345

Albertine Kay±p - Marcel Proust

  • Upload
    others

  • View
    4

  • Download
    1

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: Albertine Kay±p - Marcel Proust
Page 2: Albertine Kay±p - Marcel Proust

Kayıp Zamanın İzinde

Albertine Kayıp

Kitap 6

Marcel Proust

Fransızca aslından çeviren: Roza HakmenŞiir çevirileri: Ahmet Güntan

Yapı Kredi Yayınları

Page 3: Albertine Kay±p - Marcel Proust

Marcel Proust

10 Temmuz 1871'de Auteuil'de doğdu. Bütün yaşamınıetkileyecek astım krizlerinin ilkini 1881'de geçirdi. 1890'daHukuk Fakültesi'ne ve Siyasal Bilgiler Okulu'na kaydoldu.Aynı yıl Maupassant'la tanıştı. Arkadaşlarıyla birlikte LeBanquet yayınlarını kurdu; burada edebiyat eleştirileriyayımladı. 1893'te, Swann'ınBir Aşk'ının "eskizi" olabileceknitelikte bir metin yazdı. 1894'te Dreyfus olayı başladı.Marcel Proust, babasıyla birlikte, Dreyfus yanlıları arasındayer aldı. 1895'te felsefe lisansı diplomasını aldı. 1898'teDreyfus olayı büyüdü. Aynı yıl Zola'nın "J'accuse" adlı açıkmektubu L'Aurore gazetesinde yayımlandı. Proust 1908'debüyük yapıtını (Kayıp Zamanın İzinde) yazmaya koyuldu.1914'te Guermantes Tarafı'nı Grassef'ye hazırlamaya başladı.30 Kasım 1918'de Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesindeyayımlandı. 10 Aralık 1919'da bu kitap Goncourt ödülü aldı.30 Nisan 1921'de Guermantes Tarafı II ile Sodom veGomorra yayımlandı. Aynı yıl Proust Gallimard'a Sodom veGomorra II ile Sodom III'ün elyazmalarını verdi. 1922'deMahpus ile Kaçak (Sodom III) daktiloya çekilmeye başlandı.Proust, Ekim ayı başında bir bronşit krizi geçirdi, bunuzatürre izledi. Yazar, 18 Ekim'de öldü.

Roza Hakmen

1956'da İzmir'de doğdu. 1974'te İzmir Amerikan KızKoleji'ni, 1979'da ODTÜ Ekonomi Bölümü'nü bitirdi. Başlıca

Page 4: Albertine Kay±p - Marcel Proust

çevirileri: Ernest Hemingway, Çanlar Kimin için Çalıyor;Mario Vargas Llosa, Kent ve Köpekler; Nina Berberova, EşlikEden: Soneçka Antonovskaya; Juan Benet, Madrid'deSonbahar; Oscar Wilde, De Profundis; Marguerite Duras,Mavi Gözler Siyah Saçlar; Anthony Burgess, Bir Elin SesiVar; Carson McCullers, Yelkovansız Saat; Tama Janowitz,New York Köleleri. Mircea Eliade, Matmazel Christina; AnneRice, Vampirle Konuşma; Miguel de Cervantes Saavedra,Don Quijote; Marcel Proust, Çiçek Açmış Genç KızlarınGölgesinde, Guermantes Tarafı, Sodom ve Gomorra,Swann'ların Tarafı.

Page 5: Albertine Kay±p - Marcel Proust

Birinci Bölüm

"Mademoiselle Albertine gitti!" Istırap, insan psikolojisine,psikoloji biliminden çok daha derinlemesine nüfuz eder. Dahabir dakika önce, hislerimi tahlil ederken, Albertine'le son birkez görüşmeden, bu şekilde ayrılmanın, en çok istediğim şeyolduğuna kanaat getirmiş, Albertine'in bana verdiği hazlarınvasatlığıyla beni mahrum ettiği hazların bolluğunukarşılaştırıp kendimi çok zeki bulmuş, onu artık görmekistemediğim, sevmediğim sonucuna varmıştım. Oysa,"Mademoiselle Albertine gitti" sözleri, kalbime öyle bir acısaplamıştı ki, bu acıya pek uzun süre dayanamayacağımıhissediyordum. Benim nazarımda bir hiç olduğunuzannettiğim şey, demek ki aslında bütün hayatım, herşeyimdi. İnsan kendini ne kadar az tanıyor! Bu acıya derhalbir son vermem lazımdı; annemin, ölüm döşeğindekibüyükanneme gösterdiği şefkati, ben de şimdi kendimegösteriyor, sevdiklerimizin acı çekmesini önlemektegösterdiğimiz kararlılıkla, "Azıcık sabret, bir çaresinibulacağız, merak etme, böyle acı çekmene izinvermeyeceğiz," diyordum kendi kendime. Korunma içgüdüm,bu tür düşüncelerin arasında, açık yarama sürülebilecek ilkmerhemleri arıyordu: "Bütün bunların hiç önemi yok, çünküonu derhal geri getirteceğim. Çözüm yollarını araştıracağım,ama her halükârda bu akşam dönmüş olacak. Dolayısıyla,kaygılanmama gerek yok." Kendi kendime, "Bütün bunlarınhiç önemi yok," demekle yetinmemiş, çektiğim acıyı bellietmeyerek Françoise'da da bu izlenimi uyandırmayaçalışmıştım; çünkü böylesine şiddetli bir acı çekerken bile,

Page 6: Albertine Kay±p - Marcel Proust

aşkım, özellikle Albertine'i sevmeyen ve samimiyetindendaima şüphe etmiş olan Françoise'm nazarında, mutlu bir aşkgibi, karşılıklı bir aşk gibi görünmenin önemini unutmuyordu.Evet, az önce, Françoise gelmeden önce, Albertine'i artıksevmediğime hükmetmiş, kusursuz bir tahlil yaptığımı, herşeyi hesaba kattığımı düşünmüştüm; kalbimin derinliklerinigayet iyi bildiğimi zannetmiştim. Ama zekâmız ne kadarkeskin olursa olsun, kalbimizde yer alan tek tek duygularıalgılayamaz; çoğu zaman uçucu halde var olan duygularımız,onları ayrıştırabilecek bir olgu tarafından katılaştırılmadıklarısürece, kendilerini belli etmezler. Kendi kalbimin içini açıkçagörebildiğimi zannederken yanılmıştım. Ne var ki, zihnin enkeskin algılarının bana sağlayamadığı bilgi, şimdi acının anitepkisiyle, billurlaşmış bir tuz gibi sert, parlak ve tuhaf birgörünümde, karşımda belirmişti. Albertine'in yanımdakivarlığından hiç kuşku duymazken, ansızın Alışkanlığın yenibir çehresini görmekteydim. O güne kadar, Alışkanlığı herşeyden çok, algılamanın özgünlüğünü, hattâ algılama bilinciniortadan kaldıran, yok edici bir güç gibi görmüştüm hep;şimdiyse, korkunç bir tanrıça gibi görüyordum onu; bu tanrıçabize sımsıkı bağlıdır, anlamsız çehresi kalbimize öylesinegömülüdür ki, neredeyse farkına bile varmadığımız butanrıça, bizden kopmaya, uzaklaşmaya kalktığında, aklagelebilecek en dayanılmaz acıları yaşatır bize, ölüm kadaracımasız olur.

Albertine'i geri getirmenin bir yolunu bulmak istediğimegöre, her şeyden önce, yazdığı mektubu okumamgerekiyordu. Onu geri getirebileceğimi düşünüyordum, çünkügelecek, henüz sadece bizim düşüncemizde var olan bir şeydirve dolayısıyla, irademizin son andaki bir müdahalesiyle, onudeğiştirebileceğimizi düşünürüz. Ama aynı zamanda, geleceği

Page 7: Albertine Kay±p - Marcel Proust

benim dışımdaki güçlerin de etkilediğini hatırlıyordum; dahafazla vaktim olsaydı bile, bu güçlerin karşısında etkisizkalırdım. Olacakları değiştiremeyeceksek eğer, vaktininhenüz gelmemiş olması ne işe yarar? Albertine evdeyken,ayrılık inisiyatifini elimde tutmaya çok kararlıydım. SonraAlbertine gidivermişti. Mektubunu açtım. Şunları yazmıştı:

Sevgili arkadaşım, bu yazdıklarımı size yüz yüzesöylemeye cesaret edemediğim için beni affedin, amakorkaklığım yüzünden, sizin karşınızda hep korkuyakapıldığım için, kendimi zorladığım halde, bunu yapacakcesareti toplayamadım. Size söyleyeceğim şey şuydu:Birlikte yaşamamıza artık imkân kalmadı; zaten geçenakşamki münakaşa sırasında da, ilişkimizde bir şeylerindeğiştiğini fark etmiş olmalısınız. O gece düzelttiğimizşeyler, birkaç gün sonra düzeltilmez hale gelecekti.Barışma şansını elde ettiğimize göre, dostça ayrılmamızdaha iyi olacak; işte bu yüzden, sevgilim, size bu mektubuyazıyor ve sizi birazcık üzdüysem, benim muazzamkederimi düşünerek, beni affetmenizi rica ediyorum.Canım sevgilim, sizin düşmanınız olmak istemiyorum,zamanla, hattâ pek yakında, bana karşı kayıtsız olacağınızıbilmek bile, benim için yeterince üzücü; yani, kararımkesin, bu mektubu size verilmek üzere Françoise'a teslimetmeden önce, bavullarımı hazırlamış olacağım. Elveda,varlığımın en olumlu kısmını size bırakıyorum. Albertine.

"Bütün bu sözlerin hiçbir anlamı yok," diye düşündüm;"hattâ durum zannettiğimden daha iyi; Albertine bu sözlerinhiçbirine inanmadığına göre, sırf beni korkutmak amacıyla,ağır bir darbe indirmek için yazmış olmalı. Onun akşamadönmesi için acilen bir yol bulmalıyım. Bontemps'ların,

Page 8: Albertine Kay±p - Marcel Proust

benden para koparmak uğruna yeğenlerini kullanan,namussuz insanlar olması çok acı. Ama ne fark eder?Albertine bu akşam dönsün diye servetimin yarısını MmeBontemps'a vermem gerekse bile, ikimize, rahatça yaşamayayetecek kadar para kalır geriye." Aynı zamanda, sabah gidipAlbertine'in istediği yatla Rolls Royce'u sipariş etmeyevaktim olup olmadığını hesaplıyor, bütün tereddütlerimsilindiğinden, ona bir yatla bir otomobil hediye etmeyi pekakıllıca bulmadığımı da hatırlamıyordum. "Mme Bontemps'ınonayı yeterli olmasa bile, Albertine teyzesine itaat etmese vedönüş şartı olarak, bundan böyle tam bağımsızlık talep etsebile, ne yapalım, benim için ne kadar üzücü olsa da, onabağımsızlık tanırım; keyfince, tek başına dışarı çıkar; insan ençok istediği şey uğruna, acı da verse, fedakârlığa razı olmalı;benim en çok istediğim şey ise, sabahki ayrıntılı ve saçmaçözümlemelerimden çıkan sonuca rağmen, Albertine'inburada yaşaması." Zaten ona özgürlük tanımanın banagerçekten acı vereceğini söyleyebilir miydim? Yalan olurdu.Yapacağını benden uzakta yapması için Albertine'i serbestbırakmanın vereceği acının, benim yanımda, benim evimdesıkıldığını hissettiğim zamanlar içimi kaplayan kederekıyasla, belki de daha az olacağını birçok kere sezmiştim. Hiçşüphesiz, Albertine bir yere gitmek için benden izin istediğiesnada, orada mutlaka sefahat âlemleri düzenlendiğinidüşüneceğime göre, istediği izni vermek işkence olurdu. Amaona, "Yatı alın veya trene binin ve benim bilmediğim,yaptıklarınızdan haberdar olmayacağım filanca yere gidip, biray geçirin," demenin hoş olacağını sık sık düşünmüştüm,çünkü benden uzaktayken, kıyaslamalar sonucu beni tercihedecek ve dönüşte mutlu olacaktı. "Ayrıca, onun istediği demuhtemelen bu; kendisi böyle bir özgürlük talep etmiyor

Page 9: Albertine Kay±p - Marcel Proust

katiyen; üstelik ona her gün yeni zevkler sunarak, buözgürlüğü azar azar sınırlamam da mümkün. Hayır, onunistediği, ona artık kötü davranmamam ve daha da önemlisi, –bir zamanlar Odette'in Swann'dan istediği şey–, onunlaevlenmeye karar vermem. Bir kez evlendik mi, bağımsızlığınıbu kadar önemsemeyecek, ikimiz burada oturup mutluolacağız." Hiç kuşkusuz, bu, Venedik'ten vazgeçmek demekti.Fakat bir başkasına, ondan kopamayacak kadar bağlıysak,kalplerimiz arasında böyle sancılı bir bağ varsa eğer, Venedikgibi en çok arzuladığımız kentler –ve gayet tabii, en hoş evsahibeleriyle eğlenceler, yani Venedik'ten de çok, GuermantesDüşesi ve tiyatro–, solgun, anlamsız, ölü kentlere dönüşürler."Ayrıca, Albertine evlilik konusunda kesinlikle haklı. Annembile bu kadar ertelenmesini gülünç buluyordu. Onunla çoktanevlenmem gerekirdi, şimdi yapmam gereken de bu, tekkelimesi bile doğru olmayan o mektubu yazmasının sebebi debu; sırf bunu başarabilmek için, birkaç saatliğine, onun dabenim kadar istediği şeyden, yani buraya dönmekten vazgeçti.Evet, istediği buydu, davranışının ardındaki güdü buydu,"diyordu merhametli aklım; ama bunu söylerken, aklımın,başından beri benimsediği varsayıma göre konuştuğunuhissediyordum. Oysa ben, sürekli öteki varsayımındoğrulandığının farkındaydım. Şüphesiz, bu ikinci varsayım,Albertine'in Mlle Vinteuil'le ve hanım arkadaşıyla ilişkisiolduğunu açıkça ifade edecek kadar cüretkâr olamazdı asla.Bununla birlikte, Incarville garına girdiğimiz esnada, bukorkunç bilgi beni yere yıktığında, ikinci varsayımdoğrulanmıştı. Bu varsayım, Albertine'in böyle kendiliğinden,önceden haber vermeden, onu engellememe zaman tanımadanbeni bırakabileceğini hiçbir zaman ifade etmemişti. Her şeyerağmen, hayatın bana attırdığı dev adımla karşıma çıkan

Page 10: Albertine Kay±p - Marcel Proust

gerçek, bir cinayetin veya devrimin içyüzü konusunda, sorguyargıcının veya tarihçinin araştırmaları sonucu ya da birfizikçinin keşfi sonucu ortaya çıkan gerçek kadar yeniydi; öteyandan, bu gerçek, ikinci varsayımımın cılız tahminleriniaşmakla birlikte, onları doğruluyordu da. İkinci varsayım,aklın varsayımı değildi; Albertine'in beni öpmediği akşam,pencere sesini duyduğum gece kapıldığım panik halindekikorkular da akla dayalı değildi. Ne var ki, –sonrakibölümlerde açıkça göreceğimiz ve çeşitli olayların daha önceişaret ettiği gibi–, aklın, gerçeği kavramak için en uygun, engüçlü, en keskin araç olmaması, işe bilinçdışı bir sezgicilikle,önsezilere körü körüne bir inançla değil de, akılla başlamakiçin, fazladan bir sebep teşkil eder. Kalbimiz veya zihnimiziçin en önemli şeyin ne olduğunu, bize mantığın değil, başkagüçlerin gösterdiğini, yaşadıkça, adım adım, tecrübeyleöğreniriz. Böylece, başka güçlerin üstünlüğünü kendiliğindenfark eden akıl, mantık yürüterek bu güçler karşısında pes ederve onlarla işbirliği yapmayı, onlara hizmet etmeyi kabul eder.Deneysel inanç. Başıma gelen bu beklenmedik felaket de(tıpkı Albertine'in iki lezbiyenle ilişkisi gibi) bana tanıdıkgeliyordu, çünkü (onun söylediklerine istinaden aklımınaksine iddialarına rağmen), Albertine'in bu esaretten duyduğubıkkınlığın, dehşetin pek çok işaretini görmüştüm; buişaretler, adeta görünmez bir mürekkeple, onun hüzünlü,itaatkâr gözbebeklerine, açıklaması olmayan bir kızartıylaaniden alevlenen yanaklarına ve sertçe açılan pencere sesineçizilmişti sanki. Şüphesiz, bu işaretleri sonuna kadaryorumlamaya, onun aniden gideceğini açıkça düşünmeyecesaret edememiştim. Albertine'in varlığıyla dengelenen birruh hali içinde, belirsiz bir tarihte, yani var olmayan birzamanda, benim tarafımdan ayarlanacak bir ayrılık

Page 11: Albertine Kay±p - Marcel Proust

düşünmüştüm sadece; dolayısıyla, ayrılığı düşündüğümyanılsamasını yaşamıştım; aynı şekilde, sağlıklarıyerindeyken ölümü düşünen kişiler de, ölümdenkorkmadıklarını zannederler, aslında yaptıkları, ölümünyaklaşmasıyla değişecek olan bir sağlık halinin ortasına,tamamen olumsuz bir düşünceyi sokmaktır. Ayrıca,Albertine'in kendi isteyeceği bir ayrılık fikri, son derece açıkseçik bir biçimde, yüzlerce kez aklımdan geçmiş olsaydı bile,bu ayrılığın benim açımdan, yani gerçekte nasıl bir şeyolacağını, ne kadar bambaşka, korkunç, bilinmedik, yepyenibir acı olacağını yine tahayyül edemezdim. Bu ayrılığıöngörmüş ve yıllar boyunca aralıksız düşünmüş olsaydımbile, bütün bu düşünceler, birbirine eklendiğinde,Françoise'ın, "Mademoiselle Albertine gitti" sözleriylegözlerimin önüne serdiği akıl almaz cehennemle, yalnızyoğunluk açısından değil, nitelik açısından da, en ufak birbenzerlik sergilemezdi. Hayalgücü, bilinmedik bir durumucanlandırmak için, bildik unsurlardan yararlanır ve bu yüzdende, bilinmedik durumu canlandıramaz. Ama duyarlılık, enfiziksel şekliyle bile, yeni olayın uzun süre silinmeyen, özgünimzasını, çatallı bir yıldırım çizgisi misali taşır. Bu ayrılığıöngörmüş olsam dahi, bütün dehşetiyle kafamda belkicanlandıramayacağımı, hattâ Albertine bu ayrılığı banabildirmiş olsa, tehditlerle, yalvarmalarla belkiengelleyemeyeceğimi düşünmeye bile cesaret edemiyordumneredeyse! Venedik'e gitme arzusu nasıl da uzağımdakalmıştı! Tıpkı bir zamanlar, Combray'de, bir tek şeyin,annemin odama gelmesinin önem taşıdığı anlarda, Mme deGuermantes'ı tanıma arzumun uzağımda kalışı gibi. Zaten buyeni yürek daralmasının çağrısıyla, çocukluğumdan beriyaşadığım bütün kaygılar hemen koşup gelmiş, onu

Page 12: Albertine Kay±p - Marcel Proust

pekiştirmiş, onunla bütünleşip beni boğan bir kütleoluşturmuştu.

Hiç şüphesiz, böyle bir ayrılığın yüreğimize indirdiği vevücudun o müthiş kaydetme yeteneği sayesinde, acıyı,hayatımızın bütün ıstıraplı dönemleriyle eşzamanlı kılanfiziksel darbeden kaçınmaya ant içmişizdir; –başkalarınınacılarına pek aldırmadığımız için– yaratacağı pişmanlığıazami düzeye çıkarmak isteyen kadının, sırf daha iyi şartlartalep etmek amacıyla, sahte bir ayrılık sahneliyor da olsa, biziyaralamak amacıyla veya intikam almak, sevilmeye devametmek ya da (bırakacağı hatıranın niteliğini düşünerek)etrafında örüldüğünü hissettiği o bıkkınlık ve kayıtsızlık ağınışiddetle parçalamak istediği için, temelli –temelli!– ayrılıyorda olsa, belki biraz güvendiği bu darbeden kaçınmaya kendikendimize söz vermiş, dostça ayrılacağımızı düşünmüşüzdür.Ne var ki, gerçekte nadiren dostça ayrılınır, çünkü aradadostluk varsa, zaten ayrılınmaz! Ayrıca, en kayıtsızdavrandığımız kadın bile, ondan bıkmamıza sebep olanalışkanlığın, bir yandan da giderek bizi kendisine bağladığını,belli belirsiz de olsa, hisseder ve gideceğini haber vermeyi,dostça ayrılığın temel koşullarından biri olarak görür. Amaönceden haber vermenin, engellemeye yol açmasından korkar.Her kadın, bir erkeğin üzerindeki gücü ne kadar fazlaysa,gitmenin tek yolunun da kaçmak olduğunu hisseder. Kraliçeolduğu için kaçak olmak zorundadır. Daha bir dakika önceverdiği bıkkınlıkla, gidişinin yarattığı o şiddetli yeniden elegeçirme ihtiyacı arasında muazzam bir uçurum olduğudoğrudur. Ama bunun, bu eser boyunca gördüğümüz veileride göreceğimiz nedenlerin dışında da bazı nedenlerivardır. Her şeyden önce, ayrılık çoğunlukla –gerçek ya datahmini– kayıtsızlığın en fazla olduğu anda, yani sarkacın

Page 13: Albertine Kay±p - Marcel Proust

salınımının en uç noktasında gerçekleşir. Kadının, "Hayır, buböyle devam edemez," diye düşünmesinin sebebi, erkeğinsürekli onu terk etmekten bahsetmesi veya bunudüşünmesidir; sonunda, terk eden, kadın olur. Bu durumda,sarkaç, salınımın öteki uç noktasına ulaşır, aradaki mesafeazamidir. Bir dakika sonra, sarkaç eski konumuna geri döner;bir kez daha, sayılan bütün nedenler bir yana, durum sonderece doğaldır! Kalp çarpmaya devam eder; ayrıca gidenkadın, yanımızdaki kadın değildir artık. Yanımızdaykenfazlasıyla bildik olan hayatına, birden kaçınılmaz olarak içinekarışacağı başka hayatlar eklenir; belki de bizi o hayatlarakarışmak için terk etmiştir. Giden kadının hayatındaki bu yenizenginlik, geriye dönük olarak, yanımızdaki, belki de gidişinitasarlamakta olan kadını etkiler. Bizim yanımızdaki hayatına,ona yönelik, fazlasıyla aşikâr bıkkınlığımıza, kıskançlığımızailişkin, (birçok kadın tarafından terk edilmiş olan erkeklerin,kişilikleri ve daima aynı olan, hesaplanabilir tepkilerinedeniyle hemen her defasında aynı şekilde terk edilmelerineyol açan –herkesin kendine has bir üşütme şekli olması gibi,kendine has bir aldatılma şekli olmasına yol açan), çıkarsamayoluyla bulabildiğimiz ve bizim için fazla esrarengiz olmayanpsikolojik gerçekler dizisiyle çakışan, bizim bilmediğimiz birdizi gerçek daha vardır muhtemelen. Bir süredir filancaerkekle veya kadınla, yazışarak ya da sözlü olarak, bir aracıkullanarak haberleşiyor, bir işaret bekliyor olsa gerektir; belkide, M. X'le buluşacağı günün öncesinde, M. X'in beni ziyaretegeleceğini aralarında kararlaştırmışlarsa, bu işareti, "M. Xdün beni ziyarete geldi," diyerek, bilmeden biz kendimizvermişizdir. Ne çok muhtemel varsayım mevcuttur! Amasadece muhtemeldirler. Gerçeği, sadece ihtimal olarakkafamda o kadar iyi kuruyordum ki, bir gün yanlışlıkla,

Page 14: Albertine Kay±p - Marcel Proust

metreslerimden birine gelen, şifreli bir mektubu açıp, Saint-Loup Markisine gitmek için hâlâ bir işaret bekliyorum, yarıntelefonla haber verin sözlerini okuduğumda, bir kaçış planıkurdum kafamda; Saint-Loup Markisi ismi, aslında başka birşeyi temsil ediyordu, çünkü metresim Saint-Loup'yutanımıyordu, ama ismini benden duymuştu, ayrıca imza da birtür lakaptı, okunması imkânsızdı. Gerçekte ise, bu mektupmetresine değil, aynı binada oturan başka birine gelmiş, zarfınüstündeki isim yanlış okunmuştu. Mektup şifreli değil, bozukbir Fransızca'yla yazılmıştı, çünkü mektubu yazan, Amerikalıbir kadındı ve Saint-Loup'dan öğrendiğime göre, gerçekten deonun arkadaşıydı. Bu Amerikalı kadın bazı harfleri tuhaf birşekilde yazdığı için de, gerçek ama yabancı olan ismini lakapzannetmiştim. Kısacası, o gün şüphelerimde tamamenyanılmıştım. Ama bütün bu yanlış verileri birleştiren zihinselçatı, gerçeğin o kadar sarsılmaz ve doğru bir kalıbıydı ki, üçay sonra, (o sıralar bütün hayatını benimle birlikte geçirmeyeniyetli olan) metresim beni terk ettiğinde, olay, tıpatıp ilkdefasında benim hayal ettiğim şekilde gerçekleşmişti. Benimilk mektuba yanlışlıkla atfettiğim özelliklerin aynılarını içerenbir mektup geldi, ama bu kez gerçekten bir işaret anlamıtaşıyordu ve bu olay, hayatta başıma gelen en büyük felaketti.Her şeye rağmen, bu felaketin sebeplerini öğrenme isteğim,merakım, belki kederimden de fazlaydı: Albertine kimiarzulamış, kiminle buluşmuştu? Ne var ki, böyle büyükolayların kaynağı, nehirlerin kaynağına benzer; yeryüzünübaştan başa dolaşsak da, o kaynağı bulamayız. Dernek kiAlbertine uzun zamandır bu kaçışı planlamıştı; Albertine'in,beni öpmeyi reddettiği günden itibaren, canından bezmiş gibikaskatı, donuk bir halde dolaştığını, en basit şeyleri kederlibir sesle söylediğini, hareketlerinin ağırlaştığını ve hiç

Page 15: Albertine Kay±p - Marcel Proust

gülümsemediğini söylememiştim (çünkü o sırada bu hali banasadece şımarıklık, huysuzluk gibi gelmişti; Françoise aynışeyi yaptığında, "surat asmak" derdik). Dışarıdan biriyle gizlibir anlaşma içinde olduğunu kanıtlayan en ufak bir ipucubulduğumu söyleyemem. Françoise'ın daha sonra anlattığınagöre, gidişinden iki gün önce, odasına girdiğinde, içeridekimse yokmuş, perdeler kapalıymış, ama Françoise, havadakikokudan ve gürültüden, pencerenin açık olduğunu anlamış.Gerçekten de, Albertine'i balkonda bulmuş. Ama balkondan,biriyle haberleşmiş olmasına ihtimal vermiyorum; ayrıca,pencere açıkken, perdelerin kapalı olması, benim havacereyanlarından korkmamla açıklanabilir; perdeler, benicereyandan pek koruyamasa da, panjurların o kadar erken birsaatte açık olduğunu Françoise'ın koridordan görmesiniengellerdi. Hayır, bir gün önce gitmeye kararlı olduğunugösteren küçücük bir işaret dışında, hiçbir şey bulamıyorum.Albertine, gitmeden bir gün önce, ben fark etmeden, odamdanbol miktarda ambalaj kâğıdı ve bezi almış, evi sabah terkedebilmek amacıyla, gece boyunca, bütün sabahlıklarını tektek paketlemişti. Tek ipucu bu. O akşam, bana olan bin frankborcunu neredeyse zorla ödemiş olmasına özel bir önematfetmiyorum, olağan bir davranıştı, çünkü para konusundaçok titizdi.

Evet, ambalaj kâğıtlarını gidişinden bir önceki gece almıştı,ama bu, gideceğini daha önce bilmediği anlamınagelmiyordu! Çünkü Albertine üzüldüğü için gitmemişti; gitmekararı yüzünden, hayalini kurduğu hayattan vazgeçtiği içinüzgün bir havaya bürünmüştü. Üzgündü, bana karşı neredeyseresmi denecek kadar soğuktu; yalnız, odamda istediğindendaha uzun süre kaldığı –Albertine geceyi hep uzatmak istediğiiçin, odasına gitmek istemesi beni şaşırtmıştı– o son gece,

Page 16: Albertine Kay±p - Marcel Proust

kapıda durup, "Hoşçakal yavrucuğum, hoşçakalyavrucuğum," dedi. O sırada bu sözlerin üzerinde durmadım.Françoise'ın anlattığına göre, ertesi sabah, Albertinegideceğini ona bildirirken hâlâ o kadar kederliymiş, öncekigünlerden bile katı ve donukmuş ki, "Hoşçakalın Françoise,"derken, Françoise yere yığılacağını zannetmiş (ne var ki bu,yorgunlukla da açıklanabilirdi, Albertine üstündeki kıyafetidahi çıkarmamış, bütün gece, odasında ya da banyosundabulunmayan, Françoise' dan istemek zorunda olduğu eşyalarındışındaki eşyaları paketlemişti). Bu tür şeyleri öğrendiğimizzaman, artık en basit bir gezintide kolaylıkla rastlanan bütünkadınlardan çok daha az hoşlandığımız, uğruna bütün okadınlardan feragat ettiğimiz için kızdığımız kadını, aksine,hepsine bin kat tercih ettiğimizi anlarız. Çünkü artık mesele, –alışkanlık nedeniyle ve belki nesnesinin vasatlığı yüzündensıfıra yaklaşmış– belirli bir hazla, kışkırtıcı, göz kamaştırıcıbaşka hazlar arasındaki bir tercih değil, bu hazlarla çok dahagüçlü bir duygu, acının uyandırdığı merhamet arasındakitercihtir.

Albertine'i o gece mutlaka geri getirtmeye karar verirken,en acil meseleye hızla eğilmiş ve o âna kadar taşıdığıminancın parçalanmasıyla oluşan yarayı yeni bir inançla tedavietmiştim. Ama kendimi koruma içgüdüm son derece süratlihareket ettiği halde, Françoise'm sözleri üzerine birkaçsaniyelik bir çaresizlik yaşamıştım; şimdi Albertine'in akşamaeve dönmüş olacağını bilsem de, döneceği düşüncesiylekendimi yatıştırmadan önceki ("Mademoiselle Albertinebavullarını istedi, Mademoiselle Albertine gitti," sözleriniizleyen) birkaç saniye içinde hissettiğim acı, kendiliğindeniçimde canlanıyor ve tıpkı ilk andaki gibi, yani Albertine'inyakında döneceğini sanki hâlâ bilmiyormuşum gibi kalbime

Page 17: Albertine Kay±p - Marcel Proust

saplanıyordu. Öte yandan, Albertine'in dönmesi şarttı, amakendiliğinden dönmesi gerekiyordu. Hangi varsayımı temelalırsam alayım, bir girişimde bulunuyormuş, dönmesi içinyalvarıyormuş izlenimi uyandırmam, amacıma ters düşerdi.Hiç şüphesiz, Gilberte'ten vazgeçtiğim gibi, Albertine'denvazgeçecek gücüm yoktu artık. Benim istediğim,Albertine'itekrar görmekten de çok, eskisinden daha zayıf olan kalbiminartık tahammül edemediği fiziksel acıya bir son vermekti.Ayrıca, çalışma konusunda olsun, başka konularda olsun,irademi kullanmamayı alışkanlık haline getirdiğimden, iyicekorkak olmuştum. Ama hepsinden önemlisi, bu acı, çeşitlinedenlerden ötürü, diğerleriyle kıyaslanamayacak kadarbüyüktü; belki de en önemli neden, Mme de Guermantes'la veGilberte'le tensel bir haz yaşamamış olmam değil, onları hergün, günün her saatinde görmediğim için, böyle bir imkânımve dolayısıyla ihtiyacım olmadığı için, onlara duyduğumaşkta, Alışkanlığın muazzam gücünün eksik olmasıydı. Şimdiiradesiz kalan, acıya kendi rızasıyla katlanamayan kalbim,Albertine'in ne pahasına olursa olsun geri dönmesi dışında birçözüme ihtimal vermediği için, bunun tam tersi bir çözüm(isteyerek vazgeçiş, tedrici tevekkül), Gilberte örneğinde oçözümü bizzat seçmiş olmasam, bana ancak romanlarda yeralabilecek, hayata geçirilemeyecek bir şey gibi görünürdübelki. Ama tecrübeyle, öteki çözümün de, üstelik aynı kişitarafından kabul edilebileceğini biliyordum, çünkü pek defazla değişmemiştim. Yalnız zaman üzerine düşeni yapmış,beni yaşlandırmış, Albertine'i de, ortak hayatımız süresincedevamlı yanımda tutmuştu. Ama Albertine'den vazgeçmesemde, en azından, Gilberte'e karşı hislerimden bir şey kalmıştıgeriye: Dönmesi için yalvararak Albertine'in gözünde iğrençbir oyuncak olmayı istemeyecek kadar gururluydum; ben

Page 18: Albertine Kay±p - Marcel Proust

dönmesini önemsiyormuş gibi görünmeden geri gelmesiniistiyordum. Vakit kaybetmemek için yataktan kalktım, amaacı beni olduğum yere çiviledi: O gittiğinden beri ilk kezyataktan kalkıyordum. Her şeye rağmen, hemen giyinipAlbertine'in kapıcısına giderek bilgi almalıydım.

Dışarıdan dayatılan manevi bir darbenin uzantısı olan acı,şekil değiştirmek ister; planlar yapıp bilgi toplamaya çalışarakonu buharlaştıracağımızı umut ederiz; sayısız başkalaşımevresinden geçmesini dileriz, çünkü bu, acıyı olduğu gibikorumak kadar cesaret gerektirmez; acımızla birlikteuzandığımız yatak bize daracık, sert, soğuk gelir. Bir gayretletekrar ayağa kalktım; odanın içinde müthiş bir temkinleilerliyor, Albertine'in iskemlesini, yaldızlı terlikleriylepedallarına bastığı otomatik piyanoyu, onun kullandığıeşyaların hiçbirini görmeyecek şekilde hareket ediyordum; bueşyaların hepsi, hatıralarımın öğrettiği özel lisanla banaAlbertine'in gidişini ikinci defa haber vermek, tercüme etmek,farklı bir yorumunu sunmak istiyorlardı. Ama ben, bakmasamda görüyordum onları; bütün gücümü kaybettim ve mavisaten koltuklardan birine çöktüm; daha bir saat önce, odanıntek bir gün ışığı huzmesiyle uyuşturulmuş loşluğunda, bumavi satenin parlaklığı sayesinde gördüğüm, tutkuylaokşadığım rüyalar, şimdi çok uzağımdaydı. Heyhat! Bukoltuklarda bir önceki oturuşum, Albertine de yanımdaykenolmuştu. Bu yüzden oturmaya daha fazla devam edemeyipkalktım; işte bu şekilde, beni oluşturan sayısız mütevazıbenlikten, Albertine'in gidişinden hâlâ haberi olmayan biriortaya çıkıyor ve bilgilendirilmesi gerekiyordu; meydanagelen felaketi, henüz haberdar olmayan bütün bu varlıklara,bu "benlik"lere bildirmek gerekiyordu –bunlar birer yabancıolsa, benim acıya karşı duyarlılığımı paylaşmasa, bu iş bu

Page 19: Albertine Kay±p - Marcel Proust

kadar büyük bir işkence olmazdı–; bu benliklerin her birininde, "Albertine bavullarını –Balbec'te anneminkilerin yanınayerleştirilirken seyrettiğim tabut biçimindeki bavullarını–istedi, Albertine gitti" sözlerini ilk kez duyması gerekiyordu.Her birine kederimi söylemem gerekiyordu; bu keder, birüzücü koşullar bütününden özgürce çıkarılan kötümser birsonuç değildi katiyen, dışarıdan gelen, benim seçmediğimbelirli bir izlenimin kesintili ve istemsiz tekrarıydı. Bubenliklerden bazılarını epey zamandır görmemiştim. Mesela(o günün berber günü olduğu aklıma gelmemişti) saçlarımkesilirken ortaya çıkan benliğim. O benliğimi unutmuştum,ortaya çıkışı, tıpkı bir cenazede, merhumeyi tanıyan emekli,yaşlı bir hizmetkârın gelişi gibi, hıçkırıklara boğdu beni.Sonra birdenbire, bir haftadır, kendime itiraf etmediğim korkunöbetleri geçirdiğimi hatırladım. Oysa o panik anlarında,kendi kendime şöyle bir mantık yürütüyordum: "Ansızıngidebileceği varsayımını düşünmek kesinlikle anlamsız. Çoksaçma. Bu ihtimalden aklı başında, zeki bir adama sözetsem," (kıskançlık itiraflarda bulunmamı engellemese,rahatlamak için bunu yapardım da) "bana mutlaka, 'Sizdelirmişsiniz. Böyle bir şey imkânsız,' der." Gerçekten deAlbertine'le aramda tek bir kavga bile olmamıştı. "İnsan birsebep varsa gider. Gideceğini söyler. Karşısındakine cevaphakkı tanır. Öyle çekip gidilmez. Yo, hayır, çocukça bir şey.Saçma olan tek varsayım bu." Bununla birlikte, her gün,sabah zili çaldığımda Albertine'i evde bulunca, müthişrahatlamıştım. Françoise Albertine'in mektubunu verdiğindede, o imkânsız olayın, korkmamak için mevcut mantıklısebeplere rağmen, bir bakıma günler öncesinden sezdiğim ogidişin gerçekleştiğini hemen anlamış, hiç kuşkuduymamıştım. Bunu, o çaresizlik içinde neredeyse

Page 20: Albertine Kay±p - Marcel Proust

basiretimden tatmin duyarak, yakalanmasının imkânsızolduğunu bildiği halde korkan ve kendisini çağırtan sorguyargıcının önündeki dosyanın üzerinde kurbanının adını görenkatil gibi anlamıştım. Tek umudum, Albertine'in Touraine'e,teyzesinin evine gitmiş olmasıydı; orada yine de denetimaltında sayılırdı, onu geri getirtinceye kadar pek fazla bir şeyyapması mümkün olmazdı. En büyük korkum, Paris'te kalmışveya Amsterdam'a ya da Montjouvain'e gitmiş olması, yanihazırlık safhası gözümden kaçmış bir entrika çevirmek üzerekaçıp gitmiş olmasıydı. Ama Paris'i, Amsterdam'ı,Montjouvain'i, yani çeşitli yerleri düşünürken, sadece birerihtimal olarak düşünmüştüm; dolayısıyla, Albertine'inkapıcısı, Touraine'e gittiğini söylediği zaman, gitmesiniistediğimi sandığım bu kent, bana her yerden daha korkunçgöründü, çünkü gerçekti, çünkü o ânın kesinliği ve geleceğinbelirsizliği içinde kıvranarak, Albertine'in belki uzun bir süre,belki de temelli benden ayrı yaşamak istediği bir hayatabaşlayışını, ilk kez gözünde canlandırıyordum; bu hayatta,eskiden sık sık kafamı kurcalamış olan o bilinmezliğigerçekleştirecekti, halbuki o zamanlar bu bilinmezliğin dışkabuğunu, o anlaşılmaz, tutsak ve sevimli çehreyi elimdetutma, okşama mutluluğuna sahiptim. Aşkımın özünüoluşturan şey, bu bilinmezlikti.

Albertine'in evinin önünde, iri gözleriyle beni seyredenyoksul bir kız çocuğu buldum; o kadar iyi huylu görünüyorduki, sadık bir köpekmiş gibi evime çağırdım onu. Teklifimesevinmiş göründü. Evde bir süre onu kucağımda salladım,ama az sonra, Albertine'in yokluğunu bana fazlasıylahissettirdiği için, varlığına tahammül edemez oldum. Elinebeş yüz frank sıkıştırıp gitmesini söyledim. Bununla birlikte,kısa bir süre sonra, evde bir başka kız çocuğu bulundurma

Page 21: Albertine Kay±p - Marcel Proust

fikri, yani asla yalnız, masum bir varlığın desteğinden yoksunkalmama fikri, Albertine'in uzunca bir müddetdönmeyebileceği düşüncesine katlanabilmemi sağlayan tekhayal oldu.

Albertine'in kendisine gelince, içimde sadece bir isimolarak yer alıyordu neredeyse; bu isim, bazı ender uyanışanları dışında gelip beynime kazılıyor ve hiç silinmiyordu.Yüksek sesle düşünsem, sürekli bu ismi tekrarlardım,ağzımdan dökülen sözler, bir kuşunki kadar tekdüze ve sınırlıolurdu; eskiden insanken kuşa dönüşen ve ötüşü, bir zamanlarsevdiği kadının isminin aralıksız tekrarından ibaret olan masalkuşuna benzerdim. O ismi kendi kendimize söyler ve yükseksesle telaffuz etmediğimizden, adeta içimize yazarız; isimbeynimizde bir iz bırakır sanki, sonunda beynimiz, üzerineyazılar çiziktirilmiş bir duvar gibi, sevdiğimiz kişinin binlercekere yazılmış adıyla tamamen kaplanır. Mutluyken bu ismizihnimize sürekli yazar, bedbahtken daha da çok yazarız.Zaten bildiğimiz şeyden fazlasını bize vermeyen bu ismitekrarladıkça, sürekli yenilenen bir tekrar ihtiyacı duyarız,ama sonunda bir bıkkınlık çöker üzerimize. O sırada, tenselhaz aklımdan bile geçmiyor, benliğimi altüst edenAlbertine'in sureti gözümün önünde canlanmıyordu, bedeninialgılamıyordum; acımla bağlantılı olan düşünceyi –böyle birdüşünce daima vardır– ayıklamak istesem, münavebeli olarak,dönme niyeti olsun ya da olmasın, niçin gittiğine dairşüphelerim ve onu geri getirtmenin çareleri çıkardı ortaya.Kaygılarımızda, bu kaygılara sebep olan kişinin minnacık biryer kaplaması, içinde bir gerçeklik, bir simge barındırır belkide. Gerçekte, o kişinin şahsı pek önemli değildir; asıl önemliolan, bir zamanlar tesadüfen onunla ilgili olarak yaşadığımızve alışkanlığın ona bağladığı duygu ve yürek daralmaları

Page 22: Albertine Kay±p - Marcel Proust

sürecidir. Söz konusu kişiyi görmek ya da görmemek, onunbize değer verip vermemesi, emrimize amade olup olmaması,meseleyi, o kişiden bağımsız olarak düşünmek zorundakalmayacağımız zaman (mesele aklımıza gelmeyecek kadaranlamsızlaştığında) ilgimizi bile çekmeyecektir; bu da, okişinin kendisinin önemli olmadığını açıkça (mutluykenyaşadığımız sıkıntıdan da çok) kanıtlar, çünkü duygu ve yürekdaralmaları süreci unutulmuştur, en azından o kişiylebağlantılı değildir, aynı süreç tekrar gelişebilir, ama birbaşkasına devredilmiştir. Daha önce, süreç henüz ilk kadınabağlıyken, mutluluğumuzun da onun şahsına bağlı olduğunuzannederiz; oysa mutluluğumuz sadece kaygımızın bitişinebağlıdır. Demek ki o sırada bilinçdışımız, bekleyişe bir sonvermek için sevdiğimiz kadını bulmanın bir ölüm kalımmeselesi haline gelebildiği korkunç dramın içinde, sevilenkadını minicik bir figür, hattâ belki unuttuğumuz, yanlıştanıdığımız, vasat sandığımız bir figür haline getirenbilinçdışımız, bizim kendimizden daha basiretlidir. Kadınfigürünün minik boyutları, aşkın gelişiminin mantıklı vezorunlu sonucu, o aşkın öznel niteliğinin açık bir simgesidir.

Albertine'in gitmeye karar verişi, bir milletin, diplomatikeylemlerine hazırlık olarak ordusuna gösteri yaptırmasınabenziyordu herhalde. Sırf benden daha iyi koşullar, daha fazlaözgürlük ve konfor koparabilmek için gitmiş olmalıydı. Budurumda, bekleyecek gücü kendimde bulabilsem,Albertine'in, hiçbir şey elde edemediğini görüp kendiliğindendöneceği âna kadar sabredebilsem, kazanan ben olurdum.Ama sadece kazanmanın önemli olduğu iskambil oyunlarındave savaşta, blöfe karşı durabilsek de, aşkın ve kıskançlığın,hele hele acının yarattığı koşullar çok farklıdır. Beklemeye,"dayanmaya" karar verip, Albertine'in günler, belki haftalar

Page 23: Albertine Kay±p - Marcel Proust

boyu uzağımda kalmasını kabullendiğim takdirde, bir yılıaşkın bir süredir güttüğüm amaca, yani onu bir saat bileserbest bırakmama hedefine aykırı davranmış olacaktım. Beniistediği gibi aldatacak zamanı ve imkânı ona sağlayacakolursam, bütün önlemlerim boşa gidecekti; Albertine sonundateslim olsa da, yalnız kaldığı zamanı ben unutamayacaktım;sonunda galip gelsem de, geçmişte, yani geri dönüşsüzbiçimde yenilmiş olacaktım.

