Upload
ajanda-dergisi
View
236
Download
4
Embed Size (px)
DESCRIPTION
Ajanda, mart, dergi
Citation preview
2
AJANDA EKİBİ
ATA İSMET ÖZÇELİK [email protected] - hepsidetay.blogspot.com BANU HIDIRLAR [email protected] - birazsoylebirazboyle.blogspot.com DUYGU PHILLIPS [email protected] - duygusalpazarlama.com İMGE TAN [email protected] - imgeleme.com MÜGE KARAHAN [email protected] - yemekbahane.blogspot.com NESOBABY [email protected] - nesobaby.blogspot.com ÖZGE DUMLU GüNESEN [email protected] SEDA ASOLAR [email protected] - sedasolar.blogspot.com SİNEM ERGUN [email protected] - sanatnotlari.blogspot.com ŞULE COŞKUN BALMUMCU [email protected] - susuoykusu.blogspot.com
KONUK YAZAR BİR DOLAP KİTAP www.birdolapkitap.com JÜLİDE PINAR ERBİL MUHAMMED TİRYAKİ www.estarabi.blogspot.com MÜGE SANDIKÇIOĞLU www.icimdencaglayanlar.blogspot.com
DERGİ TASARIM SİNEM ERGUN [email protected]
KAPAK TASARIM ve ÇİZİMLER ŞULE COŞKUN BALMUMCU www. susuoykusu.blogspot.com
İLETİŞİM [email protected]
Şubat 2011 Sayı:9
Mart 2011 Sayı: 10
3
MÜJDE MART GELDİ “GÜNEŞLİ GÜNLER AZ SONRA” Hayatımızı en çok etkileyen unsurlardan biri hava durumu sanırım. Başka şehirlerde yaşayan dostlarımızla konuşurken ilk sorduğumuz şey “sizin orada hava nasıl” oluyor. Hatta İstanbul’da iki farklı yakada oturanlar arasında bile bu diyalog geçiyor. Mevsimlerin pik yaptığı dönemlerde havayı şikayet etmekten başka bir şey konuşmaz oluruz. Şu dönem soğuklardan yıldık mesela, hasretle baharı gözler olduk. Böyle havadan sudan bahsetmemin sebebi Mart ayının iki mevsimi içinde barındırmak gibi çok önemli bir misyonu olmasından. Kuzey yarımkürede yaşayan bizler için Mart ayının ikinci yarısı baharın başladığı zamandır. Hem psikolojik hem de fizyolojik açıdan ihtiyaç duyduğumuz güneşe kavuşmaya çok az kaldığının habercisidir Mart ayı.
Hiçbir ay, Mart ayı kadar pek çok şeyi çağrıştırmaz insanda, mesela herkesin ilk aklına gelecek şey muhtemelen Mart kedileridir. Hele ki ülkemizde sokaklarda yaşayan kedi popülasyonu bu kadar çokken bunu unutmamız hiç mümkün olmaz. Mart ayı için kediler bu kadar büyük sembolken biz de sevgili çizerimiz Şule Coşkun Balmumcu’nun marifetli elleri sayesinde kapağımızda çok sevimli bir kediyle sizlere merhaba diyoruz. Mart’ın barındırdığı bir diğer önemli konu başlığı ise “Dünya Kadınlar Günü” diye düşünüyorum. Kadınlar üzerinde düşünmeye ve haklarını her yıl birkez daha ortaya koyup tartışmaya yönelten bu özel günün önemi çok büyük. Ajanda ekibi olarak, kadınlara yönelik soysal sorumluluk önerilerimizle ve üretim ve tüketim dünyasının büyük oyuncuları kadınların marka seçimlerini büyüteç altına alarak çok keyifli yazılar hazırladık. Mart ayı ayrıca içinde “Tiyatrolar Günü”nü barındırmasıyla ve bu gün çoğu tiyatronun ücretsiz gösterimiyle de kültür sanat alanında çok hoş bir rol oynamakta. Biz de bu günü şimdiden kutlamak amacıyla okuyucularımıza tiyatro bileti armağan etmek istiyoruz. Birbirinden değerli ve keyifli yazılar ve sürpriz hediyeler içeride sizleri bekliyor. Keyifli okumalar
4
İÇİNDEKİLER
6 Etkinlikler
10 Sinedetay “Zoraki Kral”
14 İstanbul’da Turist Olmak
“Çengelköy”
18 Hobi “Kitap Kulübü”
20 Markalaşma Sanatı
24 Tiyatro “Sondan Sonra”
30 İnceleme “Gölgesizler”
32 Oscar 2010
36 Gezi “Prag”
52 Çalışanın Çığlığı
“Mobbing”
5
54 Bir Kaşık Bilgi
“İtalyan Mutfağı”
60 Sosyal Sorumluluk Projeleri
62 Spor “Pilates”
66 Sağlık
“Çocuklarda Diş Bakımı”
70 İnceleme
“Kirpinin Zarafeti”
72 Okuyucu Köşesi
74 Bir Dolap Kitap
“Çocuk Kitapları Önerileri”
77 Raflarda
79 Vizyondakiler
82 Ayın Blogu “Nonim”
6
İmge Tan http://imgeleme.com
18 Mart’ta Borusan Müzik Evi’ndeyiz! Kerem Görsev Trio & Ayhan Sicimoğlu ile birlik Caz ve Latin buluşmasına hazır mısınız? Ülkemizde, caz standartlarını en dinamik şekilde sahneleyen piyanist Kerem Görsev ve Latin perküsyon üstadı Ayhan Sicimoğlu, 1950'lerden başlayarak günümüze kadar gelen klasikleşmiş Latin-Caz repertuarını beraberce sahneye taşıyorlar. Büyük buluşma için adresimiz: http://www.borusanmuzikevi.com/
ETKİNLİKLER
Kaybedenler Kulübü Bir rivayete göre 11 Mart’ta, bir başkasına göre ise 25 Mart’ta vizyona girecek bir Tolga Örnek filmi. Ahu Türkpençe, Nejat İşler, Yiğit Özşener, DOT oyuncularından Rıza Kocaoğlu ve Serra Yılmaz’dan oluşan güçlü oyuncu kadrosu ve tedirginlikle sundukları fragmanında radyoda DJ’lik yapan Yiğit Özşener’in ağzından duyduğumuz “İyi geceler sayın dinleyen, sizinle yatmış mıydık?” cümlesiyle şimdiden ilgimizi çekmeyi başaran bir yapım. Müzikleriyle de çok konuşulacak bu filmi kaçırmayın!
7
Shopping & F***ing / Alışveriş ve S***ş 4–27 Mart arası DOT Marsta’da
DOT'tan iliklerinize kadar işleyen, sarsıp savuran,
çevirip fırlatan, silkinip kendinize getiren, rahatınızı
bozan, tedirginlik veren, gözünüzü kırpmadan izleten
ve (bu kez diğer oyunlardan farklı olarak) pek çok
yerde güldüren cesur mu cesur bir oyun daha!
Bazılarına sert ve rahatsız edici gelebilecek ama benim
çok cesur ve etkili bir anlatım olarak gördüğüm "in yer
face" öğeleriyle (kusma, şiddet, çıplaklık, küfür, vs.)
dolu "Artık insanlık satılık!" temalı bu DOT oyununu kaçırmayın.
Oyunun biletleri Biletix ve Dot Gişesi’nden telefonda alınabiliyor.
DOT Gişe tel: 0 212 232 44 40 – 0 212 251 45 45
İş Sanat’ta “Turkeyland” Sergisi—Mevlut Akyıldız 4 Mart–16 Nisan
Modern hayatın kaotik ve çelişkilerle dolu akışına eğlenceli bir üslupla yaklaşıldığını
göreceğiz. Çalışmalarında ana malzeme olarak insanı konu alan sanatçı, günümüz
koşulları içindeki hüzün ve karamsarlığa rağmen yaşamdaki komik görünümlerden yola
çıkarak, "güleriz ağlanacak halimize’’
misali, özgün bir bakış sergiliyor. İçinde
yaşadığı toplumun bir türlü
çözülemeyen meselelerini tuval üzerine
ironik bir dille aktaran Akyıldız, 80’li
yıllardan bu yana eserlerinde arabesk
olgusuna, kitsch’e, popüler ve sokak
kültürüne yer veriyor.
Kibele Sanat Galerisi
İş Kuleleri
8
9
Nublu Jazz Festival 2011,
4–12 Mart Nokia Ovi Müzik kapsamında, Babylon ve Nublu'da
4 Mart 2011 BEST KEPT SECRET - NUW
4 Mart 2011 MABBAS
5 Mart 2011 LOVE TRIO ISTANBUL VERSION
6 Mart 2011 PLAK PAZARI - OZAN MUSLUOGLU's LOCO
7 Mart 2011 DRUM AND BASS MAG JAM
9 Mart 2011 EMEKCAN
10 Mart 2011 DEFORM-e - LOVE TRIO w/ARTO TUNÇ BOYACIYAN
11 Mart 2011 KOLEKTIF GOES JAZZ - STEREO LOVE - LOVE TRIO w/ARTO TUNÇ
BOYACIYAN
12 Mart 2011 DJ LOGIC - LOVE TRIO ISTANBUL VERSION
12 Mart 2011 Dj Style-ist
Detaylı bilgi için: [email protected] Adres: Jurnal Sokak No:4 Asmalımescit - Beyoğlu Tel: 0212 245 38 00
10
2 010 yılı sinemaseverler açısından
oldukça bereketli geçti diyebilirim.
2009 yılında en iyi film
kategorisindeki adaylık sayısı 10’a
yükseltilince 10 tane iyi film bulmak bile
zorlaşmıştı.
Oysa 2011 adaylarına baktığımızda
birbirinden güzel 10 film olduğunu ve
aralarında büyük bir çekişme olduğunu
söylemek gayet mümkün.
SİNE DETAY
The King’s Speech — Zoraki Kral Spektaküler kadrosuyla özellikle oyunculuk yönünden çok başarılı bir film olan The King’s Speech yönetmen Tom Hooper’ın da en ses getiren filmi oldu.
Ata İsmet Özçelik
www.hepsidetay.blogspot.com
11
Bu senenin hit filmi 12 dalda Oscar adayı
olan “The King’s Speech – Zoraki Kral”
oldu. 14 dalda aday olan Titanic ile All
About Eve’den sonra sadece 9 adet filmin
13 dalda aday olduğunu ve 12 dalda aday
olan 13 film olduğunu söylersek The
King’s Speech için beklentilerin çok yüksek
olduğunu söyleyebiliriz.
Spektaküler kadrosuyla özellikle
oyunculuk yönünden çok başarılı bir film
olan The King’s Speech yönetmen Tom
Hooper’ın da en ses getiren filmi oldu.
Film, İngiltere’nin 1. Dünya Savaşı’nın
bitiminden sonraki dönemini konu alıyor.
Bu dönemde İngiltere fazlasıyla güçlü ve
kolonileşmiş durumda ; Avustralya-
Hindistan-Afrika’nın bir bölümü ve daha
birçok yer İngilizlerin kolonisi
durumunda. Savaş henüz bitmiş ama
Avrupa’da sular durulmamış, Kral George
V’in yaşı hayli ilerlemiş tahtını devretmek
üzere.
Büyük oğul Edward (Guy Pearce) tahtın
varisi, ancak skandallardan kurtulamıyor.
Hala evli olan bir kadınla metres ilişkisi
yaşıyor ve kral olduktan sonra daha önce
boşanmış bir kadınla evlenmesi mümkün
değil.
Tahtın diğer varisi Albert’ın (Colin Firth)
ise büyük bir problemi var, kekeliyor.
Küçüklüğünden beri süre gelen
kekemeliği halka açık yerlerde
konuşamamasına ve yeteri saygınlığı
görmemesine sebep oluyor.
Filmin çarpıcı açılışında bu sorunun
ciddiyetini görebiliyoruz; babasının
yazdığı basit bir metni bile okuyamayan
bir zavallı olarak görünüyor gözümüze
Albert.
Bir sürü doktor deneniyor ama nafile,
derken oldukça güçlü bir kişilik olan eşi
Elizabeth (Helena Bonham Carter) bir gün
kocasını farklı yöntemleri olan, sıradan bir
hayat süren Avustralyalı Lionel Logue’a
(Geoffrey Rush) götürüyor. Logue oldukça
12
ilginç bir karakter, karşısındakinin kralın
oğlu olduğunu bilmesine rağmen
tedavisinden ödün vermiyor.
Hatta kendisini o kadar eşit hissediyor ki
Albert’a, sadece ailesinin seslendiği şekilde,
“Bertie” olarak hitap ediyor.
Zaman zaman karşılıklı şarkı söyleyerek,
ilginç vücut egzersizleri yaparak, zaman
zaman da tekerleme söyleyerek bu
problemi yenmeye çalışıyorlar.
Bu noktadan sonra Logue’un Albert ile
olan ilişkisinin hasta-terapist ilişkisini
geçip bir dostluğa doğru evrildiğini
görüyoruz, konuşma probleminin
temelinde Albert’in küçüklükten gelen katı
disiplin sonucu oluşan özgüven
eksikliğinin farkında olan Logue Albert’ı
bir doktor edasıyla tedavi etmek yerine
psikolojik açıdan da yaklaşıp bir nevi
mentörlük görevini üstleniyor.
Film dönem filmi olsa da o yıllara ait çok
fazla bir şey görmüyoruz, o yılların en
önemli figürlerinden Churchill’i Harry
Potter serisindeki Wormtail olarak
tanıdığımız Timothy Spall’un
canlandırması hoşuma gitti, bence bu role
çok iyi oturmuş. Hyde Park, büyük
katedral gibi bilindik yapıların ve malum
tarih bilgilerimiz dışında dönemi yansıtan
çok öğe bulunmuyor.
İngiltere’de şu anda çok da büyük bir etkisi
bulunmayan kraliyet ailesinin o yıllarda
daha önemli olduğunu ve ülkeyi yönetiyor
olmasa da güçlü bir Kral’ın varlığının halkı
savaş dönemlerinde daha kuvvetli
yaptığını ve Kral’ın konuşmasının büyük
bir önem taşıdığını anlayabiliyoruz, zaten
filmin en kuvvetli yanı da bunu film
boyunca hissettirebilmesi.
Daha önce bahsettiğim gibi oyunculuklar
gerçekten çok çok başarılı, Colin Firth
zaten şimdiden Altın Küre, BAFTA dahil
birçok ödülü toplamış durumda. Geçen yıl
performansını oldukça beğendiğim “A
Single Man” ile aday olduktan sonra bu yıl
Oscar’ı kazanmaması için hiçbir sebebi
yok, tek rakibi görünün Jesse Eisenberg’in
performansını beğensem de Akademi’nin
genelde bu tip oynaması zor rollere verdiği
ödüllere alışkın olduğumuz için Colin
Firth’in heykele daha yakın olduğunu
düşünüyorum. Film boyunca kekemeliği
tüm doğallığıyla canlandırması, o özgüven
eksikliğinin adeta suratından okunması ve
zaman zaman sinirlenip burnunun dikine
giden karakteri nefis yansıtması onun bu
heykeli fazlasıyla hak ettiğini gösteriyor.
13
En iyi yardımcı erkek oyuncuda Geoffrey
Rush, The Fighter’daki rolüyle Christian
Bale ile kapışacaktır, burada aynen
yukarıda bahsettiğim sebepten dolayı
Bale’in tercih edileceğini düşünüyorum
ama benim en sevdiğim aktörlerden biri
olan Rush da gerçekten harika bir
performans göstermiş.
En iyi yardımcı kadın oyuncuda Helena
Bonham Carter’in şansını ise fazla
görmüyorum, bu filmde kötü
oynadığından değil kesinlikle ama
Oscar’lık bir performans olmadığı kesin.
En iyi film ve en iyi yönetmen gibi esas
ödüllere gelince, burası sürprizlere açık
duruyor.
Favori olarak gösterilen en iyi filmleri
izledim, Akademi’nin bu ödülü bence
geçen senenin en iyi filmi olan Inception’a
vermeyeceği açık, birçok yerde ödülleri
The Social Network’un topladığı
düşünüldüğünde favori olarak bu film
gösterilebilir, ama “The King’s Speech”in
şansı da gerek film gerek yönetmende
hayli yüksek. Orijinal senaryoda da
kararsızım burada bence “Inception” ağır
basıyor. Sinematografi,
Müzik gibi ödülleri de “The King’s
Speech”in alacağını düşünüyorum.Bu
senenin benim için en iyi filmi değil ama
oyunculuklar açısından kesinlikle çok
başarılı, sadece Colin Firth’i izlemek için
bile izlemeye değer.
14
GEZİ—İSTANBUL’DA TURİST OLMAK
İstanbul’a Çengelköy’den Bakmak..
Müge Karahan www.yemekbahane.blogspot.com
Ç ok sık yaptığım bir şey bu…
İstanbul’a sıkça Çengelköy’den
bakarım. Çok uzağa gitmeden
başka bir yere gitmiş gibi olmak, evet
sanırım bu duyguyu hissetmek için sıkça
gidiyorum Çengelköy’e. Ama itiraf
ediyorum, beni çeken ne boğaz havası, ne
eski İstanbul’un ruhu, ne çocukluğumun
dizi setinden kareleri barındıran mahalle
yaşamı…
Cevap kısaca hiçbiri…
İstanbul’da turist olmak Mart ayında
kahvaltıya gidiyor, Çengelköy’e … B
uyurun bir Pazar sabahını en sıcak şekilde
başlatalım, Çengelköy’de, tarihi fırının
hemen önünde.
Çengelköy, Üsküdar ilçesine bağlı,
Boğaz’ın kenarında bulunan ve hala
15
geleneksel Boğaziçi yaşantısının izlerini
taşımaya devam eden çok eski bir semt.
1993-1997 yılları arasında yayınlanan
“Süper Baba” dizisiyle hemen hemen bir
çoğumuzun esnaf kültürüne,
dayanışmasına hayranlıkla
bakakaldığımız semtin sakinlerinin
özünde var aslında diziye yansıyan bu
birliktelik ruhu.
Semt, ismini Osmanlı zamanında
“Çengelçapa” denilen gemi çengellerinin
inşa edildiği liman olmasından alır.
