10
KÂMİL MİRAS: CUMHURİYETİN DUASINI YAPAN ADAM 29 Ekim Pazartesi günü(1923), akşam altıyı çeyrek geçe, Anayasa değişikliği görüşmelerine b sadece 158 milletvekili katılıyordu. Daha üç ay önce, Ağustos ayında başbakan olan ve (o s tanbul milletvekili olan Rauf (Orbay) Bey (1881-1964) bile (başbakanlığı 12 Temmuz 1922- 4 Ağustos 1923), o günlerde Ankara’da değil, İstanbul’da idi. Meclisteki mevcut milletvekil eri kısa sürede maddeleri görüşmeye başlamışlar ve Teşkîlâtı Esâsiye (Anayasa) Kanûnu’nun b onuna ilâve edilen “Türkiye devletinin şekl-i hükûmeti, Cumhûriyettir” maddesi alkışlarla k mişti. Bu arada söz alan Şarkîkaraağaç (Giresun) milletvekili Mehmet Emin (Yurdakul): “Bu h n hak ve adalet güneşinin dünyayı aydınlatmasını niyâz eder ve bu duâmın kanatları altında, ruhu önünde ta‘zîmen (onu ululayarak, yücelterek) ayağa kalkarak “Yaşasın Cumhuriyet” diye ta‘zîz etmelerini muhterem arkadaşlarımdan temennî ederim” demiş ve bu temennî ayağa kalka letvekillerinin “Yaşasın Cumhuriyet” sesleriyle yerine getirilmişti. İlk Cumhurbaşkanının s sonra, Cumhurbaşkanının teşekkür konuşmasını müteakıben de, Bozok (Yozgat) milletvekili Av -“Bir dua yapılsın !” sesi duyulmuş, bunu “evet, dua edilsin” sesleri takip etmiş ve kürsüy fyon milletvekili Hoca Kâmil Efendi’nin yaptığı duayı müteakip, Meclis ertesi gün toplanmak dağılmıştır. (Müftüoğlu, 1988, 21-22) Duayı yapan, Mîrasoğulları sülâlesinden olan Kâmil Mîras 1874’de Afyon’da doğmuştu. İslamî ilk ve orta öğrenimini Afyon’da tamamladıktan sonra, İstanbul Dâru’l-funûn İlahiyat Fakült dresetu’l- Mutehassısîn’de (yüksek ihtisas/doktora okulu), ve Medresetu’l-Vâizîn’de uzun mü e meşgul olmuştu. Fıkıh (İslam Hukuku) ve Fıkıh Tarihi ile Usûl-u Fıkıh (İslam Hukuku Metod a olmak üzere çeşitli dersler okutmuştu. Osmanlı döneminde İkinci Meşrûtiyet’in ilânından s lletvekîli seçilmişti.T.B.M.M. ikinci dönem (1923-1927) çalışmalarının başladığı ilk günde muş ve bir dua yapmıştı. Kâmil Miras Ankara’nın başkent olmasına dair kanuna da, ilk imza k dandır. Meclis çalışmaları esnasında, Kur’an’ı Kerîm’in Türkçe’ye tercüme ve tefsîr edilmes ve uygulamalarını içeren en sağlam kaynak olan Sahîh-i Buhârî’nin Türkçe’ye tercümesi konu başkanlığına bir kanun teklîfi vermişti. Bu teklif, TBMM’nin oy birliği ile kabul edilmiş Küçük, 1976, 88-89) ve Kur’an tercümesi için Mehmet Âkif’le, tefsîri için Elmalılı Hamdi Ef Buhârî tercümesi için de Ahmed Naîm’le anlaşma yapılmıştı. 1934’DE AHMED NAÎM VEFAT EDİYOR. Ahmed Naîm, on yıla yakın Buhârî tercümesi üzerinde vefat edecektir. Naîm bu tercümeye başlarken şöyle demektedir: “Diyânet İşleri Riyâseti (b let Meclisi’nce müttehaz (alınan) bir kararı infâzen(yerine getirerek), (Yemenli bilgin) Z ebîdî’nin bu (Buhârî) muhtasarını (fazlalıkların atılarak yapılan biraz kısaltılmış metni) esini (bu) râkımu’l-hurûfa (harfleri yazan bu kişiye) emretti. Hadd-i tâkatimi (gücümün sın (çok) tecâvüz eden (aşan), bu hizmet-i mebrûrenin (makbul, hayırlı hizmetin) uhdesinden ge k güç olduğunu bile bile…” (Tecrîd, 1976, I/2) Ahmed Naîm, (vefatından sonra Kâmil Mîras’ın gibi) “şarkı ve garbı ilimleriyle tanımış ve selef-i sâlihîn sîretinde yaşamış yüksek bir f idi.” (Tecrîd, III/404) (Ahmed Naîm, 1928 yılında İlahiyat Fakültesi hocalarınca yayınlanan ere sıralar ve musikî aletleri konulmasını da içren İslamiyet’i ıslah projesine imza koymay i profesörden birisidir (diğeri Ferid Kam) (Müftüoğlu, 189-190) Bu ve diğer sebeplerle Naîm 933 yılındaki üniversite reformunda ! işine son verilenlerdendir.) Ahmed Naîm, Buhârî’nin Namazı” bölümünü tercüme ederken vefat etmişti. Kamil Miras bu ilginç tesâdüfe dikkat çekm m Ahmed Naîm, Buhârî’nin Hastanın Namazı bölümünündeki “Hz. Âişe’nin nakline göre Hz. Peyga nci rek‘atında da aynen yapardı…” diye tercümeyi yazmış, ve 1934 senesi Ağustos ayının 14. namazını kılarken ikinci rek‘atte secdede ruhunu teslim etmişti ki, zaten bir seneden faz la bir zamandan beri hasta idi.” (Mîras, Tecrîd, III/402, 574 nolu hadisin dipnotu) Kâmil Mîras, böylece, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından görevlendirilmesiyle, Buhârî’nin ndi ifadesiyle “bâkî (geride) kalan dörtte üçü” nün tercümesine, 1937 yılından itibaren baş Buhârî tercümesi işine üç yıl ara verildiği anlaşılıyor. Herhalde, Ahmed Naîm’in yerini tu epey araştırma yapılmış, bulunamamış, sonunda Kâmil Miras’ın üzerinde karar kılınmıştır. K nin belki en önemli nedenlerinden birisi de, Bûhârî icâzetine sâhip olmasıdır. Hz. Peygambe an çıkan hadis, on dört asır sonra, aradaki 17 râvîden sonra Kâmil Mîras’a ulaşmıştır. Bu nu K. Mîras bir dipnotta şöyle açıklar: KAMİL MİRAS’IN İCÂZETİ. “Muharrir-i âcizin (bu satırları yazan âciz yazarın=K. Mîras’ın k

47106325 Kamil Miras Cumhuriyet in Duasini Yapan Adam

  • Upload
    evrenuc

  • View
    27

  • Download
    7

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: 47106325 Kamil Miras Cumhuriyet in Duasini Yapan Adam

KÂMİL MİRAS: CUMHURİYETİN DUASINI YAPAN ADAM

29 Ekim Pazartesi günü(1923), akşam altıyı çeyrek geçe, Anayasa değişikliği görüşmelerine ba sadece 158 milletvekili katılıyordu. Daha üç ay önce, Ağustos ayında başbakan olan ve (o sıtanbul milletvekili olan Rauf (Orbay) Bey (1881-1964) bile (başbakanlığı 12 Temmuz 1922-4 Ağustos 1923), o günlerde Ankara’da değil, İstanbul’da idi. Meclisteki mevcut milletvekilleri kısa sürede maddeleri görüşmeye başlamışlar ve Teşkîlâtı Esâsiye (Anayasa) Kanûnu’nun bionuna ilâve edilen “Türkiye devletinin şekl-i hükûmeti, Cumhûriyettir” maddesi alkışlarla kamişti. Bu arada söz alan Şarkîkaraağaç (Giresun) milletvekili Mehmet Emin (Yurdakul): “Bu hün hak ve adalet güneşinin dünyayı aydınlatmasını niyâz eder ve bu duâmın kanatları altında, ruhu önünde ta‘zîmen (onu ululayarak, yücelterek) ayağa kalkarak “Yaşasın Cumhuriyet” diye ta‘zîz etmelerini muhterem arkadaşlarımdan temennî ederim” demiş ve bu temennî ayağa kalkanletvekillerinin “Yaşasın Cumhuriyet” sesleriyle yerine getirilmişti. İlk Cumhurbaşkanının se sonra, Cumhurbaşkanının teşekkür konuşmasını müteakıben de, Bozok (Yozgat) milletvekili Avn-“Bir dua yapılsın !” sesi duyulmuş, bunu “evet, dua edilsin” sesleri takip etmiş ve kürsüyefyon milletvekili Hoca Kâmil Efendi’nin yaptığı duayı müteakip, Meclis ertesi gün toplanmak dağılmıştır. (Müftüoğlu, 1988, 21-22)

Duayı yapan, Mîrasoğulları sülâlesinden olan Kâmil Mîras 1874’de Afyon’da doğmuştu. İslamî i ilk ve orta öğrenimini Afyon’da tamamladıktan sonra, İstanbul Dâru’l-funûn İlahiyat Fakültedresetu’l- Mutehassısîn’de (yüksek ihtisas/doktora okulu), ve Medresetu’l-Vâizîn’de uzun müde meşgul olmuştu. Fıkıh (İslam Hukuku) ve Fıkıh Tarihi ile Usûl-u Fıkıh (İslam Hukuku Metodoa olmak üzere çeşitli dersler okutmuştu. Osmanlı döneminde İkinci Meşrûtiyet’in ilânından solletvekîli seçilmişti.T.B.M.M. ikinci dönem (1923-1927) çalışmalarının başladığı ilk günde Mmuş ve bir dua yapmıştı. Kâmil Miras Ankara’nın başkent olmasına dair kanuna da, ilk imza kodandır. Meclis çalışmaları esnasında, Kur’an’ı Kerîm’in Türkçe’ye tercüme ve tefsîr edilmesi ve uygulamalarını içeren en sağlam kaynak olan Sahîh-i Buhârî’nin Türkçe’ye tercümesi konusbaşkanlığına bir kanun teklîfi vermişti. Bu teklif, TBMM’nin oy birliği ile kabul edilmiş (Küçük, 1976, 88-89) ve Kur’an tercümesi için Mehmet Âkif’le, tefsîri için Elmalılı Hamdi Efe Buhârî tercümesi için de Ahmed Naîm’le anlaşma yapılmıştı.

