60
Yıl:8 / Sayı:26/ Aralık 2017 Balıkesir Tabip Odası'nın ücretsiz yayınıdır. Akslepion / Bergama

Akslepion / Bergama sayı.pdf · Her geçen gün yazı yazmak, görüş açıklamak zorlaşıyor ülkemizde. İçimiz acıyor, mesleki ve sosyal sorunlarımıza çözüm bulamıyor,

  • Upload
    others

  • View
    4

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: Akslepion / Bergama sayı.pdf · Her geçen gün yazı yazmak, görüş açıklamak zorlaşıyor ülkemizde. İçimiz acıyor, mesleki ve sosyal sorunlarımıza çözüm bulamıyor,

Yıl:8 / Sayı:26/ Aralık 2017Balıkesir Tabip Odası'nın ücretsiz yayınıdır.

Akslepion / Bergama

Page 2: Akslepion / Bergama sayı.pdf · Her geçen gün yazı yazmak, görüş açıklamak zorlaşıyor ülkemizde. İçimiz acıyor, mesleki ve sosyal sorunlarımıza çözüm bulamıyor,
Page 3: Akslepion / Bergama sayı.pdf · Her geçen gün yazı yazmak, görüş açıklamak zorlaşıyor ülkemizde. İçimiz acıyor, mesleki ve sosyal sorunlarımıza çözüm bulamıyor,

Balıkesir

01Balıkesir

Balıkesir Tabip OdasıTicari İşletmesi Adına Sahibi

Dr. Necdet Uçan

Genel Yayın YönetmeniDr. Özcan Yılmaz

Sorumlu Yazı İşleri MüdürüDr. Mustafa Nazif Gökçe

Yayın KuruluDr. Aslıhan AktemelDr. Muhammet Can

Dr. Şahin CılızDr. Seda Karaçam

Katkıda BulunanlarDr.Sabri ArpacıoğluDr.Hüseyin BalkancıDr.Orhan Beşiroğlu

Dr.Sinan BeyhanDr.Ender Birgül

Dr.İsmail BirincioğluDr.Ayla Volkan Boyuer

Dr.Zafer ÇankırıDr.Ahmet Damar

Stj.Dr.Ozan DamarBiyolog Ömer ErsevinçDr.H. Güngör Göndiken

Dr.Murat HayarDr.Nedim İnceDr.Sedat İrgil

Dr.Alaattin KaçarDr.Taner KalkanDr.Umut KarasuDr.Selçuk Kılıç

Dr.Nesrin KızılaslanDr.Tekin Özcan

Dr.İbrahim RenkliçayDr.Uygur SargınDr.M.Yiğit Sözen

Dr.Levent YeşiltepeDr.İlyas Yıldıran

Dr.Emin YiğitUmut ErdemFatma Küçük

Ata Can Yılmaz

Yönetim YeriEski Kuyumcular Mah. Çavuş sok. İmre

Apt. No:16 D Blok Kat:3 D:1 Karesi/BALIKESİR

T: 0 266 2412983F: 0 266 2458784

Gsm: 0 532 7074624E-posta:

[email protected]

Grafik - Tasarımwww.eyluldizayn.org

Basım Yeri

Balıkesir Hekim Dergisi, Balıkesir Tabip Odası'nın Üç ayda bir yayınlanan ücretsiz yayınıdır. Dergideki yazılar aksi belirtilmedikçe Balıkesir Tabip Odası'nın

resmi görüşleri değildir. Kaynak gösterilerek dahi alıntı yapılamaz. Yazarlar, yazılarından sorumludur. Reklam

içeriklerinden reklam verenler sorumludurlar.

" Tıp, sosyal bir bilimdir ve politika büyük ölçekte tıptan başka bir şey değildir."Rudolf Virchow

1250 adet basılmıştır.

Zevkle sürdürdüğümüz Balıkesir Hekim Dergisi yayın

hayatını taçlandıracak sayımızla karşınıza çıkıyoruz. Bu

sayımızın temasını “hastanecilik ve hastanelerimiz” olarak

belirledik..

Zorlu hazırlık sürecini Özcan abimizin üzerinden

hafifletirken yeni yazarlarımızla çeşitlilik kazanan ve güncel

konuları harmanlayarak sizlerin beğenisine sunduğumuz bu

sayımızla bir dönemin daha sonuna yaklaşıyoruz.

Bekleyelim ve görelim..

Bir koca seneyi daha bitiyoruz işte.

Aslında 2017 bizi bitirdi be kardeşim demek geçiyor

içimden.. Sevgili komşumun rahatsızlığında yaşadığı zorlu

tedavi süreci.. Sevgili Gül'ün kazası... Ölümler hastalıklar.

Elbette hepsi yaşamın içinde olan şeyler.. Yakın olunca

yoruyor sanırım.

Balıkesir Tabip Odası olarak hekimlerimizin gönüllerinde

bir pencere açmak olarak da tanımlamak istediğim Hekim

Dergimize sahip çıkan, eleştiri ve önerilerini paylaşan

okurlarımıza teşekkür ediyorum. Dahasını yaparak dergimize

katkı sağlayan yazarlarımızı kutluyorum.

En güzel temenni “sağlık, sıhhat ve afiyet!”

Mutlu ve umutlu bir 2018 sizinle olsun.

Bizleri bir araya getiren bu pencereden tekrar görüşmek

ümidimle esenlikler dilerim..

Üç ayda yayınlanan süreli yayındır.

SİNYAL

Page 4: Akslepion / Bergama sayı.pdf · Her geçen gün yazı yazmak, görüş açıklamak zorlaşıyor ülkemizde. İçimiz acıyor, mesleki ve sosyal sorunlarımıza çözüm bulamıyor,

Yönetim Kurulundan

02Balıkesir

Dr. Necdet UçanBalıkesir Tabip Odası

Yönetim Kurulu Başkanı

er geçen gün yazı yazmak, Hgörüş açıklamak zorlaşıyor ülkemizde. İçimiz acıyor, mesleki ve sosyal sorunlarımıza çözüm bulamıyor, anlamsız tekrarlarla heba ediyoruz. Bu dönemde demokratik kitle örgütü olarak üzerimize düşen sorumlulukların bilinciyle, demokratik baskı unsuru olma görevimizi yerine getirmeye çalışıyoruz.

Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Balcalı Hastanesinde Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları asistanı olarak çalışan meslektaşımız Dr. Ece Ceyda GÜDEMEK'i 29 Ekim 2017 tarihinde, Batman'da, Bölge Devlet Hastanesi'nde yaklaşık 15 yıldır Kalp Damar Cerrahı olarak görev yapan 39 yaşındaki Uzman Dr. Ergin KARAKUŞ ve yetmiyormuş gibi bir de Tıp Fakültesi öğrencisi Yağmur ÇAVUŞOĞLU 2017 yılının Ekim ayının son haftasında biri uzman, biri asistan ve biri de öğrenci olmak üzere üç hekim maalesef yaşamlarına son vermişlerdir.

Türkiye'de tükenmişlik genç hekimlerde ve asistanlarda daha yüksek düzeyde. Bir asistan hekimin haftalık çalışma süresi sıklıkla 100 saati geçmekte, Kamu hastanelerinde uzman hekimler poliklinikte 6 dakika içinde hasta muayenesini bitirmek zorundalar. Sevk zinciri işlememekte, Aile Hekimlerine de her gün yeni angaryalar yüklenmekte. Daha yaşamlarının en güzel yıllarında aramızdan ayrılma kararını neden verdiklerini, onları bu kararı vermeye zorlayan-iten nedenleri bilemiyoruz. Ancak bildiğimiz bir şey var ki; Tıp mesleği insanın seçebileceği en zor mesleklerden biridir. Eğitim yılları, çalışma koşulları, günler ve geceler boyu tutulan nöbetler, sürekli insanlarla kötü anında karşılaşmak, meslekleri dışında insani ve hak ettikleri koşullarda bir yaşam sürdürememek, hekimleri psikolojik ve fiziksel olarak yıpratmaktadır.

Üstelik sağlığın ticarileştirilmesi, alınan satılan bir meta haline getirilmeye çalışılması, artan iş yükü, mesleğin değersizleştirilmesi, sosyal statü ve hak kaybı, hastaların müşteri ilişkisine dönüştürülmesi, hekimlere meslek anlayışlarına uymayacak şekilde çalışma koşulları dayatmaktadır. Hekimin esnetilen mesai ve nöbet saatlerinde, aşırı hasta ve iş yükü altında çalıştırılması, hekim emeğinin sömürülmesi, çalıştığı kurumun kârlılığını artırmaktadır. Bu kadar yoğun hizmet verilirken hekimler her geçen gün artan oranda mobbinge ve şiddete yol açmaktadır. Tükenmişlik ve depresyon, umutsuzlukla, beklentilerin karşılanmamış olmasıyla çok yakından ilişkili. Bu da 15 yıldır ısrarla uygulanan Sağlıkta Dönüşümün” Sağlıkta Ölüşüm” Programına dönüşmesi ile oluştu ne yazık ki… İnsanlara umut olmak için bu kutsal mesleği seçmiş hekimleri, dünyaya, hayata güvenle bakması gereken bir döneminde kaybetmek hepimizi derinden sarsmaktadır.

Artık bu acıların yaşanmaması için Hekimlerin çalışma koşulları acilen düzeltilmelidir! Sağlık Bakanlığını ve tüm yetkilileri bu olumsuz koşullara daha fazla ilgisiz kalmamaya, bu acıların bir daha yaşanmaması ve şiddetin önlenmesi için hamasi nutuklar atmak yerine gerekli girişimlerde bulunmaya, meslektaşlarımızı da birlikte tepki vermeye ve ortak tavır almaya davet ediyoruz.

İlimizde 1915 yılında Mutasarrıf (Vali) Doktor Reşit Bey tarafından 27 Dönüm arazi üzerinde inşa edilen Balıkesir'in ilk hastanesi olması nedeni ile özel bir öneme sahip ve A Bloğu Bursa Anıtlar Yüksek Kurulu'nca tescilli olan Balıkesir Göğüs Hastalıkları Hastanesinin 9 Haziran 2017 tarihinde yeni yapılan Balıkesir Atatürk Devlet Hastanesine taşınması

nedeni ile Balıkesir Tabip Odamızca hastanenin tarihi dokusu bozulmadan A bloğun İlimiz de eksikliği duyulan SAĞLIK MÜZESİ ve diğer binaların ise SAĞLIK PERSONELİ'nin sosyal gereksinimlerinin karşılanması için SOSYAL TESİS olarak düzenlenmesini tarihe, tarihsel yapılara ve kültürel mirasımıza sahip çıkmak ve uygulamanın ülkemizde ilk örnek olması için yazılı talebimizi Sağlık Bakanlığına ve Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu Başkanlığına ilettik. Ayrıca İlimizde Tabip Odamız önderliğinde sağlık iş kolunda faaliyet gösteren Oda, sendika ve dernekleri kapsayan tüm sivil toplum kuruluşları olarak kamuoyunu duyarlı olması için 20 Haziran 2017 tarihinde ortak basın açıklaması ile imza ve destek kampanyası başlattık. Kampanyamızda internet ortamında 671 destekçi ve 804 ıslak imzayı Sağlık Bakanlığına gönderdik.

Ancak Sağlık Bakanlığı Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Kamu Hastaneleri Genel Müdürlüğü ve TKHK Tıbbi Hizmetler Kurum Başkanlığından gelen cevabi yazılarda, Balıkesir Kamu Hastaneleri Genel Sekreterliğinin görüşleri ve talebi doğrultusunda anılan binaların A bloğuna “Sağlıklı Yaşam Merkezi”, B blok ve idari binalara 5 hekimli “Aile Sağlığı Merkezi” ve “130 yataklı Palyatif Bakım Merkezi” yapılacağı gerekçesi ile talebimizin kabul edilmediği bildirilmiştir.

İlimizde sağlık alanında faaliyet gösteren ve sağlık personelinin seçimleriyle gelen sivil toplum örgütlerinin tamamının talebini içeren isteğimizin kabul edilmemesi Sağlık Bakanlığının demokrasi anlayışının göstergesidir. Umuyor ve diliyoruz ki ilimizdeki bu çok değerli tarihi binalar ve kültürel dokuyu barındıran alan, zamanla SİT alanından çıkarılıp, AVM vb. rant amaçlı kullanıma sunulmaz ve Balıkesir Atatürk Devlet Hastanesi yer

Page 5: Akslepion / Bergama sayı.pdf · Her geçen gün yazı yazmak, görüş açıklamak zorlaşıyor ülkemizde. İçimiz acıyor, mesleki ve sosyal sorunlarımıza çözüm bulamıyor,

seçimindeki maharetlerini ve hastane uygulamalarından bildiğimiz ve yeni yasa ile lağvedilen Kamu Hastaneleri Genel Sekreterliği bu görüşünden pişmanlık duymaz. Bundan sonraki uygulamalarının ve konunun ısrarlı takipçisi olacağımızı da peşinen belirtmek isteriz. Demokratik işleyiş ve katılımcılık mekanizmalarının çalışmadığı, Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu sağlık hizmet yapılanmasında alanın uzman kuruluşlarının katılımıyla geliştirilmediği, bilimselliğin ve paydaşların katılımının olmadığı bir ortamda ne yazık ki “her şeyin başı” olan sağlığın gelişmesi mümkün değildir.

Son dönemlerin gündemine oturan Kamu-Özel Ortaklığı uygulamasının teorisyeni Milton Friedman, 70'li yıllarda olgunlaştırdığı bu yapının “hızla” ve “kitleler uyanmadan” gerçekleştirilmesi gerektiğini savunuyordu. Friedman'ın ilk laboratuarı ise 1973'te darbe yapılan Şili oldu. Askeri Diktatör Pinochet'nin danışmanı olarak ilk elden uygulamayı denetledi. Ve biliyoruz ki 20 yıldan fazla zamandır bu yöntemi uygulayan İngiltere'de 7 hastane resmen iflas etti, tüm sağlık sistemi mali krize girdi.

Türkiye'de ise ilk ihale 2011 yılı Nisan ayında Kayseri Şehir Hastanesi için yapıldı. Sözleşmesi imzalanan projeler 14 ilde, 15 hastaneyi kapsıyor. Hastanelerin toplam yatak kapasitesi 24 bin 405. Sözleşmeleri imzalanarak

fiilen başlayan projeler, Adana, Ankara Bilkent, Ankara Etlik, Elazığ, Gaziantep, İstanbul İkitelli, Kayseri, Mersin, Yozgat, İzmir Bayraklı, Konya, Manisa, Bursa, Kocaeli, Isparta'dır.

Şehir hastaneleri projesinde, büyük bir yerleşke içinde genel hastanelerin yanında, çeşitli alanlarda uzmanlaşmış hastaneler ile teşhis tedavide kullanılan diğer birimlerin (görüntüleme, laboratuar vb.) bulunduğu büyük birimler olarak planlanmıştır. Kamu-özel ortaklığı çerçevesinde yap-kirala olarak geliştirilen projeyle yükleniciler, belirlenen birimleri inşa etmek, 25 veya 30 yıl süreyle bu birimleri işler olarak tutmakla yükümlü olacaklar. Bunun karşılığında ise kamu tarafından kira bedeli alacaklar ayrıca kampüs içindeki ticari alanlardan gelir elde edebileceklerdir.

Devletin ödeyeceği 1 yıllık kira, sabit yatırımın üçte biridir ve bu kira 25-30 yıl ödenmektedir.

İlimizde Kamu-Özel ortaklığı ile yapılmamasına, kamu yatırımı olmasına rağmen Balıkesir Atatürk Devlet Hastanesi nasıl ve ne amaçla olduğu belli olmayan bir talimatla birdenbire Şehir Hastanesi oluverdi. Alt yapı sorunları giderilmeden alelacele hizmete sokuldu, istim peşinden geldi ve gelmeye devam ediyor. Balıkesir Devlet hastanesi ve eski Askeri Hastanedeki birçok bölüm, ünite, hekim ve personeliyle ve bu

hastanede çalıştırılmaya başlandı. İroniktir, Devlet Hastanesi Turgut Solak yerleşkesi (eski Askeri Hastane) depreme dayanıksız olduğu gerekçesi ile taşındı. Ancak depreme en dayanaksız olduğu söylenen Psikiyatri servisi ve Toplum Ruh Sağlığı Merkezi hekimleri yerinde kaldı.

Parmak ısırtan büyüklükte, devasa, lüks, otelcilik hizmetleri ön planda hastane yapımının vatandaşın sağlık sorunlarını çözmediği gibi ilave yükler getirdiği açıktır. Üstüne üstlük çok uzun yıllardır kullanılan şehrin merkezindeki Devlet Hastanesi de butik hastaneye dönüştürülmekte ve içi boşaltılmaktadır.

Tabip Odamız Yönetim Kurulunca Sosyal Sorumluluk Projesi kapsamında hazırlanan Burs Yönergesi ile 2017 Ekim ayından itibaren ailesinin ve kendi olanakları ile eğitimini sürdüremeyecek olan 6 Tıp Fakültesi öğrencisine, üyelerimizin bağış ve katkılar ile karşılıksız eğitim bursu vermeye başladık. Katkıda bulunan meslektaşlarımıza teşekkür ediyor, burs verilen öğrenci sayısını arttırmak için katkılarınızı bekliyoruz.

Yönetim Kurulumuz adına tüm meslektaşlarımıza sağlık, mutluluk ve huzur dolu, olumsuzlukların, kötülüklerin, savaşların yaşanmayacağı yeni bir yıl diliyorum.

Saygılarımla.

03Balıkesir

Page 6: Akslepion / Bergama sayı.pdf · Her geçen gün yazı yazmak, görüş açıklamak zorlaşıyor ülkemizde. İçimiz acıyor, mesleki ve sosyal sorunlarımıza çözüm bulamıyor,

Törenler/Haberler/Çalışmalar

Balıkesir Tabip Odası Yönetim Kurulu olarak, görevine yeni atanan İl Sağlık Müdürü Uzm.Dr.Necati KELEMENÇE'yi ziyaret ettik. Görevinde başarılar dileyerek, İlimizde sağlık alanında yaşanan sorunları ve

hekimlerin sorunlarını dile getirdik.

Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün aramızdan ayrılışının 79.yıl dönümü nedeniyle Atatürk Anıtında

düzenlenen anma törenine katıldık.

07.11.2017 tarihinde Disk Genel-İş, Gıda-İş ve Emekli-Sen Sendika başkan ve temsilcileri Tabip Odamızı ve

AKOB'u ziyaret etti.

04Balıkesir

Page 7: Akslepion / Bergama sayı.pdf · Her geçen gün yazı yazmak, görüş açıklamak zorlaşıyor ülkemizde. İçimiz acıyor, mesleki ve sosyal sorunlarımıza çözüm bulamıyor,

Törenler/Haberler/Çalışmalar

29 Ekim Cumhuriyet Bayramı,

Atatürk Anıtında düzenlenen törene katıldık

Cumhuriyet balosundan

2017-2018 Eğitim-Öğretim Yılı başlangıcında Yönetim Kurulu olarak Balıkesir Tıp Fakültesi Öğrencileri ile 10.10.2017 tarihinde Tabip Odamızda buluştuk.Türkiye'deki sağlık ortamı,Tıp Fakültelerindeki Tıp Eğitim ile ilgili sorunlar,mesleki geleceğimiz ile ilgili bilgi ve deneyim paylaşımı yaptık.Tıp Öğrencileri Komisyonumuz seçimlerini yaparak Tabip Odası çatımız altında bu yılki programları doğrultusunda çalışmalarına başlayacak.

Geleceğimizi oluşturan öğrencilerimizi kutluyor,başarılar diliyoruz.

05Balıkesir

Page 8: Akslepion / Bergama sayı.pdf · Her geçen gün yazı yazmak, görüş açıklamak zorlaşıyor ülkemizde. İçimiz acıyor, mesleki ve sosyal sorunlarımıza çözüm bulamıyor,

28 09.2017 tarihinde Diyabet eğitimimizi gerçekleştirdik

06Balıkesir

Page 9: Akslepion / Bergama sayı.pdf · Her geçen gün yazı yazmak, görüş açıklamak zorlaşıyor ülkemizde. İçimiz acıyor, mesleki ve sosyal sorunlarımıza çözüm bulamıyor,
Page 10: Akslepion / Bergama sayı.pdf · Her geçen gün yazı yazmak, görüş açıklamak zorlaşıyor ülkemizde. İçimiz acıyor, mesleki ve sosyal sorunlarımıza çözüm bulamıyor,

İnspeksiyon

Dr. Özcan YılmazBalıkesir Atatürk Şehir Hastanesi

Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı

08Balıkesir

Tabip Odalarına Neden Üye Olunmalı?

Yalnız önce neden üye olmuyor hekimler, bunu düşündüm, soruşturdum, inceledim ve bir çok nedenden biri öne çıkıyordu. O da aidat ödememek gibi basit tavır. Aidat boşa giden bir harcama olarak görülüyor. Yıllık aidat 175 TL, yani ayda 14 TL olan aidatı ödemekten kaçınmak, her şeyden önce ayıptır. Bu parayı nerelere vermiyoruz ki.

Ayrıca tabip odası bizim için ne yapıyor sorusunu soran klasik kaçamakçılar var. Buna yanıt vermek bile anlamsız. Geçenlerde bir platformda konuşurken ''Hekimleri kim savunacak?'' diye bir soru ile karşılaştım. Tıpkı yukarıdaki gerekçe gibi yanıtlanması anlamsız bir soru. İphone 'daki ''SİRİ'' uygulamasına sorulan anlamsız sorulara verilen yanıtları hak eden sorular bunlar. Tabip odası birileri için bir şey mi yapmalı? Tabip odası zaten biziz. Biz kendimiz için bir şey yapmıyorsak; buna ne denebilir.

Tabip odalarını ''siyasi tavır'' sergiliyor diye itham edenlere, bağlı olduğunuz bölgede bir örnek istediğimizde, genel merkez yapıyor canım diyerek savuşturduklarını görüyorum. TTB'nin internet sayfasında yapılan aktivitelere baktınız mı diye sorduğumda; yooo yanıtını alıyorum. Kısacası inanmadığımız bir söylemin ardına sığınmak doğru değildir.

Neyse gelelim neden üye olunması gerektiğine;

--Öncelikle modern bir toplumda sivil toplum kuruluşlarının kaynağı ve gücü üyeleridir, bizim kuruluşumuzda tabip odası olduğu için,

--Son yıllarda kaybettiğimiz haklarımızı geri almak için tek mücadele yerimiz meslek odamız olduğu için,

--Önemli aidiyetlerimizden birisinin hekim olmamız olduğundan,

--İçinde bulunduğumuz ''değişim süreci''ni en az zararla atlatmak, güçlü bir meslek odasının varlığında başarılabileceği için,

--Eğer odaların genel politikalarını beğenmiyorsak, bunu değiştirmek için üye olmalıyız,

--Bir avuç hekimin muhalefeti yeterli etkiyi sağlamadığı için sayımızı artırmalıyız, birlikten kuvvet doğar.

--Evde, kafelerde vb. arkadaş toplantılarında, sanal alemde klavye başında yararsız ve etkisiz konuşma ve yazışmalarımızı etkin kılmak için,

--Son yıllarda performans puanı toplamak adına içine tıkıldığımız poliklinik odalarındaki yalnızlıktan kurtulmak için,

--Depresyondan, tükenmişlik sendromundan vb. psikolojik dertlerden muzdarip olmamak için,

--Ekip işi olan mesleğimizin düştüğü zor durumdan çıkarılmasında payımız olması için,

--Sıkıntı ve çözüm arayışlarını çok az kişinin sırtına yüklememek için,

--Emeklilikte doğru, düzgün ve ekonomik sıkıntı çekmeden yaşamak için,

--Hatta emekli olabilmek için,(kendi isteği ile gönüllü olarak emekli olan bir doktor biliyor musunuz?)

--Kimilerimizin dört elle sarıldığı performans belasından kurtulmak için,

--Eşit işe ve eşit riske uygun ücret alabilmek için,

--Polikliniklerde arsız, insafsız ve izansız hasta yakınlarının sözlü ve fiziksel saldırılarına uğrayıp, yaralanmamak ve ölmemek için,

--Ayarsız ve orantısız tazminat davalarıyla karşılaşmamak için,

--Hiçbir konuda bireysel kurtuluşun gerçek kurtuluş olmadığını anlamamız için,

Hemen bu gün meslek odamıza üye olup, aktivitelerine katılmak, politikalarını belirlemek, hekimlik haklarını güçlendirmek için, ne yapılması gerekiyorsa yapmak için tavrımızı koymalıyız.

Bütün bunlar üye olmak ve çalışmalara etkin katılmakla olanaklıdır.

Kenara çekilip klavyelerden mücadele vermek, sanal ortamlarda hak aramak vakit kaybetmek dışında bir şey sağlamaz. Saygı ve sevgilerimle…

''O kadar çok neden var ki aslında üye olmak için ama ben sadece önemli bulduklarımı yazacağım. Bazı önemsenmesi gerekli nedenlerin yanında basit ,anlamsız ve gereksiz o kadar neden var ki. Neden bu duruma düştüğümüzü ortaya koyuyor.''

Meslek OnurumuzuKorumak İçin Tabip

Odamıza Üye Olalım...

Page 11: Akslepion / Bergama sayı.pdf · Her geçen gün yazı yazmak, görüş açıklamak zorlaşıyor ülkemizde. İçimiz acıyor, mesleki ve sosyal sorunlarımıza çözüm bulamıyor,

Dr. Sedat İrgilPsikiyatri Uzmanı

Muayenehane Hekimi

Sana Ruhtan Soruyorlar

09Balıkesir

Geleceğin Tıbbına Hazır mıyız

Sağlık sisteminin sert rüzgârlar ile savrulduğu keskin köşeleri olan bir süreçte

dünyada ki eğilimleri kaçırıyoruz.

?

Dünya “bilişim ve internet” çağını kapatıp “yapay zekâ” devrimine hızla yol alıyor. Bir kaç büyük yanılgımız var. Bunların bizi etkilemeyeceğini düşündük ve düşünüyoruz. Oysa 1990'larda Özal'lı yıllarda dünya bankasının sunum ve raporlarında önerilen sağlık sistemi aslında bire bir bugün yapılan değişimlerdir. O zaman konuşulan değişiklikler "bizde olmaz" diye düşündüğümüz şeylerdi. Benzer bir şekilde “zaman yanılgısı”na düşüyoruz. Bu geçmiş yirmi yılın bize “dün” gibi gelmesi gelecek on yılın işe “çok uzak” algılanmasıdır. Nesnelerin interneti ve yapay zekâ hepimizi güçlü bir şekilde kısa süre içinde değiştirecek.Psikiyatri için konuşayım; nörogörüntüleme ve nörokimyadaki gelişmeler birkaç yıl içinde depresyon ve alzheimer gibi hastalıklarda bio markerler oluşturacak. Bu alandaki gelişmeler sağlıklı insanların bile “daha zeki ve mutlu olmak” adına ilaç talep etmelerini sağlayacak. Yeri tam tespit edilen patolojiler için psikiyatrik ameliyatlar başlayacak ki şimdiden ülkemizde de yapılan; Gamma knife ile OKB ameliyatı mevcut.Bu süreçler dünyada ve Türkiye de mistik yaklaşımları tamamen ortadan kaldıracak. Kanıtlanmış, görüntülenen

ve ilaçla düzeltildiği de kanıtlanan bir dikkat eksikliği için “çocukları ilaca boğuyorlar” saçmalıkları büyük oranda kalkacak.Ancak tıbbın içinde de yapısal ve keskin dönüşümler olacak. Örneğin; Klasik radyoloji, EEG teknisyenliği, odyometrist gibi meslekler kalkacak. Gerek duyulmama nedeni ise yapay zekâ olacak. Şimdiden akciğer grafisini insandan daha iyi okuyor makineler.On yıl sonra; milyonlarca film okuyup aralarında klinik ilişkilere korele ettiğinde belki bizim bulamadığımız yeni hastalıkları ve lezyonları bulacaklar. Hiç klinik ve üniversite milyonlarca hastanın parametrelerinin birbiri ile bağlantılarını tespit edebilecek ve araştıracak kapasiteye sahip değildir; ama bu veriler düzgün girilirse her bilgisayarda bu yapılabilir. Örnekleyeyim; ilk kez depresif atak geçiren yirmi kırk yaş arası kadınlarda prolaktin ve tsh seviyesinin ve insülin direncinin araştırılması gibi bir konu düşünün bu araştırmayı dizayn etmek şimdiki koşullarda çok zor. Ama makine öğrenmesiyle, bunu sadece meraktan bile araştırabilirsiniz ve sadece dakikalarınızı alır.Veri madenciliği öylesine ufuklar açacak ki en çılgın fütürist bile bunu hayal edemiyor.