Albertine'i geri getirtme çarelerine gelince, daha iyikoşullarla geri çağrılma umuduyla gittiği varsayımı ne kadarakla yakınsa, bu çarelerin sonuç verme ihtimali de o kadaryüksekti. Albertine'in samimiyetine inanmayan kişilerin,mesela Françoise'ın gözünde, bu varsayım kesinlikle aklayakındı tabii. Ama mantığım, daha ben hiçbir şey bilmezken,kimi huysuzlukları, kimi davranışları sadece Albertine'inkesin bir ayrılığı planlamasıyla açıklayan mantığım, plangerçekleştiğinde, bu ayrılığın bir numaradan ibaret olduğunainanmakta zorlanıyordu. Benden değil, mantığımdan sözediyorum. Numara varsayımı, benim için şüpheli olduğuölçüde gerekli hale gelmekte, gerçeğe uygunluğu azaldıkçagüçlenmekteydi. İnsan kendini uçurumun kenarındabulduğunda, Tanrı kendisini terk etmiş gibi göründüğü anda,Tanrı'dan bir mucize beklemek konusunda tereddüde düşmez.Bu olayda dedektiflerin en dertlisi, ama aynı zamanda enuyuşuğu olduğumu kabul ediyorum. Ne var ki, Albertine'isürekli başkalarına izletme alışkanlığı yüzünden kaybettiğimmelekeleri, kaçışı bana tekrar kazandırmamıştı. Aklıma gelentek çare, onu aramakla bir başkasını görevlendirmekti. Bubaşkası Saint-Loup oldu, görevi üstlendi. Onca gündür sürenkaygıyı başka birine aktarmak beni sevindirdi, başarıdanemin, kıpır kıpırdım; ellerim aniden eskisi gibi kupkuru oldu,

Page 24: Albertine Kay±p - Marcel Proust

Françoise'ın "Mademoiselle Albertine gitti" sözleri üzerineellerime musallat olan terden kurtuldum. Hatırlanacağı gibi,Albertine'le birlikte yaşamaya, hattâ evlenmeye kararverişimin sebebi, onu gözetme, ne yaptığını bilme, MlleVinteuil'le eski alışkanlıklarını sürdürmesini engellemeisteğiydi. Balbec'teki ifşaatının yarattığı o korkunç ıstırapânında, en kötümser tahminlerimde bile hayal etme cesaretinigösteremeyeceğim şeyi, Albertine, son derece olağan birşeymiş gibi söylediği ve ben de, hayatta yaşadığım en büyükkeder olduğu halde, olağan karşılarmış gibi görünmeyibaşardığım esnada vermiştim bu kararı. (Bütün vaktini yanlışbirtakım küçük tahminlerde bulunmakla geçiren kıskançlığın,gerçeği keşfetmeye gelince ne yoksul bir hayalgücüsergilediği, şaşılacak şeydir.) Her şeyden önce, Albertine'inkötü bir şeyler yapmasını engelleme ihtiyacından doğan buaşk, daha sonra, kaynağının izini hep korumuştu. Albertine'lebirlikte olmak pek de umurumda değildi, önemli olan, o"kaçak varlığın" şuraya ya da buraya gitmesini engellemekti.Bunu engellemek için de, gittiği yerlerde ona refakatedenlerin gözlerine ve varlığına güvenmiştim; akşama banateskin edici bir rapor sundukları sürece, endişelerim dağılıpiyimserliğe dönüşüyordu.

Albertine'in, ne pahasına olursa olsun, o akşam mutlakadönmüş olacağı konusunda kendi kendime teminat verdiktensonra, Françoise'ın, Albertine'in gittiğini söyleyerek kalbimesapladığı acı (çünkü o anda gafil avlanan benliğim, bu ayrılığıkesin zannetmişti) askıya alınmıştı. Ama başlangıçtaki acı, birkesintinin ardından, bağımsız varlığının bir hamlesiyle içimdekendiliğinden canlandığında, hep eskisi kadar korkunç biracıydı, çünkü Albertine'i o gece geri getirteceğime dair kendikendime verdiğim teskin edici sözden daha eskiydi. Acım,

Page 25: Albertine Kay±p - Marcel Proust

kendisini yatıştırabilecek bu vaatten habersizdi. Albertine'igeri getirtme çarelerini harekete geçirebilmek için, bir kezdaha, bu tutum daha önce başarılı olduğu için değil de,Albertine'e âşık olduğumdan beri hep aynı tutumubenimsediğim için, sanki onu sevmiyormuş, gidişinden ötürüacı çekmiyormuş gibi yapmaya, ona yalan söylemeyisürdürmeye mahkûmdum. Şahsen ondan vazgeçmiş gibigöründükçe, onu geri getirtme çabalarımda daha ısrarlıolabilirdim. Albertine'e, gidişini kesin bir ayrılık gibigördüğümü belirten bir veda mektubu yazmayı, öte yandanda, Saint-Loup'yu, sanki benden habersiz gitmiş gibi,Albertine'in bir an önce dönmesi için elinden geldiğince baskıyapmak üzere, Mme Bontemps'a göndermeyi düşünüyordum.Hiç şüphesiz, başlangıçta sahteyken sonunda gerçeğe dönüşenbir kayıtsızlıkla dolu mektuplar yazmanın tehlikesini,Gilberte'le yaşamıştım. Bu tecrübenin, Gilberte'e yazdığımtürden mektupları Albertine'e yazmamı engellemesi gerekirdi.Ama tecrübe dediğimiz şey, kişiliğimizin bir özelliğinin,kendi nazarımızda açıklık kazanmasından ibarettir; bu kişiliközelliği, doğal olarak tekrar ortaya çıkar, üstelik bir kezsergilemiş olduğumuz için, daha da güçlü biçimde ortayaçıkar, ilk defasında bizi yönlendirmiş olan güdü, hatıranınçeşitli telkinleriyle pekişir. Bireyler açısından (hattâyanılgılarında ısrar eden, giderek daha ağır hatalara düşenuluslar açısından) kaçınılması en zor hırsızlık, kendindençalmaktır.

Paris'te olduğunu bildiğim Saint-Loup'yu derhal çağırttım,tıpkı eskiden Doncieres'de sergilediği sürat ve pratiklikle,hemen koşup geldi ve vakit geçirmeden Touraine'e gitmeyikabul etti. Ona şöyle bir plan önerdim: Trenle Châtellerault'yagidecek, Mme Bontemps'ın evini bulacak ve Albertine'in

Page 26: Albertine Kay±p - Marcel Proust

evden çıkmasını bekleyecekti, çünkü Albertine onutanıyabilirdi. "Yani bahsettiğin kız beni tanıyor mu?" diyesordu. Muhtemelen tanımadığını söyledim. Bu plan içimisonsuz bir sevinçle doldurdu. Oysa başlangıçta kendimeverdiğim sözle taban tabana zıttı: Albertine'in peşindekoşuyormuş izlenimi uyandırmayacak şekilde hareket etmesözü vermiştim kendime; halbuki bu plan, kaçınılmaz olarakböyle bir izlenim uyandıracaktı; ne var ki, "yapılmasıgereken"e göre, müthiş bir avantajı vardı, o da, kendikendime, benim gönderdiğim birinin Albertine'i göreceğini vemuhtemelen geri getireceğini söylememe imkân tanımasıydı.Başlangıçta gönlümde yatan şeyi açıkça görebilseydim,gölgelerin arasına gizlenmiş, kınadığım bu çözümün, iradeeksikliği yüzünden, benimsemeye karar verdiğim, sabretmeyedayalı çözümlere baskın çıkacağını öngörebilirdim. Saint-Loup, bu konuda ona hiçbir şey söylemediğim halde, bütünkış boyunca bir genç kızın evimde yaşadığını öğrenince, birazşaşırmıştı zaten, ayrıca Balbec'teki genç kızdan da bana sıksık söz ettiği halde, ben hiçbir defasında, "O şimdi buradayaşıyor," demediğim için, kendisine güvenmeyişime kırılmışolabilirdi. Mme Bontemps'ın ona Balbec'ten söz etme ihtimalide vardı elbette. Ama Saint-Loup bir an önce gidip dönsündiye o kadar sabırsızlanıyordum ki, bu seyahatin muhtemelsonuçlarını düşünecek durumda değildim. Albertine'i tanımasıihtimaline gelince (Doncieres'de onunla karşılaştığında,bakmaktan ısrarla kaçınmış olması bir yana), herkesin desöylediği gibi, Albertine o kadar değişmiş ve şişmanlamıştıki, Saint-Loup'nun onu tanıması pek zayıf bir ihtimaldi. Saint-Loup, Albertine'in bir resmi olup olmadığını sordu. Öncehayır dedim, çünkü Albertine'i sadece trende şöyle bir görmüşolmasına rağmen, aşağı yukarı Balbec döneminde çekilmiş

Page 27: Albertine Kay±p - Marcel Proust

olan bendeki fotoğrafına bakıp tanımasından korktum. Amasonra, fotoğraftaki Albertine'in, Balbec'tekinden, muhtemelenşimdiki Albertine kadar farklı olduğunu ve Saint-Loup'nunonu yüz yüze de, fotoğrafta da tanıyamayacağını düşündüm.

Ben fotoğrafı ararken, o da beni teskin etmek için usulcaalnımı sıvazlıyordu. Istırap çektiğimi tahmin edip üzülmesibeni duygulandırdı. Her şeyden önce, Saint-Loup, Rachel'denayrılmış olsa da, o sıralar yaşadığı duygular henüz tazesayılırdı, tıpkı bizimle aynı hastalıktan mustarip kişilerekendimizi yakın hissetmemiz gibi, bu tür acılara özel birmerhamet, bir yakınlık duyması doğaldı. Ayrıca Saint-Loupbeni o kadar severdi ki, benim acı çekmeme katlanamazdı. Buyüzden de, benim bu acıları çekmeme sebep olan kadınahayranlıkla karışık bir hınç besliyordu. Onun gözünde ben okadar üstün bir yaratıktım ki, bir başka insana tabi olmamiçin, o insanın tam anlamıyla olağanüstü biri olması gerekirdi.Fotoğrafa bakınca Albertine'i güzel bulacağınıdüşünüyordum, ama yine de, Troyalı ihtiyarların Helena'danetkilendikleri şekilde etkilenmesini beklemediğimden, biryandan fotoğrafı ararken, bir yandan da alçakgönüllülükle,"Hayal kırıklığına uğrama sakın, bir kere fotoğraf pek başarılısayılmaz, ayrıca kendisi de öyle göz kamaştırıcı güzellikte birkız değil, çok sevimli, o kadar," diyordum. Saint-Loup, beniböyle bir umutsuzluğa ve telaşa düşüren kızı hayalindecanlandırmaya çalışarak, saf ve samimi bir heyecanla, "Yo,hayır, harikulade bir yaratık olduğundan eminim," dedi. "Sanaacı çektirdiği için kızıyorum ona, ama senin gibi tepedentırnağa sanatkâr, güzelliğin her türüne hayran ve böylesinesevgi dolu birinin, güzelliği bir kadında bulduğu zamanherkesten çok acı çekmesi de kaçınılmazdı." Fotoğrafı nihayetbulmuştum. Robert ona resmi uzattığımı fark etmeyip,

Page 28: Albertine Kay±p - Marcel Proust

"Harika bir yaratık olduğundan eminim," diye devam etti.Sonra birden fotoğrafı gördü, bir süre elinde tuttu.Çehresinde, aptallığa varan bir şaşkınlık okunuyordu."Sevdiğin kız bu mu?" dedi sonunda; beni gücendirmekorkusu, sesindeki şaşkınlığı dizginliyordu. Hiçbir yorumyapmadı; bir hastanın –eskiden üstün nitelikli bir adam vedostunuz da olsa– şimdi tamamen çıldırmış olan, ilahi birvarlığın kendisine göründüğünü anlatan ve sizin, aklı başındabiri olarak bir yorgan gördüğünüz yerde hâlâ o ilahi varlığıgörmeye devam eden bir delinin karşısında takınacağınızmantıklı, temkinli ve mecburen biraz küçümser havayabürünmüştü. Robert'in şaşkınlığını derhal anladım, ben deonun metresini gördüğümde aynı şaşkınlığı yaşamıştım; aradatek fark vardı: Ben daha önceden tanıdığım bir kadınbulmuştum karşımda, Robert ise Albertine'i hiç görmediğinizannediyordu. Ama muhtemelen aynı insana bakarkenikimizin gördüğü şey arasındaki fark, iki örnekte de aynıderecede büyüktü. Balbec'te, Albertine'e bakarken görmeduyusuna ufak ufak tat, koku ve dokunma duyularınıeklemeye başladığım zamanlar geride kalmıştı. O zamandanbu yana, daha derin, daha tatlı, daha tanımlanamaz duyular,sonra da acılı duyular öncekilere eklenmişti. Kısacası,Albertine, etrafı karla kaplanmış bir taş gibi, kalbimindüzleminden geçen muazzam bir yapının yaratıcıçekirdeğinden başka bir şey değildi. Bütün bu duyukatmanları Robert için görünmez olduğundan, o sadece birtortu görüyor, bense, aksine, katmanlar engellediği için otortuyu göremiyordum. Albertine'in fotoğrafını gördüğündeRobert'i sarsan şey, Helena'nın geçişini görüp

Bir bakış bakar, kaybolur bütün acılar

Page 29: Albertine Kay±p - Marcel Proust

diyen Troyalı ihtiyarların heyecanı değil, onun tam zıddı,"Nasıl olur, onca kaygı, onca keder, onca çılgınlık, bunun içinmiydi?" dedirten bir şaşkınlıktı. İtiraf etmek gerekir ki,sevdiğimiz birine ıstırap çektirmiş, hayatını altüst etmiş,bazen de ölümüne sebep olmuş kişiyi görünce, bu tür bir tepkigöstermek, Troyalı ihtiyarların tepkisinden çok dahayaygındır; dahası, olağan tepki budur. Bunun sebebi, ne aşkınkişisel olması, ne de kendimiz âşık değilken, doğal olarakaşktan kaçınılabileceğini düşünmemiz ve başkalarınınçılgınlığı üzerine felsefe yapmamızdır. Hayır, sebebi şudur:Aşk, bunca ıstıraba yol açtığı bir noktaya geldiğinde, kadınınçehresiyle âşığın gözleri arasında duran duyulardan oluşanyapı –bir çeşmeyi gizleyen kar tabakası gibi kadının çehresinisaran ve gizleyen devâsâ acı kozası– o kadar yükselmiştir ki,âşığın bakışlarının ulaştığı, haz ve acıyla karşılaştığı noktayla,başkalarının gördüğü nokta arasındaki mesafe, gerçekgüneşle, bizim gökyüzünde, yoğunlaşan ışığı yüzünden onugördüğümüz yer arasındaki mesafe kadar büyüktür. Üstelik busüre boyunca, sevilen kadının en feci başkalaşımlarını âşığınnazarında görünmez kılan acı ve sevgi kozasının ardındakiçehre, yaşlanacak ve değişecek vakti bulmuştur. Öyle ki,âşığın ilk gördüğü çehre, sevmeye ve acı çekmeye başladıktansonra gördüğü çehreden ne kadar uzaksa, ters yönde, kayıtsızseyircinin şimdi göreceği çehreden de bir o kadar uzaktır.(Robert, genç bir kızın fotoğrafı yerine, yaşlı bir metresinfotoğrafını görse ne olurdu?) Hattâ bu kadar şaşırmak için,onca felakete yol açan kadını ilk kez görüyor olmamız dagerekmez. Çoğu kez, büyükamcamın Odette'i tanıması gibi,onu zaten tanırız. O zaman, görüş farklılığı yalnız dışgörünüşte değil, kişilik ve şahsi önemde de ortaya çıkar.Büyük ihtimalle, kendisine âşık olan erkeğe acı çektiren

Page 30: Albertine Kay±p - Marcel Proust

kadın, ona aldırmayan bir başka erkeğin karşısında, daima iyihuylu olmuştur, örneğin Swann'a karşı son derece zalim olanOdette, büyükamcamın kibar, tatlı "pembeli hanım"ıydı; yinebüyük ihtimalle, kendisine âşık olan erkek tarafından herkararı, sanki kılık değiştirmiş bir tanrıymışçasına, korkuylatahmin edilmeye çalışılan kadın, ona âşık olmayan birininnazarında, üzerinde durmaya bile değmeyecek,karşısındakinin her istediğini yapmaya dünden razı birkadındır, örneğin Saint-Loup'nun metresi, benim gözümde,onca kez bana teklif edilmiş olan "Rachel ne zaman kiTanrı'nın"dı sadece. Onu Saint-Loup'nun yanında ilkgördüğümde, böyle bir kadının belirli bir gecede ne yaptığını,birine alçak sesle ne dediğini veya niçin ayrılmak istediğinibilmemenin bir işkenceye dönüşebilmesine ne kadarşaşırdığımı hatırlıyordum. Öte yandan, kalbimin ve hayatımınher telinin titrek ve beceriksiz bir acıyla yöneldiği, Albertine'eait geçmişin, Saint-Loup'nun gözünde aynı derecede anlamsızolduğunu, belki bir gün benim gözümde de öyle olacağınıhissediyordum; zaman içinde, Albertine'in geçmiş hayatınınönemsizliği ya da ciddiyeti konusunda, o andaki bakışaçımdan Saint-Loup'nun bakış açısına geçebilirdim; çünküSaint-Loup'nun veya âşık erkek dışındaki herhangi birininaklından geçenler konusunda hayallere kapılmıyordum. Bu dabeni pek üzmüyordu. Güzel kadınlar, hayalgücünden yoksunerkeklerin olsun. Elstir'in Odette portresi gibi, gerçeğinebenzemeyen, bir metresten çok çarpıtıcı aşkın resmi olandâhiyane bir portrenin, nice hayatın trajik açıklamasıolduğunu hatırladım. O portrenin tek eksiği –birçok portredevar olan bir özellik– hem büyük bir ressamın, hem de birâşığın elinden çıkmış olma özelliğiydi (üstelik Elstir'in,Odette'in âşığı olduğu söylenirdi). Çılgınlıklarını kimsenin

Page 31: Albertine Kay±p - Marcel Proust

anlayamadığı bir âşığın bütün hayatı, bir Swann'ın bütünhayatı, bu benzemezliği kanıtlar. Ama âşık aynı zamandaElstir gibi ressamsa, muamma çözülür, nihayet karşımızda,sıradan birinin o kadında hiç fark etmediği o dudakları,kimsenin dikkatini çekmeyen o burnu, aklımızdan geçmeyeno duruşu buluruz. Portre, "Benim sevdiğim, bana acı çektiren,sürekli karşımda gördüğüm, işte buydu," der. Bense, vaktiyleRachel'e, Saint-Loup'nun kendiliğinden eklediği şeyleridüşünce yoluyla eklemeye çalışmışken, şimdi tersine birişleyişle, Albertine bileşiminden, kendi kalbimin ve zihniminkatkısını çıkarmaya, Rachel bana nasıl göründüyse,Albertine'in de Saint-Loup'ya nasıl göründüğünü anlamayaçalışıyordum. Peki ama, bunun ne önemi vardır? Bu farkıkendimiz görebilsek bile, ne kadar önemserdik? Eski Balbecgünlerinde, Albertine, Incarville'in kemerleri altında benibekleyip otomobile atladığı sıralarda, henüz "kalınlaşmamış",aksine, aşırı hareketten fazlasıyla süzülmüştü; o sıska haliyle,sadece çirkin burnunun ucunu ve yandan bakınca beyazkurtlara benzeyen solgun yanaklarını gösteren çirkin birşapkayla, bildiğim Albertine'e pek benzemiyordu, yine deotomobile atladığında, onun Albertine olduğunu, randevuyasadık kaldığını ve başka bir yere gitmediğini anlıyordum; buda yeterlidir; sevdiğimiz şey, fazlasıyla geçmişte, birlikteharcadığımız zamanda kaldığı için, kadının tamamına ihtiyaçduymayız; sadece yanımızdaki kadının o olduğundan eminolmak, seven kişi için güzellikten apayrı bir önem taşıyankimliği konusunda yanılmamak isteriz; yanaklar çökse de,beden zayıflasa da, başlangıçta başkalarının gözünde birgüzeli hakimiyeti altına almış olmaktan en çok gurur duyanerkeklerin nazarında bile, çehrenin ufacık bir parçası, birkadının sabit kişiliğinin özetlendiği işaret, o cebir formülü, o

Page 32: Albertine Kay±p - Marcel Proust

sabit değer, en yüksek sosyetede aranılan, eskiden sosyetehayatından hoşlanan bir erkeğin, artık bir tek gecesini bilesosyeteye ayıramaması için yeterlidir, çünkü bütün vaktini,uyku saati gelinceye kadar, sevdiği kadının saçını taramaklageçirir ya da onunla birlikte olabilmek için, kadınınkendisiyle olması veya sırf başkalarıyla olmaması için, hiçbirşey yapmadan yanında durur.

"Emin misin?" diye sordu Robert. "O kadına damdan düşergibi, kocasının seçim komitesi için otuz bin frank teklifedebilir miyim? O kadar namussuz mudur? Eğeryanılmıyorsan, üç bin frank yeterli olur." - "Hayır, ricaederim, benim için bu kadar önemli olan bir konuda tasarrufyapma. Şöyle diyeceksin, zaten söyleyeceklerinde bir gerçekpayı da var: 'Arkadaşım bu otuz bin frangı, nişanlısınıneniştesinin komitesi için, bir akrabasından istemişti. Bu parayıona nişan sebebiyle verdiler. O da, Albertine'in hiçbir şeydenhaberi olmasın diye parayı size getirmemi benden rica etmişti.Sonra Albertine onu terk etti. Arkadaşım ne yapacağınıbilemiyor. Albertine'le evlenmezse, otuz bin frangı iade etmekzorunda. Evleneceklerse, en azından görünüşü kurtarmak için,Albertine'in derhal dönmesi gerekir, çünkü bu kaçamağınuzaması, çirkin bir izlenim uyandırır.' Bütün bunlarınuydurma olduğunu mu düşünüyorsun?" - "Yok canım," dediSaint-Loup, iyiliğinden, kibarlığından ve koşulların çoğu kezzannettiğimizden daha tuhaf olduğunu bildiği için. Aslında,bu otuz bin frank meselesinde, ona söylediğim gibi epey birgerçek payı olmaması için hiçbir neden yoktu. Doğruolabilirdi, ama. değildi ve gerçek payı olduğu da yalandı.Ama Robert'le ben, bir dostun, aşk derdine düşmüşarkadaşına yardım etmeyi içtenlikle istediği her konuşmadaolduğu gibi, birbirimize yalan söylüyorduk. Öğüt veren,

Page 33: Albertine Kay±p - Marcel Proust

destek olan, teselli eden arkadaş, ötekinin derdine merhametduyabilir, ama acısını hissedemez ve dostuna ne kadar iyidavranırsa, o kadar yalan söyler. Dostu ise, yardım etmesi içingerekli itirafları yapar, ama belki tam da bu nedenle, yardımetsin diye, birçok şeyi de ondan gizler. Sonuçta iki dosttanmutlu olanı, zahmete katlanan, bir yolculuğa çıkan, bir göreviyerine getiren, ama içinde acı taşımayandır. Ben o anda,Doncieres'de Rachel tarafından terk edildiğini zannedenRobert'dim. "Tamam, sen nasıl istersen; hakarete uğrasam da,senin uğruna peşinen kabul ediyorum. Pek üstü kapalı bileolmayan bu pazarlık, bana biraz tuhaf geliyor gerçi, ama budünyada otuz bin frank uğruna yeğenlerine Touraine'dekalmamasını söylemekten çok daha zor şeyler yapabilecekdüşesler, hem de pek sofu geçinen düşesler olduğunubiliyorum. Sonuçta, senin bir isteğini yerine getirmek, benimiçin çifte zevk, aksi takdirde benimle görüşmeye razıolmuyorsun. Evlenecek olursam," diye ekledi, "daha fazlagörüşmez miyiz, benim evimi kendi evin saymaz mısın? ..."Sözünü birden kesti, çünkü (diye düşünmüştüm o sırada) bende evlenirsem, Albertine'in, karısının yakın arkadaşıolamayacağını düşündü. Robert'in, Guermantes Prensi'ninkızıyla evlenme ihtimalinden Cambremer'lerin söz etmişolduğunu hatırladım.

Robert tren tarifesine göz atınca, ancak akşama yolaçıkabileceğini gördü. Françoise, "Çalışma odasından MlleAlbertine'in yatağını çıkarayım mı?" diye sordu. "Aksine,yatağı hazırlamak gerekir," dedim. Albertine'in bugün yarıngeleceğini umuyordum ve Françoise'ın, bu konuda şüpheyeyer olduğunu düşünmesini bile istemiyordum. Albertine'ingidişi, katiyen beni daha az sevdiği anlamına gelmeyen,ikimizin kararlaştırdığı bir şey gibi görünmeliydi. Ama

Page 34: Albertine Kay±p - Marcel Proust

Françoise bana inanmayarak değilse bile, şüpheyle baktı. Oda iki varsayım üzerinde duruyordu. Burun delikleri açılmıştı,küskünlük kokusu alıyordu, bunu uzun zamandır seziyorolmalıydı. Tam emin olamıyorsa eğer, belki de bunun teknedeni, tıpkı benim gibi, fazlasıyla zevk alacağı bir şeyeyüzde yüz inanmaktan kaçınmasıydı. Artık meselenin ağırlığıbenim bitkin zihnimden kalkıp Saint-Loup'ya yüklenmişti.Sevinçliydim, hafiflemiştim, çünkü bir karar vermiştim, kendikendime, "Lafı gediğine oturttum," diyordum.

Saint-Loup trene ancak binmiş olmalıydı ki, sofadaBloch'la karşılaştım; zili çaldığını duymamıştım, onu birmüddet misafir etmek zorunda kaldım. Kısa bir süre önce,(Balbec'ten tanıdığı) Albertine'in keyifsiz olduğu bir gün,ikimize rastlamıştı. "M. Bontemps'la bir akşam yemeğiyedim," dedi, "kendisine epeyce sözüm geçtiği için, yeğenininsana pek iyi davranmamasına üzüldüğümü, kızı uyarmasınıniyi olacağını söyledim." Öfkeden köpürüyordum; bu ricalar,şikayetler, Saint-Loup'nun girişimini baltalayacaktı;Albertine'in nazarında ben doğrudan işin içine girmiş, onayalvarır konuma düşmüştüm. Bu yetmezmiş gibi, Françoiseda sofadaydı ve her şeyi işitmekteydi. Bloch'a sitem üstünesitem ettim, kendisini bu işle katiyen görevlendirmemişolduğumu ve ayrıca tamamen yanıldığını söyledim. Bloch oandan itibaren gülümseyip durdu; gülüşünün sebebi, sanırımsevinçten ziyade, beni kızdırmış olmaktan duyduğurahatsızlıktı. Böyle öfkelenmeme şaşırdığını söylüyordugülerek.

Bu sözleri, belki patavatsızlığını hafifletmek içinsöylüyordu, belki korkak bir kişiliğe sahip olduğu ve suyunüstündeki denizanaları gibi yalanların arasında neşeyle,

Page 35: Albertine Kay±p - Marcel Proust

tembel tembel yaşadığı için, belki de, bambaşka yapıda biriolsaydı bile, başkaları asla bizim bakış açımızıpaylaşamayacaklarından, rastgele söylenen sözlerin vereceğizararın önemini de kavramadıkları için. Bloch'un yol açtığısoruna bir çözüm bulamayıp onu göndermiştim ki, kapı tekrarçalındı ve Françoise karakola çağrıldığımı bildiren bir kağıtgetirdi. Bir saatliğine eve getirdiğim küçük kızın ailesişikayetçi olmuştu, çocuk kaçırmayla suçlanıyordum. Hayattaöyle anlar vardır ki, başımıza gelen, Wagner'in laytmotiflerigibi iç içe geçen dertlerin çokluğundan ve o sırada ortayaçıkan bir fikirden, yani olayların, aklımız tarafından gelecekdiye adlandırılan zavallı aynacıkta görünen yansımalarbütününde yer almadığı, dışarıda bir yerde bulunduğu vesuçüstü yaparcasına ansızın ortaya çıkıverdikleri fikrinden birgüzellik doğar. Bir olay, kendi haline bırakıldığında bile,başarısızlık yüzünden gözümüzde büyüdüğü veyamemnuniyet yüzünden küçüldüğü için, değişir. Ama olaylarnadiren tek başlarınadırlar. Olayların uyandırdığı duygularbirbiriyle çatışır; korku, karakola giderken de hissettiğim gibi,gönül acıları üzerinde, bir ölçüde, anlık da olsa, etkili birvantuz işlevi görür. Karakolda, çocuğun annesiyle babasıbana hakaret etti, "Biz sizin bildiğiniz alçaklardan değiliz,"diyerek, bütün itirazlarıma rağmen, beş yüz frangı geriverdiler; başkomiser ise, ağır ceza mahkemesi başkanlarınıntaşı gediğine koymadaki ustalığının eşsiz bir örneğinisunarak, söylediğim her cümleden bir kelimeyi seçip hemesprili, hem altından kalkılması imkansız bir cevapyapıştırıyordu. Benim masum olabileceğim ihtimali üzerindedurulmadı bile, çünkü kimsenin bir an için olsun kabuletmeye yanaşmadığı tek varsayımdı. Buna rağmen, yaptıklarısuçlamayı kanıtlamanın zorluğu yüzünden, çocuğun ailesi

Page 36: Albertine Kay±p - Marcel Proust

yanımızdayken işittiğim şiddetli azarla kurtuldum.Gelgelelim, anneyle baba gider gitmez, küçük kızlardanhoşlanan başkomiser ağız değiştirdi ve bana suçortağıymışızgibi çıkıştı: "Bir dahaki sefere daha dikkatli olun. Böyleaniden kaçırmaya kalkarsanız olmaz tabii. Ayrıca her yerde okız çocuğundan iyisini bulabilirsiniz, hem de çok daha ucuza.Meblağ fazlasıyla yüksekti." Gerçeği açıklamaya kalkışsamanlamayacağını hissettiğim için, hiçbir şey söylemedim vegitmeme izin vermesinden yararlanıp oradan ayrıldım. Evedönerken, yolda rastladığım herkes, benim her hareketimiizlemekle görevli birer müfettiş gibi göründü gözüme. Amabu ana tema da, Bloch'a karşı öfke teması gibi silindi veyerini Albertine'in gidişi temasına bıraktı. Bu laytmotif tekraryükselmekteydi, ama Saint-Loup yola çıktığı için, şimdineredeyse neşeli bir tonda tekrarlanıyordu. Arkadaşım MmeBontemps'la görüşmeyi üstlendiğinden beri, acılarımhafiflemişti. Duygularımın sebebini, eyleme geçmiş olmamabağlıyor ve buna içtenlikle inanıyordum, çünkü ruhumuzdanelerin gizlendiğini asla bilmeyiz. Aslında mutluluğumunsebebi, zannettiğim gibi, kararsızlığımı Saint-Loup'yadevretmiş olmam değildi. (Dte yandan, tamamen yanılıyor dasayılmazdım; talihsiz bir olayın (olayların dörtte üçütalihsizdir) birebir çaresi, karar vermektir; çünkü verilenkarar, düşüncelerimizde ani bir yön değişikliği yaratır, geçmişolaydan kaynaklanan ve o olayın titreşimini uzatandüşüncelerin akışını durdurur ve dışarıdan, gelecekten gelenzıt düşüncelerin tersine akışıyla böler. Ama bu yenidüşünceler, bilhassa geleceğin derinliklerinden bir umutgetirdikleri zaman bize iyi gelirler (o esnada zihnimi kuşatandüşünceler bu türdendi). Aslında beni öylesine mutlu edenşey, Saint-Loup'nun görevini başaracağından ve dolayısıyla

Page 37: Albertine Kay±p - Marcel Proust

Albertine'in mutlaka döneceğinden gizlice emin olmamdı. İlkgün Saint-Loup'dan haber alamayıp tekrar acı çekmeyebaşlayınca bunu anladım. Demek ki, mutluluğumun sebebi,bir karar vermiş, Saint-Loup'yu tam yetkiyle donatmış olmamdeğildi, öyle olsa, mutluluğum sürerdi; asıl sebep, "Sonunereye varırsa varsın," derken, "Sonuç kesinlikle başarılıolacak," diye düşünmemdi. Haberin gecikmesiyle ortayaçıkan düşünce, yani sonucun başarıdan başka bir şey deolabileceği fikri, benim için o kadar korkunçtu ki, bütünneşemi kaybetmiştim. Başka sebeplere atfettiğimiz ve aslındamutlu olayların meydana geleceği yolundaki öngörümüzden,umudumuzdan kaynaklanan neşe, istediğimiz şeyingerçekleşeceğinden şüphe duyduğumuz anda sona erer vetekrar kedere boğuluruz. Duygu dünyamızın çatısını ayaktatutan şey, daima görünmez bir inançtır, bu inanç yok olduğuanda çatı sallanmaya başlar. Bizim gözümüzde insanlarındeğerinin veya değersizliğinin, onlarla görüşmenin verdiğiheyecanın veya sıkıntının, bu inançtan kaynaklandığınıgörmüştük. Benzer biçimde, inanç, sırf biteceğinden eminolduğumuz için bir kederi azımsayıp ona tahammül etmemizisağlayabilir veya aynı keder aniden gözümüzde o kadar büyürki, bir insanın varlığı bizim için kendi hayatımız kadar, bazendaha bile değerli olur. Nihayet son bir şey, yüreğimdeki acıyıilk andaki kadar keskin hale getirdi (daha önce keskinliğinikaybettiğini itiraf etmem gerekir): Albertine'in mektubundakibir cümleyi tekrar okumuştum. Birini istediğimiz kadarsevelim, onu kaybetmenin acısı, ıstırabımızla baş başayken,zihnimiz bu ıstırabın şeklini bir ölçüde belirlediğinde,tahammül edilebilir bir şeydir; oysa bundan daha farklı, okadar insani ve bize ait olmayan, manevi alemdeki, yüreknahiyesindeki bir kaza kadar beklenmedik ve garip bir ıstırap

Page 38: Albertine Kay±p - Marcel Proust

vardır ki, doğrudan insanın kendisinden ziyade, onu bir dahagöremeyeceğimizi ne şekilde öğrendiğimizden kaynaklanır.Albertine'i usulca ağlayarak düşünebilir, onu tıpkı bir geceönceki gibi, o gece görmemeyi kabullenebilirdim, ama"kararım kesin" sözlerini tekrar okumak, farklı bir şeydi,tehlikeli bir ilacı yutup belki de ölümcül olacak bir kalp krizigeçirmek gibi bir şeydi. Nesneler, olaylar, ayrılık mektupları,bizzat insanların bizde yaratabileceği ıstırabı artıran veniteliğini değiştiren, özel bir tehlike içerirler. Ne var ki, bu acıkısa sürdü. Her şeye rağmen, Saint-Loup'nun becerisine okadar güveniyordum, başaracağından o kadar emindim veAlbertine'in döneceğine o kadar kesin gözüyle bakıyordum ki,dönmesini istemekte haklı olup olmadığımı düşündüm. Yinede döneceğine seviniyordum. Maalesef, karakol meselesininkapandığını zannettiğim halde, Françoise bir müfettişintahkikata geldiğini, eve sık sık genç kızlar getirmek gibi biralışkanlığım var mı diye sorduğunu, kapıcının da,Albertine'den söz edildiğini sanıp evet dediğini ve görünüşebakılırsa, evin o andan itibaren gözetlenmekte olduğunu haberverdi. Bundan böyle, kederli anlarımda teselli bulmak için evebir kız çocuğu getirmem imkansızdı; aniden bir müfettişortaya çıkabilir ve kız beni namussuzun teki zannedebilirdi,bu utancı göze alamazdım. Aynı anda, hiç farkında olmadan,bazı hayaller uğruna yaşadığımızı da anladım, çünkü bir kızçocuğunu asla kucağıma alamayacağımı öğrenince, hayatgözümdeki bütün değerini kaybetti; bunun da ötesinde,dünyayı çıkarın ve ölüm korkusunun yönettiğini sandığımızhalde, insanların zenginliğe sırt çevirip ölümü gözealmalarının ne kadar anlaşılır olduğunu da kavradım.Tanımadığım bir kız çocuğunun bile, polisin gelişiylehakkımda utanç verici bir fikre kapılabileceğini

Page 39: Albertine Kay±p - Marcel Proust

düşünmektense, ölmeyi tercih ederdim! İki ıstırabıkıyaslamak dahi mümkün değildi. Oysa insanlar hayatta, parateklif ettikleri veya ölümle tehdit ettikleri kişilerin,özsaygılarına önem vermeseler de, bir sevgilinin ya da sadecebir dostun gözündeki saygınlıklarını önemseyebileceğinidüşünmezler. Ama birdenbire, farkında olmadan yanılarak(Albertine'in reşit olduğunu, dolayısıyla evimdeyaşayabileceğini, hatta metresim olabileceğini hiç aklımdangeçirmeden), kaçırma suçlamasının Albertine'e deuygulanabileceğini düşündüm. O zaman hayatım çepeçevreengellerle kuşatılmış gibi geldi bana. Albertine'le iffetli birhayat yaşamadığımı ve dolayısıyla, tanımadığım bir kızçocuğunu dizlerime oturttuğum için bana verilen cezanın,insanlar tarafından verilen hemen her cezada var olan birilişkiyi içerdiğini düşündüm: Birkaç istisna dışında hiçbirhüküm adil değildir, hiçbir yargı da hatalı değildir; yargıcınmasum bir eylem hakkında edindiği yanlış fikirle, göz ardıettiği suçlu davranışlar arasında bir uyum vardır. Ama bununüzerine, Albertine'in eve dönmesinin, beni onun nazarındaküçültecek yüz kızartıcı bir hüküm giymeme sebepolabileceğini ve bu hükmün ona da zarar verebileceğini, buyüzden beni asla affetmeyebileceğini düşündüm veAlbertine'in dönmesini istemek şöyle dursun, dönmesindenkorkmaya başladım. Dönmesin diye ona bir telgraf çekmekgeçti içimden. Hemen ardından, geri dönmesi için şiddetli birarzu kapladı içimi, diğer her şeyi silip attı. Çünkü onadönmemesini söyleyip onsuz yaşama ihtimalini bir saniyedüşününce, ansızın, tam tersine, Albertine'in dönmesi uğrunabütün seyahatlerden, hazlardan, çalışmalardan feragat etmeyehazır hissettim kendimi! Ah! Albertine'e olan aşkım,Gilberte'e aşkımdan yola çıkarak istikbalini öngörebileceğimi

Page 40: Albertine Kay±p - Marcel Proust

zannettiğim bu aşk, diğerine tam ters yönde gelişmişti! Onugörmeden yaşamam imkansızdı. Ne kadar sıradan olursaolsun, yaptığım her harekette, (daha önce aynı hareket,Albertine'in varlığının yarattığı mutluluk havasıylasarmalanmış olduğundan,) ayrılığı yeni baştan, her seferindeaynı acıyla, yeni bir gayretle yaşamak zorunda kalıyordum.Sonra hayatın başka görünümleri bu yeni acıyla rekabetegiriyor, onu gölgede bırakıyordu; hatta baharın ilk günlerinedenk düşen o günlerde, Saint-Loup'nun Mme Bontemps'lagörüşmesini beklerken, Venedik'i ve tanımadığım güzelkadınları hayal ederek, tatlı huzur anları yaşadığım bile oldu.Bunu fark ettiğim anda, içimi bir korku, bir panik kapladı. Azönce tattığım huzur, içimde acıyla ve aşkla mücadele edecekve sonunda galip gelecek olan o kesintili, müthiş gücün ilkgörünüşüydü. Bir an bir önsezi, bir önbelirti olarak yaşadığımşey, ileride, benim için sabit bir durum, Albertine yüzündenartık acı çekmeyeceğim, onu artık sevmeyeceğim bir hayatolacaktı. Kendisini yenebilecek tek düşmanın unutuşolduğunu bir anda kavrayan aşkım, hapsedildiği kafesiniçinde, ansızın kendisini yutmaya hazırlanan pitonu gören biraslan gibi, korkudan titredi.

Her an Albertine'i düşünüyordum; Françoise, odamagirdiğinde, yürek daralmamı noktalayacak "Mektup yok"cümlesini söylemekte hep gecikiyordu. Yine de, zamanzaman kederimin arasına şu veya bu düşünceyi sokarak,kalbimi sarmalayan boğucu havayı biraz hafifletmeyi,tazelemeyi başarıyordum. Ama akşamları, uyumayıbaşarabilmişsem eğer, beni bir ilaç gibi uyutan şey,Albertine'in hatırası oluyordu sanki ve bu ilacın etkisi geçinceuyanıyordum. Uyurken her an Albertine'i düşünüyordum. Buuyku, Albertine'in bana verdiği, ona ait, özel bir uykuydu ve

Page 41: Albertine Kay±p - Marcel Proust

ayrıca bu uyku sırasında, gündüzki gibi başka bir şeydüşünme özgürlüğüne sahip değildim. Uykuyla Albertine'inhatırası, uyumak için karıştırılarak alınan iki maddeydi. Öteyandan, uyanık olduğum saatlerde, ıstırabım, gün geçtikçeazalacağına, giderek artıyordu. Unutuş, görevini yerinegetirmiyor değildi, ama aynı zamanda özlenen görüntününülküselleştirilmesine ve dolayısıyla, ilk andaki acının, onupekiştiren benzer acılarla bütünleştirilmesine katkıdabulunuyordu. Yine de bu, tahammül edilebilir bir görüntüydü.Ama birden, Albertine'in odasını, boş kalan yatağını,piyanosunu, otomobilini düşündüğümde, bütün gücümükaybediyor, gözlerimi kapıyor, bayılmak üzereymişim gibi,başımı sol omzuma yatırıyordum. Kapı sesleri de, o kapılarıAlbertine açmadığı için, neredeyse aynı acıyı yaşatıyordubana.