1934’DE AHMED NAÎM VEFAT EDİYOR. Ahmed Naîm, on yıla yakın Buhârî tercümesi üzerinde ç vefat edecektir. Naîm bu tercümeye başlarken şöyle demektedir: “Diyânet İşleri Riyâseti (balet Meclisi’nce müttehaz (alınan) bir kararı infâzen(yerine getirerek), (Yemenli bilgin) Zebîdî’nin bu (Buhârî) muhtasarını (fazlalıkların atılarak yapılan biraz kısaltılmış metni) Tesini (bu) râkımu’l-hurûfa (harfleri yazan bu kişiye) emretti. Hadd-i tâkatimi (gücümün sını (çok) tecâvüz eden (aşan), bu hizmet-i mebrûrenin (makbul, hayırlı hizmetin) uhdesinden gelk güç olduğunu bile bile…” (Tecrîd, 1976, I/2) Ahmed Naîm, (vefatından sonra Kâmil Mîras’ın gibi) “şarkı ve garbı ilimleriyle tanımış ve selef-i sâlihîn sîretinde yaşamış yüksek bir faidi.” (Tecrîd, III/404) (Ahmed Naîm, 1928 yılında İlahiyat Fakültesi hocalarınca yayınlanan ere sıralar ve musikî aletleri konulmasını da içren İslamiyet’i ıslah projesine imza koymayai profesörden birisidir (diğeri Ferid Kam) (Müftüoğlu, 189-190) Bu ve diğer sebeplerle Naîm,933 yılındaki üniversite reformunda ! işine son verilenlerdendir.) Ahmed Naîm, Buhârî’nin “ Namazı” bölümünü tercüme ederken vefat etmişti. Kamil Miras bu ilginç tesâdüfe dikkat çekmem Ahmed Naîm, Buhârî’nin Hastanın Namazı bölümünündeki “Hz. Âişe’nin nakline göre Hz. Peygamnci rek‘atında da aynen yapardı…” diye tercümeyi yazmış, ve 1934 senesi Ağustos ayının 14. p namazını kılarken ikinci rek‘atte secdede ruhunu teslim etmişti ki, zaten bir seneden fazla bir zamandan beri hasta idi.” (Mîras, Tecrîd, III/402, 574 nolu hadisin dipnotu)

Kâmil Mîras, böylece, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından görevlendirilmesiyle, Buhârî’nin ndi ifadesiyle “bâkî (geride) kalan dörtte üçü” nün tercümesine, 1937 yılından itibaren başl Buhârî tercümesi işine üç yıl ara verildiği anlaşılıyor. Herhalde, Ahmed Naîm’in yerini tut epey araştırma yapılmış, bulunamamış, sonunda Kâmil Miras’ın üzerinde karar kılınmıştır. Kânin belki en önemli nedenlerinden birisi de, Bûhârî icâzetine sâhip olmasıdır. Hz. Peygamberan çıkan hadis, on dört asır sonra, aradaki 17 râvîden sonra Kâmil Mîras’a ulaşmıştır. Bu onu K. Mîras bir dipnotta şöyle açıklar:

KAMİL MİRAS’IN İCÂZETİ. “Muharrir-i âcizin (bu satırları yazan âciz yazarın=K. Mîras’ın ke

Page 2: 47106325 Kamil Miras Cumhuriyet in Duasini Yapan Adam

arı) cümlesinden olan Alay Müftüsü Ankaralı Muhammed Şükrü Efendi Rahmetullaâhi Aleyh’in Saetine dâir âcizlerine (bana) verdiği icâzetnâmede: “Bana şeyhim (hocam) Trablusgarb müderrishmed Kâmil merhumun verdiği icâzetnâmede kendisi ile İmam Buhârî arasında 12 vâsıta (râvî=riisi nakleden) bulunduğunu bildirmiştir. Binâenaleyh benimle de Buhârî arasında 13 vâsıta bulor. Sonra Buhârî’nin Sülâsiyyâtı vardır. Bu itibar ile benimle Rasulullah (Hz. Peygamber) ar 16 vâsıta bulunmuş olur” demiştir. (Ben) 1325 hicrî târihinde (1908 yılı) mucâz olduğuma (i, bu on üç küsur asırlık bir zaman zarfında âcizleri (Kâmil Mîras) ile Rasulullah Efendimiz 17 râvî tavassut etmiş bulunuyor demektir ki, rivâyet husûsunda bu isnâd (zincir), en kısa r tarîktir (yoldur). Usûlu hadis (hadîs metodolojisi) ıstılâhında (literatüründe) buna isnâdsnâd) denilir. Halbuki diğer icâzetnâmelerimden birisinde silsile-i isnâd, 11 vâsıta ile Hâfacer’e (ölümü 1449 mîlâdî/852 hicrî), 21 vâsıta ile de İmam Buhârî’ye Vâsıl olmaktadır (ulaş

Ahmed Naîm, gerek bilimsel gerekse siyâsî açıdan çok kritik ve çalkantılı bir dönemden (1927eçilmesine rağmen, Buhârî tercümesinde, tamamen objektif davranmış ve çalışmasına kimsenin mizin vermemiştir. Böylece Buhârî’nin ilk üç cildi gerçekten çok nâdîde ve hârika bir tercümecunun karşısına çıkmıştır. Kâmil Miras, sonradan “Ahmed Naîm’in, Şâfiî mezhebinden olduğundaebe biraz meyilli” olduğunu söylese de bu iddiası doğru değildir. Fakat buna karşı, Kâmil Mîlesef az da olsa, kendisi biraz Hanefîcilik yapmıştır. Bunun da ötesinde, tercümesini yaptığde nâdiren de olsa, bazen gereksiz yere, günlük siyâsî havadan etkilendiği cümleler görülebidir. Bunda, o zamanki (CHP) iktidarın(ın) baskısından ziyade, Kâmil Mîras’ın kendisinin, (hemanlı zamanında, hem de Cumhuriyet döneminde politika ile uğraşmış, hem imparatorluk hem Cumriyet döneminde milletvekilliği yapmış) eski bir siyasetçi olması dolayısıyla, içinde bulundsiyasetçi’ psikolojisinin etkileri vardır. Halbuki bu psikolojisini gemleyebilirdi. Ve genelde dokuz cildin tamamında hissedilen yüksek ilmî gücüyle; Ahmed Naîm’in uslubunu ve usunu izleyerek sürdürdüğü Buhârî tercümesini, böyle cümleler kurmadan da bitirebilirdi. Dördü tercümeye başlarken, aynı bir politikacı gibi (ve sanki mecliste konuşuyormuş gibi) bir önsazar: “…Bu hususlarda bir dereceye kadar başarılı olabildimse hiç şüphesiz bu, her hâl ve kâcımız olan Cenâb-ı Hakk’ın yardımı sonucudur. O Allah ki, yazarlık hayatında bu âciz yazarı,Başkanı Sayın Rıfat Börekçi gibi bir hâmîye mazhar etmiştir. (Bu) Büyük üstaddan zaman zamaneşvikler, rûhumda yeni yeni ve pek feyizli mesâî (çalışma) hamleleri uyandırmıştır. Kendilersaygılarla samîmî teşekkürlerimi takdîm eylerim. Aynı hürmetlerimi, teşekkürlerimi Müşâverem Âzâsından Bay (Ahmed) Hamdi Akseki’ye de sunarım. Diyânet İşleri neşriyâtındaki (yayınlarıe meşkûr (teşekküre lâyık) faâliyetini pek yakından bildiğimiz bu muhterem arkadaşımızın, gemüsveddelerinin, gerek bu eserin tedkîkinde çok değerli emekleri sebketti. Kendilerine burada teşekkür etmeği bir vazîfe bilirim. Şimdi vesîle-i şükrân olmak üzere asıl kaydedilmesbir vecîbe olan bir cihet kalmıştır ki, o da bu eserin her şeyden evvel Büyük Meclisin, zâdelhâmı olarak milletimize sunulan bir fazîlet armağanı olmasıdır. Bu sebeple Yüce Meclisimizeaffakıyetler dilerken Türk Milletinin büyük başbuğu Atatürk’ü derin saygılarla selâmlarım. Krid, c, 4, sh. 9)