Telemedicine denen olanak ayrı ve başka bir heyecan verici alan. Psikiyatri için büyük sorun olan psikometrik ölçümler için yer ve kadro olmamasından tutun cerrahın olmadığı yerde, robot kol ile ameliyata dek pek çok sorun çözülecek.Maliyetler inanılmaz düşecek. Holter takmanıza, uyku laboratuvarına, EEG aletine, bunlar için ayrılan yere paraya ve kadroya gerek kalmayacak veya tarama testi tarzındaki testler sonrasında aşırı ince testler yapılacak merkezlere dönüşecekler. Hastaneler; işletme olarak düşünüldüğünde çok karmaşık yapılardır. Girilen ürün sayısı, üretilen hizmet çeşitliliği ve ciro olarak Balıkesir'de şehir hastanesiyle yarışabilecek bir işletme yok.Oysa hekimler olarak bizler işletme eğitimi almıyoruz. Bu nedenle hastanelerde başhekim, başhemşire, hastane müdürü yanında yeni birimler mutlaka olmalı. Hukuk ve halkla ilişkiler gibi ve buna mutlaka bir bilişim/digitalleşme/teknoloji birimi eklenmeli.Yoğun tempomuzda oturup framework, kodlama, data mining gibi alanlarda uğraşmak bize fazla gelecek. İki seçeneğimiz var. Ya bunları çalışacak ve kullanacak birimler olacak ya da geride kalacağız.

Page 12: Akslepion / Bergama sayı.pdf · Her geçen gün yazı yazmak, görüş açıklamak zorlaşıyor ülkemizde. İçimiz acıyor, mesleki ve sosyal sorunlarımıza çözüm bulamıyor,

Cumhuriyet Dönemi Hekimleri

Dr. Necdet UçanBalıkesir Karesi

6 Nolu ASM Hekimi

10Balıkesir

Ord. Prof. Dr.

Erich Frank (1884-1957)

28.06.1884 yılında dünyaya gelir. Tıp eğitimini Breslau'da yapar. Wiesbaden Tıp Fakültesi'ni üstün başarı ile bitirir. Frank önce hekim, sonra doktor, sonra tıpta uzman olmuştur. Frank böbrekte h i ç b i r h a s t a l ı k o l m a d ı ğ ı h a l d e ” O r t o s t a t i k A l b u m i n ü r i ” n i n olabileceğini ilk kez ortaya koyan bilim adamıdır. Kulak memesinden elde edilen bir damla kanda yaptığı şeker tayini ile yaptığı şeker yükleme testi popüler hale g e l i r . 1 9 1 1 ' d e “ E s a n s i y e l Hipertansiyon”u tanımlar. 1912'de Diabetes Insipidus'u tanımlar. 1913'te doçent, 1919'da profesör ve 1925'te Ord. Prof olur. “Esansiyel Trombositopeni”yi (1915'te) ilk tanımlayan bilim adamıdır. Şeker hastalığının tedavisinde oral anti diyabetiklerin kullanılmasında öncülük etmiştir. 1925'te Guanidine'in kan şekerini düşürdüğünü gösterdikten sonra, keşfett iği sentetik (1926) “Synthaline” maddesi ile oral yoldan kan şekerinin kontrol edilebileceğini de ortaya koymuştur. “Synthalin”in yan etkileri nedeniyle daha sonra “Synthalin B”yi geliştirir. Böylece ilk oral anti diyabetik ortaya çıkmış olur. Frank 1927'de ilk kez faktör VIII'i tanımlayan bilim adamıdır. 1. Dünya Savaşı'nda mağlup olan Almanya büyük mali bir sıkıntı içinde çırpınmaya başlar. Hitlerin Nazi Partisi süratle güçlenir. Ocak 1933'te Hitler, başbakan olur ve Almanya bilimin gelişimi için uygun olan ortamı ve iklimi kaybeder. Yahudi kökenli ve birçok Alman vatandaşı yaşamak için yeni ülkeler aramak zorunda kalırlar.Erich Frank ailesi ve kütüphanesi ile birlikte İstanbul'a gelir. Frank Aşağı Vakıf Guraba'da göreve başlar. 1934 Eylül ayında Ord. Prof. Dr. Tevfik Sağlam, Şişli'deki 3. Dâhiliye Kliniğine naklen tayin edilir. Böylece Aşağı Guraba'da boşalan 2. Dâhiliye Kliniği başkanlığına Ord. Prof. Dr. Erich Frank atanır. Frank kliniğinde eğitim ve hasta bakımının yanı sıra bilimsel araştırma için de tüm alt yapıyı hazırlamıştır. Frank

genç asistanların mükemmel yetişmesi için tüm olanakları gençler için seferber etmiştir. Frank yetiştirdiği asistanların belli alanlarda uzmanlaşması için elinden geleni yapmış, böylece yetiştirdiği hocaların bazıları kendisi gibi dünya çapında ün kazanmışlardır (Prof. Dr. Orhan Nuri Ulutin, Prof. Dr. Muzaffer Aksoy gibi). Daha 1934'ler'de Frank tıp fakültesi öğretim üyelerinin üç ana görevi olduğunu dile getirmiştir. 1) Eğitim 2) Hizmet 3) Araştırma. Bu nedenle MD (Tıp Doktoru-Hekim) ve PhD (Bilim Doktoru) (Doctor of Philosophy – Doxtor of Science) kombinasyonunun akademik yaşamda olmazsa olmaz olduğu gerçeğini ifade etmiştir. Frank 1951 yılında“İstanbul Contribution to Clinical Science” uluslararası dergiyi yayın hayatına sokar. Frank Almanya'da Ord. Prof. derecesine kadar yükselmiş, uluslararası bilim çevrelerinde saygınlığı olan bir hoca iken ülkemize gelmiştir. Çocuk ve fakir hastalara insancıl yaklaşımı, hekim olarak çok başarılı olması, birlikte çalıştığı hekimlere üst düzeyde katkısı olması kısa zamanda onu efsanevi hoca h a l i n e g e t i r m i ş t i r. O d ö n e m d e Almanya'dan ülkemize sığınmak için gelen hocaların katkısı ile İstanbul Üniversitesi dünyanın önde gelen üniversitelerinden birisi haline gelmiştir. Sığınmacı profesörler, özellikle bazı hocalar ve bazı öğrenciler tarafından i s t e n m e y e n k i ş i l e r o l a r a k i l a n edilmişlerdir. Bu baskılar nedeniyle birçok değerli hoca Amerika'ya gitmek zorunda bırakıldılar. Üniversitede oluşan bu gerginlikler Maarif Vekilinin ve Başbakan ın devreye g i rmes iy le halledilmekteydi. 1941 yılında Alman Medeni Kanunu'nda bir değişiklik yapılarak, Almanya dışında yaşayan tüm M u s e v i a s ı l l ı A l m a n l a r, A l m a n vatandaşlığından çıkarılır. Böylece sığınmacı bilim adamları “Vatansız” d u r u m a d ü ş e r l e r . B u n e d e n l e s ı ğ ı n m a c ı l a r ı n b i r k ı s m ı T C vatandaşlığına geçmiştir.

F rank Türk iye ' y i çok sevmiş t i . Yaşamının son 20 yılında Türkiye dışına hiç çıkmamıştır. 2. Dünya Savaşı'ndan sonra Alman Tıp Akademisi üyeliğine seçilmesi, altın liyakat madalyası ile onurlandırılması ve Almanya'da göreve ç a ğ r ı l m a s ı o n u b u ü l k e d e n a y ı r a m a m ı ş t ı r. O z a m a n F r a n k duygularını şöyle ifade etmiştir. “Yurdumdan atılmış olmanın acı şaşkınlığına uğradığım günlerde bütün dünya kapılarını kapattığında yalnız ve yalnız Türkiye kollarını açarak bağrına bastı. Burası artık benim vatanımdır. Ayrılıp, nimetlerine küfranda bulunamam. Burada kalacak ve bu kutlu topraklara karışacağım.” “Erich Frank Amerikan Üniversitelerinden yapılan teklifleri de geri çevirmiştir. 1934-1957 yılları arası 23 yıl bu ülkeye gece gündüz hizmet etmiştir.” Frank, Alman vatandaşlığından çıkarıldığı için vatansızdı. Sonra Türk vatandaşlığına kabul edilmiş olsa da son bazı işlemleri tamamlanamamıştı. 13 Şubat 1957 tarihinde vefat eder. İstanbul Valisi Prof. Dr. Fahrettin Kerim Gökay Frank'a acilen nüfus kâğıdı çıkarttırır. Frank TC vatandaşı olarak devlet töreniyle, vasiyeti üzerine, Rumeli Hisar'da Aşiyan'a gömülmüştür. Ord. Prof. Dr. Erich Frank'ın cenaze töreni oldukça görkemli bir devlet töreni olması yanı sıra İstanbul halkı da o büyük hocaya son saygısını gösterme fırsatı bulmuştur.

Hitler, kendilerinin görevlerine son verdikleri Yahudi bilim adamlarına Türkiye'de görev verildiğini duyunca “ ülkenize sokmayın” diye ültimatom verir. Bu tehditler üzerine Mareşal M. Kemal Atatürk, Türkiye'ye sığınmak isteyen profesörlerin iş lemlerini hızlandırmalarını emreder. 18 Kasım 1933 İstanbul Üniversitesi resmen açılır. Türkiye, Almanya ile ilişkilerin bozulması pahasına ülkesine sığınan bilim adamlarını iade etmemiş, aksine onlara sahip çıkmıştır.

Page 13: Akslepion / Bergama sayı.pdf · Her geçen gün yazı yazmak, görüş açıklamak zorlaşıyor ülkemizde. İçimiz acıyor, mesleki ve sosyal sorunlarımıza çözüm bulamıyor,

11Balıkesir

Ömer ErsevinçBiyolog

Balıkesir Halk Sağlığı Laboratuvarı

Görmek

Bergama tarih boyunca tıp alanında önemli yere sahip olan bir şehirdir. Dünyanın en iyi ve çok yönlü

hizmet veren ve bilinen ilk antik hastanesi Bergama Asklepion'udur. Bünyesinde hastane, kütüphane ve

amfi tiyatro bulunmaktadır. Bir çok ünlü hekim buradan yetişmiştir.

Müzik, tiyatro,çamur ,spor ya da güneş ile doğal tedaviler burada uygulanmıştır. Kapısında ''Ölümün

girmesi yasaktır'' ve ''Vasiyetlerin açılmadığı yer'' yazısı vardı.

Günümüz psikiyatrisisin de kullanılan psikoterapi(telkin) burada uygulanmıştır.

Doğal ilaç kullanımı (Farmakoloji),tıp ve eczacılığın simgesi olarak yılanın kullanılması Asklepion'nun

ilklerindendir.

Birkaç görselle Asklepion'da yolculuğa var mısınız?

Durağımız Bergama;

İlkel Toplumlarda Büyücü Hafızadan,Beş Yıldızlı Hastanelere

İlkel Toplumlarda Büyücü Hafızadan,Beş Yıldızlı Hastanelere

Page 14: Akslepion / Bergama sayı.pdf · Her geçen gün yazı yazmak, görüş açıklamak zorlaşıyor ülkemizde. İçimiz acıyor, mesleki ve sosyal sorunlarımıza çözüm bulamıyor,

Ağnas

Dr. Orhan BeşiroğluBandırma

10 Nolu ASM Hekimi

12Balıkesir

Yanlış Cumhuriyetçiler

Türkiye İstatistik Kurumu'nun “1923-2006 İstatistik Göstergeler” yayını

Biraralarnumaralıcumhuriyetçilerpeksıkgorunurlerdiortalıkta.Birinciyibegenmeyipikinciyitutarlardı.GeçmişinmuktediriAtaturk'uçokçaeleştirir,bugununmuktedirlerinealkıştutarlardı.I�kincicumhuriyetçiSevanNişanyan“YanlışCumhuriyet”adlıkitabını,yazdıktansonra14yılbekleyip,ahadazamanıdırdiyerek2008'deyayınlamıştı.AtaturkveKemalizmuzerine51sorusoruyordukitabındaveyanlışbulduguoilkcumhuriyetiyerdenyerevuruyordu.

Naçizane,kendisinecevapniteligindebirşeylerdebenkaralamıştım2009'da.6yıldahabeklememgerekirmibilmem.Devirdegişiyor.Ataturkilekavgaedipkazanılamayacagınıyaşayarakogreniyorherkes.

AslındamuhalifkimligideolanSevanNişanyan,SI�Talanınabinayapmaktanhapsegirdi.11,5yılkesinleşmişcezasıvardı.FoçaAçıkCezaevi'ndenTemmuzayında�irarettiveyurtdışınakaçtı.Sosyalmedyahesabından“Kuşuçtu,darısıgeridekalan80milyonunbaşına”yazdı.

“Ataturk'ueleştirebilirsinizamahakaretedemezsiniz.”deyipdururlar.Zamanzamaneleştirelbaktıgımdaoluramahepduşunmuşumdur,gerçekteneleştirmeyehakkımızvarmıvebirikimimizyetermikidiye.Mesela,hastacerrahınıeleştirebilirmi?Şurasınıyanlışkestindiyebilirmi?Kahvedeçiftokeyledonenabimiz,televizyondaduyduguprofesorunkonuşmasınıeleştirebilirmipervasızca?

Neyse,asılkonumuzbudegil.2009'dayazmışoldugumkitaptanbirbolumusunacagım:

Harfdevrimininbizibirgecedecahil bıraktığı iddiası hep ileri sürülür. Harf devrimi konusu, ilk kez Atatürk ile toplumun gündemine oturmuş bir konu değildir. Daha 1851'den itibaren, Arap kökenli yazının Türkçe için uygun bir yazı sistemi olmadığı Osmanlı'da tartışılmaya başlanmıştır. Münif Paşa, Enver Paşa, Hüseyin Cahit gibi pek çok aydın bu konuyla ilgili çözüm önerileri sunmuştur.

Çok değerli bir kütüphaneye sahip olan Ferit Paşa sadrazamlığından önce Ayan azasıyken Arap alfabesi yerine Latin harflerinin kabulünü Meclis'te teklif etmiş ama bu teklifi yuhalarla karşılanarak kabul olunmamıştı…

Nişanyan, “İki zaman noktası arasında okuryazar oranının "kaç kat arttığı", anlamlı bir istatistik olmaktan uzaktır. Önemli olan, toplumda okuma-yazma bilmeyen insanların ne kadarının, belirli bir dönemde, okuma-yazma öğrenme ihtiyacını duymuş veya imkânını bulmuş olduklarıdır.” diyor.

Osmanlı dönemindeki %5-10 arası okuryazarlık oranını, 70 yılda %90'lara ulaştırma gibi büyük bir başarıyı bile küçümseyebilmek için değişik istatistikî yorumlar getirme, yeni istatistikî değerlendirmeler icat etme başarısı da az bir başarı değildir! Kaldı ki, bu bakış açısıyla bile bakılsa, yazarın vardığı istatistikî sonuç da doğru değildir.

Yazar, “1927'de okuma-yazma bilmeyen 11.544.000 kişiden 1.347.000'i, bunu izleyen sekiz yılda okuma-yazma öğrenmişlerdir.” demektedir. Bu da çarpıtmadır. Yanlıştır. Bir kere, 1927 ve 1928 yılındaki okuryazarlık farklıdır. Harf devrimi sonrasındaki, yani 1929'dan itibaren olan okuryazarlık farklıdır. Birisi Arap harfleriyle, birisi Latin harfleriyledir. Dolayısıyla, söylenmesi gereken 1929 ile 1935 arasındaki 6 yılda kaç kişinin okuma-yazma öğrenmiş olduğudur.

Harf Devriminin yapıldığı tarih 1 Kasım 1928'dir. 1927 yılındaki veri, Latin harfleriyle okuma-yazma bilen insanların sayısı değildir. 1927 yılındaki %9,53'lük okuryazar kesim, Arap alfabesiyle okuma-yazma bilmektedir. Bu da şu demektir: 1 Kasım 1928 itibariyle okuryazar oranı

%9,53 değil, %0 alınmalıdır. Bu durumda, yazarın söylediği “1927'de okuma-yazma bilmeyen 11.544.000 kişiden 1.347.000'i, bunu izleyen sekiz yılda okuma-yazma öğrenmişlerdir.” sözünün doğrusu, “1928'de okuma-yazma bilmeyen 11.757.000 kişiden 2.475.649'u, bunu izleyen altı yılda okuma-yazma öğrenmişlerdir.” olmalıdır. Yani nüfusun %21,05'i.

Ülkedeki her 5 kişiden biri, harf devrimi sonrasında 6 yıl içinde okuryazar olmuştur. Koca Osmanlı'nın 1897-1927 arası 30 yıl boyunca değişmeyen %10 okuryazar oranı, sadece 6 yılda %20 civarına, yani 2 katına çıkarılmış, 30 yıl içinde de, %40 civarına, yani 4 katına çıkarılmıştır. Siz adına ne derseniz deyin, Gazi'yi de, Mustafa Kemal'i de, Atatürk'ü de minnetle anıyoruz.

Page 15: Akslepion / Bergama sayı.pdf · Her geçen gün yazı yazmak, görüş açıklamak zorlaşıyor ülkemizde. İçimiz acıyor, mesleki ve sosyal sorunlarımıza çözüm bulamıyor,

Ağnas

Aile Hekimliği Çıkmazları - 2

Siz hiç devletin, kendi çalışanı hakkında dedikodu yapmak için telefon ettiğini duydunuz mu?

Geçenlerde bir hastam bana “Doktor bey! Sağlık Bakanlığı sizi inceliyor haa… Bana da telefon edip sordular. Memnunuz, iyi biridir dedim.” deyince şoke oldum, inanamadım.

Kendisini arayan numarayı telefonundan göstermesini istedim ve bulup tarihi saatiyle gösterdi. Arayan numara 184 idi. Sabim hattı. “Nasıl biridir?” diye sormuşlar, bununla yetinmeyip, hastanın aleyhimde konuşmasını bekler gibi “poliklinikte muayene yaparken kapıyı kapatmıyormuş, doğru mu?” diye de sormuşlar.

Devletin kamu çalışanı hakkında şikâyet olduğunda izleyeceği yol bellidir. Soruşturma açar ve tüm işlemlerini yazılı olarak yapar. 27 yıllık hekimim. Çok sevdiğim mesleğimden bezdirdiler artık ama şimdiye kadar hiç telefonla hakkımda dedikodu yapıldığını duymamıştım.

Devletin böyle bir usulü yoktur, olamaz. Devlet böyle bir yöntemle çalışanlarını kontrol etmeye kalkarsa, öncelikle o çalışanın, hizmet verdiği insanlar gözündeki saygınlığı yerlere düşürülmüş olur, Hasta, sağlık çalışanının müfettişi konumuna getirilir. Kamu gücünü kullanan sağlık çalışanının, rapor, usulsüz ilaç talebi gibi yasadışı taleplere, şikâyet korkusuyla hayır diyebilmesinin önüne geçilmiş olur ve bundan da yine devlet zarar görür.

BİMER, CİMER, SABİM gibi hatlar üzerinden dayanaksız, kanıtsız, bir cep telefonuyla, ya da bir bilgisayarla sağlık çalışanlarının şikâyet edilmesi ve bu şikâyetlerin hiç

birisi elenmeden hepsi hakkında işlem tesis edilmesi, sağlık çalışanlarına yapılan en büyük haksızlıktır.

“Doktor gülümsemiyor” diye şikâyet eden mi ararsınız, sanki doktor hastanın her istediği ilacı yazmak zorunda olan biriymiş gibi “Doktor bana şu ilacı yazmadı” diyen mi ararsınız, şikâyetlerin yarıdan çoğunu böyle ciddiye alınamayacak başvurular oluşturmaktadır.

Ayrıca bu başvurular, her biri için işlem yapmak zorunda kalan TSM çalışanlarının da üzerindeki büyük yüklerden birini oluşturmakta, gereksiz zaman ve işgücü kaybına yol açmaktadırlar.

Kamu çalışanının şikâyet usulü bellidir. Sözünü ettiğimiz kanallar var olmadan önce de vardı şikâyetler. Gerçi o zamanlar sürdürmek modaydı. “Sen benim kim olduğumu biliyor musun? Sürdürürüm seni.” diyorlardı. Ama hiçbir dönemde böyle doruğa çıkmamıştı.

1992'de Artvin'in Borçka ilçesinde yedek subay olarak askerliğimi yaparken, ülkenin en doğu sınırındaki bir sağlık ocağını ziyaret etmek istemiştim. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden henüz mezun olmuş meslektaşımın söylediği şu sözler hala kulaklarımdadır:

“Abi” demişti, “ülkenin en sonuna gelmişim, hala rapor istediği halde gerekli görmeyip vermediğim ya da istediği ilacını yazmadığım kişiler ne diyor biliyor musun? Sürdürürüm seni buradan diyor abi. Çok gülüyorum. Sonuna gelmişim, daha nereye sürdüreceksin, ülkeden mi attıracaksın? deyip geçiyorum.”

BİMER, CİMER, SABİM gibi hatlar üzerinden yapılan saçma sapan şikâyetlerle, sağlık çalışanlarına

mobbing uygulanmasından bir an önce vazgeçilmeli ve bu kanallardan şikâyete son verilmelidir. Telefonla sağlık çalışanını çekiştirme uygulaması ise, uygulayıcılarına zevkli geliyor olsa bile, hukuk devletinde yeri olmaması gereken bir uygulamadır. Daha ötesini söyleyip de günaha girmeyeyim şimdi…

Bugünlerde bir rapor furyasıdır gidiyor. Her kafasına esen her şeye doktor raporu istiyor. Aile hekimlerinin gerçekten hekimlik yapmasının önündeki iki büyük engelden birisi bu raporlardır. Bir hasta sırada muayene olmak için ağrı içinde beklerken, yıllardır zaten spor yapmakta olan bir başkasının spor yapıp yapamayacağına karar vermek için zaman harcamamızın mantığı nedir? Ülkede işyerlerine belli bir oranda engelli çalıştırma zorunluluğu getirilmiş, halen daha işe gireceklere sağlıklıdır diye rapor veriyoruz. Tehlikesiz ve az tehlikeli işler için kişinin beyanı esas alınmalı, tehlikeli iş kollarında ise, işin özelliğine göre işyeri hekimi tarafından işe giriş raporu verilmelidir.

Aile hekimlerinin gerçekten hekimlik yapmasının önündeki iki büyük engelden ikincisi ise, raporlu ilaç repete etmektir. Yani, kişinin belli bir süre zaten kullanmak zorunda olduğu sağlık raporuyla belirlenmiş ilaçlarını, bittiğinde bize gelip reçeteye yazdırması gerekmektedir. Raporlu hastanın, ilacı bittiğinde ilacını gidip doğrudan eczaneden alabilmesinin sakıncasının ne olduğunu hep merak etmişimdir. Neyse, fazla merak etmeyelim. Böyle gelmiş, böyle gider diyelim, rahat edelim. “İcat çıkarma şimdi” diye deyimi olan bir memleketin evladıyız.

13Balıkesir

Page 16: Akslepion / Bergama sayı.pdf · Her geçen gün yazı yazmak, görüş açıklamak zorlaşıyor ülkemizde. İçimiz acıyor, mesleki ve sosyal sorunlarımıza çözüm bulamıyor,

Ata Can YılmazBilkent Üniversitesi

İngiliz Dili ve Edebiyatı Öğrencisi Hazinenin Anlamı

''Oturduğunuz yerden kalkın.

Her günün hayallerinizi

gerçekleştirmek için eşsiz bir fırsat

olduğunu düşünün ve ilerleyin. O

keskin noktaya, amacınıza ulaşıp yeni

bir tane edinmeye gelene kadar. Asla

yorulmayın! Bundan yorulmayın ki

yaşamınızın bir anlamı olsun,

varoluşunuz şenlensin. Küçük

mutlulukları kullanmayı, onlardan

yararlanmayı öğrenin. Taze gençlik

rüzgarının sizi götürdüğü yeri kendiniz

belirleyin.'' Ne kadar ferahlatıcı sözler

bunlar, değil mi? Keşke

televizyonlarda, ders kitaplarında daha

sık görsek; insanlardan daha sık

duysak. Olsun, harekete geçmek için

başkasına pek de ihtiyacımız olmamalı.

En azından benim için durum böyle.

Lakin başımı kaldırıp etrafıma şöyle

bir göz attığımda genç vücutların içine

hapsolmuş yaşlı ruhlar görüyorum. Her

yerdeler, çok fazlalar ve harekete

geçmiyorlar! Kolay yolu seçip bir şey

yapmamaya karar vermiş gibi

gözüküyorlar.

İnsanların gözlerine bakıp

kafamda onlar hakkındaki

düşüncelerimle oynuyorum.

Kişilikleriyle ilgili tahminlerde

bulunmak benim için bir uğraş. Belki

doğru belki yanlış, yine de keyifli. İş

onların gözlerinin ötesine geçip

ruhlarını okumaya gelince bu biraz

daha zorlaşıyor. Bu sefer olaya

duygular da müdahale ediyor. Genç bir

vücudun içinde yaşlı bir ruh

gördüğümde hemen ''Nasıl

kurtarabilirim onu? Ne oldu da bu hâle

geldi?'' diye düşünmekten alamıyorum

kendimi. Tam tersini yani yaşlı bir

vücudun içinde kendini dışarı atmamak

için direnen, mutluluktan kıpraşan

genç bir ruhu gördüğümde ise

gülümsemem şekilleniveriyor.

Gülümsemelerin hızlıca

şekillenip kaybolduğu gibi zaman da

bir o kadar çabuk geçiyor. Çabuk ve

acımasız. Sahip olduğunuz ''gençlik''

denen hediyeyi umursamayıp bir rafa

kaldırırsanız kendinizi bir anda

karşınızdaki bir çocuğa gençlik

anılarınızı (!) anlatırken bulursunuz. Ya

da daha kötüsü: Ruhunuz

vücudunuzdan önce yaşlanır ve parlak

bir antikaya dönüşürsünüz daha

hayatınızın baharındayken.

Değiştirilemez bir zıtlık içinde hayatını

sürdürmek göze gayet korkutucu

geliyor. Antikaya dönüşüp de kurtulan

oldu mu daha önce? Açıkçası hiç

bilmiyorum fakat öyle biri varsa

tanışmayı kesinlikle isterdim. Onunla

tanışmayı, ardından onu tüm dünyaya

tanıtmayı…

Zaman, değer bilmeyişi cezasız

bırakmıyorsa ve bu ceza fazlasıyla

korkunçsa insanlar neden hala bu

hatayı tekrar etmeye devam ediyor?