Ayvası, inciri ve en başta da salatalığı ile
meşhur olan Çengelköy’ün benim için en
özel yanı ise tarihi “Çınaraltı
Kahvesi’dir.”
Özellikle Pazar sabahları Çınaraltı’nda
kahvaltı yapmak, İstanbul’da yaşadığını
hissettirir insana, bunu denemenizi
muhakkak tavsiye ediyorum.
Salaş ama karakteristik mekanlar sizin için
uygunsa, boğazın hemen kenarında
İstanbul’a başka bir köşeden bakmak
isterseniz Çınaraltı tam da uygun mekan
demektir.
Çınaraltı’nda kahvaltı yapmanın bazı
ritüelleri vardır, onlardan bahsedelim…
Çınaraltı Kahvesi’ne sadece dışarıdan
içecek getirmek yasaktır. O yüzden
istediğiniz yiyecekle buraya gitmenizde
hiçbir sakınca yok. Evinizde
hazırlayacağınız kahvaltılık çeşitlerinizle
burada boğaza nazır, enfes bir kahvaltı
sofrası kurabilirsiniz.
Evden ne getirirseniz getirin, uğramadan
kahveye gelmemeniz gereken iki nokta
var, sakın bunu atlamayın.
Birincisi tarihi Çengelköy Fırını…
Önünde kuyruk olmasından sakın
kaçınmayın, muhtemelen herkes taze
simidin çıkmasını bekliyordur. Şimdi siz
de bu sıraya girin ve sabırla odun fırınında
16
pişen, sokak simidine göre daha küçük
boyutta olan bu enfes simitlerden alın.
Kişi sayısından fazla alın, yoksa bitince
tekrar dönmeniz gerekir, bu da benden
söylemesi.
İkinci durak ise Çengelköy Börekçisi…
Burada da döne döne giden bir kuyruk
olacak, eee dedik ya ritüel diye, herkes
bunu yerine getirmeye geliyor elbette.
Çengelköy Börekçisi’nde neler yok ki…
Nefis kol böreği çeşitleri, su böreği, hele de
bir ıspanaklı börek var ki, sanki anneniz
pişirmiş…Böreğinizi de aldınız, tamamdır.
Şimdi o dar sokaktan içeriye doğru
yürüyün. Tarihi Çınaraltı Kahvesi sizi
karşılayacak.
Kendinize bir masa bulun ve büyük bir
çay isteyin.. İşte keyif .. Simit, börek, çay
ve boğaz havası… Gazetenizi okuyun
uzun uzun, üzerine de bir Türk kahvesi
içtiniz mi bütün haftanın yorgunluğundan
Çengelköy’de arındınız.
Artık yeni bir haftaya hazırsınız.
İstanbul’da turist olun, İstanbul’u misafir
gibi yaşayın, keyfini çıkarın.
17
18
F ight Club’ten hallice, Night Clup’ten
iyice.
Yeni hobimiz ‘KİTAP KULÜBÜ’
Küçüklüğümden beri sevdiğim bir iştir,
grupça toplanıp eğlenmek. Saklambaçtan,
Sessiz sinemadan tutun da, lunaparka
gitmeye kadar yolu var bu işin.
Uzayan boy ile orantılı olarak,
yapabileceğiniz aktivite de kısıtlanıyor
zamanla. Sokakta koca kazık olarak
koşturarak ebelemece
oynayamıyorsunuz artık, istop’un
‘stop’fiilinden devşirildiğini anladığınızda
ise ‘istop!’ diye bağırdınız anılardan
sıyrılmak istiyorsunuz. Sonra hayatınıza
sinema ve tiyatro salonları giriyor da bir
nebze rahatlıyorsunuz.
HOBİ
Seda Asolar www.sedasolar.blogspot.com
KİTAP KULÜBÜ Herkes kitap hakkındaki genel izlenimlerini paylaşıyor toplantıda, birbirimizin fikrine müdahale etmiyoruz, sadece dinliyoruz.
19
Son 6 aydır bir kitap kulübüne üyeyim.
Tek şart okuma yazma bilmeniz.
Anlayacağınız tam bana göre.
Benim içinde bulunduğum grubun adı
Thyke. Çok büyük bir kulüp ve içinde alt
küçük gruplar var ortalama 10’ar kişilik.
Yaşadığınız semte göre hangisine dahil
olacağınızı seçiyorsunuz ki toplanma
günü ulaşımınız kolay olsun.
Ayda bir toplanıyoruz, kitap hakkında
basında çıkan yazıları derleyen ve yazar
hakkında bize kısaca bilgi veren
moderatörümüz oluyor. Bu moderatör her
ay değişerek ekip içinden bir kişi oluyor.
Herkes kitap hakkındaki genel
izlenimlerini paylaşıyor toplantıda,
birbirimizin fikrine müdahale etmiyoruz,
sadece dinliyoruz. Zaten zevkli olan kısmı
da burası bence.
Dini ve siyasi içerikli kitaplar
okumuyoruz, daha doğrusu bir ideoloji
kaygısıyla ve siyaset için yazılmış kitapları
okumuyoruz, yoksa sadece çiklit (edebi
değeri olmayan) kitaplar okuduğumuzu
düşünebilirsiniz, ki böyle bir imaj
oluşturmak istemem.
Kitapları toplantı sırasında içimizden
birileri öneriyor ve çoğunluğun uygunluk
verdiği kitap okunuyor o ay içinde. Mesela
geçen ay ‘Ahmet Hamdi Tanpınar’ın
‘Saatleri Ayarlama Enstitüsü’ kitabını
seçmiştik.
Size tavsiyem illa şu an var olan ve
olgunlaşmış bir kitap kulübüne girmeniz
değil (o da olabilir tabi de), siz de kendi
kulübünüzü kurabilirsiniz. İşyerinden
arkadaşlarınız , kuzenleriniz yada
komşularınız bu işe hevesle olur
diyeceklerdir.
Neden kitap kulübü? Kuruluşunun hiç bir maliyet
gerektirmemesi
Katılımının da ücretsiz olması
Kişilere kendi yorum ve düşüncelerini
ifade edebilecekleri alan oluşturması
Okunulan kitap hakkında farkındalık
sağlaması
Başkalarını dinleme fırsatı vermesi (Buna
ihtiyacımız yok oysa ki değil mi?! )
Farklı bakış açılarını yakalamak
Yeni kitaplar okumaya teşvik etmesi ve
okuma eylemini rutinleştirmesi
Sanal dünyadan farklı bir alanda
sosyalleşmek
Birkaç kitap kulübü örneği :
http://www.thyke.com/
http://www.dipnotkitap.net
http://www.richardandjudy.co.uk/home
20
MARKALAŞMA SANATI
K adınlar markaların gözde kitlelerindendir. Onlar alışverişi severler, kendileri
için, aileleri için, çocukları, eşleri, arkadaşları, anneleri için. Günlük, haftalık,
aylık, sezonluk, dönemsel, özel günler için alışveriş yaparlar. Modayı takip
etmek veya ihtiyaçtan. Gelir düzeyi ne olursa olsun kadınlar alışverişi severler
Bu yazımda 8 Mart Dünya Kadınlar Günü olması nedeniyle markaların değerli
varlıkları kadınları segmente ederek markalar ile incelemek istedim… Tamamen kendi
fikirlerim ve gözlemlerimdir. Kimse üzerine alınmasın.
İş kadını: Çalışan kadınları düşününce aklıma ilk gelen giyim markası “Network”.
Kendini çalışan kadın ve erkeklere göre konumlandırmış bir marka. Bütçesi
yetmeyenlere de daha uygun olan “Fabrika”. Network ismini başarılı buluyorum ama
Fabrika ismi daha düşük fiyatlı ürünlerle karşılaşmamız gerektiği hissini uyandırsa da
maalesef
gerçek bu şekilde değil. Yine de her iki markayı konumlandırmaları
bakımından başarılı buluyorum.
Nine West de buçuklu numaraları ve çeşitleriyle iş kadınlarının
hayatını kurtaran bir ayakkabı markasıdır. Çalışan kadının
mutfağında “Nesfit” bulunur mutlaka.
Hem formunu korur, hem hızlı bir kahvaltı eder.
Duygu Phillips www.duygusalpazarlamacom
Markaların Değerli Varlıkları
Kadınlar!
21
Genç / Bekar kadın: Mango, Zara, Stradivarius, Bershka,
H&M gibi mağazalar onlar için hem
eğlenceli, hem bol seçenekli, hem de
uygun fiyatlı mağazalardır.
Hazır yemekler, dondurulmuş gıdalar
mutlaka buzdolaplarında bulunur.
Gün içinde kahve, akşamları arkadaşları
ile şarap içmeyi tercih ederler,
dolayısıyla Nescafe günlük, Frontera
özel misafirler için vazgeçilmezdir.
Bağdat Caddesi’nde, Nişantaşı’da
alışverişe gidecekleri gibi, aynı
zamanda Outlet Center’ları da sık sık
ziyaret ederler.
Evli kadın:
Kadınlar evlenince kendilerine biraz çeki
düzen vermek isterler.
Eşlerinin beğeneceği şeyleri giymek, hem
seksi ama hem de gösterişli kıyafetler
giyerek güzel görünmek isterler. Roman,
İpekyol, Stefanel iyi seçenekler sunarlar.
Evlenmeden öncekine göre biraz daha
fazla harcamaya başlayabilirler. Yemek konusunda ise hazır yemekten daha karmaşık
yemeklere geçiş yaparak eşlerini etkilemeye çalışabilirler. Bu nedenle alışveriş listelerine
yemek yapmak için gerekli olan malzemeler girmeye başlar: Zeytinyağı, baharatlar,
unlar, patlıcanlar. Alışveriş merkezlerini tercih ederler.
22
Çocuklu kadın:
Bebekli kadınlar Mothercare, E-Bebek,
Joker, Toyz Shop, Marks&Spencer gibi
mağazalardan çıkmazlar. İhtiyaçlar hiçbir
zaman bitmez, bittiğinde bu sefer “Ay bu
çok şirin” dedirten bir şey görürsünüz.
Sonra oyuncak alıp çocuğunuzu mutlu
etmek ve oyalamak istersiniz.
Dışarıdayken Milupa yemekler hayat
kurtarır.
Çocuklu kadınlar bir süre kendi
alışverişlerine biraz da olsa ara verir,
ancak sonra “kendime de ilgi
göstermeliyim” duygusu ile alışverişe
kaldıkları yerden devam ederler. Hava
şartları nedeniyle çoğu zaman alışveriş
merkezlerini tercih ederler.
Hamile kadın:
Ebru Maternity, Gebe gibi hamile giyim
mağazaları çoğunlukla internet üzerinden
keşfedilir ve mağazalar bulunur. Çok
bayılmasalar da mecburen birkaç kıyafet
alınır. Mothercare’de de hamile kıyafetleri
bulunmakta, aynı zamanda Zara’da da bir
maternity bölümü yer almakta. Ancak
benim tavsiyem büyük ve bol seçenekler
olan Marks&Spencer gibi veya Mavi
Jeans’den büyük beden kot alıp bir süre
onlarla idare etmek.
23
Entelektüel kadın:
Entelektüel kadınlar Massimo Dutti’yi ve
Yargıcı’yı severler.
Alışverişe çıktıklarında mutlaka D&R’a
uğrarlar ve aldıkları kitabı “Starbucks”’ta
caramel machhiato eşliğinde okumaya
başlarlar.
Eğlenceli kadın:
Eğlenceli kadınlar Miss Sexy’den
giyinebilirler. Aslında onlara seçenek çok.
Genç kadınların tercih ettiği markalardan
olan Mango, Zara, Stradivarius, Bershka,
H&M de onları tatmin eder.
Eğlenceli kadınlar dondurma da sever,
cips de. Onların “Magnum” ve “Patos
Critos” sevdiğini tahmin ediyorum.
Tabi Efes veya Miller Light da favori
içecekleridir tahminen.
24
“Sondan Sonra” Duru Tiyatro
25
TİYATRO
"İyilik adına gücünü kullanmak toplumsal
ya da bireysel süreçte faşizmi yaratır"
İmge Tan www.imgeleme.com
Ö ncelikle uzun zamandır Internet
üzerinden takip ettiğim bu keyifli
ekibe katılmış olmaktan dolayı ne
kadar mutlu olduğumu belirtmek isterim.
Yazarlarından biri olarak Ajanda’ya farklı
ve hoş bir renk kazandırabilirsem ne
mutlu bana!
Kişisel blogum İmgeleme’yi takip edenler
zaten bilirler: yaşamına tat katmak için
pek çok şeyden ama en çok sanattan
yararlanan biriyim ben. Blogumda birçok
kültür-sanat etkinliğini, gezi notlarımı,
yeme-içme faaliyetlerimi (!) ve benzeri
şeyleri bulabilirsiniz. Ancak Ajanda’da
ağırlıklı olarak tiyatro yazılarıyla
karşınızda olacağım. İyi bir tiyatro
izleyicisi olarak sizlere çok beğendiğim ve
kaçırmanızı istemediğim oyunlardan
söz etmeyi düşünüyorum.
Ve işte onların ilki geliyor: Sondan Sonra.
Sondan Sonra, Duru Tiyatro’nun geçen
sene Nisan ayında sahnelemeye başladığı
ve bu sezon da devam eden oyunlarından
biri. Ben de oyunu geçen sene
izleyenlerdenim ama hâlâ düşündüğümde
içimi ürperten, çok etkileyici bir oyun
olduğu için ilk yazımı ona ayırmaya karar
verdim.
Bilenler bilir, ben izlemeden önce oyun ya
da filmler hakkında hiçbir şey okumam.
Yine de bilet alırken MyBilet'teki kısacık
açıklamada "sığınakta iki genç...patlama..."
gibi bir şeyler okumuştum ve bir şekilde
bir savaş senaryosu izleyeceğim aklıma
kazınmıştı. (Aramızda kalsın ama canım da
hiç savaş konulu bir oyun izlemeyi
istemiyordu.) Ama ortada savaş falan
yoktu. Bir terörist saldırısı olmuştu
ve Louise (Ahu Türkpençe ) gözlerini
26
açtığında kendisini arkadaş çevresinde
ezik ve asosyal olarak
bilinen Mark'ın (Emre Kınay) evinin
sığınağında, onun tarafından kurtarılmış
halde bulmuştu. Dışarıda her şeyin yanıp
kül olduğunu, etrafın cesetlerle dolu
olduğunu ve atılan bombanın zehrinden
dolayı kapıyı açmadan beklemeleri
gerektiğini söyleyen Mark, sandıklardan
çıkardığı konserve yiyecekleri raflara dizip
su vanasını takarak sığınağı bir yaşam
alanı haline getirmeye başlamıştı bile.
Ama nedense haber almalarını
sağlayabilecek radyonun yanına pek
uğramıyordu! Hmm, bu işte bir şey var
gibi, ne dersiniz?
Dennis Kelly tarafından yazılıp Füsun
Günersel tarafından Türkçeleştirilen
Sondan Sonra tüylerinizi diken diken
edecek bir oyun. Öyle böyle değil, kanınız
donarak izleyeceğiniz bölümleri olacağını
söyleyerek sizi uyarayım. Zaten şiddet ve
cinsellik öğeleri içerdiği için oyuna 16 yaş
sınırı konmuş. Bu sınırı da Emre Kınay
kendi kararıyla, herhangi bir baskı
olmadan getirmiş.
Bunun iki nedeni olduğunu söylüyor:
İlk olarak o yaşların daha eğlenmek
istenen ve tiyatrodan korkulmaması
gereken bir dönem olması; ikinci neden
olarak ise oyunda TV’deki kadar olmasa
da şiddet ve cinsel içerik olması. İnanılmaz
bir performans gerektiren bu muhteşem
oyun inanılmaz iki oyuncu tarafından
başarıyla kotarılmış. Bu oyunda hem
yönetmen hem oyunculuk yapan
27
Emre Kınay'a da Ahu Türkpençe'ye da
hayran kalmamak (hatta Ahu
Türkpençe'ye biraz daha fazla hayran
olmamak) mümkün değil.
Emre Kınay, kendisiyle yapılan bir
röportaj sırasında bu eseri seçmesindeki
en önemli etken sorulduğunda şöyle
demiş: “Biraz politik söylemi de olan,
insana, yaşama, korkulara dair oyunlar
arıyordum. Yabancı yazarları tercih
etmek zorunda kalıyorum çünkü yerli
yazarlar cesur değil.” Antidemokratik bir
toplum olduğumuz için yerli yazarların
yeterince özgür olamadıklarından dem
vuran Kınay, İrlanda asıllı bir İngiliz olan
Dennis Kelly’nin çok özgür bir oyun
yazarı olduğuna inandığı için bu metni
sahnelemeye karar vermiş.
İki kişiden yola çıkarak aslında genel
anlamda ötekileştirme ve birbirini dışlama
problemine değinen oyunda 11 Eylül
saldırısı sonrasında ortaya çıkan terör
paranoyası da nasibini alıyor. "İyilik adına
gücünü kullanmak toplumsal ya da
bireysel süreçte faşizmi yaratır" fikri ön
plana çıkıyor. Alçakça güç kullanımından
doğan şiddet, o şiddetin doğurduğu karşı
şiddet ve şiddetin ruhlarda yarattığı
travma ve uzun süreli (belki de sonsuza
dek sürecek) etkileri... Bence bu muhteşem
psikolojik gerilimi kaçırmamalısınız.
Başta Ahu Türkpençe ve Emre Kınay
olmak üzere kurulduğu 2005 yılından bu
yana “bu devirde tiyatro kuran deliler”
olarak bizlere güzellikler sunan tüm Duru
Tiyatro ekibinin ellerine sağlık diyorum.
İyi ki varsınız! Ve iyi ki bizi gerim gerim
gerdiniz! :)
Biliyor musunuz? Duru Tiyatro’nun bu ve diğer oyunları
için biletleri MyBilet’ten alabilirsiniz.
MyBilet ile “ya bir terslik çıkar da o etkinliğe
gidemezsem” diye düşünerek ileri tarihlere
bilet almaktan korkmanıza gerek yok.
Bu oyun için 2 çifte davetiyemiz var!