Ne Atatürk, ne de Ahmed Hamdi Akseki ve Rifat Börekçi, Kâmil Miras’tan böylece övücü bir teşemedikleri halde, Miras maalesef, aynı tip cümleleri ilerleyen sayfalarda da kuracaktır: “Bu hadîs-i şerîfin tercemesinde Diyanet işleri Reisi büyük üstâdımız Sayın Bay Rıfat B (bilimsel yol göstericiliğine) nâil olmakla müteşekkir ve mübâhîyim (iftihar edici, övünücü4, sh. 16) İlmî ve üstelik Hz. Peygamber’in söz ve davranışlarının nakledildiği bir eserdelakalık olmasa da (ki zaten Kamil Miras’ın buna ihtiyacı yoktur) yağcılık yapması, İslâmî ah kendi şahsı hakkında da küçük düşürücü ifadelerdir. Çünkü “Rıfat Börekçi’nin âlimâne irşâdısit, herkesin kolaylıkla tercüme edebileceği bir hadistir. Kaldı ki, Rıfat Börekçi’nin, bu karda Kâmil Miras’a yol göstericilik yapabilecek kadar, (fazla) bilimsel bir kudreti de yoktur. K. Miras; Şemsettin Günaltay (1883-1961) hakkında da “Muhterem müderris Şemsüddîn ay’ın İslâm Târihi’inde Amalika hakkında vesâika (belgelere) müstenid (dayanan) en derin tedaları) vardır” (c.6/23) diyerek övmektedir. Halbuki bunu yapmasa daha iyi olurdu. Çünkü artı tarihte Ş. Günaltay, CHP milletvekilidir ve CHP’de o günlerde önemli ve önde gelen bir isimdir (Günaltay; Ziya Gökalp’in yanında yetişmiş (eski) bir ittihatçıdır) ve önümüzdeki yıllar50) başbakan olacaktır. Gerçi, ittihatçılar, çok az istisna dışında, cumhuriyet devrinde de irlerini tutmuşlardır ve İslamcı da olsa Batıcı da olsa, pek, biri birlerine laf söylememişlletmemişlerdir. K. Miras’ın (mevcut) yönetimi kollayan bu tavrına bir örnek de nasihatle ilgili hadisin izahında görülmektedir: “Buhârî, bu müstakıl (bağımsız) bâbında (bölümünde) unvâgunluğu) ve en mühim erkânı (esası): Allah’a ve Kur’ân’ın Kelâmullah (Allah’ın sözü) olduğuni (peygamberliğini) tasdîk (doğrulama); Ülü’l-Emre (devlet yöneticilerine) İtaat, bütün Müsl

Page 3: 47106325 Kamil Miras Cumhuriyet in Duasini Yapan Adam

hahlıktır(hayır dileme)” hadisini sevketmiştir (kaydetmiştir)” (c.6/474). Halbuki, Buhârî’nide (ki, K. Miras metnin orijinal Arapça metnini de vermiştir) “Ülü’l-Emre Nasihat” geçtiği hK. Miras bunu “Ülü’l-Emre İTAAT”’e çevirmiştir. Böyle tercüme, bir yanılma veya yanlış yapma0 yılında halkı CHP iktidarına ses çıkarmaması için; İslam’ın istismar edilmesi, Hz. Peygambn mübarek sözünün kullanılmasıdır. Benzer bir misalde de “Üç şahıs vardır ki, Allah kıyamet maz, onları temize çıkarmaz ve onlara acıklı bir azâp vardır” hadisindeki ikinci grup “ikinckişidir ki, o da (büyük) devlet reîsine yalnız dünya malı için itaat etmeye söz verir, devleo kişiye dünyalık bir mal verirse hoşlanır, vermezse öfkelenir” kısmını îzah ederken K. Mira kurar: “Bu üç sınıf günahkarlar, cürümde (suçta) müsâvî(eşit)dirler. Bunlar arasında devlet ve câh (makam) sâhibi olmak hülyâsıyla ona arz-ı bîat (itaata söz verip) de emeline nâil ol, nakz-ı ahd (ahdini(sözünü) bozmak) hiç şüphesiz ahlâksızlığın şekâvet derecesidir. Fevzâ-yanarşiye) kapı açmaktır. Esas itibariyle Müslümanlık devletçi bir dindir. Her vesîle ile devine itâati emreder ve onun riyâseti (başkanlığı) altında ümmetin yekpâre (tek vücut) bir vahlik) arzetmesini (göstermesini) ister. Hattâ bu millî vahdet (birlik)ve tesânüdü (dayanışmayin ve muhafaza için onun (devlet başkanının) asaletine (soyuna), şahsî kusuruna ve ma‘siyeti (günahına) de bakmaz; fıskının (İslâmî yoldan sapışının, büyük günahları işlemesinin) vesîa bir fırsat) edilmesine müsâade etmez; ona karşı isyânı şekâvet (eşkıyâlık) addeder (sayar)-i mefsedete (Devlet başkanının işlediği ve yol açtığı bu kötülükleri kaldırmaya yok etmeye)içinde ve millet arasında daha büyük fesât kapıları açmaktır. Yeter ki ahkâm-ı adâleti (adal) ikâme (yerine getirmeye) ve hudûdu memleketi (ülkenin sınırlarını) düşmandan muhafazaya (ka) muktedir olsun.” (c. 7/218) İsmet Paşa’nın cumhurbaşkanı olduğu o günlerde yazılmış olande K. Miras, özetle, devlet adamları büyük günah da işleseler, bunun aleyhte propagandasını ayın; susun koyun gibi; ve sesinizi çıkarmayın, çünkü “İslam devletçi bir dindir ve her vesîlet reîsine itâati emreder” demektedir. Bu görüşlere, millîci Kâmil Miras’ın İslam Siyaset T diyebiliriz. Yani herkes koyunuzbiz.com pozisyonunda sesini çıkarmadan oturacaktır. O zaman “Kâmil Hoca Efendi, neden mâdem cumhuriyete geçtik” diye sormak ta, tabi ayıplur; koskoca Kâmil Miras bu; vardır bir bildiği ! . K. Miras, daha da açık olarak görüşlerinbir başka bölümde şöyle ifâde eder: “…Ve her kim sabırsızlanarak bi’l-intihâb (seçimle) ‘ammi (idâresini) hâiz olan Sultandan yâni millî otoriteyi temsîl eden devlet reîsinden ve İslametinden bir karış ayrılırsa, câhiliyet ölümüyle ölür, buyuruluyor ki, başsız ve içtimâî (to(düzenden) mahrum câhil milletlerin ‘âsî bir ferdi olarak ölür demektir, yoksa kâfir olarak ek değildir.(c. 12/ 293)

K. Mîras, laik devletin işleyişinin (zaten) İslam’a uygun olduğunu vurgulayacak, ilerleyen sayfalarda da bu şekilde yeri geldikçe bunu hep tekrarlayacaktır. Meselâ o sıralarda yürürlüolan Mâdenler tüzüğünün (Maâdin Nizamnâmesi) de İslam’a uygun olduğunu vurgular. (c.7/262) lî gurur ! dini olduğunu da Miras’tan öğreniyoruz: “İslâm Dîni, izzet-i nefis dînidir, gurûrir.” dedikten sonra: “Kendini bilen Rabb’ini bilir” sözünü de tam ters mana da tercüme edere günlerin politikasına/politikacılarına yağ çekmektedir: “Bu kelâmın en güzel bir tercümesi Kör gibi her tarafa atma elin Ara, bul Sende senindir emelinBeyti, ferdin kuvây-ı rûhiyesini (ruhsal güçlerini) idrâke (anlamaya) ve (oradan da) böylecefete Bârî’ye (Rabb-i bilmeye) intikâle (geçmeye) masrûf (yönelik) olmakla beraber, bir heyetiçtimâiyenin (toplumsal grubun) bünyesinde mevcut hayat unsurlarını idrâk etmek ve bu anâsıriyeyi (yaşamsal unsurları) birleştirerek vicdân-ı millîde yekpâre (tek vücut) bir cevher-i ameydana getirmek demek olması da doğru olsa gerek” (c. 7/368) Miras “doğru olsa gerek” dese de kullandığı ifâde tamamen yanlıştır. Konuyu buralara getirmişken K. Miras hızını alamaz veiz (Millî Mücadelemiz) diyerek konuyu işlemeye daha bir şevkle devam eder: “…Bu kıyam (ayaklma), gurûr-u millîden doğan mukaddes bir heyecânın mevlûdi (doğurduğu) idi. O târihî günlerd her fiil ve hareketinde munhasıran (sadece) o mukaddes heyecan hâkimdi. İskolastik mantık ve muhâkemeler tamamıyla sukût etmişti, her şeyi o milî heyecan emrediyor ve ondan doğuu.” K. Miras dört defa daha millî kelimesini kullandıktan sonra şöyle der: “Öyle bir zafer k gün bize millî istiklâlimizi, millî şeref ve nâmusumuzu, atalarımızdan mevrûs (mîras kalan)nlık menkabelerimizi kazandırdı. Bu gün de o, bizim yalçın bir mesnedimizdir. Yarının da yanbir emniyet ve itibar zamânıdır. O bizim sarsılmaz bir mesnedimiz (dayanığımız) olduğu gibi l (gelecekteki) nesillerimizn de mankabe-i fahri gurûru (gururla övünülecek bir şanlı hikâye) olacaktır.” K. Miras, daha sonra bir âyeti, sonra da, meşhur hadisçi ve İslam hukukçusu him Nehaî’yi de işin içine katar: “îzahıyla meşgul bulunduğumuz “Müminler o seciyede erlerdiarına, yurtlarına tecâvüz edilince (saldırılınca) onlar hemen bir birlik kurarak, düşmandan (Şûrâ suresi 39. âyet) âyet-i kerîmesinde, alınması Müslümanlık ve erlik şiârı olan intikâmı

