gidiyorum. - Taşpınar'dan sonra Köklü ler'den sapaeaksın . Sapacağı n
yeri gösteri riz. - Eyvallah . . . Lakin Suh izan 'na bir saat kala hayvanları sula
mal ı . - Yolda s u çoktur. Taşnıpar'da sulars in.
299
Anne Hikayeleri
Öteki kad ı n i lk defa lafa karışt ı . Arabacıyı gizlice güldürecek kadar kekeliyordu : '
, - Tahta m ı yükleyeceksin oğul? - Tahta yükleyeceğim. - Iyi . . . Çerkeş'a mi götürülecek taQ!:alar? - Daha i leriye, Kurşunlu nahiyesine. Tren yolu döşeniyor ora-
lara . . . - Döşeniyormuş , öyle diyorlar, buralara d a gelecek, diyor
lar . . - Buralann sözü mü olu r. Karabü!<'e, Zonguldak'a. gidecek.
Kal ı n sesli kad ı n : - Bizim rahmetl inin kardeşi o taraflarda oturu r, dedi , bi lmem
bi l ir misin . San yağız bir adamdır . Ayağı da biraz topal. Abdurrahman derler.
- Bilernedim teyzel - Karısın ın köyü I Igaz'a yakm. O söyledi : Tren yolu kıtlı !'\ getiri-
yormuş. Gelin ler kötü olmuş hep. Rabbim saklasın . --- Bırak şöyle lafi teyze . . . Tren yolu k ı t l ık getirir mi? Ağam da
benim gibi arabacıd ı r. Lakin benden ziyade mal! var. Dört çift beygi r, iki yayl ı . . . Treni o da sevmez. "Ekmeğimizi bir gün elimizden alacak!" der,
- Allah göstermesin , arabacı k ısm ın ın ekmeğini kimse alamaz.
- Ben de öyle diyorum. Iki senedir hat boyunda kiracı l ı k ederim. Geçiniyoruz. Tren işlerse arabaya iş kalmaz mı? Kamyonlar için de böyle denildiydi . Ald ı rma, yalan çıkt ı . Suhizan'm,t . .
"Kaçak tahta yüklemeye . . . " diyecekti vazgeçti. - Suhizan'na tahta yüklemey� de tren gelecek değil ya . . . - Elbet gelemez, ne haddine. Arabacı beygirleri'ne arkadaşça bakt ı . Delik ır' ı , tayken al ıp bü-
• b
300
• h·
-==------------------ Arabacı
. yütmüş, sürülmüş tarlalarda koştura koştura, rahvana al ıştı rm ışt ı .
Kadınlar aralarında trene dair konuşuyorlard ı . Kal ı n sesli kadm:
- Arka arkaya odalar bağlamışlar, dedi , amanın , ev gibi imiş. Kocaman . . . Bizim köyün adamın ı hep doldursan , Bulgurlu 'nu n , Değirmenarl'CC!sı 'n ın ahalisine de y e r kal ı r, diyorlar. Bir bağ ı rırmış gel irken . . . kömüş (Manda) sürüsü gibi .
Öteki kekeiedi : - Ne olacak, gavur i şi . . . Öyle bağ ırı r elbette . . . - Bağ ı rsm b'akal ım. Arabaci , sigara yal<mal< için kibrit çaı< ınca, kal ı n sesli kad ı n
sordu : .- Evlad ım, anan baban var m ı 'köyünde? Arabacı , yaşı! koy kadınları nın yüreğini s izlatacak laflan iyi bili
yprdu . - Ne anam var, ne babam . . . Dür;ıya yüzünde bir başıma kal
d ım. - Vah oğul vah ! Kimin kimsen de mi yok? Demin , ağabeyisinden bahsettiğin in farkına varmamışlard ı .
Buna, ayrıca memnun oldu . . - Hiç kimsem yok halacığ ım . -- Ne tarafhsm asl ında? "Çankır ı 'n ın Şabanözü nahiyasi nden" diyeceği yerde, kamçı-
s ıyle uzak bir yeri gösterdi : - Buraya aras ı çok . . . Yozgat taraf ındanız! - Evlenmedin mi hiç? Arabacı , büsbütün kederlenmiş gibi davrand ı : - Kimsesiz adam nerede evlenir? Evlenemedik işte.
301
Anne Hikayeleri
- Yazık olmuş. - Yazık olmaz mı? Pek yazık oldu valideciğim. Yazık o ldu ba-
na . . . - Askerliğini yapt ın , bitird in mi? Nüfus kağ ıd ı küçük yaz ı ld ığ ından askerliğine daha iki sene
vard ı . Fakat gene yalan söyledi : - Yaptım. Hay ı rl ı sı i le bitti , gitti. Ne dersin ,asker ocağı nda ça-
vuş bi le o lduktu . - R abbim devlete , mi l lete bağ ışlas ın . - Amin deyzel Bir müddet konuşmadan gidildi . Bu sı rada kekeme kan haz ı r-
lanmışt ı : - Araba kendi malı n mı? diye sordu. - H ayvanlar da, araba da kendi mahm. - N eyse, mal sahibi o lduğun iyi . ,
� - Ayhkçıhğı sevmem. Bak şu Delikı r'a. Tayken kendim yetiş,.. t irdim. Yanına eş bulncaya kadar yirmi gün dolaşt ım. lakin şimdi çiftine i ki yüz l i ra verseler satmam. Merakl iyız işte . . . · Bak, arabayı Amasya'da hususi yaptırd ık. Ispitferi ekli deği ldir. Bütündür. Kavza koşumların ı gündüz gözüyle bir görmelisin. Pulların ı , boncukların ı , gül lerin i , çıngıraklann ı , paldum süslerini Çankırı 'n ın en meşhur saracına, başı nda durup işlettim.
- Maşallah , maşallah l Merakl ıs ın. Belli bi r şey. Gece iyiden iyiye bast ı rmıştı . Hava s ıcak ve rüzgars ızd ı . Arabac ı , karı mi l letinin, iyi hayvandan, iyi arabadan, iyi koşum-
dan asla anlayamayad:ığın ı düşünerek kederli kederli içini çeki nce, kal ı n sesli kad ı n :
- Ne var, çavuş ağa, dedi. Yüreğin dolu, yoksa birine sevdal ı m ıs ın?
- Yok can ım !
302
• h,
------------------- Arabacı
- Hele . . . hele . . . Delikanl ıs ın ayı p değiL . Tam gönül çekecek zamanın , kaç yaşı ndasın?
- 324 tEweııütlüyüm. Yani 24 yaş ı mızı bit irdik, 25'ine girdik. . - Gördün mü evlenecek zamanın gelmiş de geçmiş bi le . . . K ıs
metin açık değil miş çavuş ağa. Arabacı , karanl ıkta rahatça gülüyordu. Üç aydan beri nişanlıy
d ı . I lkbaharda düğün yapacaklard ı . - Kimsesizliğin gözü kör'olsun teyze . . . Gurbet gezmek belimi
zi büktü . - Vah! vah ! Kadınlar, a lçak sesle konuşmaya başladı lar. Arabacı dikkatle
kulak verdiği halde söylediklerin i anlamıyo rdu . K ı rbacın ı şaklata,;. rak hayvanları t ı rısa kald ırd ı :
- Beni hep arabacı -bellemeyin sakın. � . Çiftçilik, rençberlik işinden çok anlarım, beygirlerle bir herk yaparım, şaşarsın ız. Ama pulluk o lmalı . .
Ikisi birden, bir tuhaf sevinçle sordular: - Hakikat , bil ir misin rençperliği? Arabacı yan dönüp arkası na baktı : - Bil ir misin , ne demek? Sürmeliyim de, görmeli . Kal ı n sesli kad ın ötekinin kekelemesine meydan bı rakmad ı . ' - Rençperlik tevatür güç i ş. Adamı ezer. Böyle arabada otu-
rup dolaşmaya benzemez. - Her zanaatın müşkülü var, teyzel Arabacıl ık da s ıras ına gö
re çetindir. Yolda teker k ı rı l ır. Ne yaparsın bakal ım? Bir kere gurbetten baş al ınmaz. Evin yok, kimsen yok. Han odalarıyla ömrün tükenir. .
Kadı nlar yine yavaş sesle konuştu lar. Arabacı , yalnız kekeme karın ın birkaç kere : "Olur mu kız, bak
303
Anne Hikayeleri
şuna; olu r mu hiç?" d ediğini işitti. Ağabeysin in yayı ls ın ı sürerken müşteri lerin sözlerine ku lak vermeye al ışmıştı . Bu eğlenceli bi r şeydi . I nsan lafa dalar, yolun uzunluğunu unutur. Arka tekerleklen sulak çivisine kadar geri çektiğine canı s ık ı ld l . Gürü ltü , işitmesine büsbütün enge l o luyordu. Saat ına bakt ı . '
- Teyze! Ne kadar yolumuz kaldı . Hayvanları bir saat kala su-layacağ ız.
-- Suhizan 'n ı mı sordun? - Evet! - K ız, burası neresi? Tahta köprü mü? Kekeme kan tasdik etti : - Tahta köprü , Suhizan'oa yanaşt ık . - Susadan sapacaksm , bi ld in mi oğlum? - Sapı lacakmış . Sapt ıktan sonra ne kadar çeker? - Yanm saat . . . Arabacı , yan m saatla, bi r saat arasında h iç fark görmeyenıere
eskiden beri kızardJ . Uyuşan ayaklarım okun üstüne uzatmak için k ımı ldad ı . Tahtalan yükedikten sonra ormancı lar yakalarsa . . .
Arabayı da, h ayvanları d a te l lala veri r ler. B i r gün, Şabanözü'nde , ağası n ın arabasın ı tıeygirlerle beraber, yüküyle beraber yakaladı lar. Ağas ına kalsa beygirleri de kaptıracakt l . Bereket kendisi, kayışlan kesip hayvanları sürmüştü. Arabayı tellala çıkard ı lar. On liradan mezat edildiği halde köylü acıyıp art ı rmamış, on bir liraya yine ağasında kalmışt ı . Adeta yüksek sesle: "Köylü kısmı mala kıyamaz !" diyerek bir sigara yakt ı , kadınlara seslend i :
- I şte böyle teyzeler. . . SürOnüp gidiyoruz. Kal ı n sesl i kad ın, çeı<inerek gü ldü : - Ah, benim köye yolun uğrasa . . . Anlad ı n mı arabacı? - Sizin köy çok uzak m ı?
. 304
�-"""""""�-----�"""""""'--� Aı'abacı
- Uzak deği l , uzak deği l . . . Suhizan'ndan biraz ötede . . . Iki saat, haydi bi lemedin üç saat
- Pek uzak deği lmiş. Allah izin verirse birgün o tarafa da yolumuz düşe r, gelir, size misafir o lu ruz. Siz in köyün adı ne?
- Ah ... Hani ya ... Bir gelsen bizim köye ... Bizim köye, Arslanlar deni r.
- Arslantar'a gelsem', bana ayran içiri r miydi n teyza?
- Ayranın lafı mı olur, bir gelsen . . . Bir şey soracağı m dinin gibi doğru söyle çavuş ağa !
- S o r bakal ı ty!.
- Evlenmeye niyetli misin?
- Niyetli olunmaz rm? Bir namus ehl i kan bulsam hiç bakmam evlen irim.
- Iy i ya işte . . . B;zim köye gelse n ı a rad ığ ı n ı rnu ltaka bu iurdun.
- Deme . . . Bu lunur mu namus e h il ?
Tekrar yanm döndü . Kadı nlar, arabanı n sars ıntıs ıyle başlar ın ı k ımı ıdatarak oturuyorlard ı . Yüzleri görünmüyordu.
-- Bir münasibi bulunursa ben de geli rim teyzeler . . . Vailah billah h ayvanlan dehler, sizin köye ç ıkar ını.
- Oras ı n ı gönlüm bi l i r ev!ad ım. Diyeceği m şu : Sana münasip bi r kız var. Güze l l iğine güze l . . . Çal ışkanl ığ ına sabahtan akşama kadar durma.z çal ış ı r . . . Namus taraf ı dersen bütün köylü i spatt ı r,
- Çal ışkan , bir de namusiu ise bana yeterdi. Güzellik gelir geçer, namus durur. Erkek dediğin, baca dumanıdır, teyze, sabahleyin ç ıkar gider, gözü a n'\ada kalmayacak.
- O tarafa meraklanma. Kızımız pe�( körpedir ama, bir kusuru , du l kar ıd ır. Du la da razı m ı s m arabac ı ?
- Elbet razıy ım. Her şey Allah ' ın emri . . . Kocas ı kötülükte görüp ç ıkarmadı ya.
305
• h·
Anne Hikayeleri ---------------
- Kötülükte olur mu? Tövbe de . . . Geçinemedi ler. Arabacı , güldüğünü belli etmemek için tekrar içini çekti. Bir tah
ta köprü daha geçti ler. Yolun iki taraf ında kurbağalar bağı rıyordu. Evvelce vakit geçirmernek için konuşan arabacı , işin döne döne körpe bir dul karıya bağlandığın ı görünce, hayvanları sulamayı bile u nutmuştu .
Kal ın sesli kadm, yanındakiyle biraz f ısı ldaştıktan sonra: - Işi n acele mi bu gece çavuş 'ağa? diye sordu.
(
- Yok, pek acele sayı lmaz; yarm gitse m de olur. - Öyle ise bir hay ı r yapal ım. -- Ne gibi? - Bak, sana açık açık diyivereyim çavuş ağa, biz iki kız karde-
şiz. Evlenecek kız, kardeşimin kızıdı r. Istersen yürü, bizim köye gidelim. Kızı gör, o da seni görsün . . . Birbirinizden haz ederseniz ne iyi , ne güzel. Kızımızı köyden isteyen çok ya .. . Sana kısmet ise ne diyel im. Allah' ın emri . . . Ev, yurt sahibi olursun. Duydun mu?
Arabacı , şaşı rd ığ ı için birdenbire cevap veremedi . Kadm tek-rar:
- Bir kere gör evladım, dedi. Beğenmezsen, sana yol masrafın ı veririz.
- Masraf laf ln ! bırak bir yana .. . Haydi işimizi bıra�ıp sizin köye gittik diyel im, gece vakti arabayı hayvanları nereye çekeriz?
- Nereye çekeceksin, alacığ ı n k ız ın hanesine. - Babası , ağası söz etmez mi?
\ - Babası , ağası yok . . . Bunlar, bir ana, bir kız . . . Benim evim ayndır.
- Öyle ise olur bu iş . . . Pekala, gidelim teyzeler. . . Arabac ı , alayla gülümseyerek: "Yiğidin başma yazı lan geli r"
diye düşündü, hayvanları h ızlandı rd ı . Yola çıkarken kız bakmaya gideceğini bi l miş g ibi , yeni ,elbiselerin i giymiş, çizmeleri ni Çer-
306
------------------- Arabacı
keş'te boyatmışt ı . Bu taraflara tren hattı döşenmeye başladı başlayal ı , yol boylannda gidip geliyordu . Bekarl ı k canı na yetmişti . Yakınlarda bir kan peydahlamak fena olmayacakt! . Köy nikahı yapmalı , sonra aklı na esince b ı rakıp gitmeli . . . Yozgatl ı öksüz arabacıyı bulmak ne mümkün? Bir ambar i nce samanda mintan düğmesi aramak gibi bir şey . . . Içine bir şarkı tutturmak arzusu geldi . Lakin kaynanasına karşı ağı r başl ı görünmek lüzumunu düşünerek vazgeçti. Beygirleri sularken çaldığ ı ıs l ığ ı k ısacık öttürdü.
Kal ın sesli kad ın , anlatmaya başlamışt ı : - Evlerinde erl<ek yok . . . Baş olu rsun . . . Hani gönlün kızımıza, ıs ın ı rsa. - Adam ıs ınmak da nedi r? Namuslu ya? . . - Namusuna bütün köy ispat . . . Rençperlikten anlad ığ ın iyi .
Derenin alt başında burçak tarlası var. Arpal ikları var. Çalışan oldu muydu, bizim oralarda toprak boldu r.
- Çal ışmadan yana hiç korkmayın teyzeler. Hele babayiğit bi r karı bulursam, iki yı la varmaz bir çift öküzü, iki çifte çıkarırım. Davan mız, ineklerimiz yayı l ı r. Gündüz demem, gece demem uğraş ınm evvel Allah ! Arabacı o lduğumuza bakmayın. Içkiye, kahveye töv- " beliyiz. Babam hoca adamdı . Vasiyeti böyle . . .
- Iyi herifmiş, nur içinde yatsın . . . - Amin teyze! Şosenin solunda, boş toprakların i lerisindeki hafif bir ış ık görü- i
nünce arabacı telaşlandı : - Teyze, Suhizarı 'n ın ı ş ıkları m ı bunlar? - Yok! Buraya I l ıca derler. Üç haneli bir köydür. Fakir bi r
köy. Arabacın ın içine bi r keder çöktü. Fısı l f ıs ı l konuşan kadınlara
kulak verdi . Bunlarda f ıkara kısmıyd ı . Hali vakti yerinde olan, yol boyunda damat arar m ı ?
'
Beygi rleri hiç lüzumu yokken k ı rbaçlad ı . Kendi kendine:
307
Anne Hikayeleri
"Ada.m sende, Suhizan'na varınca caymış olurum. Yalvanrlarsa, I<imim i<imsem o lduğunu , nişanl ımm düğün beklediğini söyl�rimli dedi ve bu kararı veri r vermez ralıatlad ı .
Tekerlekler, yine �<eyif le t ıng ı rdamaya başlamış lard ı . Kekeme karın ı n k ı z ı n ı düşündü . Gözünün ü stüne Kurşun
lu'daki Deli Emine geldi . Sakın onu gibi beyazlığı na beyaz, etli butlu olmasın . . . işe ya�kın , babayiğit kan , enine kal ın , boyuna indir. Tam yatak harc ı ! Iyi ya . . . Böyle karıyı kocası ne demeye boşadı . Herif yoksa öldü gitti mi? Az kalsın boş bulunup bu tarafı soracak!1 . Vazgeçti. Esmer, kara kuru rezi l in alçağı bir şeyse . . . "Anasına bak, kızım alL." derler.
Kekeme kanYi ı karanl ıkta bir türlü fark edemediğine üzüldü. Bu . esnada kal ı n sesl i kad ı n : \
- Sunizan'na i şte buradan ini liyor, dedi . Ait baştaki kavakları gördün mü? Oradan sağa bükü!ürsün , doğru Suhizan . Dönüşte akl ı nda kalsı n . . . Şaşırma oğlum . . .
Arabac ı , dalg ın ! ıktan kurtu lup etrafı na baktı . Sapması laz ım gelen yol ağzını on adım kadar geçmişlerdi . Gece burada daha tenha, daha karanl ıkt ! . "Oğlum'� kel imesinin tamamıyle anlayamadığ ! kadar büyük tesiri oldu. "Ben caydım, haydi atlayı n aşağ ı !" diyemedi . Hayvanlar, bunca senelik arabac! olmasına rağmen �er dikkat edişte, hayrette kald ığ ı bir metanetle koşuyorlardı . Kamçıs ın ın sapıyle ensesini kaşıyarak bağ ı rd ı :
- Döyyt ! Ai � aslanı m! . . Haydi oğlum. , Arslanlar köyüne gitmek için, geniş bir çayırlığ ın ortasından ge
çen bir toprak yola sapt ı lar. Kal ı n sesli kadın: - Çavuş ağa, buraların düz!üğüne aldanma sakın, diye güldü .
Köyümüze değrne arabacı gidernez. Acemi lerin kağn ı lan bi le devri l i r.
--- Acemi olmayan tel<erleğini döndürür ya teyze l . . - Döndürü r e lbet. - Öyle i se meraklanma, evvel Allah , salirnen vas ı l oluruz.
• b
308
, i . \�
--=�-----=. -=�' �"'--�""""""'='�--��� A .. rabacı
- Artık orasın ı benden iyi sen bili rsin , arabaeısin, kendin i gös-ter.
Yarım saat sonra , arka dingW , sulak çivisinden çıkarıp öne yaklaştı rmak i ktiza etti .
Vol , iri i ri taşlarla, tümseklaria, ÇuklH'larla doluydu. Araba çat ı rdayarak sarsı l ıyor, çukurla.m gömülen te�<erlekler insan gibi in liyordu. Gitgide araba geçidi deği l , çoban yolu bi le ,kalmad! : Dik bir inişi ka.zas ız savuşturmak için arka tekerleği zincir le ba.ğlarr1ak icabett i .
Arabac! , yere atlayıp hayvanların baş in ı sağ eliyle tuttu . !<arrlç ıs ı n i ı beygiri n boynuna yavaş yavaş vurarak, arabayı devi rmeden, t.ekerlekleri I<ı rmadan dereye indi .
Artı�( ym'\sek sesle, y'ola da, arabaya da, hayvan lara da küfredi� yordu. Kendine güvenip "mutlaka aşarızl' demeseydi , kanları mey·· danda b ırakıp çoktan dönecektL
Terlediği için ceketini çıkarm ışt ı . LAldn biraz sonra çal ıya takı� ! ıp ',aybolmasından çekinerek. giydi . Bu sı rada eli belindeki taban
. cas ına çarptı .
Kan!ann kendisini bir dolaba düşürmeleri ihtimali akl ı na geldi . "O lur mu olur, kı l ığ ına kıyafeline aldamrlar. . . Para urnarla.L Köy!üde az oyun mu var?" Şimdiyı3 kadar dinlediği soygunculuk hUçayeleri ni peşi peşi ne hatı rhyoreju . "Soysalar bir şey deği l . . . Leşini' bir amansız dereye at ıveri rle r. Seygirleri de Çingenelere sat . . Hal is Amasya arabası na müşteri çıkarsa ne aliL . Çıkmazsa odun niyetine daya 'ocağa . . . Ibrik ibrik gusül suyu ısıİsm !"
Sağ beygir çok yoru!duğundan kumazhk ediyor, a rabayı Pamuk.kı r'a çektirrnek için oka yaslanıyordu. "Hele imans iza bak hele !" diye bağ ı rarak Demirk ın 'n ı insafsız i nsafs ız kamçı lad ı .
Yine bir dereye indiler, bir yokuş çıkt ı lar. Uzak b i r tepenin ağaçları üzeıi nden, kıpkırm ı z ı testekerlek ay doğdu . . .
Ağ ı r ağ ı r soluklarından, hayvanlann fena ezi ldikleri anlaş ı l ! -yordu . /
Arabacı , bir taş ın üstüne oturarak sigara yakt l . Kadınlar da, şo-
309
Anne Hikayeleri
seden buraya kadar yaya gelmiş say ıhrlard l . Çömeldikleri yerde sesleri çıkmıyordu.
Iyiden iyiye kızd ığ ı halde, kendisi zorla tutmasa,. kocakann ın "kızı beğenmezsen yo l masraf ın ı veririz!" demesine yüksek sesle gülecekti . "Hay Allah'tan bul kaba sesli karı . . . Bu cehennemin dibine akl ı başı nda arabacı gelir mi ki masrafı olsun . . . "
Saat ına bakt ığ in l farketmiş olacaklar ki , kekeme karı sordu : - Saat kaç çavuş ağa? - Iki ! - Alaturka m ı , alafranga m ı? - Alafranga . . . - Bizim saatle ne tutar? - Yedi , sekiz tutar. - Artık meraklanma çavuş! Artık yanaşl ık . Birazdan yol düze-
lir. Dereden ötesi Arslanlar'a bir sigara içimidir. Arabacı bitim Türk'ümüzün "Bir sigara içimi , "Şu tepenin arka
sında, bağırsan duyulur" ölçülerinin!, bazen bir saat, bazen iki saat, bazan da iki saatten ziyade sürdüğünü bil iyo rdu.
Dereye in ince hayvanları sulad ı . Yolun bundan �onrası hakikaten fena deği ldi . K ı rk beş dakika sonra Arslanlar köyünü tuttular.
***
Kekeme karın ın hanesi , köyün başı nda, büyücek bir avlunun içinde id i . Çerkeş taraflarındaki bütün .köy gibi alt katı taştan, ü st katı tahtadan yapı lmışt ı .
Arabacı , beygirleri çözerken, kekeme karı evden b ir çıra yaka-rak geldi : i
- Haydi oğlum, hayvanları dama çekel im. Arabacı , ağdal ı ağdalı geviş getiren bir çift öküzü yemliğ in dibi
ne sürerek yer açt ı . Saman çuval ı i le arpa çuval ın ı içeri taşıd ı .
3 10
------------------- Arabacı
Kekeme kad ın sordu : l
- Çuvalları neden geti rd in evlad ım? 1 / - Hayvanlara yem vereceğiz valde.
i - Hiç olu r mu i miş? I şte yem haz ı r. Kadın , büyük bir sepet samanla, yarım çuval kadar arpayı gös
terdi . ArabC;lcı akşamdan beri bir türlü seçemediği yüzünü ç ıra ışığ ında görmeye çal ışarak güldü :
- Yem vard ı . .. Gece akti zahmete girdin . - Zahmeti mi olurmuş ! Hayvanlar ter içnideydi. Hamutların ı v e meşin bellemelerini Çı
karmadan çul ların ı örttü . Arpanın taş ın , kalburdan geçi rdi. Saman ın tozunu çalkadı . Birbirine karışt ı rıp torbalara doldurarak başları-na takt ı . i
Kekeme kadın, ç ırayı o�uzu h izasında tutmuş "maşaliah I Yiğit atların var, çavuş�' diyordu .
Arabacı , Pamukk ı r' ı n boynunu küçük b ir şamarla okşayıp d ı -şarı çıkt ı . Ev alt ında dört tarafa bak ınd ı :
- Biraz s u bulal ım valde . . . El imizi yüzümüzü y ıkarız. - Hele yukarı buyur evladım. - Zahmet ettik gece v�kti . Merdiven ayağı nda duraklad ı . Çizmeleriyle çıkmak istemiyor
du. Kekeme karı : - Yürü , yürü . . . dedi . Yürüyeceksin . . . Olmaz! . . Yukarıda merdivenin karş ıs ında üstüste zah i re ambarları du
ruyor, sol taraftaki aral ık kapıdan tereyağı kokusu geliyordu. Sağda başka bir kapıdan sofaya ış ık vurmuştu . Bunun önüne gelince kadı n seslendi :
. - Cemile k ız ! . . M isafire baksana . . . Koş ! . . Arabacı , başın ı önüne eğdi . . . Anas ı :
311
Anne Hikayeleri
-- Haydise ne . . . Çizmeleri çek . . . Bak hele, diyordu. Duvara doğru bir adı m geri ledi : - Dünyada olmaz, ben çıkarın m valde . . . Olmaz. - Neden o lmazmiş . . . Haydi gel l<lz. Kız çömeldi . Fesin in üstüne ört1üğü çember bembeyazdı . Şai
varın ın kırmızı çiçeklen bu beyazlığ ın yanında daha kız ı l görünüordu. Arabac! ayağ ın ı uzattı .
***
Odaya girip sedire uzand ığ ı vakit, aç olmas ına ve d ışarıdan geien k ızg ın tereyağ kokusuna rağmen, ewela yat ıp uyumak ihtiyacı duymuştu . Çizmeleri ç ı l<ard i �<tan sonra, serbestlayen ayakların ı uzat ıp ar�(asma yaslanacağ ı s ı rada, leğen ibrikle Camile'nin içeri girdiğini görerek doğru ldu . Ceketini süratle çıkararak kol ları n ı s ıvad ı .
Leğenle ibrik , bi r saat evvel kalayianmışlar gibi pan l pan ı , e i havlusu , demin yıkanmış gibi temizdi .
Arabacı , bakış ların ı ibriğin parlak sapında duran küçük e lden ayı rmaksızı n :
- Zahmet o ldu gece vakti ! diye mın ldandı . Yaln ız kal ınca gülümsayarek odaya göz gezdirdi . Yerler, se
di rler ki l imle döşeliydi . Lakin bunlar eski ve yamah şeylerdL Arabac! : "Üç kişi f ıkara kanmn ocağmı söndüreceğiz, gÖrdün
mü iş i sen?" diye düşündü . Atları da adamdan saydığ ı için kendi kendine gü ıümsedi . Duvarda as ı l ı beş numara lamban ın , yeşi l camdan haznesinde ancak bi r parmak gaz kalmışt ı .
D ışarıda f ıs ı lt ı iar işiterek kulak kabartt ı . Içi ne yoldaki soyulup öldürü lme vesvesesi düştü . Fıs ı ldaşanlar arasında erkei( sesi olup olmad ığ ı ili anlamak üzere, az kalsın yavaş yavaş kapıya kadar gidecekti. Kendi kendine : "Kekeme kan giriverirse ama ayıp olur ha!" dedi .
Soğuk su, uykusunu dağ ıtmışt ı . Tabancasın ı yoklayarak pencereden d ışarıya bakt ı . Avlunun bir köşesinde kağnı duruyor, kapı-
• b
3 12
-�--�='�. �.�� ..... -=� Arabacı
n ı n sol l,anadı na yakı n yerde, hat boyu makasçıla n n ı rı kulübe!erine benzeyen apteshane bu lunuyordu . Arabası orta yerde kalmıştı . Avlunun taş duvannm ötesi hep ağaç l ikt ı . Ay iş ığ ı n ı n alt ı nda her
. şey sakin ve zararsız görü nüyordu .
Kekeme kan , Kastamonu iş i �(arakalem sofra örtüsünü sedirin üstüne serince , eve girdi g irel i tekrar etmekten usanmaya başladı-ğ ı bir sesle :
.
-- Zahmet o luyor teyze ! dedi .
Kadın , cevap bile vermedi. Tekrar evlenmeyen ve erkek evladı olmayan bütün du! kadı nlar gibi , evine gi rer girmez değişmiş , yoldakı s ik ı iganhğin i barakmişti .
Arabacı , yolda hiç durmadan kOfluşup, baş ına olmad ı k iş/e r açan ka!m �esli kadın ın o rtadan kaybolmas ı nı yad ı rgıyofı ona al !şt ığ ı n ı , o gelse daha serbestieyeceği ni umuyo rd u .
Önü n e , tahta bi r sofra üze ri nd e , "'alayı bozulmamı ş bal' o r sahanlar içinde, peynirli yumurta ve bir çinko tas i le pesti l hoşafı koydular.
Kalı n sesli I<adınla kekısme kan içeri girip karş ıdaki sedim otuwnca:
- Siz ye meyecek misiniz? diye sordu. i
- Biz yedik, keyfin e bak! dedi ier.
" " Bi r evin erkEıği omak iyi şey" diye düşündü .
Kız, kapı n ı n yan ında ayakta duruyordu . SofraYi önüne koyarJ(eil yüzünü şöyle bir gö rmüştü . Dudaklan ı�ahrı kahı'! ; etl i etliydL
Yemek yerken, o kadar i stediği ha lde kafasın ı kald ı r ıp bakamad ı . Bunca yı l gurbet gezmiş , tıovardal ık etmişti . Cesaretsizliğini ayıplad ı . Gözlerin i mutlaka görmek için su istedi . Fakat, maşrapayı ah rken de, bol şalvann alt ı nda, çiçek l i �'ü n çoraplar giymiş bir çift. �'\üçük ayaktan ve kuşağ ı n Q stü nde , terbiyeli te rbiyeli d u ran o rta parmağı gümüş üzül'<lü bi r e lden başka bir şey fark edemedi .
Ancak, üç peşli e ntari n i n arka· eteği savru!up k ız ın döndüğünü anlayınca baş ı nı kald ı rd ı , arkadan görünüşü pek fena deği ldi . Saç-
313
. \�
Anne Hikayeleri
ları iyice siyahmış . . . Saçları iyice siyah o lan karın ın kendisi mutlaka ayna gibi beyaz olur .
Yemekten sonra kahve içerken kahn sesli kadın birdEmbire sordu :
- N as ı l evlad ı m , k ız ımı beğendin mi? K ız süratle d ışarı ç ıkt ı . Arabacı , böyle bir suat karş ıs ında kalacağın ı h iç beklemiyor
muş gibi k ıpkı rmızı o lmuştu. Önüne bakıyor, elindeki ' kahve fincan! titriyordu . Bir türlü cevap veremedi . .
Kad ı n bir daha sordu : - Gönlün çekmediyse darı l mak olmaz. I slam din i aşikare .
Açıktan açığa söyle . . .
di .
Arabacı , kahve fincanın ı yavaşça yere b ırakt ı . - Olur teyze ! - Demek beğendin? - Beğendim , Al lah bağ ışlas ın ! Bu kısa cevabı n kafi olmad ığ ın ı , pek manasız kaçt ığ ın ı sez-
- O da beni beğendiyse, ben de onu beğendim . - Neden beğenmeyecekmiş? Aslan g ibi koç yiğit ada ms ın .
Namuslu herif olsun , tembel o lmas ın e lverir. Kal ı n sesli kad ı n ciddiyetle konuştu: - Bir şart ımız var evladım. K ız kardeşim tarafı erkeksiz. Kız ı
gurbet e l le re götürmek olmaz. Bak, senin de dünyada kimin kim- " sen yokmuş. Bu da senin bir anan. Tarlal�r ortakç ı eli nde kaldı . Kendi malı n gibi çal ış ı rs ın .
- Elbette, tabii . . . Arabacı bÖ\'I� söyleyerek yerinden kalkt ı : - Hayvanları t ımar edeyim. Vakit geç oldu. Siz de rahati.nıza
bak ın .
' 314
--------------------- Arabacı
Kekeme karın ın yaktığı idare kandi l ini alarak, ah ı ra indi . Hayvanların teri kurumuştu . Çulları ve koşumları al ı nca, yele
leri ni titreter�k gübreye yat ıp iki tarafa yuvarlandı lar. Arabacı , uyuklayarak ikisini de baştan savma kaşağ ı ladl . Ka
şağıdan sonra süpürge i le tüylerini s ıvazlad l . Torbaları n ı tekrar doldurarak başlarına ast ı .
Odaya çıkt ığ ı zaman, yatağı seri lmişti . Süratle soyundu , para çantas ıyle tabancayı yast ığ ın ı" a lt ı na koyup lambayı üfleyerek yattı . Yorganı başından çekerken , oda kapıs ın ın ara l ık kald ığ ın ı farketti . Dışarıda kapattırmak için sesleneceği sı rada "Belki kızı yan ıma gönderi rler" diye düşünerek vazgeçti .
Yorgunluğuna rağmen uykusu yine dağı lmışt ı . "Böyle bir niyetleri yoksa lambanın söndüğünü görüp mutlaka kapıyı çekerler." diyordu.
"Kız bunca zaman dul oturmuş. Kocakarılan uyutur da, bir bahane i le içeri g i rer belki . . ."
Bir müddet boş duvarları seyrettL "Şuradaki dolapların bi risi yOklük, birisi hamamlık . . . " Pencereden içeriye ay ış ığı ve sessizlik vuruyordu. Kendi kendine öfkelendi . Kızın yüzünü, gözünü, kolunu budunu bir türlü gözünün önüne getiremiyordu.
Küçük ayaklar, bir e l . . . S iyah saç örgüleri . . . Akşamdan beri h iç konuşmadığ ın ı hat ı rlad ı . ' Sesi acaba nası ld ı köpoğlunun?
Eve, yapıldı yapı lalı yavaş yavaş sinmiş olan kuru zahire koku-sunu derin deri n kokladı .
Yorganın a ltı nda s ıcak büsbütün ziyadeleşmişti . Bir müddet sonra, uyudu. Vücudunun yorgunluğuna baş ın ın kazan gib i olmas ına ald ı r
mayarak, ortal ık aydınlanırken kalkt ı . Gürültü etmemeye çal ışarak ah ı ra indi .
i . Hayvanlan t ımar ettikten sonra, eline geçirdiği bir kova ile sulad ı .
Torbaları n ı doldurdu . Akşam çıra ışığ ında s ıska gibi görünen
315
Anne Hikayeleri w=--__________ �=----
öküzler oldui<ça semiz ve kWNetliydiler. L�U{in ahır pek harap, yemlikler pek perişarıdt
Yukarı çıkmcaya kadar odaya sıcak süt hazırlamışlartiı .
Ekmeğe el sürmeden I<aseyi başına dikti. Tel�rar yatağa girerken cüzdanın ın koyduğu yerde durup durmadığma bakt ı .
"Er�,ekleri yok f ıkaralann . . . Ah ır bakımsız ka lm ış" diye güldO.
Kal ın sesl i kad ın evine gittiği için, öğle yemeğini yerken, kekeme kan , karş ıs ı ndaki sediade yalnız oturuyordu .
Kız, yine kapı dibinde durmuştu. Gözleri de siyaht! . Boyu, kapı çerçevesine yakındı. Biieğinde bir gümüş bilezn, görJnOyordu. Yüzü güneşten yanmıştt . Durduğu yerde terlediğ! için yanak!an pa.rl lyor, arada. sırada bem etmeden kendisine bakıyordu.
Arabacı , yemekten sonra odada uzun müddet yalnız kaidL
Yorgarıı alm ış l(�r, faı<at "belki uzarur" diye yatağı toplamamış-!ardl .
. i
Saatinın gümüş kösteğiyle oynayarak ne yapacağını düşündü. Pencereden dışarısm! seyrel.iikçe içine· bir gariplik �'Öküyordu. Harman yeni kalkmış, }(öyu sapsan bir boşluk kap!amışt ı . Canun ötesinde, her şey, hiç kımıldamadan, rengi uçmuş bir gazete resmi gibi insanın canın ı sıkacak derepede bulanık ve keder!idwuyordu. Asla gözüne alamadığ ı halde, bütün ömrünü buraıarda ge1;irmeye artı�< mecburrnuş gibi ürkın . Kışın soba �;arş!sında oturmak, oduna gitmek, köy odasında boşboğaılik etnıekı yaz üstünden başlayıp bu zamana kad,1"j dunnadan, dinlenmederJ, ölesiye uğraşmak, mahpuslut<ta.n daı !lastfl yaıına.ktan da zor bi r şeydi.
Avlunun ortası ndaı(j genç arik ağacından birkaç sararmış yaprak düştü . Ayal<lannı uzatıp esneyen köpek, topraktan bir parça zannedilecek kadar kirli idi . Beygirlerden birisi , muhakl<at< Delikız, �\eyifli keyifli kişnedi. .
Arabacı , derhal ayağa kaJi<tl . .A:şaği inmek için merdivene doğru yürürken, karşi odadan kap kacak sesleri duyuldu . Bem belirsiz tereddüt ett i .
• b
3 16
"" Arabacı
Oda, son derece loş o lduğundan, dolabm önünde bir şeylerle uğraşanın mi , yoksa kenardaki sand ıktan tekneye un çıkaranm mı, kel�eme kan olduğu nu seçerneden eşikte durup konuştu .
-- Baksana valde . . . Benim Kurşunlu'da eşyalamn var. Onlan gid ip geti rmel i .
.
Kekeme kan , dolabın kapağ ın ı kapat ıp döndü :
- Eşya ların m ı var? - Var ya . . . Konsol dolabI . . . Yatak karyolasL .. Öteberi . . . - Gider, getirirsin . . - Ben de öyle söyk:yı.1cektim valde.
-- Dur, lakin". S ıcağı n gözünde yola ç ık ı lmaz . Akşamı bekle·· yelim . HayvanıDJ da din len ir. .. , Ne dersin?
-- Pekala! iş in mOşkü! taraf ını bu kadar kolay atlatl ığına sevinere�\ ahı ra
indi , 80ygirle r iyice dinlenmişlıardi. Delikıı, başıni di!�JT!iş tırnak VU� ruyordu . ,Arabaci , harap yemmdore baka!"�(en köşede eski , bir sepetin içinde bir keserle· eğri büğYü , pas!anmış çivi ıer görd( L Ceketi·· ni çıkanp direklerden birisine asarak yemı1kleri tamira başladı .
çanı<an . toprağI 1l8\ ait. bir �,J.ax��� ı tutıurmuştu . Ben güzelim diye yüksekten uçma, !ndirirler seni , el yaman olur.
Siyah zü lüflerin gerdana ;sıaçma,
Eser sabah yeU ı yel yaman olur.
Sesi doigun ve raha.tt ı .
Keseri parmağına vurdu . Parmağmı küyrıederek açizına götürdü .
Ai\şam olmuş, ah ınn küçük penceresi kararm!ştL
Geri çekilip, gözlerini süzerek yapt � �< ıanm seyrettL
317
Anne Hikayeleri
Sonra, Delikız'm gergin kalçasma bir şamar indirdi : - Ne dersin oğlum ! Dalmış gitmişiz. Yemlik de yeni gibi o ldu,
ne dersin? Artık, arabayı koşup yola çıkmaktan gayrı bir şey istemiyor
du. . Dul karının, bir de akşam yemeğini yerse rezil iik olacaktı . H atta
yediklerinin bedelini ödemek için bir çare aradı. Bulam�yınca "Araba parasma saysı nlar" diye söylendi .
Odada, e liyle ceket ini süpürüp hazırlanırken, kız lambayı yak-t l . Arabac ı , rahatsız rah ats ız sedire oturdu .
Sofrayı geti rdikleri zaman yüzünü astı.: !
- Zahmet o ldu valde. - Zahmeti mi var oğuL . . Bugün sabahtan beri evimizi şen len-
dirdin . -Sesi titriyordu- Erkeksizlik kötü oğu l . . . Sen damda türkü söylerken , ben ağlad ım . -Vernenisfnin ucuyle gözleri ni kuru lad ı- Erkeksizlik bir kötü . . . Yemliklere baktım da . . . Ömrü ne bereket. Şunun babası askere g ideli yirmi y ı l o ldu. Rahmetli giderken Cemile şuncacıktl. Hala o gidiş . . . Koynuna kırk bankmot koymuştum. Kimi : "Parasına tamah, yolda kesti ler" dedi . Kimi "Camide otururken, top gelmiş" dedi . Ölüm Allah'm emri . . . EI kadar bir kağıt gelseydi , imama okutsaydım, hiç yanmazdım. Şehit haberi gelmedi , ne dersin?
- Hangi muharebeye gittiydi valde, seferberliğe mi , Kuvayi Mi l l iye'ye mi?
- Muharebeye gitti ya, hangisine olduğunu bilernem . . ***
Arabacı , hayvanları koştuğu zaman, yatsı okunuyordu . Kekeme kan , el indeki çıran ın alevini savurarak gidip avlu kapıs ın ı açt ı . Cemi le, erik ağacın ın önünde, e l lerini kuşağının üstüne kavuşturmuş, arabacıya bakıyordu .
Arabacı yan kayışlar ı , dingil kapaklarını , çuval lann ve yem torbatannın iyi bağlan ıp bağlanmadıklannı , gözden geçirdikten son-
• b
3 18
. \�
-------------------- Arabacı
ra, oka basıp arabaya bindi. Hayvanlar yürüyünce, Cemiieiye doğru elini sallad ı .
- Ismarladık şimdi.. . Kapıda, kekeme karı , ç ı rayı yukarı kald ı rd ı . - Ne günü dönersin çavuş ağa? . Arabacı , bu suale hazırlanm ıştı . Baş ın ı çevirmeden : - Yarın , dedi . Olmazsa öbürgün akşama buradayız. - Yolun açık o lsun evlad ı m. I nişli yokuşlu yerlerde, bütün dikkatini arabaya ve beygiriere
verdiği halde, yüreğine çöken kederi gittikçe artt ı . Altı aya, bi r seneye varmaz, yemlikler yine harap olur. Kocakan , "erkeksizlik bir kötü" diye nası l da kekelemişti. Öbür akşam geri dönse, eşyalarla avluya giriverse kim bi l ir ne kadar sevinir f ıkaralar.
Ay'll şeyleri , öyle arka arkaya utanarak ve kızararak düşündü ki , yolun uzunluğunu h iç fark etmedi . Yokuşlan atlayıp, düzdeki çayırhğa girdiği zaman ay doğmuştu. Etrafı na dalgı n dalgm bakt ı .
çayırl ığ ı n ötesinde berisinde, k ısa ve çarpık dallanyle, ağaçtan ziyade, öylece kalakalmış insanlara benzeyen söğüt gövdeleri ' vard ı . Birdenbire şoseyi gördü . çayı rl ığ ı n hizasmdan bi raz yüksekte duruyo r, iki ucu ağaçların arasıdan kayboluyordu.
Arabacı , şoseyi görür görmez, yabancı bir yerden evine dönmüş gibi ferahladı . Geniş kenarl ı siyah şapkasın ı yukarıya iterek "Eşekliğin alemi yok oğlum!" diyerek güldü.
Şoseye ç ıkınca, beygirler kulakların ı dikip t ınsa kalktı lar. S ıcak ve sakin gecenin içinde, yol dümdüz uzuyordu .
319
Anne Hikayeleri
.AYNA Leyla ERBI L
Sen o lmasayd ı n evlenird im, paşa.ya varırd ım, kanı m kurudu , şimdi , memeleri m ekşidi , i l ikierim karard ı ve katildı yüzüm mil<:enlilerden kalma b i r sarmc! andıny�r, kadife modaydı o vakitler, dol,· mabahçede balo var diye çürümüş bir kedi bi le olsam, kurtuluş yok, baban alamanyadan getirmişti ne paşalar, kolordu kolağaları , mareşa! reşasettin , baban ı n silah arkadaşları , bir kedi leşi yenmez art ık, savaşta o lur, gitgide küçülüyorum, karyolam büyüyor, ayakka" b ı larım e lbiselerim UZUYOf1, dekolte bir yakaı paşa pek beğenmişti ı tek-taş pırlant ım, ben ö lüııee sana kalacak, yüz görümü , sen de biraz babanın kansı sayı l ı rs in , madam artirik dH<mişti , ense açık , kuiaklar p ın l pm!, h anı mefendicim ne i nce beli niz var, o muzlann ız ipek sanki , teninize değince el im uyuşuyor, size rop dikmek hem kolay, hem çok güç, beni görür görmez sormuş "Kim bu taze" yüzbaşı Selahattin in hamm ı paşam" bir vais datıa, baş ın ız mı döndü sultanım, çal ı n bir vais daha, ama ben diktim, gözlerimin ış!ğ ı yitene dek diktim, elini bile sürdürtmedim, bir vals daha, bi r zambakça apank bir kad ı ıı , ama siz varsınız sen ve kardeşin, kardeşin neden dönmedi , ben senin içi n bekledim, sen de beni bekle , sevildim ben , kürkler eimaslar içinde seviştim, senin yaşı nda gelinl ik giydim, duvak bile taktı m, paşayı o gün tanıdım, benim evim burası , ben ö ldükten sonra kimin le istersen onunla yap, babanın on parası geçmedi bu eve, dişlerimi n yarıs ın ı kesti rdim, ağz ım çöktü, kasamm anahtarlqfi nerede, yüzümün ortası nda dönüp duran anaforu dur-
320
-; h·
-------------=-----------=--�---------=- Ayna
duramıyorum, seni düşünmekten' de beyni m durdu , bir oğul böyle mi o lur, ben neler yaptım, ayaklarımı öperdi paşa, konak, çiftlik, sa-
. raYrdüğmelerini çözdü, bi r demet turp çıkard ı , kokladım, ama benim bir kız ım ve bir oğlum var, oğlum güney Amerika'ya gitti , bir kızla baş başa kaldım, anahtarlarım ve neyim varsa onun olacak, bekliyor, yemeğime her gün ağı koyuyor, ağJr ağı r ö ldüren bir ağı , ses etmiyorum gençtir yapsın , ölmem ki ben, oğlum yüzü me tükürdü gitmeden, onu da severim, arası ra ağladım bi le, gitme dedim ona, işe yaramaz bir . . . 'sm sen dedi kızıma' . . . . olarak bile hiçbir yarann yok dedi , k ız ım dondu kald ı , ard ından h iç ağlamadı , k ız ım mülkümün tümü kendisinin olacak diye seviniyor, güney Amerika'da ne var, ç ı ld ı rmış bu çocuk, bi rkaç Amerikalı öldürmeden geberi rsem alçağ ım diye tutturdu günlerce, bir doktora gitmeliydi , herke� ne yapıp yapıp iki Amerikalı öldürmeliymiş, ne isityor Amerikal ı lardan, onların da anaların ın ciğeri yanar, geri llaya katı lacam dedi , kimmiş o geri l la Al lah kah retsin onu seni benden al ıyor dedim, hep o kürt arkadaşı yüzünden, düşük bıyıklı kara kıl l ı oğlan var ya, ben de askerliği bit ireyim mavzeri alıp dağa çıkacam dedi -oğluma, oğlumun mavzeri de yok, tabanca çekmesini de bi lmez, ben onu öyle mi yetiştirdim, paşa oğlu o, bekle, gitme, önce birlikte kendi yurdumuzu kurtaral ım dedi oğluma, mavzeri kapıp dağa çıl<mayla yurt kurtulur sanıyor bunlar, oğlum bekleyernem diye haykırdı kürde, her geçen gün kinimiiden bir parça daha eksi ltiyor, dakika bile bekleyernem diye bağ ırdı , sakal lan da var, gülmem tutuyor onları gördükçe, küçücük küçücük adamlar, sen nesin diye sordu kız ıma kürt, herhalde sosyal demokrat ımd ı r dedi kız ım da, sosyal demokrat ne de-, mektir dedim 'ona, boku kaşığın sapıyla yemektir, dedi: terbiyesiz-
. ler de . . .
Ben o n u nelerle o boya getirdim,' gidersen hakk ımı he lal etmem, zaten yolda üşütürsün, asya gribinden ölürsün dedim , babasından kalma küçük çantaya bir gömlek, bi r diş f ırças ı , bir don, bir atlet, mavi bir havlu , bir de babas ın ın çok eski postalların ı koydu , mavi renge bayı l ı r, bunların hiçbiri gerekmeyecek bir ay sonra bana diye sevindi , kurtu luyorum şu sizin giysi lerinizden, bannaklannızdan, dergilerinizden , yemeklerinizden dedi , radyoyu da çald ırmazdı bize, sizin çalg ın ız, sizin sinemalarınız, dostlukların ız deyip
321
• h,
Anne Hikayeleri ---------------
duru rdu, ne 'söylesem sizin iğrenç düşünceleriniz derdi . Neden bu denl i iğrenmiş bizlerden bilmem, sonra bana döndü, yağmurluydu da hava, ömründe ilk kez bir işe yara pırlanta yüzüğünü ver bana, baş ,m sıkışacak, birkaç aya varmaz ölecem, ama iki Amerikalı öldürmeden gitmem bu dünyadan, oranı n ne havası na al ış ığ ım ne suyuna, di l lerini de bi lmiyorum, ölmeyebil irim de, ölsem de önemli deği l , beni anlatacak insanlar bi rbirleri ne, benim verdiğim örnek onları düşündürecek falan diye bir y ığ ın söz etti . . .
Delirmiş bu çocuk birkaç kişiyi düşündürecekdiye pırlanta yüzüğümü verir miyim ben adama, kızım: Biz ne olacağız, annemi bu yaşta di lendirecek misin , diye korktu , h ı h l Kendisine kalacak sanıyor yüzük o da, nah veririm ben sana yüzük, oğlum, di lenseniz ne olur sanki şimdi de birer dilencisiniz dedi , nankör, ben de yüzük deği l z ı rn ık bi le alamazsın benden , yüzüğe yazık, çok geçmez sen onları temi�lemeden Amerikal ılar seni temizler dedim, namert ne çabuk unuttun daha dün çükünle oynarken yakalad ımdı seni, nası l yakıımdı oranı , sünnet yerinin altında hala iz i bellidir, nereye kaçsan benim izimden ayrılamazsın , güney Amerikaya da gelirim . . .
Ne çabuk adam o ldun da Amerikal ı ö ldürmeye çıkt ın dedim otu rduğum yerden tane tane o larak, geldi , karşuna durdu , kara gözleri koca koca açı ldn , bembeyaz dişleri ni gösterdi,' onu öyle hangi kız görse tutulur onun o lmak isterdi , ardından yuzümün tam ortası na doğru tükürdü , çantasın ı aldı ve gitti , soluk ald ık o gidince, ev geniş ledi , perdeler uç�ştu , kızım si ldi süpürdü . . .
Temelli el ine kaldım bunun, bıkıp usanmadan bekliyor, beklesin ölmem daha çok gencim, yapacak yığınla işim var, bugün konuklanm gelecek, kapıcıya fondan ald ıracam, bu kat benim, samur kürkümü getir, dizleri me ört , kimim şimdi , gözlerim de görmüyqr, başsağl ığ ına gelecekler herhalde , üzülmeyeyim diye neye geldiklerini sakhyorlar benden, önce anahtarları ver yüzüğümü takayım bugün, konukları m gelecek sultan Reşat ın torununun gelini yakın ahbabımdır, saçlarım çok yağlandı , ' hanidir yıkanmadım, pamuğa alkol damlat ver si l ineyim, saçlarım kumrald ı , Atatürkle döndük döndük döndük, debdebeli geçti yı llarım, genç yaşta toprağa koydular onu, tabutsuz, köpekler havlayarak buldu lar yerin i , tepede,
322
---------------------------------------- Ayna
oyup çıkardı lar, d işlerine takt ı lar postalları n ı çekti ler saçları duruyordu daha, toz, toprak, ottan kocaman yuvarlak bir top olmuş kendi liğinden yuvarlandı aşağı lara dağ ı n etekleri ne değin , yutkunurken bir başkas ın ın tükrüğü geçiyor g ı rtlağı mdan, şamdanları yak, saçlarımı tara, e ıierimi tut, iyi ki sen vars ın . Ki msin sen?
Ne çal ıyor öyle, ben de seni çok arıyorum olsun arada bir uğra gene, beni özlüyorsun, ama bu hiçbir nen demek olmuyor, olsun bir kez başladık, sonuna dek gitmeli artık, ama olsun elimi tutuyor, dudaklarımı bulamıyor, ben kaçırıyorum, ağzım önündeki her nenlen içeri çekiyor, bunu saklad ım ondan, çok rakı içtik bi rlikte, çok çok konuştuk, bal ik levrekti, gözlerini içtik, uykumuz geldi gid ip yatt ık,
_ e l im seninkine değdikçe büyüdü, küçücük el lenn ,var, yüreğin de h iç atmıyor, sen misin? Herkesi birden yaşamak istiyorsun, kendini korumaktan hayı r gelmez sana, benim de bir yardımım olmaz, yüce lmeye inanmışsın bir kez, öyle de aşağ ı lardasın ki , şamdam söndürsene, iyice batağa dal , iyi olmaya özenemeyesi pislen, kendini yıkabilsen
', bütun insanlar kadar pis olabi leceğini anlasan o va
kit bağışlarım seni benim pırlant yüzüğümü çaldı , kızımdan sakl ı yorum bunu, sen de söyleme, duyarsa beni terk eder, b i r gün kızımın ırz ına geçmeyi kuruyorsun, sana kötülüğü oynattı rd ım, sen de oynad ı n e l inden geldiğince , iyi becere medin , anlamıyormuşça seyrettim seni , göremediği mi sanarak daha da i leri giderler şamdan sönünce anahtarları ald ın, yüzüğü çaldın oradan, gözlerim görüyor benim, körmüşüm san ıyorlar, k ız ıma da öyle yapıyorum, gözlerimin önünde ağ ı şişesini boşalt ıyo r yemeğime, kapıcıyla önümde sevişiyorlar görmüyorum diye, kapıcıyı çağır fondan alsın konuklarıma, paşa karıs ıy ı m ben , bu zambak sizden, daha çok körpe, koca kız olmuş maşallah derler, bana da öyle derlerdi , kar beline d�k ıslatmışt ı seni , durmadan para çekiyordun benden, babam oynuyordun bi r yandan garsonlarla baban denli konuşuyordun, piçin birisin dedirndi sana, al şu parayı , 250 gr. fondan al, 1 25 gr. kıyma bir portakal, beni tan ımayan bir bakkal, bi r kasap, bi r manav bulacaksın taa aşağılara gecekondu semtlerine doğru git , biz 60 yı l önce gittik Alamanyaya, ordu terfian gönderdi babam, galiçyada çarpış ırken şehit olunca, o vakit/er böyle dağdan inmeler gidemezdi Alamanyalara, soylu bir aileyiz biz, iki göbekten Istanbul-
323
Anne Hikayeleri
luyuz, daha ö ncesini bilemeyeceğim, onun kollarında vals yaparakburalara dek geldim , bu çocuk neden dönmedi , gelmeyecekse i açıkça söylesin her ana evlad ına bağ ı rı r, sevişmeye özeniyorsün ' . durmadan, yaşamasm ı da bi lmiyorsun, direklere t ı rmanıp bağ ı rı yorsun , akı lda kalmak için ö ldüreceksin kendini , akı ı kimleri bi l i r h ıh ! Kendini alamadığ ın bir para var, baban da böyleydi , onunla da sevişmiştim , o daha beceriklidir, gözlüklerimi masamm üzerinden çaldı , usulca al ıp cebine attı , hiç ses etmedim, iyice göremeyeyim 'diye yaptı n bunu , bir dahaki gelişinde de anahtarları al ıp yüzüğü çaldı onu oğluma bile vermemiştim, görmediğimi sanıyorsun burda mıs ın? iyice düşkün leştiğimi sanıyorsun, bunları böyle sandı rtt ığım için çok sevinçliyim, kürküm tüm odayı kaplad ı , büyüyor, kapıcı geliyor, sen söyle ona ben uyuyayım, siz sevişin burada, sevişin sevişin beni terk etmeyin de daha gencim ölmem, küçükken seyrettim sizi anahtar deliği nden aylarca baktım, oğlum daha dörtlerindeydi , gene de anl ıyor<;iu, kızım çoktan uyanmışt ı , delikten yü-zü görünüyordu k ız ımın , ağzı çarpuluyor, gözleri kayıyordu, maşa-yı ateşe soktum, içeri dald ım, bir daha yapmadı ama, ikisini de yarc;ılamış ımdır, oğlumu da, kız ı mı da, babaları ö lünce dul 'kald ım , ama başkası na varmadım, onlara bakt ım, okuttum büyüttüm bu boya getirdim , o nlar yaral ıd ı r, sevişemezler, sen neden sevişemiyorsun onlar neden, biz neden sevişemiyoruz? Biz kimdik? . ne olacak böyle, sana da acıyorum, şimdi de kürkümü çalmayı kurma-ya başladın , baban da böyleydi , verirken daha çoğunu almayı düşünürdü , iyice karardı ortal ık, göz gözü görmüyor, ağı şişesini yakaladın gene, kimse gelmeyecek i , hani başsağlığına geleceklerdi , oğlum ölünce dul kalmıştı m . . .
324
• h
ÖLÜ Leyla ERBIL
Öldün l Öldün h a ! Şimdi ben ne yapayım? . B i r memur ö!üsünün karısı? . Daha gencim, güzelim de, kolay mı? . Sevgilim! Biribirini incitmeden geçinmiş kaç kan koca vardı r şu dünyada! . . Sararmış incir yaprakl ı , çakı l taşl ı , elektronik beyinli , buzullu , göllü , uçak alanı ! daha çok varl ıklar için , kat ı r yolu yoksul lara, Hotel Sheraton'lu , Astoria '-l i , dana k ıyması yiyi lerı li dünyada ! Neden öldün Asım? Tannm, şu i ncir çekirdeği doldürmayan mutlu luğu çok mu gördün bana? Eşim ! Yoldaşım! (Çeneseni de bağlamalı ) . Onca geçimsiz çiftler varken , varken onca dişi lerle erkekler, erkeklerle erkekler, dişi lerle dişi ler . . . Örneğin Süheyla i le Mahmu re , Pre nses Nurhan' la sallabaş �ocası Mahmut, Rahim'le Rahime. Tanrım onları alsayd ın ya da şu pın! p ın l patlıcanlan yarattığın dünyamızdan, dağ koylarındaki kat ı rtı rnaklanm, kıyı lara üşüşen kuğuları pembe boyali . (Kırk metre uzunluğunda, on metre genişliğinde bir alay olmal ı , bir y ı l boyanmamal ı) . Ne istedin benim tatı l di lli , gü !eç gözlü �rkeklik organımdan? (En sevdikleri : karn ıyank, makarna.) Bayım benim bayım; B , A ve Y. Sayım benim bak bana yakıştı ö lmek sana, bak bak Martı 'na Martı 'n yaaa Martı 'n! Martı'Sinın Boris Alekseyeviç Trigorin' i seni ! (Tabutunu hemen ısmarlanm) . Denizim benim, yazlık evim; üç ay geçirdiğim içinde, tiyatrom, plaklanm, gel şöyle bana, yaslan arkana, geı, hah şöyle l Yaslan yaslan yast ığırn ıza, ben de seni ölü sandım. Mi lena'n ın Kafkası ! (Çıfıt seni) . Bir ı h larnur kaynatayı m iyi gel i r akciğerlerine , pankreas ma ve hor-
325
Anne Hikayeleri
monlarına, ölmezsin belki de? Rakı ya da? Rakı bizim yerli sanayimizin emek ürünü olarak ciğerle'rimizi sevindiren, aalgalandı ran ıssız kaygan kuytuda otu ran damarlarımızı ki o denli dayanı kl ıd ı rlar ölüme ama istemezsin , i l le viski . . .. Şu prenses bozuntusu al ışt ı rd ıydı bize, domuz kan ucuz ucuz yerli konyağımızı içip duru rkan sana caka viskisi . . . Ma inatçı seni yatma! I l le de öleceksin deği l mi, kalk şöyle bakayı m, ben ne olacağım sonra; h iç başıboş koymaya , gelmez bunu gözünü ayı rmayacaksm üstünden, hemen saçmalar narin domuz, elini versen kolunu kapar, durbari ben içeyim viskin i , güzel güzel bi r viski black Iabel, kara label . . . (Müslümanlı kta karalar giyinmekt yoktur? Eşyalların yerini değiştiririm: Perdeleri , sehpalar ı , banyoya her girenin akl ı nı karıştıracak gavur kavanozların ı dizerim �ynanın önüne. Odomo, TaHrne, tüm Bleu Beaute' leri mi ne işe yaradıklarm� kim selerin bi lemeyeceği, bunları neresine sürüyor acaba diye gızlice açacağı kapaklarım, açar açar prensesliğinden utanmadan açar bakar, şu adamı nelerle esir etmiş kendine diye meraktan açar, gösteririm ben de ona gülümserim, en tiksintili dudak çıkmt ımla, mevluta limon küfü bir giysi diktiri rim, saçlarım ı ensemde toplar ım, ku laktarım gözüksün, ölü ayağıy la geçinebil ir miyim? Pul koleksiyonunu da satarım, gözü denli bakard ı o na.)
. Otu� yı l nası l da geçindik, senden başkasıyla bir türlü yatarnadım otuz y ı l , biliyorum sen de yatmadın, kolay değil ne f ırsatlar geçti eline, ince kalm, esmer beyaz, çeşitli f ı rsatlar kimseye o gözle bakmamışsmdı r ki . . . (Ayda kaç lira verirler ölüsüne?) Müşterisiz bir diş doktoru evde kalmış, akl ı ve eli oynaşta bır daktilo hadi hadi bi liyorum o sizin dairedeki Gülbedia smtınca Qtuz iki k ırmizi dişelleri or'" taya çıkan, kısır prenses nah şu boku alışt ıran bize, nerede bardağ ı m benim? Ne o ldu neden yıkı ldm gene, kalk kalk al iç, içmiyor musun? Ben içerim seninkfni de, bana kal ı rsa karı lann sana yanaşmalan bana düşman ol maları ndand ı , nedense hiç seymezler beni , bende onlan kendi gözlerinde küçük düşüren ne var sanki sen de kendine sanı rd ın , sevmezler beni , onların ruh larını görürüm hemen de anlarlar, bunu ayartmaya kalkarlar, onlardan başka olduğumu anlarlar, beni seven başkasın ı .sevemez ki , başkasıyla yatamaz benimle yatan neden bilmem ama öyle işte , öyle deği l mi? Benimle bir yatan öyle değil mi? . Bu da kendine sanır, şuna bakın :
• b
326
----------------------------------------- öla
boy yok bes yok; boy bos olmaz da cinsel çekmesi olur insanın, alımı olur efendim? . gene de başkasıyla yatamad ım otuz yıl . . . Bi r topluluğa girdi mi kendisi ne baktır ır, sözünü dinleti r, göz yaşart ı r, aksı rt ı r, hapşı rt ı r, bunun ağz ın ı bıçak açmaz . . . B ıçak dedim, ö lü karn ı na konurmuş, korkma bıçak m ıçak geti recek deği lim . . . Neh , ne yapacağı belli olmaz, ola ki ölmedi d e s ın ıyor beni . . . Amaaan eli ermez gözü görmez bir nesnesin işte, eskiden şu bardakların biri senin biri benimdi şimdi ikisi de benim . . . Yaln ız ruhen inceydi ağzından bir kaba söz bir atasözü bile çıkmamışt ır. Örneğin "horoz ölür gözü çöplükte kal ı r" deği l mi. . . Hadi desene . . . Çöplük! Çöplük! Çöplük! Çünkü çöplük sözü incitir kendi lerini , hah hah hah! Pek i nce bir kişidir canım! Amaaan seni doğruHmak.tan da bıktım, yüksek memurdu bu . . . Kadınları çeken belki de burasıdır? Söylesene ha? Söyle susmaların mı çeken onları? . Söyle bana senden yüksek memurların karılanndan hiç sana bakan çıktı mı? Ha? Ç ıkmaz bi liyorum, öyle olsa kaçmazdı gözümden, yalan söylemiyorsun deği l mi , artık beni kandırmakla kandırmamak arasında bir ayrım kalmad ı . Yüzüme bak ö lü m yatağ ındas ı n , ö lmek üzeresin, ö ldün bi le , saklama, yok yok bana hiç yalan söylememişsindir, senin gibi b ir erkek bulunmazdı bi liyorum, üstün bir sevgiydi aramızdaki Mişkin' im benim ! (Cenaze iyice gösterişl i o lmalı , babanmki gibi , onu aratmamalı , yedi adım sonra bando çalmaya başlamış, annen yürümemişti art ık . . . ) Hem de benim sevi lecek neyim vardı ki :, güzel deği l im öyle, varl ıkl ı da değildim, soydan soptan bir üstünlüğüm de yoktu, sana bir i lg i de göstermemiştim, ne bulduydun bende, neden bir dengini bulmadıyd ın ha? Ah! Ah! Sanki müthiş bir aşktı da bu san deniz kıyıs ında görünmez bir f ırtına bir tayfun çaldı götürdü seni üçüncü günümüzde, yedinci günümüzde . . . (Biri sizi severse siz de onu sevmali misiniz?) Bir yudum daha içeyim, bu son.
Bana sahip oldun, her işime burnunu soktun. SAHI p olmak . . . Haahhahhahahhahh'! Ben de sana sahip o ldum kahkahkahkah ! Dur bir yol daha bakayım sahip olduğum sana, halı hah hah hah ! (mevlutu bir atıatsam!) Gene mi devri ldin, git öteye biraz, git haah şöyle, yanma uzanıcam şöyle ot�z y ı ı o lduğunca, otuz yı l bir odun denli uzandım yanma, naşuracığına. Yatağımızı bölüştük, gövdeleri mizi paylaştık; ruh larımızı bütünleştirdik, nah şuncacık yerde
327
Anne Hikayeleri
olçu bu işle r, üç karışçık yerde hih h ih h ih ! Hep günübirlik gelmişim de gidiverecekmişim sanıyordum oysaki , ha bugün ha yarın derken otuz y ı l . . . Otuz y ı l seni ne yapacağımı bilernedim; "kocam" diyemedi m sana h iç , fincan ım, çiçeğim, bi r sardunyam var görme nas ı l açtı dedim mi hiç haa? Tüm kadınlar böyle konuşur, "kocam, erkeğim, aslanım!" Evlendin mi şi ltene bir aslan sıçrayacaktı r nası l o lsa, hahahah ahaha h L Durmadan seni aldatmayı kurmuşumdur . . . . denedim de birkaç kişiyle ama olmadı , olmadı işte yapamad ım , s ıy ı ramad ım bir türlü olmuyor işte çıkaramıyorum . . . Bir kez
. Mehmet'in evinde nerdeyse olacaktı . .. Hah hah ! adamın arka:sı bana dönükken s ıyı rmaya başI?dım, belli etmeden ona hazırlandığımı , epeyi i nmişti na şuralarıma değin, birden gördü adam, patlat ı lmış . Amerikan m ıs ı rlar ı , Salem çıgaralan , buzlu viski bardakları aras ında bir görüntü ben ki he sinema; "bir sözünüz bana yeter" falan diyerek o çökerek dizlerimin dibine i lkin kış ayakkabı larımı Çıkarıp -artık iskarpindi onlar kara rugan- ama ben artık istemem anlad ığı içi n hazırlandığ ımı o lmaz asla istemem, ve ası l onunkini çıkarmasına dayanamam çıkarmadan dayapı lamaz ki , beni b ırakıp ayağa kalkıyor, bir telaş, elin ayağına dolanaraktan h ızla çekip kemerini çekip atıp ardından ön düğmelerini . . . Aaaa! Deli mi , ne yapıyorsun öyle, bunun için gelmedim ben, bunu düşünmemiştim bile , ama olsun beni böyle bı rakamazsı n, yalvarır ım yapma, hay ı r asla, ama ne o ldu sen i incitecek ne yaptım, hayır çünkü çok komik i nsan i stemiyoru m hiç istemiyorum ama insan donunu çıkarıyon , fani las ı da var ve ötekine muhtaç, oysa nası l güze ldim yakıcı ve uzun kad ml ığ ım, dopdolu ve bitimsiz ama bir kez gördün artık olmaz, b ı rak beni git, otuz yıl beklediğimce beklerim gene, temizim ben, kocamdan başkasıyla olmaz, otuz y ı l tam bir başarısızl ıkla dolu bir kad ınl ığ ın var, uyu hadi uyu, uyu , üzmem seni kıskanıyor- \ sun . . . Yaln ız bi l meni i sterim : her vakit gittiğim gibi dönmüşümdür sana, el değmemiş o larak ölmekte olduğuna göre saklamayacağ ı m art ık denedim denemesi ne tam 1 2- kez seni aldatmayı denedim, senin varl ığ ına karşı özgürlüğümü korumayı istedim, ne devri!iyorsun gene, doğrul, kaçma, ne var bunda yani? Mutlak o lan ne? Nedir bu i lişki? Birbirimizin nesi oluyoruz, hangi bağdır bu? Seninle değil de bir başkasıyla evlenmiş qlabilirdim ve o kocayla seni aldat-
328
• h·
----------------------------------------- Ölü
mış o lacakt ım? Öyle değil mi? Kim bilir şimdi , şimdi kim bil ir hangi ası l kocalarımızı ve karılarımız ı aldatmış durumdayız? Dur anlatacağ ım hepsini, bir yudum daha . . . 1 . Şu demin anlattığım Mehmet'le şu senin müsteşarın olan . . . 2. Lüks birotel odasında Prenses Nurhan' ın sallabaş kocasıyla, hem odanın ortasında havuz biçimli p ın l pml b i r yatak varken, öylece koydum adamı sana koştum, adamsa ard ı mdan ayıp yerini eliyle örterek ve sallanarak iplikleri etlerin in , bunu Nurhan'a ders o lsun yapt ım eşarbımı da unuttum onun dolab ında; tanı r onu . . . 3. Bir sandalda Kınah açıklarında, buna hep hayıflan ırı m , gök ö lene kadar kalacaktı gözleri mde ama adamı n iğrenç uzun kıvnk ayak t ı rnaklarınatakıldım . . . 4. Bir Yahudi terzi'nin prova odasından geçilen ince uzun bir koridorun ucunda, hep uzun uzun öpüşmelerle dayanı lmaz sanı lan ama ben dayandım yan m saat öpüşmeye, kaçırmıştı zamanını o . 5 . Bir asansörde -gözlerimizle , h iç tan ımadığım o, beş kez inip çıkt ık sana geliyordum, hiç böyle güzel sevişen erkek bi lmem. 6. Bir yı lbaşı gecesi hani Türkan'larda geçirmiştik, arka odalardan birinde, o sizin yabancı uzman vardı hani Mister Hogart mıydı neydi . . . Eee ne devri ldin gene, k ıskandın mı yoksa . . . Haa o işi Türkan ayarlamıştı sana çok kızardı bili rsin , benim akl ımdan bile geçmezdL .. 7. Bir içkievinde tezgah ı n arkasında, zilzurnaydık yeteneksiz, inatçı bir ozanla. Dudağın ın kıy ıs ına bir yemek parçası yapışmışt ı öpemedim .. . Aaa ! . . ,K ıskanı yorsun, k ıskanıyorsun sen beni , söyleseydin ya ölmeden önce, "yapma, seni seviyorum, kutsald ı r ve doku nulmazdı r evli l ik, benden başkasıyla yapma öpeyim ayakların ın altın ı" deseydin ya! daha henüz körpeyken o ayaklar, demedin . . . Peki kals ın anlatmam, . ö lüm yatağ ındasın , birazdan ö leceksin . . . Ama bi! ki h e r birini ince taktiklerle atlatarak sana el değmemiş o larak, tabii bu ası l sana o lan sevgimdem değil yalan söyleyemem, kendime güven me duygumu yitirmemek asıl , çünkü bir kez başladın mı artık sonu yok ve o adamca hemen ıskiti lebi li rsin, oysa gidince kal ın ı r e lbette el lerimi ye dudaklarımı ve adam kötü niyetliyse ayaklarımı öptürdüğümü saymıyorum . . . ama sana bir genç kız olarak genç k ızdan da daha beyaz dönmüşümdür, duygulu ve ince serçe parmağımı üfleyerek öpen sana, çünkü sen değersin ve yetersin sevdin beni , hep hoşgördün, çocukluğuma verdin , bağış lad ın . Senin kapanmal ıy ım
329.
• h
Anne Hikaypleri --------�------
ayaklarına, evet işte ö lü dizlerine senin kapanıyorum . . . Ayy! Dizlerim ! dizim ayy! batı ı , dizime batı i ,
-sinsi sen ne yaptın gene, ne koy
dun yerlere, gülüyor bir de gülüyor! Kancık memur seni ! Tanrı şu öLmüş de örtülmemiş memur parçasın ı ne vakit alacaksın başundan! Ayy dizim kangren olur muyum? Otuz y ıhmı kokmuş yatağında nas i l da geçirdim , niye gitmedim Tanrım, niye gitmedim, çok pişman ı m, çOk çok çok pişmanım, şu el in adamı nı sonuna kadar niye bekledim, boğuluyorum , boğuluyorum pişmanlıktan . . . Otuz y ı ld ı r pusu kurdun bana, delice oyunlarla oyaladm beni , bulaşık eldivenlerimin içini hamamböceği doldurdun , ayaklarımı gizli gizli güneşte kuruturdun , gü l getirird i n koklasam kurt ç ıkard ı içinden, suyuma tuz, yatağı ma kum serperdin, beni kaybetmemek içinmiş, kaybetmemek biz taşmdığ ımızda bile kayıp değil miydik . . . Otuz y ı l aşağıl ık müdürlerini , iğrenç yüksek tabakadan konukların ı bana ağı rlatt ın, eşine dostuna bayram kartların ı bana yazdı rttm delerdi yorganı ayak t ı rnaklann da ben iğreniyoru m diye kesmezdin, saçlannı s irkelemeden sevişmezdi'n benimle ı Mehmet'le de Hogart'la da sevişmemi hazırlayan sendin, yaptı ramadm ama, yaptığımı sanırdım hep sana, yaptı ramadın işte, sevişmedin senden başkasıyıa: sevişmeyeceğim işte! Ne istedin, neden s ınayıp durdun hep budala, ben kötülesem sen güçlenelin , sevinsem hastalandm, eğlensem ölmeye kalktm, seni aldatmalıydım, aldatmalıyd ım . . . (tabutunu en ucuzundan ısmarlayacağı m , vefat i lan ın ı bile vermeyeceği m gazeteye) Ağl ıyorum ya ağl ıyorum! Gebe kald ırn da bir kez olsun "güzel gebem" dedin mi bana, "benim melek hamilem" ya deL. (ikramiyeni
, ald ığ ım gün aşk seyahatine çıkar ım, Türkan' ı da yanıma alın m o ayarlar işleri . ) Dokuz ay o sözü bekledim : "bir tanecik temiz hamilem benim?" dedin mi ha, dedin mi? Ne olurdu deseydin , ne olurdu! Başkalarına benzemezmiş o ! N e o lu rdu yani benzesen, ne o lu rdu? . . "Bir tanecik temiz hamile!" H ı h ! Biz neden herkişiler denli ola- , madık? Bak insanlara, biraz daha ölmede bak şu insanlara; bıkmadan u sanmadan, bi rbi rlerine gidip geliyorlar, eski konuştuklarını yeniden konuşuyorlar, yeniden çaya şeker koyup içilir, eller sıkı ı ı r, "allahasmarladık, bizde bekleriz, güle güle", "çocuklarm gözlerinden . . . " E h h ! El in in körü ömür boyu , ama yaşamak budur işte, Türkan "her şey yaşanmalı" der, içicem işte! Bir yudum bi le yok sa-
330
• h
------------------- Ölü
na, içerek kutlayacağı m ölümümü böyle . . . Öksür, lstediğince öksür . boğuluyormuşçası na kandı ramazsın beni ; öksürsen taş f ı rlat ı rs ın g ı rtlağ ından, gQlsem kum sağanağı , ö lmene izin vermey�ceğimı gözlerinin önünde konuşa konuşa, yı llar süren konUşmalarla sevişeceğiz, çıkaracağı m işte çıkaracağfm böyle , senin sakladığın her sözü o söyleyecek bana, yı l larca uzun uzun . . . Kiminle mi? . .. Kiminle mi? . . .
331
Anne Hikayeleri -------------------
YASA Mehmet AY
i i
"Ağlama yavrum ağlama. Si l gözyaşların ı . Baban ı al ıp götü- ren, Kara Öküz'ü nede n götürmesin?
Karanl ık gökyüzü y ırt ı lmanın eşiğinde sancılar çekiyor. Iş ık taneleri alaca karanıığ ın bürüdüğü tepelere üçarcasına koşuyor, karanl ığa vuruyor baş ın ı . Gece, gözerimi ötesinde diyarıara çeki lip gidiyor, evrenin bu yakasına gündüz -kuruluyor ... Hürü Bacı çamaşır leğeninin başında, yatsıyla yoğurdl!ğu hamurdan beze yapmaya kQYuluyordu. Arası ra kalkıp içeri geçiyor, k ızların ı yeni yetme oğlunu, fi l izlenen yeni güne çağınyordu�
Savuşturulacak s ığ ı rlan , yakı.lacak tand ın , buğday dolduru lacak kağnıyı , bir yandan yapılacak ekmeği . Doğmamış güneşi , kayaaltında köyün batıcı serin liği . . . Iş de aş da sabahınd ı , bu üşüten serinl iğin.
.
K ızların ı duman dolu tandı revine yol lad ı . Ahmet'le kağnın ın yerden zor kalkan b in yamah ki limini geçirdiler. Ahmet kağnının üstüne çıkt ı , ki l im takı lan dikmeleri iyice yerlerine oturttu . Dört dikmeyi de teker teker elinden geçirdi. Aşağı atladı . öteki dikmeyi aldı eline, arka iki dikmenin o rtasına getirdi , sicimle iki yanından bağladı . Kil imi üzerinden att ı , birbirinden aralı aralı duran kağnın ın tabanını ki l imle bezene özene ö rttü. El ine onaltı ki loluk üstü açı lmış zeytinyağı tenekesini aldı , ah ıra daldı . Hürü Bacı kağnının arkasına eğil-
• h·
332
• h
---------------------------------------- yasa
di , öteyi beriyi yeniden kapattı düzeltti . I lk teneke buğdayı buraya döktürdü . Ahmet' in s ı rt ın ı sıvazlay ıp tand ırl ığa döndü.
Ter içinde kalan yüzüne soğuk su çarptı biriki . Tandı rdamına girdi , eline tutuşturulan dürüm ve hazırlanmış çıkın la dışarı seğirtli . Elinde üvendiresi , yukarı özün çamurlu , yolsuz belsiz toprağından türlü güçlüklerle geçti , ine çıka tüm yolları ağır ağı r. Birkaç kez durup mazı lan yağladı . Son komşu köyünden geçti son yokuşa vurdu. Gıcırdayan, kulaklarına sil inmez bir melodi gibi giren tekerleklerin sesinin azaldığ ın ı duydukça, öküzleri dürtüyordu : "Ho .. ho .. ". diye, Düz!üğe çıkınca rahat bir soluk ald ı , kasabanın beyaz badanal ı evleri yüzünde ış ıd l .
Yükselen gün , basmış s ıcak.
Yakası bağrı açı lmış kızarmış yüzüyle Ahmet , yalpalayarak yukarı öze gerisingeri geliyordu. Elinde üvendiresi . Susamışl ığ ı , yorgunluğu, giysisinin dış ına dek çıkan terlemişliği . Kızg ınf ığ ı yorgunluğunu artt ı rıyordu. Dereyi geçti , derenin akışyönüne yöneldi . Serçeparmak kal ı nl ığ ında su akan çeşmenin önü nde toprağa yü,:, zükoyun yattı , içti içti . Biraz ötesindeki çayırl ığa yuvarladı bedenini. Yüzü güneşe dönüktü . El leriyle yüzünü kapadı , güneşin keskin ışıkları na karşı gözlerini: Ateşler içindeydi ama gitmeliydi, biran önce varmalıydı köye. Iki elini yere'dayayıp doğruldu . Uzaktaki köy, benliğini saran aşı lmaz görünen tepelerin sessiz diki lişi . Titreyen ayakları , bir kez otursa kaldı rmayacak yorgunluğu . . . Cinl i derenin kurumuş yatağ ına gelince çı lg ınca koşmaya başlad ı . Bedeni buram buram terledikçe, unuttukça yorgunluğunu unutlukça, çatlarcası na koştu koştu. Uzaktan acı çeşmenin duvarların ı gördü. Yavaşladı . Kendine geldiğinde göğsünün inip inip kalktığ ın ı , zor nefes ald ığ ın ı duyumsadl . Kararmış gözleri , taşa dönmüş ayakları . Çeşmenin uzağı ndan her yanı taş o lan yokUşu çıktı . I lk evleri bulanık gözlerle geçti, muhtarın evini geçince olanca gücüyle y ı rt ınd ı , sesi boğuk çıkt ı . Boğazını tekmeledi . "Anaa . . " diye ünledi . Y ığ ı ldı kapının önüne.
Güneş aşağı lara kayıyordu. Köpekli Dağı gökyüzündeki birkaç parça bulutu üzerine çekiyordu. Sarı s ıcak kavuruyordu ortal ığ ı .
333
Anne Hikayeleri ---------------'!""'"
Tozlu yol kasabaya büklüm büklüm. Ahmet: "Gün i niyor ana çabuk gidelim." Anas ın ın isli tülbenti una belenmişti . Kan kırmızısı yanakIan soluklaşmış , aln ı kal ı n k ınş ıkhklarla dolmuştu.
Kayalardan aşağı i ndi ler. Acı çeşmeyi geride b ı rakt ı lar. Cinl i dereninin kuytu geceleri , ürperten köşelerinden hiç konuşmadan. Yukan öze girdiklerinde gün daha �şağılarda, ikindinin yakıcı demıerindeydi . Özün , suyu çok çamurlanna ald ı rmadan yürüdü ler. Komşu köyün yanı başı na erdikleride , başlan omuzlan içine gömüldü. Ahmet'in gözlerinde büyüyen, anasın ı n gölgeiLyüzü k ınşmışt ı alnı . Konuşması n ı isterd i ,bi r cümlecik de o lsa konuşmasını .
Öne yat ık kağ n ı duruyordu karş ı larında. Öbür öküz besbel li çok h uysuzlanmışt l . Kara Öküz gibi o da çökmüştü o lduğu yere . . Boyunduru ktan kurtu lmak için çabalad�ğı belliydi , başaramamışt ı . "Oğ lum, çöz şu hayvan ı yay ı ls ın biraz." Ahmet sessizc� hayvan ı ÇÖzdü. Hürü Bacı Kara Öküz'ü n yattığ ı yana geçti, dalg ın gözlerle seyretli öküzün kıpı rt ıs ız yat ış ın ı . S ırt ın ı kağnın ın tekerleğine dayayarak çöktü . Ahmet de yamna oturdu.: "Buğdayı şatt ım. Içim içime sığmıyordu. Buraya dek geldim. Sonra . . sonra . . :" Kendini tutamadl . Hürü Bacı oğlunun başı m döşüne dayadı . Sessiz bedeninden dinginl ik akıyor g ibiydi Ahmet'e. Sessizlik. Iki e liyle omuzIanndan tuttu sonra. Parlayan nemli gözleri ni oğlunun yaşl ı gözleri ne dikti . Kurumuş dudaklannı k ıp ı rdatt ı : "Ağ lama yavrum ağlama si l -gözlerini . Herşey yerliyerinde. Bak yaşıyoruz işte. Kendi yeri mizdeyiz. Haydi si l gözlerini . Geç kalmadan gidel im gayrı ."
Ahmet öküzü kağmya koştu. Hürü Bacı öbür öküzden boşalan yere geçti . Kara Öküz yolun kıyısında öylece yatıyor, sinekler qansız bedenine inişler yapıyor. Birbirine karışmış ayak izleri gitgit yalnızlaşıyor. Toprak alabi ldiğine çatlak ve alabi ldiğine bozkı r kokuyor. Yer kızgın, dere az akıyor, sarı sıcak soluyor. Sulu çayırın ortasına, derenin k ıy ı larına tektük kuşlar konuyor.
l i . Tere belenmiş bir kadı n ve bir çocuk kağnı çekiyorlar sürek-
334
• h·
------------------- Ana Evlad,
ANA EVLAD Mehmet RAUF
Gözlerini açtı , başı sis içinde bOğulmuş gibi idi . Hiçbir şey bilmiyor, düşün�miyor, h içbir şey tahattur edemeyerek kal i b gibi yatıyordu.
Etrafında konuşanlar vard ı . Ewela anlayamayaraK� uzun uzun bakt ı . Bunlar kimdi? Burası neresi idi? . Nihayet yavaş, müşevveş, h eyaı�H ı , dağınık düşünceler arasıda bir hastahane koğuşunda bulunduğunu anhyordu .
Fa�at niçin gelmişti? Bunu bulamıyordu. K ımı ldanmak istedi , böğründe müdhiş bir acı duydu, yaral ı mıyd ı?
O zaman önünde b i r perde sıyrı lmış gibi, birden herşeyi tahattur etti . Evet, evet, yaralı idi. Fabrikada ustabaşı ikindiye doğru yanlarına gelmiş, şehre Yunanlı lar geldiğinde, çarşı taraf ında muharebe olduğunu , herkesin evine gitmesi evla o lacağın ı söylemiş, o da öteki işçi kad ınlar gibi Ali'si ne, fabrikaya çal ı şmağa geli rken bir komşu kad ına b ı rakmakta o lduğu üç yaşı ndaki oğluna yetişrnek için hepsinden daha delice bir şitabla sokağa f ı rlamıştı .
Son ra, dumanh hatıralar arasında, sokakta koşarken, köşeleri siper alarak sağa sola si lah atan düşman askerlerin i görüyordu . . .
Onların arasında patlayan silahlardan sakına sakına giderken,
335
Anne Hikayeleri
birden bire tekerlenip yere yuvarlanmışt l . . . O kadar! . .
Şimdi anlıyordu, demekölmemişti . Onu hastaheneye getirmişlerdi . Fakat Ali . . . AIi 'si . . .) O nerede idi? . O ne olmuştu? .
Derin bir çığl ıkla feryad' etti . Etraftan koşuştular. Saniye Hanım h ıvranıyor, gözlerinden yağmur gibi yaşlar boşanarak in liyordu. Çağ ın lan doktor onu bu halde görünce başucuna gelerek ne olduğunu sordu.
O işitmiyor, buh ran içinde i nliyor:
-- Alim . . . Aliciğim . . . Ah yavrum, yavrum !. . diye feryad ediyordu.
Doktor, kolundan tutup kendine bakmağa icbar ederek:
- Hanı m, sana soruyoru m . . . Ne o luyorsun , nen var? . Kısık dudaklarla cevab verd i : -
- Oğlum, yavrum nerede? . Yoksa ö ldü mü, Allah aşkına söyleyiniz, ö ld(fmü? .
- Seni buraya bir hafta ewel getirdiler . . . Böğründe korkunç bir yara vard ı . . .
Kad ın daha acı feryad etti :
- Bir hafta mı? . Ay, mutlak ölmüştür . . . Ah yavrum, ah Alim . . . M utlak ö lmüştür . . . Ya Rabbim, ne yapmal ı , ne yapmal ı? .
Şiddetle kalkmak istedi , g idecek, mutlak bir haber alacaktı . . . B i r dakika duramazdı , AIi'sinin ne halde
' o lduğunu öğrenmeli idi .
Doktor, iyi kaibii bir adam, onun muavenet ·ve teselliye muhtaç o lduğunu görerek, yumuşak bir sesle :
- Sen gidemezsin hanım, dedi . Ben adam gönderir, haber ahnm. Sen evvela anlat bakal ım, iş nedir? Evvela öğrenel im . . .
O zaman Saniye Hanım anlattı . Büyük Harb'de kocası-ö lüp de o zaman daha emzikte olan oğluyle yapyalnız kal ınca, ne yapsınlar, zaten kocası askere gideli komşularda tahta si lip çamaşı r yıka-
336
------------------=- Ana Evlad
yarak ald ığ ı beş on para ile ana oğu l ölmeyecek kadar yiyerek, sürünüyorlard ı .
Fakat yavaş yavaş tahta, çamaş ı r fi lan kalmıyordu. Zaten kal"- sa bi le , ald ığ ı haftada, on günde bir e l li kuruş güç yetişiyor, baz ı
günler aç bi le yat ıyorlard ı . Sonra birgün , b i r hay ı r sahibi onu ipek fabrikas ı na koydu . Bir
mecidiye gündelik ! Saniye art ı k kendini zengin o ldum zannetti . Yalnız , çocuğunu fabrikaya almadıklarından ayda iki l ira verip gün,;. düzleri Hacer Hanım nammda bi r komşuya b ı rakıyordu. Işte son gün, AIi 'sini yine oraya bırakmış, fabrikaya gitmiş ve avdette yaralanmışt ı �
Doktor sordu : - Ev ne tarafa düşüyor? . . - Sedbaşı 'n ı geçince, Temeniye Yokuşu'nda Imamm Hacer
Han ım diye kime sorsanız gösteri rler. Doktorun gönderdiği adam, biraz sonra avdetinde , Hacer Ha
n ım'm kaç gündür gelecek ·gelecek diye bekledikten sonra , Saniye Han ım'm görunmediğini görerek, dün sabah çocukla beraber Istanbul'a gittiğini , çocuğun anası eğer bir gün çıkar g�li rse, kendisini bu lmak için bi� kağ ıd b ı rakt ığ ın ı söyledi .
Kağ ıdda Fatih 'te bir evin adresi vard ı . Yarası kami len kapanmadığ ı için doktorlar onu daha b ırakma
yac�klard l . Kald ığ ı müddetçe Saniye Han ım gündüzleri Ali diye nefes a l ıyor, geceleri hep Ali 'yi sayıkl ıyordu .
Nihayet, tamamıyle ifakat bulmadığ ı halde, yürüyecek bir hale gelince, ser-tabib bey müsaade etti. Onun yalvarmasına dayanamayarak, el ine yol için biraz para verip trene bindi rdi ler.
***
. O akşam Fatih 'te tramvaydan i nmiş, e lindeki kağıdla evi aramağa başlamıştı . Kalbi titriyor, Ali 'yi göreceği ni düşünerek sevin-
337
• b·
Anne Hikayeleri
cinden gözleri doluyordu.
N ihayet evi bulduğu vakit, dizleri gevşeyerek kapıya dayandı . Ah , bir dakika sonra sahiden yavrusunu görecek miydi? . "
Evde, Hacer Hanım'in Bursa'dan gelince burada üç gece kald ığ ı n ı , sonra Çengelköyü'ne gittiğini söylediler. Bu her ne kadar Saniye içi n bir darbe idiyse de Ali'nin hayatta olduğunu, gülüp konuştuğunu öğrenince, öbür sabah görmek ümidiyle genişledi .
Öbür sabah Hacer Hanım onu karşısında görünce ağzı hayret-le açı lmış , gözleri bozuk,
' haykırd ı :
- A , kadı n sen ö lmedin mi , nereden çıktm? .
Saniye şübheli şübheli sağma soluna bakıp Ali 'yi arayarak:
- Nereden çıkacağım, ahiretten . . . dedi .
Ve kısaca baş ına gelenleri anlatt ı . Hala Ali'den bir ses ve sada çıkmadığ ı içi n korku i le , şübhe i le harab oluyordu.
Hacer Han ım biraz s ık ı l ı r gibi :
- Sağına soluna bakıp da Ali'yi ini arıyorsun? .. dedi . Sen şimdi AU'yi görme . . . Oldu bir şehzade . . . Hani ya, elimi bırak, ayağımı öp: . . Oğlanı n kısmeti de Allah için pek parlakmış . . .
Saniye bozuk bir gözle, aksi bir ifade i le bakıyor, anlamıyordu. Nihayet Hacer Han ı m :
- Ben onu zengin bir yahya evlad verdim . . . dedi .
Saniye'nin gözlerinde bir y ı ld ı rım çakt ı :
- Ne yapt ın? . . . N e yaptın? . . .
- Evlad verdim . . . Fakat söylüyorum ya, bir görme . . . Valiahi ta-n ıyamazsın . . . Allah için , bak hanımefendiler de söylesinler, yalıda kendi yavrulan gibi bakıyorlar. . . Ali'nin bir dediği iki olmuyor. Her istediği hemen ayaklarına geliyor . . .
Saniye , Ali 'nin kendinden başka kim olsa al ış ıp sevemeyeceğini , rıası l bir hayat içinde bulunsa kendisiyle olduğu gibi rahat ede-
338
• b
------------------ Ana Evlad
meyeceğini bi liyordu. Mutlak Hacer ondan kurtulmak için bi r köşeye b ı rakmış, şimdi kendisini kandı rmağa çal ışıyordu.
Onu el elleri nde anasız babasız kalmış bilmek pek gücüne gitti , birden gözlerine yaşlar hücum ederek ağlamağa başlad ı :
- N için verdin niçin? diye şikayet ediyordu . Fazla m ı geldi? Fazla gelecekse niçin ald ın , Istanbul'a getird in? .
Nihayet , sert , kat'i sesiyle :
- Ben oğlumu isterim . . . Ben yavrumu el evlerinde süründüremem ! diye ısrar etti .
- A, a, a . . . Hacer haykı rd ı : Delinin zoruna bakın ız.
Bütün hanı mlar etraf ın ı almışlar, ona türlü sözlerle, yeminlerle anlatıyorlar, Ali'yi zengin ve asil bir ailenin ölen çocukları yeri ne yalvara yalvara aldıkların ı ve kendi evlad ları gibi bin naz ü nimetle bakt ıkları n ı söylüyorlard ı .
0 , iki gözü iki çeşme, muttası l :
- Ben oğlumu isterim . . . Ben oğlumu isterim, diye sızlanıyordu. Nihayet ona lakı rd ı anlatamayacakları n ı görünce Hacer'e:
- AI götür de kendi gözüyle görsün ve ne yapacaksanız orada yapm ız . . . dedi ler.
Hacer de:
- Kadın dur, ağlama, çocuk senin çocuğ�.m, istersen geri al ırsm . . . Fakat sana şunu söyleyim ki , al ı rsan çocuğu yazık edersin ; dünyanın en büyük saadetinden ayırmış olursun . . . Haydi kalk gidelim.
Saniye gözeri yaşl ı , dudakları sert , tekrar ett i :
- Ben oğlumu isterim! . . ***
Ömründe bu kadar zengin bir ev görmemişti. Her taraf hal ı , ayna ve yaldızla dolu idi. Aptallaşmış bir �azarla bakıyor, nihayet yav-
339
Anne Hikayeleri
rusunu kucaklayacağm ı düşünerek, kalbi s ı k s ık atıyordu. Tatl ı yüzlü , pek genç ve pek güzel bir hanımın karş ıs ına çıktı
lar. Hacer Hanım, nereden başlayac�ğ,ını , nas ı l söyleyeceğini bi lemiyor g ibi bir müddet yutkunduktan sonra :
- Hanımefendiciğim, diye başlad ı ; hanımefendiciğim, ne söyleyecegimi , nası l yapacağımı valiahi şaşırdım. Sabahtan beri Çengelköyü'nde bütün yal ı halkı hanımı kandı rmağa çalışt ık. Kendisini , ben ölmüş zannediyordum, halbuki hastahanede imiş, iyi o lmuş, kalkmış gelmiş . . . Al i 'n in annesi . . . Şimdi oğlunu a lmak istiyor . . .
Han ımefendi vuru lmuş gibi i rki ldi : - Nası l? Annesi . mi? Ali 'yi a lmak m! istiyor� . . . - Evet, lak ı rd ı din lemiyor, söz anlamıyor, iki gözü iki çeşme,
Alim de Alim . . . diye harab oluyor . . . Ağzından başka söz çıkmıyor . . . Nihayet baktık, başka imkan yok, a ld ım buraya getirdim . . . Belki siz söz anlatabi l irsiniz yahud çocuğu verirsiniz, alı r götürür . . . Ben iyi l ik yapt ım zannediyordum, halbuki fenahk-yapmışım . . .
Saniye bir mukavemet gör�ceğini zannederek korku v e tered-düd i le tekrar:
- Ben oğlumu isterim, diye h ıçkı rd ı .
Hanımefendi b i r müddet perişan perişan durduktan sonra : - Durunuz, beyle �i r görüşeyim, diye yukarı ç ıkt ı . Hacer bir taraftan durmuyor, ona evin servetini , ailenin asaleJi
ni anlat ıyor, Ali 'nin bunların evla,dı olacağ ın ı , bütün bu mallara bir gün sahib olacağın ı söylüyordu .
Saniye taş gibi , işitmiyormuş gibi , sesini ç ıkarmayarak sade din liyordu.
Biraz sonra onları yukarı beyefendinin yanma çağ ı rd ı lar. Be. yetendi , şişmanca, kibar bi r adam, metin bir sesle :
-:- Biz Ali'yi çok sevdik, ö len çocuğumuzun yerine aldık. Oğlum .
340
------------------- Ana EvZad
t ıbkı O yaşta ö lmüştü. Ana baba deli gibi idi k, ne yapacağımız ı bilmiyorduk; şimdi Ali i le biraz avunuyoruz . . . Hanım da, ben de onu pekçok seviyoruz . . . O da biraz al ışt ı . . Daha da alış ı r, ne olacak üç yaşında bir çocuk . . . Burada yaşayıp gidiyorduk . . . Şimdi diyorlar ki , onu götürmek isÜyormuşsun . . . ihtimal ana şefkati, ondan ayrı lmak istemezsin , fakat hem kendi menfaatin için, hem onun iyi liği için, bu hiç doğru bi rşey deği l . . . Çocuk buraya geldi , rahat gördü , yüzüne kangeldi . . . Koşup oynuyor. Şimdi onu alıp nereye götüreceksin? Servet ve refah içinde büyümek nerede, sefalet, yolsuzuk içinde çırp ınmak nerede . . . Sen de anlamışsındır ki , çocuk için bu ele geçmez bi r saadettir. . . Onu kendimize öz evlad yaptıktı . . .
Saniye, _ cevab olarak, sadece ve metanetle :
- Ben oğlumu isterim, diye söylendi .
Beyefendi , i htimal para i le yola geti ri rim ümidiyle :
- Oğlunu istersin amma, al ıp nereye götürceksin? . . Gel, sen onu bize b ı rak, bizde rahat etsin , sana istediğin kadar para verelim . . . Köyüne g it ! . . .
Bu söz, Saniye'yi kudurttu . Nası l , oğlunu satın mı almak istiyorlard ı ?
, - Beyefendi , benim oğlum satı l ık deği ldi r . . . diye başın ı kaldırd ı ve onların hayret ve heyecanını görünce, gücendirdiğini anIayarak bir aksül'l-amel i le, gözyaşları tekrar hücüm etti ve h ıçkıra hıçkıra ağlayarak, kesik kesik anlatmay� başlad ı :
- Siz bilmezsiniz, fakat Hacer Hanım söylesin . . . O benim bütün dünyamdı r beyefendi . . . Babas ı öldüğü vakit daha emzikte idi. Daha ewelleri , babası harbde iken, biz ana oğul , aç kaldık, susuz kald ık, bir dakika birbirimizden ayrı lmadık . . . Ben şimdi para için nası l evladımı feda ederim? Ona nası l kıyarım? O benim için hem evlad, hem ana, hem koca, hem yoldaş, herşeydir . . . Ben oğlumdan ayrı lamam . . .
- Hanım, biz sana kıy, onu feda et, demiyoruz. Sen pek yanl ış anl ıyorsun . . . Onu ası l buradan alacak olursan kıymış, feda etmiş
341
Anne Hikayeleri
olacaksın . Buradan götürmek o nun için en büyük fenal ık olacak!
- Ben onsuz yaşayarnam . . . Orıdan ayrılamam . . .
- Eğer akım varsa, kendine kahret,. onun rahat ın ı bozma . . .
- Benim dünyam, canı m bütün odur. Onu birgün görmezsem deli o lurum . . .
Hacer Han ı m da söze karıştı :
- Sen yalnız kendini düşünüyorsun a kızım . . . Bu ona iyi l ik etmek değil, kendi zevkini düşünmek. . . Oğlana keyfin için gadretmiş olacaksın . . . Onu sefalet içinde süründüreceksin . . . Burada kalsa adam olacak, okuyacak, yazacak, zengin yaşayacak . . . Ömür sürecek . . . Seni nle beraber çekeceği s ık ınt ı ları , mihnetleri gözönüne getirsene . . .
Beyefe�di d e i lave etti :
- Bak hanım, evlad senindir . . . Biz kanşmayız, istediğini yap . . . Fakat bir kerre düşün taş ın . . . Burada nası l ömür sürdüğünü gör de sonra karar ver . . .
Hanımefendiye dönüp:
- Çocuk uyuyor deği l mi? Götürün de gösterin . . . Bakalım bir kerre, �endi gözl�riyle görsün . . . dedi .
Hanımefendi bir kapı açtı , büyük bir yatak odasına girdiler. Bir köşede y9,ld ız içinde cibinliklerle büyük bir karyola, öbür köşede ayn ı modelde küçük karyolaya yaklaşarak kurdelelerini çözdü ve . cibinliği açtı .
'
- . Saniye titrernekten dizlerini üstünde duramayarak bir masaya dayanmış, uzanarak bakıyordu .
, Ali , kar gibi dantelli ketenıer, ipek yorganlar, kurdeleli yast ıklar arasında, küçükten beri adet ettiği üzere, bir elini Y'anacığ ın ın alt ı-na sokuşturmuş, tosun gibi uyuyordu.
-
Ana, kollarını uzatarak derin bi r in i lt i içinde:
342
------------------ Ana Evlad
- Ah yavrum, d iye s ızlad ı .
Bütün vücudu sendeliyor, kalbi birbirine z ıd yüzbin fikr ü karar içinde döğünüyor, ezi liyordu .
Onların sözlerin in doğru luğunu bütün açıkl ıkla tesl im ediyordu. Madem ki oğlunu böyle bir hayat içinde yaşatmayacaktı , deği l mi? Madem ki kendisiyle beraber sefalet ve zillet onu içinde sürükleyecekti ve . . . Madem ki . . . Ah ya Rabbim, ya Rabbim, demek onu b ırakmak daha hayı rl ı idi , daha hayı rl ı olacaktı , öyle mi? .
Buna karş ı onu istediği zaman görmemek azabıyle, yanında h issetmernek elemiyle isyan eden ana kalbini susturmak !azımdı . Eğer oğlunu seviyorsa, kalbini s ıkacak, ezecek, kendi bin azab ü elemle didişecek, onu bu saadetten ay ı rmayacaktı ; fedakar bi r ananın yapacağı şey bu idi . Kendi keyfi , kendi zevkı için yavrusunun saadetine mani o lmağa hiç hakkı yoktu .
Masaya dayanmış, deri n deri n uçu ru mlara akmış, kendinden geçmişt i . Girdablarda yuvarlanıyordu. Artık inada, aksi liğe kuweti kalmamışt ı . Onlar hakl ı idi . . .
Hacer Han ı m yaklaşarak Ali 'yi gösterd i :
- Nasıl gördü mü? . Bir de Bursa'daki o yatağı gözünün önüne getir . . . d iye söylendi .
Saniye baş ı n ı çevirdi , gözleri vakarınm metaneti , feragatinin kuvvetiyle dolu , fedakarhğın ın u lviyetiyle haledardı . Kahir bir mecburiyetıe ezi lmişti . Boynu bükük, mazlum ve kır ık bir sesle :
- Peki , dedi .
Beyefendi , muzaffer, memnun : i
- Hah şöyle . . . Aferin . . . Akı l l ı bir kadınmışsm . . . Bravo . . . Çok memnun oldum.
Saniye yine o kı rık sesiyle devam eti :
- Yaln ız, arası ra, oh ayda yı lda bir, gelip görürüm . . .
Beyefendi keskin bir sesle :
343
Anne Hikayeleri
- Yoo, işte o o lmaz . . . diye itiraz ett i .
Saniye hayretle bakt ı :
- Nas ı l? Niçin? Ne zararı var?
Bey�fendi devam etti :
- Biz ona seni unutturmak için bin türlü güçlük ç�kiyoruz . . . Seni görürse bizim bütJn gayretlerimiz boşa gider. .. Ana baba olarak bizi bilmesini istiyoruz. Buna razı isen ne ala, yoksa al götür . . . Anlad ın m ı ? . .
Kad ın ın za'f ım görünce beyefendiye kahramanlık gelmişti ; fakat onun birden bire cayması ndan korktuğu için tekrar yumuş�-d ı :
'
- Hem madem ki bir kerre karar verdin ve bu elbette en akı ll ıca bir karardı r, dişini s ık, hiç görmeyiver . . . Biz sana her sene bir yeni resmini gönderi riz . . . Sen oğlunun sıhhatte ve saadet içinde olduğunu gözünle görürsün . . . Bu elvermaz mi? Olmaz mı? . . '
Saniye başına i nen bu son darbenin zulmü alt ında bir daha sendeledi . Nası l , onu hiç mi göstermeyeceklerdi? . Bu zulüm pek fazla deği l miydi? . .
.
- Aman merhamet edin beyafendi , diye yalvardı .
Kendini unutmuş, yüksek sesle söylemişti. Beyefendi , çocuğu uyandırmamak için onu şedid bir hareketle sükOta davet etti ; o 'zaman ana, bu işarelin şiddetiyle korkarak sesini kıst ı , daha zeli l , daha sefi l oldu :
- Peki , peki , diye s ızlandı .. Işte yavaş söylüyorum . . . Fakat merhamet edi niz, senede bir kerre görmekten ne çıkar?
- Kadın , sen h iç söz anlamıyorsun . . . Bütün tertibimiz bozulacak, bizim istediğimiz o lmayacak . . . O seni ana bildiktel) sonra bizim ne lüzumumuz kal ı r? .
Saniye, bu söze karş ı daha büküldü , daha ezi ldi ve daha kır ık bi r sesle :
344
• b
----------""""""'------- Ana Evlad
- Peki, peki. . . Öyle olsun . . . Öyle olsun . . . Ona da peki . . . Ne ya-payım, o rahat ·etsin, me sud olsun da . . . Ben ne olsam olurum . . . . Yal-n ız, dedi. En sonra, yaln ız bı rakı n ız son bir kerre öpeyim . . . Son defa . . . Bir kerre öpeyim . . . Korkmayınız, uyandı rmam al ışıkt ı r . . . AI I-ş ıkt ı r.
Artık humma ve buh ran içinde idi . Sendeleye sendeleye karyolaya yaklaşt ı . Cibin liği açmak için uğraşıyor\ titreyen el leriyle kurdelalan çözemiyordu. Gözlerinden yağ mur gibi yaş akıyor, omuzları h ıçkınklarla kaynıyordu .
Hanı mefendin in yard ı m ıyle cibin lik açı l ı nca çocuğun- üstüne kapandı . Bu feci veda oradaki yabancı ların yüreğini parça parça ediyordu . .
Nihayet onun karyoladan ayrı l ıp sallana sallana dışarı çıkt ığ ın ı gördü ler ve takib etti ler.
Beyefendin cebinden bir yüzlük kağıt çıkarmış, onu uzatt ı :
- Sen şu parayı al da ne olur ne olmaz. Belki lazım olu r, dedi . . .
. Saniye h ıçkı rıklar aras ı nda tekrar şiddetle sars ı ld ı :
- Hayı r beyefendi ! dedi. Ben para istemem . . . çocuğumu sat- . m ıyorum . . . Para kabOI etmem . . .
- Peki ama nereye gideceksin? . . Nası l yaşayacaks ın, yardı"m ı olur . . .
. - Hayı r, ben çal ışmm beyefendi , para ıstemem.
Ve nereye gideceğini , nas ı l yaşayacağın ı bi lmeyen ana, harab, perişan, sendeleyerek merdivenden indi Ve kapıdan çıkarak bi lmediği yollarda kayboldu gitti .
345
Anne Hikayeleri ---------------
ANA KIZ - KIZ Memduh Şevket ESENDAL
- Emi ne Hamma-
Yer katında bahçe üstünde bir od�. Pencerelerini mor salkımlar, h anımelleri kapadığından biraz ioşça. Odanın içinde yüksekçe iki erkan minderi. Minderlerden birinin köşesinde sekiz dokuz yaşlarında, ince , saz benizli bir kızcağız oturmuş. Eski örme bir kuşağ ı n sanki ö rgüsünü çözüyor.
K ız ın karşıs ına, onu köşede kapıyacak şekilde annesi diz çöküp oturmuş. Bir elinde balık yağı dolu bir kaşık, öteki elinde bir tas. Yatağı n üstünde bir fincan tabağı içinde kuru kahve, bir ufak kaşık:
Anası son derece şabırl l , mütevekkil görünüyor. Bekliyor. Kızcağız da h ı rçınl ık, huysuzluk yok. Sessiz, durgun, kuşağın kenarına bakıyo r, düşünüyor gibi duruyor . .
K ız, bal ık yağı içecek, ama, hasta sinirlerine bal ık yağının ağı rl ığ ına katlanabi lecek kadar yorgun luk, gevşeklik gelmemiş, onu bekliyorıar. Arası ra anası , çok yumuşak, çok yavaş, çok durgun bir sesle :
- Haydi Kidm tut burnunu , diyor.
K ız; "Tutarım hele, biraz dur," demel< ister gibi başını sallıyor ve
346
• b
-----------"--=---- Ana Kız - İki Kız
elindeki kuşak parçası na bakıyordu .
Her i laç içmek lazım geldikçe, balık yağı mevsiminde her gün, bu sahne tekrar edi li r. Ana, kız saatlerce beklerler. Bu halden de şikayetçi değildirler. Evdeki ler, teyzeler, ablalar, büyük anneler, bir kaşık i laç için, bu üzüntüleri , bu saatlerce beklemeyi anlamıyor, arasıra itiraz ettikleri oluyor; ama bir yandan da al ışıyorlar. "Ben kıza i laç içireceğim, sen mutfağa bakıver!" deni ldiği o luyor. '
I laç içirmek bazan iki saat sürerdi . K ızcağız i laç içmeğe çağırıl ınca i lkin : "Yarın içerirn" deye ufak bir naz yapmak ister, bir yandan da gider, köşesine oturur, anası da karşısı na geçer, bir kaşık i laç dOldun...;!", bu ince, bu hasta vücudun tahammülünü hazırlamak için karş ı l ıkl ı beklerneğe başlarıar. Arası ra anas ı :
- Haydi kızım, tut burnunu , der. Kızcağız başını sallar, arasıra '. da "dur anne, içeceğim" diye yavaş sesle söyleni rdi .
Bir dakika o lıır ki vakit yaklaşmış bulunur. ikisi de bunu: anlarlar, anası kızma sokulur, ısrarlarmı artt ı rıı ı r ve s ıklaşt ııı r, kızcağ ızda heyecan artar, korka korka burnunu tutar, ağzın ı yarım açar, biraz daha beklenir. Bu devre işin mühim devresi, bi r durak yeridir. Kaşık yaklaşt ı rı l ı r, tas hazıranı r, bu son dakikada ana kız birbirlerine dikkat ederler. Kaşığı zamanında vermelidir . Eğer çağı geçiri li rse; sahne yeniden başlar. Nihayet nas ı l o lur bi linmez, bal ık yağı ağ ıza dökülür! Yarısı ağıza, yarısı tasa döküldüğü de olur. Hemen arkas ından kahve . . . Anası biraz söylenir, kızcağız sevinir, açı l ı r, oy namağa gider. :Anası da tas! götürür, kaşığı yıkar, kahve tabağını kald ı rır ; büyükanne de söyle!7lir:
- Ikindiye başladım, oturdular. Ezan, Allahüekber, kale fethol-du , der.
'
Cevap veri lmez. Anası kızın ı tan ıyor. Bu çocuğa i laç içi rmenin daha kolay yolu yoktur. Bu şimdil ik böyle gidecek. Büyürse belki değişir. Bu kış gayret edip bir şişeyi bitirmeli. Geçen sene bir buçuk şişe içti , biraz kendini toplad ı .
34T
Anne Hikayeleri. ----------------i i
Ankara'da b i r otel in odasında, beş aH ı yaşlarında sevimli , sinir, l i , saz benizli bir k ız i le anası . Bu küçük hanımı bir yerde tutmak, oturtmak mümkü n deği L . Bir dalg ın l ığa geti rip d ışarı kaçıyar. Tez içeri al ıyorlar ama, üşüyor h astalanıyor. -
Bugün gene ateşi var. Annesi . hem odadan çıkarmıyor, hem de i laç içirmek i stiyor. K ız pencerenin yanı nda bir koltuğun üstünde ayakta duruyor, ilaç içmiyeceğini söylüyor. Annesi hem i laç şişesini açmağa çal ış ıyor, hem de kızına cevap veriyor:
- Içrnem ne demek? Sen fena kız m ısın? Pekala içersin. I laç içmernek istiyen hanım lar söz dinlerler. Neye paltosuz dışarı çıkıyorsun.
- Ben o i lac ı -sevmiyorum !
- Sevmiyorum, ne demek. Hem bak içtikten sonra senin Edi-be h,anıma gideceğiz ! Hani, sen bana soruyordun: "Edibe hanımın çocuğu var mı?" diyordun. Şimdi bak, gideriz, görürsün . Ufacık bir bebeği var.
- Daha süt emiyo r mu?
- Meme emiyor, ya! Yüzünü buruşturuyor. Neler yapıyor. Ha-di iç i lac ın ı .
K ız biraz düşünür, düşündüğü de parlak gözlerinden anlaş ı l ı r . Annesi biraz sinirlenmiş gibi :
- Hadi içsene ya! Bak arkasından sana portakal verece-ğim.
-- Ben portakalı sevmem.
- Pekala çikolata veririm.
Annesi yapma bir sevinç i le :
- Aay, Emine, bak sana söylemeği unut1um, Edibe han ım ın \ evinde bir de koyun var, kuzulamış. Aman görsen ne şeker şey:
348
i ,.
----------------- Ana Kız - İki Kız
Sen o kuzuyu da seversin .
� Kara kuzu mu?
- Kara da var, karagöz de var. Hadi iç kız ım sen i lacın ı . Bak vakit geçiyor, şimdi Etem ağayı çağ ı rı rız, arabasına bineriz, bizi g�O��
.
- Ben otomobil severim .
- Pek güzeı , otomobil isteriz. S_en iç ilacın ı !
-:- Ben o ilaçtan korkuyorum.
Ama Emine, densizlik ediyorsun. Sen zaten güzellikten an-lamazsı n ki ! Hadi iç bakayım.
- Ben o i laçtan korkuyorum.
- Canı m i laçtan korkulu r mu? Iç bakayım sen .
- Ben o i laçtan korkuyorum.
- 0001 Emine , canımı s ıkıyorsun. Şimdi seni odaya kapar, ba-ş ımı al ır giderim. Anlad ım m ı , densizlik lazım deği L .
Kızcağ ız içmek istemez, annesinin içi receğinden de korkar, Hacı içmeden öğürmeye başlar. Annesi k ızar:
..::- Kızım niçin kendini iğrendiriyorsun? lçsene şunu adam gi-bi !
- Ben ondan korkuyorum, anneciğim . . .
- Canım insan i laçtan korkar mı? Bu kimin çocuğunda görül-müş şey! Hadi iç bakayı m.
- Ben �:mdan korkuyorum.
Annesi yaklaş ı r, içireceği belli olur. Kızcağız zaten son derece duygulu ve sinirlidi r. Titrerneğe başlar.
- Iç diyorum, hadi , üzme beni.
- Ben ondan korkuyorum, anneciğim.
349
Anne Hikayeleri
- Hay Allah ı n cezası ! I laçtan korkulur mu, iç bakay ım.
Acıkl ı dakika yaklaşı r. K ızcağız sini rden, korkudan bayı lacak gibi o lur . Ağl ıyarak "ben ondan korkarım anneciğim" diye yalvarır, annesi de bozu lur ama, i lacı içi rmeli ; k ız ın ateşi var.
- Hayı r içeceksin .
Çığl ık, ağlayış. Kızcağız, i lacın birazını ağzına almış olur, .ama, yutamaz, püskürür, anııesinin yeni elbiseleri de i laç içinde kal ı r.
- Hay Allah ' ın cezas l . . . Ne o ldu şimde bu böyle? Beğeniyör musun şu yapt ıkları n ı ? .
K ız ağl ıyarak, kendini de çok hakl ı bularak:
- Ben korkuyorum diyorum.
Annesi çok kızar, ama faydasız. Ne yapab.i l i r. K ızcağ ız çok nazl ı bi r bebekti r, çok da sevimlidir.
Annesi 'yanındaki odaya gider, el lerini yıkar, k ız ına söylenir:
- Senin ne fena kız olduğunu bilmiyorlar da, herkes seviyor. Iyi bir han ı m san ıyorlar. Ben söyliyeyim, kimseler sevmesinler. I lkin Muhtar beye söyliyeyim, bak senin yüzüne bakar mı? Gel çıkarayı m o arkandakileri.. . Bende kabahat ki, ' senin iyi olduğunu istiyorum. Ver el lerini .
Kızcağız bil ir ki , bu sözler k ırg ın l ık sözleridir, gelir geçer. Ana kız gene sevişirler.
Nas ı l ki öyle de o ldu . Yanm saat sonra kızı anasının kucağına oturmuş, konuşuyorlard ı . Anası , hem kızın ın densizliğinden şika-yet ediyor, hem de onu seviyordu. i
. - Bak, başrn ateş gibi , ne olurdu şu ilacı içeydin? Yarın sabah bir şeyciğin kalmazdı .