13 Mart Pazar 16:00 gösterisini 2 çift ücretsiz olarak izleyebilecek.
Eğer bu davetiyeye sahip olmak istiyorsanız
www.ajandadergi.blogspot.com adresimize “Tiyatro bileti istiyorum”
diye yorum bırakın. Yorum bırakan 5. ve 10.
okuyucumuz bu davetiyeleri kazanma hakkına sahip olacak.
28
SUÇ ORTAĞI (YENİ OYUN) Yazan:RUPERT HOLMES Yöneten:CEM YANILMAZ Oyuncular:İDİL FIRAT,SAVAŞ ÖZDEMİR,CEM YANILMAZ,IŞIK YÖNT Janet Taylor kocası Derek'i sevgilisi Jon'la birlikte öldürmeyi planlamaktadır. Jon aynı zamanda Derek'in iş ortağıdır ve Melinda'yla evlidir. Planladıkları cinayetin provasını yaparlarken ummadıkları bir sürprizle karşılaşırlar. Peki gerçekten bir cinayet işlemeyi mi planlamaktadırlar?Gerçekten suç ortaklığı mı yapmaktadırlar? Birbirlerine güvenmekte haklılar mı?Peki bu kişiler gerçek kişiler mi? 18 Mart 2011 / Saat:20:45 19 Mart 2011 / Saat:20:45 20 Mart 2011 / Saat:16:00
MASAL MASAL MATİTAS (M.Ç.O.)
YAZAN: Banu Çiçek – Günay Ertekin YÖNETEN: Banu Çiçek OYUNCULAR: Aliye Uslu, Ceyda Akel, Mert Aydın, Özge Aslan, Özelm Durmaz, Yeliz Şatıroğlu Yalnızlıktan sıkılan çocuk bir gece yatmadan önce pencereden gökyüzünü seyre dalar. Gökyüzünden çocuğun üzüntüsünü gören ay nine ve yıldızlar yeryüzüne iner ve çocuğu masallarla tanıştırır. Masal dünyasında, birlikte yolculuğa çıkarlar…. Çünkü masallar yüreğimizi güçlendirmenin en güzel yoludur. 06 Mart 2011 / Saat:13:00
Duru Tiyatro’nun Bu Sezonki Diğer Oyunları
29
AŞK HER YERDE Yöneten: Emre Kınay Oyuncular: Emre Kınay , Pelin Körmükçü , Sait Genay , Bahar Yanılmaz , Cem Yanılmaz Orta yaşlarını sürmekte olan Leonard Loftus (Emre Kınay); asi ve uçarı kızı Dee Dee (Bahar Yanılmaz) ve bir türlü yaşlılar evine gönderemediği babası Gus (Sait Genay) ile aynı evi paylaşan "sıkıcı" bir istatistikçidir. Leonard, karısı tarafından da terk edilmesiyle, hayatı ıskaladığını fark eder ancak Dee Dee ve Gus'ın kendisini baştan çıkarmak için harcadıkları tüm çabalara karşı koyarak, sayısal verilere dayalı rutin hayatını sürdürmekte diretir. Bu utangaç, sıkıcı ve hatta "düz" adamın çocukluğundan beri içinde yaşattığı bir tutkusu vardır: Yazmak! Sadece kadınların katılabildiği bir yarışmaya, Myrtle Banbury adı ile gönderdiği romanın derece kazanması ise, beklediği son şeydir. Hiç beklemediği bir anda, bir telefon ile hayatına giren Harriet Copland (Pelin Körmükçü), "Cennette Buluşalım" adlı aşk romanını yayınlamak için Leonard'a yüklü bir ücret teklif eder. Ortada küçücük bir problem vardır: Harriet'ı gördüğü ilk andan itibaren aşkın pençesine düşen Lenny, kitabının yayınlanabilmesi için, Harriet'ı kandırmak zorundadır. Aşkı ile çocukluk hayalinin gerçekleşmesi arasında bir tercih yapmak durumunda kalan Lenny'nin hikayesini, son derece eğlenceli bir şekilde anlatan
"AŞK HER YERDE"; Duru Tiyatro'da... Ya siz neredesiniz? 06 Mart 2011 / Saat:16:00 12 Mart 2011 / Saat:20:45
Duru Tiyatro Adres: Caferağa Mah. Dr. Esat Işık Cad.
No:84 Moda (Kadıköy Anadolu Lisesi
yanı)
Gişe Tel: 0216 338 56 36/46
Web: http://www.durutiyatro.com
30
Banu Hıdırlar
www.birazsoylebirazboyle.blogspot.com
H asan Ali Toptaş ( 1958 - ).
1987'de ilk
öykü kitabı “Bir Gülüşün
Kimliği,” 1990'da ikinci öykü kitabı
“Yoklar Fısıltısı” yayımlandı.
1994'te "Gölgesizler" adlı yayımlanmamış
romanıyla Yunus Nadi Roman Ödülü'nü
aldı. "Bin Hüzünlü Haz" adlı romanı ise
1999 Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü'ne
değer görüldü.
Toptaş, dili kullanmadaki ustalığıyla
tanınmakta, postmodern edebiyatın önemli
temsilcilerinden biri olarak kabul
edilmektedir.
Yazarın Gölgesizler isimli romanı Ümit
Ünal tarafından aynı isimle filme
uyarlandı.
İlk andan romanın sonuna kadar bir türlü
ısınamayacağınız hatta ürkeceğiniz bir
köyde olduğunuzu düşünün. Öyle bir yer
ki insanlar teker teker kaybolur bu köyde.
Önce berber Nuri, ardından Güvercin,
onları aramak için giden Muhtar, berberin
çırağı...
Nuri’nin kaybolmasından uzun süre sonra,
artık ümitlerin kesildiği anda Nuri geri
döner ancak bu kez köyün güzel kızı
Güvercin kaybolur. Sebepsiz
kayboluşlardan korkan ve bıkan Bekçi ile
Muhtar, bir suçlu arar ve Güvercin’in
kaybından Cennet’in oğlunu sorumlu
İNCELEME
GÖLGESİZLER "Her şeyin mutlaka bir iz bırakacağına inanıyordu, izsiz şey
olamazdı; kuşların bile izi vardı gökyüzünde, sözcüklerin
dişte, bakışların gözde."
31
tutar. Kızı onun kaçırdığını düşünürler.
Bunu itiraf ettirmek için Cennet’in oğlunu
bir odaya kilitleyip, aç bırakır ve döverler.
Cennet’in oğlu delirir ve sürekli “kar
neden yağar” diye sormaya başlar. Artık o
da kaybolmuştur.
Muhtar, her ne kadar Nuri’nin kayıp
bildirimine çözüm olamasa da Güvercin’in
kaybolduğunu bildirmek için şehre gider
ve bir türlü dönmez. Muhtar da kayıptır.
Bu esnada ise Cennet’in oğlu Güvercin’i
bulur ve köye getirir. Ancak Güvercin
hamiledir ve kimseyle konuşmaz.
“ Gene susmuştu kız, babasına nasıl sustu,
anasına nasıl sustu, Hacer’e ve Rıza’ya
nasıl sustuysa öylece, derin derin
susmuştu.”
Köyde hayat içinden çıkılamaz bir hal alır.
Köylüler ne kaybolanlara ne de geri
dönüşlere bir anlam veremez. İnsanlar
tekrarlardan korkmaya başlar.
“ Bu güvercin resmini sen mi yaptın? ”
dedim berbere.
“Ben yaptım,” dedi soğuk bir sesle; “ama
sen bunu daha önce de sormuştun.”
“ Hiç anımsamıyorum,” dedim; “demek ki
unutmuşum.”
“ Yine unutacaksın kuşkusuz, belki bir kez
daha soracaksın”
“ Desene yaşam tekrarlardan oluşuyor...”
Yanıma oturmuş, gözlerindeki cellat
gözleriyle gözlerimin içine bakıyordu.
“ Tekrarlardan değil,” dedi; “ tekrarların
tekrarından.”
Gölgesizler, gerçekle hayalin, sorularla
cevapların, çığlıklarla sessizliklerin, iyilerle
kötülerin, varlık ile yokluğun iç içe geçtiği,
neredeyse her cümlesinin altı çizilebilecek,
şiir tadında ancak satır aralarındaki
ipuçları nedeniyle dikkatle okunması,
mutlaka okunması gereken bir kitap.
Keyifli okumalar.
32
Muhammed Tiryaki
www.estarabi.blogspot.com
H ollywood sineması 2000’li
yıllara girerken büyük bir ivme
kazanmıştı.
90’ların sonunda kendine has bir sinema
dili yaratıp, hem teknik hem de içerik
bakımdan sinema dilini zenginleştirmiş bir
kuşak ortaya çıkmıştı. Bir yandan Martin
Scorsese, Steven Spielberg, Clint Eastwood
gibi ustalar bırakacakları mirasın
boyutlarını iyice genişletirken diğer
yandan Peter Jackson, David Fincher, Coen
ve Wachowski Kardeşler modern sinemayı
domine etmeye başladılar.
2000’lerin başlangıcında Christopher
Nolan özgünlüğünü her filminde
katlayarak bu öncü ekibe dahil oldu. Bu
zenginliktendir ki 2000’li yılların Oscar
törenleri eski heyecanı yeniden
alevlendirdi. Akademi işin ekonomik
boyutunu ve Oscar markasının prestijini
zenginleştirecek adımlar attı.
Törende yer alacak adayların
açıklanacağı programlar bile
televizyon kanallarının
uğruna yarıştığı programlar
haline geldi.
Akademi, Oscar’ı bir marka ve ürün
olarak satma işini milenyuma uygun bir
stratejiyle dağıtma konusunda sürekli
yükseliş gösterirken aynı oranda film
kalitelerinde de düşüş başladı.
2008’deki o yıla özel film kalitelerinin
yüksek oluşundan dolayı 5 adayın
yetmeyeceği anlaşılınca Akademi 1940’lı
yılların sistemine geri dönerek en iyi film
adaylarının sayısını 10’a çıkarttı.
Zaten ne olduysa ondan sonra oldu. Bir
defa, Oscar’ı hedefleyen yönetmenler için,
adaylık yeterli bir başarı haline geldi ve
fazla zorlanmadan çekilebilecek, herhangi
bir zeka ve duygu pırıltısının taşınmadığı
filmlerin dahi ödüle aday olabileceğini
OSCAR 2010
ZORAKİ OSCAR
33
anladılar. Üstelik Akademi’nin bu son 2
yılda hem yaşı gençleştirildi hem de
üyelerin sayısı arttırıldı. Buna rağmen,
halen teknik anlamda sinemaya büyük
katkı sunan Avatar ve Inception/Başlangıç
gibi filmler Oscar galibi olamadılar.
Bununla beraber bu yıl gençleşmeden
nasibini alacağı düşünülen Akademi, eski
usül bir İngiliz dramasına en iyi film ödülü
verdi.
Yıl içinde The Hurt Locker/Ölümcül
Tuzak filminin Oscar galibi olmasına
rağmen, adından hiç söz ettirememesi, elde
ettiği prestijli değerin üzerine koyamaması
Akademi üyelerince bir ders çıkarılması
gereken durum olarak görülmeliydi ama
öyle olmadı. Avatar tutkunlarının
fiyaskosu üzerinden aynı politika
sürdürülerek yılın tek başat filmi olan
Inception’a daha adaylıklar sunulduğunda
taviz verilmeyeceği gösterilmişti. Adaylar
açıklandığında herkesin dilinde
Christopher Nolan’ın yönetmen adaylığı
alamaması durumu vardı. En çok şaşkınlık
yaratan buydu. Salt bu liste bile
Inception’ın büyük ödülü alamayacağını
gösteriyordu.
10 adaylık sisteminin kazanan film için
listeyi domine edecek en az 5 filmi olması
gerekirken 2 yıldır bu sayının 2’de
kaldığını gördük. The Hurt Locker-Avatar
çekişmesi bu yıl yerini The Social
Network/Sosyal Ağ-The King’s Speech/
Zoraki Kral çekişmesine bıraktı.
Colin Firth’ün tüm filmi sırtlayan
performansı sayesinde Zoraki Kral, David
Fincher’ın kendisine uymayan filmi Sosyal
Ağ’ı devirerek ödülü aldı.
Sosyal Ağ yılın bu açıdan en ilginç
filmiydi. Se7en/Yedi, Fight Club/Dövüş
Kulübü ve The Game/Oyun gibi 3 modern
klasiği 2’şer yıl arayla kotaran David
Fincher için Facebook’u kuran adamın
hikayesini filme almak fazla sıradan
görünüyordu. Aslında film bu imajının
dışında meramını doğru sinematik dillerle
anlatmaya çalışıyordu. Finchervari
kadrajlamaların dışına çıkılıp sıradan bir iş
ortaya konsa da Sosyal Ağ, içine
yerleştirilmiş “milenyum toplumu”
eleştirileriyle eski Fincher filmlerine özgü
hava yakalamaya çalışılmıştı. Ama genç
oyuncuların sıradan bir teenager
filmindeymişçesine gösterdikleri tutuk
performansa filmi taşıyacak ve ciddiyeti ele
alacak bir aktör/aktristin olmaması da
eklenince Sosyal Ağ, Fincher’ın en kötü
filmlerinden biri oldu.
34
Bu yıl Akademi’nin en takdire şayan
kararlarından biri de zaten Fincher’la
ilgiliydi. Zaman zaman “artık sırası geldi”
kontenjanından ödül veren Akademi,
Fincher için aynı şeyi yapmayarak ödülü
hak ettiğini düşündüğü Tom Hooper’a
verdi.
Tom Hooper’ın aldığı ödül, Darren
Aronofsky gibi ısrarla Hollywood
standartlarının dışında duran ama Black
Swan/Siyah Kuğu’yla Hollywoodvari bir
gerilimi kendi anlayışına göre sergileyip
bir yönetmenlik başarısı gösteren önemli
bir ismi saf dışı bırakmasıyla yine yanlış
ellere gitmişti.
Oysa Zoraki Kral, zoraki kaleme alınmış
senaryosunda insanların başarıya aç
olduğu, zorlukların kat be kat arttığı bir
döneme denk gelmesiyle özdeşleşilen
hikayesi ve oyunculuk başarılarıyla süslü
bir filmdi. Tom Hooper’ın açıkçası filme
önemli bir katkısı olmamıştı. Ama yine
Akademi’nin en iyi film ve en iyi yönetmen
ödülleri aynı filme gitmeli mantığı
sayesinde Aronofsky ve tabii ki ta baştan
adaylığa alınmayan Chrsitopher Nolan’ın
hakkı yendi.
Zoraki Kral, kekemelik problemi olan bir
kralın bu zorluğu yenmeye çalıştığı bir film
olarak bana son derece sıradan geldi. Kötü
bir film değildi ama 10 aday filmin en iyisi
hatta ilk 3’ündeki film bile değildi.
Kanımca ödülü Inception hak etmişti ama
sadece Zoraki Kral ve Sosyal Ağ’ın
yarışacağı ikili bir yarışta bile Sosyal Ağ,
Zoraki Kral’dan daha iyi bir filmdi.
Daha da özeti; ödül bu iki filmden
hangisine giderse gitsin yine sıradanlığa
prim verilmiş olacaktı. Geçen yıl Irak’taki
Amerikan askerlerine adanmış en iyi film
ödülü ve “artık sırası geldi”
kontenjanından bir kadın yönetmene
(Kathryn Bigelow) verilen yönetmen
ödülünün yerini bu yıl Obama’nın da
Amerikan halkının üzerinde denediği
“zorlukları başarmak” teması almış oldu.
Bu da zorluğu zorakiliğe çeviriverdi.
Geçen yılın yardımcı oyuncular
kategorilerindeki büyük performanslar
(Christoph Waltz-Inglourious Basterds/
Soysuzlar Çetesi ve Mo’Nique-Precious/
Acı Bir Hayat Öyküsü) bu yıl da ana
oyuncu kategorilerinde oluştu ama ne
Natalie Portman ne de Colin Firth, Waltz
ve Mo’Nique kadar iyi olmasa da
ödüllerini sonuna kadar hak ettiler.
Yardımcı oyuncularda ise mükemmel
performanslar yoktu ama Christian Bale
tarafından hak edilmiş bir ödül vardı.
35
Yardımcı aktrist ödülü ise bu yılın
“acaba”lı kategorisi olsa da en büyük
favoriye, Melissa Leo’ya gitti. Her ne kadar
Amy Adams’ın daha fazla hak ettiğini
düşünsem de ortada büyük bir haksızlık
olduğunu düşünmüyorum.
Inception’a verilen “sus payı” 4 ödül,
sadece filmin, en iyi film ödülü kazanmış
Zoraki Kral’la aynı sayıda ödül almasını
sağladı o kadar. Ki tarihte büyük ödüle
ulaşan filmden daha fazla ödül almış
birçok örnek var. Örneğin Cabaret, 1972
yılında 8 ödül alırken, rakibi The
Godfather/Baba sadece 3 ödül kazanmıştı.
Ama en iyi film ödülü de Baba’ya gitmişti.
Bu yıl törenin en büyük haksızlığı Hans
Zimmer’e yapıldı. Hiçbir Akademi üyesi
Sosyal Ağ filminde başat bir melodinin
olduğunu dahi kanıtlayamayacakken en iyi
müzik ödülü Trent Reznor ve Atticus
Finch’e gitti. Oysa Zimmer’in Inception
için bestelediği çalışmalar sadece filmle
olan uyumu ve müzikal kalitesiyle değil
soundtrack tarihine geçecek büyüklüğüyle
de zihnimize kazındı. Kanımca sinema
tarihinin en iyi 10 müzik çalışmasından biri
olan Inception soundtrack ödülsüz kalarak
Akademi üyelerinin her kategoride bilinçli
davranamayacağını göstermiş oldu.
Teknik ödüllerde bu yıl sürpriz olmadı.
Efekt ödülleri, beklendiği gibi Inception’a
gitti. Alice in Wonderland/Alis Harikalar
Diyarında’yla eleştirmenler tarafından
beğenilmezken sanat dallarında ödüle
ulaşarak Tim Burton’ı utandırmadı.