Page 4: 47106325 Kamil Miras Cumhuriyet in Duasini Yapan Adam

ni bir misâli, millî hareketimizdeki intisâr (yardımlaşma) ve intikamdır. “Düşmandan öc almayı terk, mûcib-i zillet ve meskenettir” diyen İbrâhim Nehaî, Millî müdâfaa savaşında gösterdnlıklar gibi vatan uğrunda birlik, fedâkârlık lüzumunu bildiriyor” (c.7/370)

Miras yine Hz. Peygamber döneminde görevli tayini ile ilgili bir hadisi izah ederken birden 1941 yılına gelir ve “Meselâ bir mal (vergi) memurunun devletçe tayin edilen usûl ve nizâm dâiresinde mükelleflerin vergisini alması, devlet tarafından irâe edilen (gösterilen)ihetlere sarf etmesi en yüksek vazîfe-i ahlâkıyye olduğu için bu nâmuskârâne hareketinden dolması (sevâb kazanması) da, müstefâd olur (bu hadisten çıkarılan hükümlerdendir). Milletin svatanın selâmet ve istiklâli için devletin talep ettiği vergiyi gönül hoşluğuyla mîadında (zvermek hiç şüphesiz ecr-ü sevâbı müstelzemdir (sevab kazandıran bir iştir). (c. 7/27) Hz. Per’in İslâmî devletinden birden ve hiç fark ettirmeden laik devlete geçmiş, oradan da laik deete vergi toplama ve vergi vermenin “hiç şüphesiz” büyük sevab olduğunu tekrar tekrar vurgulalbuki laik devletler sevab-günaha göre değil kanun-suç-cezaya göre çalışırlar. Laik devlettb kavramı yoktur. Laik devlete karşı yapmadığın bir iş ile suç işlemiş olursun ve sana bir c Diğer yandan Miras, laik devletin topladığı vergileri nereye harcadığı konusuna hiç girmemeir. Pek çok laik devlette çıkarılan kanunlarla, bir yığın vergi istenilerek halka zulmedilmee, vergi verenler de/vermeyenler de madden ve mânen cezalandırılmaktadır. Laik devletlerin her hangi bir mâlî sıkışıklıkta hemen bir veya birkaç vergi kanunu çıkarıp, “Sorma, ver”umlardan vergi toplamaları konusunu, K. Miras hiç gündemine almamaktadır.

Miras, tercümenin bazı yerlerinde lüzumsuz yere Hanefîcilik de yapmaktadır. Ebû Hanîfe’den bderken, “..akdemu’l-eimme (imamların en önce geleni) Ebû Hanîfe Hazretleri..” (c.4, sh. 92),e “..Şemsü’l-eimme (imamların güneşi)Ebû Hanîfe Hazretlerinin..” (c.4, sh. 94) gibi övücü imaktadır. Bu ifadeler, fıkıh kitaplarında kullanılsa da, hadis şerhlerinde pek rastlanmayan ifadelerdir ve hele ilk üç cildi tercüme eden Ahmed Naîm bu tür ifadelere hemen hiç yer vermemiştir. Akşam namazından önce kılınan iki rekatlık akşam namazının ilk sünneti ile ilgili ne, Kamil Miras, gayet taraflı hareket ederek hükümsüz kılmakta ve Hanefî kaynaklarını haklı n, bu, hakkında kuvvetli hadis bulunan namazın kılınmaması için gayret etmektedir. (c. 4, sh. 158-159).

SEKİZ REK‘AT TERÂVİH. Teravih’i sekiz rek‘at kılmanın kâfî geleceğine dâir tartışmalarıda yapıldığını, Kâmil Miras’ın teravihle ilgili hadisleri tercüme ederken verdiği bilgiden aMiras, bu konudaki bilgileri ayrıntılı olarak nakleder ve teravihin yirmi rek‘attan fazla bile kılınabileceğini, bunun câiz (sakıncasız) olduğunu, daha Hicret’in ilk asrında, Medin (yatsı namazı dışında) otuz altı rek‘at (vitirle beraber otuz dokuz rek‘at) teravih kıldıklir ve bu konuyu da yine bir teşekkürle bitirir: “Mübarek Ramazân’ın şerefli gecelerinde edâ z bir ibâdetimizin rek‘atları hakkında kulûb-ı sâfiye-i müslimînde (müslümanların temiz kalpyandırmak ne kadar büyük bir günah ise, bunun ilmen izâlesi (giderilmesi) de o nispette büyübir vâzîfe idi. Bu bâbta muharrir-i âcizi (bu âciz yazarı) irşâd eden ve bir hayli me’haz-i yi (bilimsel kaynakları(kitapları) zengin kütüphanelerinden göndermek lutfunda bulunan Bay A. Hamdi Akseki arkadaşımıza samimi teşekkürler sunarım.”(c. 4, sh. 96) K. Miras, Buhârî tedeğil de sanki bir gazetede köşe yazarı imiş gibi böyle teşekkürlerini zaman zaman araya somaktadır: “Ergâni hâkimi muhterem Feyzi Artukoğlu tarafından aldığımız bir mektupta 7. cildi 332 sahifelerinin yerleri değişmiş olduğu ve rakamları da yanlış konulduğu bildiriliyordu. iz hâkim arkadaşımıza şükranlarımızı sunarız.” (c.8/477)

İSPANYALI ÂLİM İBN BATTAL. İstanbul Aksaray’daki evinde Buhârî tercümesini sürdüren (cKamil Miras’ın Buhârî tercümesinde kullandığı kaynaklardan biri de, İbn Battal’ın Buhârî şertuba (Cordoba) doğumlu olan İbn Battal, tahsilini Belensiye’de (Valencia), tamamladıktan sonra, Müslüman İspanya’nın çeşitli şehirlerinde kadılık yapımış ve 449 hicrî (1057 milâdî)e vefat etmiştir. Kamil Miras’ın: “Bu satırları yazdığımız sırada (1937-38, (İbni Battal’ın) basımına teşebbüs edildiğini işitiyoruz” dediği eser, zamanımızdan tam bin yıl önce, Valencattal’ın şerhi; İbn Hacer ve Aynî de dahil bütün sonraki meşhur Buhârî şârihleri için temel (c. 4, sh. 126; DİA, c. 19) Kamil Miras’ın: “Kurtuba’nın bu büyük imam ve muhaddisi (hadis)” dediği İbn Battal hakkında, Miras’ın bu satırları yazmasının üzerinden yaklaşık yetmiş se, Salih Özer, Endülüslü İbn Battal ve Buhari Şerhi isimli bir çalışma yapmıştır. (Özer, 2007

IBN TEYMİYYE’Yİ SAVUNUYOR. Kâmil Miras, Şeyhulislam İbn Teymiye (1263-1328 mîlâdî/ 661-7

Page 5: 47106325 Kamil Miras Cumhuriyet in Duasini Yapan Adam

rî) hakkında ayrıntılı bilgi verdiği altı sayfalık bir çalışmasını da, dördüncü ciltte dipnoi hadîsin en büyük imamlarından biri olan İbn Teymiyye’yi savunmak, gerçi (bilhassa) bu meslte (hadisci) olan her âlimin yapması gereken ilmî bir vazîfedir. K. Miras; Muhiddin İbn Arabîciler dışında hemen bütün ilim erbâbının, İbn Teymiyye’yi savunduğunu kaydeder ve Urfa do savunanlar arasında bulunan Zehebî, İbn Kesîr, İbn Hacer, Aynî, Suyûtî, Şah Veliyullah Dehl birçok âlimin ismini verir. (c. 4, sh. 179-184) (Muhiddin ibn Arabî’ye esasında Muhy’il-bid (bid‘atları dirilten) ibn Arabî demek lazımdır. 14 yüzyıllık İslam tarihinde, İslam âleminerı verenlerin, belki de başında gelir, ibn Arabî.) Kâmil Miras bu arada, konu dolayısıyla, “Peygamber’in Hücre-i Saâdet’ine (kabrine) el sürülmeyeceği, öpülmeyeceği, kabrine karşı dua onusunda bütün bilginlerin ittifâkı (görüş birliği) olduğunu” kaydeder ve “Kabr-i Saâdet’in k bid‘attır (sonradan çıkarılmıştır). Sahâbîlerden hiç birisi, Hz. Peygamber’in kabrinde dua. (c.4/188)

KÂFUR NEDEN PAHALI. Buhârî tercümesini yaparken, pek çok kitabı da mecburen karıştıran Mbu arada ara sıra ilginç bilgiler de verir. Şimdilerde (2010), sekiz yüz bin kişinin bir arada namaz kıldığı söylenilen Medine’deki Mescid-i Nebî’nin, Hz. Peygamber zamanında iki yüzare olduğu, en çok beş saf olunabildiği ve en fazla iki yüz elli kişinin namaz kılabildiği bescid olduğunu, eski araştırmacıların (Ashab-ı tedkîkin) hesaplarına göre nakleder. (c. 4, s). İlk Müslümanlardan olup, Medine’ye hicretten sonraki ilk aylarda vefat eden Osman b. Maz‘ûn’un kendi elbisesinin kefeni yapılarak gömüldüğünü (c, 4, 292); bazı âlimlerin “kadınıiçin selâma karşılık verirken (ve aleykum selâm derken) seslerini yükseltmemelerini” söyledii; “kadın erkeğe selâm verdiği zaman, selâm veren kadın yaşını başını almış bir yaşta ise, eyebilir; selâm veren kadın genç ise, erkek, kalbinden “ve aleykum selâm” der” dediklerini deakleder. (c, 4, s. 283). Kâfur(u) ağacının, Hind Okyanusu çevresinde ve Çin dağlarında yetiş ağaç olduğu, büyük bir ağaç olduğundan bazı âilelerin bu ağacı mesken olarak kullandıkları,kı olduğu ve ağacın etrafına sıcaklık verdiğinden kaplanların da bu ağacı mesken tuttukları,insanların bu ağaçlara pek yaklaşamadıklarından, kâfurun fiatının bu sebeple pahalı olduğunum Âsım Efendi’den) nakleder. (c.4/ 323)