Saint-Loup'dan telgraf gelme ihtimali belirdiğinde, "Telgrafgeldi mi?" diye sormaya cesaret edemedim. Sonunda birtelgraf geldi, ama her şeyi erteleyen bir telgraftı sadece:HANIMLAR ÜÇ GÜNLÜK SEYAHATE ÇIKMIŞ. Hiçşüphe yok ki, Albertine gittiğinden bu yana geçen dört günü,kendi kendime, "Biraz zamana ihtiyaç var sadece, haftasonuna kalmadan dönmüş olacak," diyerek geçirebilmiştim.Ama bunu düşünmeme rağmen, kalbimin, vücudumunyapması gerekenler değişmiyordu: onsuz yaşamak, eve dönüponu bulamamak, onun içeride olmadığını bilerek odasınınönünden geçmek –kapıyı açmaya henüz cesaretim yoktu– onaiyi geceler dilemeden yatmak; kalbim bunların hepsini okorkunç bütünlükleriyle, sanki Albertine'i bir dahagörmeyecekmişim gibi gerçekleştirmek zorundaydı. Her bireylemi dörder kere gerçekleştirmiş olması, bundan böyle degerçekleştirmeye devam edebileceğini kanıtlıyordu. Ve belki

Page 42: Albertine Kay±p - Marcel Proust

de yakında, bu şekilde yaşamayı sürdürmeme yardımcı olandüşünceye –Albertine'in yakında döneceği beklentisine–yürüme alışkanlığını tekrar kazanan ve koltuk değneklerindenvazgeçen bir yaralı misali, ihtiyaç duymayacaktım artık.Akşam eve döndüğümde, Albertine'in beni evde beklediğionca akşamın bitmez tükenmez bir dizi halinde birbirineeklenen hatıraları, hala soluğumu kesiyor, beni boğucu biryalnızlığa gömüyordu elbette; ama aynı zamanda öncekigecenin ve ondan da önceki üç gecenin, yani Albertine'ingidişinden bu yana geçen dört gecenin hatırası da vardı; budört geceyi onsuz, tek başıma geçirmiş ve buna rağmenhayatta kalmıştım, dört gece geçmişti bile, diğeriylekıyaslandığında kısacık bir hatıralar şeridiydi, ama geçen hergünle birlikte uzayacaktı belki. Mme de Guermantes'ın,Paris'in en güzel kızı sayılan bir yeğeninden o sırada aldığımaşk mektubundan da, kızlarının mutluluğu uğruna böylesineeşitsiz bir evliliğe razı olan annesiyle babasının adına,Guermantes Dükü'nün benimle konuşmasından da sözetmeyeceğim. İzzetinefsimizi okşayabilecek bu tür olaylar,âşıkken bize fazlasıyla acı verir. Hakkımızda bu kadar olumlubir yargısı olmayan kişiye bu olayları aktarma arzusuduyabilir, ama o kadar kaba olamayız; zaten hakkımızdabambaşka bir yargıya varılabileceğini bilmek de, onun fikrinideğiştirmeyecektir. Dükün yeğeninin bana yazdıkları,Albertine'i sinirlendirirdi ancak. Uyanır uyanmaz, kederim,uykuya dalmadan önce bir ara kapattığım, ama akşama kadarönümde açık duracak bir kitap gibi, kaldığım yerden devamediyordu; ister içeriden gelsin, ister dışarıdan, her duyu,mutlaka Albertine'e ilişkin bir düşünceyle bağdaşıyordu. Kapıçalınıyordu: Albertine'den bir mektup, belki de kendisigelmişti! Kendimi iyi hissediyorsam, fazla bedbaht değilsem,

Page 43: Albertine Kay±p - Marcel Proust

kıskançlığım, kırgınlığım geçiveriyordu; onu bir an öncegörmek, öpmek, ömrümü neşe içinde, onunla birliktegeçirmek istiyordum. Ona, "ACELE GELEN" diye bir telgrafçekmek, o anda çok basit geliyordu bana; sanki yeni ruhhalim, sadece benim eğilimlerimi değiştirmekle kalmıyor,benim dışımdaki şeyleri de değiştirip kolaylaştırıyordu.Karamsar bir ruh hali içindeysem, Albertine'e öfkem bütüngücüyle canlanıyor, içimde onu öpme isteği kalmıyordu, beniasla mutlu edemeyeceğini hissediyor, ona kötülük etmektenve başkalarına ait olmasını engellemekten başka bir şeyistemiyordum. Ama bu iki zıt ruh halinin sonucu tıpatıpaynıydı. Albertine'in bir an önce dönmesi gerekiyordu.Bununla birlikte, dönüşü, beni o an ne kadar mutlu etse de,kısa süre içinde, aynı sorunların baş göstereceğini vemutluluğu manevi arzunun tatmininde aramanın, dümdüzyürüyerek ufka varmaya çalışmak kadar nafile bir uğraşolduğunu da seziyordum. Arzu ilerledikçe, gerçek sahiplenmede giderek uzaklaşır. Dolayısıyla, mutluluğa ya da en azındanıstırap çekmeme haline ulaşılabilse dahi, peşine düşülmesigereken şey, arzunun tatmini değil, giderek azaltılıp nihayetyok edilmesidir. Sevdiğimiz varlığı görmeye çalışırız, oysagörmemeye çalışmamız gerekir, çünkü sadece unutmak,arzuyu yok edebilir. Sanırım bir yazar, bu tür gerçekleri kitaphalinde yayımlayacak olsa, kitabını, yakınlaşmak istediği birkadına, "Bu kitap senindir," diyerek ithaf ederdi. Böylece,kitabında gerçekleri dile getirmiş, ama ithafında yalansöylemiş olurdu; çünkü kitabın kadına ait olmasına verdiğiönem, kadının kendisine hediye ettiği ve yazarın, sadecekadını sevdiği sürece değer vereceği taşın önemine eşitolacaktır. Bir insanla aramızdaki bağlar, sadece zihnimizdemevcuttur. Hafıza, zayıfladıkça bu bağları gevşetir; kanmak

Page 44: Albertine Kay±p - Marcel Proust

istediğimiz ve başkalarını, aşk, dostluk, kibarlık adına, herkesne der korkusuyla veya görev duygusuyla inandırdığımızhayale rağmen, tek başımıza var oluruz. İnsanoğlu, kendidışına çıkamayan, başkalarını ancak kendi içinde tanıyabilenve aksini iddia ettiğinde yalan söyleyen bir yaratıktır. Benim osırada Albertine'e duyduğum ihtiyacın, aşkın elimdenalınması, mümkün olsa, beni o kadar korkuturdu ki, buihtiyacın ve bu aşkın, hayatım açısından değerli olduğunakanaat getirmiştim. Touraine'e giden trenin uğradığıistasyonların adını duyup büyülenmemek, ıstırap çekmemek,(aslında, sırf Albertine'e karşı kayıtsızlaştığımı kanıtladığıiçin) kendi benliğimin yoksullaşması demekti benimgözümde. Her an Albertine'in ne yaptığını, ne düşündüğünü,ne istediğini, dönmeye niyeti olup olmadığını, dönüpdönmeyeceğini merak ederek aşkın içimde açtığı irtibatkapısını açık tutmakla, tekrar durgunlaşmaması gerekengölete, açık kapaklardan bir başkasının hayatının doluşunuhissetmekle iyi ettiğimi düşünüyordum. Kısa bir süre sonra,Saint-Loup'nun suskunluğunun uzamasıyla, ikinci bir kaygı –Saint-Loup'dan bir telgraf, bir telefon bekleyişi– sonucailişkin ilk kaygıyı, yani Albertine'in dönüp dönmeyeceğinedair endişemi gölgede bıraktı. Telgrafı beklerken, her sesekulak kabartmak, benim için o kadar dayanılmaz olmuştu ki,o sırada tek düşüncem olan bu telgrafın gelişi, içeriği neolursa olsun, çektiğim acılara bir son verecekmiş gibigeliyordu bana. Ama Robert'den nihayet bir telgraf alıp, MmeBontemps'la görüştüğünü, fakat onca tedbire rağmen,Albertine tarafından görüldüğünü ve bu yüzden bütünplanların suya düştüğünü okuyunca, öfke ve umutsuzluktangözüm döndü; çünkü bu, en çok kaçınmak istediğim şeydi.Saint-Loup'nun seyahatini Albertine'in öğrenmesi, ona

Page 45: Albertine Kay±p - Marcel Proust

öylesine muhtaç olduğum izlenimini uyandıracaktı ki, olsaolsa dönmekten vazgeçirebilirdi Albertine'i; ayrıca, aşkımınGilberte döneminde sahip olduğu, sonra kaybettiğigururundan geriye kalan tek şey, böyle bir izlenimuyandırmaktan duyduğum korkuydu. Robert'e lanetlerokuyordum; sonra, madem bu plan yürümedi, başka bir yolbulurum diye düşündüm. Madem ki insan dış dünyayıetkileyebiliyordu, kurnazlığı, zekâyı, çıkarı, sevgiyi devreyesokacak, o korkunç şeyi, Albertine'in yokluğunu ortadankaldıracaktım mutlaka. Etrafımızda olup bitenleri, arzumuzabağlı olarak değiştirebileceğimizi zannederiz; buna inanırız,çünkü bundan başka olumlu hiçbir çözüm görmeyiz. Enyaygın, üstelik olumlu çözümü düşünmeyiz: Olaylarıarzumuza bağlı olarak değiştiremeyiz, ama zamanla arzumuzdeğişir. Tahammül edemediğimiz için değiştirmeyiumduğumuz duruma karşı kayıtsızlaşırız. Aşmaya kesinkararlı olduğumuz engeli aşamayız, ama hayata kapılıp oengelin etrafından dolaşır, önüne geçeriz; o zaman dönüpuzaktaki geçmişe baktığımızda, engel o kadar görünmezolmuştur ki, zorlukla seçeriz onu. Üst kattaki komşu hanımınManon'dan ezgiler çaldığını işittim. Ezbere bildiğim sözleriniAlbertine'le bana uyarlayınca öyle duygulandım ki, ağlamayabaşladım. Güfte şöyleydi:

Ne yazık! Bilhassa geceleri,Kendini esir saydığı odadan kaçan kuş,Dönerek çarpar cama, biter ümitsiz uçuş.

ve Manon'un ölümü:

Manan, cevap ver!Ruhumun tek aşkı

Page 46: Albertine Kay±p - Marcel Proust

Kalbinin saflığını daha yeni anladım ben.

Manon sonunda Des Grieux'ye döndüğüne göre, ben deAlbertine'in hayattaki tek aşkı olmalıydım. Ne yazık ki,Albertine o anda aynı ezgiyi duymuş olsa, Des Grieux adınıverdiği sevgili, herhalde ben olmazdım; böyle bir şeyaklından geçse bile, benim hatıram, bu müziği dinleyinceduygulanmasına engel olurdu, oysa bu müzik, daha ince vebaşarılı bir beste olmakla birlikte, Albertine'in sevdiği türdenbir müzikti. Bana gelince, Albertine'in bana "ruhumun tekaşkı" demesini ve "kendini esir saydığı" yer konusundayanıldığını kabul etmesini düşünmenin hoşluğuna kendimibırakacak cesaretim yoktu. Bir romanı okurken, kadınkahramana, sevdiğimiz kadının yüz hatlarını yakıştırmamanınimkânsız olduğunu biliyordum. Ama kitap mutlu bir sonabağlansa da, bizim aşkımız olduğu yerde saymıştır ve kitabıkapattığımızda, sevdiğimiz, romanda nihayet bize gelmiş olankadın, hayatta bizi daha fazla sevmemektedir. Öfkedenküplere binerek, Saint-Loup'ya, en kısa zamanda Paris'edönmesi için telgraf çektim; ne pahasına olursa olsun gizlitutmak istediğim bu planda, bir de ısrar edermiş gibi görünüp,durumu iyice ağırlaştırmaktan kaçınmalıydım en azından.Ama daha Robert talimatıma uygun şekilde Paris'edönmeden, Albertine'den şöyle bir telgraf aldım: SEVGİLİDOSTUM, ARKADAŞINIZ SAİNT-LOUP'YU TEYZEMEGÖNDERMENİZ ÇOK SAÇMAYDI. CANIMARKADAŞIM, BANA İHTİYAÇ DUYDUYSANIZ, NİÇİNDOĞRUDAN BANA YAZMADINIZ? SEVE SEVEDÖNERDİM SİZE; BİR DAHA BÖYLE ANLAMSIZYOLLARA BAŞVURMAYIN. "Seve seve dönerdim size!"Böyle söylediğine göre, demek gittiğine pişmandı, dönmek

Page 47: Albertine Kay±p - Marcel Proust

için bahane arıyordu. Demek ki onun dediğini yapmamyeterliydi; ona ihtiyacım olduğunu yazarsam dönecekti.Demek ki onu, Albertine'i, Balbec'teki Albertine'i tekrargörecektim (çünkü gittiğinden beri, gözümde yine Balbec'tekiAlbertine olmuştu. Tıpkı hep konsolun üstünde durduğu içinhiç dikkat etmediğimiz, ama başkasına verip ya da kaybedipondan ayrıldığımızda, uzun zaman sonra ilk kezdüşündüğümüz bir denizkabuğu gibi, Albertine de banadenizin mavi tepelerinin neşeli güzelliğini hatırlatıyordu).Sadece Albertine, hayali, yani arzulanır bir varlığadönüşmekle kalmamış, Albertine'le hayat da, hayali, yanibütün zorluklardan arınmış bir hayata dönüşmüştü; öyle ki,"Birlikte ne kadar mutlu olacağız!" diyordum kendi kendime.Ama madem ki döneceğinden emindim artık, acele ediyormuşgibi görünmemeli, aksine, Saint-Loup'nun girişimininolumsuz etkisini silmeye çalışmalıydım; daha sonra, planınbana ait olduğunu inkâr edip Saint-Loup'nun, evlenmemizeöteden beri taraftar olduğu için, kendi başına hareket ettiğinisöyleyebilirdim pekâlâ.

Bu arada Albertine'in mektubunu tekrar okudum; birmektupta, onu yazan insana ait pek az şey bulunması, benihayal kırıklığına uğrattı. Kâğıdın üzerinde yazılı harfler, tıpkıyüz hatlarımız gibi, düşüncelerimizi ifade eder şüphesiz; heriki durumda da, karşımızda bir düşünce vardır. Buna rağmen,kişide düşünceyi, bir nilüfer gibi açılan çehreye yayıldıktansonra görürüz. Bu da, düşünceyi oldukça farklılaştırır. Aşktasürekli hayal kırıklığına uğramamızın bir nedeni de, busürekli sapmalardır belki; sapmalar yüzünden, sevdiğimizideal varlığı beklerken, her randevu, hayalimizden pek az iztaşıyan, etten kemikten bir insan çıkarır karşımıza. Sonra,ondan bir şey talep ettiğimizde, o insanın kendisinden bile

Page 48: Albertine Kay±p - Marcel Proust

pek az iz taşıyan bir mektup alırız; tıpkı cebirde kullanılanharflerde, toplanan meyve ya da çiçeklerin niteliğini zateniçermeyen rakamlardaki kesinliğin bulunmaması gibi. Oysaaşk, sevgili, sevgilinin mektupları, yine de, –birinden ötekinegeçiş ne kadar az tatmin sağlasa da–, aynı gerçekliğin birertercümesidir belki; çünkü mektup, ancak onu okuduğumuzdabize yetersiz gelir,. ama mektup gelinceye kadar ölüp ölüpdiriliriz; gelen mektup, o küçük karalanmış işaretlerinde birsözün, tebessümün veya öpücüğün kendisinin değil, sadeceifadesinin bulunduğunu sezen arzumuzu tatmin edemese de,yüreğimizdeki sıkışmayı giderir. Albertine'e cevap yazdım:

Sevgili dostum, tanı size mektup yazmak üzereyken,telgrafınızı aldım; size ihtiyacını olduğu takdirde, hemengeleceğinizi söylediğiniz için teşekkür ederim; eski birdosta gösterdiğiniz bu yüce sadakat, büyük bir incelik, busözleriniz size olan hayranlığımı olsa olsa artırabilir. Amahayır, sizden dönmenizi rica etmedim, etmeyeceğim de;tekrar görüşmek, epeyce uzak bir tarihten önce görüşmek,sizin gibi kalpsiz bir genç kıza acı vermeyebilir belki.Zaman zaman kayıtsızlıkla suçladığınız benim içinse,büyük bir ıstırap olur. Hayat bizi ayırdı. Çok akıllıcabulduğum bir karar verdiniz ve bu kararı, tam zamanında,olağanüstü bir önseziyle verdiniz: Bir gün önce,annemden, size evlenme teklif etmemi onayladığınıbildiren bir mektup alınıştım. Bunu size, sabahuyandığımda, annemin mektubunu alınca (sizinkiyle aynıanda geldi!) haber verecektim. Belki bu haber üzerinegitmeye çekinecek, beni üzmekten korkacaktınız. Belkihayatlarımızı birleştirecek ve kim bilir, bedbaht olacaktık.Eğer böyle olacak idiyse, akıllılığınız için bin yaşayın.

Page 49: Albertine Kay±p - Marcel Proust

Tekrar görüşecek olsak, basiretinizin meyvesini alamayız.Tekrar görüşme fikrinin beni cezbetmediğini iddia ediyordeğilim. Ama bu cazibeye direnmemden gurur payı daçıkarmıyorum. Ne kadar tutarsız bir insan olduğumu ve nekadar çabuk unuttuğumu biliyorsunuz. Kısacası, pek deacınacak durumda değilim. Sizin de sık sık söylediğinizgibi, ben alışkanlıkların insanıyım. Sizsiz edinmeyebaşladığım alışkanlıklar henüz pek güçlü değiller. Sizinlebirlikte edindiğim, gidişinizle bozulan alışkanlıklar, şuanda daha güçlü elbette. Ama bu durum, pek de uzunsürmeyecek. Hattâ bu yüzden, tekrar görüşmemiz, henüzbenim nazarımda, iki hafta, belki de daha kısa süre sonraolacağı gibi, bir rahatsızlığa dönüşmemişken,(açıksözlülüğümü affedin), şu son birkaç gündenyararlanmayı düşünmüştüm –nihai unutuştan önce, bugünlerden yararlanıp, sizinle ufak tefek maddi bazıkonuları halletmek istiyordum; o iyi yürekli, şefkatlidostluğunuzla, beş dakikalığına kendisini nişanlınızzanneden zavallıya yardımcı olabilirdiniz. Anneminonayını alacağımdan şüphem yoktu, öte yandan, ikimizinde özgür olmasını istiyordum; siz müthiş bir cömertlikle,aşırılıkla, özgürlüğünüzden feragat etmiştiniz, birkaçhaftalığına birlikte yaşarken kabullenilebilse de,ömrümüzü birlikte geçirme durumunda (bu satırlarıyazarken, o durumun gerçekleşmesine ramak kaldığını,birkaç saniye yüzünden değiştiğini düşünmek, neredeyseıstırap veriyor bana), böyle bir fedakârlık, ikimiz için dedayanılmaz olacaktı; işte bu yüzden, mümkün mertebebağımsız bir ortak hayatımız olsun diye planlar yapmayabaşladım, her şeyden önce, ben hastalığımdan ötürü sizilimanda beklerken, sizin gezebileceğiniz bir yatınız olsun

Page 50: Albertine Kay±p - Marcel Proust

istedim ve Elstir'in zevkini takdir ettiğiniz için, onamektup yazıp akıl danıştım. Karada da, istediğiniz gibiçıkıp gezebilmeniz, seyahat edebilmeniz için, sadece sizeait bir otomobiliniz olsun istiyordum. Yat neredeysehazırdı, adı, Balbec'te dile getirdiğiniz isteğinize uygunşekilde, Kuğu. Otomobillerden en çok Rolls'larısevdiğinizi hatırlayarak bir Rolls-Royce ısmarlamıştım.Artık birbirimizi görmeyeceğimize göre, size tekneyi de,otomobili de kabul ettirme amudum olmadığı (ve benimhiçbir işime yaramayacakları) için, bu siparişleri iptalederseniz, (onları bir aracıya, ama sizin adınıza siparişetmiştim,) beni bu gereksiz yat ve otomobildenkurtarabileceğinizi düşündüm. Ama bunun için ve dahabirçok şey için, karşılıklı konuşmamız gerekirdi. Ne varki, benim sizi tekrar sevme ihtimalim olduğu sürece (fazlauzun bir süre olmayacak bu), bir yelkenli ve bir Rolls-Royce uğruna görüşüp sizin mutluluğunuzu tehlikeyeatmamız çılgınlık olur; çünkü siz, mutluluğun bendenuzakta yaşamak olduğuna karar verdiniz. Hayır, Rolls'u vehattâ yatı da geri vermemeyi tercih ediyorum. İkisini dekullanmayacağıma ve muhtemelen biri sürekli karayaçekilmiş halde limanda, öbürü de garajda duracağına göre,yatın ... kısmına (yanlış bir terim kullanıp günah işleyereksizi dehşete düşürmeye cesaret edemedim), Mallarme'ninçok sevdiğiniz şu dizelerini yazdıracağım:

Geçmişten bir kuğu hatırlar kendiniMuhteşemdi ama kurtuluşu yoktuSöyleyemeyecekti hayatın şarkısınıKısır kışın kara kasveti ışıdığında.

Page 51: Albertine Kay±p - Marcel Proust

Hatırlarsınız: Bakir, canlı ve güzel bugün dizesiylebaşlayan şiir. Heyhat! Bugün ne bakir, ne de güzel artık.Ne var ki, benim gibi, pek yakında bugünü, tahammüledilebilir bir "yarın"a dönüştüreceklerini bilenleretahammül etmek, zordur. Rolls'a gelince, ona, aynı şairin,anlayamadığınızı söylediğiniz şu dizeleri daha çok yakışır:

Dingilde gök gürler ve yakutlarBana bakan sevincimi anlarGörmekten bu ateşin deldiği havada

Sanki erguvani ölümünüAkşam arabamın tekerleğininDağılmış krallıklarla beraber.

Ebediyen elveda, sevgili Albertine'ciğim, ayrılmadanbir gün önce, birlikte yaptığımız o güzel gezinti için tekrarteşekkür ederim. Bende çok güzel bir hatıra bıraktı.

Not: Saint-Loup'nun teyzenize sözümona tekliflerdebulunmuş olması konusunda bir şey söylemiyorum (ayrıcaSaint-Loup'nun Touraine'de olduğunu da hiçsanmıyorum). Slıerlock Holmes hikâyesi gibi. Siz beni nesanıyorsunuz?

Hiç şüphesiz, nasıl ki geçmişte, Albertine'e, beni sevsindiye, "Sizi sevmiyorum," dediysem, benimle çok sık görüşsündiye, "Ben insanları görmeyince unuturum," dediysem, ayrılıkfikrinin önüne geçmek için, "Sizden ayrılmaya karar verdim,"dediysem, şimdi de, bir hafta içinde mutlaka dönmesiniistediğim için, "Ebediyen elveda," onu tekrar görmekistediğim için, "Sizinle görüşmem tehlikeli olurdu," ondanayrı yaşamak bana ölümden beter geldiği için,"Haklıymışsınız, birlikte bedbaht olacaktık," diyordum.

Page 52: Albertine Kay±p - Marcel Proust

Heyhat! Albertine'e, kendisine ihtiyacım yokmuş gibigörünmek için (Gilberte'e olan eski aşkımdan, Albertine'eolan aşkıma geçen tek gurur kalıntısı) ve onu değil, sadecebeni duygulandırabilecek bazı şeyleri söylemenin zevkiuğruna yazdığım bu sahte mektubun, olumsuz, yani benimsözlerimi onaylayan bir cevaba yol açabileceğini, öncedendüşünmem gerekirdi; hattâ böyle olması muhtemeldi, çünküAlbertine bu kadar akıllı olmasa bile, söylediklerimin yalanolduğundan bir an bile şüpheye düşmezdi. Mektubumda ifadeettiğim istekler bir yana, sırf mektup yazmış olmam bile,(hattâ mektup, Saint-Loup'nun girişiminden önce de yazılmışolsa,) onun dönmesini istediğimi kanıtlamaya ve kendikurduğum tuzağa düşüp, iyice gömülmemi uzaktan seyretmekkonusunda onu ikna etmeye yeterdi. Olumsuz bir cevapgelmesi ihtimalini öngördükten sonra da, bu cevabın, aniden,Albertine'e olan aşkımı had safhada alevlendireceğiniöngörmem gerekirdi. Yazdığım mektubu göndermeden önce,bir de şu soruyu sormam gerekiyordu kendi kendime: EğerAlbertine aynı tonda cevap yazıp, dönmek istemezse,ıstırabıma hâkim olabilecek miydim, suskun kalabilecekmiydim, GERİ DÖNÜN diye bir telgraf çekmeden, bir başkaaracı göndermeden durabilecek miydim? Çünkü bir dahagörüşmeyeceğimizi yazdıktan sonra, bir haber ulaştırmak,ondan vazgeçemediğimi açıkça ortaya dökmek demekti veonun daha da şiddetle reddetmesi, benimse, ıstırabıma dahafazla dayanamayıp evine gitmem ve kim bilir, belki dekapıdan geri çevrilmem sonucunu doğururdu. Bu da, üçbüyük gaftan sonra, en beteri olurdu; ondan sonra kapısınınönünde intihar etmekten başka seçeneğim kalmazdı. Ne varki, psikopatoloji âleminin korkunç yasalarına göre, önemlekaçınılması gereken eylem, gaf olan eylem, aynı zamanda

Page 53: Albertine Kay±p - Marcel Proust

sakinleştirici eylemdir, sonucunu öğreninceye kadar bize yeniumut kapıları açarak, reddedilmenin verdiği dayanılmaz acıyıgeçici olarak dindiren eylemdir. Öyle ki, acı fazlasıyla güçlüolduğunda, gafa gözümüz kapalı dalarız; mektup yazar, biriniricacı gönderir, görüşmeye gider, sevdiğimiz kadındanvazgeçemediğimizi kanıtlarız.

Ama ben, bunların hiçbirini öngöremedim. Aksine, bumektubun sonucunda, Albertine'in hiç vakit geçirmedendöneceğini zannediyordum. İşte bu yüzden, bu sonucudüşünerek, mektubu büyük bir zevkle yazmıştım. Öte yandan,yazarken durmadan ağlamıştım; bunun en belirgin nedeni,sahte ayrılık oyununu oynadığım günküne benzer şekilde, zıtbir amaç gütmelerine rağmen, ifade ettikleri fikri gözümdecanlandıran bu sözlerin, (gururum yüzünden, aşkımı itirafetmemek için söylediğim yalanların,) içlerinde hüzünbarındırmasıydı; ama bir başka nedeni de, bu fikirde doğrulukpayı bulunduğunu hissetmemdi. Mektubun sonucundan eminolduğum için, gönderdikten sonra pişmanlık duydum. ÇünküAlbertine'in, meğer ne kolay olan dönüşünü gözümdecanlandırınca, ansızın evliliğimizin aleyhindeki bütünsebepler, var güçleriyle ortaya çıktılar. Albertine'in dönmeyireddedeceğini umuyordum. Özgürlüğümün, bütünistikbalimin onun ret cevabına bağlı olduğunu, yazmaklaçılgınlık ettiğimi, maalesef postaya verilmiş olan mektubugeri almam gerektiğini düşünüyordum ki, Françoise, aşağıdanaldığı gazeteyle birlikte mektubu da geri getirdi. Kaç pulyapıştırması gerektiğini bilememişti. Ama derhal fikirdeğiştirdim; umduğum, Albertine'in geri dönmemesiydi, fakatbu kararı onun vermesini ve kaygılarımı noktalamasınıistiyordum, mektubu tekrar Françoise'a vermeye niyetlendim.Gazeteyi açtım. Berma'nın ölüm haberi vardı. Bunun üzerine,

Page 54: Albertine Kay±p - Marcel Proust

Phaidra'yı iki farklı izleyişimi hatırladım ve ifşaat sahnesini,ikisinden de farklı bir şekilde düşündüm. Bana öyle geliyorduki, kendi kendime defalarca ezberden okuduğum ve tiyatrodaduyduğum dizeler, kendi hayatımda yüz yüze geleceğimyasaların ifadesiydi. Ruhumuzda, ne kadar önem verdiğimizibilmediğimiz şeyler vardır. Ya da bunlar olmadan yaşıyorsak,onlara sahip olmayı, başaramama veya acı çekme korkusuylaher gün ertelediğimiz içindir. Ben Gilberte'ten vazgeçtiğimizannettiğimde olan, buydu. Söz konusu şeylerden henüztamamen kopmamışken –kopuş, bizim zannettiğimizden çokdaha sonra gerçekleşir–, örneğin sevdiğimiz kız nişanlanacakolsa, çılgına döneriz, daha önce hüzünlü bir sükûnet hali diyedeğerlendirdiğimiz hayata tahammül edemeyiz. Ya da, eğersöz konusu şeye sahipsek, onun bize yük olduğunu, ondankurtulmaya can attığımızı zannederiz; Albertine örneğindeöyle olmuştu. Ama kayıtsız olduğumuz kişi bizi terk etse,artık ona sahip olmasak, yaşamamız imkânsız hale gelir.Phaidra'daki tartışmanın, işte bu iki durumu birleştirdiğinisöyleyemez miyiz? Hippolytos gitmek üzeredir. O âna kadarısrarla Hippolytos'un hıncını körüklemiş olan Phaidra, kendisözlerine, daha doğrusu şairin kendisine söylettiği sözlerebakılacak olursa, vicdanı yüzünden, ama aslında, işin nereyevaracağını göremediği ve sevilmediğini hissettiği için, dahafazla dayanamaz. Hippolytos'a gidip aşkını itiraf eder; benimsık sık ezberden okuduğum sahne de buydu:

Müstakbel bir ayrılık sizi bizden çabucak ayıracakmış.

Hiç şüphesiz, Theseus'un ölümüyle kıyaslanınca,Hippolytos'un gidişinin, ikincil bir neden olduğudüşünülebilir. Aynı şekilde, birkaç dize sonra, Phaidra'nın,sözleri yanlış anlaşılmış gibi yapmasını:

Page 55: Albertine Kay±p - Marcel Proust

...Hiç mi umursamaz oldum ben gururumu? ifşaatınınHippolytos tarafından geri çevrilmesine bağlayabiliriz:

Hanımefendi, hatırlamaz mısınız?Babam benim Theseus, sizin de kocanız.

Ama Hippolytos olumsuz cevap vermese, mutluluğakavuşan Phaidra, aynı duyguyu, mutluluğunun pek de bir şeyifade etmediği duygusunu yaşayabilirdi. Fakat mutluluğuelinden kaçırdığını, Hippolytos'un, yanlış anladığını zannedipözür dilediğini görünce, benim Françoise' a mektubu gerivermem gibi, ret cevabının Hippolytos'tan gelmesini, şansınısonuna kadar denemeyi ister:

Ah zalim seni, pekâlâ anladın sen beni!

Hattâ bana anlatılanlara göre, Swann'ın Odette'e veyabenim Albertine'e karşı katılığım, eski aşkın yerine,merhamet, şefkat ve içini dökme ihtiyacından oluşan, ilkaşkın bir çeşitlemesinden ibaret olan yeni bir aşk koyankatılık bile mevcuttur bu sahnede:

Nefretin artıyordu, benimse sevgim.Bu dertler, bu bela sana yakışıyordu.

Phaidra'nın her şeyden çok gururunu önemsemediğinikanıtlayan şey, o anda Hippolytos'un Arikia'yı sevdiğiniöğrenmese, Hippolytos'u affedip Oenone'nin öğütlerini kulakardı etmeye hazır olmasıdır. Çünkü aşkta her türlü mutluluğunkaybı dernek olan kıskançlık, şöhretin lekelenmesinden dahaönemlidir. Bunun üzerine Oenone'nin (yani kendi benliğininen kötü yönünün) Hippolytos'a iftira etmesine izin verir, onusavunmayı üstlenmez ve böylece, kendisini istemeyen erkeği,

Page 56: Albertine Kay±p - Marcel Proust

felaketlerle dolu bir kadere teslim eder; ne var ki, bufelaketler, Phaidra için teselli olmaz, Hippolytos'unölümünden kısa bir süre sonra, Phaidra intihar eder. Enazından ben bu sahneyi böyle görüyor, Racine'in, Phaidra'nınsuçunu hafifletmek için ona atfettiği –Bergotte'un deyimiyle–"sert" tereddütleri fazla hesaba katmayarak, kendihayatımdaki aşk olaylarının adeta bir kehaneti olarakyorumluyordum. Ama bütün bu düşünceler kararımı katiyenetkilemedi, mektubu postalasın diye Françoise'a uzattım;Albertine'le temas kurma girişimi, gerçekleşmediğiniöğrendiğim andan itibaren, bana kaçınılmaz gelmeyebaşlamıştı. Arzularımızın tatmin edilmesini pekönemsememek, hatalı bir düşünce olsa gerektir; çünkü birarzumuzun gerçekleşemeyeceğini düşündüğümüz anda, onutekrar önemseriz; ancak gerçekleşeceğinden kesinlikle eminolduğumuz zaman, peşinden koşulmaya pek de değmediğinehükmederiz. Her şeye rağmen, haklı olduğumuz bir taraf davardır. Çünkü arzuların gerçekleşmesi ve mutluluk, sadecekesin olduklarında küçük görünseler de, bir dengesizlikhalidirler ve ancak keder doğurabilirler. Arzu ne kadareksiksiz biçimde gerçekleşmişse, keder de o kadar derin olur;mutluluk doğa yasasına aykırı biçimde biraz uzamış,alışkanlıkla pekişmişse, keder iyice dayanılmaz olur. Bu ikieğilim, benim örneğimde mektubun mutlaka gitmesiniistemem ve gittiğini zannettiğimde de pişman olmam, birbaşka açıdan da birer gerçeklik payı içerirler. Birinci eğilimiele alacak olursak, hem mutluluk –ya da mutsuzluk– peşindekoşup, hem de yakında sonuçlarını sergilemeye başlayacakolan bu yeni eylemin, bizi mutlak umutsuzluğa düşürmeyecekbir beklenti hali yaratmasını istememiz, kısacası, mustaripolduğumuz hastalığı, bize daha az acı vereceğini

Page 57: Albertine Kay±p - Marcel Proust

zannettiğimiz başka kılıklara sokmak istememiz, son dereceanlaşılırdır. Ama ikinci eğilim de bir o kadar önemlidir, çünkügirişimimizin başarılı olacağı inancından kaynaklanır veyakında, arzumuzun tatmini karşısında yaşayacağımız hayalkırıklığının önceden sezilmiş bir başlangıcından başka şeydeğildir; başka ihtimalleri dışlama pahasına, kendimizimutluluğun bu biçimine mahkûm etmiş olmanınpişmanlığıdır. Mektubu Françoise'a geri verdim ve hemengidip postalamasını söyledim. Mektup yola çıkar çıkmaz,Albertine'in dönüşünü, çok yakında gerçekleşecek bir şey gibigörmeye başladım yine. Albertine'in döneceğini düşünmek,zihnimde hoş hayaller de canlandırıyor, böylece dönüşündenbeklediğim tehlikeleri bir ölçüde yumuşatıyordu. Nezamandır tatmadığım bu zevki, Albertine'le yan yana olmanınhoşluğunu düşünmek, sarhoş ediyordu beni.

Zaman geçer ve yalandan söylediğimiz her şey, yavaşyavaş gerçeğe dönüşür; bunu Gilberte tecrübesinden gayet iyiöğrenmiştim; hıçkırıklara boğulmuşken sergilediğim sahtekayıtsızlık, sonunda gerçek olmuştu; Gilberte'e yalandansöylediğim sözler, sonradan gerçek olmuş, hayat, yavaş yavaşbizi ayırmıştı. Bunu hatırlıyor ve şöyle diyordum kendikendime: "Albertine birkaç ay oyalanırsa, yalanlarım gerçekolacak. En zor anlar geride kaldığına göre, bu ayı geçirse dahaiyi olmaz mı? Geri dönerse, gerçek hayattan feragatedeceğim; evet, henüz o hayatın tadına varacak durumdadeğilim, ama zaman içinde, Albertine'in hatırası zayıfladıkça,gerçek hayat bana cazip görünmeye başlayabilir."

Unutuşun etkisini göstermeye başlamadığını iddiaetmiyorum. Ama unutmanın bir sonucu da, Albertine'inbirçok nahoş özelliğinin, onunla birlikteyken geçirdiğim

Page 58: Albertine Kay±p - Marcel Proust

sıkıcı saatlerin artık hatırıma gelmemesiydi; yani Albertineyanımdayken, olmamasını istememin nedenleri şimdi ortadankalkmıştı, artık yanımda olmasını istiyordum; unutmak, banaözet halinde, başkalarına duyduğum aşklarla süslenmiş birAlbertine görüntüsü sunuyordu. Aslında, beni ayrılığaalıştırma işlevini yerine getiren unutuş, bir yandan da,Albertine'i bana olduğundan daha sevimli göstererek,dönmesini daha çok arzulamama sebep oluyordu.

Albertine gittiğinden beri, sık sık, ağladığım anlaşılmazdiye düşündüğüm zamanlar, zili çalıp Françoise'ı çağırıyor,"Mademoiselle Albertine'in unuttuğu bir şey var mı diyebakmak gerek. Döndüğünde odası hazır olsun, temizlemeyiihmal etmeyin," diyordum. Ya da doğrudan şöylekonuşuyordum: "Mademoiselle Albertine daha geçen günsöylüyordu, durun bakayım, gitmeden bir gün önceydi..."Françoise'ın, Albertine'in gidişinden duyduğu iğrenç zevki,yokluğunun kısa süreceğini ima ederek azaltmak istiyordum;ayrıca, bu gidişin sözünü etmekten korkmadığımı dagöstermek istiyordum ona; bu gidişi –zorunlu bir gerilemeyi,önceden hazırlanmış bir plana uygun, stratejik bir çekilmediye nitelendiren kimi generaller gibi– kasti bir gidiş olaraksunmak, katiyen Albertine'le dostluğumun sonu değil,şimdilik gerçek anlamını söylemediğim bir olay gibigöstermek istiyordum. Sürekli Albertine'in adını anmaksuretiyle, onun gidişiyle boşalmış, nefes alınmaz hale gelmişo odaya adeta biraz hava girsin, ondan bir şeyler girsinistiyordum. Ayrıca, hepimiz, acımızın boyutlarını küçültmekiçin, o acıyı, konuşma diline, bir elbise siparişiyle akşamyemeği talimatının arasına sıkıştırırız.

Page 59: Albertine Kay±p - Marcel Proust

Françoise, Albertine'in odasını temizlerken meraka kapılıp,arkadaşımın, gece uyumadan önce çıkardığı özel eşyalarınıkoyduğu, gülağacından küçük komodinin çekmecesini açtı."Ah, beyefendi. Mademoiselle Albertine yüzükleriniunutmuş, çekmecede kalmışlar!" İçimden ilk geçen, "Onlarıkendisine göndermemiz gerekir," demekti. Ama bu,Albertine'in döneceğinden emin olmadığım izleniminiuyandıracaktı. Bir an susup, "Neyse," dedim, "dönüşüne pekaz kaldı, bu kadarcık zaman için göndermeye değmez. Verinbana, icabına bakarım." Françoise, kuşkulu bir tavırlayüzükleri verdi. Albertine'den nefret ediyordu, ama beni,kendinden yola çıkarak değerlendirdiği için de, kızarkadaşımın yazdığı bir mektubu bana verseler, açacağımıdüşünüyordu. Yüzükleri aldım. "Beyefendi, dikkatli olun,kaybetmeyin yüzükleri," dedi, "pek de güzeller! Küçükhanıma bunları beyefendi mi, başkası mı hediye ettibilmiyorum, ama hem zengin, hem de zevk sahibi biri olduğubelli!" - "Ben hediye etmedim," dedim, "zaten ikisi aynıkişinin hediyesi değil, birini teyzesi hediye etti, öbürünü dekendi aldı." - "Aynı kişinin hediyesi değil mi!" diye haykırdıFrançoise. "Beyefendi şaka ediyor herhalde, ikisi birbirinineşi, birine yakut kakılmış, ama ikisinin üstünde de aynı kartal,içinde aynı baş harfler var." Françoise beni ne kadarüzdüğünü hissediyor muydu, bilmem, ama o andadudaklarında beliren tebessüm, sonra iyice yerleşti. "Ne, aynıkartal mı? Çıldırmışsınız siz. Yakutsuz olanın üstünde birkartal var, ama ötekine bir insan başı işlenmiş." - "İnsan başımı? Nereden çıkardınız bunu beyefendi? Gözlükle bakmamyetti, kartalın kanatlarından biri olduğunu gördüm hemen;büyütecinizi alıp bakın beyefendi, öteki tarafta diğer kanadı,ortada da kafasıyla gagasını göreceksiniz. Tek tek her tüy

Page 60: Albertine Kay±p - Marcel Proust

belli oluyor. Çok güzel bir işçilik doğrusu!" Albertine'in banayalan söyleyip söylemediğini acilen öğrenme ihtiyacı,Françoise'ın karşısında haysiyetimi korumam ve bana işkenceetmekten olmasa bile, kız arkadaşımı aşağılamaktan aldığıfesatça hazzı ona tattırmamam gerektiğini unutturdu bana.Françoise'ın büyüteci getirmesini beklerken, nefesnefeseydim; büyüteci alıp, Françoise'a yakutlu yüzüktekikartalı göstermesini söyledim; diğer yüzükle aynı stilizasyonasahip kanatları, tek tek tüyleri, kartal başını tanımam zorolmadı. Françoise, iki yüzükteki benzer yazılara da dikkatimiçekti; yalnız yakutlu yüzüğe, başka yazılar da eklenmişti. Herikisinin de içinde, Albertine'in isminin başharfleri yazılıydı."Beyefendi, yüzüklerin aynı olduğunu anlamak için bütünbunlara ihtiyaç duymanıza şaşırdım," dedi Françoise."Yakından bakmasanız da, iki yüzükte aynı tarz, aynı biçim,altının aynı şekilde işlenmiş olduğu hissediliyor. Ben ilkbakışta, iki yüzüğün tek elden çıktığına yemin edebilirdim. İyibir aşçının yemeği gibi, kendini belli ediyor." Gerçekten de,Françoise'ın nefretle körüklenen, ayrıntıları ürkütücü birkesinlikle gözlemeye alışkın hizmetkâr merakına, doğuştansahip olduğu zevk de eklenince, bu uzman değerlendirmesiçıkmıştı ortaya; Françoise'ın mutfakta da sergilediği bu zevki,Balbec'e giderken giyiminde dikkatimi çekmiş olan bir şey,gençliğinde güzel olan, başkalarının mücevherlerine,kıyafetlerine dikkat eden kadınların süs merakı dapekiştiriyordu belki. Çayı fazla kaçırdığımı hissettiğim birgün, ilaçları karıştırıp birkaç veronal yerine kafein haplarıalmış olsam, kalbim ancak bu kadar çarpabilirdi. Françoise'aodadan çıkmasını söyledim. Albertine'i derhal görebilmeyiisterdim. Yalanlarının uyandırdığı dehşete, meçhul birineyönelik kıskançlığıma, bir de Albertine'in böyle hediyeler

Page 61: Albertine Kay±p - Marcel Proust

kabul etmesinin verdiği acı ekleniyordu. Evet, ben onabundan fazlasını hediye etmiştim, ne var ki, metrestuttuğumuz bir kadına, başkalarının da metresi olduğunubilmediğimiz sürece, metres gözüyle bakmayız. Bununlabirlikte, onun için bol bol para harcamayı hep sürdürdüğümegöre, demek ki onu, düşük ahlâkına rağmen kabul etmiştim;onda bu ahlâksızlığı desteklemiş, belki artırmış, belki deyaratmıştım. Sonra, hepimiz acımızı yatıştıracak masallaruydurma yeteneğine sahip olduğumuz için, nasıl ki açlıktanölmek üzereyken, tanımadığımız birinin bize yüz milyonlukbir servet bırakacağına kendimizi inandırırsak, ben deAlbertine'i, kollarımda kesin bir açıklama yaparken, ötekiyüzüğü imalat benzerliği nedeniyle satın aldığını ve ismininbaşharflerini bizzat yazdığını söylerken hayal ettim. Ama buaçıklama, henüz pek zayıftı, sağaltıcı kökleri zihnime nüfuzedecek vakti henüz bulamamıştı, ıstırabımın bu kadar hızlıdinmesi mümkün değildi. Metreslerinin çok şefkatli olduğunusöyleyen nice erkeğin, benzer işkenceler çektiğinidüşünüyordum. Başkalarına ve kendilerine bu şekilde yalansöylerler. Tamamen yalan sayılmaz söyledikleri; söz konusukadınla, gerçekten güzel, şefkat dolu saatler geçirirler; amametresin, âşığına, arkadaşlarının yanında gösterdiği, erkeğinböbürlenmesini sağlayan ilginin ve âşığıyla baş başaykengösterdiği, erkeğin ona minnet duymasını sağlayan şefkatinardında, âşığın şüphe içinde kıvranarak, gerçeği öğrenmekiçin nafile çabaladığı kim bilir kaç saat gizlendiğini düşününbir de! Bu acılar, sevmenin hazzıyla, bir kadının, ne kadaranlamsız olduklarını bildiğimiz halde onun kokusuylasarmaladığımız saçma sapan sözlerinden büyülenmemizleayrılmaz bir bütün teşkil eder. Ben o anda, Albertine'inkokusunu hatıra yoluyla içime çekmekten zevk alamıyordum

Page 62: Albertine Kay±p - Marcel Proust

artık. Yıkılmıştım, yüzüklerin ikisi de elimdeydi; gagasıkalbimi kerpeten gibi sıkıştıran, kabartma tüylü kanatları kızarkadaşıma olan güvenimi alıp götüren, örselenmiş zihnimipençelerinin arasına hapseden o zalim kartala bakıyordum;okuyamadığım ismi, muhtemelen bu kartalla simgelenenmeçhul erkekle ilgili, birbiri ardına sorular hücum ediyorduaklıma; Albertine'in eskiden sevdiği biriydi herhalde ve yakınzamanda da tekrar görüşmüş olmalılardı, çünkü ikinciyüzüğü, kartalın, sanki gagasını yakutun şeffaf kan gölünebatırırmış gibi göründüğü yüzüğü, Bois de Boulogne'da,birlikte, o güzel, samimi gezintiyi yaptığımız gün görmüştümilk kez.