Yoksa insanlık her zamanki gibi

elindekinin değerini onu yitirdiğinde

mi anlıyor? Sosyal medya, televizyon

veya cep telefonu gençliğin tadının

çıkarılmasına engel mi oluyor?

Öğrenciliğin ve iş hayatının

beraberinde getirdiği zorluklar

gerçekten çok mu ağır? Her durumda iş

yine kişiye düşüyor ve kişi yol

ayrımında iki seçenekten birini tercih

etmeye yöneliyor: Ya yaşamını meyve

veremeyen bir ağaç gibi geçirip

meyvesi olanlara imrenerek acı

çekmek ya da sahip olduğu hazineyi en

verimli şekilde kullanıp geride hiçbir

pişmanlık kırıntısı bırakmamak.

İkincisi daha zor olsa da buna değer.

En güzel manzarayı görebilmek için

dağın en tepesine çıkılması gerektiği

gibi en doğruyu ve iyiyi

gerçekleştirmek için birkaç zorluğa

katlanılmalı. Böylece kişi belki hem

kendi ruhunu hem de başkalarının

ruhunu çürüyüşten kurtarmış olur.

Değer bilmek, güzel anılar

biriktirmek, gençliğin ve saflığın

rüzgarını yönlendirmek. Bunlar hayatın

baharına sımsıkı bağlı olmakla beraber

biri olmadan diğerini ayakta tutmak

oldukça zor. Hepsi birbirine bağlı üç

şövalye, ruhları yaşlanmaya yüz

tutmuş bedenlerin kurtarıcıları. Bunları

özel bir yerde aramanıza gerek yok,

tümü elinizdeki o hazinede duruyor.

Açıp açmamak, ruhunuza renk katıp

katmamak sizin elinizde. Gayet basit

bir seçenek gibi görünüyor, değil mi?

Eğer hala hazineyle ne yapacağınız

konusunda kararsızsanız size bir

tavsiyem var: Açın.

14Balıkesir

Y Kuşağından Bakış

Page 17: Akslepion / Bergama sayı.pdf · Her geçen gün yazı yazmak, görüş açıklamak zorlaşıyor ülkemizde. İçimiz acıyor, mesleki ve sosyal sorunlarımıza çözüm bulamıyor,

Deontoloji ve Tıp Tarihi

15Balıkesir

Dr. Muhammet CanBalıkesir Üniversitesi Tıp Fakültesi

Adli Tıp A.B.D.

İslam Tıbbının Öncüsü:

Avicenna (980-1037)

İslam tıbbının doğuşu ve gelişimi kabaca üç evreden geçmiştir:

Yabancı kaynakların Arapça'ya tercüme edildiği ilk evre. Bu evre yaklaşık olarak MS 7. ve 8. yüzyıllar

arasına tekabül etmektedir. Müslüman tıp adamlarının tıb bilime özgün katkılarının ve başarılarının olduğu

ikinci evre. Bu evre MS 9.-13. yüzyıllar arasındadır. MS 13. yüzyıl sonrasındaki üçüncü evre. Bu evrede diğer

bilim alanlarında olduğu gibi tıp alanında da bir durgunlaşma ve gerileme söz konusu olmuştur.

İbni Sina olarak tanıdığımız Ebu Ali

Hüseyin , çağdaşları onu "Şeyh-el-

Reis" öğrencileri "Reis", Batı dünyası

da "Avicenna" olarak tanır.

İbni Sina pozitif ilimlerde ve felsefede

çok eser yazmış olmakla beraber asıl

tıp alanında rakipsiz bir otorite olarak

kabul edilir.

Beş yaşında eğitime başlamış, üstün

zekâsı ile 10 yaşında iken devrin klasik

eğitimini bitirmişti. Mantık ve Öklit

Geometrisini ünlü matematikçi

Abdullah Natili'den, fizik matematik

ve metafiziği kendi kendine

öğrenmişti. 16 yaşından itibaren tıp ve

fizyoloji öğrenmeye başlamış ve

inanılmayacak kısa bir sürede bu

alanda kendini kabul ettirecek ölçüde

"tıp bilgini" olmuştu.

İbni Sina'nın 32 yaşındayken Büveyhi

Devleti hükümdarı Şemsed Devle'yi

ağır bir hastalıktan kurtarmıştı. Bu

başarısı onun vezirliğe yükselmesine

sebep oldu. Siyasi faaliyetlerin ağır

yükü altında çalışmalarına da devam

etmiştir. 1020 yılında Aristo

felsefesinin yorumu olan önemli eseri

olan "Kitab al-Şifa" yı yazmıştı.

Koruyucusu Şemsed Devle ölünce

yerine geçen oğlunun vezirlik teklifini

kabul etmemiş bu sebepten Funcan

şatosuna hapsedilmişti.

Dört ay zindanda kalır, bu süre içinde

de önemli bir eser kaleme alır. Asistanı

Cürcani tarafından zindandan kaçırılır.

1024 yılından vefatı olan 1037 yılına

kadar olan devrede kendisi

Isfahan'dadır. Kakuyiler hanedanının

hükümdarından ilgi görmüştür. Bu

devrede bir çok eserini yazmak ve

yarım kalanlarını tamamlamak

imkânını bulur. Astronomi alanında

gözlemler yapıyor ve yeni aletler

tasarlıyordu.

İbni Sina'nın 276 kitabı vardır.

Bunlardan 43 tanesi tıbba aittir.

Kitaplarının çoğunun ya tamamı veya

kısmen kaybolmuştur. En önemli

eserleri : El-Şifa, El-Necat, El-Kanun

fit-Tıbb, El-İşaret dır. İbni Sina

felsefede Aristo'nun en iyi

yorumcusudur. İbni Sina Aristo

felsefesi ile onun İskenderiyeli

yorumcularını bilhassa "Yeni

Eflatuncular" ı kaynaştırmış, bu

fikirleri tevhid (Tanrının birliğini bilme

ve bu birliğe inanma) inancı ile

uzlaşacak tarzda yorumlamıştır. Doğu

dünyası Yunan felsefesinde İbni

Sina'dan daha büyük bir yorumcu

bulamamıştır.

Page 18: Akslepion / Bergama sayı.pdf · Her geçen gün yazı yazmak, görüş açıklamak zorlaşıyor ülkemizde. İçimiz acıyor, mesleki ve sosyal sorunlarımıza çözüm bulamıyor,

Katarsis

Dr. Umut KarasuToplum ve Ruh Sağlığı Merkezi

Psikiyatri Uzmanı

16Balıkesir

Tımarhane Öyküleri

Dâhilik ile delilik arasında çok ince bir çizgi olduğu iddia edilir. Deliliğin Fransızca kökeninde “yoldan çıkmak” anlamına geldiği belirtilen deliliğin, eğer bu doğruysa gerçekten dâhilikle arasında büyük uçurumlar olduğunu söyleyebilir miyiz? Hangi dahi yoldan çıkmadan, yola tabi olarak dahi olabilmiştir?

Tarihimiz gerek “deli”lerimiz gerekse onları tedavi eden dahilikle-delilik arasında duran psikiyatristlerin komik ve öğretici hikayeleriyle dolu.

Daha önce Bakırköy'de Rodin'in “düşünen adam” heykelinin hikâyesini, alkol ve meyhane düşmanı Fahrettin Kerim Gökay'ı (hani o valilik yaptığı dönemde alkol düşmanlığı ve kısacık boyuyla, küçük rakı için “Ver oradan bir Fahrettin” deyiminin yerleşmesini sağlayan) keyifle anmıştık. Bir Bakırköy gezisi yapmıştık. O gezi yarım kalmıştı. Biraz daha gezmeye, Mazhar Osman ve Bakırköy'ün belki de en ünlü hastası Neyzen Tevfik'le devam etmeye ne dersiniz? Hadi başlayalım:

Mazhar Osman'a kadar psikiyatri hastaları Üsküdar Toptaşı Bimarhane'sinde sefillik içerisinde yaşamakta, özellikle II. Abdülhamit döneminde, zincire vurma, dayak atma gibi uygulamalar alışılagelmiş iyileştirme biçimleri sayılmaktadır. Doktorların dediğini kusursuz olarak uygulamak üzere devasa Afrika'lı siyahlar servislerde tutulmaktadır. Kimi hastaların reçetesinde, “Günde üç öğün, odunla dayak atılacak” diye yazmaktadır. Hastaların önüne bir pösteki atıp üzerindeki kılları saydırtarak, onları oyalamak da sıradan tedavi yöntemlerindendir. “Deliye pösteki saydırmak” deyimi de bu sayede dilimize yerleşmiştir.

İşte bu sefillik içerisinde tedavi olanların başka bir merkeze taşınıp daha modern tedaviler almasını

sağlayan Mazhar Osman'dır.Nüktedan ve renkli kişiliğiyle

tanınan Mazhar Osman'ın en bilinen hikayelerinden biri Atatürk ile ilgili olandır. Ordinaryüs profesör, Atatürk'le sohbet etmektedir. Bu sohbet esnasında bir ara Atatürk, Mazhar Osman'a sorar: “Osman Bey, bu delilik nasıl bir şey?” Mazhar Osman: “Gazi Paşam az da olsa herkeste bir parça vardır” deyince Atatürk: “Ne demek istiyorsun, bende de mi var?” der. Hoş sohbet ve sözünü esirgemeyen biri olan Mazhar Osman: “Ohooo… Sizde herkesten bin beteri var. İçeride ve dışarıda dört iklim yedi cihana kafa tutmak akıllı adamın yapacağı iş mi?” der. Atatürk bu söze dakikalarca güler.

Mazhar Osman'ın en renkli hastalarından birisi de Neyzen Tevfik'tir Defalarca 21.koğuşa yatan ve her çıkışında tekrar tekrar alkole başlayıp yeniden hastaneye yatan Neyzen… Yine bir gün taburcu olmuş ve Mazhar Osman ona içki içmeyi kesin olarak yasaklamıştır. İleri derecedeki samimiyetlerine dayanarak içki içmeyeceğine dair bir de ant içirmiştir Neyzen'e. Aradan zaman geçmiş, Mazhar Osman, Neyzen Tevfik'e bir yerde içki içerken rastlamış, hemen hatırlatmış: “Hani sen içki içmemek üzere ant içmiştin?” Neyzen hemen şöyle cevap vermiş: “Üstat, biz fakir adamız; bulunca içki içeriz, bulmayınca ant içeriz…”

Neyzen bir mecliste, neyi sert üfleyip çatlatınca, kendisine “Musiki ziyafeti yarım kaldı” diye içerlerler. Güler, geçer. Önündeki birayı dipler ve şişesini dudaklarına götürür. Şişeyi bir ney gibi çalar, tını hemen hemen aynıdır. Velhasıl içtiği rakının, esrarın çetelesini kamyon yüküyle tutan Neyzen Tevfik, neyi üflediği vakit, akan suları da durdurmaktadır.

“Neden, nasıl bu kadar içiyorsun Neyzen?”

Cevabı hazırdır: “Bazıları neşeden, bazıları kederden, bense şişeden içerim şişeden.

Günün birinde Talat Paşa, karşısına çıkıp; “Gel Neyzen, bırak bu sefil hayatı memur ol!” diye öneride

bulunur. “Sonra” diye sorar Neyzen.Talat Paşa cevap verir: “Sonra belki daha da yükselirsin!”

Neyzen dudak büker: “Ya sonra…”Paşa devam eder: “Belki, nazır,

ötesinde neden olmasın sadrazam…”Tevfik, duracak gibi değildir…“Sonra, sonra…”Talat Paşa kaşlarını çatar, öfkeden

kıpkırmızı olmuştur: “Sadrazamın ötesinde ne olacaksın be adam? Hiçbir şey! Padişah olacak halin yok ya!”

Neyzen güler. Sorusu, cümle hayat felsefesini özetler:

“Paşa, ben zaten şimdi de hiçbir şeyim. Peki, hiçbir şey olmak için neden bu kadar zahmeti bir daha çekeyim?”

Atatürk'ün büyük dil kongresini topladığı gün, başvekil de Bakırköy'de genişletilen bez fabrikasını açmaya gelmişti. Dil kongresine bütün bakanlar, milletvekilleri ve bazı büyükelçiler de gelmişlerdi. Dil konusunda tezi olanlar, kürsüye çıkıp konuşmuşlar, fikirlerini beyan etmişlerdi. Bunlar arasında üniversite profesörlerinden Cafer Kırımi bey de kürsüye çıkarak tezini savunurken, Kırımlı olması dolayısıyla söz arasında Ruslar hakkında biraz sitemde bulununca Atatürk çok kızmış ve:- "Burası siyaset meydanı değildir, indirin şunu hemen" deyince profesörü kürsüden indirmişlerdi. Neyzen Tevfik bu olayı öğrenince şu kıtayı yazmıştı:Fabrika yaptı Sümerbank bez için,Çok muazzam bir eser bu laf değil,Dil işinde ehli dil tezden dedi:Sıçtı Cafer bez getirsin başvekil..

1938'de Bakırköy akıl hastanesinde yatan Neyzen Tevfik'in odasına bir hasta gelir.. Fikret Mualladır bu.. konuşurlar.. konuşurlar...ve Neyzen Tevfik'in elinde ney tutan bir portesini yapar ilerleyen günlerde Fikret Mualla.. bir de not düşer defterine : 'biraz edebiyat bilgim ve zevkim varsa onu Neyzen Tevfik'e borçluyum'

Bir süredir Bakırköy Ruh Sağlığı Hastanesi'nin yıkılıp ranta açılacağı söyleniyor. Her metrekaresinde tarih yatan hastanenin tüm deli-dahilerinin ağzından sesleniyorum: SİNİRLERİMİİ BOZMAYIN!!!

Page 19: Akslepion / Bergama sayı.pdf · Her geçen gün yazı yazmak, görüş açıklamak zorlaşıyor ülkemizde. İçimiz acıyor, mesleki ve sosyal sorunlarımıza çözüm bulamıyor,

Bizce Müze Olmalıydı!!!

Bizce Müze Olmalıydı!!!

Page 20: Akslepion / Bergama sayı.pdf · Her geçen gün yazı yazmak, görüş açıklamak zorlaşıyor ülkemizde. İçimiz acıyor, mesleki ve sosyal sorunlarımıza çözüm bulamıyor,

Tıp Hukuku

Dr. Nesrin KızılaslanBAŞH Kadın Hast. ve

Doğum Uzmanı,UKÜ Hukuk Fakültesi Öğrencisi

Biz hekimler zorlu tıp eğitiminin ardından kimimiz pratisyen hekim, kimimiz uzman hekim olarak sağlık camiasının içerisinde yerimizi aldık. Uzun ve yorucu eğitim ve çalışma maratonumuz içerisinde sürekli hastalarımız ve hastalıklarla ilgili yapmamız, bilmemiz gerekenler üzerine yoğunlaştık.

Almış olduğumuz tıp eğitimimiz boyunca ilk önce zarar verme ilkesini benimseyerek hastalarımıza şifa kaynağı olmayı hedefledik. Zamanla değişen koşullar arasında değişmeyen hekimlik sevdamızla mesleğe devam ediyoruz. Ancak her ne kadar meslek aşkımız sönmese de eskisi kadar güvenle ve umutla mesleğimize sarılamıyoruz.

Son dönemlerde basılı ve görsel medyada hiçbir süzgeçten geçirilmeden her türlü sağlık haberleri yayınlanıyor. Hekimler stüdyolarda veya kalemlerle acımasızca suçlanıyor. Hal böyle olunca bizler de kendimizi korumak adına ama bilinçli ama bilinçsiz şekilde içimize kapanıyor ve defansif tıbba doğru kayıyoruz. Aldığımız tıp eğitimi kapsamında tıp hukuku diye bir ders olmadığından hekimler olarak hak ve yükümlülüklerimizin sınırını ve kapsamını da çizemiyoruz.

4 yıl önce tamamen ilgi ve hobi olarak başladığım hukuk fakültesinin ikinci sınıfında seçmeli de olsa tıp hukuku dersini müfredatta görünce oldukça şaşırdım. Yazılan tüm kaynaklar ceza hukuku alanında yer edinmiş hocalara aitti. Çoğu hukuk fakültesinde de tıp hukuku dersi okutulmaktadır. Muhatabın biz sağlıkçılar olmasına rağmen tıp

fakültelerinden iki üç tanesi hariç bu dersin verildiği bilgisine rastlamadım.

Tıp hukuku, sağlık hukuku gibi pek çok isim altındaki kapalı gruplarda da biz sağlıkçılar adına paylaşımlar yapılıp hukukçular tarafından bu alan her geçen gün genişletilmekte ve üniversitelerde yüksek lisans ve doktora programları yaygınlaştırılmaktadır.

Biz sağlık çalışanları olarak bu alanı ancak hakkımızda bir şikayet olduğu sarı zarfını elimize aldığımızda öğrenmeye ve araştırmaya başlıyoruz. Hastanenin disiplin bürosunda başlayan gelgitler karakol ve savcılıktaki ifade koşuşturmaları sonrasında yıllarca süren mahkeme salonu duruşmaları… Prosedürün ne olduğunu, ne yaşanacağını bilmeden geçirilen stresli ve uzun uykusuz geceler.

Tıp hukuku kavramının objesi de subjesi de aslında bizleriz. Bu açıdan tıp hukuku derslerinin tıp fakültelerinde de ders programı içerisinde yer alması gerektiğine inanıyorum. Barolar düzeyine kadar yaygınlaştırılan tıp hukuku eğitim seminerleri karşısında biz hekimler elimize sarı zarf gelene kadar bihaber olacağız.

Ekim ayı içinde katıldığım uluslararası tıp hukuku sempozyumunda (baronun düzenlediği) geniş bir hukukçu katılımının yanında yüzde 5 oranında adli tıp uzmanlarının katılımı vardı. Hal böyle olunca komplikasyon ile malpraktis arasındaki çizgiyi çizmek hukukçuların eline bırakılmıştı. İşin mutfağında olan biri olarak ceza hocalarından birine sağlık

bakanlığımızla ortak çalışarak bir malpraktis yasası yapılması veya bu konuda diğer ülkelerdeki gibi bir düzenlemenin yapılmasının gerekliliğini anlatmaya çalıştım. Özellikle kadın doğum uzmanlarının bu yasal şartlar altında çalışırken tükendiğini pek çok hekim arkadaşın meslekten kaçış yollarını aradığını belirttim. Aldığım cevap ise Florida'da bile kadın doğum uzmanı kalmamış olduğuydu. Gerçekten çözüm şahaneydi...

Bu bağlamda hekimliğin hangi kulvarında olursak olalım birlikte olmalı ve komplikasyon ile malpraktis arasındaki çizgiyi biz hekimler çizmeliyiz. Hukukçu gözüyle çizilen bu çizgilerle tıp biliminin bile kabul ettiği komplikasyon sınırı genişletilmekte, kusursuz sorumluluğa doğru kaydırılmaktadır. Sadece matbu evrak düzenleyip imza alarak kendimizi koruyamayız. Severek yaptığımız, emek verdiğimiz bu mesleği defansif tıptan uzak kılarak layıkıyla yapmak için hepimizin yapabileceği bir şeyler olmalı. Sağlık bakanlığımızla iletişim, her uzmanlık alanının ilgili dernekleri aracılığıyla sağlanıp ortak bir çözüm oluşturulabilir. Biz hekimler olarak da tıp hukuku alanının içinde bulunmaktan kendimizi alıkoymayalım. Düzenlenen tıp kongrelerinde bu alanda oturumlar talep etmeliyiz. Barolara kadar indirgenen tıp hukuku eğitimleri tabip odaları ve uzmanlık derneklerimiz tarafından da yaygınlaştırılarak biz hekimlerin bu alanda aydınlatılması sağlanmalıdır.

18Balıkesir

Sempozyumun Ardından

Page 21: Akslepion / Bergama sayı.pdf · Her geçen gün yazı yazmak, görüş açıklamak zorlaşıyor ülkemizde. İçimiz acıyor, mesleki ve sosyal sorunlarımıza çözüm bulamıyor,

19Balıkesir

Dr. İsmail BirincioğluBalıkesir Üniversitesi Tıp Fakültesi

Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanı

Yazı & Yorum

%90-98 oranında faillerin kadın olduğu (%85 anne) bu tip adli olgularda çocuk'ta bir hastalık yaratılarak doktora götürülmektedir. Anneler genelde iyi eğitimli olup hastalıklar hakkında detaylı bilgiler ile tanı metotları ve tedavi yöntemleri hakkında etkileyici bir bilgi birikimine sahiptirler. Genelde sağlık personeli ile yakın ilişkiler içindedirler, çocuklarının yanından çok az ayrılırlar ve ilgili görünürler. Sağlık konusunda bilimsel makaleleri okur, hekimlerin görüşlerini sorgularlar. Sıklıkla yaşantılarının bir döneminde sağlıkla ilgili bir işte çalışmış veya sağlık sorunu olan kişilerin bakımını üstlenmiş olabilirler. Genellikle çevresindeki diğer kişiler tarafından çocuğunu çok seven, ilgili, şefkatli ideal bir ebeveyn olarak tanımlanırlar ve bu özellikleri nedeniyle diğer ailelerin ve doktorların takdirini kazanırlar. Ancak yalnızken, çevrelerinde özellikle de sağlık personeli yoksa çocukları ile hiç ilgilenmez, onları saatler hatta günler boyu ihmal edebilirler. Çocuklarında hastalık oluşturabilmek için yaptıkları eylemler planlı ve oldukça acımasızdır. Örneğin çocukta apne oluşturabilmek için uzun solunum yolunu kapatırlar. Ayrıca gizli kamera çekimleri bu eylemlerin, diğer istismar çeşitlerinden farklı bir biçimde, genellikle birdenbire, zalimce; çocuğun herhangi bir tetikleyici hareketi olmadan gerçekleştiğini göstermektedir Kadın uygulayıcılar hastane ekibi tarafından oldukça sevilen kişilerdir. Doktorlar ve hemşirelerle uyum içindedirler; çocuklarına yapılacak olan her türlü işlem için rahatlıkla izin verirler. Ancak sonuçlar istedikleri gibi gelmediğinde veya taburculukları

planlandığında saldırgan davranışlarda bulunabilirler. Hastanede kalmaları gerektiğini kızgın ve inatçı bir şekilde ifade ederler.

Bu olgularda gereksiz tanısal işlemler, cerrahi girişimler ya da medikal tedavi nedeniyle çocuklarda ciddi tıbbi zararlar oluşmaktadır. MBPS karmaşık ve potansiyel olarak ölümcül bir çocuk istismarı formudur.

Altta yatan fizyopatolojik yapıyı anlamak güçtür. Kişilik bozuklukları uygulayıcılarda sıklıkla rapor edilse de standart psikolojik testlerde genellikle normal olarak bulunurlar. Narsistik frajilite ve borderline kişilik çok sıktır, ama bu kişilerde pasif-bağımlı histerik kişilik ya da sadomazoist davranışlar, anksiyete bozuklukları ve depresyon da bulunabilir. Uygulayıcıların yaklaşık %75'inin geçmişte somatoform bozukluk tanısı aldığı, üçte birinin de kendisinde yalancı hastalık oluşturduğu bulunmuştur

MBPS aslında üç kişi arasındaki karmaşık bir ilişkidir; anne, çocuk ve doktor. Doktor bu karmaşık ilişkide kilit rol oynar. Karakteristik olarak uygulayıcı, doktorunu yalanlarına ortak etmeye çalışır. Ne yazık ki çoğu olguda bu durum başarılı olur ve çocuğun uğradığı zararların büyük bir kısmı (gereksiz tanısal girişimler, cerrahi müdahaleler gibi) klinisyen eliyle gerçekleşir. “iyi” hekimler MBPS'de anneler tarafından kolaylıkla manipüle edilirler. Tanının en kısa sürede konulması ve tedaviye bir an önce başlanması için pek çok tıbbi girişim yapılır. Ayrıca aile ile kurduğu yakın ilişkiden ötürü hekim; çocuğu ve özellikle de anneyi korumak ister. İstismarcıyı gösteren bazı bulgular saptansa bile hekim bu yakın ilişkiden

dolayı olayı kabullenmek istemez. Hatta annenin suçlanması karşısında (kanıtlar apaçık şekilde ortada olsa bile) öfkelenebilir. Bu durum çocuğa uygulanan istismarın devamına yol açar. Pek çok klinisyen fiziksel veya cinsel istismarı oldukça iyi bilirken MBPS'yi tanımakta güçlük çeker. Genellikle tanı atlanır ve olgular gerçek tanıları konulamadan hastane hastane dolaşırlar. Çok nadir görülmemesine rağmen tanı konulamamasının en önemli nedeni farkındalığın olmamasıdır. Çünkü tanı ancak dikkatli ve şüpheci bir yaklaşımla konulabilir. Diğer çocuk ihmali ve istismarı olgularında olduğu gibi multidisipliner bir ekibin (pediatrist, çocuk ruh sağlığı uzmanı, adli tıp uzmanı, sosyal hizmet uzmanı, gerektiğinde ilgili çocuk yan dal uzmanı, hemşire gibi) ortak çalışması sonucu konur. Ekibin içinde erişkin psikiyatristinin de bulunması uygulayıcının tanı ve tedavisine yardımcı olur.

Sonuç olarak, MBPS tekrarlama riski yüksek, oldukça ciddi sonuçları olan ağır bir çocuk istismarı çeşididir. Unutulmaması gereken nokta şu anda MBPS tanısını destekleyen veya ekarte eden hiçbir tanısal testin veya psikolojik profilin tanımlanmamış olduğudur. Aksine bazı semptom ve bulgular sadece şüphenin artmasına neden olabilir. Tanı her olguya şüpheci yaklaşım ve özgün tanısal işlemler ile koyulabilir. Olguların multidisipliner bir ekip tarafından değerlendirilmesi şarttır. Tanı için gerekli kanıtlar toplanırken öncelik mağdurun güvenliğine verilmeli, çocuğun hayatı daha fazla riske edilmemelidir.

Hekimler Yardım Etmek İsterken Çocukları İstismar Ettiklerinin Farkındalar mı?

ÇOCUK-ANNE-HEKİM

Üçgeninde Geçen İlginç Bir Sendrom:

“MUNCHAUSEN BY PROXY SENDROMU (MBPS)”

Page 22: Akslepion / Bergama sayı.pdf · Her geçen gün yazı yazmak, görüş açıklamak zorlaşıyor ülkemizde. İçimiz acıyor, mesleki ve sosyal sorunlarımıza çözüm bulamıyor,

Dosya

20Balıkesir

HASTANE

Dr. Aslıhan AktemelBalıkesir Atatürk Devlet Hastanesi

Tıbbi Biyokimya Uzmanı

orgun uyandı, yumulu göz Ykapaklarından hissettiği güneş onu uyandırmış ve bu sıkıntılı uykusunun etkisini biraz da olsa almıştı. Devamlı kovalandığı kâbusların içerisinde kalbinin deliler gibi kulaklarında gümbürdediğini duyuyor ve o kadar nefes alamıyor ki pehlivan bilekli eller boğazını sıkıyor. Hava çok yetersiz ve ciğerleri yanıyor, odanın değil tüm dünyanın havasını bile solusa yetmeyecek. Terle ıslanmış ve keyif kaçıran yastıktan başını hızla ve sersemlemiş gövdesini mümkün olabildiğince çabuk yataktan kaldırarak tatlı sabah havasını alabilmek için soluk soluğa camın önüne ulaşıyor. Geçen yıllarla biraz kilo aldığının farkında. İyi de ne yapsın canım insan 58 yaşında dükkan sahibi olup da üstüne üstlük bir eş, Allah bağışlasın iki çocuk ve üç yan apartmanda oturan yaşlı annesinin sorumluluğunu almışsa hele de büyüme amaçladığı dükkan için çekilen krediler, yeni arabanın taksiti derken offf bir anda hatırlıyor, 'bir de şu iş çıktı başımıza'. Annesini bugün hastaneye götüreceğine söz vermişti.