- (3en ondan korkuyorum.
- Sen del i misin? I laçtan korkulur mu?
- Yok .. . Karn ı m korkuyor!
• b
350
--------------- Gül Hanımın Annesi
GÜL HANIMIN ANNESİ Memduh Şevket ESEN DAL
Anası babası i le birkaç gündür, Ankara'n ın bi r otel inde oturuyorlar. Beş yahut a�ı yaşlarında, ince, pek sevimli , tat l ı , yaramaz bir k ızcağız. Sabahtan akşama kadar belki otuz defa, belki k ı rk defa, otelin merdivenlerini inip çıkıyor, her yeri dolaşıyor. Otelin sahiplerin i , garsonlanm, aşçl lann ı , müşterilerini , herkesi tanıyor. Kendijsi tutmak, sevmek isteyenlerden kaçıyor, I<onuşmak isteyen olursa hemen ahbap o luyor. Lokanta müşteıisi hanımlardan kendi kendine tamştığ ı , konuştuğu, dostluk ettiği hanımlar var! Onların davetIerini kabul ediyor, onlarla oturup yemek yiyor; onlara adın ı , kim olduğunu , babası n ı , anas ın ı anlatıyor. Burada niçi n oturdukların ı söylüyor. Burada hangi odada oturuyorlar, Istanbul'daki komşuları kimlerdir, ağabeyleri hangi mektebe gidiyorlar, babası ne zamandanberi burada, nereye g idecek, Ermeni matmazel lere , bakkal Hacı 'ya, kapı önünden geçen dilenci lere, kendi bebeklerinin hikayelerine kadar hepsini anlatıyor.
Otelde tanıd ıkları içinde, en çok sevdiği Edibe hanı m ; kendi kendine bulup dost olduğu bir genç hanım. Ona tanıt ı lmak için bebekler, lokantaya kadar iniyorlar, takdim olunuyorlar: "Bunun adı , G ü l hanım ! Bunun MelahaL" Eğer bebeklerin adları değişmiş ise (bebeklerinin adların ı değiştirmekten' hoşlanıyor) yeni adları i le beraQer eskileri de haber veriliyor. Sonra Istanbul'daki evin hikayelen i le hat ıralan anlat ı l ıyor: "Ayşe abia parmağını kapıya sıkışt ı rmış idi , onu hekime yollamışlar; Ayşe abla ağlamış . . . Fatma gece merdi-
351
Anne Hikayeleri
venden inerken bir gölge görmüş, bu cindir demiş, hemen odasına kaçmış . . . H ikmet'in ku lağ ı ağrımış."
Anlatt ıkların ı , çok çocukça, çok tatı l anlatıyor. Sanki onun tanıd ıkların ı , herkes tanıyormuş, onun sevdikleri ni herkes seviyormuş gibi konuşuyor. Kendi anlatacakların ı bitirdikten sonra, karş ısındaki lere soruyor: "Siz bu ote/de mi oturuyorsunuz? Adınız ne? Niçin yemek yemiyorsunuz?", eğer anlamadığ ı cevaplar veri rler; yahut onun gönlünü yaralıyacak bir latife ederlerse, hemen kaçıyor, sokulmuyor ve bütün çqcuklar gibi kendini sevenleri pekgüzel seçiyor ve tanıyordu.
Çokları onu seviyorlar. Lokanta kapısından, dudaklarında herkesi avlayan sevimli , yaramaz çocuk gülümsemesi i le göründü mü, hemen her yerden sevgi i le karşı lanıyor, çağ ı rı l ıyor. Masaların aras ından sıvışarak anasın ın , babasın ın yanlarına gidiyor: Yakın tanıdık beylerden yanına gelenler, hat ı r ın i soranlar da oluyordu:
Garsonlara yüz vermiyor. Tutmak isterlerse, kaçıyor. Kaçmazsa, tırmalıyor. Ortal ıkta kimse bulunmadığı saatlerde, odalarına Çlkiyor, Gül han ımı uyutuyor. (Daima, en yeni ve en sevdiği bebeğin adı Gül hanımdır) . Ona yemek yediriyor, elbisesini değiştiriyor; i laç içiriyor; kendisine ne yapıyorlarsa, o da Gül hanıma yapıyor. Anas ın ın dalgml ığ ına getirebili rse, bir aral ık kaçıp, kapı önüne kadar inmek de var!
.
Babası memur bir adam. Gündüzleri bu lunamıyor. Anası , otelin hemen her saatte boş olan üst kat salonunda, art<aslhl kış güneşine vermiş, bir iş işl iyor. K ız geziniyor, bebeklerini kanapenin üzerine s ı ral ıyor. Yahut çocukların ı kucağına alıyor, kağıt şemsiyesini açıyor, geziniyor, bebekleri e konuşuyor.
Bir gün, böyle dalg ın oynarken , anası onun elini bağl ı gördü , -merak ett i .
- Gel bakayım, ne oldu parmağ ına?
- Kesild i . . .
- Nerede kestin? Getir bakay ım !
352
---------------- Gül Hanımın Annesi
- Yok anne, oyunda kesi ldi .
- Doğru söyle . . .
Parmağın ı çözdüler, h içbir şey yo'<.
- Parmak kesilmesi de oyun olur mu? Nereden akl ı na geldi?
- Dün, Seher parmağ ın ı kesmedi mi?
Dün, h izmetçi k ız parmağı n ı kesmişti . Gül han ımın annesi de onu görmüş, özenmiş . . . Tekrar parmağın ı bağlad ı lar, gene bebekleri i le oynamağa başlad ı , yattıktan odaya girdi . Aradan birzaman geçti, hiç ses yok! Gül hanımla annesi odada ne yapiyorlar? Ikisi de uyudular mı? Çünkü çok defa böyle oluyor: Gül hanımı uyuturken annesi de uyuyup kal ıyordu .
.
K ız ı n anası sofadan seslendi :
- Gül han ım ın annesi ! Ne yapıyorsunuz orada?
- Hiç anne, temi�liyorum.
- Ne temizliyorsun?
- Gül han ı m bal ı k yağ ın ! döktü de . . .
- Nereye döktü?
Kadın, hemen işini bı rakıp odaya koştu . Gül hanıma balık yağı için irnek isteni imiş, şişesi bulunmuş, kaşığa konmuş, yahut konmak istenilmiş, bu s ı rada şişe devri imiş, bal ık yağı yere dökülmüş ve annesinin kanape üstünde seril i duran elbibesi de lekelenmiş . . . Ne yapmal ı ! G ü l han ımm annesi , temizlemek istemiş, havlunun ucunu ıslatmış, ipek entan sil inmiş. Annesi seslendiği vakit, daha da si l iniyormuş . . .
Kad ı n kızar, müteessir olur. K ız ına ç ıkış ı ı':
- Ama sen artık, sahiden de arsız oldun, der. Görüyor musun şu yaptığ ı n işleri ! . . Ben şimdi ne yaparım, başka elbisem de yok ! Yemeğe ne i le inerim? Canım, sen niçin kendi bebeklerin le oyna-
353
Anne Hikayeleri -----------------
m ıyorsu n da, her yeri karışt ır ıyorsun? - Gül h an ı m bal ı k yağı içecekti . . . - Sen de l i m i o ldun, h iç bebek balı k yağı içer mi? -..,- Sahiden değil anne. - Yalandan o lsun. Bal ı k yağı şişesiyle oyun olur mu? - Azıc ık içirdim. - Sürme el lerini üstüme. Bak buraları da berbat. Bilsem, şu
seni şeytan lar m ı dürtüyorl Dur, ç ıkaray ım onları arkandan. Ben seni Istanbul 'a al ıp götüreyim , bir daha hiçbir yere ç ıkarmıyay ım da , sen görürsün . . . Senin gibi pis hanımlan kimse sevmez . . .
Annesi dara l ı r, azarlar. Üst baş temizlenir, değişt iri l i r. O gece yemekte Edibe han ım ı buldu. Ona anlat ıyordu :
- Biz artık I stanbul 'a gidiyoruz. - Yaaa, neden böyle? - E, ne yapal ım. Annemin başka entarisi kalmad ı . Esbablan
Jstanbul'da . . . - Ya, demek beni b ı rakıp gidiyorsun? - E, annemin e ntarisine bugün bal ı k yağı döküldü. - Vah vah, leke o lmuştur. - Oldu. Gül han ı m bal ık. yağı içiyordu , şişe devri ldi. - Haaaa, desane şunu sen döktü n! Ah, seni ah! Gördün mü bir '
kere yaptığı n iş i ! -
- Ben yık ıyacaktım, annem b ı rakmad ı . - Ne yaps ın , elbette b ı rakmaz. çocuğun dediği doğru çıkt ı . Ana kız otelden gittiler. Erkek yal
n ız kaldı . Bu i ki hanı m yerlerini boş b ı raktı lar. Gözler, epeyce zaman kırmızı beresi , beyaz örme h ı rkası , kumral saçlar ı , emsalsiz parlak gözleri olan bu incecik , küçücük han ımı aradı lar.
354
----------- Umutsuz Bir Aşkın Münakaşası
UMUTSUZ AŞKIN MÜNAKAŞASI Mustafa KUTLU
Şükran,evleniyor. Şükran nihayet bir kat, bir araba ve bir de koca buldu. Aslında bu cümle Şükran' ın kocasın ın bir kat ı , bir de arabası var şeklinde olmal ı ve "koca" unsuru mezkOr emtia arasında sayı lmamalıyd ı . Bu cümleyi bana böylesi bir insafsızl tkla bina ettiren nedir acaba?
Belki bu nikah salonunun umumi vaziyetldi r .
. Hatta hayli s ıkışık sayı labilecek vaziyete rağmen dairedeki arkadaşlann -benim eski arkadaşlarımın , yani mesai arkadaşlarım ın- aralarında mutaka para toplayarak yapt ı rdıklan ve müdür beyinkinden h iç de aşağı kalmayan çiçek sepetinden birkaç kırmızı gül aşırmaya çalışan şu tanı madığ ım süslü bayan -evet o gerçekten bi r bayandı r- da o labi l i r.
Hemeyse .
Görü ldüğü gibi gel inle damadı bekliyoruz.
Annemle bir köşeye çeki lmiş ayakta dikil iyoruz. Annerne bu -bir köşeye çeki lip ayakta diki lmeyi- zor kabul ettirdim . Daha doğrusu ben gidip -bi r köşede- diki ldim . O da asl ı nda şöyle nikiUı masasının yaı< ınlannda bir yere oturup davetli lere, i mza merasimine, Şükran ve kocasın ın elbiselenne, takı lanna, yüzlerine o ldukça yakın olmayı "Ah . . . Ah . . . Işte Şükran kızımın mürüvvetini de göreceğiz" diye, evden çıkt ığ ı mızdan beri ağzın ın içinde geveleye
355
Anne Hikayeleri ---------------
geveleye bana birşeyler duyurmaya, birşeyler hissettirmeye çalışa çaluşa kurup durdu ama, peşimden gelmeyip, gidip orada, kendi istediği yerde tek baş ına oturmayı göze alamadığ ından kuzu kuzu gelip yan ıma _ diki l iverdi .
Zavall ı anneciğim .
B u zavall ı sözünde n utanıyorum. ıçimden birşeyler alip götürüyor bu slfaİ. Bu sıfat içimden neleri alıp götürüyor? Bunlan anlat- manın s ırası değil şimdi . Ben --bir köşede-yim işte. Uzun, etekleri ayaklarıma varan bir manto, başımı , saçlarımı çepeçevre saran, omuzlarıma inen bir başörtüsü içindeyim. Yüzüm boyasız. Yüzüm yerli - yersiz gülümsemelerle kapalı . Bu halimle nikah salonunu dolduran kalabalıktan ayn I Iyorum. Ruhum: O zaten bu salondan içeri girmedi . Içeride o lan ben: yans ı annemin ı sran , yarısı da Şükran denen kızla olan geçmişim. Bir hat ıranın (da) bitişi .
Bu hat ıranın Şükran d ış ında kalan parçaları -eski arkadaşlanm- salonun pek çok köşesinden bana başların ı . hafifçe öne eğerek, hafifce -nezaketen- gülümseyerek selamlar gönderiyorlar. Kimse yanı ma gelmedi . Çünkü güçlenen, süren bir arkadaşl ık değil artık bizimkisi ; tükenen biten -ve iyiki biten-o Çünkü bu arkadaşlar daha önceleri , yani ben müslüman o lup işümden aynldıktan, o dünyadan ç ıktıktan sonra; müteadditkereler benimle karş ı laşm ışlard ı r. Benimle karşı laşmalan onları şaşı rtmış, ardı ndan tedirg in etmiş, daha ard ı ndan korkutmuştur. Ben onlar ın dünyasın ı tehtid ediyorum.
Ben bu salonu, bu salonu dolduran kalabalığı , biraz sonra arz-ı endam edecek olan gelinle damadı , bilmem gözleri bir an olsun bana takı labil ir mi nikah memurunu, imza defterini de tehdit ediyorum.
Bir telaş. Sonra alkışlar. Kalabal ı k i kiye ayrı l ıyor. Şükran -kaşları yolunmaktan nerdeyse görünmez olmuş; yüzü sürü len boyalardan manasın ı , değil tabii halini , yani göz gözlüğünü, ağız -ağızl ığ ı kaybetmiş ve bir oyuna çıkar gibi , gerçekten belki de bir oyun bu merasim, bu merasimle başlayacak
'-hayatm bir bölü mü
gerçekten bir oyun- sürüyerek uzun beyaz gelinliğini- ucundan
• h·
356
• h
""""""'=------====--- Umutsuz Bir Aşkın Münakaşası
tutan küçük çocukların ayaklaırın ı birbi rine dolaştı rarak ve "ya düşüveri rleırse ı birden herşeyi berbadediverirlerse" diye ebeveynle"' rin yüreklerini ağızlarına getirerek -kolundaki damatla- ütü lü , kolal ı , uygunad ı m bir çocuk göründü .
Alkışlann arasından o yegane an göründü . . Başlar ını bakışların , yaşaıran gözleri n arasından biır yol açı l-
d i .
�ngin göründü. Yani birbiri mizi gördük. Bu muhtemel bir konuşmadır. Hesaplaşmadı r. Kaderin kendi-
sidir. - Hayat ımız ı birleştirelim. - Pek ala . lakin önce hayat üzerinde anlaşal ım. - Biz seninle eskiden,
- Çok iyi anlaş ı rd ık diyeceksin. - Evet. . - Birbirimizi deli gibi severdik.
- Evet. - Peki ya şimdi . - Evet "şimdilıyi konuşal ım. - Ben hayat ın bir imtihan olduğuna inanıyorum. Yeniden diri li-
şe, dünyaya inanıyorum. - Ben de inanıyoırum. - Peki niçin öyleyse ömrünün her anın ı mal biriktirmeye harcı-
yorsun. Annem dirseği i le dürtükleyip duruyor. - Süheyla bak, bak Engin . Gördün mü sana bakıyor. - Gördüm anne.
Şükranla damat nikah masasına oturuyorlar. Süslü bayan aşı rd ığ ı gülle ri n yan ına bir de beyaz karanfil ekl iyor.
- Ne yapt ı rnsa hep senin için yapt ım. - Öyle mi?
357
Anne Hikayeleri -----------------
- Evet inan bana. - Senin için çok zengin oldu diyorlar. � Zenginlik kötü bir şey mi?
- Dünyanı n mal ın ı , parasın ı kazandı diyo rlar. - Evet kötü bir şey mi?
- Bu kadar zamanda bu kadar malı nas ı l kazandı n?
- Çal ışıyorum. - Peki başka ne yapıyorsun? -Hiç. Senden başka düşüncem yok.
Nikah memuru geliyor, şöyle bir salona bakıyor, sandalyesine otu ruyor. Flaşlar sönüyor.
- Istesem, benim için bi r şey yapar mıs ın? - Pek tabii, ne i stersen söyle .
- Bugünkü hayat ı ndan vazgeç.
- Kazandığ ın her şeyden vazgeç. B ı rak onları .
- Tövbe et. - Nereden çıkard ın şimdi bunları Süheyıa. Biliyorsun ben yok-
sul bir ai lenin çocuğuyum. Y ıllarca didindim, bir yere geldim. Benden bunları isteme.
- Harama batmışsın . Mülewes bri o rtamda ç ı rpınıp duruyor-sun.
- Peki tutal ı m k i sen hakl ıs ın . Ne olacak o zaman? - Hayat ımız ı bi rleştiri riz.
- Evet. - Harama batmamış bi r beldeye hicret ederiz.
- Hadi, nolur niyet et, içindeki ürpertiye kulak ver, hadi, yalvarıyorum.
- Bana bak, yüzüme. bak, sana teslim olacağım. Seninıe birlik-
358
---------- Umutsuz Bir Aşkın Münakaşası
te Hakk'a tesl im olacağız.
- Engin . Heyyy. Yoksul ve temiz çocuk. Sana sesleniyorum.
AlkıŞ, alkış, a lk ış . Damat Şükran'm duvağmı kald ırıyor. Iki yanağına birer öpücük konduruyor.
- Hayır. Kabul edemem. Aldanıyorsun. Böyle bir belde yok. Gidecek h içbir yer yok.
- Allah'a güven. Allah'm inayelini u nutma. Haydi niyet et.
- Bak işte karş ında ağl ıyorum. Senin için, ikirniz için , herkes için ağl ıyorum.
Başlar, bakışlar dalgalanıyor. O görünmez ip bir yerinden kopuyor. Gelinle damat nikah salonunun çıkış kapıs ındaki yerlerini alıyorlar. Heyecan yatışıyor. Arkadaşlar ından biri Şükran'm duvağma kırmızı bi r gonca i liştiriyor.
- Pek yoruldum Süheyıa. Şurada oturup biraz dinienelim. Davetli ler çıkıneaya kadar.
-:- Olur anne.
Boşalan ni kah salonunun kıyıcığmda iki sandalyeye oturuyoruz. Annem nemlenen gözarini si l iyor. Davetliler birer�jkoi sıraya girip, artık yerlerini almış o lan gelinle damadı tehrik ediyorlar. · Bir yaşlı kadın annerne yaklaşıyo r.
- NaSi lS in i Münire han ı m? - Ay, sen misin Melahat. Çok şükür nolacak iyiyiz işte. Yoru-
muşum, çöküverdik buraya. - Nas ı l da yakışmış gelinlik Şükran'a. - Öyle öyle Allah bir yastıkta kocatsın ikisini de. Maşallah da-
mat da pek şeker. Yaşl ı kadın Süheyla'ya bakarak, ancak duyulabil ir bir sesle ve
fakat eset dolu bir sesle:
- Allah herkese bu günleri göstersin. Inşallah Süheyla kız ımın
359
Anne Hihayeleri ---------------
da mürüvvetin i görürüz. Başkaları da gelebi lir. Annemle benzer şeyler konuşabil ir. Ba
na öyle acıyarak bakabi lir.
- Hadi anne kalkal ım art ık. Bak geriden bir nikah daha geliyor.
Salondaki görevli gerçekten bir önceki n ikah ı n davetl i lerin i ikaz eden, bir an önce salonu boşaltmalarım rica eden sözler söylüyor.
Kuyruğa giriyoruz . . . . Şükran', yanaklanndan öpüyorum. Şükran terle karışık deodo- "
rant kokuyor. Şükran'a ne söyleyebil i rim. Annem saadetler d i liyor. Elimize nikah şekerlerin i tutuşturuyorlar. Çiçek sepetlerinden
gül aşı ran süslü bayanı n el indeki karanfi l ler fazlalaşmış. Çiçek sepetinden çiçek aşı ranların sayıs ı fazlalaşmış.
- Merhaba Süheyıa. Merhaba Münire teyze. Evet Engin. - Merhaba Engi n . - Nas ı ls ın Engin oğlum? iyi misin? - Teşekkür ederim Münire teyze. Annem bi lgiç adı mlarla uzaklaşıp bizi yalnız bı rakıyor. Şu Mü-
nim han ım yaman kad ı nd ı r.
- Çıkıp bir yerde yemek yesek ne dersin. - Yıl lar oldu görüşmeyel i . - Evet y ı l lar oldu. Senin için çok şey duydum Süheyıa.
- Ben de öyle .
- Te"klifime bir şey demedin. Boğazda bir yer bi liyorum. Balık
yeriz. - Evet sonra. - Sonra oturur konuşu ruz. - Ne konuşacağız?
• b
360
---------- Umutsuz Bir Aşkın Münakaşası
- Ne istersen. Içimde bir telaş, bir telaş. Engin incelmiş biraz. Yüzü kemikleş
miş. Gözlerinin koyuluğu artmış. Varl ığının etrafımı derhal kuşatan çemberini güç-bela yı rtıyorum.
- Bak, Engin <sen yabancı bir erkeksin.
- Yabancı mı? - Evet, artık yabancı . Bu sebeple seninle çıkıp bir yerde ye-
, mek yiyemem. Sonra otu rup konuşamam.
- Bunu anl ıyor musun? Çok sıkı l ıyor. Elleri oyalanacak, tutunacak b i r şeyler anyor. So
nunda parmaklan kravat ın ın ucunu yakalıyor. Önce kendini , sonra sesini yakal ıyor. Çiçek sepetlerine bakarken :
- Evet anl ıyorum.
Kendimi tutamıyorum. - Keşke anlasan; anlayabilsen. Kaçar gibiyim. Annemin böyle önüme çıkması ne güzel tesa
düf. Yoksa bulabi li r miydim.
"Bir şarkı gibisin artık" Nereden takı ldı bu mısra dudaklarıma. Nağmesiz. Tok. Garip bir mısra. Eve gelinceye kadar bu her halde çok kullan ı lmış mısray' tekrarl ıyorum. Güzel şeyler var etraf ımızda. Bazıları bu güzel şeylerin farkına varıyorlar. Herkesin bu güzellikten istifadesi için belki , böylesine bir iyi niyet i le, bir uygun yol bulup sunuyorlar. Sonra herkes kendince nasibi ni al ıyor bu güze!ikten. Yerli yersiz, hoyratça kul lanı lmaktan o kadar yorgun düşüyor ki . Sonunda "orta mal ı " diye kimse yüzüne bakmaz oluyor bu güzelliğin. Dedim ya, kelimenin tam anlamı i le "garip" bir güzelliği var bu mısranın.
361
Anne Hikayeleri
TENHALIK BASıNCA Mustafa KUTLU
. . Hayat ım her günkazandıOım yeni yalmzhklarla zenginleşiyor. Ancak bütüne oranla devede kulak kalan bu zenginleştlrme çabas ına zaman zaman acıyorum. O' kadar minimi nnacık duruyor ki öbürlerinin yan ında: Önemli o lmaktan ziyade sevimli .
Mesela dün saç tokalanmdan birini kaybettim. Bir süre telaşla arandı m durduma Odadan odaya, dolaptan dolaba gidip geliyordUQ1. EI çantalannın , kol çantalannın, etajerlerin , çeşitli boy ve yapıda kutulann içini karı şt ırd ım.
Aman Allah am! . .
Ne kadar çok saç tokam varmış benim.
Benim ne kadar çok e l çantam, ko! çantam varmış .
Bunlann içinde, üzerinde küçük mavi-pembe mine li çiçekler! olan saç tokam kayboluvermiş.
Nedense ona pek önem verirmişim.
Işte bu küçük eşyanın beni yalnız bıraktlO I gün. Onun benden, benim ondan kurtulduOum gün, böylesine miniminnacık bir yalnızl ık daha edinmiş o ldum. Kimbi li r içinde daha nice saç tokalan, nice e l-kol çantalan çöreklenmiş yatıyor.
Bunca yı l l ık arkadaşım teyze beraber okuduk böyle o lacağın ı
362
. \�
---------------- Tenhalık Basınca
nereden bilebi l irdik işte ne güzel çal ışıp kazanıyorduk bana kal ırsa ne olduysa şu Engin denen herifle tanışmasından sonra oldu bu kıza değişti birden o eski neşesi kahkahası tükendi h ı rçın laştı durup dururken sağa sola sataşır oldu inanır mısın Münire teyze bana bi le söylemidiği kalmıyordu Engin'in gizlice nişanlandığını duymuştum eh üstünü örtecek saklayacak deği ld im ya en yakın arkadaş ım bil iyorsun o zamanlar sözlü g ibiydi ler hepimiz onları birb irlerine ne kadar yakıştınyorduk beynimden vuru lmuşa dönmüştüm bunu Süheyla'ya nası l söyleyeceğim diye kendimi yiyip bitriyordum boşuna telaşlanmış ım teyzeciğim boşuna kıza olanlar olmuş.
- Ne olmuş?
Nolmuşu var mı ayel dut yemiş bülbüle dönmüş kız bir şey söylesene hiç olmazsa bağır bağır git herifin gırtlağına san l l ıh öylece pencereden d ışarı baktı durdu bunca yı l ık arkadaşız teyzeciğim o gün bu iş bana nası l dokundu nası l dokundu anlatamam t ı rnaklarımı söküyorlar sanki kız birşey söyle cadı di lini mi yutun söyle de biz gidip konuşalım şu işin asl ını fasl ını aniayal im e bir ses çıkmayınca valiahi ne kadar üzülüyorum bilemezsin şu anda bi le kendimi tut� masa m ağlayacağı m neyse aradan aylar yı l lar geçti hep bekledik belki düzel i r diye .
- Düzeli r mi?
E tabii Süheyla gibi b ir k ız okumuş etmiş öyle türbanlara ne biliyim ben örtü lere bürü nsün de gün yüzüne çıkmasın bu gencecik yaşında kendini evlere odalara hapsetsin .
Mutfağa ince ince çay kokusu yayı l ıyor. Porselen demliğin beyaz üzerine lacivert-kırmızı çiçekli gövdesinde buğulu damlacıklar beliriyor. Süheyla bir elini tezgahın fayansına dayamış, öbür eliyle ağı r ağır çörekleri pasta tabaklarına yerleştiriyor. Pasta tabaklannın ortası nda bir Endülüs bahçesi . Balkonun korkuluklarına yaslanmış ahu gözlü sevgil isine kitara çalan at üstünde bir delikanl ı . Geceler güzeldir diye başlayan Fransızca bir şarkı . Ada vapuru ve kızlı erkekli bi r grubun şimdi çinde yankı lanan kahkahalan. Bir gazete kupürü , kristal b ir vazo, i ri gül le r, f ıs ı ltıya benzer bi r çift söz, herşey, her şey . . . Hatta şu çay tepsisi , i nce kenarlı bardaklarda tü-
363
Anne Hikayeleri
ten çay. Bu çörekler. Daha önce bel li unsurlarla düzenlenmiş, belli gayelere , bel li duygularla yönelmiş, hayat ın ı , hafızasın ı bir ağ gibi örmüş, kapıa.mış. Dalgm, al ıyor tepsiyi, çörekleri , oturma oqasına
. yöneliyor.
Geçen gün pat çıkageldi kim olacak canım Engin denilen herif i şte ah ah teyzeciğim bir görmel!ydin dai rede bir koşuşma bir koşuşma önce müdürün odasında dediler tabii büyüdü artık nerde o eski süklüm püklüm oğlan zenginleşti daha arabası kapının onünde duru nca farketmişler kızlar anlattı efenim bir çıkmış arabadan üzeri nde siyah kurvaze bir takım araba da siyah mersedes elinde bir çanta doğru müdürün odasma girmiş öyle ya i ş konuşacaklar. Biz hep bekliyoruz neyse efenime söyliyim çıktı kızlar hep etraf ın ı aldı lar bir açı lmış bir açılmış sorma sanırs ın kırk yıl l ık iş adamı patron ayaküstü konuştuk meğerse nişan mişan yokmuş canım ortağı olacak adamın kızıymış ortağı dediğim Münire teyze Yalovah zengi in Yolva'n ın yarısı onlarınmış işte Engin le ortak iş yapıyorlar tabii bu arada evde kalmış kizı da oğlana yamamaya kalkmışlar bu da kurt ya önce yüz vermiş kız şurda burda dOlaşmış biraz kız bir yandan nişanh m diye sağa sola söylüyormuş akl ı s ı ra oğlanı kapatacak.
Bu sandalye hep böyle burada mı dururdu. $üheyla'n ın hiç oturmu şluğu yok. Demek şimdi oturacakmış Çökebi li r, el indeki tepsiyle beraber çaylan devirebi l ir, çörekleri berbat edebil ir. Yeniden e li ni başı na day'yor. Şükran içerde alabi ldiğine konuşuyor. M utlaka arada bir kapıya göz attıktan sonra annesine nerdeyse ağz ın ın içine girecekmiş gibi yaklaşıp "Müni re teyze, Müni re teyze sen ne diyorsun ayol oğlanın gözü hala Süheyla'da" diyebi lir.
Yok dedim ben de Süheyla ayrıldı işten dedim tabii olan biteni nas ı l bir bir anlatayım zaten vakit yok ayaküstü konuşuyoruz hiç gelmiyor mu görüşmüyor musunuz diye üsteleyince Münire teyze işitiyor musun üsteleyince ben umutlandı m bu sefer eh dedim ara s ı ra.
O s ı rada mutlaka kravatı i le oynuyordur. Bakışların ı eğmiştir. Saçları yhıe öyle eskisi gi�i uzun ve dağın ıksa perçemleri alnına
364
• b
--------------- Tenhalık Basınca
düşmüştür. Elleri ni n içi terliyor Süheyla'n ın Çarp ıntısı tutuyor. "Bir saç tokası ndan yalnız kalmanı n hakkından gelemeyen ben. Enginden nası l böyle rahatça kurtulabi leceğ imi sandım." Hepimiz bir kuşatmadayız. I l iklerimize kadar ıslanmışız . Bir başka Süheyla bir başka dünya demektir. Öyle, amenna. Gel gör ki acizlik elveriyor, bi rden tenhal ık basıyor. Içimizin mikroplan içimize b i r aykırı çöp uzanmayagörsün, hep birden o ç ı lgm danslara başl ıyorlar. Şerha şerha yararak kalbirnizi , yeniden ve bir daha ebedi uykusuna, sevgil i gafletine terkediyorlar. Hakikata yeniden ve bir i lahi vesi le, bir lütuf i le tutununcaya kadar.
Neyse dedi görürsen selamlaomı söyle dedi ben de uğrayacağ ım ya diye i lave etti şaş ı rmış ım di l im tutu lmuş sanki ancak peki Engin diyebi ldim geldiği g ibi gitti bütün k ızlar pencerelere üşüşmüştü odacı M urtaza efendi kapıya kadar geçirdi yükünü tuttu diyorlar nerde o eski engin işte böyle Münire teyze iki günü iple çektim koşup geldim işte bançı sorarsan oğlanın gözü hala Süheyla'da ama anacığ ım bizim klZlnılZ kız değil hey Allah ya gelirse şimdi gelip onu böyle ne bi liyim belki de görüşmeyi bi le kabul etmez damarı tutar cad ın ın olur o lı.ır sen bari i lgi len teyzeciğim .
- Ben mi? Ben napiyim Şükran kızım beni dinleyen mi var ana k ız sabahtan akşama didişip duruyoruz daha geçen gün ne dese beğenirsin bu evde ne kadar fazla eşya var şunların bir kısmından kurtulal ım demez mi hey Allah ne cevap vereyim bi lmem ki zaten ne kadar üstü başı var torladı topladı bir kenara kaldı rdı bir münasip fukara bulursa verecekmiş iki kat elbise bana yeter de artar diyor hani o haftada bir gittiği sohbet toplantı ları var ya işte onlara giderken birini giyiniyor ötekini de evde.
- Hangi sohbet toplantısı? -\
Canım geçende bahsetmiştim hani yoksa bahsetmemiş . . . evet evet . . sana söylemedimdi bizim kız böyle dindarlaşalı Hoca Hanım diyorlar biri var büyük şeyhlere bağl ıymış diyorlar işte ona bağlandı anam bağlandı dediysem _
çayın rahiyası kayboluyor. Rengi de, canl ı l ığ ı da bir bir terkediyor çayı . çay soğuyor. Süheyla Engin' le gelen sarsıntıyı içeride
: 365
Anne Hikayeleri
bağlanmak. lafı edildiği s ı rada savuşturuyor. Kalkıp çaylan yenileyecek. Kendini de. Bir ata banyoya uğrayı p aynada yüzüne bakıyor. Şükran bu yüzden bir şey anlamaz. bu yüzden henüz kendisi de bir şey anlamış değıı . Yüzler neler neler anlat ır. H ızla mutfağa geçiyor� Çaylan tazeliyor.
- Nerede kaldm kız ım?
- Çaylar da bir acaip o ldu anne, bir türlü dem tutmuyor. Şük-ran çayı demli sever biraz uğraşt ı rd ı beni .
Şükran'la annesi birbirlerine bakiyor�ar. Bir yudum çay, bir karş ı bakış.
Bu tereddüt Süheyla'ya güç veriyor.
- Ee Şükran, anlat bakal ım nas ı ls ın daha? Dairede işler nas ı l?
Yüzü aydı nlanıyor Şükran'ı n . Içinde tuttuğu nefesini boşaltıyor. Biraz heyecanlı , titrek, ama yine de cesur, arzulu konuşkanhğ ın ı yakalıyor.
- Münire teyzeye onu anlatıyordum geçende Engin geldi daireye.
Sağol Şükran. M ütemadiyen boşaltıyorsun içirnin kalabalığ ın ı . Engin'den bahsettikçe sen , bilhassa sen, çünkü bu yüzün elbisen, düşünce ve davranışların la sen, senin bütünün, böyle habire konuştukça ve bilhassa Engin'den bahsettikçe ferahl iyorum. Her sözünle bir kirli parça, bir laşe, bir mülevves eşya çıkanyorsun içimden. Beni sıkan cenderenin vidalanna, çarklarına, levyelerine dokunuyorsu�, baskıyı azaltıyorsun .
Benim bir saç tokam vard ı .
Küçük mavili-pembeli mineli çiçekleri o lan.
Engin' in bi r arabası olmuş, ne güzel . Siyahmış. Mersedesmiş .
366
• h.
------"""""'=--------- Tenhaiık Basınca
Meğerse nişanlanmamışmış. -Bunu kapı arkası ndan duydu
. ğumda görmeliyd in beni-, aman ne kadar iyi olmuş.
Yakında belki biz im eve bi le gelebi lirmiş . -Bu nu da duyduğumda-.
Yine duyuyorum ya, bu sefer biraz fazla derine giriyorsun Şük. ran. O kadar dayanıkl ı değilim çünkü. Daha hazır deği lim .
- Öyle mi? Demek bize gel�ceğini söyledi. Napalım buyursun gelsi n .
Diyorum ya. Bakma sen . Bermutad giyeceğim şeyıler, saçım m biçimi , onu nası l karşı layacağımı düşünüyorum. Bunlar istemeden geçiyor zih nimden. Yı l lar ın kalibı çünkü. K ı rı lmayan kal lb ı . Sonra bi rden karşı düşünceler -ve bu sefer isteyerek- sökün ediyor. Onunla ben istediğim, ve benim istediğim biçimde, ancak o zaman. O zaman ve görüşmekten ziyade belki hesaplaşmak üzere bir buluşma vaki olabi l i r. Böylece bu tartışma tamamlan ıyor içi mde v� yeniden geliyorum kendime. Annem telaşh, ç ırp ıntı h . Bu telaş ve çırpınt ısı biraz da Engin'i n o eski Engin olmadığından i leri geliyor. Fırsat kaçmamış . M ış .
Şükran'a:
- Onu bir daha görü rsen, deki ; Süheyla Müslü man olmuş, de.
Diyorum. Sanki bir bi lmece sormuşum. Sanki o anda yüzümde garip bir manzara peyda olmuş. Veya sanki h iç konuşmamışı m .
Şükran ağzı açık bakıyor yOzüme. Ağzı ve gözleri açık.
Annem içinden cık, cıklannı sıral ıyor. Bir ikisini biz de duyuyoruz. Şükran şaşk ın l ığ ı n ı öfkelenerek bast ınyor. Buna pek bastı rniada denemez çarşafların ı toplamaya çal ışıyor, geveleyerek kefimeıeri , çiğneyerek:
..,- Ne yani , h epimiz Müslümanız Allah ı ma şükOr.
Dönüyor, SOheyla'n ı n annesine tutunmaya çal ış ıyor:
367
Anne Hikayeleri
- Öyle deği l mi fy1ünire teyze?
Birazdan gideceksin Şükran. Seninle birlikte bu oday ı iyice saran, hakimiyetini s ınta s ınta i lan eden; gO ya terkettiğim, terketmeğe çahşt ığ ım o saç tokalanndan, arabalardan, Enginlerden, bunlara bağ lanmış çay-çöreklerden oh,.ışan dünya da süklüm püklüm ard ı ns ı ra çıkacak. Ben yine dikiş-nakışlanma, rüyalarıma döneceğim. Akşam mor benekıl lacivert perdeleriDi i ndirecek. Gece kandillerini yakacak.
• h
Hayat ım üzeri ne kiminle konuşabi l irim? .
368
------------------------------------- �rüşme
GÖRÜŞME Necati CUMALI
Ufak cinsinden beş altı portakaıı ık kese kağ ıdım , kadı n elinden hastan ın başucundaki sehpanı n alt gözüne -usu lca b ırakıp doğru ldu .
Dört kişi l ik koğuşta, kadın ın geldiğini gören öbür üç- hasta, koğuşun balkon kapıs ından çıkıp, ikisini yaln ız b ı raktı lar.
Kad ı n çevresine bakındı . Sandalye göremedi . Son ra yine usulca hastanı n karyolasına yandan i lişerek oturdu .
Hasta ayakların ı ö rtünün altı nda yana çekerek:
- Rahat otur, dedi . Nas ı ls ın?
Kadın kapıdan girdiği andan beri bell i etmek istemiyordu ama, bi r ikidir anlamasından çekinerek gördü, anladı mı diye hastaya bakıyordu. Yine öyle kaçamak, ölçer bir bakış att ı hastaya. Sonra gözleri ni ne yapacağın ı bi lmeyip kucağı nda kenetlediği el lerine eğdi . Gü lmeye çal ışt ı .
- Nasıl olacağım ben? Omuzların ı si lkti ; öyleyim işte . Bildiğin gibi . Gözleri erkeğin bakışları i le b i r daha karş ı laşt ı : Toplamış-s ın . . .
Erkek kadı ndan yana o lan sol kolunu uzatt ı . Zay ıf lamış el ini kadın ın el leri üstüne koydu. Sonra kad ın ın sağ e lini al ıp, rahat ra-
369
Anne Hikayeleri
hat avucu atı nda tutabileceği kadar yakın ına bıraktı .
- Kilo aldı m bu h afta, dedi . Bir kilo aldım.
Kadın ın gözlerinin içi güldü :
- Bel l i , dedi . Yanaklann dolmuş.
- Öksürüğüm de hafifledi .
Kad ın ın bütün yüzü ış ıd ı :
- Bell i , dedi , yine. Bel li iyisin .
- Iyiyim ya, daha iyiyim . Iştahım da iyi .
- Çok iyisin . Gire r girmez anlad ım. Rengin gelmiş ! . .
K ısa b i r an sustular. Kadın yine gülümsemeye çal ışt ı . Sonra baş ı nı önüne eğdi .
Erkek:
- Ben iyiyim, diye yineledi, merak edilecek bir yanım yok. Bakı l ıyorum. Yemekler boL . Doktorlar iyi . Sizi düşünüyorum ben. Siz ne yapıyorsunuz?
Kad ın telaşsız bir sesle karşı çıkt ı :
- Ne yapacağız biz? Iyiyiz işte ! . . Bi ldiğin gibi . . .
- Biliyorum, yatt ığ ım yerden bi liyorum.
- Neyi biliyorsun?
- Senin nası l dokuz parça o lduğunu biliyorum. Düşünmeden edemiyorum.
Kadın erkeğe doğru eğildi . Boşta olan sol elini erkeğin e li üstüne koydu:
- Bizden yana üzülme sen, dedi . Bizi düşünme. Biz nası l olsa oluruz.
. .
- Elimde deği L .
370
• h
------------------------------------- Görüşme
- Sen şimdi iyi leşmene bak.
- Olmuyo r ki !
- Olur. Istersen olur .. Bizden yana hiç üzüntün olmas ın.
- Uyuyamıyorum. Bütün gece uyuyamıyorum.
Kadm üzüntüsünün açığa vuran bir sesle:
- Yapma n'olursun, dedi. Ölümü öp yapma! I laç al , akl ına başka şeyler geti r. Ne bi leyim? Şan l şanl akan bir dere kenan geti r. Tok karn ı na dere kenarına uzand ığ ın ı geti r, ne yaparsan yap uyu.
Erkek baş ı n ı salladı . Sözü değişti rdi :
- Erol nası l?
Kad ı n yat ışt ı :
- Topaç gibi . Komşu lara b ı rakt ı m. Komşunun çocuklanyla arası iyi . Bir arada yuvarlan ıp gidiyorlar.
Erkek bu sefer iki eliyle kadının ellerini ellerine aldı . Sonra elleri kad ın ın b i leklerine doğru i lerledi . Kad ı n el lerini· çekmek i stediği ni saklayan bir hareketle hafif mın ıdand ı :
- Erol'u görme, diye devam etti . Durduğu yok. Odanın içinde bir baştan bir başa koşup da, minderin önünde, senin resminin altı na gelince, kendini "Baba !" diye bir mindere atış ı var, bay ı l ı rs ın .
Erkek başparmaklarıyla s ı rtlanndan okşayarak' kad ın ın el lerini yine bilekleri ne yak ın yerinden avuçladı . Başparmaklan gittikçe kadın ın bi leklerinden yukarı kayıyordu. Kad ı n uzanıp erkeğin arkasındaki yast ığ ı düzeltmek bahanesiyle, ellerini bir daha erkekten kurtard ı . Sonra ellerini yerine getirirken, entarisinin yenıerini belirsiz bir hareketle el lerinin s ı rt ına doğru kaydı rd ı .
Erkek hareketsiz bekledi . Sonra eski hareketini tekrarladı : Kadın ın el lerini bu defa bilekleri yakınından kavradı . Başparmaklarıyle kadın ın bileklerini hafif yokladı . Sonra kadının gözerinin içine ba-
371
Anne Hikayeleri -----------------
karak:
- Istemezdim , dedi .
Kadm saklamaya lüzum görmedi .
- Senin ne kabahatin var bunda?
- Istemezdim. Bilezikleri n kolundan ç ıksm istemezdim.
- Laf, çocuk o lma, sen iyi o l da, bi lezik ne ;zaman olsa yerine konur!
'
Adam sustu . Karısmm hamarat, güleç haliyle evin içinde öteberiyi toplarkan bi lezikli kolunu şöyle bir yukarı kaldı rışı vardı ki severdi .
Kad ı n yine:
- Çocuk olma, dedi . Kolumda boşuboşuna sal lanıp duruyor-lard ı . Bi lezik için üzül menin s ı rası m ı şimdi?
.- Olsun ! Sallansın ıar. Çok deği l ki sana!
- Ben bileziksiz de o lurum!
Erkek mın ıdand ı :
- Ben, dedi , sana . . . akımdan bi r sürü şey geçiriyordu . B ı rak beni , gençsin, güzelsin, bana bel bağlama. Buna benzer bir sürü şey geçiyordu. Ama karısı gibi bir kad ına bunları demenin saçmalamak, ağız yapmak gibi bir şey olacağın ı da apaçık biliyordu. Karısı durgun bir sesle: Haftaya mağazalar açı l ıyor, diyordu başucunda. Erol 'u komşu lara b ırakacağım. Haftada onyedi l ira. Yeter bize. Sen iyileşmene bak. Hepsi geçer . . .
Içinde s ıcak, soluğunu daraltan b i r şeyler koptuğunu duydu.
- Ben, dedi tekrar, bi l irsin di l dökemem !
Kadmın gözlerinden işıklar geçti .
- Dökme, daha iyi .
• b
372
------�------------- Görüşme·
- Üç yı ld ı r evliyiz, sana daha tatl ı bir söz bi le demedim.
Kad ın eliyle erkeğin el inin s ı rt ına hafifçe vurdu.
- Ben anları m, demesen de anlanm !
- Okumuş olsaydı m . . .
- Ben anlanm. Değişmezdi . Dudağın kımı ıdasa, yüzüme bak-san anlanm.
Erkeğin bütün yüzü gü ldü . Soluğu nu daraltan o s ık ınt ı sanki içinden çıkt ı .
- Iyi , öyleyse, dedi. Iyi . . .
Gözleri önce parı ldadı lar. Sonra nereden çı.kt ığ ı bell i olmayan bir ıslakhk kaplayıverdi gözlerini . Başın ı gözlerini saklamak için yan ıbaşında seh panll"faltma doğru eğdi . Portakallan kastederek
- Niye zahmet ettin bunları , dedi .
Meret hastalık! Biraz duygulanmasın insan, gözleri öyle çabuk yaşanyor ki . . .
373
Anne Hikayeleri
SEVGJ EKMEKTJR Necati GÜNGÖR
Havuzun çevresine güvercinler konardı . Tatı l bir şınltıyla akard ı su . Ortadaki gözde n taşıp kocaman mermer havuzda_birikirdi . Biri uçar, biri konardı kuşların. Cebimde, ninemden gizli getirdiğim ekmek kır ınt ı ların ı atardım onlara. Küçük, kırmızı ayaklanyla ıslak mermerler üzeri nde itişip kakışarak kaçırırlar ekmekleri . Ben de kuşlarla birl ikte itişir, onlarla birlikte uçard ım sanki. Namaz vaktine dek oyalanırd ım öyle. lçlerinde� biri topaldı . O, benim güvercinimdi. Topuzlu bir değnek gibi kütleşmişti parmaklan . Seke seke yün;.idü havuzun taşlarında. Gözleri ateş kıvılcımlan gibi yanardı . Yürumüyor da sıçrıyordu hayvancık. Ama uçuşta, ötekilerden hiç de geri kalmazdı . Belki de acıyordum güvercinime. Acıdığı m için seviyordum onu. Ekmek kırıntı larını kapışırken yiğitlenınesi bir hoştu . . .
. Hep ondan yana atardJm ben de ekmeği. Daha güçlü olsun, kendini ezdirmesin diye.
Ninem öteki d i lenciyle dertleşirdi . Eski günleri anlatı rlardı birbirlerine. Savaş ç ıkt ığ ı zaman memleketlerinden kaçışların ı anlat ırlard ı . Asmal ı Caminin başka dilencisi yoktu . Öteki , kendisi dilenmez de, tekerlekli bi r sandık içindeki oğlunu di lendiri rdi . Ben korkardım ) aşi l adamdan. Bembeyaz saçı sakal l ı bütün yüzünü kapatıyordu. Bin yaşında gibiydi . Ninem su i stediği zaman kuşlan bırakıp yanlarına giderdim ancak. Hep önüne bakardı yaşl ı adam. Sandığa zor s ığıyordu oğlunun bedeni . Et yığ ın ından öte birşey değildi . Kocaman bir yüzü vardı . Şiş şiş o lmuştu etleri. <;3özkapak-
374
�----------------- Sevgi Emektir
larım aralamaktan başka kıpar tı s ı da yoktu. Göğsüriü n ortası na yerleştirilmiş tabağa para atıyordu gelip geçenler.
Ak Sakal l ı adam, araba içindeki bu et külçesiyle bir i lişkisi yokmuş gibi uzakta duruyor, sonra kendil iğinden kalkıp oğlunun yüzündeki sinekleri kovuyordu. Asl ında adam, hiç kimsenin yüzüne bakmıyordu. Onu öyle görenler, oğlunun o hale düşmesi , adamı n suçu samrd ı .
N inemle konuşurlarken duymuştum: Y ı l larca önce , kar ıs ı ö Lmüş adamın . Ikinci bir kad ınla evlenmiş. O da b ı rakıp kaçmış. O gün bu gün
", felçli oğluna kendisi bakıyormuş. Gençliğinde mezba
hada kasaplık yaparmış. Yaşlan ınca işsiz kalmış. Mahalledeki camide ezan okuyarak geçjnmek istemiş ; ama sesi güzel değil diye istememiş mahal le li ; ikide bir de yüzüne vurmuşlar sesinin çirkin liğini . O zaman canı s ık ı ımış adamın. Ezan okumayı b ı rakmış. ÖLmesi için gece gündüz Tanrı'ya yakardığı oğlunu, dışarı ç ıkarıp dilenmeye başlamış . . .
A k sakal l ı adam ağlardı bun ları anlatırken. I lk karısın ın iyil iğini söylerdj boyuna. O ağlarken, ninemin de ağladığın ı görürdüm. Oğlumun ölmesini i stediği için , yüreğinin yandığ ın ı söylerdj adam.
"Tanrı beni utandı rd ı ," derdi . "Bakmaktan usanmıştım. Oysa kör boğazımı doyurmakıa şimdi ! Yediğim her lokma ekmek, taş parçası gibi çakı l ıyor kursağı ma şimdi !
Derken ezan okunmaya başlardı . Namaza yetişmek için koşuşan insanlarla dolardı Caminin avlusu. ' ınsanlar ı , ayak sesleriyle saya�dı ninem. Namaza kat ı lanlar çoğaldıkça, sadaka verenler de art ıyordu.
Gözlerin in ışığı kesilmeden önce de, ninem buraya gelip havuzun soğuk suyundan içermiş. Sonra asma ağacın ın alt ında oturup yorgunluk çıkarırmış. Ne zaman çarşıyayolu düşse, burada su içmeden, oturup dinlenmeden geçmezmiş . Ara sıra soruyordu bana: "Hulusi , asmalar üzüm tutmuş mu bu yı l? Havuzun taşlarındaki yosunu temizlemişler mi? Kuşlar su içiyor mu mermer havuzdan? Kapın ın yeşil çuhas ın ı değiştirmişler mi?"
375
Anne Hikayeleri
Ben üç yaşı ndaymış ım ninemin gözleri kör olduğunda. Babam böbreklerinden hastaymış o yı l . "Sancısı tuttu mu taşa toprağa sald ır ı rd ı can acısıyla . . . " diye anlat ı rd ı , ninem. "Doktor doktor gezdL Kendi ağırl ığınca para döktü ilaçlara. En son , ameliyat edelim dedileL Başka çaresi , başka umudu yoktu artık. Gidip yattı fukaram! Yattı da kalkamadı bir daha . . . Karısın ı , çocuğunu ortada koyup git:.. ti l E lde avuçta beş paramız yoktu. Bakacak bir kimsemiz yoktu. Iki baş kadın , bir çocuk . . . Gidenin mi derdiyle yanayım, kalanların mı? Şaş ı rm ışt ım ki ö lümler derecesinde. : . Gün yirmi dört saat ağlıyo'rdum. Ana yüreğinin en onulmaz yarasın ı kanatıp döküyordum gözyaşı diye . . .
"Arası çok sürmedi , gelin olacak o yürek yoksunu d a kaçtı evden. Bir kanş var yoktun sen. Söz bilmez, yol bilmez bir- yavruydun. Üstüme b ı rakıp kaçtı seni. meğer, içi nde tırnak ucu kadar bile ana sevgisi taş ı mazmış kör yüreği ! Yere yurda konulmaz söylenti ler çıktı arkası ndan . Yeni lip yutulmaz sözler söylendi . . . Kimileri , gidip kendini bir suya attı diye uydurdu. Kimileri, Adana'da kötü bir evde çal ışmakta dediler. El in ağzı torba değil ki büzesin . - Daha bir y ıktı beni bu söyle ntiler. Daha çürüttü ana yüreğirni l Kanl ı gözyaşlanm durmak bi lmedi art ık ! Uykularımı yitirdim kara geceler boyu . Bir yandan da sana bakıyordum. Hem ağl ıyor, hem seni büyütüyordum oğul . Senin çok yiyeceğinde gözyaşı m vardı . Yalan deği bu. Öksüzlüğüne, talihsizliğine ağlayarak bakıyorum sana . . .
"Bir gün, gözlerime b i r örtü çeki ldi ! B i r duman çöktü dünyanı n üstüne. G ittikçe bulandı h e r şey: Gittikçe karardı dünya. Ve art ık görmedi gözlerim! Onca y ı l , iy i günlerini , kötü günlerini yaşadığım
dünyayı bi r daha görmedim . . . "
Namaz dağ ı l ı nca, güvencin leri u nutup n inemin yanı na koşardım. Caminin çarşıya açı l�n kapıs ın ı biz tutardık. öteki kapı , ak sakallı adamındı her zaman. Cami kapısında dilenirken tef çalmazd ı ninem. Böyle bir yerde çalgı çalmanın günah olacağına inan ı rd ı . Yaln ızca ayak seslerin i duyduğu adamlara seslenip yakar ıyordu :
"Ezan lar, namazlar yüzü suyu hürmetine bir sadaka . . . "
376
------------------ Sevgi Emektir
"Çocukların ız ın başı için olsun . . . "Yaradan aşkı için boş geçmeyin ağalar." Ben , para veren adamları gözleyerek duru rdum, n inemin
ayakları dibinde. Para çanağı ninemin elinde olurdu. Kimi leri caminin ayakçaklann ı i ner ; önümüzden geçerken, birden görmüş gibi durup para ç ıkarırdı cebinden. Kimileri daha yaklaşmadan e lini cebine götürür . . .
Uzun sürmez, tükenirdj adamlar, caminin avlusu, az önceki ıss ız l ığ ı na bürunürdü yeniden. Kuşların kanat vurması , havuza dökülen suyun sesi , gürü ltü gibi yayı l i rd ı ortal ığa . . .
, Ninem, gözlerime ve ad ımlarıma b ı rakı r kendini , çarşıya düşerdik bu kez. Acıma duygusunu yitirmemiş insanlardan, ' ö lmeyeceğimiz kadar ekmek parası denkleştirmeye uğraşı rd ık. Ninem düğünlerde tef çaldığ ı y ı llarda nas ı l bahşiş topluyorsa, yine öyle bir gönü l rahatl ığ ıyla di lendiğini söylerdi hep.
"Gocunacak bir yan ı yok," derdi , "avcuma konulan parayı al ıp kabul etmenin. Yı l larca, kan koca çalgı çal ıp eğlendirdiğimiz insanlardan son bi r kez bahşiş topluyoru m. O kadar.."
Ben, çocuk akl ımla, para veren insanlara şaşard ım nedense . . Karş ı l ıksız para verilmesinde, anlamadığ ım bir yan vard ı . Çalgı çalarak para toplamak başka bir şey olmalıydı . Birinde sormuştum nineme bunu : "Tanrı� sadaka veren:kulunu sever," diye anlatmışt,! . "Zaten zenginleri bunun için yaratı r Tanrı. Yoksullara, kimsesiztere
. baksın ıar, onları gözetsinler diye . . . Yoksa ne yiyip ne içer bizim gibi leri? Hem beş kuruş vermekle varl ıkları tükenmez ki . Domuzdan bir k ı l gitmiş gibi bir şey .. ," N inemin söyledikleri de kandı rmazdı 'beni . Tanrı kendisi verseydi yoksullara parayı . Zengin lerin umuduna niye b ırakıyordu? Hem Tanrı niye baştan yoksu l yaratıyordu ki-milerin i? Çocuk kafamla altından kalkamazdı m bu düşüncelerin . Bir gün önce büyümek isterdim o zaman. Ninemi di lenmeye bırakmayacakt ı m büyüyünce ; paralar kazancak, her istediğini alacakt ım onun. Evde otursundu her zaman. Mahallede, kendi gibi yaşl ı kad ınlarla arkadaşl ık etsin . Ya dedemin kemanını çalar düğünıp"
377
Anne Hikayeleri
de, ya da kendim yaşımdaki çocuklar gibiçı rakhk yapardım. Paralar kazanı rd ım. Her gün di lenmek içi n önünde durduğumuz dükkanıarda bir dolu çocuk çal ışıyordu. Önlerinde önlük takı i t . Ustaların ın yan ında ağımaşhhkla çekiç vuran, çivi çakan, kemik soyan ben yaşta çocuklar . . . Büyük adamlar gibi görü nürlerdi gözüme: .. Ama ninem hiç birine izin vermiyordu daha. "Sen benim elim ayağ ımsın" diyor da, karş ı l ı k istemiyordu. "Ben sensiz edemem oğul . Elimin değneği , gözümün ı ş ığ ıs in sen. Koluma yapış ınca, güç al ıyoru m senden. Tutup d a seni e lleri n önüne nas ı l ç ı rak vereyim? Yoksa ben de isterim bir zenaat sahibi o lmanı . Ben de isterim ekmeğini al ınteriyle kazanman! . Önce bir iş tutacaksın , sonra kemanı öğreneceksin . Tek murad ım budur yeryüzünde. Onca y ı l senin için saklad ı m dedenin kemanın ı . Gözlerimi yitirdim de onu yitirmedim ! sen çalasl n diye . Adl nı ' dedenden ald ı n ; e llerinde onunki gibi hünerli o lur i nşal lah . . . Kara topraklara girmeden önce, rahmetl i dedenin makamlarını birde senden dinleyeyim yeter! Başka hiçbir şey istemem a rt ık Tanrı 'dan . Başka hiçbir murad ı m yok dünya üstünde . .. "
- Böyle söylerdi ninem. Bir işe g i rmek, ardından kemanı çalabilmek için sabırsızhktan yorulurdum adeta. Ve için için k ızardin nine- , me. Bir şey söyleyemezdim ama, di lenmaya çıkmak ölüm gibi gelird i . H içbir zaman b üyüyemeyeceğimi san ı rd ım. H iç bir zaman, çarş ın ın dükkancı lan gibi cebimde para olmayacaktı . . . ,Niye babam erkenden ölmüştü sanki? Keşke gidip de kendi ayağıyla bıçak altına yatmasaydı . . . O zaman anam da kaçmazdı belki . Kaçsa bile, babam gidip getirirdj o nu eve. Bir gün çıkıp gelirmiydi acaba? Ama ninem onu kovardı evden. Kötü bir evde çalışıyormuş. Bu kötü ev sözünü de bir türlü çözemezdim kafarnda. Niye kötü diyorlardı anam ı n çal ı şt ığı eve? N as ı l kötüydü acaba? Hem her gün evde ne yap ı labi l i rdi ki... Tahtaları , pencereleri camların ı si l iyo r olmalıyd ı . Yaşar' ın anası da öyle yapardı ya. Hep başkaların ın evine iş yapmaya giderdi . Yaşar'sa boyacı l ık ediyordu çarşıda. Kazandığı parayla da Yı lmaz Güney�in fi lmlerine gidiyordu. Sonra gelip H ıd ı r' la bana anlat ıyordu bal ıand ı ra bal ıandı ra. Boyacı sand ığ ı nı da Yı lmaz Güney';n resimleriyle donat ı rd ı Yaşar. Hiç b ir f i lmini görmemiştim ama, ben de seviyordum Yı lmaz Güney'i . Üçümüz de hay-
378
----------------- Sevgi Emektir
randık ona. Onun gibi güçlü olr. i, onun gibi dövüşmeyi kurard ım kafamda . . . Yaşar'ı n babası hapisteydi. Her pazar onu görmeye gidiyordu Yaşar. Tıpkı Y ı lmaz Güney gibi , babas ın ın düşmanların ı döveceğini söylüyordu . Kendisinden büyük iki d e ablası vardı Yaşar' ın . Ama o, başı na buyruk bir çocuktu . Kimseleri d inlemezdi. Karışanı edeni yoktu . Anası , bıkıp usandığı zaman, "babana söyliyeceğim bu yaptıklar ın ı !" diyerek korkuturdu Yaşar' ı . Böylece dizginliyordu oğlunu kadın . Babas ından da korkmazdı asl ında Yaşar; ama mahpusta olduğu için üzülmesin i istemezdi besbel li .
H ıd ır sessiz bir çocuktu oysa. Babası ve abisiyle birlikte hamalhk ediyordu . Sabahları üçü birden çıkıyor evden, akşamieyin gene birlikte dönüyorlard ı el leri ndeki yiyeceklerle. Köyden göçüp gelmişlerdi mahalleye. Yapacakları başka iş o lmadığ ından, bi rer ip bulup hamall ığa başlamışlardı hemen.
Yaşar'la H ıdır ' ı , anarndan söz etmiyorlar diye severdim ben . Öteki çocuklar g ib i kendi aralarında konuşup güıüşmüyorlard ı . Kendini beğenmiş hal leri d e yoktu. Yaşar'la birlikte sinemaya gideyim diye yalvanrd ım ninerne. B ı rakmazdı .
Akşamüstleri , çarşıda b i r suskunluk olurdu. Al ış veriş iyicena duru rdu bu saatlerde. Gezgin sat ıc ı lar art ık bağırmaz ; şerbetçi ler, s ı rt ındaki güğü mlerle koşturup durmazlar ortal ıkta. Dükkaneı lar, dükkanıarın ın önüne birer oturak atıp günün yorgunluğunu çıkanrIar. Ve çarş ın ın suskunluğunu yaln ızca biz bozardık . . .
D ı m çın, d ı m çın , d ım d ı m ç ın . . . "
Her dükkanın önünde böyle bir sürü çalıp geçiyorduı< usul usul. Dükkancı iar, ya benim uzatt ığ ım çanağa beş on kuruş atar ya da "Allah versin" deyip savarial'dı başlarından. Kimseye bir şey söylemeden yürürdük gene. N inem, ayakların ı bana uydururdu . Kolundan çekmesem, olduğu yerde du rup tef çalmayı sürdürürdü : "D ım Cin, d ım çın . . . "
Gözlerini , kara bir göz!ükle kapatıyordu ninem. S ı rt ındaki soluk, yıpranmış manto h iç eksik o lmazd ı . Yaln ız, giyeceklerinin temi
'zliğine özen gösterirdi. Hep düğüne gidiyormuş gibi hazırlanırd ı .
379
Anne Hikayeleri -----------------Gözieri nin görmemesine karşın onun bu titizliğin! k ıskan ı rd ı mahal leli kadınlar. Baş ın a da kara bir örtüyle bağlıyordu ninem. Ak tem saçları , uçlarda n çık ıp gümüşi ış ı lt ı larla döküıürdü. Tef çalan parmaklan ysa, kurumuş değnek parçasın ı and ır ırdi . Gergin deri üstündeki ölgün ö lgün k ıpırdanı rlar öyle; y ı l ların verdiği al ışkanl ık ve ustal ıkla uyumlu ses ler çıkarırlar teften . . .
Ayakkabıcı lar çarş is ı Asmall Cami'nin yan ıbaşında olduğundan, ilkin oradan geçerdik. Çarşı baştan başa, tabaklanmış gön kokard l . Dükkanıardan taşan çekiç sesleri tefi bastmrd ı neredeyse. Kara kara tertikler, mestler ayakkabı lar ası l ıydı dükkanıarın önünde. çarş ıyı boydan boya kara ış ı lt ı larla donatmışlard ı sanki . Ben yaştaki çocuklar ciddi ciddi gön kesiyor, pençe çakıyortardı . Para toplamayı unutup içimde büyüyen bir saygıyla o çocukları izlerdım boyuna.
Ayakkabıcı lar bizi tanıyorlarol ! . Para vermek isteyenler, daha tefin sesini duyar duymaz çekmeceden bozukluk ç ıkarı rlard a . Ben ninemin adı mların ı gözleyerek çekerdim onu dükkanıarın önüne. Kara gözlüğü bir maske gibi duru rdu yüzünde . . Içinde kopan f ı rt ınalann maskesiydi sanki bu gözlük . . .
Ayakkabıc ı lardan sonra ş ı ra pazarına, o radan da kasaplar çarş ıs ına geçerdik. N inemin kolunu hiç b ırakmazdım. B ı rakı nca öfkelenirdj de ondan. Çarş ın ın ortası demez, bunca insanın arası demez yapıştmr azarı ! Yüreğinlde hep bu azarın korkusuylai yürürdük adı m adım. Yaz ortasında giydiğim kışl ık kazağı n içinde terler
- dökerek yürürdüm. Bir de, sadaka veren insanların gözlerine bakamazdı m. Gözlerinde yanan bir a lay ış ığ ı mı seziyordum, bilmiyorum ... Yüzlerini , bakışlarmı görmediğim insanlann da beni görmeyeceklerini samyordum belki çocukça bir kaygıyla . .
i Kasaplar çarş ıs ında ninemin bir arkadaşı vard ı . Yaşl ı bi r ka-
saptı bu. Adına, ıbrahim diyordu ninem. Ara s ı ra, suyunu çıkarsm diye, i likli kemik verirdi nineme. Kocaman posbıyığı ağzını kapat ı rdi kasap Ibran!;T'in. Onun dükkam önüne geldik mi, nerden bil irse bilir, tet çalmayı b ı rakı rd ı ninem. Oyalanı r, şurdan burdan konuşurIard ı . Eskinin düğün eğlencelerinden, unutulmuş türkücülerinden
380
------------------- Sevgi Emektir
söz ederler . . . Bir de her yıl , oğlak derisi veriyordu ninerne, yaşl ı kasap. Ta ilk yoldan anımsat ı r ninem oğlakların kesim zaman ı gelince de alırd ı . Tefinin derisini yenilerdi bununla. Nedense, y ıpranmış gevşemiş deriyle di lenmeye bi le çıkmazdı ninem. Canı gibi gözetirdi tefini . Süslü püslü bir şeydi zaten. Kasnağı sedef kakmaiarla işlenmişti . IŞ l lt l ! ı bir ağaçtan yapı lmışt ı . Kara kara ış ı ldayıp dururdu eli nde.
Oğlak densi vermediği y ı l , gelip gidip baş ına kakardı ninem, adamı n.
- "Heeey/' diye seslenird i dükkan ı n ı n önü nde. "Kasaplar , ağas ı , kasaplar ağas ı ! Böyle miydi senin söz vermeieri n ? Bahar
geldi geçti , yaz tükenip gitmekte işte, sen hala oğlak derisi vereceksin öyle mi? Yazık senin ağahğına ! Nerede senin hat ır gönül adaml ığ ın? Nerede, seni tefimin önünde oynattığ ı m o düğün bahçeleri? Yalan mı o ldu hepsi? Her şeyimi yiti rd im işte. Bir şu kasnak kaldı elimde. Rahmetl inin amsı yerine koydum onu. Di lenip döşürmem bi le bu kasnağın umuduna kaldı . Densi gene gevşedi. Duvarda ses var bunda yok . . . Ne olurdu bana bu y ı l da bir Karış deri verseydin?"
Kasap ıbrahim, kendini bağ-'şlatmak için , yağ l ı bi r yi rmibeşlik çıkarıp atar elimdeki çanağa. Ninemin sözlerine de gülerdi bir yandan.
"Doğrusun be Elmas kad ın," derdi . "Sana karşı yalancı çıkt ık. Lakin senin tafe uygun bir den düşmedi bu yı l . Seninkisi i nce o lacak, bi l irim, yeni doğmuş oğlağınkinden olacak . . . Kağıt gibi . Öylesi de hiç gelmedi ! K ısmetse gelecek bahara art ık. Üzme sen tatlı can ım . Sözü yine söz . . . "
Ninemin öfkesi hemen diner; yüzü gülerdi birden bire .
"Hadi öyleyse, derdi . "Bir sigara sar da içeyim şurada. Madem gelecek bahan bekleyeceği m . . . "
Elindeki tefi kucağına al ıp çömerdi olduğu yere. EI yordamıyla kapıyı bulup sırt ını verir. Iyi haber almış gibi bir noşnutluk kaplar yüzünü. Yüzünün bu güleçliğinde o anki dingin yüreğini görürdüm
381
Anne Hikayeleri
adeta. Ben, el imdeki çanakla dikil ip bekleri m ninemin yanıbaşı nda.
Kasap ıbrahim, tabakasından kaçak tütün sanı! bir sigara çıkanp yakar. Ninemin p armaklan arasına yerleştirir sigaray ı . Ninem, gönül rah at l ığ ı içinde bir soluk al ı r ; duman ı , görmediği boşluğa doğru mler.
"Güzelmiş tütünün ıbrahim ağa, san kız saçı m ı ?
"He, san k ız saç ı tütünden . . . " Çevrede işkembe kokusu, tuzlanmış deri kokusu olurdu. Kes
kin keskin vururdu adamın burnuna- bu kokular. Ked i le rı sokağa atı lan kemikler için h ırlaşırlar birbirleriyle. Ben , dükkanlardaki etlerin çokluğu nu düşünürdüm. Kasaplar et yemekten bıkmazlar mıydı acaba? Hem satar, h em yerler. Çocuktan her gün et yer kasaplann . . . Kurban bayramlanmda bizim evde et olurdu. N inem, leğenin içine doldurur gelen etleri ; tuzlar, kokması n diye. Avluda ateş yakıp pişiri rdik Gülşen ablayla. Ben kıvı lcamlanan ateşi üflerim, Gülsen abla da pişen etleri çevirir parmakların ı yalayarak. Kendi payını yemez de götürür kocası na verirdi Gülsen abla. Niye böyle yapar, anlayamazdı m . . . kocası çok kötü dövüyordu onu. Çocuklan olmuyor diye. Kimi akşamlarsarhoş gelir eve, Gülsen ablayı saçlarından sürür avluda. Gülşe n ablan ın gözleri herkeslerden güzeldi . Gözleri moranr, saçı başı dağ ı ı i rd ı kocası dövünce. Ben , kocası Süleyman' , hiç sevmezdim. Hüsam baba, üst kattan picamasıyla koşup onları aymncaya dek döverdi Gülsen ablayı . O zaman gidip yatardı Süleyman. Ak saçlı Hüseyin babaya karşı gelemezdL Gülsen abla, h ıçkı rık, ağlama nöbetleri içinde , o geceyi ninemle birlikte geçirirdi art ık. Sabaha dek oturup söyleşirierd i . Beni uyand ı rmamak için 11sıl fısıl konuşurlar. .. oysa ben de uyumaz, yattığ ı m yerde dinlerdim onları . Ninem, uykuyu unutmuş gözleriyle sigara içerdi bütün gece. Sigaras ın ın ateşi , karanl ığın içinde ufacık bir y ı ldız gibi yanıp sönerdi . Gülsen ablayı avutmaya çalış ırd I . Esmer tenl i , şişman bedenli , kıvırcık saçlı Gülsen abla, Adana'da bir yapı yerinde tanımıştı kocasın ı . Görüp sevmiş onu . Sonra birlikte kaçmışlar Adana'dan. Babası zenginmiş memleketlerinde: Kendisini isteme gittiği zaman
382
• b
---------""'"""""------- Sevgi Emektir
Süleyman', kovmuş. Kaçtıktan bu yana h iç aramamışlar birbirlerini . Öldü mü, kaldı mı , onu da bilmiyordu Gülsen abla . . . Bunları anlat ı rken, bir pişmanl ık duygusu �'oktu sesinde. Hala sever Süleyman' i , kızg ınhkla söylediklerini unuturdu. Iyi yanların ı söylerdi kocasın ın . Belki doğruydu dedikleri . Belki geriye dönemeyeceği için , tutunacak dal arıyordu kendince. Ama ben anlamıyor ve acıyordum Gülsen ablaya. Onun h ıçkı rıkları, içimde bu rkuntu lar yaratıyordu! Bana karşı hep iyi davrandığından mıydı bu? Yoı<sa hep öfketi ,as ık yüzlü tanıdığ ım Süleyman'ın itici liğinden mi? Belkide GOIsen ablanan çaresizliğinde, kocasına bağl ı l ığ ında sevdiğim bir yan vard! . . . .
Kimi leyin de, beni konuşurdu ninemle yaşl ı kasap. Utanırd ı m onlar benden söz ederken . Adamın gözleri üstümde olurdu. Gü!sen abla, bayram eti , si l inirdi birden bire kafamdan. Kim bi l ir, belki de bundan, düşleri mi n si l inmesinden rahatsız oluyordum .. "
"Maşailah büyüdü, " demişti bir gün, yaşl ı adam. "Elinin önünde bir adam oldu. Bak ne güzel gezdirmekte seni . Adamın faziası olmaz. Üç dört y ı l sonra kendi başına ekmek kazanı r. Sana bakar . . . "
"Kara gönlümün yadigan işte," dedi ninem. "Kolurnun anın bileziğiydi oğlum. Yitirdim onu! Rahmet olas ı , bu çocuğu dünyaya get irdi hiç deği lse . . . Beni büsbütün çaresiz koymad ı , kendisi giderken . . . Hangi data tutunurdum yoksa ben? Yaşı benzemesi n, rahmetl imin yertne koydum şimdi bunu. Onun yerine bağrıma basıyorum. Onun I<okusunu duyay ım diye . . . "
"Anasından bir haber ç ıkmadı mı , yitip gideli?"
Yaşl ı adam bunu sorunca, n inem, yarasına tuz bş.sı lmış gibi kalkmışt ı yerinden . Kalkarken kucağındaki tefi yere düşürmüştü.
"Ne haber olsun ki?" demişti kızgınlıkla. "Kötü yola düşenin haberi gelmesin daha iyi ! Rahmetlimin t ı rnağına bi le değişmezdi m onu ben. Al ınyazısı ters yazılmış b i r yol . . . Ölmeseydi de, öylesi itlar t ırnağ ına kurban olaydı !"
Bunları söylerken, kolunu yeniden bana uzatmışt ı ninem. Yü-
383
Anne Hikayeleri
zünün derisi titriyordu s ıkıntıdan. Başka söz etmeden yola koyulmuştuk. Anarnın adı n ın her geçmesinde böyle olu rdu. Durmadan söylenirdi artık. Sövgüler ederdi anarna. Ama nedendir bilmem, ninemi n bu sövgüleri i lgi lendirmezdi beni : Sanki anama değ i l de, başka birine söylerdi . Ana diye bir - sevgi yoktu içimde. Ninem, benim hem anam, hem de babamdı .
Biraz da bunun için özlüyordum erken büyüyüp para kazanmayı . Ninemle ödeşmek ir;in . . . Gün gün artıyordu bu özlem içinde Ninemi kurtarmalıyd ım di lenmekten l O da, öteki kadınlar gibi , kendi yaşındaki kadınlar g ibi kapın ın önüne minder koyup oturmal ı üstünde. Sigarası n ı tüttü rmel i . Kendi zamanı nı n düğünleri ni aniatmalı boyuna. Dedemin keman çalmasıyla ağlayan sarhoşlari anlatmal l . .. Cümbüşçü Tahsin' in ölümünü . . .
Ne denli severdi bunları anlatmayı ! Dinleyen olsa, belki b in y ı l h iç durmadan anlat ır . . . Bana öyle geliyordu. Ben de masal yerine dinliyordum bunları .
Bir daha yaşanı lmayacak masallar. Düğün masal! . Anlat ı rken, . tatlı bir düşü yeniden �aşıyordu sanki , ninem. Başka anlatacak şe
yi yok gibi . Ayak bas ı lmamış bir ülkede geçen serüvenlerdi ninemin düğün masalları . O yı llarda o lamadığıma, o düğünleri göremediğime üzü !ürdüm !
Babam, ben yaşlardaymış daha. Evimizde bolluk varmış. Her istediği al ın ı rmış babamın. Zaten bir evin bir çocuğuymuş . . . Ayakkabısı , üstü başı , çift çift al ın ırmış çarşıdan. Görenler zengin çocuğu sanır'mış onu. Ninem, saçların ı tararmış her gün, oğlunun, . . Yaln ız, düğünlere gittikleri zaman onu evde b ı rakıyorlarmış. Gittikleri düğün evinde üç gün üç gece kaldıkları o luyormuş çünkü . Bir yandan sarhoşları eğlendiri rken, bi r yandan da evde yalnız kalan oğlunu düşünüyormuş ninem . . . Akl ı hep evde kalıyormuş . . .
"Eski zamanı n düğünleri , şimdiki lere h iç benzemezdi ," diye anlatıyordu ninem. "Saman alevi gibi parlayıp geçmezdi öyle hemeneecik .. . Üç gün üç gece sürdüğü çok olurdu. Bk ömür söylenir de bitmezdi o üç günlük düğün. Dil lerde, destan gibi dolaşırdI . . . Kimi zaman da kanla biterdi düğünler. Biraz da bunun için götürmez-
384
----------------- Sevgi ET!J,ektir
dik babanı yanımızda. Başına bir şey gelmesinden, o hayhuy içinde yitmesinden korktuğumuz için . . . "
Ben, ninemin anlatt ıkların ı gözümün önüne getirmeye çal ış ı rdım. Eğlenirken, kan döken adamları garipserdim çok. B i r yang ın yerine, bir savaş alan ına dönüşen düğün evlerini canlandı rmaya çal ışırdım kafamda. Yaşar' ın anlattığı fi lmlerden bir şeyler de vardı sanki .
, "Cumartesi gününün akşamında, düğün sahibi paytonu getirip dayardı kapıya. Yaya da gitmezdik ha . . . Rahmetli deden, pazarl ığ ı öyle yapard ı . Bir de arkadaşı vardı dedenin ; Cümbüşçü Tahsin . O
. da hep bizimie çıkard ı düğüniere. iyi arkadaştı lar! Ikisi de öldü ya . . . Tahsin, dedenden önce ö ldü . Verem i l letine yakalanmışt ı ! SevdaI ıydı . Yüreği yang ınhyd ı . Doktorlar evlenmesine izin vermiyorlard l . Kendisinden küçük bır k ız ı seviyordu . Deden , kemanla uzun hava-
- lar çalarken, Tahsin de cümbüşüyle dem tutard ı . Ne güzel günlerdi ! Payton önce bizi a l ı r evden, sonra Tahsin'e giderdik. Yalnız yaşıyordu rahmet o lası . Yık ınf ı bi r evi vard ! . . .
"Düğün evine vardığımızda siniler, sofralar kuru lmuş olurdu. I lkin oturup yemeklerimizi yerdik. Bizi oturtacak yer bulamazlard ı konuklar arası nda. E I üstünde, başköşelerde tutulurduk . . . Çalg ıcı demek, düğün demekti de ondan . . .
Deden kemana e l atınca konuklarda bir kıpırdanma olur, gürültüler kesili rdi hemen. Rahmetli sanki dinleyicilerin sabırs ızl ığ ın ı art ırmal< için, uzun uzun reçine sürerdi yaya. Gül ağacından başka bir yayla da çalmazdı . Ta ıstanbul'dan getirtmişti o yayı . Neyse ... Yay reçinelenir, ard ından te l lerin sesini düzene sokar . . . Konuklarm sabrı taşar art ık : Hayda be, Hulusi usta, can ımız ç ıkt ı beklemekten! . . . diyenler o lu rdu . Hulusi, tellere dokunur dokunmaz, ortal ık şöyle bir si lkinip duru lmuş gibi sessizliğe gömü lür. Ç ıt çıkmaz kimseden. Sinek uçsa hani , kanat sesi gürültü olur. Parmakları , öpücük gibi tellere dokunup kalkar. Bir boydan bir boya çeki l ir yay öyle kıvnlarak. Öyle nazl ıcana! Sonra gittikçe rüzgarlaş ı r parmaklan. Ses daha bir derinden gelir. Ortalardan inceye iner. Rahmetli , her nedense, hüseynlden kopamazdı . Aslında hep kendisi için ça-
385
Anne Hikayeleri ---------------
hyordu o. Kendi gönül dünyasın ın makamı nı anyordu teller üzerinde. Böyle ağır havalar çalarken tete iş düşmezdi pek; Ben de durup dinlerdim, konuklar gibi . Zaten herkesin gözü bende olurdu. Bir düğünde giydikleri mi bir başka düğünde giymezdim. Şu saçlanm kara kömür gibi ış ı ldard ı o zamanlar. Gençlik, güzell ik vard ı . Erkek dediğin kad ı n yüzü mü görürdü sanki. . .. Çarşaflar içinde yaşayıp ö türdü kendilerin i . H ulusi engin adamdı . Beni kendi aklıma bırakm ıştl . Sevgisi , güven i h içbir zaman eksilmedi .
"O devirlerin türküleri de söylenmiyor artık. Ağır makamlan dinleyenler tükendi . Içine işlerdi adamın , eski türküler. Hele de rahmetli çalarsa . . . Bir büyücü gibi görünürdü gözüme; keman çalarken ! O ses, o makam, yayın tele sürtmesiyle çıkmıyor da sanki, görünmez bir pınardan dökülüyordu berrak berrak. Su gibi akıyordu . . . Hüseyniyle gece açoh r; sonra uşşaka, garip hicAza, rasta geçil irdi . Yağdan k ı l çeker gibi bağlardı birbi rine, makamları .
"Hey gidi günler h ey . . . Gece i lerledikçe, sarhoşluğu artardı adamların. Tatı l sözleri bile kaldı ramaz olurlard ı . Biz ara vermezdik çalmaya. Hiç bir isteği geri çevirmezdik. Bu zamanda sarhoşlann cömertliği de artard ı . Daha bir bol atarlar bahşişi . Kalkıp oynayanlar ın al ınlarına kağıt paralar yapışt ınrlar . . .
"Dedenle Tahsin. de içerdi . Ama onlar sarhoş olmazlardı hiç. Tahsin, hep o içmeleri yüzünden y ıkı ldı ya . . . Verernin elinde n kurtaramadı yakasın ı . Daha otuzuna varmamıştı öldüğünde. Kim bili r , belki içkiyle, canevindeki i lletin acıs ın ı bast ı rıyordu fukara! Türküler yakardı kendi üstüne. Tahsin' in ölümü, yüreğimde ikinci bir evlat acıs ı gibi yanar .. , Zaten yak ın ırnız sanırdı başkaları ; akraba san ırlardı . Çal ıp söylerken ağlardı kimileyin. Sesi de dokunaklıyd ı hani. Ince yüzünden , i plik iplik süzülürdü yaş . . . Dertsiz insanları bi le ağlat l ı'd ı rahmetli , çalıp söylediği vakit Kendisi vardı türküleri nde. Sevdası vard ı . . .
'
Bakma gönül pencereme,
Gözlerin yalandı r senin . . .
Yakma istemem geceme,
386
-----�----------- Sevgi Emektir
Iş ığ ın yaland ı r senin . . . "Tahsin d e hüseyniyi severdi deden gibi . Bizlerin derdini , sev
das ın ı anlatmaya daha m ı yatkınd ı r bu makam? Bi lmem ki . . . Düğün bahçelerinde geceleri , ateş olup yakard ı bu türküler. Gönülleri yangı n yerine çeviri rdi . Ah , yaşamayan bi lmez o düğünleri ! Derdine dert katardı adamoğlunun. Selvi ağaçlar usul usul sallanı r tepemizde. Yıldızlar ın her biri bir yerden çıkıp şavkı r ki , bayram kandil i sanırs ın . Yerlerde yedidağ çiçeği ki l imler. Kaçak rakı ların kokusu yayı l ı r dört bir yana. Kebaplar, süzme yoğurtlar, bal ıar. . .
Tahsin , yemeklere bakmazdı ; ama kaçak rakıya d a doyası o lmazdı bi r türiü . Dedim ya, içindeki i iietin acıs ın ı bast ı rıyordu sanki . . . Evlenemeyişi , sevdiği kızı alamayış ı , veremden daha kötü bir yaraydı sinesinde ! Daha onu lmazd ı ! Galiba yine düğünlerln birinde görüp tutulmuştu o kıza. Öyle dile destan, adına türkü ler yakı la.., cak bir güzel liği de yoktu kız ın . Gönül bu, tutulmuştu bir yol . Sevgi dediğin ekmek gibidir; her insan bir parça yemiştir ondan. Ekmeği , sevgiyi tatmamış i nsan var mıd ı r? Ama Tahsin'in sevdası ekmek deği l , ağuydu ! Çaresi yoktu . EvlenemezdL Adı neyd i , u nutmuşum . . . Gözleri çok güzeldi yalnız. Çıra gibi yanard ı . Mavi mavi yanard ı . Kara, uzun kirpikieri kadife örtü ler gibi kapatırd ı göz lerin in ı ş ı lt ıs ın ı . Gökyüzünün mavisini , karabulut ların örtmesi g ib i . O .bakarken bakamazdm gözleri nin içine. Büyülü bir şavkla dönerdL
. Ben, kad ın o lduğum halde, gözlerine bakmaya doyamazdım . Büyülüydü o k ız . Adem oğlu soyundan deği ldi . Saçın ın telinden ayağmm tımağ ına dek büyüıüydü. Daha i lk görüşte anlamışt ım bunu . Tahsin'in, "gözlerin yatandu'" demesi bundandı belki . Eli el ine değmedi yoksulun! Bir resmi bile yoktu koynunda. Koklayacak bir mendil bile vermemişti . Yüzüne gü!üyordu ama. Hiçbi r zaman yolunu ondan ayı rm ıyordu . Son sözünü söylemiyordu . Sevi lmek hoşuna gidiyordu e lbet. Adına türküler söylenmesi hoşuna gidiyordu. O kadar. Yüreğini oyan da buydu Tahsin 'imin ! Çal ıp söyleten buydu. Ablası yerindeydim: Hiç bir gizli sakl ıs ı yoktu bizden. Açıp gösterirdi yarasın ı . Içini dökerdi . . . Kötü bir sevdaydı bu !
Bil ip de söyleyemezdik. Di l imiz varmazdı demelere. Can gibi yakınımızdı Tahsin. Sevdası karaydı onun. Sonu yoktu . . . Bir i nsan
387
Anne Hikayeleri ---------------bir i nsana bunca tutulur muydu? Görmesem i nanmazdım. Anlatsalar, yalan derdim. O içmesi n de kimler içsindi?
"Öldüğü zaman, beş kuruş desen bir yerinden ç ıkmadı yoksulUn ! Ölüsüne geleni bi le olmad ı . Bir cümbüşü, bi r kendi . . . Cümbüşünü sat ıp keten parası yaptık. Türküıeri u nuturdu gitt i ! Kendisinden başkası söyleyemezd; onları . Hepsinde sevdası vardı türkülerinin . Biraz da bunun için dile düşürmedi. Türküsünü bile kıskanırd ı zalim kız ın ! Analar doğurmazdı öyle bir yürek yoksununu. Eli eline değmedi. O k ız ın mayası çamurdandı . Büyüsünden başka güzelliği yoktu O kız şeytand ı ! . . Tahsin öldükten sonra, tüccardan biriyle evlendi dedi ler. Görmedim de söylediler. Içim e lvermedi bir daha -yüzünü görmeye . . .
"Biz de, Harputlu klarnetçiyle ç ıkar olduk düğünlere. Tahsin' in üstüne başka cümbüşçüyle çal ışmayı deden istemedi . Harputlunun adı , M emoş muydu ne? Tenekeci ler çarşısında dükkanı vardı Hafta sonları düğünlere gelirdi bizimle.
"Eski düğünlerle birlikte biz de tükendik .. . Ne gördükse, o gün- '
ler içinde gördük. Öncesi ve sonrası yalan! Konuşmaya bile değmez. Iyi g ünleri anıyor i nsan işte. Iyi ler de, iyi l ik de u nutu lmuyor. Düğünler, bizim yaşamımızmış meğer; soluk almamızmış yeryü-zünde . . . "
'
Nin�min düğün masah bitmezdL Ara veri rdi anlatt ıklarına yalnızca. Uzun bir düş; toz pembe, masmavi güzelliklerle dolu bir düş yaşamışt ı da sanki , sonunda uyanmış gibiydi . Anlat ı r, yorumlardı gördüğü düşü. Beni de etki iiyordu ninemin masalı . Dedemi görmemişt im ama, bir masal kişisi o larak tanıyordum. Hele Cümbüşçü Tahsin i! h iç u nutamazd ı m . . . Çocuk gönlümü n deri nl ikleri nde yankı lanan bir sesti o . Sevdiğim, arkadaşl ık ettiğim, acıma duyduğum bir masal kişisiydi o. Hatta ben yaşlarda bir çocuklu Tahsin . Onunla, kı rlarda sultan nevruz çiçeği toplamaya çıkmıştık b ir bahar günü. Söğütıü derenin suyunda yıkanmıştı k birl ikte . . . Ama o, çocuksu bir sevdanın , olmayacak bir iş in peşinde koşup, kendini içkiye verip bırakmışt ı bizi . Masaldan çıkmışt ı Tahsin . Ölmemiş de sanki , gerçeğe dönmüştü . . .
388
----------------- Sevgi Emektir
Cümbüşçü Tahsin'i n b ı rakt ığ ı yerden masal ı sürdürmek için yanıp tutuşurdum. Dedemin kemanın ı mutlaka öğrenecektim . Ben keman çalmasım öğrenince, ninemin anlatt ığı günler yeniden gelecekt i . Öyle san ıyordum.
Ninem yine mutlu o lacak; evimizde bolluk görecektik . . . Avuç açmayacaktık kimselere. Ama ninem, e i sürdürmüyordu şimdi lik kemana. Kara kutusu içi nde duruyordu öyle . Büyülü bir değnekti benim için keman. Onu çalmaya bağl ıydı her şey. Öyle inanıyordum. Dedemin makamlannı çalacak, n inemi n gözünde büyüyecektim . . .
"Sen aid ırma benim aniatt iklanma," diyordu nlnem b u kez . "Kemam öğrenince bir zenaat sahibi o lamazsın. Anlattığ ım iyi günlere aldanma. Geride kaldı onlar. Masal oldu. Ekmek kapısı başka yerlerde şimdi . Dünya değişti ; her şey değişti . Tahsin' in hüseynl türkülerini dinleyecek adam bulamazsın . O türküler bi r daha yakı lmaz hem artık. O sevda ki düşman başına bir daha yaşanmaz! Boşuna heves etme çalg ıcı l ığa. Ben yaşadıkça, senin ekmeğini kemana bağlatmam! Bizim hallerimizi örnek aL. Tahsin'e kefen parası oldu cümbüşü ! Deden ö ldüğünde, baban ın kazancından başka umudumuz yoktu. Harputlunun karnı doymazdı tenekeci lik etmezse . . . Ben ise, di lenip döşürmekteyim işte . . . Sen olmazsan, kim tutardı e li mden? Tefçi E lmas hatun, derlerdi adıma; di lenci kör kan oldu şimd i ! Düşünürüm de, o bol luk içinde bi le, bir kıyıya atacak beş on kuruşu art ı ramamışız . . . Ancak i liştirmişiz iki yakayı bi r araya. O bolluğun temeli yokmuş getçekte. Bunca zaman sonra anl ı yor insan . . . Ama b iz çaresizdik! K ıt l ık, kıyamet içindeydik. Açl ıktan ölen!eri ayakl ıyarak gelmişlik o günlere . Can kurtancımızdı bizim, çalgıc ı l ik. Yoksa ata-dede zenaatımız değil.. . Dedenin babası . Savaştan önce müstantikmiş. Parayla hoca tutarmış oğluna ki , keman çalmayı öğrensi n . Sonra, düşman ın önünden kaçarken, kemanı da birlikt� taşımış rahmetli . Onu nla ekmeğini kazanacağın ı düşünmemiş bi le . . . Sen sen ol , bu sözleri mi kulağ ına küpe yap! Genç ömrünü, onu bunun düğünleri nde içerek tüketen Tahsin'in , kendi düğün muradına eremeden ö ldüğü nü u nutma!"
Çarşıdan döndüğümüzde, gecenin lacivert gölgesi çökm"üş
389
• h
Anne Hikayeleri ------=----==-------olurdu mahalleye. Biri leri ölmüş gibi her şey ölen kişiyle unutulmuş gibi , derin bir sessizliğin içine yuvarlan ı rd ı mahalle. Korkulu , ürkütücü bir suskunluktu bu . "Dar vakit" derdi ninem, bu saatlere. Yoksa bundan m ıyd ı , bir daralma duyard ım içimde. Bir sıkınt ı yaşard ım . . . Herkes gecenin eşiğ inde, kaçmaya haz ırl ık yapar gibi görünürdü gözüme. !vecen olurd u bütün i nsanlar. Sanki dünya yüzünde son gecelerini yaşamaya h azırl
,an ıyorlar gibi . . .
Mahallenin evleri eskimişti . Kerpiç duvarların sıvası çoktan dökülmüş; yosunlar, yabanotları kaplamıştı . Eskiden Ermeniler otururlarmış burada. Savaş yı llarında göçüp gitmişler. B ıraktıkları evlere, göçmenler gelip yerleşmiş .
N inem i le dedem de o göçmenlerdenmiş. Ta Kars'tan kopup gelmişıer buraya. Yakın ların ı , tanıdıkların ı yitirmişler. O kaçışta, o ölüm kahm günlerinde tanım ışlar birbirlerin i . Dedem, sahiplik etmiş nineme . Evlenmişler . . . Bir iş i , zenaatı yokmuş dedemin; Keman çalmas ın ı bil iyo rmuş yaln ızca. Düğünlere çıkıp para kazanmayı akı ı etmiş . Sonraları , n inemi de birl ikte götürmeye başlamış.
Iki kat l ı , kocaman b i r evdi bizimki . Üst kattCl, terzi Hüsam babayla çocukları ; karıs ı , iki oğlu, gelini ve torunları oturuyorlard ı . Alt kat, tahta bir perdeyle ayrılmışt , . Iki kanatlı kapının birinden, duvarcı Süleyman'la Gülsen abla girip ç ıkard ı , ötekinden de biz . . .
Kapıdan içeri g irer girmez: "Kolay gelsin hanımlar! . . . " derdi ninem. "Nedi r bu, boğaz derdine düşmüşlüğünüz?"
Gülsen abla, kocası gelince sofrayı haz ı r bulsun diye, ivecen ivecen yemek yapardı avluda; h ın lt ıyla yanan gazocağı nı pompalar, daha güçlü yans ın isterdi hep. Hüsam babanı n karıs ı hacer anaysa, biz geldiğimiz saatlerde keçisini sağardı .. Ninemin sözüne karş ı l ık :
"Biz boğaz derdindeyiz de, sen Tanrı yolunda mıs ın sanki? Gençliğinde düğün dernek koymadm, soydun somurdun. Her adamın düğününe bile gitmezdin, parayı bol vermezler diye. Yaşlan ınca tefini yine yine eline al ıp çarş ıy ı pazarı vergiye bağlad ın işte."
390
• h
----------------- Sevgl Emektir
Ninem de gülerdi Hacer ananın sözlerine. Gülerdi ya, uzun sürmez bir burukluk kaplard ı yüzünü :
"Bana çunmayı n bre anam," derdi yakmarak. "Bana özenmeyin . Yaradan kimseleri benim gibi yapmasın. Üç beş kuruş veren in': san!ann gönlünden kopuyor elbet verdikleri . Onların . hepsinin düğününü savmış ım ben . Hepsini oynatmış ım tetimin ö nü nde. Düğun dediğin, koca bir ömrun bir tek eğlencesidir. 0, ömürde bir günlük keyfin beş kuruş vergisi olmuş çok mu? Kaldı ki , .yaradanm yan ında boşa gitmez sadaka . . . "
Hacer ana bir şey söylemezdi daha. Susup kalması , "hakl ıs ın" _ demeyege ii rd i .
Ninem içeri girip mantosuyla göz!üğünü çıkarırdı . Evin içindeyken benim yard ı mına gerek görmezdL Eli y ı la yakın ömrü , bu dört duvar arasında geçmişti. Iğneden ipliğe dek her şeyi e! yordamıyla bu labi l iyordu. Ama çoğu i şleri , bana ve Gü lsen ablaya söyleyip yaptı rmak zorunda kal ı rd ı .
Gecenin eşiğ inde Gülsen ablanın ivecenliği arttıkça, iyicene eli ayağına dolaşı r, beni yard ıma çağı n rd l .
"Huıusı , ge ! şu gazocağı m sen iğnele ; senin e l in yenileek . . . Süleyman abin gel ir de, sofrayı kuru lu bulmazsa keser beni ! Yatı rıp keser valla .. . O da bir çeşit deli işte. Dünyada yedi çeşit deli varmış. Benimkisi söz anlamaz, halden bi lmez cinsi. Kurban olduğum HulusL ."
Hacer ana, erlk ağacına bağı ! keçiyi sağmayı sÜrdÜrJrdü . Hüsam baba her yıl bir keçi sat ın al ı r, bütün yaz sütünü içerler, güzün de kesip kavurma yaparlard ı hayvan ı . Avluda başka yer o lmadığ ından, keçi , gece gündüz ağacın alt ında bağı l kal ı rd ı . Meyvesi oLmadı enk ağacın ın. Salk ım saçak bir dalı da yoktu . Ufacık yapraklan tozdan ağard ı her yaz. Kendi kendine yeşerir, öyle kıyıda kalmış gibi yine kendi kendine dökerdi yapraklannı . Hüsam babanın keçileri de o lmasa, h iç bir işe yaramayacaktı ağaç . . . Bütün çocukluğum bu avluda geçtiği halde, bende bir i lgi uyandırmamıştı . Dal ına, yaprağına dokunmamışt ım bir gün olsun. Ona karşı bir ağaç sevgisi kı-
391
Anne Hikayeleri
pırdanmamışt ı içimde . . . Ama bir akşam; uğursuz, sıkınt ı l ı bir gecenin eşiğinde; i nsanları n , dünya üstünde son gecelerini yaşamak için çırpındıkları o dar vakitleri n biri nde , anamı '9ördüm avludaki erik ağacının altında. Evde bir ölüm suskusu vardı . Gülsen abla kocası na yemek haz ı riamıyordu . Ninem, kapıdan adımın ı içeri atar ' atmaz, nası l anladıysa, donup kalmıştı öylecene. Hüsam babanın gelini , �bu eve gel in geldiğinden beri belki de i lk kez- kundakI! çocuğunu alıp gece vakti avluya inmişti. Ve ben, varhğıyla yokluğunu ayrımsamadığ ı m o erik ağacının tozlu dallarına uğursuz bir kuş konmuş gibi ; bu kuş sanki bilinmeyen bir ü lkeden kötü haberler geti rmiş gibi meraklanmış, şaş ı rm ışt ım!
Her şeyi sonradan anlad ım : Ne Hacer ananın , ne de Gülsen ablanın içeri buyur etmediği bu kad ın anarnmış benim! Biz çarşıda dilenmekteyken gelmiş eve. Yanında bir erkek varmış; anamı eve b ı rakıp kendisi ote l bulmaya gitmişti adam.
'
Ninemi görünce ayağa kalkmışt ı , ama gözü bendeydi anarnın. Gözyaşları pusuda beklermiş gibi ş ıpı r şıpır dökülmeye başlad ı . Bize doğru bir adım atmıştı . Başında bir eşarp, elinde bir çanta, üstünde mavi renkli , güzel bir elbise vard ı . Ayışığ ında gözyaşları , gümüşten tel ler gibi akıyordu. Anam olabi leceğini sezinlemişt im ya, bil inmez bir ü lkeden kara haberler geti ren uğursuz kuş duygusu , ninerne yapışt ı rmışt ı beni .
.
"Neye geldin baykuş?" diye gürledi ninem. "Hangi yüzle çıkıp da geldin bu kapıya sen? Tanrı'ya dua et ki gözlerim görmüyor benim. Yoksa iki parmağı mı uzatıp iki gözünü birden oyardım senin ! Yurek yoksunu ! Nankör! Iyi gün dostu ! Ne Hulusi öldü, n e d e ben . . Senin uğursuz ayağın kesi ldi , o kadar. Gittin d e paşa konaklanna
. kuruldun sanki , öyle mi? Rahmetlinin üstüne gül kokladın da, ölümsüzlüğe erdi başin he mi ?"
Sonrasın ı getiremedi ninem. Oturduğu yere y ığ ı l ıp ağlamaya koyuldu. Önce usul , sonra adeta uluyarak ağlamaya başlad ı . Öteki de, anam da ağ l ıyordu . Gözlerini ayı rmıyordu benden. Ben, yaprakları tozlu, hiç bir zaman meyve vermemiş o lan erik ağacına bakar gibi bakıyordum anama . . . Her türlü duygudan uzak olarak bakı-
392
• h,
----------------- Sevgi Emektir
yordum . . . Ne acı ma, ne sevrne, ne tiksinti , ne de korku vard ı içimde. Kurumuş bir kabak gibi bomboştu içim, anama karş ı .
Gülsen abla, ninemin koluna yapışıp kald ı rd ı toprak üstünden. Ağlama seslerini duyan komşular de gelmişti avluya. Anamm ağlaması inlemeye dönmüştü . Ayışığ ın ın aydın l ığ ında, Tanrı 'n ın önünde yarg ı lan ı r gibi duruyordu herkes.
Hüsam baba, biz gelmeden önce anamla konuştukların ı nineme aktardı herkesin içinde. Anam Adana'da evlenmiş. Kocası memurmuş. Anam, ikinci karıs ıymış adamın. I lk kad ından çocukları varmı ş. Anam, beni de onların yanına götürmek için gelmiş. Kocas ı , birkaç saat sonra gelip bizi otele götürecekmiş, yar ın sabah da Adana'ya . . . Her şey, n inemin beni vermesine bağl ıym ış.
Ağlama s ı ras ı bana ge lmişti sanki ! Her şey anlaş ı ld ıktan sonra, anam, aramızdaki uzakl ığ ı aşıp
beni kollarına almışt ı . Öpüyor, kOkluyo,r, baş ımı göğsüne basıyor. du .
Ninemi , h iç bir zaman bu denli çaresiz, kolu kanad ı k ı rık , yı lg ın ve acınası görmemi ştim .
"Hulusi 'nin bi leceği b i r şey, gidip gitmemek . . . " diye kestirip att ı . " Işte anası , işte oğlu . Komşular, hepiniz de buradası nız işte . . . Şen bunca yıl , di lendim döşürdüm, aç koymadım çocuğu . EI kadar yoktu , anası koyup.kaçtığ ında. Hepimiz de bi lmektesiniz. Benimki de anahk goreviydi . Rahmetl i oğlumun bir yavrusuydu. Götürüp de cami kapısına koyamazdı m onu. Atamazdım, satamazdım. Ben ki, görür gözlerimi oğlumun ard ından kör etmişim . . . Bir çocuktan mı
\ vazgeçmeyeceğim? Kaç y ı l daha ömrüm var şurada? Hulusi paşa olsa, padişah olsa bana yararı dokunmaz. Üç yıl ya yaşarım, ya da
, yaşamam. Bu üç y ı l ı da , nas ı l o lsa di lenerek geçi receğim . . . I şte anas ı , işte oğlu . . . Yaln ız, benim Hulusi 'den bir isteğim var ki , sizer önü nde bi r di leğim var ki, bu kör kad ın ın emeklerin i unutmas ın . . . Gerisi kendi bi leceği b i r iş . . . "
Dedim ya, ağlama s ı ras ı bendeydi ! Uzunca bir zaman, kimse bir şey değmedi . Komşular bi le ağl ı-
393
Anne Hikayeleri ---------------
yordu Şimdi. hüsam baba, beni anamın kollarından çekip aldı . Hüngür hüngür ağl ıyordum. Hüsam babanın da elinden kurtulup nineme koştum .
"Nineee !" diye bağ ı rd ım. Başka tek söz çıkmadı ağzından . . .
Ağlamıyor da, h ıçkmyordum bu kez. Nineme, içinde kopan f ır, t maları , görm�yen gözleri ni n , durgun yüzünün maskesiyle ö rtü
yordu gene. Sesi öyle dingin , öyle yumuşaktı ki . . . Ne çabuk ermişti bu dinginliğe?
"Ağlama," dedi , "sus şimdi. Bak ben ağl ıyor muyum? Oysa sen erkeksin oğlum!"
Sonra herkes dağ ı ld ı . Hüsam baba, hepimizi üst kata çıkard ı . M isafir odasmı açtı rd ı gel in ine; çay pişirmesin i buyurdu. Anamm yüzüne bakamıyordum artık. Ama duygusuzluğumun yerini bir acıma kapl ıyordu usu l usul . Bir yanda da bir hafifl ik gelmişti üstüme.
N i nem, anamla konuşmaya gönül i ndirmediğ inden, Hüsam baba konuşuyordu onun yeri ne .
, "Olan olmuş, torba dolmuş . . . " diyordu Hüsam baba. "Kanı , suyla yumak gerekir. Çocuk, yine senin çocuğundur kızım. Ama o, ninesiyle kalmak istiyor. H iç kimse birşey diyemez buna. Sen de, çocuğunu istediğin zaman gör. Kimse karışmaz. Ha, madem ki ana yüreğin yan ıp duruyor; öyleyse çocuğun geçimini de sen üstüne al . . . Ara sıra üstü başı için para gönder. Bu da analığın bir gereğidir, u nutma . . . Bu kadın ın bir ayağı çUkurda. Kendi boğaz i için di lenir; ama çocuğun yükünü onun s ı rt ından aL. "
Anam, hep kap ın ın eşiği nde oturmuştu . Önüne geti ri len çaydan bir yudum bile içmedi . Hüsam babayı dinlerken, başını kald ı rıp da kimsenin yüzüne bakmad ı .
Ertesi gün, ninem, dedemin kemanı nı çıkarıp bana verdi . Gülsen ablanını kocası duvarcı Süleyman, haftal ık on liradan beni yan ı na çı rak ald ı .
Avludaki erik ağacına gelince, o h e p gözlerimin önündeydi .
394
• h.
------------------------------------ Babaanne
BABAANNE Necip FAZIL
KÖPRÜ iske lesinden Kadıköyü vapuruna akan kalabal ık içinde i htiyar bir kad ın , vıcık vıcık insanlar aras ından görü lmemiş bir çeviklikle i leride kaybettiğini bi rini arıyor.
- Sevi l , neredesin . Sevi l , k ız ım ! Siyah başörtü lü , yeldirme mantolu , gözlüklü , yüzü sütlaç gibi
buruş buruş b ir kad ı n . . . S ıska bacaklar ve bebe rugan patikleri var . . .
Rastladığ ı he r boşluktan kıvrı larak, boşluk bulamayınca insanları yararak öne geçmeye çal ış ıyor ve acı acı bağı rıyor: i
- Sevi i , neredesin , Sevi l , k ız ım ! Bu seste uçuruma yuvarlanmış çocuğu na b i r yarın tepesinden
seslenen bir anne tonu . . . Heyhat ki , Sevil ' in, içinde bir an kaybolduğu in,san halkaları bütün uçurumlardan daha korkunç . . .
Kasvet dolu suratlar ve karanl ık yuvası gözler. . . Dört ayak üzerinden amOda kalkt ıktan sonra giyinip kuşanmış hayvanat bahçesi canavarın ı andı ran bu kalabalıkta ihtiyar kadın , sürünün içinde yabancı bir kuş . . . Kalabal ığ ın içinden sıyrı l ıp kaçmak ve kendince çok aziz bir varl ığ ı da kaçı rmak istiyor gibi :
.
- Sevil , neredesin , Sevi l kız ım !
395
Anne Hikayeleri
Ve sesleri yüzleri kadar çi rkin bu insan lar arası nda, �n derin şefkatle en dipsiz korkuyu di le geUren bir ton . . .
Vapura girerken, bi r lahza içinde gördüğüm, sonra arkasından havada çırpınan ellerini takip ettiğim ihtiyar kadın , bana misi lsiz bir dramın kahramanı gibi göründü. lradem dışı onu takip etmeye baş.:. lad ım .
Şu , 50-60 yı l öncesinin genç k ız nesiine bak! B i r de , o kadar merak ve heyecanla aradığ ı -herhalde torunu olacak- Sevil'i düşün! Henüz görmedim ama, ne mal olduğu , saçın ın biçimine ve is-
. karpinlerinin markası na kadar, adından belli . . . Bu iki kutup arasına 50-60 yılda giren mesafeyi 5 asra sığdıramazsın ız! Kafesli ev nerede plaj kabinesi nerede ? Içinde tayton arabaların ın müşteri beklediği , ten h a hele büsbütün kad ınsız sokaklara karş ı l ık bugünkü trafik manzarası . . . Petrol lambasından (floresan) ış ığ ına ve peçeden donsuzluğa . . . Bütün bunlar hep birarada ve topyekün isimleri , terakki . . . Şüphesiz ki terakki ? .. Ama nas ı l?
Mesela şu torunu için çı ld ı ran kad ın ın delice şefkat duygusundan Sevi l'de en küçük pay var mıd ı r? Bu son nesil uçup gittikten sonra geride kalanlarda eski Türk annesinden ne kalacaktır? Hasta çocuğunun başında sabahı eden, onun ateşli aln ına sirkeli bezler koyan ve dakikada bir, örtüsünü düzelten, evine bağl ı eski Türk annesinden ne kalacakt ı r? Bu sokaklara vurmuş ve topyekun ma na dünyasını kaybetmiş, ihti laç içindeki son nesli nası l kurtarılacak, onun ruhuna yivlerin i kazdıkları eski manalar nas ı l yeniden nakşedi lebilecek?
.
Ben her zamanki fikir kabusum içinde bunları düşünürken, i htiyar kad ın , biri nci mevki alt kamaradan geçti ve lüks mevkie dald ı .
Lüks mevkide tepeden t ırnağa kadar her unsuriyle adın ın delaletini veren Sevil , ve yanında bir istampa kadar benzerlerine uygun favoroli , topsaçlı bir delikanl ı . . .
Hemen bir kenara geçip oturdum ve büyük bir dramın kahramanı hayal ettiğim ihtiyar kad ın ın orada tekrarlad ığ ı :
396
• h-
... --�-------------------------------- Babaanne
- Sevi l , nered�sin, Sevi l , k ızım !
ç ığ l ığ ından sonra n e geleceğini takibe koyuldum.
Hayal ettiğ im büyük dram çok küçük çıktı .
Sevi l ı ihtiyar kadına bir çavuşun suçlu ere bağırdığı gibi , suratı acı ve kaşları çat ık, hitap etti :
- Babaanne ! Sen hemen yukarı çık, üst kamarada otur ! Ç ıkarken buluşuruz !
Ihtiyar kadın ın bir anda süklüm püklüm geriye dönüşü , bebe rugan patikleri üzerinde kendisini sürükleyişi ve karanlık yuvası gözlerin "bu karga da nereden çıktı?" gibi lerden ona bakış ı görü lecek şeydi .
Hayal ettiğim dram çok küçük çıkmıştı .
397
• L�
Anne Hikayeleri ----------------
ÖMRÜM Necip TOSUN
Orada, ölgün bir ış ığ ın aydın latt ığ ı balkonda, bir kadın ud eşliğinde hicranl ı bir şarkı söylerken, ben ellerim cebimde, orada Kadıköy'ün bir arka sokağı nda, apartmanın bir köşesine yaslanıp, son- .
suz iç kırg ın l ıklan içinde ağlamaya başladım. Iç parçalayıcı , hüzün yağan bir şarkıyı söylüyordu kadın. Gökyüzüne bakt ım: sadece karanl ık vard ı . Yaşlar süzülüyordu yanaklarıma. Sen yoktun. Hemen önümde, kaldırı ma düşmüş bir serçenin üstüne durmaksız ın yağmur yağıyor, karşı kaldmmda simitlerini yağmurdan korumaya çal ışan bir çocuk telaş telaşa koşuyordu. Bir süre sonra balkonda şarkı söyleyen kad ın ın sesi kesi ldi . H ıçkınklarla ağlamaya başlad ı. Geceydi ve boğazın karanl ık su larına yağmur yağıyordu. Uzakta çığ l ık çığl ığa öten bir vapurun sesi karanlıkta kayboldu. Ama sen yoktun . Ve ben koştum. Bardaktan boşanırcasına yağan yağmura ald ırmadan, nereye gideceğimi bi lerneden koştum, koştum. Oeli cesine . . . Boğaz ın karanhk sularına yağmur yağ ıyordu. Ama sen yoktun . Elimde s ımsıkı tuttuğum yüzüğün.
Anne uzandığım herşey elimde kalıyor hayatta, hiçbir ucundan tutam ıyorum hayat ın . Kapı arkasında kapı , kapı arkasında kapı . .. Anla anne hiçbir gizini çözemiyorum hayat ın. Anne, ruhumuzu serinietecek hiçbir şey olmuyor hayatta, bunaliyoruz. Hiç. ummadığımız b ir anda içimizi dolduran sevinç bir otobüs durağında harcanıp gidiyor, yeni liyoruz. Ah anne, neresinden tutmalı hayat ın , neresin-
398
• h,
--------------------------------------- Ömrüm
den? Saçlarımız dağ ın ık , ellerimiz kirl i , t ı rnaklarımız uzun : utanıyoruz. Hay ı r anne öylesine büyüdük, öylesine aradık. Anla anne öylesine yaşıyoruz. Anne saçlarımı çekiyorlar boyuna. Anne i nan çok acıyor. Bağ ı ramıyorum, ağlayamıyorum. Çığhğımı içime gömüyorum anne, daral iyorum. Peki anne hep kendi ölümümüz peşinden mi koşacağız hayatta, ne vakit yakalayacağız hayat ı , ne vakit? Anne, yağmur durmaksızın üstüme yağıyor ü şüyoru m. Anne sarı l bana, ıs ıt. Uyumak istiyorum anne, bir daha asla uyanmamacas ına. Anne saçlarım ı çeken kim? Anne itiyorlar boyuna, lütfen uzat e l le rin i düşüyoru m. Uçurumlar uçurumlar . . .
V e b e n koştum. Yağan yağmura aldı rmadan, bütün yan hşlarımdan, a ldanış lardan , ihanetierden, 'hayı r' ıardan kaçareas ı na koştum. Sokak aralarında rastladığ ım bütün şemsiyeli adamlara istisnasız çarparak . . .
Geceydi v e boğazın karanl ık su larına yağmur yağıyordu. Ben hiç durmamacasına koştum. El imde s ıms ıkı tuttuğum yüzüğün, yorgun ve yaral ı kalbirnle, koştum. ışıkları çoktan sönmüş apartman ın camlanna yağmur yağıyordu. S ın lsıklaml ığ ıma ald ı rmadan koştum. Ama sen yoktun. Art ık h iç olmayacak o lan sen yoktun. Koştum. Boğaz ın karanl ık sularına yağmur yağıyo rdu.
Anne, hayat ı e n i nce yerinden yakalamak isteyen biri olarak, şimdi lerde ucuz bir piyasa romanındaki abartmalı ve düzeysiz kah- . raman aşkların ı yaşamak bir çelişki deği lse ne? Ama hay ı r anne, çelişki lerimi seviyorum, acı larımı . . . Anne, hayatta herkesin yaşadı ğ ı ama üstlerinden si lkip attığı , kendi benlerinde gündeme getirmediği bir çelişkiye sahip çıkmak mozişizmd�n öte (neden herşeyi tanımlayacak bir kelime, sadece üç-beş harflik bir kelime bu,luruz hayatta, neden?) b ir insani olaya sahip çıkmakla eş anlamlı deği l mi? Çünkü o çelişki ye sahip çıkmak ayn ı zamanda kendimize sahip çıkmak değil mi? Ve ben çelişki lerimi sev.iyorum anne, acı larımı . . . Anne anla çember git gide daral ıyor, boğuluyorum. E lini uzatan yok anne, düşüyorum. Anne şimdi burada bir red cevabının getireceği büyük yıkım ı yaşarken, yalnızl ığa, sürgit yaln ızl ığa iti ldiğim
. an ı yaşarken , koşmak, bu yağmurda durmaksız ın koşmak neyin
399
Anne Hikayeleri
karşı l ığı hayatta? Anne uzat ellerini düşüyorum. Anla anne dursam düşeceğim, uçurumları uçljrumlar . . . Peki anne nereye koşuyorum, içinde yaşadığ ımız an' ın öncesi ve sonrası hiçbir şeki lde ve h içbir zaman asla sadece kendimize ait değilken nereye koşuyorum. Uzat e l lerini anne, düşüyorum� Dursam düşeceğim biliyoru m.
Koştum. Sokak lambaları akıyordu iki yan ımda. Hay ı r h içbir k ı rmızı ış ıkta durmayacağ ım. Koştum, delicesine yağan yağmura ald ı rmadan, daralan, bunaltan, kalbimle, nereye varacağımı bi lemedenı koştum. Elimde s ımsıkı tuttuğum yüzüğün, yolların bitmesini hiç istemeden karanl ık sokak aralarında koştum, koştum. Yağmur damlalan gözyaşlarıma ,karışt ı . Geceydi . Koştum . Ama sen yoktun yanımda. G ittin sen , giUin . Yapayalnız, h icranlar içinde bırakıp gittin . Ve ben koştum. Delicesine yağan yağmufa aldırmadan, durmamacası na . . . Dursam mümkünü yok düşecektim biliyorum. Ve ben koştum. Geceydi ve boğazın karanl ık sularına yağmur yağ ıyordu .
Ama anlad ım. Yanl ışlara tesl im edi lmiş yitik çocuklarıyız hayat ın , yeni ldik. Cepleri mizdeki adreslerden hiçbir u mut yok, döne döne yorulduk. Hayır, bütün çiçeklerimiz çiğnendi yenildik. Kabul , hayatın gizlerini çözecek bütün anahtarları kaybettik. Ah ömrüm, nelerden geçtik, neresindeyiz hayat ın? Peki ne b ı rakt ık arkamızda, ne? Çığl ıklar, çığl ıklar. .. Rüzgarda savrulan sararmış yaprakları� mıyız hayat ın , neden h içbir şey coşkulandırmıyor bizi hayatta, neden? Ah ! yorgun ve yaralı kalbirn neden herşey intihara çağı rıyor hayatta bizi neden? Nerelerde yanl ış yaptık, nere lerini atladık hayatın? Dönüp bakıyorum arkama ne bıraktık geride ne? Pişmanlıklar, pişmanl ıklar. Aşklarım, sevdalanm neredesiniz? Ah ! yüreğimi açtıkça kaçan . sevgi li m nerede? Gidiyoruz işte, bir daha asla dönmemecesine, şunun şurasına ne kald ı . KabuL . Acemi aktörleriydik hayat ın yanl ış oyunlarda oynat ı ld ık. Ama oyun bitti , yenildik.
Sonra durdum. Yağmur dinmişti . Durdu m, ama düşmedim. Şehri n her yanından ince ince ezan sesleri duyulmaya başlandı . Uzaktan, boğazdan esen hafif bi r rüzgar ıslanmış gömleğimi vücuduma yapışt ı rd ı , Ürperdim. Gökyüzüne bakt ı m lacivertti . Sonra
400
-------------------------------------- Ömrüm
elimde s ımsıkı tuttuğum yüzüğü yere b ı rakt ım. Yere düşen yüzük kaldırırnda birkaç kez zıpladıktan sonra yuvarlan ıp kald ı rırnın yağmurluk demirlerinden içeri düşüp kayboldu . El imi cebime sokup şehre doğru yürümeye başlad ım.
Hiçbir şeye i nanmıyorum.
Bismi llah .
401
Anne Hikayeleri ----------------
KEKLİK TÜRKOSÜ Ne4ihe MERiÇ
Oya, yanaklan ateş içinde, süzül müş mavi gözleri p ın i p ın l , pencerenin yan ı ndaki koltukta oturuyor, odada konuşulanları , uzaklardan geliyormuş gibi duyuyordu. Zeh ra Hanım :
- Koca ekmeği meydan ekmeği yavrum, diyordu: Sen de vaktiynen yuvanı biL . Annen senin fenal ığ ın için söylemiyor ki. . .