Ne var ki, Albertine'in yokluğundan ötürü, sabahtanakşama kadar durmadan acı çeksem de, bu, sadece Albertine'idüşündüğüm anlamına gelmiyordu. Bir yandan, Albertine'inbüyüsü, çoktandır birçok şeye yavaş yavaş yayılmışolduğundan, sonunda ondan çok uzaklaşsalar da, bunların herbiri, Albertine'in bana verdiği hisle elektrikleniyordu;herhangi bir şey, bana Incarville'i, Verdurin'leri, Lea'nınoynadığı yeni bir rolü düşündürdüğünde, yeni bir ıstırapdalgasında boğuluyordum. Öte yandan, benim Albertine'idüşünmek dediğim şey, geri dönmesini sağlamanın, onunlabuluşmanın, ne yaptığını öğrenmenin yollarını, ihtimallerinidüşünmekti. Dolayısıyla, bu aralıksız işkence saatleri boyuncaıstırabıma eşlik eden görüntüler, resimlenebilse, katiyenAlbertine'in değil, Orsay Garı'nın, Mme Bontemps'a verilenbanknotların, telgraf bürosunun eğimli masalarından birineeğilmiş, bana çekeceği telgrafı yazan Saint-Loup'nungörüntüleri çıkardı ortaya. Nasıl ki, bencilliğimiz, hayatımızboyunca, benliğimiz için değerli olan hedefleri önünde görür,ama bu hedefleri sürekli gözleyen ben'i hiç algılamazsa, aynı

Page 63: Albertine Kay±p - Marcel Proust

şekilde, eylemlerimizi yöneten arzu da eylemlere eğilir, amakendisine yönelmez; bunun nedeni, belki aşırı faydacı olupeyleme dalması ve bilgiyi küçümsemesi, belki bugünün hayalkırıklıklarını telafi etmek için geleceğe yönelmesi, belki dezihinsel tembellik yüzünden, içe bakışın dik yokuşundanyukarı çıkmaktansa, hayalgücünün yumuşak eğiminden aşağıkayıvermesidir. Gerçekte, bütün hayatımızı gözden çıkarmayahazır olduğumuz o buhranlı saatlerde, hayatımızın bağımlıolduğu kadın, bizim nazarımızda işgal ettiği yerinbüyüklüğünü giderek ortaya serdikçe, dünyada altüstedilmemiş bir şey bırakmadıkça, kadının görüntüsü, tersinebir orantıyla, giderek küçülür ve sonunda görünmez olur.İçimizdeki duygular aracılığıyla, her şeyde onun varlığınınizlerini, yani sonucu bulur, onun kendisini, yani sebebi, hiçbiryerde bulamayız. O günlerde,. Albertine'i gözümdecanlandırmam o kadar imkânsızdı ki, onu sevmediğimeinanabilirdim neredeyse; aynı şekilde, annem de,büyükannemi asla gözünün önünde canlandıramadığı oumutsuzluk anlarında, (yalnızca bir keresinde, bir rüyadatesadüfen onunla karşılaşmış ve uykuda olduğu halde, rüyanınne kadar değerli olduğunu hissedip, o uyku halindetoparlayabildiği bütün güçle, rüyasını sürdürmeye çalışmıştı),ölümüne kahrolduğu, ama yüz hatları hafızasından gizlenenannesini özlememekle kendini suçlayabilirdi ve suçladığı daolmuştu gerçekten.

Niçin Albertine'in kadınlardan hoşlanmadığınıdüşünmüştüm? Çünkü özellikle son zamanlarda, kadınlardanhoşlanmadığını kendi söylemişti; peki ama, hayatımızıntemeli, daimi bir yalan değil miydi? Albertine bana asla, birkez olsun, "Niçin serbestçe dışarı çıkamıyorum? Ne yaptığımıniçin başkalarına soruyorsunuz?" dememişti. Oysa hayatımız

Page 64: Albertine Kay±p - Marcel Proust

fazlasıyla tuhaftı; sebebini anlamamış olsa, bu soruları banamutlaka sorması gerekirdi. Onun hapsedilişinin sebeplerikonusunda benim suskunluğuma karşılık, Albertine'in, kendibitmeyen arzuları, sayısız hatırası ve umudu konusunda, aynıdeğişmez suskunluğu sergilemesi anlaşılır değil miydi?Albertine'in yakında döneceği yolunda imalardabulunduğumda, yalan söylediğimi Françoise anlıyormuş gibigörünüyordu. Françoise'ın bu kanısının temelinde, geneldeyaşlı hizmetçimizi yönlendiren kuralın, yani efendilerin,hizmetkârları nezdinde küçük düşmekten hoşlanmaması veonlara gerçeğin, sadece bir bölümünü, saygınlıklarına gölgedüşürmeyecek, gurur okşayıcı bir masala uygun düşebilecekkadarını açıklamaları kuralının ötesinde bir şeyler varmışgibiydi. Bu sefer, Françoise'ın kanısı başka bir şeye dayanırgibiydi; sanki Françoise, Albertine'in zihninde şüpheyikendisi uyandırıp beslemiş, öfkesini bilemiş, kısacası, gidişinikaçınılmaz olarak öngörebileceği bir noktaya getirmişti. Budoğru idiyse, benim haberdar olduğum, onayladığım geçicibir ayrılık yorumuma Françoise'ın inanması imkânsızdı. AmaAlbertine'in çıkarcılığı konusundaki düşünceleri, Albertine'inbenden sözümona sağladığı "yarar"ı kafasında nefretleabartması, onu bir ölçüde şüpheye düşürüyor olabilirdi. İştebu yüzden, Françoise'ın yanında, bütün doğallığımla,Albertine'in yakında döneceğini ima ettiğimde, Françoise(tıpkı uşağımız onu kızdırmak için, inanmakta tereddütedeceği siyasi bir haberi değiştirerek okuduğunda, meselakiliselerin kapatılıp rahiplerin sürgüne gönderileceğinisöylediğinde, mutfağın öbür ucunda bile olsa, okumasıimkânsız da olsa, gerçekten yazılı olup olmadığınıgörebilirmişçesine, içgüdüyle gazeteye gözlerini dikmesi

Page 65: Albertine Kay±p - Marcel Proust

gibi), sözlerimin uydurma olup olmadığını anlamak için,yüzüme bakıyordu.

Ama benim, uzun bir mektup yazdıktan sonra, MmeBontemps'ın posta adresini aradığımı görünce, Albertine'indöneceğine ilişkin, o âna kadar müphem kalan korkusubelirginleşti. Ertesi sabah, Françoise, başka mektuplarlabirlikte, üzerinde Albertine'in elyazısını görüp tanıdığı birzarfı da verdiğinde, bu korku gerçek bir kaygıya dönüştü.Albertine'in gidişi, acaba bir numaradan mı ibaretti, diyedüşünüyor, bu ihtimal onu iki bakımdan üzüyordu: Bir,Albertine'in ileride evimizde yaşayacağını kesinleştirdiği için,bir de, Albertine'in oyununa gelmiş olmak, benim açımdan,dolayısıyla, Françoise'ın efendisi sıfatını taşıdığımdan,kendisi açısından, aşağılayıcı olduğu için. Albertine'inmektubunu okumak için sabırsızlandığım halde, Françoise'ınhiçbir umut barındırmayan bakışlarını seyredip, bunuAlbertine'in pek yakında döneceğine dair bir kehanet olarakyorumlamaktan kendimi alamadım; kırlangıçların göç edipgittiğini görünce, sevinçle yakında havanın soğuyacağınıdüşünen bir kış sporları meraklısı gibiydim. Françoise nihayetodadan çıktı; kapıyı kapamasını da bekledim ve sonra,kaygılanıyormuş izlenimi uyandırmamak için, mektubusessizce açıp okudum:

Sevgili dostum, bana yazdığınız bütün güzel sözler içinteşekkür ederim; bir yardımım olabileceğineinanıyorsanız, ki ben inanıyorum, Rolls siparişinin iptaledilmesi konusunda emrinize amadeyim. Bana acentanınadını vermeniz yeterli. Satış yapmaktan başka şeydüşünmeyen bu adamlar, sizi oyuna getirir; sizin gibievden çıkmayan birinin, otomobil ne işine yarayacak?

Page 66: Albertine Kay±p - Marcel Proust

Birlikte yaptığımız son gezintinin, sizin için güzel birhatıra olması beni çok duygulandırdı. Bana gelince, eminolun, iki bakımdan gün batımı gezintisi olan o gezintiyi(hem akşam oluyordu, hem de ayrılmak üzereydik) hiçunutmayacağım, nihai karanlık çökünceye kadar aklımdançıkmayacak.

Albertine'in bu son cümlede edebiyat yaptığını, bendenayrılmak için sabırsızlandığına göre, zevk almış olamayacağıo gezintiyi, ölünceye kadar tatlı bir hatıra olaraksaklayamayacağını hissettim elbette. Ama Balbec'tekibisikletçi, golfçu kızın, benimle tanışmadan önce Ester'denbaşka şey okumamış olan Albertine'in yeteneğini de takdirettim; benim evimde yaşarken yeni meziyetler edindiğini,değişip geliştiğini düşünmekte haklı olduğuma hükmettim.Böylece, ona Balbec'te söylediğim cümle: "Dostluğumunsizin için değer taşıyacağına, ihtiyacınız olan şeyi sizeverebileceğime inanıyorum," cümlesi, (ona verdiğim birfotoğrafın üzerine ithaf yazısı olarak: Tanrının lütfu olmanıngüvencesiyle sözlerini yazmıştım), benim inanmadan, sırfbenimle görüşmeyi faydalı bulsun, görüşmemizdenduyabileceği sıkıntının üstünde durmasın diye söylediğim bucümle de, sonunda gerçek olmuştu, tıpkı âşık olmaktankorktuğum için onu görmek istemediğimi söylemem gibi.Albertine'e, aksine, sürekli görüşünce aşkımın söndüğünü,ayrılınca da alevlendiğini bildiğim için böyle söylemiştim;ama gerçekte, sürekli görüşmek, bende Albertine' e birihtiyaç, o ilk Balbec günlerindeki aşktan çok daha güçlü birihtiyaç doğurmuştu; dolayısıyla, bu cümle de gerçek olmuştu.

Ne var ki, Albertine'in mektubu aslında hiçbir şeyihalletmiyordu. Acentaya mektup yazmaktan bahsediyordu

Page 67: Albertine Kay±p - Marcel Proust

sadece. Bu durumdan çıkmak, olayları hızlandırmakgerekiyordu; aklıma şöyle bir fikir geldi: Derhal Andree'yebir mektup gönderdim; Albertine'in, teyzesinin evindeolduğunu, kendimi çok yalnız hissettiğimi, birkaç günlüğünegelip evimizde kalırsa, bana büyük bir iyilik etmiş olacağınıve gizli bir şey yapmak istemediğimden, Albertine'e de habervermesini yazdım. Ayrıca, Albertine'e de, henüz onunmektubunu almamış gibi, şu satırları yazdım:

Sevgili dostum, sizden özür dilerim, çok iyianlayacağınızı sanıyorum, gizli kapaklı işlerden nefretettiğim için, her ikimiz tarafından haberdar edilmeniziistedim. Evimdeki o tatlı varlığınız, bende yalnızkalamamak gibi kötü bir alışkanlık yarattı. Sizin artıkdönmeyeceğinizi kararlaştırdığımız için, yerinizi en iyidoldurabilecek, hayatımı en az değiştirecek, sizi en çokhatırlatacak kişinin, Andree olacağını düşündüm vegelmesini rica ettim. Fazlasıyla ani bir karar gibigörünmesin diye, ona birkaç günlüğüne dedim, amadoğrusunu isterseniz, bana bu sefer kalıcı olacakmış gibigeliyor. Haklı değil miyim sizce? Biliyorsunuz, sizinBalbec'teki genç kızlar grubunuz, beni en çok etkileyen,kabul edilmekten en büyük mutluluğu duyduğum sosyaltopluluk olmuştur. Muhtemelen şimdi de öne çıkan, buetki. Kişiliklerimizin uyuşmazlığı ve hayattakitalihsizlikler, sevgili Albertine'ciğimin karım olmasınaizin vermediğine göre, sanırım –onun kadar sevimliolmasa da mizaç benzerliği nedeniyle belki benimle dalıamutlu olabilecek– Andree'de, bir hayat arkadaşıbulacağım.

Page 68: Albertine Kay±p - Marcel Proust

Ne var ki, bu mektubu gönderdikten sonra, ansızın içimebir şüphe düştü: Albertine, "Doğrudan bana yazsaydınız, seveseve dönerdim size," derken, sırf doğrudan yazmadığım içinböyle söylüyor olabilirdi, belki yazsam da dönmeyecek,Andree'nin evimde yaşaması, sonra da karım olması, kendisiserbest kalacağı için, memnun edecekti onu; çünkü Albertinebir haftadır, benim altı ay boyunca Paris'te tek tek her saatiçin aldığım önlemleri ortadan kaldırarak, sapıklığını istediğigibi yaşama, benim dakika dakika engellediğim her şeyiyapma özgürlüğüne sahipti. Orada özgürlüğünü kötüyekullandığını düşünüyordum; şüphesiz kafamda oluşan bu fikirbana üzücü ' geliyor, ama genel bir fikirden öteye gitmiyor,özel bir ayrıntı göstermiyordu; sonsuz sayıda kadınla ilişkiihtimalini düşündürüyor, hiçbirinin üzerinde uzun boyludurmama izin vermiyor ve böylece, zihnimi, acıdan muafolmayan, ama somut görüntülerden yoksun olduğu için,dayanılır bir acıyla yüklü, devamlı bir hareketin içindesürüklüyordu. Ne var ki, Saint-Loup'nun dönüşüyle birlikte,bu acı, dayanılmaz, korkunç bir acı oldu. Ama Saint-Loup'nun söylediklerinin, beni niçin bu kadar bedbaht ettiğinianlatmadan evvel, onun ziyaretinden hemen önce cereyaneden bir olayı aktarmam gerekiyor; bu olayın hatırası dahasonra beni o kadar rahatsız etti ki, Saint-Loup'ylakonuşmamızın yarattığı üzüntüyü değilse bile, en azından bukonuşmanın somut sonuçlarını hafifletti. Olay şuydu: Saint-Loup'yu görmek için müthiş sabırsızlandığımdan, onumerdivende beklemekteyken (annem evde olsaydı, böyle birşeyi yapamazdım, çünkü "pencere sohbeti"ni saymazsak,hayatta en nefret ettiği şey buydu), kulağıma şu sözler çalındı:"Ne demek! Hoşunuza gitmeyen birini kovdurmayıbeceremiyor musunuz? Zor bir iş değil. Onun götürmesi

Page 69: Albertine Kay±p - Marcel Proust

gereken şeyleri saklarsınız mesela; patronları aceleylekendisini çağırdığında, aradığını bulamaz, deliye döner;yengem küplere biner, size dönüp, 'Ne yapıyor bu adam?' der.Epey bir gecikmeyle, üstelik eli boş geldiğinde, herkesöfkelenir. Bu olay dört beş kere tekrarlandığında,kovulacağından şüpheniz olmasın; hele bir de temiz getirmesigereken şeyi gizlice kirletirseniz, tamamdır, bunun gibiyüzlerce numara yapılabilir." Şaşkınlıktan dilim tutulmuştu,çünkü bu haince, kurnaz, acımasız sözler, Saint-Loup'nunsesiyle söylenmişti. Ben Saint-Loup'yu öteden beri, o kadariyi kalpli, merhametli bir insan olarak tanırdım ki, o anda biroyunda Şeytan rolünü oynuyormuş gibi geldi bana, kendiadına konuşuyor olamazdı. "Ama o da herkes gibi hayatınıkazanmak zorunda," diyen muhatabını o sırada gördüm,Guermantes Düşesi'nin üniformalı uşaklarından biriydi. "Sizrahat edecek olduktan sonra, size ne?" diye fesatça cevapverdi Saint-Loup. "Üstelik bir günah keçiniz de olacak. Tamönemli bir yemek davetinde servise başlayacakken,üniformasına mürekkep dökebilirsiniz pekâlâ; kısacası, birdakika olsun rahat vermezsiniz, sonunda o da işten ayrılmayıtercih eder. Ayrıca, ben de destek olurum, yengeme, böylebeceriksiz, hırpani biriyle çalışabilmenize, sabrınıza hayranolduğumu söylerim." Ortaya çıkıp kendimi gösterince, Saint-Loup yanıma geldi; ne var ki, tanıdığımdan bambaşka birkişilik sergilediği bu konuşmasını duyduktan sonra, ona olangüvenim sarsılmıştı. Bir zavallıya karşı bu kadar acımasızolabilen biri, Mme Bontemps'ın nezdinde bana ihanet etmişolamaz mı diye düşünüyordum. Bu düşüncemin en önemlisonucu şuydu: Saint-Loup gittikten sonra, onunbaşarısızlığını, bu işi başaramayacağımın kanıtı olarakgörmedim. Ama yanımda olduğu sürece, kafamdaki, hâlâ eski

Page 70: Albertine Kay±p - Marcel Proust

Saint-Loup ve bilhassa da, Mme Bontemps'ın yanındandönmüş olan dosttu. Saint-Loup söze şöyle başladı: "Bendenmemnun değilsin, telgraflarından anladım, ama haksızlıkediyorsun, elimden gelen her şeyi yaptım. Sana daha sıktelefon etmem gerekirdi diye düşünüyorsun, ama ne zamanarasam, meşgul olduğunu söylüyorlardı." Istırabımıdayanılmaz hale getiren ise, şu sözleri oldu: "Son telgrafımdakaldığım yerden devam edeyim: Garaj gibi bir yerden geçipeve girdim, uzun bir koridorun sonundaki salona aldılar beni."Bu garaj, koridor, salon kelimeleri, daha telaffuz edildiklerianda, elektrik akımından daha büyük bir süratle kalbimisarstı; çünkü bir saniyede, dünyanın çevresinde en fazlasayıda dönüşü tamamlayan şey, elektrik değil, acıdır. Saint-Loup gittikten sonra, bu garaj, koridor, salon kelimelerinitekrarlayıp, şoku kasten yeniledim. İnsan bir garajda kızarkadaşıyla saklanabilir. Albertine, teyzesi yokken, o salondakim bilir neler yapıyordu? Ne yani? Albertine'in oturduğu evimutlaka garajsız, salonsuz bir yer olarak mı canlandırmıştımkafamda? Hayır, hiç canlandırmamıştım, ya da belirsiz bir yerolarak canlandırmıştım. Albertine'in bulunduğu yer, coğrafiolarak belirginleştiğinde, onun muhtemel iki veya üç yerdedeğil, Touraine'de bulunduğunu öğrendiğimde, ilk ıstırabıyaşamıştım; kapıcısının sözleri, kalbimde acı çekmemgereken yeri, harita üzerinde işaretlercesine belirlemişti. Amaonun Touraine'de bir evde olduğu fikrine alıştıktan sonra, evigörmemiştim; o korkunç salon, garaj, ko ridor fikri, katiyenhayalimden geçmemişti; şimdi karşımda, onları görmüş olanSaint-Loup'nun gözbebeklerinde, bu yerler, Albertine'in gidipgeldiği, yaşadığı mekânlardılar, birbirini yok etmiş olansayısız muhtemel mekân değil, özellikle bu mekânlardılar.Garaj, koridor, salon kelimeleriyle birlikte, (sadece ihtimali

Page 71: Albertine Kay±p - Marcel Proust

değil) varlığı açıklığa kavuşan o uğursuz yerde, Albertine'i birhafta bırakmakla ne büyük bir çılgınlık ettiğimi anladım.Heyhat! Saint-Loup, bir de o salonda, yan odadan avaz avazşarkı söyleyen Albertine'in sesini duyduğunu söyleyince,nihayet benden kurtulmuş olan Albertine'in mutlu olduğunuanlayıp, iyice umutsuzluğa gömüldüm. Albertine özgürlüğünekavuşmuştu. Bense, onun gelip Andree'nin yerini alacağınıdüşünüyordum! Istırabım, Saint-Loup'ya karşı öfkeyedönüştü. "Tam da bundan, senin gidişini öğrenmesindenkaçınmanı rica etmiştim." - "Kolay iş mi sanıyorsun?Albertine'in kesinlikle evde olmadığını söylemişlerdi bana.Benden memnun olmadığını gayet iyi biliyorum,telgraflarından pekâlâ anlamıştım. Ama haksızlık ediyorsun,ben elimden geleni yaptım." Günler boyunca onu odama bileçağırmadığım evimden, kafesinden kurtulup, yeniden serbestkalan Albertine, bir kez daha gözümde eski değerinekavuşmuş, herkesin peşinden koştuğu, o ilk günlerin harikakuşu olmuştu yine. "Her neyse, özetleyecek olursak: Parakonusunda ne diyeceğimi bilemiyorum; karşımdaki kadın okadar hassas görünüyordu ki, onu gücendirmektenkorkuyordum. Ama paradan söz ettiğimde, kılı kıpırdamadı.Hattâ az sonra, bu kadar iyi anlaşmamızdan etkilendiğinisöyledi. Bununla birlikte, ardından söylediği bütün sözler okadar incelikli ve düzeyliydi ki, teklif ettiğim para konusunda,'Ne kadar iyi anlaşıyoruz,' demiş olması, imkânsız geldi bana,çünkü aslında büyük bir kabalıktı yaptığım." - "Ama belki deanlamamıştır, duyamamıştır belki, tekrarlaman gerekirdi, ozaman mesele kesin hallolurdu." - "Canım, nasıl duymasın?Seninle şimdi konuştuğum gibi söyledim, kadın sağır değil,deli de değil." - "Peki, hiçbir yorumda bulunmadı mı?" -"Katiyen." - "Bir kere daha söylemeliydin." - "Nasıl

Page 72: Albertine Kay±p - Marcel Proust

söyleyebilirdim ki? Daha içeri girip kadını gördüğüm an,senin yanıldığını, senin yüzünden müthiş bir gaf yapmaküzere olduğumu düşündüm; durup dururken o parayı teklifetmek çok zordu. Buna rağmen, senin sözünden çıkmadım,beni kapıya koyacağından emin olduğum halde, teklifiyaptım." - "Ama öyle bir şey yapmadı. Demek ya duymadı, kio zaman tekrar söylemen gerekirdi, ya da bu konudakonuşmayı sürdürmende sakınca yoktu." - "Sen buradaolduğun için, 'Duymadı,' diyebiliyorsun, ama emin ol,konuşmamızı duysaydın, hak verecektin, en ufak bir sesyoktu, açık açık söyledim, anlamamış olması imkânsız." -"Her neyse, yeğeniyle başından beri evlenmek istediğimdenbir şüphesi yok, değil mi?" - "Hayır, bana sorarsan evlenmeyekatiyen niyetli olmadığın kanısında. Ayrılmak istediğini,yeğenine bizzat söylediğini anlattı bana. Şu anda bile, seninevlenmek istediğinden emin olduğunu sanmıyorum." Busözler, o kadar aşağılanmadığımı, dolayısıyla hâlâsevilebileceğimi, kesin bir girişimde bulunma özgürlüğümolduğunu kanıtladığından, beni biraz rahatlattı. Buna rağmen,acı çekiyordum. "Memnun olmadığının farkındayım, bu dabeni üzüyor." - "Yok canım, yaptıkların için sana minnettarım,beni duygulandırdın, ama yine de, bana öyle geliyor ki. .." -"Elimden geleni yaptım. Bir başkası daha fazlasını, hattâ bukadarını bile yapamazdı. Başka birini dene istersen." -"Mümkün değil, mesele de bu zaten, bilsem senigöndermezdim, ama senin girişimin başarısızlıklasonuçlanınca, bir ikinci girişimde bulunmama imkânkalmadı." Saint-Loup'ya sitem ediyordum; bana yardımetmeye çalışmış, başarılı olamamıştı. Saint-Loup, MmeBontemps'ın evinden ayrılırken, o esnada içeri giren gençkızlarla karşılaşmıştı. Albertine'in, muhtemelen civardaki bazı

Page 73: Albertine Kay±p - Marcel Proust

genç kızlarla tanıştığını, ihtimal olarak, daha önce birçok kezdüşünmüştüm, ama bir acı olarak ilk defa hissediyordum.Görünüşe bakılırsa, zihnimiz doğal bir panzehir salgılama 'yetisine sahip ve bu panzehir, yaptığımız tahminleri, aralıksızolarak, bize zarar vermeden imha ediyor; ne var ki, Saint-Loup'nun karşılaştığı kızlara karşı, herhangi bir bağışıklığımyoktu. Peki ama, Albertine'le ilgiii olarak, herkestenöğrenmeye çalıştığım şey, tam da bu ayrıntılar değil miydi?Bu ayrıntıları kesin olarak öğrenebilmek için, albayıtarafından Paris'e çağrılmış olan

Saint-Loup'dan, ne pahasına olursa olsun, mutlaka banauğramasını rica eden ben değil miydim? Dolayısıyla, buayrıntıları isteyen de ben değil miydim, daha doğrusu,açlıktan kıvranan, onlarla beslenip semirmeyi hırsla arzulayanıstırabım değil miydi? Saint-Loup, son olarak da, evin çokyakınında, güzel bir sürprizle karşılaştığını söylemişti:Civarda bir tek tanıdığına, güzel bir kadın oyuncuyarastlamış; orada tatil yapmakta olan, Rachel'in bu eskiarkadaşı, ona geçmişi hatırlatmış. Kadın oyuncunun adı,"Albertine belki de onunla birliktedir," diye düşünmeme yetti;onu, tanımadığım bir kadının kollarında, hazdan yüzükızarmış, gülümserken görmeme yetti. Aslında nedenolmasındı? Ben Albertine'le tanıştığımdan beri, başkakadınları düşünmekten geri kalmış mıydım? GuermantesPrensesi'nin evine ilk gittiğim gece, eve dönerken, prensestençok, Saint-Loup'nun söz ettiği, randevu evlerine giden kızı veMme Putbus'ün oda hizmetçisini düşünmüyor muydum?Balbec'e tekrar gitmeme aynı oda hizmetçisi sebep olmamışmıydı? Daha yakın bir tarihte, ben Venedik'e gitmeyiistemiştim pekâlâ; Albertine Touraine'e gitmeyi isteyemezmiydi? Ne var ki, aslında onu bırakıp Venedik'e

Page 74: Albertine Kay±p - Marcel Proust

gitmeyecektim, bunu şimdi anlıyordum. Hattâ, "Yakındaondan ayrılacağım," derken bile, aslında ondan hiçayrılmayacağımı biliyordum; aynı şekilde, çalışmaya aslabaşlamayacağımı, sağlıklı bir hayat sürmeyeceğimi, kısacası,ertesi gün için sürekli kendi kendime söz verdiğim şeylerinhiçbirini yapmayacağımı da biliyordum. Fakat en samimidüşüncelerim ne olursa olsun, Albertine'i sürekli bir ayrılıktehdidinin gölgesi altında yaşatmayı daha akıllıca bulmuştum.Ve şüphesiz, iğrenç kurnazlığım sayesinde, onu fazlasıylaikna etmiştim. Ne olursa olsun, durumun böyle devam etmesiimkânsızdı, Albertine'in Touraine'de o kızlarla, o oyuncuylakalmasına izin veremezdim; ulaşamadığım o hayatıdüşünmeye tahammül edemiyordum. Mektubuma vereceğicevabı bekleyecektim; orada kötü bir şey yapıyorsa, bir günfazla veya eksik olması, maalesef hiçbir şeyideğiştirmeyecekti nasılsa (belki böyle düşünmemin sebebi,eskiden, serbest kaldığı bir tek dakika aklımı oynatmam içinyeterliyken, onun her dakikasıyla ilgili rapor almaalışkanlığını kaybettiğim için, şimdi, kıskançlığımın zamandilimlerinin farklı olmasıydı). Ama cevabını alır almaz, eğerdönmüyorsa, onu almaya gidecektim; güzellikle gelmezse, kızarkadaşlarından zorla koparacaktım. Zaten Saint-Loup'nun ogüne kadar hayalimden bile geçmemiş olan fesatlığınıkeşfettiğime göre, kendim gitmem daha iyi olmaz mıydı?Saint-Loup'nun, beni Albertine'den ayırmak için, baştan sonabir komplo kurmadığı ne malumdu? Değiştiğim için miydi,doğal nedenlerin bir gün beni bu istisnai duruma getireceğinio sırada tahmin edemediğim için miydi bilmem, ama Paris'teona söylediğim sözleri, yani başına bir kaza gelmemesinidilediğimi yazsam, yalan olurdu. Ah! Albertine'in başına birkaza gelse, hayatım, bu aralıksız kıskançlıkla, sonsuza dek

Page 75: Albertine Kay±p - Marcel Proust

zehirleneceğine, bir anda, mutluluğa değilse bile, acınındinmesiyle, huzura kavuşurdu en azından.

Acının dinmesi mi? Ölümün, var olan şeyi silip, geri kalanher şeyi olduğu gibi bıraktığına, diğerinin varlığını sadece birıstırap kaynağı olarak algılayan kişinin kalbinden ıstırabıçekip çıkardığına, ıstırabı çıkarıp, yerine başka bir şeykoymadığına gerçekten inanmış olabilir miydim? Istırabındinmesi! Gazetelerdeki haberleri tararken, Swann'la aynı şeyidileme cesaretini bulamayışıma üzülüyordum. Albertine birkaza geçirse, yaşadığı takdirde, hemen koşup yanına gitmekiçin bir bahanem olur, öldüğü takdirde de, Swann'ın deyişiyle,yaşama özgürlüğüne kavuşurdum. Ben buna inanıyormuydum? Swann, o zeki, kendini iyi tanıdığını zannedenadam, inanmıştı. İnsan gönlünde yatanların ne kadar azınıbiliyor! Kısa bir süre sonra, Swann hayatta olsaydı, dileğinincanice olduğu kadar saçma olduğunu, sevdiği kadınınölmesinin onu hiçbir şeyden kurtarmayacağını ona açıkçakanıtlayabilirdim.

Albertine'le ilgili olarak, bütün gururumu bir yanabıraktım; umutsuzluk içinde bir telgraf çekip, hangi şartlarlaolursa olsun geri dönmesini rica ettim; canı ne isterseyapabileceğini, haftada üç kere, yatmadan önce onasarılmaktan başka şey istemediğimi yazdım. "Sadece birkere," diye cevap verse, bir kereye de razı olurdum. Albertineasla geri dönmedi. Telgrafım yola yeni çıkmıştı ki, bir telgrafaldım. Mme Bontemps'dan geliyordu. Dünya her birimiz içinbir hamlede baştan sona yaratılmamıştır. Yaşadıkça, hiçaklımızdan geçmeyen şeyler eklenir dünyamıza. Heyhat!Telgrafın ilk iki satırının üzerimdeki etkisi, acıyı dindirmekolmadı: ZAVALLI DOSTUM, ALBERTİNE'CİĞİMİZ

Page 76: Albertine Kay±p - Marcel Proust

ARTIK ARAMIZDA DEĞİL. BU KORKUNÇ HABERİSİZE VERDİĞİM İÇİN BENİ AFFEDEN, ONU NEKADAR SEVDİĞİNİZİ BİLEYORUM. ATLA GEZERKENDÜŞÜP BER AÇMACA ÇARPTI. ONU HAYATADÖNDÜRME ÇABALARIMIZ SONUÇSUZ KALDI.KEŞKE ONUN YERENE BEN ÖLSEYDM! Hayır, acıyıdindirmedi, bilinmedik bir acı yarattı: onun geridönmeyeceğini anlamanın acısı. Peki ama, geridönmeyebileceğini kendi kendime defalarca söylememişmiydim? Söylemiştim, evet, ama buna bir an olsuninanmadığımı şimdi fark ediyordum. Şüphelerimin verdiğiacıya dayanabilmek için, Albertine'in varlığına, öpücüklerineihtiyacım olduğundan, Balbec'ten beri, sürekli onunla birlikteolma alışkanlığını edinmiştim. Albertine dışarı çıkıp da benevde yalnız kaldığımda bile, onu öpmeye devam ediyordum.Touraine'e gittiğinden beri de bu alışkanlığı sürdürüyordum.Onun sadakatinden çok, dönmesine ihtiyacım vardı.Mantığım, zarar görmeksizin, ara sıra döneceğinden şüpheetse de, hayalgücüm, her an bu dönüşü gözümdecanlandırıyordu. İçgüdüyle elimi boynuma, o gittiğinden berionun dudaklarının temasını hisseden ve bir daha aslahissetmeyecek olan dudaklarıma götürdüm, parmaklarımıdudaklarımda gezdirdim; annem de, büyükannem öldüğünde,"Zavallı yavrucak, seni o kadar seven büyükannen bir dahaseni öpemeyecek," diyerek, beni böyle okşamıştı. Gelecektekihayatımın tamamı, kalbimden sökülüp atılmıştı. Gelecektekihayatım mı? Peki ama, hayatımı Albertine'siz yaşamayıdüşündüğüm olmamış mıydı? Kesinlikle hayır! Uzunzamandan beri, hayatımın ölünceye kadarki her dakikasını,ona mı adamıştım yani? Gayet tabii! Onunla iç içe geçmiş bugeleceği algılayamamıştım, ama şimdi, kalbimden sökülüp

Page 77: Albertine Kay±p - Marcel Proust

alındıktan sonra, bomboş kalan kalbimde kapladığı yerihissediyordum. Henüz hiçbir şeyden haberi olmayanFrançoise, odama girdi; öfkeyle bağırdım: "Ne var?"Françoise şöyle cevap verdi (bazı sözler, yanı başımızdakigerçekliğin yerine bir başkasını koyup, bir baş dönmesi gibiser semletir bizi):, "Beyefendi, kızgın olmanız için hiçbirsebep yok. Aksine, çok memnun olacaksınız. MademoiselleAlbertine'den iki mektup getirdim." O esnada bakışlarımın,muhtemelen akli dengesini kaybeden birinin bakışlarınabenzediğini, sonradan düşündüm. Sevinmedim, hattâşaşırmadım bile. Odasının aynı köşesinde bir kanepe, bir demağara gören birine benziyordum. Bu kişiye artık hiçbir şeygerçek görünmediğinden, yere yığılır. Albertine'in ikimektubu, ölümüyle sonuçlanan gezintiden az önce yazılmışolsa gerekti. Birinci mektupta şunlar yazılıydı:

Sevgili dostum, Andrie'yi evinize çağırma niyetinizdensöz ederek bana olan güveninizi kanıtlamışsınız, sizemüteşekkirim. Andree'nin, teklifinizi seve seve kabuledeceğinden eminim; bence evinizde çok mutlu olacak.Yetenekleri sayesinde, sizin gibi bir erkekle birlikteliktenve insanlar üzerindeki fevkalade etkinizden yararlanmayıbilecektir. Teklifinizin, hem sizin için, hem de onun içinçok olumlu sonuçlar vereceği kanısındayım. Dolayısıyla,Andree en ufak bir zorluk çıkaracak olursa, (kisanmıyorum,) bana telgraf çekin, onu ikna etmeyi görevbilirim.

İkinci mektup, ertesi günün tarihini taşıyordu. Aslında, ikimektubu birkaç dakika arayla, belki de aynı anda yazıp, ilkineönceki günün tarihini atmış olmalıydı. Ben bütün bu süreboyunca, Albertine'in, aslında bana dönmekten ibaret olan

Page 78: Albertine Kay±p - Marcel Proust

niyetleri konusunda saçma sapan fikirler üretmiştim; olaylailgisi olmayan biri, hayalgücünden yoksun bir adam, bir barışanlaşmasına aracılık eden bir kişi veya bir sözleşmeyiinceleyen bir tüccar, benden daha doğru bir yorum yapardı.Mektupta sadece şu sözler yazılıydı:

Size dönmem için artık çok mu geç? Andree'ye henüzyazmadıysanız, beni kabul eder miydiniz? Kararınızaboyun eğeceğim, yalvarırım bir an önce bana haber verin,ne büyük bir sabırsızlıkla beklediğimi tahmin edersiniz.Dönmeme karar verecek olursanız, ilk trenle gelirim.Bütün kalbimle sizin, Albertine.

Albertine'in ölümünün, acımı dindirebilmesi için, kazanınonu sadece Touraine'de değil, benim içimde de öldürmesigerekirdi. Oysa Albertine, içimde hiç bu kadar canlıolmamıştı. Bir insan, içimize nüfuz edebilmek için, zamanınşekline bürünmek, çerçevesine kendini uyarlamak zorundadır;bizim gözümüze peş peşe dakikalar halinde göründüğünden,her defasın da sadece bir yönünü gösterebilir, bir tekfotoğrafını sunabilir. Sadece anlık görüntülerden oluşan birdizi halinde var olmak, bir insan için müthiş bir zaaftırşüphesiz; ama aynı zamanda müthiş bir güçtür de; bu kişihafızanın ürünüdür ve belirli bir ânın hatırası, daha sonra olupbiten her şeyden haberdar değildir; hafızanın kaydettiği an veonunla birlikte, o hatırada şekillenen kişi, varlığını sürdürür,yaşamaya devam eder. Üstelik bu parçalanma, ölüyüyaşatmakla kalmayıp çoğaltır da. Benim teselli bulabilmemiçin, bir değil, sayısız Albertine'i unutmam gerekirdi.Aralarından birini kaybetmiş olmanın üzüntüsüne tahammüledebilir hale geldiğimde, bir başkasıyla, onlarcasıyla, aynıüzüntüyü baştan yaşamak durumundaydım.

Page 79: Albertine Kay±p - Marcel Proust

Hayatım tamamen değişmişti. Hayatımdaki güzelliği,Albertine sebebiyle değil, ona paralel olarak, tek başımaykenoluşturan şey, geçmişe ait anların, benzer anların çağrısıyla,sürekli su yüzüne çıkmasıydı. Yağmur sesi, banaCombray'deki leylakların kokusunu getirirdi; balkondaoynaşan güneş, Champs-Elysees'nin güvercinlerini; sabahsıcağında seslerin boğuluşu, kirazların serinliğini; rüzgârınsesi ve Paskalya'nın gelişi de, Bretanya veya Venediközlemini taşırdı bana. Yaz mevsimi yaklaşıyordu, günleruzamıştı, hava sıcaktı. Öğrencilerle hocaların, sabah erkendenparklara gidip, son sınavlara ağaçların altında hazırlandıkları,öğle sıcağındaki kadar kızgın olmasa da, aynı kısır duruluğasahip, bulutsuz gökyüzünden gelecek bir damla serinliğikaçırmamaya çalıştıkları günlerdi. Karanlık odamdan, eskisikadar güçlü, ama bana artık sadece acı veren bir çağrışımla,dışarıda, ağırlaşmış havada, batan güneşin, evlerin vekiliselerin cephelerini pas rengine boyadığını hissediyordum.Françoise içeri girdiğinde, yanlışlıkla ağır perdelerinkıvrımlarını bozacak olsa, Bricqueville l'Orgueilleusekilisesinin, Albertine'in "restore edilmiş," dediği yenicephesini gözümde güzelleştiren geçmişteki güneşin bir ışınıkalbimi deliyor, içimden yükselen çığlığı zor bastırıyordum.İç çekişimi Françoise'a nasıl açıklayacağımı bilemeyip, "Ah,nasıl susadım!" dedim. Françoise dışarı çıktı, sonra tekrargeldi; çevremdeki gölgelerin arasında her an patlayanyüzlerce görünmez hatıradan birinin yaylım ateşi altındakalıp, acıyla başımı çevir dirn hemen: Françoise elmaşarabıyla kiraz getirmişti; aynı elma şarabıyla kirazları,Balbec'te de, bir çiftlik garsonu arabamıza getirmişti; birzamanlar bunlar, aşırı sıcak günlerde, karanlık yemekodalarının gökkuşağı pırıltıları arasında, ideal komünyon

Page 80: Albertine Kay±p - Marcel Proust

malzemeleriydi. Bunun üzerine, Les Ecorres çiftliğini ilk kezdüşündüm ve Albertine'in, Balbec'te, serbest olmadığını,teyzesiyle çıkması gerektiğini söylediği bazı günler, belki debir kız arkadaşıyla, benim genellikle gitmediğimi bildiği birçiftliğe gittiğini ve ben Marie-Antoinette'te, "Bugün kendisinigörmedik," dedikleri halde, ne olur ne olmaz diyeoyalanırken, ikimiz gezmeye çıktığımız zaman bana söylediğisözlerin aynısını: "Bizi burada aramak aklına gelmez, buradarahatsız edilmeyiz," cümlesini, o kıza söylediğini geçirdimaklımdan. O güneş ışınını görmemek için, Françoise'aperdeleri kapamasını söyledim. Ama güneş ışını, bütünyakıcılığıyla hafızama sızmaya devam ediyordu. "Hoşumagitmiyor, restore edilmiş, yarın Saint-Martin-le-Vetu'yegideriz, yarından sonra da ..." Yarın, yarından sonra, belkitemelli sürecek ortak bir hayatın başlanıcıydı; kalbim bugeleceğe doğru bir hamle yaptı, ama bu gelecek artık yoktu,Albertine ölmüştü.

Françoise'a saati sordum. Altıydı. Tanrı'ya şükür, birzamanlar Albertine'e şikâyet ettiğim, o çok sevdiğimizbunaltıcı sıcak, sonunda hafifleyecekti. Gün sona ermeküzereydi. Ama bunun bana ne yararı vardı? Akşam serinliğiçıkmaktaydı, güneş batıyordu; hafızamda, eve dönüş yolundaAlbertine'le ilerlerken, en sondaki köyün de ötesinde,uzaktaki bir istasyonu andıran gün batımını görüyordum; oakşam oraya ulaşmamız imkânsızdı, çünkü ben, yineAlbertine'le birlikte, Balbec'te kalacaktım. O sıradabirlikteydik; şimdi aynı uçurumun kenarında durmakzorundaydım, Albertine ölmüştü. Perdeleri kapamak dayetmiyordu artık, hafızamın gözlerini kapatıp kulaklarınıtıkamaya çalışıyordum, çünkü gün batımının o turuncuçizgisini tekrar görmek, artık ölmüş olan Albertine tarafından

Page 81: Albertine Kay±p - Marcel Proust

o zamanlar sevgiyle öpülürken, şimdi her yanımda,ağaçlardan birbirine seslenen o görünmez kuşları duymakistemiyordum. Akşamları yapraklardaki nemin, engebeliyollardaki iniş çıkışın uyandırdığı hislerden kaçınmayaçalışıyordum. Ama bu hisler, beni tekrar yakalamış, şimdikizamandan yeterince uzaklaştırmıştı bile; Albertine'in öldüğüfikri, bana tekrar saldırmak için gerekli mesafeyi almış, hızkazanmıştı. Ah! Bir daha asla bir ormana adım atmayacak,ağaçların arasında gezinmeyecektim. Peki ama, geniş ovalardaha mı merhametli olacaktı sanki? Albertine'i almayagiderken, onunla birlikte geri dönerken, geniş CricquevilleOvası'ndan kim bilir kaç kez geçmiştim; bazen her yerikaplayan sis, bizde dev bir gölle çevriliymişiz izleniminiuyandırırdı; bazen de, havanın dupduru olduğu gecelerde,mehtap yeryüzüne gerçekdışı bir görünüm kazandırırdı: İkiadım ötemizde, yeryüzü, gündüzün ancak çok uzaktanbakılınca göründüğü şekilde gökselleşir, tarlalar ve korular,gökyüzüyle kaynaşıp tek bir mavilikte, ağaçlanmış bir akiktetoplanırdı.

Albertine'in ölümü, Françoise'ı memnun etmiş olmalıydı;hakkını vermek gerekir, bir incelik, bir görgü sergiliyor veüzülmüş gibi yapmıyordu. Ne var ki, Françoise'ın riayet ettiği,yazılı olmayan eski yasalar ve destanlardaki gibi ağlayanortaçağ köylüsü geleneği, Albertine'e ve hattâ Eulalie'yenefretinden daha köklüydü. O güzel akşamüzerlerindenbirinde, kederimi yeterince hızlı gizleyemedim ve Françoiseda, bir zamanlar hayvanları yakalayıp işkence etmesine,tavukları boğazlarken, ıstakozları canlı canlı kaynatırkenneşelenmesine, ben hastayken, bir baykuşta kendi açtığıyaraları seyredercesine, yüzümdeki hastalık belirtileriniinceleyip, sonra da, kasvetli bir tonda, felaket belirtisi olarak

Page 82: Albertine Kay±p - Marcel Proust

yorumlamasına yol açan köylü kızı içgüdüsüyle gözyaşlarımıfark etti. Fakat tabi olduğu Combray "gelenek hukuku",Françoise'ın gözyaşı ve kederi hafife almasına izin vermezdi;bunlar, Françoise'ın nazarında, fanilasını çıkarmak veyayemeği iştahsız yemek kadar ölümcül şeylerdi. "Ah!Yapmayın beyefendi, ağlamayın böyle, hastalanacaksınız!"Gözyaşlarımı durdurmaya çalışırken, sanki gözlerimden selgibi kan akıyormuşçasına endişeliydi. Ne yazık ki, ben soğukbir tavır takınınca, umduğu, belki de samimiyetle girişeceğiduygu taşkınlıklarını kesmek zorunda kaldı. Françoise, belkiEulalie gibi Albertine'den de, arkadaşım bundan böyle bendenyararlanamayacağı için, artık nefret etmiyordu. Her şeyerağmen, ağladığımı ve sırf ailemin kötü huyunu örnekaldığımdan, "belli etmemeye" çalıştığımı pekâlâ fark ettiğinigöstermek istedi. "Ağlamayın beyefendi," dedi, bu defa dahasakin bir sesle ve bana merhamet göstermekten çok basiretinikanıtlamak amacıyla. Sonra da ekledi: "Olacağı varmış,zavallıcık, fazlasıyla mutluydu, mutluluğunu bilemedi."