Kaybettiği babasının yerine onu koyan ve yıllar içerisinde hepten çocuklaşan annesinin bitmek bilmeyen baş ağrıları var. Şehrin en yeni hastanesine son gelen hanım hanımcık doktorun çok başarılı olduğu, geçmişte büyük işler yaptığı, hem komşu Ayfer hanımın karnının ağrılarını da hemencecik iyileştirdiği, demek ki yıllardır gittiği doktorlardan daha iyisini yapabileceği ve evdeki ilaç valizine yeni eklemeler yapması ihtimaliyle annesi onu haftalardır sıkıştırıyor. Gitmeleri geciktikçe enikonu güceniyor. Zaten keyifsiz başlayan günü iyice karartan bu hatırlamayla hızlıca hazırlanıyor, çocukları okula gitmeden bir göz görüyor ve eşinin hazırladığı kahvaltıyı

hızlıca bitirip kendisini dışarı dar atıyor. Arabaya ulaştığında nefesinin sıklaştığını ve altı üstü iki katı yürüyerek inmesine rağmen göğsündeki basınç hissinin arttığını görmezden gelemiyor, ama olsun canım kahvaltıda her zamankinden biraz fazla kaçırdıysa ne olurmuş, hem onu uzun bir gün bekliyor enerjiye ihtiyacı var hem de annesini bıraktıktan sonra şu lanet olası bankacılarla kredilerinin yeniden yapılandırmasını konuşmak zorunda.

Anneciğini, kapının önünde feracesini giymiş, başörtüsü çenesinin çantası ise kolunun altına kıstırılmış vaziyette hazır onu beklerken bulunca içi ferahlıyor. Bu gördüğü kırışık yüz ona sevgiyle bakıyor, arabaya bindiğinde onunla beraber tatlı bir pişmiş hamur kokusu sarıyor arabanın içini ve hemen yola koyuluyorlar çünkü küçük de olsa sevgili şehrinin trafiği hep sıkışık. Hele hastanelerin önüne gelince nedense hep daha sıkışık oluyor. Bunun sebebi yanlış planlama mı, artan arabalar mı? Yoksa bu hastaneyi niye bu mahalleye kurdular ki? soruları kafasını kurcalarken arabanın lastiği bir kasise giriyor, hay Allah kahretsindi daha sadece 7.nci taksitini ödedi, daha sunturlu bir küfür sallayacakken annesinin varlığıyla kendine geliyor, dilini toparlıyor ya içindeki öfkeyi çözmesi mümkün değil. Tam derin bir nefes alıp kendine gelirken arabanın lastiği bir çukura

daha giriyor. Yok artık canım yaaaa! Gerçekten mi? Aylarca haberlerini yaptıkları, koskoca cumhurbaşkanının açılışına geldiği, daha inşaatı dün bitmiş koskoca hastanenin, yapıldığı 3 hafta olmuş asfaltında bu kadar düzensizlik bu kadar çarpık çurpuk yer mi olur? Kim bu işlerin sorumlusu diye tam içindeki homurtulara bir yenisi eklenirken lastik tekrar hem de bu sefer kallavi bir çukura değiyor. Sarsıntının içinde yarattığı öfke, annesinin gözlerindeki aman evladım nolur sinirlenme bakışıyla daha da artıyor. Zaten hastane girişindeki tek yol olmuş üç yol, araba sayısı anbean arttığı halde bizim sıra hiç ilerlemiyor neler oluyor diye hönkürerek bir sinir krizi geçirme eşiğine yaklaştığı anda devasa silueti, yaklaştıkça karşısındakine küçüklüğünü hatırlatan büyük bloklarıyla bu görkemli olmazsa olmaz şifa dağıtıcı binanın girişine yaklaşıyor. Yaklaşıyor yaklaşmasına da yol ya sağ ya sol döneceksin ya da düz binanın önüne devam edeceksin diyor. Sağ ve soldaki görkemli betonların içerisinde kimler var niye var bilmiyor ki en iyi yol düz gitmek gibi geliyor. O da içindeki sesi dinleyip dümdüz başhekimliğin önüne geliyor. Park edebilir ama nereye? Annesini bırakıp park yeri arayabilir ama annesini sonra nasıl bulacak? O sırada gözüne park yeri için mi nedir bilinmez bir beton düzleme geliyor. Hemen bir kapının önündeki bu boş alan tam kıymetlisinin

Page 23: Akslepion / Bergama sayı.pdf · Her geçen gün yazı yazmak, görüş açıklamak zorlaşıyor ülkemizde. İçimiz acıyor, mesleki ve sosyal sorunlarımıza çözüm bulamıyor,

Dosya

21Balıkesir

gireceği ölçülerde, iyi de bu kapı nedir? Nereye açılır? Kim neden nasıl kullanır? Bu soruların bırakın cevabını bilmek, soruları sormaya dahi yetisi olmayan bu sevgili şoförümüz, gözümüzün nuru velinimetimiz hasta yakınımız canının içi yepyeni arabasını tekerli sandalyeler için dökülmüş rampanın düzlemesine bırakıyor. Tıkadığı yolun devamındaki kapıdan dümdüz yoluna devam ederken ne kadar akıllıca bir iş yaptığını, diğer enayiler hala park yeri girişinde sıra beklerlerken kendisinin içeri girebildiğini düşünerek hafifçe tebessüm ediyor. Bahçedeki ana girişte yönlendirme tabelaları ve park yasağı tabelaları etkin kullanılmadığı için bu yaşanan kargaşanın muhtemelen her gün olduğunun farkına varıyor ve daha sonraki gelişlerinde kullanmak üzere bu kapıyı ve betonu zihninde işaretliyor.

Girdikleri kapının açıldığı koridor sonsuza kadar devam ediyor gibi gözüküyor, yürümeye devam ediyorlar ama kimseyle karşılaşmadıkları gibi kapıların üstünde de içerisinde onları neyin beklediğini yazmıyor. Tedirginliklerinin had safhaya ulaştığı bir anda gençten biriyle karşılaşıyorlar. Geldikleri yöne doğru ilerlemeye çalışırken ayaklarının üstünde dengesini sağlamakta zorlanan ve bu yüzden bir koltuk değneğine ihtiyaç duyan bu kişinin yüzü, geçirdiği artık hastalık mıdır, kaza mıdır yoksa annesine kalırsa gördüğü şeytanlardan mıdır bilinmez kararmış ve yorgun. Ona nerede olduklarını sorup tarif alacağız diye içten içe sevinirlerken aldıkları 'hastanede' cevabıyla bir kez daha şoka uğrayıp yürümeye devam ediyorlar. Nihayet kolonları bezemelerle süslü, kalabalığıyla önemli olduğunu hissettiren bir iç meydana geliyorlar. İçerden gördükleri büyük camlı kapılar başhekimlik civarında olduklarını düşündürtse de giydirmeyle süslenmiş kolonların hiçbir yerinde nerede oldukları yazmıyor. İkisi hastane personeli biri sivil birinin ise ne olduğu belirsiz dört kişiyle konuşmalı sormalı el ile göstermeli tarif için iteklemeli bir dizi sürecin ardından gitmeleri gereken yönün olduğu koridora ulaşıyorlar. Ulaştıkları koridorda doktorların adları, daha ileride mi yoksa geride mi kaldıkları, hangi bölümün ne yönde olduğuna dair işaretler olmadığı gibi tuvalet okundan asansör, asansör okundan kilitli kapı, doktor olduğunu sandıkları kişi

sekreter ve sekreter sandıkları kişi de bölüm şefi çıkıyor ve artık bunların hiçbirine şaşırmaz hale geliyorlar.

Nihayet ulaştıkları bir bankodaki sıranın arasına giriyor ve ulaşabildiği genç hanımın bilgisayar operatörü mü hasta yönlendirme mi yoksa hemşire mi olduğuna ayırt etmeden ki edebilse hangisinin işini daha kolay göreceğini bilirdi ya bu tip bilgileri öğrenmek için zamanı ya da imkanı yok- meşhur doktorun adını sesleniyor, sesi biraz beklediğinden yüksek çıkmış olacak ki pek çok kafa kendisine dönüyor, cık cık nidaları, bir tek sen mi varsın be adam hepimiz burada bunun için bekliyoruz homurtuları eşliğinde sıranın sonuna itiliyor ve kendisi için sekiz buçuk ay gibi geçen on iki dakikalık bir bekleyişin ardından eline uzatılan barkodlarıyla bekleme koltuklarının boş bir kenarına yığılıyor.

Günlerdir beklediği doktora nihayet kavuşacak olan anne yorgunlukla telaşlı bu koşuşturmacanın nihayet sona erdiğini düşünerek rahatlamak istiyor. Tüm bunlar onu çok yordu, oğlunun sinirlenmesi onu zaten yeterince üzüyor bir de kendisinin fazlalık olduğu hisleriyle boğuşmak böyle bir zamanda hiç istemeyeceği bir şey. Tam bunları aklından geçirdiği sırada yer karolarında lekeler fark ediyor. Yılların ev kadınıdır, temizlik bilir tertip düzenden anlar, hiç hoş değil ama neden? Daha yeni yapılmadı mı buralar? Hangi çocuklar burayı böyle kötü temizlediler? Derken daha büyük bir şokla karoların hiçbirinin bir diğeriyle aynı olmadığını fark ediyor. Olmaz canım böyle şey diye mırıldanıyor, yeni yapılmış misler gibi

bina, hiç defolu malzeme kullanırlar mı? Oğlana sormak istiyor ama zaten sinirli şimdi ters bir şey söyler daha çok mahcup olurum diye bu fark ettiği bilgiyi kendisine saklamaya karar veriyor. İyi ki de öyle yapıyor çünkü komşu koltuklardaki diğer kader ortaklarının yaptıkları mırıltılı konuşmalardan meğerse bu hastanenin ödüllü bir projeyle yapıldığını, çok büyük mimarların mühendislerin çalıştığını öğreniyor. Ne ödülü olduğunu çok merak etse de oğlundan çekiniyor soramıyor. Gene de kafasını da kurcalamaya devam ediyor mesele, kimin verdiğini bilmediği bir ödülü alan ve kim olmadığını bilmediği ama okumuş ve bilgili insanlar oldukları kesin olan bu insanlar kendisinin bile gördüğü bu ayrıntıları göremiyorlar mı? Belki kendisi onlar gibi ''cephedeki detay çözümlemeleri çok başarısız'' ya da ''kaynaşma noktalarındaki bağlantılar yetersiz kalmış'' gibi havalı cümleler kuramayabilir ama durum besbelli ortada işte. Camın içini dönmesi gereken taş parçası eksik hatta eğilip baktığında dışarıyı görüyor. Nasıl olacak o zaman yarın yağmurlar başladığında o bariz delikten buraya su mu girecek? Bu devirde bina yapıp da camından çerçevesinden su girdiğini o büyük ödüllü büyük adamlar nasıl açıklayacaklar? Aklına üşüşen bu soruların cevabını bilmediği gibi başının ağrısının bir nebze rahatlaması için geldiği bu yerde ağrının arttığını fark ediyor. Elinden bir şey gelmez, ama olsun onun başı ağrısa da olur yeter ki yüce Allah bu devlete bu millete acısın, bu hastanede çalışanlara sabır güç ve kuvvet versin, onlara helaklık vermesin diye dua ediyor.

Sevgili okuyucuya not, yazarın ilk hikâye denemesi olup nesneler gerçek, kişilerse hayal ürünüdür.

Page 24: Akslepion / Bergama sayı.pdf · Her geçen gün yazı yazmak, görüş açıklamak zorlaşıyor ülkemizde. İçimiz acıyor, mesleki ve sosyal sorunlarımıza çözüm bulamıyor,
Page 25: Akslepion / Bergama sayı.pdf · Her geçen gün yazı yazmak, görüş açıklamak zorlaşıyor ülkemizde. İçimiz acıyor, mesleki ve sosyal sorunlarımıza çözüm bulamıyor,

HEKİMLER ŞÖYLE BÖYLE DE,PEKİ BUNLAR NE OLACAK

1- Değerli hastalar siz hiç işinizden ötürü gece yarısı sonra uyandırıldınız mı?Özel olanaklarınızla iş yerinize gi�niz mi?

Hekimlerin her gece,her ha�a yada her ay mutlaka bunları yap�ğını biliyor musunuz?

2- Değerli hastalar ha�alık çalışma saa�nin kamuda 40 saat olduğu halde sağlıkta 45 saat olduğunu ve mesai dışında hastaneye gelip yapılan işlemlerin hekimlerin mesaisine sayılmadığını biliyor musunuz?

3- Muayene için ayrılan sürenin çok az olduğundan en çok hekimlerin şikayetçi olduğunu , yanlış tanılara yol açabileceğini ve bilimsel olarak şu andakinden çok daha az sayıda hasta bakılması gerek�ğini biliyor musunuz?

4- Hekimler hastanızı iyileş�rmek için buradadır, bu onların amacıdır da, ancak onlardan iyileş�rme garan�si istemeye hakkınız yoktur.

5- Hekim hastanızın tedavisini kabul etmeyebilir veya bırakabilir, bu nedenle ısrar etmeyiniz, çünkü hekimin yasal sınırlar içinde "hastanın tedavisini üstlenmeme veya reddetme hakkı" olduğunu biliyor musunuz?

6- Hekimleri rapor konusunda zorlamayınız, çünkü hekimlerin özel bir nedenle veya ha�r için rapor vermeleri suçtur.

7- Hekim çağdaş ve modern kuruluşlarda çalışmak ister, kurumdaki alt yapı eksiklilerinin sorumlusu hekim değildir, bu konudaki yakınmalarınızı üst makamlara ile�niz, hekimden hesap sormayınız.

8- Hekimlere sosyal güvencesi olmayan yakınlarınızın ilaçlarını yazdırmaya çalışmayınız,bu hem hekim hem de sizin açınızdan suçtur.

9- Acilde ,polikliniklerde veya servislerde kendinizi kaybedip sağlık çalışanlarına olur olmaz şeyler söylediğinizde,ha�a fiziksel saldırıda bulunduğunuzda adli tahkikata uğrayacağınızı ve cezalar alabileceğinizi biliyor musunuz?

10- Hekimlerin yap�kları iş nedeniyle yüksek oranda risk aldıklarını, bu yüzden bir çok sağlık çalışanının bulaşıcı hastalık kap�ğını ve ha�a yaşamını yi�rdiğini biliyor musunuz?Bir salgın hastalık durumunda herkes köşe bucak kaçarken o hastalara tanı ve tedavi hizmetlerini kim vermektedir sizce?

İŞTE BÜTÜN BU NEDENLERDEN DOLAYI SAĞLIĞINIZLA İLGİLİ OLARAK BİZLERE BAŞVURDUĞUNUZDA BİZİ KARŞI TARAF OLARAK DEĞİL SİZE

YARDIMCI OLMAYA ÇALIŞAN GÖREVLİLER OLARAK GÖRMENİZİ İSTİYORUZ.ANCAK BU ŞEKİLDE SAĞLIKLI BİR HİZMET VEREBİLİRİZ...

BALIKESİR TABİP ODASI

SAYIN HASTALAR VE YAKINLARI

Page 26: Akslepion / Bergama sayı.pdf · Her geçen gün yazı yazmak, görüş açıklamak zorlaşıyor ülkemizde. İçimiz acıyor, mesleki ve sosyal sorunlarımıza çözüm bulamıyor,

24Balıkesir

Şurası bir gerçek ki İslam'a bakışınız ne olursa olsun bu kan gölü halindeki coğrafyada yaşıyorsanız İslam'la ilgili şeyler herkesi ilgilendirse gerek. Bu bağlamda bir çıkış yolu varsa ya da aranacaksa bazı şeyleri bilmekte fayda var. Bu bağlamda şu anda yaşadığımız devirde bile, boş verin şeriatla yönetilen ülkeleri, Atatürk Cumhuriyetinde bile yönetimde önemli yerlerde karar verme mevkilerinde çeşitli dini tarikatlar bulunmaktadır. Bu durum toplumumuzun bir gerçeğidir ve uzun yıllar böyle olacak gibi de görülmektedir. O zaman İslam'ın belki yüzlerce tarikatının içindekilerden bazıları ön plana çıkabilir ve de çıkış noktası olabilir. Burada ki en önemli özellik, akılcı olması ve biat kültürü gibi kula kulluk derecesinde yozlaşmaların olmamasıdır.

Maturidilik ve Mutezile ekollerinin, İslam'ın en akılcı ve hurafelerden arınmış olanlar olduğu görüşü yaygındır. Maturidilik, 852 yılında Türkistan'ın Semerkant şehrinin Maturidi köyünde doğan Mansur Maturidi tarafından temelleri atılmış ve geliştirilmiştir. İslam dininin yorumlanmasında aklın ayet ve hadisler kadar önemli olduğunu iddia ettiğinde dönemin bağnaz, hurafe ve biatçı tarikatları tarafından çok eleştirilmiştir. Ne yazık ki Maturidilik Maveraünnehir gibi kapalı bir havzada ortaya çıkması, Bağdat ve Basra gibi dönemin ilim ve siyaset merkezlerinden uzak yerlerde olması sebebiyle diğer tarikatlar kadar bilinmemiştir.

Maturidiliğin görüşlerini şöyle özetleyebiliriz:

1. Dini tebliğ olmadan da insan, aklıyla Allah'ı bulabilir.

2. İyi ve kötü, güzel ve çirkin akılla bulunabilir. Allah bir şeyi iyi ve güzel olduğundan emretmiş, kötü ve

çirkin olduğu için yasaklamıştır. Bunda insan aklının ötesinde bir şey aramak hurafedir ve şirke girer.

3. Kulda başlı başına cüzi bir irade vardır. Kul iradesiyle seçimi yapar, Allah da kulun seçimine göre fiili yaratır.

4. Allah kulun gücünün yetmeyeceği ve aklının ermediği hiç bir şeyi kuluna yüklemez.

5. Akla uymayan hiçbir şey kabul edilemez, sorgulamaya bile gerek yoktur.

Maturidi özellikle inanç ve kelam üzerinde eserler bırakması yanında pozitif ilimlerle de ilgilenmiştir. Özellikle felsefe üzerine çalışmıştır. Aristoteles'in mantık isimli eserinden çok etkilenmiş, kitaplarında bundan bahsetmiştir. Çalışmalarını aynı dönemde yaşadığı, belki de İslam'ın şu andaki düştüğü durumlara temel atan Harici, Rafizi, Haşhaşi gibi radikal ve aklı fazla kullanmayan ekollerle mücadele etmek için yazmıştır. Hoşgörü ve mantığı ön planda tutması, korku değil de sevgi üzerine yorumları bulunduğu coğrafyada taraftar bulmuştur.

Maturidi'nin Türk olduğu bazı kesimler tarafından kabul edilmese de kesindir. Özellikle Türk coğrafyasında etki yaratmıştır. Türkiye, Balkanlar (özellikle Selanik ve çevresi), Orta Asya, Çin, Hindistan, Eritre'de yayılmıştır. Türklerin çoğu, inançta Maturidi, fıkıhta Sünni, Alevi ve Şii'dirler. Ebu Hanife'yi şüphesiz hocası olarak kabul etmiştir, onun fikirlerini geliştirmiş, anlaşılması zor olanları açıklamış, daha akılcı yaklaşımlarda bulunmuştur. Hakikatleri kesinlikle Hanefi mezhebine feda etmemiştir. Hanefilik konusunda günümüzde bağnazlık olarak yorumlayabileceğimiz bazı kavramları değiştirmiş, daha modern ve hoşgörülü yaklaşımlarda bulunmasına rağmen, takipçileri aynı yoldan gitmemiş, akılcı çizgiden uzaklaşılarak belki de günümüzdeki sorunların çoğuna engel olabilecekken olamamışlardır.

Maturidilikte ibadetin Allah ile kul arasındaki bir durum olduğu, aslın inanç olduğu özellikle vurgulanmıştır. Kul hakkı, adalet, ahlak, iyi insan olmak gibi beşeri durumlar hep ibadetten daha fazla önemsenmiştir. Doğma, keramet vs akıl dışı düşünceleri nerdeyse şirke eş değer olacak düzeyde reddetmiştir. Adalet konusunda zalim krala adaletli demenin şirk olacağını söyleyecek kadar ileri gitmiştir. Maturidi, “İman amelin sebebidir, amel imanın oluşmasının sebebi değildir, sonuç sebebin yerine konulamaz” demiştir. Bu fikir belki de günümüzde amel için göstermelik iki yüzlülükleri çürütebilir.

Maturidiliğin en önemli özelliklerinden biri de yanlış yorumlanan ayetler ve doğru olmayan hadislerle din diye insanlara yıllardır yutturulan, dayatılan Arap kültürünü kabul etmemiş, daha sade, akılcı ve hoş görülü İslam'ı insanlara anlatmaya çalışmıştır. Anadolu İslam'ı diye hepimizin bildiği Yunus Emre, Hacı Bektaşi Veli, Mevlana'nın vermek istediklerini yaşadığı çağ ve coğrafyada Maturidi vermeye çalışmıştır. Pür, tertemiz, sevgi dolu, korkarak değil de isteyerek yaşanan İslam anlayışı Türk'lerin dünyaya sunduğu İslam yorumu olmuştur.

Selçuklu ve Osmanlı'da Eşarilik ve Sofilik yaygın tarikatlar olmuştur. Cumhuriyetle beraber her şeyde olduğu gibi dini inançlarda da ulusalcılık etkisiyle Maturidilik tekrar Anadolu'da canlanmış, ancak ilerleyen yıllarda özellikle gerilemiştir.

MATURİDİLİK

Page 27: Akslepion / Bergama sayı.pdf · Her geçen gün yazı yazmak, görüş açıklamak zorlaşıyor ülkemizde. İçimiz acıyor, mesleki ve sosyal sorunlarımıza çözüm bulamıyor,

Dr. Selçuk KılıçBalıkesir Atatürk Şehir Hastanesi

Ortopedi Uzmanı

Hobi

25Balıkesir

Yöresel Bebek

Sapan

Kök Boyalı Topaç

Tel Otomobil(Erzincan)

40 Yıllık Bir Masal: EGE OYUNCAKLARI-3

Bir gün "Korsacılar" soyadında birinden bir ileti aldım. Dilek Korsacılar rahmetli Fahrettin Bey'in amcası olduğunu söylüyordu. Kendisinin de amcası ve yengesiyle ilkokul yıllarında her sene İzmir Fuarı'nda stant açıp oyuncak tanıtıp sattığını, rahmetli amcasının stant önünde elinde bebekler neşeyle bağırarak "İşte işeyen bebek, burnunu karıştıran bebek, öpücük atan bebek, pamuk prenses ve yedi cüceler buradaaa..." diye kendince sloganlar atarak halka bunları tanıtıp sattığını gözleri dolarak anlattı. Fahrettin Bey aslında baba mesleği olan

korseciydi. Fakat bu oyuncaklara özel bir ilgi duyarak ve severek kırk elli yıl sonra bizim duyacağımız heyecan içinde sahiplenmişti. En küçük Ege'ler en ucuza, boy ve cüsse büyüdükçe daha pahalıya satılırmış. Hele pamuk prenses ve yedi cüceler ailelerin pek çok ilgisini çeker fakat hepsi birden maddi açıdan külfetli olacağı için her gün birer adedini alıp seriyi tamamlamaya çalışan aileler olurmuş. Üzerinde Ege Oyuncakları yazan fuar tanıtım reklamı olan naylon poşetin üzerindeki "Korsacı Fahri" yazısını bile Fahrettin Bey kendi el yazısı ile tasarlamış. Bir tesadüf ile başlayan bu macerada Ege Oyuncakları'nın hak ettiği değeri bulduğuna inanıyorum. Henüz kayıp birkaç figürün saklambaç oynarcasına bir yerlerde gizlendiğini düşünüyorum. Bu oyuncakları bizim kadar sevmiş Fahrettin Korsacılar'ı keşke tanıyıp konuşma fırsatı elde edebilseydim ve bu sevda masalında şimdi yetim ve öksüz kalan sevimli kahramanların öz babası Fahrettin Bey'in yine birkaçını eline alıp geçmişte bir fuar akşamı "Haydi işeyen bebek, öpücük atan bebek" diyerek bağırışlarını hayal etmekle yetinmeseydim.

Page 28: Akslepion / Bergama sayı.pdf · Her geçen gün yazı yazmak, görüş açıklamak zorlaşıyor ülkemizde. İçimiz acıyor, mesleki ve sosyal sorunlarımıza çözüm bulamıyor,

26Balıkesir

Dr. Seda Karaçam112 Acil Hekimi

Rabarba

“(...) çünkü teknik insanlar bu konuda işe

yarayabilecek fikirleri ya da önerileri olabilecek teknik

insanlara teknik sorunlardan söz etmeyi severler.”

R. P. Feynmann*

Doktor Türkçesi Üzerine

Sağlıkçı olmayan aileye, arkadaşlara

tıbbi bir şeylerden bahsederken doğru

kelimeleri bulmakta zorluk

yaşamayanımız olmamıştır herhalde.

“Doktor Türkçesi” denerek hafiften

alay konusu da edilen, birçok farklı

dilden kelimelerle dolu karmaşık bir

jargonumuz var. Eczacıların doktor

yazısını çözebilmek için o kadar sene

okuduğunu iddia eden meşhur

şakadakine benzer şekilde, biz de

aslında birbirimizin ne dediğini

anlayabilmek için senelerce dirsek

çürütüyoruz galiba.

Kullandığımız kelimelere şöyle

gözlerimizi kısıp bir bakınca, bulanık

da olsa tarih boyunca hangi milletlerle

nasıl ilişkiler kurduğumuz, ne kadar iç

içe olduğumuz görülebiliyor. Bazen -

biraz doğru açı, biraz da şansla- neyi

ilk kimlerden öğrendiğimiz bile

netleşebiliyor. Bu sadece bizim için

değil, tüm milletler için böyle ve tıp da

bu genellemelerin dışında değil.

Tababet, insanlık kadar eski bir uğraş

ve tarihteki tüm medeniyetlerden katkı

alarak gelişmeye devam ediyor.

İnsanlar sadece ilaçları, teknikleri

değil, kimi zaman bunları bulan, kimi

zaman da yaygınlaşmasına vesile olan

insanların verdiği isimleri almış.

Yunancadan, Latinceden, Arapçadan,

Farsçadan, Fransızcadan ve

İngilizceden aldığımız kelimeler

eskiden yeniye yıllar boyunca tıpta

kimlerin sözünün geçtiğini gösteriyor.

Kelimeler yalan söylemiyor.

Bu çerçeveden bakmayı tercih ettiğim

için çoktan Türkçeye geçmiş, günlük

kullanıma girmiş kelimelerin yerine

'geçirmek' üzere özzz-Türkçe

karşılıklar bulma çabalarını abes

buluyorum. Çok çok geç kalınarak on

yıllardır zaten kullandığımız,

birbirimizi anladığımız sözcüklere

bulunan/önerilen karşılıklar oldukça

eğreti duruyor ve haliyle (belki bir iki

kötü espri haricinde) kullanılmıyor.