Geneli itibariyle son derece sıkıcı geçen
tören gecesinin belki de en iyisi 95
yaşındaki Kirk Douglas’tı. Ne doğru
düzgün bir espri, ne de iyi miks çalışmaları
olmayan sunum, Billy Crystal’ın töreni
sunduğu yılları mumla arattı ki son
törende de sahneye çıktığında aldığı alkışın
bir sebebi de buydu zaten. James
Franco’nun benim burada ne işim var
bakışları ve Anne Hathaway’in başarısız
sunumu gecenin kalitesizliğini üst
seviyelere taşıdı.
Netice itibariyle 2010 filmlerinin yarıştığı
Oscar töreni yıl içinde çekilmiş iyi film
sayısının yalnızca 3 olmasından dolayı
“zoraki” ödüllerini dağıttı ve hızla
unutulmaya aday bir tören olarak geride
kaldı.
Son 4 yıldır ödülü kazanan hiçbir filmin o
ödülü hak etmediğini düşünürsek Oscar
ödüllerindeki büyük düşüşün iyice
hızlandığını söyleyebiliriz.
36
KAÇAMAK — ULUDAĞ
Nesobaby
www.nesobaby.blogspot.com
Fotoğraflar: Burak Arık www.burakarik.com
Kimilerine göre ‘Masalsı bir ortaçağ kenti’ kimilerine göre “Romantizm”, kimilerine göre “Hüznün Kenti”, kimilerine göre de “Kafka’nın Evi” Prag. Birçok ünlü sanatçıya ilham vermiş bir şehir.
Prag: Nam-ı Diğer Bohemya
37
B enim için anlamı ise Avrupa’da
gittiğim ilk durak olması. İlk defa
2006 yılında gittiğimde herkesin
ilk tepkisi “Ooo çok romantik bir şehir,
haydi yine iyisin Nesobaby” olmuştu.
Herkesin romantizm anlayışı farklı tabii
ki. Benim için romantizm sadece filmlerde
ve şarkılarda yaşanan sahneler. Belki de
artık Nesobaby’likten Nesonine’liğe geçiyorumdur, kim bilir? Gezilecek o
kadar çok yer var ki Prag’da, kısıtlı tatil
günlerinde bu şehre gittiğinde, her
anını iyi değerlendirip hiçbir köşesini
kaçırmamak istiyorsun. Bu durum da
sanırım insanı biraz strese sokuyor lakin
tatil günü kimse stres olmak istemez.
Bütün önemli yerlerini görmeliyim,
hepsinde de fotoğraf çektirmeliyim
telaşıyla bizim romantizm de yalan oluyor
tabii.
Bu sebepten tatilinizi planlarken rehber bir
kitap işinize çok yarayacaktır.
38
Bu rehber kitaplarda 4–5 günlük planlar
ve gezi rotaları sizi düşünerek yapılmış
oluyor. Size sadece söylenileni yaparak
tatilden keyif almak kalıyor.
Prag’ın yaz sıcaklığı bizdeki bahar
mevsimi gibi geçtiğinden tahmin edersiniz
ki genelde sıcaklığı düşük bir şehir. Benim
Prag’a ilk yolculuğum Ocak ayında
olmuştu. O kadar üşümüştüm ki ; “Bir
daha kışın Prag’a gelmem” demiştim.
Büyük konuşmamak gerekirmiş, Prag’a
ikinci seyahatim 2009–2010 yılbaşı
dönemine denk geldi. Hava bu kadar
soğuk, kıyafetler üst üste lahana gibi
etrafta gezinirken, sevgiliyle romantizm
de yalan oldu. Gözünüzde, 2 kat eldivenle
elele tutuşmaya çalışanları canlandırın, ne
demek istediğimi anlayacaksınız.
Prag Çek Cumhuriyetinin başkenti. Avrupa haritasına bakarsanız Prag konum
olarak neredeyse Avrupa’nın da tam
ortasında bir nokta gibi duruyor.
Avrupa’da birçok şehir birbirlerine
benziyor aslında. Mimari yapıları,
şehirlerin genelde bir nehir çevresinde
kurulmuş olması, tarihi binaları, kiliseleri ,
köprüleri.. Prag’a giderseniz tipik bir
Avrupa şehri göreceksiniz. Sonra gittiğiniz
ş eh i r le r k ül t ür e l ve i k l im s e l
değişikliklerini saymazsak birbirini
tekrarlayacaktır. Tabii bu sözlerim
Avrupa’nın ortasındaki şehirler için
geçerli. Bu sebepten hem yakın olması
hem de ucuz olması nedeniyle Avrupa’da
ilk gidilecek durak olarak Prag’ı tercih
ederseniz sizi sonuna kadar desteklerim.
Prag gezilecek çok köşesi olduğu kadar
gezmesi de kolay bir şehir. En azından bir
tramvaya atlayıp şehri bir ucundan bir
u c u n a r a h a t ç a v e o t u r a r a k
gezebiliyorsunuz. Şehirde sadece 3 adet
metro ağı var. Diğer Avrupa şehirlerine
nazaran bu sayı çok düşük. İnsanlar
genelde otobüs ve tramvay ile yolculuğu
tercih ediyorlar.
İstanbul’dan Prag’a yaklaşık 2,5 – 3
saatlik uçak yolculuğu ile varıyorsunuz.
Prag’ın tek uluslararası havaalanı Ruzyne
Havaalanı şehir merkezinin 15 Km
kuzeybatısında yer alır. Eğer Prag’a bir tur
şirketi ile gelmediyseniz şehir merkezine
inmeyi kafanıza hiç dert etmeyin. Biraz
otobüs yolculuğu ve sonrasında metro
aktarması ile ucuz yollu ve rahat şehir
merkezine varabilirsiniz. Her yerde
olabileceği gibi burada da kötü niyetli
taksi sürücüleri olacağından genelde
ulaşım için metroyu veya otobüs ve
tramvayları kullanmanızı tavsiye ederim.
39
Prag 5 Ayrı Bölgeden Oluşur Tatili kolaylaştırmak açısından şehri
bölgelere ayırıp gezebilirsiniz. Beş günden
az zamanınız var ise aynı güne birden
fazla bölgeyi sığdırabilirsiniz.
Vlatava nehri tarafından ikiye ayrılmış
şehrin en popüler bölgesi nehrin hemen
doğusunda kalan Stare Mesto – Eski
Şehir’dir. Şehrin kalbi Eski Şehir
mey d anın da yan i St ar om et ske
N a m e s t e ’d e a t m a k t a d ı r. H a va
karardığında ıssızlaşan Prag sokaklarına
inat, bu meydanda gece bile bir
hareketlilik vardır. Bu arada kış aylarında
günler o kadar kısadır ki sabah 8’de doğan
akşam 4’te batan güneşe hazırlıklı olun.
Barut Kapısı, Belediye Sarayı, görkemli
kuleleri ile meydanın havasını değiştiren
tarihi yapı Tyn Kilisesi, astronomi saati ile
ün salmış Eski Belediye Sarayı ve kulesi,
bugün ulusal kütüphane olarak kullanılan
ve klasik müzik konserlerini keyifle
d i n l e ye b i l e c e ğ i n i z t a r i h i y a p ı
Klementinum ve Kafka’nın Evi
40
görülmeden dönülmemesi gereken
yerlerdir.
Turistlerin en çok ilgi gösterdiği, saat başı
altında toplandığı, bilmeyenlerin “ne
oluyor? Film mi çekiliyor? Buradaki
kalabalığın sebebi nedir?” diye tepkiler
verdiği mekan ise Astronomi Saati’dir.
Neden mi? Çünkü her saat başı bu
hareketli saatin küçük gösterisi başlar.
Önce ölümü simgeleyen bir iskelet
heykeli, elinde tuttuğu ipi çeker. İskeletin
diğer elinde de bir kum saati vardır.
Hemen yanında yine hareketli figürlerden
başını sallayan bir Osmanlı figürü vardır.
Neden başını salladığını bilemiyorum,
muhtemelen birilerini ayıplıyor olsa gerek.
Saatin hemen üstündeki iki pencere açılır
ve pencereden peş peşe çıkan İsa’nın 11
havarisi dönerek geçişlerini tamamlarlar,
diğer pencereden de içeri girerler. Elinde
aynası ile kibir ve açgözlülüğü simgeleyen
Yahudi tefeci figürleri de diğer hareketli
objelerdendir. En son bir horoz öter ve çan
çalar.
Saati yapan usta Hanus’un bir rivayete
göre tekrar aynı saati yapamaması için
belediye meclis üyelerince kör edildiği
söylenmektedir. Saatin astronomi ismini
alması da amacının sadece saati göstermek
ve bizi kötü huylardan uzak tutmak
değildir, aynı zamanda ay ile güneşin
dünya etrafındaki dönüşlerini de
canlandırmaktır.
Meydanda birçok bahçeli turistik kafe
bulunur. Fakat bütçenizi seviyorsanız,
meydandaki kafelerdense ara sokaktaki
restoran ve kafeleri tercih etmeniz gerekir.
Meydanın etrafındaki dar sokaklardan
birine adım attığınızda değişik mekanları
da keşfedeceksiniz. Korkmayın, bu ufak
şehirde kolay kolay kaybolamazsınız.
Mutlaka tarihi bilindik bir binanın
karşısına çıkar, yolunuzu rahatça
bulabilirsiniz. Eğer siz de bizim gibi bir
kış tatilinizi burada geçirmeyi tercih
41
edenlerdenseniz, sokaklarda satılan ev
yapımı sıcak şarap keyfini kaçırmayın
derim. Ayrıca klasik müzik severler için de
burası çok güzel bir tercih.
Hemen hemen her gün bir klasik müzik
konserini yakalamak mümkündür. Çünkü
Prag’daki akustiği iyi olan birçok kilise
konser salonu olarak kullanılmaktadır. Bu
biletleri çok uygun fiyata alabilirsiniz.
Konser bileti alırken salonun ısıtmalı
olmasına dikkat edin. Fakat konser
salonlarının en iyisi ve ilgi göreni şehrin
bir diğer bölgesinde Yahudi Mahallesi’nde
yer alan Rudolfinum’dur.
Çek Filarmoni Orkestrası’na ev sahipliği
yapan salondan konser veya opera bileti
almak hem maliyeti yüksek hem de biraz
zordur.
Nesobaby Tavsiyesi: İyi bir gösteriyi
kaçırmak istemiyorsanız tatil öncesinde
internetten bilet almakta fayda var.
Opera ve Ulusal Tiyatro Gösterileri için
internetten rezervasyon siteleri :
www.opera.cz www.narodnidivadlo.cz )
Prag Bahar Müzik festivalindeki birçok
etkinlik de bu salonda gerçekleşmektedir.
Prag geleneksel kukla gösterilerini hala
42
43
hayatta tutan bir şehir ve kuklaları ile de
meşhur bir kenttir. Dolayısıyla büyük
küçük herkesin ilgisini çekecek bir kukla
gösterisi bulmanız mümkün.
Ayrıca pandomim ve kara ışık tiyatroları
da kaçırmamanız gereken görsel
şölenlerden.
Sanatçıların siyah kıyafetler ve renkli ışık
oyunları ile gerçekleştirdiği bu gösteriyi Jiri
Srnec’in Kara Tiyatrosunda ya da WOW ve Ta
Fantastika salonlarında izleyebilirsiniz.
Yahudi Mahallesi
Bu kadar müzik ve eğlenceden sonra
şehrin önemli bir bölgesi olan Yahudi
Mahallesinde gezmeye devam edelim. Bu bölge zenginlikleri ile bilinen Yahudilerin
çoğunlukla yaşadığı ve diğer bölgelerin
aksine yaşayanların zenginliğini gösteren
şık binaları ve mağazaları ile dikkat
çekmektedir. Fakat mağazaları bir yana
turist gözüyle bakarsak değişik görüntüsü
ile Yahudi
Mezarlığı görülmesi gereken ilginç bir
mezarlıktır. Bir zamanlar Yahudilere mezar
olarak sadece bu alan verildiğinden
44
insanların birbiri üzerine 12 kat
gömülmesi gerekmiştir. Yaklaşık yüz bin
kişinin buraya gömüldüğü sanılmaktadır.
Ayrıca Avrupa’nın en eski sinagogu da
burada yer almaktadır.
Nove Mesto- Yeni Şehir
Nehrin doğusunda kalan bir diğer bölge
ise Yeni Şehir bölgesidir. Burası vakti zamanında çeşitli pazarların yer aldığı bir
bölge iken bugün de mağazaların ve
işyerlerinin çoğunlukta olduğu bir
bölgedir.
Bizdeki büyük meydanların (Kızılay
Meydanı, İstiklal Meydanı gibi) Prag
versiyonu Vaclav Meydanı da burada yer
alır. Otel, restoran, mağazalar ve
kumarhanelerin yer aldığı bu meydan
İstanbul’daki Taksim bölgesini hatırlatır.
Geceleri kız başınıza bu meydanda fazla
dolaşmamanız önerilir. Eskiden at pazarı
olan meydanın başında görmeden
geçmemenizi tavsiye edeceğim Ulusal
Müze (Narodni Muzeum) ve önünde bronz altından Aziz Vaclav Anıtı yer almaktadır.
Meydan adını Çek Devlet inin
kuruluşunda önemli bir rol oynayan Prens
Vaclav’dan almıştır. Ulusal Müzenin
içerisinde içleri doldurulmuş çeşitli
hayvanlardan dinozor kalıntılarına, bilim
45
dünyasından teknolojik gelişmelere, resim
heykel sanat eserlerine kadar birçok
alanda ilgi çekici bölümler görmek
mümkün. Art nouveau tarzda inşa edilen
tarihi Evropa Oteli de bu meydanda
görülmesi gereken bir yapıdır. Bölgenin
bir diğer kaçırılmaması gereken mimari
yapısı Ulusal Tiyatro binasıdır.
1881’ de resmi açılışından birkaç gün önce
çıkan bir yangın sonucu küle dönen bina,
hayırseverlerin topladığı para sayesinde 6
hafta içerisinde yeniden inşa edilmiş,
bugünkü etkileyici halini almıştır. Avrupa
kültüründe sanata verilen bu önem
imrenilmeyecek gibi değil doğrusu.
Prag Kalesi
Vltava nehrine ve şehre tepeden bakan bir
konuma kurulu Prag Kalesi tarihte birçok
yangın ve yıkım yaşadıktan sonra
günümüzde Cumhuriyet’in ve başkanın
ikamet ettiği yer haline gelmiştir. Her saat
başı yapılan nöbet değişim törenleri
turistlerin ilgi odağı olmaktadır.
Kraliyet sarayının hemen yanında surlar
içerisinde yer alan devasal gotik yapı Aziz
Vitus Katedrali bölgenin ve kentin en
önemli yapılarındandır. Bohemya
bölgesinin ilk manastırı Aziz George
Manastırı’ da bu alan içerisinde yer alıp,
birçok sanat eserine ev sahipliği
yapmaktadır.
46
Küçük Mahalle – Mala Strana
Şehrin tarihi yapısının en az bozulduğu
bölgesidir. Şehrin simgesi Charles
Köprüsünden başlayıp kalenin altındaki
bölgeye kadar uzanır. Barok saraylara ve
büyükelçilikleri ev sahipliği yapmaktadır.
Tarihi sokakları ve evleri izlerken zamanın
nasıl geçtiğini anlamayacaksınız.
Ayrıca nehrin üzerinde Şeytan deresinin
oluşturduğu Kampa adası su kanalı sebebi
ile Venedik’i anımsatmaktadır. Nehir turu
yaparsanız bu bölgeyi bir de kanallardan
gezebileceksiniz.
Ayrıca yine bu bölgede bulunan Petrin
Parkını da gezmenizi şehre 380 metre
yukardan bakmanızı tavsiye ederim. 1891
yılında yıldönümü kutlaması sebebiyle
Paris’in Eiffel kulesi örnek alınarak bu
parkta bir kule inşa edilmiştir. Gözlem
Kulesi olarak anılan bu kule Eiffel
kulesinin dörtte biri yüksekliktedir (60 m)
ve güzel bir şehir manzarasına sahiptir.
Karluv Most ( Charles Bridge – Karl
Köprüsü )
Prag’ın simgesi haline gelen köprü Küçük
Mahalle ile Eski Şehir tarafını birbirine
bağlar. Köprünün iki ucunda kuleler
bulunur. Bu kulelerin en üstüne çıkarak
47
güzel manzara fotoğrafları çekebilirsiniz.
Eğer siz de fotoğraf düşkünü iseniz
özellikle tripod ile gidip gün batımında
köprünün ve köprüden kalenin gece
fotoğraflarını çekmelisiniz. Köprünün
temelleri 1357 yılında IV. Karl tarafından
atılmıştır. 520 metre uzunluğundaki
köprünün harcına yumurta karıştırılarak
güçlendirildiği bilinmektedir. Tarih
boyunca çeşitli sel ve su baskınları ile
yıpranmış olan köprünün dönem dönem
yenileme çalışmaları olmaktadır. Üzerinde
30’a yakın heykel bulunmaktadır.
Heykellerin çoğu önemli azizlere aittir ve
gerçeklerinin kopyasıdır. Köprü üzerinden
geçerken her bir heykelde fotoğraf
çektirmek isteyenlerin yarattığı yoğun bir
trafik yaşayacaksınız. (Tek köprü trafiği
bizde yokmuş demek ki)
Prag’da Gece Hayatı Prag’da tarih dışında bir şey bulamaz
mıyım diye üzülmeyin. Niyetim size kötü
örnek olmak değil ama bunlardan da
bahsetmeden geçersem çılgın Prag
gecelerine haksızlık etmiş olurum. Prag
kumarhaneleri, Avrupa’nın en iyisi striptiz
kulüpleri ve gece kulüpleri de tatilinizde
size çok hareketli bir gece eğlencesi
48
sağlıyor. Özellikle Charles köprüsünün
hemen yanında bulunan Karlovy Lazne bar
her katında farklı bir müzik zevkine hitap
eden 5 katlı yapısıyla kapıdaki kuyruğu
aşıp korumaların rızasını da alır içeri
girebilirseniz, çılgın eğlencenin ne demek
olduğunu sizlere fazlasıyla gösteriyor.