O uzun mu uzun yaz akşamlarında, ortalık nasıl da yavaşkararır! Karşıdaki evin solgun hayali, gökyüzünü inatçıbeyazlığıyla boyamaya devam ediyordu. Evin içi nihayetkararmıştı, sofada eşyalara çarpıyordum, ama merdiveneaçılan kapının camlı bölmesi, benim zifiri zannettiğimkaranlığın ortasında, yarısaydam ve maviydi; bir çiçekmaviliğinde, bir böcek kanadı maviliğinde, günün, bütüninsafsızlığıyla indirdiği, çelik kadar keskin, son bir darbeolduğunu hissetmesem, bana güzel görünecek birmavilikteydi. Zifiri karanlık sonunda çöküyordu, ama ozaman da, avludaki ağacın üzerinde gördüğüm bir yıldız, banaakşam yemeğinden sonra arabaya binip, ay ışığıyla kaplanmışChantepie Ormanı'na gidişimizi hatırlatmaya yetiyordu. Hattâ

Page 83: Albertine Kay±p - Marcel Proust

sokaklarda bile, Paris'in yapay ışıklarının ortasında, birbankın arkalığına vurmuş tek bir ay ışığı huzmesi gördüğüm,mehtabın o doğal saflığını algıladığım oluyordu; o bir tekhuzme, bir an, hayalimde, şehri doğayla birleştiriyor,çağrıştırdığı kırların sonsuz sessizliği ve orada Albertine'lebirlikte yaptığım gezintilerin acı hatırası, Paris'in üzerindesaltanat sürmeye başlıyordu. Ah! Gece ne zaman bitecekti?Ama şafağın ilk serinliğiyle ürperiyordum, çünkü bu serinlik,Balbec'ten Incarville'e, Incarville'den Balbec'e, şafak vaktinekadar birbirimizi defalarca geçirdiğimiz o yaz mevsimininhoşluğunu hatırlatıyordu bana. Gelecek için bir tek umudumvardı artık –ve bir korkudan daha yürek parçalayıcıydı–; o da,Albertine'i unutmaktı. Bir gün unutacağımı biliyordum;Gilberte'i, Mme de Guermantes'ı unutmuştum pekâlâ,büyükannemi unutmuştum. Artık sevmediğimiz kişilerdenbizi koparan, mezarlıklardaki unutuş kadar mutlak ve huzurluolan bu unutuşun son derece haklı ve acımasız cezası, hâlâsevdiğimiz kişiler için de kaçınılmaz olduğunu sezmemizdir.Aslında, bunun acısız bir ruh hali, bir kayıtsızlık haliolduğunu biliriz. Ama aynı anda hem ne olduğumu, hem dene olacağımı düşünemediğim için, yakında temelli dökmemgere kecek olan bu ikinci deriyi, okşamalardan, öpücüklerden,dost uykulardan oluşan deriyi umutsuzluk içindedüşünüyordum. Bu tatlı hatıralar seli, gelip Albertine'in ölmüşolduğu fikrine çarpıyor, bu zıt dalgaların karşılaşması beniboğuyordu, hareketsiz duramıyordum; ayağa kalkıyor, amaansızın, iflahım kesilerek olduğum yerde kalıyordum;Albertine'in yanından ayrıldığım esnada, öpücüklerininverdiği sevinci ve sıcaklığı henüz üzerimden atmamışkengördüğüm şafak, şimdi perdelerin üstünden korkunç kılıcını

Page 84: Albertine Kay±p - Marcel Proust

çekiyor, o soğuk, amansız ve yoğun beyazlığı, benihançerlercesine içeri giriyordu.

Az sonra, sokaktan sesler yükselmeye başlayacaktı;tınılarının niteliğine, kademelerine göre, sürekli artan ısınınderecesini anlayacaktım. Ne var ki, birkaç saat sonra kirazkokusuyla dolacak olan bu ısıda benim bulduğum, (bir ilacıoluşturan maddelerden birinin yerine başkası konulduğunda,uyarıcı ilacın uyuşturucuya dönüşmesi gibi,) artık kadınlarayönelik bir arzu değil, Albertine'in gidişinden kaynaklananyürek daralmasıydı. Zaten bütün arzularımın hatırası,hazlarımın hatırası kadar, Albertine'le ve ıstırapla yüklüydü.Venedik'te Albertine'in varlığından sıkılacağımı (herhalde onaihtiyacım olacağını bulanık bir biçimde sezdiğim için)düşünmüşken, şimdi, Albertine'in yokluğunda, Venedik'egitmemeyi tercih ediyordum. Albertine, benimle her şeyinarasına giren bir engel gibi görünmüştü bana, çünkü benimgözümde, bir kap gibi her şeyi içinde topluyordu ve benonları bu kaptan almak zorundaydım. Şimdi, bu kapkırılmışken, içindekileri toplamaya cesaretim yoktu; herbirine yılgınlıkla sırt çeviriyor, tatmamayı tercih ediyordum.Dolayısıyla, Albertine'in varlığı yüzünden bana kapalızannettiğim haz ihtimalleri kapısı, ondan ayrılmamla katiyenaçılmıyordu. Ayrıca, Albertine'in varlığı, seyahat etmemi,hayatın tadına varmamı gerçekten engellemiş olabilirdi, amabu engel, her zamanki gibi başka engelleri gizlemişti sadece;şimdi Albertine engeli ortadan kalkmışken, diğerleri bütüngüçleriyle boy gösteriyorlardı. Aynı şekilde, eskiden dostçabir ziyaret, çalışmamı engellediğinde, ertesi gün yalnızkalsam da, yine çalışmazdım. Bir hastalık, bir düello ya dakontrolden çıkan bir at, bizi ölümle burun buruna getirecekolsa, ebediyen mahrum olacağımız hayatın, tenselliğin,

Page 85: Albertine Kay±p - Marcel Proust

yabancı ülkelerin tadını çıkaramadığımıza hayıflanırız. Amatehlike geçtikten sonra, bu hazların hiçbirinin yer almadığıdurgun hayatımıza geri döneriz.

Şüphesiz, bu kısacık geceler pek uzun sürmeyecekti.Sonunda yine kış gelecek, Albertine'le erkenden söken şafağakadar süren gezintilerimizin hatırasından korkmama gerekkalmayacaktı. Ama ilk donla birlikte, gece yarısı Albertine'içağırttığım, şimdi sonsuza dek nafile bekleyeceğim zil sesinibeklerken, zamanın bir türlü geçmediği o gecelerde uyananilk arzularımın tohumları da, buzun içinde korunmuş haldeortaya çıkmayacak mıydı? İki ayrı gece, Albertine'ingelmeyeceğini zannedip yaşadığım ilk endişelerin tohumları,donla birlikte ortaya çıkmayacak mıydı? O dönemde,Albertine'le nadiren görüşürdüm; ama haftalar sonra,sahiplenmeye çalışmadığım meçhul bir hayatın ortasındançıkıp gelen Albertine'in ziyaretleri arasındaki süreler bile,kıskançlığımın sürekli bölünen kararsızlıklarınınkümelenmesini, kalbimde bir kütle oluşturmasını engeller vehuzurlu olmamı sağlardı. O dönemde, bu aralıklar benim içinyatıştırıcıydı, ama o aralıklarda Albertine'in yaptıklarına karşıkayıtsız kalamadığım andan itibaren, hele şimdi, Albertine birdaha asla ziyaretime gelmeyecekken, geriye dönüpbakıldığında, bu aralıklar ıstırapla da yüklüydü; dolayısıyla,Albertine geldiği için çok hoşlandığım o ocak geceleri, şimdiacı karayelleriyle, o sıralar tanımadığım bir endişeyi banataşıyacaklar, aşkımın, buzlarının arasında korudukları, şimdizararlı hale gelmiş ilk tohumunu getireceklerdi. Gilbertedöneminden, Champs-Elysees'deki oyun günlerimizden beribana hep çok hüzünlü gelen o soğuk havaların tekrarbaşlayacağını düşündüğümde, saatler boyunca Albertine'iboşuna beklediğim o karlı geceye benzer gecelerin

Page 86: Albertine Kay±p - Marcel Proust

tekrarlanacağını düşündüğümde, tıpkı bir hasta misali, amaonun gibi bedenim, ciğerlerim için değil, kederim, kalbim içinendişelenerek, soğuk havadan ölesiye korkuyor, kışmevsiminin, belki de en zor atlatılacak dönem olacağınıgeçiriyordum aklımdan. Albertine'in hatırası, bütünmevsimlerle ilintili olduğundan, onu unutabilmek için, felçgeçiren bir ihtiyarın okumayı yeniden öğrenmesi gibi, benimde, hepsini baştan öğrenme pahasına da olsa, bütünmevsimleri unutmam gerekirdi; evrenin tamamındanvazgeçmem gerekirdi. Albertine'in ölümünü banaunutturabilecek tek şeyin, benliğimin ölümü olduğunudüşünüyordum (ama bu imkânsızdı). Benliğimizin ölmesininimkânsız olmadığı, hattâ olağandışı bile olmadığı hayalimdengeçmiyordu; benliğimiz, her gün bizden habersiz, hattâ bazenbize rağmen ölür; ben de, yalnızca doğanın değil, sunikoşulların, itibari bir düzenin mevsimlere dahil ettiği her türgünün tekrarında acı çekecektim. Yakında, önceki yazBalbec'e gittiğim gün gelecekti; henüz kıskançlıkla iç içegeçmemiş olan ve Albertine'in gün boyunca yaptıklarıyüzünden endişelenmeyen aşkım, o yaz çeşitli değişimlergeçirecek ve son zamanların o çok farklı aşkına dönüşecekti;bu aşk, o kadar kendine hastı ki, Albertine'in kaderinindeğişmeye başladığı ve nihayet noktalandığı son sene,dopdolu, değişken, bir asır kadar uzundu benim nazarımda.Ardından, daha ilerlemiş bir mevsimdeki, ama önceki yıllaraait günler gelecekti; hava yağışlı olduğu halde, herkesin dışarıçıktığı pazar günleri, rüzgâr ve yağmur sesinin bir zamanlarbeni, evde oturup "tavan arasındaki filozof" olmaya davetettiği öğle sonrasının boşluğunda, hiç beklemediğimAlbertine'in beni ziyarete geldiği saat yaklaşırken, kim bilirnasıl kaygılanacaktım; o ziyaretinde Albertine beni ilk kez

Page 87: Albertine Kay±p - Marcel Proust

okşamış, Françoise lambayı getirdiğinde, okşamalarına aravermişti; Albertine'in bana merak duyduğu, ona olansevgimin, umut beslemeye hakkı olduğu o zamanlar, bir değil,iki kere geçmişe gömülmüştü şimdi. Hattâ daha ileriki birmevsimde, o parıltılı akşamlarda, kiliseler gibi kapıları aralık,altın tozuna bulanmış ofislerden ve yatılı okullardan çıkan, ikiadım ötemizde akranlarıyla sohbet edip içimizde onlarınmitolojik yaşantısına nüfuz etme şevki uyandıran yarı-tanrıçalar sokağı taçlandırdığında, artık tek hatırladığım,yanımdayken o yarı-tanrıçalara yaklaşmamı engelleyenAlbertine'in sevecenliğiydi.

Zaten tamamen doğal olan saatlerin hatırasına bile, hersaati kendine has, başkalarından farklı kılan manevi manzaraeklenecekti mecburen. Daha sonra, neredeyse İtalya'ya özgü,ilk güneşli günlerden birinde, keçi çobanı borusunuöttürdüğünde, aynı günün ışığına, kâh Albertine'inTrocadero'da, belki Lea ve iki genç kızla birlikte olduğunubilmenin yarattığı kaygı, kâh Françoise'ın alıp eve getireceği,o sıralar bana bir eş gibi can sıkıcı gelen kız arkadaşımınverdiği tanıdık ve ailevi, yumuşak duygu karışacaktı.Françoise'ın telefon edip birlikte eve döndüklerini bildirdiğigün, Albertine'in itaatkâr saygısı, bana bir gurur vesilesi gibigörünmüştü. Yanılıyordum. O sırada gururla kendimdengeçmemin nedeni, sevdiğim kızın gerçekten bana aitolduğunu, sadece benim için yaşadığını, uzaktan, ben onunlameşgul olmasam bile, beni kocası ve efendisi kabul edip,benim bir işaretim üzerine yanıma döndüğünü hissetmemdi.O telefon konuşması, bana uzaktan gelen bir parça huzurdu;mutluluk kaynağı Trocadero'dan bana gönderilen huzurmolekülleri ve rahatlatıcı merhemler sayesinde, nihayet öylehoş bir zihinsel özgürlüğe kavuşmuştum ki, –tek bir kaygının

Page 88: Albertine Kay±p - Marcel Proust

sınırlaması olmadan, Wagner'in müziğine kendimi vererek–Albertine'in kesin olan dönüşünü hiç heyecanlanmadan, enufak bir sabırsızlık duymadan beklemiş ve bu bekleyiştekimutluluğu görememiştim. Albertine'in eve dönmesinin, banaitaat etmesinin, bana ait olmasının verdiği mutluluğunkaynağı, gurur değil, aşktı. Şimdi benim bir işaretim üzerineTrocadero'dan değil, Hint Adaları'ndan gelecek elli kadınemrimde olsa, umursamazdım. Ama o gün, ben odamda tekbaşıma piyano çalarken, Albertine'in bütün uysallığıyla banadönmekte olduğunu düşününce, tıpkı kimi maddelerin bedenisağaltması gibi ruhu sağaltan, güneş ışınlarına karışmış tozlargibi havaya yayılmış bir maddeyi solumuştum. Yarım saatsonra da Albertine gelmiş, ardından gezmeye çıkmıştık;Albertine'in gelişi ve birlikte gezintimiz, kesinlikleriyüzünden can sıkıcı gelmişti bana, ama aslında bu kesinlik,Françoise'ın telefon edip Albertine'i getirdiğini haber verdiğiandan itibaren, sonraki saatleri altından bir huzurla kaplamış,o saatleri adeta birincisinden çok farklı, ikinci bir günedönüştürmüştü; çünkü bu ikinci günün, bambaşka bir manevitemeli vardı ve bu sayede özgün bir gün olmuştu; dahaönceden bildiğim çeşitli günlere eklenen, –yaşadığımız günlerdizisi arasında yer almasa, bir yaz gününün dinginliğinitahayyül edemeyeceğimiz gibi,– asla tahayyül edemeyeceğimbir gündü; o günü tam olarak hatırladığımı söyleyemezdim,çünkü şimdi o huzura, o sırada hissetmediğim bir ıstırapeklenmekteydi. Ama çok daha sonraları, Albertine'i öylesinesevmeden önceki zamanları, ters yönde, ağır ağıryaşadığımda, yaraları kabuk bağlayan kalbim, ölmüş olanAlbertine'den acı çekmeden kopmayı başardığında,Albertine'in Trocadero'da kalmak yerine Françoise'laalışverişe gittiği günü, nihayet acı çekmeden

Page 89: Albertine Kay±p - Marcel Proust

hatırlayabildiğimde, o zamana kadar hiç yaşamadığım birmanevi mevsime ait olan o günü zevkle hatırladım; o günü,nihayet, bir ıstırap eklemeden, aksine, yaşarken aşırı sıcakbulduğumuz ve ancak sonradan düşündüğümüzde, saf altın vesabit maviden oluşan özünü kavrayabildiğimiz kimi yazgünlerini hatırladığımız şekilde, tam olarak hatırladım.

Oyle ki, Albertine'in hatırasıyla ıstıraplı hale gelen bubirkaç yıl, o hatıraya, yalnız haziran akşamüzerlerinden kışakşamlarına, denizde mehtaptan eve dönüşte şafağa, Paris'inkarlarından Saint-Cloud'nun sonbahar yapraklarına, çeşitlimevsim ve saatlerin değil, ayrıca Albertine hakkındaoluşturduğum çeşitli fikirlerin, o anların her birinde onaatfettiğim fiziksel görünümün, duruma göre yaygın veyayoğun görünen o mevsimde, kendisini görme sıklığımın,Albertine'in beni bekleterek yaratmış olabileceği kaygıların,belirli bir anda onun gözündeki cazibemin, beslenen, sonra dayerle bir olan umutların da birbirini izleyen renklerini, farklıözelliklerini, külünü ekliyorlardı; bütün bunlar, geçmişedönük kederimin niteliğini, bu kederle bağlantılı ışık veyakoku izlenimleri kadar değiştiriyor, Albertine'in hatırasıylaayrılmaz bir bütün oluşturdukları için, sırf ilk ve sonbaharları,kışlarıyla zaten yeterince hazin olan, yaşadığım her güneşyılını, saatlerin, güneşin konumuna göre değil, bir randevununbekleyişine göre tanımlandığı bir duygu yılıyla tamamlıyordu;duygu yıllarında günlerin uzunluğu ve ısı değişimleri, benimumutlarımın yükselişiyle, samimiyetimizin ilerleyişiyle, onunçehresindeki kademeli değişimle, yaptığı seyahatlerle,yokluğunda bana yazdığı mektupların sıklığı ve üslubuyla,dönüşte beni görmek için ne kadar acele ettiğiyleölçülüyordu. Son olarak da, bu mevsim değişiklikleri ve farklıgünlerin her birinin, bana başka bir Albertine'i geri getirmesi,

Page 90: Albertine Kay±p - Marcel Proust

sadece benzer anların çağrışımı sayesinde olmuyordu.Hatırlanacağı gibi, her farklı gün, henüz âşık olmadığımdönemde bile, beni farklı bir insana dönüştürürdü; farklıalgıları olduğu için farklı arzulara sahip bu insan, daha birgece önce, sadece fırtına ve falez rüyaları görmüşken,zamansız bir ilkbahar sabahı, hafifçe aralık uykusunun iyikapanmayan kapısından içeri bir gül kokusu kaydırmışsa,uyandığında İtalya'ya doğru yola çıkmış olurdu. Aşkımda da,manevi atmosferimin değişken hali, inançlarımın farklıbasıncı, kendi aşkımın görünürlüğünü bazen azaltmış, bazensonsuza dek uzatmış, kâh güzelleştirip bir tebessümle, kâhyoğunlaştırıp bir fırtınayla sonuçlandırmıştı. Ancak sahipolduklarımız ölçüsünde var olur, ancak gerçekten yüz yüzegeldiğimiz şeylere sahip oluruz; birçok hatıramız, ruhhalimiz, düşüncemiz, bizden uzaklara, yolculuğa çıkar, onlarıgözden kaybederiz. O zaman da, benliğimiz diyetanımladığımız toplamın içinde, onları hesaba katamayız.Ama onların, içimize nüfuz etmek için gizli yolları mevcuttur.Bazı geceler, artık Albertine'i neredeyse hiç özlemedenuyumuşken, –insan ancak hatırladığı şeyi özleyebilir–uyandığımda, açıkça seçebildiğim bir hatıralar filosunu,bilincimin en belirgin sularında seyreder halde buluyordum.O zaman, bir gece önce benim için bir hiçlikten ibaret olan,şimdi açıkça görebildiğim şeyin ardından ağlıyordum.Albertine ismi, Albertine'in ölümü, farklı bir anlamabürünüyor, ihanetleri birden eski önemlerine kavuşuyordu.

Nasıl olmuştu da, Albertine benim nazarımda ölebilmişti?Oysa şimdi, onu düşünmek için kullanabileceğim görüntüler,hayatta olduğu zaman gördüklerimin aynılarıydı: bisikletininmitolojik tekerleği üzerine eğilmiş, yağmurlu günlerde,göğüslerini şişiren muşambadan savaşçı tüniğini kuşanmış,

Page 91: Albertine Kay±p - Marcel Proust

başında türbanı, saçında yılanlarla, Balbec sokaklarında sonsürat dehşet salarken; yanımızda şampanyayla ChantepieOrmanı'na gittiğimiz geceler, sesi değişmiş, kışkırtıcı, çehresisadece elmacık kemiklerini kızartan solgun bir alevleyanarken; o gecelerde, arabanın karanlığında seçemediğim,daha iyi görebilmek için mehtaba doğru çevirdiğim yüzünüşimdi hatırlamak için, hiç bitmeyecek olan karanlıktagörebilmek için, nafile çabalıyordum. Adaya yaptığımızgezide küçük bir heykelcik, otomatik piyanonun başındapürtüklü, tombul, sakin bir çehre, duruma göre yağmurlu vesüratli, kışkırtıcı ve berrak, kıpırtısız ve güleryüzlüydü, birmüzik meleğiydi. Çehrelerinden her biri, belirli bir ânabağlıydı ve ben hangi Albertine'i görüyorsam, o ânadönüyordum. Geçmişe ait bu anlar, hareketsiz değildir;kendilerini geleceğe –şimdi geçmişe mal olmuş bir geleceğe–doğru sürükleyen hareketi hafızamızda saklarlar ve bizi deberaberlerinde sürüklerler. Yağmurlu günlerin muşambalıAlbertine'ini hiç okşamamıştım; o zırhı çıkarmasını rica .etmek, onunla kamp aşkını, seyahatin kardeşliğini tatmakistiyordum. Ama bu mümkün değildi artık, Albertine ölmüştü.Albertine'in, belki bende bulsa, başkalarında aramayacağıhazları bana sunarmış gibi göründüğü gecelerde, ahlâkınıbozmamak için hep anlamazlıktan gelmiştim; şimdi bu hazlarbende çılgınca bir arzu uyandırıyordu. O hazları birbaşkasıyla aynı şekilde tadamazdım, ama bana o hazlarıyaşatmaya hazır olan kişiyi, yeryüzünü bir baştan bir başadolaşsam da bulamazdım, çünkü Albertine ölmüştü. İkigerçek arasında bir seçim yapmam, hangisinin doğruolduğuna karar vermem gerekiyordu sanki; Albertine'inölümüne ilişkin –benim bilmediğim bir gerçeklikten, onunTouraine'deki hayatından kaynaklanan– gerçek, ona ilişkin

Page 92: Albertine Kay±p - Marcel Proust

bütün düşüncelerimle, arzularımla, özlemlerimle, şefkatimle,öfkemle, kıskançlığımla çelişiyordu. Onun hayatdağarcığından alınmış, inanılmaz zenginlikte hatıralar,hayatını çağrıştıran, içeren duyguların bolluğu, Albertine'inöldüğüne inanmayı imkânsızlaştırıyordu adeta. Duygularınbolluğu dedim, çünkü hafızam, sevgimi bütün çeşitliliğiylekoruyordu. Peş peşe dizilmiş anlardan oluşan tek kişiAlbertine değildi, bizzat ben de öyleydim. Albertine'e olanaşkım basit sayılmazdı: Meçhule duyulan meraka tensel arzu,neredeyse ailevi denebilecek şefkat duygusuna da, kâhkayıtsızlık, kâh gözü dönmüş bir kıskançlık eklenmişti. Benbir tek erkek değil, duruma göre tutkulu, kayıtsız, kıskanç –her biri başka bir kadını kıskanan– erkeklerden oluşankarmaşık bir ordunun resmi geçidiydim. Ve muhtemelen busayede, günün birinde, istemediğim halde iyileşecektim. Birkalabalığı oluşturan unsurlar, birer birer, biz farkınavarmadan, başkaları tarafından ikame edilebilir ve bunlar da,yine başkaları tarafından yok edilir veya desteklenir; sonuçta,tek kişi olsak düşünemeyeceğimiz bir değişim gerçekleşir.Aşkımın, şahsiyetimin karmaşıklığı, acılarımı çoğaltıpçeşitlendiriyordu. Bununla birlikte, bütün acılarım, kâhgüvenle, kâh kıskanç şüpheyle dolu aşkımı baştan sonatanımlayan iki gruptan birine dahil edilebilirdi.

İçimde öylesine canlı olan Albertine'in (o da benim gibişimdiki zamanla geçmişin çifte boyunduruğunu taşıyordu)ölmüş olduğunu kabullenmem ne kadar zorsa, şimdi hazalacak tenden de, arzulayacak ruhtan da yoksun olanAlbertine'in artık ne işleyebileceği, ne de sorumlututulabileceği kabahatlerin şüphesiyle böylesine ıstırapçekmem de belki o kadar çelişkiliydi; bu ıstırabı, Albertine'inbir zamanlar bende uyandırdığı izlenimlerin sönmeye

Page 93: Albertine Kay±p - Marcel Proust

mahkûm yansıması olarak değil de, maddeten mevcutolmayan birinin manevi gerçekliğinin teminatı olarakgörebilseydim, onu ancak kutsayabilirdim. Başkalarıyla birhaz yaşamasına imkân kalmamış olan bir kadının, sevgim günışığına çıkabildiği sürece, bende kıskançlık uyandırmamasıgerekirdi. Ama zaten imkânsız olan da, sevgimin ortayaçıkmasıydı, çünkü sevgimin nesnesi, yani Albertine, sadeceonun canlı olduğu hatıralarda mevcuttu. Sırf Albertine'idüşünmekle onu dirilttiğim için de, ihanetleri asla bir ölüyeait olmuyordu, çünkü bu ihanetin gerçekleştiği an, yalnızcaAlbertine için değil, ansızın çağrılan, onu düşünen benliğimiçin de, şimdiki an haline geliyordu. Öyle ki, her yeni suçlukadının, derhal acınası ve daima eşzamanlı, kıskanç birerkekle eşleşmesiyle oluşan ve kopmaz bir bütün teşkil edençifti, herhangi bir tarihsel uyuşmazlığın ayırması mümkündeğildi. Albertine'i son birkaç ay boyunca evimehapsetmiştim. Ama şimdi hayalimde Albertine özgürdü ve buözgürlüğünü kötüye kullanıyor, şununla bununla düşüpkalkıyordu. Bir zamanlar, hiç durmadan, önümüzde uzananbelirsiz geleceği düşünür, işaretlerini çözmeye çalışırdım.Şimdi ise, geleceğin bir kopyası gibi önümde uzanan –gelecek kadar belirsiz, çözmesi zor ve esrarengiz olduğu içinbir o kadar endişe uyandıran, üstelik, geleceğin aksine, onuetkileme imkânına ya da yanılgısına sahip olmadığım için veverdiği acıları dindirecek sevgilimin yokluğunda, hayatımboyunca süreceği için, gelecekten de zalim olan– şey,Albertine'in Geleceği değil, Geçmişiydi. Geçmişi mi? Bu dapek doğru sayılmaz, çünkü kıskançlık için, geçmiş de yoktur,gelecek de; onun hayal ettiği şey, daima Şimdiki Zamandır.

Havadaki değişiklikler, içimizde de değişikliğe yol açar,unutulmuş benlikleri uyandırır, alışkanlığın uyuşukluğunu

Page 94: Albertine Kay±p - Marcel Proust

bozar, kimi hatıraları ve acıları güçlendirir; üstelik benimdurumumda, havadaki yenilik, Albertine'in, Balbec'te, kimbilir neden, o tehditkâr yağmurun altında, üzerine yapışanmuşambasıyla uzun gezintilere çıktığı havayı hatırlatıyordu.Hayatta olsaydı, bu benzer havada, şüphesiz şimdi deTouraine'de benzer bir gezintiye çıkardı. Artık gezintiyeçıkamayacağına göre, bu düşüncenin beni üzmemesigerekirdi; ne var ki, havadaki en ufak değişiklik, tıpkı biruzvunu kaybetmiş insanlar gibi, benim de eksik olanuzvumdaki sancıları tazeliyordu.

Ansızın, hafızamın akışkan ve görünmez sathında erimişolduğu için uzun zamandır görmediğim bir hatıra, karşımdabiçimleniveriyordu. Örneğin yıllar önce bir gün, bornozundanbahsedilirken, Albertine'in yüzü kızarmıştı. O sıralar,Albertine'i kıskanmıyordum. Ama daha sonra, o konuşmayıkendisine hatırlatıp, niçin kızardığını sormak istemiştim. Buolayın kafamı kurcalamasının bir nedeni de, Lea'nm arkadaşıolan iki genç kızın, otelin kaplıcalarına başka amaçlarlagittiklerini duymuş olmamdı. Ama Albertine'i kızdırmaktankorkmuş veya daha uygun bir an beklemiş ve soruyu hepertelemiş, sonra da unutmuştum. Albertine öldükten bir süresonra da, bu hatıra, bir gün ansızın canlanmıştı; cevabı bilentek kişinin ölümüyle sonsuza dek çözümsüz kalan bütünmuammalar gibi, hem sinir bozucu, hem de vahim bir niteliğebürünmüştü. En azından, Albertine'in o kaplıcada kötü bir şeyyapıp yapmadığını, hattâ sadece şüpheli bir davranıştabulunup bulunmadığını öğrenmeye çalışamaz mıydım?Balbec'e birini göndererek bunu başarabilirdim belki.Albertine hayatta olsa, muhtemelen hiçbir şey öğrenemezdim.Ama suçlunun hıncından korkmaya gerek kalmadığında,diller garip bir şekilde çözülüp bir kabahati kolaylıkla

Page 95: Albertine Kay±p - Marcel Proust

anlatırlar. Hayalgücünün yapısı (barometre, balon, telefongibi icatların ilkel modellerinin geliştirilipmükemmelleştirilerek neredeyse tanınmaz hale gelmesinisağlayan sayısız değişimden geçmediği için) ilkel ve basitkalmış olduğundan, bize aynı anda pek az şeyi gösterebilir;işte bu yüzden, o kaplıca, benim iç görüş alanımın tamamınıkaplıyordu.

Bazen uykunun karanlık sokaklarında, iki sebepten ötürüpek de vahim olmayan kötü rüyalardan birine çarpardım;birinci sebep, bu tür rüyaların yarattığı üzüntünün, tıpkı yapayuykuların yol açtığı rahatsızlık gibi, uyandıktan sonra en fazlabir saat sürmesidir; ikinci sebep de, bu rüyalara pek nadiren,ancak iki üç yılda bir rastlamamızdır. Hattâ onlarla daha öncekarşılaşmış olduğumuz bile kesin değildir –belki de biryanılgının, bir bölünmenin (yinelenme terimi yetersiz kalır)yansıması sonucu, ilk kez görünmüyormuş izlenimiuyandırırlar.

Albertine'in hayatı ve ölümü konusunda şüphelerimolduğuna göre, çoktandır birtakım araştırmalara girişmemgerekirdi şüphesiz. Ama Albertine yanımdayken ona boyuneğmeme yol açan bitkinlik ve korkaklık, o yokken de birgirişimde bulunmamı engelliyordu. Buna rağmen, bazenyıllarca süren bir zaaftan bir enerji fışkırır. Kısmi de olsa,böyle bir araştırmaya başlama kararını verdim hiç değilse.Sanki Albertine'in bütün hayatında, bu bornoz olayındanbaşka şey olmamıştı. Yerinde bir araştırma yapmak üzere,Balbec'e kimi gönderebileceğimi düşündüm. Aimé'yi uygunbuldum. Olay yerini gayet iyi tanıması bir yana, Aimé,çıkarlarını gözeten, hizmet ettikleri kişilere sadık, her türahlâki değere kayıtsız ve –yüksek bir bedel ödediğimiz

Page 96: Albertine Kay±p - Marcel Proust

takdirde, bizim irademize itaat ettikleri, isteklerimiziengelleyebilecek her şeyi şu veya bu şekilde ortadankaldırdıkları ve hem bütün kaygılardan, hem de patavatsızlık,tembellik ve namussuzluktan yoksun oldukları için–"namuslu insanlar" dediğimiz, halktan insanlar sınıfınamensuptu. Bu tür insanlara yüzde yüz güvenebiliriz. Aiméyola çıktıktan sonra, onun orada öğrenmeye çalışacağı şeyi,şimdi Albertine'in kendisine sorabilseydim, ne kadar iyiolurdu diye düşündüm. Sormak istediğim, soracağımızannettiğim soru, bir diriltme gayretiyle değil de, –tıpkı "poz"verilmeden çekilmiş enstantane fotoğraflardaki gibi– sözkonusu kişiyi daha canlı gösteren tesadüfi bir karşılaşmayla,derhal Albertine'i yanıma getirdiğinden, bir yandanaramızdaki konuşmayı hayal ederken, bir yandan da bukonuşmanın imkânsızlığını hissediyordum; onun ölmüşolduğu fikrine bir başka açıdan yaklaşmaktaydım; Albertine,karşımıza çıkıp hayalimizde güzelleşmiş olan görüntüyüdüzeltmeyen, uzaktaki kişilerin uyandırdığı sevgiyiuyandırıyordu içimde, yokluğunun ebedi, zavallı kızcağızında, sonsuza dek hayatın güzelliklerinden mahrum olduğudüşüncesiyle kederleniyordum. Birdenbire, ani bir yerdeğişikliğiyle, kıskançlığın çırpınmalarından, ayrılığınumutsuzluğuna geçmiştim.

Artık kalbim, kin ve şüpheyle değil, bir kız kardeşlegeçirilen, onun ölümüyle gerçekten kaybetmiş olduğum sırdaşbir sevginin paylaşıldığı saatlerin şefkatli hatırasıyla doluydu;çünkü kederim, Albertine'in geçmişte benim için taşıdığıanlamla değil, aşkın en genel duygularına katılmak isteyenkalbimin, zamanla taşıdığına beni ikna ettiği anlamlailişkiliydi; o zaman anladım ki, yaşarken beni öylesine sıkan –en azından öyle zannettiğim– hayat, aksine çok hoş bir

Page 97: Albertine Kay±p - Marcel Proust

hayatmış; onunla en sıradan konuları konuşarak geçirdiğimanların bile, bir tensellikle sarmalanmış olduğunu şimdianlıyordum; gerçi o zamanlar, bunu açıkça fark etmemiştim,ama diğer her şeyi dışlama pahasına, hep bu anların peşindenkoşmuştum sebatla; o anlara ilişkin, hatırladığım küçücükşeyler, Albertine'in arabada yanı başımdayken veya odasındasofraya, karşıma otururken yaptığı bir hareket, ruhuma birşefkat ve hüzün dalgası yayıyor ve bu dalga, giderek bütünruhumu kaplıyordu.

Birlikte akşam yemeği yediğimiz o oda, bana hiçbir zamangüzel görünmemişti; sırf Albertine orada yaşamaktanmemnun olsun diye, ona güzel olduğunu söylüyordum. Oysaartık odadaki perdelere, koltuklara, kitaplara kayıtsızkalamıyordum. En sıradan nesnelere bile bir büyü ve esrarkazandıran tek şey sanat değildir; nesnelerle aramızdamahrem bir ilişki yaratma gücüne ıstırap da sahiptir.Boulogne Ormanı'ndan döndüğümüzde, ben Verdurin'leregitmeden önce, birlikte yediğimiz akşam yemeğine o esnadahiç önem vermemiştim, oysa şimdi, o yemeğin güzelliğini,ağırbaşlı cazibesini gözümde yaşlarla hatırlıyordum. Aşka aitbir izlenim, hayatın diğer izlenimleriyle orantısızdır, amadiğer izlenimlerin arasında kaybolmuşken, onu farkedemeyiz. Bir katedralin kendine has, ısrarlı ve safyüksekliği, aşağıdan, sokağın gürültüsü, komşu evlerinkarmaşası içinde değil, uzaktan, bir tepenin yamaçlarından,kentin gözden kaybolduğu veya sadece toprak hizasındakarışık bir kütle halinde görüldüğü bir mesafeden, yalnızlığınve akşamın getirdiği içe dönüşle değerlendirilebilir ancak.Albertine'in o gece söylediği bütün ciddi ve doğru sözleridüşünerek, gözyaşlarımın ardındaki hayalini kucaklamayaçalışıyordum. Bir sabah, Albertine'in beni ziyarete geldiği,

Page 98: Albertine Kay±p - Marcel Proust

onu ilk kez öptüğüm öğle sonrasının hatırasıyla kalbimsıkışmışken, sisler arasında uzanan geniş bir tepenin şeklinigörür, bir fincan kakaonun sıcaklığını hisseder gibi oldum:Yeni yakılan su ısıtıcısının hıçkırığını duymuştum.Françoise'ın verdiği, Mme Verdurin'den gelmiş olan birdavetiyeyi öfkeyle fırlatıp attım. La Raspeliere'e, akşamyemeğine ilk gidişimde aklımdan geçen, ölümün bütüninsanları aynı yaşta yakalamadığı düşüncesi, şimdi daha dagüçlü bir biçimde yükselmekteydi içimde; Albertine, bu gençyaşında ölmüştü, oysa Brichot, hâlâ akşam yemeğineVerdurin'lere gidiyor, Mme Verdurin, misafir ağırlamayadevam ediyordu ve belki daha yıllar boyunca da edecekti!Brichot ismi, derhal aynı gecenin sonunu hatırlattı bana; aynıarabayla dönmüştük ve ben aşağıdan, Albertine'in ışığınıgörmüştüm. O geceyi daha önce birçok kere düşünmüş, amabu hatıraya hiç bu açıdan yaklaşmamıştım. Hatıralarımız bizeaittir elbette, ama küçük, gizli kapıları bulunan kimi mülklerebenzerler; çoğu kez, bu kapılardan bizim bile haberimizyoktur, bir komşumuz bize bu kapılardan birini açtığında,daha önce hiç görmediğimiz bir köşesinden, kendi evimizegirmiş oluruz. Bunun üzerine, artık evime döndüğümdebulacağım boşluğu, ışığı temelli sönmüş olan Albertine'inodasını bir daha aşağıdan hiç göremeyeceğimi düşündüm ve ogece, Brichot' dan ayrılırken, gezmeye gidemediğim, başkayerde bir aşk yaşayamadığım için canımın sıkıldığınızannetmenin ne büyük bir yanılgı olduğunu anladım;yansımaları yukarıdan bana ulaşan hazinenin mutlak sahibiolduğumu zannetmiş, değerini takdir edememiştim; buyüzden de, ufacık hazları bile, hayal etmeye çalışırkengözümde büyüterek, o hazineden değerli sanmıştım. Bana birhapishaneden yansıyormuş gibi gelen o ışığın, benim için

Page 99: Albertine Kay±p - Marcel Proust

dopdolu bir hayat ve sevgi içerdiğini, beni bir an sarhoş etmiş,sonra da, Albertine'in Balbec'te benimle aynı çatı altındauyuduğu gece, imkânsız görünmüş olan şeyin gerçekleş mesiolduğunu anladım; Paris'te, aynı zamanda onun da yuvasıolan yuvamda sürdüğüm hayatın, benimle aynı çatı altında,Balbec Grand Hötel'de kaldığı gece, hayalini kurup imkânsızzannettiğim derin huzurun gerçekleşmesi olduğunuanlıyordum.

Verdurin'lerin o son gece daveti öncesinde, BoulogneOrmanı'ndaki gezintiden dönerken, Albertine'le aramızdageçen konuşmayı hiç yapmamış olsak, teselli bulmammümkün olmazdı; o konuşma, Albertine'i, biraz da olsabenim zihinsel hayatıma katmış, bazı bakımlardan ikimiziözdeşleştirmişti. Hiç şüphesiz, Albertine'in zekâsını ve banayönelik nezaketini duygulanarak hatırlamamın sebebi,tanıdığım başka insanlardan daha z.eki, daha nazik olmasıdeğildi; Mme de Cambremer, bana, Balbec'te, "Nasıl olur!Günlerinizi bir dâhi olan Elstiı'le geçirebilecekken,kuzininizle mi geçiriyorsunuz?" dememiş miydi? Albertine'inzekâsı hoşuma gidiyordu, çünkü çağrışım yoluyla, onuntatlılığı diye adlandırdığım, bir meyvenin, sadecedamağımızda bıraktığı duyu olan tatlılığını andıran izlenimiuyandırıyordu içimde. Nitekim, Albertine'in zekâsınıdüşündüğüm zaman, dudaklarım içgüdüyle ileriye uzanıyorve gerçekliğinin benim dışımda olmasını, bir insanın nesnelüstünlüğünde bulunmasını tercih ettiğim bir hatırayıtadıyordu. Albertine'den daha zeki insanlar tanımıştım elbette.Ne var ki, aşkın bencillik bakımından sınırsızlığı sebebiyle,sevdiğimiz insanlar, zihinsel ve manevi niteliklerinin bizimiçin tanımı nesnellikten en uzak olan kişilerdir; arzu vekorkularımıza bağlı olarak, sevdiklerimiz üzerinde sürekli

Page 100: Albertine Kay±p - Marcel Proust

düzeltmeler yapar, onları kendimizden ayırmayız; sevgimizidışavurabileceğimiz muazzam ve belirsiz bir alandanibarettirler. Onca rahatsızlık ve hazzın durmadan nüfuz ettiğikendi bedenimizin, bir ağaç, bir ev ya da yoldan geçen birikadar net bir silueti yoktur kafamızda. Albertine'i kendi içindetanımaya daha fazla çaba göstermemek de, benim hatamolmuştu belki. Nasıl ki, Albertine'in cazibesi konusunda, uzunbir süre, sadece farklı yıllarda hafızamdaki farklı konumlarınıgöz önüne alarak, onun, salt bakış açısına bağlı olmayandeğişimlerle, kendiliğinden gelişmiş olmasına şaşırdıysam,aynı şekilde, Albertine'in kişiliğini de, herhangi biriymiş gibianlamaya çalışmam gerekirdi; belki o zaman, sırrını bendengizlemek konusunda niçin inat ettiğini kendi kendimeaçıklayabilir ve böylece, o garip hırsla benim değişmeyenönsezim arasındaki, Albertine'in ölümüne sebep olançelişkinin uzayıp gitmesini engellerdim. Bunu düşününce,içim Albertine'e karşı merhametle doluyor, onun ölümündensonra hayatta olduğum için utanıyordum. Hattâ en az acıçektiğim anlarda, sanki Albertine'in ölümünden bir biçimdeyararlanıyormuşum gibi geliyordu bana, çünkü bir kadın,hayatımızda bir mutluluk unsuru değil de, keder vesilesiolduğunda, bizim için daha faydalıdır ve sahip olabileceğimizhiçbir kadın, o kadının, acı çektirmek suretiyle gözlerimizinönüne serdiği gerçekler kadar değerli değildir. Böyle anlarda,büyükannemin ölümüyle Albertine'in ölümü arasındaparalellik kuruyordum; hayatım bir çifte cinayetle lekelenmişve sadece bu dünyanın alçaklığı beni affedebilirmiş gibigeliyordu bana. Albertine tarafından anlaşılmanın, yanlıştanınmamanın hayalini kurmuş ve bunu, anlaşılmanın, yanlıştanınmamanın mutluluğu adına istediğimi sanmıştım, oysabaşkaları bu konuda çok daha başarılı olabilirdi. Sevilmek

Page 101: Albertine Kay±p - Marcel Proust

istediğimiz için anlaşılmak isteriz ve sevdiğimiz için de,sevilmek isteriz. Başkalarının anlayışı, ilgimizi çekmez,başkalarının aşkı münasebetsizlik gibi gelir bize. Albertine'inzekâsının ve kalbinin birazına sahip olmaktan duyduğummutluluk, zekâsının ve kalbinin, özünde değerli olmalarındankaynaklanmıyordu; onlara sahip olmak, Albertine'e bütünüylesahip olma yolunda atılmış bir adımdı ve Albertine'e sahipolmak, onu ilk gördüğüm günden itibaren, tek amacım, tekhayalim olmuştu. Bir kadının "tatlılığından" bahsettiğimizde,belki de tek yaptığımız, çocukların, "Benim canım yatağım,canım yastığım, canım akdikenlerim," demesi gibi, o kadınıgörmekten aldığımız hazzı kendi dışımıza yansıtmaktır. Buda, erkeklerin, kendilerini aldatmayan kadınlar hakkında, asla,"O kadar tatlı ki," demeyip, aldatan kadınlarla ilgili olarak, bucümleyi sık sık tekrarlamalarını açıklar. Mme de Cambremer,haklı olarak, Elstir'in zihinsel cazibesinin daha fazla olduğunudüşünüyordu. Ne var ki, diğer herkes gibi, bizim dışımızdaolan, düşüncemizin ufkunda yer alan bir kişinin cazibesiyle,tesadüfi fakat inatçı bir yerleşim hatası sonucunda, kendivücudumuza yerleşmiş olan bir kişinin, geriye dönüp, filancagün, bir sahil treninin koridorunda onun bir kadına bakıpbakmadığını düşününce, bir cerrah kalbimizde kurşunarıyormuşçasına acı çektiğimiz bir kişinin cazibesini, aynışekilde değerlendiremeyiz. Basit bir çörek, onu biz yiyorsakeğer, XV. Louis'nin önüne konmuş bütün çintelerden,adatavşanlarından ve kınalı kekliklerden daha fazla haz verirbize; bir dağın tepesinde uzanmış yatarken, birkaç santimötemizde titreşen bir ot, kilometrelerce uzağımızdaki birtepenin baş döndürücü yükseklikteki zirvesini görmemizeengel olabilir. Zaten bizim hatamız, sevdiğimiz kadının, nekadar sıradan da olsa, zekâsına, tatlılığına değer vermemiz

Page 102: Albertine Kay±p - Marcel Proust

değildir. Hata, başkalarının tatlılığına, zekâsına kayıtsızkalmamızdır. Yalan, bizde daima uyandırması gereken öfkeyi,iyilik de minneti, ancak sevdiğimiz bir kadında gördüğümüzzaman uyandırır; tensel arzu, zekâya hak ettiği değeri vermekve manevi hayata sağlam temeller kazandırmak gibi,olağanüstü bir güce sahiptir. O ilahi şeyi, yani her konudasohbet edebileceğim, güvenip içimi dökebileceğim birini, birdaha asla bulamayacaktım. Güvenmek mi? Peki ama, başkainsanlar, bana Albertine' den daha fazla güven vermiyormuydu? Başkalarıyla daha derin sohbetlerim olmuyormuydu? Ama güven ve sohbet vasat şeylerdir, mükemmelolup olmamaları önemli değildir; önemli olan, ilahidenebilecek yegâne şeyin, yani aşkın, güvene ve sohbetekarışmasıdır. Albertine'i, siyah saçların çevrelediği pembeyüzüyle, otomatik piyanonun başına otururken görüyordum;aralamaya çalıştığı dudaklarımın üstünde, dilinihissediyordum; Albertine'in o anaç, yenilemeyen, besleyici vekutsal dilinin gizli alevi ve çiyi sayesinde, Albertine dilinisadece boynumun, karnımın üstünde gezdirirken bile, aslındayüzeysel olan, ama bir şekilde, astarı görünen bir kumaş gibidışsallaşarak, teninin içi tarafından gerçekleştirilen buokşamalar, en hafif dokunuşlarda bile, içeriye nüfuz edişinesrarengiz hoşluğuna bürünürdü.