Eğer Türkiye'de olmayan bir şeye

Türkçe karşılık bulunacaksa bu ülkeye

ilk geldiğinde bile değil, insanlar o

şeyin hakkında ilk konuşmaya

başladıklarında bulunmalı. Uyarlanmış

bir kelimenin, örneğin “bilgisayar”da

olduğu gibi, başarılı olması en çok

zamanlama ile ilgili. 'Endoskopiyi

kimler yapmalı' tartışmaları bile

başladıktan sonra gelen “İçbakı

denmeli” önerisi beyhude.

Türkçeye başka dilden kelimelerin

girmesine aşırı karşı olan insanların

kelimelerin kökenlerine dair fikirleri

de maalesef ki hatalarla dolu. Üstelik

bir kelimenin kulağa hangi dildenmiş

gibi geldiği de çok yanıltıcı. Örneğin,

“Alkol” Arapça, “diyare” Yunanca

çıkıveriyor. “Mayi” kelimesi Arapça

kökenli olduğu için kullandığımız

zaman kızan hocamızın muayene

anlatırken sürekli “batın” demesi ilk

aklıma gelen örneklerdendir. Bu

meselede çizgiyi nerede çizebiliriz ki?

“Abdomen” Latince, “karın” Eski

Türkçe, “batın” Arapça. “Doktor”

Latinceden, “tabip, hekim” Arapçadan.

Hangisinden vazgeçebiliriz?

Vazgeçmemize gerek var mı?

Yeni kelimeleri alıp kendisinin

yapabilen diller gelişir ve yaşar.

Türkçe de şimdiye kadar böyle gelmiş,

geleceğe de böyle gidecek. Dilimiz

hassas, narin bir cam parçasıymış gibi

aşırı korumacı olmak yanlış. İmla

kuralları da dahil her türlü kural

değişebilir, yenilenebilir; bu binlerce

ve umarım on binlerce yıllık bir

yolculuk. “Oha filan oldum yani”

diyen gençlerin bile aslında yeni bir

ifadeyle Türkçeye can, heyecan

kattığını düşünmek ve açık fikirli

olmak lazım. Parmak sallayan birer

asabi edebiyat hocasına

dönüştüğümüzde kaybeden Türkçemiz

olacak.

Page 29: Akslepion / Bergama sayı.pdf · Her geçen gün yazı yazmak, görüş açıklamak zorlaşıyor ülkemizde. İçimiz acıyor, mesleki ve sosyal sorunlarımıza çözüm bulamıyor,

Meslektaşlarımızdan

Dr. Tekin ÖzcanÖzel Edremit Körfez Hast.Beyin Cerrahisi Uzmanı

“Bugünkü devlet teşkilatımız doğrudan doğruya milletin kendi kendine, kendiliğinden yaptığı bir devlet teşkilatıdır ki, onun ismi cumhuriyettir. Artık hükümet ile millet arasında ayrılık kalmamıştır. Hükümet millettir, millet hükümettir.”

Atatürk, cumhuriyetin ilanından yaklaşık iki yıl sonra İzmir'de yaptığı bir konuşmada cumhuriyet yönetimini bu sözlerle ifade etmiştir. Meşrutiyet yıllarında henüz genç bir subay olan Mustafa Kemal'in yakın çevresine söylediği “Meşrutiyet yetmez, daha fazlasını yapacağız” sözleri Prof. Dr. Afet İnan tarafından daha sonra kaleme alınmıştır. Türk Tarih Kurumu tarafından 1966 yılında basılan ve “Erzurum'dan ölümüne kadar Atatürk'le beraber” isimli eserde Mazhar Müfit Kansu, Erzurum Kongresi'nden önce hükümet şeklinin cumhuriyet olacağını Atatürk'ün kendisine söylediğini belirtmiştir. İstanbul'da faaliyet gösteren İngiliz İstihbarat Teşkilatının özellikle Sivas Kongresi sonrasında kaleme alınan raporlarında, Anadolu'da yürütülen çalışmalarda cumhuriyete benzer yönetim modellerinin vurgulandığı, önüne geçilemezse bir süre sonra bu topraklarda cumhuriyetin ilan edileceği yer almıştır. Milli Mücadele yıllarında Atatürk'ün cumhuriyet yönetimini tesis etmeyi amaçladığı daha birçok kaynak tarafından da doğrulanmaktadır.

Cumhuriyet kelimesi, Arapça “halk” anlamına gelen “cumhur” sözcüğünden dilimize kazandırılmıştır. Bir kişinin, ailenin ya da bir zümrenin değil, sadece halkın yararı için çalışan

Atatürk ve Cumhuriyet

bir devlet yönetimini tanımlamak için kullanılmıştır. İngilizce karşılığı olan “republic” kelimesi, Latince kamuya ait olan ya da kamu yararına olan anlamında kullanılan “res publica” kelimesinden alınmıştır. Bizans döneminde bazı şehirlerde ve bazı orta çağ medeniyetlerinde cumhuriyete benzer bir yönetim şekli uygulanmıştır. Ancak bu yönetim şekillerinde halkın tüm kesimleri devlet yönetimine katılmamış, sınırlı seçkin bir kesim kendi arasında yaptığı seçimlerle yöneticilerini belirlemiştir. Bu yönetim şekli “Aristokratik Cumhuriyet” olarak isimlendirilmiştir. Demokraside tüm bireyler devletin işleyişine ve yönetimine eşit olarak katılım sağlar. Demokrasinin uygulanması için cumhuriyetin var olması zorunlu değildir. Ancak demokrasinin yaşatılabileceği en uygun dokunun cumhuriyet içerisinde olduğu da bir gerçektir. Büyük Önder Atatürk'ün hayata geçirdiği cumhuriyet, halkın kendi yöneticilerini kendisinin seçtiği, devletin yönetimine katılabildiği “Demokratik Cumhuriyet”tir.

Osmanlı Mebusan Meclisi ülke sınırlarını 28 Ocak 1920'de Misak-ı Milli olarak ilan etmiş, ancak İngilizlerin İstanbul'u işgal etmesiyle bu meclis kapatılmıştır. Kapatılan Mebusan Meclisi'nin bazı vekillerinin de katılımıyla 23 Nisan 1920 tarihinde Ankara'da güçlü yetkilerle donatılmış yeni meclis açılmıştır. Yeni açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi 20 Ocak 1921 tarihinde ilk anayasasını, Teşkilat-ı Esasiye'yi kabul etmiştir. Bu anayasanın ruhunda o günkü şartlar gereği kuvvetler birliği vurgusu olmasına rağmen, temel ilkesi milli egemenliğin tesis edilmesidir. Fransız Devrimi tüm dünyaya hükümdarsız devlet yönetiminin mümkün olabileceğini göstermiştir ve sonrasında yayınlanan “İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi”

dünya milletleri arasında geniş kabul görmüştür. Demokratik hak ve özgürlükler Milli Mücadele kazanıldıktan ve cumhuriyet ilan edildikten sonra kabul edilen 1924 Anayasasında daha kapsamlı olarak yer bulmuştur. Türkiye Büyük Millet Meclisi, Lozan Barış Antlaşmasında Türk Milletini temsil eden tek yetkili kurum olabilmek için 1 Kasım 1922 tarihinde saltanatın kaldırılmasını karara bağlamıştır. 24 Temmuz 1923 tarihinde Birinci Dünya Savaşı'nın son antlaşması olan Lozan Barış Antlaşması imzalanmıştır. 13 Ekim 1923 tarihinde Ankara Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Başkent olarak ilan edilmiştir.

Milli Mücadele sırasında Atatürk yakın çevresine ileride kurulacak olan devletin yönetim şeklinin cumhuriyet olacağını zaman zaman söylese de, bu düşüncesini geniş kapsamlı olarak dile getirmemiştir. Hatta Sivas Kongresi sırasında kendisine cumhuriyet kurma önerileri iletilmiş, Atatürk bu önerilere itiraz etmiştir. Mecliste devletin yönetim şekli ile ilgili tartışmalar şiddetlenmiş ve Başbakan Fethi Okyar Bey'e karşı meclis içerisinde bir muhalefet hareketi oluşmuştur. Bu durum başbakanın ve bakanların büyük kısmının istifası ile sonuçlanmıştır. Yeni yapılan seçimlerle hükümet görevlendirmelerinin yapılması mümkün olmamıştır. Bu gelişmelerin üzerine Atatürk hükümet krizinin mevcut sistemden kaynaklandığını belirterek 28 Ekim 1923 tarihinde İsmet Paşa ve yakın mesai arkadaşları ile birlikte Cumhuriyetin ilanına karar vermiştir. Teşkilat-ı Esasiye Kanununda 29 Ekim 1923 tarihinde değişiklik yapılmış, “Türkiye Devleti'nin hükümet şekli cumhuriyettir” maddesi eklenerek Türkiye Cumhuriyeti “yaşasın Cumhuriyet” sesleri arasında ilan edilmiştir.

Büyük Önder Atatürk, Cumhuriyetimizin yarınlarını şu sözüyle belirlemiştir: “Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır; fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.”

27Balıkesir

Page 30: Akslepion / Bergama sayı.pdf · Her geçen gün yazı yazmak, görüş açıklamak zorlaşıyor ülkemizde. İçimiz acıyor, mesleki ve sosyal sorunlarımıza çözüm bulamıyor,
Page 31: Akslepion / Bergama sayı.pdf · Her geçen gün yazı yazmak, görüş açıklamak zorlaşıyor ülkemizde. İçimiz acıyor, mesleki ve sosyal sorunlarımıza çözüm bulamıyor,
Page 32: Akslepion / Bergama sayı.pdf · Her geçen gün yazı yazmak, görüş açıklamak zorlaşıyor ülkemizde. İçimiz acıyor, mesleki ve sosyal sorunlarımıza çözüm bulamıyor,

Umudun Yeşerdiği Yer

Dr. Murat HayarBalıkesir Devlet HastanesiRadyasyon Onkoloji Servisi

Yeni bir cep telefonu alındığında ekrandaki jelatini sökmemek, yeni bir arabanın koltuklarındaki ya da yeni sandalyelerin üzerindeki naylonları çıkarmamak, televizyon kumandalarının şeffaf poşetle kaplanması, yeni alınan ders kitabının satırlarının altına kalemle çizilmemesi, yeni alınan evin sadece balkonunda sigara içilmesi... Bunlardan bir veya birden fazlası sizde varsa, Sigmund sizi anal evre saplantılı biri olarak değerlendiriyor. Cep telefonu jelatinini bir gün sonra çıkaran biri olarak saplantılı biri olmadığımı varsayıyorum. Ama nedense yeni bir binaya adım atarken refleks olarak çamurlu ayakkabılarımı bir kez değil defalarca paspasa silerim.

Özel banka şubeleri genelde yeni ve temiz mekanlardır, içerideki objeler genelde yenidir ve zemini pırıl pırıl parlayan şubede, sıramın gelmesini beklerken bankanın özel müşterilerini sıramın önüne koymasına ses etmem. Eski görünümlü devlet bankası şubesinde de ses etmem gerçi, bu benim oral dönemimle alakalı, ama sıramın önüne geçilmesi eski bir şubede beni daha fazla huzursuz eder. Demek istediğim, bir yerin pırıl pırıl ve yeni olması duygularımıza bir şekilde etki eder.

Özel hastane ile devlet hastanesinde aynı hasta yoğunluğundaki aynı iki poliklinikte hasta ve yakınlarının agresiflik durumlarının farklı olması sadece hastaların cebinden canlı para çıkıp çıkmamasıyla açıklanamaz. Bakımlı ortam, özel hastane hastasının duygularına iltihak eder ve onun hızını bir vites düşürür. Poliklinik kapısı önünde hasta ve yakınlarının “benim numaram 75 seninki 85, hayır önce ben geldim tuvalete kadar gitmiştik, bu

30Balıkesir

Yeni Hastaneye Freudyen Bakış

kadın yaşlı ayakta duramıyor, bir tek soru sorup çıkacağım...” serpintili tartışmaların yaşanmasının nedenleri sistemsizlik, personel azlığı, doktorun işe geç gelmesi ve şark kurnazı bol memlekette yaşıyor olmak gibi görünse de, evet bunların hepsi başlı başına sağlam nedenlerdir, ortamın bakımsız ve eski olması da hasta ve yakınlarının agresiflik vitesini bir arttırmasının yadsınamaz nedenidir.

Kocaman, yeni bir hastane, duvarları yepyeni, zemini jilet gibi, eşyaları, alet edevatı sıfır kilometre, çöpünü yere atmasa ölecek hastalığından muzdarip kişiyi bile (çöp kutusunu aramayıp yumaladığı kağıdı çaktırmadan tertemiz yere yandan bırakan, latent evreden (toplumsal kuralların özümsendiği evre) yoksun kişiler istisna) yarım saat çöp kutusu aratacak kadar pür-i pak alan... Bu ölçekte bir yapının ekran jelatininin kenardan hafif kalkıp, kullanıcı tarafından sökülüp atılma süresi ne kadardır acaba? Tüm optimistliğimle masaya 2 yılı sürüyorum, pas diyebilirsiniz, herkes pas derse el bende kalır. İzmaritsiz bahçeye atılan tek bir izmaritin aynı noktaya sonradan atılan izmarit sayısının birim sürede logaritmik olarak artması gerçeğinden hareketle, devasa bir alanın ilk günkü bakımlılığını sürdürmek halkımızın davranış normlarıyla imkansızdır.

Boyut mu işlev mi? Freud'un psikoseksüel kuramındaki genital evreyi halen tamamlama uğraşındaki birey, bu soru öznesiz sorulduğunda, hastanenin kastediliyor olmasını ilk planda hatıra getirmeyebilir. Ama bu soru bir hastane için hayati öneme haizdir. Jelatin çıkarıldığında (ne jelatinmiş arkadaş! dediğinizi duyar gibiyim, valla başka örnek aklıma gelmedi) altından eski tip, tuşlu telefon

mu çıkacak, S bilmem kaç mı çıkacak, önemli mevzu bu. Boyutu görünce işlevle ilgili kafada boyutla doğru orantılı öngörüde bulunmak, en azından hastane binaları için yanlıştır. Sevk ve idare, problemlerle mücadele, en basitinden poliklinikte çalışmayan bilgisayarın onarımı, kapalıyken damlatan musluğun değiştirilmesi, yaz aylarında bozulması vacip olan havalandırmanın bakımı ... cüsseli binada daha zordur. Buradan boyuta karşı olduğum çıkmasın, tamamen işlev yanlısıyım. Her gün işe giderken geri geri gitmediğim, keşke mesai 1-2 saat daha uzun olsa da bu naçizane binada geçirdiğim her saniyeyi ruhum mutluluğa fermente etse işlevselliğindeki binanın alanı 500 m2 olmuş, 2 hektar olmuş, bana ne? İşlevsellikten anladığın kendi zevk ve mutlulukların mı be, hey bedbaht? Evet, işlevsellikten anladığım aynen de bu. Ben mutlu olursam mutlu edebilirim. Binaya yapılan yatırımın cüzi bir kısmı bana yapılırsa benim hastayı memnun etmek için ekstra nedenim olur. Burada bana yatırım yap, maaşımı arttır demek değil, buradaki “ben” insan… İnsana yatırım yap, binadan çok insanı, çalışanı ön plana çıkar. Dönerleri de arttırsan fena olmaz tabi.

Mimariyi insan şekillendirir, insanı da mimari. Hangisi bir diğerini daha çok şekillendirir? Paradoks. Ancak birbirinin aynısı gibi görünen kamu binalarını görünce, ülkemizde mimarinin insanı daha çok şekillendirdiğini düşünüyorum. Duvar renginin bile iştahı, agresifliği, güvenilirliği ... etkilediği gerçeği var. Devasa binalar stresimi arttırıyor. Yıkılıp altında kalırsam üzerime daha fazla yük biner. Hangi evrede sorun var bilmiyorum.

Page 33: Akslepion / Bergama sayı.pdf · Her geçen gün yazı yazmak, görüş açıklamak zorlaşıyor ülkemizde. İçimiz acıyor, mesleki ve sosyal sorunlarımıza çözüm bulamıyor,

Sizden Biri

Dr. Sinan BeyhanEmekli Genel Cerrahi Uzmanı

Bandırma

Hepimizin tahsil hayatında diğerlerinden farklı, unutamadığı, özel bir sınıf olmuştur diye düşünüyorum. Benim için de 6-MAT/A uzun tahsil hayatım içinde özel, güzel, apayrı yeri olan unutamadığım sınıftır. 35 sene geçmesine rağmen bugün bile 3-5 tanesiyle görüştüğüm, tesadüfler sonucu karşılaştığım arkadaşlarım ve öğretmenlerimden 6-MAT/A'nın özel, farklı bir sınıf olduğunu duyuyor, unutulmadığını görüyorum…

Sayısalcı sınıftık. Haliyle matematik, kimya, fizik gibi fen derslerini Allah'ın emri gördük.

İkinci dönem öğretmenimiz olmadığı için fizik dersi okuyamadık ama doğrusu hiç birimizin üzüldüğünü söyleyemem. Edebiyat, tarih, coğrafya ders saati sayısını hatırlayamıyorum. Beden eğitimi, resim, müzik, din bilgisi dersleri haftada iki ders, dışarıdan gelen bir subayın verdiği milli güvenlik bir saatti.

Milli güvenlik, derse gelen subayın askerlik hatıralarını dinlemekle geçti. Karne notlarımız da bütün sınıfın “on”du.

Din bilgisi, faydalıydı, gerekliydi, ders saat sayısı yeterliydi. Öğretmenimiz İsmail Bey'di. Benim ve bazı arkadaşlarımın yazın gittiğimiz Kuran kurslarında öğrendiğimiz namaz surelerini çoğu arkadaşımız o sene ezberledi. İmanın, İslam'ın şartlarını… Farzları, sünnetleri, vacipleri… Namaz,

gusül, teyemmüm abdestlerini… Bildiklerimizi pekiştirdik.

Müzik dersi… Öğretmenimizin arada verdiği mini keman, piyano konserlerini dinlemek ayrı bir güzellikti. Sene sonunda hepimiz İstiklal Marşımızı flütle çalmasını, solfej ve sözleriyle kurallarına uygun okumasını öğrenmiştik.

Resim… Tarih, mevsim şeridi yapmadık. Kabul. Ancak resim derslerimiz de dolu dolu geçti. Yüksekçe yerde sandalyede oturan arkadaşımızın, masaya koyulan saksı çiçeğinin, kullanmadığımızın elimizin değişik şekiller vererek kara kalem desenlerini çizip ışık yönüne göre açıklı koyulu karaladık. Masa, sandalye, saksı değişik örtülerle belli düzende yerleştirilen cisimlerin natürmort resimlerini yapıp sulu boya ile boyadık. Havalar güzel olduğunda bahçeye çıkıp kara kalem veya sulu boya ile manzara resimleri yaptık. Resim kağıdına geometrik resimleri yerleştirip pastel boya ile boyadık. Legolar hazırladık. Firma reklamı yapan takvimler yaptık. Kendi yaptığım takvimi bugün bile hatırlıyorum... Galatasaraylı Gökmen'in sarı kırmızı parçalı formasıyla Fenerbahçe kalecisi Datcu'ya attığı golü çizdim. Resim öğretmenimiz beğendiği resimleri resim salonuna asardı. Notlarımızı da köşesinde yazardı. Asılan resimlerimiz edebiyat

ve tabii bilimler şubesinden az olmazdı. Sayısalcıydık ama onlardan geri kalmazdık.

Beden eğitimi dersi… Sene içindeki derslerden bahsetmeyeceğim. Sınıf takımlarımız 4-5-6. sınıflar arasındaki turnuvalarda basketbolda ikinci, futbolda şampiyon oldu. O gün çektirdiğimiz siyah beyaz fotoğraflar albümümün baş sayfasında duruyor.

Sene sonunda üniversite sınavına girdik. Açıkta kalanımız olmadı.

Başarıyı küçümsemeyin. Hepimiz ekonomik şartları düşük aile çocuklarıydık. Fen lisesi veya kolejde okumamıştık. Özel kurs almamıştık, özel ders almamıştık. Öğretmen okulu olarak girdiğimiz Akpınar'ı lise olarak bitirmiştik. Spor, sanat ve bilimdeki başarımız Akpınar'a aitti…

6-MAT/A unutulmayan bir sınıftı. Sayısalcı sınıfta ama Akpınar'da okuduk! Boşuna Bandırma Fen Lisesi'ne giden kızımın 6-MAT/A şartlarında okumasını istemiyor, boşuna bugünkü çocukları yarış atı yapan sistemi tenkit etmiyorum…

6-MAT/A

31Balıkesir

Page 34: Akslepion / Bergama sayı.pdf · Her geçen gün yazı yazmak, görüş açıklamak zorlaşıyor ülkemizde. İçimiz acıyor, mesleki ve sosyal sorunlarımıza çözüm bulamıyor,

Dr. Emin YiğitÖzel Muayenehane Hekimi

İvrindi

Yürekli

Zengin ve Güzel Türkçemiz

Dünya'da konuşulan diller arasında, en zengin ve en güzel birkaç dilden biri Türkçedir.

Türkçenin çok sayıda lehçesi de mevcuttur. Kazak Lehçesi, Kırgız Lehçesi, Özbek Lehçesi, Uygur Lehçesi, Azeri Lehçesi, Çuvaş Lehçesi, Türkmen Lehçesi, Yakut Lehçesi ve daha birçok Türkçe lehçe mevcuttur. Bu kadar zengin ve çok sayıda lehçeleri olan Dünya'da başka bir dil yoktur.

Bu yazımda sadece Türkçenin Anadolu Lehçesi'ni anlatmak istiyorum. Yüce Osmanlı Devleti zamanında kullanılan, Osmanlıca Türkçesi'ne hiç girmeyeceğim. Sadece bugün konuşulan Türkçeden bahsetmek istiyorum. (Devlet-i Âliye-yi Osmâniyye = Yüce Osmanlı Devleti. Osmanlı Devleti'nin esas ismi böyledir, Osmanlı İmparatorluğu diye batılılar takmıştır.)

Bugün konuşulan güzel Türkçemizle on binlerce kitap yazıldı.

Mastır (master = yüksek lisans) ve doktora yapanlar, uzman olanlar, doçent ve profesör olanlar, kendi uzmanlık dallarında, güzel Türkçemizle, yüz binlerce bilimsel tez hazırladılar. Güzel Türkçemizle hazırlanan bu bilimsel tezlerden sonra mastırları, uzmanlıkları kabul oldu, doçent ve profesörlükleri onaylandı.

Türkiye'de binlerce uzman doktor mevcut. Uzman olabilmesi için kendi uzmanlık dalı ile ilgili bir tez hazırlaması gerekiyor. Bu tezlerin standartları var: sayfa sayısı, kullanılan kelime sayısı, cümlelerin yapısı, bilimsel özelliği gibi. Bir tez hazırlamak için uzman olacak doktorun aylarca düşünüp uğraşması, yazması gerekiyor. Çok kere,

hazırlanan bu tezi kabul ettirmek, deveye hendek atlatmaktan çok daha zordur. Tezi hazırlarsınız, amiriniz olan hocalarınıza verirsiniz. Ya sayfa sayısı azdır, ya cümle düşüklüğü vardır, ya bilimsel yanı zayıftır, ya da bilimsel hatalar vardır. Geri çevrilir. Sil baştan, tekrar tez yazılır.

Bu kadar titizlikle hazırlanan bilimsel tezlerden, sadece uzman olan doktorlar, binlerce tez yazdı, kabul ettirdi. Uzman oldu.

Türkiye'de tıp fakültelerindeki öğretim görevlisi olarak çalışan yardımcı doçent, doçent ve profesörlerin sayısı da binlerce. Bunların hazırladığı tezler, yayınladıkları bilimsel makaleler ise on binlerce.

Tıp gibi ağır bir bilim dalında Türkçeyle on binlerce tez hazırlanıyorsa, buradan bile Türkçenin müthiş ve çok zengin bir dil olduğu hemen anlaşılır.

Yüz binlerce kelimesi olan Türkçenin, ne yazık ki bazı köklerine yeterince yaklaşılmadı, sadece meraklı bazı kişilerin kendi imkanları ile cılız araştırmaları var. Sistemli ve devlet gücü olan araştırmanın az olduğunu düşünüyorum.

Ben, kişisel çabamla, İvrindi'de mahalli olduğunu düşündüğüm 1000 civarında sözcük derledim. Bunlardan 500 tanesini Türk Dil Kurumu'na gönderdim.

Mahalli olduğunu düşündüğüm veya İvrindi'de farklı anlamlarda kullanılan sözcüklerin, kullanılış biçimini ve manasını vermeye çalışacağım.

Bazı sözcüklerin ise maniler içinde söylenişini yazacağım.

Bu sözcüklerin maniler içinde ne kadar ustalıkla, ne kadar incelikle, anlamını pekiştirerek, İvrindi'nin köylerinde kullanıldığını okuyacaksınız.

BÖRTMEK = Haşlamak, güneşte hafif yanmak.

AK GÖZ = Biraz avanak olan insan.

APIŞLAMAK = Adımlamak.

YALAMAŞCI = Birine yaranmak için yapılan hal, hareket.

GAYIRMAK = Üzülmek.

KOBAR DAL = Büyük meşe ağacı.

YAYNIKTIRMAK = Bir hayvanın sürekli gelip zarar verdiği bir yerden, devamlı kovalayarak, orayı unutmasını sağlamak.

ZULFAR = Zambak.

AKÇABARDAK = Kardelen.

HİRE = Sincap.

ÇANGAL = yavrusu ölmüş, bu sebeple az süt veren veya sütten kesilmiş, süt vermeyen hayvan.

SALTAK = Tek başına hareket eden, hiç kimseye bağımlı olmayan.

SOĞULMA = İnek, koyun gibi memeli hayvanların, doğal olarak sütünün kesilmesi, sütünün çok azalması.

KÖTÜRÜM = Yatalak.

BİNGEŞME = Üst üste gelme.

GEÇİNDİ = Öldü.

Sözcüklerin manilerde kullanılışı:

YAŞMAK = Kadınların başını örtmek için kullandığı bez çeşidi.

Ak YAŞMAĞIMI düreyim

Aç kapıyı gireyim

Madem beni seviyorsun

Dünür yolla göreyim

YAVUKLU = Nişanlı.

A güzelim a yarim

Aklı gömleğin aklısı

15 ime girmeden

Oldum asker YAVUKLUSU

YALIN AYAK = Ayakları çıplak, ayağında çorap ve ayakkabı olmayan.

Merdivenim kırk ayak

Kırkına vurdum dayak

Yarim geldi deseler

Koşarım YALIN AYAK

32Balıkesir

Page 35: Akslepion / Bergama sayı.pdf · Her geçen gün yazı yazmak, görüş açıklamak zorlaşıyor ülkemizde. İçimiz acıyor, mesleki ve sosyal sorunlarımıza çözüm bulamıyor,

Dr. Şahin CılızBalıkesir Atatürk Şehir Hastanesi

Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı

İçimizden Biri

33Balıkesir

Dr. Mustafa Yiğit Sözen

-Kısaca sizi tanıyabilir miyiz?