( A y r ı n t ı l ı b i l g i i ç i n
www.pragueexperience.com )
Ne Yemeliyim? Aç Kalır mıyım? Çoğunlukla av hayvanlarından oluşan bir
mutfağa hoş geldiniz. Merak etmeyin tabii
ki aç kalmazsanız. Ben o zavallı minik
tavşanları yiyemem derseniz İtalyan
restoranları imdadınıza yetişecektir. Eski
şehir meydanından ara sokaklara doğru
uzanırsanız, güzel, sıcak ve şirin mekanlar
bulmanız mümkün. Hatta bir de ev yapımı
sıcak şarap bulabilirseniz ne ala! Canlı
müzik varsa da oturun sıcak sıcak keyfini
çıkarın. Dileyen, yemeğim fazla pahalıya
kaçmasın ben buraya gezmeye geldim
vaktim kısıtlı derse Kentucky amca da
hemen imdadınıza yetişiyor. Biranın sudan
daha ucuz olduğu bir şehirdesiniz. Çek
biraları dünyaca ünlüdür, çeşit fazladır.
Burada çeşit çeşit birayı deneyebilir
hepsinin tadını çıkarabilirsiniz. Nesobaby
tavsiye etti diye de aşırı içip tatili
burnunuzdan getirmeyin tabii.
49
Dikkat etmeniz gereken başka bir nokta
Praglı servis elemanların bizdeki kadar
kibar olmadığı. Restorana girdiğinizde ruh
sağlığınızı düşünüyorsanız hiç kimseyle
aranızı bozmadan önce servis elemanının
gelip size masa göstermesini bekleyin. Aksi
halde beklenmedik kaba tepkilerle canınızı
sıkabilirler. Ünlü şarkıcımız Demet Akalın
bir şarkısında ne demiş? “Burada tecrübe
konuşuyor“. Benden söylemesi
Tur Şirketi ile Gitmem Şart mı? Bu soru sizin gezme alışkanlıklarınıza göre
değişecek bir cevaba sahip. Eğer kendi
başınıza özgürce gezmeyi sevenlerdenseniz
tur şirketleri ile Prag’a gitmeniz şart değil.
Prag gezmesi kolay bir şehirdir. Bir harita
ve rehber kitap ile şehri kolayca
keşfedebilirsiniz.
Ben rehber peşinde topluca gidilen
turlardan çok haz etmiyorum. Topluca
otobüsten inilir, zar zor rehberin dedikleri
duyulur. Aynı anıtın önünde bir tanecik
fotoğraf çektirmek için bin takla atılır.
“Sıranızı bekleyin lütfen” diye azar işitilir.
Sonra yine herkesin aynı otobüse binmesi
beklenir, bir de eğer siz hala istediğiniz
fotoğrafları çekemediyseniz otobüsü
kaçırmayayım endişesi ile hevesiniz
kursağınızda, çekemediğiniz kareler de
içinizde kalır.
Fakat yabancı diliniz yoksa ya da yeterli
değilse, gideceğiniz bölgenin tarihi
ayrıntılarını merak ediyor ve rehber
eşliğinde daha rahat gezeceğinizi
hissediyorsanız bir tur şirketi ile
gitmenizde fayda vardır.
Otel Ayarlamak Ciddi Bir İştir Tur şirketi ile gitmiyorsanız size birkaç
tavsiyem olacak. Prag’a ikinci gidişimde
başıma geldiği için internet üzerinden
yapacağınız otel rezervasyonunu mutlaka
konfirme ettiriniz.
Aksi takdirde bizim gibi gecenin bir yarısı
acınası bir halde elinizde valiz, iki ay önce
kapatılan otelinizin yerine yeni bir otel
arıyorken kendinizi bulabilirsiniz.
Prag ucuz tatilciler, öğrenciler için uygun
olan çok sayıda hostel bulabileceğiniz bir
şehir. Ama biraz daha konfor düşkünü
iseniz uygun fiyatlara oteller bulmanız da
mümkün.
Dikkat etmeniz gereken otelin yakınlarında
tramvay ya da metro durağı olması. Bir de
otelin merkezi bir yerde olması.
Merkeze yaklaştıkça fiyatlar artacaktır.
Küçük bir şehir olmasına karşın
merkezden çok uzakta bir otel gidiş-geliş
zamanınızı arttıracaktır.
50
Prag mahallerinin yanında bir de semtlere
bölünmüştür. Praha 1’den başlayıp Praha
20‘ nin üzerine kadar çıkmaktadır. Praha 1
en merkezi noktadır.
Seçeceğiniz otelin Praha 1’e yakın olmasını
tercih edebilirsiniz.
Nesobaby Tavsiye: Otel rezervasyonu için:
www.hrs.com
Otel tavsiyesi: Diplomat Otel 4*
www.diplomathotel.cz
Evdekiler Hediye Bekler
Evet, haklısınız her yurtdışına gidenin bir
siparişçisi olur. Eş-dost memlekette senden
bir küçücük hediye bekler.
El yapımı kuklalar biraz pahalıya kaçsa da
güzel değişik bir hatıra olacaktır. Satıcıdan
kuklayı müzik eşliğinde dans ettirmesini
isteyin. Satıcı bu işin ustası ise gerçekten
çok komik bir gösteri izleyeceksiniz.
Aynı zamanda benim her zamanki favori
hediyem magnetler, şehrin sembollerinden
Prag sokak levhaları şeklinde hediyelikler,
kışlık aksesuarlar (benim gibi kışın
gidenlere) kalpaklar, el yapımı tablolar,
çek biraları ve Bohemya’nın medarı iftarı
el yapımı cam ürünler hediye alternatifi
olabileceklerden.
Ayrıca el yapımı ahşap ürünler satan
birçok mağaza göreceksiniz.
Bu mağazaları da gezmenizi tavsiye
ederim.
Ekstra Gezi Önerileri Vlatava nehrinde sıcak şarap eşliğinde bir
tur ruhunuza iyi gelecektir.
Köprünün hemen yanında turlara bilet
satan bahriyelileri görebilirsiniz. Ayrıca
yıllar önce Atatürk’ün de kaldığı kaplıca
merkezi olan Prag’ın 140 km batısındaki
Karlovy Vary (Karlsbad) müstakil evleri,
doğası ve şık otelleri ile görülmeye değer
bir kasabadır.
Yine şehir dışında Kunta Hora, Karlstein
Şatosu ve Veltrusy Şatosu meraklıları için
görülmeye değer yerlerdir. Bu bölgelere
şehirlerarası otobüs ile ulaşım mümkün.
Prag’a kışın da gitseniz yazın da gitseniz,
tatilinizin sonunda güzel anıları geride
bırakıp sıcak evinize dönerken ne iyi
etmişiz de buralara kadar gelmişiz
diyeceksiniz.
51
AYIN SÜRPRİZ HEDİYESİ
Sevgili Çizerimiz Şule Coşkun Balmumcu sizlere hediye etmek için 5 ayrı çizim hazırladı. Ajanda Dergiden bir anı olarak saklayabileceğiniz bu harika çizimler şık çerçevelerle evinizi veya işyerinizde masanızı süsleyebilir. Bu sıcacık çizimlere sahip olmak istiyorsanız [email protected] adresine bir mail atmanız yeterli. Çekiliş sonuçlarını 10 Mart’da sayfamızdan duyuracağız. Bol şans diliyoruz...
52
Y azımıza “Amman kimsenin
başına gelmesin...” dileğiyle
başlıyoruz. Çünkü yaşayanlar
bilir; Mobbing insanı işinden gücünden
soğutur. Birgün bir bakarsınız ceketinizi
alıp çıkma noktasına gelmişsiniz. Peki
nedir bu mobbing dedikleri? Ve oldu da
bir gün karşılaştık, bu durumla nasıl başa
çıkabiliriz?
Mobbingin sözlük anlamı psikolojik terör
ve ruhsal taciz. Ya da daha basit bir
söylemle çalışanın işyerindeki çalışma
arkadaşları ve yöneticilerinden gördüğü
baskı. Peki her baskıyı mobbing olarak
nitelendirebilir miyiz? Aslında hayır...
Baskının mobbing sayılması için mutlaka
uzun süreye dayanması, kasıtlı olması ve
belli bir sistematik içinde ilerlemesi
gerekiyor. Şayet;
İş ortamında, toplantılarda sürekli olarak
sözünüz kesiliyorsa,
Bağırılıyor ve uluorta azarlanıyorsanız,
Yaptığınız iş sürekli eleştiriliyorsa,
Çevrenizdeki insanlar, iş arkadaşlarınız,
yöneticileriniz sizinle konuşmuyor ve
size görmezden geliyorsa,
Niteliklerinizin çok altında işler yapmaya
zorlanıyorsanız,
ÇALIŞANIN ÇIĞLIĞI
İşyerindeki kabus: Mobbing...
Özge Dumlu Günesen [email protected]
Mobbingin sözlük anlamı psikolojik terör ve ruhsal taciz.
Ya da daha basit bir söylemle çalışanın işyerindeki çalışma
arkadaşları ve yöneticilerinden gördüğü baskı.
53
Siz de bir mobbing mağdurusunuz!
Yapılan araştırmalara göre mobbing
genellikle hiyerarşinin fazla, iç kontrolün
zayıf olduğu örgütlerde daha sık
yaşanıyor. Buna göre gücü elinde
bulunduran bir grup, diğer kişilere veya
gruplara karşı psikolojik yollardan, uzun
süreli saldırı politikasını benimsiyor.
Bir diğer ilgi çekici bilgi ise mobbingin
kâr amacı gütmeyen kuruluşlarda,
okullarda ve sağlık sektöründe daha
yaygın olması.
Mobbing genellikle başarılı, yenilikçi ve
eğitimli kişilerin başına geliyor. Bu kişiler
şayet başına geleni paylaşamayacak ve
buna hayır diyemeyecek kişilerse, uyum
sağlamayı seçip suçu kendinde arama
yoluna gidebiliyor. Ve sonuçta mobbing
amacına ulaşıyor: Kendini sorgulama,
sürekli başarısızlık içinde kıvranma,
özgüven kaybı ve hatta panik atak…
Mobbingi önlemek büyük ölçüde
işverenin elinde. İşyerindeki belirsizliklerin
ortadan kaldırılması, yöneticilerin
sorumluluk alanlarının iyi belirlenmesi, işe
alınacak kişilerin karakterlerinin iyi tahlil
edilmesi, hangi davranışın mobbing
olduğuna dair tanımlamaların iyi
yapılması ve tabi gerektiğinde
cezalandırma politikası.
Avrupa ülkelerinde mobbing yasalarla
belirlenmiş bir suç:
İsveç’te mobbing, 1994’ten beri İş
Güvenliği ve İşçi Sağlığı yasası
kapsamında suç sayılıyor, Finlandiya’da
2000’ den beri psikolojik şiddet suçu
sayılıyor, Almanya’da mobbing’in
engellenememesi, işçilere yürürlükte olan
toplu sözleşmeyi iptal hakkı veriyor ve
Fransa’da mobbing uygulayan kişiye bir yıl
hapis ve 15 bin euro para cezası var.
Türkiye’de bu konu pek fazla
yasalaşmamış olsa da son dönemde dava
açan çalışanın lehine karar veren
mahkemeler bizim için bir umut kaynağı.
Ayrıca mobbingin iş yaşamındaki
örneklerinin sıkça yaşanması sebebiyle
TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği
Komisyonu altında bir Mobbing Alt
Komisyonu kurulmuş.
Mobbing ile başa çıkabilme yollarına
gelince ise, uzmanların bazı önerileri var:
Öncelikle bu durum iyice tanımlanmalı,
daha sonra ise bir kaçış planı (mümkünse
yeni bir iş arama ya da bölüm değiştirme)
yapılmalı ve şayet bulunulan ülkedeki
yasalar el veriyorsa yasal işleme baş
vurulmalı. Uzmanların bu konuyla ilgili
önemli bir tavsiyesi ise yapılan mobbingin
günü gününe not alınmasının özellikle
yasal işlemler sırasında önemli olacağı
yönünde.
54
BİR KAŞIK BİLGİ
Müge Karahan www.yemekbahane.blogspot.com
10 kişi seçelim... Hepsine İtalyan mutfağı
hakkında ne düşündüğünü, sevip
sevmeyeceği soralım... Sizce cevap ne
olur? Ya sizin cevabınız nedir?
Ben kendi cevabımı vereyim hatta daha da
ileri gideyim, bir genelleme yapayım...
Dünyanın hiç bir yerinde sanırım İtalyan
mutfağı oldukça aç kalmayabilirim.
İtalyan mutfağında her öğün en az 3-4 tabak yemekten oluşur. Yemekler sadece doymak için değil aile ve dostlarla vakit geçirmek amacıyla yenir.
Yeşil-Beyaz-Kırmızı bir kültür
“İtalyan Mutfağı”
55
Tabii bu bulunduğum yerde İtalyan
mutfağından birşeyler bulmamla doğru
orantılı olacaktır, yoksa yandım demeliyim.
Evet sevgili okurlarım, söze girişimden de
anlayacağınız üzere bu ay “Bir Kaşık
Bilgi’nin” konusu İtalyan mutfağı ve sofra gelenekleri...
Mamma Mia ... diyelim ve başlayalım
bakalım neler gelecek karşımıza...
İtalyan mutfağı, dünyanın en zengin
mutfaklarından biridir. Bu mutfağın
temelinde sebze ve hamur işinin ağırlıkta
oluşuna -ki sanırım bu benim tutkumu
yeterince açıklıyor, peynir ve şarap eşlik
ediyor.
56
İtalyan mutfağında her öğün en az 3-4
tabak yemekten oluşur. Yemekler sadece
doymak için değil aile ve dostlarla vakit
geçirmek amacıyla yenir.
O yüzden de yemekler İtalyan kültüründe
nispeten uzun sürer diyebiliriz. Günlük
yemekler birinci tabak (Primo), ikinci
tabak (Secondo) , yan yemek (Contorno)
ve kahveden oluşur.
Primo yani birinci tabakta, Türk
mutfağından ve diğer bir çok mutfaktan
farklı olarak makarna ve pilav gibi
doyurucu yemekler önden servis edilir.
Yani bir İtalyan sofrasında önünüze etten
önce makarna ya da risotto (pilav) gelirse
hiç şaşırmayın.
Secondo ise et veya balık gibi bir ana
yemeği içerir.
Contorno da salata ya da pişmiş
sebzelerden oluşan bir nevi garnitürdür.
Kahvesiz bir İtalyan sofrası düşünülemez
elbette, özellikle de İtalyanların meşhur
kahvesi Espresso olmadan…
İtalyan mutfağından bir çok ana unsur
dünya yemek kültürüne girmiştir.
“Özellikle spagetti, pizza, lazanya ve tatlı
çeşitlerinden tiramisu, İtalyan
mutfağının en önemli
57
temsilcilerindendir” desek sanırım hata
etmiş sayılmayız.
Bölgede, geçmişte varolan sınıf farklılıkları
nedeniyle çok seyahat edilememesi ve bu
nedenle ticaretin çok yoğun olmaması
özellikle güney ve kuzey İtalya arasında
kültürel farklılıklara neden olurken bu
ayrımı mutfak alışkanlıklarında da
görmek mümkün oluyor.
Örneğin zeytin ağaçlarının yetişmesi için
uygun bir iklimi bulunmayan ülkenin
kuzeyinde İtalyanların mutfağında
tereyağı kullanımı ağırlık kazanmışken,
güneye doğru indiğimizde İtalyan
mutfağının önemli bir sihir kaynağı olarak
görülen zeytinyağının yoğun olarak
kullanılması söz konusu oluyor.
Makarna tüketiminde de bu coğrafi fark
gözlemlenebiliyor. Ravioli ve Tortellini
gibi ekstra malzeme ile hazırlanan
makarna cinsleri kuzeyde , durum
buğdayından yapılan ve güneşte
58
kurutularak elde edilen spagettinin
güneyde pişirildiğini söyleyebiliriz.
İtalyan mutfağının en ünlü parçası “Pizza”
Napoli kökenlidir. Başlangıçta çok basit bir
şekilde yapılan pizza, ince bir hamurun
üzerine sadece domates ve çeşitli otlar
pişirilerek hazırlanırmış.
Daha sonra devreye meşhur Mozarella
peyniri girmiş ve gitgide malzemeler daha
da zenginleşmiştir.
Domates, Güney İtalya’da çok kullanılan
bir sebzedir. Kurutulmuş domates, İtalyan
mutfağında sıkça kullanılır. İtalyanlar,
makarna soslarına, salatalara ve iştah
açıcılara kurutulmuş domates ile ekstra
lezzet katarlar.
Makarna konusunda zenginliği tartışılmaz
İtalya mutfağında kaç çeşit makarna
olduğunu maalesef ben tam olarak
bulamadım.
Birbirinden farklı model ve isimleri ile her
biri, bu zengin kültür içerisinde ayrı bir
değere sahiptir. Bilinen en ünlü çeşitlere
bakarsak, Farfalle (kelebek), genellikle et
soslu şekilde pişirilir, Fusilli (burgu)
genellikle salatalarda kullanılır, Grano
(arpa şehriye) genellikle çorbalarda
kullanılır, Ravioli (mantı), sebze, yumuşak
peynir,et veya balık ile doldurulmuş
şekildedir
59
.Bunların dışında Spagetti, Tagliatelle,
Tortellini de en ünlü makarna
çeşitlerindendir.
İtalyanların kahveleri de dünyaya nam
salmaktan geri kalmamış. Espresso,
cappucino bilinen en meşhurları.
Kahvelerin çeşitlerine şöyle bir bakalım...
Espresso, tadı kuvvetli, İtalyanlar’ın en
klasik kahvesi;
Doppio, en basit ifade ile duble espresso;
Ristretto, daha az su ile pişirildiği için
klasik espressodan daha konsantre bir tadı
olan kahve çeşidi;
Caffe Americano, ristrettodan farklı
olarak daha bol su ile pişirilen kahve;
Macchiato, espressonun üzerine bir miktar
sütün ilave edildiği kahve;
Cappucino, eşit miktarda süt, espresso ve
kaymaklaşmış süt(krema) ile hazırlanan
kahve;
Caffe’ Latte, İtalya’da genellikle
kahvaltıda tüketilen ve cappucinoya
oranla daha çok süt ile ancak daha az
krema kullanılarak pişirilen kahve çeşidi.