Bundan böyle hiçbir şeyin bana geri veremeyeceği o güzelanları temelli kaybetmenin, beni umutsuzluğa düşürdüğünüsöyleyemem. Umutsuzluğa kapılmak için, artık ancak bedbahtolabilecek bu hayata bağlı olmamız gerekir. Balbec'te güneşindoğduğunu görüp de, artık hiçbir günümün mutluolmayacağını anladığımda, umutsuzluğa kapılmıştım. Ozamandan beri, bencilliğim azalmamıştı, ama şimdi bağlıolduğum benliğim, hayatta kalma içgüdüsünü harekete

Page 103: Albertine Kay±p - Marcel Proust

geçiren o canlı kaynakları oluşturan benliğim, artık hayattadeğildi; kendi gücümü, hayati gücümü, en iyi yanımıdüşündüğümde, bir zamanlar sahip olduğum (bana esinlediği,içimde saklanan duyguyu başkaları tam olarak bilemeyeceğiiçin de, bir tek benim sahip olduğum) ve artık ona sahipolmadığım için kimsenin elimden alamayacağı bir hazineyidüşünüyordum. Doğruyu söylemek gerekirse, o hazineyeeskiden de sahip olmamın tek sebebi, ona sahip olduğumudüşünmek isteyişimdi. Yaptığım tek tedbirsizlik, Albertine'idudaklarımla seyreder, kalbime yerleştirirken, onu içimdeyaşatmam ya da tensel hazlara ailevi bir sevgiyi karıştırmamdeğildi. Ayrıca, Albertine benim öpücüklerime uysallıklakarşılık verdiği için, aramızdaki ilişkinin aşk olduğuna,karşılıklı aşk denen ilişkiyi yaşadığımıza da inandırmakistemiştim kendimi. Ve buna inanmayı alışkanlık halinegetirdiğim için de, yalnızca sevdiğim bir kadını değil, beniseven bir kadını, bir kız kardeşi, çocuğumu, tatlı sevgilimikaybetmiştim. Sonuçta, Swann'ın yaşamadığı bir saadeti vebedbahtlığı yaşamıştım, çünkü Swann, Odette'e âşık olduğuve onu delice kıskandığı onca zaman boyunca, onu pek azgörebilmiş, bazı günler, son dakikada randevuları iptaledildiğinden, evine güçlükle gidebilmişti. Ama sonra,ölünceye kadar, karısı sıfatıyla sahip olmuştu Odette'e. Bense,aksine Albertine'i delice kıskanırken, Swann'dan dahatalihliydim, Albertine'i evimde tutmuştum. Swann'ın sık sıkhayalini kurduğu ve ancak konuya ilgisini kaybettiğindesomut olarak gerçekleştirebildiği şeyi ben gerçekleştirmiştim.Ama ben Albertine'i, onun Odette'i yanında tuttuğu gibiyanımda tutamamıştım. Albertine kaçmış, ölmüştü. Çünkühiçbir şey aynen tekrarlanmaz; birbirine en çok benzeyen,niteliklerinin yakınlığı ve koşulların benzerliği nedeniyle

Page 104: Albertine Kay±p - Marcel Proust

birbirine simetrik diye adlandırdığımız hayatlar bile, birçokbakımdan birbirine zıttır. Ve şüphesiz en temel zıtlık (sanat),henüz kendini göstermemişti. Ben hayatımı kaybetmeklefazla bir şey kaybetmiş olmazdım; sadece boş bir şekli, birsanat eserinin boş çerçevesini kaybetmiş olurdum. Oçerçeveye ileride neleri dahil edebileceğime karşı kayıtsız,ama daha önce içerdiklerinden ötürü mutlu ve gururlu birhalde, o tatlı saatlerin hatırasına, yaklaşan ölümün bilebozamayacağı bir huzurun bana verdiği manevi desteğetutunmaktaydım.

Balbec'te, onu çağırttığım zamanlar, nasıl koşarak benigörmeye gelir, kendini beğendirmek için saçlarına güzelkokular sürmek üzere oyalanırdı sadece! Tekrar tekrarseyretmekten hoşlandığım bu Balbec ve Paris görüntüleri,kısacık hayatının henüz yeni, çabucak çevrilen sayfalarıydı.Benim için hatıradan ibaret olan bu anlar, onun için eylem,tıpkı bir trajedideki gibi, ölümle sonuçlanan süratli bir eylemolmuştu. İnsanlar hem bizim içimizde, hem de dışımızdagelişirler (bunu, Albertine'de sadece benim hafızama bağlıolmayan yeni meziyetler fark ettiğim akşamlarda, pekâlâhissetmiştim) ve bu iki gelişim, birbirini etkiler. Albertine'itanımaya, sonra da bütünüyle ona sahip olmaya çalışırken,hayalgücümüzün bize farklı gösterdiği her insanın, hermemleketin muammasını, tecrübe yoluyla kendi benliğimizinunsurlarına sıradan bir benzerlik gösteren unsurlara indirgemeve bütün derin hazlarımızı yıkıma kadar zorlama ihtiyacınaitaat etmiş olsam da, bu süreçte ister istemez Albertine'inhayatını etkilemiştim. Belki servetim ve parlak bir evlilikumudu, onu cezbetmişti; kıskançlığım onu durdurmuştu; onunkendi iyiliği, zekâsı, suçluluk duygusu veya kurnazlığı, sırfbenim zihinsel faaliyetimin içsel gelişmeleri tarafından

Page 105: Albertine Kay±p - Marcel Proust

kurulmuş bir esareti, onun kabullenmesine, benim de giderekkatılaştırmama yol açmıştı; benim zihnimin ürünü olmaklabirlikte, bu esaretin, Albertine'in hayatı üzerindeki etkilerigeri tepiyor ve benim ruhsal durumuma ilişkin, yeni vegiderek daha sancılı sorunlar doğuruyordu; çünkü Albertinebenim hapishanemden kaçıp, benim yüzümden sahip olduğubir atın üzerinde ölmüştü ve öldükten sonra bile, geriye, banaöyle şüpheler bırakmıştı ki, bu şüphelerin doğrulanması,Balbec'te, Albertine'in Mlle Vinteuil'le tanıştığınıkeşfetmemden daha çok ıstırap çektirebilirdi bana, çünküartık beni teselli edecek bir Albertine yoktu. Kendi içinekapanarak varlığını sürdürdüğünü zanneden ruhun o uzuniniltisi, sadece görünüşte bir monologdur, çünkü gerçeğinyankıları, onu yolundan saptırır; bir hayat, kendiliğindensürdürülen öznel bir psikoloji denemesine benzer, amauzaktan, bir başka gerçekliğin, bir başka hayatın tamamengerçekçi romanına, bir "olaylar örgüsü" sunar ve bu olaylarörgüsünün içindeki düğümler de, psikoloji denemesininçizgisini belirler, yönünü değiştirir. Aşkımızın çarkı ne kadarhızlı dönmüş, gelişimi ne kadar süratli olmuş ve Balzac'ınkimi öyküleriyle Schumann'ın baladlarındaki gibi,başlangıçtaki birkaç gecikme, bölünme ve tereddüde rağmen,nasıl birden çözülüvermişti! Balbec'ten başlayıp Paris'tenayrılışına kadar geçen süre içinde, Albertine'in benimzihnimdeki konumu ve benden bağımsız, çoğu kez dehabersiz olarak kendisi çok fazla değiştiği için bana bir asırkadar uzun görünen şu son yıl, kısacık, ama benim nazarımdahem temelli imkânsız, hem de zorunlu bir bütünlük,neredeyse bir sınırsızlık arz eden o sevgi dolu, güzel hayatıntamamını içeriyordu. Zorunlu olmakla birlikte, kendi içindeve en başında, bir gereklilik olmamıştı, çünkü bir arkeoloji

Page 106: Albertine Kay±p - Marcel Proust

kitabında Balbec Kilisesi'nin tasvirini okumamış olsam,Swann o kilisenin neredeyse İran üslubunda olduğunusöyleyerek, bende Bizans-Norman tarzını tanıma arzusuuyandırmamış olsa, bir oteller zinciri, Balbec'te sağlıklı vekonforlu bir otel kurarak, annemle babamı, isteğimi yerinegetirip, beni Balbec'e göndermeye ikna etmemiş olsa,Albertine'le tanışmayacakhm. Hiç şüphesiz, onca zamandırgörmeyi arzuladığım Balbec'te, hayalini kurduğum İranüslubundaki kiliseyi de, sonsuz sisleri de bulamamıştım. Ogüzelim 1:35 treni bile, hayalimle çakışmamıştı. Amahayalgücümüzün yarattığı ve keşfetmek için nafileçabaladığımız beklentilere karşılık, hayat, ne kadar uğraşsaktahayyül edemeyeceğimiz bir şey verir bize. Combray'de,kedere gömülmüş halde annemin bana iyi geceler dilemesinibeklerken, bu sıkıntıların geçeceğini, sonra bir gün, annemledeğil, bir genç kızla ilgili olarak tekrar ortaya çıkacağını,başlangıçta deniz fonu üzerindeki bir çiçekten, gözlerimi, hergün kendisini seyretmeye çağıran, düşünen bir çiçekten ibaretolacak bu genç kızın zihninde önemli bir yer tutmak içinçocukça çırpınacağımı ve Mme de Villeparisis'yle tanıştığımıbilmiyor diye üzüleceğimi kim tahmin edebilirdi? Evet,küçükken annem yanıma gelmediği zamanlar çektiğim acıyı,birkaç yıl sonra, böyle bir yabancının iyi geceler dileği,öpücüğü uğruna çekecektim. Oysa böylesine gerekli olan,aşkı şimdi bütün ruhumu kaplayan bu Albertine'i, Swann banaBalbec'ten söz etmese hiç tanımayacaktım. Onun hayatı belkidaha uzun, benim hayatımsa, işkenceden yoksun olacaktı.Bana öyle geliyordu ki, nasıl daha önce büyükannemikatlettiysem, tamamen bencil olan sevgim yüzünden,Albertine'in ölmesine de izin vermiştim. Daha sonra,Balbec'te onunla tanıştıktan sonra bile, onu sevmeyebilirdim.

Page 107: Albertine Kay±p - Marcel Proust

Çünkü Gilberte'ten vazgeçerken, günün birinde bir başkakadını sevebileceğimi biliyor, ama en azından geçmişle ilgiliolarak, Gilberte'ten başkasını sevmiş olabileceğime dair, birşüphe geçmiyordu aklımdan. Oysa Albertine'le ilgili olarak,şüphelenmekten de öte, ondan başkasını da sevmişolabileceğimi kesinlikle biliyordum. Bunun için, Mile deStermaria'nın, Boulogne Ormanı'ndaki adada yiyeceğimizakşam yemeği randevusunu iptal etmemesi yeterli olurdu. Osıralar henüz; vakit vardı ve o zaman hayalgücüm, birkadından, gözümüze benzersiz, kaderimizde yazılı ve zorunlugörünmesini sağlayan bir kişisellik çıkarmamıza yol açanişlemi, Mile de Stermaria' ya uygulayacaktı. Olsa olsa,neredeyse fizyolojik bir bakış açısını benimseyerek, aynıtekelci aşkı, herhangi bir kadına değil, başka bir kadınaduyabileceğimi söyleyebilirdim. Çünkü tombul ve esmerAlbertine, ince uzun, kızıl saçlı Gilberte'ten farklıydı, ama herikisi de aynı sağlıklı yapıya, şehvetli yanaklara ve anlamı zorçözülen bakışlara sahiptiler. Bana "katiyen hitap etmeyen"başka kadınlar uğruna çeşitli çılgınlıklar yapabilecekerkeklerin dönüp bakmayacağı türden kızlardı. Gilberte'in,şehvetli, inatçı kişiliğinin, Albertine'in biraz farklı, amageriye bakıp düşününce derin benzerlikler gösteren vücudunayerleştiğine inanacaktım neredeyse. Bir insan, hemen herzaman aynı şekilde üşütüp hastalanır, yani hastalanması için,belirli koşulların bir araya gelmesi gerekir; âşık olduğu zamanda, belirli türde bir kadına âşık olması çok doğaldır, zaten bu,yaygın bir türdür. Albertine'in beni hayallere sürükleyen ilkbakışları, Gilberte'in ilk bakışlarından tamamen farklı değildi.Gilberte'in karanlık kişiliğinin, şehvetinin, inatçı ve kurnazyapısının, bu kez Albertine'in çok farklı, ama benzerlikler degösteren bedeninde vücut bulup, beni kışkırttığını

Page 108: Albertine Kay±p - Marcel Proust

düşünecektim neredeyse. Albertine örneğinde, birlikteyaşadığımız bambaşka hayat sayesinde, acı bir endişeninsürekli bir arada tuttuğu düşünceler bütününde herhangi birçatlak açılmamış, dalgınlık veya unutuş araya girmemişti veAlbertine'in canlı bedeni, Gilberte'inkinin aksine, gününbirinde, geriye bakınca benim için (başka erkekler için değil)dişiliği simgeleyen özellikleri bulduğum beden olmaktançıkmamıştı. Ama Albertine ölmüştü. Onu unutacaktım. Ozaman, aynı kanlı canlılık ve endişeli tahayyül özelliklerinin,günün birinde gelip beni huzursuz etmeyeceği ne malumdu?Aynı özelliklerin, bu sefer hangi kadın şeklinde vücutbulacağını ise kestiremiyordum. Gilberte'ten yola çıkarakAlbertine'i ve onu seveceğimi tahmin etmem, Vinteuilsonatının hatırasından yola çıkarak konçertosunu hayaletmem kadar imkânsızdı. Hattâ Albertine'i ilk birkaçgörüşümde, başka kadınları seveceğimi düşünebilmiştim.Ayrıca, Albertine'le bir yıl önce tanışsaydım, bana şafaksökmeden önceki gri gökyüzü kadar donuk görünebilirdi.Onunla ilişkili olarak ben değişmiştim, ama o kendi dedeğişmişti; Mile de Stermaria'ya mektup yazdığım günyatağıma gelmiş olan Albertine, belki sadece ergenliktekikadınlık patlamasından ötürü, belki de hiçbir zamanöğrenemediğim koşullar sonucu, Balbec'te tanıdığım genç kızdeğildi. Ne olursa olsun, günün birinde seveceğim kadın, birölçüde ona benzemek zorunda idiyse de, yani tamamen özgürbir seçim yapmam söz konusu olmasa da, belki zorunlu biryönlenmeyle, bir bireyden daha kapsamlı bir şeye, bir kadıntürüne odaklanmıştı ve bu da, Albertine'e olan aşkımızorunluluktan kurtardığı için, arzum açısından yeterliydi.Gözlerimiz kapalıyken bile güzel gözlerine, güzel burnunaher an hayran olduğumuz, onları tekrar görmek uğruna

Page 109: Albertine Kay±p - Marcel Proust

elimizden geleni yaptığımız için, ışıktan bile daha çokgördüğümüz çehrenin sahibi olan benzersiz kadının, onunlatanıştığımız kentte değil, başka bir kentte bulunsak, başkamahallelerde gezinsek, başka bir salona girip çıksak, o değil,başka bir kadın olacağını pekâlâ biliriz. Yeryüzünde tekzannettiğimiz kadın, sayılamayacak kadar çoktur. Bununlabirlikte, onu sevdiğimiz için, bizim nazarımızda yoğun vesağlam bir bütündür, çok uzun zaman boyunca, yerine birbaşkasının konulması imkânsızdır. Aslında o kadın, bizimiçimizde parçalar halinde bulunan yüzlerce sevgi unsurunu,adeta büyüyle uyandırmış, bir araya getirip birleştirmiş,aralarındaki boşlukları doldurmuştur sadece; sevilen kadınınmalzemesini ise, hatlarını belirleyerek, biz sağlamışızdır.Dolayısıyla, biz onun nazarında, yüzlerce kişiden sadece biri,hattâ sonuncusu olsak bile, o bizim nazarımızda tektir vebütün hayatımız ona yönelir. Hattâ bu aşkın zorunluolmadığını açıkça hissetmemin tek sebebi, Mlle deStermaria'yla da başlamış olabileceğini düşünmem değildi;ayrıca, aşkın kendisini de tanımış, başka kadınlara duyduğumaşka fazlasıyla benzediğini fark etmiş ve bu aşkın,Albertine'den daha muazzam bir şey olduğunu, küçük bir taşıkaplayan bir dalga gibi, tanımadığı Albertine'i sarmaladığınıhissetmiştim. Ne var ki, Albertine'le yaşadıkça, kendikendime taktığım zincirlerden kurtulamaz olmuştum;Albertine'in şahsını, onun uyandırmadığı duyguylabağdaştırma alışkanlığının sonucunda, bu duygununAlbertine'e has olduğuna inanmaya başlamıştım, çünkü belirlibir felsefe akımına göre, alışkanlık, iki olgu arasındaki basitçağrışıma, nedenselliğin yanıltıcı gücünü ve zorunluluğunukazandırır. İlişkilerimin ve servetimin, beni acıdan muaftutacağını zannetmiş, üstelik bunu biraz da aşırı bulmuştum,

Page 110: Albertine Kay±p - Marcel Proust

çünkü hissetmekten, sevmekten ve hayal kurmaktan da muaftutulacağımı zannediyordum; yapay yollardanyatıştıramayacağı bir kederin ardından, ilişkileri olmadığı,hattâ telgraf çekme imkânı bile bulunmadığı için, aylarcahayal kuran zavallı köylü kızlarına gıpta ederdim. Oysa şimdifarkına varıyordum ki, aramızda sonsuz büyüklükte birmesafe bulunması için gerekli her şeye fazlasıyla sahip olanMme de Guermantes örneğinde, sosyal avantajları cansız,esnek bir malzeme gibi algılayan düşünce sayesinde, bumesafenin ansızın ortadan kalktığını görmüştüm; şimdi de,tersine olmakla beraber benzer biçimde, ilişkilerim, servetim,hem konumum, hem de çağımın medeniyeti sayesindeyararlanabildiğim bütün maddi imkânlar, Albertine'in zıt vebükülmez iradesine karşı girişeceğim boğaz boğazamücadeleyi geciktirmekten başka işe yaramamıştı; tıpkıgünümüz savaşlarında, topçuların yaptığı hazırlıkların,mermilerin inanılmaz menzillerinin, insanın insanla boğazboğaza geleceği ve cesareti fazla olanın kazanacağı ânıgeciktirmekten başka işe yaramayışı gibi, benim deAlbertine'e herhangi bir baskı uygulamam mümkünolmamıştı. Şüphesiz, Saint-Loup'yla birbirimize telgraf çekiptelefon edebilmiştik, Tours'daki postaneyle sürekli bağlantıhalindeydim, ama bütün o bekleyişler boşa çıkmamış mıydı,sonuç bir hiç olmamış mıydı? Erişilmez olduğunu daimabildiğimiz ve bu yüzden adeta gerçekdışı gibi görünen şeyleridaha az arzuladığımıza, daha az özlediğimize göre, sosyalavantajları, ilişkileri olmayan köylü kızları, medeniyetingetirdiği gelişmelerden önce yaşamış insanlar, daha az acıçekmiyorlar mıydı? Kendini vermeye hazır olan kişiyi dahaçok arzularız; umut, sahiplenmeden önce gelir ve özlem dearzuyu artırır. Mlle de Stermaria'nın Boulogne Ormanı

Page 111: Albertine Kay±p - Marcel Proust

Adası'ndaki akşam yemeği randevusunu iptal etmesi,sevdiğim kadının o olmasını engellemişti. Onu daha sonra,vaktinde görmüş olsam, aynı şey onu sevmem için de yeterliolabilirdi. Mile de Stermaria'nın gelmeyeceğini öğrendiğimandan itibaren, gerçeğe en uzak gibi görünen –ve gerçeğedönüşen– varsayımı benimsemiş, belki de bir erkeğin onukıskandığını, başkalarından uzaklaştırdığını ve kendisini birdaha hiç görmeyeceğimi düşünmüş, bunun üzerine öyle acıçekmiştim ki, onu görebilmek için her şeyimi verebilirdim;hayatta yaşadığım bu en yoğun yürek daralmasını, Saint-Loup'nun gelişi yatıştırmıştı. Ne var ki, belirli bir yaştansonra, aşklarımız ve sevgililerimiz, yürek daralmalarımızınürünüdür; geçmişimiz ve geçmişimizin damgası olan fizikselyaralar, geleceğimizi belirler. Albertine örneğinde, bu paralelaşklar olmasa bile, sevdiğim kadının o olmasının zorunluolmaması, ona olan aşkımın, yani ona ve kız arkadaşlarınaaşkımın tarihçesinde kayıtlıydı. Çünkü Albertine'e olanaşkım, Gilberte'e aşkımdan da farklıydı, birkaç genç kızabölünen bir aşktan kaynaklanmıştı. Arkadaşlarından,Albertine yüzünden, Albertine'e benzediklerini düşündüğümiçin hoşlanmış olmam mümkündür. Ama şurası bir gerçek ki,uzun bir süre boyunca, aralarında tereddüt ettim, kâh birini,kâh diğerini tercih ettim, tam bir tercih yaptığımı zannettiğimanda, bir başkasının beni bekletmesi, benimle görüşmeyireddetmesi, aşkın ilk filizlerinin ona yönelmesine yetti.Balbec'te, Andree'nin ziyaretini beklerken, onuönemsemiyormuş gibi görünmek için, "Keşke birkaç günönce gelseydiniz, şimdi başkasını seviyorum, ama önemlideğil, siz beni teselli edersiniz," yalanını söylemeyehazırlanmışken, Andree'nin ziyaretinden az önce, Albertineverdiği bir sözü tutmayınca, kalbim durmamacasına çarpar,

Page 112: Albertine Kay±p - Marcel Proust

onu bir daha görmeyeceğimi zannederdim; sevdiğim kişiAlbertine olurdu. Andree geldiğinde de, onun kasıtlı bir yalanolarak algılayabileceği, benimse, bir gün önce Albertine'lemutlu olsam, gerçekten de aynı ifadelerle ve yalandansöyleyeceğim sözleri, "Ah, keşke daha önce gelseydiniz,şimdi bir başkasını seviyorum," cümlesini (tıpkı Paris'te,Albertine'in Mlle Vinteuil'le tanıştığını öğrendikten sonrasöylediğim şekilde), bütün samimiyetimle söylerdim. Yine de,Albertine'in Mile Vinteuil'le tanıştığını öğrendiğim zaman,Andree'nin yerini Albertine aldığında, aşkım ikisi arasındagidip gelmiş, sonuçta aynı anda iki kişiyi birdensevmemiştim. Ama daha önce, ikisiyle birden bozuştuğumdurumlar olmuştu. Barışmak üzere ilk adımı atan, benisakinleştirirdi, öteki küskünlüğünü sürdürmüşse, onuseverdim; bu, kesin bir ilişkiye birincisiyle girmeyeceğimanlamına gelmezdi, çünkü ikincinin katı tutumundanduyduğum üzüntüyü birinci kız, başarılı olamasa da,unutturmaya çalışabilirdi, ikinci kız hiç dönmeyecek olursa,sonunda onu unuturdum. Bazen, ikisinden birinin banadöneceğinden emin olduğum halde, bir süre boyuncaikisinden de bir haber çıkmazdı. O zaman, kaygılarım da,aşkım da ikiye katlanırdı, dönecek olanı sevmeme ihtimalinisaklı tutmakla birlikte, biri dönünceye kadar, ikisi yüzündende acı çekerdim. Hayatımızın çok erken de gelebilecek birdöneminde, bir insandan çok bir terk ediliş yüzünden âşıkolmak, kaderimizde yazılıdır; bu durumda, âşık olduğumuzkişinin yüzü hafızamızda silikleşir, ruhu tamamen kaybolur,kendi tercihimiz pek yeni ve açıklamasız görünür, bildiğimiztek şey, ıstırabımızın dinmesi için, ondan, "Sizi görmeyegelebilir miyim?" mesajını almamız gerektiğidir. Françoise'ıngelip, "Mademoiselle Albertine gitti," dediği gün

Page 113: Albertine Kay±p - Marcel Proust

Albertine'den ayrılışım, birçok ayrılığın silik bir benzetmesigibiydi. Çünkü çoğu kez, âşık olduğumuzu anlamamız, hattâbelki âşık olmamız için, ayrılık gününün gelip çatmasıgerekir.

Tercihimizi nafile bir bekleyişin, bir ret mektubununbelirlediği durumlarda, ıstırabın kamçıladığı hayalgücü öylebir hızla işe koyulur ve daha tam başlayamamış, aylardırşekillenememiş, taslak halinde kalmaya mahkûm bir aşkı öyledelicesine bir süratle oluşturur ki, kalbe yetişemeyen zihin,ara sıra hayretle haykırır: "Delirdin mi, hangi yeni fikirlerseni böyle acılara gark ediyor? Bütün bunlar gerçek hayatdeğil ki!" Gerçekten de, o anda vefasız sevgili bizi tekrarharekete geçirmese, fiziksel olarak kalbimizi yatıştıracaksağlıklı eğlenceler, aşkın filizlerini kurutmaya yetebilir. Neolursa olsun, Albertine'le birlikte yaşamam, özünde zorunluolmasa bile, benim için kaçınılmaz hale gelmişti. Mme deGuermantes'a âşık olduğumda, onun, yalnızca güzelliğindendeğil, konumundan ve zenginliğinden de kaynaklanan aşırıcazibesi sayesinde, çok fazla insana ait olma özgürlüğünüelinde tuttuğunu, üzerinde hâkimiyet kuramayacağımıdüşünüp korkmuştum. Yoksul ve silik olan Albertine'in ise,benimle evlenmeye istekli olması beklenirdi. Buna rağmen,Albertine'e tek başıma sahip olamamıştım. Sosyal şartlar vebilgeliğin öngörüleri ne olursa olsun, aslında bir başka insanınhayatı üzerinde hâkimiyet kuramayız. Albertine niçin bana,"Benim bu tür eğilimlerim var," dememişti? Deseydi, boyuneğer, ihtiyaçlarını karşılamasına izin verirdim. Okuduğum birromanda, kendisini seven erkeğin bütün yakanlarına rağmenkonuşmayan. . bir kadın vardı. Kitabı okurken bu durumuabes bulmuştum; ben olsam, önce kadını zorlakonuştururdum, sonra da anlaşırdık, diye düşünmüştüm.

Page 114: Albertine Kay±p - Marcel Proust

Bütün bu anlamsız üzüntülere ne gerek vardı? Ama şimdi,kendi kendimize üzüntü yaratmama özgürlüğüne sahipolmadığımızı ve biz kendi isteğimizi ne kadar iyi bilsek de,başkalarının irademize itaat etmeyeceğini anlıyordum. Oysabize hükmeden, bizim göremediğimiz o acı, önüne geçilemezgerçekleri, duygularımıza ilişkin gerçekleri, kaderimizeilişkin gerçekleri, kim bilir kaç kez, bilmeyerek, istemeyerek,şüphesiz bizim yalan zannettiğimiz, ama sonraki olaylarlakehanet niteliği kazanan sözlerle dile getirmiştik. İkimizin de,içerdikleri gerçeği bilmeden telaffuz ettiği nice sözlerhatırlıyordum; hattâ rol yaptığımızı zannederek söylediğimizbu sözlerin, bizden habersiz gizledikleri gerçeğin yanında,sahtelikleri pek önemsiz, pek sıradandı, acınasısamimiyetsizliğimizin içine hapsolmuşlardı. Göremediğimizderin gerçeğin berisindeki yalanlar, yanılgılar, ötesindekidoğrular; temel yasalarını kavrayamadığımız, açığa çıkmalarıiçin Zaman'a ihtiyaç duyulan, kişiliklerimize ilişkin doğrularve ayrıca kaderimize ilişkin doğrular. Ona, yalan zannettiğimnice sözler söylemiştim: Balbec'te, "Sizi gördükçe daha çokseveceğim," demiştim (oysa beni Albertine'e sımsıkı bağlayanşey, doğurduğu kıskançlık sebebiyle, bu her dakikaberaberlikti gerçekten de); "Zihinsel açıdan size yararımdokunabileceğini düşünüyorum," demiştim; Paris'te, "Dikkatliolun. Başınıza bir kaza gelse, kederimden ölürüm," demiştim,("Ama başıma bir kaza gelebilir," diye cevap vermişti); yineParis'te, onu terk etmek istiyormuş gibi yaptığım gece, "İzinverin biraz daha seyredeyim sizi, çünkü sizi artıkgörmeyeceğim, hem de hiçbir zaman," demiştim; o da aynıgece, etrafına bakıp, "Bu odayı, kitapları, piyanoyu, bütün buevi bir daha göremeyeceğimi düşünüyorum da,inanamıyorum, oysa doğru," demiş, muhtemelen, "numara

Page 115: Albertine Kay±p - Marcel Proust

yapıyorum" düşüncesiyle kaleme aldığı son mektuplarında,Varlığımın en olumlu kısmını size bırakıyorum (gerçekten dezekası, iyiliği ve güzelliği, şimdi benim hafızamın sadakatineve ne yazık ki yetersiz gücüne emanet edilmemiş miydi?),Hem güneş batmak üzere, hem de biz ayrılmak üzereolduğumuz için iki bakımdan gün batımı ânı olan o ânı hiçunutmayacağım, nihai karanlık çökünceye kadar aklımdançıkmayacak diye yazmıştı; bu cümle, zihnine nihai karanlığıngerçekten çökmesinden bir gün önce yazılmıştı; şimşek kadarhızlı olan, ama o ânın kaygısıyla sonsuza dek bölünen o sonaydınlanmalarda, belki gerçekten de birlikte yaptığımız songezinti gözlerinin önünden geçmiş ve her şeyin bizi terkettiği, ateistlerin savaş meydanında Hıristiyan oluşu gibi,kendimize bir inanç yarattığımız o anda, belki de sık sıklanetlediği, ama çok da saygı duyduğu erkek arkadaşınıimdada çağırmıştı; o erkek arkadaş ise, –bütün dinler aynıolduğundan– sevgilisinin, ölümden önceki son dakikadakendini olduğu gibi görmeye, son düşüncesini onahasretmeye, nihayet ona günah çıkarmaya ve onun içindeölmeye vakit bulmuş olmasını dileyecek kadar zalimdi. Amakendini olduğu gibi görmeye vakit bulmuş olsa bile, neanlamı vardı? Belki bir şey mümkün olduğu müddetçe onuertelediğimiz için, belki de ancak hayalgücünün idealboşluğuna yansıtılıp somut varlığın ağırlığından,çirkinliğinden kurtulunca cazibe kazanıp, gerçekleşmesi kolaygöründüğü için, mutluluğu nerede bulacağımızı, ne yapmamızgerektiğini, ikimiz de, ancak artık o gereklilikleri yerinegetirmek imkânsız olduğunda ve mutluluk artık imkânsızolduğu için anlayabilirdik. Öleceğimiz düşüncesi, ölmektendaha korkunçtur, ama en korkuncu, bir başkasının öldüğüdüşüncesidir; gerçekliğin, bir insanı yuttuktan sonra, en ufak

Page 116: Albertine Kay±p - Marcel Proust

bir iz taşımadan, dümdüz uzandığını, o insanın dışlandığıgerçekliğin içinde, hiçbir irade, hiçbir bilgi kalmadığınıdüşünmek, en korkuncudur; bu gerçeklikten yola çıkarak, oinsanın yaşamış olduğu sonucuna ulaşmak, o insanın hayatınailişkin, henüz taze olan hatıradan yola çıkarak, onunokuduğumuz bir romandaki kişilerden kalan hatıralara, uçucugörüntülere benzetilebileceğini düşünmek kadar zordur.

Albertine, hiç değilse, ölmeden önce bana o mektubuyazdığı ve özellikle de, yaşasa bana döneceğini kanıtlayan oson telgrafı çektiği için mutluydum. Bana böylesi hem dahasevecen, hem daha güzel geliyordu; o telgraf olmasa, olayeksik kalacaktı, sanatın ve kaderin damgasını taşımayacaktısanki. Aslında farklı olsaydı da, aynı şekilde sanat ve. kaderindamgasını taşıyacaktı; çünkü her olay, belirli bir şeklin kalıbıgibidir ve olay ne olursa olsun, yarıda kestiği süreci, bizim,yerine konabilecek bir başkasını bulamadığımız için tekzannettiğimiz bir şekle sokar, tamamlar.

Niçin bana, "Benim bu tür eğilimlerim var," dememişti?Deseydi, boyun eğer, ihtiyaçlarını karşılamasına izinverirdim; şu anda onu öpüyor olurdum. Beni terk etmeden üçgün ' önce yalan söylediğini, Mlle Vinteuil'ün hanımarkadaşıyla ilişkisi olmadığına yemin ettiğini, onunyeminlerle inkâr ettiği şeyi, yüzündeki kızarıklığın itirafettiğini hatırlamak çok üzücüydü. Zavallı kız, en azından, ogün Verdurin'lere gitme isteğinde Mlle Vinteuil'le arkadaşınıgörme arzusunun rol oynamadığına yemin etmeyecek kadardürüst davranmıştı. Rirafını niçin sonuna kadar götürmemişti?Benim bütün yalvarmalarıma rağmen inkâr etmeyisürdürerek, asla, "Benim bu tür eğilimlerim var," dememesi,belki biraz da benim kabahatimdi. Çünkü Balbec'te, Mme de

Page 117: Albertine Kay±p - Marcel Proust

Cambremer'in ziyaretinden sonra, Albertine'le ilk keztartıştığımız gün, Andree'yle, fazlasıyla tutkulu birarkadaşlıktan öte bir ilişkisi olabileceğini hayalimden bilegeçirmezken, bu tür eğilimlere karşı nefretimi aşırı birşiddetle ifade etmiş, bu tür davranışları kesin bir tavırlalanetlemiştim. Nefretimi safça açıkladığımda, Albertine'inkızarıp kızarmadığını hatırlayamıyordum; hatırlayamıyordum,çünkü çoğu kez, bir insanın, bizim hiç dikkat etmediğimiz birandaki tepkisini, konuşmamızı tekrar düşündüğümüzde, canalıcı bir noktayı aydınlatacak olan tavrını, ancak aradan çokuzun zaman geçtikten sonra merak ederiz. Ama hafızamızdabir boşlukla karşılaşır, herhangi bir iz bulamayız. Çoğunlukla,o anda bile bize önemli görünebilecek şeylere dikkat etmeyiz,bir cümleyi tam işitmeyiz, bir hareketi görmeyiz, ya dasonradan unuturuz. Ardından, bir gerçeği ortaya çıkarmahırsıyla mantık yürütürken, hafızamızı, yazılı tanıklıklarınbulunduğu bir dosyanın sayfalarını çevirircesine tararken, ocümleye, o harekete geldiğimizde, bir türlü hatırlayamayız,aynı yolu defalarca baştan kateder, yolun sonuna varamayız.Albertine kızarmış mıydı? Kızarıp kızarmadığını bilmiyorum,ama sözlerimi duymamış olamazdı; belki daha sonra, tambana her şeyi itiraf edecekken, bu sözlerin hatırası onudurdurmuştu. Ve şimdi Albertine yoktu artık, bir kutuptandiğerine, yeryüzünün tamamını dolaşsam da, onubulamazdım; üzerine kapanan gerçeklik dümdüz olmuş, dibeçöken varlığın en ufak bir izi bile kalmamıştı. Artık o birisimden ibaretti; tıpkı tanıyanların, kayıtsızlıkla, "Mükemmelbir insandı," dedikleri Mme de Charlus gibiydi. Ne var ki,Albertine'in bilincinde olmadığı bu gerçekliğin varlığım, birsaniyeden daha uzun bir süre düşünemiyordum, çünküAlbertine'in içimdeki varlığı çok güçlüydü, içimdeki bütün

Page 118: Albertine Kay±p - Marcel Proust

duygular, bütün düşünceler, onun hayatıyla ilişkiliydi. Belkibunu bilse, kendi hayatı sona ermişken, arkadaşının onuunutmadığım görüp, duygulanırdı, geçmişte kayıtsızlıklakarşıladığı bazı şeylere duyarlılık kazanırdı. Fakat nasıl ki, bizgizli de olsa, sadakatsizlikten kaçınmak isterken, sevdiğimizkadının kaçınmamasından kor-karsak, eğer ölüler başka biryerde yaşıyorsa, Albertine'in, onu hatırladığımı bilmesinekarşılık, büyükannemin de, kendisini unuttuğumu bildiğinidüşünüp, korkuya kapılıyordum. Ayrıca, bir tek ölüyü elealsak bile, onun bazı şeyleri bilmesinden duyacağımızmutluluğun, her şeyi bilmesinden duyacağımız korkuyudengeleyeceğinden emin olabilir miyiz? Yapacağımızfedakârlık ne kadar zor olsa da, dostlarımızın öldükten sonrabizi yargılamaları korkusuyla, dostluklarından vazgeçmezmiydik?

Albertine'in neler yapmış olabileceğine dair, kıskançlıkladolu meraklarımın sonu yoktu. Sayısız kadından, parakarşılığı bilgi edinmeye çalıştıysam da, hiçbir şeyöğrenemedim. Meraklarımın bu kadar inatçı olmasının sebebi,bir insanın bizim için bir anda ölmemesidir; ölen kişi, gerçekölümsüzlükle ilgisi olmayan bir hayat halesiylesarmalanmıştır sanki; tıpkı hayattayken olduğu gibi, zihnimizimeşgul etmeyi sürdürür. Seyahate çıkmıştır adeta. Bu,ölümden sonraki hayatın, tamamen çoktanrılı dinlere özgü birtürüdür. Tam tersine, aşk bittiğinde ise, o insanın uyandırdığımerak, o ölmediği halde biter. Örneğin Gilberte'in, belirli birakşam, Champs-Elysees'de kiminle gezindiğini öğrenmekiçin, kılımı bile kıpırdatmazdım. Oysa bu merakların,birbirinin tıpatıp aynısı olduğunu, kendi içlerinde bir değertaşımadıklarını ve devam edemeyeceklerini pekâlâhissediyordum. Ama Albertine'den, ölümü nedeniyle, zorunlu

Page 119: Albertine Kay±p - Marcel Proust

ayrılışımın da, Gilberte'ten isteyerek ayrılışımı izleyenkayıtsızlıkla sonuçlanacağını önceden bildiğim halde, bugeçici merakların zalim tatmini uğruna, her şeyi feda etmeyisürdürüyordum. Aynı nedenle, Aimé'yi Balbec'e gönderdim,çünkü yerinde, etraflı bilgi edinebileceğini düşünüyordum.Albertine neler olacağını kestirebilse, yanımda kalırdı. Amabu, öldüğünü görse, benim yanımda, hayatta kalmayı tercihederdi, demeye benziyordu. Böyle bir varsayım, içerdiğiçelişki nedeniyle abesti. Ama zararsız değildi, çünküAlbertine'in, bilebilse, geriye dönüp anlayabilse, yanıma nasılseve seve döneceğini hayal ettiğim zaman, onu yanı başımdagörüyor, kucaklamak istiyordum, fakat maalesef buimkânsızdı, bir daha hiç gelmeyecekti, Albertine ölmüştü.Hayalgücüm, onu, henüz birlikteyken gökyüzünüseyrettiğimiz akşam vakitlerinde, yine gökyüzünde arıyordu;sevgimi, onun çok sevdiği mehtabın ötesinden onaulaştırmaya, artık yaşamadığı için onu teselli etmeyeçalışıyordum; böylesine uzaklardaki bir insana duyulan aşk,bir dindi adeta, düşüncelerim dua gibi ona doğruyükseliyordu. Arzu, inancı doğuracak kadar güçlüdür; benöyle arzuladığım için, Albertine'in gitmeyeceğine inanmıştım;şimdi de, ben öyle arzuladığım için, ölmediğine inanıyordum;ruh çağırmayla ilgili kitaplar okumaya koyuldum, ruhunölümsüz olabileceğine inanmaya başladım. Ama bu banayetmiyordu. Ben, öldükten sonra, Albertine'e bedeniylebirlikte kavuşmak istiyordum, sanki ebediyet hayatabenzermiş gibi. "Hayat" ne kelime! Daha da fazlasınıistiyordum. Ölümün, sonsuza dek, beni çeşitli hazlardanmahrum etmesine karşı çıkıyordum; oysa bu hazlardan bizimahrum eden tek şey ölüm değildir. Çünkü ölüm olmadan da,hazlar sonunda körelir, zaten alışkanlığın eskimesiyle, yeni

Page 120: Albertine Kay±p - Marcel Proust

meraklar yüzünden körelmeye başlamışlardı bile. Ayrıca,Albertine yaşasa, fiziksel olarak bile yavaş yavaş değişecekti;ben de günden güne bu değişikliğe alışacaktım. Ama onunbelirli anlarını canlandıran hafızam, yaşasa da arz etmeyeceğibir görünümünü ele geçirmek istiyordu; onun istediği,geçmişten kurtulamayan hafızanın doğal ve keyfisınırlamalarına uyacak bir mucizeydi. Buna rağmen, o canlıvarlığı, eski dinbilimcilerin saflığıyla, açıklaması mümkünolmakla kalmayıp, son bir çelişkiyle, hayattayken açıklamayıdaima reddettiği şeyleri, bana açıklarken hayal ediyordum;böylece, ölümü bir rüyaya dönüşünce, aşkımı beklenmedikbir mutluluk gibi algılayacaktı; ölümde, her şeyi basitleştiren,halleden bir çözümün rahatlığını ve iyimserliğinibuluyordum.

Bazen kavuşmamızı o kadar uzakta, bir başka âlemde hayaletmiyordum. Nasıl ki bir zamanlar, Gilberte'le arkadaşlığım,birlikte Champs-Ellysees'de oyun oynamaktan ibaretken,akşamları evde, ondan aşkını itiraf eden bir mektup alacağımı,odama girivereceğini hayal ettiysem, aynı güçlü arzu,kendisini engelleyecek tabiat kanunlarına, tıpkı Gilberteörneğindeki gibi, aldırmadan (aslında Gilberte örneğindeyanılmamıştı, çünkü son sözü o söylemişti), şimdi de,Albertine'den bir mektup alacağımı düşündürüyordu bana; bumektupta, gerçekten kaza sonucu attan düştüğünü, amaromanlara özgü bazı nedenlerden ötürü (aslında gerçekhayatta da uzun zaman boyunca ölü zannedilen kişilerolmuştu), kurtulup iyileştiğini daha önce bilmemiistemediğini açıklayacak, pişman olduğunu, ömür boyubirlikte yaşamak üzere bana dönmek istediğini bildirecekti.İçimde, Albertine'in öldüğüne dair kesin bir bilgiyle, odamagirivereceği umudunun, bir arada bulunduğunu hissediyor,

Page 121: Albertine Kay±p - Marcel Proust

başka bakımlardan aklı başında görünen kişilerin, belirli birkonudaki tatlı kaçıklığını gayet iyi anlıyordum.