Adım Mustafa Yiğit Sözen. Aslen İzmirliyim. 1994 yılında İzmir Atatürk Lisesi'nden, 2000 yılında Denizli Pamukkale Tıp Fakültesi'nden mezun oldum. Acemiliği Sahra Sıhhiye Okulu ve Eğitim Merkezi Komutanlığında, usta birliğini Kahramanmaraş İl Jandarma Alay Komutanlığı Komando Bölüğünde jandarma tabip asteğmen olarak tamamladım. 2004-2008 yılları arasında aile hekimliği uzmanlık ihtisasımı İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde tamamladım. 2008-2010 yılları arasında Balıkesir Balya İlçe Hastanesinde çalıştım. Balıkesir ilinin aile hekimliğine geçme tarihi olan 2010 yılından bu zamana kadar yaklaşık 7 (yedi) senedir 2 (iki) uzman 3 (üç) pratisyen toplam 5 (beş) aile hekimi olarak hizmet verdiğimiz D grubu Ayvalık 2 No.lu Aile Sağlığı Merkezi'nde aile hekimliği uzman doktoru olarak çalışmaktayım. Evliyim ve bir erkek çocuk babasıyım.

-Sağlık bakanı olsaydınız ilk düzelteceğiniz 3 (üç) şey ne olurdu?

3 (üç) değil birçok şeyi değiştirme cihetine giderdim. Öncelikle hedefim ulusal ve sürdürülebilir bir sağlık politikasının teşekkülü için sağlık harcamalarına milli gelirden daha fazla pay verilmesi amacıyla TBMM'de Plan Bütçe Komisyonu'nda bu konunun görüşülmesini sağlamak ve bu kaynağın da tedavi edici sağlık hizmetlerden çok, koruyucu ve idari sağlık hizmetlerine yoğunlaşmasını sağlamak ve daha dinamik stratejiler geliştirmek olurdu. Satın alma paritesine bakıldığında, kişi başı kamu sağlık harcamalarımız OECD ülkelerine göre geride. Bu ibreyi tersine çevirmenin yollarını müşterek çözümlerle beraberce aramamız gerekir. Bu apayrı bir tartışma konusudur. Öncelikle aile hekimlerini mağdur etmeyen etkin ve iyi işleyen bir sevk zinciri sistemi getirilmeli. Bence gelişmiş ülkelerdeki gibi aile hekiminden geçmeyen bir kişinin acil

durum hariç hastanelere gitmemesi gerek. Kronik hastalıklar ve kanserle mücadelede akademik kadrolarla beslenen yeni sağlık enstitüleri ve Sağlık Bilimleri Üniversiteleri kurulmalı. Milli aşı ile yakalanan rüzgar milli ilaç sanayi çalışmaları ile de desteklenmelidir. Bunlar yapmak isteyeceklerimden sadece birkaçı olurdu.

-Aile hekimliğinin Türkiye'de geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Birinci basamağın temelini oluşturan aile hekimliği sistemi tabi gökten zembille inmedi. Cumhuriyetin ilanından sonra bir takım sağlık alanındaki tarihi politik süreçlerin olgunlaşması ile bugünlere gelindi. Bilindiği üzere Dr. Refik Saydam döneminde “Umumi Hıfzıssıhha Kanunu” (1930) dikey örgütleme modeli ile sağlık hizmetlerinin planlanması ve programlanması, koruyucu ve tedavi edici hekimliğin yürütülmesi, bulaşıcı hastalıkların önlenmesi gibi temel hususlarda aile hekimliğinin temelini oluşturacak radikal sağlık devrimleri gerçekleştirilmiştir. Dr. Behçet Uz döneminde “Milli Sağlık Planı ve Milli Sağlık Programı” yasal metin haline getirilerek yerel yönetimlerin denetiminde olan yataklı tedavi kurumları merkezden yönetilmeye başlanmıştır. 2003 sonrası 58. Hükümetin Acil Eylem Planı'nda “Herkese Sağlık” başlığı altında “Sağlıkta Dönüşüm programı” ile bireylerin sağlıklı hayat programlarına erişiminin sağlanması, anne-bebek ölümlerinin azaltılması, bulaşıcı hastalıklarla ve kronik hastalıkların risk faktörleriyle mücadele etmenin öncelenmesi, halkımızın sağlık düzeyinin yükseltilmesi, kaynaklarımızı uygun şekilde kullanarak daha fazla hizmetin sağlanması ve hakkaniyet ilkesi ışığında bütün bireylerin sağlık hizmetlerine ihtiyaçları ölçüsünde ulaşmalarını sağlamak hedeflenmiştir. Bu kapsamda 2005 tarihinde Aile Hekimliği Pilot Uygulaması'na Düzce ilimizde geçilmiştir. Halen 81 ilimizde birinci basamakta aile hekimliği modeli uygulanmaktadır.

-Kendi sağlığınıza yeterli özeni gösteriyor musunuz?

Atamızın “Sağlam kafa, sağlam vücutta bulunur” özdeyişini başarıyı arzulayan, kafa ve beden sağlığına önem göstermek isteyen insanların, bir milat olarak görmeleri gerektiğini düşünüyorum. Her ne kadar layık-ı veçhile yerine getiremesem de hayatımda spora mutlaka yer veriyorum. Olmazsa olmazım en az 1 (bir) saat hızlı yürüyüşümü sahil kenarında yapıyorum. Deniz kenarında yaşamamız münasebetiyle yaz aylarında fırsat bulduğum an yüzüyorum. Onun dışında fitness, basketbol, tenis ve dalış sporları ile ilgileniyorum. Haklı veya haksız gerekçeleri olabilir ama benim gördüğüm ne yazık ki sağlık çalışanları kendi sağlığına en az dikkat eden insan topluluğu. Eski bir doktor abimizin hiç unutamadığım bir sözü var. Elimizde sigara ile poliklinikte hasta muayene ederdik demişti. Tahayyül etmesi bile korkutucu. Günde en az 8 (sekiz) saat insanların sağlığı için hizmet veriyoruz 1 (bir) saat kendi sağlığımıza zaman ayıramıyoruz. Bu çok üzücü.

-Ailenize yeterince vakit ayırabiliyor

musunuz?

Yeterince vakit ayırdığımı düşünüyorum. Aileme yeterince vakit ayırmak zorundayım. Oğlumla fırsat buldukça hoşlandığı oyunları oynuyorum. Eşim ve oğlumla sık ve kısa süreli yurt içi ve yurt dışı seyahatler planlıyorum.

-Balıkesir tabip odasının çalışmalarını nasıl buluyorsunuz?

Balıkesir bölgesinde resmi veya özel görev yapan tabiplerin sanatlarını serbest olarak icra etmelerine olanak sağlayan, kendi aralarındaki mesleki deontolojiyi ve dayanışmayı korumak gibi kutsal bir görevi misyon edinmiş Balıkesir Tabip Odası'na başarılarının devamını dilerim.

Page 36: Akslepion / Bergama sayı.pdf · Her geçen gün yazı yazmak, görüş açıklamak zorlaşıyor ülkemizde. İçimiz acıyor, mesleki ve sosyal sorunlarımıza çözüm bulamıyor,

Dr. Ayla Boyuerİşyeri Hekimi

Basından İnciler

1.Aracı ile Balıkesir'den Kepsut'a giden Dr.Gül Ersoy Balıbek'in otomobiline seyir halinde iken arkadan plakası belirlenemeyen bir araç çarp�. Balıbek hasarı kontrol için aracından indiği sırada bir dolmuş takside kazaya karış�. Balıbek iki araç arasında sıkışarak ağır yaralandı.* Sevgili Gül bir an önce sağlığına kavuşman ve aramıza dönmen için duacıyız.

2.Amerikan Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Akademisi Uluslararası Bilim İnsanı Ödülü'nün bu yıl ki sahibi, Türkiye'den Prof.Dr.Bahar Gökler oldu.*Tebrikler sayın Prof.Dr.Bahar Gökler,seninle guru duyuyoruz.

3.İzmir'de özel bir hastanede ortopedi ve travmatoloji uzmanı olarak görev yapan Prof.Dr.Erhan Sesli, hasta olarak gelen iki kişi tara�ndan silahlı saldırıya uğradı.*Zırh ile gezsek yerinde olur zannımca…

4.Menemen Devlet Hastanesi'nde bir hasta yakını çok sıra beklediği gerekçesi ile hekime saldırdı.* Bir hekim günde 120 hasta bakabilir ama muhteremler çok sıra bekleyemezler.

5.Plas�k, Este�k ve Rekonstrük�f Cerrahı Prof.Dr.Mehmet Veli Karaal�n, genç yaşına rağmen 'fil hastalığı' olarak bilinen lenf ödem tedavisi ile ilgili yap�ğı 26 ameliyat ile adını �p literatürüne yazdırmayı başardı.*Keşke basında hep böyle başarı haberleri okuyup gururlansak …

6.Bağırsak mikrobiyotası mul�pl skelozdan(MS) parkinsona, obeziteden o�zme kadar birçok hastalık açısından araş�rılıyor.* Gaita donör bankası kurulursa gaitaya batmış güzel ülkemde gaita bulma sıkın�sı yaşanmaz herhalde…

7.Çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanı olarak Sakarya Mahallesi'ndeki özel bir hastanede çalışan Dr. Ulviye Uzar, dün akşam görev yap�ğı sağlık kuruluşu önünde yandaki binadan cam tabla düşmesi sonucu yaralandı.*Ülkeme özgü görünmez kaza diye buna denir sanırım…

8.Üsküdar Dr.Siyami Ersek Göğüs Kalp Damar Cerrahisi Eği�m ve Araş�rma Hastanesi acili önünde iki grup arasında çıkan silahlı ça�şmada 3 kişi yaralandı.*Yine western filmlerini aratmayacak sahneler..

9.Annesini rahatsızlığı sebebi ile Adana Şehir Hastanesi'ne gelen Kadir S, kendisine sıra gelmediği için hasta kayıt görevlisi Ferhat K'ı bıçakla yaraladı.*Hastane girişlerine de Adliyede ki gibi üst araması ve kapı dedektörü konması uygun olacak, yoksa elini kolunu sallayarak giren bu vahşiler katliama devam edecekler…

10.26 Ekim Hasta Hakları Gününde hasta hakları konusunda farkındalık oluşturmak amaçlanıyor.*Hastalar hasta haklarını hekimi şikayet etmek olarak algılamasalar sorun çözülecek..

11.YÖK, �p doktorlarının mecburi hizmet yükümlülükleri ile ilgili iyileş�rme yapılması için Sağlık Bakanlığına bir teklif sundu. Bu teklife göre fakülteyi derece ile bi�renlerin mecburi hizmetlerini kendi tercih e�kleri yerde yapmaları öngörülüyor.*Mecburi hizme� toptan kaldırsalar da herkes bir ohh çekse…

12.Şişli E�al Eği�m ve Araş�rma Hastanesinde devam eden tadilat nedeni ile hastanenin acil servis bölümünde çalışan doktor girdiği lavabonun çökmesi sonucu aşağıya düştü. Vücudunun çeşitli yerlerinde kırıklar oluşan doktorun sağlık durumunun iyi olduğu öğrenildi.*Şifa dağıtanlar şifa bulamadıkları koşullarda çalışıyor. yazık çok yazıkkk….

13.TTB'den Cumhuriyet Bayramı mesajı;

Demokra�k, laik, eşit, özgür, adil, bağımsız ve barış içinde bir geleceğe hep birlikte yürüyeceğimize dair inancımızla Cumhuriyet Bayramı'mızı kutluyoruz.*Bu inancımız olmasa halimiz harap…

14. 52 yaşındaki pra�syen hekim kızını mo�ve etmek için yıllar önce kazanamadığı TUS sınavını kazandı. Aynı hastanede 1 yıl arayla asistan olan baba kız beraber şifa dağı�yor.*Azim ve inanç engel tanımıyor…

34Balıkesir

Page 37: Akslepion / Bergama sayı.pdf · Her geçen gün yazı yazmak, görüş açıklamak zorlaşıyor ülkemizde. İçimiz acıyor, mesleki ve sosyal sorunlarımıza çözüm bulamıyor,
Page 38: Akslepion / Bergama sayı.pdf · Her geçen gün yazı yazmak, görüş açıklamak zorlaşıyor ülkemizde. İçimiz acıyor, mesleki ve sosyal sorunlarımıza çözüm bulamıyor,
Page 39: Akslepion / Bergama sayı.pdf · Her geçen gün yazı yazmak, görüş açıklamak zorlaşıyor ülkemizde. İçimiz acıyor, mesleki ve sosyal sorunlarımıza çözüm bulamıyor,

Bir Hayal Bir Gerçek

1 çay kaşığı kadar nötron yıldızı maddesi tam 1 milyar ton ağırlığında. Yani 1 parmak ucuna bir Everest dağı ve biz 200 milyon yıl önceki patlamayı şimdi, sonraki oluşan manyetik dalgalanmaları artık tespit edebildiğimizden buluyoruz.

İnsanoğlu biraz geriden geliyor galiba !

Yalnız buradaki birazın 200 milyon yıla tekabül ettiğini unutmayalım.

Yıldızlardan genetiğe geçelim. Burada da 200 milyon yıl geride olabilir miyiz pekâlâ mümkün. Yeni keşifler devam ediyor. Son yıllarda rastlaştığımız bir kavrama epigenetiğe bir bakalım güzel şeyler var gözüküyor bu konu altında. DNA'nın baz diziliminde herhangi bir değişiklik olmaksızın gen ifadelenme biçiminin değişmesine epigenetik yani genler üstü genetik diyoruz. Epigenetik biliminde DNA sarmalı aynıdır değişmez ama mitoz ve mayoz bölünmede aktarılan farklılaşmış fenotipi koruyabilen genetik bölümü değişime uğramıştır.

Genotipin fenotip üzerine etkisi, genetiğin kaderimiz olmadığı, çevremiz ve yaşam şeklimizle gen ifademizin değişebileceğini günümüz tıbbı artık kanıtlamıştır. Yaşadığımız ve bugünden sonra olacaklar mutlak kaderimiz değildir. Aldığımız hava, içtiğimiz su, duygu durum ortalamamız kaderimizi çizebiliyor.

Arginin lizin serin aminoasidleri çok önemli çünkü metillenme fosforlama ve ubikütinleme yapıyorlar.

Brokoli - Histon asetilasyonu yapıyor.

Soya - DNA metilasyonu yapıyor.Yeşil çay - DNA metilasyonu

yapıyor.Safran - DNA metilasyonu yapıyor.Yani brokoli, soya yeşilçay safran

anti kanserojen ve epigenese yol açıyor.

Dergimiz için şu özel geni ise bilerek seçiyorum FTO.

Çok önemli 4 hastalık bu gende saklı çünkü.

Gen=FTO . Fonksiyonu =Demetilaz. Fenotipo=Hücresel enerji homestazı.

İlişkin olduğu hastalıklar= 4 major =Obezite, Diyabet, Kalp krizi, Kanser,

4 minor =Alkolizm, Zihinsel rahatsızlıklar, Katarakt, Hepatit.

Kanserde iki önemli epigenetik modifikasyon vardır. Bunlar histon modifikasyonu ve DNA metilasyonudur.

Dedelerimizin beslenmesi, yaşam tarzı bizi etkileyebilir mi?

Duygu dünyamız, düşüncelerimiz, inançlarımız, anne- çocuk ilişkisi… bizi nasıl etkiler? Bilinçli bir yaşamla daha uzun yaşamak, hastalıklardan korunmak kurtulmak mümkün mü?

Geçtiğimiz on beş yıl içerisinde genetik biliminde yapılan keşifler kalıtımın genler ötesinde yepyeni bir boyutu daha olduğunu bulmuştur.

Kalıtımın epigenetik adı verilen bu yeni boyutunda, değişikliklerin yeni nesillere de aktarılabildiği ve ayrıca yediklerimizin bile epigenetik değişiklikler yaratabileceği kanıtlandı. Dahası kendi yaşam tecrübelerimizin çocuklarımızı ve hatta torunlarımızı etkileyebileceği ortaya çıktı. Epigenetik değişikliklerin kanser dâhil pek çok hastalığa neden olduğu anlaşıldı.

Normal yaşamın bir parçası olan epigenetik değişikliklerin öğrenilmesi, hastalıkların tedavisi için ümit kaynağı olarak görülürken, epigenetik programın yeniden yazılabilmesi ihtimali, yaşlanmanın yavaşlatılmasından kişiye özel kök hücrelerinin elde edilmesine kadar imkânsız gibi görünen hedefleri de hayal olmaktan çıkardı.

İnsan gen haritası projesinin tamamlanmasıyla genetik materyalimizin özelliklerimizi belirleyen yaklaşık 25.000 genden oluştuğunu öğrendik. Vücudumuzu oluşturan yaklaşık on trilyon hücrenin her birinde aynı genler bulunduğu halde beyin gibi, karaciğer gibi veya kalp gibi birbirinden farklı işlevleri olan organ ve dokulara sahibiz. Bu dokuların her biri kendilerine özgü, hem şekil hem de işlev bakımından farklı hücre tipine sahipler. Genlerin çalışması orkestraya benzetilmiştir…

Yaşamın ilk yıllarında ikizlerin genlerinin çalışması birbirine çok yakındı. Ancak yaş ilerledikçe farklılıklar ortaya çıkmıştır.

Üzerinde durulan kimyasal madde,

kısaca BPA olarak bilinen ve plastik oyuncaklarda, plastik şişelerde plastik gıda ambalajlarında, plastik biberonlarda bulunan bisfenol A dır. (Amerikan Hastalık Kontrol Merkezi tarafından 400 kişilik bir grup üzerinde yapılan testlerde, 380'inin vücudunda BPA varlığı tespit edildi .)

Ek gıda maddeleri de obeziteye neden olabiliyor…Dedelerimizin beslenmesi bile bizim genlerimizin çalışmasını etkileyebiliyor…

Jirtle ve Dolinoy'un elde ettiği sonuçlar, yediğimiz yiyeceklerin genlerimizin çalışması üzerinde etkisi olduğunu, sadece bizim yediğimizle de kalmayıp anne babamızın ve hatta büyük anne ve büyük babamızın yediklerinin bizim genlerimizin çalışmasında etkisi olabileceğini gösteriyordu.

Epigenetik hakkında elde edilen veriler, epigenetik yapının yaşam boyu değiştiğini göstermesi yanında bu değişikliklerin insan yaşamının iyileştirilmesi yönünde kullanılabileceği müjdesini de veriyordu.

Eğer yaşam süresince epigenomda meydana gelen “normal” değişiklikleri belirleyebilirsek, bu değişiklikleri yönlendirerek, örneğin durdurarak, hızlandırarak veya tersine çevirerek, çok daha uzun ve sağlıklı bir yaşam sürmemiz söz konusu olacaktır.

Beslenme alışkanlıklarımız ve yaşam tarzımız sadece bizi değil, çocuklarımızı, torunlarımızı ve hatta torunlarımızın torunlarını da etkileyecektir. Bu nedenle sadece kendimizi değil içinde yaşadığımız toplumun bütün fertlerini kapsayacak şekilde zehirli atıklar ve zararlı kimyasal maddelerle mücadele etmek kendi sağlımızı koruyacağı gibi sağlıklı yeni nesiller yetiştirmemizi de garanti altına alacak gözüküyor.

37Balıkesir

Dr. Levent YeşiltepeDr. Levent YeşiltepeHavran 1 NoluHavran 1 NoluASM HekimiASM Hekimi

Dr. Levent YeşiltepeHavran 1 NoluASM Hekimi

Epigenetik

Page 40: Akslepion / Bergama sayı.pdf · Her geçen gün yazı yazmak, görüş açıklamak zorlaşıyor ülkemizde. İçimiz acıyor, mesleki ve sosyal sorunlarımıza çözüm bulamıyor,

Şiir Köşesi

Dr. Selçuk Kılıç

Dr. Hüseyin Balkancı

Dr. İlyas Yıldıran

Dr. Necdet Uçan

38Balıkesir

KAR

güneş ışıldayıppislikleri örten örtü kalkınca,kokuşmuşluğun resmi çıkar ortayatüm çıplaklığıyla.sanmayın uzun sürenayıplar, bugünden yarınakısa süre kalır karanlıkta

BİR ÖMÜR YETMEZ Kİ SANA DOYMAYA

Bir ömür yetmez ki sana doymayaTanrı'dan bin ömür daha isterimHuriler, cennetten gelse dünyayaBen, yine Tanrı'dan seni isterim

Sev yine sen beni hiç düşünmedenKalbimi, gönlümü verdim ya sanaGel artık dünyama biz tükenmedenÇünkü ben yürekten aşığım sana

Yanımda iken bile seni özlerkenBen sensiz uzaklara nasıl giderimSeni ben çılgınca böyle severkenHasrete düşürme ki inan biterim

Cennet bahçesinde huri de olsaİnan aşkım sensiz cennet hoş değilSonunda gidişim cehennem olsaGiderim uğruna umrumda değil

BİZ OYUNDAN ÇIKTIK DURUP DURURKEN

Bir gurur uğruna vurup sevgiyiBiz Cennet'i yıktık, durup dururkenSevmek bir seçmeli oyunmuş gibiBiz oyundan çıktık, durup dururken

Çok çabuk sıkıldık, çok çabuk caydıkKendimizi aşkın üstünde saydıkSanki de sarhoştuk bir anda aydıkBiz oyundan çıktık, durup dururken

Aşkı ziyan ettik, yaktık, dağladıkBaldan öfkelerle estik, çağladıkBak işte ayrıldık, ne kar sağladıkBiz oyundan çıktık, durup dururken

BASİT BİR HİKAYE

Basit bir hikaye buTozlu raflarımda okunmaz kitaplarımİğneli sözlerim, çekilmez hallerim varUnutmaya hevesli, örtülü yüreğimElimde eski resimler, küflü kilitlerim var

Bir gün bıkacak mısın beni sevmektenUsanacak mısın itilip kakılmaktanSandığın gibi değilim, boşuna emeklerinYılacak mısın dövülüp sövülmektenİşte, sıradan bir insanım ben

Basit bir hikaye benimkisiKitaplar içinde ucuz bir aşk romanıİyi bir kalbin gerisinde ne olduğunu bilmeyenAkılsız bir baş Küçücük bir mahalle dünyamOlup bitenlerden habersiz Çıkmaz sokaklarım var içimdeDar ve yokuşluİki yanımda kurumuş çeşmelerSağım solum cumbalı kör evlerİçlerinde ermemiş hayallerSanki bütün gönüller kırıkVe bütün kadınlar evin ortanca kızı

Page 41: Akslepion / Bergama sayı.pdf · Her geçen gün yazı yazmak, görüş açıklamak zorlaşıyor ülkemizde. İçimiz acıyor, mesleki ve sosyal sorunlarımıza çözüm bulamıyor,

Dr. Alaattin KaçarKadın Hastalıkları ve

Doğum Uzmanı Muayenehane Hekimi

Golop

39Balıkesir

Page 42: Akslepion / Bergama sayı.pdf · Her geçen gün yazı yazmak, görüş açıklamak zorlaşıyor ülkemizde. İçimiz acıyor, mesleki ve sosyal sorunlarımıza çözüm bulamıyor,

Kültür-Sanat

Dr. Ender BirgülGönen Devlet Hastanesi

Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı

40Balıkesir

Faydalı Bilgilerİnsan eşiyle dostuyla vakit geçirirken kimi zaman böyle derin sorulara maruz kalabilir. Birisi size hayatın anlamını sorarsa arkanıza yaslanın, gözlerinizi uzaktaki olmayan bir noktaya dikin. Ardından aşağıda verilmiş hazır önerme taslaklarından dilediğinizi, çeşitli kombinasyonlar yaparak ve doğaçlama ile süsleyerek sıralayın gitsin. Kendi fikrinizmiş gibi çekinmeden kullanabilirsiniz.

Sence hayatın anlamı nedir?

* Hayatın anlamı? Hayatın anlamsızlığının karsısında

esamesi bile okunmaz.* Bir kere soru yanlış şekerim. Yanlışlığı içinde

barındırdığı ön kabulden geliyor. Doğrusu 'hayatın

anlamı var mıdır? Varsa nedir' olmalıydı… soruluş

biçimi çok sinsi. sinsiliği de düşünmeyi yanlış

yönlendirmesinden geliyor. * Dil ile zehirlenmiş bir varlıksanız bu tür sorular

sormaya, tanım yapmaya ve anlam uydurmaya

çalışırsınız. Hayatın anlamını en iyi dilsiz hayvanlar

bilir.* Bence hayatın sebebiyle aynıdır. Önce sebebini arayıp

bulmak lazım.* Kendini tanıyıp, kendine rağmen savaşarak bulunur

bence.* Sürekli her şeye anlam yükleme sorunu olanların

uydurması bir hazımsızlıktır. Her şeyin anlamlı olması

gerekmez, hayat anlamsız da yaşanır. * Bir insan kalkıp yaşamın anlamı ve değeri üstüne

sorular sordu mu, seni tenzih ederim, bilin ki hastadır.

Çünkü nesnel olarak yaşamın ne anlamı vardır, ne de

bir değeri. Bu tür sorgulamalar üzüntü ve yürek

çöküntülerinin, hayal kırıklıklarıyla mayalanmaya tabi

tutulmasıyla olur, derim ben.* DNA varlığını sürdürmek tabiî ki…* Uykusuz kalmaya değecek masallar anlatmak,

dinleyecek gözler bulabilmek ve beraberce, bir

tebessümle başını yastığa koyabilmekle geçecek uzun

gecelerde aranmalıdır.* Ne anlamı manyak.. Doğdun ve öleceksin. İhtimal ki

ölürken de büyük acılar çekeceksin, senden öncekilerin

çekmiş olduğu gibi... Bunun neresinde bir anlam var ve

sen onu arıyorsun?* Koskocaman bir hiçtir. Gasilhane ve mezarlıklar

bunun kanıtıdır,* Hayatın anlamı, amaçlı bir hayatta gizlidir.* Gereksiz varoluşumuzun acziyetini dayanabilir kılan

her türlü yalan hayatın anlamı olmaya adaydır.* Camdan bir oyuncaktır; paha biçilmez görünür ama

aslında çok ucuzdur.* Olaylarla yaşanır, kelimelerle değil.* Kırık bir kaburgayla gülmektir.* Radyonun cızırdayan sesi. Kartvizitlerin düzeltilmiş

tek rakamında hüzün var. Yanlış aranan numaralar.

Bütün gün ve gece insan bekleyen beş metrekare yerler.

Bir başka yüzle karşılaşmaya görsün hemen gülümser.

Ki yüzler ne çok anlatırlar. Radyonun cızırdayan sesi.

Satır araları sıkıntı, cümleler ise külfet. Tüm bunlar ne

kadar anlamlıysa hayat da o kadar anlamlıdır..* Hayat üreme içgüdüsü üzerine kurulmuştur, bilmem

anlatabildim mi?* Neyin anlamı var ki, hayatın olsun…* Işık, su ve tesadüflerde saklıdır.* Dolmak ve boşalmaktır. Bu döngü durduğunda hayat

da bitmiş oluyor zaten.*Öğrenilmiş çaresizliklerle sezgisel olarak ulaşmak

mümkün olabilir.Vesaire vesaire…. Atış serbest!!! Hayatın anlamını konusunu aydınlattık ya, sonraki

sayıda HAYATIN AMACI konusunu işleyeceğiz…Muhabbetiniz bol olsun…

Page 43: Akslepion / Bergama sayı.pdf · Her geçen gün yazı yazmak, görüş açıklamak zorlaşıyor ülkemizde. İçimiz acıyor, mesleki ve sosyal sorunlarımıza çözüm bulamıyor,

Arada Bir

Dr. İbrahim RenkliçayBalıkesir Karesi

7 Nolu ASM Hekimi

Bakış

İçerde belediye başkanlarının

“istifa” meselesi, çocuklarımızın

devam eden sınav kabusu, artık

olağan hale gelen zamlar,

operasyonlar, emekli milletvekillerine

yapılan “kıyak” iyileştirmeler…

Normal zamanı 2019 olsa da

büyük bir ihtimalle 2018'de yapılması

olası seçimler için verilen “start”.