Annesi alevii alevii devam ediyordu :
- Sonra Zehranı mcığım, nihayet sapsız üzüm; Ben bunu sidiğine lebboy, bi lmem nesi ne şebboy nas ı l büyüttüm bi l irsiniz. Şurada kaç zaman!ık komşuyuz. Sonra aslan gibi çocuk, ekmeği elinde. Okumuş olacak diyordu, işte okumuştu . Ben de şurada iki günlük ömrümüz var, yerine yerleşsin istiyqrum. Babasının hiç umurunda bile değil vallahi . . .
- A . . . tabi ayol, erkek kısmısı anlar mı? . .
- Sonra ele güne karşı da ne diyeceğimi şaşırdım. Ona olmaz, buna olmaz, tutup insana ya sevdalı derler, ya bir korkusu var. Herkesin ağz ı . . .
Oya'nın genç vücudu' bi rden bi re dikleştL H ırçın bir sesle :
- Anne rica ederim şu adi sözleli b ı rak! dedi . Korkusu var ne demekmiş. Allah ·Al lah !:. Hem �Ialem bana vız gelir . Ne demek
• h·
402
""""""'--------------- Keklik Türküsü
canım, elalem ne demek? Benim elalemle ne işim var?
Annesi Makbule Hanım, yanaklan ve göğsü pençe pençe kızararak:
- Işte böyle bu kardeş, dedi . Köpek gibi h ı riar insanı n yüzüne. Karş ına alıp evlad ımd ı r diye iki lakırd ı söyleyemezsin . Cehennemin dibine git ! . . .
Oya aksilend i :
- Orası benim bi licem iş .
- Çenen tutulsun . . .
- Anne Allahaşkı na asabımı bozma, zaten . . .
Zehra Han ı m araya gi rdi :
i _ Canım bunda sini rlenecek bir ş'ey yok. Varaçak biz deği liz
ya. Bizim dediğimiz sen mesut olas ın. Annelerin başka ne üzüntüsü var.
Sonra Makbule Hanım'a:
- Hadi hadi kalk, Remziye'ye kadar gidelim açı l ı rs ın , dedi . Hay ırl ıs ı Allahtan . Kısmen olduktan sonra ne deseniz boş. Yeter ki Allah hay ı rl ıs ın ı versin .
Iki kadın ç ıkıp gitti ler. Oya b i r zaman pencerenin önünde oturdli ve komşunun bahçesindeki elma ağacın ın pembe çiçeklerin i seyretti . Sonra içini çeke çeke ağlamaya başlad ı . Yaşlar hafif bir
, pembeliği olan yanaklarından peşpeşe yuvaranıyor ve o alt dudağ ı n ı büke büke ağl ıyordu.
Tutup aş ık olmuştu . Hem, de nas ı l ! . . Acaba kim onu n kadar inanmış, aşkı böyle tatı l bi r neşe içinde karşı lamıştı r. Acaba aşık 01- , dum diye kim onun gibi sevincinden deli olmuştur . . . Yaşlar süzülüp gidiyor, pembe elma çiçekleri titreşiyor ve Oya'nın ku lağında kendi sesi ç ın l ıyordu : "Oh ! . . Cüneyt Beyamca, sizin bu elma ağacın ın çiçekıeri hariku ıade." O zamanlar her şeyde bir şey vardı zaten. " Insan aşık olunca, kapal ı göz kapakları arkasından bütün dünyayı
403
Anne Hikayeleri ---====-------------
fi liz yeşili bir sükCm ve ahenkten ibaret görür, diyordu. Hani pembe akide şekerleri vard ı r bi l ir misiniz, onların bir baygın pembesi , insan ı n içine yayı lan bi r kokusu vard ı r. Aşk öyle bir şey işte ."
I lk defa geçen kış ı n yağmurlu bir gününde, Kadıköy vapurunda karş ı laşmışlard ı . Oya , yukarı salonda, arkadan ikinci sı raya oturmuş, o gün çıkmış olan bir dergiyi merakla gözden geçirirken, genç bir adam gelmiş ve boş yerlerden yer beğenerek, geçip onun karşıs ına oturmuştu . O kadar çok ıs lanmışt ı ki . . . Oya'n ı n gülmesi tutmuş, bell i etmemek için dudağın ın kenarın ı ıs ırarak, kaşların ı çatmış. Halbuki genç adam doğrudan doğruya kıza olmasın diye onun omuzuyla kulağı aras ı nda bi yere bakarak açıkça gülmüştü. Etraf ından .su lar süzülen şapkasın ı çıkardığı zaman . Oya göz ucuyla ve i lk defa, geniş bir aln ı , sarı e la gözleri ve saç aymmında bir yara izi o lduğunu görmüştü . Uzun boylu ve yakışıkl ı bir adam olmasına rağmen, güzel deği ldi . Fakat halinde tavrında öyle sevimli bir haylazı lk ve gülüşünde, yaramaz oğlan çocukların ı hat ırlatan, öyle tatlı bir haşarı l ık vardı ki , Oya'mn içi aydın lamvermiş , ferahlamış, içinden , kalkı p adamı n boynuna sarı l l rvermek gelmişti . Genç adam onun e lindeki dergiye şöyle bir baktıktan sonra, hemen:çantasını açmış, aynı dergiyi çıkararak yalancı bir merakla okumaya başlamışt ı . Oya da hemen orada, ona bir isim takmışt ı : "Dergi !"
O günden sonra daima aynı vapurda, karşı karşıya oturarak gidip gelmeye başladı l'ar. Artık koca şehrin kalabal ığ ı içinde birbi rine aşina iki insan vardı . Birbirlerini tetkik ediyor ve tanımaya çalışıyorlard ı . Şimdi Oya, onun tam üç kat elbisesi , sade bir zevki olduğunu, haftada iki kere gömlek değiştirdiğini ve çorapıanna jartiye ku l landığını biliyordu . Bafra maden sigarası içiyordu, çok şık bir sigara tabakası vard ı . Iktisattan mezundu ve bir bankada çal ışıyordu. Gömleklerinin yakaları kolali ve kravatları çok zarifti ama, bu pantolununun paçaların ı çamur içinde b ırakmasına bir mani teşkil etmiyordu. "Dergi" de Oya'ya ait birçok şeyler biliyordu. Akademi talebesiydi, çok şık giyiniyordu . Bu kış kendine bir beyaz kazak örmüş ve yeni bir manto yapmıştı . Sonra o ağırbaşl ı görünüşünün altında bir şeytanı n gözü sakl ıyd l . Arkadaşlarıyle yapt ıkları konuşmalarda karşıl ıkl ı ku lak kesi li r ve küçücük bir sözden bi rbi rlerine ait türlü şeyler
404
------------------ Keklik Türküsü
keşfederlerdi . Biri geç kaldığı zaman öbürü pek meşgul görünür ve "Merhaba!" yerine geçen bir bakışı esirgerdi. "Dergi" ayakta mı kald ı , Oya hemen gülmernek
'için kaşların ı kaldır ı r ve dudağın ı büzer
di. Fakat Oya ayakta kal ınca, "Dergi" yerine iyice yerleşir ve o haylaz haliyle açıkça gü lerdi . Karş ı l ık l ı otururlarken eğer bi r kaç gün gelemiyecekse önceden haber veri rdi . Arkadaş ına derdi ki : "Yarın Ankara'ya gidiyorum. Semih, bilmezsin kardeşim seni göremeyeceğim içine kadar üzülüyorum." O zaman Oya'ya düşen gülmemek için nefesini tutmak ve k ızarmak olurdu tabii . Sonra, yüzüne bakmad ı ğ ı halde "Dergi"nin yan yan bakarak güldüğünü bi ldi rdi . B i r gün Oya'nı n b i r arkadaşı : "Oya yarın akşam Hale'ye geliyor musun?:: derdi . Eğer Oya, " Evef' demişse, ertesi akşam sinemada, Dergi'yle beraber olurlard ı . Işin güzeli Oya'n ın o kadar kurt geçinen dayıs! , sinemada daima arkadan ikinci s ı raya oturdukların ı ve aynı s ı raya uzun boylu kumral bir adam gelince , yeğeninin kıpkırmızı o lduğunu farketmezdi . Hiç konuşmadıkları halde, bir bakış, b ir oturuş, kaşm ucundan geçen bir suat, dudağın bir bükülüşü, omzun bir hareketi i le birbirlerine bir çok şeyler anlatı rlarıard ı : "Merhaba! Ne o nezle misin? Vah vah pek yazık ! Bu çahta yeni mi küçük hanım? Güle güle . Bu sabah yanınızdaki k ız kimdi efendim? Gözleriniz pek parlıyordu. Öyle yorgunum ki sorma. Kızım o canım saçları nası l da
. böyle k ısacık kestin . . . Hadi hadi üzülme yakışmış. Bu paçalarınm çamurları ne Allahaşkına? Kız sen çok sevimlisin Valiahi . Ay ay sen dudakların ı da mı boyuyorsun? Sakın ha ! . . Sen bana karışamazsın, anlaşı ldı mı . . . " Ve daha neler neler . . . "Dergi" , Oya'n ın erkek arkadaşlar ın ı müsamaha i le karş ı lard ı ama, Oya onun yanı nda bi r kız görmeye, katiyen tahammül edemez, hemen küser ve ortadan kaybolurdu . "Dergi"yi günlerce, vapur vapur dolaşt ı rı r, iskelelerde bekletir, nihayet bi r gece rüyası nda görür, dayanamaz ortaya çıkard ı . Karşı karşıya oturduklan zaman "Dergi" bir oh ! . . çeker ve yerine rahatça yerleşerek arkadaşına: "Azizim derdi . Senin de amma da sarı damarın var. Bak söyleyim bu böyle o lmaz." Oya içi nden güler ve artık günlerdir süren aksi liğini bırakır, yeniden huzur içinde yaşamaya ve hayal kurmaya başlard ı . I nsanın evi çok güzel o lmayabi l ir diye düşünürdü. Ama evine giden yol , mutlaka güzel bi r yol olmal ıd ı r. Kendince , şehrin d ış mahallelerine doğru , k ı rlara ve
405
Anne Hikayeleri ------------------
dağlara yak ın , asfalttan ayr ı lan bir toprak yol düşünürdü . Bahar vakti , i nsan bostanlar ın kenanndan rüzgarın sesini dinleyerek ağır ağı r yürür. Şeh i r uzakta, deniz i le göğün bir örnek mavil iği arasında, hafif dumanh ve d eğişik bir mavi likte küme halinde durmaktad ı r. Uzaklardan sesler duyulur. K ı rlangıçlar gelir geçer ve ancak o zaman, gök yüzü bir baştan bir başa, çepeçevre ve sonsuz derinliğinden baş dönerek seyredi lebil i r. Böğürtlenler henüz o lmamışsa, onların o çok bilmiş k ırmızı rengini akı ıdan geçirmek zor bir şey değildir. Ev yolun sonunda, kocaman bir bahçenin içide olmalı ve bahçenin toprak duvarlarından mutlaka salkımlar sarkmalıyd ı . Bu olmayacak bir şey deği ldi ki. Oya böyle bir çok evler biliyordu. Bahçenin bir köşesindeki büyük ceviz ağacının altına kocaman, yuvarlak bir masa koyar ve üzerine yeşil bir örtü örterdi. "Dergi" orada, Frenk gömleğin in kol lar ın ı beceriksizce sıvamış o larak, şezlonga yan gelmiş gazete okur ve i lk bakışta saç ayrımındaki o yara izi göze çarpard ı . Hayali n burasında Oya boynunu bükerek gülümser ve : "Küçükken kimbil ir ne düz duvara t ırmanan yaramazmış" derd i . Iki tane çocuğu olacaktı . Biri kı;z biri oğlan. K ız s�n , oğlan babası gibi , bi raz tatar ıms ı , kabak kabak kabacık! Hem de yaramazı n çivi si. Bahçenin öbür ucundaki kümesin yanından kız ın çıng ı r ç ıng ı r sesi gelecek. "anne be . . . şu oğluna baksana . . . " Ah, h ı nzır saçakl ı , mutlaka "BeL" diyecekti r. Oya bundan katiyyen emindi r. Oğlan ona çelmeyi takar ve bağ ı rı r: "K iZ ben sana şu tavuklarla uğraşma demiyor muyum ... " Oya kendini daima bir şey kızartırken düşünürdü . M esela kızg ın yağa at ı l ı r atı lmaz hemen pembeleşip kabaran puf börekleri . Küçük bir mutfvak iskemlesine oturmuş, malt ız ın karşıs ı nda, yanakları ateş gibi ve s ık ınt ıdan bağı rd ı bağı racak bir hali vard ı r. Bir ara terden ensesine yapışan saçların ı tepesine toplayıp bir toka ile tutturarak, "Dergiliye seslenir. Burada da akl ından ona bir isim takard ı . Çünkü "Dergi", onun merak ettiğini bildiği için ismini sıkı s ıkıya saklard J . "Cahil. . . Sütçü geldi , alıver, hadi canım." "Dergi" ona bakar , o kayg ısız haliyle güler, sonra esner ve masanın üzerinden süt tas ın ı alarak kalkar. Oya bazen kendi sesini duyduğunu zanneder ve onun sallana sallana bahçe kapısına doğru gidişini görür gibi olur ve tutar ağlard ı . O zaman koşar Beyhan'ı yakalar, y·arı ağlayıp, yarı gülerek "Valiahi Bil lahi yakında kaçıracağım,
406
---------------- Keklik Türküsü
derdi . Gece daima onun sesini iştiyorum. Allah canımı als ın ki işitiyorum. Geçen akşam rüyamda o bahçeyi gördüm. Çocuklar için k ı rmızı çiçekli çinko maşrapalar almışt ım. Yeşil masa örtüsünü n üzeri nde, ah n e kadar güzel duruyordu . . . . " Sonra yine yolda, mektepte , evde, uykuda hayaline devam eder giderdi .
Kendisini h içbir zaman, s ıkıca taranıp toplanmış saçlar, siyah bir elbise ve topuklu iskarpinlerle, genç bir kad ın halinde gözünün önüne getiremezdi. O her zaman böyle, küçük spor bluzlar ı , kolları s ıvah h ı rkaları ve gülerek kır ışıveren burnuyla, bi r genç kız olarak kalacakt ı . Zaten "Dergi"de haylaz bir oğlan çocuğundan başka bir şey değildi. Çocuklara gelince; onlar mutlaka saç baş bir yanda, yaramaz, haşarı , dağ bayır koku lu ve bi raz yabanı olsunlar isterei . Kendi kendine : "Bende mahallevarı bir ruh var, derdi. Bak hele nas ı l gevşek bir hayat düşünüyorum."
Sonra . . . Şimdi Oya h ıçkı ra h ıçkıraağl ıyor ve aşkın tarifi değişi, yor. "Bir ç ı lg ın l ık anında muhteşem bir çığl ık halinde dünyada atlad ığ ın ız ı ve boşlukta tükeninceye kadar parçalandığmızı düşünün. Aşk budur."
"Dergi" ansızın ortadan kaybolmuştu. Şimdi Oya -arkadaşların ın gülerek söyledikleri gibi- zincirlik deliydi . Evet, barka sığamıyor, oturamıyor, yerinde duramıyor, ağlayamıyor ve otuz sekiz buçuk ateşle dolaşıp duruyordu . Sanat ne demekmiş, ders ne demekmiş . . . ana .. baba .. s inema, yemek uykU . . ne demek! Ne demek! Izzet-i nefs , onur, vekar, genç kız l ık gururu . . . ne demek! Ne demekf Gelsin fal ! Tabii inanıyor, hem nas ı L . Gelsi n niyet , gelsin aşk şarkı ları .
"
Sonra, günlerden bir gün , o akşam vapuru nda karş ı laşt ı lar. Oya hep o huzu rsuz hali i le dalg ın dalgın oturuyordu. Bir ara ansız ın, vapurun kalabal ığı ve uğultusu içinde her şeyi birden bire görüverdi. "Dergilinin parmağında pınl pml bir nişan yüzüğü ve yanında bir kız. Hem ne kız! Ortadan sayrı l ıp s ı ms ıkı f ı rçalanarak ensede toplanmış parlak siyah saçları , simsiyah gözleri , k ıpkırmızı dudakları ve i nsanın gözlerini dört açtıran fevkalade bacakları olan bir kız. O dolgun göğüs, o f ıst ık yeşi li tayyör ve yakadaki uçuk sarı çi-
407
Anne Hikayeleri ---------------çekıer. . . Halbuki Oya "De'rgi"yi görü r görmez baş ın ı çevirecek, fakat daha ewel şöyle bir bakışla : "Rica ederim, sizinle bir al ış verişim yok" diye sitem etmiş olacakt ı . O yine karşıs ına oturacak, yine omzuyla kulağ ı arası nda bir yere bakarak gülecek ve arkadaşına : "Semih , diyecekti. Müthiş hastaydım. I nan k i kardeşim hep seni sayıkladım. Beni rüyanda görmedin mi?" Halbuki onlar yanından geçerken Oya bütün gayretine rağmen yine de baş ın ı kald ı rıp bakmışti ve "Dergi", göz göze gelince sık ınt ı lı bir halle baş ını çevirmişti .
Oya, hala şaşar, nas ı l düşüp bayı lmadan oturabi l mişti . Nas ı l o lup da avaz av az ağlamamıştı . Sadece, kalbi boğaz ın ı t ıkayarak çarpıyor, kulaklan uğulduyor ve güçlükle nefes al ıyordu . Ateşinin yükseldiğini hissediyor, fakat büyük b ir sükunet içinde oturuyordu.
"Dergi"nin ona "ihanet" ettiğine hiç bir zaman inanmad ı . Defterine sadece: "Sevdiğimin kaval ! kald ı dayal ı yerde." ,diye yazdı . O sarı, ela gözleri ve o h aylaz haliyle "Dergi" iyi bir adamdı . Sadece kader k ısmet . Fakat o i lk geceler sabahlara kadar ağlarken hep derdi ki : "Al lah ım , Allah ım beni iy i niyetlerime yazık değil mi? Allah ım, bana acı mad ın m ı . . . Şimdi masanın yeşil örtüsüyle, çocukları çiçekli maşrabaları ne olacak! Ya benim saçakıl sarı kızımla, kabac ık oğlum. Art ı k "Dergi" benim değ i l mi? Art ık arkadaşlar ım Oya'n ın "Dergilisi diyemeyecekler m i? Üstelik ben o güzel kızı beğenmedim de. O kız " Dergi" eve geldiği zaman kap ın ın arkası na saklanıp korkutmasın ı ve o yara izine bir öpücük kondurmasın ı da bi lemez. Işte öyle ancak bacak bacak üstüne at ıp kurulur .
Hafiften bir akşam esintisi çıkmışt ı . Elma çiçekleri titreşiyor ve Oya yine öyle gözleri p ın l pm/ ve yanaklan ateş içinde oturuyordu . Art ık ağlamıyor, fakat ciddiyetle bu yeni mühendis tali bi nas ı l atlatacağın ı düşü ı 'üyordu . Zehra han ımın laflan akl ı na gelince dayanamayıp güıümsedi . "Kız finnari . . . diyordu. Alemin kızları doktor diye, mühendis d iye can veriyor. K ız k ısm ına öyle ressamlı k , müssamiık ne olacakmış. Var bir kocaya da gelip evinde bir kahve içelim. Kız everdik diye azıcık da biz geri nel im bakal ı m."
• b
408
--�----=====--- Geyikler, Annem ve Almanya
GEYİKLER, ANNEM VE ALMANYA· Nursel DURUEL
o gece ıstanbul 'da üçüncü gecemizdi . Üçüncü ve son gecemiz. Ertesi sabah annem, Almanya'ya babamı n yanına gidecekti, anneannemle ben çay'a dönecektik. -Afyon'u n çay i lçesinde oturuyoruz biz, anneannemin dedemden kalma dul maaşıyla geçiniyoruz, kardeşimi de orada, teyzemgilde b ı rakt ık.- ıstanbul'da anneannemin uzak bir akrabasma konuı� olduk. Ev sahibimiz de yalnız yaşayan yaşlı bir 'dul hanım. Kocası D ışişleri nde görevliymiş. Gençliklerinde çok ülke gezmişler, çok insan tanımış lar, hiç çocukları olmamış, çocukları çok severmiş. O gece gençl ik serüvenlerini anlatt ı , f ıkralar söyledi ; fotoğraflar gösterdi ; çok eğlendirdj bizi . Yatma saati geldiğinde annerne iyi geceler dilerken, "Kıskanıyorum seni" dedi . Almanya'ya gideceksin . Almanya . . . ah Almanya . . . ne günlerdi Tanrım . . . en çok eğlendiğim ü lkelerden birisi oras ıd ır ."
Yatt ığ ımız oda t ıkhm tıkl im eşya doluydu : Koltuklar, sehpalar, sehpalarda türlü türlü süs eşyaları , duvarlarda resimler, fotoğraflar . . . Bi r köşede de bizim naylon torbaları mız ve file lerimiz. Anneannem beni daha i lk geldiğimiz gün sımsıkı tembih lemişti : "Aman dikkatli ol, Mihriban Hanımm eşyaları antikadı r, zarar verirsen öde, yemeyiz." Hiçbir yere çarpmamaya çal ışarak soyundum, yatağa girip anacığ ıma sokuldum. Annem, bir süre sonra beni uyudu san ıp yavaşça yataktan çıktı ve anneannemin yatt ığı koltuğa gitti . Fısır f ı s ı r konuşmaya başladı lar. Arada bir babamın adı geçiyordu.
409
Anne Hikayeleri
Konuştukça sinirlenmeye 'başlad ı lar, siniriendikçe f ıs ıt ıyı u nuttu
lar. Art ık her söyleneni duyabiliyordum. Anneannem, anneme "boşan" diyordu. "O adamdan hayı r gelmeyeceğini bi liyorsun, b i r de gidip eli n memleketlerinde sefil olacaksın . Boşan; hiç değilse koca yumruğu eksi lsin tependen. Çocuklarına babalık etmeyi şimdiye dek bi lmeyen adam, bundan sonra mı adam olacak? ." Annem di'" reniyordu. "Bunca y ı ldan sonra mı?" diyordu, "çocuklar . . . " diyordu. "Nas ı l olur? Ne yapanm?" diyordu . . .
'
Daha neler konuşmad ılar. . . Babamın A!manya'Y81 gitikten sonra iyice bozulduğunu, bize hiç para göndermediğini , neler neler . . . Başkaları da gidiyormuş Almanya'ya, ama onlar canların ı dişlerine takıp çal ış ıyor, çocukların ı n geleceği ni kurtarmaya uğraşıyorlarm ış . Benim baQamsa vurdum duymazmış, akı ls ızmış. Annem de eskisi gibi sayıp sevmiyarmuş onu. Eski iyi günlerin hat ı rı için , çocuklann ın hatm için sabrediyormuş şimdi lik. Almanya'da babamı bi r kez daha zorlayacakmış düzenli yaşamaya, bu son deneme olacakmış. Olmazsa o zaman ayr ı l ı rm ış. Hem Almanya'da bir iş bulabiUrse bize gerektiğince sahip çıkarmış.
-
Anneannem, "Bu benim son öğüdümdü. Yarın uçakta olacaks ın . Madem bu ölçüde kararl ls ın , hiç değilse erl<en ya't, bi lmeqiğin memleketlere uykusuz varma, gözün açık olsun," dedi ve iyi geceler di leyip yorgam baş ı na çekti.
Annem usulca sokuldu yanıma. El in i uzatt ı , yüzümü okşayacakt ı , vazgeçti . S ı rtüstü yat ıp gözlerini tavana dikti . Hala uyuyormuş gibi k ıpırt ıs ız duruyorduma Aralik pencereden ayışığı g iriyordu içeri . Hiç ses yoktu. Öyle bir sessizlik ki , neredeyse camı geçen ayış ığ ın ın sesini duyacağım. Almanya'daki kentleri n , kentlerdeki fabrikaları n sesini duyacağım, annemin yarın bineceği uçağı n sesini duyacağ ım . . . .
Boğaz ıma dek t ıkand ım. Boynumdaki damar hiç böyle atmam ıştı . Ağlamak istemiyorum. Ağlarsam bumum akacak, burnumu çekersem annem ağladığ ımı bilecek. Uyuyamayacak, uyuyamazsa yann güçsüz ı'�alacak. Anneannem hakl ı , çok zayıfladı annem. Ağlamamal ıy ım . Her şey bir yana, ağladığ ı m ı görürse a n nem utançtan öleceğim. Hayır. Görmemeli.. . bi lmemeli . . . Bütün çabam
410
------------ Geyikler, Annem ve Almanya
boşa gitti . Tutam ıyordum kendimi . Sel g ibi geliyordu gözlerimden yaşlar. Yast ığ ı m sırı lsıklam olc,;J . Iyice gömüldüm yorganın alt ı na. Burnumu çekmemeye uğraştığım için nefes alamaz oldum. Azıcık araladı m yorgan ı , annemin gözleri hala tavanda. Bu gözyaşları düşmanı m benim. Onlarla savaşırken annemi seyredemiyorum. Oysa tek isteğim annerne doyasıya bakmak. P is gözyaşları , kötü gözyaşlar ı , yok olası gözyaşları , yann istediğiniz kadar akın. Ama şimdi , bu gece rahat bırakın beni, perde gibi inmeyin gözlerime. Anmerne bakmak istiyorum ben. .
Annem, iyice zayıflamış annem dünya güzeliydi. AYlŞ ığ l boynunu , çenesini , yanağın ı aydınlat ıyordu, gözleri gölgede hep öyle tavana diki li . Sabahın alacası ayın rengini soldurana dek seyrettim annemin yüzünü. Kimi an, "Işte şimdi yanı mda yatıyor," diye düşünüyor, sevinçten bağı rası m geliyo rdu. Hemen ard ından, "yarın yok!" diyordum.
Bir bi lseniz neler etti o gece ayış ığ ı , annemin yüzünü durmadan değişti rdi . Bi r bakıyorum, sisler buharlar içinde gibi belli beli r- , siz. Bir bakıyorum bizim Çay'da yol yap ı l ı rken toprak alt ından Çlkardıklan kad ı n heykelinin yüzü gibi kıp ırt ısız, dümdüz. Bi r anneannemin yüzü gibi kınş kınş, bi r gelinlik fotoğrafındaki gibi gülüm-:süyor . . .
Ben böyle hem ağlar, hem bakar, h e m annemin nelere benzediğini ayı rdetmeye uğraşırken bir "offff" çekip benden yana dönüverdi annem.
fO-Yeter art ık . . . yeter . . . yeter . . . yeter d iyorum sana." Yaln ız benim duyabileceğim kıs ık bi r sesle , böyle azarladı be
ni . Sonra sarı l ıp tekrar öptü gözlerimi , yanaklarımı . Yine azarladı , yine öptü.
"-Va ben ne yapayım," dedi. "Anadan ayrı lmak zorsa, evlatlardan ayn ımak daha zor."
O böyle söyleyince ağlamaktan duyduğum utanç yitip gitti. Sanldık birbirimize, ikirniz de, gülmeye başladık. Bi lmem size h iç böyle o ldu mu? Olmuştur, mutlaka olmuştur. Hani gülün pembesi var ya, kokulu gülün pembesi , işte öyle baştan ayağa pembelik içinde ' kald ık. Sabahın alacasında iki pembe gü l . . . Havada savrulan ku-
411
Anne Hikayeleri �------==-------
caklar dolusu gül yaprağ ı . . . Her bir yaprak camdan s ızan ışık okianna takı lmış 1 1 r ftr dönüyor. Gökten gül yaprağı yağ ıyor, annemin kOkusu , gül kokusu . . . annem , babam, ben , kardeşim elele tutuşmuş dönüyoruz, giysi leri miz gül yaprağından. Yanaklarımıza gözlerimize gül yaprakları konuyor. Dönüyoruz, dönüyoruz . . . hepimiz gÜL yaprağıyız. Sabah ış ığı bir yan ı mızdan öte yanım ıza geçiyor, hepimiz saydam pembeyiz . UYUMUŞUM.
Rüyamda şimdikinden daha ı<üçüktüm. Kış bitmiş , bahar gelmiş, karlar çoktan eri miş, sular çoğaimış. Mayıs ayı nı n sonlarındaymış!z. Uzaktan , k ıvrım kıvnm parlak bir kemer gibi gözüken, yakınlaşt ıkça çağ ı lt ıs ı i nsanı n içini hoplatan bir derenin kenarına varmışız. Ki l imlerimizi y ıkayacakmışız. Gökyüzü masrnavi , kuşların cıvı lt ıs ı derenin sesine karış ıyor, toprak ı l ik, mis kokuyor.
Kilimlerimizin üstünde geyik resimleri var, kuş resimleri var, çiçekler, yuvarlaklar, çizgiler, çaprazlar var. Her biri başka renk. Mor, sarı , yeşi l , pembe . . . "hadi" diyor annem '1ut şu küçük kilimin ucundan, suya basal ım , bir güzel ıslansın , tozları aks ın . " Ki limin iki ucundan ben tutuyorum, iki ucundan annem, götürüp derenin ortas ına, suyun en çok olduğu , en h ızl ı aktığ ı yere seriyoruz. Babam, dört tane büyük, yuvarlacık taş bulup geliyor, ki limin dört ucuna yerleştiriyor. Dere küçük ki l imi n üstünden akıyor. Sonra geride kalan iki kilimi geti rip küçük kil imin alt yan ına yayıyoruz. Babam onların da dörder köşesine taş yerleşti riyor. Dere kilimlerimizin üstünde n akıyor. Sular aktıkça geyikler h e p aynı yöne doğru koşuşuyorlar. t(oşuyorlar, koşuyorlar, hep ayn ı yerde kal ıyorlar. Üstlerine eğil ip suyu gölgelediğim zaman beden leri dalgalanmaya başl ıyor, boynuzlan dalgalanmaya başlıyor. Onların altındaki çizgi boyunca dizi len çiçekler, yuvarlaklar, çaprazlar hep birlikte halka halka daIgalanıyor. I ncecik kum tanecikieri savru la yuvarlana üstel'inden geçiyor. . .
Dayanı lmaz böyle b i r güzelliğe , kimse dayanamaz. Ben de . . . Tutamıyorum kendimi , derenin en derin olduğu yerde kilimlerin üstüne atl ıyorum. ��·NU, çiçekleri , geyikleri, kum taneeiklerin i , her şeyi kucaklamak istiyorum. Kalkıp kalkıp atı l lyorum sulara. Annem kahkanalarla gülüyor, babam, kıyıdaki teyzem kahkanalarla gülüyoriar . . . SEVINÇ .. . yalnız sevinç var yeryüzünde. Başka hiçbir duy-
412
. b
-----------= Geyikler, Annem ve Almanya
gu yok. Sırtüstü, yüzükoyun, yan, nasıl olursa, yeniden yeniden vuruyorum kendimi su lara . . . Diplere �'Jtunmaya çal ışarak ayaklanmla dereyi dövüyorum. Durmamacası na, deli gibi . . . Geyikler altı mdan kaçışıyorlar, sonra geri dönüp yeniden katı l ıyorlar oyuna. Ben ayaklarımı vurdukça sular havaya s ıçrıyor, sular oynuyor, su lar çoşuyor, su lar kahkaha atıyor. .. Su ların kahkahası ovaya yayı l ıyor. Binlerce küçük çıngırak ayn ı anda çalmmış gibi yankı lanıyor kahkahalar.
Babam paçaların ı s ıvamış koşarak geliyor bana doğru. Kucaklayıp havaya atıyor. Sonra bir daha atıyor, bir daha, bir daha . . . Göğün maviliğiyle kudıklaş ıp kucaklaşıp babamı n kollarına düşüyorum. Sevinç var . . . yaln ız sevinç . . . . Gökyüzünde, ovada . . . yaln ız sevinç! Babam da, ben de soluk soluğa kal!yoruz. K ıyıdaki beyaz çakıl taşların ın üstüne yat ırıyor beni , kendisi de yanıma uzanıyor. "Biraz dinlen," diyor; "akşama dek buradayız, bak size neler hazı rladım." !şaret ettiği yöne bakıyorum. Iki koca taşın üstünde bir kara tencere, alt ında çal ı çırp ı yanıyor. "M ıs ir haşhyorum" diyor. Gözlerimi kapatıyorum. Güneş gözkapal<lanml öpüyor, burnumu, saçlanmı , ı slanmış kol ları mı , ayaklarımı öpüyor. Renk renk sayısız y ı ld ızcık pır pır ediyor kirpikielimin ucunda. Kalkıp oturuyorum. Bir de bakıyorum, derenin öbür yanında tam karşımda bir leylek. I ncecik uzun ba�aklan , ış ı i ış ı l yanan Wyleri , ak tüyleriyle göz al ıyor. Uzun kirmiZi gagasmı tak . . . tafc. tak . . . vuruyor. Onun tak ı rt ıh gü!üşü de yay ı l ıyo r ovaya. I lk kez görüyoru m bi r leylek, yine de bi l iyorum onu n laylek olduğunu. "Şuraya bak, şuraya bak," diye sesleniyor annem. Bakıyorum , uzakta bi r ağaç. "I şte yuvası erda," diyor.
Yeniden koşuyorum sulara, anneme ... Annem etelderini toplamış , bel ine sık ışt ı rmış . Saçlarından , e lbisesinden sular s ız ıyor. Benim annem, bu iki yana açt ığ ı bacakları n ın arasından çağı Idayan derenin aktığı annem dünyanın en güzel kadın ı , en güçlü kadın ı . Is lak saçlarıyla, bembeyaz bacaklanyla, beni kucaklamak için açtığı gürbüz kol lanyla, hep böyle duracak suların ortasında. Dimdik . . Sonsuza dek . . . Ayaıdannın attı nda h ış ı rdayan çakl.1 taşları , suların akış ına dayanamayıp kıvı ıdanan kum tanecikleri , bembeyaz minare böcekleri sonsuza dek gülümseyecek bize. Tarlaların ötesindeki çayırl ık sonsuza dek yeşil serinl iğini gönderecek bize .
413
Anne Hikayeleri
Ben bir su dam lası gibiyim annemin yanında. Dereden kopup havaya sıçrayan haşari bi r su damlasıyım. Güçlü, neşeli , yok edi,lemez bir su damlas ıyım. Durmadan akan derenin ve durmadan değişen annemin bir parçasıyım. Onlardan kopan ama onlardan bağ ı msız bir damla . . .
Annem babama el ediyor. Babam koşup gidiyor yanına. Ağırlaşan 'ki l imleri sürüyerek kıy ıya çekiyorlar, katlay ıp büyücek yayvan bir taş ın üstüne yerleştiriyorlar. Sonra teyzemle annem tokaçlarla dövüyorlar ki l imi . S ı rayla bir annem vuruyor, b ir teyzem, Pat . . . pat . . . pat . . . Tokaç sesleri de yayıl ıyor ovaya, leyleğin tak taklan gibi. Onlar vurdukça ki l imin Ostendeki çiçekler yeniden açıyormuşçasına renkleniyorlar. Geyikler, sevgi li geyiklen m parlayan tüylerin i gösteriyorlar bana. "Ne güzel eğlendik", diyorlar.
Bütün bu olanlar başımı döndürüyor. Mutluluktan yorgun düşüyorum. Bedenim gevşemeye başl ıyor. Derenin akış ı yavaşlıyor yavaşl ıyor, durgun bir süt gölü oluyor. Annem teyzema f ıs ı ld ıyor: "Uyudu".
Kapın ı n zi l iyle uyand ım. Anneannem akşam yatt ığ ı koltukta oturmuş beni seyrediyordu.
, "-G ünaydı n kız ım," dedi .
"-Günaydın , " dedim, "annem gitti mi?"
iI-:-Evet gitti. Bi r saat önce yolcu ettik. Seni uyandırmak istemedi . Gece çok geç uyumuştun."
Burnum s ız!ayıverdi . Yine başlarsam ağlamaya. Hayır . . . haYIL .. ağlamayacağ ım art ık. Ben bi r su damlasıy ım. l natçı b ir su damlasıy ım. Büyürnek için savaşacağım. Mutlu düşleri gerçekleşti rmek için savaşacağı m.
Yatağ ı topladım, çarşaf ı özenle katladım, yastığ ı n kı lıf ı n ı Çıkartt ı m. Anneannem şaşkınl ıkla izliyordu beni .
"-Ne olacak o k ı l ıf ," dedi .
"-Yıkayacağım. Yoksa Mihriban Han ım Teyze beni çişli bi r k ız san ı r. Hem de yatak yerine yast ığ ı ıslatan bi ri ."
414
---------------- Şahut 'la Karısı
ŞAHUT'LA Orhan KEMAL
Baba Şahut dondurma kutusunun başındaydı . Kutunun çevresini buz parçalariyle doldurup tuzlarken arada gü !ümsüyordu . Bir ara karısına baktı . Kadın az i lerde, tavandan kuvvetle vuran güneş sütununun yanı başı nda, yedinci çocuğunun gömleği ne kimbi l ir kaçıncı yamayı vuruyordu .
Baba:
"Ne düşünüyo rsun avrai?" dedi , "doktor anas ı o lacağ ı n ı m ı?"
Kadın gü ldü :
"Onu ben değil , sen düşünüyorsun ası l . . . Doktor babası o lacan diye �oltuklanna karpuz s ığmıyor. Allah vermeye !"
"Heye valiaha avrat, sığmıyor, ne yalan söyleyim . . . Bizim de bir konağırnız olur, temiz bir elbisem . . . Löküs bir kahvede, bacak bacak üstüne atar nargile tokurdatmak . . . Doktor babası olacam kolay mı?"
Dikişini dizine indiren kad ın gözlerini ovalad ı :
"Uryarnda görüyorum bazı bazı . . . Ş u Abidinpaşa caddesindeki doktor konaklan yok mu? Onlar ın biri nde o lu rmuşuz , amma en yükseğinde. Oğlumun levhası da olurmuş . . . Sana bir şey deyim mi herif, oğlumun levhasım her gün sabunlu bezle kendim, elimle si le-
415
Anne Hikayeleri
cem. Oğlumun avradı na töbe kaynanal ık etmiyecem. Torunlarımı bağrıma basacam . . . "
"Ben de . . . " dedi adam "her ikindi önüme takıp parka götürür gezdiri rim . . . Çocuk çiçeğe benzer. Iyi hava, bol güneş . . . "
"Tahtaları n ı kendim si ler, çamaş ırların ı kendi e lciğezimle yurum . Işi el adamına b ırakmıya gelmez, baştan savar . . . Söküklerini de kendim dikerim."
"Konaklarında tabii bize de b i r oda veri rler. bizim yiyeceğimizden nolacak? O zamana daha ihtiyarlarız . . . "
"Rahat döşeğinde de adam adam ölürüz, cenazemiz rezi l olmaz . . . "
"Lakin o bu deği l ya, oğlum doktor o lduktan sonra, şöyle dosta düşmana karşı , bacak bacak üstüne atıp iyi bi r nargile tokurdatmadan ölürsem gözlerim açik gider!"
"Tabii onlar masada çatal bıçakla yerler. Biz yakışt ı rabi lecek miyiz dersin?"
"Amaan sen de . . . "
"Misafirlerine de görünmeyiz. Misafirleri geldi mi , çekilir odamıza, kilitleriz kapımızl . . . "
"Kahvelerini pişi rip kapıdan veri riz!"
"Tabii. . Kahveleri ni pişi rmernek olmaz . . " ,
; "O bu değil ya avrat, dosta düşmana karşı bacak bacak üstüne at ıp son yaşımda, iyi bi r nargi le toku rdatsam da . . . "
"Eee?"
"Ondan sonra /Cenaballah isterse canımı als ın !"
Kuvvetli e lleriyle dondurma kutusunu tuzlu buz -parçaları n ın içinde çevirmeye başlad ı .
. b
416
• b
----------------- Yollar Kesik
KESiK Osman ÇEviKSOY
Dört gün önce birden bire başlayan yoğun kar yağ ışı i lk h ız ın ı biraz kaybetmiş olarak devam ediyordu. Rüzgar yoktu. Köy kal ın kar tabakası alt ında k ış uykusuna çeki lmiş gibi sessiz ve sakindi . I htiyarlar, soba başı sohbetlerinde otuz yı ldır böyle kar görmediklerin i tereddüde düşmeden söylüyorlar, sonra otuz y ı l önceki k ış ı uzun uzun anlat ıyorard ı . Içleri nde kıyametin yakın l ığ ı ndan dem vurup tüyler ürpertenler olduğu gibi , bu yıl mahsulün bol olacağın ı müjdeleyerek insanı rahatlanlar da vard ı . Herkes kendine göre yorumlar yapıyordu . Yorumların çoğu iyimserdi . Yine de insanların yüzlerinde endişe izleri vard ı . Pencere ve çat ı lara doğru yükselen, ortalığ ı dümdüz eden bu beyaz örtü daha ne kadar yükselecek, ne zaman, nası l kalkacaktı? .
Sığırın ı sürüsünü çeşmeye getiremediği için taşıma suyla ah ı rda sulayan köyün erkekleri , gündelik işlerini biti ri r bitirmez canlarını kahveye attıklarından, kahve t ıkhm t ıkl imd I . Oyun merakl ı larından çoğu, dönüşte yer bulamamak korkusuyla öğle yemeğ,ine dahi gitmiyordu. Bu durum en çok kahveci Gazl 'nin işi ne yanyordu. Otuz yı ldır görülmeyen bu kar yağışı karşısında bazan iyimser, bazan endişeli görünmesine rağmen içten içe sevindiği muhakkakt l .
Kapı açı ldı , içeri beş altı yaşlarında bir çocuk girdi. Gazi'nin oğ- �,
luydu bu . Gazi, bi r elinde demıik, bir elinde süzgeçle oğlunun yanı-
417
Anne Hikayeleri
na gelmesini bekledi . Gözleri büyük büyük bakıyordu. Heyecanlıyd ı . Oğlu yanına gel ince eğildi . Soğuktan morarmış dudakları ve burnu sümüklü oğlun u n söylediklerini d in lerken gözleri daha da büyüdü. Telaşlandı . çay doldurmak için hazırladığı bardakları , çay bekleyen müşterileri , hatta kahveyi hatta herşeyi unutup oğlunun e l ine yapışt ı . Kahvede n aceleyle çıktı lar. Oyuna dalmış olanlar; olup biteni n farkına bile varmadı lar. Boş oturanlardan, oyun seyredenlerden o layı gören ler de zihinlerde oluşan soruya cevap bulamadılar. Eli işe yatk ın ve Gazi'ye akraba bir genç ocağa geçti . Gazi gitsede işler yürüyecektL Yürüdü de . . . Eli işe yatkın genç hazırlanmış boş bardaklan doldurdu, dağıtt ı . Az sonra başları topladı , yıkad ı , hazırlad u . Oyunu biten masalardan hesap ald ı , oyuna başlayacak masalara iskambil verdi . Veresiye defterin! titizlikle işled i . Sobaya odun atlı .
Kahvede düzen aynen Gazi varmış gibi yürüyordu.
Oğlunun el ine yap ış ıp gidişinden bir saat sonra Gazi ge ld i . Yorgun görü nüyord u . Üzüntülü , çaresiz, perişan bir hali vard ı . Omuzlarında, şapkasmda kar, bıyığında buz vard ı . Titriyordu. Kapıya arkasını vererek kahvenin içini 'gözden geçirdi. Sonra sobanı n baş ı na kadar yürüdü .
.
- Allah hepinizin belas ın ı versin . . . diye bağı rd ı .
B i r anda bütün oyunlar, bütün sohbetler ve şakalaşmalar durduruldu, bütün gözler Gazi'ye çevrildi. Bir anda yoğun bir sessizlik doldurdu kahveyi . Sobanın gürül gürül yanışını en uzak köşedekiler dahi duydular.
- N'oldu Gazi , dedi yaşl ı lardan biri .
Gazi dişlerini sıkıyo rdu.
B ıyığındaki buzu h ırsla s ıy ırıp attı .
- Ne olacak, dedi . (Yutkundu) Çamhcah öıüyor. Karnında bebesiyle öıüyor. Motor sahiplerin i tek tek dolaşt ım da birisi demedi
� ki . . .
Durum anlaşı lmışt ı . Gazi 'n in karıs ı hastaydı . Büyük i htimalle
418
----------------- Yollar Kesik
vakit geldiği halde doğum yapamıyordu. Motor sahipleri günlerdi r yağan karı bahane edip "gidemeyizıt demişlerd i .
- Yok! . . . dedi , Gazi . Yok, memlekette i nsan kalmamış . . .
Bu sözden sonra kahvenin sessizliği bozuldu .
- Yazık, dedi kimisi .
Kimisi :
- Bu karda motor köyü bi le çıkamaz, dedi .
Bazı ları da:
- Yok canım, Ebe'nin bir şeyden anladığı yok, diye köyün ebesini çekiştirmeye başladı lar .
Gazi ne yapması gerektiğine bir türlü karar ver�miyordu. "Mut-'
laka doktora 'götürmeli" demişti Ebe "Zor doğum . . . t ıbbi müdahale . . . " gibi bir sürü şeyler daha söylemişti . Yani durum teh likeliydi . Doktora mutlaka götürülme'l i , ama nası l? . ,
Dip masalardan birinde, kendisi gibi bıyığı yeni terlemiş üç arkadaşıyla dört koldan pişti oynayan bir çocuk, kağ ıd ı masaya çarparak ayağa kalkt ı . Hac ıhasanların Hakkı 'ydı bu . Fort motorları vardı . Eke erkek tavrıyla Gazi 'nin yanına geldi . Ayn ı tav ı rla adeta emretti :
- Yengeyi hazırlay ın , gidiyoruz . . .
Gazi şaşı rd ı . Duyguland! . Sevindi .
- Ama yiğenim, deıdi . Babana söyledim, " bu havada motor koşturamam yola adam salamam" dedi .
Yine ayn ı eke tavrıyla konuştu çocuk:
- Babamı boş ver sen. Ben motoru zincirlemeye gidiyorum. Yengeyi hazı(edin.
GittiJer. . .
Az sonra adam boyunda tekerlekleri olan koca bir motor, üze-,
419
Anne Hikayeleri
rinde sannmış, sarmalanmış-bi r çocukla Kahvee! Gazi'nin avlu kapıs ına güçlükle yanaşt ı . Römorksuzdu. Aral ık tahtasın ın üzerine bir yatak atı ld ı . Yatak sürücünün oturduğu yere doğru açı ld ı . Ahşap merdivenden sekiz on kişinin yard ımıyla yorgan içinde hasta indirildi . Hasta yatağa konulup yorgan üstüne örtüldü. Yorganm üstü,:, ne eski bir ki l im seri ld i . Yastıklarla hastanın sağ ı , solu , arkası desteklendi . Hastanın yan ma sıkı giyinmiş iki kad ın bir de Gazi bindi . Hakk ı , mahre mdir diye arkası na dönüp de bakmadı . Fakat hastan ın ne kadar büyük acı çektiğini acı acı bağrışlarından anlıyordu. Olsun. O bir erkekti . Şunun şurasında üç sene kalmıştı askerliğine. Yüzünün erkeksi (asl ı nda çocuksu) tavrım bozamadl .
- Tamam dedi ler.
Hacıhasanlann H akkı motoru yavaş yavaş yürüttü . Köyün dar sokaklar ından geçerlerken s ıcak evlerin buğulu camianndan bakanlar oldu . Bak ıp geri çekilenler, geri çeki lmeyip penceres ini açanlar oldu . Penceresin! açanlardan OOgidemezsiniz, geri dönün" diyenler o ldu . "Kad ı n ı zorla ö ldüreceksiniz" d iye açık kon uşanlar oldu. Hakkı kimseye aldırmadan yoluna devam etti . Motoruna güveniyordu . Lastikler yeni, zincirler sağlamd ı . Yoldan çıkı , çukura, hendeğe düşmedikten sonra, -Al lah' ın izniyle- asfaltı bulacaklard ı . Asfalta kavuştuktan sonrası kolaydl . Özel araba mı ge.llr, minibüs mü, otobüs mü . . . ne gelirse? .. . Gavur deği llerdi ya, duru mu görünce elbet alac�oklard ı .
Köyü ç ıktı lar.
Hakkı u stakl lkia vites yükseltti . Gaza biraz daha gaza bast ı . Motorun hem sesi değişti hem h ızı artt ı . Gazi , "aman yeğenim yavaş" diyecek o ldu, vazgeçti . Içinden kazasız belasız asfalta kavu-
. şabil mek için dualar etmeye başlad ı . Sonra iki sigara yaktı , bi rini Hakkı 'mn ağzına verdi . Arkalarında iki tekerler iziyle birlikte kardan bir oluk bırakarak gidiyorlard ı . Ön lastikler ve motorun burnu tamamen kann içindeydi . Kara saplanmış durumda i ler!iyortardı . Acıs ın ın, acelesinin, duaları mn arası nda "olunca Ford motor olmal ı" diye düşündü Gazi . Allah zenginl ik ve�ir de, motor alacak o lu rsa "Ford . motor" almaya karar verdi .
420
• h
------�---------- Yollar Kesik Iki taraf ında kavak ağaçları s ı ral ı bağ yolunu geride bırakt ı lar.
Ön leri nde uzanan lekesiz, düz beyazl ığ ın neresi yoı , neresi tarla kestirmek zordu . Işte buradan korkuyordu Hakkı . Vites küçüıttü . Ayağın ı gazdan hafif çekti . Bütün dikkati gözlerinde, en ufak belirtileri değerendirerek devam etti . Hastanın sıklaşan çığl ıklar ı , iki refakatçi kad ın ın "vah vah"lan, çocuk yüreğini durmadan sarstığ ı halde dikkatini dağıtmadı . Dikkat, önsezi , ve işgüdüyle yolu takip etti . Düz araziyi geçti ler. Ön leri ndeki rampayı da çıkıp öte yamaca sarkt ı lar mı asfalt görünecekti .
Rampanm bitmesine çok az kala ;
- Durun . . . Duru n . . . diye bağı rd ı ik i kadı ndan biri .
- Durun , çocuk geliyor galiba . . .
Köyün Ebesi'nin sesiydi bu. Yolda kalmayı , üşümeyi , hasta olmayı göze almış, "giderken doğuracak olursa .. . " diye hastanı n yanma binmişti .
Motor durdu . Hastan ın eltisi olan öteki kadın önce yast ıkları , sonra yorganı n ibiğın! kald ı rd ı . Ebe duru mu I<ontrol etti .
- Yok, dedi . Gidebi l iriz.
Ne var ki , olan olmuştu. Motor kalkmıyordu. Yeni lastiklere, zincire rağmen patinaj yapıyordu Hakkı 'mn bütün uğraşmatan boşa gitti . Bir türlü kaldıramadı motoru. Geriden kaptınp gelmeyi denedi . Ta rampamn tabamna kadar geri geri gitti, kapt ı rd ı geldi , ayn ı yeri on metre geçemedi. Aynı şeyi tekrar denedi , defalarca denedi, başaramadı .
- Bırak yiğenim, dedi Gazi . Olmuyor, b ı rak.
Hakkı dinlemedi . Işi duymazl ığa vurdu. Rampanm tabanında ta ötelere gitti. Uzaktan son gaz kaptırıp geldi . Olmadı . . . Rapmanın bitişine doğru kar azdı , fakat karı n altı çamur olduğundan tekerlekler patinaja tutuluyor, motqr sağa sola savru luyor, bir türlü ilerleyemiyordu . Babası söylemişt i ama. liSanl ık ' ın toprağı pistir, boğazı aşamazsin , aşsan dönüşte öte yüzde kal ı rs ln . . . " demişti . Dönüş önemli deği ldi . Daha olmazsa motoru bırakır yaya gelirdi köye. Ah
421
Anne ,Hikayeleri
• b
bir aşabi lse ler boğ'az ı . : . Kar yağışı sürüyordu. Yüksekte o lduklarından rüzgar da vard ı .
Hastan ın k ısa aral ık l ı ç ığ l ıkları , rüzgarın acı masız soğuk sesine kanşıyordu, yüzlerde u mutsuzluk, beyinlerde panik vard ı . "Şimdi ne olacak? .. "
Gazi motordan aşağı atlad ı . - Geriye dönebi l i r misin , diye sordu Hakkı 'ya.
Hakkı k ısa bir süre geriye dönüp dönemeyeceğini değil Gazi'ni n gözlerindeki ifadeyi düşündü . Ne yapmak istiyordu? Panikli bak ışlanndaki u mut nereden geliyordu?
- iJönerim, dedi . - Öyleyse s iz köye gidin . - Sen? . - Ben, dedi . Biraz duraklad ı boğaza doğru bakt ı . - Madem k i hastayı götüremiyoruz, bari doktoru getireyim de-
di . - Nası l , diye sordu Hakkı . Gazi acele ve k ısaca anlattı . Asfalta kadar yürüyecekti . ı lçeye
varı r varmaz karayol lan bakımevinin gece bekçisi Çolak Bekir'; bulacakt ı . Doktoru dozerle getirecekti köye . Bekir herşeyi hal,lederdi . . .
Içindeki bulundukları umutsuz durum hiç d e fena fikir deği ldi . Hatta iyi fikirdi . Hasta doktora gitmiş, doktor hastaya getiri lmiş ne fark ederdi? .
" Ga;zi" Sanl ı k yqklBşunun . tepesi�e dOQ,ru bdyük ,adımlqrıa yü� rurkenı Hakkı i lk k�i soğur gibi olduğu Ford moto runu geri geri b ı� rakh. �.IAI;lah .kahret$in,n �.edi içinden. "Ku l yapl$1 işte., Ç ıknıayınça çıkmlYQL Sir at �rabası ol,�a bir kağn ı olsa da ,bu vokuşu ,:çıkar�
422
• b
----------------- Yollar Kesik
d l . . . "
Sahi niye bunu söylememişti Gazi dayıs ına. Yengeyi arabayla yahut kağnıyla rahatça asfalta i ndirebi l i rdi . Yoo . . . Söylese de durum değişmezdL Hani araba? Hani kağm? Köye motor geleli on seneden fazla oluyordu. Mi llette araba mı , kağn ı mı kalmışt ı? Araba, kağnı olsa bile artık kim at, katır, öküz besliyordu? Şimdi motor devri . . .
Düzlükte geri dönçü. Acı çeken, ölümle pençeleşen bir insana, i nsanlık adına iyi lik edememiş olmamın ezikliğiyle gaza bast ı . "Gazi dayı iş işten geçmeden doktoru kavuştursa bari . . . "
Bağ ların arasındaydı lar.
Önce:
- Yavaş, dedi ler.
Sonra:
- Durdur motoru , durdur? dedi ler telaşla.
Ayağın ı gazdan tamamen çekip frene koydu. Motoru durdurdu , boşa ald ı , el frenihi çektL
Hastanm kısa aral ıklarla bağ ı rış ları bir "son"u yahut bir "başlangıç" ı haber veriyordu. "Ölüyor mu , doğuruyor mu?" diye sordu içinden. Erkekti . Dönüp bakarnazdı . Direksiyonun üstüne kol larını , kol ları üstüne başın ı koydu , öylece bekledi . Ç ığl ıklar, çığlık aralarındaki halsiz in leyişler dayanı l ı r gibi deği ldi . Erkekti , dayanacakİ l .
Ebe, işinin ehli kişilerin soğukkanl ı , güven verici sesiyle hastaya ve e ltisine neyi nası l yapmaları gerektiğini söylemiyor, emrediyordu. Emredici sesinde korku heyecan ve endişe vardı . "Sık dişini" diyordu. "Kendini geri çek . . . Kalkma ne yapıyorsun? . Dayan . . . Az kaldı , dayan . . . E ltisi terini si ldi . Battaniyeyi topla biraz . . . Bezler
, hazı r mı? Tamam geliyoL .. Bu i ş bitecel{ . . . Bağırma, kurtulacak-s ı n . . . Daha kuvvetli . . . Bağ ırsm sen çök . . . Şunu tut. . . Olmadı sen aşağ ı in . . . Ayı r . . . Daha fazla . . . Tamam . . . Kurtu luyorsun . . . Hadi . . .
423
Anne Hikayeleri ---------------
hadi gayret. . . Sen şöyl e geç . . . Bismillah . . . "
Hastanın acı pağı rı şlan , inleyişleri sona erdi . Hasta sakinledi belki de rahatladı . Ebe'nin deyimiyle kurtuldu. Ve ince, cırtak sesiyle bir bebeğin ağlay ış ı d uyuldu. Yavaş yavaş başını kaldı ran Hakkı 'n ın gözleri gülüyordu . "Ana olmak ne kadar zormuş" diye geçirdi içinden. Yanıbaşında Ebe'yi gördü. Ebe zor bir işi başarmış o lman ın mutluluğu içindeyd i .
- Bıçağ ın var m ı , d iye sordu Hakkı 'ya:
Hakkı meyve yemek için taşıdığı bıçağı ceplerinde ararken :
- Hadi yavaş yavaş yürü, dedi Ebe.
Y .... ·!a beş kişi ç ıkmışlard ı . Gazi doktor getirmeye gittiği halde köye yine beş kişi döndÜ ıer. , Ebenin söylediğüne göre bebeğin de anasının da durumları iyiydi . Kahvede Hakkı'ya erkek mi kız m ı olduğunu sordular. "Bi lmiyorum" deyince herkes güldü. .
i O akşam kar yağ ış ı durdu. Arkadaşları , akrabaları bi r k ız ımn
o lduğunu müjdelemek için Gazi 'n!n dönmesin i bekledi ler. Gazi dönmedi . Üzerinde duru imadan basit yorumlar yapı ld ı . Gece veya sabah dönebileceği söylendi . Gece oldu, sabah oldu, yine dönmedi. · Basit, üyimser yorumlara devam edildi . Belki doktor buiamamışt ı . Dozerlerin yol bak ım ı ndan dönmeleri ni de bekliyor olabi li rd i . Doktoru, dozeri bulmuş bile o lsa Sanı lk geçidinin öte yüzü bu yüzden berbati! . Orada tak ı l ıp kalmış olabili rdi . Öğleye kalmaz doktorla birlikte damlardı köye.
Öğle ezam okundu Gazi yine o rtalarda yok . . .
Hava iyiy.di . Güneş doğmuş kar alttan erimeye, çat ı lar damlamaya başlamışt ı . "Baş ına bir iş gelmiş olmasın" denildi . "Arayal ım, soral ım" deni ldi . Gazi'yi sevenler, akrabalar, eş dost yollara döküldü . Kar, daha o akşam bütün izleri örtmüş olduğundan iz sürülemedi. Ama arandı Gazi . Sanhk ve çevresi didik didik arandı . Bulunamadl . l lçeye gidi ldi , gece bekçisi Çolak Bekir bu lundu, soru ldu.
- Gelmedi , görmedim, dedi Çolak Bekir.
424
• b • h·
----------------- Yollar Kesik
Baş�a tanıdıklara, bildiklere soruldu. Karakola, jandarmaya dilekçe b ı rakı ld ı , geri dönüldü. Gazi'den en ufak bir haber al ınamadı . Yoktu, kayıpt1 Gazi . Peşi bırakı lmadı . Öldüyse ölüsünü, ö lmediyse derisini bulmak için aramaya devam edi ldi . Çevre köylere haber sal ınd ı . Gazetelere veri ldi . Bulunamadı . Ta ki bahar gelinceye kadar. . . Bahar gelip da dağ taş insanla dolunca çobanlar ormanda saatini , tabancası n ı , ayakkabı ların ı buldular. Duru m anlaş ı lmışt ı . Gazi asfalta kısadan kavuşmak için ormana uğramış, yoluna çıkan kurtlar onu yemişti . . .
Bebek babasız büyüyecekti .
425
Anne Hikayeleri ----------------
Osman ŞAHIN
Deri n sel yatağı ndan yukarı ağı r adımlarla çıkt ılar. ikisi de k ısa boyluydu. l kisi de acı bir anıya batmışlar gibi kederli başların ı öne eğmişlerd i .
Kad ın olanı önden gidiyordu . . Bir kazma i le kürek atmıştı omuzuna. Peşis ı ra gelen çocuk, kıvırcık kara saçı ı , i ri parlak gözıüydü. Koltuğunun a lt ına katlanıp dürülmüş, renkl i , yepyeni bir �II çuval almışt l . Anas ın ı n ard ı s ı ra yürüyordu.
Ikisi de yorgundu . I ki sinin de göğüsleri soluklu , ağ\i'zıarı büyü
müştü. Kuru , çok kuru , yakıcı bir de sıcak vardı havada. Yukarıda ne
bir bulut, ne de bi r rüzgar vardı üstlerine azıcık o lsun serinlik dökecek. Koyak tabanın ı boydan boya kaplayan ak çakıl taşların ın üstüne vuran güneş, güçlenmişcesine, daha bir parl ıyor, i nsanın gözünü al ıyordu. Ancak, ana i le oğlun ne sıcağa, ne de yorgunluğa ald ı rd ıkiarı vard ı . Birbirleri nden habersiz iki YOlcudan farksızlarmış gibi h iç konuşmadan , kendi hallerinde dalg ın , sessiz yürüyorIard ı .
El leri yüzleri biraz temizceydi . Giysi leri yeniydi . Ka�mayla kürekleri , bir de dürü lüp katlanmış ki l im nakışl ı k ı l çuvallan olmasa, onların bir düğüne ya da davete gittiğini sanabil irdi insan. Oysa deği ldi . S ıcağı da aşan derin bir keder vardı ikisinin de yüzünde. Kadı-
426
. h
------------------ Agzıkörler
nın kömür karası kıvırcık saçları , beyaz başörtüsünün altından kalçasına kadar sarkmışt l . Kadın, gözlerini kısıyordu bazan. O kısışta dudaklan k ıp ırd ıyor, yanakları titreyip seğriyordu. Ağlad ı ağlayacak bir hali vard ı . Terli yüzünü arada bir si liyor, hep uzayan, kısalmayan, ince bi r i ni lt i , ince bir ağıt gibi yürüyordu.
Sel yatağı geri lerde kald ı . Çam ormanlarıyla kapl ı , s ık gölgeli bi r yola gi rdi ler. Orman serindi , uğulduyordu. I ri dallı gövdeleriyle gökleri tutan iri , dev çam ağaçların ı n dipleri sakız ve reçine kokuyordu.
I leride, yola dirsek vermiş i ri bir kayal ık vard ı . O kayalığ ın dibine varınca durdu kadın. Omuzların ı ağrıtan kazmayla kürek yükÜnü yere indirdi . Yüzü , omuzbaşları bol terliydi. Başörtüsünün ucuyla önce oğlunun , sonra da kendi yüzünün terini sildi.
- Yoruldun mu oğul , dedi , kısık, kederli bir sesle. Yoru ldun mu M emedimin andacı? Anan bülüğü nü yesin senin . . .
Çocuk, yorgun olduğu halde şişindi :
- Hiç yorulur muyum be Ana? Bu yol ne ki? Daha bir bu kadar yol gideri m.
Oğlunun şişinmesi , anas ın ın hoşuna gitmişti . Başörtüsünün ucuyla oğlunun yüzünü tekrar yel leyiverdi .
- S ık dişini bi raz, dedi . Babana varmamıza az kald ı . S ık dişi-ni . . .
Çocuk yanıt vermedi . Isdar tezgah ı nda yeni dokunmuş ki l im renkli kı l çuval ın ı yere atıp üstüne oturdu. Ayağı ndan karalastik papuçları n ı çıkard ı . Papuç içlerine toz toprak dolmuştu . Çocuk, tozu toprağı si lke lemeye koyuldu .
Ana, herzamanki o dalg ın, sessiz haline dönmüştü gene. Ikide bir çevresine, o rmana, karş ıdaki i ri dağ kat larına bakıyordu . Her bakışı n ı n arqından, uzun bi r anlal ıma geçecekmiş gibi soluklanıyor, derin derin iç geçiriyordu .
Havada kuşlar dönüyordu. 'lArı kuş ları , k ırlangıçlar, atmacalar,
427
Anne Hikayeleri ----------------
doğanlar . . . Çok i lerideki dağların üstüne masmavi, cam gibi de parlak bir gökyüzü oturmuştu. Karşıda tepesi ormanlarla kapl ı bir dağ ı n yüzü i ri li ufakl ı say ısız mağaralarla peteklenmişti . Ve dağ ı n ö n ü , sipsivri , uçurumlu kayalıklara bakıyordu.
Ana, çevresine, uzaklara bir süre daha baktıktan son'ra geniş-çe bir soluk koyverdi ö nüne. '
- Hey gidi günler, hey gidi ! dedi kendi kendine. Kim derdi ki bugünleri de göreceğiz . . . Vaktiyle buralardan geçerdik oğul. Babanla şu ormana, işte işte, şu yürüdüğümüz yoldan yürür, kaçak oduna giderdik. Sen küçüktün , sen s ı rtımdaydin o zamanlar. Hep ağlard ın . Ah şu ormanı , yolun ağzı d i li olsa da söylese, kimbil ir kaç çocukluk sesini duydu senin, kaaç?
Ana sustu . Bir süre daha derince soluklanıp iç geçirdikten sonra kazmayla küreğini omuzuna a!d l .
- Fazla oyalanmayahm yavrum, dedi . G ü n öğlen oldu. Daha bu gidişi n bir de dönüşü var. Babam bekletmeyelim fazla . . .
Çocuk, papuçlarım giydi . K i l im renkli k ı l çuvahm koltuklayıp doğru ldu . Kayal ıktan ayrı ldı lar.
, Ormanı çıktıktan sonra iki yan ı bolca ota, çahya kesmiş toprak bir yola girdiler. Ortalık delice yaban otu ve sıcak kokuyordu. K ı r çayı , keki , yavşan, kör yonca kokuyordu. Iri dal l ı kanaklar, otlar baldırıarı n ı döğüyor, kanak uçlarından incecik pamukçuklar uçuyordu. I leride bir karamık çalıs ın ın tepesine bir takcik kuşu tünemiş, h iç kımıldamadan duruyordu. O çal ıya çokça kuş konuyor olmalıydı . Tepe dalları apak, akıtma kireçlenmiş kuş pislikleriyle doluydu çünkü. Yukarıda hava tutuşmuş yanıyordu. Ağaçlara ağmış gitmiş sarmaşıkiar, susuzluktan yorgun düşmüş kollar örneği, cansızdı lar. Yaprakları bi rer ikişer dürü ıüp, ufalmışt l . Yaz ortaları olmasına karş ın, gerilerde gökyüzü i le ağız ağıza gelmiş, dumanh başları henüz kar yükünden kurtulamamış i ri Bolkar dağları görü nüyordu. Ve dağların sivri likleri oralarda mavi göğün ukunu daha da yukarılara itmiş gibiydi .
'
Ana, gene önden yürüyordu. iOalg ı nd i. Her solukta bi r başka
428
• b
------------------ Agzıkörler
dünyayı yaşıyor, algı l ıyor gibiydi . Heran içinden geçen bir anı kıpırtısınıj bir düşünceyi yakalamak istermiş gibi duyarlı bk gözde iki yan ına bakıyordu. Bakışları bazan dalg ınlaşıyor, bazan da dil ine vuruyor, konuşuyordu .
'- Şimdiye ayan o lmuştur babana geleceği miz oğul , ş imdiye ayan olmuştur mutlaka ... Dün gecedenben dimdik ayaktadır o şimdi . Ah Memedim, ah kocam! . . Nas ı l da şaşıracaksın oğlunu görünce kimbil ir, nası l da? . Bak bak, kara oğlum, Kara Mustafam büyümüş, adam olmuş da, beni almaya gelmiş diyecek. Oğlum diyecek, Mustafam diyecek. Diyecek . . . Sabret Memedim, az daha sabret! . . Sana varıp; sana kavuşmamıza az kaldı . Sabret. . .
Mustafa çocuk, anasın ın konuşmalarından habersiz, geri lerde kalmışt ı . Önünde ard ı nda uçuşan kırmızı kanat l ı , boz benekli çekirgelere bakıyor, kuş taşlıyor, kovalıyordu . Yani yolcu luğu bir tür oyun etmişti kendine� Sonra da genlerde kaldığını farkedince h ızlanıyor, körpe sıpalar örneği , baş ın ı sağ ına soluna çevirip döndürerek, bir koşuda anas ına yetişiyordu .
Ana, anı larla doluydu. Dalgın, kederli bir dünyada sessiz adı mlarla yürüyor, kendi kendine, az sonra varacağı kocasıyla konuşuyordu.
- Yürümek, adı m almak nas ı l da yakışırd ı sana? Nası l da? . Oturmak sana yakışırd l . Herbirşeyin yönü-yakışığıydın sen. Tuttuğun baltaların sapına değme erkeğin avucu yetişmezdi . O çakmaktaşı kavların, bi leği taşların hala sandığımın dibinde durur. S ırt ına aldığın ağı r odun yükleriyle nası l da karanl ıklan yüze yüze Çıkar gelirdin Memedim? Nası l da? Kendi ellerimle elini ayağını yıkar yurdum. Terin erkek erkek, alçamlı bi r hoş kokard ı . Tütün sarış ın bir hoştu. Tütün tabakanı önüne açışın daha bir hoş . . . Hey gidi yokluk, hey gidi . . . Bir t ırnak geçim uğruna insana binbir türlü takla att ı-
, ran yokluk, adın batsın . . .
Kad ın, anı lanna daha fazla batmaktan çekinirmiş gibi ' gene sustu. Derince soludu . Di l in in ucuna geliveren sözcükleri dertli dertli ah çekişlerin soluğunda koyverdi .
429
Anne Hikayeleri
Çocuk geri lerde kalmışt ı . Renkli k ı l çuvalmın başın ın üstüne şemsiye örneği açmışt a . Baştanbaşa renk ve nakış yüküydü k ı l çuval. Güneşte morlu , sarı l ! k ırmızıh , pembeli, yeşi ıli renkleiiyle adeta tutuşmuş yanıyo rd u .
Kad ın , kazmayla küreğini sağ omuzundan sol omuıu na ald ı . H e m yürüd, h e m de .kocasıyla konuşması nı sürdürdü.
- Kaç yı ı o ldu birbirimizi görmeyeli koca? Söyle kaç y ı l oldu? Tam sekiz y ı l deği l mi? Di le kolay, tam sekiz y ı l. . . Tam sekiz y ı ld ı r uğramadı m yurduna. A m a ş u yüreğimin çan ı , göğsümün gürültüsü hep senden yana vurdu, hep seni diye diye öttü. Bunca yı ldı r derdini tuttu m senin Memed , bunca yı ld ı r . . .
Yürüyor, duruyor, sonra gene yürüyordu. Çevresine bakın ıyor, sonra tekrar duruyordu . Süzgün, kederli bakışlarla ormanı , havayı dinliyordu . Sanki o rmandan kulağ ına bir ses çalmışt ı da, o sesin geldiği yönü arıyor gibiydi. Yürüdüğü yolda, baldırıarına çarpan yaban otlarında, o muzları na değen i ri kozalakı l çamların dalı nda, uçan anların sesinde , geçmiş gitmiş ayların, y ı llar ın değişik kokuların ı , binbi r anın ın ayr ınt ı ların ı görüyordu. Ormandan gelen uğul- -tu, çam pürlerine değen hafif yelin h lŞ ırtısl adeta yarı kaybolmuş bir dil le sesleniyordu ona. Anılar sarıyordu içini , anı lar . . . Yüreği yanıyor, düşlerle, yitmiş gitmiş gölgelene doluyordu akl ı . Geçmiş y ı l lar ın ağırl ığ ı bazan adı mlar ına vuruyor, bir yavaşlat ıp bir h ızlandmyordu onu.
Ağlamaya başladı .
- Tümü bir kucak odun için, dedi . Tümü, olduğu olacağı bir kucak odun için. O odunlar sebebimiz oldu bizim. Bir t ı rnakl ık geçim sebebimiz oldu, Memedim. S ı rt ın ın yüküyle, s ı rt ın ın odunuyla vurdular senL Gördüm, bi l irim , orman kolculan vurdu seni. Taşıd ı ğ ın
. odunları alkanma boyadı lar. Şimdi o odunlar kimin ocaklarında yanar kimbilir? Ben ise genç yaşımda göğsüm emizikli dul kaldım. Dul kaldı m di lsiz bir ana sabnyla. Nereye baksam, dul gölgeme erkek nefsi aşerer. Fakiriz , sofram ız kuru , ağz ımız ekmek görmez diye adı mız "Ağzıkörler"'e ç ıkmışt ı zaten. Şimdi sen öleli soframız daha da örümceklendi . Kimse bizi hukukuna almad ı . Adamlığına alma-
430
• b
--------------------- AiJzıkörler
d i . Kimseler arayıp sormadı hey Memedi m. Nere gittiysek, hangi taşa başımız çaldıysak, hayatın kolayına geldik. Afitan geçtik, üstten geçtik geçtik de, netice de dağlarda kald ı mezarın , dağlarda . . .
Hafif yokuşu çıkınca yüzüne azıcık yel değdi. Durup soluklandı biraz kadın. Havayı içinden içinden geçiri reesine iyice soluklandı . Sonra i leride, y ık ılacakmışcasına yan yatmış duran, kara gövdeli , yaşl ı , çok yaşlı bi r çam ağacına doğru h ızland ı . Kederli bir coşku, kederli bi r garip heyecan sarmıştı yüzünü şimdi . Koşmaya başladı bi rden. O koşuda omuzların ı döğen kazmayla küreğin tak ı rt ı ları duyuldu. Ama kadinii! sesi , o tak ırt i lan da bastırd ı .
- Geldik Memedim, diye bağı rd ı . Kalk! Kalk seni götürmeye geldik ! Yeter art ık, mezarın ın yörük sürü lerinin ayağ ın ın alt ı nda kaldığı , yeter. Köy mezarlığ ında sana göre yer gördüm, yer beğendim. Mezarın ı kazdı rd ım . Yeter art ık mezarın ın yazın ın , yabanı n yüzünde kaldığ ı . Yeter bunca yıld ı r otun, çal ın ın arasında yattığın, yeter . . . Kalk da bak, seni oğlun M u stafa'yla almaya geldik, kalk ! . .
Eğri , i ri , yaşlı çamın dibine varır varmaz omuzundaki kazmayla küreğini yere att ı . Çamın dibine yakın, üzeri kurumuş yaban otlarıyla kapl ı uzunca bir toprak tümseğin üstüne attı kendin i . "Kalk," dedi , "Kalk! . ." Sessizce h ıçkırıyor, omuzbaşları o h ıçkınşta kocasın ın gömüt toprağın ı döğüyordu.
Çocuk, az sonra çuval ın ı baş ın ın üstüne şemsiye örneği tutmuş, ağı r ağır çıkıp geldi . Bir anasına, bir de eğri çama bakt ı . Eğri çam çok büyüktü. Yaşl ı dalları genişçe bir alanı kaplamışt ı . Çocuk, başın ın üstünde tuttuğu renkli k ı l çuvalı eğri çamın dallarından biri ne attı . Sırt ını çam ağacına vererek b ir süre bekledi. Hiç görmediği , sesini bile duymadığ ı , an ımsayamad,ğı babasın ın gömütünün baş ındayd ı şimdi . Uzun uzun ,anasına, anas ın ın kapandı ğ ı gömüt toprağına bakt ı .
Ana ise, oğlunun geldiğinden habersizdi sankL Hiç kakmayacakmış gibi de düşüp .yapışmışt ı otlarla kapl ı gömüt toprağı na.
431
Anne Hikayeleri
Çocuk, neden sonra sırtını çam ağacından aldı . Ne yapacağını bi len yetişkin bir i nsan gibi ik i avucuna tükürdü. Kazmayı eline ald ı .
- Çekil Ana!
Kad ın ın omuzların ı n sars ıntıs ı durmuştu. Ağlamıyordu. Yüzü, gözü kızarmışt ı , mosmordu. Ağı r ağı r doğrulduğunda, terli yüzüne, alnına, avuçları na gömüt toprağın ın kurumuş, moloz o lmuş otları yapışmışt ! .
Çocuk kazmayı vurunca, ana, eliyle gömüt toprağın ın üstünü usulca okşad l .
-Babanın ayakucu şurasıydı oğlum, dedi . Istersen önce ayakucundan başla. Başucu ise şurasi . Yaln ız yavaş vur kazmanı , yavaş vurda incin mesi n babacığın ın toprağ! . . . i ncinmesi n . . .
çocuk geri ldi . Bir daha vurdu ; ,az sonra renkli k ı l çuvala doldurup da s ırt ında, g�ri köyüne taşıyacağı babasın ın kemiklerine u laşmak için
Vurdu.
432
• h-
------------------ Deli Hatice
Osman ŞAH i N
"Kale gedıaı u'galanaır karmanı
Üç yastaa. yamamışam kanmanı."
Sen Kiraz'ı m . . . Işte gene çıktı m, geldim gölgene. Geçmişlerim sende sakl ı . D i l im senden usanmaz, sana muhtaç . . . Beni duyan, bi l in mi?
Işte , şu bedenlerin Nezi r'imin yaş ıt ı . Künyen onun künyesi . Karn ı m ona yüklüyken soktuyduk kökceğizini toprağa. I neeydin . Bir kuş konsa, belin çöker, eğili rdin. Üçü , dördü geçmezdi yaprakların ın sayıs ı . Hatırlan mı? Kış günleri kar binince tepene, elde meses, kim çıkar da gelip çırpardı dalların ın yükünü? Günbegün büyüdün . Gölgen al ı r oldu bizleri . Nezi r'im, dallanna aşı vurur: kara vişne u lard ı . Harman vakti geli r, döven sürmeye ; yaş sürgünler keserdi kökünden. Şimdi gene diplerin yeşi l sürgün tutar m ı?
Nezir'imi görür müsün? Hele bak bakal ım, neresinde bahçemin? Hangi ağacımın dalında, hanmımın , çağ ı l lmın taş ında? .Benim gövdem yağdan yaştan çeki ldi . Oysa senin bedenlerine kolan sarsam kavuşmaz? Ip at ıp i lmeklemeye kalksam kendimi , boyum u laşmaz. Assam tasalanmı , şu dalann tire r mi?
Nezirim,' Nezirim, Nezirim . . .
433
Anne Hikayeleri
Sen Ibrahimim,- bitmez eri mez gövdelim . . . O boylarına kap ılar yetmezdL Boyun "u lu"ydu herkesten . Dam başları seni tanı rdı . Kald ı rmadığm yuvaktaşı kalmazdı . Düğünlerde yiğitbaşı , sinsinierde pehlivandın . Önüne gelenle güreşirdin. Kavuşsa kavuşurdun� Dizlerin yere gelmezdi. Ayarlarından üç dördünü ceketine sarar da çekerdin, ıbrahimim . . . B i r gün olsun o boylarına göre all ı yorgan dikemedim. Gü!lü çorap, pul !u uçkur öremedim. Esvap kestimse, gömleklerin kaldı düğmesiz. Bedeninin andaçları aha üstümdeki dallarda asıl ı . O koku ların ciğerimde deşin i r. A, kan izlerim, canlanmm suları . . . Bak, ananız gene' azı k getird i . Boyların ız neden görünmez? O adların ız , ş imdi hangi sesin , kulakların içinde? .
Nezirim , ıbrahimim, Nezirim, ıbrahimi m.
Osman ı m m, adı veri lenim Osmanım . . . Sen en küçükleriydin , cacığ ım . . . Sancı babanı yokladığında, sen kırlarda oğlak güderdin . "Yazdı r, s ıcaktı r, kokar," dediler alaşafakta gömdüler onu. Toprak atmaya yetişemediydin kabrine, öksüzüm . . . Şu Toros'un i nlerlnde ateşinin kül leri yatar. Çan sesleri hala kulağımm ağzında. Şu pmarm gözü seni sever de, seni tanı rd ı . Yengeciydın. Çamuruyla keyf eder, oynardm. Yunaklığımızm taşma otururdun . Dizlerine tef gerer, çalar çalar da söylerdin, a göbeğimin son bağ ı . . . Şimdi o ellerin edolanan sular nerede? Hangi seller kaptı da, çamurundan bOğdu gitt i , çobanı m?
Nezirim, ıbrah imim, Osmanı m . . .
B i r gün olsun, abdestsiz elleri me almadım sizi. Ağzınıza cünüp sütü vermedim. Vakti geldi , göğüslerim soldu. Ç ıktım dağlara dağlara . . . Ot yelmik topladım. Ekinlerde s ı rt ımda taşıdım. Hala soluklarımzm buğusu yakar ense mi .
Kocam dersem, genç yaşta öldü gitti . Ne eşimi bilebildim, ne aşıml . . . Dul kaldım, şu dağın dört çatmanuı arasında. Kucağımda üç öksüz, sahiplenen ister. Soğuk olur kar yağar, yıl azgm! . . . Eller var, iki ayaklı" kul azgm! . . . Evime giren olur, teperne binip çöken . . . Geceleri mandal durdum kapı larım m ard ına. Gözlerime çöp gerdim uyumadım. Bir kerecik açık başla çıkmadım, kara güneşin al- -n ma. Saçları mı yandan yarıp, taramadım. Gömleğimi sermedi n
• h,
434
------------------ Deli Hatice .
göreneğe . Beni diyen namusumu korudum. Yemedim, yedirdim. lçmedim, döküp yeşerttim. Dibinize kazık tuttu m gövdemi. Sizi diye diye büyüttüm canlarım. A, ekinimin ellikleri . . . Demek bizeymiş bu s ıcakla soğuklar . . . Yalanmış o günler . . . Meğer başkalar ın ın kini imiş üstümüzde öğünen .. . Al ı n yazım, kaderim değirmenin alt taş ı oldu mu?
Nezirim, ıbrahimim, Osmanı m . . .
Şurada kendi ocağ ım ızı yakard ık. Odun bizim, kü l bizimdi . Kimselere kötülük vermezdik. Yoksul ları öte itip yerlerini almazdık. Sakın ı rdık tütünümüzün dumanın ı başkas ın ın gözünden. Elirniz uzun deği ldi . Göz sürmezdik komşunun mal ına. Gün o lur, di l imiz kararı rd ı açt ığ ın el inden. Oklavamızı yalard ık ama, el açmazdık zenginin sofrası na . . . Vay g idi vayyy. Demek yere düşen yüzü de çiğneyen o lu rmuş . . .
Nezirim, ıbrahimim, Osman ım . . .
Dün gibi , bugün gibi . . . Hepiciği ayan beyan akl ımda . . . Na şurda, şu derenin kenarında eğleşirdiniz. Küreğiniz işinizi severdi . Kanal açar, bent tutard ın ız bahçemize. Işte vebaliniz o günlerin boynuna. Hangi rüzgar esti getirdi bi l inmez. Kı l ıç gibi dört atl ı çıkt ı geldi, şu mezarl ığ ın gediğinden. Omuzları kayışhydı , atları koşumlu. Urubaları. düğmeli , al l ı pu llu gümüşten . Hükümettenmiş namları meğer, mekanları şehirli .
Çift,e davut döğüldü. Vakitsiz ezan okundu. Tel lal sesleri tekrnil yu du çalkadı ortal ığı . Elirniz işini boşadı , kulağ ımızı yokladı . Bi r şey
, var ya, ne dedik? Ortal ığ ı sel bassaaa, gökte bulutun çekirdeği yok. Katım sayım var desek, dahaca vakti gelmedi. Yoksa Mehdi mi inecek gökten? Bir çekilecek mi var yukarı? . Aman kör şeytan, dağı ı dağ ı ı da g i t başımdan . . . Ve cümbür cemaat çıkt ık, vard ık, camiye.
Herkesin dili dolaşkınd ı ağzında. Kaygaııdı . Bir padişah laf ı , bir yukarı lafı edi l irdi . . . Ortalık karışkınmış meğer. Ortalık nere, yukarısı nere bi lmeyiz. Felek, bi lmek hakkın ı köretmiş bizlere. Urbalı lardan biri çıkt ı o rtaya; bir ayağı özengide. Ivedisi , ferman okuyasıy-
435
Anne Hikayeleri ' ----------------
mış . . . "Eeeey millet . . ." der der de, bağırı r durmadan. Sesi kara, sesi çetinsek. "Duyduk duymadık demeyin . . . Seferberlik i lan olundu . Sancağı-şerif açı ldı . Padişah ımızın has buyruğu ; herkes asker olacak . . . Tarladaki çiftçi mesesiyle, dağdaki çoban asas ıyla, bu cenge kat ı lacak . . . Ümmeti Muhammet si lah başı na , gavur üstüne . . . "
Çiftçi mesesiyle , Çoban asasıyla . . .
B i r sürü hesap saymaya başladı ağızlar. "Kur'a"ymış meğer. i 3i 3' lü , i 3 i 4'lü , i S i 5'1L. . Yaşı tutan gidecekmiş . Işte o zaman akan yanlarımız üste geldi yavrularım .. . Ama gene de, bize ne yukandan, aşağıdan . . . Onlarla bir akanmız, kokanmız yok, demedik. Yiğitcek düştük ardlanna. Mezarl ığa gidi ldi . Toplu namaz k ı l ı nd ı . Yol ları mız ı n hay ı r-duası üstüne . . .
Aman dağ ard ına gideler de, yer alt ına gitmeyeler . . .
Dağ ard ı na gideler de, yer alt ına gitmeyeler . . .
Daha taze sabah ı n behri doğmadı . G ü n dağlara varmadı . Anaları ardınızda koydunuz da, aşıp gittiniz, şu dağların yüzünü. Çarık ayağ ın ızdayd ı , ter s ı rt ı n ızda . . . Analarla bir iyice sarmalaşıp koklaşmadan. Konuşmamız ucu ucuna denkleşmeden . . . Gözlerimiz üç o ldu, dört o ldu ard ın ızda.
Daha çocuğumuzun dambaşlan düğün-düzgün bi lmeden . . Eşiğimize ince gelin inmeden. "Oğul" bal ı tatlı olur, torun yüzü görmeden. Ağlamamız işte aynen böylesi . . .
.
Nezirim, ıbrahimim, Osmanım . . .
Oymuş meğer . . . Tam beş kış geçti aradan. Gidişieriniz de oldu da, dönüşlerin iz olmadı yavrular.
Bural ığa gelip-gide adlanm da, Deli Hatice'ye kavuştu mu, ölüleri m .
. Neziri m , ıbrahi mim, Osmanım . . .
Haydi canları ım, canlanl im . . . Bak ananız gene azık getirdi. Sizi bekler. Bekletmeyin sofrasın ı , sabı larım. Oturun, yiyin . . . Yiyin yav-
.436
• b
-----------------� Deli Hatice
ru larım, yiyin . . . Için , su lamn . . . Soframza kuşlar-karıncalar Çökmeden . . . Şu taş Nezir'im içi n ; Nezirim, Nezırim , Neziri m . . . Şu ibrahim'im için , şu Osman' ım . . . Kuru bağı rlarım da et tahtasına döndü mü? Kurban olsun taşlanan böğrüm . . . Her biri nize, kurban . . .
Nezirim, ıbrahimim, Osmanım . . .
Vay gidi vay . . . Demek, ölüler anası o lmakmış kaderim. Demek, şanımız kal ın , alnımız genişmiş kanuna, yazıya. Şimdi o fermanı ! beyleri n-Paşaların boylan neden örtük bizlere? Atları neden görünmez? A, görünmezin görü nüründeki sakl ı lar . . . Sonunda ettiğinizi bil i r misiniz? DOğurduğum seneleri , kur'alara koyanlar şimdi neye bir dil bağ ırnız olmaz, sizinle?
Dağlar . . . A, çiçeği sulu dağlar . . . Sizi kim diker oraya? Temaşanız kime göre? Önünüz neden beni tan ı r da, ardın ız kimi saklar?
Topraaak . . . A, toprak . . . S , rtın kulağın duymaz mı? Görmez misin halimi? Daha ne tutarsın beni üstünde? Neye uğrayıp bir yoklaman o verdiğin emaneti? Ağzımdan çekip alsana canımı? Yoksama senin s ı ran, kararların hep bu mu? O kadar günah l ı olan ben miyim? Ne oldu? Sen de mi yoks
'u llaşt ın? Kefenleri n mi tükendi?
Sık ınt ıma doyurdu n mu sonu nda ; acı i le , ölüm i le, diri m i le . . .
Nezirim, ıbrahimim, Osmanım . . .
Izleriniz sahibini bi lmedi . O g ü n b u gündür, ananızın içi gece, yüreceği kir . . . Ağızlanm tad ını unuttu . Dişim yerinden usandı , çıkt ı
. döküldü . Acıyan yerim ayrı oldu, acıkan yerim . . . Her Allah ' ın günü düşüm al ı r sizleri . "Ana, geleceğiz" dersiniz. Inanı rım. Bugün yarın ,
. bugün yarın . . . Ha geldi ha, ha gelecek ha. Bekliye bekliye kanı m suya kesti , canım umutluğa . . . "Ana açız" dersiniz. "Ana sususuz . . . " Saç kül ledim, saç indirdim ocaktan. Ekmek attım, hamur vurdum sabaha. Yün eği rdim. çifter çifter çorap ördüm, oğullarım giysin diye. Sandık açıp puşu vurdum, yavru lanm gelsin diye . . .
Nezirim, ıbrahimim, Osmanım . . .
Gittiğiniz yerleri bi r bir sorup yerledim. Gelen geçenden gözüm size cayar . . . Sorarım; kimi , "Kafkas" adı söyler, kimi , "Arap uşa-
437
Anne Hikayeleri
ğı"mn içini . . . "Kanal" derlermiş adına. K ıbleymiş yönü. Kummuş alt ın ız. S ıcakmış üstünüz. Oysa buralıkta bahçeniz, ıı,k güneşin alnmda. Toprağ ı mız çatlad ı ; her yanları ağzı kara . . . Kendi kanalı mızdan söküp aldı lar da, hangi kanallara körpe canlarınızı bast ı iar, kurbanlanm . . .
Nezirim, ıbrah imim, Osmanı m . . .
B i r fermanmış dGmek sebep o lan . . . Şimdi evleri miz ölgüıü . Başlarımız kefeniL Her yanlarımız derde kovan . . . Ağıtlanmız ağard ı , sesleri miz kamaşt ı ölümlerin ardmdan.
O gün bu gündür, yolunuza azık taşır ananız. Öldüğünüze gene de güvencim yok benim. Kirazınızın dibi çeker beni . Nere baksam, akl ım size basar, el lerim sizi tutar.
Neden susan, a toprak? Oğullarım nerende? Hangi ucun taşların altı nda? Otlar mı biter üstünde , kökler mi sarar alt ını? Cinsi ne? Kanlannı emen çiçekleri , şimdi kimler koklar, kimler takar yakasına? El leri ne , saçları na kına 'yakan kim şimdi? Sizler öldünüz de, halay başı nda mendi l sallayan kim oldu a, canlanm?
Nezirim, ıbrahimim, Osmanı m . . .
, Çift mi koşarlar üstünüzde? Buğday mı ekerler? Harmanla'n ki
me göre savru lUr? Kervanlar mı çeker tanesini? U lu çanları gümbür gümbür ne söylerler de yerler susar, gök dinler?
"A-gam zen-gifl , Pa-şam zen-gin . . . "
Ne-zi-rim , Ibi-ra-mım, Os-ma-nım . . .
438
. b
------------------- Balkon
BALKON Ömer Seyfettin
Muhsin Bey sofradan kalkınca, büyük ceviz büfeye dayanmış kendi lerini gülümseyerek dinleyen hizmetçiye :
- Elehi , nargi lemi kameriyeye getir, kahyeden evvel. . . Haydi çabuk.
Dedi . Sonra sofradaki lere döndü:
- Çocuklar! S iz de oraya gelin !
Hamdune Han ım - na.rin, süzgün , yaşl ı bir kadın - elmasını soyuyordu. Gözlerini kaldırmadan itiraz etti :
- Daha mehtaba bir saat var. Karanl ıkta ne yapacağız?
- Burası cehennem be !
- Orası cennet mi?
- Isterseniz gelin. Ben burada yanarnam.
- Uğurlar o l�un .
. Bu, şişman bir adamdı ; ihtiyar bir şişman ! Sallana sallana kapıdan çıkt ı . Tekaüt o lduktan sonra doktorlara inat oburluğa, nargileye bir nihayet vermemişti. K ı r sakaimın, daha dökülmemiş kır saçIann ın altmda kıpk ı rmız ı , şiş yanakları onda yalancı bi r s ıhhatin daimi sevincini alevlendirird i . Halbuki on senedir iyi olmaz bir kalb
439
Anne Hikayeleri ---==---------------
hastal ığ ından mustaripti . Maddi ıztı rabı manevi neş'esini bozmamışt ı . Hamdune Han ım, kocasın ın aksi , çok küskün b ir kadınd ı . Her an sebepsiz bir e lem, b i r s ık ınt ı içinde yaşard ı . M eçhul bi r matem sanki ru hunu ebediyyen karartmışt ı . Daima sinirl i , az güler,
' hep heyecan içinde . . . Köşkün kap ıs ı ndan kazara postacı geçse sapsan kesil ird i . Gece gündüz bir felaket haberi bekler gibiydi . Sağındaki oğluna:
- Maşallah , hepimizden genç . . . Dedi . - Genç, deği l , içi ferah ! - Ya yemek yemesine ne dersin? - Fena. Ama ne yapal ım? . "Allah sekizde verdiğini dokuzda
almazmış !" Böyle rahat felsefere dayandıktan sonra . . . Delikanl ı n ın karşıs ında havlusunu katlayan genç kız: - Aman siz de h ep beybabamla uğraş ı rs ın ız . . . Dedi . Sofranın üzerindeki lambamn kırmızı abajurundan süzü
len ziya içinde i ri , mavi gözleriyle, kumral saçlarıyla harikulade güzel görünüyordu. I nce, keten bluzun alt ından, i ri , gürbüz, muntazam bir vücudun , geniş bir göğsün şekli sanki taşıyordu. Bu Hamdune Hanım' ın qaha memede iken al ıp kendine evlat ettiği bir kızd ı . Tam on sekiz sene Muhsin Bey onu Suad'den ayırdetmemiş, belki daha ziyade sevmişti . Bu muhabbet karş ı l ık l ıyd ı . Ai le içinde M uhsın Bey'in taraftan , hatta fedakan Resan'd ı .
Hamdune Han ım: - Sahi s ıcak. Ben de burada duramayacağım! Dedi. Suad sordu : - Nereye anne? - Babanın yanma .. . Siz de gelin ! - Geliriz.
440
-------------------------------------- Balkon
o çıkınca, iki genç yalnız kald ı lar.
Resan arkas ı na dayanmış, gözleri penceri nin d ışarıs ındaki simsiyah bir duman gibi görü nen geceye dalmışt ı . Suad sandalyesinden doğruldu . Onun önüne geldi . Yemek masası na dayand ı . Resan' ın gözleri hala dald ığ ı yerden kurtu lamıyordu. El ini tuttu.
- Bu dalg ı nl ık ne, Resan?
- Hiç.
- Söyle söyle.
Genç kızın gözleri sanki yorulmuştu. Suad' ın el lerinden çektiği eliyle gözlerini oğuşturdu .
- Bu karanl ıkları hiç sevmiyorum. Bana öyle geliyor ki , bütün felaketler hep bu y ı ld ızsız, ays ız gece'lerin içinde sakl ı !
- Gayet şairane, yani gayet yanlış bir fiki r.
- Ne ise, ben burada oturacağım , istersen sen bahçeye çık.
- Ben de burada otururum, cicim.
Şık, genç, demin annesinin kalkt ığı sandalyeyi Resan'm yanına çekti . Beyaz fanile pantalonun üzerinde ince, lacivert bir ceket vardı . Cebinden narin bir tabaka çıkard ı . Içinden bi r sigara ald ı , genç kıza verdi .
- Istemem, canı m istemiyor . . .
- AI, al, karanl ık düşman. lçmeğe başlayı nca i ster!
Sigarayı kendi eliyle Resan' ın güzel dudaklanna dokundurdu . Bir kibrit çaktı . Evvela onunkini , sonra kendisininkini yaktl . Ç ıkan dumanlar içinden derin derin birbirlerine bakt ı lar. Küçükten, pek küçüktenberi sevişiyorlard ı ! Suad :
.
- Yalnız karanlık deği l , dedi , sende başka bir şey var.
- Ne gibi ?
441
Anne Hikayeleri -��--�-------�..."...;.
- Halinde bir d u rgunluk.
- Hiçbi r şey yok!
- Var, var, söyle .
- Ne olabi li r?
-Bili r miyim?
Resan aral ık kapıya baktı :
- Tabii, zaten sana söyleyecektim.
Dedi . Suad duraksadR :
- Söyle Resancığ ım.
Içeri gi ren h izmetçi kız tabakları toplamağa başladı . Büfenin önüne istif etti . Örtüyü kaldı rd ı . D ışarı çıkınca:
Suad tekrar:
- Ne söyleyeceksin bakalı m?
Diye genç kıza şefkatle baktı . Resan öyle ince yapmacıkı l , aktris tavırl ı , sahte bir kız değildi . Son derece hassas, doğru, samimi, serbestti . Ağ ır bir seda i le :
- Artık evlenmeliyiz, Suad . . .
Dedi .
- Elbet, Resan'cığ ım. Bu zaten bizim yegane emelimiz deği l mi?
- Evet, fakat hemen evlenmeliyiz, hemen. Bu ay, hatta. bu h afta içi nde .
- Iki üç ay kalmaz diplomamı alacağım. Daha mektepte iken evlenivermek bana bi raz mahalle çocukluğu gibi geliyor.
- Mecbüru?:.
- Niçin?
442
• b
------------------- Balkon
� Çünkü . . . Genç kız gözleri ni önüne indirdi . Uzun, kumral kirpikleri gözle-
rini göstermiyordu. - çocuğumuz doğacak! Dedi. - Gebe misin , cici m? - Evet. - Pekala, öyle ise, hemen evlenelim. Sakın üzülme. Bu ay, bu
hafta değiL . HemE!n yarın ! - Yarın m ı ? - Yarın val iah i . . . Birbirlerine sarı ld ı lar. Suad dikkat etti. O daha ziyade güzel leş
miş , büyümüş, kadmiaşmış, bir harika olmuştu . . . - Resan'c ığ ım, sen biraz yukarı , yahut bahçeye çık, ben an
nemi çağı ray ım. Hemeo meseleyi açayım. .
- Fakat. . . - Fakat ı , makatı yok. Bi liyorsun, ben sab ı rs ız ım. Sabaha bir-
şeyi b ırakamam. Hakikaten Suad son derece aceleciydi . Akl ı na geleni yapar,
ani, asabi hareketlerle herkesi şaş ı rttı . Erenköyü'nün en namdar bir sporcusu say ı l i rd I . Cesurdu . Ufak bi rşeyden heyecana gel ir , ehemmiyetsiz bir laftan büyük bir kavga çıkarır, en teh likeli tecrübelere gözünü k ı rpmadan atı l ı rd ı . Resan' ı n kalkmasm ı beklemedi.
- Eleni ! . . Diye seslendi. Hizmetçi kız gelince; "Git, annemi çağır, hemen
gelsin !" dedi . Resa�' la tekrar kuc�klaşt ı lar. , Harlldune Han ım odaya girer gi rmez : "
443
Anne Hikayeleri ---------------- Ne var Al lahaşkına, Suad?
Diye durdu . Yüzü sapsarı kesi lmişti . Meçhulden ürken bu kad ın için "Çabuk, hemen, "şimdi" gibi kelimelerin içinde mutlaka bir felaket gizliydi . Suad:
.
- Otur, anneciğim, sana sevinçli bir şey söyleyeceğim . . .
Dedi .
- Söyle bakayı m . . .
- Ben Resan' ı alacağım.
Solgun kad ı n ı n yüzü gülümsed i :
- Hay ı rd ı r i nşallah , rü'ya m ı gördün? Böyle birdenbire . . .
- Yok, hakikat. Hem de hemen yarın alacağ ı m . . .
- Aman, Suad deli l iği b ı rak. Bu acele ne?
- Anneciğim, sen benim tabiat ımı bil i rsin. Aklı ma birşey koy-dum mu , hemen yapmalıyım.
- Ey Resan'a birşey söyledin mi? . .
- O da beni seviyor !
- Pekala ama, hazırl ıksız, nişansız, filan . . . Herkes bize deli di-yecek . . .
- Ne derslerse desinler, herkes benim umu ru mda deği l !
- Yok,. yok, b u o lamaz.
- Olacak, anne ! . . Söyle, sen bu izdivaca razı değil misin?
- Tabii razıy ım . . .
-:- O halde yarın ın, öbürgünün ne ehemmiyeti var?
- Vakıa hiç . . .
- Öyle i se niçi n beni kınyorsun?
Hamdune Hanım oğluna gülümseyerek bakt ı . Bu şımarık ço-
444
------------------- Balkon
cU,k onu gönlüne hakimdi . Doğduğundanberi ne isterse yaptı r ırd ı . Yavaş yavaş içinde b i r sevinç duynu. Resan' ı da kendi kızıymış gibi severd i . Hakikaten bu , mes'ut bir izdivaç olacakt ı . Yuvanı n kuşlan başka yerlere gitmeyecek eski ahenk bozulmayacaktı , damat gibi , gel in gibi yabancı ruh lar bu küçük ailenin harimine girmeyecektL
- Memnunsun ya, anneciğim.
- Çok.
- Şimdi Resan' ı çağı ral im.
- çağ ır.
Suad, d ışarı f ırlad ı . Resan', aldı , getirdi . Ciddi kız kıpkırmızıyd i . Hamdune Hanım onlara birçok güzel sözler söyledi . Kendi hissiyat ın ı anlatt ı . Art ık sinirieri geçmişti . Gülüyordu. " Işte ben sizi bu akşamdan itibaren birbirinize veriyorum!" dedi ve Resan'la Suad' m ellerini bi rleştirdi .
- Fakat bir halka olsun takamıyorsunuz. Suad bu senin deli li-ğin . . . diyordu .
- Güç olsun da, geç o lmasın , anneciğim.
- Haydi deli . .
Konuşurlarken d ışarıda, kameriyedeki Muhsin Bey'i unutmuşlard ı .
Suat :
- Babam b u karanmızı duyarsa kimbi li r n e kadar sevine-cek!
Dedi . Hamdune Han ım:
- Çı ld ı racak!
Diye güldü . O vakit Suad'a bir fikir geldi . Annesi ona bu karam söyleyecekti . Sonra kendi leri de onun karşıs ına çıkıvereceklerdi . M uhsin Bey gayet şen , gayet neşeli , adeta çocuk gibi bi r adamdı . ' Ailenin ası l reisi Hamdune Hammd! . Hatta bu izdivaç için Muhsin
445
Anne Hikayeleri ----------------
Bey'ni reylne bi le �üzum görmüyorlard l . Yaln ız nası l sevineceğini görmek için haber vereceklerdi .
-- Anne, dedi . Sen şimdi babamın nargilesini yukarıya gönderti rsin. Biz de Resan' la beraber balkona çıkarız. Perdeleri indiririz. Sen işi açarsın . O çocukça sıçramağa, ellerini çırpmağa başladığı
, zaman biz arkası ndan çıkıveri riz.
Resan bunu istemiyordu :
-- Tiyatro oynar gibi . Ne olacak sanki bu !
-- Hiç, Resan'c ığ ım. Babam seni de , beni de kucaklayacak, öpecek, işte bu !
Hamdune Han ım:
-- Babana birdenbire sevinçli b i r haber vermek yasak Olduğu-nu unutma!
Dedi .
- Yavaş yavaş açars ın .
- Peki . . . Bari s iz önden ç ık ın . Ben de onu yukarıya alayım.
-- Haydi anneciğim , benim cici anneciğim .
Suad kocaman bi r bebek beceriksizliğiyle annesine sarı ldı . Kı rlaşmiş saçlarından, soluk alnından öptü. Annesi d ışarıya çıkınca aynı şefkatle Resan' , kucakladı .
- Fakat, Suad, ben b u balkona saklanmayal ım, diyorum.
- Niçin , cicim?
- Yapma Resancığ ım. Mes'ut mes'ut güleceğiz. Babamın se-vincini seyredeceğiz. Sana artık nas ı l sataşmayacak, neler söylemeyecek? Geli n hanım, gel in hanım, diye.
-- S4at , �alko na çl�rnayaIJm.
--Yapma cicim. -, . . ; , � Çıkmayal im.
446
-------------------------------------- Balkon
- Haydi , haydi . Babamdan evvel davranal ım. B izi görme-s,in .
Delikanl ı Resan'in kollarından tuttu . Adeta onu zorla sürükledi . "Seni karanl ığa al ışt ı racağı m" d iyordu. Yüksek bir merdivenden çıkt ı lar, yüksek tavanh bir salondan geçti ler. Suad ortadaki lambayı açt ı . Iki pencere arasındaki balkonun ağır perdelerini indirdi. Köşedeki bir koltuğu açık pencereye doğru çevirdi . Tam bu s ı rada Eleni de büyük beyin nargilesini getirmişti . Suad onu da yerine koydu.
- Haydi şimdi aktörleri bekleyelim, diye Resan' , balkona çek-t i .
Hava son derece karanl ıktı . Civar köşklerin aydınl ıklan can çekişen ateş böcekleri gibi hasta, donuk bir ziya i le parl ıyordu. Suat
, yannki karıs ın ı kucakladı . Genç kız, gözlerini yummuştu . Açsa sanki yaşlar dökü lecekti . O kadar mes'utlu.
w w w
- Rutubet var.
- Siz zaten hep beni rahatsız etmeğe çal ış ı rsınız. Yemeğime karış ı rs ınız. !çirtmezsiniz. Uyutmazsın ız. Sanki dünyaya kazık kakacakmışım gibi !
- Burada otursak ne olur?
Muhsi n Bey pencereye dönen ko�uğa çöktü. Hamdune Hanım nargi lenin marpucunu çözerek kocasına uzatt ı :
- AI memeni !
- Haydi bakal ım bunu da çok görün.
Konuşmağa başladı lar. Hamdune Hanım, daima meyus yaşayan sinirl i i nsanların neş'eli zamanlarındaki heyecanl ı tavı rlariyle yavaş yavaş işi açıyordu.Suaı' ın büyüdüğünden bahsetti . Çabuk evlenirse çok iyi o lacakt ı . Fakat Resan'a h iç kıyamıyordu . D ışarı vermeyecekti . Muhsin Bey: " Iç güvey alı rız" dedi . Fakat Hamdune Hanım, Suad'e de kıyamıyordu. Muhsin Bey: "Gelini de yanı mıza
447
Anne Hikayeleri
alı rız" dedi.
Hamdune Han ı m :
- B u kadar uzun külfetlere n e , Iüzum var? diye güldü. Ben bu meseleyi birdenbire halletmenini kolay ım buldum.
- Nası L .
Yan ımıza ayrı bir iç güvey, ayrı b i r gelin alacağımıza . . .
- Ey?
- Suad'e Resan ' ı al ıveri riz, vesselam.
Muhsin Beyin marpucu elinden düştü. Ağ ı r hareketlerle onu yerden al ı rken :
- Ne münasebetsiz şeyler düşünüyorsun, han ım!
Dedi .
- Neden münasebetsiz olsun .
- Münasebetsiz ya!
Balkondaki aşıklar da, .tıpkı Hamdune Hanım gibi, bu bekleni lmez tavırdan şaşırmışlard ı . Muhsin Bey'in sevineceğini, el lerin i birbirine çarparak çocuk gibi kalkıp ,hepsinin boynuna sanlacağın ı bekliyorlard ı . Hamdune Hanım, konuştukların ı işiten balkondakileri çok üzmemek istedi :
� Sen uyuyorsun , Bey!
Dedi.
- Ne demek?
-:- Ben Suad'le Resan'ı bi rbirlerine verdim bile !
Muhsi n Bey, bu sefer marpucu el inden att ı . Doğru ldu . Yüzü kıpkırmızı oldu .
- Bu izdivaç kat'iyyen olamaz!
Hamdune Han ı m yine sinirlendi :
448
• b
-------------------- Balkon
- Oldu bi le . . .
Dedi .
- Olamaz, diyorum . .
I htiyarın çehresi fena halde bozulmuştu . Balkondakilerin kalbleri çarpıyordu. Bu hiç beklemedikleri müri'laneat onları şaşı rtmışt ı . Resan h ıçkırmağa başlad ı . Suad onu öpüyor: "Korkma cicim. Ne ehemmiyeti var? Yarın senin le burayı terkeder, başka yere gideriz , " diyordu . Hamdune Han ım da içeride kocasıyle münakaşayı azıft ı lar. Muhsin Bey, bir türlü niçin bu izdivaca razı olmadığın ı söy- '
lemiyordu .
Karıs ı· onu zorladıkça yalnız : "Olamaz, olamaz , ben sağken buna imkan yoktur!" diye bağırıyordu . Hamdune Han,m, n�hayet iki gencin birbirlerini sevdiklerini, izdivaç etmezlerse bedbaht olacaklan nı söyledi :
- Sebebsiz bir mümaneatle iki genci meyus etmekten ne fayda?
- Sebep var, diyorum, ı srar etme!
- Söyle o sebebi !
- Söyletme, diyoru m !
-- Söyleyeceksin !
o vakit Muhsin Bey boğuk bir sesle karıs ına:
- Madem ki istiyorsun, söyleyeyim işte, dedi . Hani yirmi sene evvel , h enüz seninle yeni kan koca iken ben ızmir'e malmüdürü tayin olunmuştum. Hat ı rl ıyorsun ya?
- Hat ı rl ıyorum.
- ıstanbu l'dan yaln ız gittim, sen gelmedin .
- Evet.
- Sana h er hafta mektup yazdım, çağ ı rd ım, yalvard ım, yakar-d ı m gelmedin .
- Gelernezdim. Annemi ölüm döşeğinde nas ı l b ı rakı rd ım?
449
Anne Hikayeleri ----------------
- Işte o bir sene içinde ben sana kızdığımdan ızmir'de başka bir kad ınla evlenmişt im ! . .
- ! ! ! . .
- B u sı rrı tam yırmi sene sakladım. Yine senin zorunla söylü-yorum. Bu kadın doğururken öldü . Resan işte onun kızıdır. Suadiın kardeşidir. An-Iadı n mı ?
Hamdune Hanı m bembeyaz kesi ldi . Balkonda büyük bir gurultü , acı bir feryat koptu . Kan koca, ikisi de yerinden sıçradı lar. Perdeyi açt ı lar. Resanla Suad birbirlerini parçalayacaklarmış gibi boğuşuyorlard ı .
- Olmaz, dur!
- B ı rak, beni b ı rak!
Resan i nanı lmaz bir hamle i le sporcu genci balkonun eşiğine çarptı , sonra adeta beyaz bir alev gibi balkonun kenarından karanhğ ı n içine fı rladı . Bahçenin çaki llarma düşen b�r vücudun derin , ağı r sesini dehşetle duyduiar. Suad , daha doğrulmamişt ı . Muhsin Bey ellerini boğa.zına götürdü . Birdenbire arkası üstü yuvarlandı . Hamdune Hanım, onu oturtmağa çal ış ırken gayr-i ihtiyari gözlerini balkona çevirdi . Oğlu, sevgili Suad' ı da l<orkunç karanlıkarın içinde kaybolmuştu.
***
Biraz sonra . . . Siyah ağaçlar ın arkasından doğan kan renginde bir ay, balkonun kenarında, �-<endini tutmak isteyenlerin arası nda, saçları dağ ı lmış , gözleri yerleri nden fırlamı ş , san , perişan bir hayal in aşağıya bakıp kahkahalar att ığ ın ı gördü . . .
450
__________ �=m= _____ _=__ İlk Namaz
.� Aralik 1 320
NAMAZ Ömer Seyfetti n
Oh, bu sabah ne kadar soğuktu, yatağ ımın hararetlerini terkettiğim vakit, çı lg ı n f ır1lnalarla haykı rarak, tehditkar rüzgarlarla camlan döğerel" gecen gecenin bütün bürOdetinl massetmiş olan soğuk terliklere ç ıplak ayaklarımı sokunca, içimde bakıyye-i leyl bi r üşümenin titrediğini h issettim. Hizmetçim tabii uyuyordu , onu bu yakıcı soğukta sıcak yatağından kald ı rmağa acı rd ım. Odamın kapıs ın ı açtım: Dışarıda kesici ve parçalayıcı k ış ın , müfteris soğukları yüzümü ve el lerimi tokatladı lar. Bu merhametsiz tokatlar ın alt ında kol lar ım! sıvadım. Abdestimi ald ı m. Odama dönünce yalancı bir sıcakl ık, bi r nefes-i teselli gibi , havlunun alt ından kolları ma, yü·· züma, ıs lanmış saçlanma temas ediyordu. Daha fecr-i sadık uyanmamiştl . Fecr-i kazibin donuk, k ı rmızı sükOneti gecenin seradik-i . zalam-ı baridini parçalayarak büyüyor ve genişliyordu . Pencereye dayandım. Önümde, tır-i payimdeki bütun evler, ebedı bir uykunun uyanı lmaz kabusların ı itmam ediyor gibi camid ve bı-hayat, duruyoriard ı . Deniz, na-mahdut bir incimad-ı laciverdı i le uyuyor ve fecrin zail gölgeleriyle titreyen uzak ve sisli sahi llere beyaz dalgalarıyle nih ayetsiz bir haU- ı fas ı ı çiziyordu .
Evlerin arasında fakir ve naçiz, fakat bir azamet-j ma'neviye ile semaya doğru yükselen Eski Camii 'nin küçük ve i htiyar minaresi daha boştu . Sonra . . . Bu dakika-i ezeliyette, bütün o intiha-j leyal
451
Anne Hikayeleri ---------------
sincabi zu lmetler, mai bir .şeffafiyet-i sürh gibi takattur ederken, minarenin şerefesinde genç müezzinin zı ll-ı zaifi hareket etti. Ben h ırkama bütün bütün büründüm. Soğuktan büzülmüş ve 'mütefekkir, bu kainat-ı melU l ve esmere karşı unutulmaz bir hitab-ı uluhiyetin hatırası gibi derinden akis ve ruh umu lerze-riz-i haşyet eden ezanı dinlerken , onbeş senedir kalkabildiğim bu büyük ve mebşu'-I ruhaniyet sabahların birincisini düşünüyordum. Ah, onbeş sene evvel . . .
***
Şimdi muhit-j tesellisinden ne kadar uzak buiund�ğum annem, dünyada en sevdiğim, dünyada yegane prestiş ettiğ im bu vücud-ı muhterem, işte derhatır ediyorum, onbeş sene ewel Qeni i lk sabah namazına kaldı rm ış idi . Galiba yine böyle bir kışt ı . Onu n odasına bitişik o lan küçük odamdaki küçük karyolamda uyurken bir buse-i esma u har gibi alnı mı okşayan nazik eliyle, nazik ince parmaklarıy-
, le saçlarımı tarayarak:
- Haydi Ömer'ciğim kalk, demişti , kalk, haydi yavrucuğum.
Ben gözlerimi açmıştım. Köşedeki küçük yazıtlanemin üzerinde yanan küçük gece kandili - ah bunu unutamam, bu bir kedi kafası idi - iki pencerel! olan odamın beyaz, muşamba perdelerinin esmerlikleri ni aydınlat ıyor ve yeşil camdan gözleriyle bakıyordu.
- Fakat anneciğim, demiştim, daha gece . . .
Her vakit öptüğü yerden , sol kaşımın ucundan tekrar öperek :
- Yok yavrucuğum, saat oniki , sonra vakit geçer . . .
Diye koltuklanmdan tutarak kaldırdı . Içi fanileli küçük terliklerimi giyerek ve gözlerimi yumruklarımla uğuşturarak onu takibeHim. Karanl ık sofada bir lahza da geçerek odasına girdik. Bağdaş kurmuş bir zenciye benzeyen siyah ve alçak soba gürü ltüyle yanıyordu .
- Aa . . . Pervin de kalkmış . . .
452
------------------ İlk Namaz
Pervin - hizetçimizdi - elindeki sarı güğümü sobanın üzerinden indiriyordu. Onun kalkacağı na hiç ihtimal veremezdim. Annem demişti ki :
- Pervin her sabah kaıkar. Ben h iç kalkmad ığ ım halde onun her sabah k�lkması na taac
cüp ettim. H ı rkamı ç ıkard ı lar, kollarım ı sıvadı lar, abdest leğenin in \ yanı na çömeldim anneciğim :
- Öyle yoru lursun, diye küçük bir iskemleyi alt ıma koydu, ona oturdum. - Haydi , besmele çek! . . Pervin ı l ı k suyu el lerime döküyor, annem baş ucumda. - Yüzünü . . . Kolların ı , y ine üç defa . . . Diye f ısı ld ıyor, u nuttukça: - Aa, hani maşma mesh? .. ,
Gibi ihtarlarla yanl ışlarımı bana tekrar ettiriyordu . Abdest bitince annemle beraber yavaş bir sesle namaz duaların ı okuyarak kollarım ı ve yüzümü kuru !ad ık, Pervin de ayaklarım ı kurulad ı . Ve çoraplanmı giydirdi . I s ınmak için sobanı n önüne gitmiştim. Arkama dönünce, annemi , arakiye seccadeyi açıyor gördüm . . . Sonra başı na yeşil baş ö rtüsünü örterek beni çağ ı rmışt ı :
- Gel . . . Gittim . Küçücük ben, onunla bir seccadede, bi r yavru samimi
yet ve saadetiyle o muazzez, hassas anne vücudunun yan ında durdum. I ki lal< ı rd ı i le , bana, yapacağ ım ı , evvelden öğrettikleri ni tekrar etti :
- Iki rekat sünnet. . . . Gece öğrendiklerini zammet, unutmad ın ya? . .
- Hayı r. . . - H aydi . . .
453
Anne Hikayeleri
O, iftitah tekbirin i el lerini omzularına kaldı rarak kad ı n gibi yaparken , ben de gayr-:i i htiyari onu taklid etmiştim. Sünneti bitirdikten sonra, bana , gözlerinin nCışin ve nafiz bir tebessümü i le gülerek :
- Yavrum, demişti , sen kad ın mıs ın . . . Kad ın lar öyle başlar, sen �rkeksin , el leri ni kulaklarına götüreceksin .
Ve hararetli e lleriyl� benim küçük e llerimi kulaklarıma kaldı rarak :
--- I şte böyle .. .
Diyerek erkek iftitah ını öğrett i . Ben de tekbiri öyle al ıp annemden farkım ı , niçin erkek olduğumu , erkekliğin ne olduğunu , erkek olmanın yaln ız küçük k ızlar ı döğmek ve onlara hakim olmaktan başka da farkları o lacağ ın ı düşünerek namazı biti rdim .
Dua ederken sordum ki :
- Nas ı l dua edeceğim anne . . .