Aimé'den henüz bir haber almamıştım, oysa Balbec'evarmış olmalıydı. Hiç şüphesiz, araştırmamın konusu ikincildive oldukça keyfi biçimde seçilmişti. Albertine'in hayatında,gerçekten bazı suçlar var idiyse, çok daha önemli başkaolaylar olsa gerekti; ne var ki, tesadüfler, bornozla ilgilikonuşma ve Albertine'in kızarması aracılığıyla bu konuyuortaya çıkarmış, beni öteki olaylardan haberdar etmemişti.Ama ben o olayları görmediğime göre, onlar benim içinyoktu. O güne rastlamam ve yıllar sonra, o gün yaşananlarıöğrenmeye çalışmam, tamamen keyfiydi. Albertinekadınlardan hoşlanmış idiyse, ne yaptığını bilmediğim vebenim açımdan ilginç olabilecek, daha binlerce gün olmalıydıhayatında; Aimé'yi Balbec'te daha birçok yere, Balbec dışındabirçok başka kente gönderebilirdim. Ama o günlerde olupbitenleri bilmediğim için, o günler hayalimde canlanmıyordu,hayalgücümde mevcut değillerdi. Olaylar ve insanlar, ancakhayalgücümde bireysel bir mevcudiyet kazandıkları zamanbenim için var olmaya başlıyordu. Buna benzer daha binlercegün var idiyse, benim için geri kalan günleri temsilediyorlardı. Nasıl ki, Albertine'e ilişkin şüphelerimkonusunda, uzun zamandır, kaplıcada neler olduğunuöğrenmeye çalışıyorsam, aynı şekilde, kadınlara yönelikarzularım konusunda da, arzulayabileceğim, tesadüfen bahsiniduymuş olabileceğim çok sayıda genç kız ve oda hizmetçisibulunduğunu bilmeme rağmen, randevu evlerine giden gençkızla ve Mme Putbus'ün oda hizmetçisiyle tanışmakistiyordum –çünkü Saint-Loup bana onlardan söz etmişti,benim açımdan bireysel anlamda var olanlar, onlardı.Sağlığımın, kararsızlığımın, Saint-Loup'nun deyişiyle

Page 122: Albertine Kay±p - Marcel Proust

"bugünün işini yarına bırakma" huyumun, herhangi bir şeyigerçekleştirme konusunda önüme çıkardığı engeller, hem bazıarzuları tatmin etmeyi, hem de bazı şüpheleri açıklığakavuşturmayı, günden güne, aydan aya, yıl dan yılaertelememe yol açmıştı. Yine de, onları hafızamda saklıtutuyor, onlara ilişkin gerçeği öğrenmeyi ihmal etmeyeceğimedair söz veriyordum kendi kendime, çünkü bir tek onlarzihnimi kurcalıyordu (diğerlerinin benim gözümde bir şekli,varlığı yoktu) ve gerçekliğin ortasından onları seçen tesadüf,onlar sayesinde, gerçeğin bir bölümüyle, gıpta edilen gerçekhayatın bir bölümüyle ilişkiye geçeceğimi garanti ediyordu.Ayrıca, iyi seçildiği takdirde, bir tek küçük olay, deney yapankişinin genel bir kurala ulaşmasına ve binlerce benzer olayıaçıklamasına yetmez mi? Hafızamdaki Albertine, tıpkıhayattaki gibi, bir dizi zaman diliminden oluştuğu halde,zihnim ona bir bütünlük kazandırıyor, tek bir insanadönüştürüyordu; ben, işte bu insan üzerinde genel bir yargıyavarmak, bana yalan söyleyip söylemediğini, kadınlardanhoşlanıp hoşlanmadığını, kadınlarla serbestçe ilişkikurabilmek için mi beni terk ettiğini öğrenmek istiyordum.Kaplıcadaki kadının söyledikleri, Albertine'in yaşayış biçimikonusundaki şüphelerimi temelli kesip atabilirdi.

Şüphelerim! Heyhat, Albertine'i bir daha görmemeninbenim için önemli olmayacağını, hattâ hoş olacağınıdüşünmüştüm, ta ki gidişi hatamı ortaya çıkarıncaya kadar.Aynı şekilde, ölümü de, ara sıra Albertine'in ölmesiniistediğimi, bu ölümün benim için kurtuluş anlamınageleceğini zannetmekle ne kadar yanıldığımı göstermişti.Aimé'nin mektubunu aldığımda da aynı şey oldu; o âna kadar,Albertine'in iffetliliği konusundaki şüphelerim yüzünden pekşiddetli acılar çekmeyişimin, aslında bunların katiyen birer

Page 123: Albertine Kay±p - Marcel Proust

şüphe olmamasından kaynaklandığını anladım. Albertine'iniffetli olması, mutluluğum ve hayatım açısından gerekliydi;onlar da öyle olduğuna kayıtsız şartsız inanmışlardı. Bukoruyucu inanç sayesinde, zihnimin, şekillendirmekle birlikteinanmadığı birtakım varsayımlarla, hüzün içinde oyalanması,benim için bir tehlike oluşturmuyordu. Kendi kendime,"Kadınlardan hoşlanıyor olabilir," derken, "Bu geceölebilirim," der gibiydim; insan bunu düşünür, ama inanmaz,ertesi gün için planlar yapmaya devam eder. İşte bu yüzden,Albertine'in kadınlardan hoşlanıp hoşlanmadığı konusundaşüphelerim olduğunu ve dolayısıyla Albertine'in suçluolduğuna dair bir kanıtın, bana sık sık öngördüğüm şeydenfarklı bir bilgi vermeyeceğini zannettiğim halde, Aimé' dengelen mektubun benim gözümde canlandırdığı, başkaları içinbir anlam taşımayacak görüntüler, beklenmedik bir acıya yolaçtı; o güne dek yaşadığım en şiddetli acıydı ve bugörüntülerle, heyhat, Albertine'in de görüntüsüyle birlikte,bölünmez bir bütün, kimyadaki terimle söyleyecek olursak,bir çökelti oluşturuyordu adeta; tamamen itibari biçimde tecritedip aktardığım mektubun metni, bu çökelti konusundakatiyen fikir veremez, çünkü her bir kelime, uyandırdığııstırap tarafından ânında dönüştürülüyor, temellidamgalanıyordu.

Beyefendi,

Daha önce yazmadığım için beni affedeceğiniziumuyorum. Görüşmemi istediğiniz şahıs iki günlüğünekentten ayrılmıştı; bana olan güveninizi haklı çıkarmaarzusuyla, sonuç almadan dönmek istemedim. (Mlle A.)yıgayet iyi hatırlayan bu kişiyle nihayet görüşebildim.

Page 124: Albertine Kay±p - Marcel Proust

Cahil sayılamayacak olan Aimé, Mlle A.'nın altını çizmekveya tırnak içine almak istemişti. Ne var ki, tırnak işaretiyerine parantez, parantez yerine de tırnak işareti kullanıyordu.Benzer biçimde Françoise da, benimle aynı sokakta oturanbirinden bahsederken, orada kaldığını söyler, iki dakika dahakalalım anlamında, oturalım derdi; çoğu kez halktaninsanların hataları –tıpkı dilimizde de olduğu gibi– birkaçyüzyıl aradan sonra birbirlerinin yerini almış olan iki teriminyerlerini değiştirmekten ibarettir.

Kendisi, beyefendinin tahmininin kesinlikle doğruolduğunu söylüyor. (Mlle A.) kaplıcaya her geldiğinde,onunla bu hanım ilgilenirmiş. (Mlle A.) kaplıcaya, sık sıkkendinden daha yaşlı, hep griler giyen, uzun boylu birhanımla gelirmiş; kaplıca görevlisi hanım, adınıbilmemekle birlikte, onu birçok kere genç kızların peşindekoşarken gördüğü için tanıyormuş. Ne var ki, (Mlle A.) iletanıştıktan sonra diğer kızlarla hiç ilgilenmez olmuş. O ve(Mlle A.) daima kabine kapanıp içeride çok uzun sürekalırlarmış, grili hanım, konuştuğum görevliye en az onfrank bahşiş verirmiş. Görevlinin deyişiyle, içeride incidizmek için on frank bahşiş verecek değildi herhalde.(Mlle A.) bazen de çok esmer tenli, saplı gözlük kullananbir hanımla birlikte gelirmiş. Ama (Mile A.) en çokkendinden daha genç kızlarla, bilhassa kıpkızıl saçlı birkızla gelirmiş. Grili hanım dışında (Mlle A.)nın getirdiğikişiler, Balbec dışından, çoğunlukla, muhtemelen çokuzaktan gelen kişilermiş. İçeri asla birlikte girmezlermiş,(Mile A.) girer, görevliye kabinin kapısını açıkbırakmasını, bir arkadaşını beklediğini söylermiş, görevlide bunun ne anlama geldiğini bilirmiş. Pek

Page 125: Albertine Kay±p - Marcel Proust

hatırlayamadığı için, daha ayrıntılı bilgi veremedi, "aradanbunca zaman geçmişken, hatırlayamaması çok normal".Zaten bu görevli hanım, çok ketum olduğundan, dahafazla bir şey öğrenmeye de çalışmamış, ayrıca (Mlle A.)sayesinde epey para kazandığından, menfaati de bunugerektiriyormuş. Öldüğünü öğrenince, gerçekten çoküzüldü. Sahiden de, bu genç yaşta, hem kendisi, hemyakınları için çok acı bir olay. Daha fazla bilgiedinebileceğimi sanmadığım Balbec'ten ayrılıpayrılamayacağımı öğrenmek için, Beyefendiden talimatbekliyorum. Bana sağladığınız bu kısa seyahat imkânı içinsize tekrar teşekkür ederim; havalar da mükemmelgittiğinden, çok hoş bir tatil oldu. Bu yıl mevsim iyigeçeceğe benziyor. Beyefendinin bu yaz bizi kısasüreliğine de olsa şereflendireceğini umuyoruz.

Beyefendiye verebileceğim ilginç başka bir haber yok,vs.

Bu sözlerin, içimde ne kadar derinlere nüfuz ettiğinianlayabilmek için, Albertine'e ilişkin, kendi kendimesorduğum soruların, ikincil, önemsiz, ayrıntıya dair meselelerolmadığını hatırlamak gerekir; bunlar, aslında kendimizdışındaki herkese ilişkin sorduğumuz yegâne sorulardır ve buda, geçirimsiz zihnimizle kuşanıp, ıstırabın, yalanların,ahlâksızlığın ve ölümün ortasında yol alabilmemizi sağlar.Hayır, Albertine konusundaki sorularım, öze ilişkinmeselelerdi: Albertine özünde neydi, ne düşünürdü, neyiseverdi, bana yalan söylüyor muydu, ortak hayatımız,Swann'la Odette'in hayatı kadar içler acısı mıydı? Dolayısıyla,Aimé'nin cevabı, genel değil, özel bir cevap olmasına rağmen

Page 126: Albertine Kay±p - Marcel Proust

–daha doğrusu bu yüzden– Albertine'in ve benimderinliklerimize nüfuz ediyordu.

Nihayet karşımda, Albertine'in grili hanımla birlikte, o darsokaktan kaplıcaya girişiyle, geçmişin bir parçasınıgörüyordum; gördüğüm şey, Albertine'in bakışlarına,hafızasına hapsolmuş halde hayal ettiğim geçmiş kadaresrarengiz, bir o kadar ürkütücüydü. Benden başka herkesemuhtemelen önemsiz görünecek bu ayrıntıları, şimdi,Albertine öldükten sonra kendisine yalanlatmamın imkânsızolması, onlara bir olasılık kazandırıyordu. Albertine'inkabahatleri, doğru olduklarını ve kendisi tarafından itirafedildiklerini varsaysak bile, –bilincinde ister masum, istersuç, hissiyatında ister haz dolu, ister yavan olsunlar– kendinazarında, benim için bu ayrıntılara damgasını vurmuş olan okelimelere sığmaz dehşetten yoksundu muhtemelen. Ben bile,Albertine için anlamı aynı olmasa da, kadınlara duyduğumaşktan yola çıkarak, onun hissettiklerini biraz hayaledebiliyordum. Benim defalarca duyduğum arzuyu onun daduyduğunu, defalarca söylediğim yalanları onun dasöylediğini, zihnini herhangi bir genç kızın kurcaladığını,benim Mlle de Stermaria için, daha birçokları için, kırdarastladığım köylü kızları için girdiğim zahmetlere onun dagirdiğini hayal etmek bile bir ıstıraptı. Evet, bütün arzularım,onunkileri bir ölçüde anlamama yardımcı oluyordu; arzular nekadar yoğunsa, o kadar şiddetli birer işkenceye dönüşüyor,ıstırabım yoğunlaşıyordu; sanki bu duygu cebirinde, katsayıdeğişmiyor, ama artı işareti eksi oluyordu. Fakat kendimdenyola çıkarak değerlendirebildiğim kadarıyla, Albertine,kabahatlerini benden gizlemeyi ne kadar istemiş de olsa –buda, kendini suçlu gördüğünü veya beni üzmekten korktuğunudüşündürüyordu bana– onun nazarında, kendi kabahatleri,

Page 127: Albertine Kay±p - Marcel Proust

arzunun hareket alanı olan hayalgücünün belirginaydınlığında, kendi isteğine uygun şekilde planlamış olduğuiçin, hayatın geri kalanıyla aynı nitelikte şeylerdi; Albertine'ingözünde bu kabahatler, onun açısından, feragat etmeye razıolamadığı hazlar, benim açımdansa, benden gizleyerekengellemeye çalıştığı kederlerdi, ama hayatın diğer hazlarıylakederleri arasında yer alabilecek haz ve kederlerdi. OysaAlbertine'in kaplıcaya girip bahşişini hazırlarkenkigörüntüleri, bana dışarıdan, önceden haber verilmeden,kendim hayalimde canlandıramadan, Aimé'nin mektubuylagelen görüntülerdi.

Şüphesiz, Albertine'in grili hanımla birlikte, sessizce,kasıtlı biçimde gelişinde, kararlaştırılmış olan randevuyu, birkaplıca kabinine gidip sevişme alışkanlığını, bunların işaretettiği yozluk tecrübesini, ikili bir yaşantının başarıylagizlenen örgütlenişini gördüğüm ve bu görüntüler banaAlbertine'in suçluluğuna dair korkunç bir bilgi verdiği için,derhal fiziksel bir acıya yol açmış ve bu acıyla ayrılmaz birbütün oluşturmuşlardı. Ne var ki, aynı anda, acı da görüntülerietkilemişti; nesnel bir gerçek, bir görüntü, ona yaklaşırkenkiruh halimize göre değişir. Acı, gerçekliği sarhoşluk kadar çokdeğiştiren, güçlü bir etkendir. Görüntülerle birleşen acı, onlarıderhal dönüştürmüş, grili bir hanımın, bir bahşişin, birkaplıcanın, Albertine'in grili hanımla buluşup geldiklerisokağın, herhangi birinin gözünde bürünebileceğigörüntülerden bambaşka bir hale sokmuştu; ıstırabım bugörüntüleri –asla hayal edemeyeceğim yalanlarlakabahatlerden oluşan bir hayatın anlık kesitini– bir anda,dokularına, özlerine varıncaya kadar değiştirmişti; onları,yeryüzündeki görüntüleri aydınlatan ışıkta görmüyordum, birbaşka âlemin, meçhul ve lanetli bir gezegenin parçası, bir

Page 128: Albertine Kay±p - Marcel Proust

Cehennem manzarasıydı gördüğüm. Cehennem, Balbec'intamamıydı, Aimé'nin mektubuna bakılacak olursa,Albertine'in kaplıcaya sık sık götürdüğü, kendinden gençkızların çıkıp geldiği bütün civardaki yerleşimlerdi. Birzamanlar Balbec yöresinde var olduğunu hayal ettiğim, sonraBalbec'te kaldığım zaman dağılıp yok olan o gizem, dahasonra, Albertine'in sahilden geçişini görüp iffetli olmadığınıumacak kadar çılgın olduğum sıralar, içinde barındırdığınıdüşündüğüm ve dolayısıyla Albertine'le tanışarak elegeçirmeyi umduğum gizem, şimdi Balbec'e ilişkin her şeye,korkunç biçimde damgasını vuruyordu! Bütün o istasyonadları, Apollonville..., gece vakti Verdurin'lerden dönerkenduyduğumda, kulağıma son derece tanıdık gelen, huzur vereno isimler, şimdi Albertine'in bunlardan birinde oturduğunu,bir diğerine gezmeye gittiğini, bir üçüncüsüne sık sıkbisikletle gitmiş olabileceğini düşündükçe, onları mahallitrende büyükannemle birlikte, henüz tanımadığım Balbec'evarmadan önce, ilk kez görüşümde yaşadığım kaygıdan dahaşiddetli bir kaygı yaratıyorlardı içimde.

Kıskançlığın yeteneklerinden biri de, dış gerçeklerin veduyguların, yüzlerce tahmine açık, bilinmez şeyler olduğunubize göstermesidir. Sırf aldırmadığımız için, olayları veinsanların ne düşündüğünü tam olarak bildiğimizi zannederiz.Ama kıskanan bir insanın öğrenme arzusuna kapıldığımızandan itibaren, hiçbir şeyin açıkça seçilemediği, başdöndürücü bir kaleydoskobun ortasında buluruz kendimizi.Albertine beni aldatmış mıydı, kiminle, hangi evde, hangigün, bana şunu ya da bunu söylediği gün mü, benim gündüzşunu ya da bunu dediğimi hatırladığım gün mü? Hiçbir fikrimyoktu. Bana ilişkin duyguları hakkında, menfaatten mi,sevgiden mi kaynaklandıkları konusunda da hiçbir şey

Page 129: Albertine Kay±p - Marcel Proust

bilmiyordum. Birdenbire, sıradan bir olayı, meselaAlbertine'in, ismini ilginç bulduğunu söyleyerek, belki sırforada bir köylü kızıyla tanıştığı için, Saint-Martin-le-Vetu'yegitmek istediğini hatırlıyordum. Ama kaplıca görevlisininanlattıklarını Aimé'den öğrenmiş olmamın hiçbir yararı yoktu,çünkü Albertine, benim öğrendiğimden asla haberdarolmayacaktı; oysa Albertine'e olan aşkımda, öğrenmeihtiyacı, bildiğimi ona gösterme ihtiyacının gerisinde kalmıştıdaima, çünkü bu, farklı yanılsamaların aramıza ördüğü duvarıyıkıyordu; bununla birlikte, beni daha çok değil, aksine dahaaz sevmesine sebep olmuştu hep. Artık, Albertine öldüğündenberi, ikinci ihtiyaç, birincinin sonuçlarıyla iç içe girmişti:Öğrendiklerimi Albertine'e aktaracağım konuşmayı,bilmediklerimi ona soracağım konuşma kadar ayrıntılıbiçimde, hayalimde canlandırma ihtiyacı duyuyordum; yanionu yanı başımda görmek, iyi yüreklilikle cevap verişiniişitmek, yanaklarının yine tombullaştığına, gözlerindekifesatlığın, yerini hüzne bıraktığına şahit olmak, kısacası, onuhâlâ sevmek ve umutsuz yalnızlığımın ortasındakikıskançlığın öfkesini unutmak istiyordum. Öğrendiklerimiona bildirmemin ve ilişkimizi, yeni keşfettiğim (belki desadece öldüğü için keşfedebildiğim) gerçeğe dayandırmanınimkânsız oluşunun acı gizemi ve hüznü, davranışının daha daçok acı veren gizeminin yerini alıyordu. Ne? Artık bir hiçolan Albertine'in, kaplıca olayını öğrendiğimi bilmesiniöylesine arzulamış olmak mı! Ölümü düşünmek zorundakaldığımız zaman, hayattan başka bir şeyi hayalimizdecanlandıramayışımızın sonuçlarından biriydi bu da. Albertineartık bir hiçti, ama benim nazarımda, Balbec'te kadınlarlarandevulaştığını benden gizleyen, bu konudaki cehaletimikorumayı başardığını zanneden kişiydi. Kendi ölümümüzden

Page 130: Albertine Kay±p - Marcel Proust

sonra neler olacağını düşündüğümüzde, yanlışlıkla kendimiziyine canlı halimizle o âna aktarmaz mıyız? Sonuç olarak,artık bir hiç olan bir kadının, altı yıl önce yaptıklarınıöğrendiğimizi bilmemesine hayıflanmak, biz öldükten bir asırsonra, insanların bizden hâlâ övgüyle söz etmesini istemektençok mu daha abestir? İkincisi, birinciye göre daha gerçek bir'temele dayansa bile, geriye dönük kıskançlığımınhayıflanmaları, diğer insanların ölümden sonra şöhretisteğiyle aynı bakış hatasından kaynaklanıyordu. Bununlabirlikte, Albertine'den ayrı oluşumun ciddi kesinliğine ilişkinbu izlenim, bir anlığına, kabahatlerine ilişkin düşünceleriminyerini almış olsa da, bu kabahatlere bir geri dönülmezlikkattığından, onları daha da vahimleştiriyordu. Kendimihayatta yolunu kaybetmiş biri olarak görüyordum; sankiuçsuz bucaksız bir sahilde tek başımaydım ve hangi yönegidersem gideyim, ona asla rastlayamayacaktım. Neyse ki,hafızamda, –hatıraların teker teker aydınlandığı, kimileritehlikeli, kimileri sağlıklı her tür şeyin bulunduğu o dağınıkkalabalığın içinde–, işine yarayacak aleti bulan bir tamircigibi, büyükannemin, tam bu duruma denk düşen bir sözünübuldum. Kaplıca görevlisinin Mme de Villeparisis'yeanlattığı, hiç inandırıcı olmayan bir hikâyeyle ilgili olarak,büyükannem, "Kadında yalan söyleme hastalığı olsa gerek,"demişti. Bu hatıra, bana müthiş bir teselli verdi. Kaplıcagörevlisinin Aimé'ye söylediklerinin ne önemi olabilirdi?Üstelik, kadın aslında hiçbir şey görmemişti. Kızların birarada kaplıcaya gitmesi, art niyetleri olduğu anlamınagelmezdi. Görevli kadın, böbürlenmek için bahşişin miktarınıabartmış olabilirdi. Bir keresinde, Françoise'ın, "aylıkharcamalar için bir milyon frangı" olduğunu, Leonie Halamınağzından işittiğini iddia edişine şahit olmuştum, olacak şey

Page 131: Albertine Kay±p - Marcel Proust

değildi; bir keresinde de, Leonie Halamın, Eulalie'ye dört adetbinlik banknot verişini gözleriyle gördüğünü söylemişti, oysadörde katlanmış ellilik bir banknot bile, bana pek inandırıcıgelmiyordu. Böylece, hâlâ öğrenme arzusuyla acı çekmekorkusu arasında bocalayarak, onca zahmete katlanıpöğrendiğim kesin ve acı bilgiden kurtulmaya çalıştım veyavaş yavaş başardım da. Bunun üzerine, sevgimcanlanabildi, ama sevgiyle birlikte, Albertine'den ayrıolmanın üzüntüsü de çıktı ortaya; önceki saatlerde,kıskançlıktan kıvranırken olduğumdan daha bedbahttım belkide. Ama kıskançlığım, Balbec'i düşününce, birdenhortlayıverdi; sebebi, ansızın aklıma gelen (o âna kadar banahiç acı çektirmemiş olan, hattâ hafızamdaki en zararsızgörüntülerden biri zannettiğim) bir görüntü, akşamları Balbecotelindeki yemek salonunun görüntüsüydü; geniş pencerelerinarkasında, büyük bir kalabalık, bir akvaryumun ışıklı camınınönünde dururcasına, karanlığın içinde sıkışarak, aydınlığıniçinde hareket eden garip insanları seyrederdi; bu yığılmaiçinde (daha önce bunu hiç düşünmemiştim), balıkçı kızlar,halktan kızlar, Balbec'te yeni olan bu lükse imrenen küçükburjuvalarla bir araya geliyordu; mali imkânları nedeniyledeğilse bile, cimrilik ve gelenekler yüzünden kendi ailelerineyasak olan bu lüksü seyreden küçük burjuva kızları arasında,benim henüz tanımadığım Albertine de, hemen her akşam yeralıyordu mutlaka; şüphesiz orada tavladığı bir kızla, birkaçdakika sonra, gecenin karanlığında, kumların üzerinde veyafalezin dibinde, terk edilmiş bir kulübede buluşuyordu. Sonra,bizi katta durmayıp yukarıya devam eden asansörün sesi, birsürgün hükmü gibi, tekrar üzüntüye boğuyordu beni. Oysagelmesini isteyebileceğim tek kişi, bir daha aslagelmeyecekti, ölmüştü. Buna rağmen, asansör bizim katta

Page 132: Albertine Kay±p - Marcel Proust

durduğu zaman, kalbim çarpıyor, bir an diyordum. "Belki deodur, zili çalacak, geri döndü. Françoise içeri girecek ve batılinançları kindarlığına ağır bastığından, Albertine'inkendisinden çok hayaletinden korkacağı için, öfkeden çokkorkuyla, 'Beyefendi, kimin geldiğini imkânı yok tahminedemezsiniz,' diyecek." Hiçbir şey düşünmemeye, gazeteokumamaya çalışıyordum. Ama gerçek bir acı çekmeyeninsanlar tarafından yazılmış makaleleri okumayatahammülüm yoktu.Bir makalede, sıradan bir şarkıyla ilgiliolarak, "İnsanı ağlatan bir şarkı," deniyordu, oysa ben,Albertine hayatta olsa, sevinç içinde dinlerdim o şarkıyı. Birbaşka makalenin yazarı, büyük bir yazar olmasına rağmen, birtrenden indiğinde alkışlarla karşılandığı için, orada unutulmazbir ilgiyle karşılaştığını yazıyordu, oysa aynı ilgi o esnadabana gösterilse, bir an bile üzerinde durmazdım. Üçüncü birmakalede ise, can sıkıcı siyaset olmasa, Paris'te hayatın"harikulade" olacağı iddia ediliyordu; oysa ben gayet iyibiliyordum ki, siyaset olmasa bile, bu hayat benim içinkorkunç olabilirdi ve Albertine'e kavuşabilsem, siyasetle bile,harikulade olurdu. Av muhabiri, (aylardan mayıstı,) "Gerçekavcılar için gerçekten acı bir dönem, hattâ bir felaket, çünküavlanacak hiçbir şey yok," diyor, Louvre'daki sergiyle ilgiliolarak, "Bu şekilde düzenlenmiş bir sergi karşısında, insansınırsız bir umutsuzluğa, sonsuz bir kedere kapılıyor,"deniyordu. Gerçek mutluluğu ve kederi yaşamayanlarınifadeleri, bana yalan ve anlamsız geliyor, buna karşılık, nekadar dolaylı da olsa, Normandiya'yla, Nice'le, kaplıcalarla,Berma'yla, Guermantes Prensesi'yle, aşkla, ayrılıkla,vefasızlıkla ilgili olabilecek en sıradan cümleler, ansızın,kafamı çevirmeme fırsat vermeden, karşıma Albertine'insuretini çıkarıyordu; tekrar ağlamaya başlıyordum. Zaten

Page 133: Albertine Kay±p - Marcel Proust

genellikle, gazete bile okuyamıyordum, çünkü sırf gazeteyiaçma hareketi bile, bana aynı anda hem Albertine hayattaykenaynı hareketi yaptığımı, hem de onun artık hayatta olmadığınıhatırlatıyordu; gazeteyi açma gücünü kendimde bulamayarak,elimden bırakıveriyordum. Her izlenim, kendine özdeş, amaiçinden Albertine'in varlığı kesilip alındığı için, yaralı birizlenimi çağrıştırıyordu, öyle ki, kalbimde çırpınan bu sakatdakikaları sonuna kadar yaşayacak cesareti aslabulamıyordum. Albertine yavaş yavaş aklımdan çıkıpkalbimin üzerindeki mutlak hâkimiyetini kaybettikten sonrabile, birlikte yaşadığımız zamanki gibi odasına girmem, ışığıaramam, otomatik piyanonun başına oturmam gerektiğinde,ani bir ıstırap yaşıyordum. Çeşitli küçük, teklifsiz tanrılarabölünmüş olan Albertine, uzun süre boyunca, mumunalevinde, kapı tokmağında, bir iskemlenin arkalığında veuykusuz bir gece gibi, hoşlandığım bir kadının ilk ziyaretindeyaşadığım heyecan gibi, maddi olmayan çeşitli alanlardayaşadı. Buna rağmen, gün içinde gözlerimin okuduğu veyazihnimin hatırladığı tek tük cümleler, çoğunlukla içimdeacımasız bir kıskançlık uyandırıyordu. Bu kıskançlığın ortayaçıkması için, cümlelerin, kadınların ahlâksızlığına dair geçerlibir kanıt sunması gerekmiyor, Albertine'in hayatına ilişkineski bir izlenimi çağrıştırmaları yetiyordu. O zaman, düşünüledüşünüle gücünü kaybetmemiş bir âna, Albertine'in, hayattaolduğu, unuttuğum bir âna taşınan kabahatleri, daha yakın,daha yürek daraltıcı, daha korkunç bir nitelik kazanıyordu.Bunun üzerine, kaplıca görevlisinin anlattıklarının doğruolabileceği kuşkusu, tekrar doğuyordu içimde. Gerçeğiöğrenmenin bir yolu, Aimé'yi, Mme Bontemps'ın villasınıncivarında birkaç gün geçirmek üzere, Touraine'e göndermekti.Albertine, kadın kadına yaşanan hazlara düşkün idiyse ve bu

Page 134: Albertine Kay±p - Marcel Proust

hazlardan daha fazla mahrum kalmamak için beni terk ettiyse,serbest kalır kalmaz, onların peşinde koşmuş olmalıydı;bildiği bir muhitte, benim evime oranla daha fazla imkânbulacağını düşünmese, gitmeyeceği bir yerde, aradığınıbulmuş olsa gerekti. Hiç şüphesiz, Albertine'in ölümüylekaygılarımın değişmemiş olması normaldi. Sevgilimizhayattayken, aşkımız dediğimiz şeyi oluşturan düşüncelerinbüyük bölümü, onun yanımızda olmadığı saatlerde şekillenir.Böylece, yanımızda bulunmayan bir kişinin, tahayyüllerimizekonu olmasına alışırız; kendisinden sadece birkaç saat ayrıkalsak bile, bu saatlerde, o bir hatıradan ibarettir. Dolayısıyla,ölüm pek fazla bir şeyi değiştirmez. Aimé döndüğünde,Nice'e gitmesini rica ettim; böylece, sadece düşüncelerim,üzüntülerim ve ne kadar dolaylı da olsa bir insanla ilişkili birismin, içimde uyandırdığı heyecanlarla değil, aynı zamandabütün yaptıklarımla, giriştiğim soruşturmalarla, paramıharcayışımla, bütün bunların sadece ve sadece Albertine'inyaptıklarını öğrenmeye yönelik olmasıyla, o sene boyunca,hayatımı bir aşkın, gerçek bir ilişkinin doldurduğunusöyleyebilirim. Bu aşkın muhatabı ise, bir ölüydü. Bir insanöldükten sonra, eğer sanatçıysa ve eserine kendinden birşeyler katmışsa, o insanın bir parçasının, yaşamaya devamedebileceği söylenir bazen. Belki aynı şekilde, bir insandanalınıp başka bir insanın kalbine aşılanan sürgün de, alındığıinsan yok olduktan sonra bile, yaşamaya devam eder.

Aimé, Mme Bontemps'ın villasının yakınında, kalacak biryer bulmuştu, orada bir oda hizmetçisiyle ve Albertine'in sıksık araba kiraladığı bir acenta sahibiyle tanıştı. Bu insanlarhiçbir şey fark etmemişlerdi. Aimé, ikinci mektubunda,kentteki genç bir çamaşırcı kızdan öğrendiklerini yazıyordu;çamaşırlarını götürdüğünde, Albertine kızın kolunu tuhaf bir

Page 135: Albertine Kay±p - Marcel Proust

biçimde sıkarmış. Ama küçük hanım asla başka bir şeyyapmadı, demiş kız. Aimé'ye yolculuk masraflarınıkarşılayacak parayı, mektubuyla bana verdiği acının bedelinigönderdim; bu arada, kendi kendime, Albertine'in buteklifsizliğinin, ahlâksızca bir arzuyu işaret etmediğinisöyleyip, teselli bulmaya çalışıyordum ki, Aimé'den birtelgraf aldım: ÇOK İLGİNÇ ŞEYLER ÖĞRENDİM.BEYEFENDİYE YENİ HABERLERİM VAR. MEKTUPYAZDIM. Ertesi gün, zarfı bile beni ürperten bir mektupaldım; mektubun Aimé' den geldiğini anlamıştım, çünküherkesin, en mütevazı insanın bile, hem canlı olan, hem de biruyuşukluk içinde kâğıdın üzerine uzanmış yatan bu küçük,tanıdık varlıklar üzerinde bir hâkimiyeti vardır; herkesinelyazısının harfleri, sadece kendine aittir.

Çamaşırcı kız, başlangıçta hiçbir şey söylemekistemedi, Mlle Albertine'in sadece kolunu çimdiklediğindeısrar etti. Ama ben onu konuşturmak için, yemeğe götürüpiçki içirdim. Bunun üzerine, denize girmek üzere plajagittiğinde, Mlle Albertine'in sık sık kendisiylebuluştuğunu anlattı; Mlle Albertine, denize girmek üzeresabah erkenden kalkar, deniz kıyısında, ağaçlar çok sıkolduğu için kimsenin kendilerini göremeyeceği bir yerde,çamaşırcı kızla buluşurmuş, zaten o saatte, etraftakimsecikler olmazmış. Çamaşırcı kız, arkadaşlarını dagetirirmiş; denize girdikten sonra, hava o saatte bile sıcak,güneş ağaçların altında bile yakıcı olduğu için, kurumaküzere çimenlere uzanır, birbirlerini okşar, gıdıklar,oynaşırlarmış. Çamaşırcı kız, arkadaşlarıyla oynaşmaktançok hoşlandığını bana itiraf etti; Mlle Albertine,bornozuyla hep gelip kendisine sürtündüğü için, ona

Page 136: Albertine Kay±p - Marcel Proust

bornozunu çıkarttırır, boynunu, kollarını, hattâ MlleAlbertine'in kendisine uzattığı ayaklarının altını yalarmış.Çamaşırcı kız da soyunurmuş, birbirlerini suya iterlermiş.Kız o akşam daha fazla bir şey anlatmadı. Ama ben daimasizin hizmetinizde olduğum ve sizi memnun etmek içinher şeyi yapmaya hazır olduğum için, kızı yatağıma aldım.Mlle Albertine mayosunu çıkardığı zaman ona yaptıklarınıbana da yapmayı teklif etti. (Küçük hanımın nasılkıvrandığını bir görseydiniz, (Ah! Mutluluktanuçuruyorsun beni) derdi, heyecandan kendini tutamaz,beni ısırırdı) diye anlattı. Kızın kolunda ısırık izi hâlâduruyordu gerçekten de. Mlle Albertine'in niçin o kadarzevk aldığını da anlıyorum, kız gerçekten çok becerikli.

Albertine, Balbec'te, Mlle Vinteuil'le arkadaş olduğunusöylediğinde, çok ıstırap çekmiştim. Ama Albertine beniteselli etmek üzere, yanımdaydı. Daha sonra, onun neleryaptığım fazlaca araştırıp evimden kaçırdığımda, FrançoiseAlbertine'in gittiğini bildirdiğinde, yalnız kaldığımda, daha daçok ıstırap çekmiştim. Ama hiç değilse benim sevdiğimAlbertine, hâlâ kalbimdeydi. Şimdi –zannettiğimin tersine,ölümün sona erdirmediği bir merakı fazla ileriye götürmemincezası olarak– onun yerinde başka bir genç kız vardı;yalanları, aldatmacaları saymakla bitmiyor, ötekinin, tatlılıklabeni yatıştırarak, hiç tatmadığına yemin ettiği hazları,özgürlüğüne kavuşmuş olmanın sarhoşluğuyla, kendindengeçinceye dek, şafak vakti Loire kıyısında buluştuğu ve "Benimutluluktan uçuruyorsun," dediği çamaşırcı kızı ısıracakkadar yaşamak üzere, çekip gidiyordu. Bu farklı Albertine,yalnızca başkalarıyla ilgili olarak kullandığımız anlamdafarklı değildi. Başkaları, zannettiğimizden farklı olduğunda,

Page 137: Albertine Kay±p - Marcel Proust

bu farklılık bizi derinden etkilemediği ve sezgi sarkacınındışarıya doğru yapacağı salınım, içe doğru yaptığı salınımamecburen eşit olacağı için, bu farklılıkları, onların yüzeyselnoktalarına kondururuz. Eskiden, bir kadının, kadınlardanhoşlandığını öğrendiğim zaman, onu bu yüzden farklı birkadın, özünde başka bir varlık olarak görmezdim. Amasevdiğimiz bir kadın söz konusu olduğunda, böyle birihtimalin yarattığı acıdan kurtulmak için, sevdiğimiz kadınınsadece yaptıklarını değil, yaparken neler hissettiğini, yaptığışeyle ilgili neler düşündüğünü de öğrenmeye çalışırız;böylece, acının derinliklerinde ilerleyerek, sonunda gizeme,öze varırız. Zihnimin ve bilinçdışımın bütün güçleriyleişbirliği yaptıkları bu meraktan ötürü, benliğimin herzerresiyle, bedenimle, kalbimle acı çekiyordum, ölümkorkusunun yaşatacağı acıdan çok daha büyük bir acıçekiyordum; böylece, Albertine'le ilgili öğrendiğim her şeyi,şimdi onun en derin noktalarına yansıtıyordum. Albertine'insapıklığına ilişkin gerçeğin, benliğimin en derin noktalarınakadar sapladığı acının, çok daha sonra, bana bir yardımı dahadokundu. Tıpkı benim büyükanneme verdiğim acı gibi,Albertine'in bana verdiği acı da, ikimizin arasında son bir bağoluşturdu ve hatıradan daha kalıcı oldu, çünkü fiziksel olanher şeyde bulunan enerji tasarrufu sayesinde, ıstırap,hafızanın derslerine ihtiyaç göstermez: Mesela mehtaplıgecelerde, ormanda geçirdiği güzel saatleri unutmuş olan biradam, o gecelerde kaptığı romatizmanın ağrısını çekmeyedevam eder.

Albertine'de var olan, kendisinin hep reddettiği bueğilimler, benim, mantığın soğukluğu içinde değil,"Mutluluktan uçuruyorsun beni," kelimelerini okuyuncahissettiğim ve bu kelimelere nitel bir farklılık kazandıran

Page 138: Albertine Kay±p - Marcel Proust

acının kızgınlığı içinde keşfettiğim eğilimler, Albertine'insuretine, peşinden sürüklediği yeni kabuğun pavuryayaeklenmesi gibi eklenmiyor, bir tuzun başka bir tuzlabirleşmesinde olduğu gibi, bu suretin rengini, hattâ bir türçökelti oluşturarak, yapısını değiştiriyorlardı. Çamaşırcı kız,muhtemelen arkadaşlarına, "Hiç aklınıza gelir miydi, beninanamadım, küçük hanım da öyleymiş," dediğinde, benimgözümde Albertine'in şahsına, başlangıçta hiç akıllarındangeçmeyen bir sapıklığı eklemekle kalmıyorlar, onun başka birkişi, onlarla aynı dili konuşan, kendileri gibi biri olduğukeşfini de ekliyorlardı; onu başkalarının hemşerisi halinegetiren bu keşif, bana iyice yabancılaştırıyor, benim sahipolduğum, kalbimde taşıdığım Albertine'in, asıl Albertine'inküçücük bir parçası olduğunu kanıtlıyordu; geri kalanını,bireysel bir arzunun esrarengiz önemini taşımanın yanı sıra,başkalarıyla paylaşıldığı için, iyice kapsamlı olan yanını,benden hep gizlemiş, beni uzağında tutmuştu; düşman ülkeninvatandaşı ve casusu olduğunu gizleyen bir kadından dahahaince davranmıştı, çünkü casuslar, sadece milliyetlerikonusunda bizi aldatırlar, oysa Albertine, beni insanlığınınözü konusunda, sıradan insanlar sınıfına değil, onların arasınakarışıp gizlenen ve asla erimeyen garip bir ırka ait oluşukonusunda aldatmıştı. Elstir'in, sık ağaçların arasında çıplakkadınların bulunduğu iki resmini görmüştüm. Resimlerinbirinde, bir genç kız, muhtemelen Albertine'in çamaşırcı kızaayağını uzatışı gibi, bir ayağını havaya kaldırmıştı. Ötekiayağıyla suya ittiği bir başka kız, bir bacağı havada, ayağınınucu mavi suya değerek, neşeyle karşı koyuyordu. Şimdihatırlıyordum da, kızın kuğu boynunu hatırlatan diz kıvrımı,Albertine yatağımda yatarken, bacağının kıvrılışıyla aynıydıve bana o resimleri hatırlattığını kendisine söylemeyi isterdim

Page 139: Albertine Kay±p - Marcel Proust

hep. Ama hayalinde çıplak kadın bedenleri görüntüsünücanlandırmamak için, hiç söylememiştim. Şimdi hayalimdeAlbertine, o çamaşırcı kız ve arkadaşlarıyla birlikte, Balbec'te,kız arkadaşlarının arasında otururken, öylesine sevdiğimtopluluğu oluşturuyordu yine. Sadece estetiğe duyarlı biramatör olsaydım, şimdi oluşturduğu topluluğun çok dahagüzel olduğunu teslim ederdim; bu topluluğun unsurları,büyük heykeltıraşların, Versailles'da ağaçların altınaserpiştirdiği veya suların okşayışıyla yıkanıp parlasınlar diyehavuzlara yerleştirdiği heykeller gibi, çıplak tanrıçaheykelleriydi. Şimdi, çamaşırcı kızın yanında, Albertine,Balbec'te olduğundan da belirgin biçimde, "deniz kıyısındakigenç kız"dı; ikisi, ağaçların, bitkilerin ortasında, sualtı alçakkabartmaları gibi, suyla iç içe, mermerden iki çıplak kadınheykeliydiler. Onun yatağıma uzanmış halini hatırlıyor, kıvrıkbacağını görür gibi oluyordum; öteki genç kızın dudaklarınıarayan bir kuğu boynu görüyordum. Sonra bir bacak biledeğil, doğrudan, cüretkâr bir kuğu boynu görüyor, etkileyicibir resmi hatırlıyordum: Kuğunun boynu, Leda'nındudaklarına uzanmıştır ve Leda, dişi hazzına özgü bir kıpırtıiçindedir, çünkü yanında sadece kuğu vardır, iyice yalnızgörünür; aynı şekilde, bir sesin telefonda keşfettiğimiztonlamalarını da, ses, ifadesinin somutlaştığı çehredenkopmadıkça algılayamayız. Bu resimde haz, o hazzıesinleyen, resimde göremediğimiz, yerini kıpırtısız bir kuğuyabırakmış olan kadına uzanmayıp, hazzı yaşayan kadındayoğunlaşmıştır. Ara sıra, kalbimle hafızam arasındaki iletişimkopuyordu. Albertine'in çamaşırcı kızla yaptıkları, artıkbenim için hiçbir anlam taşımayan, neredeyse cebirselkısaltmalarla ifade ediliyordu; ne var ki, kesilen iletişim,saatte yüz kere yeniden kuruluyor, kıskançlığım tarafından

Page 140: Albertine Kay±p - Marcel Proust

diriltilen Albertine'i, capacanlı, "Mutluluktan uçuruyorsunbeni," dediği çamaşırcı kızın okşayışlarıyla kasılmışgördükçe, kalbim acımasız bir cehennem ateşiyle alev alevyanıyordu. Albertine, bu suçu işlediği anda, yani benim şuanda içinde bulunduğum anda, canlı olduğu için, suçunuöğrenmiş olmak bana yetmiyor, öğrendiğimi onun dabilmesini istiyordum. Dolayısıyla, o anlarda, Albertine'i birdaha görmeyeceğimi düşünüp üzüldüğümde, bu üzüntü, buözlem, kıskançlığın damgasını taşıyordu ve onu sevdiğimanlardaki yürek parçalayıcı özlemden çok farklıydı; ona,"Benden ayrıldıktan sonra neler yaptığını aslaöğrenemeyeceğimi sanıyordun, ama bak, her şeyi biliyorum:Loire kıyısındaki çamaşırcı kıza, 'Mutluluktan uçuruyorsunbeni,' diyordun, ısırık izini gözümle gördüm," diyememeninüzüntüsünden ibaretti. "Kendime niçin işkence ediyorum?Çamaşırcı kızla o hazzı yaşayan kişi, artık bir hiç, demek kieylemleri önemini koruyan bir insan değilmiş. Benimbildiğimi düşünmüyor. Ama bilmediğimi de düşünmüyor,çünkü hiçbir şey düşünmüyor," diye akıl yürütüyordumşüphesiz. Ama bu mantık, beni o hazzı yaşadığı âna götürenhaz görüntüsü kadar ikna edici olamıyordu. Bizim gözümüzdevar olan tek şey, hissettiğimiz şeydir; onu geçmişe, geleceğeyansıtır, ölümün kurmaca engellerini tanımayız. Albertine'inölmüş olmasından duyduğum üzüntü, kıskançlığın etkisindekalıp böyle kendine has bir şekle bürünürken, aynı etki,isteğimi gerçekleştirme çabasından başka bir şey olmayan,gizliciliğe ve ölümsüzlüğe ilişkin tahayyüllerimde de kendinigösterdi doğal olarak. Dolayısıyla, böyle anlarda, Bergotte'uninancına uygun şekilde, bir seansla Albertine'in ruhunuçağırabilseydim veya Başrahip X***'in inancına uygunşekilde, ahirette onunla buluşabilseydim, bunu sırf kendisine,

Page 141: Albertine Kay±p - Marcel Proust

"Çamaşırcı kızdan haberim var. 'Mutluluktan uçuruyorsunbeni,' diyordun ona; ısırık izini gözümle gördüm," diyebilmekiçin isterdim. Bu çamaşırcı kız suretine karşı, imdadımakoşan, şüphesiz aradan zaman geçtikten sonra, yine aynı suretoldu; çünkü ancak yeni olan, duyarlılığımızda, aniden bizisarsan bir ton değişikliği yaratan, alışkanlığın solgunkopyalarıyla henüz yer değiştirmemiş olan şeyleri gerçektenöğrenebiliriz. Ama en önemlisi, Albertine'in, bendeki tekvaroluş biçimi olan parçalanışı, birçok Albertine'ebölünüşüydü. Albertine'in sadece iyi kalpli, akıllı veya ciddiolduğu, hattâ sporu her şeyden çok sevdiği anların geri geldiğioluyordu. Ve bu parçalanışın beni yatıştırması da, aslındadoğru değil miydi? Çünkü bu parçalanma, kendi başınagerçek bir şey olmasa da, sihirli fenerimden yansıyanşekillerin kıvrımlarının, renkli camların kıvrımlarına bağlıolması gibi, Albertine'i gördüğüm çeşitli saatlerin, peş peşedizilen ve hafızamda kalmış olan şekillerine bağlı olsa da, sonderece nesnel bir gerçeği temsil ediyordu: Hiçbirimiz, tek birinsan değilizdir, hepimiz, ahlâki değerleri farklı, çok sayıdainsan barındırırız içimizde; ahlâksız bir Albertine'in varlığı,başka Albertine'lerin de var olmadığı anlamına gelmiyordu;odasında, benimle Saint-Simon'u konuşmaktan hoşlananAlbertine vardı; ayrılmamız gerektiğini söylediğim gece,hüzünle, "Bu piyanoyu, bu odayı, bütün bunları bir daha hiçgöremeyeceğimi düşünüyorum da!" diyen ve yalanımınsonunda beni ne kadar sarstığını görünce, içten birmerhametle, "Yo, hayır! Sizi üzmemek için her şeyekatlanırım, merak etmeyin, sizi görmeye çalışmayacağım!"diye haykıran Albertine vardı. Artık yalnız değildim. İyikalpli Albertine döndüğüne göre, Albertine yüzündençektiğim acıların ilacını bana verebilecek tek kişiye kavuşmuş

Page 142: Albertine Kay±p - Marcel Proust

sayılırdım. Onunla çamaşırcı kız meselesini konuşmayı hâlâistiyordum elbette, ama artık, acımasızca bir zafer kazanmakiçin, olayı bildiğimi fesatça göstermek için konuşmakistemiyordum. Albertine hayatta olsa, konuşacağım şekilde,çamaşırcı kız hikâyesinin doğru olup olmadığını sordumtatlılıkla. Doğru olmadığına dair yemin etti, Aimé'nin pekdürüst olmadığını, ona verdiğim parayı hak etmiş olmak için,eli boş dönmek istemediğini ve çamaşırcı kıza istediğinisöylettiğini anlattı. Albertine'in bana hep yalan söylediği, birgerçekti. Buna rağmen, çelişkili sözlerinin gelgitinde, bendenkaynaklanan bir gelişim olduğunu da hissediyordum. Hattâbaşlangıçta, bana (istemeden de söylenmiş olsalar, ağızdankaçan bir cümleyle sınırlı da kalsalar), bazı itiraflardabulunmadığına yemin edemezdim; hatırlamıyordum artık.Ayrıca, Albertine, bazı şeyleri o kadar tuhaf adlandırırdı ki,bir şey, çeşitli anlamlara çekilebilirdi. Ama benimkıskançlığımı hissettikten sonra, başta uysallıkla itiraf ettiğişeyi, dehşetle reddetmişti. Aslında, Albertine'in bana bunusöylemesine bile gerek yoktu. Masumiyetine inanmam için,onu öpmem yeterliydi; bizi birbirimizden ayıran, bir kavganınardından iki sevgilinin arasına gerilen, öpücükleri geçirmeyeno görünmez ve dayanıklı perde ortadan kalktığına göre, şimdionu öpebilirdim. Hayır, hiçbir şey söylemesine gerek yoktu.Zavallı kızcağız, ne isterse yapmış olsun, bizi ayıran şeylerinüstünde, birleşebileceğimiz duygular vardı. Olay doğruysa veAlbertine benden eğilimlerini gizlediyse, bunu beni üzmemekiçin yapmıştı. Bunu Albertine'den duymanın hoşluğunuyaşadım. Zaten ben başka bir Albertine tanımış mıydım hiç?Bir başka insanla ilişkilerimizde en önemli hata kaynakları,iyi kalpli olmak veya o insanı sevmektir. Bir tebessüm, birbakış, bir omuz yüzünden âşık oluruz. Bu kadarı yeterlidir;

Page 143: Albertine Kay±p - Marcel Proust

sonra, umut veya hüzün dolu uzun saatler boyunca, bir insanimal eder, bir kişilik yaratırız. Ve ardından, âşık olduğumuzkişiyle görüştüğümüzde, karşımıza ne kadar acımasızgerçekler çıkarsa çıksın, o bakışın, o omzun sahibinden, bu iyiyürekli mizacı, bizi seven kadın kişiliğini bir türlüayıramayız; gençliğinden beri tanıdığımız bir insanyaşlandığında, gençliğini ondan ayıramayışımız gibi. BuAlbertine'in, iyi yürekli, merhametli, güzel bakışlarını, tombulyanaklarını, pütürlü boynunu hatırladım. Bir ölünün suretiydibu, ama o ölü yaşadığı için, hayattaki haliyle yanımda olsa,mutlaka yapacağım şeyi (onu bir gün ahirette bulacak olursamyapacağım şeyi) yaptım derhal, hiç zorluk çekmeden: Onuaffettim.