Ekonomimizle ilgili bir yandan bıçak

sırtı diye oluşan yaygın kanaat, diğer

yandan yüz bini geçen bir borsa ve

devletin iyi ekonomik rakamları.

Eğitimdeki karmaşa öyle devam

ediyor ki, ilgili sayın bakan artık

basın mensuplarından soru da kabul

etmiyor. Basın aynı basın, sadece

biraz daha tarafgirlik dozu artıyor.

Yazacak çok şey var, çok konu

var. Doğal olarak sağlık çalışanı

olmaktan kaynaklı “sağlığın durumu”

gelip en ön sıraya oturdu. Elbette

hepimiz ana hatlarıyla ne durumda

olduğumuzu biliyoruz. Ancak yine de

hatırlamakta, hatırlatmakta fayda

olduğunu düşünüyorum.

Hatırlamalıyız ki maruz kaldığımız

yanlışlıklar karşısında tepkimizi

verebilelim. Bir arada kalıp ortak akıl

ile doğrularımızı, çözümlerimizi

anlatalım. Edilgen bir meslek grubu

olarak kalmayalım. Etkin, katılımcı,

akıl ve zihinle yoğrulmuş fikirlerle

toplumumuzu, kendimizi daha güzel

ve aydınlık geleceklere taşıyabilelim.

Bundan dolayı kısaca ülkemizdeki

“sağlık” ve sağlık çalışanlarının

durumunu bir özetle hatırlayalım.

Güzel olan, yeni olan, umut veren

bir şey var mı? İsterseniz beraber

düşünelim.

Önce aile hekimliği: Sağlıkta

dönüşüm çerçevesinde birinci

basamağı güçlendirmek, daha verimli

kılmak ve hastanelere yığılmayı

önlemek için başlandı. İlk

zamanlardaki tatminkar ücret hep

yerinde saydı, iş gücü arttı. Amaç dışı

ek işler yüklendi, daha da devam

ediyor. En zor olanı da takip edilen

hasta popülasyonuna hiçbir

sorumluluk ve yaptırım

uygulanamıyor olması. Tüm

sorumluluk Aile Hekimi ve beraber

çalıştığı ekip arkadaşında. Bu durum

sağlık çalışanında ister istemez

zamanla yılgınlık getiriyor, verimi

düşürüyor. Hele son zamanlarda çok

sayıda açılan 0 (sıfır) nüfuslu

ASM'lerin hikmetini anlamak ya da

anlayamamak ayrı bir konu.

Anlayacağınız sistem bocalamaya

başladı.

İkinci basamağın durumu da çok

farklı değil. Kalabalık ve kuyruklar

aynı. Uzun süreye verilen randevular

can sıkıyor ve tek sebep de doktor ile

sağlık çalışanı olarak algılanıyor.

Performansa dayalı döner sermaye

meselesi tüm etik değerleri zorluyor.

Hastane idaresi ya da yeni yönetim

şekli çok verimli değil. Sözleşmeli

sistemde hem belli bir çalışma süresi,

hem de daha baştan istifa dilekçesi

için imza atarak başlıyorsunuz. Bunun

getirdiği kaygıyı, tedirginliği

anlatmaya gerek yok.

Yapılan devasa şehir hastaneleri

aynı kalite ve verimlilikte hizmet

verebilecek mi? Sağlıkta şiddet, özlük

hakları, yıpranma payı, düşük

emeklilik ücreti olduğu yerde

duruyor.

Gelelim idare boyutuna. 5-6 yıl

önce İl Sağlık Müdürlükleri'nden

ayrılan Halk Sağlığı, Kamu

Hastaneler Birliği Sekreterliği

yeniden tek çatı altında toplanıyor. Ne

oldu, nasıl oldu da tekrar sil baştan

yapıldı? O kadar kadro aktarımları,

yeni açılan birimler, uğraşlar,

yazışmalar, para ve zaman. Nedir

bunun izahı? Hangisi doğruydu?

Önceki mi, sonraki mi? Yoksa hiçbiri

mi? …

Dünya insanlığı gelecekte bilim ve

teknoloji tarafından derinden

etkilenecek bir durumdadır.

Yaşlanmanın, bilişsel kısıtlamaların,

istemsiz acı çekmenin ve dünya

hapisliğimizin aşılması yoluyla insan

potansiyelimizi genişletmek

mümkündür. Yeryüzünde söz sahibi

olmanın ilk şartı kalkınmışlıktır. Yani

çok çalışarak, bilim ve teknoloji

üreterek, bu üretimlerinizi adaletle,

demokrasi ve şeffaflıkla toplumsal

refaha dönüştürerek, ortak bir gelecek

ülküsü etrafında birleşerek

başarabilirsiniz. Hamaset, popülizm

ve tüm dünya bana düşman, her şeyi

ben bilirimle değil…

Uzun bir aradan sonra tekrar merhabalar. Yaz mevsimi izindir, tatildir derken bitiverdi. Okullar açıldı, işbaşı yapıldı. Zaman öyle hızlı akıyor ki sonbahardan kışa giriyoruz. Bugün sizlere farklı konularda yazacaktım. Transhümanizm, dijital tabanlı 4. sanayi devrimi, güvenlik yazılımları, sosyal medya gibi. Ancak yazı için masaya oturduğumda zihnimden hızla ülkemizin genel tablosu geçti. Dışarıda Suriye ve Irak'taki askeri faaliyetlerimiz, başta ABD olmak üzere tüm batı ile olan atışmalarımız, kavgalı halimiz, Rusya ve İran'la yeni yakınlaşmalarımız…

41Balıkesir

Page 44: Akslepion / Bergama sayı.pdf · Her geçen gün yazı yazmak, görüş açıklamak zorlaşıyor ülkemizde. İçimiz acıyor, mesleki ve sosyal sorunlarımıza çözüm bulamıyor,

Dr. Nedim İnceÖzel Ekin Tıp Merkezi Altınoluk

Üroloji Uzmanı

Yaşamın Fısıltısı

'AN'ların Toplamı Fazladır Hayattan

Yazdığım kitapları, kaleme aldığım öyküleri gözden geçirdiğimde 'an'ların önemli bir yer tuttuğunu görmemin yanı sıra; hayatı 'an'larla anlamlandırıp 'an'larla sürdürdüğümüzü fark etmem; beni 'an' üzerine yazmaya davet etti… Çünkü mutluluk, başarı, üzüntü, hayal kırıklığı, coşku, kendini değerli hissetme gibi duyguları yaşamımıza davet eden 'an'lar olduğunu gördüm.

'An'ların toplamı yaşamın kendisinden fazladır. 'An' tek başına yaşanmaz zira. O yanına hafıza dağarcığından anılardan 'an'lar davet eder; bununla yetinmez, gelecek ile ilgili planları da alır beraberine ve yaşadığımız o gerçek 'an'dan çok daha fazlasını yaşatır bize. Tabii ki bu durumda yaşadığımız bu 'an'ların toplamı, yaşamamızdan çok daha fazla olur.

'An'ın bu özelliği yaşam kalitesine önemli katkı sağlar. Bizi şimdinin kısıtlılığından kurtarır ve bilincin geçmiş zamanları ziyaret etmesini mümkün kılar. Bunlar genellikle güzel ve anlamlı anılardır. Oradan seçilen 'an'lar, bu 'an'a getirilir ve bu hoş 'an'lar şimdiki 'an' ile yeniden anlamlandırılır. Gelecekle başa çıkmamızın mümkün olduğu hissini, gücünü yaratır; oluşturulan bu güzel hoş ve anlamlı geçmişin şimdiyle harmanlanması…

Kısaca 'an'lar şimdide sadece dünü ve yarını yaşatmaz; aynı zamanda dünü yarına da bağlar; dünü şimdiyi ve yarını bütünleştirir. Belleği göreve çağırmakla kalmayıp bilinci harekete geçiren 'an'lar, hayatın akışının temelini oluşturur. Bellekten dün çıkagelir, bilinç de geleceğe götürür bizi 'an'ların şimdideki birleştiriciliğinde…

'An'lar vardır bir türlü geçmek

42Balıkesir

bilmez, bir asır gibi gelir. Ülkemizde yapılan 2010 Dünya Erkekler Basketbol Şampiyonasında Sırbistan'la yaptığımız yarı final maçının son 0.5 saniyesi gibi. 83- 82 önde olduğumuz maçın bitimine 0.5 saniye kaldığında Sırbistan son topu kullanacaktı. Basket yaparsa o, yapamazsa biz finalist olacaktık. İşte o, 0.5 saniye geçmek bilmeyen 'an'lardan biriydi... Neyse ki sayıyı atamadılar ve finale biz çıktık.

'An'lar vardır bir de, bitmesini istemediğimiz, bir yaşam boyu sürmesini dilediğimiz 'an'lar. Yoklayın hafızanızı, hatırlamanızı bekleyen böyle birçok 'an'ı bulacaksınız: Sevgilinizle ilk buluştuğunuz, ilk öpüştüğünüz, çocuğunuzu ilk kucağınıza aldığınız, dev gibi babanızın kucağına sığındığınız, annenizin ninnisini ağırlaşan göz kapaklarıyla dinlediğiniz, uzun bir hasretlikten sonra dostunuza sarılıp, kucakladığınız…

İşte böyle 'an'lar bize Goethe'nin Faust'undaki ünlü cümleyi anımsatır: “An, çok güzelsin gitme dur.”

Faust, istediği her şeyi yerine getirmesi karşılığında bir anlaşma yapıp ruhunu Mephisto'ya satar. Ve bu anlaşma karşılığında Faust'un istediği tek bir şey olur: yerine getirilen arzularından birinde 'an'ın donması… Yani bir 'an'da… Geçmesini istemeyeceği, bütün yaşamından daha önemli bir 'an'da…

Görüldüğü gibi hayat için bu kadar önemli olan 'an'a; hayatın içinden çıkan sanat, edebiyat ilgisiz kalmaz. Ve 'an' sanatın, edebiyatın önemli bir malzemesi, esin perisi görevini üstlenir. Romanlarda, bir bilinçten bir bilince, bir mekandan bir mekana, bir zamandan bir zamana, bir duygundan bir duyguya sıçramaların kusursuz

tahtasıyken, durum öykülerinde ise öykünün tam da konusudur.

Çehov nerdeyse bütün öykülerini bir 'an'ın üzerine kurar.

“Yüzyıllık Yalnızlık” romanına Gabriel Garcia Marquez, bir 'an'la başlar ve onu sıçrama tahtası olarak kullanıp romanın içine atlar. Kahramanımız Albay Aureliano Buendia idam mangasının önündedir, o sırada aklından babasının ona ilk buzu gösterdiği ve buza dokunduğu an geçer; yaşadığı an geçmiş bir 'an'ı davet etmiştir ve yazar bu ikisinin enerjisinden yararlanmasını bilmiştir. Romanda bir hayli yolculuk yaptıktan sonra öğreniriz: kahramanımızı ağabeyi José Arcadio Buendia'nın kurtardığını ve bu sayede romanın devam ettiğini…

Şiir bundan azade değildir. Yaşayan şairlerin üstatlarından Özdemir İnce, “Şiir ve Gerçeklik” kitabında, "Şiir üç zamanlıdır; dün, bugün, yarın” tespitiyle işaret ettiği gerçeği “Şiir, şimdinin zenginliğidir. Şimdi dünü bugünü yarını kapsayan bir şimdidir." diyerek pekiştirir.

Sinema bu imkanı keyifle kullanır. Montajın verdiği olanakla 'an'larda ileri veya geri sıçramalar yapar durur. Filmi izlerken o 'an'ı geçmiş ya da gelecekle birlikte yaşar ve olduğundan çok geniş duyumsarız.

Casablanca filminde Ingrid Bergman'ın “Bir daha çal, Sam. Eski günlerin hatırı için çal” ünlü repliği her zaman bize hüznü, çaresizliği ve geçmişe olan özlemi hissettirir mesela…

An duygu dağarcığıdır…

Duygular da sanat, edebiyat…

Nedim İnce

Page 45: Akslepion / Bergama sayı.pdf · Her geçen gün yazı yazmak, görüş açıklamak zorlaşıyor ülkemizde. İçimiz acıyor, mesleki ve sosyal sorunlarımıza çözüm bulamıyor,

Dr. Taner KalkanDr. Taner KalkanEdremit Devlet HastanesiEdremit Devlet Hastanesi

Acil HekimiAcil Hekimi

Dr. Taner KalkanEdremit Devlet Hastanesi

Acil Hekimi

Samandağ'dan 70x50 Yağlıboya

Page 46: Akslepion / Bergama sayı.pdf · Her geçen gün yazı yazmak, görüş açıklamak zorlaşıyor ülkemizde. İçimiz acıyor, mesleki ve sosyal sorunlarımıza çözüm bulamıyor,

Dr. M.Yiğit SözenAyvalık 2 No'lu

Aile Sağlık Merkezi

Söyleşi

44Balıkesir

Ayvalık'ta Görev Yapmak

-Ayvalık denilince ilk akla gelen Cunda Adası oluyor. Adanın tarihi hakkında ne söyleyebilirsiniz?

Evet haklısınız. Kuzey Ege'nin gözde turizm merkezlerinden olan Cunda, birçoğu butik otel olan eski Rum evleri, kiliseleri, papalina balığı, Yunan ve Türk mutfağının eşsiz lezzete sahip yemekleri, kırmızı, mavi, yeşil, pembe, birbirinden renkli panjurlu taş evleri ve Arnavut kaldırımlara sahip tarih kokan dar sokaklarıyla her sene yerli ve yabancı turistlerin akınına uğruyor. Mavi bayraklı 7 (yedi) koya sahip Cunda, deniz, tarih, doğa ve gastronomi turizmini aynı anda sunmaktadır.

Piri Reis, 1513 yılında yazdığı “Kitab-ı Bahriye”sinde yöre adalarından Yunt Adaları olarak bahsetmektedir. Piri Reis'in adaların üzerinde başıboş gezen eşek, at ve kısraklardan esinlenerek bölgedeki adalara Yunt Adaları ismini vermiş olduğu tahmin edilmektedir. Adaya, Moshonisia da denmektedir. Moshos sözcüğü için de iki düşünce ileriye sürülmektedir: Birinci görüşe göre yöredeki kokulu bitkilerden yayılan güzel kokulardan ileri gelmektedir. İkinci görüşe göre ise 1530'lu yıllarda büyük adanın batısındaki küçük bir adada Moshas adında kötü ün salmış bir korsan, ailesi ve ortağı ile beraber yaşıyordu. Korsan, Osmanlı Donanması yöreye gelince adayı terk etmek zorunda kaldı. O tarihten sonra korsanın yaşadığı adaya Moshonisos, bölgedeki adalar grubuna da Moshonisia denmeye başladı. Bu isim zamanla bütün adalara hâkim oldu. İtalyanca bir sözcük olan “Cunda” sözcüğünün bir denizcilik terimi olarak “yelken açmak” ya da “işaret sancaklarını çekmek için konulmuş yatay çubukların her iki ucu” anlamına geldiği yazılmaktadır. M.S. 1770 yılına kadar tarihi belgelerde Yunda (Cunda) hakkında herhangi bir bilgiye rastlanmamıştır. 1770 yılında Osmanlı

Donanması'nın Çeşme'de Rus donanması ile yaptığı savaşta sağ kurtulan Hasan Paşa ve hafif yaralı üç arkadaşı Foça-Dikili yolu ile Ayvalık'ın güney kısmına gelirler. Tesadüf olarak yolları Papaz İkonomus'un çiftliğine düşer. Konuklarını çok iyi ağırlayan Papaz ile Hasan Paşa'nın dostlukları Ayvalıklılara özerklik belgesi verilmesini sağlamıştır. Bu ferman ile iç işlerinde bağımsız bir yapıya kavuşan Rumlar, ve Eylül 1821 yılında çıkan Ayvalık isyanı adayı da etkilemiş isyandan sonra Rumların bir kısmı kaçmış, kalanı da sürgün edilmiştir. Ayaklanma esnasında adadaki binaların büyük bir kısmı tahribata uğramıştır. İsyandan sonra ekonomik kaynaklar Sultan II. Mahmut'un emriyle ya Müslüman ailelere satılmış veya emaneten verilmiştir. 1824 yılında kenti terk etmek zorunda bırakılan halkın geri dönmelerine izin verilir. 1832 yılında bir fermanla geri dönmelerine izin verilen Rum halka malları iade edilir ve mülkiyet hakkı tanınır. 1840 yılında kaza yapılarak Karasi (Balıkesir) sancağına bağlanarak özerklik tamamen ortadan kaldırılır. 1862 yılında Yunda belediye olur. Osmanlı ile Rum halk anlaşarak belediyeyi kurarlar. Ada belediyesi için kazdırılan ilk mührün etrafında Yunanca olarak “Moshonisia Belediyesi 1862” yazmaktadır. Mührün ortasında ise Osmanlıca olarak “Daire-i Belediye Cezire-i Yunda” yazmaktadır. Daha sonraları mührün ortasındaki Osmanlıca yazının yanlış okunması sonucu “Cunda” sözcüğü ortaya çıkmıştır. Ada hakkında kitap yazan Rum yazarlar da, Türklerin adaya Yunt Adası dediklerini yazarlar. Cunda ve Ayvalık, 29 Mayıs 1919'da Yunan ordusu tarafından işgal edilmiştir. İşgale 172. Alay Komutanı Kaymakam Ali Bey (Atatürk'ün Nutukta belirttiği Afyonkarahisar mebusu Ali Çetinkaya) karşı koymuştur. Yunan ordusu Anadolu'ya çıktıktan sonra ilk direnişle Ayvalık'ta karşılaşmış, Kurtuluş

Savaşının ilk kurşunu Yarbay Ali Çetinkaya tarafından Ayvalık'ta atılmıştır. 15 Eylül 1922 yılında tekrar Türk topraklarına katılan adaya Cumhuriyet döneminde Ali Bey ismi verilmiştir. 13 Ekim 1922 tarihinde imzalanan Mudanya Ateşkes Antlaşması, Yunanistan ile Anadolu arasındaki büyük göçün başlangıcı olmuştur. Tarihin ilk ve tek mübadele uygulaması 1923–1924 yıllarında tamamlanmıştır. Mübadele sonucunda Ayvalık bölgesine Girit, Rumeli ve Midilli Adası'ndan Türkler gelmiştir. Adaya Midilli ve Girit'ten gelen Türkler yerleştirilmiştir. Adanın 1700-1800'lü yıllarda ekonomik, sosyal, kültürel yönden bu günkü durumundan daha çok gelişmiş olduğu bilinmektedir. Zeytincilik, balıkçılık ve turizm adanın önemli ekonomik faaliyetleridir. 1976 yılında Ayvalık ve çevresindeki 17.900 hektarlık alanın doğal ve tarihi sit alanı olarak kabul edilmiş olması adanın mimari yapısının korunmasında etkili olmuştur.

-Ayvalık'ta çalışan bir hekim olarak ideallerinize ulaşabildiniz mi?

Ömür biter, idealler bitmez. Özellikle bizim meslekte ''ben artık oldum'' diyen insanın emekliliği gelmiştir. Artık fani şeylerle uğraşmak yerine kıyamet ve ahiret hayatına odaklanıp olta takımını alıp balık tutma sevdasına meyledebilir o kutsal insan.

-Buradan daha gerçekleştirmeyi arzu ettiğiniz ideallerinizin olduğu düşüncesini çıkarabilir miyiz?

Müsaade ederseniz buna bir şiir ile cevap vermek istiyorum. Şairin dediği gibi:

Hayallerim var benim, Ne yaparsanız yapın, ama hayallerime dokunmayın Onlar benim saklı gözyaşlarım, Kalbimin derinliklerinde sakladığım incilerim…

Page 47: Akslepion / Bergama sayı.pdf · Her geçen gün yazı yazmak, görüş açıklamak zorlaşıyor ülkemizde. İçimiz acıyor, mesleki ve sosyal sorunlarımıza çözüm bulamıyor,
Page 48: Akslepion / Bergama sayı.pdf · Her geçen gün yazı yazmak, görüş açıklamak zorlaşıyor ülkemizde. İçimiz acıyor, mesleki ve sosyal sorunlarımıza çözüm bulamıyor,

Aramıza Yeni Katılanlar

46Balıkesir

VEFAT - BAŞ SAĞLIĞI

Susurluk 1 Nolu ASM hekimlerimizden Dr.Bayram A�lla Dernek'in babası Al�eylül 5 Nolu ASM hekimlerinden Dr.Necdet Önsöz'ün kardeşiSusurluk 1 Nolu ASM hekimlerimizden Dr.Işık Küçük'ün kayınpederi Atatürk Devlet Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr.Özcan Yılmaz'ın kayınvalidesiHavran 1 Nolu ASM hekimlerimizden Dr.Levent Yeşiltepe'nin abisi VEFAT ETMİŞTİR. MESLEKTAŞLARIMIZA VE YAKINLARINA BAŞSAĞLIĞI DİLİYORUZ.

Dr. Hacer ŞENÖzel Bandırma Hastanesi

İç Hastalıkları

Dr. Onur YILDIRIMÖzel Bandırma Hastanesi

Üroloji

Dr. M.Murat AKSOYAnaliz OSGBİşyeri Hekimi

Dr. Buse ŞAFAKÖzel Edremit Körfez Hast.

Pratisyen Hekim

Dr. Caner KESKİNÖzel Bandırma Hast.

Pratisyen Hekim

Dr. Selin Fulya TUNAÖzel Bandırma Hast.

Pratisyen Hekim

Dr. Gökhan DENİZÖzel Esen Tıp Merkezi

Psikiyatri

Dr. Aydın ÖZKANÖzel Bandırma Hast.

Ortopedi

Dr. Bülent SARICAPratisyen Hekim

Dr. Emel ATEŞÖzel İzmir Yolu Sevgi Hast.

Kadın - Doğum

Dr. Kadir Yaylalı (Edremit 3 nolu ASM )Dr. Yılmaz Güreş (Emekli Göğüs Hastalıkları Uzmanı)Dr.Münir Kerim Karakaya (Gönen Yıldız Otel)

GEÇMİŞ OLSUN Burhaniye 1 Nolu ASM Hekimlerinden Dr. Cafer Tuncer (anjiyo) Kepsut 1 Nolu ASM hekimi Dr.Gül Ersoy Balıbek'e (trafik kazası) AÇS hekimlerimizden Dr.Öge Damar'a (operasyon) dan dolayı geçmiş olsun diyor, MESLEKTAŞLARIMIZA ACİL ŞİFALAR DİLİYORUZ.

Page 49: Akslepion / Bergama sayı.pdf · Her geçen gün yazı yazmak, görüş açıklamak zorlaşıyor ülkemizde. İçimiz acıyor, mesleki ve sosyal sorunlarımıza çözüm bulamıyor,

Dr. Zafer ÇankırıBalıkesir Atatürk Şehir Hastanesi

Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı

Fotoğrafın Dili

Adı

''KEZBAN''

ağlarda gördüm onu. Adı Kezban. Gördüğüm çok sayıdaki kadın Dçobanlardan biri. Sorduğumda elli-altmış yaşlarında varımdır dedi.

Yaşadığı çetin şartlar mı yıpratmıştı, yoksa yaşını mı kestiremiyordu karar

veremedim. Ben sormadan başladı anlatmaya eşini, çocuklarını. Köy dışındaki

çiftliklerinde yaşadığından belli ki açtı konuşmayı, arada seni de yolundan

alıkoydum demeyi eksik etmeden anlattı da anlattı. Ben sırtımda kabanla

üşürken böyle üşümüyor musun diye sordum. Benim içim iyi dedi, kat kat

giysilerini göstererek. Vedalaşırken Hıdrellez'de davet etmeyi de ihmal etmedi

ve seslendi arkamdan: ''Bizi buralarda herkes bilir, bizim soyadımız Dağerik''

Gülümsedim, dağlarda yaşayan bir kadına bir soyadı bu kadar mı yakışır!

47Balıkesir

Page 50: Akslepion / Bergama sayı.pdf · Her geçen gün yazı yazmak, görüş açıklamak zorlaşıyor ülkemizde. İçimiz acıyor, mesleki ve sosyal sorunlarımıza çözüm bulamıyor,

48Balıkesir

Dr. Sabri ArpacıoğluEdremit 1Nolu A.S.M. Hekimi

Meslektaşlarımızdan

Fransız Devlet Bakanı Talleyrand'ın “Şeytan kadar kara, cehennem kadar sıcak, melek kadar saf, aşk kadar da tatlı.” diye tanımladığı kahvenin hem kültürümüzde hem de günlük yaşamımızdaki yeri yabana atılmayacak kadar önemlidir.

Osmanlı Habeşistan'da (şimdiki Etiyopya) ve Yemen'de yetişen kahveyle 14. Yüzyılda tanışmış, 1550'lerde de İstanbul'da ilk kahvehane açılmıştır. Kısa zaman içerisinde kahvehane sayısı hızla artmış, kahve içmek ve sohbet etmek amacıyla buralarda toplanan değişik kültür seviyelerinden insanlar, çok hızlı gelişen bir kültürel birikim ortamı, sosyalleşme mekânı, siyasî iktidar karşısında seslerini duyurabildikleri bir kamusal alan meydana getirmişlerdir. Osmanlı tarafından büyük tepki çeken kahvehaneler bazen tek tek bazen toplu olarak kapatılmışlardır. Zaman içerisinde toplumsal hayatın içerisine giren kahvehaneler, kültürün üretildiği ve paylaşıldığı bir mekân haline gelmiş, birçok değişikliklere uğrayarak hayatiyetini devam ettirmiştir. İlk başlarda marjinal bir yenilik olarak görülen kahvehane, çok geçmeden normalleşmiş ve toplumun ekonomik, sosyal ve kültürel gereksinimlerini karşılayan merkezî bir konuma gelmiştir. Avrupa'da da 17. Yüzyılda kahvehaneler görülmeye başlanmıştır.

Edremit'te, lokanta ve atıştırmalık dükkanların arasında neredeyse kaybolmuş gibi görünen ve bir kadın girişimci tarafından işletilmekte olan "Taş Plak Kahvecisi", duvarlarını da süsleyen asırlık taş plakların çalındığı gramofondan yükselen nostaljik müzikleriyle karşılıyor gelenleri. Duvarlar, Tarık Akan'dan Filiz Akın'a, Kemal Sunal'dan Cüneyt Arkın'a sanatçıların resimleriyle, Zeki Müren'den Erkin Koray'a, Müzeyyen Senar'dan Ferdi Tayfur'a kadar birçok

sanatçının plak ve plak kapakları ile süslenmiş. İşletmeci Zeynep Ataselim tüm plakları eşi ve kızıyla tanıdıklarından toplayıp bir arşiv oluşturmuş.

''Zamanda yolculuk yaparak çocukluk yaşlarına dönmek'' olarak belirtiyor kafeyi açma nedenini. "Eski şarkıları çok seviyorum, çocukluğuma dönüyorum onlarla. Hep sevdiğim bir ortamda çalışmak istemiştim, burası benim tam istediğim gibi bir yer, işimi çok severek yapıyorum" diyen Ataselim, farklı bir kafe konseptiyle işe başladıklarını dile getiriyor. Burası Zeynep Hanım, eşi ve okul dışı zamanlarda kızının da gelmesiyle hep beraber çalıştıkları bir aile işletmesi.