O dua ediyor ve dudaklan hareket ettikçe baş örtüsü de i htizaz eder gibi o luyordu . Baş ın ı sailaçiı , duas ın ı bitirdikten sonra, daha hala hat ı r ımda:
-"- Eweia Islam o lduğum için ey cenab-ı vacibü'l-vücut hazretleri sana hamd ederim, de . . . Sonra vatanımızın düşmanların ı perişan etmeni senden istirham ederim, de . . . Sonra da bütün eziyet çeken, hasta o lan, felakette bulunan, fakir olan Müslümanların selamet ve s ıhhatlerini senden temenni ederim, de . . . kendin için, kendi iyi olman ve şeytanı n yalanlarına aldanmaman için dua et!
Demişti. Ben bu basit ve Türçe duayı , annemin dolabındaki bir. bi ri üstüne duran ve karışt ı rmakl ığ ım "dua kitaplandı r, sak ın i işme!" i htarı i le daima men olunan, yıpranmış, Arapça ve esrel i üstünlü kitaplan derhat ı r ederek içimden söyledim, fati ha . . .
Annem seccadeyi toplayarak bana uyuyup uyumayacağımı
454
• l:-
------------�------ İlk Namaz
sordu , uykum var m ıyd ı? Bunu bi lmiyordum . . . Cevap vermedim. - Haydi öyleyse , git kitab ın ı getir, dersini dinleyeyim. - Peki . Art ık esmer ve duman gibi bir ayd ın l ıkla tenevvür eden sofa
dan h ızla geçtim. Odamm perdeleri biraz beyazlaşmış, küçük gece i<andi lin in yeşi l gözleri sönerek siyah iki nokta gibi kalmış ; sanki, geceleri kendisine bakarak uyuduğum bu kedi kafası q lmüş, ter1<-j hayat etmişti . Yazıhanernin üstünde açık duran kitabım ı kapt ım, annemin yanına koştum, h iç yan l ış ım ç ıkmad ı . Annem geceleri derdi k i :
- Yatmazdan ewel dersini üç defa oku, yavrum, uyurken melaikeler sana onu öğreti r.
O melaikeler bu gece de, uykumda bana dersim! öğretmişlerdi . Annem müşfik aferinlerle saçlarımı okşadı . Ve : '
- Daha mektebe çok vakit var. Diye beni kendi yatağına yat ı rd ı . Uykum yoktu. annerne bakı
yordum. Yeşi l b.aş örtüsü başı nda, bu zu lmet-i münevvere içinde, bir hayal gibi hareket ederek Kur'an'mı aldı ve pencerenin kenarı na, geniş sed i re oturarak mühtez ve rakik sesi i le Wavete başlad ı . Ruhumda bir aks-eni n-i şiir alOd bırakan b u güzel sesi dinleyerek . . . Büyük, yeşi l baş örtüsünün altı nda, tıpkı ölen b i r hemşireme benzeyen güzel ve asım çehresini görerek . . . ve yavaş yavaş sallanan baş ını n aheng-i hafif-i münacitt ın ı seyrederek dal ıyordum. Perdelenn altından görülen dumani ı sema gittikçe aydın lanıyor, geç kalmış birkaç y ı ld ız J<oyu lacivert bi r atlasa düşmüş maı ve nadide elmaslar gibi parl ıyor, vapesın-i maı neşrederek parI Iyorlard ı . Annemi bir meleğe benzetiyordum. Bu tahayyül le melaikeleri düşünerek . . . Kur'an okuyan annemin şimdi etrafı na toplanmalan gereken ıme laikeleri müşahede ediyorum zannederek dal ıyordum. Yüzümün üstünde, ahi rette gü! ler bitecek ve cehenneme g irecek o lu rsam kat'iyyen yanmayacaı, olan sol kaşımın ucunda tatlı bir ürper
. me duyuyor, sonra annemin münevver bir zanbak ayd ınl ığ ıyle par. layan dudak ları n ı n k ımı ldanmas ına bakarak . . . ; o görü lemeyen
455
Anne Hikayeleri --�------------
melaike kanatların ı n saçlarıma, annemin şimdi Kur'an tutan i nce parmaklarıyla okşad ığ ı sarı ve çok saçlarıma dokunduğunu h isseder gibi o luyor ve dal ıyordum.
* * *
Ah, onbeş sene ewelki sabavet ve şimdiki ben . . . Tatsız, neşvesiz, muhabbetsiz , aşksız ve heyecansız, herşeysiz, boş bir h içten daha boş geçen h ayat-ı serma-yı taabaıud . . . Şimdi mülevves emelleriyle , h ırslarla, h akikatte k ıymetsiz olan baidü' l-vusul arzu larla, has ı l i bütün bunların bir icmal-i mebhCıtu olan o seebpsiz ve tah ammü lsüz bikararl ıklarla mecrOh olan ruhum, mecruh oian kalbim ve maneviyetim . . . Şimdi , daha bu gece görülmüş gibi , o nbeş saniye evvel görülmüş ruhani bir ru'ya-yı kıymetdar gibi saadetleri unutulamayan ve zaten velvelei i ve husranhiz bir ru'ya olan bu ömr-i fani içinde yaln ız kabus olmayan sabavet ve hat ı ratı . . . Şimdi düşünüyorum ki , hayatta en muztar ve şefkatsiz mazilerin güzariş-i ademinden mütehass ı l ne garip bir hiçl ik, ne zevalperver ve pür hayal bi r beyhudelik, ne müphem, ne esrar alud bir sür'at var! . . .
456
• h·
Çocuk
ÇOCUK Rasim ÖZDENÖREN
Gökyüzü patlayacak kadar dolmuş muydu, nedir, m ıymmtı bir karanl ıkla? Koy'un oralardan, dalgacıklar acımadan camları k ı rarak seslerini odanın içine kadar uzatıyor, köşede bezginlikten titrey,erek yanan mumun çevresinde pervaneler gibi dolan ıyordu. Bir de o , çevrelerini bir haksızl ık gibi saran korkunç karanl ığ ın içinde, dev ceviz ağaçları n ı n oradalarmış gibi ge len yarasaların merhametsiz ciyaklamaları . . . yüzüne, şaşkın l ıkla, ünlü Çin işkencesinde o lduğu gibi , bell i bir korkuyu düzenli aralıklarla püskürtüyordu . Duvann ç ıkı nt ıs ından vmlayarak bir sinek kalkt ı , çocuk, onun tavandan sarkan örümcekli sicimin üstüne konduğunu düşündü. Ve hiç bi r işe yaramayordu bu . Ne kötü. Düş mü görüyordu, n'olmuştu kendisine, herkeslere? Bir daha hiç bulamamacası na sevgili oyuncaklar ın ı mı kaybetmişti? Karanl ı k bast ı rd ığ ından beri koy'dan mavnalann boğuk sesleri , uzaktan ve yorgun , hasta babasın ın h ı rı lt ı lar ı gibi h iç eksi lmemişti . Bir gül açar gibi b i r şey değişmişti , minicik dünyasında ü rperti lerle karışan bir şeyler, "hemen o anda" bir tüy darbesiyle bi linmezliğinin içine yaslanarak, biraz da öteye beriye korkular salarak, arkadaşların ın garip ve şaş ı rmış bakışların ın içinde, nas ı l olmuştu , dayıs ın ın ge lişiyle, amcasın ın kocaman b ı yıklarından akan suskunlukla bir şey başkalaşmışt ı . Oda, içine kapanmış perdeyle, kendisine dalg ın eşyayla t ıkabasa doluydu, korku muydu bu; ama geceleyin aşağı inerken duyduğu şeye benzemiyordu. Birden kaçmak isterdi o zaman. (O da başkalaşmış). Şim-
457
Anne Hikayeleri
di büzülüyordu, ufahyo l'du , tortop o lmak istiyordu yatağı nda. Annesi ağlamışt ! . Yanı na döndü . Tülü köpeği kırmızı boncuk gözleriyle bakıyordu . Arkası ndan vagonlan ayrı lmış treni , raydan çıkmış, devri lmişti . Adam olmayacak bu , diye geçirdi . Zaten bir günden bir güne doğru dürüst çal ışmadı . Sonra tü lünün boncuk gözleriyle karşı laşt ı . El ine alıp mıncıklamak istedi . Mum titredikçe k ı rmızı ışiklar gelip geçiyordu W lünün gözlerinden. Bakma tülü, öyle bakma, diye söylendi . Yalvanş dol u bir sesle yüklendi içi . Ne o lmuştu acaba? Her yana sinmiş bu sessizlik yabansı duruşuyla dünyanın ortasına lök gibi dine lmişti . Tülü bakıyor, boyuna karanl ığı t ı rmıkl ıyordu k ı rm ız ı gözleriyle. Başka zaman o lsa öfketanird i ona, f ı rlatıp atal'da bir köşeye. Az ötesinde annesi yatıyordu. Yan odaya da bazı bayramlarda olduğu gibi , uzaktan yakından gelen akrabaları yerleşmişlerdi . Usu lca kalkt ı , kapıyı açıp aşağı i ndi . Herkes ve herşey uyumuştu . Yan odanın kapı aral iklarından ış ık sızıyordu. Mutfağı n kap ıs ı g ıc ı rdad l ,.açı l ı rken . Geçip ayakyolunu buldu . Geri döndü. -Dönerken babasın ın büyük, aski , kara kunduralanna takı ldı ayağı . Birden gördü kundura lan v e işte o zaman çok iyi tanıd ığ ı korku , içinden bir demi rci balyozu gibi ayağa kalkt ı . Arkası ndan iti l iyormuşcası na koşarak ç ıkt ı merdivenleri , Kapıyı h ızla açıp çarparak kapattı ve yatağma attı kendisini. (Babası ) . Yorganmı gözlerine çekerken anne uyandL Tam o s ı rada, duvara ası lmış, babas ın ın kocaman, gülen resmiyle karşı laştı . Çok tuhaf bir biçimde gülüyordu . Bütün bu anlamsızlarta o lup biten leri , bu vıcık vicık karanl ık geceyi , oradan gözleriyle yöneten oydu sanki . Gözlerinin ta içine, dibine bakıyordu ; tü!ü vard ı , başJ<alan vardı , neden hep kendisine .. (anne neden böyle) kesecek gibi. .. hiç böyle yapmazdl . (Babas ı !) Demek babas ı . . . yıvlŞ ık bir karanl ığa bulanmış suratıyla sapsan mum ışıkları içinde kocaman kunduralanyla gür kaşları ve h ı rı lt ıyla açı l ıp kapanan dudaktarı -döşeğindeyken nas ı l da çeki lmiş büzülmüş bedeni şimdi en canlı duruşuyla karş ıs ında olarak� boşluğu kemiriyor gibi gözleri i le Em korkunç biçiminin içine sığ ınmış, oydu demek. "Ne o luyor?" diyerek yekindi annesi . Bakt ı , ama sesini çıkarmad ı . B i r çengel gibi kıvrıhp takı lmış soru gittikçe sivri l ip sertleşerek engel o ldu . Anesi kalkt ı , s ı rtı nda ağı r bi r yorgunluğu sürükleyerek yan ına geldi . Her gün tahta si lmekten, bu laş ık, çamaşı r y ıkamaktan
458
Çocuk
pörsümüş ellerini baş ın ın üstünde, saçlarında dolaşt ı rd ı . "Uyu" dedi . annesinin yüzüne baktı , bi r şeyi anlamak istiyordu ; aa bir türlü ' bu lamıyordu onu . Islak gözleri görünüyordu annesini n (sen niye uyumad ın?) . "Hadi art ık." B ı rakıp çeki ldi yatağı na. Annesinin sesinde duyduğu güvenle yastığ ına yasladı s ı rtı n ı . Eşya biraz daha duruklaşmış, biraz da berraklaşmışt l . Ama kafasına bir tığ gibi takıl ıp kalmış o şey neydi , o soru neydi? Ah, neden bu kadar aptaldı , Tannm? Tülüyü yakalad ı . Bakma, öyle bakma bana. Öfkeyle ku-, Iakların ı çekiştirdi . Sonra s ı rt ı n ı kendine döndürerek trenin üstüne b ırakt ı . Babası hep o korkunçluğunun içinde, duvardan , gözlerin i dikmiş , ç l ld ir1acakmış gibi gü ıümsüyordu . (Bu babam değ i l benim) . Kır ı l ıp dağı lan eşyanın içinde bir çizgiyi yakaiar gibi oimuştu . H ı rçın bir ses yükseldi boğazına. Huysuzlanarak:
- Anne, diye seslendi . Annesi incecik yatıyordu. - Ölü baba ne demek anne? Karanl ık bir şimşek gibi s ıyrı l ıp geçti bir boşluğun üstünden ve '
mum ış ığ ın ı şöyle bir k ırpışt ırarak uzaklaşt ı . Annesi yastığında baş ın ı kald ırmış, gözleri i ri iri açık, kendisine bakıyordu. Araları nda, anlamsız bir perdeyle doğru lmuşlar, zamanın içinde yiten , eriyip giden bir şeyle karşi karşıya diki lmişlerdi . Hava sebepsiz bir yumuşamayla ezi lmişti . Anne, hep çocuğu bakarak:
- Bir şey yok yavrum, bir şey yok, dedi , uyu art ık. Çocuk o zaman birden yorganı baş ına çekti ve bütün gücü i le
ağz ı na bastı rarak, kendini tutmağa çal ı şarak ağlamaya başlad ı .
459
Anne Hikayeleri
KUNDAK Rasim ÖZDENÖREN
Rüzgar azgı n uğultusuyla avluda dört dönüyordu. Yağmur, camı durmadan tokatl ıyor, d ışarda ak bir çamaşı r, karanl ı k boşlukta dalgalanıyordu. Avlu komşularımız içerlere kaçışmışlard l . Pencerelerden , d ışan bozuk dörtgenler halinde sönük, ö lü ı şıklar vuruyordu . Oda, küf kokan loşluğu içinde yağ kokusuna bulanmışt ı . Ocağ ın yal ı mlan duvara düzensiz, gizemsel gölgeler çiziyordu .
Anam t�ncereyi ocaktan i ndirdi . Yan ık yağ çorbamn üstünde cızı rdad l . Kapın ın orda düğmeyi çevirdi , san, kör bir ışık adayı doldurdu. Içinden k ı rp ınt ı l an çıkmış çaput mindere çöktü, ampulun donuk ış ığ ında babamın kimbi l ir kaç kez yamanmış pantolonunun sökükleri ni yamamaya koyuldu . Fersiz ış ıkta eşya yıpranmış ve süzgün . Yeniden yanıbaşı mda duran kitaplardan birini çekip okumak istedim. Ama karşıdan vuran ışık harfleri kararttı . Ha, neydi. . . evet. . . b i r şey bi lmiyorum şimdil ik. Buydu. Anam küskünmüşcesine söz etmiyor. Sabahtan beri yağmurdan ve soğUktan d ışarı ç ıkmad ı . Kendince bütün gün çal ış ıp durdu. Yağmurla rüzgarın uğultusu ikimize de yetti sanki . Insan ne konuşur zaten böyle durumda? Ama mesele bu deği l . . . başka şey . . . bu deği l . . . bir hastalığ ın ucundayım. Bir yonga gibi beynimde. Orda. Kanl ı , k ızg ı n bir b ıçakleyin sapı ! orda. Bütün kahrımın, diken üstünde duruşumun kaynağı . Bir şey belirlenir gibi oluyor. Yalan. Yüz kere, bin kez yalan. O beli rlendiği anda bin şey daha belirleniyor. lşim yok. Besbel li , herşeyin kökü bU , herşey bundan çıkıyor. Ne diyebi l irim? Inatç ı , doymaz sus-
,
460
------------------------------------- Kundak
kunluk. Bir yonga gibi takıh beynime neyse . . . söküp atamıyorum, ne o lduğunu bi lmiyorum. Iten , iğneleyen bir şey. Anamınsa yüreği yufkadan yufka. Bir söz etse, olmıyacak bir iş mi ederim falan diye korkuyor. Babamın kızg ınhğ l . Öfkesi . Bütün tedirgin l iğ i , huysuzlunmayı yaratan belki de o. Ezan okunail epey o ldu. Kerem meydanlarda yok daha. Küçük kardeşim. Bu vakte kalmazdı pek. (Berber çırağ ı , onikisinde var YOk.) Aşı rı bir saygı duyuyor bana. Yatmadan önce kimini uydurduğum, kimini şurdan burdan okuduğum öyküler, masallar anlatıyorum ona. I lgiyle dinliyor. Her şeyi bi liyorum sanıyor. Evde bütün gün boş boş oturuşumun bile bir anlamı olmal ı onca. Küçükken hep kucağımda doktorlara taş ı rd ım onu . Hep hastal ikl i büyüdü . HaYir gelmez bu çocuktan, demişti bir doktor. Ölecek mi , diye sormuştum korkuyla. Bünyesi c ı l ız kalmış. G ıdasızl ık falan . . . O gece ö lecek diye bekledim. Babam biz yatt ıktan sonra geldi . Hepimizi uyand ı rd ı . Keremin ağlamaları . H iç yapmadığ ı bir şey yaptı o gece babam: Keremi kucağına ald ı , tosunum, dedi. Cebinden birkaç tane akide şekeri ç ıkarıp verdi . Keremin ö leceğini sezin ledi d iye düşünüyordum. Doğru luk. dOrüstlük üstüne uzun uzun konuştuydu. Sonra', yatmamıza izin verdi. Kerem yatakta, babam çok iyi adam, demişti. Anam nedense hüzünlüydü o gece. Oysa doktorun söylediklerini anlatmamışt ım ona. Ama bu da deği L . Kanl ı yongan ın , sebepsiz çağrın ın h i15meti . Bi liyorum. Peki ama s ı rrı neydi o gecenin? Babamın? Hiç böyle yapmazdı . Bunu h içbir zaman soramadım. Sorsam da söylemezdi zaten . Belki inkar ederdi. Belki gerçekten hiç öyle bir şey olmadı da hasta başım böyle gizl i kalmış bir avuntulu gece özlüyor, uyduruyor. Evet, bozuk bir şey olmal ı bunda. Ucuc,a getiremediğim. K ı rı k ve saçma bir şey. Tencerenin kapağın ı kaldırdı anam. Esneyip başımı kaşıyorum. Koyu, kokulu bir buğu yay ı lıyor odaya. Kapağı yerine kodu , kalkt ı , avluya çıkt ı , bir şey için komşuya seslendi . Oda kapıs ı doğruca d ışarı , avluya açı l ıyor. Kapın ın açı lmasıyla vücuduma buz gibi soğuğun yay ı lması bir o ldu . Yeniden içeri girdiğinde omuzlan -ıs lanmışt ı . Elinde bir tavayla ocağa yakın oturdu . Az sonra Kerem de, iyice ısIanmış , e lleri, yanaklan soğuktan kıpkırmızı kesi lmiş geldi . Yanm kalan öyküye devam ederken uyuyup kald ı . Uğu ltunun verdiği korkunç tekdüzelikte düşlerime kapt ı rd ı m kendimi . Bir y ığ ın karışık,
46 1
Anne Hikayeleri
düzensiz düşünceler, düşler birbi rini kovalay ıp durdu. Ama rahats ız edici b i r damar yatıyordu hepsinin temel inde. En çok da mahiyetini bi lmediğim bir korku . Zehirli bir kurt gibi kemiriyor içimi . Belki yaln ız l ı ktan . . . belki i nsandan? Hayır, sesten. Bir sesten korkuyorum. Düş çökümü dedikleri . Avluda bir lamba IŞlgl yürüdü . O ara d ış kapı açı ld ı . Babamı adımlarından tanıd ım. Kahveden>dönüyor olmal ı . Anamla bir şeyler konuşuyorlard ı . Bi liyorum, az sonra bemi çağırtacak. Önsezim h iç yanı ltmamışt ı r beni . Onun için şimdiden tedbir al ıp uyumuş gibi yapt ım. Dediğim çıkt ı . Çorbası m içtikten sonra anamı yanı ma sald ı . Anam yorganı çekti üstümden. Bağı racak o ldum. Yalvarırcasma sus işareti yaptı parmağıyla. Babamı n öfkeli o lduğunu söyledi . Yarın sabah köylere ç ıkacakmış . Gezici berberdir. Ayda, iki ayda bir köylere çıkar, alacakların ı toplar. Berberlikten kalan zamanı nda da, yazsa şerbet, kışsa salep satar güğümde. Yanı na çıkt ığ ı md a gözünü yere dikmiş, ki l imin gü l lerine bakıyordu. Iki üç adım önünde dineldim. Baş ımı kald ırmad ı . Anam endişeyle bekliyordu, birden söze başlad ı . "Art ık yetti, dedi , serseri liğin ş ı rası değiL . Bir iş bul çal ış." Böyle söyleyip sustu . O anda bir saman çuvah konuşuyormuş gibi geldi bana. Yüzüne bakmadı m. "Hastayım ben" dedim. Anama döndü, "Hastaymış, ded i , görüyor musun?" Sonra sert, acı l ı bir sesle: "Bak oğlum, dedi , şimdiyedek s ık ınt ıda komadı m sizi. Tan rı ya şükür .. " Elini kaşığa uzatt ı . "Ama . baş ın ız ı n çaresine bak ın art ık." Anam sessiz \ağl ıyordu. "Kes be" diye bağı rd ı babam. "Bu değirmenin suyu . . . Q� Ocağa döndü . "Zı r z ır, ne be." Ayağa kalkt ı , ocağı n üstünden tütün kesesini a l ı rken tane tane : "Elimizde bir bu dam kald ı , dedi , onu da i lk müşteride e lden ç ıkaracağı m." O zaman i lk kez, dediği ni hemen o an yapacakmış g ib i yüzü me bakt ı . Bel li bel irsiz omuzumu si lktim. "Şimdiyedek yapmadığ ıma zaten . . . " Sözünü bitirmedi . Sustuk kald ık . Diyecek bir sözümüz kalmadı . Bir süre sonra baba.m ibriği alıp avluya çıkt ı . Biraz sonra da ben, kimseye bi r şey demeden, kapıyı çarpıp ç ıkt ım.
Yağmur dinmişti : Üzgün de deği l , bir garip boşlukla geçtim sokakları . Kafama takı lmış bir cümleyi söyleyip duruyordum: kimden bana ne? diye. Istasyon , - hep bi ldiğimiz, az ışıkl ı , gürü ltüsü birden başlayıp birden de, kesi liveren, kimi raylan kul lan ı lmaya ku l la-
462
• b
------=----=------------------------� Kundak
mlmaya pasıanmış, bir treni savuşturduktan sonra hemen uyumaya haz ı r, bezgin memurlan olan, bir saat ı , birkaç ahşap binası , artık ku llanı lmadığı için tokmağı bağ lanmış çam bulunan o küçük istasyonlardan biri . . . Nerden geldim buraya? Bekleme salonuna doğru yürüdüm. Trene daha hayli vakit o lduğundan ortalık tenhayd! . Iş ıklar söndürü lmüştü. Yalnız orta yerde zayıf bir ampul dOrıuk donuk parlıyordu . Üniformalı bir işçi gişenin önünü süpürüyordu. Salonun kapıs ında birkaç köylü, çuval ların ı yere b ı rakmış , uyukluyordu. I çeri girdim. Kapın ın I,arş ıs ına rastlayan bi r kanepeye doğru yorgunca yürüdüm . Sa hi ne diye ge ldim buraya? Kendimi b ı rakt ım. Baş ımı avuçlarımm içinde sık ıp yumuldum kanepeye. N as ı l o luyor, hiçbir düşünce, hiçbir iz yok �,afamda. Kopkoyu bir yoğunluk. Birçığ gibi yürüdükçe genişliyor ve hiç bir şeye yer bırakmıyor. Öyle kald ım. Nice sonra ya'nıbaşımda birinin durduğunu farkettim. Başım ı kaldı rıp baktım. Düzgün giyiml i b iriydi . Yüzümün du ruşundan selam verdiğim anlamını da çıkardı nedir, mavi, parlak gözü - sol gözü - kırp ışt l . Boynunu öne doğru uzatt ığ ı n ı h issettim. (Hadi , başla ! ) Ben mi . . . (Tanıyorum senL. ) Trençkotunun yakası kalkık, boynu içinde çeki li , el leri ceplerinde, ayaklar ım uzatmış oturuyor, göz altından boyuna bana bakıyordu . Kimdi , neydi? I nce yüzlü, zayıf , kapal ı , esmer. Ateşten gibi mavi gözleri . Başımı çevirdim. Sol gözü kırplŞtl . Besbelli herşeyi bilen biri . Çatlatas ıya bakıyor. (Söyle kimsin, nesin sen?) Haykırd ım sandı.m . GÜIOmsüyordu . ( Hadi can ım sen de . . . bi lmezmiş gibi yapma) . Göz kırptı . "anladım" diye mın ldandım. Adam bakış ım değiştirmedi . Mavi. Biraz şaşkın yalnız. "Bir şey mi dediniz?" diye sordu. O zaman kendime geldim. "Biliyor musunuz, ben treni beklerniyarum burda." dedim. "Anlamadım" dedi . "Treni diyo rum beklemiyorum burda" . (Beyefendi , Beyefendi ! ) Bey�fendi , diyor bana. "Evet, evet, sık s ık gelirim buraya. Burda; bu kanepede otururum: (Alçakça yalan söylüyorum.) Hoşuma gidiyor buranın tenhal ığı". Sonra devam ettim : "Bağışlayın, sizi izliyordum. Bir ayd ı r peşinizdeyim. I şte sonunda yakalandın ız." Korkunç bir kahkaha attım. Birdenbire söyleyiverdim bunu. Hiç düşünmeden. (Korkuyor). Mavi gözleri nası l da çekinti l i . Ürkerek yüzüme bakt ı . "Yanı lmıyasın ız?" (Heh, heh . . . ) Kararl ı , "hay ı r" dedim. Çok
. yumuşak bir sesle : "Yanıtmıyorum efendim . . . yakaladım işte sizi . . .
463
Anne Hikayeleri
kısk ıvrak." (Beyefendi , beyefendi ! ) Istediğimi e lde ediyorum. Korkutuyorum onu. Hem de ben. (Ben, ben.) Şaşırtmak istedim bu kez. "Doğrusunu isterseniz t ;zi izlediğim falan yoktu ." dedim. Güvenli . "Sizi tanımıyorum. bana da bir zararın ız yok. Buraya i lk kez geliyorum. Sığınmak için uygun bir yer, hepsi bu kadar." Rahatlar gibi o ldu. Geniş bir soluk ald ı . (Bilseniz ne kadar iyisiniz) dedi dişlerinin
i aras ından. Q şnda cebinde sert bir şeyle oynadığ ın ı korkuyla farkett im. Adamın yüzü korkunç bir biçime giriyordu. Gevrek gevrek güldü. "Demek beni tehdit ediyorsun?" dedi usu l bir sesle. "Demek yanı lmıyorsun?" "Ha . . . hay ı r . . . " diye kekeledim. Yerinden kalkt ı . Cebinde o sert şeyle oynayarak ömnürnde gezinmeye başladl . Bükülüp tortop kaldı m oracıkta. Birden "Artık benim buyruğumdası n" diye bir top gibi gürledi sesi tepemde. "Sıçan . . . bir s ıçansın sen. Anlad ın m ı şimdi?" Tiksintiyle parmağı n ı omuzuma dokundurdu. Ürpertiyle kendi mden geçtim. "Hep bu anı bekledim. Ayaklan�ın alt ında debeleneceğin anı ." Bir adı m geri çekildi . "Ama bazan da yumuşağ ım ben, dedi, h iç bal yedin mi sen?" S ırtımda buz gibi bir havan ın dolandığ ı n ı h issettim. Gidip eski yerine oturdu . " Işte böyle , dedi , şimdi debelen ayaklarım ın alt ında . . . " Sesi gitgide bir gürü ltü halinde yükselirken dedikleri anlaşı lmaz o luyor, ben büzülüyorum, sesi , gürültüsü uzaklaşıyor, yüzünün biçimi değişimden değişime uğruyor . . . kafamın çat ıs ında yaln ız uzak, yal ı n, iğrenç kahkahalar çınlayıp duruyor, vücudu bir tek yüz, bir cehennem kaçkınmı n yüzü o luyor, sonra o yüz ürperti veren somut bir ses . . . çağırıyor . . . kendimde o lmadan ayaklar ına kapanıyor, korkuyor, susmasın ı ya Ivarıyordum. Q anda omuzlarım şiddetle sars ı ld ı . Tepernde gür, dünyalık bir sesin bağırdığını işittim. "Otel mi burası be. Tren kalktı . Hadi yaılah . . . " Bir istasyon memuruydu. "Kapıyoruz buras ın ı , tez 01." Bir şey anlamadan kalkt ım. Salonun bütün pencerelerini açmış lard ı . Kapıyı geçtim. Köylüler, hiçkimse yoktu orda. Yanımdan yeşil feneriyle bir memu r geçti . Karanl ık , büsbütün can yakıcı bi r h alle sallanıp duruyordu. Yağmur yeniden çiselemeye başlamıştı . Hangi sokakları geçip eve vard ım, bilernedim. Kapıyı açtığ ımda bir uyku kokusu çarptı yüzüme. Ayakkaplarım ı ç ıkarı rken tökezlendim. Yatağa sessizce girdim. Kerem kaçıncı uykular ında! Başımı yastığa korkomaz o adam geldi akl ı ma. kimdi? Niye korkutmak istedi
464
------------------------------------- Kundak
beni? Anlamaya varmadan tuhaf , v ıcık vıcık bir uykuya daldım. Uyand.ığ ımda üstüme güneşvuruyordu. Hava açmış, dünküne
benzemeyen, tertemiz bi r gök parçası duruyordu camda. Kerem çoktan kalk ıp gitmişti . Yatakta doğru ldum. Düşünce lerimi bell i b ir yönde toplamaya çal ışt ım. Babamın d ışardan çorba içerken çıkard ığ ı höpürtü ler duyu luyordu . I ki lokma arasında kızg ın kızg ın homurdanıyordu. O gitmeden d ışarı çıkmayı göze alamadım. Neyse ki alet çantasın ı istedi . Kapıyı çarpıp çıkarken anama, "Söyle, kendine iş arası n" dediğini duydum. "Vız vız edip durma sen de. Üç dört güne değin anca gelirim ben." Yürüyüp gitti . Cümle kapısında adımların ın sesi kesilince d ışarı çıkt ım. Babam akşamk! çorbadan içmiş, sofra öyle duruyordu . ses etmeden kapıya vardım. "Se'n içmiyecek misin?" diye sordu . Sesi yufka. "Korsan içerirn . . " dedim. "Az bekle, dedi şunları derleyim hele." Sofrada, babamın dediklerini tekrarlamak istediğini , ama yapamadığın ı sezinledim. Yüzü duvara dönük duruyordu. Ayakkapları mı giyerken : "Bi liyorsun baban . . . " diye geveledi . "O da bunaldı . . . el inde avucunda bir şey kalmadı . . " Kaç kez duydum bunları . Öfkeyle başımı sallad ı m. Ama ona deği L . Duymamış gibi yapt ım. "Kahretsin ı slanmış lar . . " diye söylendim ayakkaplara "olmuyorlar". "Köye çıktı" dedi anam. "Bil iyorum" diye mır ı ldandım. Bir yandan da kendime hayıflanıyordum. Içimde bir kurt yeni ği . Anama bu soğukluk da nesi? Sokağa çıktım. I lk anda nereye gideceğimi kestirernedi m. Ayağı mda bir garip tutukluk. Yüzüm soğukla karş ı laşınca bir sayrı l ıktan kalkmış gibi oldum. Kent önümde korkutucu bir labirent karanl ığ ı ve karış ıkl ığ ıyla seril iydi . Amaçsız , di lsiz yürüdüm. Küçük, dar sokaklardan , koca caddelere ç ıkt ım, alanları geçtim. Akşam yeniden nas ı l o ldu? l lkin minarelerin ucu karardı , karanl ığa gömüldü . Sonra ağı r ağ ı r aşağılara indi, kara bir bu lut gibi kentin üstüne çöktü , yayı ld ı . Nereye gideceğimi , ne yapacağı mı bi lmiyordum. Parka yöneldim. Ama kanepeler oturulur gibi deği L . Iyice ıslanmışlar. Kimseler yok görünürde. Ağaçlar, kapkara korkunç dalların ı göğe salmış, u luyorlar. Daha çok durmadım. Caddeye çıktım. Neden? Yol üstünde, ağzından . köpükler saçı ımış, insanl ıktan ç ıkmış biri , soğuk, ıslak taşları n üstünde çarpıntıyla yatıyordu . Ah, varıp yard ım etmeli ona. Beni durduran kim? Beni kim durdurabiliyor? Içimde yaln ız bu istek: Bir kurt
465
Anne Hikayeleri ==-----�---------yeni ğ i . "Herif zom o lmuş" diyerek biri geçti yanı mdan. Yürüdüm. Yağmur usuldan çiseliyordu . Elimi kap ın ın tokmağ ı na att ığ ı mda gök, sabah ı bildi ren b ir halle kırpış ıyordu . Yatağa girdiğimde öksürüı<ten boğulur gibi o ldum. Gece, aral ıkl ı öksürüklerle geçti. Ertesi gün uyand ığ ınıda vakit öğleyi geçiyordu. Bitkin , kendimden geçmiş uyandım. Anam hasta ç.orbası yapmış bana. Karn ım aç o lmas ına rağmen isteksiz içtim. Konuşmadık. Yaln ız d ı şarı ç ıkarken "Gitme" diye seslendi ard ımdan. O çekingen, yalvarmal ı sesi . Hayat ırnda belki i lk kez yüzüne bakıp gülü msedim. Içi ı l ls ı n diye.
Sokakta nereye gideyim diye düşünüyordum. Eve dönemezdim artık. Birden akl ı ma geldi . Bir dostu mu bi liyorum. ı lyas . Gece
. için onun evi ne s ığ md ım. OnOç EI<im - ı lyas at cambazı . Hep.kapaıı , san yüzlü , sayrı l ı .
Az gülerdi , beUd de hiç. Bir yanlarda ana babası vardı galiba. Onlardan konuşt'uğunu hat ı rlamıyorum. Beni iyilikle karş ı lad ı . Yabancıl ık çekmeden rahat, derin, ummad ığ ım bir uykuya daldım. Uyandığ ımda i lk ,anda çevremi yadırgadım. Ama o saat her şey apaçık geldi bana. Geçen anlarım ın, üstümde h içbir iz bı rakmadığ ı n ı görünce şaşt ım. Bi( gece değiştiğim ,gibi . ı lyas erkenden işe çıkmıştı . Durumumu bi liyordu . Istersem bir süre yanı nda kalabi leceğimi , hatta b irl ikte çal ı şabi leceğimizi söyledi . Ş imdi yaln ız ım. Hepsinden -önemlisi özgürüm. Bunu i l ik!erime değin duyuyorum. Pencereyi açıp baktım. Ev, tepede bir yerdeydi . Çinko, kiremit karışımı bir çatı tarlas ıd ı r uzanıyordu pencereden bakınca. Uzakta, deniz puslu, ince bir çizgi halinde çatı lan bütünıüyordu . Bacalardan çıkan, ken- . te , göğe yayı lan duman, otobüslerin homurtusu , kalabal ığ ı n uğultusu , şurda burda beyaz benekler ha linde taraçalara' ası lm ış çamaşırlar, sat ıcı ların sesi , içime anlamad ığ ım, şimdiye dek tatmadığ ım bir garip mutlu luğu haber veriyordu , Art ık özgürdüm. Böylesine sevinç veren bir duyguyla uyanmamışt ım. Kente baka aka ge- '
rindim. Pencereye sırtımı döndüm. Burnuma bir at ve saman kokusu geld i . Demek yan taraflarda bir ah ı r var. Kahvalt ı yapacak bi r şey arand ım. Ekmek, zeytin yedim. Yeniden yatağa uzand ım. Elimi baş ımın alt ına kavuşturup bir şey düşünmeden uzun uzun durdum. Sonunda sıkı ldım; Kalkıp musluğa gittim, su akıyor mu , akmı-
• h
466
• b
----=------------=------=---=----=-=� Kundak
yor mu diye bakt ım. (Akıyormuş. ) Yeniden pencereden çat ı lan seyrettim. Aynada saçıma bakt ım.
J Ondört Ekim - Bugün kenti dolaştım. i . Caddesinde bir aşağı ,
bir yukarı gezindim. Vitrin lere , afişle re bakt ım . Akşam oldu . Eve döndüm. ı lyas gelmemiş daha. Pencerenin aral ıklarından yel giriyor. Duvar boyunca birkaç sıra rafa, gelişigüzel kitaplar sıralanmış. Koltuğa uzanmış, düşünmeksiz bunlara bakıyorum. Içimde, derinden bir ses akıyor. Bir dürtüyü seziyorum. Gözlerim bir noktaya dalmışken birden kalkıp yeniden sokağa çıkıyorum. Işıklar, evler geçiyor yanlarimdan. Birden küçük bir alanın ortasında durup kaldığımı ayırdettim. Yorulmuşum, Eve döndüm. Ne yapsam? Yatağ ım buz gibi görünüyor. Uyumak mümkün mü, diye soruyorum.
Yirmiiki Ekim � Sabahleyin s is vard ı . Soğuk üşütecek kadar yoğun . Yataktan ç ıkmayı can ı m istemedi . Yattığ· ım yerden sisin dağ ı lmasına bakt ım. Neden sonra kalkt ım. Bir kahveye gidip çay içtirrl. Gazete okudum. Ayakkaplanm iyice eskimiş. Yenisini nas ı l alabilirim? Eve döndüm. Öğleye doğru uyudum. uyandığımda ikindi o lmuştu. Yeniden kahve ye çıkt ı rn . Yağmur çiseledi . Camdan, gelip geçenlere baktım. Akşamdan sonra eve vard ım. Kitap kanşt ı rd ı m. ı lyas gelince uyu muşluğa vurdum.
Yi rmiüç EI<im - Pm p ınl bir güneşle uyandım. Yataktan günlerdir i lk kez istekle kalkıp yüzümü yıkadım. EsI"i koh:ukiardan birini pencere kenarına yerleşti rdim. Manzara böylelikle daha rahat görülüyor. Yanm saat kadar d ışarı baktım. Gece bıraktığ ım kitabı yeniden karışt ırdım. Kıyıya gidip denizi serettim. Rüzgarda üşüyünce ayr ı ld ım. Bir sinemaya gittim. Sinemadan ç ıkt ığ ımda yağmur yağmıştı . Eve dönmeden önce kahveye uğradım. Uykum gelince yatakta olmayı arzuladım. Yağmur hala çiseliyordu . Elini att ığ ım yer.de bir cıvıkık vard ı .
Yirmidört Ekim - Anama uğradım. Keremle babam evde yoktu. Anam ne yapıp ettiğimi sordu . Az bir şey kald ı m. Gömleğimin söküğünü dikmek istedi . Ç ıkarken gene gelip gelmiyeceğimi sordu .
Akşam eve bir daha uğradı m. Babam evdeyd i . Ocağ ın kena-. 467
Anne Hikayeleri ---------------
n nda oturmuş, e l inde tütün kesesiyle oyalamyordu. Kapıdan girince h iç ayırdetmemiş gibi yapt ı . Başını kaldınp bakmadı . Kendi odama geçtim. Niye geldim sanki , diye düşündüm. Yeniden dışarı çıkmaya da çekiniyordum. Sonunda çıkt ım sokağa. "Babam hiç laf etmedi . lstasyona gidiyo rdum. o adamı görmeye. Kimdi , merak ediyorum. Adımlarım ın a l ış ı lmamış sesi yank ı lan ıp duruyor kimsesiz sokakta. Dinleye d in leye yürüyorum. I stasyon binası uzaktan görünce birden düşüncemden cayd ım. O adamla birdaha gerçekten karşı laşmaktan korkuyorum. Görünmez bir kudret hal inde bütün havama yay ı ld ığ ın ı duyuyordum. Bir felaket sonunda terkedi imiş kent. Sokakta kimse ler yok. Bir baskın ı bekliyor. Pusuya yatmış. Bekliyor ve herkesler kaçışmış. Köprünün parmakhkiarında, bakıyorum. Kara katran sularına denizin. Boğuk boğuk bir vapur i nliyor. S ı rtlan, çürük etlerine geçirmiş penç€>si kentin. Ölü kendini savunamaz. Art ık kendini savunamaz ölü� Iğrenç iştihas ına duracak s ı rtlan ı n. Işe yaramaz bir kurttur o. Öyle de �zilecek. Kendinin yas ın ı tutuyor şimdiden. Ben bunu özlemiyorum. Ama işte demir çarığı çürümüş, asasına dayanacak gücünü de yiti rmiş. Aradığ ın ı bulamadan. Hiç de bulamıyacak mı, diyorum. Evet, beiki hiç. Karanl ı k sularda gözümken .. bakıyorum .. işte .. suyun bir kesimindeki parlakI ıkta, ta kendisi . . sivri d işlerini göruyorum üstüme doğru bir g i rdaptan yekinen . . . O .. gülüşünü beklemek istemiyorum . . . s ıçan diyen sesini . Korkuyla köprnde koşmaya başl ıyorum. Ama ard ımdan geliyor. N'olur bir insana raslasam. Koşa koşa geçiyordum köprüyü. Olağanüstü gücüyle ardı mda. Peşimi b ı rakmadan . . . koşuyorum sokaklara. Şimdi nas ı l tutacak bEmi . Soluğu ensemde gibi ya d a tutup çekecek ayağımdan. Ard ıma bi le bakmıyorum. Baksam o kanl ı mavi gözlerle karş ı laşacağım. Büyü durduracak ,beni . . O korkuyla ayaklar ım büsbütün birbirine dolaşarak sokakları yarıyorum . B i r görüntü deği l , hay ı r. . Şiddetle kapıyı yumrukluyorum. O zaman dönüp ard ıma bakıyorum. Kimse yok. Inanmıyorum. Dar sokağı n çe_o perlerine vurarak geçiyor bir rüzgar. lIya� telaşla kapıyı açıyor. Sesini duyana kadar emniyette hissetmiyorum kendimi . "N'old u , ne var?" diye soruyor. Söylesem anlamayacak. Titriyerek giriyo rum içeri . "N'oldu?" diye soruyor. Sesini duyunca yatış ıyorum.
Aln ı mda ter domurcukları .
468
------------------------------------- Kundak
- Geçti , diyorum, yok bi r şey. Kahkahayla bakıp gülüyor hal ime . - Korktum, diyorum yaln ız. - Evet bir başkal ığ ı n var, diyor. Gül mesi ni tutamıyor. Demek güıüneceğim. Ben bir kez daha böyle o lmu ştum. Içiçe giren düşlerdi . Yanl ış b i r yere girmiştim. Anlayacaklar diye korkuyordum. Korkumu avucumda tutuyordum. Derken sessizce kapıyı açıp ç ıkıyorum. Ama işte felaket I<ar
ş ımdaymış. Gürültüyle merdivenlere çarp ıyorum. O anda uyanıyorum� Düş olduğunu anl ıyorum. Ama bu kez gerçekten merdiven baş ında duruyorum. Görseler bir yabancı diye yakalayacaklar beni . O telaştayken yeniden tökezleniyorum. Yeniden uyarlıyorum. Üstünde olmayan b i r suçla yakalanmanın korkusu. B i r düşten sonsuzca uyanamamanın korkusu .
Gece böyle geçiyor. ı lyas la konuşuyoruz. Daha doğrusu o konuşuyor. Konuşurken
sükCm buluyorum. Kendisiyle pazara çıkrnamı öğütlüyor. Yirmiyedi Ekim - Dün evden ç ıkmadım. Insan ancak dinlene
ceğim dedi mi , dinleniyor. Böyle söyıeyerek bütün gün kaldım evde.
Dört Kasım - Boşluğun sinir bozucu , insanı tüketen kırbacından kurtuldum sayı l ı r. l Iyasla at cambazl ığ ı yapıyoruz. Daha doğrusu o pazara giderken ben de yanında duruyorum. Ona destek oluyormuşum. Böyle söylüyor.
Altı Kas ım - ı lyas gelenek hal ine geti rmiş. Eline şu uydurma cenk kitaplarından birini almadan pazara çıkmıyor. Fı rsat buldukça birl ikte okuyoruz. O kötü kitapıara dadan ıp kald ık bu günlerde.
469
Anne Hikayeleri
Yedi Kasım - Sabah 'erkenden atlan al ıp çıktık. Pazarda torbalannı boyunlarına g eçirdik. Sezgin, can sıkınt ısıyla çiyniyorlard ı samanıarı . Her yan at kokusu . Saman. Duvar dibine çömelniiş,' alana bakıyor, arasıra gel ip atların şurasını burasın ı tıpışlayan, t ı rnakların ! yoklayıp yüzlerin i ekşitip giden adamları gözıüyorduk. "Al ıcı deği l bu" diyordu ı lyas. Ta gelişlerinden, at ın kıçın ı t ıp ış layış biçiminden anl ıyordu bunu . Güneşli bi r gün. Atlar öfkeli sesler çıkarı yor. Bir ara birkaç kişi geli p atları n etraf ında dolanmağa başlad ı . Alıcı , zengin elbiseli , d üzgün görünüşlü biriydi. Bir koşum atıyla üs- . te para verip l Iyas ln atlarından bi rini almak istiyordu . Uzaktan ne konuştuklannı duymuyordum. Adam gülümsiyerek bir şey söyledi . Dönüp atmın boynunu okşadı . ı lyas aldı rmaz göründü , önem vermiyormuşça, o da bir şey söyledi . Adam bu kez atın sağrısım t ıpışIad ı . "Fırsatı kaçı rma" diye bakıyordu gözleri. Bir yük arabası geçip gitti yanlarından. Boyuna l Iyasl kandı rmaya çal ışıyor, ı lyas da o lmaz gibi lerden baş ı n ı sal l ı yordu . Ağzında bir şeyler geveled i .
1 Adam gidecek gibi yaptı , bir- iki ad ım yürüdü, geri dödü . Yaltaklanan bir duruşla el lerini iki yana açarken "Be birader' diye bağı rdığın ı duydum. Yeni bir teklif . ı lyas direniyordu. "Bu . . at. . . koş ... . h iç . . " Sesli sesli güldü bu kez. Tokalaşmak için �!ini uzattı . ı lyas yumuşamadı . O ara başkaları da geldi , I lyası aralarına ald ı lar. ı lyas , duvann dibinde, burnu torbanm içindeki öteki atın ı gösterdi. Hepsi o yana bakt ı . Beğenmedikleri anlaş ı l ıyordu . Başbaşa toplandı lar yine. KaU<lp onlara doğru yürüdü m. Sonra birden cayd ım. Alandan yukan doğru uzanan yola sapt ım. Yol , dar olduğundan kalabal ı kt ! . Sebzeci ler, baharatçı lar, basmacı lar s ı ra s ı ra dizi lmişlerdi . Keskin bir baharat kokusu . Bel irli bir iş içinmiş gibi aceleyle geçtim. Yolun sonu bir tepeyle bitiyor, ondan sonra da bir patika halinde uzanıyordu. Tepeye, beyaz badanal ı , birtakım küçük, kerpiç evler serpiştirilmişti. Alt yanda, suyu çeki lmiş, . nerdeyse kuruyacak ınce bir dere vardı . Bir yerini beton birsetle kapamışlar. Birkaç kad ın çamaşır y ıkıyordu orda. l lk kez görüyorum buray ı . Bol güneş alan, tek tük ağaçh bir yerdi . Aras ı ra , sebze ve yemiş sandıkları yüklü arabalar, toprak yoldan çat ı rd ıyarak geçiyordu . Bir dönemeci geçince , patikanm uzaklarda, tepelerin aras ında kaybolduğu nu gördüm. Oralarda bile eve benzer bir şeyler, kulübeler vard ı :� Az yukarda, tepe-
• b
470
---------==-==-==------==-=--=---=-=� Kundak· ....... de tek başı na bir ağaç. Süzgün, duruyordu " Döndüm, h ız l ı h iZ I ı aşağ ı inip caddeye varan patikadan yürümeye başlad ım. Güneş karşıdan geliyordu şimdi. Bu lutlar bir acele güneşin önünde toplanmaya çal ış ıyordu. Caddeye indim. Satıcı lar, sergi lerini brandalarla kapamış, kenara çekilmişlerdi . Koşumlarından çözülmüş atlar, duvar diplerinde bi lgiç bilg iç başların ı sall ıyordu. Pazar, uyku başlang ıc ın ın o I,arş ı l<onulmaz başdönmesi ,. sersemliği içindeydi . Loş , yapışkan bir sessizlik şaşırıp kalmıştı o l1a yerlerde. Garip bir önseziyle doldu içim. Bir an h iç yürümediğimi sandım. Kafamın bir yerini t ı rmıklayan o saydam, aldat ıc ı , belirsiz korku . . . adımlarım ın yerinde sayış ı . . . Bir koma sesiyle yana çeki ldi m ve aıi ık düzenli olarak yürümeye başladım. Sıra s ı ra işportacı lan - aynalar, iğneler, ipHkler satan işportacı lan - baharat sat�cı lanm , sebzecileri .. . . geçip sonunda, at pazarın ın bir köşesinde, yapyalnız duran caminin minaresini , geri lmiş branda!ar arası ndan gördüm. Daha sonra da camiye u laştım. O sırada, bir yemiş arabası nın çevresindek.i I<alabahkta, bir an, demin l Iyasla pazarl ık yapan adamın yüzünü seçer gibi oldum. Ama bir gölge gibi o anda kayboluverdi . Beni farkettiğini sezinledim. l Iyasm oraya yürüdüm. Köşeyi döndüm. ı lyas göründü . Orta yerde şaşkın , bozguna uğramış duruyordu. Bütün bütün san , sinri liydi yüzü . Baktım, atlar yoktu. Birden anlamadım. Yanma gittim. Yüzü ma dönmeden "Dolandın ldım . . . " diye mmldandı utanç ve kah ı r karş ı l ığ ı bi r sesle. Ah, domuz kafa. Zorla gü lümsemek istedi sanki . Elleri sarkmış, duruyordu. O s ırada beklenmedik bir şey oldu : alan ın orta yerinde bir at ipincecik kişnedi . Bir k ısrağ ın parlak tüylerinden bir ış ık geçti . .. "Zabıta . . . " falan gibi bir I�U ettim galiba .
. "Bırak al iasen . . " anlamı nda e lini sallad ı . Yüzümde bi r yel. Bir an . . . bekledik: Yağmur. Gök çatlamışcasına bütün h ıncıyla boşanmaya başlad ı . Saçak alt ına kaçt ı k. El leri cebinde, yüzü hmçll , dişlerini s ıkmış duruyordu . "Onu gördüm ,ben, dedim, yemişçi lerin ordayd ı . " Alayi ı baktı yüzüme. "Bir dahaki sefere . . . " diyecek o ldum. "Bir dahaki seferi yok bunun." dedi . B ıçak keskin l iğiyle geri ldi ağzı . Yağmurun seriniflde titrediğini gördüm. Bomboş, döndük eve .
Gece - Yağmurda üşütmüştüm. Her yan iğrenç bi r ıs lakl ığa batmış sanki . H iç bir şeye dokunmak istemiyorum. El ime yapış ıp kalacak gibi . Her şöy öylesine iğrenç. Solucanlar gibi kıvranıyor eş-
47 1
Anne Hikayeleri
ya. Baş ım zonkluyor . Yatağı n örtüleri ne dokundukça kamımdan yukarı , yüreğirne, beyni me doğru titreme nöbetine benzer bir şeyle sars ı l ıyorum . Tiksinti veren bir şey. Tı rnak uçlanm gergin , s ıcak, soğuk bir ü rperti . l Iyasm pişirdiği çayı içt im. S ıtma tutmuş halimle yorganı baş ı mdan aşı rd ım, gömüldüm. Hiçbir şey yok gözümde. Yalnız, sonsuz bir kaynaşma. Titreyen ben değil im. Korkan, kaçan. Al ıp kaçınyorlar. Niye susuyorum? Durun demiyorum? Ödleğin biri miyim? Belki . . belki ondan da aşağı , iğrenç. Titreme. Çoktan yıkı lmışım bitmişim ben. Kaçmak istiyordum o zamanlar. Kimden? Bütün yoksul luğuma, ciğeri beş para etmezliğine, birtahtası noksanhğ ı na rağmen .. ey yeryüzü . . ey kuşlar . . . uzatın gül lerinizi , okşayan parmakların ızl . . Acın ı las ıhğımı biliyorum. Kurumuş bir sap üstünde bir güz yaprağı gibi sapır sapır. Yeni bir hayat bekliyordum. Belki çölde, belki bir dağ başında. Inanıyordum buna. Titreme yavaş yavaş geçiyor. S ıcak, yakıcı bir ter alnımda damarlanıyor. Yeryüzünü yakmak, ateşimle temelini kundak sokmak istiyorum. Bir düş müydü, neydi . . . uzun , siyah kuyruğunu , koyu yal ımlann üstünde gezdiriyordu Şeytan . Maymuna benzer bir görünüşü var. Iyice görüyorum. Açıkça. Mezarl ık tutuşmuştu. Her taş ın dibinden bir alev yükseliyordu . Şeytan ordaydı . Bir mezar taş ını n üstünde, ucu püskü!lü kuyruğunu yal ım lann üstünde gezdiriyordu . Alçakça korkuyordum . Çoktan ölmüş olduğunu bi ldiğim bir akrabanı n evindeydim. O, sanki baştanberi h iç ölmemiş gibi karşımda duruyor, konuşuyor. Büyük salonda bir şölen var. Şölene ben de çağrt l iy ım. Uzun, bitmez zamanın, katil geçmişin içinde durup bekliyoruz. Yeryüzü s ıtma tutmuş gibi titreyip sars ı l ıyor. l lyası aranıyorum. Şölende yok·o. Niye yok? Bilmiyorum. Derken Şeytan . . . bir uğursuzluk çöktü şölene. Ateşten gözleri k ıpk ı rmızı dolandı mezarda. Bir kaynaşma. Sıcak su lar, fokurdayan bir buhar, buğu . . lanetli baş . . B i r yanda mezar taşları diplerinden tutuşurken, ben, çöllerde, su kıyı larında, tipilerin , kışların u laşamadığı bir yerler özlerniştim. S ırtımdan sıcak bir sel in akt ığ ın ' , yayı ld ığ ın ı , tiksinç bir ıs lakl ı kla yay ı ld ığ ın ı . .. hangi şölen? Kim? Akrabam tanıd ık sesiyle korkunç bir kahkaha att ı . · Şeytan gülüyor, benim gölgem, benim tenim, kanım . . . günah ımm hesabı soru luyor . . baş ımı kaldı rı nca lahidin soğuk, sert, ıs lak taş ına çarpıyor aln ım. Uzun kuyruğu haya alevlerin üstünde . . . hiç yan-
472
------------------------------------- Kundak
madan . . iğrenç gülüşü, sivri sesi . . t ı rmalay ıc l . Geçmişimden bir şey ansımıyorum. Sanki hiç ge<s. ilişim olmamış, hiç geleceksizim; . tüm dayanaklanmı , s ığ ınaklanmı yıkmış ım. Şölen ne k i? UğuIdayan yeryüzü rüzgan deği l , u luyan yeryüzü köpekleri deği l , ne de ben yeryüzü insanı . öteye ait o rüzgarın uğultusuna kendimi kapt ırmış, doymak bilmez karanl ığ ın aç ağzına doğru , tenime iğne gibi batan şeytansı seslerle, binbir türlü bi r siyah şöleni , karanlık heyemolalarıyla akıp gidiyor, akıp gidiyorum. O tek rengi, o tek, süt siyah rengi buluncaya, o renkle kaynaşıncaya, kayboluncaya dek .. o canavar ağza akıyorum. Sonra hiç bi r şey yol<, kesin bir sonrasızl ık ve tehlikel i b ir uçurum. Kayboluş.
Sekiz Kasım, Sabah - I lyası n sesiyle uyandı m. Gözlerim dışarı f ı rlayacak gibi ağrıyor. Eşya bir tüiün ard ında. Sil ik, si lik, titreşimli . Rengimin attığ ın ı duyuyorum. ı lyas ı n endişeli gözleri . Herşeyi açığa vuruyor. Kalkmak istedim. Başim döndÜ. Yemek öğü rtü veriyor.
l
Onyedi Kasım - Hastal ığ ım sürüyor. Yalnız, d ışarı çıkabiliyorum. l Iyasın kapatunu kullanıyorum. Parmak uçlarım demir bi r şeye değdi mi tüylerim diken diken o luyor. Kentin çekici liği kalmad ı artık. Her yan bir rezalet yuvası halinde. Garip, vahşi bir duygu canlan ıyor içimde. Nedir, bi lmiyorum.
Yirmidokuz Kas ım - Hasta l ıktan kurtulamad ım. l Iyas ın birikmiş parası suyunu çekmek üzere. Ne yapacağımızı düşünüyoruz. "Servis"in önünden gelip geçtikçe benzin deposunu ateşlernek geçiyor içimden.
Otuz Kasım - Depoyu ateşe vermek çok zor. Çünkü toprağın altı nda maden bir korunak içinde ve onun da çevresi betonla kapl ı .
On Aral ık - Üç gündür, banliyölerin birinde, bi r inşaatta çal ış ıyoruz. Soğuk, demir gibi vuruyor yüzüme. l Iyas ın parası n'ı tükettik. Gözümüzü kapayıp geldik bu yüzden. Ama sonuç o rtada işte. lğrendim.
Geçmiş bir düşten artakalan di lsiz adamlar yürüyor içimde .
473
Anne Hikayeleri
Şeytan o lduklann ı bi l iyorum. Ama söylemeye di lim varmıyor.
Onüç Aral ık - Işi bırakmayı düşünüyorum. Zaten doğrudürüst çalışarnıyorum. Gücüm kesilmiş. Her yanımı sardı bu düşünce, doğası belirsiz bir yel gibi sessizce geçti bedenimden. l lyas bunu. anlamıyacak� Işçi lerin bu ağ ı r, savsak kürek sa/layış lanyla yapın ın bitmesi daha uzun bir süre ister. Henüz temeller bile çıkmad ı . -Daha kaç zaman ister bu yapı ların bitimi? Bu yapı lar biter mi? Akşam bir olsun . Gideceğim artık buradan. Çünkü karşı konulmaz bir buyruk çağı rıyor beni kendine doğru . .
Aı<şam, Gece - Kendimi rahat duymuyorum. Serinmden 'kor�<uyorum. Güçten, istekten kesi ldim. Akşamın o luşuna bakt ım. Bodur badem ağaçlarından başlayıp sonra yavaş yavaş her yana dağ ı larak bir-iki insan bağrışması , köpek sesleri arasında bütün yapı alanm ı doldurdu . Barakaya geld im. ı lyas oradaydı . Ocağa pi lav koymuş, beni bekliyor. Içeri s ıcak ve karanl ık. Lambay! yakt ım. Ortal ık karmakanş ık. Yataklarm içi kum, toztoprak dolu . Yemeğimizi yedik. Yatağı n tozların ı silkeliyerek uzandım. Gök açık. Insanı n içini titreten bir berraklık var. l Iyasa yarın işten aynlacağımı söyledim. I lkin ses etmedi . liSabahieyin bir araba kaU<acak, kavşağa kadar onunla gidersin." dedi sonra. Sesi donuk, duygusuzdu. Hayat ı , değer verdiği bi r yerinden kırı lmıştı sanl<i. Aramıza bir zaman perdesi gelip kondu . Geceye doğru i lerliyor. Işte, sinemadan dönüyor işçiler. Uzaktan bağnşlann ı duyuyorum. Biri geldi , barakanın kapıs ında toprağı yumrukl iyarak " ı lyas, ı lyas" diye bağ ı rd ı . Ses etmedik. Bir sarhoş kahkahasıyla uzaldaş ıp gitt i . Bi r zaman sonra ses ler iyice kesi ldi . Yaln ız denizin ve birtakım hayvaneıkiarın uğultusu hala sürüyordu.
- ı lyas, diye seslendim. Gözleri bell i bir noktada, s ırtüstü duruyordu . - Yaşıyoruz galiba. O donuk, duygusuz sesle : - Şaşacak bi r şey yok bunda, dedi .
474
· - ılyas. - Söyle. - Ben . . bir şey yapacağ ım , bi r şey ç ıkacak elimden. Gecenin içinde, belki barakanın üstünde, herhangi bir yerde bir
yarasanın ok gibi geçtiğini h issetti m. Elimde olmadan : - Bir şey ç ıkacak, diye mın ıdandım, bi r buyruk . . Anl ıyor mu
sun, bi r hayvan k ımı id ıyor. Anlamadan bal-<t ı , yüzü gü ıümsüyor gibiydi . Ondört Aral ık - Uyandığı mda, aral ı ktan puslu bir güneş vuru':.
yordu . Aceleyle kalktım. Dışarı ç ıkt ım. ı lyas çoktan kalkmış , orda, bi rkaç günlük birikmiş bu laşıklan y ı l< ıyordu . Eli nde bulaş ık bezi , "senin araba bozulmuş, dedi , onanmı akşama kadar sürecekmiş," Öteidier de geceden çıkmış sefere. Neyse ki onarım öğleyin bitti. ı lyas ani bir kararla, "Ben de geliyorum seninle, dedi, bize göre deği l bu iş." Müteahhitle konuştuk. Kamyonun sefere hazırlanması biriki saat sürdü. Kavşağa vard ığ ımızda ikindi olmuştu . Arabadan indik. Kent uzaktaydı . Ara, ağaçı ! yoldan kente saptık. I lk evlere vard ığ ı m ızda hava kararıyordu .
Yirmi Aral ık - i lkin tedirgin oldular evde. Babam, "bir bu eksikti" diye söyleniyordu l Iyas ın gel işine. Ama gitgide sustu lar. I lyas ın varhğ ıyla yokluğu bi r, evde . Babam farketmez gibi davranıyor art ık. Salep hazırlamasına yard ı m ediyorum bi rkaç gündür. Rengimin solukiuğu , hastal ığ im acıma duygusuna dokunuyor ne de olsa. Dinlenmeye vakit buluyorum. Geç va�<itlere kadar yataktan kalkmadığım oluyor bazı sabahlar. Hoşa giden, vahşı şeyler kuruyorum. Ateşe ve cehenneme bulaşık . . .
Yirmibir Aral ık - Di lsiz bi r adam yü rüyor içimde. Yirmiiki Aral ık - Sabahleyin salep güğümünü devirdim. Çıkan
ateşler, kaynar salebin içinde c ız ı rd ıyarak söndü. Işkenceye benzer bir zevk uyandı içimde. Yüreği mden, aşağı lara doğru yürüdü.
475
Anne Hikayeleri ---------------Babam kızd ı m ı , k ızmadı m ı anlamadım. Yeni salep hazırlad ı lar.
Gece - Kulakl ar ı m uğulduyor. Di lsiz adam çağı rı yor. Gene gece - Keremin doğum günü geldi konuk olar�k. Kar ya
ğ ıyor. Anlamıyorum. Kerem hem bu gece doğdu, hem oniki yaşında.
Ertesi gün öğle vakti - Babam geldi . Kar yağıyor. SC�\.h . • olduğundan öğleye doğ ru bir güğüm salebi bitirmiş. Az bir şey otu rdu evde. Ikinci bir güğümü al ıp Ç ıktı . Kapıda "bu oğlana n'oluyor?" Diye sordu. "Kökden di l in i kaybediyor. Hiç konuşmaz oldu." Anarnın ne dediğini duyamad ım . Zaten bir şey demez o. Ağlar.
Akşam - ı lyas eve gelmedi . O zaman, başka günlerde de gelmemiş o lduğunu b irdenbire ayı rdettim. Niçi n bana bir şey sÖylemedi? Niçin kaçt ı? Nereye kaçtı? Bi liyorum, o da terketti beni . Paras ı yoktu .
Yirmidört Aral ık - Bu gün dışan çıkt ım. Biraz dolaşt ım. Kentin ortasında güpegündüz yangın çıkmış. Itfaiye arabaları düdüklerini çalarak yanundan geçtiler. Ne de çabuk geliyorlar. Tahrik edici , namussuz bir sesleri var.
Yirmibeş Aral ık - Hiç durmadan konuştuğum halde konuşmuyorsun diyorlar bana. Kimbil ir ; böyle diyorlar bana.
Yirmialt ı Aral ı k - DOğduğumdan beri içinde yaşadığ ı m kent deği l bu . Kimseyi tanı mıyorum. Kimseye yüzvermiyorum. Konuşmuyorsun diyorlar bana. Bana söylüyorlar bunu.
Yirmidokuz Aral ık - Küçük bir gezinti yapt ım. Gitmek istediğim bir takım yerler vard ı . Ama gündüz gözüne gitmeye cesaret edemedim. Beni o ralarda görseler ne derler? Eve döndüğümde kendimi halsiz h issett im. Baş ım döndü . Anam nişasta pişirdi , soğuk alg ın l iğ ına iyi gelirmiş. Basit bir soğuk alg ın l ığ ı deği l benimki , biliyorum. Başka b i r şey. (Başka bir şey) . Ruhum hasta benim. VÜ-
. cut bahane. Bedene yayı lan hasta ruh . Baş döndüren. Bir ateşe doğru iteLeyen. Nişastayı içtim. Göğsüm azdan yumuşadı . Yatt ım. O dilsiz adam. Yürüyor. Yürüyor ve çağ ı rıyor. Ü rkütücü karanl ık
476
-------------------------------------- Kundak
şeritler ve O'nun sesi . Kalktığ ımı hissettim. EI yordamıyla YOlumu keşfediyorum. Karanl ık , tülsü perdenin ard ında, uzakta babamın sesini duyuyorum. B i r uçu rumun ucu nday ım. Dipte, aşağı larda alevler k ız ı l ağ ızların ı açmışlar, ard ı mda o dilsiz, şeki lsiz adam, yalnız sesten ibaret olan. Bir adım daha atsam alevlere yuvarlanacağ ım, olduğum yerde kalsam teh like gitgide büyüyerek yaklaş ıyor. Teh like yaklaşıyor. Yalvarıyorum. I<ime? Kime? Kime? Duyan yok. Ses, o acıkt ı , duyu lmaz, işiti lmez, ezici , zaval l ı haliyle içime gömüıüyor. Tehlike büyüyor, nerdeyse s ı rt ıma temas edecek. Ürpertiyle bağınyorum. Hani tam yakalayacakken ve uçurumun boşluğuna . . alev!er, k!zı l , korkutucu , ben onların arası nda ve kası rga gibi anaforlar yapan çığl ıklar. . Kulaklarım , her bir yanım . . ta kulağımm dibinde ötüyor, çat ı rt ıyla düşüyoru m boşluğa, vahşi di l leri alevleri n . . . yürüyor üstüme üstüme . . bağırıyorum birden, bağı rıyorum duysunlar beni , kurtarsın lar diye, bağı nyorum.
Dört Ocak - Kar yağıyor. Her yan beyaza kesmiş. Pencerenin kenarları buz tutmuş . Ocağa boyuna odun atıyor anam. Gene de soğuk I<mlmıyor. Kapı açı l ı nca, kar serpintisiyle birlikte h ızla içeri doluyor soğuk. Öğleye doğru, avlu komşularımızdan bir kad ın geldi . Anamla oturup konuştu lar. Odamda, yorgana sarı lmış yatıyorum. Kar dinsin diye bekliyorum. Korkunç biçimde kulaklarım çınhyor. Ç ıngırak sesleri gibi . Ç ın lamaların arasında, alabildiğine net , buyurucu bir başka ses. I nsan sesi deği L . Kesin , buyruk veriyor. Korkuyorum. Başka herşey d ışarda, uzakta. Bana yabancı .
Tuğ lalan karanl ıktan olan b i r duvar örü lüyor dünyayla aramda.
Beni eşyadan tecrit ediyor. Kendimden . . . Zaman bitiyor. Gelenler gidiyor. Eşya yok oluyor. Uzak boşluk
lar göz kı rp ıyor. "Gel" diye bağı rd ı ses. Vakit gece. H içbi r şey görmüyorum.
Yalnız, karşıkonulmaz buyruk, egemen ellerini koydu üstüme. Hiçbir şey yok gözümde. Ne yandan çağ ı rd ığ ın ı kesti remedin i lkin .
477
Anne Hikayeleri
Dinledim. Bel li bi r yönden açıkça çağırıyordu . F ı rt ınanın uğuıtusu , cama vuran f ırt ına . . çok u�aklarda. Korkunç bi r uğultuyla a ltüstü ediyor yeryüzünü , ku laklanmı tı rmal ıyor. Bir yönden çağı rıyor ses. Boyun eğmemem olanaks ız. Düşünmeye vakit yok. H içbir şeye vakit yok. Kalkt ım. Bir sonsuzlukta yürüyorum, süzülüp gidiyorum. Ses çağ ı rıyor. Çok uzaklardan , çağı rd ı yönde onu izliyorum. Birden, büyük, ince � dünyal ık bir ç ığ l ık . Kerem. Sesinden tan ıd ım. "Anneee . . " diye korkunç bir çığl ıkla yekindiğini gördüm nası lsa. Koşuşup geldi ler. Anam, elinde bir lamba tutuyordu. EI/enm önde, kap ın ın önüne yığ ı l ıp kalmış ım. Hiçbir şey anlamadım o lanlardan . Şaşkın ; büyümüş gözlerle üstüme eğiien anama bakıyorum. El inde kocaman bir ıamba. "N'oluyor?" Diye babam göründü kapıda donecik. Şakağ ımda bir zonklama ve tatl ı bir ı hkı ık duyuyorum. Elimi sürüyürum. Koyu bir kan bulaşıyor avuçlanma. Babamın "zincire vurma! ! bu heriti" d iyen öfkel i homurtusunu duyuyorum.
Beş Ocak, Sabah - Şakağımda, acı veren, şiddetli bir zonklamayla uyanıyorum. N io ldu? Niçin? Bir tülbentle sarı lmış alnım . Elimi baş ı ma götürünce anl ıyorum. , Gece. Kerernin üstüne basmış ım, şakağ ım ı kapın ın demi r tokmağ ına vurmuş, yere y ığ ı lm ı -ş ım. ' ,
Hasta, yatıyorum şimdi . Bir alay komşu gelip gidiyor. Halimi somyorlar. Bakıyor, bakıyor. . cevap vermiyorum. Aramızda bir duvar olduğunu bilmiyorlar. Yeryüzü adamı deği lim ben. Bunu bi lmiyo rlar.. !çim böyle söylüyor. Içimin sesine uyuyorum. Çünkü yaln ız 0 ,
, doğruyu söylüyor. Içim .
• h-
Yemeği bi li nçsiz yedim. Yatağa uzandım. Bütün bu o lup bitenlerden sonra uyumaya korkuyordum, bu çatın ın altı nda başkalarının varl ığ ın ı bil işim , gözü me uyku vermiyordu . Gene de dalmış ı m. Bunları düşüne düşüne. Akşama yakın ı lyas gelmiş. Yorgun soluğumun gürültüsünde yan odada sesini duyuyorum. Kapı usu lca araland ı . Anarnın başı göründü . Yeniden ayn ı çekingenlikle 'çekti kapıyı . l Iyasa "uyanmış" dedi . Demek ilk deği l , hep bakmışlar uyuyor muyum, uyanmış mıyım diye. ı lyas geldi . Kerevete oturdu . I lkin bi r-iki söz söyledi . Sonra o da sustu , konuşmaz o ldu . Öyle uzun uzun durduk. O duvar, kal ı nlaşa kahnlaşa yükseliyordu hep. Gittik-
478
-----------------=-=--------------=-== Kundak
çe sönükleşen m ın lt ıs ı duvann ard ında uzaklaş ıyor, kayboluyordu. Bitmez tükenmez duruyorduk. Kendime geldiğimde, ne zaman gitmiş, bi lernedim.
Gece - Evet, ı lyas falan YOh1u artık. Hatta şimdi onun gerçekten gelip gelmediğini de bi lmiyordum. O dalg in l ık s ı ras ında biraz dinlenmişim. Ama gene de ayrıntı lan iyice alg ıhyamıyorum. Eşya o kadar açık seçik değiL Gözüme uyku girmiyordu . Evdekiler akşam ' yemeğini yemişlerdi . 'Eve, akşam sonras ın ın o tembel, uyuşuk havası çökmüştü . Kerem tedirginlikle baş!adı uykusuna. Boyuna sağ ına soluna dönüp durdu, di lsiz gözlerle bakt ım ona. "Bakma, bakma .. " diye avuçlanyla gözlerini kapadı , yüzünü yastığa gömdü. Ağlayacak sand ım. Az sonra döndü , yüzünde , kurtlardan korkmuş I<oyunun teh like geçtikten sonraki o şaşk ın , malul , huzursuz hal i . Nice sonra uykunun düzenli soluklan doldurdu oday l . Tedirginl ik, rahat koymuyor. Gözlerim yan ıyor. Kerernin uy�duğuna iyice inand ıktan sonra usulca kalkt ım yataktan. Bütün mesele onun uyuması
\ mıyd ı? Gerçekten onun uyumasın ı mı beklemişt im? Niye bunu beklemiştim? Elbisem! giydim. Bütün özenimi ku llanarak sessizce
. kapıyı açtım. Sofayı geçtim. E� yordamıyla ayakkabı larım! bu ldum. Içerden anarnın in i ltisi ge liyordu. Kapıyı açt ım.
Kar i<esilmişti . Günlerce yağdıktan sonra. nihayet bu gece kesi'ımişti . Korkunç bir aydınl ık ve sükunet vardı ortal ıkta. Avluyu geçer- , ken , avlu komşuları mızdan biri , eli nde i brik, gürü ltüyle öksürerek d ışarı çıkt ı . Ama o zaman ben, avluyu geçmiş, sokağa çıkmışt ım. Beni görmemişti . O zaman, içimden , nedense , her şeyin yolunda gittiği ne dair bir sevinç ış ığ ı gelip geçti . Bir an, önemle durdum bu nokta üstünde. Sokak lamba!anndan donuk, ölü bir ış ık vuruyordu karlar ın üstüne. Düşünmeden yürüdüm. Üşüme duymuyordiJm. El lerim cebimde yürüyordum. Kar ayağ ımin alt ı nda g ıcırd ıyordu . Bir takım sokakları geçtim. Baz ı yerlerde, ayak izleri açı lmamış yada sonradan yağan karlarla kapanmışt i . ElektrH< direklerinin köşeleri donuk bir yüzle parl ıyordu . Bazı evlerin pencere lerinden c ı l ız , yoksul ış ıklar düşüyordu sokağa. Ama bunların h iç biri , ne ayağ ımın alt ındaki karlar, ne şurdan bundan yansıyan ış ıklar, ne ortal l- i ğ ın tehdit edici sükuneti , h iç biri i lgi lendirmiyordu beni . Herhangi bir
479
Anne Hikayeleri
duygu mu uyandı rmıyor, hiçbir cevap vermiyordu. Hiçbir şey beklemeden boyuna yürüyordum. Bir zaman sonra benzin deposunun oraya gelmiş olduğumu şaşkın l ıkla ayırdettim. Nas ı l gelmiştim buraya? Niçin gelmi ştim? Bizim evden çok uzaklardaydl . Bir anda, şaşk ınl ığ ın verdiği tuhaf bir korkuya, hareketsiz bir panik havas ına
. kap ı ld ım . Ama depo, güven verici bir korunak içindeydi . Bunu önceden bi liyordum. Camekandan içeri bakt ım. "Servis" bürosunda, tulumlu bir işçinin, masada uykulu oturduğu, belki uyuduğu , açıkca görülüyordu. Büronun ana ış ığ ın ı söndürmüşlerdi , masanın üstünde bir gece lambas ı yanıyordu sade. Böyle gecelerin üstünde bir gece lambası yan ıyordu sade. Kimseler yoktu ortal ıkta, tek canl ı , tek hareket yoktu . Böyle gecelerin ürperti verici süsü köpekler bile. Büro kapısında "sigara içi lmez" yaz ı l ı bir levha vard ı . Ezici bir cazibeyle sayaca yaklaşt ım. Aynı levhadan bir tane de sayacı n yakın ı na koymuşlard ı . H ızla okudum üstündeki yaz ıyı . Sayaçtaki rakamlar daha si l inmemişti . Sondan biri rakam hafifçe aşağı doğru kaymışt ı . Olağanüstü bir şey pekleyerek, hayır, hiçbir şey beklemeden o lduğum yerde duruyor, büyük bir dikkatle rakamlara bakıyordum. Bir süre daha baksam, rakamlar kendil iğinden hareket geçecekmiş gibi' bi r duygu ya kapı ld ım. Hatta nerdeyse hareket ediyorlard ı . Tam o sırada korkunç bir çığl ık la kendime geldim, s ı rtımda bir s ı ra tüyün diken diken o lduğunu h issettim. Nerden geldiğini anlayamad ığ ım uğursuz bir ses, hemen hemen ku lağ ımın dibinde:
- Yang ın var! Diye haykı rd ı .
O anda itfaiyelerin canavar düdüklerini d e işitmeğe başladı m. Arabalann ardında bir takım i nsanlar, karların üstünde, karanl ı k lekeler hal inde, belli bi r yöne doğru koşuşuyorlard l . Korkuyla, korkudan çok şaşkın l ıkla ve dehşet verici bir soruyla koşuşunlara bakıyordum. Bir yanda dökü lmüş rakamlar vard ı . O anda gürü ltü den bürodaki işçinin de uyanmış olduğunu gördüm ve oradan hemen, görünmeden kaçmam gerektiğini anlad ım. Eğer adam beni görecek olursa, bu kaçış, bir suçlunun kaçışı olacaktı . Bunu bi liyordu m. Ama bütün bunları tartmak için art ık vaktim kalmamışt ı . Belki de görünmüştüm bile. Hala tereddüt içinde oyalanıyordum. Evet, rakamlar dökülmüşlerdi , tek şahidim uyanmışt ı . Ama bütün bunların
480
• h
=--===----------------------------�= Kundak
bir anlamı var m ıydı? Düşünmeye vakit var mıydı? Bir söz . . "şahit!" Işte o zaman birdenbire koşmağa başlad ım. "Servis"in az ötesindeki alanda, kalabal ıktan bir takım gruplara ayrılan insanların herbiri ayrı bi r sokaktan dal ıyorlard l . Alana açı lan bir sokak vard ı . Herkes en kestirme bi ldiği yola doğru koşuyordu. Bir anda kalabal ığa karışt ım ve rastgele bir sokakta, beş on kişiyle bi rlikte koşmağa başladı m. Biriki sokağı dönünce yang ın uzakta, yuvarlak, k ı rmızı , harika bi r kpbbe halinde göründü . Kentin s ın ı rlarında, yoksul lar mahallesindeydi . Yang ın ın gökyüzünde açt ığ ı , kocaman k ı rm ız ı kubbeyi görünce kemiklerimin ürperdiğini hissettim. Şakağ ım, sar-
, g ın ın alt ında korkunç bir acıyla zonklamaya başlamışt ı . Yangın yerine kadar koştum. Orada, çoğu yoksul �örünüşlü, öbek öbek bir insan yığ ın ı merakla, be lki keyifle yang ın ı seyrediyordu . Uzanıp kısalan, türlü biçimlere giren �koyu alevler birden yükseliyor, türlü Çığl ıklar aras ında kabanyor, her yana dağ ı lıyor, bir çat ırtıyla başka bir yerde yeni bir alev denizi coşkun sulann ı göğe salıyordu. Yoksul lar mahallesi yanıyordu. Kalabalığ ın ayak alt ında ya da yangının sıcağ ında eriyen karlarla vıcık vıcık çamura kesmiş sokak, boydan boya, evlerden taş ı nan akı ı almaz eşyayla bit pazarına dönmüştü . Alabi ldiğine bir kargaşal ık sürüp gidiyor, bir takım adamlar ordan oraya koşuyor, itfaiyeci ler telaşla ve aceleyle merdiven kuruyor, kimileri el lerindeki kazmaiarla evleri y ıkmaya çal ış ıyor, kalabal ığ ı n yang ın yerine daha fazla yaklaşmasın ı önıüyorlard l . Bi rden ahşap bir evin üst katin ın alevlere boğulmuş bir çat ırt ıyla bir kal ıp halinde çöküp yıkı ldığ ın ı gördüm. Kargaşal ıktan, "Kurtarın!" diye bir ç ığ l ık koptu . Ama kurtarmak imkans ızdı art ık. Ev, alevler içinde, o lduğu gibi çökmüştü. O anda da azgın bir alev seli göğe doğru keyifle yükseldLoYangına karşı en gözü pek, en i lgisiz görünenler bi le kendi l iğinden geriye çeki ldi . Is lak, içe işleyen bir soğuk vard ı . Kad ınlar, kucaklarında bebeleriyle sokaklara dökü lmüşler, bir yandan ağl ı yor, bi r yandan da , nas ı l b ir duyguyla, kendi lerine bakıp ağlayan çocukların ı avutmaya çal ış ıyorlard ı . Kargaşal ık, ateş, alev, bağnşmalar, çat ı rtı lar arasında gitgide büyüyordu . Bebelerin çığl ıkları bu kargaşal ıkta ayrı bir felaket haberi gibi bütün yangın alanına dağ ıhyor, bütün bu olup bitenleri , o lmaya devam edenleri sanki tek başına onlann sesi yönetiyordu . Çevre, olağanüstü bir grup vakti hal in-
48 1
Anne Hikayeleri -----�---------
de ayd ın l ıkt l . Yan ıbaş ı mda bir kad ı n, az önce yitirdiği çocuğunu bulmuş, boynuna sarı l lyor gözyaşlarıyla koklayıp öpüyor, çocuksa e llerini sarkıtmış, anas ı nı n karşıs ında dimdik, k ımı ldamadan duruyor, anas ın ın e linden kurtulmak istiyordu . ,Niçin yapt ım bunu . N için yaptım? Şimşek gibi bi r pın lt ın ın geçtiğini h issettim kafamdan. Birden kan ım dondu : yangın ı ben çıkard ım! Bu yangını ben çıkard ım. Soğuk, öldürücü bir terin yayı ldığ ın ı duydum vücuduma. Evet, daha benzin deposunun oraya varmadan bu sokaktan geçmiştirn': Hatırl ıyorum. Bu hakarete uğramış, ,ezi lmiş evleri unutabi li r miyim? Yan ımdan, bir gece bekçisi ters ters bakarak geçmişti . Işte şu ev . . sokağı n karş ı kıyıs ında . . penceresi yete 'yakın . . Perdesinin ard ında zayıf bir ış ık parl ıyor, pencereden dışarı uzanan soba borusundan dumanlar çıkıyor, bir bebek ağl ıyor, bir, ana duyulur bir sesle, ince , içli bir ninni söylüyordu. Bunları görmüştüm. Ama sonra? . O ses . . n inni . . taştan , y ı k lk bir duvar yığ ın ! . önünden geçiş . . birkaç elektrik di reği . P1 4 gibi bir işaret. Neyi gösteriyordu? Ama sonra? Hep dönüp duran .. Neydi bunlar? Ne anlamı vard ı? I l la bir anlamı olması gerekir miydi? Niye hep soruyordum? O yıkık taş duvann dibine çömelmiş miyd im, bekçi, bana:
- Ne anyorsun burada, diye sormuş muydu?
Yani daha o zaman tehl ike li bir adam olduğumu beli rtmiş miydi?
Yorgun bir duyguyla, o pencerenin önünden bir kez daha geçrnek istedim. Fakat ayakkabı larıma su sızıyordu. Üstelik ış ık söndürü lmüştü . Kulaklarımda yalnız o incecik ninninin yankı ıanyla geri döndüm. Bütün bunlar olmuş muydu? Böyleyse, sonra? Sonra ..
, Kara, belirsiz, bilinmez bir yığ ın t ıkanıp kal ıyordu orda. Sonra "Servis." Bürodaki işçi . Tek şahidim. Tanrım, Tanrım ! Beni görmüştü . Mut laka görmüştü . Yangına doğru atı ld ım. Herşeyin bir anda bit-, mesi gerekiyordu art ık . Bir anda yansın, yok olsun. Ben başladıysam bu yangı na, ben biti rmeliyim. Ama bı rakmıyorlar, birkaç �işi yakalayıp yang ı na koşmama enge l oluyor. Alevii bi r kütüğü n yukardan, ü stüme doğru yürüdüğünü görüyorum. K ım ı ldamadan, durup bakıyorum. Kütük az ötemde, çamrulara yuvarlanıyor, iç ezi-
482
-----=-------====---=-------------===- Kundak
ci bir cız ırt ıyla bi r yanık , duman kokusu yayı l ıyor. Kokuyu tanıyorum, çok iyi bi liyorum. Içimi somut bir haz gibi kapl ıyor bu duman. Bu yang ını ben çıkardım, beni kutlayın, diye bağırıyorum herkeslere . Ama kimse duymuyor beni , ne dediğimi anlamıyor. Koca alev denizinin önünde diz çöküyorum. Ah, çekip sürüklüyorlar beni . Ben böyle hazden erimişken beni tesel li ediyorlar. Anlamıyorlar. Kala- , bal ığ ın ard ında, bi r duvar dibinde, çamurlu bir yere bırakıyorlar be-ni . Ağlayan, kah ı rlanan, yaz ıklanan kad ınların ve çocukların aras ı na. Artık önlere de bırakmıyorlar beni . Yangın ı ordan gözlüyorum. Kendi varl ığ ımı , yapıt ımı . Yoksa eksik, korkutucu , yalancı bi r düş mü (görüyorum) ? HaYif, deyi l , deyiL Alevler, dehşet verici di l leriy-le, bütün canl ı l ıkiarıyla karş ımda duruyor. Mahalle gözler önünde yanıyor işte. Dışarlara hala bazı evlerden yataklar: masalar, ıv ır zıv ır bir sürü şeyler taşı n ıyor. Evet, artık bi raz gururla, üstüm baş ım çamurlara i?elenmiş, geri lerden seyrediyordu m yang ın ! . Bi r deli sansınıar, beni bi lmesin ler, ne önemi var! Alevlerim ahşap yapı lara savru!uyor, onlar savru ldukça kalabal ık tek bir devinimle geri geri açıyor, sonra yeniden i lerlemeden, oldukları yerde duruyor, ordan seyrediyorlar. Ortal ı l< g itgide yaln ız alevden ibaret kal ıyor.
Sabaha Doğru - "Hemşerin !" diyen bir sesle omuzlanm sarsıl ıyor. Tuhaf, o duvar dibinde, çamurlar içinde s ız ıp kalmış ım. iyilikseverin biri beni uyand ı riyor. (Gülünecek şey) . Vücudum s ız ı lar içinde' kalkıyorum. Baş ı m ın sarg ıs ı düşmüş. Yerde, çamurları n içinde duruyordu . Şakağ ıma dokunuyorum, pıhtı laşmış bir kan tortusu. Büyücek bir yara yeri . Beni uyandıran kimse gözle kaş arasinda kaybolup gitmişti . Ayağa kalkı nca, hareket eden bir karartıyla başım döndü , bir an duvara tutunup kald ım. Geçti . Yang ın sönmüştü . I lk anda, bulant ı verici , ağ ı r bir koku yayı l lyordu yang ın yerinden. Duvara tutunmuş, bi r süre öyle kald ım. Sonra k ımı ldandım, kendime geldim. Ve birden hat ırlad ım: yangın. Şimdiyse sönmüştü . Yerinde yalnız bu lantı verici bir koku , kömürleşmiş �<ütükler, yan yanmış, kimi kurtarı imış bir sürü ev eşyası , çökmüş duvarlar, çat ı s ız, kararmış evler, bir de bu yıkınt ı görünümünden, eşyadan ayırdedi lemiyen, sadece k ımı ıdayan birer eşya hali ne gelmiş olan bir takım insan öbekleri kalmıştı . O h ı rsl ı haz birden kaplayıverdi içimi .
483
Anne Hikayeleri
Vücudu m yorgun , üstümbaşım çamurlara belenmiş o lsa da, içim zafer kazanmış bir komutan duygusuyla kabararak yang ın yerinden yürüyüp geçtim. Evet, evlerin çoğu, kulübelenn hemen hemen tamamı çoktan yanıp kü l o lmuş, kulübe sahiplen unmaz bir çaresizlikle donup kalmış lard ı . Yüzleri bembeyaz kesilmiş, eşyalaşmış bir hareketsizlikle durmuş, yangın yenni seyrediyorlar, hiç olmazsa kurtarabi ldik leri öteberi leri ni bekliyorlard l . Gü lümseyerek yürü-düm önlerinqen. ! .
lş imi bitirmiştim.
Yoksul lar mahal les inde, kentin barsağ ın ı deşmiştim. I ki yan ımdan ezi lmi ş b i r saygıyla açı l ıp yol veren insanların arasından geçiyordum. Yangı n yen , bir marsık yığın ı halinde gitgide arkamda kal ıyor, uzaklaş ıyo rdu.
Güneş doğacak mı , batacak mı bel li deği ldi : b ir garip , bir yabancı , bir puslu vakitt i . Kurşun! renge boyanmış göğün uçlarında, buharlaşmış alev zerreleri halinde donup kalmışt ı güneş.
B ir türlü durmak bi l miyordu. Iki büklüm s ı rt ımla yürüyüp gidiyordum. Derken , kendimi kentin o karış ık sokak başlarından binnde buldum. Artık h içbir şey beni şaşırtmıyor, az önceki marazıt duygu, yerini gitgide umutsuz bir hüzne bırakıyor, içimde bir pişmanl ık duygusu gelişiyor, tad ı n ı alamad ığ ım bir korku kabarıyor, b i rşey ö lüyor, o şeyin ölüsü gide gide büüyordu. Işte o zaman, beynimin ta içinde o sesi bir kez daha duydum. Kesin biçimde çağı rıyordu. H içbir şeyi görmeden, sadece adı mlarımın sese doğru h ız la yol ald ığ ın ı ayı rdettim. Kunduramın, duvarlarda boşluğu ürperten yankılarla . . Ra! Ben burdayım. Bir deliyim. Yangı na bulaşmış, yangın ın duman ıyla lekelenmiş , ayaları kararmış e l imi gizl i bi r karanl ı kta öpüyorum. Adsız bir yiğidim ben. Kunduramın t ınlayan yankı larla .. SES .. ad ımlar ım h ız la yol al ıyor: yaln ız l ığ ın sesini d inlemekten başka yapacak bi r şey yok. çağ ı rıyor. Bir deliyim, yürüyoru m ve kundağm gittikçe uzaklaşan uğuıtusu , kulaklanmda iştihal ı , anlaş ı lmaz ezgi ler b ı rakarak dönüyor, yavaşl ıyor, söylenmemi ş bir cümleye-doğru, boğuntulu sokaklarda, doğmayan güneşler ve kur-
484
------------------------------------- Kundak
şuni renkler ve umutsuz serserj ler ve çınlayan uzak kahkahalar, alevlere batarak y ık ı lan kütükler, destekler, içime çektikleri boz renkli setler ve kızıdıklan ö lümsüz izler, bitmeyen, dinmeyen kaynaşmalarla ve bütün bunlar olurken ben gidiyorsam nereye böyle kaçmak!ar, yakalayarnamaklar, ç ı nlayan yönsüz sese doğru rüzgarlar gibi , bi r delicesine uzanmak bu sokak kim deliysem bi r kelime cin çarpmalara doğru evrenin ötelerinde görünmez maddelere uçmak, kaybolmak . . . Umutsuz bekleyişle . her bitişi bitmeyen yanniara b ı rakmak ve boyuna, herşeyden s ıynlarak çağı ran inatçı sese doğru yol almak . . . Kurtu lamamak.
Gözümü açt ığ ım zaman güneş daha doğmamışt l . Anam baş ucumda duruyordu. Gece nereye gitliğimi sordu . Bizim sokakta yıkı l ıp kalmış ım. Sabahleyin beni sokakta yatar gören komşular eve getirmiş . Durmadan sayıkl tyormuşum. Olanları hat ı rlamıyorum, ben yoktu m. Anama cevap vermedim. Her şey yeniden karard ı .
B i r g ü n - H i ç kimse yoktur. H içbir şey devam etmemekte� dir.
485
Anne Hikayeleri ----------=------
'-/JI .&...4 .... , .... .... JilL.#' . ........ KALAN Recep SEYHAN
"O'nun adı anı lmayacak bu evde" diye gürledi adam. Kadın ağz ından kaçı rdığı söze çoktan pişman olmuştu ama bir kez çıkıvermişti söz ağzından. Adam bir zaman yiti yiti baktı kadına. Bir an eve sessizlik hakim o ldu . Kad ın konuyu değişti rmek için : "Sabun bitti evde, dedi , çocuğu gönder de tikandan (bakkal) sabun alsın eve." Adam kadın ın sözünü duymamış gibiyd i . Bir müddet sustuktan sonra kendi duyacağı kadar bir sesle :
"Namussuz etti beni cazı , dedi , kimsenin yüzüne bakacak ha- . l im kalmad ı . " Günlerdir o layı n etkisinden kurtulamamışt ı adam. Nereye gitse kendisiyle birlikte o , kendi deyimiyle 'utandıncı ' olay, bütün tüzeliği ve etkin liğiyle sanki adım adım izliyordu adamı . Köyde s ık ı i lişkide bulunduğu dost ve akrabalanyle uzun zamandı r
, yanyana görülme rnek için adeta köşe. bucak kaçıyordu . Kansı ve ' diğer iki çocuğuyla da çoktandı r hala senli benli o lamamıştı . Evdeki resmi havadan tedirgin olan çocuklar, sokağa f ı rlamak için f ı rsat kol luyorlard ı . Bazan ı lyas'ı annesi gidip getiriyordu sokaktan. Kad ı n kocası na bir şey soracak olsa ezi lerek, çekinerek, bi r zaman sözü ağzın ın ucunda söylemeye hazı r bekleterek, iyice kontrol ettikten sonra zar-zor söyleyebiliyordu. Bu kez de boş buIunuvermişt i i şte. Kad ın konuyu değiştirdiğini sanarken adamın ansız ın yine aynı konu üzerinde o lduğunu bel l i eden söylenişi evde yeniden bir resmiyet ve sessizl ik doğurdu . ı lyas babas ın ı n cebine davran ıp
486
• L�
Geride Kalan
kendisini bakkala göndermesini sabırsızl ıkla beklerken, o ara, umduğu o ldu.
"Eşikte oturu lmaz derdi kocaanam (Anneannerne kocaana deriz biz.) D ışarı ç ıkabi ldiği zamanlar, eşiğin önünde çıkma taş ın ın üzerine bir post veya elbise eskisi serer orada saatlerce otururdu . Dayım çok zaman evde bulunarnazdı , on-onbeş günde bir eve uğrar fazla kalmadan yine uzaklara giderdi . Bir keresinde dayımı silah l ı cendermeler aramışt ı da korkudan ağlayıp alt ıma işemiştim. Dayım evde olmadığ ı zamanlar, akranlarıyle biraraya gelip 'türkü çağı rı rlar pıt ık çalarak oynariard ı . Pencereden gözetlerdik onları ; çocuk o lduğumuz için bize ses etmezlerdi. Arada bir "Yavaş o lun kı ız" diye sesi duyu lurdu kocaanarnın . B i r tral<:tör sesi duysa hemen pencereye koşard ı , şimdi daha iyi anlıyoru m bunu. O da evin önünden her geçişinde korna çalard ı . Köyde başka traktör bulun-
. madığ ı için çocukça bir sevinç duyardık bundan. Köprübaşı ndaki tarlarnızda bir iş çıkt ığ ı zaman onu düğüne gidiyormuş gibi sevinçli gönJrdük, oysa tarlaya gitmek pek işine gelmezdL çoğu zaman da tarlaya babamla giderdik, anamın beni tarlaya gönderesi olmazd ı , çünkü öküzlerimiz acemi olduğundan önleri S ira yürümek gerekirdi ve ben öküzlerin önünde yürürken tezeklere dolaşi r düşerdim, babam da beni üvendire i le döverdi . Babam çok titiz bi r adamdı , hala da öyledir. Anam hastalıkl ı bir kadınd ı . Bir gün ayakta ise iki gün ya-. takta geçiyordu günleri . Ona dua ederdi : "Sen de olmasan ne gün!ere kahrdık a kız �m" derdi . Yattığı yerden yapacağı işleri tarif ederdi. Çorbanın tuzuna k_adar her konuda yard ımc! olurdu . Kendi katk ıs ı o lmayınca işlerin ağı r a l<sai< gideceği ne inanıyordu. Babam yanyana getirebildiği üçbeş I<uruşu da doktor parası yapıyordu . Kimi zaman anamın o uzun kış gecelerinde çektiği çi leye dayanamayıp başucund.a ağlaş ı rd ık. Bir keresinde babam bi le ağlamışt ! . O zaman anamı ölecek sanmıştık. Benden küçük o lan kardeşlerimin özel l ikle Aliye'n in bak ım ı , giydiri lmesi , kaştan imas i genel l ik le Onun e linden geçiyordu. Ne bi leyim severdi bizi , biz de onu severdik. Babam ilçeye gittiği zaman Ona kanaviçe, incil< boncu�<, işleme ipi gibi her genç kız ın o yaşlarda i lgi lendiği elişi malzemeleri a l ı rd ı . Ev işindeıı f ı rsat bulunca hemen yengemgi le koşard ı . Yengemle arkadaş gibiydi ler. Saatlerce neşeli , kahkahal ı konuşmalar yapar-
487
Anne Hikayeleri
lard ı . "Kız ım derdi a nam, yarın geli n o lu rsun aha, haz ı rl ığ ın ı yap şimdiden." Utanırd ı anamın bu tür sözlerinden , yüzü kızarı rd ı . "Ne var kızım bunda derdi anam da, evde' kalacak değilsin y� sen de gideceksin e l kapıs ına." Nas ı l yapabildi anama bu ihaneti hala akl ı m almıyor. Eğer ş u an yan ımda o lsa nası l davaranacağımı düşünüyorum da tüylerim ürperiyor, nefret ediyorum ondan. Anamı en kötü ·gününde, ölüm kal ı m mücadelesi verdiği bir s ı rada b ı rakıp gitmesi bağışlan ı r mı? Üstelik anama hizmet edebi lecek kimsenin o lmad ığ ı , daha ameliyat dikişlerinin iyice tutmadığı bir zamanda nasıl yapabildi bunu , nası L . Daha da kötüsü vardığı adamın evli o lması. Babamı yiyip bitiren de burası deği l mi? Onun yüzünden babam ay!ard ı r azap çekiyor, bize hiç iyi lafı o lmuyor. Eğer vard ığ ı adam bekar t;ri o lsaydı bu kadar nefret etmezdik ondan, belki banşabil irdik, h iç olmazsa babam anamı şartlamaıdl . Anam iki haftadı r ağı r hasta yatan kocaanarnın yanına varıp da hiç olmazsa e l gibi "geçmiş o lsun" diyemedi : Hep onun yüzünden. Bu işi yengemin (dayımın karısı nın) tertiplediğ i , Mahmut dayımın da bundan haberli o !� du ğu er geç babamın kulağ ına gelirse durum ne olur bi lmiyorum. O adamın sık s ık dayımgile uğrayış ı meğer boşuna deği lmiş, birtakım dolaplar dönüyormuş, Kimin akl ı na gelirdi böyle işlerin olabi leceği?"
"Bugün daha da kötü lemiş" diyor kad ın . Adam omıana gitme hazırl ığ ı içinde. Evin avlusunda baltas ın ı eğeliyor. I nce, tiz bir ses çıkarıyor eğe. Adam kendisini o kadar işine vermişti ki , battayı eğelerken, dilini çıkard ığ ın ın fark ında bi le değildi. Bir kez daha yineledi kad ın . Bu kez daha bir cesaretle konuşabi ldi . Kocasından "Git" sözcüğünün çıkacağından umutlandı . Adam i lkin dilini ağzına çekti , sonra çal ışmasını durdurdu, iki eliyle s ım'slkl kavradığı eğeyi sağ eline a ld ı , o an, kad ın dövüleceğini düşündü , fakat adam, baş ın ı ' kald ı rıp sert sert bakt ı yalnızca. Bu bakışlarla kısa süre birleşti kad ın ın gözleri ; ancak uzun sürmedi bu , kadın gözlerini başka tarafa kayd ı rd l . Asl ı nda önerdiği konunun adamın sini rlerindeki geri l imi arttı rmaktan başka bir sonuç vermiyeceğin i bi le bi le "belki" diye özetlenebi lecek bir umutla söylemişti . Işte yine sonuç ayn ı o lmuştu . Bakışların ı kocası na çevırdiğinde, hala o sert bakışlarıyle bakmakta olduğunu gördü . Adam boyun kıvırarak "Lahavle" çekti . lşi-
488
Geride Kalan
ne yeniden koyulu rken , "Hasbünallahü Veni'melveki l" dediği duyuldu. Kadın umutsuzca, ses çıkarmadan uzaklaşt ı . Adam kadın ın peşinden: "Ekmek ç ıkmın ı a l ığa astm mı kız!" diye seslendi .
"O, uğursuz, kötü günün üzerinden bir yaz mevsimi gelip geçti . Evimizde o günden bu yana ne anarnın ne de babamın yüzü güldü. Günler birbirlerine benzer biçimde gelip geçti. Anarnın sancı larına bir de başağrıları eklendi . Yine günlerinin çoğu yatakta geçti . Kimi zaman yemeği babamla birlikte hazırladık. Çamaşırlarımız ı kaIkabi ldiği zamanlar anam y ıkad ı , kalkamadığı zamanlar da Allah raz ı olsun komşudan bizi garip ve yetim bırakmadı lar. Babamın üzerindeki ô sinirli l ik olmasa, zamanın yüklediği yükü gücümüz yettlğirıee s ı rtliyoruz ama, babamı n gülmeyen, gülmediği gibi konuşunca da kah ı rla konuşan o azar dolu sözleri bozulmuş o lan huzurumuzu büsbütün dağıtıyordu. Bir ara emmim oğu llarından para a l ıp Istanbul'a kaçmayı bi le düşündüm. Fakat anarnın durumu beni bu dÜşünceden caydı rd l . Çok hesap ettim, ne etsem bu evden kaçma fikrini uygun bir yere yerleştiremedim. Ne tarafından tutsam çap çıkıyordu . Bu düşüncenin bana musal lat olduğu günlerde kocaanam öldü . Anam pencerede saatlerce ağladı , cenazenin evden çıkarı l ıp namaz k ı lmmak üzere camiye götürü lüşü s ı rası nda ancak salm ı görebi ldi . Babam cenaze evden çıktıktan sonra anama izin verdi . Şiddetli arzusu üzerine cami nin önünde anama kocaanarn ı n soğuk yüzü gösteri ldi . Anamm her bakışında babam "Üçten dokuza şartettim olmaz" dedi . "O ev düşürmedi mi bizi bu hallere ne üsteliyorsun kız" diye azarladı . Komşuların ricas ı da bir sonuç vermedi .
I lkoku lların açı ldığ ı s ı ralardayd l . O dönem benden iki yaş küçük olan kardeşim beşinci s ın ıfa gidecekti. En küçüğümüz de bu y ı l yeni birinci s ın ıfa yazı lacakt ı . Bi r önceki yı l babam "Daha küçük" diye yazdırmamışt ı . Öğretmen babama küçük kardeşimi niçin yazd ırmak istemediğin in gerekçesini sorunca babam gerekçe o larak: "yakında göçeceğiz" demesin mi? O ana kadar babamın komşu ile bağl ı i lçelerden birinden ev ald ığ ından hiç birimizin haberi olmad ı .
, Bu beklenmedik haberi evimizin ve tarlalarımızın sat ı lması izledi . Anam eve ocağa ve tarlalarımıza çok acıd ı , kendi kendine içten içe sızland ı , söylendi .
489
Anne Hikayeleri
. . . . Ve taşmacağ ım ız gün geldi çattı . Birkaç gün komşu ve akrabalardan gelenlerin yard ımıyla eşyalanmız sanıdı , düzüldü. Bu sabah hepimiz erken kalkt ık: Babam araba getirmeye gittiğinden evde yok. Anam zaman zaman dal ıp gidiyor, arada sessizce ağl ıyor, gözyaşı döküyor. Evimizi ocağ ımızı , köyümüz, komşu ve akrabalanm ızı düşünüyoru m : Bu evin , ah ırm, samanl ığ ı n , avlunun, eşlğin , kapı ları n, odalar ın , duvarların, tahtaların, pervazları n, ocağın, çıkmanın , merdiven leri n, bahçenin ve tarlalarım ız in karış , karış her zerresinde e limiz, emeğimiz" acımız ve sevincimiz var. Bunu iyi bi liyorum. Anam bir akraba kadına ev yapı l ı rken çektiği acı ları , sa':' manl ıkta kald ığ ımız g ünleri (o zaman, ben dünyada yokmuşum) anlatıyor. "
490
--------=-=-------==-= Zamanla Giden
ZAMANLA GİDEN Recep SEYHAN
Ağaçla r rüzgarın sert vuruş ların ı uğu ldayarak duyu rdular. Rüzgarın soluğu kışın nefesini duyuruyordu . Yaylacı ların, yazları şenlendirdiği , ıslık çaldığ ı , orman diplerinde balta takı latt ığı , kekliklerin , kuğu iann, baykuşların , bülbü l ierin, guguklann ve daha binbir çeşit kuşların seslerinin saltanat kurduğu, şenlendirdiği yaylalarda kış ın beyan örtüsü çeki lmiş, bayı rlar kuytu lar, dere dipleri , orman içleri şimdi sessizliğin sesini yaşamaya başlamıştı r. Bu anlarda insan, her şeyin insanla şen ve i nsanla canl ı , hayat dolu o lduğunu daha iyi anl ıyordu . Şimdi , sürüngenler, kanncalar, t ı rt ı l lar, böcekler, kimbi l i r toprağ ın hangi noktalarına gizlenmişlerdi . Sanl<i insan ın çekildiği yerden her şey çeki l ip gitmekteydi . Sadece yaylalar deği l , yazı yol ları , faravga böğürleri , tepe ve ağaç dipleri bi l inmeyen ve tarif edilemeyen bir sessizliği yaşıyorlard ı . Arazi yolu veya cı lgalardaki kağnı veya traktör izleri , çobanlann ateş yataklan, koyun eğrekleri , açık ağı ı yerleri, yazlan en çok uğranı lan belirli gölgel ikier, ç.ocukların çayı rlarda oyun oynad ıkları s ı ralarda oyduklan eşmeler, geçici su gölekleri , yağmurlu bir günün ardından sığı rların t ırnak izlerini kopya eden çÖkekler, tarla an ızlan , çorak veya işlenmemiş meraya yayı lan yabani otlar görunmeyen bir s ıy ırgı ile si linmiş , bel irsiz hale gelmişt ir. Art ık kuşlann sesi kesi lmiş , ağaçların her biri kendi dünyasında uzlete çekilmi§, sert ve haşin rüzgarların eşliğinde kutlu bir söyleşiye durmuş, dereler söyleşi yi yüksek sesle terennüme başlamış , toprak bi rbiri ard ından yağan yağmurlarla
49 1
Anne Hikayeleri ----====------------yaz ın susuzluğunu gidermiş, yol lar tenhalaşmış can l ı lar yuvalarına çeki lmiştir. Şimdi evlerin bacaları da birhoş tütüyordu ; Sokaklar (ev araları) tenha)aşmış kapı lar kapanmışt ı . Evlerin saçakları , kiremitier, yerler ve hatta kedi ler bi le kış ın soluğu nu duyuyorlar ş imdi: Şafakla başlayan gün başlang ıcın ın kapal ı gürü ltüsü, sabahları , s ığ ı rların , camışlan n dikenleşen tüyler,i , akşama doğru sobaya odun kesenlerin balta sesleri , camiden e li cebinde nefesleri buğulayarak ç ıkan cemaatin ayaküstü yar ım kalmış sOhbE)tleri , kahve dedikodu ları , çocuklar ın eve musallat olup annelerini gücetmeleri , ağzındaki sigarayı u nutarak e li cebinde kendine sığ ınmaya çal ışarak bir yere gidenleri n acele adımlarla sokaklardan çekilişieri , çeşme başındaki kad ınların tez eve dönmek için gevezeliği özetiemeleri bu mevsimde birbi ri ne benzer biçimde geçen günlerin be LU başl ı özell ikleri arası ndad ı r . . .
"Eskiden neyin şaka neyin ciddi olduğunu , hangi sözün sevgi , hangi sözün yergi olduğunu ayı rdederdim. Şimdi öyle deği l im. ! nsan yaşlan ınca böyle o luyor demek ki . Kusuruma kalma kız ım."
Kapı h ız l ı örtüldüğünde, çocuklardan-birin in sesi yüksek ç ıktı ğ ı nda, anlamadığı b i r sözün tekrar edi lmesini istediğinde, veya oğlunun çehresini asık bulduğunda varl ığ ın ın bir angarya olduğu vehmine kap ı l ird ı kad ı n. Ocakbaşı na geçer, yanmakta olan odunlan seyre dalard ı . Bacayı zorlayan rüzgarı n uğuıtusu , odunlann yandıkça şekil değiştirerek ağı r ağı r yıkı l ıp dağ ı l ış ı ve kül oluşu , çorban ın ateşte kaynaması , ibriğin sobanın üzerinde s ızlan ışı , seslerin , konuşmaların bi rer say ıklama halinde belirsizleşmesi geceleri d ı şarı larda, bi l inmeyen yerlerden eve u laşan (net olmayan) sesleri n adland ı n lamayış ı , tavanaras ı nda sabaha kadar sürekli çal ışan ağaç kurtlar ın ın tayı rt ı ları , kedi teri n "ağlaşmas'ı" , köpek u lumaSL. . . .
Bütün bunlar, kad ın ın ömürünü, sanki birçırpıda karşısına getiren şeylerdi . Neler düşünmezdi böyle anlarda neler . . . Yı l lar önce yine ayn ı iklimdeydi , ayn ı kap�ı lardan işlemişti , aynı kaplardan yemişt i , karşıs ında sabahları yine ayn ı tepeler vard ı , akşamları yine güneş bu mevsimde ayn ı yerden batıyordu ve kendisi ayn ı i simle çağrı lmışt ı . Değişen neydi? Güneş mi , dağlar mı , yollar mı , kapılar
492
• b
---------------- Zamanla Giden
mı , sofralar mı , kedi /er mi , köpekler mi , odunlar m ı , ateşler mi , küller mi, mevsimler mi, yemekler mi , ağaçkurtları mı , geceler mi; gündüzler mi, akşamlar m ı , sabahlar m ı , pencereler mi , odalar mı? . . Neydi değişen. I nsanlar yaşlandıkça değişiyordu e lbette, bu bi li nen bir şeydi . I nsanlarla birlikte gülüşler, ağlayışlar, bakış lar, oturuşlar, yemek yeyişler, çocuk sevişler, g irişler, çıkışlar selamlar, kelamlar, kapı lar, odalar, köpekler, kedi ler, dağlar, bayı rlar da mı değişiyordu? Bu önceden de böyle miydi? Sevgi ler ve tutku lar, acılar ve s ız ı lar, bekleyişler ve umutlar, özlemler ve utkul ar, bütün bunlar eşyanı n yedeğinde miydi? I nsan ı insanla ve zamanla götüren neydi ve nereye götürüyordu . Rahmetli Bayram Çavuş da böyie miydi? O da ömrünü n sonuna yak ın (bil iyor muydu hasta l ığ ı nın
, amansızllğ ını ) sesleri , sözleri , bak ışları , gülüşleri , kapı lan , bacaları, ocaklan, merdivenieri , yolları , ağaçlan, velhas ı l herşeyi anlamlı , m ı buluyordu?
\ '
O'na ömrünün h iç bir anında i smiyle seslendiğini hat ı rlamıyordu. Genellikle "Herif" ya da Hoca diye seslenirdi . Bayram Çavuş'un köyde, civar köylerde, hatta kasabada hatı rı sayı l ı r bir yeri vard ı . Askerl iğini "çavuş" o larak yapmas ı ndan kinaye "Çavuş", kendi kendini yetişti rip , zamanın ın tanınmış alimlerinin huzurunda az bir zaman da olsa diz çöktüğünden "Hoca" s ıfat ıyla aml ı rd l . Dahası köyde uzun zaman imam hatiplik yapmış, Kur'an okutmuştu . Bayram Çavuş'un ya da Bayram Hoca'n ı n mahzenlerde, bodrum katlarda kap ıya nöbetçi dikerek gizlice Kur'an okuttuğu y ı l larda radyo yaln ız O'nda vard ı . Köylüler ikinci dünya savaşıyla i lgi l i haberleri , paşanın demeçlerini , Tokat ve Erzincan büyük depreminin geriye b ı rakt ığ ı acı ları n habe'rlerini büyük bir heyecanla dinlemeye gel irIerdi . O yı l larda Nahiyelerde Nahiye Müdürü vardı . Bayram Çavuş Nahiye Müdürü Nazmi Bey'le iyi geçinmeye çal ış ı rd I . Çünkü , Bayram Hoca'n ın gizl ice Kur'an okuttuğu haberi Nahiye Müdürünün kulağına gitmiş ve hoca bundan çok tedirgin olmuştu . Bayram Çavuş, çevre köylerden birinde gizlice Arapça ezal1 okuyan bir hocan ın ne durumlara düştüğünü bildiği için, bu konuda çok uyanık olmaya çal ış ır, Nazmi Bey ve k,arakol çavuşu i le "merhaba"sın ı kesmemeye özen gösterird i . Kendisini eski bir meslektaş olarak tan ıtt ığ ı günden bu yana karakol çavuşu i le aralarındaki yakın laşmayı
493
Anne Hikayeleri
sürekli taze tutmaya çal ı şmışt ı . Bir keresinde karakol çavuşu "kulağ ı ma bir şeyler geliyor, Bayram Hoca, sonra ben de kurtaramam sen ha . . . " diye yan şaka yan resmi uyarıda bulunmuştu . Fakat karakol çavuşunun tayinin in başka bir yere çıkması Bayram Hocanın (Çavuş'un) huzuru nu kaç ı rm ışt l . N itekim Hayri Çavuşun göreve başlamasından iki üç ay kadar sonra bir ihbar üzerine Bayram Hoca mahzende Kurlan öğreti rken "suçüstü" yakalanmış ve soluğu karakoıda daha sonra mahkeme, derken hapishanede almışt ı . Ne Nazmi Bey 'in ne i lçedeki Tahri rat katibinin ne de Mübaşir Nazmi Efendinin Hoca" yı kurtarmaya gücü yetmemişti. Bunca y ı lm Bayram Hoca' s ın ın karakol larda, mahkemelerde dolaşması çok ağnna gitmişti . Bayram Hoca onu lmaz hastalığa dört ay kaldığı hapishanede yakaland ığ ı na i nanıyordu� » Olup ıs ınamadım , ne oldum sa orada o ldum » diyor, başka birşey demiyordu. Çok sürmemiş biry ı i sonra çok kalabal ık bir merasimle kendisinin » Dar"ül Ebed » dediği dünyaya uğurlanmışt ! . Şimdi yaşl ı kadın düşünüyordu da aradan yaklaş ık yirmi y ı l geçmişti . Bayram Hocadan geriye kalanlarda birer birer gidiyorlardı .Sadece yaşıtlan deği l , eşyalan , eliyle yaptığı aletleri . . . hepsi . Hoca" nın öldüğü yı l larda oğulları henüz yeni yetişiyorlard ı . En büyüğü onbeş yaşındayd ı . Büyük kızı e l kapısında bulunuyordu.O y ı llarda kız ın ın kocasıyla çekiş - niza edip iki'debi r eve yıkı lmasına çok sinirlenird i . Hoca sözüne gitse bir daha göndermeyecekti. Damadı n evini baş ına yıkas ı geliyordu . Zamanla bu düşüncesinin yanl ış o lduğunu düşünmeye baş lamış, kızıda art ık eve kavga nedeniyle g elmez o lmuştu. Hocanın ö lümünden sonra çok çok şey değişmişti veya O'na öyle geliyordu . En azından kendi düşüncelerinde büyük ölçüd,e değişiklik olmuştu' .OğulIarı n ın yetişmesi , ev ocak sahibi o lmaları , iş leri n kumandasmı e le alma zorunluluğu ,küçük oğlunun okutulması kad ın ı iyice pişi rmiş mücadelenin içine itmişti . Bir erkek kuwetiyle işe girer, ekinin ne zaman ekileceğini , toprağın ne zaman �erk edi leceğini , neyin al ınıp neyin ' sat ı lacağın ı , hangi gün ne iş görüleceğini zamanı nda oğul lari na hat ı rlat ırdI . Bayram Hoca zamanından kalma Ambann büyük oğlu taraf ından sat ı l ığa ç ıkarı lması ve kad ın ın tüm karş ı koymalanna
. rağmen bunda başarı l ı olamamasıyla birlikte yeni bi r döneme g i rmişti . Art ık yaşlanmaya başlamış her tarafa eskisi gibi koşama� 01- .