DEMOKRAT KÂMİL. Bilhassa 11 Eylul 2001’den sonra, ABD’nin (global) baskıları sonucu, sadece İslam ülkelerinin siyasetçilerinin değil, âlimlerinin de, demokrasi ile İslam’ı uzlaştırmaine düştüklerini görüyoruz. Kâmil Miras bu işi yetmiş sene evvel yapıyordu: “Halbuki İslam D için sâde bir hayat, demokrasi (demokratik demek istiyor herhalde) bir medeniyet te’sîs etmek (kurmak)… istiyordu.” (c.4/ 286); İPEKLİ GİYSİ VE MODA. Kâmil Miras, Hz. Peygamber’in (erkeğe) ipekli ve altını yasak edişi üzerinde dururk güzel bir açıklama yapmaktadır: “Giyim konusunda İslâmiyetin hedeflediği gâyeler şunlardır:in temiz olması, isrâfa, kibir ve gurura sebep olmaması. İslam Dîni, insanlık târihinin her vrinde insanlar için birer gurur ve övünme vesîlesi olan ve bu uğurda yapılan masraflarla fertlerin ve sonuçta toplumların servet ve mutluluklarını mahveden ipekli giyim müptelâlığına ve gümüş gibi maden cevherleriyle süslenme düşkünlüğüne karşı koyduğu ahlâkî ve toplumsal k mücadele etmiş ve insanlara orta halli ve son derece aklî ve insânî bir giyim ve geçim yolu göstermiştir. Bu gün bir tarafta ahlakçıların, sosyologların ve bütün düşünür yazarların deerine dayanarak; öbür tarafta hükümetlerin millî serveti korumak ve genel mutluluğu devam ettirmek gayesini takip ederek, halkı îtidal (orta yol) ve tasarrufa alıştırmak husûsundaki takdîr olunan çalışmalarına, İslam Dîni on üç (on dört) asır evvel başlamıştır. Dînimiz bize gamuk elbise tavsiye ediyor. Bunlar da, ne gurura vesîle olacak derecede nefîs, ne de başkalarının alayına(küçük görmesine sebep olacak derecede pejmürde olacak.” (c, 4, 290-291 (bazı) cenazelerdeki israfın da terk edilmesini ister. (c, 4, 452)

ABDESTSİZ CENAZE NAMAZI. Miras, kişi abdest alacağım derken, cenaze namazının kılınıp bi fark ederse, abdestsiz cenaze kılınabileceğine dâir Ebû Hanîfe ve Hasan-ı Basrî’nin görüşleeder (c, 4, 465, 478). Miras’ın, Hz. Peygamber’in annesi Âmine’nin Müslüman olduğuna dâir Ebelâil-i Nübüvve ve Şemseddin Dımeşkî’nin Mevrid-is Sâdî fi Mevlid-il Hâdî isimli kitaplarıma rivayetleri, Arapça metinlerinden de bazı bölümlerle nakletmesi ise uygun olmamıştır. (c,, 548-549). Miras’ın yine, Hz. Peygamber’in bazı münafıkları, bir Cuma günü isimlerini söyley, sen, çık camiden” diyerek çıkardığına dair, Taberânî ve İbn Ebî Hâtem’in uydurma rivayetl de uygun olmamıştır. (c, 4, 576)

Page 6: 47106325 Kamil Miras Cumhuriyet in Duasini Yapan Adam

MİLLÎCİ KÂMİL. Kâmil Mîras’ın, Buhârî tercümesinin pek çok yerinde 1930’ların 40’larin milCum‘a namazı bahsinde mütercim Ahmed Naîm,Cuma namazı kılınabilmesi için devlet izninin şartolmadığı ile ilgili olarak mezhepler arasındaki değişik görüşleri nakletmiştir. Naîm: “İmâm- (görüşüne) göre, devletin izni olmadıkça cum‘a sahih olmaz. İmam-ı Mâlik ve Şâfiî ve Ahmed(e izinsiz kılmamak müstehab ise de kılmakta da sıhhate mânî bir şey yoktur. Meşhur ve ma‘rufa göre eimme-i selâsenin (bu üç mezheb imamının) kavli budur” dedikten sonra, iki tarafın gönakleder. Kâmil Mîras ise, A. Naîm’in vefatından sonra bu bölümü gözden geçirmiş ve altına mdevletci/bir yorum yazmıştır: “Cum‘a namazının devletin izniyle kılınması şartında Hanefî eilarının) nokta-i nazarı (bakış açısı) çok doğrudur. Câbir ve İbn-i Ömer’den nakledilen hadiillî bağlılığı sağlamaktadır. (rivayet edilen hadisin zayıf olduğunu Ahmed Naîm not etmektedplarında îzah olunduğuna göre, cuma‘ günü toplu bir cemaat muvâcehesinde hutbe okunması şeresi sayıldığından, herkesin bu şerefi benimseyerek minbere koşması ve belki de muhteris kimser arasında husûmete(düşmanlığa) vesîle olması çok muhtemeldir. Yek-dil (tek-yürek) ve yek-emhedef) olarak bu dînî vazîfenin îfâsı (yerine getirilmesi), ancak devletin izin ve müsâadesiz bir hatîbin kıldırmasıyla temin edilebilir. Esas itibariyle, bütün medenî milletlerde umûmmâların (genel toplantıların), vukuundan evvel hükumete bildirilmesi intizamı temin için şarl midir? Binaen aleyh, cum‘ada izn-i devletin şart olması, medenî (bir) ictimâın (toplantınıruri bir neticesidir.(c.3/ 48) K. Miras, Nisan 1939’da yazdığı bir cümlede de şöyle demekdir: “Bugün memleketimizin yegâne geçer akçesi, gümüş Cumhuriyet liralarıdır..” (c. 5/130) Kdikodu millî birliğe de zararlıdır” dedikten sonra, bu konuda da, millî birliği vurgular: “Dkodu ibtilâsı emrâz-ı içtimâiyyenin (toplumsal hastalıkların) en mühliklerindendir (en helâk Milleti atâlete (tembelliğe) sevk eder; fitne, fesad uyandırır; millî birliği, dirliği boza(c. 5/277)

K. Miras, Hz. Peygamber’in Eş‘ârî kabîlesini öven bir sözünü naklederken de hiç yeri olmadığsal) dayanışmadan bahseder: “Hz. Peygamber şöyle demiştir: “Eş‘arîler, savaşta kumanyaları adîne’deki (mahallelerinde) evlerinde yemeklikleri azaldığında hemen bir yaygı serip, hepsi yanlarındaki yenilecek ne varsa onları bu yaygı üzerine yığarlar, sonra bir kap ile herkese eşit ölçüde taksîm ederler. (Onların bu güzel davranışlarından ötürü) Eş‘arîler bendendir, bas, Hz. Peygamber’in bu sözünü îzah ederken şöyle der: “Eş‘arîler benim gibi yaşar, benim gial) tesânüdü (dayanışmayı), millî müsâvâtı (eşitliği) sever insanlardır, demektir ki, artık asavvur olunamaz” (c. 7/423-424) Bu satırların yazıldığı 1940 yılında millî kelimesi artık dllanılmıyordu. Ulusal anlamında kullanılıyordu. Türkçeyi çok güzel kullanan insanlardan biriK. Miras’ın bunu bilmemesine imkân yoktur. Millî kelimesini bile bile ulusal anlamında kullanmıştır. Fakat Hz. Peygamber, hiçbir hadisinde ulusal anlamında bir kelime kullanmamıştır.en İslam dîni de millî (ulusal) bir din değil, ümmetçi (evrensel) bir dindir.