Taşplak Kahvecisi küçük, sıcak ve hoş bir mekan. Kahve menüsü oldukça zengin, 17 çeşit kahve servis ediliyor. Tatlı ve pasta çeşitleri yönünden de oldukça zengin. Mantı, makarna çeşitleri, kaloriyi düşünenler için lezzetli taze salatalar yanında günün erken saatlerinde kahvaltı almak da mümkün. Bir yandan gramofondan çıkan o eski şarkıları dinlerken bir yandan da kahve siparişini veriyorsunuz. Neşe Karaböcek'ten sonra Erkin Koray'ın sesi yükseliyor gramofondan. Sonra Müzeyyen Senar, Ferdi Tayfur ve diğerleri.

Havaların güzel olması Taşplak kahvecisine gelenleri dışarıya taşımış. Kaldırımdaki masaları gençler doldurmuş. Orta ve ileri yaş grubu dışında gençler de Capuccino ve filtre kahveleriyle dinliyorlar o eski şarkıları.

Edremit merkezde bir yandan o eski şarkıları dinlemek, diğer yandan o

güzel lezzetlerle kahvenizi yudumlamak için Taşplak Kahvecisi uygun bir seçenek olarak duruyor.

Taşplak KahvecisiTaşplak KahvecisiTaşplak KahvecisiEDREMİTEDREMİTEDREMİT

Page 51: Akslepion / Bergama sayı.pdf · Her geçen gün yazı yazmak, görüş açıklamak zorlaşıyor ülkemizde. İçimiz acıyor, mesleki ve sosyal sorunlarımıza çözüm bulamıyor,
Page 52: Akslepion / Bergama sayı.pdf · Her geçen gün yazı yazmak, görüş açıklamak zorlaşıyor ülkemizde. İçimiz acıyor, mesleki ve sosyal sorunlarımıza çözüm bulamıyor,

TÖKTÖKTıp Öğrencileri KomisyonuTıp Öğrencileri Komisyonu

50Balıkesir

Sigara Bağımlılığı

Sigara, tüm dünyada yasal olarak kullanılabilen en önemli bağımlılık maddesidir ve sigara içmeyi bir kez deneyen her 4 kişiden 3'ü sigara tiryakisi olmaktadır. Toplumumuzda 15 yaş üstü nüfusun %43,6'sı (erkeklerin %62,8'i, kadınların %24,3'ü) sigara kullanmaktadır. Sigara bağımlılığı sadece psikolojik değil, çevresel ve fizyolojik nedenlere de bağlıdır. Sigara bıraktırmada hekimlerin rolü kişinin kendinden

sonra ikinci derecede önemlidir. Maalesef ki hekimlerin bu konudaki bilgi ve istekleri tüm dünyada ve ülkemizde yeterli değildir. Bu yüzden hem hekimlerimize hem de hekim adaylarımıza bu bilinci aşılamamız gerekmektedir. Bu yazımızda sigara bağımlılığı, bırakma yöntemleri hakkında kısa bilgiler verildikten sonra bu konudaki yaklaşımları ve sorunun çözümünde hekimlere öneriler sunulmasını amaçladık.

Dünya Sağlık Örgütü madde bağımlılığını “kullanılan bir psikoaktif maddeye kişinin daha önceden değer verdiği diğer uğraşlardan ve nesnelerden belirgin olarak daha

yüksek bir öncelik tanıma davranışı” olarak tanımlar.

İnsanların neden sigara içtiğine dair öne sürülen dört teori vardır; Birincisi bir alışkanlık olduğu şeklindedir ve alışkanlık yapan madde olarak nikotini suçlar. İkinci teori ise sigara içmeyi çocukluktan beri bilinçaltında yatan gerçekleştirilemeyen isteklere bağlar. Üçüncü teori sigara içmenin özellikle düşük benlik kontrollü kişilerin heyecan ve yenilik arayışı içinde oluştuğunu ileri sürer. Son teori ise bunun bir seçim olduğunu ve sigara içenlerin bilinçli olarak sigaranın yarar ve zararlarını karşılaştırıp sigara içmeyi tercih ettiklerini söyler.

Umut ErdemBalıkesir Üniversitesi

Tıp FakültesiÖğrencisi

SİGARA BAĞIMLILIĞININ TEDAVİSİ

Sigara bırakma diğer madde bağımlılıklarında olduğu gibi istek ve kararlılıkla ilgilidir. Hekimlerin yapması gereken de sigaranın zararları ve bırakma yöntemleri konusunda bilgilendirici, özendirici ve destekleyici olmaktır. Buna karşın hekimler bu konuda yeterince bilgi sahibi değildir ve gerekli yönlendirmeyi yapmamaktadır. Özellikle sigara kullanan hekimler hastalarının sigara içmesine duyarsız olmaktadır. Hekimlerin önermesi gereken sigara bıraktırma programı şöyle olmalıdır.

1. Bırakmak istediğinizden emin olun.

2. Bırakma nedenlerinizden emin olun.

3. Kendinize sigarayı bırakmak için bir gün belirleyin ancak bu takip eden 1 veya 2 hafta içinde olsun.

4. Karar verdiğiniz günde sigarayı bırakın; daha önceden sayıyı azaltmayı denemeyin.

5. Arkadaşlarınızdan size sigara vermemelerini isteyin.

6. İçkiyle sigara kullanımı arasında bağlantı varsa birkaç hafta içki içilen yerlerden sakının.

7. Tekrar başlama genellikle ilk 4-6 hafta içinde görülmesine karşın ilk 6 ay boyunca iradenizi güçlü tutmaya çalışın.

8. Yüz yüze kalacağınız sorunlarla nasıl başa çıkacağınızı önceden belirleyin.

9. Sigaraya harcamış olacağınız parayı biriktirip kendinizi ödüllendirin.

Sigara bırakma yöntemleri ise şunlardır:

Sigara bıraktırma klinikleri, Hipnoz, Davranışçı yöntemler (nefret

ettirme ve kendi kendini yönetme[azaltarak]),

Akupunktur, Tıbbi tedavi, Nikotin replasman tedavisi ve Nikotin Transdermal Terapötik

Sistem.Bunlardan son ikisi en etkili

yöntemlerdir.

Ayrıca sigara bıraktırma konusunda hasta ve hekimler arasında büyük bir iletişim hatalarının olduğu açıktır. Hekimlere sigara alışkanlıkları, zararları ve bırakma yöntemleri hakkında hastalarına bilgilendirme yapıp yapmadıkları sorulduğunda olumlu cevap oranının yetersiz olmasıyla beraber hastalara hekimlerin bu bilgileri verip vermediği sorulduğunda ise bu iki oran arasında derin uçurumlar ortaya çıkıyor.

Yapılan anketlerde sigarayı bıraktırma konusunda en çok hekimlerin yardımcı olması gerektiği sonucu ortaya çıkıyor. Buna karşın hekimlerin bu konuda bilgisiz olduğunu da yine yapılan araştırmalardan anlıyoruz. Bu sorunun

çözülmesi için konu ile ilgili bilgilerin tıp fakültesinde verilmesi ve mezun olduktan sonrada sürdürülmesi gerektiği açıktır.

Balıkesir Tıp Fakültesinde Durum Yazımızda sigara ile ilgili hâlihazırda bazı bilgileri verdik. Peki, tıp fakültelerinde durum nedir? Bunu cevaplayabilmek için Balıkesir Üniversitesi Tıp Fakültesi 3. dönem öğrencileri arasında 30 kişiyle bir anket yaptık. Sonuçlarsa şöyledir.

Page 53: Akslepion / Bergama sayı.pdf · Her geçen gün yazı yazmak, görüş açıklamak zorlaşıyor ülkemizde. İçimiz acıyor, mesleki ve sosyal sorunlarımıza çözüm bulamıyor,
Page 54: Akslepion / Bergama sayı.pdf · Her geçen gün yazı yazmak, görüş açıklamak zorlaşıyor ülkemizde. İçimiz acıyor, mesleki ve sosyal sorunlarımıza çözüm bulamıyor,

Dr. Hakkı Güngör GöndikenBalıkesir Karesi 6 Nolu ASM

Hekimi

Öykü

İkincisi hiç olmadı. Bir tanesi yeterli gelmişti. Tanınmış tarihçilerin dahi arayıp bulamadığı bir firavundur 1.Şebeksiz. Eski Mısır'da onu tanıyan bilen pek yoktur. Varsa da, birinci derece yakınlarıdır. Fakat koskoca firavun. Tesadüfen karşılaşırsın, bilemezsin, oyar adamı.Henüz doğmamış 1. Şebeksiz'in babası, yüce firavun Kasila'nın sinirleri bir süredir gergindir. Hanımı Asila, iki üç gündür doğum sancıları çeker, ancak halâ bir numara yoktur. Sonunda firavun bu strese dayanamaz, hızla ve kızgınlıkla nedimeleri savura-devire doğum odasına dalar. Buralarda hasta yakınına 'dışarıda bekle' diyebilecek babayiğit henüz yoktur. Aslında bizim buralarda da pek yok ya neyse. 'Asila, Asila üç gün oldu neden doğmadı bu veled? 'diye sorar dişlerini sıkarak. Bu arada doğum odasının çeşitli yerlerine savrulmuş nedimeler, saçı başı dağılmış, giysileri kısmen paralanmış da olsa, tekrar olay mahalline intikal etmişlerdir. 'Meraklanmayınız yüce firavunum, 1 doz daha synpitan yaptık, şimdi gelir. Kızım, yak bi uzun parlement firavunuma.' Ve bu heybetli adamı zar zor sakinleştirirler.Firavun, ülkenin önde gelen isim koyucuları 'nı çağırmış, büyük salonda sus-pus oturtmuş, hep beraber beklemektedirler. Bir süre sonra, bebek doğmak üzere diye haber gelir içerden. Heyecanlanırlar haliyle, hareketlenirler. Kızar firavun, “Kesin!”diye bağırır. Ortalığı derhal ürkütücü bir sessizlik kaplar. Az sonra beklenen bebek de gelir. İsim koyucular kendi aralarında fısıldaşmaya, kıpırdaşmaya başlamışlardır. “Debelenmeyin bre

densizler!”diye gürler firavun bu kez. “Çabuk bir isim bulun!” İsim koyucular kafa kafaya verirler. “Kolaysa sen bul” diye fısıldar içlerinden biri. “Tıpkı maymuna benziyor” şeklinde sessizce fikir beyan ederken diğeri, “Çok tipsiz bi şey bu yaa” diye mırıldanır bir sonraki. Sonuçta tipsiz maymun anlamını çağrıştıracak, ancak kimsenin durumu çakmayacağı bir isimde, Şebeksiz de karar kılarlar. Daha açık belirtmeye de yürek ister zaten. Durumu firavuna bildirirler. Önceleri böyle isim mi olur dese de, sonuçta ismin ne kadar da güzel ve derin olduğunu kendisi de kabul eder.1.Şebeksiz tahta geçmiştir artık. Çalışkan bir firavundur. İmparatorluktaki konut sorununa çözüm bulmuş, başka imparatorlara da kapak olsun diye, 50 yıl vadeli konut kredisi verilmesini emretmiştir. Taş üstüne koymadık taş bırakmamış, birçok piramidi aslında o yaptırmıştır. Nil nehrinde ilk gondol-turları onun zamanında başlamıştır. Turizm coşmuştur. Halk bolluk ve refah içindedir. Ancak bir zaman sonra yaptığı işlerden sıkılmaya başlamıştır. Sıkıntı için ne yapsam ki diye düşünürken, bulmacaların başgediklisi, Mısır'ın büyük tanrısı RA'ya danışmak aklına gelir. Gider, fakat tanrı RA kendisinden daha sıkıntılıdır. RA'nın kızı, aşk ve müzik tanrıçası Hathor büyümüş, serpilmiş ancak iyice kuduruk olmuştur. Yunan savaş tanrısı Ares'in oğlu, aşk tanrısı Eros ile fingirdekleşmektedir. Koskoca Mısır dar gelmiştir haspama. Gerçi tanrı Ra, Eros'u sadece reklam filmlerinde görmüştü ama neticede elinde ok ve yayla dolaşan, ona buna ok fırlatan, boş gezenin boş kalfası bir zibidi olduğunu duymuştu. Babası savaş tanrısı olmasa, ben o yunana ne yapacağımı çok iyi biliyorum diyordu Mısır'ın büyük tanrısı RA.Durum bu ahvalde devam ederken tanrı Ra birden duraklar. Alaycı ve ezici bir tavırla “Sen niye geldin Şebeksiz??” / “Sıkıldım” der Şebeksiz, tedirgin…/ Zaten kendi

derdi başından aşkın olan tanrı Ra: “Kelin ilacı olsa… Pardon…Senin ki de sıkıntı mı? Şimdi anlatayım da asıl sıkılmayı gör sen “ diyerek devam eder: “ Uzun yıllar önce babanı sevmeyen isim koyucular, sırf babandan intikam almak için, senin tipsiz bir maymuna benzediğine karar verdiler ve ismini böyle koydular. Bir zaman sonra baban durumu öğrendiğinde çok şaşırdı, çok sinirlendi ancak o şaşkınlık ve kızgınlıkla da önemli hatalar yaptı. Sana altından maskeler yaptırdı önce, halk içine öyle çıktın. Senin gerçek yüzünü kimse görmedi. Sonra da bütün isim koyucuları öldürttü. Ancak biri aman dilemişti, yeminler etmişti, benim suçum yok demişti. Baban da onun canını bağışladı. Ancak yalanından vazgeçmeyen hain ve geveze isim koyucu, bu uyduruk sırrın yükünü fazla taşıyamadı. Kral Midas'ın berberi gibi kendini dağlara, bayırlara, ovalara vurdu. Dipsiz bir kuyu buldu. Koştu, koştu, kuyuya eğildi ve bizim firavun tipsiz bir maymundur diye bağırdı defalarca. Rahatlamıştı. Ancak dipsiz kuyu suyuna, su sazlıklara, sazlıklar kuşlara, kuşlar insanlara fısıldadı uyduruk sırrı. Şimdi tüm Mısır seninle alay ediyor.” Dedi.Firavun 1.Şebeksiz saraya nasıl geri döndüğünü hatırlamıyordu bile. Demek ki şimdiye kadar tüm Mısır halkı onunla dalga geçmişti. Üstelik de aslı astarı olmayan iftira yüzünden. Bir anlık öfke ve kırgınlıkla, Mısır tarihini anlatan tüm papiruslardan kendi adını ve dönemini sildirdi. Bir daha da halk içine hiç çıkmadı, kimse onu hiç görmedi. Emirlerini en yakınları ile ulaştırıyordu gereken yerlere. Öfkesi, inadı ve küskünlüğü sonsuza dek sürecek gibiydi. Öldüğü zaman da mumyalanmamasını ve bulunamayacak bir yere gömülmesini emretti.Bundan dolayı Mısır tarihinde Firavun 1.Şebeksiz ve dönemi yoktur. Error veren boş birkaç papirustur bize 1.Şebeksiz'den hatıra kalan.

FİRAVUN 1. ŞEBEKSİZ

52Balıkesir

( İFTİRA )

Page 55: Akslepion / Bergama sayı.pdf · Her geçen gün yazı yazmak, görüş açıklamak zorlaşıyor ülkemizde. İçimiz acıyor, mesleki ve sosyal sorunlarımıza çözüm bulamıyor,

53Balıkesir

tebessüm

Tıp Öğrencilerine Teşhiste İp Uçları !

Tinea Pedis: Teşhis kolaydır. Ancak birkaç saniye gecikirseniz, parmakları açılmış bir ayağı masanızda bularak doğru teşhis koyarsınız.

Dorsalji: Teşhiste zorlanırsanız puan kaybedebilirsiniz. Biri arkanızdan dolanarak ağrının yerini sırtınızda ayrıntılı göstererek, doğru teşhis koymanızı sağlar.

Meteorizm: Risklidir. Çabuk teşhis koymanız gerekir. Yoksa sonuçlarına katlanırsınız.

Konstipation: En rahat teşhistir. Çay molası bile verebilirsiniz.

Akut sistit vs.: Teşhiste yanılma olanağı pek yoktur. Zaten parmak veya göz işareti ile sorunun nerde olduğu belirtilir.

İmpotans: En kolay teşhistir. Ekseriya işaret parmağının flex. ve ext. hareketi ile konuya açıklık getirilir.

Bronşit: Balgamlı gibi bir öksürük görürseniz, verin ilacı. Umarım denk gelir.

Ali Bey İngiltere'ye gidecektir. Fakat yabancı dili yoktur.

Arkadaşına danışır. O da ” her şeyin sonuna ing getir, güzel güzel

konuşursun” der. Ali Bey İngiltere'ye gider, bir cafeye oturur,

garsona seslenir:

-Bana bir çay getiring.

Az sonra çayı gelir. İnanamaz başardığına. Garsonu işaretle yanına

çağırır ve kulağına fısıldar:

-Benim yabancı dil nasıling?

Garson da fısıltıyla cevap verir:

-Ben Türk olmasaydım sen çayı b&k içerding.

(öğr. yorumu: böyle uç mu olur yaa!)

FIKRA

Duygusal Sözler Araba yarışı oynarken tuşlara kuvvetli bastığında, arabanın daha hızlı gideceğine inanan insandan ne zarar gelebilir ki. Yazıktır, kıymayın onlara. (Sen maç izlerken totem yaptığında, biz bi şey mi dedik? Ayıp oluyo!)

Otobüse güzel bir kız bindiğinde, yanındaki boş yere oturması için dua eden gençlere diyanetten mesaj gelir: ” Bir ara cumaya yanıma da beklerim.” (Karış, karış. Ona da karış! Sonra 5 çocuk diye çook yalvarırsın.)

Merdivenden düştüğümü görüp de buna rağmen ' Düştün mü?' diye soran mal. Yok, düşmedim. Benim iniş tarzım böyle. (Sorma arkadaş, ben de ne zaman yüzmeye gitsem boğuluyo diye zorla kurtarıyorlar. Tatili zehir ettiler)

WC'de kapıyı kilitlersin, biri gelir kapıyı açamaz ve ' Dolu mu' diye sorar. 'Hee boş' kapıyı kilitledim, havalandırmadan kaçtım. (Anaa.! Ayni ben la!)

Patron işten kovunca, sen beni kovamasın, istifa ettim dedim. O da tazminat alamazsın deyince, o zaman sen kov, artizliğin lüzumu yok dedim. (Sonra mı? Hem kovdu hem de tazminatın üstüne yattı şerefsiz.)

Basından haberler/:

· Hastaneye yeni atanan doktor çalışacağı polikliniği ararken, 3-5 gün sonra kendini psikiyatri servisinde buldu. Derdini bir türlü anlatamayan genç doktoru başhekim zor kurtardı.· Ameliyathaneye gitmeye çalışan hasta yakınları, sonunda bir dereye ulaştılar. Bir başka sefere yine deneriz deyip, hep beraber balık tutmayı denediler. · Yıllar önce hastanede kaybolan bebek, tesadüfen yine ayni hastanede bulundu.16 yaşına basan bebek, pardon çocuk “ buradaki dehliz ve tünelleri çok sevmiştim, bir türlü kopamadım.” Dedi.· Dişini kurtardı! “Tüm asansörlerin yarısının çalışmadığını gördüğüm an şu dişimi kırarım” diyen yetkili şahıs, o dişini kurtardı. Çünkü, asansörlerin yarısından fazlası çalıştırılamamıştı.· Hastalarını kaybeden ziyaretçiler bodrumda bulundu. Umke tarafından kurtarılan ziyaretçilerin sağlık durumlarının iyi olduğu bildirildi.· Medyumlar aranıyor. Hasta ve refakatçilerine merdivenlerin yerini buldurabilecek, en az 3 yıl iş tecrübesi ..vs.

Yaşlı kadın doktor Ne bakıyorsunuz ya. Maymun mu oynatıyoruz

Bunlar bizi şaşırtamaz. Biz ki: yeni hastanede, öteki bloğu ararken Yalova üzerinden Ankara'ya ulaşanlardanız.

Dr. H.Güngör GÖNDİKEN Dr. Necdet UÇAN

Page 56: Akslepion / Bergama sayı.pdf · Her geçen gün yazı yazmak, görüş açıklamak zorlaşıyor ülkemizde. İçimiz acıyor, mesleki ve sosyal sorunlarımıza çözüm bulamıyor,

Bir Foto + Bir Yazı = Bir Haber

Bisikletli süslü kadınlar

Balıkesir'in ana caddelerine ikinci

kez renk kattılar. Bu etkinlik 2013

yılından bu yana “Avrupa

Hareketlilik Haftası” kapsamında

yapılmaktadır. Bu yıl ülkemizde

50 ilde aynı gün (24 Eylül

2017)'de yapıldı. Etkinliğin

liderliğini öğretmen Berna

Karademir yaptı. Etkinlik sonrası

bir gün Berna Hanım'la ders arası

bir kahve molası verdik. Berna

Hanım iş yerine bisikletle gidip

geliyor. Söyleşi için de şehir

merkezine bisikletiyle geldi. Her

gün pedal çevirmek dinamizmini

olumlu yönde etkilemiş. Ayrıca

spor yapan insanlara özgü o

sağlıklı ve pozitif ifade yüzüne

yansımış. Etkinliğe bir önceki yıla

göre katılımcı sayısında artış

olması ortak gözlemimizdi. Hatta

geçen yıldan bu yana ilimizde

“bisiklet” başlığı altında iki tane

resmi dernek kurulmuş. Haftada

en az iki gün birlikte bisiklet

sürüyorlar. Birlikteliğin

oluşturduğu güç ve dinamizmin

toplumu nasıl güzel sonuçlara

götürdüğü konusunda Berna

Hanım'la ortak paydada buluşarak

kahvelerimizi bitirdik. Keyifli bir

sohbet oldu.

Süslü Kadınlar

54Balıkesir

Ömer ErsevinçBiyolog

Balıkesir Halk Sağlığı Laboratuvarı

BİSİKLET, SAĞLIK, ŞEHİR

Page 57: Akslepion / Bergama sayı.pdf · Her geçen gün yazı yazmak, görüş açıklamak zorlaşıyor ülkemizde. İçimiz acıyor, mesleki ve sosyal sorunlarımıza çözüm bulamıyor,

Stabil

Dr. Uygur SargınManyas Akçaova ASM

Aile Hekimi

"Eski bir Fars efsanesi vardır,

mükemmelliğe, bilgiye uzanan

yolu yolculuğu anlatır.

O efsane Simurg'u ulaştırır

nesilden nesile...

Simurg bir masal kuşudur.

Uzun boynunda beyaz bir halka

bulunan, safran tüylü, güzel sesli

insana benzer kocaman bir kuş.

Kuşların sultanıdır.

Efsaneye göre kuşlar Simurg'a

inanır ve onun kendilerini

kurtaracağını düşünürlermiş. Ama

içlerinden onu gören olmamış.

Simurg ortada görünmedikçe

kuşkulanır olmuşlar ve sonunda

umudu kesmişler. Simurg'un

yuvası, etekleri bulutların üzerinde

olan Kaf dağının tepesindeymiş.

Bir gün uzak bir ülkede bir kuş

sürüsü Simurg'un kanadından bir

tüy bulmuş. Onun var olduğunu

anlayan dünyadaki tüm kuşlar

sultanlarını bulmak üzere ve

huzura çıkıp yolunda gitmeyen

şeyler için yardım istemeye karar

vermişler, çünkü biliyorlarmış ki

kuşların sultanı bilgelik ağacı

dallarında yaşar, iyilik sever

doğası ile kanatlarının bir

dokunuşu ile tüm hastalıkları

tedavi edebilir, tüm yanlışları

düzeltebilir...

Kendisinin öleceği zaman bir tür

ateş olup kendi kendini yaktığı ve

küllerinden tekrar doğacak

Zümrüd-ü Anka kuşu olduğunu

bilen tüm kuşlar toplanıp yola,

yolculuğa çıkarlar.

Aşk denizinden geçerler, ayrılık

vadisinden uçarlar, hırs ovasını

aşıp, kıskançlık gölüne saparlar,

kimileri o vadilerde gördükleri

benzersiz güzelliklere dalarak

yollarını kaybederler. Yolculuk

bittiğinde Kaf dağının ardına

sadece 30 kuş varabilmiştir.

Sultanları Simurg'u bulamazlar

orada.

Sonunda sırrı sözcükler çözer:

Farsça si otuz demek, murg ise

kuş;

Anlarlar ki aradıkları SULTAN

KENDİLERİDİR."

... Sen de kendinin Simurg'u

olmalısın ve bunu göze alarak

kendini iyi tanımalısın dedikten

sonra masalı bitirmiş, ertesi gün

okul olduğunu söyleyerek artık

dinlenmesini istemiş.

- Dede hep çok eskilerden ve

efsanelerden bahsediyorsun

yenilerden anlatmıyorsun

dediğinde...

- Peki anlatacağım o sonra

uyuyacaksın söz mü ?

- Söz!

" İkinci dünya savaşı yıllarında

Reginald Denny adında bir

Amerikan vatandaşı çok meraklı

olduğu uzaktan kumandalı araçlar

ile ilgili buluşlar yaparmış,

insansız bir uçak yapmış, insansız

bir hava aracı, şimdilerdeki ismi

ile drone yani ...

Drone, erkek arı demek

biliyorsun.

Bunun reklamını her gittiği yerde

yapmaya başlar, fabrikalara,

oyuncak sektörüne pazarlamaya

çalışır, ilk başlarda pek ilgi

çekmez, ta ki Amerikan ordusu

hatırı sayılır miktarda sipariş

verene kadar...

Bay DENNY büyük bir sipariş

alınca önce bir şirket sonra bir

fabrika kurar, işçiler alır ve

üretime başlar.

Şirket zamanla büyür ve

Amerikan hava sanayisinin önemli

bir kolu olur.

Haliyle gereken şirketin reklam

yüzü olacak bir modele ihtiyaç

duyulur, bay DENNY bu modelin

fabrikada çalışan bir işçi olmasını

ister, bir fotoğrafçı çağrılır ve bir

kadın işçi bulunup model* olması

istenir.

* Lütfen bakınız : Marilyn

MONROE.

Bu arada uçaklar ile ilgili

çalışmalar savaş olduğu için

büyük bir hızla devam etmektedir.

Modifiye edilen bir B-24 uçağı

Manş Denizi'ni geçemeden

havada pilotlar ile infilak eder,

ölen pilotlardan biri Joseph

KENNEDY Jr.'dur. Yani

KENNEDY ailesinin Birleşik

Devletlerin ilk Katolik Başkanı

olmak üzere yetiştirilen büyük

oğlu ölmüştür.

Yıllar sonra yine bir KENNEDY

başkan olacaktır ve o fabrika

modeli ile ismi birlikte

anılacaktır...

"Sen SİMURG olmaya özen

göster, buna önem ver diyerek

verdiği sözü tutan torununa iyi

geceler der."

Drone

55Balıkesir

Page 58: Akslepion / Bergama sayı.pdf · Her geçen gün yazı yazmak, görüş açıklamak zorlaşıyor ülkemizde. İçimiz acıyor, mesleki ve sosyal sorunlarımıza çözüm bulamıyor,

56Balıkesir

Page 59: Akslepion / Bergama sayı.pdf · Her geçen gün yazı yazmak, görüş açıklamak zorlaşıyor ülkemizde. İçimiz acıyor, mesleki ve sosyal sorunlarımıza çözüm bulamıyor,
Page 60: Akslepion / Bergama sayı.pdf · Her geçen gün yazı yazmak, görüş açıklamak zorlaşıyor ülkemizde. İçimiz acıyor, mesleki ve sosyal sorunlarımıza çözüm bulamıyor,