494
--=--------------- Zamanla Giden
muştu. Evin işini artık oğul lar ın ın çevirmesi , kendisinin geriden izleyici olması gereğini düşünmeyle birlikte etkinliğini yitirmeye katlanamıyordu. Ne ki i le rleyen zaman ve ömrün bunu kaçın ı lmaz k ı ld ığmı zamanla anlamışt ı . He r şey nası lda bi r başkalaşı ma uğruyordu . Altı l ira vergiyi ödeyemezdi,Bayram Hoca, ortak ektiği tarladan çıkard ığı mahsülü ağız tadıyla yiyemezlerdi . Hoca bir keresinde çok bunaimış, radyoyu satmaya kalkmışt ı . Fakat köylü , > koca köyün bir radyosu var,etme yapma Bayram çavuş> demiş, satt ı rmamışlard l . O yı l larda köylüler kışl ık yiyeceğini kimsenin bi lmediği toprak altları nda saklarlard J . Şimdi her şey farklıyd ı . Çay art ı k i laç niyetine içi lmiyordu , toprak gübre lenince rahmet kucağln ! açm!şt ı , aylarca harman sürü lmüyordu. Değişen bunlar mıydı sadece. Gel in ler art ık kaynatalarma yaşmak tutmuyorlardı , kad ınlar sokakta erkeklerin geçmesini beklemiyorlard ı erkeklerin önünde yürü mek >ayıp> deği ldi artık, caminin önünden geçerken çalg ıcı lar ara vermiyorlardı , düğünlerde erkekleri n oyununu kad ın ların seyretmesi yad ı rganmıyordu, genç delikanl ı lann nişanl ı ların ın evlerine gitme'leri doğaldı , d ışarıda. yaşmakl ı olmak ,şart deği ldi , ve . . . ve gel inler kaynanalarına yüksek sesle bağ ı rabi liyorlard ı , koca ları n ı n yan ı nda süslen�p,on lara dan ışmadan istedikleri yere gidebi l iyorlard l . Kadın bunları düşünürken, >Ne umutlar beslemiştim, n e güzel düşünceleri vardı ,beni ne kadarda umutlandı rmışt ı> demekten kendini alamıyordu. izine gelme haberini a l ınca günlerce uçarcası na bir mutluluğu yaşard ı . Aylar öncesinden onun en sevdiği yiyeceklerin hazırl ığ ın ı yapard ı , evde o lmayanı komşularından temin ederdi . Bir sohbet açı ld ığ ında, sözü döndürüp dolaşt ır ıp oğluna getirird i . Onun sözlerin i , şakalar ın ı , gülüşleri ni , yürüyüşünü, anlat ı rd ı , büyük bir mutluluk duyardı bundan. Bazen kendisiyle baş başa kaldı ğ ı zamanlarda, ondan bir iz taşıyan eşyalarla konuşurdu , f ırsat bulursa hemen bahçeye gider küçük bir fidan o larak diktigi ağacın dibinde oturur, dal ıp gider ve ağlard ı . Okuldaykan tati l ierde, i lk f ı rsatta koşar gelirdi . Okulu bitirip hayata atı ld ıktan ve özel likle evlendik"ten sonra bambaşka i nsan oluvermişti. Kadına kal ı rsa köyden ev· Ienmemesi, şehir kızı a lması her şeyi berbat etmişti . Yan ında kal-dığı üç ayın kendisine zeh i r o lacağını nereden bilebi lirdi , misafirlerine anas ın ı göstermernek veya onu tanıştırmamak için binbir yola
495
Anne Hikayeleri
başvuracağı n ı , daha açığ ı başkalar ına karş ı kendis inden utanç duyacağı n ı- düşünebi l irmiydi?Gel ininin oğlunun ve kendisinin yan ında boyanıp süslener'�k yalnız başı na sokağa ç ıkmasına arada bir kendisini azarlamasına nası l dayanabil irdi . Dahası toprağ.ın görünmez olduğu , çayır ve çimene, ahı r kOkusuna, hasret, ve bunaltı-
. Ci duvarlar arası nda hergün birbirin in ayn ı o lan günlerin azabı na katlanamazdı . «Oğul» demişti bir gün, «ben buralara ahşamadım, beni köye b ı rak, gel , o lmazmı?» O geliş bir daha çok sevdiği oğlunun yan ı na g idememişt i . Büyük oğlun a gönüllendiği zamanlarda "Süleyman' ın yanına gideceğim, ne haliniz varsa görün" gibi sözler ederdi , gidemeyeceğini bi le , bi le. Büyük gelinin i ğneli sözlerin i sineye çeker, kendi haliyle başbaşa kal ınca ezgil i b ir mır ı ltıyla ağIard ı . Her y ı l h iç olmazsa bir kez gelen Süleyman, artı k ik, üç yılda zor ge liyordu . Her y ı l izne geleceği umuduyla bekler dururdu. Yine kimsenin göremiyeceği yerlerde kurban etinde n Hanife kadı na yaptırd ığ ı past ırma, yağl ı peynir, ceviz saklard l . Kimi çürür, kimine fare u laş ı r öylece kaybolup giderdi. Her y ı l aynı bekleyiş, aynı umut ve ayn ı h azı rl ıklarl a yaklaşık onbeş y ı l geçmişti . Fot�ğraflan geliyordu toru nların ın . Onlan görmeden sevmeye ahşmışt ı art ık . l ik torununu dört yaşı na gelince görmüştü, bir zaman da onun sözlerini her gelene tekrarlay ıp durmuştu, Yüreğinde SüJ�yman'ı n hasretini dalga dalga taşıryarak, u laşamamanın ızdırab ın ı duyarak, gçmlerini bir ninni ltiyle birbi rine ekleyerek yaşamanı n ne denli zor olduğ ıunu bi liyordu. Buna evdeki büyük oğlunun uluorta bağ ınp çağı rması da eklenince büsbütün doluyordu kadın . Bazen sözü yerinde yakalay ıp büyük oğluna boşal i rd ı , O da ses çıkarmazd ı , sadece «akl ın ın ermediği yer var ana" der geçerdi . Yine de O'nun karısına bağı rması na, eve sinirl i gelmesine, 'çocuklardan birin i h ı rpalamasına al ı n ırd l . Bundan kendisine bir pay çıkarıd ı . Son izin li gelişinde Süleyman'la iki ikiye kalmak için çok f ırsat kol lamış , fakat umduğu emin bir ortamı bu lamamışt ı . Ondan ortaokula giden torununu , o yaz için köyde bırakmasın ı isteyecektL Bir söz s ı ras ında gelinin yarı şaka yarı ciddi «çocuklanmı kimseye i nanamam» sözü üzerine bundan vazgeçmiştLSüleyman gittikten sonra oğu l ların ın kendi aralarında araziyi bölme konusunu konuştukların ı , anlaşamayıp darg ın ayrı ldıklar ını öğrenince üzülmüş, fakat bundan kimseye söz
496
.".,;.."---,;..,,.,.,----------- Zamanla Giden·
açamamışt ı . Art ık tamamen d ışarı çıkamaz olmuş, acıkt ığ ı nı o.lhi bi lmez oımuştu . Evi'n kedisinden ve küçük torununun oyunlarından başka tanıdığı kalmamış gibiydi . Kedinin mıntl ı ların ı dinler saatler'ce tavana bakard ı . Kimse ne düşü ndüğü nü bi lemezdi . Pencere pervazları sürgülenmeye başlamışt ı . çürümeye yüz tutan taban tahtaların ın aral ığ ından s ızan soğuğun tesiri ta i liklerine kadar işliyordu . Evde konuşulanları iyi ayı rdedemiyordu. Ancak bir Süleyman sözüydü duyumsayabildiği . «Sü leyman izine mi geliyor oğul» diye söylendi. > Yok ana >dedi , büyük oğlu, mektup geldi , sana selamı var.
Ağaçlar rüzgarın sert vuruş ları n ı uğuldayarak duyu rdular. Rüzgarın soluğu k ış ın nefesini duyuruyordu . . .
497
Anne Hikayeleri
GARAZ Refik Hal it KARAY
Anas ı , bir köşeye bOzOlüp üzgün üzgün oturan kız ına bakt ı , baktı ; acıyacağına öfkelendi . Öfkelenince memleket diliyle beddua ederdi ; ' . ,
-Kızı l kızı l bişesin de k ız ı l ataşa düşesin ! Istanbul' a gideceğine akl ı n ı n bardağı k ın laydı da senden kurtu laydıkl
Diye çıkışt ı . Nebi le karş ı l ık vermedi. Kavga edecek halde deği ldi ; bitkindi . l şitmernezlikten geldi , yeniden düşünrneğe dald ı .
Küçük kasabanın e lektriği üç gündür bozuktu; hep, ikide bir 00-zulurdu ; bozulmadan işlediği varmıydı ki? işte gene odada ufacık bir lamba yan ıyordu . Sanki aydınlatmak için konulmamışt ı ; ç ıp lak duvarlan gölgelerde doidurmağa, gi rip ç ıkanlardan oturanlardan çok onların gölgelerini seyrettirrneğe yarıyordu. I lk soğuklar ve i lk sürekli yağmurlar başlad ığ ı için de ış ıksızı lk kız ın büsbütün üzünİÜsüne dokunmuştu . Yüreği her akşamkinden şişkindi .
Art ık hep böyle, burada, kasabada mı yaşamağa mahkumdu?
Taksim meydanı gözünün önüne geldi . Şimdi sağnak alt ında alsfalt yol lar ş ık ır ş ık ır parl ıyordu ;otomobii h3r nası l koşuyor, halk nas ı l kaynaşıyordur! Tramvay çanlariyle korna seslerini sanki duyuyor, dinl iyordu. Pencereden bakıverse o manzarayı görecekti sanki . . .
498
• b
Garaz
Halbuki d ışarıda, duvar ard lanna sinmiş kerpiç evleriyle , her dönemeçte çıkmaz sanı lan iğri büğrü , çoktan el ayak kesi lmiş dar sokaklariyle koyu karanl ık, çürük bi r kasaba leşi yat ıyor.
Gözleri doldu ; Beyoğlu caddesi o mahşer kalabal ığ ı ve iki keçeli I Ş ı it l 1 ı vitrinleriyle hat ırına gelince içini çekmekten kendini a lamad ı . Geçen yı l , bu mevsimde bu saatlerde sinema çıkışı kız, erkek bir sürü arkadaş la pastacı lara uğrayıp ne isterlerse atışt ı rmış, üstel ik kutu kutu doldurup apartımana götürmemiş ler miydi? Ya, dadandığı muhal lebici . . . Keşkül üzerine dondurma yerler ve tekrar sinemaya koşarlar, gece seans ına yetişi rlerdi .
Geçti o günler , bitti o bolluk! Istanbul çok uzakta . . . içinde kendisinin bulunmadığı istanbul'un gene eskisi gibi , bi ldiği parlakhğı ve kalabal ığiyle yaşamakta devam ettiğine sanki i nanamıyo rdu.
**
Nebi le savaş başlangıcında babasın ın hem yolda !<at ık , hem şehirde azık olur, masrafı azalt ı r diye heybelerine kuru dut, cevizli sucu k, bastık, erik pesti l i doldurarak Istanbul'a gidişini çok iyi hatırl ıyordu . Kasabadaki küçücük dükkanı için mal satın alacak, üç hafta sonra dönecektL
On all ıs ına basmış, boy atmış, bakışları dişi leşmiş esmer kızına, f ı rçalanmamaktan pası ! bakır rengine çalan koca koca, yüksük kal ın l ığ ında bir s ı ra dişlerini gösterip s ın tarak:
- Sana da fistan luk geti ririm ! Demişti. Fakat aylar geçmiş , geri dönmemişti . Gönderdiği
mektuplarda-eski haıilerle yazdığ ı için orta sonda o lan Nebile bunlan mahkeme katibine okuturdu- işlerinin bitmediğini , yeni işle re girdiğini bi ldi riyor, sonuncularda da artık oraya yerleşmek, yakında kendi leri ni ald ı rmak niyetinde olduğunu söylüyordu. Kasabaya yayı lmıştı :
-Çerçi Hal i l işini düzmüş . . . Haydi o da çıks ın bir tahta. sahnsın birkaç hafta!
. Sonunda bi r gün yolcu oldu lar; Haydarpaşa ganna i ndi ler.
499
Anne Hikayeleri
Anası da, kendiside yeldirme biçimi uzun mantolu, siyah başörtülü idi ler: birbi rlerine sokularak ve Kavaf Ahmet ustanınnal ın sesi çıkaran kaba kundu ralann ı parkeler üzerinde bir garip tak ı rdatarak köstekli adımlarla yürürlerken Nebi le babasındaki değişikliğ in fark ına vardı : Kasketi atmış başına siyaha yakın, kadifemsi bir şapka geçirmişti ; pantolonu , baldı rıanndan kopçalı ve büzmeli deği ldi artık . . . Mintanı da b ı rakmış kravatl i gömlek giyiyordu. Ayakkabı lan iki renkli , p ın l p ın ld l .
Fakat as ı l değişme tavırlarında: Kaymakam beyin kasabada gezisini hat ırlat ıyor; eşraftan Kollukcu'nun oğlu gibi göğsünü çıkarıp ensesini şişi rerek kuru mla bir gidiyor ki . . .
Daha o gün denizden, vapurdan, otomobilden başlayarak Nebile sonu gelmeyen bir heyecan evrenine girivermişt!. Hele babasının Taksim Meydanı karş ıs ında tuttuğu apartımanın asansörüne binip de yükseliverdikleri zaman salavat getiren anasına sanldığ ı nı h iç unutmamışt ır. Ama sonraları bu acemiliğin yüzüne vuru lmas ından kızarıyordu ; babası ev beş yüzlük bankanot desteleriyle döndüğü akşamlar, yarenlik olsun diye o o layı hatırlatınca; çık ış iyor, aksi l ik ediyordu .
Şehirl i görünmek tutkusu , kendini beğenmesi, kasaba k ız ın ın ıstanbul'dan ald ığ ı i lk kötü huy o ldu ve birkaç hafta geçince babasiyle anasının yeni hayata kendisi gibi uyuyamayacaklarını hep kaba, geri , taşral ı kalacak/an nı anlayınca h ırçınlaştı .
Onlarla beraber bulunmaktan, insan içine çıkmaktan utanmağa başlad ı .
Oluk gibi akan parayı nas ı l harcayacaklannı bilemiyorlard ı . Önceleri bir süre ana, k ız büyük mağazaların sadece vitrin leri
önünde durup bakmışlar, içeriye girmek cesaretin i bulamamışlard ı . Fakat apartımanın bodrum katındaki kiracı Fitnat han ımla ahbap olunca iş değişmişti , kad ın, taşral ı ları peşine takmış, bu mağaza senin, o dükkan benim, ikisini de alış verişe, gezip tozmaya, terzi ler bularak, işçi kızlar tutarak giyim kuşama alışt ırmıştı ; .kahyal ıklann ı ediyordu.
500
Garaz
Derken yeni dostlar ortaya çıkt ı . Altı ay geçmemişti ki ayaklarında mantar ökçeli iskarpinler, başlarında tül !ü şapkalar, Beyoğlu kalabal ığ ına gülünç bir ana-kız daha kat ı lmışt ı . Nebi le tek başına mağaza mağaza dolaşıyor, en pahallsından el çantalar ı , eşarplar, e ldivenler, ne bulursa al ıyordu . Birçok şoför, tezgahtar, dükkancı kız veya pastacı taraf ından tanınan, "Küçük hanımefendi" diye çağ ın lan say ı l ı tiplerdendi art ık . . .
Hacıağan ın kızı çevresinde ün salmışt ı . Komşular "Kabak çiçeği gibi açı ld ı . Ne malmış meğer!" diyorlard ı .
Ikinci yı l plaj lara da dadandı ; yüzüyor, kumda yatıp gürieşleniyor, dans ediyor, kürek çekiyordu. Işsiz güçsüz delikanl ı lar ın etraf ında dönüp dolaştıkları Nebile bir şımarmış, bir ars ızlaşmıştı ki . . Anasın ı durmadan , nefes a ld ı rmadan azarlıyor, babas ın ı adam yerine koymuyor, ağzını açarken susturuyordu. Hele birl ikte sokağa çıkt ı lar mı çevresindeki leri onlardan olmadığ ına inand ı rmak için hep ya i leride, ya geride yürüyor, eve dönünce de "Beni yerin dibine geçirdiniz ! Rezi l ettiniz" diye kıyametler koparıyordu. Saçların ı sarıya boyatmış, perçemlerini bir gözünün üstüne indirerek Veronica Lake'e benzediği ne inanmışt ı . Ayak t ımaklanna kadar boyanıyor, bütün tuvalet eşyasın ı markalarından tan ıyordu .
Iki kere nişanland ı ; ikisinde de yüzükleri geri verdi ; nişan bozmak modasından bi le geri kalmamıştı . Her seferinde çeyiz düzülüyor, piyasaya yeni kumaşlar, modeller çıktığı için onlar bi r yana atıl ı p tekrar yeni leri yapt ı rı l ıyordu. Anasın ın kol ları kal ın , kakmalı ve okkah alt ın bi leziklerle yerinden kalkmaz halde idi ; kürklerin birini ç ıkanp ötekini giyiyorlar, bakmağ ı bi lmediklerinden hepsini , her yaz güvelere yediriyorlard ı . '
Beş yı l , bütün çı lg ın l ıklanyla, sonradan görmüşlüğün en kaba, zevksiz , gü lünç sahneleriyle bu hayat böyle sürdü . . . Son aylarda idi , Nebile bir delikanl ıya gönül verdi ; fakat nişanı bu sefer erkek tarafı bozmuştu . Çünkü hacıağanın , bi rçokları gibi ancak sermayesini kurtarıp memleket yolunu tutacağ ın ı öğrenmeyen kalmamıştı .
Çerçi Hali l bu son günlerinde, birdenbire eskisinden hasis, meteliğin hesabın ı arar, sorar bir duruma geldi . Ne varsa sattı ; ' kürkle-
501
• b
Anne Hikayeleri
rinden başlayarak apart ımanın perdeleri ne, kadınların iç çamaşırları na kadar . . .
I lle Üçüncü mevki vagonla dönmek istiyordu. Ağl ıya bayı la, saç baş yolarak ikinciye zor razı edebi ldi ler. Tren dolu idi ; bu labi ldikleri tek yeri Nebi le'ye veren ana baba yolculuğu koridorda, heybeler, bavul lar, torbalar üzeri nde yapt ı .
Kad ın bir türlü benimseyemediği , daima kasaba özlemi çektiği , taş dibekte tokmakıarta bulgur dövemediğine yandığı ıstanbul'dan aynıdığ ına sanki memnundu . Erkek kederliydi ama bell i ki yıkı lmıyacak, küçük dükkanına yeniden ıs ınacak, çok küçük ö lçüde olmakla beraber gene beş, on kuruş kar etmekle avunacaktı . Beş yıl ın beyiiği kat ı , yalçın ruh larında çatlakhk deği l, iz bile bırakmamış- i t l . Ası l çöken Nebile idi ve ana baba için ası l kaybedilen servet, ne ümit idi ; taze k ızlarıyd ı .
Nebi le'nin her çeşit zevkini , ala. ala heylene en görkemli şekilde sürdüğü ıstanbul'dan ayrı larak yirmi bir yaşında, kasabadaki dört duvarla çevri l i , heleısı sokak kapısı yanında, bir tek kavak ağacı zor bes'leyen kavruk bahçeli izbe kasaba evine dönüşü pe�< üz ücü olmuştu. He le bir kere şaat kulesi meydanında eski ardiyeden bozma sinemaya gidip de katı iskemle üzerinde kasaba haU<ma kanşarak dakikada bir kopan kovboy filmi seyrettiği günün akşamı bayı lmıştı .
I stanbul'u daha çok kokuları i le düşünüyordu : Otomobi l leri n benzin kokusu, sinemaların lavantal ı �ad ın ve briyantin li erkek kokusu , pastacı ların vani lyal l hamur ve rendelenmiş badem kokusu i le ! . .
Geceleri pencereden dışarıya ürke ürke göz atınca coşkun insan kalabal ıkların ı ayd ınlatan keskin e lektrik ış ıklarm ı bulamamak, otomobil ve tramvay gürü ltü lerini işitememek, te rsi n,e kasabanın kerpiç kesmiş sessizliğini , buz tutmuş hareketsizliğini yatağın ın içinde bi le, karl ı g.ece imişçesine duymak .. Nebile'yi bitirmişti .
En çok kendisi ıstanbul'da har vurup harman savururken yarı
502
Garaz
aç, yan tok Fakülteye devam ederek yakında doktor çıkacak o lan komşu polisin k ız ı Hanife'ye rastlamaktan korkuyordu. "
Bütün heyecanlarının tükendiği bu genç k ız yüreğinde art ık bir tek duygu hüküm sürüyordu : Babasına karşı hudutsuz bir kin , bir garaz ! Küçücük kasabasında, mavi göz!ü mahkeme katibine gönlünü kaptı rarak yerine geti ri lmesi kolay bir takım küçük isteklerle memnun yaşarken ve hep böyle yaşayacak iken Istanbul'un gösterişli hayatını tanıtan; sonra hepsini elinden alan bu babaya düşman kesi lmişti .
Çerçi Hali ! işin farkı ııda idi ; ikide bir karıs ına dert yan ıyordu : - Hele şu kancığa baı<! Ayağına mıh batasıca! Öz babasına ga
raz bağlamış . Ben nideyim? Yeldim yeldim yol verdim, emeklerimi seie verdim. Dünyadır bu . Başımıza geldi işte bir kelli . Malımı it yediği yetmiyormuş gibi şimdi de bağrımı bit yiyor !
0, böyle sızlanırken gün geçtikçe süzülüp solan Nebile'nin ufacık kalmış yüzünde büsbütün i ri görünen yaşl ı siyah gözleri akşamüstü yağmur atlındaki Taksim Meydanı gibi s ırsıklam, pan l parı ld i . Babasın ın sesini işitlikçe garazdan yüreği burkularak ve öğrendiğ i I stanbul lehçesini unutarak memleket ağzıyle söyleniyordu :
- Sakai ı n teneşirde sabunlana!
- SON:-
503
Anne Hikayeleri
SEMAVER Sait FAiK
- Sabah ezan ı okundu. Kalk yavrum, işe geç kalacaksın . Ali , nihayet i ş bul muştu. Bir haftadı r fabrikaya gidiyordu. Anası
memnundu . N amaz ın ı k ı lmış, duas ın ı yapmışt ı . Içindeki Cenabı Hak'la beraber, oğlunun odasına girince, uzun boyu, geniş vücudu \ ve çok genç çehresi i le rüyasında makineler, elektrik pil leri , ampuller gören, ' makine -yağlan sürünen ve bir dizel motörü homurtusu işiten oğlunu ewela uyandı rmaya k ıyamad l . Ali , işten çıkmış gibi terl i ve pembeydi .
Hahcıoğlu'ndaki fabrikanın bacası kafasın ı ' kaldı �mış, bir horoz vekanyle sabaha, Kağıthane s ı rtlarında beli ren fecri kazibe bakıyordu . Neredeyse ötecekti.
Ali n ihayet uyandı . Anas ın ı kucaklad ı . Her sabah yaptığı gibi , yorganı kafasma büsbütün çekti . Anası yorgandan d ışarda kalan ayakların ı g ıd ıklad ı . Yataktan bir hamlede f ı rlayan oğlu i le beraber tekrar yatağa düştükleri zaman, b i r genç kız kahkahasıyle gü len kadın mesut sayl labi l irdL Mesutları çok az bir mahallenin çocukları deği l miydi ler? Anas ın ın çocuğundan, çocuğun anasından başka gelirleri var mıydı? Yemek odasına kucak kucağa geçti ler. Odanı n içini k ızarmış b i r ekmek kokusu doldurmuştu . Semaver n e güzel kaynard l . Ali , semaveri , içinde ne ıst ırap, ne grev, ne de kaza olan bir fabrikaya benzetirdi. Ondan yaln ız koku , buhar ve sabah ın saadeti isti hsal edi l i rdi .
504
-------------------------------------- Semaver
Sabahleyin, Alilnin, bir semr ver, bir de fabrikanın önünde bekleyen salep güğümü hoşuna giderdi. Sonra sesler. Halıcioğlu'ndaki askeri mektebin borazanı , fabrikanın uzun ve bütün Haliç'i çınIatan düdüğü, onda arzular uyandırır ; arzu lar söndürürdü . Demek ki , Ali 'miz biraz şai rce idi . Büyükdeğirmen'de bir e lektrik amelesi için hassasiyet, Haliç'e büyük transatlantikle r sokmaya benzerse de, biz, Ali , Mehmet, Hasan biraz böyleyizdi r. Hepimizin gönlünde bir aslan yatar.
Ali , annesinin elini öptü. Sonra şekerli bi r şey yemiş gibi dl,.ldakların ı yalad l . Annesi gülüyordu. O, annesini her öpüşte, böyle bi r defa yalanmayı adet etmişti . Evin küçük bahçesindeki saksı ların içinde fesleğenler vard ı . Ali birkaç fesleğen yaprağını parmaklarıyle ezerek, avuçları n ı koklaya koklaya 'uzaklaşt ı .
Sabah serin , Haliç sisl i idi . Arkadaşların ı sandal iskelesinde bu ldu ; hepsi de d inç del ikanl ı lard J . Beş kişi Hahcıoğlu 'na geçtiler.
Ali bütün gün zevkle, h ı rsla, iştiyakla çal ışacak. Fakat arkadaşlarından üstün görünmek istemeden. Onun için dürüst, gösterişsiz işleyecek. Yoksa işinin fiyakasın ı da öğrenmiştir. Onun ustas ı , ' ıstanbul'da bir tek elektrikçiydi . Bir Alman'dı . Ali'yi çok severdi. Işinin dalaveresini , numarasın ı da öğretmiştL Kendi kadar usta ve becerikl i o lanlardan daha üstün görünmenin esran, çeviklikte , acelede, aşağı yukarı sporda, yani gençlikteydi .
Akşama, arkadaşlarına yeni bir dost, yeni bir kafadar, ustalanna sağlam bir işçi kazandı rd ığ ına emin ve memnu n evine döndü .
Anas ın ı kucaklad ıktan sonra, karş ı kahveye , arkadaşları n ın yanına koştu . Bir pastra oynadı lar. Bir heyecanlı tavla partisi seyrettL Sonra evinin YOluhu tuttu. Anası! yats ı namazını k ı l ıyordu. Her zaman yaptığ ı gibi , anacığ ın ın önüne çömeldi . Seccadenin üzerinde taklalar att ı . Dil ini çıkard ı . Nihayet kadını gü ldürrneğe muvaffak olduğu zaman, kad ıncağ ız selam vermek üzereydi .
Anas ı ,
505
Anne Hikayeleri ----------------- Ali be, günah be yavrum -dedi-o Günah yavrucuğum, yap
ma! Ali , - Al lah affeder ana-dedi . Sonra safı masum sordu : - Allah hiç gü lmez mi? Yemekten sonra , Al i , bir Natpinkerton romanı okumaya daldı .
Anası ona bir kazak örüyordu. Sonra, yükün içinden lavanta çiçeği kokan şi lteler serip yatt ı lar.
Anası sabah namazı okunurken Ali 'yi uyandı rd ı . K ızarmış ekmek kokan odada semaver ne güzel kaynareılı . Ali ,
semaveri, içinde ne ıztırapı ne grev, ne de patron olan bir fabrikaya benzeti rdi . Onda yaln ız koku , buhar ve sabahı n saadeti istihsal edi l irdi .
Ali'nin annesine ölüm , bir m.isafir, bir başörtülü, namazına niyazmda bir komşu han ı m geli r gibi geldi . Sabahları oğ lunun çay ın ı , akşamları i ki kap yemeğini hazırlaya hazır!aya akşamı ediyordu . Fakat yüreğinin kenarında bir SIZi hissediyor, buruşuk ve tülbent k0kan vücudunda, akşam üstleri merdivenleri h ız l ı h ızl ı çıktığı zaman, bi r eksiklik, bi r ter, bi r yumuşakhk duyuyordu.
Bir sabah , daha Ali uyanmadan, semaverin başında, üzerin e bi r fenahk gelmiş; yak ı n sandalyeye çöı,üvermişti . Çöküş, o çö-küş. '
Ali , annesinin kendisi'ni bu sabah niçin uyandırmadığm hayret etmekle beraber, uzu n zaman vaktin geciktiğini an layamamışt l . Fabrikan ın düdüğü , camların içinden , tizliğini , can koparıc ı l ığ ı m terk etmiş ve bir sünger içinden geçmiş gibi yumuşak, ku lakları na geldi . Fırlad ı . Yemek odasın ın kapısında durdu. Masaya e l leri dayal ı , uyuklar bi r vaziyetteki ö lüyü seyrettL Onu uyuyor sanıyordu . Ağı r ağı r yürüdü. Omuzlarından tuttu . Dudakların ı , soğumaya başlamış yanaklara sürdüğü zaman ürperdi .
. \�
506
• b
ölümün karş ıs ında, ne yapsak, muvaffak olmuş bir aktörden farkımız olmayacak. O kadar, muvaffak olmuş bir aktör.
Sarı ld ı . Onu I<endi yatağına götürdü . Yorganı üstleri ne çekti , soğumaya başlayan vücudu ısıtmaya çal ışt ı . Vücudunu , hayatiye.;; t ini bu soüğuk i nsana aş ı lamağa uğraşt ! . Sonra, aciz, onu köşe minderinin üzerine att ı . Bütün arzusu na rağmen, o gün ağlayamadi . Gözleri yand ı , yand ı , bir damla yaş çıkarmadı . Aynaya bakt ı . En büyük kederin karş ıs ında, bir gece uykusuz kalmış i nsan çehresin-
J den başka bir çehre a lmak kabi l o lmayacak m ıyd ı? A!i , birdenbire zayıflamak, birdenbire saçları n ı ağarm ış gör
mek, birdenbire belinde müthiş bir ağn i le iki kat oluvermek, hemen yüz yaşına girmiş kadar i htiyarlarnak istiyordu . Sonra ölüye bir daha bakt ı . Hiç de korl(unç deği ldi .
Bi leıkis , çehre eskisi kadar müşfik, es�<isi kadar mülayimdi . Ölünün yarı kapalı- gözlerini metin bir elle kapad ı . Sokağa f ı rlad ı . Komşu ihtiyar han ıma haber verdi . Komşular koşa koşa eve geldi ler. O, fabrikaya yol land ı . Yo lda kayıkla giderken , ö lüme al ışm ış gibiydi .
Yanyana, kucak kucağa, ayn ı yorgan ın içinde yatmişlard ı . Ölüm, munis, anasına girdiği gibi , onun bütün hassasiyetini , şefkatini , yumuşaklağ ın ı almışt ı . Yalnız biraz soğuktu , Ölüm, bi ldiğimiz kadar korkunç bi r şey deği ldi . Yalnız bi raz soğul<tu , o kadar ' "
Ali , günlerce evin boş odalarında gezindL Gece ış ık yakmadan · oturdu. Geceyi dinledi . Anas ını düşündü. Fakat ağlayamad l .
B i r sabah, yemek odası nda karşı karş ıya ge ldi ler. 0, yemek masas ın ın muşambası üzerinde sal<in ve parlaktı . Güneş, san pirinç maddenin üzeri nde donakalmışt ı . Onu kulplan ndan tutarak, gözleri ni n görem�yeceği bir yere koydu. Kendisi bir sandalye ye çöktü. Bol bol , sessiz bir yağmur gibi ağlad ı . Ve o evde, o, bir daha kaynamadı .
Bundan sonra Alifnin hayat ına bir salep güğümü girer. KıŞ, Haliç etraf ı nda, ıstanbul'dakinden daha sert, daha sisl i
507
Anne Hikayele�i -�-------------
olur. Bozuk kaldırımların üzerinde buz tutmuş çamur parçalarını kırarak erkenden i şe gideQler, mektep hocaları , celepler ve kasaplar fabrikanın önünde bir müddet dinlenirler; kocaman bir duvara s ı rtını vererek üstüne, zen�efil ve tarçın serpi lmiş salep içerlerdi .
Yün e ldivenierin içinde sakl ı k ıymettar elleri salep fincanın ! kucaklayan , burunlan nezleli , kafa/an grevli , ı st ırapl ı , piri nç bir semaver gibi tüten sanşın ameleler, mektep hocalan, celepier. t.r,.,.'. aplar ve bazen fakir mektep talebeleri , kocaman fabrika duvarına s ı rt ın ı ' veri rler ; üstüne rüyalarımn mabadi serpi lmiş salepten yudum yudum ,. içerlerd i .
508
Günlerin İçinden
GÜNLERiN içiNDEN Sai m ŞENG IL
Varup l imana demirlediği zaman ortal ık alaca karanl ıkt ! . I skelede henüz kimsecikler görünmüyordu. Yukarıardan, dağların yüksekleri nden tepelere , tepelerden vadilere , oradan küçük kentimizin üstüne doğru , ince bi r sis bulutu halinde aydınl ı k yavaş yavaş i nmekteyd i . Güvrte küpeştesine dayanmış , bi r düşünce evreni içinde k ıyıyı seyre dalmış ım. Gündoğusundan ıs lak bir esinti geliyordu . Vapur iyiden iyiye bizim "Karagözler'I mahallesine doğru dönünce, em uzatsam kıyıyı tutacfl,k gibi o ldum! . . . Öylesine yakın görünüyordu bana . . . Birdenbire ' gözüm evimize tak ı ld ı . Bu sı rada aşağ ı odanı n ış ığ ı yamverdi . "Annem ocağı yakıyor olma l ı !'! diye düşündüm. Nerede ise babam da kalkıp aşağıya inecek. Annemle karş ı l ık l ı oturup, ocağın tadmı çıkararak bire r kahve ' içeceklerdi r. Babam, koca rumeli' l i Recep usta, o güngörmüş, ağı rbaşl ı haliyle ateşin közlerine dalıp gidecek .. . Annem bundan bir anlam çıkarmaya, birşeyler sezinlemeye boş yere çal ışacakt ır :
"Ne susars m be Recep usta? Yok mu birşey anlatasm? . . " "Görmezsin Kaku lamm! kesatl l k var . . . "
Annerne babam her gün yeni bir ad takardı . Bugün de "Kakula� mm" diyeceği tutmuştur. Sık sık değişen bu adlara annem al ışkmd ı r. Adıyla çağn lmayışından h iç yüksünmez. O sırada nerede olu rsa olsun "buyur" der. Bu kez de annem:
509
• b
Anne Hikayeleri
"Ama iki kadeh içsen , açı l lveri r di l i n , anlat ı rsm da anlat ı rs ın . . . "
"Görmezsin sanki beni nas ı l d in lediklerini kakuıan ım . . . " Gerçekten de öyledir. Konu komşu , eş dost özell ikle gelirler,
babamı konuşturmaya çal ış ı rlar. Annem, akşam olunca babamın çi l ingir sofrasmı hazırlar, Recep usta'n ın di l i çözü!ür, tatıl tatl ı anlatır da anlatı r. Annem de kaçıncı kez o lsa da, saygıyla, sevgiyle onu dinler. Bir di l im ekmeği paylaşı r gibi anı lan böıüşürler. Annem mutfakta, ya da başka bir yerde işle uğraşıyor ise, babam suskundur, düşünür, kadehini yudumlar sessizce .. Kimi de hafiften bir rumeli türküsü mın ldamr. Bu , ya 'Alışimin kaşlan kara'd ı r ya da 'Drama Köprüsü'dür. Babamın en çok sevdiği türkü ler arasındadır bunlar. O türkü söylemeye başlayınca annem ne yaparsa yapsın bırakı r, sedirin önündeki şi lteye dizüstü sessizce oturur, yorgun ince bir duygu içinde, mevlüt dinlermiş gibi dinler; başında bir başörtüsü eksiktir. O da Selanik'de bıraktığı çocukluğuna, genç kızl ığ ına, geçirdiği günlere çoktan dal ıp gitmişti r . Kimi kez de maviş gözleri nemleşir, babama bel l i etmeden yemenisinin ucuyla-si ler. Başka bi r gece konuklarımız varsa, erkekler karş ı l ık l ı içerler. Kad ın lar, k ızlar babamın çevresinde toplanı rlar. Babam yavaş yavaş açı l ı r, rumelinden sözeder. Balkan savaşından, tutsak oluşundan anlatır. Çok yakınlanmız, babamın anlattıkların ı ısayısız I<ez din lemiş olsalar bi le gene de sanki , i lkmiş gibi di nlem�ye gönülden hazırd ı rlar, öylesine tatl ı anlat ır . . . Dinleyenlerden biri, anlatı lan konunun bir yerindel babamın o ince , gergin teline basmayı kaçırmaz. I l le de 'Küpeksoyu küpek'i dedirtecek'ti r. Komşumuz banka mudürü :
l'Tutsakl ığ ında yaptığın o un helvasın ı nası l da çalmışlar h ınz ı rlar!"
"Vermiştim de bütün koğuştakilere . Güzel kokmuştur düşesiye burun larına, imrenmişlerdir, diye . . . Sonra sen gel çal köpeksoyu köpek! . . ."
Işte babama: "Küpeksoyu küpek" dedirtmek için laf döridürü lmüş, dolaştırı imış bu kerteye geti ri lmişti r. O zaman herkes bol bol gü ler. Babam da anlar neyi söyletrnek istediklerini ama ald ırmaz, .
510
. b
-----------""""""'--- Günlerin İçinden
boş verir. Mademl<i o sözcüğü seviyorlar, varsın sevsin ler. Sevgiden zarar gelmez insanlara, diye düşünür. Başka akşamlardan birinde Posta Müdürü girer devreye. Muhabbetin koyulaştığ ı bi r yerinde :
"Çok çektirmişler Balkan savaşında . . . " "Gönüllü gitmiştim. Ne bileyim böyle olacağını ! Na bu f ındık ha
n ım .. " Annemi göstererek: "Demez mi , 'Beni b ı rakı rs ın ik i çocukla, sen giders in gönül lü
harbe! Bu kadar bezdin mi benden? . . ' bütün cinler toplandı k1afamda. Ne bezmesi be kad ın? Bre vatan gidiyor elden . . . Ç ıkard ım bir kese att ıll i , f ı rlatt ım ayaklan ucuna. Öfke bu, ferman dinlemez. Biraz yüksekten atmış im, h ızh gitmiş , geldi belina. K ıvrand ı , düştü yere küpeksoyu küpek. Koştum kald ırd ım. Ağlarken, bi r de 'hamileyim ben' demez mi? tut kelin perçeminden. Gitmezsen asker kaçağı diye yakalayacaklar! Bre ben gönül lü yazı lmış ım, kaçak olur muyum? . . Anlatıncayakada,. post gider e ldert Çaresiz gittik askere . . . Üç gün beş gün sonra sürdüler cepheye. Elde tüfek yok, önde bi risi ö lecek, ya da yaralanacak, sen kapacaksın. tüfeği n i . Böyle harp o lur mu? Ne yapacaksın , döğüştükl Ekmek yok, su yol<.. Vur peksimeti kafana, katan kın is ın . Dur durak yok; ha babam, de babam derken cephanesiz kaldık. Bir galeta parçasını ağzımizda kemirarek, torbanın dibinde kalmış üçbeş kuru ü'zümle idare edersin, gel gelelim cephane olmazsa neyi idare edeceksin . Karş ındaki düşman, kuş gibi avlar seni . . . Uzatmayalim ordu dağ ı ld ı . Beş on kişi benimle kald ı . Bulgar hududundan geçecez. Kavilleştik, hiç sağa sola bakmadan birer ikişer karakolun önünden yürüyecez. SorarIarsa 'yol işçisiyiz' denecek. Ben önde, arkadaşlar arkada yavaş yavaş geçmeye başladık. Karakolun biraz ötesinde gelecekleri gözleyerek bekliyoruz. En geride kalmış bir avanak, ha büle açmış ağzım , bakar sağa sola. Yakalarlar nöbetçiler, anlat ır bü lbül gibi bizim de geçtiğimizi. Gelirler bulurlar bizi . Dizdiler tespih gibi karakolun önüne. Biraz sonra geldi komutanları : 'Kimse başınız, çıksın ortaya' dedi Bulgarca. Ben bi l iri m ana dil im gibi Bulgarcayl . S ı radan çıktım bir adım üne. Bizde üst baş döküıüyor. 'Ne işiniz var, ne ararsmız burada?' dedi gene Bulgarca. Ben de ona kendi diliyle karşı l ık
5 1 1
Anne Hikayeleri
verdim. 'yol işçisiyiz , iş arıyoruz. ' dedim. sustum. O, 'uzat e l lerini . ' dedi , uzatt ım, ellerimi tuttu , avuç içlelerimi baş parf'Dağı i le yöklad ! . 'Yol işçisinin avuçiçleri nasırı ! olur, bunlar hanımevladı e lL ' demez mi küpeksoyu küpek ! . . . "
Kahkahayı basarlar dinleyenlerin tümü . Posta müdürü de rumelil i , hem de Arnavut. . . Bazı kez lafın bir yerinde Arnavutça birkaç sözcük söylerd j babama, ard ından onlar da gülenlere kat ı l ı rlard ı . Posta müdürünÜn karısı rumdan dönmeymiş. Nice y ı l sonra öğrendim bunu . Biz ona hep 'madam teyzel derdik, öyle an ımsarım .
. Sonra babam işine giderken, annem onu kapıya kadar geçire,cek. Cantezl i l iğin içinde annem gerisin geriye dönerken mutlaka:
"Kız Mukaddes, hala kalkmıyor musun? Günlük güneşlik oldu ortal ık ! . . ." diye kardeşime sesienecektir. O yukarı odada mın idan ı r, annem aşağ ıda ne demek istediğini anlamaz. Bundan sonra herkes günlük yaşamın ı sürdürür. Annem hemen evi toparlar, temizliği yapar, kaşla göz arası nda yemeği de pişiri r, yak ın ım ızda oturan ablama da küçük çocukları o lduğu için yard ıma gider, daha da vakti kal ı rsa konu komşunun IOhosasına, hastasına, düğününe derneğine yetişir.
Kardeşim uyku sersemliğinin denizinde kulaç atar. Kendince kurduğu düşlerin göklerinde kanat çırpar. Birazdan mahrnuriuğu geçecek, ayakları yerin sertliğine, acımasız l lğ ına basacaktı r. Şimdi lerde daha çok genç, koyun beğendiği dünyalarda yaşası n .
Dal ıp gitmişim . . . Bi r garip duygu içinde, belki de binlerce kez gördüğüm kentimi
zin her yerine, şimdi yeni görüyormuşum 'gibi bakıyor, bir yandan da vapurun birinci yazmanın ın merdiven baş ından uzaklaşmasını bekliyorum. Asl ında gemide bilet kontrolu yapmak onun görevi değil yardımcısı varken . . . işgüzariık işte .. Oysa yürüyüp geçsem, bana bilet falan soracak deği L . Kentimizde bu vapurların acentesinde bir yı l çal ışt ım. Denizci lerin çok kah ı rların ı çektim, beni iyi tan ı rlar. Baş yazman biletsiz bindiğimi bi lmediği için , bir de onun öğrenmesini onuruma yediremediğimden bu sıkıntıya katlanıyördum.
512
Günlerin İçinden
Vapurda olduğurnun haberini , yolcusunu al ıp giden tan ıd ık bir sandalcın ın haber uçurması , bizim evin güncel düzenini bozar. Annem her. günkü gibi , 'ne yemek pişirsem?' düşüncesin in tersine mantosunun kolların ı sokakta geçirmeye çalışarak, bir solukda iskeleye iner. Ana yüreği bu .. Vapurdan inmediğimi görünce haber yol lamış :
"Ne bekliyor, gelsin artık ! . ." diye. Nereden bi lsin benim, bi ri nci tek kişi l ik kamarada yatmama
karşın, kaçak yolcu gibi biletsiz geldiğimi ! . . Eve yazmamışt ım, mutluydIJm, s ınavı kazanmıştım, okuia girecektim. Aksi liğe bakın , gemi baş yazmanın ın , merdiven başında bi let kontrolü yapacağı tuttu . -Annem işi n fark ında değil ki . .
Üç gün önce d e musallat olan bu garipseme duygusuyla, kentimizden birini görür, biraz konuşur bizim oradan haber a l ı r, üstüme çÖker, gurbet karabasanını hafifletirim düşüncesiyle , vapurun yanaştığ ı iskeleye koşup gitmiştim. Içimde birden bire kentimize dönmek istediğinin dayanı lmaz ateşini duydum. Annemi , babamı , ablamı , kardeşimi , komşularımızı özlemiştim. Evimizin önündeki deniz, arkamızdaki incir, nar ağaçlan , asmalar ve bütün sevdiklerimle kentimiz gözü mde tütüyordu . Oysa haftalard ı r burada her şeyi unutmuş, gireceğim s ınavı kazanmak umuduyla, geceli gündüzlü ders ierime çalışmışt ım. Sonunda sınavı kazanmışt ım, daha ne istiyordum ! Ne varki parasız, yatıh olarak kazand ığım okulu bu yıl biti ren leri n atamalan üç ayd ı r yapı lmad ığından, yeni gi receklere okulda yer o lmadığ ın ı öne süren yönetici ler, üç ay yatıs ız okumamızı istiyorlard ı . Benim ise yatacak yerim yoktu� Şimdi her ne kadar amcamlarda kal ıyorsam, da bu durum ortaya çıkıp söylediğimde : "Okulda yat ıh oluncaya kadar burada yatars ın, ne yapal ım" dememişlerdi . Amcam da, yengem de önlerine bakıp susmuşlard l .
Şimdi bu birden bire içimde oluşan kentimize dönmek isteği buradan kaynaklanıyor olmal ıyd ı . Bu zorlu yolu kendim seçmişti m. Kimsenin etkisi , baskısı o lmamıştı . Daha başka çıkar yolları denememiştim . Tüm çabaları m boşa mı gidecekti şimdi? . . .
Tanıd ık birini göremeyince hemen vapura atladım. Çok iyi tanı-
513
Anne Hikayeleri
dığım yazman yardı mcısını buldum. Ter ve sıkıntı içindeydi . Elinde ordinolar, konşimentolar vardı . Çocukluğu mu n bütün safl ığı içinde yumuşamasın ı·, öfkesinin geçmesini bekledüm, bi li rim bu işleri . . . Anladığ ım kadarıyla, yanlış verilen bir parça işini çözmeye çal ışıyordu, cana sıkkınd ı . Beni görünce, şaşılacak bir içtenlikle, sanki yiten parçayı -Eskiden olduğu gibi- ben bulacaktım. Birden bire öfke� , sinin köpüğü kesildi . Acente yazmanlığı yaparken böyle çetrefil i şleri çok çözmüşümdür. Gülümsedi :
"Beraber mi gidiyoruz?" dedi . -Denizciler hep böyle söylerlerBu candanhğ ı görünce şaşırdım, önüme bakt ım. Bir güverte bileti olsun alacak param bile yoktu. Işi anlamışt ı , cin gibi bir adamdı. Elini o mzuma koydu :
"Akşama kalkıyoruz. Sen gemiye geı, elbet bir çaresine bakarız: " diyerek el ini birkaç kez, hafifçe o lduğu yerde gezdirdi .
Onu aradığı eksik parçan ın tasasıyla başbaşa bırakt ım. Koştum, işyeri nde olan amcama gideceğimi söyledim, elinö öptüm. Sonra evin yolunu tuttum. Bavu!umu hazırlarken yengemin gidişimden üzülmüş gibi yüzünde yapmacık bir acı bulaşmışhğı varda . Onu haklı buluyordum. Dar bütçelerinin, üç ay iÇin de olsa, b i r kişinin daha yükünü kaldı racak gücü yoktu. Her ne kadar öğle ·yemeklerimi 'Bahribaba Parkı Onda, üzüm ekmek yiyerek geçişti rmiş o lsam da sofraya akşamdan akşama konulacak bir sahan aş, ağı r geliyor olmalıyd ı .
Bu düşünceler ve yengeme h ak verdirten duygularla onun da elini öptüm. Merdiven başında amcamı n kızıyla karşı laşt ım. Elini sıkarken başını yana doğru çevirmişti, ağlıyordu . Daha önce din lemiş o lmahydı yengemle konuşmalarımızı , demek gidec,eğimi bi l iyordu ! . .
. Gene güvertenin küpeştesine şimdiki gibi d i rseğimi dayamış,
olanbitenlere, kaderime s ı rt ımı çevirmiştim. Vapurun yardığı denizi , dalgalar halinde bizden uzaklaşan beyaz köpükleri seyrederken , gecenin karanhğına dalmışım. Çok uzaklarda ızmir kentin in ış ıkları , gökteki y ı ld ızlar gibi titreşiyar sonra birer bi rer gecenin koyu lacivert rengi içinde arkamızda yitip gidiyorlard ı . Yalnız saman-
5 14
Günlerin İçinden
yolu bizimle yarış ediyordu sanki . . . Vapurun makina bölümünden yükselen i nişli yokuşlu sesler, geminin hafiften yalpalayıp ve kalkıp inmesi birbiriyle uyumlaşıyordu . Bu s ı rada, kaptan köşkünün merdivenleri nden gelen ayak sesi , daldığ ım düşüncelerden kopard ı beni . Bu , vardiyayı ikinci kaptana b ı rakıp, davlumbazdan inen suvarinin ayak sesleriydi. Beni orada, güvertede görünce, ummadığ ı anda karş ıs ına çıkan birini görür gibi önce irkiidi , sonra şaşkın l ığını gidermek istercesine:
"Vayy küçük bey! . . ." diyerek söze başlad ı . Acentede çahştığ ım günlerden, buraya gelişime değin bir sürü can sıkıcı soruların arkas ından, hangi mevki de o lduğumu sordu. Ona sadece:
"Kamaram yok . . . " diyebi ldim . . . Güvertede vardiya tutan lostromo'yu hemen çağ ı rd ı . Beni
onunla baş kamorota yol ları ve birincide, bir kamara açmasın ı söyledi . Bana dönerek tatl ı , babacan bir sesle:
"Hayd i , rahat ına bak. Üç gün yo lumuz var, yarın görüşürüz . . . "<
Sonradan aklı na gelmiş gibi : "Yemeğe beklerim . . . " dedi. Teşekkür ettim. Bu sırada yanımız
da, geminin iskele yönünde kırmızı bir deniz feneri çıkıyordu. ızmir körfezinin son şamandı ra feneri ... Bana mutluluğumu muştulayan, dost bir kişi sanki göz k ı rpıyor gibi gelmişti .
Annem iskelede beni beklerken ben, gemin in sancak yönünden i ndiri len merdivenin biraz ötesinde, başyazman'ın bi let kon'rolunu biti rip g itmesini bekliyordum sıkıntıyla . . .
515
Anne Hikayeleri -------------""""'---
MEKTUP Samim KOCAGÖZ
I nce, esmer yüzü sararmış, i ri siyah gözleri , küçülen yüzüAde büsbütün büyümüştü. Pencerenin yanında bir i skemlede, oturuyor, karşıdaki derenin iki k ıyıs ında uzanan ç ınarlara kavaklara, yemyeşil yamaçlara bakıyordu. BtI görüntüyü hep, geçmiş yılların ın anı lar ında saklamış , zaman zaman yiti rdim sanıs ına kap ı lmış , korkmuştu . Ne ki iki aydı r işte bu çocuklu"unun cennetindeydi .
. Sabah ın sisl i yeşi l ine bakmaya doyamayordu. Olayların içindeyken, ya da hastanedeyken düşünebi lmek, kavramak zordu : Insan için bir yeşil yapraktan bile ayrılmak güçtü . Oysa kimlerden, ne- ' lerden ayrı lmışt ı .
Korkuyla birden baş ın ı küçük odaya çevird i . Sabahın alacakaranl l" ı henüz odadan çıkmamışt ı . Köşedeki yatağı n içinde oğlunun baş ı , siyah saçları görünüyordu. Yüzü duvara dönüktü. Nefes almıyormuş gibi geldi . Kalkt ı ; dizleri , e l ler( titreyerek yavaşça yaklaşt ı . Yüzünü gördü ; yanağ ın ı yanağı na koydu : Rahat, sakin uyuyordu oğlu . Ondan beş yaşı ndayken ayrı lmış, sekiz yaşı ndayken ona kavuşmuştu. Geçen kış kendisi yokken okula başlamışt ı . Bu yaz, i ki ayd ı r yeniden annesine kavuşmanı n sevincini yaşıyordu. He le annesiyle bir odada olmak, yanyana, yataklarda yatmaktan çok mutluydu . Kendisi de köyüne gelmekten , anasıyla babası na kavuşmaktan çok mutluydu.
Pencereden bakt ıkça, bu bağ kulesinin üst kat ındaki odadan
516
• L�
Mektup
iki yakasın ı seyi r ettikçe, çocukluğunu n anı lan zihnine tak ı l lyor, ayağına dolaş ıyordu. Ne ki "şu s ı ra ağabeysi , sanki eski ağabeysi deği ldi . Ona eski sevgisi kalmamış gibiydi . Çocukluk sevgi leri çok geri lerde, "uzaklarda yitmiş gitmişti . Yüzüne yalandan gülüyormuş, sevgi gösteriyormuş gibisine geliyordu . Zaman zaman öfkeyle bakıyor, gözleri ni ondan kaçınyordu . Yengesiyle f ıs ı ldaşt ığ ı nı duyuyordu. Bütün bunlar kendi kuru ntusuydu herhalde. Yok yok ağabeysi ona kırg ındı . Dün köyden, köyün bakkalına gelen mektubunu nas ı l da geti rip önüne, masan ın üstüne atıvermişti : 'AI , seninkinden mektup var !' demişti . Sanki şu s ı ra köyde değil de, şu bağda bahçede bulunmaktan memnun gibiydi . K ız kardeşiyle köyün içinde buiunmaktan tedirgin mi ôiacakt i? Anasi babasi böyle davranmıyorlard l . Onların da oğlu say ı l ı rd ı e lbet, oğluna üç y ı l boyunca gözleri gibi bakmışlard ı .
Oğlunun yorganın ı düzeltti , örttü . Yavaşça pencerenin önüne dönerken, yandaki küçük masanın üstündeki mektuba yine gözü i l işti : Artık eskisi gibi ağlamıyordu , ağlayamıyordu . Göz yaşları içine , yüreğine akıyordu . Mektubun zarf ına parmaklarıyla dokundu. Mektup zarf ından çıkarı lmış açık, öylece duruyordu. Dünden beri kaç kere, okumuştu. Art ık sat ı r sat ır akl ındaydı onun yazd ıkları :
'Bi r tanem,' diyordu . 'Art ık üzülme . . . sabırlı olmaktan başka çaremiz yok. Bunca y ı l bekledik, bi rkaç yı l daha bekleriz. Bi liyorsun ayrı hğımızm daha ne kadar süreceğini . . . Belki daha önce de kavuşmak olası l ığ ı var. .. Seni , oğlumu çok özledim: Şu S ira çal ış ıyorum. Çal ışmak belli süreler içi n i nsan ın kayg ı ların ı , s ık ıntı ların ı unutturuyor. Art ık bana para göndermek için çırpınma, kazanıyorum. Yakında ben size para göndereceğim. Oğlumuza bi r top al , oynasm. Günümüzde geçerli meslek topçuluk. Iy i b ir futbolcu olursa çok para kazanır ( !) Başkaca mesleklere boş versin . Okumayı yazmayı öğrensin yeter! Bizler gibi l iseymiş , üniversiteymiş okuyup da ne yapacak! Akı l dünya işlerine ermesin daha iyi . . . Daha mutlu olur. Her neyse şu yazd ıklarıma kulak asmayacağın ı bi liyo-ı rum. Bil irsin ben , yaşantımdan hiçbir zaman pişman olmadım; pişman değil im. Bütün tesel l im, senin çileni doldurup oğlumuzun yanına dönmendir. Bir daha da hastaneye fi lan gideyim deme; hasta
517
Anne Hikayeleri -----------------
olma, .kendine iyi bak . Köyün havası sana iyi gelecek. Ananın baban ın yanı ndasın ; bu senin için sevinç kaynağ ı o lmalı . Düşün ki ben, anamı babamı erken yitirdim.
Seni , oğlumuzu öperim. Anamıza, babamıza, ağabeyimize ve yengemize selam ve sayg ı larımı yollanm. Çocukların gözlerinden öperim. Benim için de dağlara, yamaçlara, yeşi l yaprakl ı ağaçlara, sizin oradan geçen dere nin beyaz köpüklü sulanna bak:
Yin e pencerenin yan ı na, iskemleye i lişti . Akl ı ndan geçirdiği , ezbere okuduğu mektubu , bu kez eline ald ı . Atladım mı , eksik okudum mu? diye yeniden satırlanna bakmaya başladı . Sonra zarf ına yerleştirdi ; götürdü yastığ ın ın a lt ına koydu. Pencereye döndüğünde, güneş bir mızrak boyu yükselmişti . Babası , anası tarlaya gidiyordu. Bi lıyordu ; fasulye/eri çapalayacaklard ı . Ağabeysiyle yengesi, çoktan bağ ın içi ndeydi ; kükürt at ıyorlard ı bağa.
Bu s ı rada oğlu yatağı ndan, "Anne !" diye doğru ldu ; uyanmıştı . "Oğlum!" d iyerekten yanı na vard ı . Çocuk, her sabah uyandığında annesini karşısı�da görmekten
sevinçliydi . Gece yatarken , ertesi sabah uyandığ ı nda, annesini bulamamaktan korkuyordu. Yatağın ın içine oturan delikanl ı , uykulu gözlerle hemen masaya baktı :
" Babamın me�tubu ne oldu anne, nerede? dedi . "Saklad ı m .oğlum. Yastığımızın a lt ında . . "
"Iyi . . . " dedi çocuk, iki yakasına bakınd ı , "dedem, ninem tarlaya, çapaya gitmişti r. Ben de yard ıma koşay ırn . . . "
"Önce e lini yüzünü y ıkayacaksın. Sonra sütüne ekmek doğrayacağız . . . "
"Peki anneciğim." Bağ kulesinin avlusuna çıktıklarında, oğlu sağdaki u lu ç ınann
attında duran küçük çapasını kaptı , yürüdü . Bir süre onun arkasın-
518
İ _.-. �.'-
Mektup
dan bakt ı . Sonra, 'yeter tembel lik, iyi leştim gayri . . . ' diye söylendi ; gitti çınann alt ından o da bir çapa ald ı . Çocukluğunda, genç k ızhğ ı nda, okul tati l ierinde yaptığ ı gibi yine çapaya başlayacağından, içine büyük bir sevinç girdi . Kendisini umutlu hissetti . Gerçi i lk kez, uzun bir süredir açık havaya çıkarnamaktan yüreği bir hoş o lmuştu . Dizleri , e l leri titriyordu. Durdu, derin bir soluk ald ı . Çapas ın a omuzuna vurup yürüdü. Sanki beyaz gömleği n i giymiş laboratuvanna yürüyordu.
519
Anne Hikayeleri
ANALARıN Sami m KOCAGÖZ
Dağlar, hemen hemen bir dikaçı yaparak körfezi iki yandan kuşatırlar ve denize doğru hafif bir eğimle inerler. Kent, denizle dağlar arasındaki daracık şeride s ık ışmış , uzan ı r. Kuzey yakasındaki dağdan, Anadolu'nun içerleri nden gelen karayolu i ner. Fundal ıklarla kapl ıd ı r tepeler. Nane ve kekik kokar. Dağ ın eteğindeki kaynağ ın çevresinde meşeler vard ı r. Oralara pikniğe gidi l ir. Cumartesileri ve pazarları yanmış yağ , tand ı r kebabı , duman kokar pınarbaş l . .. Bol bol da anason. Doğu 'yakasındaki tepelerse çam ormanlarıyla kapl ıd ı r. Yazları serin olur. Dağın denize bakan yüzüne büyük turi stik otel ler yapı lmıştır. Çevre kent lerin, özel likle de ortadoğu zenginlerin in paraları bura lara akar.
Geceleri kuzey yakasındaki dağ karanl ıktı r. Ay o lmayınca seçi lmez bi le. Bir kara, yı ldızsız boşluk görünür, o kadar. ötekinin do:rukları ı şı klar içindedir. Tepelere t ı rmanan arabaların farlan sabaha kadar dolanı r durur dağı . Arabalar, s ın ır ın ötesinden sakal l ı , bıyıkı ı , beyaz ipek ceket giymiş adamlar taş ırlar. Parmakları nda elmas yüzükler vard ı r adamların. Sakallarına, bıyıklarma s ıcak havalarda boğuntu veren kokular sürmüşlerdir. Pipo ya da püro içerler. Kimileri , boyunlarına, yazın s ıcağına ald ı rmadan pahal ı kürkler dolamı ş çok boyalı kadınlarla gelirler. Yanlarında kadın yoksa da tasalanmazlar. Varacakları yerde, pezevenkleri n de bulunduğunu bil i rler.
520
. !�
-==---------.;,.--------Analann Hakkı
Bir gece kuzey yakasındaki dağda da ışıklar yandı. Soluk, kızıI ıms ı ış ıklar .. Yandı , söndü durdu. Ard ından si lah sesleri duyuldu . Daha sonra soluk kızı l ımsı ışıklar görünmez oldu. Dağ karanl ığına çeki ldi . .
Sabah , doğu yakasındaki tepelerden doğru hiç bi r şey olmamışcasına indi kente ; serin , günahsız ve umursamaz. Ezan okundu. Sıcak bir gün başlıyordu. Öğleye doğru üç ölü getirdi ler Belediye Hastanesine. Fotoğrafları çekildi . Sonra üstlerini ö rttü ler, morga kald i rdı lar.
Sokaklarda, kahvelerde, dükkanıarın önlerinde ve resmi yer-lerde konuşuldu :
- Eşkiya vurmuşlar. - Ben gördüm ölüleri ni . . . Üçü de pek gençti. - Öğrenci , dedi kimileri de. Iki Cadi l lac, bir Mustang, bir de k ırmızı Thunderbird indi oteller
den doğru . Kentin sokakların ı geçip sahi l yoluna vurdular, sonra geri döndüler. Görü lmeğe değer bi r şey bulamamışlard ı besbel l i . Kald ı rımlarda şeftali , salatal ık, üzum satı ld ı . Ç ı raklar dükkan kapıları n ı n önünü ikinci kez suladı lar. Lokantalarda, evlerde öğle yemeği yendi . .
Saat ikide dükkanıar, daireler, lokantalar kapand ı . Herkes evi. ne çeki ldi . S ıcak, dayanı l ı r gibi deği ld i .
i i
. Dağdaki otellerden Büyük Çınar' ın sahibi Hal i l bey, arkasında kahve fincanını taşıyan hizmetçi k ızla merdivenleri çıktı . Karısı Saide'nin kapıs ı önünde durdu. Bi r an için kapıyı vurmayı düşündü ; kendine yakıştı ramadı , vazgeçti. Hep öyle olurdu. Kapıyı vurmazdı ama bir süre beklerdi . Gene öyle yaptı . Sonra yavaşça açtı .kapıyı . Arkası nda hizmetçi k ızla içeri gi rdi . Saide pencereni n önünde, ayaktaydı . Kocası içeri girince dönüp baktı . Kız, fincanı , duvara da-
52 1
Anne Hikayeleri
yalı küçük masanın üzerine koyup çekildi . Yukarıya, otele gitmediği günler, kahvesini karısmm odasında içerdi Hali l bey. Günün öteki saatlerindeyse karısın ın yüzünü bile göremezdi . Saide dudakların ı kısmış karşısında d uruyordu, her za.manki gibi. O yer gösterip buyur etmeğe bile kalkışmadan. Hali l bey masanın yanındaki sandalyeye i l işip bir sigara yakt ı .
- Hüseyin bey bir sepet vişne ,yo llamış, dedi, söze başlamış ol-mak için . - Yedin mi?
- Yemedim.
- Sen seversin vişneyi. . . Tadma baksaydın . . .
- Dağdan silah sesleri geldi gece yarıs ı . çarpışma mı n e olmuş! Gülperi bir şeyler anlattı ya, pek kulak vermedım. Bilirsin, ağzı kalabal ıkt ır. Deli deli söylenir durur.
Saide, kocasına hiç soru sormazdl . Kocasının sorularını da ya . evet ya da hayır'la cevaplandınrd ı hep. Bu kez böylesine uzun konuşunca, Hali l bey seviniverdi . Saide'nin gözüne girmek için acele acele :
- Üç kişiyi vurmuşlar, dedi . - Üç genç . . . Ölülerini de kente getirmişler.
- Demek doğruymuş Gülperi'nin anlattıkları . . . Üç genç ha? .. Ne istiyorlar çocuklardan?
- Ne çocuğu canım, saçlı sakallı adamlarmış. Yirminin üstünde olmal ı lar.
- Olsun. Gene de çocuk sayı l ırlar. ' Çocuklann kolay kolay büyümediklelini sen nereden bileceksin? Neden vurmuşlar ki körpecik civanlan ? .
- Uzun hikaye . . . Anlatması güç . � . Hem karıştırma akım ı şim-di .
- Kim yollamış k i onlan buralara, taa buralara ö lmeğe? . . Gülperi , ıstanbul'dan gelmişler, dediydi . Taa ıstanbul'dan buralara, vurulup öldürü lsünler diye kimler, neden yollarlar ki çocukları? '
• b
522
------------------Analann Hakkı
Halil bey kendisini umutlandıran konuşmanın bu yöne dönüşebileceğini h iç hesap etmemişti. Mendiliyle alnında biriken terleri si ld i . Kahvesinden bir yudum bi le alamadı . Sigaras ın ı da öylece fincan tabağ ın ın kenannda unutmuştu .
- Hemen davranıp bir hikaye kurmağa kalkışma kafanda . . . Herkes eşkiya o lduklannı söylüyor. Eşkiya öldürmek yasak değil ya. B ı rak bunları dedim sana. Akl ın e rmez. Boş yere üz me kendini . Bak, sarı güller açmış. Senin gü/ lerin . . . Sulatayım da bahçe mis gibi koksun.
= "Kahvan! iç, dedi Saide kocası na, = Soğuyacak!
i i i
Bahçeden gelen su sesini duyunca k ıp ı rdand ı Saide. Hala pencerenin önünde ayakta duruyordu. Oda sigara dumanı ve kahve telvesi kokuyordu. Si lkindi. Bahçeye baktı . Gür yeşi l likli , bakırnh bir bahçeydi bu . Kayısı gülleri bahardan beri üçüncü kez açıyordu. "Iyi ama, ben bu bahçeyi sevmiyorum." diye düşündü Saide, "hiç bir şeyi sevmiyorum."
Uzaklardan gelen ezan şesini duydu. Ezanın okunup bitmesini bekledi . Sonra sediri n üzerinden seccadesini ald ı , serd i . Baş ına beyaz bir ö rtü örttü . Dizlerinin üzerine oturdu. Bekledi . Namaz k ı lmasın ı bi lmezdi Saide . . . Namaz surelerini de . . . Bir zamanlar annesi öğretmişt i , ama hepsini unutmuştu. Anlamad ığı Arapça sözleri anımsamağa da çalışmamıştı . Arada ezan sesi duyduğunda, seccadesini serer, oturur, beklerdi . Uzun sürmezdi, Tanrı hemen gelir dururdu seccadenin öbür ucuna. Tanrı ya da dayısl . .. Hep kanştırı yordu. Gelen dayıs ı mıyd ı , yokta Tann mı , seçemiyordu . Ya da
, Tann'n ın yüzü, dayısın ın yüzü gibiydi . ıı
- Tanrım, dedi v.e gözlerinden yaşlar boşandı Sonra: - Çocuklan vurdular dayı , diye sürdürdü konuşmasın ı . - Gene vurdular bak . . . Hala öldürüyorlar çocuklan .
Dayısı üzülmedi . Bu dünyadan değildi artık. Üzü lmeyi , acı çek-
523
Anne Hikayeleri, ----------=====----
meden u mut ve sevecenlikle dolu olmayı becerebi l iyordu. Yalnızca bal renkli gözleriyle baktı Saide'ye. Saide'nin yüreği serinledi , di l i çözüldü :
di .
- Ben sana hep yalan söyledim dayı , hep aldatt ım seni . Seccadenin başındaki yüz, iy i bi r şey duymuş gibi gü lümse-
- Annem mektup yazdı rt ırdı bana ... "Saide gene hastalandı . Bu kız neden böyle çürük, bi lmem. Doktor, i laç derken bir sürü para harcad ım. Yirmi beş l i ra yollasan yeter." Utanı rd ım. Gene de yazard ım annemin dedikleri ni . Yazmazsam döverdi . Yazarsam şeker al ı rd ı . Şekeri çok severdim. Parlak, renkli kağıtlara sarı l ı mey-val i şekerleri . . . Çocukların hepsi şeker severler dayı . Tatı l yiyecek-leri severle r . . . Helva, baklava . . . O vurulanlar da severlerdi besbel-l i . . . Onlara, anaların ın en son ne zaman baklava açtıkların ı bi lmek isterdim .. . Ya, işte böyle dayı . Evlenirken' de yalan söyledim sana. "Beni isteyen adamın bir dükkanı var." diye yazdım. Sen izin vermezsen evlenemezdim. Babam yerindeydin çünkü . Kocamın kaçakçı olduğunu yazsaydım eğer, onun la evlenmeme eng el o lurdun. Öyle deği l mi? Bu yüzden yalan söyledim ben de. Elimde deği ldi , seviyordum onu . Öyle güzel bi r yüzü vard ı ki . Böyle, şimdiki gibi şişman da deği ldi o zamanlar . . . Tığ gibiydi . Bense çirkindim. Parasızdım. Gene de istedi beni . "Okumuş kızs ın ," diyordu , "okumuş, akı l l ı , dürüst." Okumuşluk, dürüstlük bir kaçakçmın ne işine yaradı ki dayı? Hala anlayamadım. Ama onu çok sevdim. Öyle çok sevdim ki, yüreğim bin parçaya bölünüp göğsümden taşacak, titreyen el lerimi saklad ığ ım kucağıma akacak sanı rd ım. Senden bi le çok sevdim onu . Doğurduğum çocuklarımdan bi le çok sevdimdi sanki . Ama art ık sevmiyorum. H iç sevmiyorum. Oğlum vu ru la" kimseleri sevmiyorum. Kızlarımı bi le . � . "Ne hakları var, onlar niye yaşıyorlar, oğlumun yiyemediklerini yiyip, giyemediklerini g iyiyorlar?" diyorum. Haksızl ık ediyorum belki ama el imde değiL . Oğlum ö ldürüle l i yalnız seni seviyorum. Yaln ız sen vars ın benim için . . . Sen , ya da Tanrı .
Saide gözyaşların ı başörtüsüne si ldi . Anlaş ı lmaz sözler m ın l-
524
-------------"""""F-- Analann Hakkı
danarak tesbih çekti , iki yanına sallana sallana . . . Sonra gene konuştu :
- Senin ölüm haberin geldiğinde gebeydim. Öyle üzüldü m, öyle ağladım ki , komşular "kendine gel artık," dediler, "karnındaki bebeyi düşün. Eksik-meksik doğar da . . . Tannm korusun !" Oğlum doğunca senin adın ı verdim ona, "Hasan" dedim. Sana benzesin istiyordum çünkü . Benzedi de. Hem yüzü , hem huyu sana benzedi . Görecektin oğlumu. Alt ın yürekli , gü leç yüzıüydü . Şakalaşmayı severdi . Gerektiğinde ciddi olmayı da bil irdi . Tıpkı senin gibi . Üstelik güçlüydü , inatçıydl . . . Senin gibi . Korku nedir bilmezdL . . Ölüme de öyle gitti , gözünü bi le k ı rpmadan. Ben odanın ortasında, halmın üzerine diz çökmüş ağl ıyordum. Kocam yalvarmalanma ald ırmı yordu . "Ben gidersem vururlar beni , pusu kurmuşlar," diyordu, "oysa çocukla bir al ıp veremedikleri yok. Ona dokunmazlar." Baktım ki , oğlumun gitmesine engel olamıyorum, son anda ağlamayı kestim. Gözlerimi iyice kurulayıp oğluma baktım. Yüzü resim gibi kafama çakı l ıp kalsın istiyordum besbell i . Hasanımın gözleri dupduruydu. Yedi yı ldır düşünürüm, O duruluğun anlamını çözemedim. Gerçek bir yiğitlik miydi , ya da çocuksu bir ald ı rmazl ık mı? Yoksa akı ı erdiremediği dünyada olup biten bunca saçmalığa karş ı sessiz bir sitem mi? Belki de hepsi vardı bakışlarında . . . Ne bileyim? Gene de diyorum ki , herkes dünyaya böylesine yiğitçe bakabi lmeli . Yiğitçe ve çal ımsız. Oğlumun ölüme baktığı gibi . Zaval l ı yarat ıklanz hepimiz. Pisiz. Bak, her yan ı m kokuyor. . Yıkanmak neye yarar? Sular ki rimi temizlemez ki. . Gene de dünyaya öyle bakmayı öğrenmeliydik bana kal ı rsa . . . Hasanım daha küçüktü . On beşindeydL On beş yaşında öldü . O n beş yaşında tabanca kurşunuyla vurdular. Tepedeki otel , bu kocaman süslü ev, onun kan ı bedelidir. Bak, şimdi de üç del ikan l ıyı vurmuşlar. Bütün tepe lerde çocuk kanları . . . . Neye varacak bu işi n sonu?
Dizleri s ızladığ ından soluna doğru kaykı ld ı , oturdu . - Ne çok konuştum gene dayı l . . . Ortal ık kararmış bi le. Kafamın
içi karmakarışık. Yorgunum. Nedir bu yorgunluk? Odamdan dışarı çıkmıyoru m. Iş falan gördüğüm de yok. Neden böyle yorgunum?
525
Anne Hikayeleri
LV
Bitişjk odada Saidelnin anası Fatma hanım geziniyordu. Ayak sesleri b ir duyuluyor, ulr duyulmuyordu . M al ların ı beklerdi Fatma hanım. çal ınmasından korktuğu malların ı . Perdeleri s ıkı sıkıya kapal i , tep�sinde yirmibeşlik çıplak bir ampul yanan loş odasında beş kocaman sandı k vard ı . Alt ıncısın ı ısmariamayı düşü nüyordu Fatma hanım. Bir yolunu bulup damada söylemeliydi . I lkin kızar, hatta eğleni rd i Hal i l bey, ama sonunda a l ı rd ı gene.
Önce tek sandık vardı Fatma hanımm odasında . . . Çok eskiden Saide'ni n evlendiği o küçük, ahşap, akarsuyu bile bulunmayan evde. Saide'nin çeyiz sandığıyd ı . Saide postanede çal ış ı rken biriktirdiği paralarla yapmıştı çeyizini. Gene de Fatm a hanım, kızı evle ndiğinde, birkaç çarşaf ı , havluyu vermemiş, üstel ik sand ığı da kendi odasına taşı mışt ı . O zamanlar sandığın üstüne çıkıp oturmak huyu yoktu. Çünkü evde tek başınaydı . Kızı da, damadı da işe giderlerdi . K ız ından kapt ığ ı sandığı kolayca doldurmuştu Fatma han ım. Damadı iyi kazanıyordu ; sürüyle kaçak mal gel iyordu eve. Fatma han ı m can ın ın i stediği ni seçebi l i rd i . Kadifeler, simle iş lenmiş ipekl i kumaşlar, havlu lar, yorgan yüzleri , bilezikler, saat ler . . . Sonra b i r sandı k daha ald ı . Üzeri renk renk boyalı , yaldız çemberli güzel b i r sand ıktı ama kapağı tümsekliydi . O zamanlar üzeri ne oturmuyordu sandıkların , nereden bilecekti . Şimdi art ık ceviz ağacından oymal ı , kapakları dümdüz,hem de alçacık boylu sand ıkları seçiyor-du. Onlara �olayca oturup kalkabil iyordu çünkü.
.
Bu kocaman evde iyice tedirgin olmuştu Fatma han ım. Evin içinde iki hizmetçi vard ı . Kızlar da büyütmüşlerdi ; arkadaşları gidip geliyordu. Evin içine giren ç ıkan belirsizdi zaten. Üstelik Saide bir odaya kapan ıp, eviyle i lgi lenmez olunca, Hal i l bey Ankara'dan dul ablası Nevin'i getirtmişti . Evin her bir şeyine o karışıyordu şimdi. Ve i nsana güven vermeyen bakışları vardı kad ın ın. Bu yüzden Fatma hanım art ık odasından d ışarı çıkmıyordu. Çişini bi le oturağa ediyor, Gülperi gelip döküyordu . Camlar da h iç açı lmadığ ından kötü kokuyordu oda. Ama Fatma hanım bu pis kokuyu duymuyordu .
Saide, iki ndi leri annesini yoklard ı ; birlikte çay içerlerdi. Odanın
526
------------------Analann Hakkı
kOkusu, yirmibeşlik ampulden yayı lan cansız ış ığ ın hüzün lü havası yüreğini bulandınr, gene de giderdi anasına. Odaya girince gözleri Fatma han ımın sağ yanağında, burnunun tam dibinde bulunan et benine tak ı I I rd I . Ben, büyümüş büyü müş tam karafatma kadar o lmuştu. Kadın konuşurken karafatmaya benzeyen ben kıpı rdanır, Saide'nin yüreği ezi li rd i .
K ız ı içeri girince, kapağı türnsekli sand ıktan güçlükle i ndi Fatma hanım. "Hoş geldin , " dedrSaide'ye, sonra ace le acele öteki sandıklara bakt ı . Hangisinin üzeri ne oturması gerektiğine karar veremedi bir süre . Neden sonra birini seçti , gitti oturdu. Saide, odada iskemle bulunmadığından yatağa i lişti her zamanki gibi.
- Kahvaltıda gene o tuzlu zeytinden getirdi ler, dedi Fatma han ı m s ız lanarak. - Bir haftadı r yeşii zeyt in istiyorum, aldı ran yok. O pint; kan , ağabeysinin paralarına iyice sahip çıkt ı . Her şeyi esirgiyor bizden. Arttırdıklan kendi cebine gidiyor da ondan. Söyle şuna, eve yeşi l zeytin ald ı rs ın .
- O lur anne, söylerim. - Senin canın hiç yeşil zeytin çekmiyor mu? Şöyle ekşi ekşi ola-
n ından . . . . - Hayır.
- Ağz ın ın tad ın ı bilmezsin ki . Ne anlars m yeşil zeytinden ! Çocukluğunda yediğin kara zeytine doyamadm g itti . Sabah akşam zeytin yerdik unuttun mu? Tek katığ ımız oydu. Şimdi bunca paramız varken neden iyi bir şeyler yemiye lim?
- Camlan açsak biraz anne ... Çok s ıcak burası . - Sıcak m ı? Yok canım, ben üşüyorum. Kanım çekilmiş besbel-
l i . I htiyarl ık, ne yaparsın? Doğru dürüst yemek pJşiren de yok ki, yiyip azıcık canlanayım . . Görümcenin nas ı l semird iğinin fark ında mıs ın? Çünkü canı ne isterse onu pişiriyor, do ya doya tıkınıyor. Bizi h iç düşünmuyor. Dün uğramışt ı . Iki saat oturdu uğursuz. Sanki yüzünü görmek istiyorum da . . . Koca cep i i bir esvap vardı üzerinde. Nereden gerekti dersin böyle büyük cep li esvaplar giymek ... Ha?
527
Anne Hikayeleri ---===--===----------
Geldiğinde yoktu. Bütün giysileri cepsizdi. Iyi bi liyorum. Besbelli içleri ne bir şeyler t ık ışt ı r ıyor. . Her gün uğruyor mu sana?
- Uğruyor. - ' Bel l i etmeden b i r bakıver, ceplerinde neler ,var. Hiç deği lse
ceplerin in sark ık olup olmad ıklarına bak. Hemen anlaş ı l ı r. Eğe r sarkıksa, içine bir şeyler doldurup odasına taşıyor demektir. Nerede kaldı çay . . . SesJensene şunlara.
V
H alil bey arabasın ı öfkeyle dağ yoluna doğru sürdü. Kald ınmIardan yola taşmış a rabal ı sebze ; meyva, kuru yemiş satıcılanna küfretti . Salata l ık yüklü bir arabayı devirmesine ramak kald ı . Tekerleklerin arasına g iren b i r plastik topu patlatınca rahatladı . Daha sonra iki yan ında öka liptüslerle pembe çiçekli zakkum ağaçları s ı ralanan dağ yoluna vurdu. Sert dönemeçiere ald ı rmadan h ızla sürdü arabasın ı . Kötü bir şevroleydi bu .. Ikide bir tamir isterdi . Altmış üç model bir tenekeydi açıkçası . Ama boş inançları vardı Hal i l beyin . Can yoldaşı Abdul lah uyarmıştı onu, "göze geli rsin ," demişti , "nene gerek, b ı rakma eski arabanı . " Oysa hiç deği lse, az kul lan ı lmış , içi k ırmızı döşel i beyaz bir parizyen almak. işten bile deği lde Hali l bey için . Gene de Abdul lah' ın sözünü dinlememezlik ede memiştL Yokuşları homurdana homurdana tırmanan eski şevrolesiyle uyuşmak zorundaydı .
Tabii bütün soru n araba deği ldi . Öfkelenince tekmelerd in h iç değıise. Daha o lmadı Abdul lah'ı da, boş inançları da siktir eder, çekerdin alt ına bir parizyen, bir tandı rbörd . . . Ama Saide'ye gelince i ş değişiyordu . Saide'yi ne tekmeleyebi l ir ne de başından atabi l i rd i . Kadın, kendi öz ni�ahl ı karıs ı , Üç-yok-iki çocuğunun anası karşı koyuyor, Hali l de boyun eğiyordu . Evlendiklerinde Saide liseyi biti rmişti , çal ış ıp para kazanıyordu. Hali ise boktan bi r kaçakçıydı a ltı üstü . I lk yı l lar Saide türlü s ık ınt ı lara, kocasın ın s ın ı rı geçerken bir mayın tarlası nda parçalanması ya da jandarma kurşunuyla g e berip gitmesi olas ı l ıklarına xiğitçe göğüs germiş, bir erkeğin huysuz-
528
• b
----------------Analann Hakkı
luklarına, ara ara salt ahmakl lktan savurduğu tokatlara ses çıkarmamışt l . Şimdi kendisine zengin nimetler sunuluyordu. Saide kafasın ı dikip 'hayır' diyordu , her şeyi el inin tersiyle iteleyiveriyordu . Yalnızca parayı mı , Halil'i de bozuk çıkmış bir mal gibi f ı rlatıp atmıştı işte.
Üstelik unutmasını da bi lmiyordu . Yedi yı ldır unutmayan, bundan sonra hiç unutmazdı . Kaçakç ı l ık yaparken kocasın ı hor görmemişti Saide. Namuslu bir iş saymıştı kaçakçı l ığ ı . Halil ' in hep önde gitmesi , arkadaşların ı görüp gözetmesi kaçakçı l ığ ı namuslu bir iş olarak kabullenmesine yetiyordu . Hali l kaçakçı l ıktan kazandığı paralarla bar açınca da k ızmamışt ı . Istanbul'lara gidip kız getirmesine de. Ama Halil' in gerçekten zengin bir adam olmasın ı bağ ışlarnıyordu. Kendisini _korumak için fedai tutmas ın ı korkakl ığ ına veriyordu. (Burada durdu Hali l bey. Işine gelmeyen bir olayı atIayıverdi . S ık ınt ısı geçince düşüncelerini sürdürdü.) Hiç de h ı rsl ı adam değildi , bunu bi l iyordu . Karısıyla, çocuklarıyla (burada da bir atlama yaptı) rahatça yaşamaktan başka di leği yoktu . Ne var ki , ancak çok parası olunca güven duyacağın ı sandığ ından, bir an önce , ne yolla olursa olsun bol para kazanmak istemiş, bunun için de elinden geleni yapmıştı . Elinden geleni yapmak demek, Saide gibi lerce konulan ' namus sın ırların ı aşmak demekti kuşkusuz. Bu da hiç ı rgalamamıştı Hali l beyi . Herkesin yaptığ ın ı yapmakta ne sakınca olabil irdi ki .
Sonunda yeterince para kazanmıştı . Ama art ık duramayacağını da anlamışt ı . Çünkü sınır kentlerinde hiç bir şeyin sın ırı yoktu . Sınır kentlerinin kendine' özgü yasaları acımasızdl . Bir kez başlayınca, artık durulmazd l .Bir tek s ın ır vardı belki de ... Herhangi biçimde yok olmak, kısacası geberip gitmek. . . Saide bütün bunları bi lmezdi. Bi lmemesi daha iyiydi . Hali l'in canının, mal ı nın ancak kaçakçıl ık günle ri ndeki kadar güven altı nda bulunduğu nu anlayamazdl . Anlamamalıydı da. Anlamamakta, bi lmemekte direndiği için , karıs ın ı bu kadar önemsiyordu belki de Hali l .Hayatının tek dokunulmamış, temiz kalmış yanıydı o. Gene de "neye yarar?" diye içini çekmekten, h ı rslanmaktan kendini alamıyordu .
529
Anne Hikayeleri ----------------
Arabasın ı bir dönemeçte durdurup, kayaların gölgesine çekti . Arabadan i ndi . Yolun k ıy ısına kadar yürüyüp aşağıya baktı . Dönemecin başındaki kayal ık , sol yanı kapattığından, aşağıda körfez bir göl gibi görünüyordu. Sular sıcak mavi buğuların alt ında lş l l l Ş l ld l . Kentin kocaman uğultusu buralara kadar yükseliyordu. Anlaş ı lmaz garip bir uğultu. Arada, bir klakson sesi , bir çocuk ağlaması , hatta bir eşeğin antrtısı iyice belirgin, açık ve seçik duyuluyor, i nşan böylece kendine gel ir gibi o luyor, ,ne var ki , çok kısa sürüyordu bu ayı I ış . . . Başdönmesi geçmiyordu . Kente böylesine yukardan bakmak, i nsanları , evleri küçücük görmek ürküttü onu. "Bu kadar yukardan bakmak benim işim deği L ." diye söylendi . "Saide yükseklere çıkmayı severdi . Yı ld ız ları görmesine engel o luyor diye penceresin in önündeki güzelim armudu da budatmadı mı? Oysa pencereyi ·aç ınca eliyle-armut koparıp yesin , diye düşünmüştüm ben. Evet, Saide yüksekleri sever . . . Dipsiz, sonsuz olan şeyleri de sever. Geceleri y ı ld ızlara bakar durur. Ne görür ki oralarda . . . Ben hemen önümde olana bakanm. Böylesi daha sağ l ıkl ı . . . "
ÇömeldL Önünde k ıpk ırmızı bi r çiçek tarlası uzanıyordu. Çiçekıerden biri ni koparıp a ld ı . Kocaman, nas ı rh başparmağ ı n ı n
, ucunda küçük bir yara gibi duruyordu çiçek. "Budala sen de?" diye söylendi ve çiçeği iki parmağının arasında ezdi . Garip bir koku duydu. Sonra bayırdan aşağı akıp giden kırmızı çiçeklere takı ldı gözü . . Binlerce, mi lyon larcayd ı !ar. Bayı r, taze taze, s ıcak s ıcak ama gülümseyerek kanıyordu sanki .
Taa aşağı lardan, kentten bir çığl ık yükseldi . Ya biri ezilmişti ya da çocuğun bi ri sevinçle haykı rmışt ı . Sat ıcın ın biri sesleniyordu belki de. Yükseklerde her şey anlamın ı , önemini yitiriyordu demek. Ama Halil bey önemsememek deği l , önemsemek istiyordu. Bir i şi vardı örneğin . Kendis ine çok para kazandı ran bir iş i . . Hayat ın ı namlu ucunda kazanmak zorunda kalan zavall ı b i r kaçakçıyı bugün herkesçe sözü dinlenir, saygın kişi hal ine getiren işi . . . Her şeyi vardı şimdi Hali l beyin. 'Canının istediklerini , kimsenin gözünün yaş ına bakmaz, çeker al ırd ı gerektiğinde. Parası da, sahip olmak istedikleri de hemen şuracıktaydı , e linin altında . . . Ama uzaktan bakınca, küçüklüğüne karşın , garip uğuıtu ların ard ında büyüyen şu
530
----------------AnaZarın Hakkı
kent, avuç içi kadar görünen deniz, nası l da yabancı , inanı lmaz biçimde ürkütücüydü . Uçurumun ön(.inde böyle tek başına dururken tiz bi r çığl ıkla sars ı ld ı . Bağ ı ran kendisi miydi yoksa? Kente tepeden bakarken neden bu kadar küçülüyordu? Kol uçlarından sarkan büyük, güçlü , korkunç el leri hiç bir işe yaramayacak gibiydi . Aşağıda çat ı ların üzerini örten duman koyulaşıyordu . Duman, kalabal ıklardan çıkıyor, yükseliyor, boyuna yükseliyordu . Bayırdan akıp giden kan çiçekleriyle birleşiverecekti sanki . Kalabal ıklar, çokluklar, Çığl ıklar Hali l beyi yadsıyordu. Arabasına doğru yürüdü. Arabaya binip hemen motoru çal ışt ı rd ı .
V i
Saide yatağın ın üzerine oturmuş titriyordu. Bir türlü engel" olamıyordu titremesine. Kendisini tutmak, bedeninin sars'ı lmasını engel lemek ister gibi kol ları n ı çaprazlamış, el leriyle omuzlarını tutuyor, s ıkıyor s ıkıyordu ama titrernesi geçmiyordu. Çeneleri birbirine vuruyordu. Oysa sıcaktı oda. Yatağ ına 'girip örtünmeyi düşündü. Yerinden kalkamıyordu. Yüreği ağrıyordu. Sanki göğsünü yarmışlar, içine bir avuç köz doldurmaşlard ı .
Gülperi b i r tepsi içinde öğle yemeğini getirdiğinde, onu oturdu- . ğu' yerde titrerken bu ldu .. Rengi sapsanydı , gözleri evleri nden uğramış, bi r noktaya diki lmişt i .
- Nen var hanı mcığı m, dedi telaşla, - Hasta mıs ın? Koşarak öteki h izmetçi Hatice'ye ve Nevin han ıma haber verdi.
Onlar hep birlikte odasına girdiklerinde h iç konuşmad ı Saide. Gözleri ni bakıp durduğu noktadan ayırmadı . Hatice, bir bardak suya kolonya damlatıp içird i , biraz nane ruhu koklatt ı . Öteki lere de, "siz gidin," dedi, "yalnız kalsın . Ben şu çorbayı içirtmeğe çalışayım. Iyi gelir." Saide, Hatice'nin uzattığı çorba kaşıklarına hiç karşı koymadan ağz ın ı açt ı . Yarım kas e içtikten sonra:
- Yeter, dedi , - iyiyim artık. Yatıp uyumak istiyorum. Annemin çayını götürdüğünde gelemeyeceğimi söyle. Kimse de içeri girmesin!
53 1
Anne Hikayeleri --=-==-'===-----------
Saide uyand ığ ında akşam olmak üzereydi . Oldukça hals izdi ama titrernesi geçmişti . Göğsündeki o dayanılmaz acıyı da duymuyordu artık. Kalkt ı . Kerevetin üzeri nde duran gazeteyi ald ı .
Toprağa yanyana uzanmış yatan üç delikan l ı n ın resmi vardı gazetede . Bedenleri ni n belden yukarıs ı çıplaktı ve delik deşikt i . Yüzleri b i le kandan , kurşunların açtığ ı yaralardan seçi lmiyordu . Resimler bulanıkt ı gerçi , ama içlerinden birin in eli açık seçik görüıüyordu. Üzerinde ne kan ne de kurşun izi bulunmayan tertemiz bir e ldi bu . ' Bir yaban nanesinin üzerine konmuş , yaban nanesi e l in ağı rl ığ ıyla hafifçe eği lmişti . Bir resim daha vard ı . Ölenlerden birin in vesikal ık fotoğrafı . . Ciddi, korkusuz, güve ni li r bir yüz.
"Herkes dünyaya böyi,esine yiğitçe bakabi l me li 1 . . . Oğlum u n ölüme baktığ ı gibi . . . Yiğitçe ve çalı msız."
Saide gene seccadesini yaydı , baş ın ı ö rttü , oturdu . Beklemeğe başlad ı . Tanrı geldi. Ama bu kez dayısın ın yüzüyle deği ldi . Oğlu H asan vardı karş ıs ı nda.
- H asan, diye f ıs ı ldad ı , - Hasanım, oğlum benim . . . Canım yavrum !
Hasan gazetedeki resim gibi k ıp ı rt ıs ızdı . Saide'nin onu son kez, yedi yı l önce gördüğü yüzüyle duruyordu karşısında.
- Hasan, gü lsene bana yavrum . . Konuşsana .. Bak, dayın hep gülerdi ; hatta konuşurdu bi le. Sen neden susuyorsun? . . Hasan, b ir tek söz o lsun söyle . Azıcık gül bari . . . Gülsene ciğerimin köşes i . . . Yoksa bana k ı rg ın mıs ı.n? Sen ölünce evi ateşe vermeli, düyalan mı yakmalıydım? Öyle ya, ne yaptım .ben? Sustum. Yalnızca sustum, odama çeki ldim. B ı raktım, baban, kardeşlerin senin kanı n ı n pahasından yararlansınlar . . . Susmak, küsmek nedi r ki ! B i r çocuk yok yere ö ldürü lür, sonra öz anası bi le susarsa, başka çocuklar da öldürü lür artık deği l mi? Kötü/er, "bak biz haklıymışız," derler, "hesap soran yok çünkü . Analar bi le susarsa, meydan bizimdir." Analar hesap sormazsa kim sorar? Ha yavrum? Yaşasaydın onlar kadard ın şimdi . . . Dün dağda vuru lanlar kadar. Baban ö ldürtmeseydi seni , belki delik deşik bedeniyle toprağa. uzananlardan biri de sen
532
----------------Analaiın Hakkı
olacaktın. Deği l mi Hasan, madem kahpeter hesap sormuyor, korkuyor. Hasanım kahpeyim ben . . . Ne istersen de . Vur bana .. I ncit beni . . . Kır ! Ne istersen söyle . . . Ama yalvarırım, bi r kez gü l bana. Gülüşün al bir gül gibi tomurcuklan ı rd ı yüzünde. Bir çocuğun gülmesi nedir, bi l ir misin Hasanım? Serin su ları kucaklamakt ı r. Tan ağard ığ ında soluyup soluyup göğü yüreğine doldurmaktı r. Gül bir kez anana Hasan.
Hasan gülmedi . Dünyaya çal ıms ız, ama yiğitçe bakan bir gen-cin fotoğrafı gibi kıpı rt ısız durdu.
-
Vi�
Akşam üzeri o lduğundan deniz kıyıs ındaki gazino kalabal ıkt l . Esmer yüzlü , kara b ıyıkl ı adamlar iskambil ya da tavla oynuyorlard ı . Tavla oynayanlar neşeliydi ler; yiti rmeleri önemli deği ldi çünkü . Mahalle kahvelerinin gelenekleri ne uyularak, çayına ya da kahves ine oynan ı rd ı hep. Akı l ları n ı , beceri le ri ni kul lanıp, cesurca bir oyun çıkarmanın, çal ım satmanın tadına varıyorlar, şen kahkahalar koyuveriyorlardı arada. Bunlar soluk gömlek giyinmiş küçük esnaftan gençler, orta yaşın üstünde o lanlar, bir de öğrenci le rdi .
I skambi l oynayanlar iki ayr ı gruptu lar. Oflıarm bulundukları yerden hiç ses gelmiyordu. Büyük paralar dönüyordu çünkü . Bütün yapabi ldikleri , h ı rsla bıyıkların ı kemi rmek ya da h mzırca şöyle birgü lümsemektj , ama çok kısa bir süre için ; öteki oyunculara hiç bir şey sezdirmemek en iyisiydi . I ri parmakları nda alt ından kal ı n yü� zükler vardı . Pal! Malı ya da Kent içiyoriard ı .
Denizin tam kıyısındaki masalardan biri nde beş genç oturuyordu ; ikisi kız üçü erkek. Giyimleri öteki lerinden ayrıyd ı . Bell i , dışarhkl ıyd ı lar. Kızlar da, oğlanlar da kot pantolonlar, rengi atmış 'gömlekler giymişlerdi . Oğlanların bıyıklan , sakalları vard ı . Kentin yerli leri - ya da kendilerini yerli sayanlar - kızlara da oğlanlara da ald ı rmad ı lar. Ne de o lsa d ışarl ık l ıyd ı lar.
Gençler konuşmuyorlard l . Önleri ndeki meyva suyu Qardaklarına da dokunmamışlard l . Bir ara içlerinden biri "ölüm tart ış ı lmaz,"
533
Anne Hikayeleri
dedi . öteki ler ağı r ağır başların ı salladı lar. Güneş batmak üzereydi . Limanın ağzında bir tanker bel irmişti .
Gövdesi baştan başa pembeydi . "Suların rengi vurmuştur ," dedi kızlardan biri . O s ı rada gazinonun radyosunu açt ı lar. Bir şarkı duyuldu . "Şarkı gazinoya yakışt ı ," dedi oğlanlardan biri .
Tanker l imana g i rd i . Reng i hala pembeydi . Radyo haberleri vermeğe başlad ı . O zaman biri gitti , radyonun sesini yükseltti. Duygusuz, ö lçü lü , denenmiş bir ses, bi r erkek sesi öteki sesleri örttÜ. Kararnamelere uygun olarak seçi lmiş sözcükler, i nsan kafa!aramn üzerinden aşarak körfeze yayı ld ı ; deniz, duyarhğın ı yitirdi birden. Tavla oynayan lar, kağıt oyuncuları , evlerinin balkonunda günbat ı m ına karşı otu rmuş nakiş iş leyen kad ın lar a ld ı rmadı lar. Güven içinde yaşad ıkların ı bi r kez daha duydular.
Ertesi gün de ara ara titreme nöbetleri geldi Saide'ye. Öğle yemeğinden sonra küçük kız ın ın gönderdiği hapı içti . Hapı içince, derin derin- uyudu . Kalkt ığ ı nda ikindi olmuştu. Seccadesini yayd ı , oturdu : Bekledi . Uzun uzun tesbih çekti. Gene bekledi . Kimseler gelmedi . Ne oğlu , ne dayısı . . . Akşam yemeğinde yalmz çorba içti . Gülperi'ye, "soğuk bir ayran yap da getir," dedi, "büyük bardakla olsun. En iyisi maşrapaya koy. Içim yanıyor." Gülperi ayran getirince, Said�, bey! sordu. "Daha gelmedi ," dedi GÜlperi . Şaşırmışt l . Çünkü hammın ın, bey i arayıp sorması duyu lmuş deği ldi .
VIn
Ertesi gün de ara ara titreme nöbetleri geldi Saide'ye. Öğle yemeğinden sonra küçük kızın ın gönderdiği hapı içti . Hapı içince, derin derin uyudu . Kalktığ ı nda ikindi olmuştu . Seccadesini yaydı , oturdu . Bekledi . Uzu n uzun tesbih çekti , Gene bekledi . Kimseler gelmedi . � .� oğlu , ne dayısı . . . Akşam yemeğinde yaln ız çorba içti . Gülperi'ye, "soğuk bir ayran yapda getir," dedi, "büyük bardakla olsun. En iyisi maşrapaya koy. Içim yanıyar." Gülperi ayran getirince, Saide, beyi sordu . "paha gelmedi," dedi GÜlperi . Şaşırmıştı . Çünkü han ı mın ın , bey i arayıp sorması duyu lmuş deği ldi .
534
. h
----------------Analann Hakkı
Kıskanç bir kocaydı Hal i l eskiden . Saide o zamanlar içinden gülerdi : "Beni kim, ne yapsın ki ! Işte, adett ir diye kıskanıyor o da . . . " derdi. Kaçakçı l ığa gidip de uzun süre eve uğramadığ ı günlerde hep kaygı l ı olurdu Hali L . Bu yOzden bir Smith-Wesson alıp geldi günün birinde . Saidelnin si lahı görünce ödü kopmuştu. Silah kendi kendine patlarmış gibi çığl ıklar atmış , sonra yatak odasına kaçıp kapıyı sürgülemişti . Ama Hali l 'e göre bir kaçakçının karıs ı si lah kullanmasın ı bi lmeliydi . Hem onun evde olmadığı günlerden birinde, sütü bozukların kapı lar ına yüklenmeyeceği nereden bel liyd i .
B i r gün kimseleri n bu lunmadığı b i r meyva bahçesine götürdü karıs ın ı . Si lahı nası l tutacağın ı , emniyeti nas ı l boşa alacağın ı falan
, bir bir gösterdi. Sonra da, "hadi bakal ım koca kız," dedi, "çek!" Ağaç gövdelerine nişan alıp ateş etti Saide. Si lah ı doğrultuyor, nişan ald ıktan sonra gözlerini kapatıyor, tetiği öyle çekiyordu. Her atıştan sonra Hali l , karıs ın ın s ı rt ın ı s ıva,z l lyor, kahkahalar atıyordu. Yürürneğe yeni başlayan çocuğunun maskaral iklann ı seyreden bir baba gibiydi .
Evet, si lah nas ı l atı l ı r öğrenmişti Saide, ama onu kul lanması gerekmemişti hiç. Hatta o zamandan beri tabancaya el ini sürmemişti . Eski yerinde miydi acaba? Odası ndan çıktı . Bir süre dikeldi kapının önünde . . . Durdu , din ledi . Evde hiç ses yoktu . Herkes yatmış olmalıydı . Hali l bey akşam yemeğinde evde değilse eğer, genell ikle ya bire doğru , o lmadı sabaha karş ı dönerdi otelden. Saide
, sessizce merdiven lerden i ndi . Kocasın ın yatak odasın ın kapıs ın ı açtı yavaşça. Bu odaya i lk kez giriyordu . Elektriği açmad ı . Pencereden vuran ölgün ışık odayı az çok aydınlatıyordu. Odaya h iç girmemişti , ama eşyaları hemen tanıçi! . Eski takımlard ı . bunlar. Saide'nin henüz kocasıyla birl ikte yatt ığ ı günlerden kalmayd ı . Hal i l bey eline para geçer geçmez, önce yatak odalarını düzmüştü . Saide küçük kız ı Fatoş'u bu yatakta doğurmuştu .
Sağ yandaki komedinin çekmecesini açt ı , bakt ı . Boştu çekmece. Sol yandakini açtı . Sigara paketlerinin -arkasına gizlenmiş silah ı buldu . Eline ald ı . Art ık korkmuyordu tabancadan. Atış talimi yaptığı günleri n üzerinden yirmi yı l geçmiş olmalıyd ı , ama al ı şk ın , yatkın e l lerle kavrayıvermişti Smith-Wesson'u . Gene çok al ışkın e l lerle
535
Anne Hikayeleri ---------------
silah ın topunu çevird i , bakt ı ; tabanca doluydu. Rahatlad ı . Yatağı n ı üzerine oturdu . Smith-Wesson'u d a yatak örtüsünün üzerine, sağına b ırakt ı .
Dışarda bir duvar saati ağı r ağı r biri , birbuçuğu vurdu . Demek sabaha karş ı gelecekti Hal i l bey. Saide odanın öteki penceresini de açt ı . Hafif bi r h ava akımı oldu. Uykusu yoktu. Öğleden s·onra uyumuştu ya . . . Üstel ik Çök sakindi . Beklemenin huzursuz l�ğunu . bile duymuyordu. "Hasanımın ölümünden bu yana h iç böyle o lmamışt ım," diye düşündü . Acı duymuyordu artık. Oğlu ölmemişti sanki. Yaşıyordu. Anasına sevinç, yaşama gücü, gelecek için sonsuz, umutlar vererek yaşıyordu. Saide'nin bedeni de hafiflemişti . El lerini, ayakların ı u nutmuştu. Sağ el in i k ıpırdattl . Tabancan ın kabzasın ı s ıktl .
Sonra odanın karanlığ ı iŞ ıdl . Kuşlar hep birden ötmeğe başlad ı lar. Tül perdeler h avalandı . Şafak sökmüştü demek. Bir motor gürü ltüsü duyu ldu . Daha sonra ki lide sokulan anahtarın sesi. Hala sakindi Saide. Yüreğinde hiç bir kıpırt ı yoktu. Elinde o lmadan gülümsedi , neye sevindiğini bi lmeden .
Hali l bey yatak odasın ın kapısını açtı . Saide'yi görüncü şaşırd ı . . Daha doğrusu sevindi . Birden umutlanmış mıyd ı , neydi?
- Aa, ne arıyorsun burada? Asl ında başka şeyler söylemek is�iyordu. Karıs ına doğru yürü
dü. Yaklaştı . Saide tabancayı s ımsıkı kavradı , kaldı rçj ı , Hal i l beyin göğsüne doğru tuttu . Iki e l ateş etti . "Smith-Wesson 'lar tutukluk yapmaz h iç." Hal i l bey şöyle bir kayk ı ld ı önce, sonra topar/andı .
Öyle iki kurşunla devri lecek adamlardan deği ldi . Besbell i şaşk ınl ık sarsmıştı onu. Karıs ına doğru yürüdü. Saide atik davran ıp kendini yana attı ; Ha l i l bey yatağın üzerine kapakland ı . Saide ayağa kalktı ; kalan kurşunları yatakta yatan adamın üzerine boşa ltt ı . Sonra tabar . Jayı komedinin üzerin�, koyup kapıya doğru yürüdü.
Hali l bey yattığı yerde hala çırpınıyor, belki de doğrulmağa çal ışıyordu .
536
-------------- Annemin Sardunyaları
ANNEMİN SARDUNYALARI Sel im iLERi
, Onlar açal ı beri annen seni unuttu dedi babaannem. Kel Asım Paşa'nın bahçesinden aşırmıştı annem onları ; sakız
sardünyaları , her renkte. O bahçede hepsi açmışlard ı . Biz oraya giderken karn ım acıkmıştı benim, çok acıkmıştı . Yolda görmüştük köfteciyi ; kenara çekmiş arabasın ı , aH ında boru ları , dumanlar çıkıyordu . Sakın babaannene söyleme demişti annem, sana sokakta köfte ald ığ ımı , sonra dan imm demişti . Kel Ası m Paşa'nın bahçesinde cüceler var. Ben gidince hep o cücelere bakıyorum. Iki tane ; biri nin san pantalonu , mavi gömleği var. Öbürü yere uzanmış, çubuk içiyor, Hanımellerinin arasında taştan bir k ız ın boynuna mavi boncuklar geçirmişler. Saygın bir hanımefendidir o demişti annem, elini öpüp aln ına koymayı unutma sakın. Elimi öpme çocuğum demişti o buruşuk yüzlü, k ıpkırmızı dudaklı kadın. Ben e l öptürmesini h iç sevrnem demişti . Biz Feridun Bey'in l imoniuğundan da a ld ıktı sardunya. Ama tutmadı . Babaannem annerne yükledi suçu, çok su verdi diye. /şemiştir dedi benim için . I şedin mi diye ku lağımı çekti acıt ıp. Kimseler yoktu bir ara yanımızda. Tebeşirle duvarı çizdim. Kel Ası m Paşa gelmeyecek mi dedim anneme. Di li ni koparı r ım, sus diye bağırd ı annem. Ama dilimi koparmazdı annem benim; köfte istediğimde alt ın bacalı köfteciden al ı rd ı köfte, acı , baharl ı . Büyüyünce n'olucaksın oğlum dedi o yaşlı kadın ; çay içer misin dedi , şeker ye dedi , bonoon, saçların ne güzel kıvı rcık dedi , oynamak is-
537
Anne Hikayeleri ---------------
ter misin ablayla dedi , erler gibi saçlan kesilmiş bir kızı gösterdi , hadi seks ek oynayın birlikte dedi . O kızın yanağında al a\ bir yara vard i . Ben sustum. O yaşl ı kadın sordukça sustum. O kıza sordum; büyük hanım kızg ın maşa yapışt ı rd ı dedi . Annem terleme dedi . Terlersen öksürü rsün y ine dedi . Büyük han ım, annerne ne söylüyor dedi o k ısa saçl ı kız . Ası m Paşa'n ın başı ke l m i gerçekten dedim . Annemin gözleri kan "çanağı gibiydi . Büyük hanım artık konuşmadan, sessiz oturuyordu . Gitmemizi bekler gibiydi. Hadi gidelim diye tuttu rmayacaktı m, annerne söz vermiştim. Yoksa süt dondurması almayacaktl. Annemin elini öptü Kel Asım Paşa, babası yaşındayd ı oysa. K ı rmızı kurdelah madalyalar takmışt ı , ceketinin yakası na. B i ri nde bir adamın resmi vard ı . Putlu olan ı vard ı , onun kurdelass m aviydi . Valideniz h an ımefendi nas ı llar dediyoli Kel Asım Paşa. H iç saçı yoktu, kaşı da yoktu. Madalyalan vardı ama. B ıyildan vard i . Aman bu köfteci ler dedi büyük �anım, yan ımızdaki i nşaata geliyorlar, işçi ler yer öğleleri, eşek eti midir nedir? dedi . Kokudan geçilmiyor dedi " Kel Asım Paşa, telefon edeceğim Belediye'ye dedi . Annem önü ne bakıyordu. Pek terbiye l i , ama di isiz dedi bana dönüp büyük hanım. Kel Ası m Paşa yakalayıp zorla kucakladı . Bacaklan bir türlü kapanmıyordu bitişip. Elleri kemik kemikti . Soluğu da kokuyordu. size gül versinler hanımefendi demişti Kel Asım Paşa, Ganimet gül makasını getir demişti. Böyle süslü bir makas getirmişti yanağ ı maşah , kız, kocaman. Goncalan kesme kız demişti buruş buruş yüzlü kadarı, parmağın ı sallamıştı dik dik. Annem cüceli bahçeye i nmişti taşl ıktan. El imden tutuyordu. Hava kararmıştl . Eve gidel im diye f ıs ı ıdadım. Gideceğiz demişti annem. Dönüp bakmışt. Kel Ası m Paşalara; birden çantasına iki üç sap sadunya kopanp koymuştu. I nsanlar arsız o luyor demişti büyük hanım, biz çay içerken . Kapıdan geçiyorlarmış, hem de sizin bizim gibi insanlar, öyle köylü fiian değil , Ganimet'e baktım bir, çarık çekti desem değil , o kopası ca e lleriyle bi ldiğiniz gibi deği! efendim, küçük yaşta derede çayda çamaşır yıkamaktan mor mor damarlar çıkıyor' hepsininki nde, bu geldiği vakit bit içindeydi inanın , elektrik düğmesine basınca şaşı rI yordu , ödü kc,r":.ıyordu e lektrik düğmelerinden, can ım rozalan kmyor dikenleri ne aldırmayıp, o rozalan Paşa'ya Paris'in en büyük nebatat bahçesinden göndermişlerdi . Babaannem yine üstüne ldrlet-
538
-------------- Annemin Sardunyaları
miş bu dedi , düştün mü dedi . Nas" "lynatır seni Nezihe Hanımefendi besmeleyle dedi . Ben beslerı . � ıi çok sevdim dedim. B,abaannem sevmedi diye sevdim. O kız beni yere itmişti. Seksek oynarken merrner taşımı çalmışt ı . Annen ağl ıyor demişti gülerek. Asım Paşa
. Hazretleri geldiler mi yanımıza diye sormuştu babaannem. Gelmedi dedim, yalan söyledim. Mermer taşı sinemalı arsadan almıştım, öylesi tel<ti. Bu çocuğu yalana sen al ışt ınyorsun dedi babaannem. Senden öğrendi bütün kötü lükleri . Ben o adamın Kel Asım Paşa olduğunu bi lmiyordum dedim: Annem anlatmıştı ; Kel Asım Paşa'nın karısı o evde maymun beslermiş bir zamanlar. Sonra kaçmış maymunu. Annem sardunyalan d ikmişti hemen o akşam; Feridun Bey'den aldıklarımız tutmadıyd ı demişti bana. Ben balkonda kum kaşıklamıştım; su döküp tünel yapmak istedim ama, olmad ı , dağ ı ı ! dağ ı ı lverdi . Açacak demişti annem, bütün kiŞ savaşacak toprakla , sonra açacak, çividi, san ; bunlan yaprakların ı ovalarsan e linde, sakız sakız kokar demişt i . Şimdi o lmaz demişti , yaz gelince, çok yaprakları olunca. Ben o gece anneme" ben babamı , babaannemi sevmıyorum dedim . Böyle söyleme dedi annem, baban seni çok sever dedi . Babaannem diyor ki , nesi var diyor, etsiz butsuz bir kızd ı , görgüsüzdü diyor, neleri ne güvenirler bilemem ki . Otuz beş yaş ında daha, tam yaşı erkeğin otuz beş; olmazsa bu çocuğa ben ba-. karım. diyor, herkes peşinde babas ın ın d iyor.
539
Anne Hikayeleri
HANİFE Sevgi SOYSAL
Kavak ağaçları karanl ığa uzand ı , si lah seslerinden uzağa. Üç silah sesi , sessizlik, karanl ık, kavak ağaçları . Ağaçların yanından akan dere kanla k ız ı l laşt ı , görünmedi değişen renk. Karanl ıkta silah sesleri , patlaman ı n hemen ard ından, yankısız, h içbir karş ı l ı k gelmeden, sanki hiçbir şey olmamış, h içbir ş�y değişmemişçesine nası l dağı l ıverdiyse; kan , öyle sessizce aktı dereye, karanl ıkta görünmedi derenin değişen rengi . Hanife öleli birkaç dakka o lmuştu , uzçı.k1a, köyde horozlar başlad ı ötmeye ; gün ağard ı , köy kad ınlan çorbalann ı ateşe vurdular, ekmek çoktan yoğru lmuş, pişiyordu , donsuz, yal ın ayakl ı köy çocukları ev kapı larının yan ıbaşına çöme�ip etti ler kaka!arın ı , hemen tutuşmayan çal ı ç ırp ın ın qumanı , köy evlerinin damındaki dörtköşe deliklerden yükseldi , dağ ı ldı rüzgarla . Hanife 'nin yemenisi başından uçmuş , doğan günle tozlanan yaprakıanna takı lmıştı kavağın . Hanife'nin kol lan kavağı n gövde-
/ sine s ıkıca bağl ı , yumrukları , si lah seslerinin patladığı andaki g ibi s ık ı ! ! du ruyor hala.
Üç adam kavakları arkalarında b ıraktıklarında e l leri s i lah larının üstünde sıkı l ıyd ı , o son; önemli , geri dönülmez karara, kararın kesin liğ ine , kaç ın ı lmazl ığ ına s ık ıca sarı lmış parmaklarla kavramışlardı si lahlann ı . Silah lann ı bı raksalar, gevşetseler parmaklarım; kararları (fT:emin i , kesinliğini yitiriverecek; olmaz ki bu , üç silah patladı , kan aktı dereye, karanlıkta hak buldu yerini, karanl ıkta, gi:zl ice , kavaklan n gizinde, kan dereye aktı , art ık hiçbir şey değişe-
540
. \�
--------------------------------------- Ilanlfe
mez, ekinler biçilecek, ekmek pişecek f ı rında, Hanife suçunu ödedi. Ahmet, Kara Al i ve Mustafa \ 3mizlediler kötülüğü , elleri silahların ı kavramış, koşarak, daha dana h ızlanarak kaçtı lar kötü lükten, suçlanyla ; s ığ ınarak suçlanna. Yü:çseldikçe gün tozlandı kavağın yaprakları . Hanife'nin bedeninden akan kan kat ı lad ı , kurudu , s inekler kondu, kalkamadı üstünden , derenin suyu temizlenmişti art ık. Çoma tencereleri kumla ovuldu , köy kadın ları tarlaya vardı lar, boyları na varan ekinleri n arası nda görmez o ldu lar bi rbi rlerin i , ayakların ın alt ında ezi len ekinleri n sesi , diplerinden kopan ekin Ierin h lŞ ı rt ıs l , savrulan orağın boşalan soluğa karışan ini ltisi , sessizlik arasında ağlad ı bebeler. Döndü bebesini gölgede emzi ri rken büyük oğlu Osman'm tepeden aşağı koşturduğunu gördü : Ne koşar bu deli? Recep habar etmişti r kahveden, h ınzır köpek, gölgede tavla oynad ığ ı yetişmezm'işcesine ne ister gene, öğle sıcağ ında tarlaya salar oğlanı . Dursuuun, ne koşuyon, dur, hele dur, şuna bak, he bak dinliyo mu , 'gözün kopsun rezi l i \
Dursun'un sesi kendinden önce vardı tarlaya ekin biçen kad ınların oraya : Anaa, kız ana Hanife'yi vurmuşlar! Nah orda, kopda gel .
Dursun ter içinde vardı anasın ın yanına, yere çöktü, ağzını kapatıp açt ı , kol lanyia kavisler çizdi havaya. Döndü kadın s ı rt ın ı yumruklad ı oğlunun, Dursun bebeliğinde geçirdiği havaleden beri , böy- , le heyecanlanınca konuşamaz, ağzın ı kapayıp açar, garip sesler çıkarı r.
Dur soluk al bi r yoı , u lan öğle s ıcağında koşulur mu? Rezil Receb'in oğlu ne o lacak, dölü boklu , ana nı diğneme sen daaa. u lan hangi Hanife, desene gözü kör olasıca, bak konuşur mu, bak dinler mi , ben seni şimdi . . .
Oğlunun s ı rt ın ı yumruklamayı bırakıp sarsmaya başladı kolundan :
Kimleri n Hanife'yi vurmuşlar, kim vurmuş hele, ah domuz konuşsana, senin bubanı vuracaklar da, söyle dili kopasıca, ananın canı çok geldi d imi .
.
541
Anne Hikayeleri
" Dursun biraz kendine geldi , anasının korkusundan başın ı e liyle gizledi :
Kara Alitnin . H anife, kim olacak gız! Kötü Hanife Kara Ali'nin osuruğu cinli orospu gızı , ocağı kör ka
lasıca Kara Ali'nin mal kızı , ö lmüş, vurmuşlar. Bir mavuç lebiebiyle renkli boncuğa ya da beşibi rliğe , asl ında anas ın ın itip kakmaları arasında bir çocukluk boyunca büyüyen sevgisizliğe baştan çıkan. Az da merak sard ı rmanın ard ından adı kösnüğe çıkıveren, köy delikan l ı ları nı n, aralan,nda "kız ı l kanl ı" diye ağ ız yordukları Hanife , vuru lmuş, vurulacak e lbet, boynu eğri lesi , günahı boyunu deviresi vurulmuş, tavuk götü töğbe tutmaz, adı �ötüye çıkan kız ın eceli sorulmaz.
Vaaaah yavruu , vah yı lgm gôzlüü ! Sonra çömeldiği yerden çarçabuk kalkt ı . H ı rs l asi lkeledi oğlu
nu : Nerde, söylesene it dölü, gözü topraktan kalkmayası , Hani
fetnin ece!i gelmesi n de kimleri n gelsin? Boylarına varan ekinleri n arasmdan görünmeyen kadınlar bu
luverdi ler birbi rleri ni . Bebelerin i sı rtlarına vurdular. Kimi çocuklu , çocuksuz kimi, t ırmandı lar tepeye, öğle güneşinde kavruldu yüzleri . Ter, kat ı , kavrulmuş saç diplerinden s ırtlanna akt ı ; kavaklarm oraya vard ı lar. Hanife'nin ölüsünün bağl ı olduğu kavağı n gö(gesine çömeldi ler s ı ra s ı ra . Al ın larından boyunlarına akan teri si ldi ler el leri ni n tersiyle. Bebeleri ni emzirdiler, artık esmiyordu rüzgar, kavak ağaçların ın yaprakları tozlu, yemeni uçup gitmiş, daha al ıp götürmemişler Hanife'nin ölüsünü. Kavağın uzun gölgesinde azıkların ı yediler, uyuklad ı lar, arkalarda, yaşlı bir kadın öne arkaya salIanarak bir uzun hava tutturdu, yorgun, kısık sesi kadınların yüreğindeki acı tohumunun çatlattı kabuğunu, acı bitkileri f ışk ı rd ı eki n boyu, acı bitki leri arasından görmez oldular birbirlerini , göz yaşlanyla akıp gitti acı . çocuğun biri yerden aldığı taşı f ı rlatıverdi Hanife'ye. Taş başına geldi , arta ka/an kan aktı alnından: Ne çok kanı varmış kız. Kanın şaşkın l lğ ı , ürküntüsü geçti geçmedi, kad ınlarla çocuklar
542
-------------------------------------- Hanife
kavak gölgesi boyunca ellerinin altındaki taşları atmaya başladı lar Hanife'nin ölüsOne, h ırs lanaral'� , h ızlanarak neleri eksikse, kimler suçluysa, kim bellemişse analarım ona h ı rslan ırcasına taşladı lar, acı ekin leri sararıp kuruyana, acı tohu mu , kahn, . sert kabuğuna girene dek. Uzakta toz bulutu görününce, kadınlar çömeldikleri yerden kalktı lar, bebeleri ni s ırt lanna vurup tarladan aşağı yürüdüler. Ekinler arasında dağ ı ld ı lar. Güneş az alçald ı , kavağın gölgesi uzad ı . Jandarmalan, muhtarı , savcıyı , hükümet tabibini taşıyan cip çoğalan toz bulutuyla geldi , durdu. Hanife'nin kolların ı çözüp götürdüler, güneş alçaldı az, kavağın gölgesi uzad ı , uzad ı , yemeninin uçtuğu yere.