K. Miras bir de millî nüfus kavramına dikkat çekmektedir: Hz. Peygamber azle (erkeğin menisini (spermini) kadının rahmine değil de, (tam menî akacağı sırada çıkarıp da çarşafa akıtma halde, K. Miras buna şiddetle karşı çıkar. Bu karşı çıkışın nedeni ise o sırada İsmet Paşa ttiği nüfûsu çoğaltma politikasıdır. K. Miras “millî nüfus bakımından pek ziyâde hâiz-i ehemir mesele mevzû-i bahs edildiğinden..” diyerek konuyu açmakta ve önce o günlerde bir gazetede yayınlanan konuyla ilgili Namık Kemal’in bir yazısından bir bölümü nakletmekte, daha sonracuk Esirgeme Kurumu başkanının radyoda yaptığı konuşmanın metninin tamamını altı sayfa olarasine ! almaktadır. Böylece Buhârî Tecrîd-i Sarîh tercümesi, K. Miras’ın editörlüğünde yayınl ! dönüşmektedir: “Şimdi de 1 Kasım 1940 tarihindeki Şeker Bayramı dolayısıyla, Ankara Radyoe-i Etfâl (Çocuk Esirgeme) Cemiyeti başkanı bay doktor Fuat’ın yaptığı konuşmayı, bu mevzûuner safhasını teşrîh etmekte bulunduğundan aynen naklediyoruz:…” Bu konuşmada doktor Fuat, nütışının çoğaltılması konusunu işlemektedir. Doktor Fuat, “geniş ve çok feyizli ve bugünkü nüferah ferah geçindirecek zengin ülkemizde a‘zamî randımanı alabilmek için nüfûsun çoğalmasınesnet (dayanak) teşkil eden çocuk meselesine yer vermek zarurî olduğuna şüphe edile bilir mi?” demekte ve bu işlerin daha iyi olabilmesi için (yeni) bir ÇOCUK VERGİSİ konulmasını isktedir ki, geleneksel CHP zihniyetine uygun bir yaklaşımdır. Doktor Fuat şöylece bu vergiyi de şöyle savunmaktadır: “ “Vergiler çoktur, yeniden vergiye milletin tahammülü yoktur” gibgörüş bildirmek) da vârit (uygun) değildir. (1939) Erzincan (deprem) felâketinde zâyi etmiş muş nüfûs 33,000 kadardır. Başta Reisicumhurumuz (İsmet İnönü) ve Büyük Millet Meclisi olduğlletin gösterdiği heyecan ve şefkat ve teberrû edilen milyonlar göz önündedir.. Millet bu husta tenvîr edilirse (aydınlatılırsa), bir ÇOCUK VERGİSİnin hiç de usanç vermeyeceğini tahmin Bu vergi ile temin edilecek fazla gelirin, sarf edilmiş parayı katmerli olarak ödeyec

Page 7: 47106325 Kamil Miras Cumhuriyet in Duasini Yapan Adam

eğini de hesâba katmak lazımdır. Vergiden temin edilecek para, ya hükûmet bütçesine ilâve ed yapılacak proğram dâiresinde teşkîlâta tahsis, yahut bu hususta çalışan Çocuk Esirgeme Kuru olarak verilir.” Artık, Doktor Fuat, bu konuşmadan önce Mâliye Bakanı ile konuştu da, ondanonra mı bu konuşmayı hazırladı bilmiyoruz ama mübarek Ramazan Bayramı’nın ilk gününün sabahıahsetmesi elbette son derece yakışıksız bir durum. Ama Doktor Fuat için de hatta Erzincan felâketi üzerine kişisel yardım yapan İsmet Paşa ve diğer milletvekillerine göre de hava hoşra zaten devlet bir maaş veriyor. Doktor Fuat (Umay) zaten 1950’ye kadar, otuz sene milletvekili yaparak işi idare etmiştir. Devletin verdiği maaştan, depremzedelere bir miktar bağış yapmak zor değil. Fakat o harp yıllarında, ekonomik durgunluğun zirvede olduğu, etin ekmek derdinde olduğu o yıllarda, “bir vergi daha olsa, daha iyi olacak” demek, milletle dalga geçirmek gibi idi ama, o günkü CHP zihniyetinin bunu anlayacak kadar bile halkla irtibatı yoktu. Çünkü bu atanmış elitler, Osmanlı zamanından beri millete, “sorma verk vergi salmışlar, halk vergisini veremediyse de, dükkanında, tezgahında evinde ne buldularsa el koymuşlar, hiçbir şey bulamamışlarsa, o zavallıları tren yolu ve şoselerde kullanılmataş kırdırmak için zorla köleden farksız bir şekilde taş ocaklarında çalıştırmışlardı. Doktoriyordu. “İki misli nüfûs, otuz beş milyonluk Türkiye: ne büyük kuvvet, servet ve saadet kayak) Bundan daha kuvvetli ve şümullu (kapsamlı) kalkınma ve îmar planı olabilir mi? Cumhur Reîsimiz’in feyizli devirlerinde nüfûs bakımından da Büyük Türkiye’nin doğmakta olduğunu görmhar olacağımıza emînim. Bayramınız kutlu ve yavrularınız mutlu olsun. Aziz dinleyicilerim.” /456-462). Doktor Fuat, işte bu ve benzeri konuşmalarla, CHP liderlerinin gözünden hiç düşmeve otuz yıl boyunca milletvekilliğini koruyabilmiştir. Kamil Miras ise, Hz. Peygamber’in hadislerinin tercümesini yaparken, doktor Fuat’ın konuşmasını araya sokuşturmakla, bir yerle de, sıcak mesajlar göndermiş oluyordu. İşin gerçeği; K. Miras da dâhil, şimdi hepsi bu dünlunuyorlar. Halleri nicedir, bilmiyoruz.

(Millîci) Kâmil (Miras), hadisleri çok iyi ve çok güzel îzah ederken, araya, ara sıra illâ ble sokuşturmaktadır: Sahabiler Ebu’d-Derdâ ile Selmân-ı Fârisî arasındaki kardeşlikten bahsesi tercüme ettikten sonra: “Bu hadisi şerifte dört nevi‘ (çeşit) haktan bahsedilmektedir ki:ak, zâtî hak(nefsine(kendisine) olan hak), âile hakkı, konu-komşu hakkı; Komşuluk uzak ve yaolabildiğinden, buna ahlakçılar vatandaşlık hakkı derler ki, bir vatanın millî hudûdu (sınıre (içinde) yaşayan ve bir milletin hars (kültür) ve medeniyetini iltizâm (lüzumlu gören) ve a (savunan) eden ferdlerin mütakâbil (karşılıklı) hakları demektir.”(c. 6/294). Savaşla ilgii kerîmeyi îzah ederken de: “Enfâl sûresinin 6. âyetinde: “Ey müminler! Siz de düşmanlarınızher kuvvetten ve bağlanıp beslenen atlardan hazırlayınız. Onunla hem Allah’ın düşmanını, hemdüşmanlarınızı korkutursunuz” âyetteki kuvvet hakkındaki bu telâkkî kuvvetin zâhirî(açık, gö Bunun bir de mânevî cephesi vardır ki, millî birlik ve millî dirlik ve düzenliktir.” (c.8/3)

TÜRKÇÜ KÂMİL MİRAS. K. Miras, 1940’lı yılların havasına uygun olarak, ama hadis kitaplaruygun olamayarak, tercüme esnasında sık sık Türkçülük te yapmaktadır. Meselâ: 14. yüzyılın brihçisi Zehebî’den bahsederken, önce Hanbelî mezhebi imamı ve büyük hadisçi Ahmed b. Hanbel’Türk olduğuna vurgu yapar: “Bunlardan en meşhûru Ahmed b. Hanbel’dir ki, bu da kendisi (Abdullah b. Mübârek) gibi Merv’de doğmuş ve Bağdat’ta neş’et etmiş Şeyban’lı bir Türk çocuğudur… Türk âlim ve muhaddisi olan Hüseyin b. Hasen-i Mervezî de zikre şâyândır (anılmaya değer). hadiste, tarihte, tabakât ve terâcim-i ahvâl (biyografi yazıcılığında) ve intikâdda (hadis enlerin durumunu araştırma ve eleştirme biliminde) en yüksek ilmî pâyeyi hâiz (sâhip) güzîde meşhur olan İmam-ı Hümâm Şemsüddîn Zehebî’dir…Bundan daha mühim ve kayda şâyân bir cihet (y Zehebî’nin de bir Türk çocuğu olmasıdır. İslam tarihinin tercüme-i hâle (biyografi) âid şu azarken ırkımıza mensup bir çok ilmî sîmaları orada toplu görmek bizler için yüksek bir ifti teşkîl eder. İslâmiyeti Türk bahadırlarının süngüleri i‘lâ ettiği (yükselttiği) gibi, bütünyükseltmiştir. Bu hakîkat-i ilmî, İslam cihânını (dünyasını) dolduran büyük Türk âlimi Curca pek güzel tasvîr etmiştir: “Hakîkaten İslâm ilimleri Arabistan ufkundan bir güneş hâlinde dat o şems-i ilim (ilim güneşi) yürüye yürüye Türk diyârının ortası olan Mâverâünnehr’e gelmiekvatoru) bulmuştur. Bu Türk ilinden de, diyâr-ı Rûm’a (Anadolu’ya) intikâl edip onun muhtel-ü âdetiyle karışarak artık o elem diyârında nûrsuz, ziyâsız (ışıksız) gurûb edip (batıp) gii’nin vefat tarihi 1413 (milâdi, 816 hicrî) dir. Cürcânî, Anadolu’ya uğramışsa da, burada isda hocaları bulamadığından Mısır’a gitmiş ve bütün ilmî kudretini on yıl kaldığı Kahire’de en yaşadığı dönemde, ilmin merkezi Anadolu değil, tartışmasız Mısır’dır ve Kâhire ilimlerdekinca sürdürecektir. O nedenle Seyyid Şerif Cürcânî’nin yukarıdaki kıt‘ayı söylemesi mümkün de sonraki yüzyıllarda, İstanbul’daki mollalar tarafından uydurulmuş bir sözdür. Seyyid Şerif