Kahvesi, pizzası, makarnası, bruschettası,
tiramisu tatlısı ile bir fenomen olan İtalyan
mutfağını konu ettik bu ay ... Peki bu eşsiz
lezzetleri tadına vararak yemek için illaki
İtalya’ya mı gitmek lazım? İşte benden son
söz.. Bir kaç İtalyan mutfağı önerisi …
Trattoria da Rosario
www.rosarioistanbul.com
Giovanni Restaurant
www.giovanni.com.tr
Mezzaluna www.mezzaluna.com.tr
Meditrina www.ristorantemeditrina.com
Afiyetle,
60
Bu ay 8 Mart’ta Kadınlar gününü kutlayacağımız için bu bölümümüzde kadınlara
yönelik projelere yer vermek istedik. Toplumda kadının önemi, söz hakkı ve aktifliği her
geçen gün artıyor. Çalışan kadın sayısı geçmişe nazaran arttığı gibi, ev hanımlarının
sayısı da eskisi gibi toplumun geniş bir kısmını kapsıyor.
Teknolojinin gelişmesi ile kadın sadece ev işlerine ve çocuklarına bakan ev hanımı
rolünden sıyrılıp, el emeği ile para kazanan, ev ekonomisine katkıda bulunan kadın
niteliğini üstleniyor.
PASAJ İnternet ile fazla haşır neşir
olanlar bilirler.
Derya Baykal’ın ev
hanımlarının evde yaptıkları
el sanatlarını rahatça satabilmelerini desteklemek amaçlı kurduğu bu site tamamen
internet üzerinden e-ticaret imkanı sağlıyor. Ev hanımları çeşitli el emeklerini bu site
üzerinden satışa sunuyorlar.
Site açıldığından bu yana yapılan işler hem diğer ev hanımlarına örnek oluyor hem de
kadının bir işyerinde çalışmadan da ev ekonomisine katkısı olabileceğini gösteriyor.
Para kazanan kadının kendine güveni ve saygınlığı da artıyor. Ayrıca bu projeler
sayesinde el emeğine, Anadolu kültürüne ait el sanatlarına verilen değer de gün geçtikçe
artıyor. Site üzerinden kendi pasajınızı açıp ürünlerinizi satmak da çok kolay.
Ayrıntılı bilgi için: www.pasaj.com
AJANDA’DAN SOSYAL SORUMLULUK ÖNERİLERİ
Nesobaby www.nesobaby.blogspot.com
61
İPEK OYA
Geçmişten bugüne taşınan bir el sanatı; İğne
Oyası.
Meryem Bıçkıcı’nın öncülüğünde 10 yıldır
faaliyet gösteren Ardıç El Sanatları
Nallıhan Düşler Evi, ev hanımlarına
önce halk evi öğretmenliği eşliğinde iğne
oyası öğretilip daha sonra da yaptıkları el
işlerinden gelir elde etme imkanı veriyor.
Şu anda 168 ev hanımının gelir elde ettiği bu
sistem, hem Anadolu’nun eski bir el işi
sanatını canlı tutmayı sağlıyor, hem de
kadınların evlerinde el işleri ile aile gelirine
katkı sağlıyor. Bu kadınlar Ankara’nın
Nallıhan ilçesinde faaliyetlerini
sürdürüyorlar.
Moda tasarımcılarından ve turizmcilerden
destek bekleyen Nallıhanlı kadınların el
işleri çok şık olup tüm bayanların aksesuar
olarak kullanabilecekleri niteliktedir.
Ayrıntılı bilgi için: www.ipekoya.com
62
SPOR—Konuk Yazar
P ilates beden eğitimi yöntemi, 90
yıldan uzun bir süre önce Joseph
H.Pilates tarafından geliştirilen
ve esneme ile güçlenme egzersizlerinden
oluşan eşsiz bir sistemdir. Bu sistem
kaslarınızı güçlendirir, duruşunuzu
düzeltir, esneklik ve denge sağlar, bedeni
ve zihni birleştirir ve çok daha düzgün
form kazandırır. Pilates sağlıklı bir beden,
sağlıklı bir zihin ve sağlıklı bir yaşam
yaratmak için geliştirilmiştir ve insanlar
da artık bu yöntemin dengeyi amaçlayan
mesajına kulak vermeye hazırdır.
İnsanlar artık 1980’li yılların
egzersizlerinin ne kadar yetersiz olduğunu
anlamaya başlamaktadır. Kendimizi
GÜNÜMÜZÜN POPÜLER SPORU:
PİLATES
Jülide Pınar Erbil
Beden Eğitimi Öğretmeni - Pilates ve Dans Eğitmeni.
63
“emeksiz yemek olmaz” mantığına
inandırmış olabiliriz, ama bu inanç
sonunda çok değerli zamanımızın büyük
bir kısmını spor salonlarında heba
etmemize yol açmıştır.
Pilates ve özellikle de minder egzersizleri
sayesinde spor salonunda veya egzersiz
videosu önünde geçirdiğimiz zaman en
aza indirebilir ve yine de tam bir egzersiz
programı ile elde edilen sonuçlara
ulaşabiliriz. Minder egzersizleri bizleri
fiziksel zindelik sağlamak için gerekli tek
ve en başarılı aracın bedenimiz olduğunu
öğretmektedir.
Eski egzersiz rutinlerimizin başarısız
olmasının bir sebebi daha vardır.
Bu programlar kasları gruplara ayırmakta
ve bedeni bir bütün olarak ele almak
yerine, her bir bölgesini ayrı ayrı
çalıştırmaktadır.
Bugün pek çoğumuzun zayıf bir fiziksel
yapıya sahip olmamızın sebebi, bedenin
belli bölgelerine odaklanarak diğer
bölgeleri göz ardı eden karmaşık ve
verimsiz egzersizlerin yarattığı
dengesizliktir.
Pilates felsefesi, genel bir zindelik
sağlamak için zihin ve bedeni bir arada
çalıştırmaya odaklanmaktadır.
Pilates, kendi egzersiz sistemini 1900’lerin
başlarında Almanya’da geliştirilmiştir.
64
1.Dünya savaşı sırasında toplama kampına
alınan Pilates, buradaki arkadaşlarına
yöntemini öğretmiş ve onların 1918’deki
ölümcül grip salgını sırasında sağlıklarını
korumalarını sağlamıştır. Savaşın sonraki
dönemlerinde bir hastanede yatağa bağlı
hastalara hizmet vermiştir. Onlarla birlikte
çalışırken, yataklara hastaların sorunlu kol
ve bacaklarını destekleyecek yaylar monte
etmiştir. Bir süre sonra Pilates ve
doktorlar, bu hastaların daha hızlı bir
biçimde iyileştiklerini fark etmişlerdir.
Pilates, daha sonra minder egzersizleriyle
bir arada kullanılması için tasarladığı aletli
çalışmaların temelini oluşturmuştur. Bu
yüzden de Pilates ismi sık sık akıllara çağ
dışı görünümlü aletleri getirmektedir,
ancak minder egzersizleri, Joseph
Pilates’in orijinal hareket sisteminin
temelini oluşturmaktadır ve aletlerle
yapılan çalışmalar kadar etkilidir.
Ben uzun yıllardır spor yapıyorum ve
birçok spor merkezinde bütün aletleri
denedim. Yıllarca ağırlıklar ve spor
aletleriyle çalışarak bedenimi geliştirdim
ve mümkün olabildiğince güç
kazandığıma samimiyetle inandım.
Fakat yanılıyordum, tek yaptığım bir dizi
sert ve şişkin kas oluşturmaktı.
Sonra Pilates beden eğitimi yöntemini
keşfettim. Yalnızca birkaç hafta içinde hep
peşinde olduğum içsel gücü hissetmeye
başladım.
Artık çok daha kontrollü ve esnek bir
biçimde hareket edebiliyordum.
Daha dik duruyor ve enerjim her
zamankinden daha yüksekti. Hızla geçen
birkaç aydan sonra şişkin kaslarım
uzamaya başladı ve esnekliğim on kat arttı
artık spor yaparken ve dans ederken keyif
Joseph Pilates
65
alıyordum ve en önemlisi, edindiğim bu
yeni bilgeliğin beni güçlendirdiğini
hissediyordum.
Artık ilgiliydim, kontrollüydüm ve
Pilates’e bağımlı hale gelmiştim.
Bu yöntemi keşfettikten birkaç ay sonra
sertifika derslerine kaydoldum ve o
zamandan bu yana geçen süre içerisinde
Pilates dünyasında hem bir öğrenci hem
de bir öğretmen olarak yer aldım.
Pilates’in güzelliği bir kez felsefesinin
özünü kavradığınızda, hareketleri
istediğiniz biçimde gerçekleştirme
imkanınızın bulunmasıdır.
Her bir egzersiz kendi başına önem taşır
ve bedeninizi esnetmek gün boyunca
doğru bir biçimde hareket etmek için
kullanılabilir, ancak bu sınırları çizilmiş
bir egzersiz programı değildir. Pek çok
insan bu egzersizlerin temelindeki mantığı
kullanarak yeni hareketler
geliştirmektedir.
Örneğin sporcular, Pilates hareketlerini ve
felsefesini kendi alanlarına
uyarlamaktadırlar. Ancak ister sporcu
olun, ister genç ve çevik veya yaşlı ve
hantal Pilates yöntemi bedeninizle
kurduğunuz ilişkiyi ve onu hareket
ettirme biçiminizi değiştirebilir ve
değiştirecektir de.
Her birimizin sahip olduğu kendi
sağlığımızın kontrolünü ele geçirme
yeteneği gerçekten şaşırtıcıdır.
Bir zamanlar hepimiz canlı bir hayal
gücüne sahip birer çocuktuk ve bu güç
hala içimizde yaşamaktadır. Bazen
ihtiyacımız olan tek şey hatırlamaktır. İşte
Pilates de sizlere bunu hatırlatmak için
tasarlanmıştır. Gücünüzü boşa harcamak
yerine, onu kendiniz için kullanmayı ve
ondan faydalanmayı öğreneceksiniz.
Pilates sizlere zihin gücünüzü bedeninizin
hareketleri ile hem etkin hem de son
derece eğlenceli bir biçimde kaynaştırmayı
öğretecek. Tüm bu süreç içersinde nasıl bir
role sahip olduğunuzu kavramanız çok
önemlidir. Her şey size bağlıdır. Ne
ekerseniz, onu biçersiniz. Ne daha azını,
ne daha fazlasını.
Zihninizin gücü ile her şeyi aydınlığa
kavuşturabileceğinizi ve böylece
hedefinizi belirgin bir biçimde görerek ona
ulaşabileceğinizi unutmayın. Pilates
çıktığınız yolculukta size rehber olacaktır,
ancak sonunda her şeyi mümkün kılacak
olan en önemli unsurun kendi azminizin
olduğunu aklınızdan çıkarmayın.
66
B u ülkede sorun kapıyı
gümletmeden, doktora, ya da diş
hekimine gidilmez pek . Oysa
kim ister sorun olsun değil mi… Sorunu
çocuğunuzun adına gelmiş yaldızlı
davetiyeyle karşımızda görmemenin yolu
önlemler almak ise, işte ben de bunları
anlatmak ve/veya hatırlatmak için
buradayım. Emin ellerdesiniz, korkmayın.
Önlemler gözünüzü korkutmasın; çok da
zor değiller. Bir oyun çocuğunun, dağılmış
oyuncaklarını toplamak için harcadığınız
süreleri toplasanız, inanın daha fazla vakit
tutar.
Üstelik o arada ayağınıza bir lego batması,
öten bir plastik ördeği ezmeniz, oyuncak
bir arabaya basıp da kayıp düşme riskiniz,
hatta bir güzel de düşmeniz vs gibi
tehlikeleri de yok bu işin. Ayrıca bu
önlemleri alırken oyuncaklara yapılan
masraftan azı çıkar cebinizden. Haa ama
bunları es geçerseniz de, kapıyı sadece
masraflar değil, diş ağrılarıyla kıvranan
bir çocuk ve işinizden ayıracağınız vakit
de dan dan diye çalar durur.
Kapıları rahat bırakmanın ilk yolu,
yavrumuzun daha ilk süt dişlerinin ağızda
sürmesiyle başlayan diş temizliğine
başlamaktır.
SAĞLIK—DİŞ
Müge Sandıkçıoğlu - Ortodondist www.icimdencaglayanlar.blogspot.com
Çocuklarda İlk Diş Bakımları
Sorunu çocuğunuzun adına gelmiş yaldızlı davetiyeyle karşımızda görmemenin yolu önlemler almak!
67
İlk süt dişleri ortalama olarak 6. aydan
itibaren gün ışığına çıkmaya başlarlar.
Daha erken ya da geç çıktıkları da olur;
dert etmiyoruz.
Yirmi üç (hatta buçuğu da var) yıllık
meslek hayatımda, öğrenciyken ve
asistanken öğrendiğim ilk süt dişi sürme
zamanı gittikçe gecikir oldu. 6 aydan geç
diş çıkaran çocuk sayısı çok arttı. Buna en
baş etken, bebelerimizi, teknolojik ev
aletleriyle donanmış bir mutfaktan çıkan
besinlerle beslemeye başlamamızdır:
Blender marifetiyle biberonlardan
rahatlıkla içilebilir hale getirdiğimiz ve
aslında işimizi de epey kolaylaştıran
besinler…
Hayat tempolarımızın doludizgin koştuğu
çağlardayız ve bebeğimiz bir an önce
beslensin ve büyüsün istiyoruz. Hâlbuki
eskiden kaşık kaşık beslenen, ya da mesela
eline verilen bir bisküviyi, elmayı suyunu
eme eme kemiren bebekler vardı. Bu
sayede uyarılan diş etleri, dişlerin
zamanında sürmesine yardımcı oluyordu.
Ama dedim ya, dert edilecek bir şey değil.
Asıl dert ya da dert demeyelim, iş, sürme
sonrasında başlıyor. Hatta bence çocukları
5 yaşına kadar falan blenderla yaşatalım ki
dişler geç çıksın, başımıza da iş çıkmasın.
Neyse, ben blender teknolojisini bir kenara
bırakıp, profesyonelliğime geri döneyim.
Biberon çürükleri kapının ilk
müdavimleridir ve ciddi bir sorundur.
Bebekler süt, mama ya da meyve sularını
uzun süre biberondan içtiklerinde bu
çürükler peydahlanmaya başlar. O yüzden
içme işlemi bitince biberonu alıyoruz.
Ayrıca yatağa biberonla yatırmıyoruz.
Hatta mümkünse ardından biraz su
içirebiliriz ki ağız bir nebze çalkalanmış
olur.
Bebeğimizi besledikten sonra dişleri de,
diş etlerini de temiz bir bez ile silersek,
bakteri plağı dediğimiz yiyecek artıkları ve
mikroorganizmalardan oluşan beyazımsı
tabakanın oluşmasını önleyebiliriz. Buna
ilaveten günde iki kez su ve yumuşak kıllı
küçük bir diş fırçası ile fırçalamakta fayda
var.
68
Bu işlemleri iki yaşına kadar yaparsak,
hem diş sağlığını korumuş, hem de
çocuğumuzun yemek yemek gibi doğal bir
işleme en başından alışmasını sağlarız.
Daha sonraki yaşlarda kendi de yapabilir,
ama refakat de edilirse daha bir neşeli
olur. Biberon kullanımını da en geç 3
yaşında bıraktırmak gerekir. Yoksa çene
bozukluklarına “buyurun, bu taraftan”
demiş oluruz.
3 yaşından itibaren florürlü diş
macunlarına geçmekte zarar yok.
Şimdilerde artık zaten çocuklara özel diş
macunları da satılıyor. Büyüklerin
kullandıklarında mentol tadının fazla
olması, çocuğun rahatsız hissetmesine
neden olacaktır; dolayısıyla diş
fırçalamaktan kaçınacaktır. Bana en çok
sorulan sorulardan biri, macunun
yutulmasında zarar olup olmadığıdır.
Aslında yutulmasını istemeyiz, ama kendi
çocuklarım da dahil, bunu yapmayan çok
az çocuk gördüm. Ama sonuçta o
macunlar çocuklara özel yapıldığından ve
bu ihtimal göz önünde
bulundurulduğundan bunu da dert
etmeyelim. En güzeli ve en doğrusu,
fırçaya bir bezelye tanesinden de küçük bir
miktarda macun koymaktır. Hem yutacak
malzeme azalır, hem de bol macunun
ağızda oluşturacağı köpük nedeniyle
fırçalama işlemi tam olarak bitmeden ağız
yıkamaya geçilmeyecektir. Köpüklerden
kurtulmayla da, tekrardan dişini
fırçalamaya devam eden yetişkin bulmak
bile zor. Televizyon reklamlarında tüm
fırça yüzeyini kaplayan macun
döşenmesine inanamıyorum! Çünkü asıl
amaç diş sağlığına dikkat çekmek değil,
macun tükettirmek.
Macunun fazlası değildir, çürükten
69
koruyacak olan; fırçalama işleminin
yeterince yapılmasıdır.
Günde en fazla üç, en az iki kez hakkıyla
fırçalama neyimize yetmez ki…
Çocuklarımızı mümkünse 6 ay-1 yaş arası
dönemden itibaren diş hekimine
götürmekte fayda olduğunu da
söylemeliyim. Çocukların 12 yaşına kadar
olan diş sorunlarıyla ilgilenen bilim dalı
“Pedodonti”dir; uzmanına da
“Pedodontist” denir.
Bu uzmanların kontrolünde olursa daha
bir hoş olur derim.
Çocuklarımıza dediklerimizden çok,
yaptıklarımızla örnek olduğumuzu biliriz.
O yüzden diş fırçalama konusu da aynı
örneklemeyi hak ediyor.
Sadece “dişini fırçala”, “o kadar çeşit
çeşit fırça, macun aldım, hâlâ dişlerini
fırçalamıyorsun” diye dikte etmektense,
birlikte fırçalama seansları yapmak çok
mu zor?