Beşibirliği taktığında he demiştim Hasan'a. Kaymukam karısına benzedin , dediydL Kaymukam karıs ı ! Bi hoşuma gittiydL Önceleri , on yaşı mda ya vard ım, ya yoktum, amcamgi l in ah innda, k ız seni büyüyünce kaymukam karıs ı yapıcam, derdi dürzÜ. Bu kaymukam dediğin ne ki , büyük çok büyük, candırmadan da büyük, mıhtardan, her bi şeyden büyük. Sonra iki kış geçti geçmedi , samanhkta, beşibirliği boynuma takmaya bi le kalmadan. Dur Hasan, dur hele, ne delieniyon, bir gören olursa, beni alacan değil mi. . . , demeye kalmadan . . . Deli liği vurmuş ki nasıl korkup seğirteyim deyince basmıştı dayağ ı , kaymukam karisı dayak yer mi ki , yer mi ki, sonra yerde, koyup gittiydi beni , almıycan beni , bi l iyom almıycan. beni diye yakt ım ciğerimi , beşibirl iği tal<mıp sesetmedim sonra. Acısı bir ay sürdü , bir ay yürüyernedim, anam, bulgar gel ini gibi ne k ınt ıyo n diye söylendi hep. Anlamasın diye koşacağı m demeye kalmadan yeniden kanatarak. Bir ayın sonunda Ahmed ağam beşibirliği bulunca, anladı o saat, benim içime düşmüştü zati, demeyle dövdü beni . Yıkı id ığ ım yerde kalmışım. Ahmed ağam o gece kasabaya varıp satmı ş beşibirliği , Hasan bana, namıss ız pezeveng kanlarla yemiş parasın ı , dediydi sonra. Bi daha da bir şey takmadı bana.
Kahpe, takmış beşibi rliği boynuna, kız nerden buldun bunu diye sual edince, ahk al ık bakın ı r, bast ım dayağı , bast ım dayağı , ses etmedi hiç, Hacer olsa, ağbicim, Ahmet ağacım, gözünün çupağm öpeyim, kara bokunun gurbanı olay ım vurma, gibisine s ızlan ı rd ı ,
543
Anne Hikayeleri ----------------
bu dik dik bakt ı , domuz. Ne o lacağı küçüklüğünden bel liyd i , babam, Bu Hanife'den dayağı eksik etmiycen h iç, derdi , kahpe dölü , nereye gitse eğleşmeden dönmez, su geti recem diye kopar, işin yoksa bekle, anam kafasına kafasına istediği kadar vursun , hiç anlamaz, okur yine bi ldiğ i ni , daha şuncacıkkene Hasan'la samanda yakaladım, gelin oynuyom, kaymukam karısı olucam,' deyip hay ın hayın baktıyd ı çakır gözlerle. Bi gün , ne d ik bakıyon davar, diye patlattığ ı mda, höst köy!ü , dediydi bana. Kahpe ah, deli liği vurmaya, taş atar, toprak atar, döver,bi paralık yüzüm kalmadı inan olsun. Hasan o uğursuz bi le yanımdan aşağ ı lamal ı aşağı larnai l geçeli , mıhtarı n kızını istemiş , kahvede gerine gerine bana verecek kız ın ı mıhtar, orospu pezevengi Ahmed'e verecek değel ya, diye cakaIanmış. M ıhtar da başka bir dürzü, Ahmed elin namısl i gızın ı istemeden namısmı temizlesin önce bi , demiş. Düşüm neyim hep kanlı gayri , bu namus gibi yok, gece oldu muydu yum gözünü uyuyabi lirsen uyu gök şimşeği gibisine çakar da çakar, geçen gece, düşümde davulun sesi , güm güm de güm güm, mıhtarın kızı Hasan'a varıya, diye bağıran velede vur Allah vur , vur Allah vur, yüzünden gözünden oluk oluk kan aktıydı dereye de Hasan ardımdan yetişip dereye itti beni , s ımsıcak kan ağzıma, burnuma, kulaklarıma dolunca gök söndü , dağları ovaları sarsacam şimdi dememle yay gibi fırlamışım döşekten, ana m yetişti , Ahmet, kulun kurbanın olayım, güzel oğlum bu n� biçim uyumak, diye hem ağlar, hem su koşturur, orospunun anası deyip bakracı atıverdim kafasına, alnı ndan kan akaraktan ses etmedim ağlayınca içim bi kötü ledi , bi lokma yimeden bast ım çıkt ım evden. Hanife , kız Hanife , karabasan gibi çöktürdün yüreğime utancı , seni vurmayan . . . Kahvede tavla oynamaynan geçer mi bu dert, arda burda oynaşmaynan, Salih ' in traktörüne binip kasabaya gitmeynen geçer mi , yüreğim s ıkı la s ıkı la. dane gibi kald ı , namıs gibi bela var mı, bir ard ında bir önünde, gök gibi her yerde, beni izleyi izleyi .
Ahmet namıssızı beşibirliğ imi boynumdan koparıp kasabaya vard ığ ında ben de evi koyup gittim. Esma'n ır:ı harap evine. Esma öleli kaç yı ı oldu , tarlada ev bakınıp anamgi ller f ıs ı ldarkene bi meraklanırdık ki bu Esma ne ola diye. Hasan'a bakarsan, orospu morospu köy kadınına bunun çok hayrı dokanmıştır der, çocuk zayi et-
544
--------------=------------------=-==--- llanlfe
mek isteyen hep ona varırmış gizliden. ihtiyaç gibi rezimk var m ı , kötü mötü , diğnemez vanrlardı ona. Namıssız yüzü me karş ı , "kötü" dimeye utanmadm. Bütün gece i l iğim dondu Esma'mn yıkık gözünde. Ne pencere kalmış ne kapı . Herbir yammın sızısı ayrı . . Ama ağlamadım, ağlamadım hiç. Hanife , didim kendime, herkesler sana gurban olsun, düşeni n ağıdı duyulmaz , bir ay yatakald ım o harapta, Hasan su bi le getirmedi , bi Hacer geldi bi kaç kez, anarndan babamdan gizli , sonra o da kesi ldi , bi r ay yatt ım, ö leyazd ı m. Hanife g ız , herkesler sana gurban olsun dedim kendime.
Hanife'den bana ne? Gözü ç ıkasıca. Anam babam bi eşşeklH< edip söz kesmişler, daha bi damlayken , anam şimdi, ben üste!edikçe, böyle olacağın ı ne bi lecektik diye ağlaşı r. Bi lecen, n� olacağın ı bilecen, ne yapacağı m bi lecen. Şimdi adı mda önümde Hanife'ni n sözünü etmiyorlar m ı , ulan Mustafa diyorum kendime, u lan telgraf kaz ığ ı , sen kavak ağacı mıydın da seni Hanife'nin yanı na dikti ler, şimdi s ıkıysa de bal<ahm, Hanife'den bana ne diye. Tarlalar, hep tarlalar yüzünden . Kara AIi 'nin tarlalanyla babamınki ler iç li d ıŞ l i , şimdi iyicene karıştı tarlalar, bizim büyük tarlaya hayvan saldım geçen gün, tarlayı ekmedik bu yıl, hayvanlar Kara Ali'nin ekil i tarlasına dal ıp rezi! etmişler, sövmesine aldı rmadım hiç, u lan kavat sen kızına sahip çı l, önce, diycem ya, sesetmedi m topladım hayvanları . Sopamla boz ineğe bi vurmuşum ki , sı rtı kanamış. Yaşar' ı n anciğ i , namısmı inek kapmış gibisine ineği sopal ıyor, diye eğlenmiş kahvede. Ah Hanife , ah gavur, bi memeleri var. Istanbul nan gibi , patlat patlat ye, geçen gün gittiğimde eve almadı orospu ard ımdan kötü söylüyomuşun rezi l Mustafa, elimi öpüp "Bayan" demezsen hava al ı rsm, demez mi? Bana varaydı n bedavaydı . dememle durup sana varacak denli al ık mıydım ben, dedi domuz. Hanife'den bana ne, hep tarlalar yüzünden, bütün hayvanlarım Kara AHInin tarlasın ı bayıra çevirse ne gam, babam da tarlalan kaçırdığ ın yetmedi mi hayvanlara sahip oibari , demiyo mu? Bi de dik, bi de inat. Alamanya'ya gidecekmiş, ben seni götüreyim dedim de, köyün ahğıyla Alaman'a rezil olamam, gideceksem sana ne hacet, dedi üste , boğazın ı sıkıverecektin orda, s ık ıverecekUn.
Hasan geçen güz Alamanya'ya gitti . Kız Hanife, dedim kendi-
545
Anne Hikayeleri
me, bin yoldan biri A lamanya'ya varıyorsa, ö yolu bulmayan eşşek olsun, o yolu bulucan , Alamanya'ya varıcan. lşçiye tonla para viriyoriarmış, işçini!1 namısından kime ne, yeter ki gücü olsun, bak nas ı lmış gücüm kal leş Hasan, bak nas ı l y ığıcam üstüste paralan , sonra bir gün, kaymukam karı ları gibi giyinip otomobile kuru lucam, çek oğlum o Hasan denen kavatm çal ıştığ ı fabrikaya. Hasan beni görünce düdük gibi kalıverecek, sonra yl l ıŞıp kız Hanife, kız deli , ne anyon burda, gözümde bi tüttün ki diyecek, onu arabama al mıycam, gözünden yağmur gibi yaşlar akacak, onu evime almıycam. Hasan karasevdalanacak kapımın eşiğinde yatacak. Kız bi ver, bana uyku durak yok diye. Anasını köyden getirip istetecek beni, u lan köylü, höst, ben kaymukama varacam, hem de Alaman'm kaymukamına, diycem ona.
Kara Al i hayvanları kovdu tarladan, bu ekinden bu yı l hay ı r gel irse iyi . Şu Mustafa'yı ne yapmal ı , geberticem, geberticem de ne . olacak o ahğı , bi de bu tarlayı ona vereceğdim. Hanife'ye sahip çıkmayan tarlaya çıkar mı? Sonra kahveye vardı , oturdu akşama dek. Bu mıhtarhğı gözden çıkar Kara Ali, Hanife'nin evine g iden, mıhtann orospu kızına gidiyoruz; diyerekten kahvede otu rdu, kahvenin karş ısmdaki çeşmeden su dolduran kızlar musluğu kapamadan gittiler. Kara Aii'nin gözleri çeşmeye tak ı l ! kaldı , suyun boşa akmas ına hiç dayanamaz, hep gözünün biri çeşmede oturur kahvede, bunun takıntısı da bu der köylü , açık kalmaya görsün çeşme, kalkıp kapatması bir olur. K ızlar çeşmeyi açık bıraktılar yire. Kara Ali çeşmeye bakıyor, yerinden kalkıp kapatmad ı çeşmeyi , akşam köye inene dek baktı çeşmenin akar suyuna, kapatmad ı çeşmeyi , sabaha su tükeni r, her bi derdin başı tükenir.
Ahmet, kavak ağaçlann ın orda bekliyordu , saatlerdir el indeki kuru da I la yere çizdiği şekil ler görünmüyordu art ık, büyüyen gölgeler kapattı şeki l leri . Güneş batıyor, hava serin . Babası şimdi geli r. Mustafa da gelecek. Kahvede konuşuldu her şey. Burda buluşu la-
. cak. Herkes silahmı alacak. Ordan Hanife'ye, ordan . . . Uzaktan göründüler, güneşi n yükü kalktı Ahmed'in üstünden.
Hanife'nin gözünü bağlad ı lar. Tepinmedi . Yere tükürdü. Bu hepinize. Sizde beni vuracak yürek ne gezer? Son ana dek inanmad ı
546
---------------------------------------- llanife
vuracaklarına. Yürekleri tükenir şimdi . Sonra vuracaklannı anladı ğı o son anda, Hanife'ye gurban olsun, diye ağladı az. Herkes Hanife'ye kurban olsun, Alaman'm kaymukarnı da.
Diyarbakı r (THA) Çmar i lçesinin Geli köyünden Musa Akçakoyun ve kardeşi Ra
mazan "Akçakoyun, Ömer K ız ı ldağ , Hali l Pan, Davut Güven, Mustafa Pan i le dayısı Çakal isimli akrabalarıyla birlikte kötü yola düşen kızkardeşleri 1 5 yaşındaki Makbu le Akçakoyun'u ağaca bağlayarak kurşuna dizmişlerd i r.
Soru : Almanya'da Hasan gazetedeki haberi okudu mu? Kötü Almancasıyla Hans'a çevirdi mi? Hans inanmayınca, buna benzer başka öyküler anlatt ı m ı? Hans, yaşanmaz ora larda, yok insan ın beş paralık değeri , burda hakkını al ı rs ın yeter k i çal ış dedi mi? Hasan da, dönmiycem zaten, dedi mi?
Cevap: B ir ay sonra Hasan'm çal ışt ığı fabrikada işçi sayıs ın ı azaltt ı lar. Hans, Hasan'a onun da işine son verildiğini söyledi . Hasan yeni bir iş bulana dek geçinmek için arabası nı sattı , borçlandı . Işsiz olduğu anlaş ıhnca memiekete gönderildi .
547
Anne Hikayeleri -----------------
SARSıNTı Sevinç ÇOKUM
Bahar gelmemişti . Üç beş çiçek açmış olsa da . . . Bahar gelmeyebi l ird i . Sabah, çamurlu, hantal bir otobüs her zama nki gibi , bu hummalı , s ıtmal ı , z ı rh kuşanmış şehrin ortası na onu b ırakıvermişti. Kalaba l ığ ı n eğri büğru çizgi leri arasına dalmışt ı . Yağmur yağ ı yordu. Sonra caddenin bir kıyıs ında o yaşl ı ve yapayalnız ağaç" pan idayıp şöyle bir si lkinmişti . ı lknur, yan ına gidip, yaşayan bu eski zaman ağac ın ın nefes al ış ın ı duymak istemişti . Ağacın ağnh , sanc ı l ı dallan k ıp ırdayıp duruyordu. I şte o s ı rada kalabal ığ ın uğultusu kesildi . (Güldür güldür akan sulann sesi duyuldu, ortal ığa bir mermer ayd ın l ığ a düştü . Ve hahcı lar, oymacı ia,r, hattatlar, nakkaşlar, tezhipçi ler, çinici ler peyda o ldular. Gelip hünerlerin i ortaya döktüler. Dört bir yana i nce nakışlar çiz i ldi , gün altun rengine boyandı . Sonra gittiler. ) Yeniden gürü ltü ve kirli renkler . . Ağacın dibine birisi tükürdü. O mimarın , simkeşin ve müzehhibin torunlan otobüslere t ık ı imış, gidiyorlard ı . Büyük sevgi lerin i , ruhların ı yitirmiş olarak ve güze l liğe s ı rt çevirerek .. "Bu çiniyi bu kubbeyi kim yapmış?" diye sormadan. OIBu duvan deden örmüştü ." deni lmesine aldı rmadan. Bu iyi i nsanlar ve kötü insanlar . . Öğlene kadar suçlular, günahkarlar bel li o lur. Sonra bir eğreti karanl ık gelir, onları ö rtrneğe çal ış ı r. Tilki gülümseyişli biri si , ayaklar ın ı sehpan ın üzerine uzat ı r. Vurgun ! Nas ı l vurmuştur? Turnayı mı gözünden vurmuştur? Kim vurulmuştur, kimler vuru lmuştur? Niye, hangi sebeple . Derken eğreti bir karanl ık . Bahar gelemezdi ki . .
548
• h-
---------==-==-==""""""'-=�=-=- Sarsıntı
Babas ı , "if lasm eşiğindeyim." demişti . Sabahtı , Pencerelerde kurşuni bir yağmur s ık ınt ıs ı . Annesi de yeşil sabah l ığ ı üzerinde, solgunluğu b ir kat daha artarak bardaklara çay do!duruyordu. Yüzü çaydanl iğ ın buharı ve sigara dumanlan i�lrd ında kaybolup geriye dönüyordu. " Ne düşündüğü bel li deği ldi , e l inin ayağm m çözüidüğü belliydi . Iflas .. Bir köşede gazetelerden kesilmiş i lanlar, üzerlerine bir takım hesaplar yapı lmış k�ğ't parçaları duruyordu . Babası , uykulanna sızan s ık ınt ı larla kalkıp yol lara düşmüştü . IUas .. Yalnız o deği l , herl<es iflas edebi l i rd i . Etmiş miydi? Annesi onlar gittikten sonra dağ ın ık odalarda dolaşarak kendisine ait bi rşeyleri arayıp durmuş muydu? Eski günleri düşünmüş müydü? Belki de gelecek zamanın bulanık hayal leriyle boğuşmuştu . Saçlanm taramak aklı na hiç gelmeyecektL Saçlarınaı yakasına çiçekler takmak, değişiverme�< akl ına hiç gelmeyecektL Ne zamandı r şarkı söylenmeyen,
" k ınl< dökük yaşayıp gittikleri bu evde. Az önce bir profesör, akşamla ilgil i şi irlerden söz etmişti . Bu şi
i rierle isımp durmuşlardı . Güzel şii rlerdi deği l mi? Yalnızca günerin ve gurubun kırm ızısıyia örü lü akşamları anlatıyordu . Eski akşamlan . . Elleri kadifemsi bir şeylere değer gibi oluyordu. Durup durup hatıras! olmayan eşyalar arasında, ağaçsız bahçelerde, bahçesiz evlerde yaşadıkiann ı , hem de eğreti bir yere i lişerek yaşad ıkların ı düşünüyordu. Hep anlatırlard ı . Akşamları , mehtabı , yı ldızlan . . . Eski evlerin aydın l ık sofra ların ı , o şeffaf, narın sevginin incinip k ın lmayacağı yerlerde saklanışıru . . . Şarkı ların söylendiği bahçeleri ve sevdalan . . Saatieri n sesi , suyun rengi , suyun damlay ış i , tomurcukların patlayış ı , kapı ların , pencerelerin açı l ıp kapanışı bi le baş�{a olurmuş. Şimdi güzell iği aramaya vakit yokmuş. Bir tükeniş . . .
Selma, "Ben kütüphaneye gidiyoru mn demişt i . Müjgan me de mercimek çorhas! içmek istiyordu . Acı biberli . . Fahrettin yanları Sira sessizce yürüyor. Sahatlar'dan bir kitap almayı düşünüyordu . parasın ın yetip yetmeyeceğini bi lmiyordu. Aliye'de bugün bir başkal ık vard ı . Yeni çizmelerini giymişti . Şu halde başın ı dik tutabi li rdi . Öyle de yapıyordu . Bakışları aydınl ık, mavi gözlü sanşm kız Atiye. "Hadisenize, gelmiyor musunuz? Hadi , mercimek çorbas! içelim." ı lknur, "Ben çarş ıda do laşacağım" diyordu . Mercimek çorbası iç-
549
Anne Hikayeleri
rnek istemiyordu . (Çünkü için in ıs ınmasını istemiyordu .) "Neyin var ı lknur?" diye sormuyorlard l . Birdenbire güldüğüne şaşınverdiler. Ağlamak değil gülrnek şaşı rtıcıyd l . Müjgan "Niye gülüyorsun?" diye sordu . "Görmedin mi?" "Neyi?" "Kamyonetin içindekin i? Ölmüş biriydi . Bir kedi, köpek leşi gibi kamyonete atıvermişler." "Belki uyuyordu ." "Be lki" dedi ı lknur. Buna gülünü r mü diye sormad ı lar. Yalnız yüzüne tuhaf tuhaf baktılar. Bu s ırada bir fotoğrafçı dükkanının önündeydi ler. Bir ge li nle damat resminin , on ların sevincinin önünde. Ama kirl i renkler içi nde herşey eriyip gidiyordu . Yağmur anında. I nsanlar . . Elden ele uzatı lan buruşuk paralar . . . "Nideriz hayat suyun, biz can yağmaya verdiklGevherleri sarrafa, maden yağmaya verdik" Yunus bunları söylüyordu . öte yanda devalüasyon, enflasyon, banker falancalar, borsa, a lt ın . . . Yunus bulutların ardına çekil :yqrdu . Yağmaya veri lmiş canlarla birlikte. Ölüm, buzlu , kristal , cam bir hücre . . I nsansız bir deniz. Maddenin parçalanıp eridiği , y ı ld ızsız, siyah bir boşluk. Öyle mi? Ürperdi. Şimdi biri nin koluna yapışmahyd ı . B i ri si ne tutu nmalıyd ı . Müjgan, "Ne o ldu?" d iye sordu. "Hiç" dedi . "Ölmüş bir adamı hatırladım" demedi . (Denizde çırp ın ış ın ı yeniden yaşar gibiydi . Sesin i duyuramıyordu. Küçücük bir kızd ı . Derken birisi , saçlarından tutup çekmişti . Bu Ramiz Beydi. Saç diplerinde duyduğu acıyla yeniden hayata iti liyordu. K ıy ıda bir telaş. Ağlayıp Ramiz Bey'in kol larına s ık ıca sarı ld ığ ın ı hat ı rh yordu. Işte bu Ramiz Bey, onbeş yı ldır yaşama çizgisinin ö lüme varan ucunda zaman zaman belirip ı lknur'a güıümsüyordu . Onun da işleri bozulmuş. Arası ra Erenköy'deki evlerine giderlerd i . Ramiz Bey ö ldükten sonra bu ev satı lmış. hani, bahçesinde eflatun, siyah gü! ler vard ı . Nar ağacı , erik ağacı , tavuklar .. Ramiz Bey arası ra ut çalard ı . ı lknur, onun çocuklarıyla birlikte evin keşfedilmemiş köşeleri ni arard ı . Ortal ıkta ağızları dual ı i htiyar kadınlar dolan ı rd ı . Loş merdivenler, kanarya kafesleri . . Ve Ramiz Bey' in yüreğinden taşan sevgisi . . )
Mercimek çorbasi içmeye gitmeyecektL Içinin ısmmasın ı iste-:miyordu. Içi ni n ve ruhunun. Buna hakkı yoktu . O duvarları ayrı renklere boyal ı , masaları plastik çiçeklerle süslenmiş lokantalarda onlar gülsünler, içleri ni ı sıtsın lard ı . Taze ekmeğin Çıt ı rt ıs ı . Huzur. Buna hakkı yoktu . Işte R amrz Bey yanıbaşındaydı . Ellerini paltosu-
550
-------�----------- Sarsıntı
nun ceplerine sokmuştu . Ayak sesini hiç duyurmadan yürüyordu. Kimse onu tanımıyordu, kimseler tan ımayacakt l . Arkadaşlar ı , "Biz gidiyoruz" dedi ler. Gitti ler.
Çarş ı küf kokuyordu. Plakçı dükkanıanndan taşan şark ı lar birbi rine karışıyordu. E'ski Istanbu l türkü leri nin söylendiği köşeleri aradl . Eski Istanbul kartları satan adamın küf kokulu kartlarına bakt ı . Gü l yağ ları , keh ribar tesbihleri satan adamlar neredeydi? Ya o türküler? Hal i ların ki l imlerin üzerinde soluyordu. Yumuşak geçen günler arasında birbi rleriyle sohbet eden satıcı lar .. Fatih'e doğru alaca renl<ler içinde yayı lan gevrek kokusu . Mavi akşamlar, birbirine sokulmuş evlerin tüten baca!an .. Bütün bunları aradı . Ona anlat ı lan ve resimlerde gördüğü şeyleri .
Bir adam, vitrini ni yeniden düzenliyordu. Hazır elbise satı lan bir dükkan. Derken bir mankenin üzerindeki mantoyu çıkartt ı . Mankenin iki yana açı lmış kol ları zaval l ı l ığ ın ı anlat ı r gibi o ldu. Bu insana benzeti imiş, cansız şeyin sütlü kakao rengindeki vücuduna donuk bi r ayd ın l ık vurdu . Kalabal ığ ın karş ıs ında ç ıplakl ığ ı ndan utand! . Vitrindeki adam, b u utanışı sezmiş gibi , çarçabuk ona baharltk bir e lbise giydirdi . Mankenin boyalı , bebek yüzü yeniden gü!ümsemeye başlad ı . Sonra bir gelinlikçi dükkanı . o köşeye kimsenin baktığı yoktu . Gelinl ikler, kar çiçeklerinin soğuk beyazhğ ındaydl . "Anne, sevda nedir? Aşk nedir?" Annesi , unuttuğu birşeyleri hatı rlamaya çal ış ıyordu. Vapurlar ın alt kamara ların ı anlats ı nd ı . Hani bi r zamanlar, şarkı söylenirmiş. Güle eğlene adalara gidi l irmiş. Sevda i lleti baharda başlarmış, sonbaharda yaprak dökümü. Kız ın bir tutam saçmm rüzgarda uçuşması oğlan ın içinde f ı rt ınalar kopanl'mış. Bun lar da olmuş' işte. Bunlar da gerçekleşmiş. sonra mimozalarla, melankol ik leylak!arla , yaseminlerle adalardan dönüıürmüş. Ne güzel vapurlarmış onlar öyle . . vıSiz yaşayamadmız!" diyordu annesi . "Bizim hayat ımız , freni patlamış bir kamyondan kaçış. O zamandan bu yana o çiçekler hala açıp duruyorlar, deği l mi anne? Söyle. Biz görmedik, biz kol<lamadık. Mehtaba bakıp kimseleri anmadık anne. Ancak, hi iali gördüğümüzde di lek tuttuk. Ninem öğretmişti . H i lal i öptük, kaş göz arasında. Gizlice . Dakikalar sayı l ı . Işte böyle ."
55 1
Anne Hikayeleri ----------------
"Evlendikten sonra aşk denilen şey, günlük hayatın içine yerleşiveriyor. Bir eşya gibi . Birgün ansızın telaşlanıyorsun. Neredeydi , diyorsun. Neredeydi? Arıyorsun. Hay Allah, herşeyin solduğunu, eskidiğini görüyorsun, Işte böyle. Düşünüyorum da 1 960 yı l ları ne ki? Şu ondokuz yıl nas ı l h ızla geçiverdi . Daha dün. Ben incecik bir kızdım. Baban karl ı günlerde bi le bizim oralara gelirdi . Beni pencerede görebilmek için . Yürüye yürüye evine döndüğü de o lmuştur . . Kar kış k ıyamet. Evleneceğimiz gün yağmur yağıyordu. Saçlarıma inci çiçekleri tak ı lmış! ı . Güzeldim doğrusu . Benim için "Güzel bir gelindi" dediler. Aşkı soruyorsun. Aşk şimdi çay bardaklarında ış ı l- . d ıyor, tencera lerde is leniyor. Herşeyin yıprandığ ın ! görüyorum. Tavanıann karardığın i , eşyaların eskidiğini, görüyorum. Özlediğim şeyler l1azen bir başağrısı o lup çıkıveriyor. Sebepsiz bir başağrıs ı , eski günlere hasret demektir . . Başka ne olabi l i r? Şimdi s ı ra sende. Serpi l teyzen çeyizin için sana bir masa örtüsü örüyormuş. Benim bugün lerde el im hiçbir i şe varmıyor. "Evet. Iki y ı ld ır; b ir sandığa çarşafları e l bezleri , havlular atı l ıyordu . Aralarında bir de pijamahk kumaş vardı . Al ınmış a l ınmıştır , diyordu annesi . Peki kimdi bu damat? Bell i deği ldi. Nas ı l biridir? Şimdi nerede, ne yapıyor? Bunları düşünmeyecekiL Düğü n kalabal ığ ı dağ ı ld ıktan sonraki yeni g ıc ır ' gıcır pijamalarmı giymiş bir damad ı düşünmeyecekti . Çünkü bunu düşündü mü dağlara çıkası geliyordu. Nası l biriydi bu, nası l? Yansı kuş, yansı i nsan. Cin, Harut Marut benzeri .
Ölü şehir . . "Biz duUuğa giderdik." diyordu babası . Bu dut ağaçlan neredeydi? Ya I hlamur'un ı h lamur ağaçları? Ya Fulya Tarlası n ın fu lyalan? Peki , Topağacındaki top top ağaçlar nerede? H içbiri yok. Ölü şehir. Durağa doğru yürüdü . Sağında solunda çamura buIanmış insanlar, eskimiş ayakkabı lar, çamurlu pantolon paçalan . . Bi liyordu ; akşamın rengi , o şai rin şii rlerindeki akşamlann rengine benzemeyecekti . Bahar da gelmeyecektL Herşey olabili rdi . derken yapayalnız kalabi li rdi . Ei ele tutuştuğu insanların herbiri bi r yana dağı ıabil irdi . Ortal ığa bir karanl ık çökebilir, sert bi r rüzgar esebil irdL Bu sıtrnall , hummalı şehi rde . . . Her zaman insanı kurtaracak Ramiz Beyler bulunmayabi l irdj .
Komşu çocuğu duraktayd l . Onun da paçaları çamurluydu .
552
--------------------- Sarsıntı ,
Boynundaki atkıy ı dişleyip duruyordu . Besbel l i , hiçbi r zaman açmayacak bir tomurcuk gibi içine kapanmıştı . Soluyordu, çürüyordu belki . Geç kalmış bir tomurcuk. Birgün şarkı lar söylenecek, belki yeniden adalara modalara gidi lir, öyle deği l mi? Döner, döner aynı noktaya geli rsin. Aynı kör kuyunun başına. "Yok canım, bana yasemin demetleri fi lan vermesin ler. Yol larda ağlayas ım geliyor. Akl ı ma Ramiz Bey geliyor." Oğlan ı lknur'u gördü. Atkısını dişlernekten vazgeçti . Yaklaşt ı . Ha l hat ı r sormadı , ama onu eğri büğrü ne düşündükleri belli o lmayan bir takım kimselerden korumak için bir şahin olup kanatiarın ı gerdi . Otobüs geldi . Bindi ler. Camlar buğuluydu , sıcak nefesler . . . Iyi insanlar ve kötüler. Hem iyi hem de kötü ler . . Şehir, camlann ard ında kayboldu . Şimdi bu gecikmiş tomurcuğun o sımsıkı birbirine kenetli yaprakların ı tek tek 'y ı rtmadan açabi lmek mümkün mü? Oğlan güldü . Kimbi li r neler düşündü. Söylenebi leceği işte bu kadardı . Akşam karşıki evin dördüncü katında bir ış ık yanacak. Geç saatlere kadar. Pencerenin önünde bir masa. Masanın üstünde bir iamba. Bu çocuk, ince uçlu kalemleriyle , siyah mürekkebiyle proje çizecek. Derken birdinbire o küçük pencereli evleri , ç ıkmalı , cumbah evleri , han lan , hamamlan hatı rlayacak. Kendi mi l letin in çizgi leri n özleyiverecek. H iç kimsenin göğünü , yeşi l in i çalmayacak evler yapmayı tasarlayacak. Dayanıkl ı , sıcağa soğuğa göre düşünülmüş evler. Böyle mi? Yoksa günün biri nde ukala akademil i ler gibi bacak bacak üstüne at ıp, piposunu yakarak iktisattan, edebiyata kadar her konuda kendisini söz sahibi sayıp, h içbir şeyi beğenmeyen, neyi beğendiğini bi lmeyen birisi mi olup Çıkar? Hayır. Bu otobüslerin , durakların çocuğu güzelim binalar çizecek. Bizden olan çizgi leriyle. Onları şehre (eğer boş yer varsa) bir hoş yerleştirecek. Öyle ki , dağlar tepeler küsmeyecek. Bunlar, dağların tepelerin emrine g i recek. Ağaçların emrine girecek.
Teyzesi gelmişti . Yün örüyordu . Puf böğreği yapmışlar, "Sen de ye!" dediler. "Ne yapt ın bakalım? Soğuk değil mi d ışarıs ı?" Sonra peynirin kilosu şu kadar o lmuş, etin kilo,su şu kadar. . "Canım herkesin işleri altüst. Yalnız sizinki mi? diyordu teyzesi . "Dünya cayır cayır kaynıyor. Ekonomik buhran . . . Yalnız b i r mi? Peki , eskiden bu s ık ıntı lar yok muydu? Ne yapıyorduk o zamanlar?" Kalo rife rle ri yanmıyormuş. Soba kurmuşlar, "Uydurduk işte. Soruyu salondan
553
Anne Hikayeleri ---------------
geçirip mutfak bacasına verdik. Ne yapal ım yani . Şurda bahara yaza ne kald ı ?" Bunları konuştular. Anarşi , dedi ler, soygun dedi ler. Kimler ölmüş, kimler evlenmiş. Ve genç kızhk günleri ni hatırladı lar. Teyzesi yünü elinden b ırakmıştı . "Ay o ne fi limlerdi can ım! Beyoğlu sinemalan o zamanlar böyle miydi?" I nce topuklu ayakkabı lar yine moda olmuş. Çizmelerin yanına varı lmıyormuş. Sonra seslerin i alçaltt ı lar . ı l knur'un tanımad ı·ğ ı bi r kad ın dan söz ediyorlard ı . i iknur'un annesi , "Ne günle re kald ık" diyordu. "Bir çift çoraba . . " "Ne yapsı n . . Cemiyet kurban ı . Kocası hay ı rs ız ın biriydi . Ayıplamayal ım." Yani kötülük artıyor demek istedim." " Insanın ne olacağı bel l i o lmaz." "Çalışs ın efendim." "Hayır, onu demek istemedim. Sen zaten benim söylediklerimi n hep tersini söylersin. Valiahi çocuklan görmek için geliyorum. Her zaman bir tatsızlık çıkıyor." "Uzatma allahaşkma."
Birden ormanıann seri n nefesini , koyu yeşi lini , kahverengisini , nemli toprağı n kokusunu özlemişti . i lk çiçek açmış o lmal ıd ı r. O pembemsi papatya. Loş, kuytu i nsansız bir yerde. Kardeşinin el leri soğuk. Güneş açm ıyor. Gitseler. . Ormanıara gitseler. Reçine kokusunu içlerine çekseler. Ü lker bir ağacın ardına gizlenir mi? "Beni yakal ıyamazsm" der mi? K ırmızı yün başl ığ ın ın k ırmız ıs ı yüzüne vurur mu? Yanaklan bir şafak rengine bürunür mü? Ellerini oğuşturup kat ı la kat ı la gü ler mi? Belki annesi bi r kütüğü n üstüne oturup hafiften şark ı söyler. Babası yi rmiş beş yıl evvel in i düşünrneğe başlar. Adımları yürüyüşü değişir. Yirimi beş yı l ewelinin delikanhs ı oluveri r.
Yatt ığ ı yerden sokak lambas ın ın mavi ış ığı görü nüyordu . Bu ışık, üzüntü lere aykırı , huzurlu günleri düşündüren birşeydi . Ufacık bir pervane olup o ışığa karışmak istiyordu . Ülker çoktan uyumuştLi . Uykusunda bir buluta başın ı yaslamış olabi l i rdi . Bir motosiklet geceyi parçalayıp geçti . Ü lker k ıp ırdand ı . Baş ın ı dayad ığ ı bulut parça parça oldu. Şehir uzaktan uzağa inliyordu . Yaraları açı l ıp kanıyordu .
Kalkt ı . Babası oturma odas ında ki kanepede uyuya kalmışt ı . Bir çocuk nasıl uyursa, öyle. Üzüntüler, endişeler, yanniann korkusu yüzünün çizgi lerine yapışıp kalmışt ı . Hayat neydi? Babası kü-
554
------------------- Sarsıntı
çücük bir çocukken işte bu hayat denen şey avuçlarında renkli bir bi lya i miş. Sonra o büyüdükçe avuçlarında tuttuğu şey de büyümüş, taşınmaz olmuştu . Ormanıan , çiçekleri , aşklann gelip geçici rüyaların ı bi le hat ı rlamadan onu taşıyacakt ı .
E l lerine dokunmak istiyordu . Nefesini duymak. Uyans ın isti yordu. Seslend i : Adam, büzülüp kald ığ ı s ık ınt ı ı ıann aras ından gözlerini açtı . "Ne var, ne oldu?" ı lknur, "Burda üşürsün baba!" dedi . "Ramiz Bey akl ıma geldi , korkuyorum, sen ölürsen ben ne yapan m?" diye medi . babası doğruldu. Sigara paketine uzanacakt ı , vazgeçti . "Sen niye uyumadm? Midem sancıyor. Süt var mı? I l ışt ı r, şeker koma." Ramiz Bey'in gölgesi üdadan çekiUp gitti .
Sütünü içerken, "Annenle şeyi konuştum" dedi . "Bu işleri b ıraksam diyorum. Bir toprağı mız olsun, bi rşeyler ekel im. Ağaç yetiştirel im." ı lknur, " Evet dedem de bir bahçesi olsun isterdi. Dar sokaklara t ıkıhp öldü." diye düşündü. "Çok sıkı ldım. Bu şehir .. Kolay deği l bizim bu işler . . Hangi iş kolay ki? Bıktım artık, bezdim galiba. Fabrika bu hafta da ödeme yapmad ı . Bizimkisi yan sanayi . Fabrika lar durdu mu hayat ımız söndü demekti r. Seneler, senetle r . . . Sonra düşü nüyorum da bu işi b ı rakmak kolay deği L . S ıf ı rdan başlad ım . Anlatmışımd ı r. Kimse bana ön ayak olmadı . Bu tezgah ı , bu d9zeni nası l kurdum, ben bi l irim. Ama şimdi herşeyin sars ı ld ığ ın ı görüyorum. Toprakla uğraşsam diyorum, domates biber ekeyim . TavukIanmız horozlarımız o lsun. Iki de i neğimiz. Şu apartmanların bahçeleri ne işe yanyor dersin? Çocuklar güneşli havalarda oynuyorlar, öyle mi? Ya bu dikenler, zakkumlar nedir? Bir incir ağacı dikil i o lsaydı , hayat ın ız başkalaşı rd l . "
"Bize bugüne h içbir şey b ı rakı lmadı diye düşünüyorum. Annem anlat ıyor. Adalardan leylaklarla, mimozalarla döndüğü nüz günleri ." "Evet, iki de inek. Nere lere gideriz? Güneye mi batıya mı? Güneş enerjisinden istifade edebi leceğimiz yerlere gitmeliyiz . Yağı peyniri de kendimiz yaparız. Ama annen buradan ayrı lmak istemiyor. Şehri seviyor. Sinemaları , çarş ı ları . . Yeni koltuklar istiyor, yeni duvar kağıtları . Annen yattı mı acaba? Az önce sesimizi duymuşsunuzdur. Yani bi raş at ıştık. Belki ağl ıyordur."
555
Anne Hikayeleri
Annesi aynan ı n karşıs ındaYdl . Saçlarıyla oynayıp duruyordu, saçları n ı ö rüyordu . N iye? Ofe lya'yı hat ı rlad ı . Bakışları donuktu , Oysa geceleri aynalara bakı lmazdt N inesi söylemişti . "Anne saçların ı . . . " dedi . Anası örgülerini çözmeye koyuldu . "Vakit ö ldürmek işte" Eskiden roman okurdum, şimdi okuyamıyorum. Sebep? Az önce silah sesini işittin mi? Köpekler havlayıp durdu. Yakınlarda mı dersin? Ben bu odadan b ıktım. Pasıand ı , eskidi herşey. B ıkt ım. Saçlarım eskiden gür ve parlakt ı . Birşeylenn solmasına dayanamıyorum. Hadi git yat sen."
Gitti . Sokağı n mavi ış ığ ı onu bekliyordu. Yann sabah yine yollara düşecekti . 1 979 yı l ın ın herhangi bir günü kalabal ıklarda eriyip tükenecektL Belki bu böyle sürmezdi. Bahar gel irdi deği l mi? MadenGe, Hünkar'a, Bentler'e, Ki lyos'a giderlerdi . Üşüyen ağaçlar elbette ıs ın ı r, çiçekleni rdi . Kurşuni bulutlar dağ ı l ıp giderdi . Belki körebe de oynarlar, sal ıncaklarda sallanırlard ı . Belki annesi , yakalarına gül !er takan kızları , ıs i ık çalan delikanl ı lan yeniden anlat ı rd ı . Bi r sokağın kar topu oynayan i nsanlarını , ka�ı yokuşlardan merdivenle' kayanlan , o kahkahalan .. O sevgi leri . .
Bahar gelme lidi r. Sahıpsiz herbirşeyi kucaklamal ı . Sahipsiz yaprakları , tomurcukları , sahipsiz evleri , çocukları , hüznü ve yaln ız lığ ı . ·
Uzun bir gündü . Şimdi ası l söylemek istediklerini geceye, oradan göğe, bulutlara duyuracaktı . Oradan y ı ldızlara, güneşe ve oradan . . .
556
ANASI Şükran KURDAKUL
Hayriye kahve çevzesini geri geri çekti , sonra yeniden daha derine sürdü . . Mangalda çoğu kü!e dönüşmüş odun ateşi vard ı . Beş numara gaz lambasının ış ığ ı altında ası l görünüşünden başkaIaşıyor, gölge-ış ık değişimleriyle derinleşen irl i ufakl ı ateş parçaları insan ın gözünü alıyordu. Kimi de karanl ıkta parlayan kedi gözleri biçiminde görünüşlermiş gibi boş bu lununca bayağ ı korkutucu oluyordu .
Hayriye'nin yaln ız geçirdiği gecelerde kapı ld ığ ı vehimlerdi bunlar. Birkaç gün öncesinin canl ı görüntüleri kafasında somutland ıkça, öteki odaya bi le geçmekten çekinil" olmuştu. K ı rk y ı l l ık evin kapıs ın ı , penceresini bi le yabancı l ıyor, kafesleri n düz, eğri , çapraz gölgeleri ne gözü takı lsa, hemen arkalarında bi ri leri bekliyormuş duygusuna kapı l ıyordu. Kaç gecenin mahmurluğu içinde, güvenlik memurların ın ürkütücü resimlerini görerek çarpmtı lan tutmuş, uykusun açmak için ne yapacağ ım bi lernemişi i .
Kahveyi boşaltt ı . Fincan ı n biri ni karş ıs ındaki kadına uzat ı r- . ken ,
- Ne iyi ettin de geldin Şaziye, dedi . Gece yalnız kalmak öldürüyor beni . Bir an dalmaya gelmiyor. Karş ı mda hep onlar. Gözümü kapasam, konsola, yüklüğe, yataklann alt ına dalan el leri görüyorum .
.. Kendini bırakma abla, dedi kadın. Sabahattin'e bir faydası var
557
Anne Hikayeleri
mı bunun. Düşün . . . . Bir gün gidemesen, ne yer, ne içer? Maazallah bir evlattan o lu ruz. dur bakal ı m.
Hayriye �nsesine dlişen tülbetin ucunu çekiştererek gözlerin i si ldi .
- Eniştenin cepheden tuttuğu defterleri bile kanşt ı rd ı lar Şaziye, dedi, Ne diyorsun sen ? .. Zavaıl ın ın hatı ras ına saygı duyacakIanna . . benim bile e l sürmeye kıyamadığım defterleri , görsen, didik didik ettiler.
- El lerine kuvvet geçmesin abla. Ne biçim oluyor insanlar böyle. Samrs ın ki . . .
- Yok kız ım yok, diye kesti Hayriye. Artık bir şey sandığım filan yok benim . Cenab-ı Hak evlad ıma şu işten kurtars ın da . . .
Derken de kötümserliği ağı r bastı . Kırı k dökük, kendi kendine konuşur €Jibi ,
- Ama art ık süre r de süre r, dedi, kapı kapandı mı kapanmadı m ı?
- Benim Tevfik söylüyor, dedi Şaziye. Sade Tıbbiye'den on yedi kişi varmış . '
- Vardır ya, o lmaz mı . . . On yedi kişi de olur, yirmi yedi de . . . Ittihatçı lar bir baskında girmedik ev b ı rakmazlard ı . Hakkı Dayılya yetişmedin mi sen ! Ferdane Yengelnin Hakkı Dayı , gemiden geldiği akşam, gusuihanede y ıkamrken ç ın lçıplak yakalamışlar adamı .
- Enişten anlat ı rken cini tepeseni ç ıkard ı . "Ah şu uşakmikaplan ! . . ." diye bağ ı rmasından camlar titrerdi .
- Sabahattin de enişteme çekmiş, dedi Şaziye, Bizim sü lalede karakol görmüş adam mı var abla ! Ağabeyim, t ınmaz melaiike , Gölgesinden korkar . . . Babam dersen , sanki saray adamı . Evden işe, işten eve . . .
- Öyle , babas ına çekmiş, derken dudaklan t i rerdi Hayri yeInin .
"Arslan g ib i adam" gözünün önünde canlanıvermişti . Kapıs ı n ın önünden i l k geçtiği gün , şu kafesin arkasından baktığı andaki duyguları bunca yıl sonra yeniden yaşar mıymış insan? . . . Otuz se-
• b
558
• b
--------------------------------------- Anası
kizinci yaşı nda, yirmi yı l öncesinin bir an ın ı , şimdiymiş gibi , duyar m ıymış? . .
- Babası na çekmiş, diye yineledi . Onun havasında büyüdü. k ız ım. Hep mücadele gördü. Onun kitapların ı okudu .
Konuşurken, çoktan yitmiş bir zamanın hayalleri somutlanmış, • birdenbire için in bir yan ında bi ldik bir erkek çamaşır ı kokusu alev
lenip geçmişti . B i r an l ık etkiyle saçların ın dipleri ne kadar terliyor, yoksunluğun gerçeği i le , s ık ıntı ve biraz da utanç duyguları hep bir arada ense kökünde ağrı lar yaratıyordu. Ama bırakmadı kendin i . Yaşıyormuş da karş ıs ındaymış gibi , gülümsemeye çal ışt ı .
- Hoş babas! da bayı ld ığından girmedi ya mücadeleye. Girmesin de ne yaps ındl . Askerdi , ama ince adamdı . " Ingiliz gelmeden gidemezsem, ölüm çıkacak . . . . " derken ölecek sanırd ın . Ne binbaşıIar, ne miralaylar duydu bu acıy! . . . Boş verdiler. Savaşa katı lanlarla alay bile etti ler, k ızım, Doktor Kazım Bey'in damadı Sami Bey, asker deği l miydi? Geçti mi Anadolu'ya? Ferik Musl ihittin Arif , niyse yaşl ıyd ı diye lim, kardeşi . . . draz gibi kaymakam . . . Geçti mi? . .
Şaziye de duygulanmışt ı . - Benim Tevfik de öyle söyler, dedi. Sivildir ama asker ruh/udur.
Iki kadeh içince anlat ı r an�atı r, çi leden çıkar. - N'iysa, diye içini çekti Hayriye . . . N'apal ım . K ı rş ıs ında duvarda, büyük çerçeve içinde , hattatı n küçük b i r
kalyona benzeterek yazdığ ı satı rlara gözü takı lmışt ı . Bu boşluktan yararlanarak Şaziye çantası ndan alacağın ı al-
mış, ablas ın ın gözleri ni arıyordu. - Abi . . . - Ne var kız ım? - Tevfik yirmi l i ra gönderebildi . Hayriye kardeşin in uzatt ığ ı parayı bakmadan a ld ı . - Sağ o l ! dedi . Tütün ikramiyesi al ınca veririm. Üç aylığa bırak
mam. Kale d ış ı ndan kopan rüzgar, Topkapı çarş ıs ı 'nda bi r dolan ı
yor, sonra bütün soluğuyla Yenibahçe'ye doğru akıyo rdu. Arpaemini Yokuşu'nun başındaki terkos çeşmesinin önünde çocuklarla
559
Anne Hikayeleri ------------=='==---
kad ınlar tenekeler! , kovalan dizmişler s ıra bekliyorlard ı . Hayriye, kahvenin önünden geçmemek için , Hamamodaları
sokağına sapacak oldu , vazgeçtL Dar sokakta kaç kapı açı lacak, "gel içeri" diye kolunda n tutup çekecekler.
Atkısına sarılarak yukarıya doğru yürüdü.� Kahvenin karşı kald ınmından geçerken duygu larında yine o sallant ı . Yüzbaşı Sedat, içerde tav la oynuyormuş, ya da nargile içiyormuş duygusunun yarattığ ı o e lektrik le nme. Torbasın ı tutan parmaklarında üşümeye benzer, yanmaya benzer titremeler . . .
"Her görüşme günü , elinde bu torba, tramvaya giderken karşıma bin çıkacak diye niye üri<üyorum. Soracaklarsa, söylersin . . . Bü-yüten Allah , yetim büyütüyorum ben. Kolay mı? . . . Kaç çOCUk var Askeri T ıbbiye'lerde okuyan koskoca Topkapı'da . . . N'apahm, yazı yazmış . . . Babası d a yazardı . Zararl ı şey yazar mı benim oğlum! . . ."
Tramvayın cam kenarına dirseğini , avucuna çenesini b ı rakı r düşünürdü :
"Zaten ne olursa analara oluyor. Kadınlara oluyor. Her şeyi biz çekiyoruz. hastal ığ ı , parasızl iğ ı , ölümü ... Mülazim Sedat'm karıs ı olmakla , göz açıp kapayıneaya kadar, Şehit Yüzbaşı Sedat'm dul karıs ı olmak arasındaki küçücük defterde yazanlan bana sorsunlar. Sakarya'n ın sevincini bile d.uymaya vakit kalmadan , arslan gibi adamı n toprakta kaldığ ın ı öğrenmek nedir, bana sorsun lar.
"Evet, evet her şeyi kadınlar çekiyor. Hürriyette de öyle olmad ı m ı Hareket Ordusu'yla gelip Sultan Hamid'in üstüne yürüyen kocan, sarayı tutuyor diye işinden atı lan babandI . Sonra . . . Anadolu'ya geçen kocan, 'nereye gidiyorsun . . . Bi yenme mi indi receksin . . ' diye haykıran baban.
"Şimdi de, Sabahattin'in oraya (düşünürken bile hapishane diye düşünemiyordu) g i rmesinin yarattığı sonuç yine onun omuzlarına bindirmemiş miydi? . . .
"Askeri Tıbbiye öğrencisi Sabahattin Sedat, şehit yetimi, Yirmi dört gündür, kapatı ldığı hücreden, 'Gönderdikleri ni ald ım anneciğim'den ibaret, tek satırl ik pusula .. Mektepten de çıkarı rlar mı aca-
560
------------------------------------=-- Anası
ba? Baba maaşın ı keserler mi? Ya taş odalarda, rutubet içinde bir i ll et sahibi olursa? Ya tasalan ıp tasalan ıp içlenirse?
"Karş ıs ında ne vardı bunca soru nun, bunca ağ ırl ığ ın . �. " 01- Anneciğim, kancığım, Hayriyeciğim . . . " Sözcükleri oğlu da, kocası da, babası da söylese değişen bir
şey mi oluyordu . Pol is müdürlerin in , savcı ların, devlet büyüklerin in göremedik
leri biziz. Şu kapı larda beklettiğiniz Hayriye'ler, Hatçe'ler . . . Başka ü lkelerde de, başka başka adlarla, makaralara ayn ı çi lenin ipliklerini doldura doldura bitemeyen acı tezgahları . . .
Si rkeci 'den değişti rdiği tramvaydan i i i . Ahmet Çeşmesi 'ni n önünde indiği zaman, ayak bi leklerine zincir bağlamışlar gibi , ağı r, korkulu adımlarla karşıya geçti . Hep böyle oluyordu . Asker içine girmenin , subay üniforması görmenin yarattığ ı acıyla, oğlunun, babasıyla aynı ocaktan yetişmiş silah arkadaşların ın kapıs ın ı tuttuğu yasak bölgenin arkasındaki karanl ığa at ı lmas ın ın acıs ı b i r arada duyguların ı del ik deşil< ediyordu .
Bir e l ini torbasın ın tutamadığmda, bir e li ni atkıs ın ın uçlarında s ıkarak Nazmiye'ye girdi . I lg i li bölümde , i lg i li görevli , i lg isiz i lg isiz baktı yüzüne.
- Kimin anasıyd ın sen? - Askeri Tıbbiye'den Sabahattin Sedat'm , dedi . 1 1 4 numara. - Akşam, Ankara'ya götürdüler, dedi i lgi l i , kıpı rdamadan. Sesi ne sert , ne yumuşakt ı . - Istiklal Mahke mesi'ne çıkaracaklar. Birden parmakları gevşedi Hayriye'hin , adamın yüzüne boş
boş baktı kald ı . - I stiklal Mahke mesi'ne mi? Yere yığ ı l ı nca, torbasın ın içindeki üç elmadan ikisi özgürlüğü
nü yaşayan çocukların f ı rlatt ıklan lastik toplar g ibi , nöbetçin in önünden h ız la geçti ler, merdivenlerden atlaya sıçraya caddeye çıkt ı lar.
561
Anne Hikayeleri --------=====-------
DOKUZ AY ON GÜN Tahsin YÜCEL
Sen güzel günlerin düşünü kuruyordun. U mut doluydu gözlerin . Gözlerin kentin üstüne bütün yoğun luğuyla çökmüş sisin , sis içinde donuk donuk k ıp ı rdayan, renkli iş ıkların ardında bir şeyler kovalar gibiydi . Hava da buz gibi soğuktu , titriyordun. Ama hoşnuttun, gelecek günlere güveniyordun. Duru bir genç kız sesi yankı lan ıyordu ku laklarında : "Hiç gelmez o lur muyum?" diyordu . "Sen beklersin de ben gelmez miyim?" Gözlerinin önünde duru sesli kızın esmer yüzü vardı . Yüzü de sesi gibiydi, güzeldi alabildiğine, çocuk düşlerindeki k ızlardan bile güzeldi. Sen, ta: çocukluğundan beri , böyle bir kız beklemiştin , kapın ın birderbire aralanıvermesini , saçları omuzlarında, gözleri gök mavisi bir genç kız ın içeriye girmesi , "Nas ı lsın?" diye sormasın ı beklemiştin . Y ı l lar geçmişti aradan, vefasız hiç gelmemişti , başın ı dizlerine koyup ağlamayamam ışt ın , " Iyi ki geldin" , diyememiştin. Sonra anl'atmıştın , gelmiyecekti , güzel k ız dudaklarındaki çağla tad ın ı i lik/erine sindiren delikan l ı Uar gibi deği ldin, ne baban, ne paran vardı . Ama sesi kulaklarında çınlayan esmer kız gelmişti . O başkaydı , yüreği de yüzü gibiydi onun , büyüdüğü evin k ız ı değildi sanki , 'sanki göklerden i nmişti . Baş ın ı eğip girivermişti basık kapından. Hiç bir şey istememişti senden, �ma her şeyini vermişti. "Hep geleceğim", demişti , gelmişti de. "çocuğumuz da burada doğacak, ondan sonra hiç gitmiyeceğim", diye f ıs ı ldamışt ı ku lağı na. Işte bekliyordun, hesabın tamamdı , kuşkun yoktu geleceğinden. Çoktandı r görünmüyordu
• h·
562
• h
Dokuz Ay On Gün
ama ne çıkardı? Sancılar içinde de olsa gelecekti bu akşam, biliyordun. Gözleri ni yol lara diktin , uzun uzun yol lara baktm. Yanakları pembe pembe bir bebek düşündün. "Adın ı Yı lmaz koyacağım", dedin; Yanaklan pembe pembe bebek bütün sisleri dağ ıtıverdi birden , karanl ıkları erittL Ş ık ı r ş ık ı r bir dünya doğdu içine. Gözleri ni kapadın , gülümsedin. Ama birdenbire i rki liverdin birden, arkalarda bir yerden dertli b i r türkü yükselmişti . Din ledin, saman l ıkta ı rz ına geçi imiş bir kad ından sözediyordu. Içindeki dünya sars ı ld ı , dertli türkü bir roman oldu kafanda, samanl ıkta ı rz ına geçi imiş kad ın ın sonunu dOşündün, için s ız ladı . Ama gözlerinin önü aydın lıkt ı , içindeki bebek büyümeye başlamışt ı , dünyandaki sars ınt ı lar durmuş-tu . "Hele bizim Yılmaz büyüsün", dedin , "Hele yumruğu bir sertleşsin hele ! Kimsenin ırzına geçemiyecekler o zaman, babasız çocuk-lar doğmayacak!" dedin Unutmuştun bile dertli türküyü , tertli türkü-yü söyleyen adam çoktan susmuştu ama Tarlabaşı 'nda bir evde, dertli türküler kadar acı bir çığl ık yükselid. Yumuk gözlü , yumuk el li bi r bebek doğdu ardından. Anasına Adapazarlı Mualla derlerdi , babas ı bel li deği ldi . Adapazarı! Mualla ekmeğini etiyle kazanırd ı , yazg ıs ı samanl ıkta ırzına geçilen kadın ınkine benzerdi . "Oğlan mı , kız mı?" diye sordu gözlerini açar açmaz. "Oğlan" dedi ler, güıümsedi . Adapazarı! Mual la ekmeğini etiyle kazanırdı ama her şeyden önce ' anaydı , garip bir sevinç içindeydi . "Ad ın ı Sat ı lmış koysak", dedi . Yanakları pembe pembe bebeğini düşünüyordun sen ! Yanakları pembe pembe bebek büyüyordu. Büyüdükçe karanl ıklar bütün bütün si l iniyordu, yepyeni bi r dünya kuru luyordu kafanda. Tat ı l tat ı l . göğüs geçiriyordun. Soğuktan değil de sevinçten titriyordun sanki . Yı llar kadar uzun bir karanlık geceden sonra gün ışığına kavuşmuş gibiydin. Uzaklarda kalmış kara günlerini düşündün. U nutulmuş bir kasabanın çamurlu çarşısında ti ri l tiri l titreyen , yal ı nayak bir çocuk geld i gözlerin in önüne , siyim siyim yağmurun a lt ında gidiyordu. Koltuğunun alt ında gazeteler vard ı , benzi sapsarıydı , karnı açt ı , boğazına yumruk gibi bir şey otu rmuştu , bağı rmak istiyor, bağ ı ramıyordu , bağı rmayınca da olmuyordu , kimseler bakmıyordu koltuğundaki gazetelere , gözleri doluyordu , "Al lah ı m, yard ı m et bana!" diyordu . Yal ı nayak çocuğun acıs ı tat l ı bir anıydı senin için , tatl ı bir anıdan öteye geçmezdi , senin de amlarla başın hiç hoş değildi . Ge-
563
Anne Hikayeleri
lecek günleri n düşüne dald ın yeniden, yeniden doğacak çocuğunu düşündün , "Hele biz im oğlan büyüsün", dedin. "Hele yumruğu bir
. sertleşsin baka l ım . Çocukl ar yal ınayak basmayacaklar toprağa, işleri Allall'a kalmayacak!" dedin. Umut dolu gözlerini yol lara diktin . Yol lar karahkt ı , Edi rnekapı yolları daha karanl ıktı . Edirnekapı'dan bir gecekondu yarın y ık ı lacakt ı .
.
Yıkı lacak gecekonduda iki bebek dünyaya geldi , �i ri kız, biri oğland ı . Çeki rdekten yetişme mahal le ebesi Mukadder, cebinden . bir eski makas çıkard ı , göbeklerini kesti , ağlad ı lar, Analan sessiz . sessiz ağlad ı , babaları dizlerin i dövdü : "Gördün mü , gördün mü?" diye i nled i , "Gördün mü şu iş i , Mukadder bacı? Saracak çaputumuz bile yok, bir kaşık tuzumuz bile yok, iki çocuk bir<;Jen, olur mu böyle?" Görmüş geçi ri şmiş kad ınd ı Mukadder han ım, "Üzülmeyin , " diye karşı l ık verdi . "Üzü lme, garip Osman'ım, üzülme çi lekeş Cevriye'm, garip kuşun yuvasın ı Allah yapar, deldiği boğaz i aç koymaz," dedi . Sesi kulaklannda çınlayan esmer kızın adın ı mın Idandm, özlemiyle doldu yüreğin, ağı r ağı r yürümeye başladın . El lerin cebinde , gözlerin uzaklardaydt .Çoktandı r yağmur yağıyordu , s ı rı l s ıklamdm. Ayakkaplar ın ın içine sular dolmuştu , parmaklarin , topukların donmuştu , ama ald ı rm ıyordun, duymuyordun, bambaşka bir dünyada yaşıyordun. Yaşadığ ı n dünyada mevsim bahard ı , ya-: şadığm dünya s ıcakt ı , ış ıklar içindeydi , maviydi , pembeydi , adın ı di linden düşürmediğin genç �ızın gözleri gibi yeşi ldi . Ayakkapların _ sağlamd ı , h erkesin ayakkabıs ı sağlamdı , üstü başı düzgündü , gözlerinin içi gülüyordu, içleri d ışları birdi . Insanlar birbirini aIdatmıyordu , kötülüğün, iki yüzlülüğün adı bi le bi l inmiyordu, bütün i nsanlar dosttu , içtendi . Çocuklar toprağa yahnay�k basmıyorlard ı , hepsi de bakımı ı , sevimliydi üstelik, analan babaları bell iyd i . K ısacası herkes mutlu , herkes iyiydi yaşadığ ın dünyada, yaşadığ ın dünya yaşanacak yerdi . "Oh !" dedin. Bir kamyon geçti önünden, yüzüne gözüne çamurlar sıçrattı , kendine geldin, mendi l ini ç ıkanp yüzünü si ldin , I liklerine kadar ısland ığ ın ı gördün o zaman, oluklardan boşan ı rcasma yağan yağmuru gördün. Güzel bir d ışten uyanmış , kendini taşlar kadar sert, buz gibi soğuk bir yatakta bulmuş gibiydin. Ama göz kapakları nda güzelim düşün tatf l l ığ ı sürüyordu , kapadm. Yanaklan pembe pembe bebek imdadına yetişti . Büyümüş-
564
• h·
----===--===«=-=-�--===-� Dokuz Ay On Gün
tü , daha da büyüyece',!! , kararı"hk dünyayı düşleri ni n dünyasma benzetecekU , yeryüzünden kötü lüğü , a lçakhğı si lecekti , insanlar insana benzeyecek, ik i yüzlülükler kalkacaktı ortadan, yüreklerin pas ı si l inecekti. Maçka sokaklarından b i r otomobi l ye l gibi geçti , Maçka sokakları titredi . Çok geçmedi , kentin en kodaman doğumevinde bir bebek dünyaya geldi . Doğumevi yerinden oynad ı , doktorlar, hastabakıcı lar, ebeler, hemşireler birbi ri ne g irdi .
Gözlüğü altm çerçeveli , ak gömlekli bir adam, bir oraya bir buraya giden şişman bir adamın önüne geldi, göbeğinin e lverdiğince eğild i , el lerini ovuşturdu, "Beyefendi , müjde !" diye başlad ı , bir şeyler söyledi . Şişman adamın ağzı ku iakianna vard ı , yerinden s ıçradı "Oğlumu göreyiml" diye bağı rd ı , yol verdi ler, bir kapıdan içeri girdi , Karısı yatağında gülümsüyo rdu, kan-ter içindeydi , yüzündeki boyalar birbirine girmişti . Kansmı kutladı , sonra bebeğe seğirtti . Bebek ağl ıyordu, kucakladı , havaya kald ı rd ı , "Sus, ağlama, yavrucuğum", diye başlad ı , "ağlamana neden yok. Sen gülmeye geldin bu dünyaya, her şeyin önceden hazırlandı , her şeyin tamam, yavrucuğum. Ama sen bunları büsbütün çoğaltacaksin , apartmanlar dikeceksin benim gibi , mağazalar açacaksin her semtte. Zor bir şey değil bütün bunlar, merak etme, ben sana öğreti ıim yolunu . Aidatmayı , eği lmeyi bi leceksin yerine göre, gerekince sert , gerekince yumuşak olacaksın, iki yanı idare edeceksin, dikeceğim apartmanları düşüneceksin yaln ız , gerisine boş vereceksin, anladın m ı , tontonum? Ağlama!" diye bitirdi . Bald ız ı , alı al, moru mor, dansı bı ral< ıp gelmişti , bir ablasma baJ<t I , bir bebeğe, "Bana! !" dedi . Içini çektin , gerindin, "Gel artık, ge l art ık !" dedin içinden. Gelmiyordu . Bekleye bekleye bir hal olmuştun. Beldernek yorucu şeydi, beklemek bitirdi adamı, beklemek deli ederdi . Saatler geçmişti. Yağmur da bir türlü dinmiyordu . titriyordun, dişlerin birbirine vuruyordu , başın zonkluyordu. Sesi kulaklarında çınlayan esmer kızı gözlerinin önüne getiriyordun, onu düşünmek yetiyordu . Onu düşündün mü yanaklan pembe pembe bebek kOşup geliyordu . Büyüyordu. Yağmuru dindiriyor, geceyi aydın!atıyordu . Soğuğu da, yağmuru da, beklemenin acıs ı n ı da unutuyordun. Yanakları pembe pembe bebek işi başl ı yordu . Nerde bir kötü lük görse koşuyordu, eziveriyordu hemen, nerde bi r haksızl ık görse düzeltiyordu , yeni bi r tanrı gibiydi . KöİÜ-
565
Anne Hikayeleri
lükten, bütün tanrı ların başı boş bıraktığı kötülükten, iyi l iğin, doğruluğun, güzel liğin , sevginin yüzyı llar boyunca birikmiş öcünü al ıyordu.
Bütün bütün sabı rsızlanmaya başhyordun. "Nerde kaldm?" di-ye söyleniyordun . Birden yerinden sıçradm, bir otomobil geliyordu; koştun, "Yı lmaz geliyor! Yılmaz geliyor!" dedin yüksek sesle, Sonra otomobi l in ard mdan bakaka ldm , karanhklara gömüldü, si l ind i . Emlak Caddesinde bir apartman dairesinde bir bebek dünyaya geldi, yanakları pembe pembeydi. Anası yerlerin dibine geçti , çarşafı başın ın üstünde çekti , "Adını Yı lmaz koyacaktık", diye söylen-di. Yanakları pembe pembe bebeğin büyük babası , büyük annesi pür hiddetti, "Sustur" , dedi ler, "sustur şu piçi l" susturacaklardı , her şey önceden tasarlanmışt ı . Olan o lmuştu bir kez, küçük hanı m bağış lanmışt l . Ama büyük baba Mahmut efendi : "Velet yaşamayacak!" demişti Yanaklan pembe pembe bebeği susturdular, bir daha da sesi işiti lmedi. Sen hep bekliyordun. Yağmur da bir türlü din- \ miyordu. Deli dolu bir yel esiyordu , buz kesiyordun� Ama hoşnuttun . Umut doluydu gözlerin , gözleri ni n içi gülüyordu. Gelecek günlere güveniyordun.
566
----------=-===--------- Munise
MUNİsE Tal ip APAYDIN
Oturduğu m yerden karşı apartımanın üçüncü kat ı nda pencereleri si len kad ına bakıyorum ikidebir. Bakmıyay ım diyorum, gözlerim kendi l iğinden gidiyor. Her gördüğümde içimde bir yer cımraşıyor. Bir eliyle çerçeveden tutmuş kadın, öbür e liyle uzanıp camları si liyor, Düştü düşecek, ya düşüveri rse? Uzanma yahu o kadar, teh likel i . Duvarın dibi beton. Gözlerimle ölçüyorum, altı-yedi metre var. Hep kemikleri kırı l ır. Canı çok I,ötü acır. Belki de ölür. Hastahaneye yetiştiremezler. Kim götürür hastaneye? Ev sahibinin arabasi varsa kendisi götürür. Yoksa komşu lardan biri sine rica ederler. Belki ambulans isterler hastaneden. O geli nceye kadar k ıvranı r yerde. Beton da soğuktur şimdi . Mevcim kış. Belki d e azarlar kadını , "niye dikkat etmedin aptaı, niye iyi tutunmadın? Başımıza iş açtm." Gündelikçi kadın , evin hanımı deği l , Giysi lerinden bell i . Akşama kadar çalışacak, temizleyecek. Karş ı l ığ ında birkaç kuruş alacak. Ev sahipleri de temiz bir evde rahat oturacaklar. Yarın konuklar gelirse "ne temiz ev" diye düşünecekler. Evin hanımı da gizli bir mutluluk duyacak bundan. Kendi hünen imiş gibi onurlanacak. YÜzünü iyi göremiyorum ama epey yaşl ı da. Belki evin han ımmdan daha yaşl ı . Gecekonduda oturur, öyle ya? Köyden yeni gelmişler. Kocası bi r yerde çal ış ıyordur, belki yapı işçisidi r. bu mevsimde iş de bulamaz. Gidip kahvede oturuyordur. Kadın da böyle hergün bir evde temizlik yapıyordur. Çocukları vard ır, kesin . Hem de üç-beşten az deği ldi r. Kimisi oku lda, kimisi onarım yerlerinde ç ı rak. Elleri
567
Anne Hikayeleri
yüzleri kir-pas içinde dönerler akşam. Evlerinde su akar mı acaba? Yoksa gidip tenekelerle çeşmeden mi taşıyacaklar? Hay Allah , nas ı l da acıkmışlard ı r? Koca bir teneere lahana yemeğini siler süpürürler. Eve çabuk dönüp o yemeği pişirmesi gerekecek. Onun için acele acele siliyor camlan. lşi yaln ız cam deği l ki , yerler süprulüp sil i necek. Koltukların , dolaplann ,tozu a l ı npcak. Sonra öbür odaya geçi lecek. Sonra öbür odaya. Kaç odaları var acaba? Sonra mutfağa, sonra banyoya, Fayanslar lavobalar . . . Evin hanmı nereyi gösteri rse , p ın l pml yapacak. Yoruldun mu, biryerin mi ağrıyor, romatizmalan n mı var? H iç sorulmayacak bun lar. Para veriyor, çal ışacaksın !
Uzanıyor kad ın , kolunun yettiğ ince. Bakamıyorum. Sini rlerim geri liyor. Koptu kopacak. B ı rak bac ım diyonim ıçimden, orası da kahversin. Düşeceksin yahu! H iç düşünmeden yapmışlar bu geniş pencere leri . Ne gerek var bu kadar büyük camlara? H iç değilse araya bir açı l ı r çerçeve koysalar ya? Bu evin planın ı çizen mimar bi lmez mi camlann haftada bir si l ineceğini? Bil ir ama ömründe hiç cam si lmemiş ki. O sadece d ışardan bakınca apartıman nası l görü:nür, onu düşünür. Ölçüsü o . Gündelikçi kadın ın böylesine zorlanacağ ı , pencerenin d ış ına çık ıp diki leceği , camı öylece sileceği akl ! na bi le gelmemiştir. Evet, dışan çıktı kadın . Bir eliyle çerçevden tutunup sil iyor. Oy oy, sinirlerim sızhy.or. Bakamıyorum. Düşecek kad ın . Yahu , ne iştir" evin han ımı nerde acaba? Bacaklanndan tutsa bari... Çerçeve sağlam mı? Ya kır ı l iveri rse, birl ikte uçarlarsa aşağı? Camlar şang ı r şungur . . .
Kalkıp dolanıyorum odanın içinde. Kendimi yatıştı rmaya çal ı ş ıyorum. Yoru ldum. Başkalanna söylesem gü lerler. "Günde likçi kadın çal ış ıyor, sen yoruluyorsun" diye alay ederler. Kendimi onun yerine koyuyorum. Elim ayağ ım buz. Kalbim küt küt vuruyor. Gel bacım, diyorum, bırak! Herkes kendi silsin cammı. Evini kendisi temizlesin. Sara ne? Canını sokakta mı buldun? Niye girersin bu tehlikeli işlere? Senin banyon da yoktur, öyle ya? Gir bizimkine, yıkan hadi. Şu elbiseleri giy üstüne. çay içel im seninle. Konuşal ım. Sen anlat ben dinliyeyim, ben anlatayım sen dinle. Neden uzağız bu kadar? Ikirniz de i nsanız. Kimbil i r ne ortak yan larımız var. Yard ımcı
568
• h·
olal ım birbirimrze. Uysal kadın . Gü!ümsüyerek uyuyor di leklerime . Bana inanı
yor. "Ah abi , diyor, kimse içten seslenmedi bana böyle. Hep kendi
gücümüzle yaşamaya çal ışt ık ." "Ad ın ne bacım?" Munise'ymiş. Ağrı 'dan gelmişler. Üç çocuk anası imiş. Kocası
işsizmiş. Aki ayd ı r iş aryor. bulamıyormuş. "Peki niye geldiniz Ağn'dan?1I El lerin i açıp kapıyor, "Uzun iş abi , diyor. Anlatması zor. Geçim sorunu kısalJasl . Ge
çinernez o lduk oralarda. Dedik gidel im büyük kente, ekmeğimiz oralarda anyailm. Duyuyoruz hani , gelenler iş bu luyorlarmış, kendi lerini kurtanyorlarrmş. Para bolmuş."
"Peki , memnun deği l misiniz? Pişman mı o ldunuz? Boynunu büküyor, "Bilmem. !ş buisak iyi olacak belki . Orada da iyi değildik. Bin bir
zorluk içindeydik. Burada da zor ama iyi olacak diye dayanıyoruz. O çal lştığ ım abla söz verdi , Ahmet'e iş bulacak. Kocası mühendismiş . Bir yerlere gitmiş, dönünce söyleyecel< bakal ım. ol
"Sigara yak. Rahat o l . O gördüğün hanı mlardan farkın yok sen in . Hepimiz i nsanız. tüm sorun ların ı da ben çözeceğim hemen . . . "
"Öy!e mi , doğru mu bu?" "Evet . Olmuş bi l !" Birden değişiyor karş ımda. Banyo yapmış, saçların ı taramış,
Uygar bir giysi s ı rt ında. Bacak bacaküstüne at ıyor, "Harika, diyor. Bir duble kanyak içerim şimdi . Ya da cintonik 01-
569
Anne Hikayeleri
sun. Bayanlara cinton ik daha çok yakış ı r." "Aferi n Munise, diyorum. Yerini al işte böyle?" "Biz a lmayalı m mı dedik abi , vermiyorlar ne yapal ım? Ama
şimdi . . . akşam koyüme telefon edeyim. Gerçi babamın evinde telefon yok, ama muhtar babama haber veri r. Uçak bi letini,zi gönderiyorum, anamı da al gel diyeyim."
" Iyi olur, gezdir birkaç gün. Hem yeni evinizi görsünler, hem de torunların ! özlemişlerdir. Sevinir i htiyarlar."
"Yı l l ık iznimin bir bölümünü al ıp birkaç gün gezdireyi.m onları . Yaz ın da Antalya'ya götürmek istiyorum. Hep birlikte denize gireriz. Gerçi Ahmet izin a labi l i r mi , b i lmiyorum. onun i şleri yoğun."
"Nerede çal ışıyor?" "Fabrikada işçi . Hem de sendika temsi lcisi . Geçen gün toplan
t ıda güzel bir konuşma yapmış. Çok etki l i olmuş. Arkadaşları demişler, bundan böyle sendika temsilcimiz sensin . Köyden geldiğimiz gibi değil abi , Ahmet çok değişti. Iyi okuyor. Ağzı da laf yapıyor ha! Benim bi lmediği m kitaplardan yazarlardan örnekler veriyor."
IIÇok iyi . Aferin�Evde sana yard ımcı o luyor, deği lmi?" "Hem de nası l . . . mutfağa .bi rlikte gireriz, her işi birlikte yaparız.
Çocukları da çahştinr. Herkes kendi işini yapmal ı der. Çocukların odaları na ben hiç girmem, kendi leri toplarlar, kendi leri temizler. Çamaş ırlar ın ı otomatik makineye atar y ıkarım, o kadar'u
"Ders leri nas ı l , iyi okuyorlar m! . "
" iyi fena değim. Kendi lerini kurtarıyorlar. Özel öğretmene falan gerek o lmadan s ın ıfların ı geçiriyorlar. Geçen gün büyüğün okulu-
. na gittim , öğretmenleri memnun. B irden değişti d iyorlar. Çabuk uyum sağlamış. Babası s ın ı f ın ı geçersen sana bisiklet alacağı m dedi . O d a bisiklet istemem, bi lgisayar a l diyor. Ucuz Bi lgisayarlar varmış. K ız, bisiklet istiyor. Yazın tatilde bol bol binecekmiş. Şimdiden onun düşünü kuruyor.""
GÜlÜmsüyorum.
• h
570
• h-
-�-------�--------- Munise
"Müzik dinlemeyi seviyor. Kulağ ında wolk- men, ders çal ı rken hep müzik dinl iyor."
"Hangi tür müziği seviyor" Gençleri bi lmez misin? Hafif batı müziği , caz falan. Benim de
kulağ ım al ıştı epeyce. Ama Ahmet klasik müziği yeğliyor.Beethoven, Chopin . . . Iyi bi r pi lak kolleksiyonumuz var. Pazar günleri bazan birlikte dinliyoruz. Bize açıklamalar yapıyor. Şimdi ingi lizeeye merak sard ı , çocuklar i ngi lizce çal ış ıyor. Çocukların di l i iyi . Hele büyüğümüz BBC' yi falan dinl iyor. Liseden sonra bilgisayar mühendisliği , ya da ingiliz fi lolojisi okumayı planl ıyor. Biz hiç karışmı yoruz e lbet. Hangi da l ı seçerse onu okusun"
" Çok iyi . Çocukların kişisel eği l imleri önemli. Onlara saygı l ı olmalıyız."
Size bir şey soracağım abi , kendim çözemiyorum. Geldiğimiz yerler belli , biz halk insanlanyız. Çok açığımız var. Baz okumuş bayan arkadaşlarla konuşrken bunu daha iyi anl ıyorum. Kültürel boşluk . . . Herhangi bir konu üstüne fikir yürütebi lmek. Yeterince yapamıyorum bunu . Cesaret edip, söz al ıp konuşamıyorum Siz .ne önerirsi niz?"
"Anl ıyorum. Çok hakl ıs ın. Hepimizde var bu . Aldığ ımız eğitim biçiminden geliyor. Önce iyi okumal iyız. Gazete dergi kitap . . . Eleştirici bir gözle, kendi düşüncemize uyuyor mu . , uymuyor mu , irdeliyerek . . . Ben o lsam bu konuda ne derdim diye kendimizi yoklayarak okumal iyız. Açık bir dünya görüşüne u laştık mı , gerisi kolay. O bir ö lçektir elimizde. Her konuyu o ölçekle tartarak kendi düşüncemizi ü retebi l iriz. Sonra her alanda konuşmak zoru nluğu da yok. Bazı şeyler i lgi lendi rmiyebi l ir insanı""
" Doğru. Bizim Ahmet hep sendikal konularda yoğunlaş ıyor. O konuda çok okuyor, çok düşünüyor. Bi lmediği yok."
"Ya siz?" "Ben daha çok ekonomiye merekl ıy ım Şir:ndi . genç olsaydım,
doğrusu ekonomi öğrenimi görmek isterdim. Ama geçti . Şimdi de
571
Anne Hikayeleri
bulabildiğim yazı lan, kitapları okuyorum. Çok geniş bir konu. Ucu bucağı yok. Hepsini öğrenmeye i nsanın ömrü yetmez. "
"Öyle . I nsan l ığ ı n temel sorunu. Herşey ekonomiyle biçimIeniyor."
"Geçen gün bir konferans izledim. Ünlü bir ekono.mi profesörü ' konuştu . Konuyu çok iyi bi liyor doğrusu. Bazı doğruları güzel : ;.oydu ortaya. Ama takı ldığım şeyler de söyledi . Bana ters geldi . t(alkıp düzelteyim dedim , ama cesaret edemedim."
'
"Kalksayd ın ız keşke, çekinecek ne var?" "Bir daha ki sefere ' inşaUah. Ekonomi konulu komeraslara gidi
yorum, hiç kaçırmıyorum." " Evde yemek iş lerini naS i l düzenliyorsun Munise?" "Kolay oluyor abi , eskisi gibi değil ki . Otomatik f ır ın ım var. Buz
dolabında etirniz sebzemiz hazır. Ç ıkarıp at ıyorum f ı rına. On dakika sonra hazır. Öğlenleri zaten işyerinde yiyoruz. Çocuklara para veriyorum . Okulda kebapçıda karınlanm doyuruyorlar. Bir sabah kahvalt ısmı birl ikte yapıyoruz. Bir de akşam yemekleri ni yiyoruz. Bulaşıkian da makineye dolduruyorum, kendi kendin� yıkıyor. Eski günleri mizi düşünüyorum da bunlar benim için iş mi?"
" Pel<i hiç s ık ınt ın ız yol( mu şimdi?" "Var, o lmaz m ı ? I nsan ın sık ıntı ları biter mi?" "Ne g ibi?" Söylesin mi söylemesin mi , düşündü biraz. , Yüzü kızard l . lçki
sinden bi r yudum ald ı . "Biz gördüğün gibi orta yaşı geçirdik. Fiziksel bir takım sorun'la
n m var. Içim sıkı l ıyor. Ama doktorum yard ımcı o luyor. En hafif biçimde atlatmaya çal ış ıyorum. Bu konuda birşeyler okudum. Sanıyorum) erkekler daha rahat. Ahmet durumu iyi anhyamıyor. Ne oluyorsun , niye sıkı l ıyorsun deyip duruyor. Bir de . . . siz yabancı değilsiniz, hadi onu da anlatayım. Ahmet'in çal ıştığ ı iş yerinde genç bir kadın var. Kocasından ayrılmış. Ahmet'le i lgi lendiği falan kulağıma
572
---------==�--=��--=-�- Munise
geldi . Çok kötü bozuldum. Gerçi Ahmet yeminler ediyor, yok öyle birşey diyor. Bir kere yemek yemişler bi rlikte. Her arkadaşımla yemek yerim, ne var bunda diyor. Doktoruma da anlatt ım. Gece rüyama girdi . Çok etkilendim. Uyanınca ağlad ım sinirimden. O günden beri yatışt ı rıcı i laçlar al ıyorum."
"Aman be Munise, üzüldüğün şeye bak. Sen akl ı başında bir kadmsm. Kocan da öyle . Sorun yapı l ı r mı bu gibi şeyler? Gü l geç . . . "
"Ha işte , siz erkekler hep böylesin iz . Hepiniz ayrıl ." Suratmı ast ı . "Yahu ne var bunda? Şimdi sen de benimle karş ı l ıkl ı oturdun ,
içki içiyoruz. Ne oldu yani?" Şaşı rd ı , "Öyle mi , içki içiyoruz sahi . Ama bu iş baş�<a." IONe başkası , aynı şey işte. I nsanlar arasında dostlul< denen bir
o lay var. Neden kötüye yorumlarsm hemen?" OlDoğru. bu konuyu tekrar düşünme liyim." Bardağı ndaki içkiyi bit irdi , "Ben art ık gideyim, diyerek doğruldu . Teşekkür ederint Siz de
b!ze buyurun bi rgün . Hem Ahmet'le tan ış ı rsınız." IIHay hay, dedim. Memnun oluru m." Mantosunu tuttum, giydi . Ayağında pm! pm! çizmelen , Munise
hanım o larak çık ıp gitti . Karşı evin penceresine baktım, ortüimüştü .
573
Anne Hikayeleri
) SÖZ Alma .... Fakat JJl.ı.IHllf"U� Tank BUGRA
BU UG,URSUZ bir karş ı laşma o ldu ; yoksa amcam o gün beni bulabi l ir miydi? Hatta değil yalnız o gün, o günden sonra beni kasabada ve belki de dünyan ın h içbi r yerinde art ık bulamıyacakt ı .
Fakat gaddar şans , ben im şansım, bizi , en o lmıyacak yerde karşı karşıya getirdi . Ve ben eliffide üç paketle evleninin yolunu tuttum.
Paketlerden birinde kahve, ötekinde şeker var. . Akşam şekerli kahve ikram edi lecek!
"Tam laz ım o lduğu n sı rada . . Sen evin adamısm." Amcam böyle söylüyordu bana. Ve üçüncü pakette I stanbul
şekeri vard ı : Misafi rlere tutu lacak! M isafirlere , yani can al ıc ı lara!
Kapı aralıktı ve bu beni , bar bar bağırtacak kadar çi leden çıkard ı : Kapın ın aralık duran kanadına, bütün kuwetimle bastım tek meyi . Ev şöyle bir sarsı ld ı . Az sonra da merdivenin başında yengemle annem göründü. Annem de oradaydı tabii . "Böyle bir günde !"
Annem yan şaş ı rmış , yan kızg ın : - O ne biçim kapı kapayış , Allahaşkına? dedi . Terk ters baktım ve merdivenleri , omuzlarıma ağı r ağı r çıktım.
Yengem: "Del i oğlan i şte . . . " diyerek işi ne gitti . El imden paketleri
, 'o 574
------------===- Söz Alma . . . Fakat Kimden
annem ald ı , bunu yaparken de, ta gözümün içine bakt ı , sonra da hiç sesini çıkarmadan uzaklaşt ı . O annemdir benim ve belki de bir şeyler sezmiştir. Ah sezmiş olsa. Bu bile yetişir bana; fakat nası l sezebi l i r?
Onlar odada idi ler. Nllüfer de odada idi ve bunu düşünmek beni , büyülenmiş gibi olduğum yerde tutuyordu.
Sofa bir masal çölü gibi sessiz ve uçsuz bucaksızd ı : Içimi korkuya benzer, küçülüşe, mini mini , aciz, zavall ı bi r hayvancık ahşverişe benzer bir duygu kapladı ve ben, hemen tam karş ımda duran ay.nayı farkettim :
Amma n e delikanl ı ! Baş ında, o senelerdeki ü niversiteleri n şahane guru ru o lan,
bozkurtlu aptal kasket ve ceketin yakasında yı lanl ı rozet. "Ve aleykümüsselam yarın ın Aki l Muhtarı !" Yarın dediğin de nedi r ki? Fakülte için beş sene, askerlik için üç sene , Çemişkezek hükü
met doktorluğu dört sene . . . sonra? Sonrası kolay ! Sonrası bunun, para, şöh ret, i lim ve . . Ve'si yoi< işte art ık !
Dişlerlm kenetlendi, çene kemiklerim oynadı ve kasketi kaptığım gibi masanın alt ına savurdum.
Yengem seslendi : Masan ın yeri değişt iri lecek. Bir ucundan annemle Ni lüfer tutmuşlard ı , yengem benim tara
fa ge liyordu : - I stemez, dedim. Deği l masayı , hatta bütün evi tuttuğum gibi ta cehennemin dibi
ne f ı rlatabi lridim, peka la . . tek baş ıma ! Gözlerimi Ni lüfere dikmiştim, kaşlarım gazapla çatı lrmştı , fakat
o bana bakmıyordu ve art ık asla bakmıyacakt ı . - Kald ırsanıza masayı ! diye bağ ı rd ım. Annem: - Seni bekl iyoruz, dedi .
575
Anne Hikayeleri --==--------------=====
Yengem gü ldü : - .. Sonra, daha bir sürü iş yap ı ld ı . Ve amcam geldi ; ne canı s ıkkm, ne de kızg ındı , fakat gene de
kaşlan çatıkt l . Ve babam geldi ; memnundu . Teyzemin k ızları geldi ; s ınt ıyorlard l . Ayak üstü bi r şeyler yeni idi . O rta l ık kararmışt ı . Babam, am
cam; ben misaf ir odasına geçtik Babam sigarasın ı sarı kehribar ağızhğ ına takt ı ; istemiye istemiye ldbrit çaktım: 0, baş ına çevirip, ağız dolusu dumanı öte tarafa savurduktan sonra, yüzü me bakmadan :
- Hasta mısm sen? diye sordu . - Yoo, dedim, sonra da ani bir kararla ve meydan okurmuş gibi
ben de ona sordum : - Hasta mı görünüyorum? Gözlerimin tam bebekleri ne bakarak: - Söyle, kahvemi geti rsin ier, dedi . - Hasta mı görünüyorum? Gözlerini k ısarak, şöyle bir gü!Omsedi ve ben utandım : Sor
makta ısrar etmiştim, zira buna cevap verirse, konuşmanm gizli kapakl ı da olsa, pekala bir iç döküş, bir cesaret veriş, bi r avutuş olabileceğini umuyor, yani istiyordum.
Babam kahvesini bitirdikten sonra kapı çal ı ndı : Sabahtan beri duyduğum kararsızlık, tokmağın sesiyle paniğe çevri livermek üzere idi ki babam, alelade bir sesle ne kadar mümkünse o kadar sert:
- Gidip kapıyı açsana, Fincanı da al , dedi . Fincanı sofadaki masaya bırakt ım ve daha taşl ığa kadar inme
den: - Kim o? diye seslendim.
576
------------ Söz Alma . . . Fakat Kimden
Budalal ık i şte. Gelenle ri n kim o lduğunu bi lmiyen mi var koca kasabada sanki?
- Ahmet efendi evde mi? "Açma kapıyı pis heriflere . . pis haydut/ara .. evde kimse yok de .
. Defolun diye , gücünün yettiğ i kadar bağ ı r!" Fakat öylesine sakin, öylesine kendinden emin ve hakkına gü
venen bir sese nası l karş ı gel i nir? Birbirleri ne : "buyur buyur" dedikten sonra başta müttü olmak
üzere, eşraftan Hacı Salih Efendi , Hacı Reşit Efendi , Hacı Ali Efendi s ı rasiyle içeri girdiler.
Babamla amcam onları merdivenin başında karş ı layıp odaya aldı lar. Hoca efendi sedirin baş köşesindeki mindere kuru ldu . Babam onun yan ında yer ald ı . Öbürleri de yaş ları ve başlarına göre kapıya doğru s ı ra land ı lar . B e n kapı n ı n önünde ayakta he . . . . . . . : . . . . . . . . . . . .
Herkes birbirleriyle : "Merhaba" diye selamlaşt ı , ha l hat ı r soruldu , havadan sudan konuşulup Allah'a şükredi ldi , herşey iyiydi , çünkü onlar hep iyi şeylerden bahsetmişlerdi .
D ışardan kapıyı t ık ı rdatt ı lar. Ç ıkt ım : kahve . . komşu kızdan tepsiyi al ip içeri girdim. Kahveyi i lk olarak şu en aşağıda, amcamm hemen yanında, sümsük sümsük ve sürüklenip getiri lmiş gibi oturan harife buyur etmek isterdim, fakat tabi i , ayaklarım dolana dolana müftü efendiye gittim.
Ve müfdü efendi az sonra: - Sebebi ziyaretimiz efendim, şudur, diye söze başladı :- Biz ara
mızda konuşup görüşüp münasip gördük ve namus ve gidişatiyla herkesin hürmetini kazanmış olan, eşraf ımızdan Hacı Salih efendin in mahdumu Cahid efendiye , bizim Ahmet efendinin kerimeleri N i lüfer hanımı Allah ' ın emri Peygamberin kavliyle istemiye karar vardik. Sen ne dersin Ahmet efendi?
Herkes susuyordu . Amcam da susuyordu . Ben de. Hoca efendi gene konuştu :
577
Anne Hikayeleri
- Gerçi zamane delikanl l lanna pek öyle güveni lmiyor, fakat biz, hepimiz, oğlumuz Cahid efendinin ah lakına şahadet ederiz. Içkisi , sigarası yok. Kahveye mahveye gitmez, top mop oynamaz. Sabahtan akşama kadar işinin başındadır ve beş vakit namazına eda . eder. Sonra, Ahmet efendi , k ız ın ız evin in sahibi olacak ve kimse kalbini i ncitmeyecek.
Gene susuldu. Cevap bekleniyor ve bu bekleniş amcamı eziyordu; ezi lişi bes
bell iydi . Nihayet başı eğik ve gözleri hal ı n ın , fakat farketmediği bir işlemesine bağ l ı o larak konuştu :
- Bana söz düşmez müttü efendi ; ağam söylesin , ai lenin başı o .
Hoca efendi babama döndü. Babam: - Kısrnet ne ise o olur, müttü efendi ; bu bizce de münasibdir, de-
di . Odadakiler geniş bir nefes ald ı lar. Ve ben ancak, onlar hacı Sa
U h'e ve amcama "hayır l ı uğurlu olsun" derlerken kendime gelebi Idim.
Münasib mi? Ni lüfer Cahid efendiye mi münasib? Cahid efendi Ni iüfer'i , o, benim bunca yı lda dokuyup ördüğüm
Ni iüfer'i ne bil i r ki , Ni lüfer ona münasib olsun? Fakat bütün bu olup bitenlere, bu haberi duyduğum andan beri
olup bitenlere bir is im takmaya bir türlü vakit buiamadım ki . "Sen evin adamısin , götür şu paketleri . . . masanın yeri değişe
cek . . fincanı al . . kapıy ı açsana .. " Ve bu arada annem memnun, babam memnun, yengem mem
nun, amcam vakurlaşacak kadar mutlu. Hoca efendi , hacı Sal ih efendi , hacı bi lmem kim efendi , bütün kasaba. Ve bütün bunlar yetmezmiş gibi Al lah' ı n emri Peygamber' in kavli . .
Peki y a Ni lüfer?
• b
578
• h.
------------- Söz Alma". Fakat Kimden
Ya ben? Ni lüfere bakan kim? Bana bakan kim? Şimdi odadaki ler, müttü efendiye uyarak diz çöküyor ve onun
okuyacağı duaya "amin" demeye haz ı rlanıyorlar. Hoca efendi bana işaret etti, anlamad ım. Amcam f ıs ı ldad ı : - Kapıyı aç. Açt ım: Karanl ık sofanın dip taraf ında, başlan beyaz tülbetlerle
sarı i i kadınlar diz çökmüş, duayı bekliyorlard ı . Hoca efendi başladı : Davudi sesi , camide , yani derin l iğin ve
imanın içerisinde ne kadar dokunakl ı , ne kadar bağlayıcı ise burada da öyleydi .
Dua bitti , amin deni ld i . Hay ı r ve .uğu r di lekleri tekrarland ı . Ve kapıya, gene ayn ı komşu kı�ı şeker geti rdi . Alarak dağıttım.
Şekerliği sofadaki masanın üzerine b ı rakı rken, kadınları n bulunduğu odadan 'Ve zaptedi lmek isteni len gülüşlerin arasından bir h ıçkı rık bana kadar geld i : Ni ıüJer ağl ıyor.
Mutlu luktan tabi i . "Mutluluktan" diyorlar. Odaya döndüğüm zaman müttü efendi : - Araplar cahi liye devri nde dokuz yaşına kadar olan kızları diri
di ri kuma gömüyorlard ı , diye anlat ıyordu ve burada bir parantez açarak insanl ık üzerine , can üzerine, insan ın varl ığma hükmedebilmesine ve ona Allah'tan başka kimsenin hak iddia edemiyeceğine dair güzel sözler söylüyordu.
Hoca efendi kızların varl ı k olarak, Alah'm can ı olarak kabul edi lmiyen o devre tan'ediyor ve bunu yaparken o güzel sesini hiddet deği l , gazab deği l , hüzün, hatta melal titretiyordu . Sanki biiı üç yüz küsur sene önce ve bambaşka bir iklimde yaşıyan bir başka Ifk ın günahlarında kendisinin de vebali vardı ve bu onu pişmanhktan h a�ab ediyordu .
. 579
Anne Hikayeleri ----------------
Buhran Tarık BUGRA
ŞEHI R kulübü bu saatte tam kıvammdadı r: Kaymakam tavIada, e mniyet amirine son sayıyı vermemek için h i le yapmakta, beriki ise buna göz yummaktadı r. Havucun kenarındaki masada briç münakaşası almış, yürümüştür. Beride bir grup siyasetten, ötede üç beş kişi akşam ki pokerden bahsetmektedir.
, Saat altıya gelmek üzere . . . Ceza hakimi geciktiğim için artık kızmaya başlamışt ı r. O; beni her akşam bu s ıralarda dört gözle bekler. Eskiden, yani bir hafta öncesine kadar ,ben de onun peşini b ı rakmazdı m. Piket oynardık; bir parti bir paket Yenice sigarası . . . O benden çok iyi oynardı , fakat şans tutup da bu h ı rsl ı adamı yeniverdim mi ne keyifli o lu rdu. Evet ne keyifli olurdu ... bir hafta öncesine kadar.
Şimdi. . . Şimdi deği l oyuna, kim olursa olsun oturup konuşmaya bi le katlanamıyorum.
Halbuki bu, pekala ufacık b i r gönül eğlencesi olur, geçer giderdi . Zaten ben bunun fazlasını on sekiz yirmi yaş budalahğı sayar., dım. Şimdi , ise ona engel olması lazım gelen şeylerin derdimi arttırmaktan başka bir işe yaramad ığmı görüyorum . . . "
Nereden geldi , niçin geldi , neden kanmla bu kadar kolay kaynaştı lar? . Ama artık bütün bun ların üzerinde durmak masal okumaktan farksız. Şimdi dünyada ancak ve ancak iki hakikat var; biri onun görmediğim bir memleketten" gelerek benim dünyama girdiği "
580
-------------------------------------- Buhran
ve bütün varl ığ ımı altüst ettiğidir, öteki ise hala başka bir aleme ait olduğu ve .. er geç çekip gideceğidir.
0, çekip gidecek, gittikten sonra da gene böyle gülecek, gene böyle . . .
'
Peki, ya ben ne olacağım? . Ben, bırakıp gittiği bu dertte, ne yapacağım? . Böyle her şeyi kaybetmiş, herşeyi manasızlaşt ı rmış olarak ben ne yapacağ ım?
Evde yalnız oğlum vard ı ; o da yukarıda, odasında idi . Ayak-kaplarımı ç ıkarı rken seslendi :
- Baba, sen misi n?
- Evet, dedim. Oturma odasında hazin bir boşluk vard ı . Bu duvarların emdiği '
sözler, aşk, muhabbet ve şefkat dolu sözler, sanki asırlarca evvel ve başkaları arasında konuşulmuştu . Kendimi uykuda, bambaşka bir aleme göz etmiş ve birdenbire uyanmış zannettim. Içimi bir çocuk korkusu, bir ikinciyi , ane gibi , kardeş gibi . . . evlat gibi yak ın bir ikinciyi vahşi bir h ı rsla özleten korku bürüdü . . .
- Ömer, gelsene biraz! Diye seslendim. - Amma çal ışıyorum baba! Diye cevap verd i . Bak sen . . Çalış ıyormuş . . . B i r üçgenin açı ların ın toplam! . . . Ba-
ğ ı rd ım: - Gel buraya. Merdivenleri ' telaşla inerek odaya gi rdi : ' - Efendim? Bakışları ü rkekti ; içim eriyiverdi : - Biliyorsun işte, dedim; evde kimse yok . . . Soyunurken sen yar-
581
Anne Hikayeleri
d ım etsen olmaz m ı sanki? Pijamalarım ı getirdi , ceketimi ast ı . - Annen nerede? - Sabiha teyzemle . . - Peki, peki . . . Sedire uzand ım . 0, ayakta duruyor, git dememi bekliyordu : - Peki , git ! dedim . Odasına Çıkt ı . Mühendis olacak . . . Bir üçgenin açı ların ın topla
mı . . . Efendiye daha şimdiden gerisi vız geliyor. Sonra son sın ıf öğrencisi de artık, gelecek sene ortaokul . . . Biraz ferahlar gibi oldum: Onun i�tikbalini düşünüyorum. Oratokul kolay; burada var . . . . Fakat · sonra? Biraz para biriktirmeli , yoksa dayıs ın ın yan ına göndermek zorunda ka!acağız.
Derken. kap ın ın önünde onların sesleri beliriverdi . Karım : - Biraz da bizde otururuz , diyor, ·ötekinin itarazlanna. Aylanın
incecik sesi de karış ıyor, galiba o da ısrar ediyor. Fakat razı ed emedi ler.
Ayla ayakkaplanmı görmüş olmal ı : - Anne babam gelmiş ! Diye bağ ı rarak odaya rüzgar gibi girdi . Neşeli ve cana yakındı ,
annesine benzerdi . Sedire Çıktı , yanıma uzand ı , kucaklaşt ık. Nezlesi vard ı ; ÜÇ beş
gündür sokağa çı�mamışt l . . .
B u gezinti onu coşturmuştu ; sık s ık beni öpüyor ve boyuna anlat ıyordu . Sonra annesi geldi ; elbiselerin i değiştirmişti . Kaşlannı çatarak:
- Elbiselerini berbat edeceksin, Ayla; hadi bakayım değişti r onlan . . . diye çıkıştı .
582
• h
--------------------------------------- Buhran
Kız ım kalkmak istedi ; fakat b ırakmad ım ve kanma: - Görmüyo rmusun , işimiz var, dedim. Ta�1 I bi r gü lümseyişle : - B ıra�< çocuğu şimdi , dedi ; seni ne zaman olsa öper. Entarisi
buruşacak . . . Halbuki ben onun h ı rçmlaşmasın ı , beni de azarlamasın ı isti
yordum : - Buruşsun varsin, dedim, H e m sen ne diye kız ımı nezleli nez
lel i d işanya çıkarıyorsun , bakal ım? Çoraplann ı düzeltiyor ve hala neşe i le konuşuyordu : - Ben mi çıkarmışım? Bir taraftan kendisi , bir taraftan da Sabi-
ha . . . - UH , diye sözünü kestim ve Ayla'yı öptüm. Karım kaybolmayan neşesi i le : - Sabihaı diye başlamak istedi . Gene sözünü kestim : - Akşama n e yemek var? - Öğleden köfte kaldı , bir de pilav yapıveririm; salata mı istersin,
ayran mı? Canım ne· salata, ne ayran i stiyordu ; benim istediğim şöyle
adamakı l l ı bir münakaşa çıkarmaktı . Fakat bunu yapamıyacağımı iyice seziyordum:
- Hangisi olursa olsun . . . dedim. Duvardaki küçük aynaya bakarak saçların ı çözüyordu . - Sabihaya . . . - Ç ıkar şu fi rketeyi ağzı ndan . Beni kudurtan bir uysalhkla çıkard ı ve:
583
Anne Hikayeleri
- Sabihayı , diye yeniden başlamak isetedi . Sözünü kestim: - Hurrem, dedim , Fakat devam edernedim. - Ne var? dedi . Anlat ıversem mi? Her şeyi , söylemek, ferah lamak istiyordum: Bu suçlu psikoloji
sine daha fazla katlanamazdım. Söylemeye muhtaçt ım ve bu benim h akkı md ı . Fakat beni anlamıyacak, şimdi yaln ız beni perişan eden şey, bambaşka ve bütün bütün kat lanı lmaz, artık tamir kabul etmez bir halde bütün eve hükmedecekti . Halbuki benim tek ü midim bu o labi l i rdi . Çaresizl ik beni çileden çıkardı ve bağ ı rd ım:
- Sabiha, Sabihaya, Sabihadan . . . Ne oluyorsun kuzum, Al lah aşkına; se� başka laf b i lmez misin?
Ayla odadan çıkt ı . - Iyi ama, bunda k ızacak ne var? K ızacak ne varmış? Peki , öyle ise hep Sabiha'dan bahsedelim: (Ne pervasız hal i
var deği l mi? Pervasız, fakat başı dik. Simsiyah"gözleri ne kadar i ri " değil mi? iri ve pın l pın ! . . . Kal ı n ve nemli dudaklan ne kadar kırm ız ı değil m i? Onları araladıkça ben , bağı rmak, gülrnek ve ıs ırmak i stiyorum. Anlad ın mı? Şimdi de, bunda kızacak ne var diyebi li r misin?)
Dudaklanm titriyordu . Boğaz ım kurur gibi o lmuştu . Avuşlanmın içi yanıyor ve ben bağı ra bağ ı ra ağlamak istiyordum.
Yavaş yavaş yanıma yaklaşt ı . Gözleri tuhaf bir hayretie hafifçe büyümüştü . B irdenbi re; her şeyi anlayıvermiş o lmasından korktum. Sedire , yanı ma i lişti :
- Ne oluyor sana? dedi. - Hiç, dedim! - Yok, yok! Dur bakay ım. dedi .
584
-------------------------------------- Buhran
Ömer içeri girdi . Ona şöyle bir baktı : - Ömer, dedi . Fakat sustu ; h ali , tavrı değişi r gibi oldu veya de-
min de öyle idi de, ben vehimlenmiştim, devam etti :
- Ömer, o paketi aç; bak, sana boyunbağı ald ım. Bana döndü . Her zamanki iyi ve tat l ı gü lüşüyle : - San da sakız, dedi. Sigarayı belki azalt ı rs ın . Ayla da geldi . Ömer: - Bu nas ı l bağ lanacak? Diye soruyor; o : - Baban göstersin ! Derken, büyük bir dikkatle sakızı dörde bölmeye uğraşıyordu .
Bizim paylarımızı da geti rdi . Ömer ald ı . Ben : - Istemem! dedim. Alsam, çiğnesem, üfleyip balon gibi şişirsem, sonra da almma,
veya daha iyis i , onun aln ına habersizce vurup patlatsam, gü lüş- . sek, ne çıkar sanki , fena mı oluyor? Yoo . . . Fakat ne çare ki , i şte şimdi bile; yanımda Ömerim, Aylam ve karım varken bi le , şuramda bi rşey esip duruyor, h içb i r şey düşünmezken bi le kalbirn ağz ıma geliverecekmiş gibi o luyor.
Karım biraz donuklaşi r gibi o ldu� Fakat bu çok sÜrmedi ; hatta belki de sadece bana öyle geldi . Sonra :
- Radyoyu açayım m ı? dedi . - Sen bi l irs in, dedim. Yanı ma oturdu ve : - Ayla , dedi . Haydi babana kahve yap; iki kaşık kahve, yar ım
kaşık şeker; iyice kaynayacak. Ömer sen de testiyi dolduruver çocuğum.
Onlar çıktı lar. Gözlerimi arıyordu. Içimde bir şey ürperdi . Ken-
585
Anne Hikayeleri
dimi zorlad ı m, gözleri ne bakt ım; fakat hayır: Mavi , mOnis ve dost gözler. Bunlar, her zamanki gibi şüpheden, huzursuzluktan bir kır ınt ! b i le taşı mıyorlar. Bu gözler bana daima gülümserdi .
Ah, sen niçin böylesin? Şu olanları sezsen, k ızsan, hatta bana ağı r şeyler söylesen , bi r şeyler yapsan, bu i şi n muhasebesini , münakaşas ım yapsak. Hakl ı olmad ığ ımı bi liyorum; fakat hiç olmazsa beni müdafaadan bu kadar mahru m b ırakmasan. Sonra madem ki bir şey sezmedin, niçin çocukları çıkarıyor, niçin gözlerime böyle bakıyor, böyle her şeyi bi l ir gibi gü ıümsüyorsun? . .
Eliyle saçlarımı darmadağın ederek ayağa kalktı. Esnedi , fakat bu zoraki bir esneyişti :
- Sabi haya, dedi . Almm k ı rı şt ı , sözünü kesrnek istedim . Fakat: - Dinle, diye devam etti: Param yetişmedi , Sabihadan yüz sek
sen kuruş borç ald ım. Ayla'ya ver de götürsün. Kahveni iç, biraz dinlen. Ben de yemeği haz ırlayım.
Çıkt ı . Yemekte: - Eğer, dedi , bu surat gidecekse, sana bi r kadeh rakı veri rim ;
hatta iki kadeh . . .
Ayla neşelendi: 0 , benim içkin halimden hoşlanırd ı . Fakat müstakbel mühendis, kaşlann ı çatt ı :
Iki kadehten sonra şişeden az b i r şey kal ıyordu. Onu da içtim. Biraz açı l ı r gibi olmuştum. Bir hayli gevezelik etti . Sonra çocuklar yatmağa ç ıktı lar. Karı m :
- Bu gece hiç uykum yok, biraz daha otursak . . . dedi. Arkası bana dönüktü, radyoda bir şeyler arıyordu .
- Peki , dedim . Radyoyu kapatt ı . ı= akat dönmedi .
• h
586
-------------------------------------- Buhran
Saat saniye leri koval ıyordu ; bi r, b ir daha, bir daha . . . belki de yüzlercesi, binlercesi geçti. B i z konuşmuyorduk. 0 , hep radyonun önünde, ayakta, arkası bana dönük duruyordu. Ben ise saatın yan ında. Sonra gene radyoyu açt ı ; gitti e lekti riği söndürdü. Bir sandalye çekerek radyonun yan ına oturdu, sesi iyice kıst ı . Ben art ık işitmiyordum :
- Biraz aç, dedim. - Gel, dedi ; böyle çok güzel. Gittim, yanına oturdum. Başın ı omuzuma dayad ı . Susuyorduk. - Hurrem, dedim. - Efendim? - Beş on gün için şeh re, ağabeyine gitsek . . . - Ne zaman? - Yarın GÜldü . - Hatta, dedim. Istanbul'a Gene güldü. � Evet, diye tekrarlad ım-: Daha iyisi Istanbu l'a, hem de ya-
r ın . . . - Para? - Var ya bankada? - Onlar Ömeri 'in . - Yine birikt iri riz. Sustuk. - Peki niçin istiyorsun gitmemizi? Hem de hemen yarın?
587
Anne Hikayeleri
Sesinde dost bir m uziplik vardı . Fakat her zamanki sesiyle konuşmakta acel e etti :
- Ağabeyime gide li m : Masrafsız o lu r. Sonra bir y ıldan fazla oluyor görmeye I i . . .
Biraz daha ağı rlaşt ı . Yumuşad ı . Saçların ı 'okşad ım: "Bu san , ipek saçlar öbüründe yok."
- Saçlar ın ı kesmeyişin ne iyi . . . dedim . Güldü, devam ettim : - Hele örgüleri alnın ın üzerinde toplayı nca ne kadar güzelleşi
yorsun. Baş ın ı göğsüme iyice, iyice bastırarak birkaç defa sağa sola
çevirdi . - Bunun sen de farkı nda olmalısm: Nişanl ı iken bana hep öyle
gelirdin. Yann da öyle yap. Baş ın ı birdenbire kaldı rd ı . Bana bakarak: - Ağabeyime deği l , Istanbul'a deği l , o günlere, on üç sene önce-
sine gidebiisek. . . .
Onu s ıkı s ık ı kucaklad ım . Yanağı alev alevdi . :- Y ı l lar, saatler, saniyeler değil , biz nereye gidiyoruz; deği l y ı l
larca önceye ait olanlar, sabahki duygularımız nerede; onlara niçin hükmedemiyoruz? Kararlanmıza, iyiniyetlerimize rağmen dostluklanmızı , sevgimizi . . . Aşk ımızı el imizden alan ne?
Sustu. Çenesinden tutarak yüzünü bana doğru çevird im: Bu yüz radyo lambasın ın zayıf turuncu ış ığ ında belli beli rsiz, çok eski bir rüyada görülen bir yüzün hat ı ras ı gibi görünüyordu. Ben bu' rüyayı on yedi yaşımda iken görmüş ve onu senelerce şehir şehir, sokak sokak aramış, daha i lk karşı laşmamızda, göğsüm daralarak: " Işte bu odur!" demiştim.
- Gözlerin hep böyle taze, hep böyle yeni kaldı lar; onları daha şimdi gÖrüyormuşum gibi . . .
588
-------------------------------------- Buhran
- Bu kadarcık - ış ıkta renkleri ni farkedebil iyor musun? dedi. - Evet, dedim. - Ben de seninkileri , dedi . Sustuk ve birbi rimize daha çok sokuldı:ık. Aynı ses bir başka
şark ı söylüyordu.
d ı .
- Sen, dedim ; Ömer'in , �y!a'nm annesi, benim kanmsm.
Başın ı tekrar omuzuma dayadı . - . E n çok hangisini seversin? diye sordum. - Seni, dedi . Sesi rüyah ve çok hafini : Ya sen? diye m ın ldan-
- Ben de seni . . . dedim . Hafifçe titredi : - Yatal ım art ık, uykum var! . . dedi . - Ben uyumayacağı m bu gece . . . ne olur sen de kal , dedim. - Peki ! Uyumak istemiyor, uykuda değişmekten korkuyordum. Bu nası l oluyor, öteki, otuz küsür yı l l ık hayat ırnın nesi var, nesi
yoksa, her şeyimi anlamsız laştı rarak, bana hükmedecek kudreti nereden alıyordu? Kaç defa bunun başlangıç noktasını yakalamak için , şu son iki haftarnı didik didik ettim ; çektiğimi Allah bi l i r.
Kolunu omuzuma att ı . Bi leğini tuttum: - Sen, diye f ıs ı ldad ım ; annerne ait bir hatı ra, çocukluğumdan
kalma bir şarkı gibisin . Bana onlardan daha yakın, onlardan daha , çok sahipsin . Ben sensiz kendimi düşünmem ki . . .
Başın ı yine göğsüme iyice bastı rarak birkaç defa sağa sola çevirdi :
- Sedirde, hayı r yerde otura l ım . . . dedi .
589
,Anne Hikayeleri ----------------
Hal ıya oturdum. B i r bananiye ald ı . Baş ın ı dizime koyarak uzand ı . Bananiyeye sarı ld ı .
- Odamıza ç ıksaydık ! dedim. - Hay ı r, dedi ; çok iyi , dedi . Yükselen ay, pencereyi az i lerimizdeı hal ln ın üzeri ne düşür-
müştü . - Oraya gidelim ! dedim . - Hayır, dedi ; o raya bakal ı m daha iyi o lu r. Niçin korkacakmı şım? Hal ıya düşen aydı nl ık çerçeve içerisinde en eski h�Uıralarl keş
fedi lmemiş renkelere bürü lü o larak uçuşuyor, uçuşuyorlard J . Ve d ışarıda ağaçlar, ay ış ığ ı. alt ı nda, damarlarında usare yerine nur dolaşırmış gibi , p ın l p ı n ld ı lar.
Neden korkacak mış ım? Gel in odası döşeniyor veya ben doğumu mu bekliyordum. Veya i lk karşı laşmadan az öncesi idL Ertesi günü bir hayli borçlandım: Bir çay takımı aldım, perdelik
ler ald ım, su bardaklan a ld ım ve Ceza hakimine bir defa, bir defa daha, bir defa daha, tam üç defa pikette yeni ld im.
590
-------------- Annedilini Hatırladıkça Bak
ANNECİGİNİ Tarık D URSU N K.
FOTOGRAFIN arkasındaki "Anneciğini hatırladıkça bak" yazıs ı ; sağ alt kenar üçgeninden sol üst kenar üçgeninin ortasına doğru yürüyor. Iş lek, açık bir yazı . Bir kadın elinden çıkma. Yine de annemin değiL . Bir komşu kız ına yazdı rm ış mutlaka. Annem yeni yazıyı öğrenemedL Uğraşa didine okumasın ı söktü ; yazmaya gelince, i lkokul birinci s ın ıf öğrencileri ninkini arid ı rı r büyük büyük harflerle bir imzasın ı atmayı bi ldi , o kadar.
Gazeteleri okurdu , kitop okurdu, ağabeyimden gelen mektupları okurdu; iki sat ırl ık bir-karş ı l ık yazmak gerektiğinde de ya benim başımın etini yerdi ya da bir komşu öğrenci çocuğunun. H iç kimseden yard ım görmedi mi oturur, eski yazıyla kendi yazard ı .
Yedi kardeşten biriydi annem. Üstelik, ıbrahim day ımla ikiz eşiydi. Birbirlerine hiç benzemeyen ikiz iki kardeştiler. Annemin bütün çocukluğu Bostanl ıköy'deki evlerinde geçmiş. (Ninem ö ldüğünde , bütün kardeşler miras kavgas ına düştü . Anlaşmayınca mahkemeye kadar gittiler. O yoldan sat ı ld ı ninemin eviyle bahçesi. Bir doktordu galiba, bin sekizyüz e ll i U raya aldı herşeyi . Annemin payına düşenle koluna dizdiği beş a lt ın bi leziği sonra ları s ı rayla bozdurup gün gün yedik. Annem hep "baba ocağım, rahmetli aQam ı n evi , bahçesi" dediği bu yeri , y ı l larından ard ından, ağabeyi m sekiz bin l iraya yine geri aldı o doktordan.) Yunanl ı ların Izmiri işgalinde, annem, delişmen bir kızmış, anlatırdı ,hep. Dedemin çektikle-
591
Anne Hikayeleri
rini bir tür lü u nutmazdı . Işgalden hemen sonra Bostalnl ıköy'de ku:" ru lan Yunan karakolu ; tellal ç ıkart ıp kimin elinde, evinde tüfek, tabanca varsa getirip t esl im etmesini istemiş . Dedem bunu duyar duymaz kahveden eve gelmiş, tüfeğini bahçedeki en sık mandalina ağacın ın dalları arasına saklamış. Giritli komşularından biri görmüş bunu, yememiş içmemiş, karakola yetiştirmiş : "Kürt Memedağa, gördüm, tüfeği ni bahçesine saklad ı ." Dedem, Harput ası l l ıydı . Annemin dediğine göre, derebeyi imiş, Varl ıklı , görkemli bir kişi yanL Çok kardeşliymiş. Kız kardeşlerinden biri gönlünü bir delikanlıya kaptırmış ve kaçmiş ona. Iki sevgili dağlara vurmuşlar. O e llerin dağları güzel dağlardı r, yabandı r, çıplakt ır ama yine güzel dağlard ır. Iyi adam saklar. Dedemgil bu nası l olur diye küplere binmişler. Bir kız, koskoca Suyolculanndan olacak, anas ın ı , atas ın ı , kardaşlann ı tepecek, kimseye danışmadan sorgusuz sualsiz kendi bi lip kendi beyendiğine g idecek, öyle mi? Dedemgi l si lah lanıp tezden atlanmış , ardlar ına d üşmüşler. K ızla oğlan kaçmışl�r, bunlar iz sürmüş, kovalamışlar. Bir dağ köylüğünde kıst ı rm ışlar. Köylü vermezden gelmiş. Dedem, ağzı köpük içinde "ateşe verir, taş taş ·üstünde komam köyünüzde, bilmiş olun !" demiş. Namı deliye de çıkt ığ ından şerrinden ürkmüşler. Köyün kocaları araya girmiş, "Etme, eyleme Memedağa," demişler. "Bir kez birbi rlerine gönül düşürmüş bunlar. Sen büyüksen , büyüklüğünü biL . Bağışla. Varsı nıar, gözünden ı rak bir köylük yerde mekan tutsunlar. Namus namus diyorsan, masaldaki g ibi yap. AI oğlanın mintanın ı , dağlardan bir yaban ceylanı vur, kan ı na bele, yüreğini de hançerle oy, götür babanın önüne at; işte, de, işte yüreği o hayın ın erkeğinin." Dedemi razıdan getirernemişler. " Ben babama yalan diyernem. Gözlerime mil çeker bir anlarsa . . . " demiş. "Verin oğlanla kızı bana. lşim var, işi mi bitireyim." Kocalar susmuşlar.