Page 8: 47106325 Kamil Miras Cumhuriyet in Duasini Yapan Adam

emini bizden daha iyi bilen K. Miras’ın da bu sözün uydurma olduğunu fark etmemesi mümkün deir… Her neyse. K. Miras daha sonra yine bir Türk olduğunu söylediği Abdullah b. Mübârek’i (797 M./ 118-181 H.) övmeye başlar ve üç buçuk sayfada ibni. Mübârek’i över. İbni Mübârek gerçrihi boyunca faziletleri (erdemleri) nesilden nesile anlatılmış bir İslam büyüğüdür. Merv’dve babası da annesi de Türktür. Yirmi üç yaşına kadar, Merv’de öğrenim görmüş daha sonra zamleri Basra, Hicaz, Yemen, Mısır, Şam ve Irak’a yolculuklar yapmış, yaşarken hemen bütün İslalerinde meşhur olmuş ve Bağdat’a yüz kilometre uzaklıktaki Hıyt kentinde vefat etmiştir. Yetnde doğduğu Merv kenti ve Horasan’ın da etkisi vardır ama, ziyaret ettiği ve ilmini artırdığ merkezleri ve buralarda faydalandığı her ırktan âlimlerin etkisini küçük gösteren şu cümle,gibi bir ilim adamının hiç söylememsi gereken bir ifadedir: “Müşârun ileyh Hazretleri (burad edilen=konuşulan=Abdullah b. Mübarek hazretleri), ilmi derecesinde ırkının hamâset ve şecâtde hâiz idi.(c.7/382-385) Konu misafire ikram ile ilgili bir hadisin îzâhına gelince de K. Miras hemen Türklerde Konuk Ağırlama Töreni bir başlık atarak şunları yazar: “Türklerin m(eskiden beri) mütehallik (ahlâkıyla süslenmiş) bulundukları hasâil-i necîbeden (asîl özelli birisi de misafirperverlik hasleti(özelliği)dir. Türkün mertliği, dürüstlüğü, hakperestliğianlığı nasıl birer necîp (asîl) vasıflarından sayılırsa, misafir severliği de bunlar gibi keayrılmayan müstesnâ bir vasfıdır(sıfatıdır). (c.7/402)

HANEFÎCİ KÂMİL. Osmanlı’dan/Osmanlıcılık’tan mîras kalan Hanefîciliğin etkilerini/izlerini görmek mümkündür. Meselâ Korku Namazı (Salatu’l Havf) bahsinde, vefat eden mütercim Ahmed N, beş yüz yıl önce yaşamış olan Hanefî bilgini hadisçi ‘Aynî’nin bu konuda haksız olduğunu sMiras hemen ve şiddetle tepki gösterir: “Nasıl delâlet etmiyor? Delâlet ediyor…Sonra şarih (erhum, İmam-ı Âzam Ebû Hanîfe Hazaratlarıyla sâir (diğer) eimme-i kirâmın (büyük Hanefî bilgbâbdaki (konudaki) mezheplerini (görüşlerini) îzah ederken…Ve bu kavilde (görüşte) Ebû Hanîfkât-i ictihâdiyeleri (ortak=aynı ictihadları) olduğunu gösterir. İşte bu noktayı dikkata‘a etmiyerek, mütercim merhûmun (Ahmed Naîm’in) bu yüksek şârihi ta‘riza (üstü kapalı eleştayrettir (hayrete düşürücüdür).” (c, 3/149 dipnot) Kâmil Mîras, kendisinden önceki mütercim arşı benzer bir eleştiriyi Vitir namazı bahsinde de yapar: “Her nedense aziz mütercim, her vesîle ile şârih Aynî’yi muâheze etmekten (sorgulamaktan) hoşlanıyor; âdeta insan, bu muttarnli) tenkitlerde mezhep taassubunun izlerini görüyor.” (c, 3/225) Halbuki durum tam tersidir. K. Mîras, Hanefî olan ‘Aynî’nin eleştirilmesine tahammül edememekte ve A. Naîm’i (Şâne aşırı bağlılıkla suçlamaktadır ki, son derece haksız bir suçlamadır. Ahmed Naîm, seyahattması konusunda da, ‘Aynî’nin görüşünü tercih etmeyince, K. Miras yine sesini yükseltmiş ve: cim merhum burada da Şâfiîlik gayretinden bir türlü ilim şâhikalarına yükselmek istememiştir7) der ki, A. Naîm’i, Şâfiîlik taraftarlığı ile suçlamak, bilim adamına yakışmayan bir tavırubûbat ürünlerinin zekatı konusunda Ebû Hanîfe’nin görüşünü yanlış bulan İmam Nevevî’ye de k destekleyen ‘Aynî ile beraber İmam Nevevî’ye yüklenir. (c.5/85) K. Mîras’ın, İbni Hacer’i kat bahsinde de görülür: “Allâme ‘Aynî Umdetu’l-Qârî’de, (hadîs âlimi) Kirmânî’den çok istinse Hâfız İbni Hacer hoşlanmıyor.” (c. 5/150). İşin doğrusu, Ibn Hacer, Kirmânî’den (hoşlanmazsa, yapmaz bize ne? K. Mîras, İbn i Teymiyye’yi sevdiği halde, İbn Teymiyye Hanefîleri eleirince hemen yine Hânefîlerin siperine girip, İbni Teymiyye’ye atışa başlamaktadır: “Fakat k-i Harrânî (İbni Teymiyye), selefin ârâ ve mezâhibini (görüş ve mezheplerini) herkesten ziyâyi bildiği halde, her nasılsa Hanefî mezhebinin usûl-i ictihaddaki bir husûsiyetini hiç anlamamış ! bulunuyor. Başta sâhib-i mezhep (mezhebin imâmı) Ebû Hanîfe Hazretleri olmak üzere befiyye (Hanefî (müçtehid, büyük) imamları), hadîsin senedinden başka, bir de onun devr-i ashTâbiîn’de o haber üzerine amel-i ümmetin (uygulamanın) cârî olup olmadığını tedkîk ve ne derlursa olsun, bu habere, mûcibince (gereğince) amel edilen fakat zaîfu’l-isnâd (râvî zincirin çürük adamlar bulunan) haberi tercih etmişlerdir. İşte Şeyh-i Harrânî’nin aldandığı nokta b) K. Miras’a göre, İbni Teymiyye Hanefîlerin usûlünü anlayamadığı ! gibi, İmam Şâfiî de anlzretleri, “Kim ki istihsân ile amel ederse, şerîat (yeni/kendine göre bir din) vaz etmiş (ürmiş) olur” diyerek, İmam Ebû Hanîfe’ye ağır bir ta‘rizde (üstü kapalı taenkîd/eleştiri, söz uştur. İmam Şâfiî’nin bu şiddetli itirâzı hiç şüphesiz Ebû Hanîfe Hazretleri’nin maksadını aiştir.” (c. 5/123) K. Miras’ın bu satırlarını da okuduktan sonra insanın, “herkes bu Hanefîen bu kadar da düşman acaba” diyeceği geliyor. İSLAM MÂLÎYE VE İKTİSAT TARİHİ. Buhârî Tecrîd Sarîh’in Türkçe tercümesinin beşinci cildmamen zekatla ilgili olduğundan, Kâmil Mîras bu konudaki hadislerin açıklamalarını yaparken,am mâliye tarihi, İslami para tarihi, ve on dört asır boyunca İslâmî devletlerin uyguladıklaa politikaları konularında ayrıntılı bilgiler verir. Bu cildi 1939 yılında hazırlayan Miras . c./130), eski bir İslam hukuku hocası olarak sahip olduğu bilgi birikimini de hisset

Page 9: 47106325 Kamil Miras Cumhuriyet in Duasini Yapan Adam

tirerek, zekatı çok ayrıntılı olarak işler ve 1929 ekonomik buhranının üzerinden henüz on yıdan ve dünya bu buhranı henüz tam anlamıyla atlamadığından, kendi dönemindeki bu konularla ii gelişmeleri de çok iyi takip ettiğini gösterir. (c. 5/126) İslam iktisadı/ekonomisi ile ilgili çalışmalar yapanların bu cildi özellikle baştan sona okumaları, mutlaka gereklidir. EBUER KOMÜNİST Mİ? Okurken, K. Miras’ın, Ebû Zer (radıyallâhu anh)’in görüşünü komünizm ile itatimizi çeker: “Ebû Zer Hazretlerinin bu mezhebi, hatâlı idi. İştirâkiyyûn (komünizm) mezhebdemek idi. Halbûki vaîdi (cezayı) mûcib (gerektiren) olan kenz (mal ve servet biriktirme), zekâtı verilmeyen maldan ibâret bulunuyordu..” (c. 5/27) Miras’ın her sözü elbette okuyaca daha iyi değerlendirilecektir. Fakat Miras, bir yıl sonra altıncı cildi tercüme ederken, Ebû Zer konusunda biraz daha yumuşak ifâdeler kullanır: “Ebû Zer Hazretleri, İslam’a giren beş zâtın birisi idi. İlimde (Abdullah) İbn Mes‘ûd’a müsâvî (eşit) addolunurdu (sayılırdı).a umûr-u mâliyede (mâlî işlerde) garib ictihadları (görüşleri/fetvaları) vardı…” (c. 6/510) iltte, Asr-ı Saâdet’te bir âilenin yıllık ve hatta günlük gıda giderini de hesap eder ve günlendirir. (c. 5/86, dipnot:2) Yine aynı dönemde, orta dereceli bir tüccarın sermayesi (c.5/ 93), ve 19. ve 20. yüzyıllardaki Amerika’dan Avustralya’ya ve Güney Afrika’ya kadar genel olarak para ve değerli madenlerin ekonomiye etkisi üzerinde de durur. (c.5/ 129) K. Miras, fâizin haram oluşu ilgili hadisleri îzah ederken de son derece etkili cümleler kurar: “Fâiz, alacaklı ile veren arasında tartışmalara sebep olur, tesânüd-i ictimâîyi (todayanışmayı) bozar. Fâiz ödeyen hiçbir borçlu yoktur ki, gönül hoşluğuyla borcunu getirip, Asun diyerek versin. İhtiyacın zorlamasıyla mecburen alınan faizli bir borcun, teşekkürle verilmeyeceği (ödenmeyeceği) pek tabiîdir. Borcun ödenmesi halinde, iki müminin arasındaki soğuziyet budur. Borç ödenmediği takdirde ise vaziyet daha da kötüdür. Bir milletin fertleri arasında bu faizciliğin yayılması, sonuçta toplumsal dayanışmayı bozar. Diğer yandan faizciliklserveti) nemâlandırma (çoğaltma) âdeti, esas kazanç yolları olan ticareti, sanayii, ziraati rke sebep olur. Bu da bir memleketin (sonuçta) ekonomik zayıflığını doğurur. Faizcilik, fertrde fazîlet (erdem) hissini (duygusunu) öldürür; toplumsal yardımlaşmayı felce uğratır. Kazai, fakirleri ve ihtiyaç sahiplerini vurgun ağına düşürmek ve insanların bütün kazançlarını aerinden alıp güle güle yemekten ibaret olan (faizcilerin) kaskatı kalplerinde fazilet ve toplumsal yardımlaşma duygusu aramak, şeytandan îmân etmesi ümîdine düşmek kadar uzaktır. Bmda, yardımlaşma ve dayanışma hissinin azalması da hırsızlık, dolandırıcılık, yankesilik gibkapı açar; ibâhiyecilik (her şeyi mubah= sakıncasız =helâl görme) duygusunu doğurur; ve git oplumsal anarşi meydana gelir.” (c. 6/389-390) Bey-i muztar (çaresizlikle satış) bölümünü ide, icrâdan mal almanın Müslüman ahlâkıyla bağdaşmadığını vurgular: “böyle bir düşkünün mal gibi) ile değeri pahasından aşağı almak değil, belki bu malı emanet olarak alıp, eli genişlman ödemek üzere ve karz-ı hasen (faizsiz ödünç verme) sûretiyle, bu zavallının ihtiyâcını k, zarûret hâlinde malını satışa çıkaran kimsenin malını değerinden aşağı almak menhî (yasak)ndir). (c. 6/464) K. Miras, doğan çocuk adına bankaya bir hesap açtırmaya da iyi bakmaz: “Hköylerimizde (1940’lı yılların başı), hitan (sünnet) ve velîmede (düğünde) âile uluları ve aen güzel hediye olarak buzağılı inek, veya kuzulu bir koyun hediye ederler. Bu hediyeler, hediye verilecek kişi adına bankaya para yatırılmaktan daha verimli ve bereketlidir.” (c.8/59)