Lavaboya kadar yarışarak gitmek, kim
daha uzun fırçaladı yarışması yapmak çok
mu külfetli? Ya da aynı anda
fırçalamanızın mümkün olmadığı
zamanlarda, siz fırçalarken çocuğunuzun
da görmesini sağlamak çok mu bayıcı?
Tek seçenek, tek cevap: HAYIR,
OLMAMALI.
Dişlerini çürüttü diye, fırçalamıyor diye
çocuğunu benim önümde küçük
düşürmekten çekinmeyen bir ebeveynin
önce çocuk büyütmekten bir gram bile
anlamadığına hüküm vermekle kalmayıp,
ayrıca kendi konuşurken bile görünen pis
dişlerinden dem vurmaktan geri
kalmıyorum.
70
Banu Hıdırlar birazsoylebirazboyle.blogspot.com
KİRPİNİN ZARAFETİ İNCELEME
R enee, müzik, felsefe, edebiyat ve
resim meraklısı, Japon sineması
hayranı ve Rus edebiyatını seven
bir kapıcıdır. Tolstoy’dan esinlenerek isim
verdiği kedisi Lev ile yaşamaktadır. Tek
dostu Portekizli temizlikçi Manuela’dır.
Kendisini şu şekilde tanıtır;
“Elli dört yaşındayım. Yirmi yedi yıldan
beri Grenelle Sokağı 7 numaranın
kapıcısıyım. İç avlusu ve bahçesi olan bir
konut bu. Son derece lüks sekiz daireye
bölünmüş, hepsinde oturuluyor, hepsi dev
gibi. Ben dul bir kadınım. Ufak tefek,
çirkin, tombul biriyim. Eğitim görmedim.
Kendimi bildim bileli yoksul, ölçülü ve
önemsiz biri oldum. Kedimle birlikte
yalnız yaşıyorum.
Tembel, kocaman bir erkek kedi.
Birbirimize benziyoruz; ikimiz de kendi
hemcinslerimizin arasına katılmak için
pek bir çaba sarf etmeyiz.
Daima nazik olsam da ender olarak
sevimlilik gösterdiğimden beni sevmezler,
ama yine de bana hoşgörü gösterirler;
çünkü ben toplumsal inancın apartman
kapıcılığına dair bir araya getirdiği
paradigmaya gayet iyi denk düşüyorum:
Ben, yaşamın kolayca çözülebilecek bir
anlamı olduğu şeklindeki büyük evrensel
yanılsamayı döndüren sayısız çarktan
biriyim.”
Apartman sakinlerinin gerçek kişiliğini
anlamaması için çabalayıp, sıradan bir
kapıcı gibi davranır. Hatta kitap okuduğu
zamanlarda bunun farkedilmemesi ve
televizyon izlediğinin düşünülmesi için
“ Yıldızların peşine düşenin sonu, kavanozdaki kırmızı balık olmaktır.”
71
apartman girişine yakın yerde televizyonu
açık bırakır. Onun farklı biri olduğunu
anlayan tek kişi ise Paloma’dır.
“Bayan Michel'de kirpinin zarafeti var;
dışarıdan dikenlerle zırhlı, tam bir kale,
ama bence içinde kirpiler kadar doğrudan
bir rafinelik var. Onlar haksız yere
duyarsız, uyuşuk görülen, şiddetle yalnız
ve korkunç bir şekilde zarif hayvanlar.”
Paloma, yetişkinlerin dünyasını çok erken
çözmüş ve hayata dair beklentisi
kalmamış, on üçüncü yaş gününde intihar
etmeye karar vermiş, hatta bunun için
plan yapmış, zeki bir kız çocuğudur.
Aynı apartmanda olmalarına ve benzer
şeylere ilgi duymalarına rağmen yolları
kesişmeyen ikilinin yollarını kesişmesini
sağlayan kişi ise apartmana yeni taşınan 60
yaşlarındaki Japon beyefendi Kakuro
Ozu’dur. Ozu, hem Renee hem de Paloma
ile arkadaş olur.
Kitabı iki bölüm olarak düşünmek
mümkün. Ozu ile tanışma öncesi bölümde
hem Paloma’nın hem de Renee’nin hayata,
insanlara, sanata ve felsefeye karşı
düşünceleri, bir günlük formatında
anlatılıyor. İkisinin düşünceleri arasındaki
geçişlerde yazı karakteri değişiyor. Bu
bölüm biraz daha sorgulayıcı ve düşünce
ağırlıklı. Bu nedenle daha fazla dikkat
gerektiriyor ve dolayısıyla yavaş ilerliyor.
Ozu ile tanışma sonrası ise daha çok
roman tadı veren bir bölüm ve daha
keyifli. Ancak finali beni az da olsa hayal
kırıklığına uğrattı. Bu kadar keyifli bir
kitabın böyle “ters köşe” bir finale ihtiyacı
yoktu bence.
Kirpinin Zarafeti, felsefe, sanat ve hayatın
anlamına kafa yoran herkesi içine çekecek
bir kitap. Ancak felsefeden uzak
duruyorsanız bu kitabı okumadan önce iki
kez düşünmeniz gerekir.Keyifli okumalar.
72
www.incikolye.com.tr
Merhaba,
Hediyem elime ulaştı. Çok ince çok zarif
bir hediye. Bir de hediye paketi yapılmış,o
kadar mutlu oldum ki anlatamam.
Açıkçası çekilişe katılırken ümitli
değildim, şanssızımdır. Benim gibi blogger
bir arkadaşım Zeynep haber verdi
kazandığımı. Hemen baktım ve katılım
ismimi görünce sonuçlarda yeni bir
oyuncak alınmış çocuk gibi sevindim:)
Sevgililer gününde mükemmel ve aldığım
tek hediye oldu. Henüz kullanmadım,
kıyamadım. Mart sonu doğum günüm, o
gün özel olduğu için özel olan bu kolyeyi
takacağım. Tekrar çok teşekkür ediyorum
emeği geçen ve kampanyanın olmasını
sağlayan herkese..
En içten Sevgilerimle
Nihan Keçeci Tali
http://cilgineltiler.blogspot.com/
Merhaba,
Hediyenizi geldiği gün kullanmaya
başladım çok şık. Bu tarz bir kolyemi
düşürmüştüm ama gümüş değildi çok
üzülmüştüm bu hediye çok güzel oldu ve
ayrıca paketi ve kutusu da çok şıktı.
Tekrardan teşekkürler
Arzu Dumanoğlu
OKUYUCU KÖŞESİ
Geçen Sayıda Yaptığımız Çekilişle “Swarovski Taşlı İnci Gümüş Kolye” Kazanan
Okuyucularımızdan Gelen Mesajlar
73
Merhaba,
Hediyeyi aldım ve çok çok çok sevindim:)
Dergiyi zaten sürekli takip ediyorum ve
çok beğeniyorum., üstelik de dolu dolu
buluyorum. Hediye çekilişini okuyunca
önce tereddüt ettim. Sonra yazınızda
"bana çıkmaz demeyin" şeklinde bir ibare
vardı ve de evet dedim. bu sefer
demeyeceğim:) Ama içten içe o kadar
inandırmıştım ki kendimi bana çıkmaz
diye çekilişin olduğu günü bile
unutmuştum açıkçası. Sizden maille
aklıma geldi ama önce açmadım. Sonra
akşamüstü açtım altta liste vardı. listeyi
okudum, maili kapattım tam yerimden
kalkacağım birden sanki kafamda bir
şimşek çaktı. Listenin en son isminde
"Tümay Öztürk" yazıyordu:) dedim başka
bir Tümay daha mı var:) O derece yani:)
neyse çok uzattım bu şekilde katıldım ve
kazandım. Çok mutlu oldum. Hediyemi
ben kullanacağım. Çok zarif ve şık
buldum açıkçası kolyeyi. Aslında daha
basit bir şey bekliyordum fakat görünce
çok beğendim. Paketi ile sunumu ile tam
da 14 şubatta elime geçen bu hediye için
tekrar sizlere tüm ekibinize çok teşekkür
ederim.
Yani aslında uzun lafın kısası insan hiçbir
zaman hiçbir konuda büyük ya da küçük,
önemli ya da önemsiz hiç bir konuda
umutsuz ve karamsar düşünmemeli.
Pozitif ve iyi düşünmek her zaman insanı
mutlu eder...
Tümay Öztürk
www.tumayinmutfagi.blogspot.com
Merhaba sevgili ajanda okuyucuları ben
geçen ay hediye çekilişinde kazanan 5
şanslı kişiden biri 'Hayat Kafe'
Nette gezinirken Ajanda Dergisi'nin
yapmış olduğu çekilişle karşılaştım.
Birkaç gün sonra siteye baktığımda
talihlilerin arasında ismimi gördüm. Ne
kadar şaşırdığımı ve sevindiğimi tahmin
edersiniz...Aileme kazandığımı haber
verince onlar da şaşırdılar. Hatta benimle
dalga geçtiler ve gülerek 'sana sahte inci
gönderirler' dediler.İki gün sonra bana
kargo geldiğini söylediler. Birde baktık ki
güzel bir hediye paketi içerisinde bir
istiridye ve gümüş çok kibar bir kolye
çıktı. Gerçekten çok mutlu oldum.
Bizimkiler istiridyeden inci çıkınca gerçek
olduğunu anladılar tabi :)
Ajanda Dergisi'ne bu dürüstlükleri için ve
gönderdikleri bu şık hediye için çok
teşekkür ediyorum. Bol okuyucuları
olması dileklerimle..
http://kafehayat.blogspot.com/
74
Konuk Yazar: BİR DOLAP KİTAP
www.birdolapkitap.com
Merhaba,
Sizinle bir sevincimizi paylaşmak
istiyoruz: Geçtiğimiz 14 Ocak’ta, Bir Dolap
Kitap birinci yaşını doldurdu. Bu bir yılda
bizim dolabın raflarında yüzlerce çocuk
kitabı yer buldu. Beş adet e-kitap
yayınladık. Kocaman bir kitap çekilişi
düzenledik ve okurlarımıza 258 kitap
armağan ettik. Birisi çekiliş günü
izlenimleri, ikisi kitap tanıtımı içeren üç
video sunduk. En büyük kazancımız ise
kurduğumuz dostluklar oldu.
Başından beridir Bir Dolap Kitap’a en çok
sorulan sorulardan biri e-kitaplar
hakkında: Acaba çocuğuma e-kitap
okutmalı mıyım? Acaba e-kitaplar
çocuklarımızın bilgisayar bağımlısı
olmasını kolaylaştırır mı? Doğrusu bunlar
“uzman” sorusu.
Bizim görüşümüze göre, eğer çocuklar
bilgisayar, iPad vs gibi araçların başında
zaman geçireceklerse, bu zamanı nitelikli
geçirmeleri için e-kitaplar biçilmiş
kaftandır.
Peki, e-kitaplar matbu kitapların yerini
alacak mı?
Matbu kitapla e-kitap birbirine elma ve
armut kadar benzer. Evet, ikisi de kitaptır
fakat farklı olanakları vardır. Ne matbu
kitap e-kitabın yerini tutabilir, ne de e-
kitap matbu kitabın. Öte yandan ikisi de
birbirini gayet güzel biçimde destekler ve
çocukların okuma alışkanlığı
kazanmasına, okumayı sevmesine katkıda
bulunur.
Aslında en iyisi örnekleri inceleyip kendi
kararınızı vermeniz. Matbu kitapları zaten
biliyorsunuz. En iyisi biz size çocuklar için
hazırlanmış iki elektronik kitaptan söz
edelim. Bunların ilki Banu Aksoy’un yazıp
çizdiği “Günaydın!” adlı e-kitap. Bir
öyküden çok, uzun ve serbest biçimli bir
çocuk şiiri diyebiliriz. Görmek için lütfen
bu linki tıklayın.
Diğeri üç kadın blog yazarının bir araya
gelerek ortaya çıkardığı “Bir Kar Masalı”
adlı e-kitap. “Bir Kar Masalı” aynı
zamanda çocuklar için hazırlanmış ilk
Türkçe kurgulu ve ücretsiz iPad
Çocuklara Kitap Önerileri
75
uygulaması. “Bir Kar Masalı” hakkında daha fazla bilgiyi bu
linkteki yazımızda bulabilirsiniz.
NEYSE Kİ, NE YAZIK Kİ Yazan ve Resimleyen: Michael Foreman; Çeviren: Aslı Motchane; Yaş grubu: 4+; Kır Çiçeği Yayınları; 2010; 26 sayfa; sert kapak; ISBN: 978-9944-701-21-1 “Neyse ki, Ne Yazık ki”, Milo’nun başına gelen bir olumlu, bir olumsuz olay örgüsüyle son derece hareketli bir kitap. Milo, evden anneannesine kadar giderken bir balinayla, korsanlarla, dinozorlarla, minicik ve kocaman uzaylılarla karşılaşıyor. Tam kitabın bittiğini zannettiğimizdeyse ne yazık ki… Okul öncesi miniklere olaylara başka açılardan da bakabileceğimizi gösteren eğlenceli bir kitap… Bir Dolap Kitap’taki yazı için lütfen tıklayın.
SİHİRLİ DİZİ Yazan: Fatih Erdoğan; Resimleyen:Huban Korman; Yaş grubu:7 +, Mavibulut Yayınları, 2010; 11 cilt; E-kitabı var Çocuk edebiyatımızın önde gelen ismi Fatih Erdoğan’ın kaleminden çıkma bu dizi, artık okuyup yazabilen minikler için çok uygun. Çocuğunuzun okuma hevesinin bilenmesini, kitap okumayı sevmesini istiyorsanız, Sihirli Dizi’nin kitaplarını gönül rahatlığıyla çocuğunuza verebilirsiniz. Üstelik Mavibulut Yayınları Sihirli Dizi’yi elektronik kitap olarak da sunuyor. Şu linke bir göz atmanızı öneririz.
TÜRKİYE’NİN AĞAÇLARI Yazan: Gülnar Onay; Resimleyen: Tim Davis; Yaş grubu: 8+; Mandolin Yayınları; 2010; 96 sayfa; karton kapak; ISBN: 978-975-10-2987-4 Çocuklarınızın doğayı sevmesini, ağaçları adlarıyla bilmesini istemez misiniz? Mandolin Yayınları tarafından yayımlanan “Türkiye’nin Ağaçları” keyifli anlatımı ve belgesel niteliğindeki enfes resimleri sayesinde, çocukların yakın çevrelerinde bulunan ağaçları tanımasını sağlıyor.
76
ÖNEMLİ GÜN VE HAFTALAR
Mart ayının ilk haftası Girişimcilik Haftası
1 - 7 Mart Deprem Haftası
Mart ayının ilk haftası Yeşilay Haftası
15 - 21 Mart Tüketiciyi Koruma Haftası
8 Mart Dünya Kadınlar Günü
8 - 14 Mart Bilim ve Teknoloji Haftası
12 Mart İstiklâl Marşı'nın Kabulü ve Mehmet Akif ERSOY'u
Anma Günü
14 Mart Tıp Bayramı
16 Mart Öğretmen Okullarının Kuruluş Yıl Dönümü
18 Mart Çanakkale Zaferi
18 Mart Şehitler Günü
18 - 24 Mart Yaşlılara Saygı Haftası
21 Mart Nevruz gününü içine alan hafta
Türk Dünyası ve Toplulukları Haftası
21 Mart Uluslararası Irk Ayırımı İle Mücadele Günü
21 - 26 Mart Orman Haftası
22 Mart Dünya Su Günü
23 Mart Dünya Meteoroloji Günü
27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü
Mart ayının son pazartesi günü Kütüphaneler Haftası
Son Hafta Vergi Haftası
77
Ayaklarının Altındaki Toprak
Salman Rushide
Salman Rushdie, bugüne kadar pek çok ödüle layık görülen, ülkesinin gerçeğinden beslenerek evrensele açılan çağdaş edebiyatın en önemli temsilcilerinden biri. Hindistan'da bir çocukluk tutkusu olarak başlayan, New York'a uzanan, dünyanın birçok şehrinde süregelen bir aşk hikâyesi; müzik şölenleriyle renklenen masalsı yaşamların perde arkasındaki acılar, kinler, öfkeler ve öksüzlükler. Tıpkı yaşamlarına anlam katan Rock müziği gibi aşklarını da efsaneleştiren dünyalar güzeli bir kadın ile ona olan tutkusundan vazgeçmeyen olağanüstü bir erkeğin romanı... Ormus, büyük bir müzik yeteneğidir ve sevgisini Ayaklarının Altındaki Toprak (olmak istiyorum) şarkısıyla dile getirecek kadar âşıktır Vina'ya. Vina da dünyadaki bütün dinleyici kitlelerinin taptığı, olağanüstü güzel sesli bir şarkıcıdır. Rock dünyasının gözdesi olan bu çiftin büyük aşkını bize aktaran Rai adlı fotoğrafçı ise, aynı zamanda Vina'ya âşık olan ikinci erkek olarak romandaki sacayağını tamamlar.
RAFLARDA
Petersburg Hikayeleri
Nikolay Gogol
19. yüzyıl Rusya'sını anlatan bu öykülerde Petersburg'un ünlü
sokaklarını arşınlarken sıradan Rus memurların evlerine, soyluların akşam davetlerine konuk oluyor; bir ressamın ve bir delinin zihninin sınırlarına çarpıyor; kopmuş bir burnun peşinde gerçeküstücülüğün izinde bir yolculuğa çıkıyoruz. Gogol'ün ironisiyle, insanın kimlik arayışını bir hiçlik mertebesine yükselttiği en ünlü öykülerinden; "Nevski Bulvarı", "Burun", "Portre", "Palto", "Fayton" ve "Bir Delinin Hatıra Defteri"nin yer aldığı Petersburg Öyküleri, klasik olmanın hakkını veren, defalarca okunabilecek bir eser... Gogol'ün "Palto"su, yaşamın belirsiz örüntüsü içinde kara delikler açan, grotesk ve korkunç bir kâbustur. Yüzeysel okur bu hikâyede, maskaranın tekiyle ağır şekilde dalga geçildiğini düşünecektir; ağırbaşlı okurlarsa, Gogol'ün esas niyetinin, Rus bürokrasisinin dehşet vericiliğini ifşa etmek olduğuna kesin gözüyle bakacaklardır. Ama ne doyasıya gülmek isteyenler ne de "insanı düşünmeye zorlayan" kitaplara içi gidenler anlayacaktır, "Palto"nun mevzusunu. Yaratıcı okur beri gelsin; bu hikâye onun içindir.