En yaşl ıs ı , "bari ," demiş, "Bırak, oğlana bir silah verelim, ölcekse dövüşerek ölsün." Dedem buna karş ı çıkmamış. Oğlanı s i lahlandı rmışlar, sal ıvermişler. Sabaha kadar sürmüş müsademeleri . Gün ışırken tüfek sesleri dinmiş, ortalığı bir suskunluk sarmış. Köylüler çıkmışlar, bakmışlar: Oğlan da ölü , kız da. I ki sini bir mezara koyup öyle gömmüşler. Dedem bu olaydan sonra durmamış, kaç-: mış memleketinden. Kaça kaça ızmir'e gelmiş. Kemerindeki san
592
------------- Annecigini Hatırladıkça Bak
altınlan bozdurmuş, bu bahçeyi sat ın almış, evi , o iki göz odall toprak evi bir başına yapmış, komşu bahçenin kızı ninemi de alıp evine gelin geti rmiş. )
Dedemi karakola çağırmışlar. "Benim Wfeğim yok," demiş dedem. "Var, domuzluk etme ," demişler. "Saklamışs ın . Edebin namusunla getir gel şunu." Dedem diretmiş. Kıramamışlar Kürt i nadın ı onun . Falakaya yat ı rm ış lar. Ağzında diş bırakmamışlar. "Yok," demiş hep. "Benim Wf.e'ğ im yok."
yüzleştirmişler. Yarı ölü getirmişler, mandalinanın dal ları a:'ras ında sakl ı tüfeği e l leriyle koymuş gibi bu lmuşlar. Aylarca hapis yatmış, Sonunda hapishanenin gardiyanına para yedirmiş de kaçmış. Anadolu'nun içlerine geçip Kuvvayı Mi l liye'ye yazı lmış. Askerle birlikte ızmir'e gi renler arasında dedem de varmış. Gelmiş. Kendisini ihbar eden komşuyu bulmuş, ağzına dayamış tüfeğinin namlusunu : "Ölümlerden ölüm beyen bakalım !" demiş
"Ama," d iye anlat ı rd ı annem. "Komşu gavuru, ağlayıp hüngürdeyerek babamı n ayaklarına kapandı . Karıs ı , çocukları, babamın bir e lini b ırakıp öbür e lini öpüyorlard l . Babamı bir duraksamadır ald ı . "Allah belanızı versin !" diye bağ ı rd ı . "O kadar çok i nsan ö ldürdüm ki , art ık zoruma gitmeye başlad ı . Basın gidin burdan, bi rinizi bi le gözüm görmesin ! "
Komşular gün bat ımmdan önce p ı l ların ı p ı rt ı lann ı toplamış , gitmişler.
"Girit'e ," derdi annem.
Babama vard ığ ında yaşı onikiymiş. "Büyükannenler görücü diye geldikleri s ıra sokakta k ızlarla oyun oynuyordum. Babam da çok kızmış, "benim kız ım daha ufak, eti ne, budu ne . . . " demiş.
Sonunda razı etmişler ama dedemi . Güzel bir düğün olmuş. Bahçedeki bütün ağaçları kağ ıt fenerlerle, "Yaşa Gazi Mustafa Kemal Paşa" yaz ı l ı bayraklarla süslemişler. O cumartesi , sabahtan kad ınlar gelin hamamına gitmişler, annemin iki el ine kına yakmışlar. Pazar günü , erkekler kendi aralçınnda eğlenmişler, akşamına
593
Anne Hikayeleri ---------------da baba evinin kapısına iki atl ı bir Iandon dayanmış. Annem, dedemin yan ına varmış.
" Eh , gidiyorsun h a ?" demiş dedem. Ninem, annemin yerine : "Gidiyor," demiş. "Artık kendi evi oldu onun da."
- "O ana kadar bana bir oyunmuş gibi geliyordu her şey," derdi annem . "Babama baktım, anneme baktım, içim burkuldu. Annem hemen anlad ı , kopup ge ldi . "Sakın ha," dedi . "Sık dişini . Uğursuzluktur." dediğini yapt ım , dişleri m bi rbi rine geçi l i , önce babamı n, sonra annemin e llerin i öptüm. Babam uğurlamaya çıkmad ı . Kapı önünde annem, ikiz eşim ıbrahim, ısmail dayın, Ethem dayın, Musa dayın, Vedatgi l le r, Hediye teyzem, Aliye ablam, öbür komşuIanmız bir dizi o ldular. Baban, elimden tutu . , arabaya bindirdi. Iki çeyiz sandığ ımdan biri ni arabacın ın yanına, öbürünü arkaya koydular güzelce. ısmail dayın atlara "dehin len , hadi !" diye bağı rd ı . Araba yürüdü . On dakikada bakla tarlaların ın içindeki kese yoldan t ıngı r m ıng ı r koca evine geldik."
Annemin beş çocuğu olmuş. I lki , ağabeyim . Erkek. Ikincisi , kızmış. Üç ayl ıkken ölmüş. Iki de düşük. O birinci kızını hep içi yangı n, anardı : "Yaşasayd ı , şimdi gel in li k çağ ına girmişti . Can yoldaşı m olurdu." (K ı rkbir yaşındayd ı , Muzaffer babamdan Esin'j doğurdu, bi rinci k ız ına duyduklarını ona aktardı . I lk torunu erkekti çünkü .)
Babam, evini , karıs ın ı , iki çocuğunu ansızın b ı rakıp gittiğinde, ben, yedi yaşındaydım. I lkokula gidiyordum. GÜzdü. Okul önlüğüydeydim, Gülsefa'nımın oğlu , sonra Doga, Remzi , bi r de ben diringa oynuyorduk. Bahçedeydik, babam üstümüze geld i . Belki daha önceleri gelmişti de biz sezinleyememiştik. Bahçeyi kuşatan taş duvarları n bir ucundayd ı . Nar ağacın ın dibine oturmuştu , bize bak ı yordu . Diringa yüzünden Doga'yla atıştık, sövdüm ben de .
Babam duvardan geçti , yanımıza geldi . Titriyordum. Doga üç d i ringa'mı aln:lIşt l , anas ına sövmüştüm, o ara babam olmasaydı Doga ben! döverdi , bi liyordum.
594
----------- Annecigini Hatırladıkça Bak
"Niye kavga ediyorsunuz bakayım?" dedi babam. Doga kinle baktı bana. "Anama sövdü ," dedi. "Ver diri ngalarımı benim," dedim. "Üç diri ngamı ald ı , benimdi
onlar." Doga'n ın omuzuna -büyük bir adammış gibi , Doga'yla arka
daşmışlar gibi- e l ini koydu. Bembeyaz bir eldi babamın eli , Maliye'de memu rdu.
"O senin küçüğün Doğan, ;; dedi . i'Hem birdaha öyle ayıp şeyier de söylemeyecek."
Bana döndü . "Söylemeyeceksin ı deği i mi?" dedi . Istemiye istemiye "evet," dedim. Önlüğümün cebinden bütün
diringalarımı ald ı , Doga'ya verdi babam. Doga diringalan ald ı , kaçt ı . Del i o ldum.
"Niye verdin ona diringalarımı?" dedim. Babamın yüzü aydıhl ık içindeydi , parl ıyordu. "O pis şeylerle oynamayasın diye . . " dedi . "Ama öbür çocuklar oynuyor . . . "
595
Anne Hikayeleri
:IYİNEMİN İKİ KUMRUSU Tank DURSUN K.
ANN EM IN ANN ES I Bostanhköy'de oturur. Kara Bostani ıs ı da derler adına ; denize bahçelerden, bakla tarlalarından geçerek yan m saatte zor varı l ı r. Haftada bir gün, annem, ninerne g itmeden edemez. Ninemin dedemden kalan bir yanı Abidin amcalara, bir yanı Güzin teyzemleri nkine bakarı bahçesini ı smail day ım ekip biçer. (Her dönüşümüzde ısmai l day ım bahçeden zerzavat toplar, büyük bird kargı sepeti t ıka basa doldurur. Annem, Alireis mahal le- . sindeki komşulanna övünçle dağ ıtı r getirdiklerin i . "Bizim bahçeden," der. "Annemgil in bahçesinden hepsi ." Domatların üzerindeki t ı rnak biçimi sarı çiçeklerini de herkese gösteri r. )
Ninemin bahçesi yemiş ağaçlanyla doludur. Abidin amcanın oğlu fahri , incir ağaçların ın en tepe/erine çıkar, hiç karkmaz. Ağaçlardan, güneşte kavrulup kurumaya yüz tutanların ı toplar hep; o i ncirler daha baı ı ıd ı r, ik'imizde bil iriz. Büyük kuyunun başında oturu r, ağustosböceklerinin bütün çevreyi dolduran çınlamaların ı dinleye-\ rek dönme dolabı çeviren gözleri bağl ı atı dehdeh leriz. Atın her dö-nüşüyle boş kova/ar dolar, beton havuza akan su, yalaktan arklara geçer. ısmail day/m, günü tepeye vard ı rmadan fideleri su lar: Baş ında poşu, e li nde çapa, dikkatle arkı gözler. Fideler birer birer suyu yedi mi , keser, yolunu döndürüp ağaçlara çevirir.
Fahri 'yle ç ıplak ayaklarımız ı havuza sokarız. Dönme dolabın atı bazı baZ ı yorulur, yavaşlar, (belki d� oyunun farkına varır, hiçbir
596
. \:'
-------------- Ninemin İki Kumrusu
yere gitmediğini , hep aynı daire içinde döndüğünü sezinler) duru r gibi o lunca, kulağı kirişteki ısmail dayım, "hey," d iye bağ ı rı r. "Çocuklar, n'oluyor orda?"
Fahri, ı smail dayımm sesini alı r almaz hemen fı rlar, uzun kargıs ıyla atın sağ ı rıs ına vuru r; at h ızlanı r, seker gibi yürür, üçüncü ya da dördüncü turunda yine eski yavaşl ığ ına döner.
Öğle yemeğinden önce (ninem, hep domatlı et yapar bize. I stasyonun karşısındaki çifte kahvelerin önünde her gün kaçak et keserler. ısmail dayım döş taraf ından kuşbaşı doğrat ır; ninem bahçeden domat toplar, toprak güveçte çal ı Çırp i ateşiyle yemeği kotan� verir) ' Fahri'yle Tomaza'ya g ideriz. Tomaza, Bostan lı köy'e çok uzaktır. Yayan, yarım saatten fazla çeker. Biz Güzin teyzemin oğlu Nusret, Şükran ablamın oğul ları Celal'le Cevat bir de Isa dayımın en küçüğü Ali kat ı l ı r. Tren YOlunun izlediği kara batakl ığ ın karg ı l ıkları içinden Tomaza'daki büyük köprünün alt ına kadar gideriz! Büyük köprünün oralan kuş luktur. Öbür çocuklar geli rken yanlarında ekmekle bir kaç taze soğan geti ri rler. Çevre bahçeleri nden ham domat da koparırız. Kuşlar sapanla avlanacak, tüyleri yolunacak, taze taze pişiri lecek; hepsini birbirine katık edip yiyeceğiz.
"Sen s ın ıf ın ı geçtin mi?" "Geçtim." "Kaç pekiyin vard ı?" "Dokuz. Senin?" " Be nim de ." Sapanların lastikleri , en iyisindendir. Kara lastikten. Bir çektin
mi , kolunun uzunluğunca geri li r. B ı rakı ldığ ında ard ındaki deri parçasına sanı ! bekleyen taş, kyrtu lmasıyla birlikte vınlayarak rüzgardan daha h ızl ı gider, ağaçların dallarında habersiz duran kuşçuğu pattadak vu,rur, yere i ndiri r.
"Ben vurdum, ben vurdum!" "Hayır, ben vurdu m ası l !"
597
Anne Hikayeleri ----------------
Herkesin taş ı na mim konmuştur. Fahri 'ninki lerde F. Celal' le kardeşininki lerde C .Nusret'inki lerde de N harfleri . Ali , sapansız, cepaneci lik yapar, taş taş ı r. Kuş taşı göğsünden yer. Bazan da baş ından. Taş, gelmiş çarpmış , başparmak büyüklüğündeki baş ın ı darmadağ ın etmiş. Bazan da yaralanmamış , yalnızca ald ığ ı darbeden sersemlemişti r. Fahri , kapar kapmaz, bir çekişte başın ı gövdesinde n ayınverir . Hayvanın kopuk, kanl ı baş ın ı tarlaların içine savurur.
:'Ateşi yak ın , çabuk, kebap edel im şunu !" Tüyleri yolan parmaklar ın ı görmenin imkan ı mı vard ır ! B i r de
bakmışs in , kuş yolunmuş, ayıklanmış , temizlenmiş bi le . Oüdük karg ıs ın ı i nce i nce ayır ı r, Celal'e venr. Celal , kargı şiş lere kuşlan geçiri r, Cevat' ı n yakt ığ ı ateşte pişiri r, herkese pay eder. Ekmek
, arası yeriz. Biraz soğandan, birazcık domattan . . . Annem, öğle yemeğinde olmayış ıma çok k ızar. Tomaza'dan
sonra çocuklarla bakla tarlaların ı kesti rmeden yarıp deniz Bostanh 's ına, yüzmeye gideriz. Oönuşte annem sigara çeker : Nerelerdeydim, kimlerleydim, nereye gittim, nfaptım bu vakte kadar, yoksa ��re ��n � ? .
"Girmedim," "Yemin et !" "Va lla'i , bi l lafi g irmedim." "Annemin biricik ölüsünü öpeyim ki , de !" Annemin biricik ölüsünü öpeyim ki dersem, annem, hemen
oracıkta dizleri üzerine çöküp ölüverecek, ben de suçlusu olacak san ı rd ım kendimi . Susar, başımı keserdim. '
"Gel bakayı m yanıma!" Yan ına giderdim. Gömleğimi sıyırı r, di l iyle s ı rt ımı yalar, kızg ın
hkla yere tükürür.
• b
"Girmişsin işte ! Bak, her yanın tuzlu."
598
--------------- Ninemin İki Kumrusu
"Bırak çocuğu, denize girmişse girmiş . Ölüm yok ya ucunda?" der ninem.
El imden tutar, annemden kaçır ır beni . "Gel anam, gel güzel oğlum benim, biz kumrularımıza gidel im,
bakal ım n'apıyorlar!"
Ninemin iki kumrusu demlenerek büyük narın dibinde kırmızı ayaklarıyla pıt ı r p ıt ır dolanırlar. Ninem eteğine doldurduğu sofra art ığı ekmek k ırıntıların ı. önlerine döker. Kumrular ninemden hiç kaçmazlar, e linden yem yerler. Ninem tek tek tutar, bana da sevdiri r kumru ların; . Kirpiksiz, .çipi l , açık kahverengi gözleriyle yüzüme ba:. karlar. Yüreklerinin heyecandan güm güm vuruşunu bile duyar ım. S ıcak gagalanndan öperim, irkil i rler, kanat ları ç ırp ın ı r.
"Nine, kumruların eti yenir mi?" "Yenir mi h iç? Günah. Onlar, Havva anamızın kuşlar ı . AvIaya
n ın yuvası y ık ı l ı r. " çifte kahveleri n karş ıs ındaki çay ı ra cambazhanenin geldiği
gün, dayım beni yat ıya alakoydu. Annem akşamüstü döndü. Yatsıyla bir cambazhane çalgıcı ların ın gürü ltüsü ninemlere kadar gelmeye başladı . Lokmalar boğazıma dizi l i . ısmai l dayım lihadi , kalk, gidiyoruz" desin diye ağzı n ın içine bakıp durdum.
Krepon kağıtlanyla kordonlaşmış, kağıt fenerlerle süslenmiş , renk renk minicik ampullerin ış ığı nda cambazhanenin kuru lduğu çayır gündüze dönmüş. Bir keman, bir klarnet bir de davuldan kurulu cazband çağ ı rgan havalar çal ıyordu. Pul pu l elbisel i bi r dansöz kadın arada kapıya çıkıyor, elindeki zi l leri şakırdatarak müşteri kız ışt ı rmak için göbek çalkalayıp şarkı söylüyordu : bahçelerde gezelim -Olmaz mı be şekerim- Can ımsın , ruhul11su n- Var oldukça sen benimsin !"
Cambazhanenin i bişi ı yüzü al larla, morlarla, k ı rm ızı larla boyal ı , dansözden sonra el inde çıng ı rakla kapıya durmuştu , bağı rıyordu : "Hadi, başl ıyor, başlıyor! Bir gören pişman, bi r görmeyen ! Ölüm cambazı Hayri Telgezer programına başlıyor!"
599
Anne Hikayeleri
Önden küçük bir fası ı geçilecek. Yaşları kırkı çoktan aşmış, san benizli , hastalıkl ı bakışl ı iki üç kadınla iki üç erkek seyircilere karşı tahta sandalye lere oturup saz eşl iğ inde eski zaman şark ı lann ı okuyacaklar. Kimse d inlemez onlan. Bil irler v e umursamazlar. Çocuklar ın gürü ltüsü herkesi rahatsız edecek kadar artarsa, fası ldaki ler seslerin i yükselti rler, gürültücülere gözdağı veri rler.
Sonra ibişin başro lünü oynadığı gü lünçlü bir oyuna geçi lecek. Ö lü m canbazı H ayri Telgezer, temsi l in en sonuncusudur. Tele ayağın ı attı mı, çevrede kim varsa soluğu nu tutacak, cazband bile duracak. Yaptığ ı korkulu numaralara kadın lar çığl ık atacak, çocuklar bağı rarak, erkekler takdirle alkışlayacaklar.
ısmail dayım o gece bir hoş. Kıpır kıp ı r, yerinde duramıyordu. Ibişi n yaptıklarına da gülmedi pek. Akl ı nı n başka yerlerde o lduğunu anladım. I ki de bir başın ı çevirip çevirip bir yerlere bakıyor. Beş dakika isti rahat'ta yeri nden kalktı ;
"Gazoz içel im, hadi !" dedi , cambazhaneden çıkıp çifte kahve'7 leri n tulumbal ı olan ına gittik�
"Ben cambazı görmeyeceğim, tl dedi gazozlanmızı içerken. "Biti nce Fahri 'yle eve dönersin , deği l mi?"
"Sen n'apacaksın?" "Benim bir iş im var," dedi . B ir ş işe gazoz daha ald ı . "Bunu da Fahri'ye götürürsün . " "Olur." Ibişin başlama çıngırağın ı duyana kadar gazoı;umu içip bitir
dim. "Dayın ne "de?" dedi Fahri , sordu. "Gelmeyecek. Bir i şi varmış , biz ikirniz dönecekmişiz," de
dim. Davul vurdu, klamet öttü, keman inledi ,seyirci lerin hepsi dikkat
600
-------------- Ninemin İki Kumrusu
kesi ldi ler. Cambazlar cambazı Hayri Telgezer ölüm numarası na başl ıyordu .
Istasyonun arkasındaki karanl ı k ara sokağa 'saparken ısmail dayımla karş ı laştık. Yolumuzu kesti .
"Herkes dağ ı ld ı mı?" dedi . "En son biz çıkt ık," dedi Fahri . "Geli n ! Sizle bi r iş yapacağ ız, ama kimselere söylemek yok.
Söz mü?" "Söz," dedi Fahri . Son tren Tomaza'ya çıkal ı epeyi olmuştu. Çevre ı ssızd ı , kah
veler kapanmış , sokaklarda başı boş köpekler yaz gecesinde bir-birlerin i koval ıyorlard ı . '
!stasyona döndük. Cambazhane karanl ık lar . içindeydi . ısmai l day ım, Fahri'yle beni durdurdu .
"Biri lerini gelirken görürseniz kumru gibi guguklayan, ben anlanm." dedi , gitt i .
Arkası ndan bakt ık : I stasyonu geçti , i nci rte rin a lt ında kayboldu .
Bir süre bekledik. Ne olacak diye içimzi içimizi yiyordu . Kimse gelmed i , kimse geçmedi yanı mızdan . Gecenin suskunluğunda Fahri'yle birbirimize sokulup du rduk.
Tomaza�dan Basmane'ye inen tren Bostanl iköyde durmadan geçti gitti . Onun gürü ltüsünden olacak, ı smai l day ım ın geldiğini duymadık. Ansız ın karanl ıkta beli riverdi . Yaln ız deği ld i , yanı nda bir kad ın vard ı . Kad ın elinde bir de bohça taş ıyordu .
"Hadi , yürüyün," dedi ısmail dayım, hepimizi önüne kattı . Fahri'yi evlerine b ı raktık, Güzin tayzemleri n bahçesinden vurup bizim eve geldik. ısmai l day ım anahtarla kapıyı açt ı , g i rdik. . Ninem uyand l . Uzun, pazen geceliğiyle ocakl ı odadan geldi .
Idarenin fiti l ini açt ı . bize bakt ı , çOk şaşırd ı . Lambayı kald ı rıp gözleri
601
Anne Hikayeleri ---------------hizası na getird i .
"Hayırd ır," dedi . "Bu . . ısmet deği l mi? Nloldu k i a yavrum, başı-na bir şey mi geldi yoksa?"
'
ısmail dayımın getirdiği genç kadın iki letmeden ninemin e li ne kapandı , öptü , baş ına koydu .
"ısmet'i a ld ım, getirdim ana," dedi. ısmail dayım yetişmeseydi , ninem eli ndeki lambayı az daha düşüreyazdı .
"YanL." dedi n inem. "Kız ı , Kaçırd ın , öyle mi?" "Kendi gönlünün rızasıyla, ana," dedi . ısmail dayım. "Işte yüzü,
işte yüzüm. Saçın ın tel ine bi le dokunmadım." I lk kez ısmet yengemin sesini duydum. "Ben kendim istedim; kendim geldim, ana," dedi. Sesi sıcacıktı .
" Istemezsen, oğluna yakışt ı rmazsan, ben gerisin geri dönerim. Evimiz uzak deği l . "
Ninem boşanıverdi . " Istemernek ne demekmiş? A yavrum, ben kimin de seni Isma
i ll ime yakıştırmayayım? Siz ikiniz gönül kesmişseniz ben neci olurmuşum! Madem he dedin, madem sen istedin, buyur, hoş geldin evimize. Bu ev bundan böyle senin de evindir."
ısmet yengem ninemin ö nünde diz çöktü , yanaşt ı . "Beni de k ız ın bi ldin mi ana?" diye sordu. "Benim kız ım çok," dedi ninem. "Var, bir kızım da sen ol. Dost
larımız göneni r, düşmanlarım ız çatlar." Dayıma döndü. " ısmail , dikelme ayakta oğlum. Geç öbür odaya, kırmızı yorganı al getir, · ben de yüklükten gün yatakla temiz çarşaf çıkarayım, karyolayı hazırlayayım size."
ısmet yengdm ocağın yanında yer ald ı , bohçasın ı apış arasında tutup bekledL, Ninem içerki odada büyük, dedemin mirası karpuz lambasın ı yakt ı , ortal ık gündüz gibi aydınlandı . Demi r karyolan ın bi rinci yatağın ı altüst etti , yüklükten çıkardığı yeni atı lmış yün
_ . : .... ,.:- -
602
-------------� Ninemin İki Kumrusu
yatağı üzerine yayd ı , çarşaf değiştird i . "Çeyizimde getirmiştim bur.J ," dedi . ısmet yengeme. "Kısmet
bugüne imiş." ısmai l dayım hiç konuşmadan ısmet yengemin yanında duru
yordu. Ninem işin bitird i , doğru ldu . Yanımıza geldi . Elimden tutup kal
d ı rd ı beni . Biz Abidin amcalara gidel im, orda kalal ım bu gece," dedi . ısmail dayımla ısmet yengemi evde b ırakıp gecenin o saatinde
Abidin amcalara geçtik , uyandırdık, onlara misafir kald ık.
o gecenin sabah ı ısmail dayım, ısmet yengemi almış, i lk trenle ızmir'e Ethem dayımlara gitmiş. ısmet yengemin anas ı , babası , erkek kardeşleri bu runlanndan k ı l ald ı rmış, sabah sabah bahçeye doluştu lar. N inem hepsine karş ıcı ç ıktı .
"Sabire hanım, gördün mü ısmai l oğlunun yaptığ ın ı?" dedi . ısmet yengemin topal babas ı . YÜklendiği gül dal ından bostonu elinde titriyordu .
Ninem bilmezdEm geldi . "N'apmış?" diye sordu. "Bizim ısmet'i kaçı rmış. Namusumuz iki paral ık oldu , iy i mi?" "Iyi , " dedi ninem. "Eğer öyle yapmışsa, pek iyi etmiş. Ewel eski
ısmet'i beyenirdim, ah , n'etsem de şu kız ı Ismail' ime alsam, evimize ge li n geti rsem derd im. ıçimden geçen, rabbime malum olmuş . . .
ısmet yengemin anası bacakların ı ayı rd ı , ninerne ateş püskürdü.
"Benim kızım senin oğluna layık olabi l ir, ama senin oğlun benim k ızımı layık mı bakal ım. Sabire hanım?" dedi . Sesi tren yoluna
603
Anne Hikayeleri ---------------kadar uzadı . Ninemin iki kumrusu büyük nardan ürküp yere indiler, her an kaçmaya h az ı r kanat gerdi ler.
'
"Orasına ne sen karış ırs ın ne ben," dedi ninem. "Çocuklarımızın bi leceği şey. Benim oğlum senin k ız ın ı zorlamış da mı kaç ı rmış? Öyle olsayd ı , ş imdiye Bostanhköy çoktan ayağa kalkardı . Ikisi de gön�1 kesmiş/er birbirlerine, olur mu o lur, demişler. Ben n'apanm, sen n'apars ın?"
ısmet yengemi n topal babası bastonunu yere vurdu. "Karakola haber ettim," dedi . "Candarma bir bulursa oğlunu ,
yandı ." "Devletin e li uzun ," dedi ninem. "Şe riatin kestiği parmak acı
maz." Oğlanlardan biri kabadayı duruşluydu. "Evde lerse söyle çıks ınlar, yoksa fena olur bu iş in sonu," de-
di . N inem güldü . iLA yavrum," dedi . "Sen ne zaman cin o ldun da adam çarpmala
ra kalktın?" "Evdeler mi?" "Ben bi lernem," dedi ninem. "Biisem de söylemem. Biri oğlum,
öbürü gel inirn." Kabadayı oğlan horoz gibi kubararak ninerne geldi . "Teyze," ded i . "Ben delinin biriyim. Üstüme varma fazla." Ninem baş ın ı sallad ı , yeniden güldü . "Sen deliysen ben de Kürt Memeda'nm karısıyım. Çiğneyebi
I irsen çiğne beni , geç, bak içeri !" Babası , oğlana seslendi . "Uyma oğ:u:'n, şeytana lanet, b ı rak! Bunlar hem suçlu , hem
güçlü !"
, 604
-------------- Ninemin İki KumrUBU
B9yle dedi , döndü . Bağ ı rd ım ama duyuramadım, geç kaldım. Ninemin ik i kumrusundan biri , olrndan bitenden habersiz koştu rarak ısmet yengemin topal babasu ı ııı ayaklarına dolandı . Adam ürktü , k ızg ınhkla bastonunu kald ı rdığ ı gibi indirdi . Kumrucuk darbeden kaçamadı .
Herkes durup öyle kalacak, yerde ç ı r çı r ç ı rpınan kumrucuğa bir çare bulacak sand ım. ısmet yengemin akrabaları hiç ald ı rmadan çekip gitti ler. Ninem, gözlerini onların gidişierinden ayrımaksızın yere çömdü . Başı kopuk kumruyu avucunun içiyle sevdi . öteki kumru guru ldayarak geldi , sokulacakken ninem onu yana itti, görmesini istemedi .
Kumru hemen öldü . Ninem keserla narın a ltına küçük bir çukur kazdı , kumruyu gömdü . Bütün gün benimle bi le tek kel ime konuşmad ı .
B i r haftanın sonunda ısmail dayımla ısmet yengem ç ıkageldiler. Izmir'deyken y ı ld ı rı m ,nikah ı da yapt ı rmışlar, öbür kardeşleri hep haz ı r bu lun muşlar.
ısmet yengem eve yerleşti . Anası babasıyla da barışt ı lar. Ninem, kız taraf ın ı n eve geliş gidşlerini kendi sağkan yasaklad ı .
"Dünyada bağışlamam," dedi. "O topaJ pezevenk, ben ölürsem cenazeme de gelmesin , istemem!" '
Ö ldürü le n kumrusuyla acıs ına dayanamayıp üç gün sonra Fahri 'nin tekir kedisine göz göre göre can ın ı teslim eden öbür kumurusunu bir gün olsun unutmad ı .
605
Anne Hikayeleri ----------------
AYŞE Tomris UYAR
- Oğlanı görecek misin bugün? dedi Ayşe. Buradan doğru bize gideriz i stersen. Annemler evde yok nas ı lsa. Uğrar, görürsün .
Sesi teıaşl ıyd ı . Suçlu, karars ız, Sanki yal nızca söylemesi gerektiği için söylüyordu bunu , istediğinden deği l ; yine de ası i duygulan anlaş ı Imasin diye, ayıp olmasın diye, çınlamal ı bir içtenlik katıyordu sesine.
- Bu hafta kalsın artık. Geciktik zaten. Gelecek hafta tamtamına iyi leşmiş olur, sokağa ç ıkarır dolaşt ı rı nm.
- O lakantaya götürme ama. Hem sıkı l ıyor, hem günlerce et kokusu çıkmıyor üstünden.
- Götürmem peki . . . Nesi varmış peki? Doktor ne dedi? - Artık iyi leşti say ı l ı r. Kulak deği lmiş. Ben ondan korkmuştum
ya, deği lmiş. Nezle, kulağa vurmuş o kadar. - Önemli bir şey deği l yani? - Yok - Ama� neyse . . . - Iyi ki . . Sesleri ardarda, h ızla izliyordu birbirini, arada hiç boşluk bırak-
. h
606
-�---------------- Ayşe Haklı
mamacasına ama o boşluk yine de var. Konuşmakla dolduru lmayacak, e lle tutulacak kadar somut , yer kaplayan bir boşluk . Araba kalksa, rüzgar içeri esse, baskısı azal ı r belki .
Ayşe, arka koltuğa bir göz attı . Bomboş daha. Yarım saattir, o üç kişiyi bekliyorlar. Her şeyin,yapraklar ın bi le' kıpırtısız kaldığı bu k ızg ın i kindi saatinde, duru mavisi , esintisiyle soluk veren bu kıyıdan kim ayrı lmak ister? Beleyecekler. Şoför dışarda, kahyayla mıni mını bir .şeyler konuşuyor, s ıcağ ın ağırl ığı alt ında; radyoda mızmız b ir kad ın sesi türkü söylüyor: Dar yerlerde gezdirmedim ben senii i
Arabanın yeşil plastik döşenmiş koltuklan , sabahtan beri tepeden vuran güneşi iyice sindirmişler, içlerinde kaynatıp koyu bir sıvı hal inde yüzeye yansıtıyorlar. Yüzeyde, damlalara dönüşüyor, buğu, ta derin!erde çarpmtıya, iç çeki lişine; baş dönmesi , koyu bir batakl ık fol<urtusu.
Ayşe, kolunu camdan çıkard ı ; havayı kavramak, avucunda tutmak istedi . Bacağ ın ı oynat ı nca, ko ltuk, eteğin sıynldığı yerden kaptı çıplak etini : Plop! Emdi , b ı rakt ı ; k ızarık kaldı orası . Bacağ ın ! kurtarmaya çal ış ınken, s ırt ın ı kapt ı rd ı koltuğa, eteğin kumaşında koyu lekeler belirdi .
Eteğini çekeledi , düzeltti . Eski kocası nı n dirseğine değdi eli : - Af edersin . Gelişigüzel söylemişti ama sessizlik büsbütün koyuldu , acemi
leşti . Kaç y ı ld ı r, nereye gitseler birl ikte görü ldükleri ağ ı r, boğucu ev-içi havası yay ı ld ı arabaya. .
Demin denizde, h içbi r gölgeyle kararmamış, gözalabi ldiğine bir maviliğe doğru açı l ı rlarken, daha kolay bulmuşlardı sözcükleri . K ıyıda, denizden gelen esinti aralarından geçmiş, günlerin tortula-. r ın ı , kı r ıkl ıkiarı , karalan , belirsizl ikleri s i lmişti , giysi lerini ayn ı yöne savurmuştu. Kumlara sereserpe yatmak, kasıkları ve yürekleri güneşe açmak, iyi gelmişti . Gözkapakların ın üstünde dalg ın bir ağırl ık , yumulu gözlerinin önünde yalnız siyah , san, kırmizi benekler, halkalar, dudaklarında denizin teri-tuzu . O süre içinde aralarındaki
607
Anne Hikayeleri
boşluk, k ıyıdaki lerin paylaşt ığ ı geniş liğe karışmış, özel liğini yitirmiş, tatl ı bir gevşekl iğe bürünmüştü .
Birden ayağa f ırlamışt ı . Ayşe, denize koşmuştu . "Gelsene!" diye bağı rıyordu koşarken. Y�rışacağ ı yüzücü son anda gelmemiş bir şampiyonun güven li , kararl ı , biraz da tedirgin kulaçlarıyla yüzüyordu. Arasıra durarak , soluklanarak, zıplayarak, su püskürtüp su f ışkırtarak. Sonra dibe dal ıyor, ç ıkarken, omuzundan kayan askısın ı düzeltiyordu. Habire konuşuyordu.
"Şu kad ına baksana n'olu r. Kaçırma! Nas ı l ciddi bir yürüyüşe çıkmış kumsalda. Hasır şapkasına, lastik pabuçlarına bak! Adama bak! Midesini içine çek miş, kasihyor. Kadınları kesiyor akl ınca. Ay! Ay ! Şu çocuğu bak! C a-mm ! Ca-n ım!"
Sudan ç ıktığ ı nda , kumlu havlusuna sarınmışt ı yan l ış l ı kla . Kumlu e l leriyle burnundan s ızan su ları si lmiş, burnunun da kumIandığ ın ı görünce gülmüş, koşup denizde yüzünü y ıkamış, havluyu fı rlatıp kumlara oturmuştu.
Şimdi , arabanın cammdan d ışarı bakıyordu ; nedense bir durgunluk, bir hüzün çökmüştü üstüne, Demek deminki sevinci , uçanI ığı , san ı ld ığ ı kadar içten deği ldi ; denii·kıyıs ında-böyle-eğleni l i rgösterisini n b i r parças ıyd ı . Ayşe'yi yaşan ı lan an içinde düşünemezdi h iç. Onun programladığ ı anları hep geriye doğru çözmek, değerlendirmek gerek i rdi . O zaman da davranışlardaki iğreti l ik, genel düşüncelere s ıçrard ı . Suçluluk bast ınrd ı .
Kıyıda, onun kumlanmış burnunu, uzun, parlak saçların ı , askıs ın ın altı ndan görünen yanmamış omuzunu tutkuyla istemişti , gıcırt ı l ı kum tanecikleri yüzünden Ç'leri ve S'leri güçlükle çıkaran beyaz dişlerin i , titreyen dudakların ı , d i l ini . Ama gal iba o anda bi le , içinde ikinci bir erkek, Ayşe'deki öbür kadını özlüyordu. Tanımadığ ı bi r Ayşe'yi ; yanında oturan, camdan dışarı bakan şu uzak kad ın ı deği L .
- Ben iki kişilik ücret vereyim, yoldan nası l olsa birini bulursun, dedi bi r erkek sesi .
Uzun bi r sü redir bekliyordu herhalde, arka koltuktayd ı , oysa
608
- � . : - )
• b
------------------ Ayşe Haklı
onun , geldiğini , oturduğunu duymamışlard l . Şoför, kahyayla tol<alaşt ı , arabaya girdi . Toprak yola geçtiklerinde, esintiyi yüzlerinde duydular. Ayşe'nin saçlarında ince ış ıklar titreşiyordu . Bel irsiz bir yere
bakıyordu gözleri . Kirpikieri !<oyu ve uzundu . Dudakların ı is ınyordu. Evet, güzel bir kad ındı eski karıs ı .
Daha birkaç y ı l önce, avuçları onun avuçlanna değdiğinde, ufacık bir sürtünmede, genzi yanardı tattan. Ayşe , o zaman d� böyle uzak mıydı acaba? Yoksa paylaş ı I' m ıydı o tad ı?
Bi lmem. Yalnız, gözlerimizi bi rbi rimizden kaç ı rı r, öte lere bakardık birlikte. Konuşsak, açıklasak, o şey bozulacakmış gibi . Belki de Ayşe, aynı tad ı paylaşamadığı için kaçı rıyordu gözlerin i . Daha baştan . . Bi lmem.
Diyelim ki o şey -her neyse- başta vardı . Ne zaman eksi idi peki? Azald ı ? Bozuldu? Yokoldu?
Bir tartışmada mı? K ıncı bir tart ışma mı , s ı radan bir tartışma mıyd ı?
Başbaşayken mi? Kalabal ıkta mı? Gittikçe artarak mı eski ldi? Yinelendikçe mi? Duru ldukça
mı? Nereye başlamıştı taşlaşma? .
E li mden bi r şey gel i r miydi? Yoksa kaçın ı lmaz m ıydı şu "Af edersin ?"
Bak, Ayşe aynanın karş ıs ında saçları n ı f ı rçal ıyor. O günlerde saçları yine böyle uzun parlak siyah. 25 kere f ırçalıyor, ne eksik, ne fazla; bi r dergide okumuş .
. Biraz önce, yumuşaı<, tüylü terHkleriyle, hiç ses çıkarmadan girdi yatak odasına. Aynasın ın karşısına oturdu. Önünde t ırnak ci lası , b i r krem, b i r dudak boyası , siyah göz kalemi duruyor. Aynada da
, yansıdık lanndan çok görünüyorlar. Oysa Ayşe , süslenmeyi , bo-
609
Anne Hikayeleri
yanmayı sevmez. Yüzü gülsuyu kokar geceleri, ağzı naneli diş macunu. Gecelikleri kal ı n , yumuşak ve uzun kol ludur.
Ayşe çok üşü r. Ayşe, başucu lambasını yaktı , yatağı girdi, tahtaya üç kere vur
duktan sonra bacaklarını kocasın ın (benim) bacakları arasına sıkışt ı rd ı . Sevgiyle değ i l , sevecenlikle deği l , tutkuyla değıi , bacakların ı ıs ıtmak için . Düpedüz. çocuğun üstünü her gece örtmesi de öyle . Düpedüz. Bi r törenin parçası , bi r gösteri'nin : haz ı rlan ış ı çocukluk, genç k ızl ık y ı l ların ı almış, art ık düşünülmeden uygulanan eksiksiz bir törenin .
.
Ayşe çok konuşur: " !çmesene şu sigaray ı , öksüreceksin yine. Odayı havaland ı r
mak gerekecek. Üstünü ör'tesene , üşüteceksin. Yarın gecikmesen bari . Meral' lere gittiğimizde hep "gecikiyo-
ruz . Bu gece iyi eğlendik, değil mi? Ne dersin? O kadar içmeseydin,
sen de katı l ı rd ın konuşmaya. O kızı -hani zeren miydi neydi adı- tuttun mu? Kocasından da
ha sıcak kanl ı , orası öyle ama kocası da belki bıkmışt ı r çenesinden. Çok konuşuyor canım. tatıl konuşuyor diyeceksin ama bıktın r, b ıktın r . . . Sen beğendin , anlad ım. Bir ara, ağzının içine düşeceksin sand ım. Şey sanrna. Kocası kıskanır diye korktum, yoksa ben-"
Her zamanki gibi soruları kendi soruyor, yanıtları kendi veriyordu yine. O gece bir ara dönmüş, kocasının gözlerinin içine bakmışt l . Şarap içti mi, yanakları hep böyle kızarırdı . Uykulu uykulu bakard ı . "B ı rak, şimdi yorgunum," der, s ı rt ın ı döner, lambayı söndürürdü .
O gece, şaşı laşacak bir ustal ıkla alt ıma kayıvermiştL Sevişi rken gözlerini kapamamışt ı , dudaklarını kaçırmamışt ! . Kacınnadan b ı rakmlŞtl kendini . Gerçek sevişmeye bunca yaklaştığı h iç o lma-
610
------------------ Ayşe Haklı
mıştı daha önce. Içten miydi , yoksa körükleyicLbir kıskançl ık sonucu mu? Odada bir kadın varsa, mutfakta oyalanmaz mıyd ı hep?
\
Birbirleri nden çözüldüklerinde, bir an duralamışt ı Ayşe : - Çocuk duymuş mudur? demiş, sonra h içbir şey olmamışcası
na, daha doğrusu , her şey kendisini n dış ında olup bitmişcesine banyoya yürümüştü .
Sonral,ap , ufak k ıskançl ıklar da etkilemez oldu Ayşe'yi . O gece eve döndüğünde, Ayşe sallangaçıl i skemlede otur
muş, ağı r ağ ı r sal lanıyordu . Iş ıklar sönüktü . Karanl ıkta kendin� ninni söyleyen, kendini pışpışlayan bir çocuk gibi öksüz öksüz oturuyordu. Çocuk, kucağ ındayd ı . Gülümsüyordu kocası na .
Kızacağ ın ı ummuştu oysa; eve i lk gecikişiyd i . Gelgelelim k ızmamıştı Ayşe. Kalkıp oğlam kucağına vermişti : "bak babası , ne cici -uyuyor, deği l mi? sen gelmeden yat ı ramadım, sen öpmeden uyumaya al ış ık deği l ne olsa"
Oğlunu yat ırd ıktan sonra dolaptan iki bardak çıkarmıştı . Kendine de içki koymuştu . Yeniden iki sevgi li gibi karş ı l ık l ı içmişlerdi . Bir ara gözleri parladı Ayşe'nin, gü lümsedi : Sevgi , öfke, küskünlük, kin . . . Hepsi vardı bu gülüşte .
Hangisiydi?
. Sonra yine dişlerini ovmuş, saçlarını tam 25 kere f ı rçlamış, tahtaya 3 kere vurup yatağa girmişti . Konuşacak zaman bı rakmadan, soru sormadan lambayı söndürmüş, s ı rtı n ı dönmüştü .
Olabi lseyd i , söyleyeceği şeyler vardı karıs ına (Ayşe'ye) . O gece, nicedir görmediği bi r ark�daşına raslamışt ı . Hapisten
yeni ç ıkmıştı' oğlan. Bi rlikte bir yerde içmiş, şuradan buradan konuşmuşlard l . I lişki lerdeki taşlaşmal ı , Yabanc ı l ığ ı . Bir y ı lda yiten gençliği. Her gün biraz daha kal ınlaşan bu alçı tabakasına aşkın bile işleyemediğini artık. Suskunluğu , korkunç susku nluğu .
Nedense , bu i l k gecikmenin baş ına kötü kakı lacağ ı önsezisi vard ı içinde. Sözgel imi , çocuğu neden yat ı rmamış , kucağ ında
611
Anne Hikayeleri ---------------
bekletmişti Ayşe? Neden, bunca karşıyken , içki içmiştD gece yans ı? Bu coşkunluk gösterilerinin aKında bir çeşit kibir, ne kibiri, püpedüz bir kötülük yatıyo rdu sanki . Uzak duran, yüzleşmeyi kendi adı-na küçülme sayan b i r kin.
.
Çocuk büyürken , Ayşe'nin gövdesi oğlununkine kat ı l ıyor ortada bu gelişen kinden başka Ayşe kalmıyordu. Yürü rken kucağı ndaydı çocuk , yemek pişirirken s ı rt ındayd ı . Hiç b ı rakmıyordu . Memeleri , artı k yalnızca çocuğu na süt vermeye yanyordu, kollan ço-
, cuğunu sannaya, kasıklanyla bacaklan çocuğunu sallamaya, Dokunulmamışlıkla, safhkla bedenini durmadan besliyordu , Etini - ka!h ın ı - sütünü cömertçe çıkarıyor, gittikçe solgunlaşıyor, saydamla'ş ıyor, solgunlaştıkça gözlerindeki suçlayıcı bakış , dudaklarındaki sert k ıvrımlar gittikçe art ıyordu. Önünde herkesin eğilmesl gereken bir kutsal - ana - anıtıydı artık Ayşe. Yanağı ndan makas ahna- / mazdı , memesl el lenemezdi . Ası l : konuşulamazdı .
Çocuğuyla arasıda özel bjr sevgi-dili geli ştirmişti : cik'li , cük'lü, pompom'lu , toştoş'lu , b ı'bı l l , pıt ırcık gibi üstelenen sessizlerle zenginleşen , özel bir anlam kazanan bir diL . Baba, (ben) bu dilin , bu iki kişi l ik evrenin d ış ındayd ı , "Hanimiş binbi limin mahallebisi?" diyordu Ayşe. "Hanimiş p ıtnkm çorbası ?"
O günlerde öfkeye kapı imayıp akşamlan evde kalabi lseyeti , her keresinde, "Bu akşamdan sonra h iç gecikmeyeceğim, bu son" demeseydi , belki kapayabi l irdi aralarında açı lan boşluğu.
Gelgelelim Ayşe'nin bulunduğu yerde soluk alamıyordu artık. O ufak boşluğun kıyısi , iki adı m sonra korkunç bir uçuruma açılmışt ı . Bocal ıyorı tutunmaya çal ış ıyordu .
Ayşe çok uzaklardaydı , erişi lemiyordu, gülümsüyordu, hak veriyor anlayışla karş ı l lyor, Evin Babası 'na yemek aymyordu . Başına bir şey kaktığ ı da yoktu . Çocuğunu Baba'n ın kucağına veriyor, öptürüyor, "Babaya da öğreteceğiz bizim dili , di mi kıtınk?" diyordu. "Saati bi r gelsin ! "
Ütünün, bulaş ığ ın , ev temizliğinin, çocuk y ıkamanıo , çamaşı r yI J<amanın , kocayla sevişmanin nası l belli b i r saati-vakti varsa, bu
612
---====-��----===---"'"""""-===-�-====== Ayşe Haklı
gizemli dili öğretmenin de bir zamanı vardı demek. Beklemeliydi . Ayşe'n in yanı nda yaşam, yaygın bir sürede g�çerdi . Her şeye bol bol zaman varmış gibi . Saçlar 25 kere f ı rça!anı r, dişler ovu lu r, tahtalara 3 kere vuru lu rdu.
Camdan, uçsuz bucaksız bir k ı r koştu , gitti , Yolun solunu kıiıhmsi kahverengi tepler tutmuş. Dönemeçler
birbiri ni izliyor. Yolun ormana sapan patikayla birleştiği noktada, doimuşa
ağaçların serinliği vurdu. Gölgede ilerlemeye başladı lar. Bir ara yeniden denizin kokusu geldi .
K ı rda, tahta masalar, tahta iskemleler, çimenlere çökmüş insan yüzleri belirdi . Küçük yastıklar, büyük minderler, şi lteler, yaygılar, .hasıriar, ocaklar, soğuk su testi ieri , bira şişeleri , ağaçlara geri l miş hamaklar, top oynayan gençler, kağıt oynayan yaşl ı lar, uykuiannda bi�e radya dinleyen i htiyarlar, kuytu larda yürüyen sevgi li ler.
Hepsine genç, I<ınşıks ız bir k ı l ıf geçirmişti iki ndi güneşi . Ayşe, camdan bakıyordu. Şilebazinden bo! kollu bu luzlar, giy
si ler, uzun basma ete�der giymiş kızlar koşuşuyol", zıpl iyor, top oynuyorlard ı . Ayşe, şaşJ<1r! gözlerle süzüyordu yaşlİların ı . Kocasın ın arkadaşların ı da böyle süzerd i . Garip bir ürküyle Hele kan lany!a geldiklerinde, birlikte türküler söylendiğinde, nas ı l baştan kat ı l ı r gibi yapıp, sonra usulca kendini çekiverirdi. Işte, yine öyle bakwordu. K imbil ir - kim - bunlar - bakışıyla. Herkes - benim - mutluiuğumu -
. bozmaya - hazır diyen orta-sınıf l<uşkusuyla ; duru yaz göğünü , cıvı l e ıv ı l yaz k ırım ağı rlaştıran, donduran, kendine zindan eden ezikliğiyle, sevgi leri hep üçe-dörde bölüşü , üçle-beşle çarpış ıyla.
Demin gözlerinin önünden bir çırpıda geçen eski , soluk şipşakların Ayşe'si işte: bak, başını eğmiş saçların ı f ırçalıyor bir sabah, bi r öğleüstü , tencereyi karıştı riyor, bir akşam, gözlerini k ıs ıp ipliği iğneden geçirmeye çalışıyor. Kocasından başka hiçbir erkeğin ÇlPlakl ığ ın ı tan ımamış, tan ımayı ak! ı na ' bi le geti rememiş Ayşe. Şu genç kızları n yaşıtı ana Ayşe. Genç, güzel bir kad ın , eski karıs ı .
,.
613
A7?-ne Hikayeleri
Gençliğinin diri , başıboş özsuyunda anlatı lmaz bir ağı rl ık duydu . Sevecenlik kapladı içini. Belki de o dediği şey, baştan vardı Ayşe'de, kendisi yürütememişti , tutup elinden götürememişti , geliştirememişti ; uzakta kal ı p e leştirmeyi seçmiş, taşlaşmış, onu suskunluğunda yaln ız b ırakmışt l .
Ve o şey, art�k ancak başka bJr erkeğin bakış 1cırıyia, el leriyle, ağı rl ığ ıyla canlanabi l ird i , kendini bulabi ıridi . Belki başka bir �rkekle seviştikten sonra soru l ar sormazdı Ayşe , banyoya koşmazdi , se:: vişmenin s ıcakl ığ ında uyumayı göze alabi li rdi . Hiç değıise bir süre .
Onu (karıs ın ı ) yabancı bir erkeğin kol larında gözünün önüne getirmeye çal ışt ı , k ıskanmak istedi , iç i yansın , aynld ıklanna piş:-. man olsuı istedi .
Yetinmedi : en güvendiği arkadışını koydu yüzü belirsiz erkeğin yerine. Alçı yine k ın lmıyordu. Çabas ın ın yoğunluğundan baka bir şey duyamıyordu.
- Bak Ayşe, dedi o zaman, şey diyecektim. Sen hakl ısın galiba.
614
• b
--------------------------------------- Ön söz
ÖNSÖZ Tomris UYAR
- Yemekten sonra açarız , dedi Anne . Konuşur, tartış ı rız hep birl ikte. Bi r karara bağlarız.
- Süha beyler geleceklerdi , dedi Nine. Izgarayı musluğun alt ına tuttu .
- Gelsinler. Yabancı mı Süha beyler? Anne gözlerin i kısmış, tabaktaki köfte leri sayıyordu. Herkese
ikişer tane düşüyor. Kıza üç tane de verilebilir ama Dede kızar. Her şey kararında o lmal ! . Köfteler, lokumlar, canerikleri öyle hemen bitmemeli . Kiraz bile olsa çocuğun tabağına bir avuç koymalı : ye- ' ter. Öyle herkesin teneereye çatal ın ı-kaşığ ım serbestçe dald ırd ığ ı gecekondu sofrası değil bu sofra. Çocuk öğrenmeli ve alışma!! küçük yaşta. Hakkına düşene boyun eğmel i . Koparıp almamalı . Öğrenmezse, i le rde karşı laşabileceği kıtl ık y ı l larına nası l göğüs gerebil ir? Daha da önemlisi al ışmazsa şimdiden, başkald ırır. Oysa Dede'yle Nine haksızl ıklara, yoksulluklara tat l ı l ıkla karşı koymuşlard ır. Ne o lmuştur sonunda? Daha ne olabili r? Selanik'in bir mahallesinden kalkıp ıstanbu l'da ev sahibi o lmaktan, b i r üst s ın ıfa kuru lmaktan daha büyük bir armağan düşünülebil ir mi? Dede'yle Nine ustal ıkla bölüşmüşlerdir bu armağanı ara larında. Eşyaian, malları , saatleri paylaşmışlard ı r.
Sözgelimi ikindi , Nine'nindir; onun saatleridir. Nine buzdolabı-
615
Anne Hikayeleri -----------"==----
n ı açar, k ışsa portakallan eller, sayar; yazsa domatesleri . Hepsini birer birer ç ıkarır dolaptan, yumaşamışlan , düşmüşleri , çürümeye yüz tutmuşları ön s ı raya al ır ; d iri leri arkaya iter. Böylelikle dolabı zamansız, Nine'ye sormadan açanlar, bu saygısızl iğı gösterenler, hiç değilse önlerine i lk gelen yemişlerle sebzelerden almak zorunda kalacaklardır. Denge bozulmayacakt ır. Dolap yerleştirme töreni böyle bir gözdağıdır işte. Ancak akşam yemeğindaki haklarını ikindi üstü kullanmak isteyen bir çocuğa -o da çocukluğu gözönünde tutularak ve yalnız bir kereye özgü olarak- diri bir domates uzatı labi li r geri lerden, gönülden koparsa. Yoksa evde her şey bir gün sonra, üç gün sonra, hep pörsüdükten , sarardıktan sonra yenir. ,
Akş,-,m saatieri D ede'ninçji . O yüzden Nine, tabağ ı Anne'nin elinden ald ı , sofraya kendi taşıd ı ve kocasın ın önüne koydu. Ona sundu. Köfteleri paylaştır ımen, yağ lekeleriyle dolu önlüğünün cebindeki kocaman anahtar destesinin ş ı ng ı rt ıs ı duyuldu . Evdeki, hangi gizemli köşeleri açıyordu bu anahtarlar? Kimse tamtamına bi lmezdi . O yüzden ü rkünçtü belki . Akide şekerine, yastık yüzüne b i le ki lit vurulan b ir evde hangi anahtarm ne işe yaradığ ı kestirilemezdi ki . Bilinen tek şey, anahtarlardan birinin, Ninenin, yatak oda-s ın ı açt ığıyd ı . .
Dede'yle odaları m ayı rmışlardı çoktart Dede, önceleri zarif ve kültürlü bularak istettiği bu yabancı kadmın (Selanikli oldukları halde akraba değildi ler) pasakl ı l ığmdan, daha i ik günlerde tedirg in olmuştu. Gerçekten de bu kadında erdemlerini bile kötÜye kul lanabilme gibi al ış ı lmad ık bir yetenek vard ı . Bektaşi bir ai leden geldiği için umursamaz ve dağ ınık; tann-tanımazl ığı bilinçte benimsediği için h ınzı r ve alaycıydı . Kendine güvenirdi ve kayıtsızd l . Sürmeleri gözaltianna bulaşırdt Kocasıyla ilk gittiği baloda takma Iülesi düşmüştü. Patiska gömleği 'hep sarkardı entarisinin altı ndan. Zaman!qı sevi hnedikçe , göğüsleri de küçülmüştü , s ı rt ı kamburlaşmış , f ransızcas i seyre imiş , ezbere bi ldiği ş i i rl eri ve keman çalmayı u nutmuştu. U nutmadığ ı tek şey Rumeli' li o lduğuydu. Tiks in i rd i Anadolu'lu lardan. "Geçenler geçmiş, kaymak tabakası Rumeli'de kalmışt ı . Avrupa'da yanLıI Selanik'te kaçgöç yoktu o yı l larda evet. Peçeymiş, yok cara girmekmiş . . . Rumlarla Yahudilerle içiçe yaşar-�
616
Önsöz
lard ı . Kadın larla erkekler dostluk edebi l ir lerdj rahatça. Çünkü Avrupatllyd ı lar. Iki çocukla yetinmeyi bilirlerdL Bu "istanbo! askeri" gibi kab as aba davranmaz, gece yatıs ına kalmaz, ansız ı n çık ıp bir yere yemeğe gitmezlerdi ; en yakınlarına bile. Yok canım, kabalar geçmişti Anadolu'ya, seçkinler RumeJi'deydL Torunu bi raz benzi yordu kendisine; doğru. Bilekleri inceydi, teni beyazdı ama kalkıyor bir Anadolu'lu gibi işe s ıvamyor, o bi leklerle güzel im Çekoslovak işi ağır karyo lalan yerinden kaldı rıyor, altların ı silip süpüruyordu: "Çetin ceviz.�' Nine, di l ini düzeltmemiştL lnatla savunurdu bozuk şivesini. Anadolu'luyu küçümsemek için en uygun deyimleri Rume li ağz ından seçmekte titizl ik gösterirdi : "Kazdağl ı " derdi . "Okumaktan yazmaktan, şimdi geiir bağ kazmaktan.ii Kinini bi iemekle geçiriyordu art ık günleri ni . I ncecik, i htiyar b�caklanyla odadan odaya durmaksızın dolaş ı rken, dolaplan açıp kaparken, makbuzlan düzene koyarken, oyalan , yazmaları havalandır ı rken anahtar destesinin ş ıng ı rt ıs ı yayı l ıyordu eve; sahibinin varl ığ ın ı , ege menl iğini haber veriyordu. Dişi liği tükenmiş, ev kadınhğı hala süren bir i htiyann tek süsüydü.
Çünkü sinemalara, tiyatro lara, operetlere, terzi Sabri 'ye takım e lbise rsmarlamaya, iyi konuşmaya, güzel k ıravatlara ve güzel kadınlara tutkun, yaşlanmak bi lmeyen bir erkek olan Dede içi n tek Çıkar yol kalmışt ı geriye : iki çocuk peydahlamak ve anahtar destesini
i karıs ın ın el ine vermek. Dişi l iğinin ldUdini geri veri rken, odaları ayı- . n rken, onu kendi namusuyla bağlamak ve titiz bir rah ibe gibi sorumlu kı lmak evin gidişinden. Bu s ımsıkı i şbirliğinin gevşediği anlar olurdu. B i r zeytinyağı tenekesi zamanından önce açı l i rd ı sözgelimi , havagazı makbuzu yüklü gelirdi bi r ay: işte o zaman ikisinden biri evdeki lerle kısa süreli bir anlaşmaya girebi l i rdL Toruna bir portakal kopard ı gönülden, damada yeni bir göm'lek armağan edi l irdL Yine de ilk seçilen ortak, Anne olurdu çoğunluk. N ine'nin beceriksizliğini , tembell iğin i kendi çabasıyla örtbas etmeye çal ıştığ ı için , pişi rdiği çeşit çeşit yemeklerle Dede'yi hoşnut edebi ldiğ i , eve bağlayabi ldiğ i için .
I şte şimdi de telfışll gözlerle sofrayı süzüyor, bir eksi'k o lup olmadığ ına bakıyordu . Gidip Baba'yı çağıracakt ı birazdan . kayınba-
617
Anne Hikayeleri ---------------
ba sofrasın ın dayanı lmaz baskıs ından kaçard ı Baba. Katıfmazdl . Ama b u gece mutlaka gelmesi gerekiyordu : Kızın ın geleceği tartış ı lacaktl . Ya geımezse? .. Anne, her zamanki korkakl ığın , çaresizliğ in yüreğine yerleştiğini duydu . Bunca yı l l ık koşuşturma, el ulaklIğ ı , küçük hizmetçi l ik boşa gidecekti o zaman. Öyle ezik büyütülmüştü ki , parlak zekas ın ı , coşkun içgüdülerini tanıyamamıştı bi le . Gerçi yüksek öğrenim görmüştü . Dede'yle Nine, kendi lerinde eksik kalan fransızeayı kızların ın tamamlaması için ellerinden geleni ardlar ına koymamışlardı ama bunca emek, bunca masraf'Ineye yaramışt ı? Çoc,uk doğurmaya, yemek yapmaya, herkesi uzlaştırmaya. Anne, kendinde eksik kalanları Kız' ın tamamlayacağına inanı yordu . Bu gece o yüzden önemliydi . Onun için de önemliydi . K ız okuyordu , çok iyi okuyordu doğrusu. Ama buna okumak demek mi daha doğruydu, kaçmak demek mi? Kimseye sokulmaz bu çocuk. Kapanır odasına okur. Burnu da nası l büyük Nine'yi bi le azarlar s ıras ı nda. Neye güveni r? Yol parası veri lmezse yürür; istemez. Harçl ı k nedir bilmez. Düzenlidir orası öyle, dürüsttür, ama bir gün bakarsı n sözgelimi i 8.30'da geleceğim demiş (ki hep dediği saatte ge li r) , kalkmış 2i .30'da gelmiş. Yani ürı<ütür. I şte şimdi oturmuş • sofrada t ı rnaklar ın ı kemiriyor. Dede k ızacakmış , umurunda bi le deği L . .
K ız terliklerini ç ıkarıp atmış , c ı l ız bacakların ı uzatmıştı masan ın öte yanı na. Geleceği konusunda karar çı l ınacakmış. O, küçücük yüreğiyle bu gece ası l temeldeki sorunun çözümleneceğini , iki ucun (Dede'yle Baba'nın) uzun süredir sessizce sürdükleri gergin- . liğ i giderecekleri Ai sezmişti . Olanakları , yeni geli r alanları tükenmiş , bitmeye, çökmeye yüz tutmuş bir evin ayakta durabitmesi için bi rşeyler i stenecekti kendisinden . Geleceğini konuşmak özrüyle. Uzlaşmaz uçlar bi le bi raraya geleceklerdi . Çoktand ı r gözden Çıkard ığ ı damadına kucak açacaktı Dede. Gerekirse. I lk adımı kendisi at�cak kadar alçakgönü!lüydü de. Ne de olsa çokluğun düzeItici gücünü bi l irdi . Oniki kardeşti ler. M ahal le aralarında yırt ık donla oynadıkları günleri unutmamıştı daha. Şair ve avukat olan babalann ın , kat ı , ilgisiz bakışlarla süzdüğü bu perişan çocuklan cahi l ana tek baş ına büyütmüştü sayı labi l ir. Ama o acı ları , o yoksunluklan bir daha yaşamamak için yeterince savaşmıştı Dede. Alt ı ıarda kalkıp
618
, i . \�,
işe gitmişti , gece yarı larına kadar çal ışmışt ı . O yüzden biriktirmişti belki , "gayrımenkule" yatırmıştı her kuruşunu. O yüzden evinde bir köftenin fazla yenmesini hoşgörmezdi . Oysa nası l hoşgörü lüydü d ışarıya karş ı . Tatl ı konuşurdu , yoksu l ları sevindi ri r , zenginleri
_ . yoklar, gönlünce gezer eğlenırdi . Hem de cebinden tek kuruş harcamadan. Ne de olsa, Rumeli toprağında dayanışmanın , bi rbirin i gözetmenin bütün o lanakları yeşeri rdi kolayl ıkla : yard ımlaşma, dayanişma, "biraderlik."
Damadına gerçekten bel bağlamıştı başlangıçta. Varsın Karadenizli' olsun, babası yirmi yı l mebusluk etmiş ya -köylü möyıü. Derler ki adamcağız oğlunu Isviç're'de okutabi irnek için Köylü cigarası içmiş, asl ın ı hiç gizlernemiş, yürekliymiş. Sözgelimi güya maliyeci Cavit beyi evinde saklamış da Gazi'nin akl ına bi le gelmemiş onun evini aratmak. K ısacası , o da kendisi gibi savaşmış hayatın ı hayat yapabi lmek içi n. Oysa damada ve öbür gençlere neler sunuldu? · Kendiliğinden? K ı l ların ı kıp ırdatmadan e lde edebi li rlerdj i stediklerini. Edebi lenler, başarı l ı o lanlar, etti ler de. Kolej'de müdürlük, bankalarda genel yönetim kurulu üyelikleri , sonraları Ereğli Demir Çelik'i n hisse senetleri . . . Bakanl ık .
Baba, bu tatsız toplant ıya kat ı lmak için merdivenleri çıkarken düşünüyordu : Pek mi haksızdı Kayınpeder? Türkiye'nin ayağ ına Avrupa'yı geti rmek için d ışarıya gönderi len i lk "harika çocu'klarıldan kaçı "başarı l ı" o lmuştu? Gerçekten? En yeni sanat akımlar ın ı izlemişlerdi , Rimbaud okumuş, Gaugin sevmiş , ince hastal ığa yakalanmış, salonlarda felsefe yapmışlard ı kendi lerinden beklendiği ölçüde. Yakup Kadri beyin deyimiyle halka, köylüye u laşmak, onu eğitmek, onunla elele vermek ortak düşleriydi . Oysa dönüşlerinde, konservatuarda müzik ya da resim öğretmenliği ya da uyduruk bir hukuk müşc;ıvirliği, bi r müfettişlik bekliyordu onları. Işin kötüsü , eğitmeye çal ıştıklarıyla, i lişkiye girdikleri kimselerle hiçbir ortak yanları kalmamışt ı . I stekleri d ış ında koparı lm lŞ lard l toplumdan . Başkaldı rmay ı öğrenmişken , gel ip ufacık bir halkası olmuşlard ı bürokrasinin. Yapı labi lecek şeyler s ın ı rl ıyd ı : 8 9 Fransız Devrimini bi le görmemiş Markiz Pastanesi'ne işgalci bi r Alman askeri sertliğiyle gi rmek; Park Pastanesi 'nde akşamüstleri (pastaneler döne-
619
Anne Hikayeleri --===--===='=-----------
miydi.) bol kre mah peşmelba yerken, Yahya Kemal bey'in tarih dedikodularına kulak verip esnemek. Sonra sağ köşede, bahçeye açı lan kapın ın ağzındaki masada oturan Ingi liz Kemal Esat' ı n "soluk kesici" serüv�n lerin i din lemek sıkıntıyla ; Küçük Moda'da birlikte bir kotra gezintisi içi n gün kararlaştı rmak (semt adları da bu uzlaşmazl ıkları ortaya koyar gibiydi , alay eder §ibiydi onlarla: Küçük Bebek, Küçük Moda, Şifa, Belvü . Yaz akşamları TOdori , kış akşamları Cumhuriyet Kahvesi . Dede Efend i söz konusu deği ldi ; Selahattin P ına(a da yoktu lar pek. Varsa yoksa Osman Nihat) . i
Bunlar yetmezse daha da i leri gidil i rdi . Peyaml Safa'nın ünlü ruh çağ ı rma toplant ı larında - ış ıklar bir ara yandığında- Reşat Nuri bey'le kısa bir söyleşi h alk kültürü konusunda. "Natürmort'larındaki devrik karpuzların can l ı l ığ ıyla ü nlenmiş bir dostun yal ı s ında Falih R ıfkı bey' le, o raya fransızca sözcükleri n bol bol serpişt iri ldiği bir tart ışmaya girmek k ıyasıya. Boyun eğmemek. Omleti bıçakla kesrnek, eti elle koparmak, gürültüyle sümkürmek. Bu aradaufak memur ayl ığın ı yetire memek ve Hüseyin Cahit muhalefeti .
"Yeni kurulan partiye g irmek için bas,kı da art ıyor," diye düşündü Baba. Beyoğlu'nda kürtajdan para kazanan bir doktorla bir karta-: siyecl ayarlıyorlardı bu işi . Herkes koşuyordu yeni partiye, yeni geçim kaynağına. Kay ınpeder öncülerdendi . Ama ikinci bir kopuk luk göze al ınamazdı artık. Yeni ödünler verilemezdi. Baba, adı gibi biliyordu bunu.
- Evet, diye sözü bağladı Dede. Demin de söylediğim gibi , bil iyorsunuz çoktanberi yeterince çal ışamıyorum. (Sözün burası nda Süha bey'le karıs ına bakt ı : kahve içiyorlard ı . Anne, kapın ın yanındaki iskemleye i l işmişti , bir şey istenirse hemen fırlayacaktı.) Evet ast ım bindird i . Anjin dö puatri n keza. Bari , diyorum el imde kalan beş-on kuruşu yerli yerinde harcıyayım. Ai lenin köklü geçmişi bunu bekliyor bizden. Yeni yetişenleri düşünmeliyiz önce, değil mi efendim?
- Şüphesiz, dedi Süha bey kimsenin bir şey söylemediğini görünce.
- Efendim, sorun şu. Elimdeki cüz! miktardaki parayı (bi r de ce-
620
• h·
----------------------------------=---- Önsöz
naze masrafım için ayırd ığ ı m var ayrı bi r zama) nas ı l harcayacağız? Nerede? Kısaca, bizim torunu iyi bir okula mı yol layacağız yoksa ona çehiz mi · düzeceğiz bu parayla?
Uzun bir sessizlik oldu . Sonunda dayanamadı Anne : - Okusunbence, dedi . Iyi bi r ol<ulda. Dil öğrensin . - Yalnız iy i oku l , iyi giyim-kuşam ister. Başka masraflar da ge-
rektirir yani . '
- Ben dikerim, dedi Anne havaya garip bir makas çizerek. Ben biçer, dikerim, iki etek, dört bu!üz yeter de artar bi le. Değiştiri r değiştiri r giyer. Geçen yıl diktirdiğim paltoyu da veririm. Zaten giyimde kuşamda gözü yoktur pek. Annemle benim eski lerimizi gündelikçiye verip uydurtuyorduk onun üstüne göre. Iyi bir rastlantı : hepimiz 35 numara pabuç giyeriz (Süha beylere baktı) . Bizim eski pabuçları giyer kızım.
- Kültürlü kadın her zaman geçerlidir, dedi Baba. Bence de okusun. çal ışs ı n sonra . Serbest olsun .
- Ezilebii ir belki, dedi Süha beyin karıs ı . i l k konuşuşuydu . Okumamış, ama sezgi leri ve içgüdüleri güçlü bir kad ındı -yani o iyi giyimli kızlann içinde . . .
- Ezi lmez. ezi lmez , dedi Anne. Çok çal ışkand ı r, ezi l mez. - Zengin bir koca da kötü deği l ama, dedi Dede şakayla. Bir mü-
hendis, ya da bir doktor. - Araba!! bir damat hepimizi gezdirir arabasıyla, dedi Süha bey
gülerek. - Zayıft ır kızım, diye iç çekti Anne. Maden mühendisleriyle Zon
guldaklara falan gidemez. Doktorların da saatleri vakitleri belli deği L .
- Herkese veri lmez e lbet, dedi Dede. Iyi b i r düğün yapsınlar. - Okusun, dedi Nine. Okursa zaten iyi bir kısmet bulabil i r. Iyi bir
k ısmete de çehiz gerekmez . Yani okumakla , bir taşla iki kuş. Küçük. kız, t ı rnak yemeği sürdürüyordu. Ödeşecek vakti çok-
tu .
62 1
Anne Hikayeleri
ÖMÜR Tom ris UYAR
KAlıN B I R M U ŞAMBA, eski kalm bir yağmurluk nas ı l terler yağmurda, nas ı l buğular çıkarır, içindeki yün renkleri , kumaşlar na. s ı l birbirine karış ır da a lacah , hüzün!ü bir şey olur, işte tam öyle ağ-
. l ıyordu . .
Hanm merdivenleri ne i l işmiş, bir e liyle trabzam tutuyor, öbür elinde kırmızı bir n�ylon torba var. Sıkı sıkı yapışmış. SEVDIK yazıyor torban m üstünde , arl<alanndaki si l ik çizi lmiş bir mağazadan hep birl ikte giyinip yeni çıkmış bir ana-baba-çocuk resmi var.
i Kapıcı , bir saattir gözlüyor kadım. iri yan bir kadın. Gözleri me-
nevişii ; zaten gözleri o lmasa, erkek dersin . Elleri yassı , nasırl ı . Sırt ı kal ın, boynu küt, göğüs kafesi geniş ama meme, bel arama. Kalçaları o lsa, hiç değilse "şişman karı" diyeceksin, o da yok. Çuval gibi bir gövde; biri ' getirip basamaklara atmış. Pazen entarisinin alt ına bir pantolon geçirmiş . Pabuçları sivri topuklu, yenik, eskL Çok çok ağl ıyor, hiç kesintisiz, ağladıkça artıyor istediği . Bunlara mı ağl ı yor? B ir derdi mi var? Cengiz beyi aradığına göre? Cengiz beyle ne işi olur bunu n? Adam hesap uzmanı . Kibar adam.
Ağlamaktan, etl i dudaklarının çizgisi si lindi . Boyanmaktan, sil inmekten rengi kaçmış boz bi r leke oldu ağzı .
Daha tuhaf ı , kendi kendine konuşuyor boyuna, söyleniyor. Hem soruyor, hem karş ı l ığ ını kendi yapışt ı rıyor hemen .
622
• h,
i
---------------= Ömür Biter Yol Biter
-Geldin de ne oldu? diye sordu kendi kendine. Sulamad ın iş-te .
- Olsun , beklerim, dedi yine öfkeyle. - Akl ın tam deği l senin kızım. Herkes söylüyor ya. Kalk Sarıyer-
den Yeşilköy'e git, oradan Gaziosmanpaşa'ya, sonra gel Karaköy'de bekle dur. Herif ne diyecek gece.
- Olsun , bir dayak daha yerim. Yoo niye yiyeyi m? Dönmem eve, anarnda kald ım derim .
.;, I nan ı r m ı? Seni kimselerin barındırmayacağın ı b i l i r. Ondan değii mi tafrası? "Üvey ablana git, ben seni geli r al ır ım Pazar'a" diyor. Gidiyorsun. Ne oluyor? O akşam dışarda i şleri var, dönüyorsun kös kös eve. En küçük bir şey olsa, herif basıyor dayağ ı .
Annemin e li ayağı tutmuyor , y�rleri s i ld im, evini temizledim, derim . Hem başka şeyler de söylüyor herif arası ra. Güzel sözler edip gönlümü almıyor mu? "Allah var bak, temiz kad ıns ın , idarelisin. Değdi seni meyhane köşeleri nden kAurtarmama, kız ına sahip çıkrnama doğrusu .. Iyi bakıyorsun bana Allah var. Bankaya senin adına nesap açt ı rd ım. Unutma, ben ö ldükten sonra kimseler gözetmez senin hakkın ı . . . " Bunlan demiyor mu? Gü lüp k ıç ıma bir şaplak atmıyor mu? Şöyle, seviyormuş gibi sanki?
- Neden sevsin elin herifi seni? Sevilecek neyin var? Kim sevdi seni şimdiye kadar? Onüç yaşında recide çal ış ı rken akşamlan peşir:ıden ayr ı lmayan Hasan mı? Temizliğe gittiğin doktor mu?
- Hasan'ı ben sevdim çocukluk, onu katmayal ım araya. Doktordan korktuğum için hayır diyernedim. Eve dönmek istemiyordum. Gerisi ne olursa olsun. Hem çocuğu da ald ı rtt ı ; her şey, h iç olmamış gibi oldu. Kızmıyorum artık doktora. Kimseye k ızmıyorum, beni kurtarmasınlar artık, yeter. B ı raksın ıar, yerime al ışayım. Yedi remiyorum.
- Herife de kızma öyleyse; Neye h ı rçınlaş ıyorsa, yapma onu. Ne diyor? "Elin de ağı r k ız ım senin , kafan g ibi . Sinir b ı rakmazsın sen adamda. Bir saatte bir mendil kaynat ırs ın , temiz olur ama bir saat sürer. Şöyle karşıma geçip bir kadeh bir şey atmazsın."
623
Anne Hikayeleri
- Ne yapayım ama? Unuttum. Sonra karşıs ına otursam ne olacak? Herif sabahtan başl ıyor vermuta. Vermut yoksa. Likör. Mobilyac ılar hep böyleymiş. Akşam geldiğinde bir şeyi görecek hali mi kal ıyor? Dönüyor k ıçmı , uyuyuveriyor. Mezeler hazırlasam ufak ufak, kızartma, amerikan salatası , küçük köfte falan belki ama herifin istediği bir tas çorba.
- Daha iyi ya, kolay, uğraşma istemez. - Ahşmamış ım. Değişti remiyorum kendimi. - Atamanyaya nas ı l alışacaksm peki- Kızınm evine? - Orasi son yerim benim. (Bak, senden başka kimsem yok ab-
la.) Kız ım çağ ı rıyor beni . "Gel anne ," diyor, "gel de torununa bak. B ı rak o sarhoşu, son günlerin rahat geçsin burada." Gelmem mi kı-
.' zım? Gelmem mi yavrum? Sen beni çağı rı rs ın da gelmem mi? AzI"7 c ık s ık dişi ni . Bana güven sen .. N e yapıp yapıp geli rim. K ı reşlere, verme çocuğunu. Zaten kocan Alman; verme. Ben bilmem mi ana,sız büyümenin zorluğunu? Dediler bana, anam ben bir yaşmdayken bir herite kaçmış. Babam, sırf bana kalsı n baksm diye o cadıyla evlenmiş. Ama o lmadı i şte� çalrşt ı rd ı lar, okutmadılar beni.
- Senin akl ı n yarım kızım, ondan okutmadı lar, okuyamazdm ki .
- Belki doğrudur a�la. Yediremiyorum kendime. Anamın kaçışmı, beni b ırakışın i da yediremiyorum aynen. Bir ana, el kadar kızım sevmesin . . Yavrum bekle, Cengiz bey i şi bir düzeltsin,\ge leceğim yanma.
- Sen kızı bırak şimdi benle, ablanla konuş. Bugün neden gittin ana m görmeye, bunca y ı l son ra?
- Daha kızımm mektubunu al ınca düşmüştü anam akl ıma. Bel,:, ki o da çağı rıyordur beni . Gitmeden bir helallaşal ım dedim.
- Ne oldu peki? - Kalkt ım önce Yeşilköy'e gittim abla. Anamm o kaçtığı a dam-
dan olan çocuğu Yeşi lköy'de h avaalanında çal ışıyormuş. A dresi ondan alayım dedim. Yüreğim gümgüm atıyor. Atladım minibüse ,
624
-��--------=--- Ömür Biter Yol Biter
kardeşimin oraya gidiyorum. Kardeşim sayı l ı r ne de o lsa, ana bir.
Adam iyi karş ı ladı beni hakçası . Benden iki yaş kadar küçük, yani 50 civarında. O okuyabilmiş. Memurmuş. Annemizin adresini verdi , Gaziosmanpaşa'daymış ev. Sokağın adın ı yazdı , köşedeki bakkal! bi l� çizdi I ki bu labi leyim, şaşırmayayım.
Yolda, bir tatl ıcıdan anama baklava aldım. Alamanya'ya gidi-yorum ya.
Ihtiyar bir kadın açt ı kapıyı . - Kimsin? dedi . - Müzeyyen anacığ ım, dedim, atı ld ım kollarına. O da sarı ldı ,
gözleri doldu : - Neden geldin? dedi birden . Korkmuş gibiydi . - H iiiç, dedim, Alamanya'ya gidiyorum. K ızımın yanma. Oralar
da burası gibi pahal ıymış. Bebeğine bakacağım. - Evlendi demek k ız ı n ! dedi içini çekerek. Zaman nas ı l geçi
yor. Gitti , terlik getirip ayağıma uzatt ı : demek gece kalabi leceğim .
burada. Cengizbeyi yarın görürOm art ık. - Buyur, dedi , buyur içeri Müzeyyen. - Bir Almanla evlendi . B izim lokantada tan ışmışlard l . - Adı ne kızını n? - Mübeccel anacığ ım, dedim. Senin adın ı verdikti . - Sağ ol kız ım, dedi . Adresimi nereden buldun peki? - Fikret bey verdi , dedim : - Bu Fikret de b i r tuhafoldu . Iki yaşl ı kad ın neler konuşur, onları konuştuk işte. - Hadi güle gÜle, dedi sonra. Yolun uzun. Dönüşünde belki gö-
rüşürüz yine. •
625
Anne Hikayeleri ---------------- Bak bacı , Cengiz bey işte ! dedi kapıcı . - Peki hanımefendi ama baştan anlatsanız, dedim. - Karışt ı rıyorum, deği l mi Cengiz bey? Akl ım yar ımd ı r zaten. - Yoo, siz anlat ın , rahatça şöyle. - Efendim temizl iğe gittiğim doktorun çal ıştığı handa bir çaycı
vard ı , geceleri küçük bir meyhane işleti rmiş . Beni h izmetçi l ikten kurtarmak istedi adamcağız, iyi yemek y�pt ığ ı mı duymuş doktordan, daha doğrusu doktor bey söylemiş kendi leri.
- O bey de sizin yan ında çal ışmanızı istemiş anladığ ıma göre. Meze haz ırlamanızı falan.
- Evet efendim. Meze haz ırhyordum. - Yani lokantaya ortak gibi bir durumunuz yoktu. - Yok efendim, kimse ortak olamazdı ki , hep birlikte yeyip içiyor-
duk, garson vardı bi r tane, bogaz tokluğuna çal ış ıyordu. Müşteri ler borç takıp' gidiyorlard ı da yine ses çıkarmıyorduk.
- Sonra o beyle evlenmişsiniz galiba. - Evet efendim. Bir de kızımız oldu , MÜbeccel . Şimdi Alman":
ya'da. - Peki kocanız nerede? Yani nereden bulabili riz? - Bir akşam gelmedi efendim, sonra hiç gelmedL Kayıplara ka-
rışt ı . Ben yeniden evlendim. Bir mobilyaeıyla. - Peki Müzeyyen hanım, siz o ara hiç imza verdiniz mi? Hatırla
maya çal ış ın lütfen. Lokantanın sahibi olarak? - Kocam kaybolunca hesaplar benden aranırdı tabi i . Belki ver
mişimdir. - Beyanname veri lmemiş, vergi ödenmemiş. Almanya'ya git
mek için başvurduğunuzda çıkmış ortaya bunlar. El l ibin l i raya yakm vergi borcunuz var, öyle görünüyor. Ödemeden çıkamazsın ız yurtd ış ına.
626
----------------- Ömür Biter Yol Biter
- Ama neyle ödeyeceğim? Hiçbir şeyim yok ki benim . Sorsun-lar.
Ağlamaya başlamıştı yine. - Sizin için fakir babası dedi ler Cengiz bey, bir yol yok mu? - Anka.a'ya gideceğiz, dedi Cengiz. Danışacağız dostlara, so-
rup soruşturacağ ız. Siz de geleceksiniz benimle. o: Gazanfere bilet a layım bu akşam için. Iki kişi l ik. - Beyefendi bi liyor mu? Yani gideceğinizi? Şimdiki eşiniz? - Izin verdi efendim. Gözün arkada kalmasin , dedi . - Siz izin verdiğine i nanıyor musunuz? Sonra bi r şey çıkma
sın? - Yoo çıkmaz, ev onun ; geç ge liyor zaten bir aydanberi . - Öyleyse gidelim hemen . Adnan' ı , Yusuf'u , eski Mü lkiyel i leri
bulal ım. Belki de Bakanlar Kuru lu'ndan karar çıkart ınz. Şunu unutmayın yalnız hanımefendi . Bu, biraz da benim işim oldu . Yalnız sizin ad ın ıza uğraşmıyorum yani . Yol para lann ı böıüşürüz. Sonra ödersiniz 1bana. Kazandığ ımızda. Almanya'dan yollars ı nız.
- Her ay yollarım, her ay ne isterseniz yollanm. Çünkü akhm yanmdı r benim Cengiz bey kardeşim. Her ay yollamazsam unuturum.
- Ben eve bir telefon edeyim, dedi Cengiz. Haber vereyim. - Bir şey soracaktım Cengiz bey kardeşim. Şey . . . ayıp olacak
ama. Bezmişim ben anladın ız mı? Devlet beni koyvermezse dışan, toru numa bakamayacaksam, bir vesika versi n bari diyecektim. Uzun sürer, o kadar parayı h iç toplayamam ama belki bi r kısmın ı , hani bağışlatacak kadarın ı . . .
627
Anne Hikayeleri
AVCI Yaşar KEMAL
Hamit'e dağ ıyla Anavarza arası geniş, düz bir ovadı r. Savrun çayı Cephan nehri ne tam Anavarzanın dibinde karış ı r. çayın Ceyhana karışt ığ ı yerden ta Vayvayl ı köyüne kadar bir sazl tk uzanır. Ağcasaz. Hemite dağ ı , AnavalLa, Vayvayl l arası na günün her vaktinde bir boz duman çöker. Daha doğrusu, incecik bir sis değil de bir dumanmı� gibi tüter.
Ceyhan , Kesikkelinin orada ikinci bir gölcük yapar. Ceyhan SI.,J.yuyla bu gölcük arasında bir ada kal ı r. Dümdüz, ci lal ı mermer gibi düz, kapkara bir toprak parçasıdı r bu. Kışın bu gölcüğün yüzü yaban ördekleriyle dopdolu o lur. Suyun yüzü ördeğe keser�
Yol larda toz, diz boyudur. Toz kırmızı demir gibi yanar. Ağcazasın kıyı larında taptaze, pır ı l p ın l bir yeşil , serin sazlar vard ı r. Bu sazlara berdi derler, gökberdi . . . Berdinin kahverengi başağ1. suya doğru sarkar . . Berdiden berdiye örümcek ağları geri lmiştir. Örümcek ağlan yapış yapışt ı r. Ağların kalı nl ığ ı bir iplik kal ın l ığ ı kadardır. Sarıca arı lar sazlara kocaman, yeşi le çalan, gümüşi peleklerin i asmış lard ır. Peteğin üstünde döner dururlar. Her b iri bir karı nca gibi . . .
Ağcasazm kıyıs ına e v kuru lamaz. Kurulursa d a burada i nsan yaşamaz. Sivrisineğin türlü�ü . . . Zeh i rlisi , z�hi rsizi . . . An oğu l veri r gibi . Tüm gecede, her bir yanda arı oğul verk gibi . Zehirli sıtma bir-
• h
628
-----=-------------------------=-------- Aveı
kaç gün içinde götürür adamı . . . Ağcasaza yak ın köyler de vard ı r. El li si nden yukarı adam göremezsin .
Kal ın , simsiyah kolları her zaman açıkt ı . K ış yaz öyle. " KıŞ yaz çiftesini al ı r Ağcasaza, Ceyhan suyunun gölüne ava giderdi . Avdan bir hafta, iki hafta gelmediği de olurdu . En çok, kaybı .üç hafta sürmüştü. Bir hafta, iki hafta sonra yüzü solgun, üstübaşı tepeden · tı rnağa çamura batmış olarak gelirdi . Karısı onu kapının önünde Çln lçıplak soyduktan sonra içeri a l ı rd ı . Daha çamaş ı rların ı bile giymeden ç ır� lç ıplak, köşeye seri lmekte olan yatağın başında dimdik durur, yatak seri lince kendisin i ölü g ibi atar, hemencecik uyurdu .
. Kipırdamadan bir gece iki gün böylece üyurdu. Ikinci günün akşamında uyanı r, gözlerini uzun uzun ovuşturur, sonra kalkar yemek yer, ondan sonra da tüfeği ni temizlerdi .
Avdan gelmişti . Deri n uykudaydl . Daha uyanmasına beş saat vard ı . Kad ın , yatağ ın baş ına döndü, kocası n ı i ki e l inden tutup oturttu . Bağ ı ra bağ ı ra : "Muslu , Muslu uyan! Çocuk ölüyor, uyan!" dedi .
Sonra h ı nçla e lleri bı rakt ı . Muslu , ö lü gibi yatağa düştü . Kadın çocuğun başına gelip oturdu . Yumulüp toprakta zangır zangır titremekte olan çocuğu yaşlı gözlerle seyretmeğe başlad ı . Sonra ağlaması arttı . Sesi gittikçe bir çığlık hal ini ald ı . çocuğu topraktan kucağına al ıp d ışarı ç ıkard ı . Dışarıs ı çat ı r çat ır yanıyordu. Ortal ığa kurşun gibi ağı r, soluk ald ırmayan bir güneş çökmüştü. Güneş aHında bir o yana bir bu yana gitti . Sonra oradan oraya koşmağa başladı . Tarlaya gitmemiş bir ik i kadın onu böyle deli g ibi dönerken gördü-
. ler. Kolundan tutup içeri çektiler. Biraz öğütledikten sonra b ı rakıp gitti ler. G itrneğe gitmezlerdj ya köycülük hali bu, çok işleri vardı . .
Kadın gene eskisi gibi ateşler içinde titreyen çocuğunu kucağına almış, öyle kalakaldı . Sonra çocuğu yere koydu. çocuğun sıcakl ığ ı onu yakmıştı. Bir de dil i damağı kurumuştu kifH ışımla yerinden kalkt ı , geldi Musluyu el lerinden tutup var gücüyle çekti. Ağzını Muslunun ku lağına koyup olanca sesiyle bağ ı rd ı :
"Musluuu ! Muslu ! Musluu! Çocuk ölüyor, Muslu ! Uyan, Muslu !"
629
Anne Hikayeleri
Bir zaman öylece bağırd ı . Sonra sesi yavaştadı . Sonra da kısı ld ı . Sonra kesik kesik başladı söylenmeğe. çocuğu minderi n üstü-' ne yatı rmışt ! . Sara l ı lar nas ı l titrer, ağ ızlarından nas ı l sal ya akar, çpcuk: da böyleydi .
Kad ın : "Bak Muslu , " diyordu, "beni a l ı rken, seni kuş sütüyle beslerim dediydin . Aylarca, y ı l larca yolumu beklediydin. Babam beni sana vermiyordu . Muslu , ben babamı , evimi barkımı , kardeşlerimi kodum, sana geldim. ,On beş y ı ı o ldu anamın babamın yüzünü görmedim. Anam babam sensin , dedim. On beş y ı l ın . ad ı var, Muslu on beş yı ldır sen av peşinde gezdin, çifti ben sürdüm, harmanı ben dövdüm, pazara götürüp ben sattım. Sen, ·on beş yı ldır el ini ı l ı ktan soğuğa vurmadın . Her �ahn ben çektim . . Bak, Muslu , şu ağarmış saçlarıma bak, ben böyle mi olacaktım bu yaşta? Bir güne bir gün de seni koyup gitmek akl ıma gelmedi . Kış gecelerinde sen ördek peşindeyken , bi r batağa saplanır kal ı r deyi gözü me uyku girmedi. Sabahlara dek göz kırpmadan seni düşündüm, senin için ağladım . . . Ya Muslu , Süleymanı m öldü . Ölüsünde bi le bulunmadın . Derviş im öldü , mezar ın ı b i le kazmad in . Tüfeğini ald ın , çocuğun ö lüsü daha yatakta soğumadan, ava gittin . Gene bağrıma taş bastım; Muslunun cam s ıkı lmasın deyi bir gün o lup bunları yüzüne vurmadım. Muslu, çocuk öıüyor. Uyan, Muslu ! Uyan da bana söyle. Ne yapayım, Muslu?"
Muslu yavaşçacık yatağa geri düştü. Kad ın çocuğunun başına varıp gene esRisi gibi yumuldu . Sonra bir an geldi � çocuğun ağzı biraz daha köpüklendi , bundan sonra da birdenbire gerindi , sonra çözü ıüverdi . Sü leymanın da ö lü mü aynen böyle o lmuştu . Kad ın kendini boylu boyunca çocuğunun üstüne attı . Artık sesi çıkmıyor, gözlerinden yaş'da akmıyordu. Köyde çocuğu kaldıracak, daha doğrusu anaya yard ım edecek kimse yoktu . Akşam oldu . Akşam o lunca tam zamanı nda Muslu uyandı . Gözlerini uzun uzun ovuşturdu.
Kad ın : "Muslu ," dedi. "Çocuk öldü , Muslu !" Ama bunu korka korka söyledi . Muslu bu laf ı duymamış g ibi
kalktı, tüfeği ni aldı , sildi, arkasına bakmadan yönOnü Ağcasaza çe-
630
---------------------------------------- Avcı
vi rip yola düştü . Kad ın h iç bir şey söylemedi . Olacağı bi l iyordu , bekliyordu zaten. KomşulardanAli onbaşı , yani San 'Al i , tarladan dönmüştü . Ona gitti .
"Ağam, Ali ağam, bizim çocuk öldü ," dedi , "ne yapsak ola?" Ali yorgundu . Kalktı öteki köylülere haber verdi. Kadınlar ölüyü
y ıkamışlard ı . Gecenin karanl ığ ında çocuğu küçücük, karanl ık bi r mezara koydu lar. '
Köylü ler: "Aman,'i diyorlard ı , "koy git babayın evine, bu Musludan sana hayır yok. Koy git ."
Bunu her gün söylüyorlardı ya, onun ald ırd ığı bi le yoktu . Bir kulağ ından girip ötekinden çıkıyordu. Ama bu son söylenenler yüreğine demir g ibi oturuverdi .
Sabaha kadar uyumad ı , ölçtü biçti . Sabah olunca öteberisini bohçasına koyup on beş y ı ld ı r uğrayamadığ ı baba evinin yolunu tuttu .
Ceyhan suyunun odası , Ağcasazın bataklığ ı . . . Muslu dert içinde döndü dolaştı . Eve geldi ki , ev bomboş. Bunu hiç beklemiyordu. Kurşunla vurulmuşa döndü. Kapı nın eşiğine yığ ı l ıp kald ı . Üstübaşı çamur içindeydi . Komşular kald ı rıp bi r yatağa yatırd ı lar.
Ağcazasın kenarına h iç mi h iç ev kurulamaz, insan bir ayda sıtmadan öteki dünyayı boylar. Şimdiye dek h iç kimse de ev kurmamışt ır.
Şimdi Ağcasazın gün doğu ya düşen kıyıs ında küçük bir huğ vardır. Huğun yan ı yönü ördek, kaz, toy, b ı ld ı rcın , daha bilmem ne cins kuşlann tüyleriyle doludur. Tüyler çal ı lara takı lmışt ı r.
Hemite dağıyla Anavarza arası geniş bir düzlüktür. Bu düzlükte on beş yirmi kadar köy vard ı r. Işte bu arada tüfeği s ırt ında, çamura batmış, saçı sakalma karışmış bir adam köylü lere y ı l lard ı r, vurduğu av hayvanların ı satar. Bu , Musludur.
63 1
Anne Hikayeleri -�-------------.,;...
Yaşar KEMAL
Öyle çabuk yürüyordu ki , yarı beli ne kadar toz içinde kal ıyordu .
Tepeden diki ne i nen güneş onu adamakı l l ı sersemıetmişti. Yürürken iki yan ına arada bir sallanıyor, ayakkabı ların ın yırt ığ ı ndan giren köz gibi s ıcak tozlar ayakların ı yakıyordu.
ısmail hem yürüyor, hem boyuna mı rı ldanıyordu , bel li belir-siz.
Kucağındaki alacah bulacah kuşağın içerisinde bir bebek sanl i . Bebeğin başı Ismail in sağ kolundan d ışarı sarkmış. Yüzü ciğer gibi k ıpkı rmızı . Kırmızı yüzü bir toz tabakası örtmüş. Bebeğin göz-leri yumulu. Boynu ipineecik .
.
Toz yaribelinde. ı smail ha yürüyor, ha mır ı ldanıyor. Ter çizgi li mintanından dışarı çıkmış, tozla karışıp çamur haline gelmiş. Yanda yönde deste çekenler, ekin biçen orak makineleri, biçerdöverler var. Bunların gürü ltüleri o rtal ığ ı al ıyor.
.
ısmai l yandaki deste çekenlere, kad ınh erkekli tarlaya doğru sapt ı . Kucağındakini arabanın altına, ıslak toprağın ,üstüne koydu. Yanda sarı t,:r it, dil ini bi r karış d ışarı çıkarmış uyukluyordu. Arabaya t ı rmand ı . Fıçıdan bir tas su ald ı , kafasına dikti. Artanını da açık, 'k ı l l ı göğsünden aşağıya döktü. Sırt ını tekere dayayıp oturdu . Ayakları n ı uzatt ı . Ayakkabıs ın ın y ı rt ık yerinden başparmağı ç ıkm�ştı .
632
Altı yank yuruk, t ı rnağı uzun , di l im di l imdi . Sırtın ı tekere dayayıp oturdu. Ayakların ı uzatt ı . Ayakkabıs ın ın
y ı rtık yerinden başparmağı çıkmışt ı . Altı yank yuru k, t ı rnağı uzun, di l im di limdi .
ötede, deste çekenlerden bir kadın su içmek için arabaya doğru yürüdü . Arabaya gelince yüzü bir başka türlü oldu . Çenesi sivri Idi . Kocaman kara gözleri açı ld ı :
"O neee !" dedi . " Ismai l ·kardeş buralarda ne işin var?" Gözünü arabanın altma dikti : "Vay," dedi . "Vaay Zalam. Vay, sürmelicem." Eği ld i , çocuğu kucağ ına ald ı . "Boy nu düşmüş," dedi , "bunun. Bu yaşamaz bire kardaş. Vay
Zala . . . Vaay Sürmeli Zala. Zala gibisi yoktu ." Memesini ç ıkarıp oğlunun ağzına dayadi . Çocuk memeyi ald ı .
"Bak,'" dedi, " ısmail kardaş, çocuk memeyi al ıyor. Düşkünlüğü açl ıktan çocuğun. Sıcakla da telesimiş . Hüruyü çağırayım da süt versin. Memeleri dolu. çocuğu evde de, sabahtan beri toprağa sağı-yordu sütü nü ."
.
Çocuğun ağzından memesini ayı rd ı . "Kuru memeği bi le koyvermiyor . . . Kız Hürü ! K ız Hürüü , gel !
Gel'" Hürü çal ışan kalabal ı ktan ayrı ld ı . ("Gel Hürü , Zaianm çocuğu . . . Ge l emzir . . " Hürü çocuğu al ıp arkas ın ı dörıdü : "Vay," dedi , "kimse kimsenin kısmetini yemez. Duramaz 01-
dumdu . Şiştiydi memeklerim. Az daha sağacaktım toprağa . . . Kimse ki msenin . . . "
Sivri çeneli kad ın : " "Zala gibisi yoktu . Zalanm eşi yoktu . K ız iken kazmaya gider-
633
Anne Hikayeleri ---------------
dik. Yüzü güleçti . Bi r saçları vard ı , bir kucak. Mor saçlar . . . Bir kusuru vard ı , yal ınayak yere basamazdı . B ir kusuru vard ı . .. Yal ı na- ' yak . . . "
Hürü çOcuğu memesinden ayırd ı . çocuğun gözleri gene kapahyd l . Yalnız çenesi oynuyordu. Çenesinde , ağz ın ın yan ında yönünde süt bu laş ığ ı kalmışt ı .
"Toprağa sağacaktım gayri ." Içini çekti. "Vaay Zala," dedi. "Ço-cuğu böyle el aral ığ ında mı kalacaktı?"
Sivri çeneli : "Kardaş," dedi , "Zala nas ı l ö ldü?" Hürünün kucağı nda çocuğu gören bir iki kad ın i şlerini b ı rakıp
arabaya doğru geldi ler . Y ı rt ık başörtüsünden ak saçları f ı rlamış Hava ana: "Ne o ?" dedi . "Zalanm bebeği mi? Vaay Zala!" Gözleri nden bir iki damla boşand ı . "Vaay sürmelice Zalam. Kara gözıüm. Kadersizim . . . Nası l oldu
da ö ldü yavru? Nas ı l ö ldü?" Yerden bitme , k ısa boylu , çökük avurtlu Kara E lif : "Nas ı l öldü, ı smai l? Nas ı l ettin?" ısmai l boyuna mın ldanıyordu. Boynu önüne düşmüştü. Kalkt ı .
Arkasın ı ç ı rpt! . Hürüden çocuğu ald ı , kol larına yat ırd ı . Keskin : "öıdü , " dedi . "Doktora d a götürdüm gene ö ldü. Iğne yapt ı rdım
gene ö ldü. " Ça,buk çabuk yü rüdü. UzUn bacaklanndaki bol , y ı rt ık kara şalvan yalpalanıyof, şal-
vann ı n y ırt ıklarından beyaz donu görünüyordu . Kadı nlar 2;"J �asından bakakaldı lar. Hava ana büzülmüş dudakların ı usulca oynatt ı . "Dert li oğlan. Fıkara, bakınsana ne kadar dertl i ! Kan ağlıyori.
634
------------------=--=----------------- Bebek
Hiçbirimizin yüzüne bakamadl . Avradı kendi öldürdü sankime . . . " Yerden biter gibisi , avurdu çökük kara avrat : "Arnaan anam, bakmamış Zalaya, bakmamış boyu devri lesi .
Gezsin böyle kucağ ı çOluklu , köy köy gezsin. Gezsin ! Götürmemiş yirmi gün doktora .. Eşi içinde kalmış .. Ben ne bi leyim, eşi içinde gövermiş! Zala gibi var mıydı? Ölmeyeydi Koca Emine, kurban ederdi Zalayı o yabanın ısmail ine . . . "
Hürü oturduğu yerden : "E I kapı larında kaldı f ıkaracık. Hayra şere karışmaz, babayiğit
oylan ısmaiL . " Hava ona: "Bakt ı racak biri ni bu labi li r mi ola?" Sivri çenelisi : "Kim bakacak? Herkes kendi çocuğuna bakamıyor. Bak Hürü
ye, gül gibi çocuğu evde koydu da geldi . Çocuk orade:ı aç aç sinekler gibi vız ı ldıyor, bu burada toprağa sağıyor sütünü. Bu burada topraqa . . . Iflah olmaz Hürünün çocuğu . Varıyor akşam . . . Kan gibi süt . . ."
Hürü el leri ni yere bast ı r ıp kalktı : . � Ben gön lümlen mi geliyorum? Körolası yokluk. Keyfimden mi
geliyorum? Aç kal ı rık çoluk çocuk: Ele muhtaç . . . Muhanetin '<apısı o • • Bilmez deği lsin ya bacım. Gönlümlen o lsa . . . "
Hava ona: · "Zor," dedi . "Muhanet kap ısı ölümden de zor." Sivri çeneli : "Koca karın ın gözleri de görmez. Nas ı l bakıyor çocuğa o la?
Öyle mi , kız Hürü? Gözleri de görmez . . . " Hürü : "Çocuk yangı l ıs ı karı . Çocuk için deli o lur. Kuş gibi döner üstün.;
635
Anne Hikayeleri ----------------de. Çocuklar onun yanında hiç ağlamaı. 'Çocuk ağlaya ağlaya ölsün, götür kann ı n yan ı na, kesiveri r sesini . Çocuk yang ı l ı s i . . . Bi r nen çalar . . . "-
Kara Elif : ' "çocuğu ağlatmıyor. Sin,ek kapışsln , kara sinek yesin , haberi
o lmuyor, i l le çocuk ağlayacak. Göz yok, neylesin kan . Çocuk yangı Si ya, neylesin . Diyo riar ki , i kide bir, ağzl 'diye çocuğun gözüne doyarmış süt şişesin i . "
Sonra ısmai l in a rkası ndan baktı bakt ı : "Nereye gidiyor ı smail? Nereye götürüyor çocuğu? K im baka-
cak? Kimse çocuğu na oakamıyor bu iş güç zamanı . . . " ' Hava ona: "Dayısıgi l var. Onlar bakar zaar. Onlar bakar." Sivri çeneli çal ışanlara doğru giderken geri döndü : i'Teh , dayısıgiide bakacak avraı' vard ı ! Allah kimsenin çocuğu-'
nu anasından geriye komasın ." Hava ana: "Anası ölünce o da öleydi , A l lah ım. 'Nolurdu? Ne diye koydun
anasın ın ard ına? Bir öksüzlen dünyayı mı dolduracaksın, Allah ım? Vaaay Zala . ., Iş güç zamanı . . . Netsin ısmail?"
Gün tepedeydi. Toz duman ortal ığı almışt ı . ötede, uzakta, kö- ' yün beri yanında i ncecik bir duman kımı ldamadan, bell i belirsiz göğe doğru süzü!üyordu . Firezler pınl pmldı . Koca ova birpın lt ı içinde y�nıyor, kalayı l kaba gün vurmuş gibi yalp ya Ip ediyordu.
ötede, çal işan biçerdöverin parlak birdemiri şavkıdı . Ismail in gözleri bir hoş o ldu . Gözleri terden yanıyordu. Yolun k ıyıs ında tozdan apak olmuş, seyrek gölgeli bir dut ağaCi gördü. Ona sapt ı . Çocuğun başı kolunu n üstünden aşağı sarkmış, ipineecik yumuşak boyun uzamışt ı .
çocuğu th,Jtun kÖküne doğru yerleştird i . Kendi de oturmadan sırt ındaki gömleği ç ıkarıp s ıkt! . Gö�ürdü, yolun k ıyısı ndaki , tozdan
636
• h·
-=-------------------=--------�------= Bebek
belirsizleşen böğürtlen çal ı s ın ın üstüne serdi . Şalvanmn parçası çamur olmuştu, si lke ledi .
Bebe vızı ldıyo rdu. Yüzünü gözünu karasinek kaplamışt ı . Sert bi r e l' ç ırpmasıyla ısmail onları uZ2klaştı rd l . Çocuk vız ı it ısmı kesmed i. ı smail çocuğu iki yanına ığra ladı :
"Neeen yavru ," dedi'. "Neeeen . . Nennii i . . . . " Vız ı ltı kesi lmedi. Yaş gömleği çal ıdan çabucak çekti , giydi. Yürüdü. Toz yan be
l inden aşağısını göstermiyord�.1. Çocu�un boynu sarkmıştı . I ncecik bir sesle, i nler gibi , Vizi ld iyordu .
Yoldan bir kamyon geçti . Havada bir zaman, yol boyu, bir toz bululu ası l ! kald ı . Toz bulutundan çıkınca ısmai l in bumuna keskin bir batakl ık kokusu geldi . Sağ yanlarından köyün dibine kadar bir yeşi l alan, çeltik tarlası uzanıyordu. Yolun 'kıyısındaki hendelde üstü tozdan I(aymak bağlam!ş bir su durup duruyor, kocaman çeltik alanı , yakan gün a ltı nda buğulanıyordu .
Çeltik alan ın ın kıyısında, yani yola' gelen yanmda, el inde beli , s ı rtı nda abas ı , ak sakal l ı , beli kamburlaşmış bir ihtiyar saka duruyor, yüzündeki tane tane ter, uzaktan bell i oluyordu. ısmail önünden h ızla geçti . Başı çocuğun başından yana eği lmiş, k ı l ımdamadan bakıyordu.
Sak,a: "Uları," dedi , "bire yolcu , çocuğun başı sarkmış." ısmail duymad ı . Başı öyle, yürüyüp geçti gitti . Saka: I ODüşm.an baş ına ." dedi kendi kendine . "Düşman baş ına.
ZOL . . " ısmail o h ızla köye girdi . Tozlu ı dar yollarda kocaman manda
pislikleri üstüste y ığ ı lmışt ı . Toprak s �yah , tszak yapışt ır ı l ı huğlann cöbel leıinde ağızları açık, d i l leri d ışarıda, kanatları düşük, toprak içinde debelenen bi r sürü tavuk duruyor, uzun kırmIZi di l leri sark-
637
Anne Hikayeleri
mış köpekler uyukluyo rlard l . Köyde i laç için arasan ağaç yoktu . Hendek kıyı larında tozdan ağaç oldukları bi le belirsiz olmuş bodur karacanlar vardı ya, onlar ağaçtan bile sayılmazlar. Kısacık, çal ı gi-bi .
>
Ismai l in dayısıgi l in evi köyün ortarağında, kamıştan örülmüş, üstü ot, sağ robeli içeri doğru yamı lmış bir huğdu . Kapıdaki boyasız, ağaçları çatlamış , tekerlerinin şı nas ı paslanmış bir araban ın alt ında tavuklar, köpekler yatıyorlardL B i r ördek, arkasında yumak yumak cücükleri ni dolaştır ıyordu .
Kapı açıkt ı . Uzun boylu , i ri olduğu uzaktan belli olan bir kad ın , ayakların ı karn ı na doğru çekmiş , baş ın ı eşiklikten yana koymuş uyuyordu .
. ısmai l , başı çocuktan yana bükü lmüş, yüzü kapan ık, kapıda öylecene durdu kald ı . Çocuk vız ı lt ıs ın ı kesmemişti . Kad ı n baş ın ı usu lca kald ı rd ı. B i r yığ ın karasinek havalandı . Gözlerini ovuşturdu . Ismai l i seçemeden, yumuşak bir sesle : . -
"Ne o? Girsene içeri . Qurma günde." ısmail duymad ı . Baş ı çocuktan yana büküimüş duruyordu.
(3ölgesi kap ın ın önündeki boz tozun, gübrelerin üstüne düşmüştü . Kopkoyu, yan i nsan büyüklüğünde bir gölge.
Kad ın ayağa kalkt ı . Kendine geli r gibi o ldu . "Ne o? ısmail , yavru, sen misin?" Çocuğu kucağından ald ı . ı smail yerinden kıpı rdamad ı . Bebek
vızı ld ıyordu . "Neen yavru , neen, ağlama. ısmail gel içeri . Yandı n günde.
Ateş saçıyor. Gel yavru . Kadersizim!" Bebeği bi r çulpazı n üstüne koydu . Ismai l in koluna dokundu . "ısmai l , yavru , kurban, g i r içeri . Çıpl ldak tere batmışs ın . Ç ıp ı I
dak." Ismai lin gözleri cam kesilmiştL lçeri girip dizlerinin dermanı çö
zülmüş gibi çöküverdi .
638
--------------------------------------- Bebek
Kad ın Ismai le baktı . '''Yavru,'' dedi . "Bu kadar meraklanma. Başa gelmedik iş olmaz.
Ölen le ölünmez. Zala iyi avratt l . Ne ge li r e lderl. Ölenle ö lünmez yavru . Akl ın ı baş ına aL. Ölenle ölünmez. Avradı ölmedik herif, herifi ö lmedik avrat olur muymuş? O binde bir yavru . Meraklanma. Haberin var mı ne haldesin? Hiç kendinden haberin var mı? Başa gelen çeki lir. Sen işine bak. Duyduk, dayın meraklanıyordu. Diyorlardı ki , almış bebeği kucağı na . . . Iki kolunun üstüne ısmai l , nen çal ıp yatıyor. Deli gibi nen çal ıp yatıyor. Canı sıkı ld ı dayın ın . Gece gündüz diyorlar, çocuk kollarında ısmail in, nen çal ıp yatıyor. Etme oğlum kendine bunu."
Ismail in uzun yüzü az daha uzamış, kararmışt ı . Yüzü , gözleri dönmüş gibiydi . Kapl ığ ın yan ında, ıs lak yerde, beli çit e dayal ı . . .
"Teyze," dedi , "hatun teyze . . . Öldürüyor beni . Vızı ldatma şunu. Vızı ldatma . . . "
Cennet kad ı n yerdeki çocuğu kol lanna ald ı . Cennet karı n ı n saçları apakt l . B i r bölük san tel de vardı içinde. Bundan gayrı yan ı süt gibiydi . I ncecik, ö n e doğru bükük be linde , aş ınmış, püskül leri dökülmüş, kimbi l ir ne zamandan kalma bir kuşak sarıhyd ı . Gözleri p ın ! p ın ! , küçücüktü. Erkekleri nki gibi güçlü çenesi yüzüne sert bir hava veriyordu .
Bebeği kol lar ında ığralad ı : "Neen yavru , neen öksüzüm. Neen kadersizim neen." Evin içinde o baştan bu başa, kollarında bebeği sallayarak gi-
dip geliyor: "Neen kadersizim nen. Nenni öksQzüm nennHL" diyordu. Çocuk boyuna vız ı ld ıyo r, kuru lmuş gibi . "Sen, diyorlar ısmai l , bakmamışsın Zalaya, Bak ıms ızl ı ktan öl
muş. Gövdeli avradı götürmüşsün şeleğe. Son gününe kadar. Çocuk doğuşun atmışsın bir ahırl ığa. Bakan'yok, eden yok. Bir başına . . . Vebali günah ı boynuna . . . Böyle diyorlar işte . . "
639
Anne Hikayeleri
D ışardan içeri doğru bir gölge uzandı . Kara şalvann ın içinde geniş, etli kalçalan bell i olan, daracık omuzlu Döndü kız girdi . Kaşlan kirpikleri top toptu . Dudaklannda, ak dişlerin i gösteren , her zaman bir gü lümseme olurdu . Kocaman gözleri vard ı . Kirpikierinin gölgesi yüzüne düşerdi . Gamzeliydi .
Cennet karın ın kucağındaki bebeği ald ı . Arkasın ı dönüp memesini ç ıkard ı . çocuğun ağzına verdi. Çocuk memeyi ald ı . Sesini kesti .
D ışarda iki ç ınpçıplak, anadan üryan çocuk, bir e llerinde bıçak bir e l leri nde soyulmamış dal , duruyorlard ı . Karınlan kocaman kocaman, boyunları i pi ncecikt; , G ı rtlaklanna kadar çamura s ıvanm ışlard l . Çamur kurumuş, kurumuş çatlamışt ı .
Çocuğun bi ri başın ı içeri uzat ıp geri çekti. " Eeeyt, " dedi , "bir görsen!" Orta parmağı n ı gösterdi . "Boynu böyle i nce işte . . . Çöp gib i ince. Döndü bacıcık memek
vermiş." "Yalancıktan , ağlamasm diye vermiş memeyi . K ızların sütü
olu r mu? Herife gitmemiş k ızların sütü olur mu? Anam olmaz dedi . Yalancıktan i şte . . . "
"Yalancıktansa yalanc ıktan. Bebek ağlamıyor ya! Emiyor ya!"
EUeri ndeki dalları budaya budaya uzaklaşt ı ıar. Cennet kan : , " I şte böyle diyorlar," dedi . " Işte böyle I smai l im. Avradl kapa
mışsm bir içeri çocuklan, ki litlemişsin kapıyı üstleri nden, içecek bir su veren bi le yok. Gitmişsin tarlaya. I rak yerin davulu koygun öter ısmai l im. Böyle diyorlar ısmail im. Biri inanmazsa ısmail im, bin inan ır . . . Elin ağzı çukur bağın deği l ki çeke bağlayasın yavru. Düşmeye gör, keyf için yerler seni ! Diyorlar Id karanl ık içerde hasta avrat, a l ı rm ış çocuğu kucağ ı na, deli gibi dönermiş içerde ç ı rı pç ıplak,
640
" ; ")
--------------------------------------- Bebek
anadan üryan. Vebal ı diyenin boynuna. Dert delisi o lmuş Zala . . . Yaa ısmaili m . Ya yavru . . . "
ısmail i dinlemiyor san ı rd ın , birden i rki ldi : "Teyze," dedi ,"gözüne kurban o lduğum teyze . . . " Sesi yalvarır gibi , ama kızg ın çık ıyordu. "Kurban olduğum teyze, ben Zalaya kötü lük eder miyim? Evi
min orta direğiydL Evimin orta direği . . . Gel benden sor. Yanıyor yüreğim. Yanıyor içeri m köz gibi . Beni iflah etmez Zalan ın derdi. Zaladan sonra ben neye yararım ki? Zala gibisi karış karış gezsem şu dünyayı buiur mu? Buiabiii r miyim? Gei içerimden sor."
Cennet karın ın gözleri yaşla doldu . "Zala gibisi bulunmaz." dedi. "Hani öyle avrat? Bir geldi dünya
ya, bi r gitti ." ısmail in sesi sanki kendinden ç ıkmıyordu . Yandaki duvardan,
yerden, başka yerlerden çıkıyor gibiydi . Gözleri yarı kapal ıyd l . Akı karası belirsizdi gözlerin in . Bir hoş . . .
"Teyze," dedi , "ayakların ı öpeyim teyze, bunda benim bir suçum yok. Kız, dedim, avrad dedim, Zala dedim, az kaldı dedim. Sen dedim , gitme tarlaya. Ben bir başıma çal ışırım, çekerim şeleği . Za-
\' ten ne kaldı dedim, zaten ne �<aldl . Tutmadı sözümü. Ben, dedi , bugünü bekliyordum, dedi . Iş kendirnin olsun da, el içi n çal ı şmadan kurtu layım da, dedi . Ölünceye dek çal ış ır ım. Kemiklerim kırı !mcaya dek çal ış ı rim. Sen. dedi , tutmal ıktan,el kapıs ından bu yı l kurtu ldun daha. Ben y ı l lar yı l ı bugünü bekliyordum, dedi . Ortakçı l ık tutmahktan iyi , dedi. Yarıs ı el in ise, yarıs ı da benim. Ettim etmedim, kalmadı evde. Gövdeli avrat . . . Karn ı burnunda. Yü'reğim parçalan ıyordu çal ış ırken. Zala, diyordum, etme, diyordum. Nuh , diyordu. Ben, diyordu, bugünü bekledim. Kendi işimde çal ışmayı da görür müyüm diyordum. Elin kapı larında i rezi l sefil belim büküldü . Iştah la çal ış ıyordu. Ben bugünü bekliyordum. Babam, diyordu, el kapı larında tutmalıkta, anam pençiklikte öldü ; Ben de el kapılarında sürunüyorum. Deli gibi boyuna, ben bugü nleri bekliyordum, diyordu.
641
Anne Hikayeleri ---�------------
"Bir gündü, di l leri bir karış d ışarda, kuşların tap deyin havadan düştüğü s ıcak bir gündü. Şelek çekiyorduk. Gün tepemizdeydi . Mıh gibi kişleniyordu tepemize. Zalanın s ırt ında bir koca şelek deste vard ı . Iki adam bir o lsa götüremez. K ız o kadar vurma dersem, ben bu günü bekliyordum der, gözleri dolard ı .
"Bir bakt ım, yan yolda, harmana varmadan şeleği yazıya atı verd i . Noldu k ız , dedim . Sanc ı , dedi . Keskin leşti . Sabahtan beri o kadar deği ldi ya, şimdi keskin leşti . B ıçak dürtük gibi o luyor, dedi . Öldürücü, dedi . Ben gidiyorum eve, sen işine bak, sen çal ış, karıncay a pay etme yiyeceğimizi . Bin y ı l ın bi r başı , dedi, kendi malımızda kendimiz için çal ış ıyoruz. Karn ın ı tuta tuta köye doğru seğirtti .
. Gitti bir yere yıkı ld ı . Varacak o ldum. Karıncaya pay etme mal ımızı , . ben giderim , dedi . Kalktı gitti .
"Akşamlayın eve vardım. Bir yanda kendi yatıyor, bir çapıt için-de, bir halbı rm üstünde, bir yanda çocuk. Göbeğini kendi kesmiş bir
• makaslan. Avrat yok Id çiftlikte göbek kesecek. çocuğu yumuş, . ' tuzlamış kendi el iylen, komuş şuracığa. Ağa bir yandan, kendi bir iyandan, mahmızı kurda kuşa, karmcaya pay etme, diye başımı n :etini . yediler. Ağa yüzünü azd ı rı r, kaş ım çatar, kötü söz eder. Zala, bin yı l ın bir başı mal sahibi olduk, onu da benim yüzümden yerlerde · çürcıtrne, der, ben kendime bakanm . . . Gızırgamr. Edemedim, yaln ız , içerde tek başı na koydum, çal ışmaya gittim. Edemedim."
Cennet kar ı , usu l usu l, derin deri n içini çekti : "E I kap ıs ında büyüdü . Öksüzlük, YOksul luk . . . Mal sahibi olu
şun, can ından tatı l gelmiş. Görmedi gününü . . . Vaay Zala , görme-lı· " yi .