ÖRTÜNME KONUSUNDAKİ CÜMLELERİ. Buhârî’nin, Kur’ân ayetlerinin tefsiri ile ilgili bölümün-i tesettürleri (örtünme şekilleri) konusundaki hadisleri açıklarken, içinde bulunduğu 1945 skıcı tek parti yönetimine rağmen K. Miras gayet net ifâdeler kullanır: “Hicâb (örtünme) âyeların çarşaflarını, mantolarını giymelerine dâir ahkâmı(hükümleri) ihtivâ eder (içerir)…Hz. mahsus (özel) olan bu örtünme tarzına yüz ile eller de dâhildi. Sâir (diğer) kadınlardan farak, Peygamber’in hanımlarına yüzlerini ve ellerini örtmeleri de farzdı.(c. 11/157-158) Bundan beş âyet sonra da (Ahzâb sûresi 59. ayette) hicâbın (örtünmenin) şekli tarif ve ta‘lîm ollerek): “Ey Peygamberim, hanımlarına, kızlarına, bütün mümin kadınlara söyle: iç libasları (i) üzerine cilbâblarını (çarşaf, câr, ferâce, manto gibi dış ve boy libaslarını) giysinler (ermesinler) buyurulmuştur.” (c. 11/399) Kadınlarla erkelerin tokalaşmaları konusunda da: “Kâ(bazen, sadece) sözle, kâh Hz. Peygamber’in elini batırdığı bir su kabına kadınların da ellemaları sûretiyle (bîat) olmuştu. Hz. Âişe’den gelen rivâyete göre, kadınların hiçbir bîatı, sûretiyle olmamıştır. (c. 10/316) Yabancı toplumları taklît etmeme konusundaki hadîs-i îzrken de şöyle der: “İslam dîninin, İslam ümmetinin de hiçbir dîni ve hiçbir milleti taklîde ayan üstün bir medeniyeti vardır. Bu bedîhî (apaçık) hakîkata (gerçeğe) mebnî (dayanarak) Hzr bu yüce varlığımızı muhafaza etmemizi emredip mukallidlik (taklitçilik) derekesine düşmekt etmiştir. (c. 12/409) Son cildin son kısımlarını yazdığı, 1947 yılı yaz aylarında, artık CHlduğu görüldüğünden K. Miras’a da biraz cesaret gelmiştir: “Bir şehir halkının ve bir cemiye

Page 10: 47106325 Kamil Miras Cumhuriyet in Duasini Yapan Adam

n) ve her hangi bir içtimâî (toplumsal) sınıfın içlerinden en az birer kimseye, din ilimleriahsîl ettirmeleri farz-ı kifâyedir. Bunu yapmazlarsa hepsi günahkâr olurlar. Bu satırları yaamana kadar arada geçen yirmi beş sene içinde din ilimlerinin ihmâli, milletimize ne kadar ağır ve manevî bir günah ve mes‘ûliyet yüklemiştir. (c.12/ 373)

KASIM 1947. Kamil Miras, 1937’de başladığı Buhârî tercümesini on yıllık bir çalışma sonund bitirmiştir. O gün yazdığı sonsözde yine iki yerde lüzumsuz yere Buhârî’nin Türk olduğuna vadır: “Rivayet ilminin âlemdarı (bayraktarı) büyük Türk âlimi Buhârî…Bu cihetle büyük Türk ie anarız..” Bu durum, o günkü iktidarın (kendine özgü)Türkçü havası ile uygun olsa da, bir h son sözünde herhalde uygun değildir. Hadis ilmine şüphesiz, bütün milletlerden âlimler hizmtmişlerdir ve şu anda da hizmet etmektedirler. Buhârî de, kitabına hadisleri toplarken, ayağına gittiği âlimlerin ırkına, soyuna bakmamış, nerede ve kimde sağlam bir hadis varsa onu hârî’nin Türk oluşuna yapılan bu vurgunun dışında, Kâmil Mîras’ın sonsözü gerçekten edebî ve

“Biz de Buhârî’nin bir hidayet meş‘alesi olan Sahîhînin ışığında müttekây-ı iftikârımız (bu şu âciz kaleme dayana dayana bu son durağa gelmiş bulunuyoruz. On senelik geceli gündüzlü dam eden mesâî merhalelerinde Asr-ı Saâdet’in ibâdet hayatını yaşadık. Îmân ve akîdelerini (iindirdik. O mübarek devrin medenî ve siyâsî olaylarını gördük. Birçok kahramanlık menkıbelergaza ve fütûhatını temâşâ ettik. Bu umûmî hayatın yanında dâimâ gördüğümüz şey, insan haklarmdelerine (esaslarına,prensiplerine) riâyettir. İslam medeniyetinin bu mefâhirini (övünülecenoktalarını) görmek, yaşamak hususunda bize İmam-ı Buhârî rehberlik etti…Îzahlarımızda Ashâbr’in arkadaşları) ve tevâbiînin (Ashâbı görüp de onlardan İslâm’ı öğrenen ikinci nesil) akvâkirâmın (büyük imamların=âlimlerin) müctehedâtından (içtihadlarından= yorumlarından) istifâdtle şu on senelik hayâtım münhasıran (özellikle) Sadr-ı İslâm ulemâsı (İslam’ın ilk dönem bierin bir huzûr ve sükûn içinde geçti. Hadîs-i şerîflerin tercümelerinde, asıllarına sadakat ahlarında hatâ etmemeye çalıştım. Fakat ben de bir insanım ve mastar-ı acz ve nisyânım (âciztkanlık kaynağıyım). Cenâb-ı Hakk’ın afvını ve Rasul’u-Ekrem’in (Hz. Peygamber’in) şefâatinitim (başarım) ise munhasıran (sadece) Allahu Teâlâ’nın tevfîk ve inâyeti eseridir.” (c. 12/4

SONUÇ. K. Miras, Buhârî Tecrîd-i Sarîh tercümesindeki zaman zaman nefis denilebilecek izahlarıyla, İslami hadis kültürüne güzel bir katkıda bulunmuştur. Fakat nâdir de olsa bazen arayale, İslâm’ın prensipleri ile, yaşadığı devrin (1937-1947) yönetim anlayışını aynı doğrultudair. Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yapılan tercüme ciltler halinde yayınlandıkça, Türkköşelerindeki ilçe müftülüklerine bile gönderildiğinden, K. Miras’ın bu düşünceleri, günümüzpinin oluşmasında etkisi olan unsurlardan biri olmuştur.

Doğan D. Mehmet (1996). Büyük Türkçe Sözlük. İstanbul: İz Yayıncılık. 11. Baskı

Ertan Veli-Küçük Hasan (1976). Cumhuriyet Devrinde Din Eğitimi Müesseseleri ve Din Âlimleri. İstanbul:Türdav Basım Yayım.

İbn Battal el-Kurtubî maddesi. DİA, c.19

Miras Kamil, (Zebîdî). (1975) Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi. I-XII. AnkaDiyanet İşleri Başkanlığı Yayınları

Müftüoğlu Mustafa (1988). Cumhuriyet Tarihinde Mühim Olaylar. Berlin.

Özer, Salih(2007). Endülüslü İbn Battal ve Buhari Şerhi. İstanbul: Araştırma Yayınları