78
Kapan Harlen Coben O kırmızı kapıyı açmanın hayatımı değiştireceğini biliyordum. On yedi yaşında, ailesinin
gurur kaynağı olan genç bir kız ortadan kaybolmuştur ve üzerinden aylar geçmesine rağmen bulunamamıştır. Yaptığı televizyon programlarıyla tacizcileri deşifre edip canlı yayında alenen teşhir eden bir muhabir, bu talihsiz kayıp olayının üzerine gitmek ister ve kızın başına gelenlerden, sorunlu gençlere arkadaşlık eden bir toplum görevlisinin sorumlu olduğunu düşünür. Ancak bu adamın hikâyesi kısa bir süre içerisinde hayal edilemeyecek kadar karmaşık bir hâl alır ve olaylar içinden çıkılamayacak boyutlara ulaşır.
Tanrı Nasıl İsterse Niccoro Ammaniti
Genç kuşak İtalyan edebiyatının en parlak kalemlerinden biri olan Ammaniti, bu kez
kaybedenlerin İtalyası'ndan, dışlanmış insanların karanlık dünyasından sesleniyor okura. Yazar, zaafları ve tutkularıyla sıradan bir yeniyetme olan Cristiano ile faşist eğilimleri ve alkole düşkünlüğüyle diğer babalara pek benzemeyen Rino Zena'nın, şiddet ve sevgiyle beslenen ilişkileri ekseninde, sefil insanların karanlık ve vahşi dünyasına eşine az rastlanır bir hümanizmle yaklaşıyor. Soluk soluğa okuyacağınız kitabın son sayfasına geldiğinizde, ahmakları ve düşkünleri artık daha çok sevdiğinizi fark edecek, edebiyatın gücüne inanacaksınız.
Kanlı Pazar Osman Aysu Londra'da bir pulcu dükkânı... Dükkân sahibinin yıllardır sakladığı bir paket... Dünyanın dört bir yanından gelerek pakete ulaşmak için birbirleriyle yarışa giren profesyonel tetikçiler... Şehirde staj yapmak için bulunan pul meraklısı Bora Akel, hayatının tehlikeye gireceğini bilseydi
o pulcu dükkânına asla gitmezdi. Hiç tanımadığı bir İngiliz'in son isteğini yerine getirmeyi kabul edince birdenbire kendini art arda işlenen cinayetlerin tam ortasında buldu. Başladığı işi bitirmek zorunda olan Bora, bu kanlı insan avından nasıl sağ çıkacaktı? Türk polisiyesinin usta kalemi Osman Aysu'dan nefes kesen bir cinayet romanı...
79
BU AY VİZYONDA
The Adjustment Bureau – Kader Ajanları Gösterim tarihi : 4 Mart 2011
Yönetmen: George Nolfi
Oyuncular: Matt Damon, Emily Blunt, Terence Stamp, Daniel Dae Kim
Politikacı ve balerin arasındaki aşk hikayesinde gizemli olaylar
gerçekleştir. İkisinin bir araya gelmesini istemeyen gizemli güçler
onları ayırmak için her şeyi yapacaklardır. Acaba başarılı olabilecekler
midir?
72. Koğuş Gösterim tarihi : 4 Mart 2011
Yönetmen: Murat Saraçoğlu
Oyuncular: Hülya Avşar, Yavuz Bingöl, Bülent Şakrak, Songül Öden
Orhan Kemal'in başyapıtı '72. Koğuş' insan haysiyetinin düşebileceği
en dipsiz kuyunun hikayesini anlatıyor. 1940'lı yıllarda, II. Dünya
Savaşı'nın etkisindeki Türkiye'nin kıtlık yıllarında cezaevinin 72
no’lu koğuşunda çeşitli suçlardan yatan insanların acılarını, insanlığa
özlemini, hayata dair düşlerini, onurunu, aşklarını ve kavgalarını
anlatan film, kaybedilen değerleri vurguluyor.
Hall Pass Gösterim tarihi : 18 Mart 2011
Yönetmen: Bobby Farrelly, Peter Farrelly
Oyuncular: Owen Wilson, Alexandra Daddario, Christina Applegate,
Alyssa Milano, Jenna Fischer
Evli bir adama eşi tarafından başka birisi ile ilişkiye girme fırsatı
verilir... Fakat her iki eş de evlilik dışı faaliyetlere başlayınca işler
karışır ve kontrolden çıkar...
80
Battle : Los Angeles Gösterim tarihi : 18 Mart 2011
Yapım : 2011, ABD
Yönetmen: Jonathan Liebesman
Oyuncular: Michelle Rodriguez, Aaron Eckhart, Lucas Till, Bridget
Moynahan, Micheal Pena
Bilimkurgu severlerin merakla bekledikleri filmde, Los Angeles’da
yaşanan bir uzaylı istilasına karşı duran deniz birliklerinin hikayesi anlatılıyor.
Bir Avuç Deniz Gösterim tarihi : 11 Mart 2011
Yapım : 2011, Türkiye
Yönetmen: Leyla Yılmaz
Oyuncular: Engin Altan Düzyatan, Berrak Tüzünataç, Ayda Aksel, Can
Gürzap, Tuğrul Tülek
Bir Avuç Deniz, Deniz isimli bir kızın; Deniz’e aşık Mert’in; Mert’e aşık
Deniz ve Dilek’in; belki de hepsinden önemlisi, oğlu Mert’e aşık Rana
Hanım’ın hikayesi.
Limitless Gösterim tarihi : 18 Mart 2011
Yapım : 2011, ABD , Meksika
Yönetmen: Neil Burger
Oyuncular: Robert De Niro, Bradley Cooper, Abbie Cornish, Anna
Friel
Filmin Konusu :
Ya bir hap sizi daha zengin ve daha güçlü kılabilseydi? Eddie (Bradley Cooper) perişan
halde yaşayan New York lu bir yazardır. Ancak günün birinde beyninin tüm kapasitesini
kullanabileceği bir ilaçla tanışır. Bu sayede paraya, akla, çekiciliğe sahip olur. Fakat Eddie
kısa bir süre sonra sonsuz güce bedelsiz sahip olunamayacağını anlar.
81
Just Go With It Gösterim tarihi : 25 Mart 2011
Yönetmen: Dennis Dugan
Oyuncular: Adam Sandler, Nicole Kidman, Jennifer Anniston, Jessica
Andres, Bailee Madison
Bir plastik cerrrahi uzmanı olan Danny McGabe, kadınları tavlamak
için sıradışı bir yöntem kullanmaktadır: Evlilik. Bekar olan Danny evli
ama mutsuz olduğu yalanı ile tek gecelik bir çok ilişki yaşamıştır. Evlilik onun emniyet
kemeridir. Ta ki hayatının aşkı Palmer ile karşılaşana dek...
Four Lions Gösterim tarihi : 25 Mart 2011
Yapım : 2010, İngiltere
Yönetmen: Christopher Morris
Oyuncular: Benedict Cumberbatch, Preeya Kalidas, Arsher Ali, Craig
Parkinson, Darren Boyd
Hepsi kendi çapında orjinal ve birbiriyle alakasız dört arkadaşın
İngiltere'de kalkıştıkları cihad mücadelesi sırasında gerçekleşen
trajikomik durumlarını anlatan film Christopher Morris'in ilk uzun
metrajlı film olmasıyla beraber Sundance Film Festivalinde Jüri Özel Ödülünü
kazanmıştır.
Drive Angry Gösterim tarihi : 25 Mart 2011
Yapım : 2011, ABD
Yönetmen: Patrick Lussier
Oyuncular: Nicolas Cage, Amber Heard, William Fichtner, Billy
Burke, David Morse
Kızı öldürülen babanın intikam hikayesini anlatan filmi, Nicolas Cage
hayranları merakla bekliyor.
82
Neobaby
www.nesobaby.blogspot.com
O çok yetenekli, yaratıcı, hem hayat dolu,
sıcakkanlı, hem sempatik hem de prensine
aşık, o çapkın kedi Miso’nun annesi, bir
hayvansever, Moskova’da yaşayan bir
Türk, blog dünyasının tatlı yüzü, ailesinin
Noni’si…
Bu ayın blogu benim de yakından keyifle
takip ettiğim Noni.
Kendisiyle tatlı tatlı röportaj yapıp merak
ettiklerimizi sorduk.
Buyrun siz de bize katılın.
AYIN BLOGU
Moskova’da yaşayan bir Türk, blog dünyasının tatlı
yüzü, ailesinin Noni’si… www.nonim.blogspot.com
83
Noni’ciğim merhaba!
Merhaba Nesobaby’ciğim, öncelikle ayın
blogu olarak beni seçtiğiniz için teşekkür
ediyorum.
Biz de sana çok teşekkür ederiz. Yoğun
temponda bize vakit ayırdın. Çok merak
ettiğim ama nedense şimdiye kadar
sormadığım bir soru soracağım sana:
Neden Noni? Noni ismi nereden geliyor?
Noni aslında küçükken ablamla kendi
aramızda uydurduğumuz “canım”,
“tatlım” yerine kullandığımız bir
kelimeydi. Ama zamanla Noni benim
lakabım oldu. Şimdi yeğenlerim bile bana
teyze yerine Noni’ciğim diyor.
Peki Noni blog dünyasına nasıl bulaştı?
Blog yazmaya Amerika’da yaşayan ablam
(decaf latte) için başladım diyebilirim.
Onun bir blogu vardı ve kendi blogumu
açmam için beni de teşvik etti. Böylelikle
2006 yılında Noni doğdu. Bu anlamda
blogun, aramızdaki hasreti dindiren
önemli bir iletişim aracı olduğunu
söyleyebilirim. Başlangıçta sadece ablam
için açtığım blogum zaman içinde benim
de büyük keyif aldığım bir hobiye dönüştü.
O zaman ablanın Amerika’ya gitmesi biz
Noni severlere yaramış desene.
Ben sebebini bilsem de senden de
duymak isterim, insanlar seni neden bu
kadar çok seviyorlar? Blog dünyasında
sevilen bir blogçu olmanın sırları neler?
Sevilen bir blogger olmak gerçekten gurur
verici ama bunun bir sırrı var mı inan ben
de bilmiyorum. Yaklaşık 5 yıldır blog
tutuyorum ve yaptığım tek şey kendim
olmak. Sanırım beni okuyan kişiler de bu
samimiyeti hissediyorlar.
Evet gerçekten de samimiyetle
yazıyorsun.
Özel hayatında da bu kadar tatlı mısın?
Tabii bu soruyu meşhur “prensine”
sormak lazım. Hayatta “Tatlı Noni”yi
“Cadı Noni” yapan şeyler neler?
Ben bu soruyu senin yerine prense sordum;
“Çok tatlı çoook”diyor. Aksi düşünülemez
zaten yoksa o tatlı şirine anında bir
Gargamele dönüşebilir. Her kadının içinde
bir cadının gizli olduğuna inanıyorum,
benim cadımı ortaya çıkartan şey ise
haksızlıklardır.
Takipçilerin daha iyi bilirler blogunun
yanında bir de el becerilerini gösterip
bizleri hamarat ev hanımlığına özendiren
kendimizi yeteneksiz hissettiren bir
blogun daha var.
84
“Noni ve Hobileri” Bir blogun nesi var
iki blogun sesi var mı dedin?
Blogum Noni; gittiğim bir müze,
beğendiğim bir café, aldığım bir ürün,
okuduğum bir kitap, izlediğim bir film,
gezdiğim yerler, kedim Miso gibi bağımsız
konulardan oluşuyor. Aslında hepsinin
birleştiği tek bir nokta var; o da benim
hayatıma dair olmaları… Yaptığım cam
yüzükler, fimo hamurlar ve diğer el
becerilerimi ise tek bir çatı altında
toplamak istedim. Böylelikle ikinci blogum
Noni & Hobileri ortaya çıktı.
Senin kadar sıcak kanlı bir insanın
Moskova gibi soğuk bir şehirde ne işi var
Noni?
Aslında Moskova’ya yabancı sayılmam.
Buraya çok eskiden babamın işi nedeniyle
gelmiştim, şimdi babamın yerini prens aldı.
Moskova aslında çok güzel bir şehir tabii
kışın eksi 20’lere varan soğuğunu, yazın
yarı çıplak gezinen yavruşkalarını
saymazsak.
Sabah kalkıyorsun ve günün geri kalanı
nasıl geçiyor? İstanbul’daki hayatından
sonra alışman kolay oldu mu?
İstanbul’da yoğun bir iş hayatım vardı ama
insanın değişen her koşula kendini adapte
etmesi gerekiyor, yaşam bunu gerektiyor.
Şimdi tüm enerjimi kendimi kişisel olarak
geliştirmeye ve yaşadığım şehri yakından
tanımaya harcıyorum. Hafta içi zamanımın
çoğunu özel Rusça derslerim, International
Women’s Club’ın düzenlediği etkinlikler,
Moskovalı Türk Kadınlar
Organizasyonu’nun gezileri alıyor.
Moskova’ya gittiğinden beri bloguna
daha çok vakit ayırabiliyorsun. Ev
hanımlığı sana yaradı diyebilir miyiz?
Yeni bir şehirde yaşamanın verdiği
heyecanla burada bloguma daha çok
zaman ayırır oldum çünkü Moskova
sadece Kızıl Meydan’dan ibaret olmayan
inanılmaz renkli ve bir o kadar keyifli bir
85
şehir. Özellikle sanata düşkün olanlar için
bir cennet. Ben de bu şehri blogumda
elimden geldiğince tanıtmaya ve
yaşadıklarımı paylaşmaya çalışıyorum.
Peki çalışma hayatını özledin mi?
İtiraf etmeliyim ki çalışma hayatını hiç
özlemedim çünkü oldukça stresli bir işim
vardı ve bu işin beni ne denli gerdiğini
ancak bu çemberin dışına çıktığım zaman
görebildim.
86
Ev işleri ile aran nasıl? En çok hangi
yemeğini beğenir prensin?
Ev işleri ile aram ne yazık ki yok, ev işlerini
sevdiğini iddia eden bir hanım varsa da
hayatta inanmam. Prensime şimdi en çok
hangi yemeğimi seviyorsun diye sordum,
“hmmm mmm” etti ama net bir cevap
veremedi, bunu iyi bir cevap olarak kabul
etmeli miyim bilemedim.
Cevap hakkında yorum yapamayacağım
ama bu cevaptan sonra prensin aç
kalacağı kesin.
Peki ya meşhur çapkın kedin Miso? O
memnun mu halinden?
İstanbul’da yaşadığım dönemde yoğun bir
çalışma tempom olduğu için Miso ve diğer
kedilerime yeterince vakit ayıramıyordum.
Ama şu anda Miso çok mutlu çünkü onu
evde her an şımartacak, istediği zaman top
atma oyununu oynayacak, sırtını kaşıyacak
birisi var.
Miso şanslı kedi desene.
Biraz da hobilerinden bahsedelim. Neler
yapıyorsun anlatabilir misin? Nasıl
başladın ve daha önemlisi Moskova’da
kendine uygun malzeme bulabiliyor
musun?
Büyük şehrin stresinden biraz olsun
arınmak için bir yıl boyunca seramik
dersleri aldım.
Daha sonra seramikler yerini oyun
hamurlarına bıraktı. Blogumu takip
edenler biliyordur, her ay düzenlediğim
süpriz hamur çekilişim oluyor.
Kendi yarattığım bir karakterim var, adı
Pissi. Oldukça haylaz, yaramaz bir pisicik.
Yaptığım sürpriz hamurlar genelde onun
maceralarından oluşuyor.
Bunun dışında cam yüzükler ve fimodan
takılar da yapıyorum.
Moskova hobi konusunda ne yazık ki
İstanbul kadar zengin değil, Afgan Pazarı
dışında malzeme satan yerler fazla
bulunmuyor, burada bulamadığım
malzemeleri Türkiye’den ve Amerika’dan
getirtiyorum.
87
Pissi çok tatlı bir karakter, bizim
buzdolabında da Pissi Wc’de oturuyor.
Bir de senin gibi Boğa burcu kadını
sevgili annenin de blogu var. Blog
hastalığına senden mi bulaştı?
Çok eğlenceli ve hayat dolu bir annem var,
onun kızı olduğum için gerçekten çok
şanslıyım. Onun yaydığı bu pozitif
enerjinin sadece çekirdek ailemizle sınırlı
kalmasını istemedik, bir blog açması
konusunda kendisine uzun süre baskı
yaptık, o da bu baskılara daha fazla
dayanamadı ve geçen sene “Çılgın
Mevdoş”u açtı. Şimdi ona nasılsın diye
sorduğumda bloguma yazdım okumadın
mı diyor.
Çok tatlısınız! Anneciğine buradan
sevgiler gönderelim.
Memlekete özlem çok. Dönüş ne zaman?
Bundan sonraki planların ve hayallerin
neler?
Ahhh özlem olmaz mı, memleketim gibisi
yok!
Dönüş iki buçuk sene sonra, tabii gelişen
şartlar ne gösterir bilinmez, hayat
sürprizlerle dolu! Kısa vadeli planım bir
bebek sahibi olmak!
Uzun vadeli planım ise Türkiye’ye
döndüğümüzde Moskova’da çektiğim
fotoğraflardan oluşan bir sergi açmak,
umarım her iki planımı da hayata
geçirebilirim.
Umarım hayallerin gerçek olur
Noni’ciğim biz de blogundan bu güzel
gelişmeleri takip ederiz. Bu keyifli sohbet
için Ajanda Ekibi olarak sana çok
teşekkür ederiz. Seni keyifle izlemeye
devam edeceğiz.
Nesobaby’ciğim, ben de bu keyifli röportaj
için sana ve dergine çok teşekkür ederim.
88
Ücretsiz Abonelik İçin www.ajandadergi.blogspot.com İletişim: [email protected]