ısmai l , sözüne ara vermeden : i i "Bir hafta yataktan kalkamadı . Zala, dedim, bu böyle olmaz. Bu
gidişle iyi leşemezsin , ölürsün böyle olursa, dedim, aç susuz, kuru igerde . . . Yüzü de mum gibi olmuştu. Sapsarı , kemikleri ç ıkmışt ı . �ekıerim başında, dedim. Götürürüm doktora daha olmazsa. Sana cflmm da kurban, mahm da, dedim. Ağlad ı , s iz lad ı . Sabahtan iyi oluru m, dedi . Sald ı beni gene çal ışmaya. Kaldı içerde, karanl ıkta, zrki Beyin ahırl ığ ında, tek başına, aç susuz, sersefi l ... Ağa olmasa
642
--------�--------------------=-------- Bebek
zar zor onu kandırırd ım ya, ağa bela. Seni tuttum yancı , ortak ettim diyor, tutma iken ortak ettim. çürütme yerde malımı. Her akşam gel irim, Zala, derim, senin halin kötü. Ben kalayım da sana bakayım. Yoksa doktora götü reyi m, derim. Her akşam yemini bi l lah eder. Bugün biraz iyiceyim. Sabah leyin di mdik yekinirim yataktan, der. Akşam vanrım ki kalkarnamış. Böyle aradan yirmi gün geçti. Iğne ipliğe döndü Zala. Gözleri çukura kaçt ı . Bir deri , bir kemik .. . Iş de yeyni ledi . Burama geldi . Tok dedi imanı ma. Bakt ım avrat gidiyor, e lden gidiyor. "
Sesi sertleşti . Dudaklan na bir titreme geldi Deminki hal ini üstünden att ı . Sesine sahip oldu . Deminden mın ltı gibi çıkan sesi dik-leşti . .
"Vard ım dikiidim karş ıs ına ağanm. Ağa, dedim, avrad ı m ö lüyor. Doktor, dedim, i lle doktor. Ağa güldü . ısmai l, dedi, bun.lar yatar yatar diri l i rler. Doktor moktor iste"mez bunlar. Canı demir bunların. Telaşm ne, dedi . Işine bak, dedi . Yok, dedim, ağa malım ne varsa anan südü gibi sana helal o lsun . Kozam, küncüm, buğdayım, anansüdü gibi. Bana yirmi beş l ira buL . Edemedi , verdi yirmi beşi . Buldum bir araba, 'götürdüm doktora, vard ım doktoru n kapıs ına , doktor yok. Yaylaya gitmiş doktor. Gezdim şehri baştan ayağa. Bir iğneci bu ldum. Kinin dağıtanlardan birini . . Geldi baktı Zalaya . . . Son soluk . . .
"Eği ldi ku lağı ma. bu çoktan gitmiş, dedi . Dedim ki, gitsin, o lacağı buydu zaten, sen yap bir iğne. Ben, dedi, soluktakine iğne yapamam, ne faydası var? Koydum parayı önüne. Aha, dedim, sana para. Yap iğneyi . Parasıylan değil mi? Şu ağaca vurdururum, beygirlerime vurdururum. Yap iğneyi kardaş, dedim. "yüreği�e dert 01-mas ı ıı , e lalem anama avrad ı ma sövmesin, dosta düşmana karş ı , dedim. Iyi adammış, bir iğne yapt ı . B i r iğne daha yaptırd ım. B i r daha yap kardaş. Zalanın bende çok hakkı var, dedim. Bir daha yaptı . Deri kemiğe yap ışmış, bir deri bir kemik, teyze . . . Zala öyle o lmuş işte . Inanı lmaz. Görsen, bu Zala deği l , dersin . Gözünlen görsen. Koştum arabayı öğlenin s ıcağı nda. S ıca�( çat ır çat ır. Düştük yola. Ölücüyse de çiftlikte ölsün dedim. Bir sıcak bir sıcak vardl , kabil karar deği L . Öyle s ıcak işte . Ateş düşmüştü yazıya yabana. Alev al-
643
Anne Hikayeleri
mışt ı dünyay ı . Yan yola gelişin , Zala eremeke doğru ldu. B irşeyler söyleyecek o ldu, söyleyemedi , başı geri düştü. Ağzı ndan , bin yıI ın . . . çocuğum . . . ç ıkt ığ ın ı duydum. Usulcana, duyulur duyulmaz söyledi ."
Cennet karı : "Bin y ı l ın bir başı f ıkara kendi işinde çal ış ıc ıydı , o da k ısmet ol
mad ı . Vay," dedi , "vaay Zala . . . " ısmai l : "Gözleri dönüve rdi . Bakt ım ses soluk yok. Çocuk kucağ ında.
Baktım ses soluk yok . Güneş teperne işlemiş. Bir hoş o ldum. Gerisini bi lmiyorum. Kendime geldim ki ne göreyim, tozun toprağın içine belenmişim. Her yan ım sızhyor. Atı , arabayı koydunsa bu! . Seğirttim şimdi. San s ıcağ ın altında ... Beygirfer, dedim, ya götürüp bir dereden' yuvarladı larsa? Dirisi gün görmedi . . . Ölüsü, d edim, ölüsü olmas ı n i rezi! . çocuk , dedim, çocuk kurda kuşa yem o lmasın , Ö lür ölmeye ya . .. Anasiz çocuk yaşar mı? Kim görmüş yaşadığ ın ı çocu-:ğun? Elin adamı anal iyı yaşatamıyor. Hemi koşuyorum, h emi yanı ma yönüme bakiyo�um çocuk düşmüş m ü deyi .
"Böyle böyle, koşa koşa geldim baktım ki bir kalabal ık , toplanmışlar köyün ortas ına. ' Ne köyü? Daha hangi köy o lduğunu bilemiyorum. Bir köy işte . . . Bir kalabalık, bir kalabalık, iğne atsan düşmez yere. Kulağı ma bir ölmüş laf ı geldi . Vard ım girdim kalabal ığa. Ara- , ba ortalarında . Çocuk anas ın ın kucağı nda daha. Yüzü gözü toz içinde. Gözleri yumulu . AvraUar ağl ıyor. Ne köyüydü b i lmem. Boyuna avraUar ağl ıyo r.
"Bindim arabaya sürdüm. Necisin, demediler. Bu ö l ü nen olur senin , demediler. Nereye demediler. Ağızlarınd(�m bir çift laf çıkmad ı . Öylecene donakald ı lar. Arkamdan bakakaldı lar.
"Çocuk kaldı üstüme. Iş zamanı, güç zamanı ... Yukarı köye götürdüm. San Kız (jerler emzikli bir avrat varmış, verdim o na, geldim köye. Iki gün sonra 'geti rdi ler çocuğu attı lar üstüme. Ben im südüm, diyormuş, benim çocuğuma yetmiyor. Öldüremem, diyo rmuş, e l in çocuğu için çocuğumu. O yanlarda emzikli avrat koymadım. Kime
• b
644 \
--------------------------==----------� Bebek
verdirnse getirdi attı üstüme. Elim kolum bağlandı bu iş güç zaman ı . . . Süt versen süt içmez, emzik versen emzik almaz. Ölüp kurtulmuyor. Bir alarnet. Ölüp kurtulmuyor. Bir kolumda.çocuk an gibi vız ı !dayıp duruyor. Bir e l im işte. Şaşt ım kald ım."
ısmail yerinden doğru ldu. Baş ı huğun otlarına yetecek kadar uzun boyluydu . Sal land ı , geri çömeldi . i-
"Işte görüyorsun." dedi . "Bir anası da sensin. Ne edersen et. Iş güç zamanı . Döküm saç ım kald ım,"
Cennet kan , başı yerde, kımı ldamıyordu. Bir zaman geçtikten sonra usulcana baş ı m kald ırd ı .
" ısmai l . . . ," dedi. Sonra sustu . Sesi titriyordu , ağlamakl lyd ı . ısmai l : "Ne diyorsun , teyze ," dedi. "Desene ne diyorsun?" Cennet karı : " ısmail , " dedi , "bin y ı l ın bir başı el kapıs ından kurtulduk, kendi
işimizde çahş icıyd ı i< , gününü görmedim diyecekti zaar, Zala, öyle deği l mi? çocuğu ma iyi bak diyecekti zaar , . . "
.
ısmai l : "Zaten ," dedi , "di l inden düşmOyordu. Bin y ı l ın bir baş ı , bin y ı l ın
b i r başı . . . Bir seviniyordu Id el kapıs ından kurtulduğumuza. Deli gibiydi. Görmedi gününü. Doya doya çal ışamadı kendi işimizde. EI işi zor gel iyordu kendine, e l işi , e l için çal ışma öldürüyordu onu . Ömrü el işinde tükendi . Görmedi gününü. Bir anası da sensin nedersen et öksüzü .. , "
Döndü kız, bebeği memesinden ayırmadan Cennet kannın yan ı na geldi . Yüzü yal ım gibi , korlu ateşin yal ım ı gibi k ızarmış! ! .
Kulağ ına eği lerek: "Cennet teyze," dedi, "bir hoş bir tatıl bir şeyler oluyor bana be-
645
Anne Hikayeleri
bek emdikçe. S ı rt ımdan tat l ı bir şeyler geçiyor. Akşama kadar e mse, on tane çocuk olsa da emse . . . Bir tat l ı . . . "
Usulcana geri ndi . "Bi r tatl ı ı ı ı . Bi r hooooş . . . " Cennet karı : "Deli , " dedi, "hepimiz öyle oluruz." Akşama doğru dayı eve geldi . iri yan bir adamdı . Güneş yanığı
yüzüne saman parçaları , k ılçık, toz yapışmışt ı . " ısmai l ," dedi , "diyorlar ki , ısmai l , çocuğu almışsın kucağı na,
gece gündüz. Deli o lmuşsun." Bebek orta direğin yan ında bir çulun üstünde vız ı ld ıyordu. Karısı bi r ışmar etti , yaşl ı adam sözü değiştird i . "Demek böyle ı smail? Duyduk durumunu, yüreğimiz yandı . " Cennet karı : "Herif , " dedi , "sal Musdu luya da gelsin. Topal Emineyinan
onu n avradı var emzikli . Bir de Hürü var ya, o f ıkara kendi çocuğuna bakamıyor. Musdulunun avrad ın ın südü çok. Temiz de av rat. Çocuk sal Musduluya. Avradı , gönlü olursa Musdu!unun emziririm dedi ."
Az sonra Musdulu , gönderdikleri çocukla içeri girdi . K ısa boyluydu . Lacivert ceketin in yakas ı ndaki er büyüklüğünde k ı rmız ı mendi l , i lk bakışta adamın gözüne çarpıyordu . Düzgün taranmış saçlar ı , yeni kasketinin alt ı ndan f ı rlamışt ! . Şalvarı da yeniydi . Ayağ ında da arkası basık bir Adana ayakkabıs ı vard ı .
Day ı , Musdulunun e lini tutup yanı na oturttu. "Oğlum," dedi, "güzel oğlum, Musdulu ," dedi . Eliyle orta direğin
dibinde vız ı ldayan bebeği gösterdi. "Görüyorsun işte . Allah kimsenin baş ı na vermesin. Başa gelmedik iş o lmaz. Kul s ık ı lmayınca Tanrı yetişmez. Senin avradın südü bolmuş. Bir iki . . . Neyise ısmail esirgemez. Ne diyorsun? Iyi l ik yazıda kalmaz. Bir iyi l ik yap da at
• b
646
denize , bal ık bi lmezse, Halik bi l ir . B i r iyil ik et de . . . Bi l ir . . . " Musdu lu başın ı yere dikmiş , i nce dudakların ı s ıkmış, bitiştir-
miş , h iç bir söze varmıyordu . .
"Oğlum," dedi, "bu iş güç zaman! . . . Evde kimse yok . . , Çor yok, çocuk yok . . . Ismail i n durumu . getir gözüyün önüne. Taş o lsa erir adamın yüreği . Garip yiğit kişi ısmai L . Bin yı l ın bir başı kurtuldu tutmal iktan. O da batmasın çocuk yüzünden. Ne dedin oğlum Musdulu? Bir söze varmıyorsun?"
Musdulu durumunu bozmamış, başı yerde, k ımı ldamıyordu. H lyi i ik etmek f ı rsat ı her zaman ele geçmez. Bak," dedi , "buna
Allah da razı olur. Cennetin kapıs ın ı açarsın . Senin avrat bakmazsa bu çocuk ölür. Bir can kurtarırsin. Yaşamasına sebep olursun bir can ın . Bak veni ldeyip duruyor . . . Buna can, buna yürek dayan ı r m ı?"
Musdulu kalktı yürüdü . Ayağın ın birini eşiklikten d ışarı att ıktan sonra, baş ın ı geri çevird i .
"Emrni , " dedi, "kim dedi sana Musdu lunun avradı hizmetçi diye? Benim avrad ım h izmetçi deği l . . . If
Hış ımla çıkt ı . ısmail , bi rden yerinden kalktı . Iki e lini Musdulunun arkasından
uzatt ı . "Kardaş, kardaş," dedi . "kardaş etme bu kötü lüğü . . . " Dayıs ı birden kolunu tuttu . "Ulan," dedi, "yalvarma böyle it oğlu itlere! Can için olsa bi le yai
varma! Avrat gibi o lmuşsun. Sana noldu böyle? 'Ölsün," dedi, karıs ın ı gösterdi. "Bu," dedi , "on ait ısmı gömdü. Böyle bebek deği l , tosun gibi babayiğit . '\
Cennet kan : "Yavni," dedi, "sen bir hoş olmuşsun. Bir çocuk . . . Ayına yetme
dik bir bebek . . . Evlenirsin . Allah gene veri r. Ölürse ö lsün. Ben on alf ıs ın ı ömdüm. Ben nas ı l dayandım? On alt ıs ın ı verdim kara top-
647
Anne Hikayeleri
raklara . . . Kör ocaklara oturduma Gene evlenirsin . Allah gene verir. S ıkma canın ı yavru . . . Sen de hasta olursun bu yaz günü. Bu iş güç zamam. Öldürme kendini . .. "
ısmai l in yüzü duvar gibi apak kesi lmişti . Cennet kann ı n yüzü döndü , düşünceli bir görünüm a ld ı . "Dur he le ," dedi kendi kendine. "Dur hele ' " Topaj Emine bi r,
Hürü ik! . . . Topal Emine . . . Hürü . . . Topal bir . . . Hürü . . . başka yok."
Hep kendi kendine konuşuyordu : "Topalin südü zehirli . . . Hiç çocuğu durmaz. Kendimi bi ldim bi
leli çocuk doğuru r. Her y ı l bi r tane doğurur. Her y ı l ölür. Çocuktan kalmaz benim gibi . Her yıl doğurur, her yıl ayı na varmadan ölür. Bilmez . . . Şimdiye kadar kaç çocuk doğurdu, sayıs in ı kendi bi le bi l mez. Ben heyle veririm çocuğu ona? Hürü dersen başı kaYIS i oldu f ıkara, kendi çocuğu na bakamıyor. Ötürgen oldu ,çocuğu ı sıcak·süt içe içe .. Kör kan başı nda dönüyor. Kör çocuğa nas ı l bakar? I l le · ana . . . "
Day ı : "Avrat," dedi , "ne v ın v ın edip duruyorsun? Sütü zehirl i mehirli ,
Topal Emineden başka yok. Verek Topal Emineyle ." Cennet kar ı : "Herif," dedi , "göz göre göre ö ldürülür mü çocuk? Vebaii?" ısmai l sertçe : "Teyze," dedi , "al ı rsa verelim. Acından ölmesin. EI anama av
rad ı ma sövmesili de . . . Böyle ö leceğine, öyle ölsün. Bak şu hale . . Acından ö lmesin d e göz göre . . . Herkesin çocuğu öıüyor. Ölür, ölsün . . . "
Topala çocuk gönderdi ler. Topal ayağ ın ın biri ni ta geri lerden sürükleyerek, eği le kalka, eği le kalka geldi . Boyu kısayd ı . Bir yanı , omuzdan aşağı düşmüştü. O kadar çok düşüktü ki , dururken, o ya- ' na nas ı l devri lmediğine insan şaşar kal ı rd ı . Bacakları nda rengini
648
------------------=--=----------------- Bebek
atmış, bozarmış, bir iplik çeksen bin yamalık dökülür, kara bir şalvarı vardı . Bağı gevşek şalvarın ı geniş kalçalan tutmasa şalvar bacaklarına aşağı y ığ ıhveri rdi . Topal yan ına doğru sarkmışt ı . Üstü başı toz, un, hamur bulaşığı içinde idi . Büzüş büzüş kara memeleri yı rt ık yakasından dışarı çıkmış , aşağı lara, göbeğinin üstüne doğru sark ıyordu . Yüzü bir acaipti . Gözleri , karmakarış , kirli , pis saçlarının alt ında kalmış, gözükmüyordu . Koca koca benli kara yüzünün benleri meme meme, parmak başı gibi sarkıyordu , k ınş k ınş .
Dayın ın karş ıs ına geldi . "Vel i ağa," dedi , "beni çağ ı rttı rmışsın . Geldim işte ." "Kız ım." dedi , "işte şu çocuk. Bak diye çağı rd ım seni . ısmai l
gönlünü görecek. Seni faz lasıylan memnun edecek. Fazlasıyıan. Hemi sevap. Bir can kurtaracaksın . Az iyil ik mi? Allah yanında kıymetin artar. Hemi de hakk ın ı ahrs ın . Ne diyorsun k ız ım?"
ısmail yalvanr bir sesle : "Bacı ," dedi , "Emine bacı , ne istersen sana veririm. Kuş südü
nü bi le eksik etmem. Kuş südünü istesen bi le bulu ru m. " Eminenin yüzü daha çok kmşıklaştı , karard ı . "Ağa," dedi . "Veli ağa, benim südüm benim çocuğu ma yetmi
yor zaten . Ne yiyorum ki südüm olsu n !" ısmail doğruldu : "Bak," ded i , "güzel Emine bacım, kuş südü bi le istesen bulu-
rum. Ne diyorsun? Olu r de, gel . " Emine: "Ne deyim kardaş." ded i . "Akşam benim herif ge lsin de . . . " Yerde sız ı ıdayan bebeğe süt bi le vermeden çekti gitti . Döndü kız koşa koşa içeri girdi . çocuğu kucağına ald ı . Arkası
nı dönüp �eme verdi . S ız ı lt , kesi ldi . "Anam da," dedi , "salmaz ki . . . Yoktan iş çıkarı r. Anam da . . . " Kurbağa sesleri geceyi dolduruyordu . Ikindiyin çıkan garbi yeli
649
Anne Hikayeleri
durmuştu, azıc ık fisi lti bile yoktu. Azıcık olsun. Hava batakl ık kokuyor, taze s ığ ı r pisliği kokuyordu. Yapış yap ıştı . Gök kocaman, pariak y ı ld ızlarla ö rtü ıüydü .
ötede , uzakta, çay ı rı n kıyıs ı nda b i r çınar vard ı . Bi r u lu ç inar. Dallar ın ın üstüne ak ak leylekler s ıralanı rd ı geceleyin . Sayısız. Bir iki kez tak ı rtı ları duyu ldu .
Veli day ıgi lin evlerinin önünde bir adam boyu yüksekliği nde bir çardakları vard ı . A lt ında, yanında, yönünde köyün s ığ ı rları yatar, geviş geti ri rlerdi .
Bebek çardağı n s ağ yan ında. Cennet ka"mıın .yanıbaşı nda VIz ı ldayıp duruyordu . Cennet karı da boyuna beşiği sall ıyordu. Beşiği sal lad ıkça çardak da beşik gibi ı rgalanıyordu . Veli dayı çoktan uyumuş horluyordu . Az sonra beşiğin sallanması kesi ldi . Cennet karı da uyumuş olacak. Sivrisinek dopdolu , ortal ığ ı kavur�yor.
Gece yanyı çoktan aşmıştl . Bebek daha ağlıyordu. ısmail sertçe bir iki kere yanı na döndü . Birkaç sefer daha döndü . Çardak beşik gibi sallandI .
Duyulur duyulmaz bir sesle: "Teyze," ded i . "Cennet teyze !" Kad ın uyandı . Ya da uyumamış, uyukluyordu . "Teyze," dedi , "al götür şunu Topal Emineye. Öldürüyor beni .
Kesmedi , kesmiyor sesini . Öldürüyor beni . . � Götür şunu ." Kad ın gözlerin i ovuştura ovuştura kalkt ı , çocuğu beşikten Ç ı
kard ı . Köyün kad ınları tarlada, sokakta, buzağ ı sürer, ı sdar dokur
ken, nerede ikisi bir araya gelirse, Topal Emineden, Isr:nai l in bebeğinden konuşuyorlard ı .
Kara Elifin kap ıs ında bir top kadın vard ı . Kad ın lar ayakta ki rmen çeviriyoriard ı .
"Aman kele bac ım, kader kader dediğin de böyle olma l ı . Oluşun böyle o lmal ı . Zalanm ö lümü yaradı pasakl ı Topala . . . "
650
--------------------------------------- Bebek
"He bacım, çocuğa baksa, baksa yüreğim yanmaz. Çocuk akşamlara dek it eniği gibi veniliyor. O da bey gibi yiyor ı smailin getirdiklerini . Şeker koymadı çarşıda, yağ koymadı , üzüm koymadı deli batası , batas ı ısmail taş ıdı Topal ın evine. Dükkana döndü Topal ın evi . . . "
"He bacım dükkana döndü !" "Çocuğa da baksa . . . " "Ben kapıs ından geçemiyorum. Şafaktan akşama dek veni ldi-
yor, bebecik. Yürek dayanmaz. it eniği gibi veni idiyor . . . " "Sabi çocuk, yürek dayanmaz. " " ısmai l in halini görsen I" "Yürek dayanmaz!" "Sararmış solmuş f ıkara . . . " "Yürek dayanmaz!" "Varın ı yoğunu , e lindekini avucundakini yedirecek Topala. Ge-
ne tutmal ı kta sürünecek it gibi . ", " It gibi . . . " " If lah olmaz çocuk." "Ölür çocuk." "Topala baktı racağı na . . . " "Götürsün koysun bi r ağacın başına, kartal lar a ls ı n . . . " "Suya ats ın . . . " "Diri d iri mezara gömsün." "Hee bac ım !" " Iki güne bir s ı rt ında bir çuval . . ." "Geli r ı smaiL." "Avrat yesin , dermiş, südü çoğalsın . "
65 1
Anne Hikayeleri ---------------
"Otururmuş beşiği n yan ına, bükermiş boynunu, bakarmı ş .yüzüne çocuğun . . . K ıpı rdamadan bakarmış. Hiç konuşmaz, geldiğinden gidişine kadar bakarmış öyle . Hiç kımı ldamaz ."
"Durur öyle bakarmış." "Ciğer . . . " "Yüreği yanıyor f ıkaranın . " "Yürek . . . " "Anasız." "Anasız yavru yaşamaz . . . " "Emeciği boşa I smai l in ." "Südü zehirli . . . " "Yaşasa kendi çocukları yaşard ı . " "Yaşamaz!" Emine çocuğu ald ıktan on gün şonra -ortalığa düştü. Önüne ge
lene : "Amaaaan avratlar, hiç başıma gelmedi böyle iş ! Attılar başıma
çocukların ı . Süde doymuyor. Ne de büyük karnı varmış. Ona bakayım derken, kendi çocuğumdan oluyorum. ötürgen oldu çocuğum. Su gibi , su gibi geliyor al' ı . Ölücü Duranım. Bu yaşar diyordum. O da bu yüzden ölücü . Götürür atarım üstüne.
Kendinin o lsun geti rdiğ i . Zaten getirdiği ne ki . Ben çocuğumu öldürüyorum, iki kilo şeker, on gün oldu iki kilo şeker! Yaa bacım, iki ki lo şeker . . . "
da:
Kadınların tümü birden: "Götür at," diyorlard ı , "Cennet karın ın üstüne. Götür at." Topal Emine ayağ ını sürüye sürüye gittikten sonra da araların-
"Çocuk yaşamaz zaten." "Götürsün ats ın. "
652
--------------------------------------- Bebek
"Kele bacım, getirdiklerini de beğenmiyor herifi n !" "Bu lunca bunar." "Iki ki lo şekerI Pasakl ı , anadan doğdun doğalı boğazından aştı
mı iki kilo şeker?" "Heee, aşt ı m ı , batasıca?" "Topal pasakl ı !" "Herife yaz ık . Bir yüreğim acıyor ki . . . " "Götürsün ats ı n."
, "Götürsün atsı n. " "Götürsün ats ın." Konuşuyorlard ı . ısmai l , çocuğu Topaı Emine'ye verdiğinin on ikinci günü gene
geldi . S ı rt ı nda gene yarıs ına kadar dolu bir çuval vard ı . Dayısıgi le, başka bir yere sapmadan doğru Eminenin evine yü
rüdü . Eminenin evi , üstünün otları eskimiş, gümüş; , çitlerinde topak topak tezek yapıştırıh , sıvası tezekten bir göz bir huğdu . lçerde öteberi denecek pek az eşya vardı . Köşede dayalı üç çuval, bir de yüzsüz, pamukları d ışarı çıkmış bir yatak. Bi r köşeye bir buzağ ı bağ l ı duruyordu. Buzağ ın ın bağ l ı bu lu nduğu köşeden taze s ığ ı r pisliği , işemik kokusu geliyordu. Çocuklar ın beşiği buzağ ın ın yan ındayd ı . Iki çocuk, kirden kapkara kesi lmiş, yarı imış eski beşiği n içinde koyun koyunaydı lar. Yumuk elleri birbirine dolaşıyordu. Evin içi baştan aşağı çamurdu. Bir karış büyüklüğündeki pencerenin alt ı nda, üstlerini yosun bağlamış iki cam bardaktan boyuna su slz lyordu.
ısmai l , beşiği n alt ında durdu durdu baktı . . . "Bacı , " dedi , "Emine bacı , no lmuş bu çocuğa böyle?" Çocuğun derisi kemiğine, karn ı beline yapışmış, gözleri çuku-
ra kaçmışt ı . ' Dayanamayıp d ışarı çıkt ı .
653
Anne Hikayeleri
Emine çuva l ı si lkeledi . "Bak," dedi , "Elif b acım, şunun geti rdiklerine. Bak şu boyu dev
ri lesi uzun devenin ettiğ ine. Bir de kurumlu kurumıu bakıyor da, çocuğa nolmuş böyle diyor. Ölüyün körü oldu. Boycağızı devrilesi i ki kilo şekercik ! Ye de çocuk emzir . . . "
öteberi l eri çuva ldan al ıp oraya buraya 1 1 ld ı nyordu. "Ölür çocuk. Benim çocuğum ö lü r. Ötürgen . . . Ölür de kurtul a
mam elalemin di l inden." Kara Elif : "Götür üstüne at bacım," dedi . "Götür at üstüne."
. "Ölür de çocuğum . . . · El ifil çocuğu na baktı da kendi çocuğunu öldürdü derler. "
ı smail s ı rt ın ı verdiği çitten doğru ldu. Derin b ir "0001" çekti . Diş-leri nin aras ından ıs l ık gibi bir :
"Orospu, " ç ıkt ı . "Topal orospu . . . . .. Sarhoş g ibi yalpalayarak yürüdü . Iki gün sonra Emine, dövüşe çekişe, çocuğu getirip Cennet ka-
r ın ı n üstüne att ı . "EI ne der," diyordu , "benim çocuğum ölürse, e l ne der? Cennet kan da çocuğu babası na gönderd i . Harman bir adam boyu yüksekliğindeydi . Ta şafaktan önce
başlamıştı sap atmaya. Gün kuşluktu . Ortadaki öbek epeyce yükselmişti . ısmai l e lindeki di rgeni sap
lar ın üstüne att ı . Harmanm gölgeli yanı nda duran testiyi başına dikti , Döğenin üstüne i nce boyunlu , kirpikieri çok uzun bir çocuk vard ı . Cocuk boyuna önündeki i ki zabı n doru beygiri k ı rbaçlıyo r, daha yumuşamamış sapın üstünde h ızla dönüyordu. Ortal ığı insan ı n genzini yakan bir saman, bir kuru ot kokusu almışt ı .
ısmail harmanın gölge gelen dibinde v ız ı ldayan çocuğun ağz ı na, üstüne emzik geçi ri lmiş süt dolu b i r rakı şişesi dayad ı . Çocuk
654
• b
----------�--------------------------- Bebek
sesini kesti . Usulca emmeğe başlad ı . ısmail in sağ dizi yere dayaI ıyd ı . Yüzü samandan, tozdan bellisizdi. Sol duluğundan çenesine doğru inen uzun derin yara izinin içi tozla, saman parçalarıyla dolmuştu . Yırt ık , çizgil i gömleğinin yakası açıkt ı . K ı l l ı göğsü görünüyordu . C ıp ı ldak tere batmışt ı .
Gömleğini çıkarıp firezlerin üstüne serdi, geldi dizini yere dayayıp şişeyi tuttu . Daha yornuğunu alamamış, körük gibi soluyup duruyordu.
Döğen süren çocuğa seslendi : "Meh med gel , dedi . "Ge! de ekmeğini ye ." Memed atların baş ın ı sapa verip geldi , çık ın i açt ı . ısmail bir e liyle yiyor, b i r eliyle de şişeyi tutuyordu . Şişeyi çeke
cek o lsa, 'çocuk hemen vızı ldamaya başl ıyor. ısmail de buna dayanamıyo rdu.
M emed hem yiyor, hem konuşuyordu. "Bak," dedi , " ısmai l emmi , bizim köyde bir oğlan vardı . . . " Bebeği e liyle gösterd i : " Işte o da bunun gibiymiş; Anası ö lmüş. Kucağında gezdirirmiş
babası . Fıkaraymış da kimse bakmazmış. Anam öyle diyordu. Hiç kimse bakmazmış. Kimsesi de yokmuş. Çocuk ölücüymüş acl ndan , yaa çocuk ö ıücüymüş. Acı ndan ağlaya ağlaya ö ıücüymüş. Anam öyle diyordu , babas ın ın kucağ·ı nda acından öıücüymüş. Şimdi o çocuğa var ya, Kürdün oğlu diyorlar. Anam diyor ki , babası ne Kürttü , ne birşey . . . Anam öyle diyor. Babası bir gece sarmış bir çuvaleskisi ne bebeği , koymuş köyün ortasındaki çeşmenin taş ına, savuşmuş g itmiş .Baş ın l a lmış gitmiş. Çocuğu KOrt k ız ı almış büyütmüş. Kürdün oğlu diyorlar şimdi . Kürt kızı almış . . . Babası baş ın ı almış gitmiş bir daha da basmamış köye. Imi timi bellisiz olmuş. Ne bi leyim ben , anam öyle diyordu işte."
ısmai l birden yekindL Güneşe gelince, göğsünün k ı l larına yap ışmış saman parçaları ış ı laşt ı . Fi relerden gömleği n i ald ı . Kurumuştu. Çabucak giyindi . Çocuğu kol larına al ı p yürüdü.
655
/ Anne Hikayeleri
. L . Kör kan ayak sesleri ni duyunca yüzünü kapıdan yana ckndür-
dü. i "Kim o ," dedi , "kim ., gelen? Bir bebek mi var ne kuqağı nda? Bebek sesi deği l mi bu gelen?" i
ısmai l : / i
"Benim," dedi . "Ana benim." Kör Karı : "Kusura kalma yavru , sesinden bi lemedim." ısmai l :
i
"Benim ana," dedi . "Avşar ısmai l . . . Durmuş ağanın eski tutma-s ı . . . "
Kör kan , zehir gibi acı , yumuşak, ağlar gibi bir sesle : "Yandı , " dedi , "hepiciğimizin yüreği Zalaya . . . Gün görmedi h·
kara. Pasakl ı topal kurban o lsun Zalaya, kurban olsun bebeğine. çocuğu getirip de ü stüne atm ış d iyorlar, öyle mi? Aaaah ," dedi , "oğlum o laydı burada! Hürü -de gitmeyeydi işe , Zalan ı n gü l hat ı r ı için bakard ım bebeğine . Yavru." dedi, "o kucağındaki ağlayıp duru- , yor, yat ır beşiğe çocuğun yanma. Yatırdm ml? Neeen neeeeen . . . Anasız kuzu, neeeeen . . . . "
Beşiği usul usul sal l ıyordu . ısmai l : "Ana," dedi , "daha n e zaman günü yeticl mahmudun o la? Daha
ne zaman?" "Neeeen neeen , ololoş neeeen . . . " Sonra h ış ımla: "Aaah," dedi , "benim oğlum, hökü met geçer mi hakk ından?
Hökümet geçer mi? Neeen, o lo loş neeen . . Bu yaşa geld im duyup işitmedim. Neeeen anas ız kuzu neeeen. Toplanmış yol parası , toplanmış ısmai l im, toplanmış yavru . . . Neeeen sefi l im neeeen . . . Olutuş neeeeen . . . . Hökümet diyormuş ki , versin paramı koyvere-
656
---------------------------------------- Bebek
yim kendisini . Diyormuş ki hökümet . . . Neen canı m neeen . . . . Vermezse paramı kendi bilir diyormuş, yatar ölenedek. Neeeen el e li nde kalanı m neeeen. Az buz para deği l yavru , bi r araya gelmiyor yavru. Neeen öksüzüm neeen. Bir Hürü çalışıyor. Bir avradın çal ışması ndan nolu r? Neeen Zalan ın bebeği neeen . . . Kaç kere varayım, dedim, düşeyim dedim hökümetin eline ayağına .. Hayır olmaz dedi ler, i l le para dediler. Neeen kadersizim neeeen, olo looooşşş neeeen . . . "
Ev, yanyana seri lince iki yatak alacak büyüklükte, çitleri s ıvasız, üstünden gün ış ıkları s ızacak kadar otları seyrelmiş, tertemiz bi r huğdu.
Kör karı kapıya doğru oturmuş, yüzü ış ığa dönüktü . Usul usul beşiğ i sal layıp ni nni söylüyordu .
"Neeen neeen . . . Anasızlar hep böyle durmadan ağlar . . . Neeen neeeen neeeenniii . . . Oooff bana da birşeyler oluyor. Neeen neeeen . . . Günüm yaklaştı gayrı . . . Mahmut gitti gideli Allah ın günü sıtma tutar beni . Neeen ololoş neeen. Şakır şak ı r s ıtma tutar. Hiç halim dermanım yok. Neeen gülüm neeen. Neeen dağların güzel çiçeği , ağlama neeen . . . Aaaaah Mahmudum burada olaydı . . . Neeen neeeen nenni i i . Zalan ı n çocuğunu böyle kapı kapı sü rü ndürü r müydüm? Neeen neeeen."
Beşiği sal lamayı b ı rakt ı . "Hangi yandaki ı smai l? Hangisi Zalanı n bebeği?" ısmail el i ald ı , çocuğun üstüne koydu. Kör kan usulca, elini ok
şar g ibi çocuğun yüzünde dolaşt ı rd l . "Vaaay," dedi , "vaaay anasız ! B ir deri b i r kemik kalmış . . . Hürü
destesini topladı . Neeen neeeen . . . Şimdi gayrı pamuğunun otunu döğücü . . . Neeeen neeeen nenniL Bi r deri bir kemik '" Neeeen." .
Gün batarken Hürü geldi. Içeri gi rer girmez işi anladı . Bir yanda kör kan uzanmış of çeke çeke titriyordu. Her ikindi nöbeti gelirdi. ısmai l de beşiği n baş ında usul usul sall ıyordu .
Hürü yirmi yaşında gösteriyordu . Yüzü günden yanmış, kap�a-
657
• h·
Anne Hikayeleri /
ra o lmuştu . i /
/ /
" ısmail kardaş," dedi , "ne deyim şimdi? Sana ,ben n� deyim? Yüreğim parça parça o luyor ya, ben ne deyim? Gördün, ben sütümü toprağa sağıyorum, memeklerim şişiyor akşam'a dek, çocuğuma veremiyorum da toprağa sağıyorum. Ben ne deyim �i mdi sana ısmai l kardaş? Ben ne deyim? Mahmut olaydı ısmai l kard aş . . . "
ısmai l : "Bacım," dedi , "Hürü bac ım, ne i stersen veririm. Harmanın ı
ben sürerim, harmanım bitince . Son umudum sende . . . " Hürü : "Ana," dedi , "sen n e diyorsun? Ben ne deyim şimdi? Ben n e de..,
yim?" Kör karı of afla karış ık : "Kızım," dedi , "kız ım, kara göz!ü s ı rma saçlı han ım k ız ım, göz ·
göre göre ö ldürülür mü bebecik? Zaten ölmüş, Zalan ı n bebeği . . . Ben ne diyeyim? Zalan ın bebeği . Ben ne diyeyim? Zalanın tebenği . . ·"
ısmail üstünden öldürücü bir ağı rl ık kalkmış kadar yeynidi , ev-den Çıkt ı . '
Hürü iki çocuğun her biri ni bir koluna almış, kör karı d a o nu n şalvarın ın bağ yerinden tutmuş, arkadan geliyordu. Tarlaya var- , d ıkları zaman şafağm yeri daha yenice ağanyordu.
Çocukları yan yana, otları döşek gibi yapıp yatırdı . Kör karayı da baş ına oturttu. Beş dönüm kadar pamukları vard ı . Pamuk a lacaka-\ nnl ıkta atlardan seçi lemiyordu daha. lşıyınca çapalamaya başlad ı . Tarlada, yakınlarında ne ağaç vard ı , ne bir şey . . . Ne de çal ı . . . Tüm ova da öyleydi ya. Çapayı vurdukça taze bir toprak kokusu f ışk ırı yordu.
Gün epeyi yükse !i p s ıcak dört yanı k ızdı nnca kör karı , Hürüye:
"Kızım," dedi , "kız ım Hüru , çocuklar yanıyar . . . Sıcaktan ö l ü rler
658
---------------------------------------- Bebek
bunlar. Sürmel i k ız ım, ge l de gölgeme koy şunları . " Hürü geldi , kör karın ın arkasım gün doğudan yana döndürdü,
çocukları da gö lgesine yerleştirdi . "Ya," ded i , "ana, gün tepeye diki ldiğinde gölgen kalmaz, göl-
gen çeki l irse nişlerik? Ya anam, o zaman nederik?" .
Kör kar ın ın dudakları titredi . I ncecik dudakları buruş buruş, dudak mı , değil mi, yüzündeki
kır ışıkl ıklann içinde bell i bi le olmuyordu . Yüzü avuç içi kadar küçücüktü. K ırış ıklar olmadan yüzüne bakan adam çapar olduğunu hemen anlay ıveri rdi . Gözleri çukura kaçmışt ! . Yumulu gözkapaklarının alt ında iki yuvarlak kımı l kımı l ediyordu . I ncecik, bir deri bir kemik kalmış, damarları görünen elinin üstünde güneş lekesine benzer bir sürü iri l i ufakl ı lekeler vardı . Oturduğu yerden karalt ısı ufacık b i r çocuğun karaltıs ı kadar görünüyordu . Çocuklar ağlad ıkça iyi l ik, cana yakınl ık dolu sesiyle Hürüyü çağı rıyor, emzitti riyor, iki yanına usul usul ığralana ığralana ninnisini söylüyordu .
Bebek seni uyuturum � neeen neeen
Bahçelerde bAyAtArAm, neeen neeen
Ağlayan çocuğu avutur derler, kör karın ın işte böyle yamk, taa adamı n yü reğine işleyen bir sesi vard ı .
Gün yükseldikçe Hürüyü çağı rıyor, çocukları kendine doğru çektiriyor, üstlerine eğiliyordu. Ikide bir çocukların üstüne gün değiyor mu diye de Hürüye soruyordu .
Günün tepeye diki ldiğ i , ortal ığı kavurduğu zaman, adam o zaman e lin i yere değdiremez, ayağ ın ı toprağa basamaz olu r. Otlar boyunlar ın ı bükerler, pamukların yaprakları dürü lü r, i şte o zaman kör karı , çocukları taa karn ına çekmiş, üstleri ne de kapanmışt ı r. Usul usul ı rgalamp ninni söylemese uyuyor samr adam.
Bebek seni uyuturum , neeen neeen
Bahçelerde bAyAtArAm, neeen neeen
Bebek seni uyuturum , neeen neeen
Aldım geldim bebek sen i oooy oooy
659
· Anne Hikayeleri
Yeşil beşik sekis inden neeen neeen
Anayı emmeyen bebek oooy oooy
Bi lmez ana kokuısuından neeen neeen.
Nen' çalarken sağ yanda yatan Zalan ın bebeğinin ayağ ın ı ok-şuyordu. '
Bebek seni uyU/turum, neeen neeen
Saraylarda büyütünlm neeen neeen
Gün tepeye diki ldi , gün yaktı pişirdi ama, kan ne etti eyledi de gün ikindin o luncaya dek çocukların yüzüne güne göstermed i . Tam ikindi üstü , gün aşağı lara inerken nöbet geldi . Karıcık yerlerde belenmeğe başladı . Tirtir titriyor, uzun uzun s ıcak toprağın Ü stünde geriniyor, debeleniyordu .
Işte böyle, her gün böyle , kancık gün iki ndin o luncaya dek 00-beleri n yüzünü güne göstermiyor, ikindin olunca . . . olunca . . .
Beş dönümlük yerin çapası bitincey.e dek böyle gidecekt i . B i r köşecikleri kalm ışt ı . Ufac ık bir yer, e i içi kadar . . . Ne çare k i . , .
Kara haber tez u laş ı r. ısmail harmanın ı bit irmiş, buğdayın ı kuyularken söyledi ler. Y ı ld ı rı mla vuru lmuşa döndü.
Vard ı baktı ki ne görsün, Hürü yatakta , yüzü sapsan avurt lar ı birbi rine' geçmiş.
ısmail çekine çekine : "Bac ı , " dedi , "Hürü bac I , başin sağ olsun . N u r içinde yats ı n o
karı . Dünyada ış ık yüzü görmedi . Nur dolsun mezarına." Hürü titrek, ağ/ar g ibi bir sesle: "Öldü ," dedi , "iki gün oluyor. Çocuk yangı l ls ıyd ı fıkara. Bir nen
çalard ı , yürek komazd ı i nsanda . . . Bir nen çalard ı , dağı taş ı e ri tir. . . "
ısmai l : "Nur dolsun mezarı na, ış ık yüzü görmedL" Hürü in ler gibi : "Çardağımız yok kardaşı m bizim. Sinekler kapış ıyordu yerd e .
Ondan oldu diyorlar, karı ondan gitti diyorlar. Bir nen çalardı yürek
660
--------------------------------------- Bebek
komazdi . o nen çald ıkça parça parça olur da adamın yüreği , ağzina geli rdi . Bir nen çalard ı , yakard ı alemi ."
Başın ı bir tarafa att ı : "Yanıyorum kardaş, " dedi . "Ateş a ld ı dört yan ıml . . . Köz gi
bL ." ısmai l baktı bakt ı : "Bacı , " dedi , "şu nları sana geti rdim." Kesekağ ıdındaki şekeri yastığ ın başına koydu. Beşikte çocuk
lar sessiz sessiz uyuyoriard ı . Beşikten kendi çocuğunu çıkarıp kucağ ına ald ı . Kapıya varınca geri döndü :
"Bacı ," dedi , "Hürü bac ı , harmanın için hiç merak etme. Gene ben süreceğim. Harman için hiç kalbine birşey gelmesin. Ben sürerim. çocuğu götürüyorum deyi . . . . "
Iş ı laşan saman parçaları karışmış, tozlu yolun üstünden koyu bir bu lut gölgesi geçti . Güneyde , ötelerde, taa uzaklarda, Akdenizin üstünde apak, top top yelken bulutları vard ı .
Ova dalgasız bir deniz gibi mavileşerek dümdüz, göz alabildiğine uzay ıp gidiyordu . Öte başta, ovayı çeviren mavi dağların koyu gölgeleri gündoğuya doğru uzanmışt ı .
Ismai lin yarı - belinden aşağıs ı tozdan görü nmüyordu . Sol yandaki , köyün dibine kadar uzanan yeşi l alandan , çeltik
tarlas ından burnuna keskin bir batakl ık kokusu geldi . Yol boyunca uzanan hendekteki üstü tozdan kaymak bağlamış suyun yüzü yel değdH�çe k ı rış ıyordu.
çocuğun başı sağ kolunun üstündeydi . Sarkmışt ı . Gözleri ,ta çukura batmış, yerleri birer karanl ık deliğe benzemişti. Boynu başın ı tutamayacak kadar incelmiş, ipincecik o lmuş, buruş buruş, kapkara kesilmiş derisi kemiklerine yapışmışt ı . Çenesi düşmüş, ince, deri gibi dudakları içeri çökmüştü. Açık ağıza sinekler girip çıkıyordu . ısmai l baş ın ı çocuğun baş ın ın durduğu sağ kolunun üstüne doğru eğmiş, öylecene bakıyordu . Hem bak ıyor, hem yürüyordu .
Anne Hikayeleri ----------------
SARI SıcAK Yaşar KEMAL
Çocuk: "Anarn," dedi , "anam, yarın sabah gün ış ımadan uyan-d ı r beni .
.
. "Gene uyanmazsan?" "Uyanmazsam iğne sok etirne. Saçlarımı çek. Döv beni ." Soluk yüzlü , i nce kad ın ın kara gözleri s�vinçli bi r ı ş ı lt ı içinde
kald ı . "
. "Yana gene uyanmazsan?" "Öldür ben i ." Kad ı n var gücüyle çocuğu kucağı na al ıp, bağrına bastı . "Cannn !" dedi . "Uyanmazsam . . . " Çocuk düşündü . B irden : "Ağzıma bib e r
·koy," dedi . Anası yeniden, ayn ı sevecenlikle, gözleri yaşararak onu bağrı-
na basıp öptü . Çocuk boyuna yineliyor: "Bak uyanmazsam ağzıma biber koy ha ! . ." Ana: "Can!" diyor. "Biber çok acı o lsun ."
• h,
662
• h
-----"""""""----------==---- Sarı Sıcak
Ş ımarıyor, tep,i niyof, ara vermeden boyuna haykmyor: "Acı biber, kı rmızı biber. . . Bir yaksin ki ağz ımı . . . Bi r yaksm ki. . .
Hemeneecik . . . Hemencecik uyanayım." Anasın ın elinden kurtuluyor, o h ızla çardağa çıkıp yatağa giri
yor. BunaUıcı bir yaz gecesi. Gökte te!< tük soluk y ı ldızlar, kocaman,
testekerlek bir ay . . . Yatak ekşi ekşi ter kokuyor. Yanına yönüne dönüyor. Sonra bir karar: "Sabaha kadar uyu
mam." Seviniyor. Sabahleyin , anası "Osman," der demez, hemen J<alkıp boynuna sarı lacak. Nasıl da şaşacak bu işe anası ! Yatağ ın içinde sevinçle hopluyor. Sevinci b i r an sönüverip, içine korku giriyor: "Ya uyursam." Kendi kendine hep yineliyor: "Uyumam. Uyumam., işte. Neden uyuyum? Ne var uyuyaca�<?"
Al sonra anası gel ip yatağa, yanına uzanıyor. Okşuyor: · "Yavrum," diyor, "uyudun mu?" Osman hiç mi h is ses ç ıkarmıyor. Anası kucaklayıp öpüyor.
Osmanın içinden ı lık ı l ık bir sevgi, aşka, dostluğa benzer ağlatıcı bir şeyler geçiyor. Sabah ı bekliyor. Anası nas ı l şaşacak. Aldı fikri , sabahleyin Hemencecik uyamp nas ı l şaşırtacağı nda.
Ana uyumuş. Osman yatakta dönüyor. Gözkapakları ağ ı rlaşıyor. Osman kendini öyle kolay kolay b ı rakmıyor.
Bir an kalkıp derin deri n soluk alan anas ın ın yüzü ne bakıyor. Yüz, aş ış ığında bembeyaz parlıyor. Örgülü gür saçlar, şimdi daha kara görünüyor. Örgülü uzun saçlar, yast ığ ın beyazl ığ ı nda çöreklenmiş. Örgülerde pınld l . Uzun zaman saça, bembeyaz yüze bakıyor. Sonra başı ağı rlaş ıp yast ığa düşüyor.
, Geceyarıs ı , ay çoktan aşmış , o rtal ık gündüz g ibi apayd ın l ık . Çardağı n altında yatan ineğin gevişi , dişlerinin g ıcı rt ıs ı duyuluyor. Uyku iyiden iyiye bastınyor. Uyuyuverecek. Dişini s ıkıyor. Kolların ı ıs ırıyor. Ne yaparsa yapsın, uyku b ir su gibi dört yanını sarm ış, boyuna yükseliyor. Kız ıyor," sonra güıümsüyor. Kızıyor, güıümsüyor. Sabah leyin anas ın ın boynuna sarı l ıyor. Kol ları anas ın ın boynunda.
663
Anne Hikayeleri
Ay, batıdaki ovaya doğru inmiş , bir ucu toprağa değecek gibi . Neredeyse kızanp batacak.
Doğudaki dağlann arkasından ince, ak bi r ış ık kümesi fışkınrcasına usuldan usuldan dağlann tepeleri ağanyor. Köyün s ığ ı rlan bÖğürmeğe , köyde her şey canlanmağa baş/ad ı .
Ana d iz çöküp çocuğun üstüne yumulmuş, kımı ldamadan ba-k ıyor. '
çocuğun başı yast ıktan yana kaymış, boynu ipineecik , yüzü san . Çocuk soluk bile 'almıyor. Küçücük yüzü , alacakaranl ıkta hayal meya!. . . Ana durup durup içini çekiyor . .
Çocuk bir ara bir kolunu ç ıkanp dışarı atıverdi . Kol bir başparmak kal ın l ığı nda ancak var. Derisi kemikten dökülecekmiş gibi kınş k ınş . . . Ananı n gözü kola takı ld ı kald ı .
Sonra, deri nden "Of !" dedi , "yavrum ooof . . . "
Kımı ldad ı . Iki yanı na sallandı . Çocuğun yanından kalkt ı . Ay, gölgesini huğun sazlann ın üstüne düşüruyordu.
Ana h ış ımla, "uyandı rmam" dedi . "Uyandı rmam. Acı mızdan öleceksek de ölel im. Bir çocuğun çal ışmas ından ne o lur?"
Gözleri incecik kolda. Şimdiye kadar, çocuğun bunca zayıf ol-duğunun fark ı na neden varmadığ ına şaşıp kal ıyor.
"Acımızdan öleceksek de ölel im." Uzun,örgülü saç ın ı ağzı na al ıp h ı rsla çiğnedi . Aşağıdan kocas ı bağ ı rd ı : "Gene uyanmadı m ı?" Kad ın, okşar, yalvanr bir sesle: "Ne istersin çocuktan?" dedi .
"Daha parm-:ık kadar. Kemikleri k ın lacak, öyle ince işte . . . "
Koca h uysuzland ı : "Bugün mutlak uyanmal ı . Uyanmall diyorum sana ! Ça l ışsın,
a l ışmasın tembeL . Çocuklukta pişmel i . "
664
• b
------------------- Sarı Sıcak
Kaç ın, m ın ltı halinde korka ' :orka: "Ko lu öyle ince .ki . . . " dedi . çocuğun başına varıp durdu. Gönlü bir türlü bu tüy gibi hafif ço
cuğu uyand ı rıp , bu çat ı r çat ı r sıcakta, işe göndermeğe raZi olmuyordu .
Aşağ ıdaki huysuz ses : "Uyandı r onu , " dedi . "At tokadı . Söz verdik Mustafa Ağalara. Bu geceyarıs ı nereden çocuk bu lurlar sonra?"
Kad ın : "Herif" dedi, "hiç yüreğim götürmüyor. Bi r ince ki. . . Onun çal ışması bizi zengin mi edecek?"
Erkek : "Şimdiden çal ışmaya al ışmazsa . . . " ded i . Kad ın çocuğun saçlarını okşadı . Usuldan : "Osmanı m," dedi ,
"Osmanım, kalk. Yavru kalk. Gün ış ıd ı Osmanı m." Çocuk in ledi . Yavaşça bi r yandan bi r yana döndü .
. "Osmanım, yavrum ! Gün IŞıyor. . . " Çocuğu omuzları ndan tutup kaldı rdı . Öylesine yavaş tutuyor-
du ki . . . Sanki k ı rı hp dökülecek . . . Yatağ ı na geri yat ı rd ı . "Uyanmıyor işte , uyanmıyor. Öldürüyüm mü?" H ızla çardaktan aşağ ı i ndi . Çardak beşik gibi sal land ı . Erkek köpürdü : "Al lah senin de belam versin , onun da . . . Uyanmıyormuş!" "Uyanmıyor işte napay ırn!" Erkek sertçe' merdivenlere atladı . Çardağa ç ıkt ı , h ı nçla çocu
ğun iki kolundan tutup kald ı rd ı . Çocuk, bir tavşan yavrusu gibi , elinde ası l ı kald ı . Uyku sersemi ç ı ıp ınıyor, "ana ana" diye bağırıyordu . Adam çocuğu çardaktan aşağı indirip kadın ın önüne atıverdi . Çocuk avlunun tozları içine seri ldi .
Kad ın çocuğu na baktı baktı : "Al lah kimsenin yavrusunu, kimsenin eli ne koymasın ," dedi .
665
• b
Anne Hikayeleri
çocuğu yerden h ız la kapıp bağrına bast ı . çocuğun gözleri kocaman I<ocarnan açı lmış , şaşkınl ıkla bakıyordu . Götürüp soğuk suyla
. yüzünü yıkad ı . Kendine gelen çocuk : "Ana!" dedi . "Can !" "Ağzıma kı rm ız ı biber mi koydun?" Bu s ı rada Mustafa Ağamn arabası gelip evlerinin önünde dur
du . "Osman . . . " Osman koşa J<oşa gidip, arabaya atladı . Sevinçle taşıyor, tür
küler söylüyordu . Ana, Mustafa Ağalara gündeliğe giden Zeynebi bir kenara çe
kip: "Kubran olayım Zeynep, Osmam kolla, çocuk .. Bir deri bir kemik . . . " dedi .
Zeynep: "Korkma bacı , Osmatm incitir miyim hiç?" Tarlaya geldi ler. Daha gün doğmamı ş . . Orak makinesinin düz
gün s ı ralad ığ ı desteler çiğli . . . Ot ve ıs lak ekin kokusu. K ızağa atı koşup, destelen yüklerneğe başladı lar. K ıza!<ta çift yerine tel< at koşulu . . . Atın başını Osman çekiyor, kızak dolar dolmaz, kuş gibi , harmana götürüp getiriyor . . .
�< ızağı yükleyenler orada Osmana takı l iyorlar: "Nas ı l , Osman?" "Yaşa, Osman !" Osman seviniyor. . . Derken, k ıpk ırmız ı bi r ateş yuvarlağ ın ı and ı ran güneş karşı
dağların ard ı ndan çıktı . . . Ekin saplarından, destelerden usu l usul , incecik , gözle görü lü r görü lmez bir buğu yükseliyor. Gökte parça parça ak bulutlar dönüyor.
Osman, harmanla desteci ler arasında mekik dokuyor. Osman canl ı , dipdiri .
666
• h
------------,.,......------ Sarı Sıcak
Zeynep, ikide bir : "Ha Osmanı m. Aslan Osmanım . . . " diye Osmanı okşuyor.
Gün tepeye doğru yekindi . Ortal ık ış ığa boğulmuş . . . Topraktaki ekin sapları na, destelere vuran gün şavkıyor. . . I ş ı lt ı lar iplik ipl ik sönüyor. Binlerce, yüz binlerce, birbirine dolanmış ış ık ipliği uçuşuyor. Desteci lerin yüzleri toza bulanmış, yüzlerden oluk oluk ter süZÜ IÜYOf. Dört bucağa ateş düşmüş yanıyor.
Osman kararmış , yüzü biraz daha incelmiş , kocaman gözleri k ıs ı lmış . . Gömleğinden de ter f ışk ı rmış . . .
Sabahtaki canl ı l ı k ! . . Şimdi Osman yürürken ayakları birbirine dolaş ıyor. Neredeyse düşüp atı n ayakları alt ında kalacak . . . Osman tutuyor kendisini .
Toprak da kızg ın demir gibi . Osman her ayağını basışta bir sıÇrıyor. Bu yüzden yürüyüşü bir acaip.
Kızak gelinceye kadar, desteci kadınlar, ağ ızları yukarı , destelerin üstüne, güneşin aln ına yatıp yorgunlukların ı ç ıkarıyorlar.
Osman boyuna gökyüzüne bakıyor . . . Bir parça bulut. . . Bazan bi r ak bulut gölgesi, üstleri nde bir an kal ı p geçiyor . . . gözler bu lut gölgesinin arkası nda . . .
Gün tepede . . . Ekin sapları çat ı rdıyor. yarı imış , k ızg ın toprak, Osmanı n ayakların ın alt ında . . Osmanı habi re hoplat ıyor.
Can ın ı dişine takmış Osman. Alttan yan ıyor, tepeden yanıyor. Ciğerine k ızg ın bir demi ri sokuyo�lar gibi . . .
Sıcak . . . Dünya kamaş kamaş . . . Göz açıp on metre i leriye bak ı lmıyor.
Zeynep deste yüklerken Osmana dönüp bakt ı . Baktı ki Osman ın bacakları zang ı r zang ı r titriyor.
"Osman," dedi . "Osman . . . Osmanım, böyle yaya gidip gelme. : Seni at ın üstüne bindi reyim ."
, Kaldı rdı , at ın üstüne koydu. Osman atı sürdü. Daha bacaklarının titremesi durmamışt l . At üstünde gitti geldi . ' Zeynep uzaklarda
667
Anne Hikayeleri
deste yapıyordu . Attan atlayı p Zeynebe doğru yürüdü. Zeynep: "Neden at � b ı rakt ın Osman? Ya kaçarsa?" Osman yanına yaklaşıp el in i tuttu : "Bak," dedi , "Zeynep teyze , ben büyürsem varya, sana alt ın
küpe alacağ ım." '
Koşa koşa at ın baş ına döndü. Sıcak boğucu .. . Yel esmiyor, ufacık bir fisi lti bi le yok . At ın üs
tünde Osman ın bacakları ağndl . Tutmaz oldu . Neredeyse düşecek . . . Gözü dört bir yanı görmüyor. Osman atı sürmüyor, at kendisi gidip geliyor.
Derken öğle paydosu . Sıcağın a�ında yemek . . . Kan gibi ı l ik su . Zeynebin tüm yalvarıp yakarmalanna karşın Osman ağzına bir lokma ekmek bile koymad ı . Boyuna su içti . .
Zeynep akı ı etti d e başına bir kova s u döktü. Çocuk ondan sonra art ık kendisine gelebi ldi .
Işe kalkarlarken Zeynep: "Osmanım," dedi , "sen git otur gayn .At l başkası götürsün."
Osman: "Olmaz, Zeynep teyze," dedi, "ben götürürüm. Hiç yoru !madım."
At ı e l inden al ı nca Osman oturup hüngür hüngür ağlamağa, "Ben yoru lmadırn. Valiahi yoru lmadım," derneğe başladı .
Bi r kocakan : "Bindiri n ata şunu . . . Düşsün de atı n ayağ ının al-t ında parçalansm it eniği !" dedi .
Osman: "Val iahi düşmem, bi l lahi büşmem. Ben yoru lmadım ki l" Bindirdi ler. Bindirdi ler ya, Osmanın üç dönüşten son ra başı
dönrneğe başlad ı . . . Kendini s ık ıyor. Bir an geldi , atm üstüne boylu boyunca uzanıp yelesine ellerini
668
------------------ Sarı Sıcak
dolad ı . ZE?ynep iş in fark ına varıp atı n üstünden Osmanı a ld ı . Osman kendinde deği ldi . Götürüp bi r destenin üstüne yat ı rd ı . "Yavru ," dedi , "yavru . Ne de i natçl . .. "
Sonra Zeynep gene su getirip başına döktü� Güneşe karşı durup gölge etti . Osman neden sonra ayı ld ı . Akşama, iş paydos edilinceye kadar, Zeynebin koyduğu destenin üstünde, bomboş gözlerle, bir topak olup çal ışanlara bakt ı . Utanemdan baş ın ı yerden kald ı ramıyordu .
Paydosta Zeynep Osman ı n el inden tutup arabaya bindird i . Çocuk yumuşacık bi r kü lçe gibiydi .
"Osmanı m, " dedi . "bugün sen çok iyi çal ışt ın . Mustafa Ağa hakk ın ı fazlasıyle verecek . . . "
Osman şaşarak: "Veri r mi ki ?" diye sordu . "Sen çok çal ışt ı n ." Osman canlan ı r g ibi o ldu . Tüm ai le toplanmış , d ışarda, kapın ı n önü nde yemek yiyor.
Ötede araba, arabaya bağl ı atlar. Atlar baş lar ın ı taze ota sokmuş, h ı ş ı rt ıyla, sanl<i otu sümürüyoriar. Ortal ığ ı taze bir ot kokusu almış . . .
Karanl ık perde perde iniyor. Atiarın az j lerisinde d e Osman. Tarladan geldiğ inden beri diki lmiş duruyor. Sabrıs ız, gözü yemek yiyenlerde. Yemek yiyen ler Osmanın farkında deği ller.
Osman bekliyor. En sonunda sabrı tükenip öksürüyor. Osman dört dönüyor. Yerden bir çubuk al ıp gürü ltüyle kınyor. YemeK yiyenler oral ı deği L . Sonra Osman k ı rd ığ ı çubukla tozlara daire ler, çizgi ler çiziyor. Çubuğu o lanca gücüyle toprağa sürtüyor. Çubuğun toprağa sertçe sürtü lmesinden çıkan sesler . . . Osman muradına eremiyor. Yemek yiyenler konuşup gülüşüyorlar. Osman sin irIeniyor. Habire çubuğu toprağa sürtüyor. Yapt ığ ı çizgi leri ayaklarıyla geri kapatıyor. Çubuğun ucu toprakta .. Osman koşa koşa çubuğun etraf ında dönüyor. Sonra yemek yiyenleri unutup kendini salt oyununa kapt ı rıyor . . . Çiziyor, çiziyor, kapat ıyor.
669
Anne Hikayeleri
Birden bir ses . . . Çubuk e linden düştü. Donakaldı . B ırÇtkıp kaça-cak, kaçamıyor.
Mustafa Ağanın kar ıs ı hayretle : "Aman !" ded i , "Osman ! Osman bu . . . Gei Osman !" Osman yerinden k ım ı ldamıyor. "Gei Osman ım , otur da yemek ye !" Osman ald ı rmıyor, susuyor. "Seni anan mı gönderdi?" Osman ın baş ı yerde. Kaldı rmıyor. "Sen tarladan gelince eve gitmedin mi yoksa deli oğlun? A nan
seni şimdi arar, merak ed�r . . . " Kocası na eği lip bir şeyler söyledi . Sofradaki ler gü lüştü . Osmanın içind�n boyuna kaçmak geçiyor. Geçiyor ya, yeri ne
mıh lanmış gibi . Mustafa Ağa : "Bak ın hele şu bana, Osmanı n hakkın ı vermeyi
unutmuşum . . . " dedi, kesesini çıkarıp Osmana bir yirmi beşl ik uzattı . Osman kaşla göz aras ı parayı kaptı . Bir "Alloooş . . . " çekip , f ı rlad ı .
Koşa koşa eve gelip soluk soluğa anasın ın boynuna at ı ld ı . "AI ! . . . " dedi. Ana, yirmi beşliği üç kez başında döndürüp dudağına götürdü.
670
671
ADALET AÇ;AOGLU: 1929 yılmda Ankara'da doğdu. Ankara Oniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fa
kültesi Fransız Dil ve Edebiyatı Bölümü mezunu. Oç Oyun'la 1974'de Türk Dil Kurumu Tiyatro Ödülü'nü, Bir Düğün Gecesi'yle 1979 Sedat Simavi Ödülü'nü ve 1980 Orhan Kemal ve Madaralt roman ödüllerini kaiandı. Yüksek Gerilim'le de 1979 Sa-it Faik HiMiye Ödülü'nD aldı.
'
OYUN: Bir Piyes Yazaltm (S. Uzgören ile 1953), Evcilik Oyunu (1962), Tombala (1963), Çatıdaki Çatlak (1954), Smlrlarda (1966), Bir Kahramanm Ölümü ( 1968), Kendini Yazan Şarkı (1970), Çıkış (1970), Kozalar ( 1971), Oyunlar (1982).
ROMAN: Ölmeye Yatmak (1973), Fikrimin Ince Gülü (1976), Bir Düğün Gecesi ( 1979), Yaz Sonu (1984), Oç Beş Kişi (1984), Hayır (1987).
ANU: Göç Temizliği (1985) HIKA YE:Yüksek Gerilim (1978), Sessizliğin Ilk Sesi (1978), Hadi Gidelim
(1982). DEMEMEmELEŞTIRI: Geçerken (1986).
* * *
ALt KARAÇALı: 1960 yılmda KahramanMaraş (Gaffarlı)'da doğdu. Gazi Oniversitesi Türk Dili
ve Edebiyatı Bölümü bitirdi. Hikayelerini ve denemelerini Edebiyat Dergisi'nde yayımladı. Öykülerin Kamçı adlt kitabında topladı. (1983).
* * *
ALt HAYDAR HAKSAL: 1951 yılmda Bingö/'de doğdu. Erzurum Atatürk Oniversitesi Edebiyat Fakül
tesi mezunu (1979). Yedi Iklim dergisinin kurucuları arasmda yer aldı, bir ayar yazı iş/eri müdürlü
ğünü üst/endi. Sesim Bana Yetmiyor adl1 kitabwla Türkiye Yazarlar Birliği 1 987 Hikaye Ödü/ü'nü aldı.
ESERLERI: Evdeki Yabancı (1986), Sesim Bana Yetmiyor (1987), Gelişi/Güzel (1988), Sarl/dığım Soğuk Bir Ceset (1988), Sokağm Adi ıssız (1989)
* * *
ALt ULVt TEMEL: 1956 yılmda Baltkesir'de doğdu. bitirdi. Edebiyat Dedgisi'nde hikayeleri dene
meleri ve çevirileri yayımlandı. Yayımlanmış Eseri: Uzun yürüyüşte (Hikayeler. 1978)
* * *
672
ARİF AY: 1953 yılmda Niğde'de doğdu. Gazi Oniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili
ve Edebiyatı BölOmü'nden mezun oldu. (1988). ESERLERI: Htra (1978), Dosyalar (1980), Şiirin Kandil/eri (1983), Gökyüzü
Saatleri (1986), Ima Kitabı (1989). * * *
AYHAN BOZFlRA T: (D. 1932, Istanbul- 6. 1981) Istanbul Oniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu.
Bitirdiği fakültede Ceza Usul Hukuk Kürsüsü asistam olarak çalıŞtı. Avukatllk yaptı.
HIKA YE: Istasyon (1971), Fmldak (1972), Sokak Lambalart (1980). ROMAN: Osman (Çocuk Romam, 1972), Dört Yol Ağzmdaki Ev (1976).
* * *
A YSEL ÖZAKIN: 1942 yılmda Urfa'da doğdu. Ankara Gazi Eğitim Enstitasü Fransızca BölOmü
nü bitirdi. 1974 yılmda Yeni Adamlar dergisinde düzenlenen Sabahattin Ali Hikaye . Yartşmasl'nda bir hikayesiyle birincifiği kazandı. Almmda Mavi Kuşlar eseriyle de
1979 Madarah Roman Ödülü'nD kazandı. ROMAN: Gurbet Yavrum (1975), Almmda Mavi Kuşlar (1978), Genç Kız ve
Ölüm (1981), Mavi Maske (1989). HIKA YE: Sessiz Bir Dayamşma (1976), Kanal Boyu (1982).
* * *
AYŞE KİLİMCİ: 1954 yılmda ızmir'de doğdu. Ilk öyküsü Varlık'ta yayımlandı. Ilk kitabı Sosyaı
Hizmetler Akademisi öğrencisiyken çıktı. ESERLERI: Yapma Çiçek Ustalan ( 1976), Sevdadır ' Her Işin Başı
(1983),Sevgi Yetimi Çocuklar (198 7), Benim Adım· Çocukluk (1989), Elimizdeki Işık (1989), Gül Bekçisi (1989).
* * *
BEKİR YILDIZ: 1933 yılmda Urfa'da doğdu. Istanbul Sanat Enstitasü ve Istanbul Matbaacıllk
Okulu'nu bitirdi. Bir süre Almanya'da çahştı. Dönüşünde Asya Matbaasım kurdu. kara Vagon adlt hikaye kitabıyla May Edebiyat ÖdülO'nü Kaçakcı Şahan ile de 1971'de Sait Faik Hikaye ÖdülO'nü aldı.
ROMAN: Türkler Almanya'da (1966), Halkah Köle (1980), Aile Savaşlan (1984), Kerbela (1987). '
673
HIKA YE: Reşo Ağa (1967), Kara Vagon (1969), Kaçakçı Şahan ( 1970), Sahipsizler (1971), Evlilik Şirketi (1972), Beyaz Türkü (1973), Almanya Ekmeği (1974), Dünyadan Bir A tıl Geçti (1974), Insan Posası (1976), Demir Bebek (1977) Mahşerin Insanlan (1982), Bozk" Gelini (1985), Seçilmiş Öykü/er (1989).
RÖPORTAJ: Harran (1972), Yaman Göç (1973). ÇOCUK KirABI: Ölümsüz Vadi, Anlar Ordusu, Şahinler Vadisi (1981), Canlı
Tabanca (1981). -
DENEME: Yargılayan Zaman Içinden Konuşmalar (1984) * * *
BUKET UZUNER: BuJ<et Uzuner 0.0. T.Ü. 'de öğrenim görevlisi olarak çalışmaktadtr. Çevrebi
limcidir. Ve şu s/falar akademik yaşamma ara vermiş sinema, video, reklam ve dergi yazarlığı yapmaktadif.
ESERLERI: Benim Adım Mayıs (Öykü) Ayın En Çıplak Günü (Öykü) Bir Siyah Saçlı Kadlnm Gezi Not/an (Gezi notu / seyahatname).
* * *
CEMAL ŞAKAR: 1962 yılmda Balıkesir'de doğdu. Ankara /. T.I.A Işletme Bölümünden mezun
oldu. Gidenler Gidenler yazann ilk kitabı. (1990) * * *
ERENDİz ATASÜ: 194 7 Ankara doğumlu. Ankara Üniversitesi Eczacıllk Fakültesi mezunu
(1968). Ilk kitabı K�dmlar da Vardır ile 1982Akademi Kitabevi Öykü Ödülü'na, Yaşlı
Bir Genç Kız adlı tek hikayesiyle Benazus Yanşmasl'nda jüri özel ödülünü kazandı.
ESERLERI: Kadınlar da Vardır (1983), Lanetliler (1985), Dullara Ya� Ya.kıştr (1988).
* * *
ESMA OCAK: 1928 yılında DiyarbalClr'da doğdu. Lise Mezunu. Kırlar Dağının Düziı, Ker
van-Servan ve Berdel yaymlanmış hikaye kitapland". * * *
674
FAHRİ CELAL: 1895 yı/mda ıstanbul'da doğdu. i/k eğitimini Yerebatan 'daki Darü!-Edeb'de
orta tahsilini Mercan Idadisinde yaptı. (1912). 1918 yıımda Darü'/-Fünun Mektebi Tıbbiyesi'ni tamamladı.
3 Haziran 1975 günü ıstanbul'da öldü. ESERLERI:
Talak-ı Se/ase ( 1923), Kma Gecesi (1927), Eldebir Mustafendi (1943), AvUl Zavur Kahvesi (1948), Salgm (1953), Rüzgar (1955), Çanakkale'deki Keloğ/an (1960).
* * *
FAKİR BAYKURT: 1929 yılmda Burdur'da doğdu. Gönen Köy Enstitüsü'nü (1948), beş yıl köy öğ
retmenliğinden sonra, Ankara Gazi Eğitim Enstitüsünü bitirdi (1955). Yılanlarfn Öcü ad" romanlyla Cumhuriyet gazetesinin düzen/ediği 1958 Yu
nus Nadi Roman Ödülünü aldı. Tifpan ile de 1970 TRT ve 1971 Türk Dil Kunımu roman armağanlanm ve 1980 Avni Dilligil Tiyatro Ödülünü, Can Pazarf ile 1974 Sait Faik Hikaye Ödülünü kazanan Fakir Baykurt'un Sakarca adlı çocuk romam Tiyatro . 79 dergisince 1979 yılmda yllm oyunu seçildi.
ROMAN: Yılanlarfn ÖCü (1959), /razca'nm Dirliği (1961), Onuncu Köy (1961), Amerikan Sargısı (1967), Kaplumbağalar (1967), Tifpan (1970), Köygöçüren (1973), Keklik (1975), Kara Ahmet Destanı (1977), Yayla (1977), Yüksek Fmnlar (1983), Koca Ren (1986).
- HIKA YE: Çilli (1955), Efendi/ik Savaşı (1959), Karm Ağrfsı (196 1), Cüce Muhammet (1964), Anadolu Garajı (1970), Can Pazarf (1973), lçerdeki Oğul (1974) Sımrdaki ÖLü (1975), Gece Vardeyası (1982), Bartş Çöreği (1982), Duisburg Treni (1986).
ÇOCUK ROMANI: Topal Arkadaş (1980), Sakarca (1980), Sart Köpek (1980).
* * *
FEYZA HEPÇtLİNGİRLER: 1948 yılmda Ayvalıkta doğdu. Istanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölü
münü bitirdi. Sabah Yolcu/an adlı kitabwla 198 1 Akademi Kitabevi Öykü Birincilik Ödülünü Eski Bir Balerin'le 1986-8ait Fai/{ Hikaye Ödülünü aldı. Pot/uğu Gidermek öyküsüyle 1989 Yunus Nadi Ikincilik Ödülünü, Ne Güze/ Ölmüştüm ile de 1990 Ba/kan Yazar/ar Top/antısı Ödülünü a/dı.
* * *
675
FÜRUZAN: 1 935 yılmda ıstanbul'da doğdu. Orta öğrenimini tamamlayamadı. Kısa bir
müddet tiyatro oyunculuğu yaptı ise de yazarllkta karar kıldı. Parasız Yatllı ile 1972 Sait Faik Hikaye Ödülü'nü ve 47'liler ile de 1975 TDI<
Roman Ödülü'nü kazandı. ESERLERI: Parasız Yatılı (hikaye, 1971), Kuşatma (hikaye, 1972), Benim Si
nema/a"m (hikaye, 1973), 4r1iler (roman, 1974), Gecenin öteki Yüzü (1982, hikft ye).
Ay"ca yazafln Yeni Konuklar (1971) ve Ev Sahiplerr(1981) ad" kitaplafı gezi notla"m ve amla"m kapsar. 1981 yılmda yazılmış Redifeye Güzel/eme adlı bir de oyunu vardlf.
* * *
GÜLTEN DAYIOGLU: 1935'de EmetlKütahya'da doğdu. Öğretmen Okulunu bitirdi. 1964-65 Yunus
Nadi Hikaye Yaflşmasmda Ikinci/ik Ödülünü aldı. 1974'de Arkın Çocuk Edebiyatı Ya"şmasmda birincilik ve ikincilik ödülünü aldı.
H/KA YELERI: Klfmızı Bisiklet (1964), Dö/ ( 1970), Geride Kalanlar (1975), Geriye dönenler (1986).
ÇOCUK KITAPLARI: Fadiş (1970), Dört Kardeştiler (1971), Suna'nm Serçeleri (1974), Yurdumu Özledim (1971), Ben Büyüyünce (1979), Leylek Karda KaldıGüzel Hamm (1979), Dünya Çocuk/afln Olsa (1981), Ölümsüz Ece (1985), Kaf Dağlnm Ardma Yolculuk (1988), Şenlik Günü (1988), Azar Kuşu (1988), Deli Bey (1988), Uçan Motor (1988), Uçurtma (1988), Sıcak Ekmek (1988), Neşeli Boyacı (19�8), Küskün Ayıcık (1988), Pargat Dağmm Esra" (1989).
* * *
HALDUN TANER: D. 1915, Istanbul - Ö. 1986. Istanbul Oniversitesi Edebiyat Fakültesi Alman Di
li ve Edebiyatı Bölümünden mezun oldu. 1972'de Sersem Kocanm Kurnaz Kaflsı ile TDK Tiyatro Ödülü'nü aldı.
HIKA YE: Yaşasın Demokrasi ( 1969), Tuş (1951), Şişhaneye Kar Yağıyordu (1953), Ayışığmda Çalış-kur (1954), On Ikiye Bir Var (1954), Konçinalar (196-7; Sancho'nun Sabah Yürüyüşü (1968), Ya"da Sabf3h (1984).
O,YlJN: Dışardakiler (1957), Fazilet Eczanesi ( 1960), Günün Adamı (1961), Keşanlı Ali Destam (1964), Gözlerimi Kapar/m Vazifemi Yapaflm (1964), Eşeği! Gölgesi (1965), Zi/li Nazife (1966), Sersem Kocanm Kurnaz Kaflsi (1971), Vatan Kurtaran Şaban, Bu Şehr-; Istanbul ki, Astronot Niyazi, Ha bu Diyar, Aşku Sevda (1972), Dev Aynası (1973)
676
DIGER ESERLERI: Devekuşuna Mektup (1960, sanat-edebiyat yazıları), Hak Dostum Diye Başlayım Söze (1978, sohbet/er), ÖıÜr Ise Ten Ölür Canlar Ölesi Değil (1979, portre), Düşsem Yollara (gezi notları), Çok Güzelsin Gitme Dur (1983)" Berlin Mektuplan (1984), Koyma Akıl Oyma Akıl (1986), Önce insan Olmak (1987).
* * *
HALİ DE ED İp ADIVAR: (D. 1884-lstanbul- Ö. 1974). Üsküdar Amerikan Kız Koleji mezunu (1901). RIZe
Tevfik Bölükbaşı ve Salih Zeki Ökten'den özel dersler aldı. Bir süre öğretmenlik ve müfettişlik yaptı.
Sinek/i Bakkal (1942) romanlyla CHP Roman Ödülü'nü, aldı. ROMAN: Raik'in Annesi (1909), Seviye Taiip (1910), Handan (1912j, Mel/'ut
Hüküm (1918), Ateşten Gömlek (1922), Kalp AğflSI (1924), Vurun Kahpeye (1926), Zeyno'nun Oğlu (1928), Sinekli Bakkal (1928), Yolpalas Cinayeti (1938), Tatarcık (1939), Sonsuz Panaylf ( 1946), Döner Ayna (1954); Akile Hanım Sokağı (1958, Hayat Parçalafı (1963), Sevda Sokağı Komedyası (1972), Çaresiz (1972), Kerim Usta'nm Oğlu (1974).
HIKA YE: Harap Mabetler (191 1), Dağa Çıkar Kurt (1922), ızmir'den Bursa'ya (1922).
ANI: Türk'ün Ateşle Imtiham (1962), Mor Salkımlı Ev (1963) OYUN: Kenan Çobanları (1918), Maske ve Ruh (1945), Ingiliz Edebiyatı Tarih
(3 cilt, 1940-49), Üniversite Kafası ve Tenkid (1942), Edebiyana Tercümenin Ro (1944), Türkiye'de Şark-Garp Tesirleri (1955), Dr. Adnan Adıvar (1956)
* * *
HALİKARNAS BALıKÇısı: D. 1886, Istanbul - Ö. 1973. Asıl adı Cevat Şakir Karaağaç, Bodrum'un Antik
çağdaki adı olan Halikarnas'ı imza olarak seçti. Ve bu adla tanmdı. Istanbul Robert Kolej (1904), Ingiltere Oxford Üniversitesi Yeni Çağlar Tarihi Bölümü (1908), mezunu. Türkiye'ye dönüşünde Resimli Ay, Inci vb. gibi dergilerde yazarlık ve ressamlık yaptı.
.
HIKA YE: Ege Kıyılarında (1939), Merhaba Akdeniz (1947), Ege'nin Dib (1952), Yaşasm Deniz (1954), Gülen Ada (1957), Ege'den (1972),,,Gençlik Denizlerinde (1973), Parmak Damgası (1986).
ROMAN: Aganta Burina Burinata (1946), Uluç Reis (1966), Deniz Gurbetçilerı (1969), Ötelerin Çoğu (1969).
MlrOLOJI: Anadolu Efsaneleri (1954), Anadolu Tanrılafı (1955), Anado· lu'nun Sesi (1971), Hey Koca Yurt (1972).
* * *
677
HALİME TOROS: 1960'da Tarsus'da doğdu. Hacettepe Üniversitesi Sağlık Idaresi Yüksek
Oku/unu bitirdi. Kamu yönetimi alanında master yaptı. Öykülerini Tammsız adlı kitabında topladı. Bu kitapla Türkiye Yazarlar Birliği
Başan Ödülünü aldı. * * *
HÜSEYİN SU: 1952 yı/ında Çiçekdağ'da (Kırşehir) doğdu. A.D. DH ve Tarih Coğrayfa Fakül
tesi Türk Dili ve Edebiyatı Bö/ümü'nü bitirdi. Ha/en Öğretmenlik yapmaktadır. Edebiyat Dergisi'nde yaymlanan hikiiyeLeri
"Tünel/er" adlı bir kitapta topladı. (1983) * * *
İSMAİL KILLIOGLU: 1947 yıımda K. Maraş'ta doğdu. A.Ü. Hukuk Fakültesinden mezun oldu. Bazı hikayelerini "Ateş Yaltmı Üstünde Bir Toplantı" adlt kitabında topladı
(1974) Ayrtca denemelerden oluşan "Düşünce ve Ouyarlik" adlı kitabı vardır (1986).
Halen öğretim üyeiiği görevini sürdürmektedir. .
* * *
KAMİL DORUK: 1958 yıımda Bursa (Kemalpaşal'da doğdu. Istanbu/ Üniversitesi Edebiyat Fa
kültes; Psikoloji Bö/ümü'nü bitirdi. Hikaye/erinden oluşan Antik Sevgililer ilk kitabı oldu. (1988).
* * *
KEMAL TAHİR: 1910'da ISetanburda doğdu, 1973'de öldü. Galatasaray Lisesi'ndeki öğrenimi
ni onuncu smıftayken yanda bırakarak avukat katipliği yaptı. Ço ğu defa takma adlarla roman çeviri/eri yaparak geçimini kalemiyle sağladı. Çevirdiği Mayk Hammer dizisi polisiye roman/anmn bir böllimünü kendisinin yazdığı söylenir. Edebiyata Ictihad, Yeni Kü/tür, Geçit, Yedi Gün dergilerinde çıkan şiir ve hikayeleriyle girdi. Daha çok 1955'den sonra yayım/adığı romanlanyla tan/ndı. Yorgun Savaşçı romamyla 1967-68 Yunus Nadi Ödülünü, Dev/et Ana ile de Türk-Dil Kurumu 1968 Roman Ödülünü kazandı.
678
ESERLERI:
ROMAN: Sağırdere (1955,) Esir Şehrin Insanlan (1956), Kör Duman (1957), Rahmet Yol/an Kesti (1957), Yedi Çmar Yay/ası ( 1958), Köyün Kanburu ( 1959), Esir Şehrin Mahpusu (1f!62), Kel/eci Memet (1962), Yorgun Savaşçı (1965), Bozklfdaki Çekirdek (1967), Devlet Ana ( 1967) Kurt Kanunu ( 1969), Büyük Mal (1970), Yol Aynmı (197'1), Namusçu/ar (1974), Kan/ar Koğuşu (1974) Hür Şehrin In san/an (1976), Dağağas/ (1977), Bir Mü/kiyet Ka/esi (1977).
HIKA YE: Gö/ lnsan/an (1955), Ilk Eşine Mektup/anm Içeren Kema/ Tahirden Fatma Irfan'a (1979), ısmet Bozdağ'm derlediği Kemal Tahir'in Sohbet/eri tf980).
* * *
LEYLA ERBİL: 1931 yılmda ıstanbul'da doğdu. Istaf/bu/Üniversitesi Edebiyat Fakü/tesindeki
öğrenimini sürdürmedi. HIKA YE: Hal/aç (196 1), Gecede (1969), Tuhaf Bir Kadm (1971), Eski Sevgili
(1977).
ROMAN: Karanltğm Günü (1985), Mel(tup Aşkla" (1988).
* * *
MEHMET AY: 1960 yılmda Ankara'da doğdu. A-Ü. lşletme Fa/{ültesinden mezun o/du. Hika
yelerini Yol, Yağmur ve Hüzün adlt kitapta topladı. (1984) * * *
MEI-IMET RAU]b': D. 1875, Istanbul - Ö. 1931. Bahriye Me/debi mezunu (189 1). Edebiyat dünya
sma Halit Ziya Uşakllgil'e gönderdiği Düşmüş ad/ı hikayesinin Hiz met gazetesinde yayım/anmasty/a başladı. Daha sonra Ha/it Ziya'nm aracılığıyla Servet-i FOnun'cular/a tamşıp aralarmda yer a/dı.
ROMAN: Eylül (1901), Ferda-yı Garam (1913), Karanfil ve Yasemin (1924), Genç Kız Ka/bi (1925), Böğürtlen (1926), Son Yıldız (1927), Cerihe ( 1927), Kan Damlası (1928), Ha/as (1928).
HIKA YE: Ihtizar (1909), Aşıkane (1909), Son Emel (19 13), Hamm/ar Arasm .. da (1914), Bir Aşkm Tarihi (1915), Ilk Temas Ilk Zevk (1923), Aş/{ Kadmı (1923), Es-/{i Aş/{ Gece/eri (1924).
.
MENSUR ŞIIR: Siyah Inci/er (1901). OYUN: Ferdi ile Şürekas/ (1909)
* * *
679
MEMDUH Ş EVKET ESENDAL: D. 1883, Çor/u- Ö. 1952, Ankara. DOzenli bir öğrenim görmeksizin kendini ye
tiştirdi. 1906'da Ittihad-Terakki Partisi'nin faal Oyeleri arasmda yer aldı. Bir yıl Kabataş ve Galatasaray Liselerinde tarih, coğrafya öğretmenliğinin ardmdan Halk ve Meslek gazetelerini çıkardı.
HIKA YE: Hikayeler-I ( 1946), Hikayeler-II (1946), Otlakçı (1958), Mendil Altına (1958), Sahan Külbastısı (1983), Veysel Çavuş (1984), Bir Kucak Çiçek (1984), Ihtı yar Çilingir (1984), Hava Parası (1"984), Bizim Nesibe (1984), Kelepir (1986).
ROMAN: Miras ( 1925), AyaşII ve Kiracılafı (1934), Vassaf Bey (1983). * * *
MUSTAFA KUTLU: 1947 Erzincan'da doğdu. Erzurum Üniversitesi Edebiyat FakAltesi TOrk Dt1i ve
EdebiY1tı BölOmünü bitirdi. (1968). Üniversite öğrenimi slrasmda "Fikir ve Sanatta Hareket" dergisinde hikayeler
yazarak sanat hayatma atıldı. ESERLERI: Ortadaki Adam (1970), GönOl lşi (1974), Yokuşa Akan Sulaı
(1979), Yoksulluk Içimizde (1981), Ya TahammOI Ya Sefer ( 1983), Sait Faik'in Hikaye Dünyası (1968), Sabahattin Ali (1972).
* * *
NECA Tl CUMALI: 1921 yılmda Yunanistan'da doğdu. Çocuk/uğu Ur/a'da geçti. A-Ü. Hukuk Fa
kültesi mezunu (194 1). Milli Eğitim Bakanlığı GOzel Sanatlar Genel MOdOr/OğOnds çalıştıktan sonra Ur/a ve ızmir'de avukatllk yaptı.
ŞIIR: Kızılçu/lu Yolu (1943), Harba Gidenin Şarkılan (1945), Mayıs Ayı Notlaı (1947), GOzal Aydmltk (1951), Denizin Ilk YOksalişi (1954), Imbatla Gelen (1955, Başak/ar Gebe (1970), Ceylan Ağıdı (1981), Yarasm Beil/ar (1982), Tufandan Önce (1983), Aşk/ar Yalnızlıklar (1985), Kısmeti Kapalı Gençlik (1986).
HIKA YE: Yalnız Kadm (1955), Değişik Gözle (1956), Susuz Yaz (1962), Ay BAyArkan Uyuyamam (1969), Makedonya 1900 (1976), Kente Inen Kaplanlar (1976), Dila Hanım (1978), Revizyonist (1979), Yakub'un Koyunlan (1979), Aylı Bıçak (1981).
ROMAN: TOtOn Zamanı (1959), Yağmur/ar ve Toprak/ar (1973), Acı TOtOn (1974), Aşk da Gezer (1975).
OYUN: Mina ( 1959), Oyunlar i (1969), Oyunlar " (1969), Oyunlar '" (1969), Oyunlar iV (1969), Oyunlar V (1973), Oyunlar Vi (1963), Yaralı Geyik (198 1).
DENEME: Niçin Aşk (1971), Senin Için Ey Demokrasi (1976), Etiler Mektuplan (1982).
* * *
680
NECATİ GÜNGÖR: 1949" yılmda Malatya'da doğdu. Istanbul Oniversitesi Hukuk Fakültesinde
Okudu. Gazetecilik ve reklam yazarllğı yaptı. Sevgi Ekmektir adlı kitab'Yla 1979 Türk Dil Kurumu Öykü Ödülü'nü aldı.
ESERLERI: Yolun Başı (1973), Sevgi Ekmektir (1978), ıstanbul'da Bir Hasan (198 1), Yeryüzünde Iki Gölge (1982), Bu Sevda Ölmek (1983), Hayatımm Yedi Hikayesi (1984), Unutulmaz Bir Kadm Resmi (1986).
* * *
NECİp FAZIL KISAKÜREK: 1905'te ıstanbul'da doğdu, 1983'de öldü. Ilk ve orta öğrenimini Amerikan ve
Fransız kolejleri ile Bahriye Mektebinde tamamladı. Istanbul Edebiyat Fakültesi ' Felsefe Bölümünü bitirdi. Fransa'da Sorbon Üniversitesi Fe! sefe BöDmünde okudu. Ağaç ve Büyük Doğu dergilerini çıkardı.
ŞIIR:
Örümcek Ağı (1925), Kaldmmlar (1928), Ben ve ötesi (1932),Sonsuzluk Ker-vant (1955), Çile (1962),
HIKA YELER:.
Birkaç Hikaye Bir Kaç Tahlil (1933), OYUNLAR:
Tohum ( 1935), Bir Adam Yaratmak (1938), Künye ('94)), Sab" Taşı (1940, Para (1942) Nam-ı Diğer Parmaksız Salih ( 1949), Reis Be) (1964), Ahşap Kona (1964), Siyah Pelerinli Adam (1964), Yunus Emre (1969), Hanlı Sank (1970).
MAKALE-FıKRA:
Çerçeve (1940), Halkadan Pmltılar (1948), Çile Ine7 /lur (1950), Yüz Bir Hadi (1951), Cinnet Mustatili (1955), Ata Sentoni (1950), Bü)Ol Doğu'ya Doğru (1959), Tann Kulundan Dinlediklerim (1968), Peygamber Haktsı (1968), Nur Harmant (1970), Başbuğ Veli/erden 33 (1973), Veliler OrdusunefIr 333 (1976), Doğru Yolun Sapık Kollan (1978), Iman ve Islam Atlası (1981), Bai 7efekkürü ve Islam Tasavvufu (1982), Son Devrin Din Mazlumlan (1969), Yençer ( 1970), Tarihimizde Moskof (1973), Tarih Boyunca Büyük Mazlumlar (1965), deolocya Örgüsü (1959), Türkiyenin Manzarası ( 1968), Bab-ı Ali (1975), O ıe fen (1974), Hac (1973) . .
HITABE-KONFERANS: Abdülhak Hamid re Polayıs'Y'a ( 1937), Müdafa (1946), Her Cephesiyle Komünizma (1961).
MONOGRAFI: Ulu Hakan Abdülhamid Ha7 (1J65), Vahidüttün (1968), Benim Gözümle Menderes (1970), NamıkKemal .:1941), Sahte Kahramanlar.
ROMAN: Aynadaki Yalan (1970), Kafa H3ğıd(1983). * * *
681
i / (
NE tHE MERİÇ: i 1,925 (!mda Gemlik'te doğdu. Istanbul üniversite�i Türk Dili ve Edebiyatı Bö
Iümün� biti i. Korsan Çıkmazı romamyla 1962 Türk rif Kurumu Roman Odülünü aldı. \ ,
HıkAY, ' Bozbulamk ( 1953), Topal Koşma (19�6), Menekşeli Bilinç (1965), DumanJ�tl (1979), Bir Kara Derin Kuyu (1989). /
D/�!L ES
,
ERLERI: Korsan Çıkmazı (roman,; 196 1), Sular Aydmlamyordu (oyun, 19�8), Alagün Çocuklan (1976), Sevdican (pyun, 1984). '
* * * i ' '
i NEC i 1960'd Km�ale'de doğdu. Ilk ve Orta öğ:r:fimini aym şehirde tamamladık
tan sonra 19 'de Gazi Üniversitesflktisadi ve IC1J�i BiI�'!1ler Fakültesi'nden mezun oldu. Halen S ışta�da denetçi olarak görev ya�lYor. Oykü ve sinema yazılan Ay-/Ik Dergi, Me, e.
ıC:�::
rgi�rin: :ay:nıa; dı. .
194 1 yılmda ı'ıcikaraağaç'ta doğdu. Istjnbuı Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü eZJnu. Tek eseri olan GeY;kler, Annem ve Almanya (1982) adlı hikaye kitabwla �
,are
,'?'
,· Kitabevi EdebiYl Ödülleri yanşmaSmda
, birinci/ik ve
1983 Sait Faik Hık eOdülü'nü aldı. "
* * ;* ,
ORHAN KE AL: i D. 1914 Ceyhan- ··. 1970. Hikayeler/Çokıukla Varlık, Yeni Ses, Yurt ve Dünya
gibi dergilerde yaymlan I.Kardeş Payı ii� 19S8'de, Önce Ekmek'/e 1969'da, iki defa Sait Faik Hikaye Ödü o'lÜ aldı. Yine Once Ekmek'le Türk Dil Kurumu 1969 Hikaye Ödü/ü'nü aldı. 72. Ko (ş adlı oyunurıa da Ankara Sanatseverler Derneği'nce yılm en iyi oyun yazan s . 'di. .
i HIKA YE: Ekmek Ka iSI (1940) /Sarhoş/ar (1951), Çamaşırcmin Kızı (1952),
72. Koğuş (1954), Grev (1 5I.), Arka �okak (1956), Kardeş Payı (1957), Babil Kule� (1957), Dünyada Harb Va /11963),jlşsiz (1966), Önce Ekmek (1968), küçQkler ve Büyükler (1971). i
ROMAN: Baba Evi 94J), ,;lvare Yıllar (1959), Murtaza (1952), Cemile (1952), Bereketli Topraklar e1nd� (1954), Suçlu (1957), Dev/et Kuşu (1958), Vukuat Var (1959), Küçücük (1 O),Dünya Evi (1960), EI Kızı (1960), Hammm Çiftliği (1961), Eskici ve Oğulla" ( 6a, Gurbet Kuş/an (1962), Sokak/arm Çocuğu (1963), Bir Filiz Vardı (1965), üfettişler Müfettişi (1966), Yalancı Dünya ( 1966), Evlerden Biri (1966), Arkadaş IIklert (1968), Sokaklarda BirKız (1968), Üç KağıtÇı (1969), Kötü Yol (19fd), Ka k ('970).
682 \
OYUN: Ispinozlar (1964), 72 Koğuş, Bekçi Murtaza, Eskici Dükkam ve Kardeş Payı.
ANI-INCELEME: Nazım Hikmet'le Üç Buçuk Yıl (1965), Senaryo Tekniği (1963), ıstanbul'dan Çizgiler (1971).
* * *
OSMAN ÇEViKSOY: 1951 yılmda Çorum'un Feruz köyünde doğdu. Gazi Eğitim Enstitüsü Türkçe
Bölümünden mezun oldu. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nm düzenlediği 100. Yı/ hikaye yanşmasmda Be
yaz Yürüyüş ile birinci/ik kazandı (1982). Diğer hikaye kitaplan Tutuklu Yürek (1982), Ağlamak Yasak (1984), Duvann Öte Yam (1985), Kar Yağar Gül Üstüne (1986), Derdimi Gü! Eyledim (1989), Geriye Hüzün Kalır (1990).
* * *
OSMAN ŞAHiN: 1938 yılmda Mersin'de doğdu. Diyarbakır Dicle Köy Enstitüsü mezunu
(1956). 1961 'de Ankara Üniversitesi Eğitim Enstitüsü Beden Eğitimi Bölümü'nü bitirdi.
Onsekiz öyküsü filme almdı. 1970 yılmda Ktrmızı Yel adlt hikayesiyle TRT Sanat Ödülleri Yanşması'nda BOyük Ödül kazandı. Ağız Içinde Dil Gibi kitabtyla 1980 Nevzat Üstün Hikaye Ödülü'nü aldı.
HIKA YE: Kırmızı Yel (1971), Acenta Mirza (1974), Ktraleli (1979), Ağız Içinde Dil Gibi (1980), Acı Duman (1983), Kol/an Bağlı Doğan (1988), Ay Bazen Mavidir (1989).
SENARYO: Ayna (1984), Kan (1986). * * *
ÖMER SEYFETTİN: D. 1884, GÖnen-ö. 1920, Istanbul. ıstanbul'da Eyüp Baytar Rüştiyesini, Edir
ne'de Askeri Idadi'yi; ıstanbul'da Harp Okulu'nu bitirerek önce ızmir'de, sonra. Selanik 3. Ordu Komutanftğma bağ/t olarak smtr köy ve kasabalarmda üsteğmen olarak görev yaptı. 191 1 'de ordudan aynlarak Genç Kalemler dergisinde yazmaya başladı.
ESERLERI: Efruz Bey, Kahramanlar, Bomba, Harem, Yüksek Ökçeler, Kurumuş Ağaçlar, YaJmz Efe, Falaka, Aşk Dalgası, Beyaz Lale, Gizli Mabet.
* * *
683
RA sİM ÖZDENÖREN: 1940 yılmda K. Maraş'ta doğdu. 1.0. Hukuk FakOltesi ve 1.0. Gazetecilik Ensti
tüsünü bitirdi. ESERLERI: Hastalar ve Işıklar (1967), Çözülme (1973), Çok Sesli Bir ÖıÜm
(1974), Çarpılmışlar (1977), Iki Dünya (1977), Gül Yetiştiren Adam (1979), Denize Açılan Kapı (1983), Müslümanca Düşünmek Ozerine Denemeler (1985), Yaşadığımız Günler (1985), Ruhun Malzemeleri (1986), Yeniden ınanmak (1987), Çapraz Ilişkiler (1987), Kafa Kanştlfan Kelime/er (1987), Yumurtayı Hangi Ucundan Ktrma/t (1987), Müslümanca Yaşamak (1988), Red Yazı/an (1988). '
* * *
RECEP SEYHAN: 1954 yı/mda Amasya (Taşova)'da doğdu. Eğitim Enstitüsü mezunu. Çeşitli
okul/arda Türkçe öğretmenliği yaptı. Halen bir Anadolu Lisesinde yöneticilik yapıyor. Çiçekler Kesmiş Selamı yazann ilk kitabı.
* * *
SAİT FAİK ABASIY ANıK: D. 1906, Adapazan - Ö. 1954, Istanbul. Bursa Lisesini bitirdi. Istanbul Edebiyaı
Fakültesi ve Grenoble'de yüksek öğrenim gördü, mezun olamadı. ŞIIR: Şimdi Sevişmek Vakti (1953). ROMAN: Medar-ı Maişet Motoru (1944), Kayıp Aramyor (1953). HIKA YE: Semaver ( 1936), Sarmç (1939), Şahmerdan (1940), Lüzumsu2
Adam (1940), Mahal/e Kahvesi (1050), Havada Bulut (1951), Kumpanya (1951), Havuz Başı (1952), Son Kuşlar (1952), Alemdağ'da Var Bir Yılan (1954), Az Şekerlı (1954), Tüneldeki Çocuk (1955), Mahkeme Kapısı (1956).
* * *
SALİM ŞENGİL: 1913 Selanik doğumlu. Ankara Lisesi mezunu. Seçilmiş Hikayeler ve Dost
dergilerini çıkardı. Dost yaymlanm kurdu. .
ESERLERI: Kafasım TörpOleyen Adam (1943), Es Be Süleyman Es (1980), Güzel Bir Oyun (1983).
OYUN: Bir Rüzgar Est; (1945), Savrulup Gidenler (1987). * * *
SAMİM KOCAGÖZ: 1916 yılmda Söke'de doğdu. Istanbul Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebi
yatı Bölümü mezunu. Lozan Oniversitesinde Sanat Tarihi öğrenimi gördü.
684
HIKA YE: Teli; Kavak (194 1), Sığmak (1946), Sam Amca (1951), Cihan Şoför (1954), Ahmet'in Kuzulart (1958), Yolun Üstündeki Kaya (1964) Yağmurdaki Kı. (1967), Alandaki Delikanlı (1978), Gecenin Soluğu (1985), Zor Kanat (1985), Simon Pepeta ( 1986).
ROMAN: Ikinci Dünya (1938), Bir Şehrin Iki Kapısı (1948), Yılan Hikayesı (1954), Onbinlerin Dönüşü (1957), Kalpakıllar (1962), Doludizgin (1963), Bir Kartş Toprak (1964), Bir Çift Öküz (1970), ızmir'in Içinden (1973), Tartışma (1976), Mor Ötesi (1986).
DENEME-ELEŞTIRI: Roman ve Yazarlık Onuru (1983) * * *
SELÇUK BARAN: 1933 yılmda Ankara'da doğdu. A Ü. Hukuk Fakültesi mezunu. Üniversiteler
de on yıl kadar çalıştıktan sonra memurluktan ayrtldı. HIKA YE: Haziran (1972), Analarm Hakkı (1971), Kış Yolculuğu (1983), Tortu
(1984), Yelkovan Yokuşu (1989). ROMAN: Bir Solgun Adam (1975), Bozkır Çiçekleri (1979).
* * *
SELİM İLERİ: 1949 yılmda ıstanbul'da doğdu. Galatasaray'da başlayan orta tahsili ni Atatür�
Usesi'nde tamamladı. (1967). Istanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne devam etmeye başladtysa da tamamlayamadan bıraktı. 1974 yılmdan bu yana hayatım yazdıklart ile kazanmaktadır.
Dostluklarm' Son Günü ile 1976 Sait Faik Hikaye Armağant'nt, Her Gece Bodrum ile de 1977 TDK Roman Ödülü'nü kazandı.
ESERLERI: Cumartesi Yalmzlığı (hikaye, 1968), Pastırma Yazı (hikaye, 1971), Destan Gönüller (roman, 1973), Dostluklarm Son Günü (hikaye, 1975), Her Gece Bodrum (roman, 1976), ÖıÜm Ilişkileri (roman, 1979), Bir Denizin Eteklerinde (hikaye, 1980), Cehennem Kraliçesi (roman, 1980), Bir Akşam Alacası (roman, ,1980), Yaşarken ve Ölürken (roman, 1981); Eski Defterele Solmuş Çiçekler (hikaye, 1982), Ölünceye KadarSeninim (roman, 1983), Kmk Bir Aşk Hikayesi (hikaye, 1983), Son Yaz Akşamı (hikaye, 1983), Yalancı Şafak (roman 1984), Saz Caz Düğün Varyete (roman, 1985)
Ayrtca inceleme, hatlra, deneme ve tercüme eserleri de olan yazarm pekçok senaryosu filme almmıştlr.
* * *
685
SEVGİ SOYSAL: D. 1936 Istanbul - Ö. 1976. A.Ü. Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi mezunu. Yürümek adlı eseriyle TRT ro
man ödülünü (1970), Yenişehir'de Bir Öğle Vakti (1974) ile Orhan Kemal roman ödülünü kazanmıştır.
ESERLERI: Tutuklu Perçem (1962), Tante Rosa (1968), Yürümek (1970), Yenişehir'de Bir Öğle Vakti (1974), Şafak (1975), Yıldmm Bölge Kadmlar Koğuşu (1976), Bakmak (1977), Hoş Geldin Ölüm (1980), Banş Adlı Çocuk.
* * *
SEVİNÇ ÇOKUM: 1943 yı/mda ıstanbul'da doğdu. I.Ü. Edebiyat Fakültesi Türk Di/i ve Edebiyatı
Bölümünü bitirdi. Türk Edebiyatı Dergisinde yazarlık ve yazı .işleri müdürlüğü yaptı. ESERLERI: Eğik Ağaç/ar (1972), Bölüşmek (1974), Mahika (1976), Zor (ro
man, 1977), Bizim Diyar (roman, 1979), Hi!;31 Görününce (roman, 1984), Derin Yara (1984).
* * *
ŞÜKRAN KURDAKUL: 1927 yılmda ıstanbul'da doğdu. Tan, Yeni Gazete ve Varlık Yaymevi'nde dü
zeltmenlik yaptı. Bir Yürekten Bir Yaşamdan (1982) adlı kitabıyla Nevzat Üstün 1983 Şiir Ödülü'nü kazandı.
ŞiiR: Tomurcuk (1943), Zevk/erin ve Hülyalarm Şiir/eri (1944), Gider ay. (1956), Nice Kaygı/ardan Sonra (1963), ızmir'in Içinde Amerikan Neferi ( 1965), Ha/k Ordu/an (1969), Acı/ar Dönemi (1977), Bir Yürekten Bir Yaşamdan ( 1982), Ökselerin Yöresinde (1984), ÖlÜmsüzlerle 1982-84 (1985).
HIKA YE: Tamğın Biri (1970), Beyaz Yakalılar (1972), Kurtuluştan Sonra (1973), Öyküler (1987).
INCELEME: Sosyalist Açıdan Türk-Iş Yargılamyor (1966), Şairler ve Yazarlar Sözlüğü (1971), Namık Kemal (1977), Nazım'm Bilinmeyen Mektuplan (1986), Çağdaş Türk Edebiyatı-Cumhuriyet Dönemi (1987).
* * *
T AHSİN YÜCEL: 1933 yılmda Elbistan'da doğdu. Istanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Fransız Dili ve Edebiyatı mezunu.
686
HIKA YE: Uçan Daireler (1954), Haney Yaşamalı (1955), Düşlerin ölOmü ' (1958), Yaşadıktan Sonra (1969), Dönüşüm (1975), Ben ve Öteki (1983), Aykm Öykü/er (1989).
ROMAN: Mutfak Çıkmazı (1960), ANU Tl: Vatandaş (1975). MASAL: Anadolu Masal/an (1957) DENEME-INCELEME: Dil Devrimi (1968), Yazm ve Yaşam (1980), Di/ Devri
mi ve Sonuçlan (1981), Yazmin Sımrlan ( 1982), Yapısalcıltk (1982). * * *
TALİp APAYDIN: 1926 ydmda PolatIJ'da doğdı). GaziEğitim Enstitüsü mezunu. Top;a ğa Ba
smca adlı kitabıyta 1964'te Doğan Kardeş Çocuk ÖdülO'nü, Yaptlar Yaptltrken ve Otobüs Yanşı adlı basılmamış radyo oyunlany/a TRT Sanat Ödüllerinde ilk başan ödülünü, TütOn Yorgunu adiı romamy/a 1976 Madaraft Roman ÖdülO'nü kazandı.
ŞIIR: Susuzluk (1956) HIKA YE: A teş Düşünce (1967), Öte Yakadaki Cennet (1972), Koca Taş
(1974), O Güzel ınsanlar (çocuk hikaye/eri, 1978), Yolun Kıyısıfıdaki Adam (1979), Duvar Yazılan (198 1), Kökten Ankara'!t (1982), Hendek Başı (1984), Hem Uzak Hem Yakm (1985).
ROMAN: San Traktör (1958), Yarbükü (1959), Emmioğlu (1961), Ortakçılar (1964), Toprağa Basmca (1966), Defile (1972), Yoz Davar (1973), Toz Duman Içinde ( 19 74), Ortakçmm Oğlu (1974), TütOn Yorgunu (t975), Kente Indi Idr/s (198 1) Vatan Dedi/er (1981).
ANI: Bozktrda Günler (1952), Karanlığm Kuvveti (1967), Akan Sulara Karşı ( 1985),
O YUN: Bir Yol (1966) * * *
TARıK BUGRA: 1918 yılmda Akşehir'de doğdu. Istanbul Oniversitesi Tıp, Hukuk ve Edebiyat
Fakültelerine iki üç yıl devam ettiyse de bitiremeden aynıdı. Oğlumuz ad/ı hikayesiyle Cumhuriyet gazetesinin hikaye yaflşmasmda ikinci oldu. (1948). lbişin Rüyası ile 1970 TRT Sanat Ödülünü aldı. Osmancık romamyla da 1985 Milli KültOr Vakfı Ödülü 'nü, Akümülatörlü Radyo ile Türkiye Yazarlar Birliği Tiyatro ,ödülOnü aldı.
HiKA YE: Oğlumuz (1949), Yarın Diye Bir Şey Yoktur (1952), Iki Uyku Arasın· da (1954), Hikaye/er (1969).
687
ROMAN: Küçük Ağa ( 1964), Ibişin Rüyası (1970), Firavun Imam (1976), Dö· . nemeçte (1978), Gençliğim Eyvah (1979), Yağmur Beklerken (198 1), Yalmzlar
(198 1), Osmancık (1983). FIKRA-DENEME-GEZI: Gençlik Türküsü (1964), Düşman Kazanmak Sanat
(1979), Gagaringrad (1962). OYUN: Ayakta Durmak Istiyorum (1964), Oç Oyun (1981), Güneş ve Arsları
- (1988), Yalmzlar (1948), Aşk Esirleri (1953), Şehir Uyurken (1954), Yamyor mu Ye şii Köşkün Lambası (1955), ÖLÜ Nokta (1958), Sonradan Yaşamak (1958), Abaza Paşa'nm Rüyası (1959).
* * *
TARıK DURSUN K.: 1931 yılmda ızmir'de doğdu. 1939'da Kurul Kitabevi'ni açtı. Milliyet Yaymla
rI'm ve kurduğu Koza yaymla"'m yönetti. 1973-1974 yılları arasmda GünümOzde Kitaplar adlı bir aylık dergi çıkardı. Şiirle başlad@ edebiyat çallşmalartm hikaye ve romanla sürdürdü.
ŞIIR: Devrialem (Cengiz Tuncer l1e, 1951), HIKA YE: Hasangiller (1955), Vezir Düşü (1957), Güzel Avrat Otu (1960), 35
Kısım Tekmili Birden (1970), Bağrlyamk Ömer ile GüzelZeynep (1972), Bahriyeli Çocuk (1976), Imbatla 001 Kalbim (1982), Ona Sevdiğimi Söyle (1984), 6mrOm Ömrüm (1987). . .
ROMAN: Rıza Bey Aile Evi (1957), Insan Kurdu (1959), Sabahı Olmasın . (1967), Denizin Kam (1968), Kopuk Takımı (1969), Gün Döndü (1974), kayabaşı Uygarlığmin Yükselişi ve Birdenbire Çöküşü (1980), A/çaktan Uçan Güvercin (1980), Kurşun Ata Ata Biter (1983), Iyi Geceler Dünya (1986), Bağışla Onları (1989), Ayrıca Deve Tel/al, Pire Berber Iken ve Bir Küçücük Aslancık adlı masal kitaplarlyla Hoşça Kal Küçük (1979) adlı bir çocuk romam yayımladı.
* * *
TOMRİS UYAR: 194 1 yılmda ıstanbul'da doğdu. Istanbul Oniversitesi Gazetecilik EstitOsO me
zunu (1963). Turgut Uyar'la birlikte Latin şairi Lucretius'tan çevirdikleri Evrenin Yapısı adı kitap ile 1975 TOK Çeviri Ödülü'nü, Yürekte Bukağı (1979) ve Yaza Yolculuk (1986) adlı hikaye kitaplanyla 1980 ve 1987 Sait Faik Hikaye Ödülü'nü kazandı. Son Sır ile de 1987 Haldun Taner Ödülü'nü aldı.
HIKAYE: Ipek ve Bakır (1971), Ödeşmeler, Dizboyu Papatyalar, Gündökümü 75, Yürekte Bukağı, Sesler Yüzler Sokaklar, Yaz Düşleri Düş Kışlart.
• h
* * *
688
YAŞAR KEMAL: 1922 yılmda Adana'da doğdu. 1951 'de geldiği ıstanbul'da Cumhuri yet gaze
tesinde çaIJşmaya başladı. Edebiyat hayatı Adana Halkevi dergisi Görüşler'de Çıkan şiiriyle başladı.
Ilk romam,/nce Memed'in kazadırdığı başanyla dünyaca tanman bir yazar 01-du.
HIKA YE: San Sıcak (1952), Bütün Hikayeler (1967). ROMAN: Teneke (1955), Ince Memed (1955), Orta Direk (1960), Yer Demir
Gök Bakır (1963), ÜÇ Anadolu Efsanesi (1967), Ölmez Otu (1969), Ağndağı Efsanesi (1970), Binboğalar Efsanesi (1971), Çakırca" Efe (1972), Demirciler çarşisı Cinayeti (1974), Yusufçuk Yusuf (1975), Yılam Öldürseler (1976), AI Gözüm Seyreyle Salih ( 1976), Filler Sultam ile Kırmızı Sakallı Topal Kannca (1977), Deniz Küstü (1978), Kimsecik (1980), Höyükteki Nar Ağacı (1982), Yağmurcuk Kuşu (1984), Kale Kapısı (1985).
RÖPORTAJ: Yanan Ormanıarda Elli Gün (1955), Çukurova Yana Yana , (1955), Peri Bacalan (1957), Bu Diyar Baştan Başa (1951-58), Bir Bulut Kaymyor (1974), Allah'm Askerleri (1978).
DIGER ESERLERI: Taş Çatlasa (Fıkra, 196 1), Baldaki Tuz (1959-74) aras gazete yazılan), Ağacm Çürüğü (Konuşmalar, 1980).
689
içi
ADALET AGAOGlU şI IR ve SiNEK. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 7
ALI KARAÇAlı ZIRCIRLER.. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 5
ALI HAYDAR HAKSAL SARILD IG IM SOGUK BIR CESET.. . . . . . . . . . . . . . . . 1 9
ALI U l vi TEMEL YAPi. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 36
ARIF AY çiÇEKLERI SULADıM. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 40
AYHAN BOZFıRAT
'" AYSEL ÖZAKIN
ALŞE KILlMCI
BEKIR YILD IZ
BUKET UZU NER
BALKON .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 42
FIRILDAK. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 53
ANNEM IŞINI KAYBEnL. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 65
KAÇ KAÇ' TA. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 69
ÖLÜ BOHÇAS I. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 79 ŞAIR ANA.. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . 85
KADıN ADAMıN KADı N Kızı OLUR.. . . . . . . . . . . . . 92 KARAR NE OLACAK. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 99
69 1
CEMAL ŞAKAR
ERENDIz ATASÜ
ESMA OCAK
FAHRI CELAL
FAKIR BAYKURT
O RA ÖZLEMLERL . .. . . . . . . . . . . . . . . : . . . . . . . ' . . . . . . . . . . . . . . 1 01
BALKON SAATI. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 08
KADıNLAR DA VARDıR . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 1 9
B ERDEL . . . . . . . . . . . . ... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 48
DOGUM . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 62
PANCAROGLU EMINE HATUN . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 65
E MSIZ OGLAN . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 69
FEYZA HEPçlLlNGIRLER SEVGININ ESKIMEZLlGL . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 79
FÜRUZAN TAŞRALI . . . ; . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 89
TOKAT BIR BAG lçINDE. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 95
GÜLTEN DAYIOGLU YıLAN NINE . . . . . . . . . . ; . . . . . . . . . . . . . . . . . � . . . . . . . . . .... . . . . . . . . . 228
GÜL GELIN . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . :. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 236
HALDU N TANER BAYANLAR 0 0 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 253
HALlDE EDIp ADIVAR ANA H iSLER! . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 259
HALlKARNAS BALlKÇlsl YOL VER DENIz BIR ANA TAŞIYOR.. . . . . . . . . . 246
HALIME TOROS KADıN VE ÇOCUK.. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 268
HÜSEYIN SU ANA ÜŞÜMESI. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 274
ıSMAIL KILLlOGLU ANA . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 281
KAMIL DORUK KEDIDIR KEOI. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . , 290
KEMAL TAHIR ARABACI. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 297
692
LEYLA ERBIL AyNA . . . . · . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 320
ÖLÜ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 325
MEHM ET AY yASA . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 332
MEHMET RAUF ' ANA EVLAD . . . . . . ... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 335
MEMDUH ŞEVKET ESENDAL ,
MUSTAFA KUTLA
NECATI CUMALI
NECATI GÜNGÖR
NEClp FAZIL
NEClp TOSUN
N EZIHE MERiç
N URSEL DURUEL
ORHAN KEMAL
OSMAN çEVIKSOY
OSMAN ŞAHIN
ÖMER SEYFETTIN
ANA KIZ iKi Kız.. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . 346
GÜL HAN IMIN ANNES! . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 35 1
UFMUTSUZ SIR AŞKIN MÜNAKAŞASI . . . . . . 355
TENHALIK BASINCA. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 362
GÖRÜŞME . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 369
SEVGI EKMEKTIR. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 374
BABAANNE . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 395
ÖMRÜM . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 398
KEKLlK TÜRKÜSÜ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 402
GEYIKLER ANNEM ve ALMANyA . . . . . . . . . . . . . . . . 409
ŞAHUT' LA KARISI . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 41 5
YOLLAR KESIK . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . � . . . . . . . . . . . . 41 7
AGZI KÖRLER. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 426
DELI HATicE . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 433
BALKON . . . � . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 439
ILK NAMAZ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 45 1
RASIM ÖZDENÖREN ÇOCUK . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 457
693
KUN DAK . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . , . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 460
RECEP SEYHAN GERIDE KALAN . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 486
ZAMANLA GELEN . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 491
REFIK HALlT KARA Y
SAIT FAIK
SALIM ŞENGIL
SAMIM KOCAGÖZ
SELIM ILERI
SEVGI SOYSAL
SEVINÇ ÇOKUM
GARAZ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 498
SEMAVER . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 504
GÜNLERIN IçiNDEN . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 509
MEKTUP . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 5 1 6
ANALARıN HAKK!. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 520
ANNEMIN SARDUNYALARI. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 537
ı-IANIFE . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 540
SARSINTI. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 548
ŞÜKRAN KURDAKUL
TAHSIN YÜCEL
TALIp APAYDIN
TARıK BUGRA
TARıK DURSUN K.
ANASI . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 557
DOKUZ AY ON GÜN . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 562
MUNlsE . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 567
SÖZ ALMA FAKAT KIMDEN . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 574
BUHRAN . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 580
, ANNECIGINI HATıRLADıKÇA BAK. . . . . . . . . . . . ; .. 591
N INEMIN IK) KUMRUSU. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 596
TOMRls UYAR AYŞE HAKLI . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ; . . . . . . . . . . . . . . . . 606
ÖMÜR BITER YOL BITER. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 622
YAŞAR KEMAL AVCI . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 628
BEBEK . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . , . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 632
SARI s ıCAK . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 662
YAZARLARıN ÖZGEÇMlşLERI . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 671 '
• h·
694
• b