Bu Albertine'in yanında yaşadığım dakikalar, benim için okadar değerliydi ki, hiçbirini kaçırmamış olmayı isterdim.Oysa bazen, dağılan bir servetin kırıntılarını toplarcasına,kaybolmuş gibi görünen bazı anlara rastlıyordum: Bir fularıönden değil, arkadan bağlarken, daha önce hiç düşünmediğimbir gezintiyi ve Albertine'in, beni öptükten sonra, boğazımsoğuk havaya maruz kalmasın diye, fularımı bu şekildebağlayışını hatırladım. Hafızamda böylesine mütevazı birhareketle ortaya çıkan o basit gezinti, ölmüş olan birsevdiğimize ait, yaşlı oda hizmetçisinin bize getirdiği, bizimiçin son derece değerli, kişisel eşyalar kadar hoşuma gitti;kederim, o fular hiç aklıma gelmemiş olduğu için, iyice artanbir değer kazandı.

Yine serbest kalan Albertine, tekrar havalanmıştı; çeşitlierkekler ve kadınlar, onu izliyordu. Albertine benim içimdeyaşıyordu. Bu uzatmalı, derin aşkın, ona hayattaykenbeslediğim sevginin adeta bir gölgesi olduğunu fark

Page 144: Albertine Kay±p - Marcel Proust

ediyordum; ölümün ötesine yansıttığı duygusal gerçekliğinçeşitli bölümlerini aynen tekrarlıyordu ve aynı yasalaratabiydi. Çünkü gayet iyi biliyordum ki, Albertine'le ilgilidüşüncelerime ara verebilsem, fazlaca ara versem, onu artıksevmezdim; bu kopuşun ardından, şimdi büyükanneme karşınasıl ilgisizsem, Albertine'e karşı da ilgisiz kalırdım. Onudüşünmeden, aşırı uzun bir süre geçirmek, hafızamda, hayatıntemel ilkesi olan devamlılığı bozardı; buna rağmen, belirli biraradan sonra, devamlılık tekrar başlayabilir. Albertinehayattayken, ona olan aşkım, uzun süre onu düşünmediği biraradan sonra, tekrar devam etmemiş miydi? Hafızam daaşkımla aynı yasalara tabi olmalıydı, daha uzun aralaratahammülü olmasa gerekti, çünkü hafızam, tıpkı kutup ışığıgibi, Albertine'e olan sevgimin, ölümünden sonrakiyansımasından ibaretti, aşkımın gölgesiydi adeta. Şu andakibenliğim, Albertine'i sevmiyordu artık; onu sevmiş olanbenliğim ölmüştü. Ama Equemauville kelimesi, benliğimeyerleşmişti, artık genel olarak üzülmediğim şeylerin ardındanağlamaya koyulan benliğimin bir parçasıydı; yok olmuş birkitabı tanımamızı sağlayan, Milli Kütüphane'ye verilmişnüshalar gibiydi; büyük bir sanatçının sesinin kaydedildiği,Opera bodrumuna gömülen ve virtüoz öldükten sonra, temellisusmuş olduğunu zannettiğimiz sesle, şarkıyı tekrarlayanplaklar gibiydi. Tıpkı gelecek gibi, geçmişi de bir hamlededeğil, yudum yudum içeriz.

Aslında, kederim o kadar çok şekil değiştiriyordu ki, bazenonu tanıyamıyordum bile; büyük bir aşk yaşamak, benimlebirlikte yaşayacak birini bulmak istiyordum; bu da bana,Albertine'i artık sevmediğimin işareti gibi görünüyordu, oysaonu hâlâ sevdiğimin kanıtıydı; çünkü büyük bir aşk yaşamaihtiyacım, tıpkı Albertine'in tombul yanaklarını öpme arzusu

Page 145: Albertine Kay±p - Marcel Proust

gibi, özlemimin bir parçasıydı sadece. Ancak Albertine'iunuttuğum zaman, aşksız yaşamayı daha akıllıca bulabilir,daha mutlu bir hayat gibi görebilirdim. Dolayısıyla,Albertine'e duyduğum özlem, içimdeki kız kardeş ihtiyacınında kaynağı olduğu için, ihtiyacın karşılanmasınıimkânsızlaştırıyordu. Albertine'e duyduğum özlem azaldıkça,aslında bu özlemin bilinçdışı bir şeklinden başka şey olmayankız kardeş ihtiyacı da zayıflayacaktı. Ne var ki, aşkımın bu ikikalıntısı, aynı hızla zayıflamadı. Bazı anlarda, aşk ihtiyacısilinip gidiyor, kız kardeş ihtiyacı, aksine bütün gücüyledevam ediyor, evlenmeye kesin karar veriyordum. Bunakarşılık, daha sonra, kıskançlıkla dolu hatıralar sönmüşken,bazen kalbim ansızın Albertine'e karşı yoğun bir sevgiyledoluyordu; o zaman, başka kadınlara duyduğum aşklarıhatırlıyor, Albertine'in onları anlayabileceğini,paylaşabileceğini düşünüyordum; sapıklığı, ona âşık olmamiçin bir sebep haline geliyordu adeta. Bazen kıskançlığım,Albertine'i artık hatırlamadığım anlarda canlanıyor, oysaaslında, ona yönelik oluyordu. O sıralarda bir aşk macerasıyaşamakta olduğunu öğrendiğim Andree'yi kıskandığımısanıyordum. Ama Andree, benim için bir vekilden, bir arayoldan, beni dolaylı olarak Albertine'le birleştiren birbağlantıdan başka bir şey değildi. Aynı şekilde, rüyalarda, asılkimliği konusunda yanılmadığımız bir kişiye, başka bir çehre,başka bir isim veririz. Sonuç olarak, genel kuralla bu özeldurumlarda çelişen gelgitlere rağmen, Albertine'den banakalan duyguların silinip gitmesi, bu duyguların ilk kaynağınailişkin hatıranın silinmesinden daha uzun sürdü. Yalnızduygular değil, izlenimler için de öyle oldu. Bu bakımdan,Swann'dan farklıydım; Swann'ın Odette'e olan aşkısöndüğünde, içinde aşkın izlenimini bile canlandıramamıştı,

Page 146: Albertine Kay±p - Marcel Proust

bense, artık bir başkasının hikâyesi olan geçmişimi hâlâyaşamakta olduğumu hissediyordum; benliğim sanki ortadanikiye bölünmüştü, üst kısmı katılaşmış ve soğumuştu, ama altkısmı, zihnim çoktandır Albertine'i algılamaz olmuşken bile,ne zaman bir kıvılcım, o eski akımı içinden geçirse, alev alevyanıyordu. Albertine'in yerini alan acımasız çarpıntılara,Balbec'te pespembe çiçek açmış elma ağaçlarının üstündenesen rüzgâr gibi soğuk bir rüzgârın sebep olduğugözyaşlarına, asla Albertine'in sureti eşlik etmediği için,acılarımın canlanması, acaba bir hastalıktan mıkaynaklanıyor, benim bir hatıranın canlanması, bir aşkın sondönemi zannettiğim şey, yoksa bir kalp hastalığının başlangıcımı, diye düşündüğüm oluyordu.

Bazı rahatsızlıklarda, hastanın, genellikle hastalığınkendisiyle karıştırma eğiliminde olduğu, ikincil belirtilergörülür. Bu belirtiler ortadan kalktığında, hasta, iyileşmeyolunda olduğunu görüp şaşırır. Aimé'nin kaplıca veçamaşırcı kız konusundaki mektubunun yarattığı acı –yolaçtığı "komplikasyon"– buna bir örnekti. Ama o sırada, benibir gönül hekimi muayene etseydi, bunun haricinde,temeldeki kederimin, iyileşme yolunda olduğunu söylerdi.Muhtemelen, insan olduğum için, yani aynı anda hemgeçmişe, hem de şimdiki ânın gerçekliğine gömülmüş,ikiyaşayışlı bir varlık olduğum için, Albertine'in canlıhatırasıyla, öldüğüne ilişkin bilincim arasındaki bir çelişkiyi,daima içimde taşıyordum. Ama bu çelişki, bir bakıma, dahaönceki halinin tersiydi. Albertine'in öldüğü düşüncesi, ilkzamanlar, içimde onun canlı olduğu düşüncesine öyle biröfkeyle saldırırdı ki, dalgalardan kaçan çocuklar gibi kaçmakzorunda kalırdım ondan; sonunda, bu aralıksız saldırılarsayesinde, içimde, yakın zamana kadar Albertine'in canlı

Page 147: Albertine Kay±p - Marcel Proust

olduğu düşüncesinin işgal ettiği yeri fethetmişti. Ben farkındaolmasam da, şimdi bilinçdışı tahayyüllerimin temelinde,büyük ölçüde –artık Albertine'in hayatının şimdiki hatırasıdeğil– onun öldüğü düşüncesi vardı; öyle ki, ansızıntahayyüllerimi yarıda kesip kendimi düşündüğümde, ilkgünlerdeki gibi, içimde capacanlı olan Albertine'in artıkaramızda olmamasına, ölmüş olmasına değil, artık aramızdaolmayan, ölmüş olan Albertine'in, içimde böyle capacanlıkalmış olabilmesine şaşırıyordum. Birbirini izleyen hatıralarınsıklığıyla örülmüş olan, zihnimin ne zamandır altındahayallere daldığı, artık dikkatini bile çekmeyen o kapkaratüneli, birden güneş yarıyor, uzakta, Albertine'in artık kayıtsızkalabildiğim, büyüleyici bir hatıradan ibaret olduğu,gülümseyen mavi bir evren görünüyordu. Gerçek Albertinebu mu, yoksa onca zamandır içinde yuvarlandığım karanlıktabana tek gerçeklik gibi gelen insan mı, diye soruyordumkendi kendime. Daha kısa bir süre öncesine kadarki benliğim,Albertine'in iyi geceler dileyip öpmek üzere kendisinegeleceği ânın sürekli bekleyişi içinde yaşayan şahsiyet,benliğimin adeta çoğalması sonucu, benim yarıya yolunmuş,silik bir parçam gibi görünmeye başlamıştı; açmaya başlayanbir tomurcuk gibi, yaprak dökümünün diriltici tazeliğinihissediyordum. Aslında bu kısa aydınlanmalar, fazlasıylasabit olan, onaylanmaları için bir itiraza gerek duyulan bütünfikirler gibi, Albertine'e olan aşkımın bilincine daha fazlavarmamı sağlıyordu belki de. Örneğin 1870 savaşını yaşamışolanlar, savaş fikrinin, sonunda, savaşı yeterincedüşünmedikleri için değil, hep onu düşündükleri içinkendilerine doğal gelmeye başladığını söylerler. Savaşın nekadar acayip ve muazzam bir olay olduğunu anlamaları için,bir şeyin, sürekli saplantılarından onları koparması, savaşın

Page 148: Albertine Kay±p - Marcel Proust

hüküm sürdüğünü bir an için unutmaları, barış zamanındakihallerine dönmeleri gerekiyordu; ancak o zaman, o bir anlıkbeyaz boşluğun üzerinde, birdenbire, bütün netliğiyle, nezamandır ondan başka şey görmedikleri için artık görmezoldukları korkunç gerçeklik belirebilirdi.

Hiç değilse, içimde Albertine'e ait çeşitli hatıralarıngerileyişi, adım adım değil de, aynı anda, cepheden ve eşitolarak, hafızamın bütün çizgisi üzerinde gerçekleşseydi,ihanetlerinin hatırası, hoşluğunun hatırasıyla aynı andauzaklaşacağından, unutmak, benim için bir teselli olurdu.Ama öyle olmuyordu. Gelgitin düzensiz ilerlediği sahillerdekigibi, Albertine'in tatlı varlığının sureti, imdadımakoşamayacak kadar benden uzaklaşmışken, şüphelerimdenbiri, beni kemirmeye başlıyordu. İhanetleri yüzünden acıçekmiştim, çünkü uzak bir geçmişte yer alsalar bile, benimiçin eski değillerdi; ama eskidiklerinde, yani ben onlarıgözümde artık o kadar net canlandıramadığım zaman, daha azacı çekmeye başladım, çünkü bir şeyin geçmişteki uzaklığı,aradan geçmiş olan günlerin gerçek mesafesinden çok, o şeyebakan hafızanın görsel gücüyle orantılıdır; örneğin bir geceönce gördüğümüz bir rüyanın hatırası, belirsizliği ve silikliğiyüzünden, yıllar önceki bir olaydan daha uzak birgeçmişteymiş gibi gelebilir bize. Ama Albertine'in öldüğüdüşüncesi, içimde geliştiği halde, canlı olduğu izlenimininhareketi, bu gelişmeleri durdurmasa da engelliyor, düzenli birgelişmeye fırsat vermiyordu. Şimdi farkına varıyorum ki, odönemde (şüphesiz Albertine'in benim evime hapsolduğusaatleri, işlemediğini bildiğim için neredeyse ilgimi bileçekmeyen suçların içimdeki acısını yatıştırdıkça, masumiyetkanıtı gibi görmeye başladığım saatleri unuttuğum için)Albertine'in öldüğü düşüncesi kadar yepyeni bir düşünceyle

Page 149: Albertine Kay±p - Marcel Proust

sürekli birlikte yaşama işkencesini çekiyormuşum (dahaönceleri, hep onun canlı olduğu düşüncesinden yolaçıkardım); Albertine'in öldüğü düşüncesi kadar tahammüledilmesi imkânsız sandığım bu düşünce, ben farkınavarmadan, yavaş yavaş bilincimin temelini oluşturmuş, onunmasum olduğu düşüncesinin yerini almıştı; Albertine'in suçluolduğu düşüncesiydi bu. Ondan şüphelendiğimi zannettiğimzaman, aksine, ona inanıyordum; aynı şekilde, hâlâşüphelendiğimi zannederek, onun suçlu olduğu düşüncesinibaşlangıç noktası kabul ettim (tıpkı masum olduğu iddiasıgibi, suçlu olduğu iddiası da birçok kez çürütülmüştü). Odönemde çok acı çekmiş olmalıyım, ama öyle olmasıgerektiğini anlıyorum. Bir acı, sonuna kadar yaşanmadıkçageçmez. Albertine'i her türlü temastan korumakla, onunmasum olduğu yanılgısını yaratmakla, tıpkı daha sonra, onuncanlı olduğu düşüncesini temel almam gibi, iyileşmemigeciktirmekten başka bir şey yapmıyordum, çünkü yaşanmasızorunlu önkoşul olan, acılarla dolu uzun saatlerigeciktiriyordum. Alışkanlık, Albertine'in suçluluğuna ilişkinbu düşünceleri, bir gün etkisi altına aldığında, geçmişte şahitolduğum, tecrübeyle bildiğim kurallara uygun şekildedavranacaktı. Nasıl ki, geçmişte Guermantes ismi, nilüferli biryolun ve Kötü Gilbert vitrayının anlamını ve büyüsünükaybettiyse, Albertine'in varlığı, denizin mavi kıvrımlarınınanlam ve büyüsünü, Swann, asansörcü çocuk, GuermantesPrensesi ve daha nice isim, gözümdeki bütün anlamlarınıyitirdilerse, o büyü ve anlam, tıpkı bir hizmetkârı işekoşarken, önce talimat verip, birkaç hafta sonra kenaraçekilircesine, içime, tek başına ayakta durabileceğinehükmettikleri basit bir kelime bırakıp gittilerse, alışkanlık,aynı şekilde, Albertine'in suçluluğunun acımasız gücünü de

Page 150: Albertine Kay±p - Marcel Proust

uzaklaştıracaktı benden. Zaten arada geçecek süre içinde,alışkanlığın bu harekâtında, iki müttefik, aynı anda ikitaraftan saldırırcasına işbirliği yapacaklardı. Albertine'insuçluluğu, bana daha muhtemel, daha alışıldık bir düşüncegibi geleceği için, o kadar acı vermeyecekti. Öte yandan, okadar acı vermeyeceği için de, bu suçluluğun kesinliğine dair,zihnime, sadece fazla acı çekmeme arzusunun aşıladığıitirazlar da, sırayla düşecekti; saldırılar birbirini kovaladıkça,Albertine'in kesinlikle masum olduğu düşüncesinden,kesinlikle suçlu olduğu düşüncesine hızla geçecektim. Onunöldüğü düşüncesinin, suçlu olduğu düşüncesinin, bana dahaalışıldık gelmesi için, yani bu düşünceleri ve nihayetAlbertine'in kendisini unutabilmem için, bu düşüncelerlebirlikte yaşamam lazımdı.

Henüz o noktaya gelmemiştim. Bazen zihinsel bir tahrikle,örneğin kitap okurken aydınlanan hafızam, kederimiyeniliyordu; bazen de aksine, mesela fırtınalı bir havanınverdiği yürek daralmasıyla kabaran kederim, aşkımıza ait birhatırayı yükseltip, ışığa yaklaştırıyordu.

Aslında, ölmüş olan Albertine'e aşkım, tıpkı Balbec'teesirgenen öpücüğün başlattığı ve Mme de Guermantes'ın,Andree'nin, Mlle de Stermaria'nın, kafamı çok daha fazlakurcaladığı uzun aradan sonra, Albertine'i sık sık görünce,aşkımın tekrar canlanması gibi, başka meraklarla dolu birkayıtsızlık döneminden sonra da canlanabilirdi. Şimdi bile,farklı kaygılar, bir ayrılığı –bu sefer bir ölüden ayrılmayı–gerçekleştirebiliyor, Albertine'e daha kayıtsız kalabiliyordum.Sebep hep aynıydı: Albertine benim gözümde canlıydı. Hattâdaha sonra, ona olan aşkım azaldığında, bu benim için, çabukbıkılan, ama bir süre dinlendirildikten sonra tekrar canlanan

Page 151: Albertine Kay±p - Marcel Proust

arzulardan biri olmaya devam etti. Canlı bir kadının, sonra birdiğerinin peşinden koşuyor, sonra ölü kadınıma dönüyordum.Çoğunlukla, Albertine'le ilgili, artık kafamda net bir fikiroluşturamadığım zaman, bir isim, tesadüfen gelip benliğiminen karanlık noktalarında, artık mümkün olmadıklarınızannettiğim acılı tepkiler uyandırıyordu; beyni artıkdüşünmeyen, kaslarını harekete geçirmek için uzuvlarına iğnebatırılan, ölüm döşeğindeki insanlar gibiydim. Uzun dönemlerboyunca, bu türden uyarılmalar, o kadar nadir oluyordu ki,geçmişle tekrar bağlantı kurabilmek, Albertine'i daha iyihatırlayabilmek için, kendiliğimden, kedere, kıskançlıkbuhranlarına yol açabilecek fırsatları kollamaya başlıyordum.Bir kadına duyulan özlem, bir aşkın canlanmasından ibaretolduğu ve aynı kurallara itaat ettiği için, Albertinehayattayken ona olan aşkımı güçlendirebilecek olan şeyler, enbaşta kıskançlık ve ıstırap, şimdi özlemimi degüçlendiriyordu. Ama çoğunlukla bu fırsatlar –hastalıklar,savaşlar, en bilgece öngörülere dayanan tahminlerden çokdaha uzun sürebildiği için– benden habersiz ortaya çıkıyor veöyle şiddetli darbeler indiriyorlardı ki, zihnim bu fırsatlardanbir hatıra istemekten çok, acıdan korunmakla meşguloluyordu.

Ayrıca, bir kelimenin, bir şüpheyi uyandırmak için,Chaumont gibi, o şüpheyle bağlantılı olması bilegerekmiyordu (hattâ Albertine'le kalbim arasında bağlantıkurmak için, iki ayrı isimdeki ortak bir hece bile, hafızamayetiyordu –iletken olan her maddeyle yetinen bir elektrikçigibiydi); görmekten bıktığım için gerçek anlamda artık sahipolmadığım ve bu yüzden de hesaba katmadığım bir geçmiş,bu sihirli parolayla açılıyordu; o geçmiş, benden çıkarılıpalınmıştı, bu işlemle, bir açısını kaybedince, bir kenarını da

Page 152: Albertine Kay±p - Marcel Proust

kaybeden geometrik bir şekil gibi, kendi kişiliğimin de şekildeğiştirdiğini zannetmiştim; mesela içinde Albertine'in gitmişolabileceği bir sokağın, bir caddenin ismi geçen kimicümleler, bir beden, bir ev, somut bir yerleşim, belirli biruygulama alanı arayan, mevcut olmayan, potansiyel birkıskançlığı cisimleştirmeye yetiyordu. Çoğu zaman da, benuyurken, rüyalardaki "tekrar"lar, "başa dönüş"ler, bir hamledehafızanın birçok sayfasını, takvimin birçok yaprağınıçeviriyor ve beni, sancılı ama eski, ne zamandır yerinibaşkalarına bırakmışken tekrar mevcudiyet kazanan birizlenime götürüyor, geriletiyordu. Genellikle izlenime, baştansona sahnelenmiş bir oyun eşlik ederdi; beceriksizce olmaklabirlikte, çarpıcı da olan bu sahneleniş, yanılsama aracılığıyla,artık o geceye tarihlenecek olan şeyleri seyrettirir, dinletirdibana. Zaten bir aşkın ve unutuşa karşı mücadelesinintarihinde, rüya, uyanıklık halinden bile fazla yer kaplamazmı? Zamanın küçücük bölünmelerini dikkate almayan,bağlantıları ortadan kaldıran, keskin çelişkilere karşı koyan,gündüz ağır ağır örülmüş teselli örgüsünü bir anda çözüverenrüya, gece, bir daha görmemek şartıyla da olsa, sonundaunutacağımız kadınla, bize bir buluşma ayarlamaz mı? Nederlerse desinler, rüya görürken, olup biten her şeyin gerçekolduğu izlenimini pekâlâ yaşayabiliriz. Rüyadaki olaylar,sadece uyanıklık halindeki tecrübemizden bildiğimiznedenlerden ötürü imkânsızdır ve bu tecrübe de, o esnadabizden gizlenir. Dolayısıyla, bu gerçeğe aykırı hayat, bizegerçek görünür. Bazen, bir iç ışıklandırma hatası yüzündenberbat olan bir oyunda, iyi sahnelenmiş olan hatıralarım, banayanılsamayla hayat gibi göründüğünden, gerçektenAlbertine'le randevulaştığımı, onunla buluştuğumuzannederdim; ne var ki, ona doğru bir adım atmayı, söylemek

Page 153: Albertine Kay±p - Marcel Proust

istediğim sözleri telaffuz etmeyi, onu görebilmek için,sönmüş olan meşaleyi tekrar yakmayı başaramazdım;rüyamdaki bu imkânsızlıklar, aslında uyuyan kişininhareketsizliğinden, dilsizliğinden, körlüğünden ibaretti; tıpkısihirli fenerde, gizlenmesi gereken iri bir gölgenin, fenerinkendisinin veya oynatanın gölgesinin, kahramanlarınyansımalarını örtmesi gibi. Bazen de, Albertine, rüyamdatekrar beni terk etmek ister, ama bu kararı beni etkilemezdi.Bunun sebebi, uykumun karanlığına, hafızamdan uyarıcı birışın sızmış olmasıydı; Albertine'in gelecekteki eylemlerini,bildirdiği ayrılık kararını tamamen önemsizleştiren şey ise,onun öldüğü düşüncesiydi. Ama çoğu kez de, Albertine'inölmüş olduğunun, daha da belirgin olan hatırası, canlı olduğuizlenimiyle birleşir, fakat onu yok etmezdi. Albertine'lesohbet ederdim; ben konuşurken, odanın arka tarafında,büyükannem gidip gelirdi. Çenesinin bir kısmının, aşınmışmermer gibi ufalanmış olmasını tamamen olağan bulurdum.Albertine'e, Balbec'teki kaplıcayla ve Touraine'li bir çamaşırcıkızla ilgili, bazı sorular sormak istediğimi söyler, ama bol bolzamanımız olduğu ve artık hiçbir şey acil olmadığı için,soruları sormayı daha sonraya bırakırdım. Albertine, kötü birşey yapmadığına, sadece bir gün önce, Mlle Vinteuil'üdudağından öptüğüne yemin ederdi. "Nasıl olur, o buradamı?" - "Evet, hattâ size veda etme vaktim geldi, birazdangidip onunla buluşmam gerekiyor." Albertine, öldüğündenberi, hayatının son günlerindeki gibi, evimde mahpusolmadığı için, Mlle Vinteuil'e ziyareti beni kaygılandırırdı.Endişemi belli etmek istemezdim. Albertine, onu sadeceöptüğünü söylese de, her şeyi inkâr ettiği dönemdeki gibi,yine yalan söylemeye başlamış olsa gerekti. Birazdan, MlleVinteuil'ü öpmekle yetinmeyecekti muhtemelen. Şüphesiz,

Page 154: Albertine Kay±p - Marcel Proust

böyle endişelenmem, bir bakıma yersizdi, çünkü dediklerinegöre, ölüler hiçbir şey hissedemez, hiçbir şey yapamazdı.Öyle diyorlardı, oysa öl müş olan büyükannem, yıllardıryaşamaya devam etmişti ve o esnada da, odada gidipgelmekteydi. Hiç şüphe yok ki, uyandıktan sonra, bir ölününyaşamaya devam etmesini, açıklanması ne kadar imkânsızsa,anlaşılması da o kadar imkânsız bir fikir olarak görmemgerekirdi. Ama rüya dediğimiz o geçici delilik dönemlerinde,bunu o kadar çok düşünmüştüm ki, sonunda alışmıştım bufikre; rüyalar yeterince sık tekrarlandığı takdirde, rüyalarınhatırası, kalıcı olabilir. Hattâ sanıyorum, akıl hastanesinegelen ziyaretçilere, hekimlerin iddiasına rağmen, kendisinindeli olmadığını açıklayan, tek tek her hastanın çılgıncakuruntularını, kendi sağlam aklıyla karşılaştıran ve sözlerini,"Bakın, şu adam, herhangi bir insandan farksız görünüyor,deli demezsiniz, ama deli, kendisini İsa zannediyor, oysa buimkânsız, çünkü İsa, benim!" diye noktalayan adam, bugüniyileşmiş, tekrar akıllanmışsa, zihinsel hayatının geridebıraktığı o döneminde ne demek istediğini, başkalarındanbiraz daha iyi anlıyordur. Rüyam bittikten sonra, uzun müddetboyunca, Albertine'in bahsettiği öpücük, beni huzursuzederdi, sözlerini hâlâ duyar gibi olurdum. Bu sözler,gerçekten de kulağımın çok yakınından geçmiş olmalıydılar,çünkü onları telaffuz eden, bendim. Gün boyunca,Albertine'le konuşmayı sürdürür, onu sorguya çeker, affeder,hayattayken hep söylemek isteyip unuttuğum şeylerisöylerdim. Sonra birden, hafızanın canlandırdığı, bütün busözlerin söylendiği kişinin, gerçek bir karşılığı olmadığını, oâna kadar sadece yaşama arzusunun baskısıyla, bir kişininbütünlüğünü korumuş olan çehrenin çeşitli bölümlerinin yokolduğunu düşünüp korkardım. Bazen de, rüya görmediğim

Page 155: Albertine Kay±p - Marcel Proust

halde, uyanır uyanmaz, içimde rüzgârın döndüğünühissederdim; farklı bir yönden, geçmişin derinliklerinden esensoğuk ve kesintisiz rüzgâr, uzakta çalan saatlerin sesini,genellikle duymadığım kalkış düdüklerini getirirdi kulağıma.Elime bir kitap almaya çalışırdım. Bir keresinde, Bergotte'un,özellikle sevdiğim bir romanını açtım. Cana yakınkahramanlar, çok hoşuma gidiyordu, kısa sürede kitabınbüyüsüne tekrar kapıldım ve kötü kadının cezalandırılmasını,kişisel bir haz alacakmışçasına istemeye başladım;nişanlıların mutluluğu garantilendiğinde, gözlerim yaşardı."Ama öyleyse," diye düşündüm umutsuzlukla, "sadeceBergotte'un hayalinde var olmuş, hiç görmediğim, çehresiniistediğim gibi hayal etmekte serbest olduğum bir kişininbaşarısını böylesine arzuluyor, sabırsızlıkla bekliyor,gözyaşlarıyla karşılıyorsam, Albertine'in yaptıklarına bukadar önem vermemden yola çıkarak, kişiliğinin ortadankaldırılamayacak, gerçek bir şey olduğu sonucuna, bir günonu cennette, hiç değişmemiş bir halde bulacağım sonucunavaramam!" Ayrıca, romanda çekici genç kızlar, aşkmektupları, sevgililerin buluştuğu, ağaçlı, boş sokaklar vardı,bunlar, bana gizli aşklar yaşanabileceğini hatırlatıyordu, sankiAlbertine hâlâ boş sokaklarda dolaşabilirmiş gibi,kıskançlığımı uyandırıyordu. Bir de, gençliğinde sevdiğikadını elli yıl sonra görüp tanımayan, yanında sıkılan biradam vardı. Bu da bana, aşkın sonsuza dek sürmediğinihatırlatıyor, sanki Albertine'den ayrılmaya ve yaşlılığımdakarşılaşıp kayıtsız kalmaya mahkûmmuşum gibi, allak bullakediyordu beni. Karşıma bir Fransa haritası çıktığında,gözlerim, kıskanmayayım diye La Touraine'i, bedbahtolmayayım diye de, en azından, birlikte kim bilir kaç kezkatettiğimiz yolların başı ve sonu kabul ettiğim Balbec'le

Page 156: Albertine Kay±p - Marcel Proust

Doncieres'in işaretli olacağı Normandiya'yı görmemeyeçalışıyordu. Fransa'nın başka kent ve köylerinin, sadecegörülen ya da işitilen isimlerinin arasında, örneğin Tours adı,sanki farklı bir oluşuma sahipti; elle tutulamayan birtakımimgelerden değil, kalbimi ânında etkileyen, atışınıhızlandıran, sancılı hale getiren zehirli maddelerdenoluşuyordu. Bu güç, kimi isimlere bile ulaşabildiğine, oisimleri diğerlerinden tamamen farklı kılabildiğine göre, benkendimden uzaklaşmadığını, bizzat Albertine'le kendimisınırladığım zaman, muhtemelen başkalarından farksız birgenç kızdan kaynaklanan, herhangi bir başka kadının daüretebileceği bu karşı konulmaz gücün, bir karışıklığın,rüyalarla, arzularla, alışkanlıklarla ve sevgilerle temasageçişin sonucu olmasına, birbirini izleyen acı ve hazlarınmüdahalesini gerektirmesine şaşırabilir miydim? Bu da,Albertine'in ölümünü devam ettiriyor, hafıza, gerçek, yanizihinsel hayatı sürdürmeye yetiyordu. Albertine'i, trendeninerken, Saint-Martin-le-Vetu'ye gitmek istediğini söylerkenhatırlıyordum; daha önceki, beresini iyice aşağı, yanaklarınaindirmiş haliyle de görüyordum onu; tekrar bazı mutlulukihtimalleri buluyor, "Birlikte Quimperle'ye kadar, Pont-Aven'akadar gidebilirdik," diyerek, bu ihtimallere doğru atılıyordum.Balbec yakınında, Albertine'i hayalimde görmediğim tek biristasyon yoktu; öyle ki, o yöre, tıpkı korunmuş bir mitolojikülke gibi, aşkımın en eski, en sevimli, daha sonra olanlaryüzünden en çok silinmiş efsanelerini, bütün canlılığı veacımasızlığıyla bana geri getiriyordu. Ah! Balbec'tekiyatağımda bir daha yatmam gerekse, ne müthiş bir ıstırapçekerdim! Hayatım, o yatağın sabit bir eksene benzeyenpirinçten çerçevesinin etrafında dönmüş, yer değiştirmişti;sırasıyla, büyükannemle neşeli konuşmalara, onun ölümünden

Page 157: Albertine Kay±p - Marcel Proust

sonraki dehşete, Albertine'in tatlı okşayışlarına, sapıklığınınkeşfine merkez teşkil etmişti; şimdi de, denizi yansıtan camlıkitaplıklara bakıp, Albertine'in bir daha asla içinegiremeyeceğini düşündüğüm yeni bir hayatın merkeziydi.Geçmişimde epeyce gerilere uzanan Balbec Oteli, yıllardırbirbirinden son derece farklı oyunların sahnelendiği bir taşratiyatrosunun, önce bir komedide, sonra bir trajedide, bir ikincitrajedide, ardından tamamen şiirsel bir oyunda kullanılanyegâne dekoruna benziyordu; hayatımın her yeni döneminde,bir tek bunun, duvarların, kitaplıkların, aynanın aynı kalmışolması, bütünün içinde değişen şeyin, geri kalan unsurlarolduğunu, bizzat ben olduğumu daha çok hissettiriyordu bana;çocukların, o kötümser iyimserlikleriyle katılmadıklarınızannettikleri, hayat, aşk ve ölüme dair muammaların, ayrıalanlar olmadıkları izlenimini yaşatıyordu; bu muammaların,yıllar boyunca kendi hayatımla bir bütün oluşturduğunu acıbir gururla fark ediyordum.

İşte bu yüzden, gazete okumaktan nefret ediyor, gazetelerizararlı buluyordum. Gerçekten de, içimizde her fikir,ormandaki bir kavşak gibi, o kadar çok değişik yola başlangıçteşkil eder ki, hiç beklemediğim bir anda, karşımda yeni birhatıra buluyordum. Faure'nin bir ezgisinin adı, Sır, beniBroglie Dükü' nün eseri Kralın Sırrı'na, Broglie ismi de,Chaumont'a götürüyordu. Ya da Kutsal Cuma, Golgota'yı,Golgota da, etimolojisi yoluyla eşanlamlı olan Calvus mons'u,yani Chaumont'u çağrıştırıyordu. Ama Chaumont'a hangiyoldan gidersem gideyim, vardığım anda, öyle acımasız birdarbe yiyordum ki, o andan itibaren, acıdan hatıralaristemektense, ondan korunmayı düşünüyordum daha çok.Darbeden birkaç saniye sonra, gökgürültüsü gibi, pek hızlıhareket edemeyen zihin, sebebini sunuyordu bana. Chaumont,

Page 158: Albertine Kay±p - Marcel Proust

bana Buttes-Chaumont'u hatırlatıyordu; Albertine orayı hiçgörmediğini söylediği halde, Mme Bontemps, Andree'yleAlbertine'in sık sık Buttes-Chaumont'a gittiklerini söylemişti.Belli bir yaştan sonra, hatıralarımız o kadar iç içe girer ki,düşündüğümüz şeyin, okuduğumuz kitabın hiçbir önemikalmaz neredeyse. Her yere kendimizden bir şeybırakmışızdır, her şey verimli, her şey tehlikelidir; bir sabunreklamında, Pascal'in Düşünceler'indeki kadar değerli keşifleryapabiliriz.

Şüphesiz, o dönemde bana önemsiz, gelen Buttes-Chaumont türünden bir gerçek, kendi başına, Albertine'inaleyhinde, kaplıca görevlisi veya çamaşırcı kız olayları kadarciddi, o kadar kesin bir kanıt değildi. Ama her şeyden önce,karşımıza rastlantıyla çıkmış olan bir hatıra, bizde eldeğmemiş bir hayal etme, yani bu durumda, acı çekme gücübulur; aynı gücü, kasten zihnimizi harekete geçirip birhatırayı yeniden canlandırmaya çalışırken, kısmenkullanmışızdır. Ama tıpkı loş bir galeride, tam olarakseçemeden, çarpmamaya özen gösterdiğimiz mobilyalar gibi,hafızamda, karanlıkta da kalsalar daima mevcut olan kaplıcagörevlisine ve çamaşırcı kıza alışmıştım. Aksine, Buttes-Chaumont'u ya da örneğin Albertine'in Balbec gazinosununaynasında yansıyan bakışını, Guermantes'lardaki davetinardından uzun süre beklediğim Albertine'in açıklığakavuşmamış gecikmesini, ne zamandır düşünmemiştim;hayatının bütün bu bölümleri, kalbimin dışında yer alıyordu,onları da kalbimle bütünleştirebilmek, kalbime ekleyebilmek,gerçekten sahip olunan, içsel bir Albertine'in oluşturduğu tatlıhatıralarla birleştirebilmek için, hepsini öğrenmek istiyordum.Bu tür hatıralar, alışkanlığın (hayatımız boyunca, bizdenneredeyse bütün evreni gizleyen ve koyu bir karanlığın

Page 159: Albertine Kay±p - Marcel Proust

içinde, hayatın en tehlikeli ve en esritici zehirlerinin yerine,etiketlerini değiştirmeden, haz uyandırmayan, zararsız birmadde koyan sersemleştirici alışkanlığın) ağır perdesinin birköşesini kaldırıp, ilk günkü tazelikleriyle bana ulaşıyorlar,baharın ilk güneşli gününde bir arabaya bindiğimizde, şafakvakti evimizden çıktığımızda, en sıradan hareketlerimiziaydınlık bir coşkuyla fark etmemizi sağlayan ve bu yoğundakikanın, önceki günlerin toplamına baskın çıkmasına yolaçan bir mevsim başlangıcının, günlük rutinimizdeki birdeğişikliğin, diri ve keskin yeniliğini sunuyorlardı. Eskigünler, yavaş yavaş, daha önceki günlerin üzerini örter, sonrada onları izleyen günlerin altına gömülürler. Ama nasıl ki, devbir kütüphanede, en eski kitapların bile, muhtemelenkimsenin arayıp sormayacağı birer nüshası bulunursa, her eskigün de, içimizde yerini almıştır. Bununla birlikte, bu eskigünlerden biri, sonraki dönemlerin yarısaydam katmanınıdelip yüzeye çıkarak benliğimize yayılacak, onu tamamenkaplayacak olursa, bir an için, isimler eski anlamlarına,insanlar eski çehrelerine kavuşur, biz de o zamanki ruhumuzakavuşuruz ve nicedir çözümsüzleşmiş, o zamanlar yüreğimizidaraltan sorunları, dayanılır hale gelmiş, kısa sürecek, belirsizbir acıyla hissederiz. Benliğimiz, birbirini izleyen hallerimizinüst üste binmesinden oluşur. Ama bu üst üste biniş, bir dağınkatmanlaşması gibi sabit değildir: Bitmek bilmeyenkabarmalar, eski katmanları yüzeye çıkarır. Kendimi, birden,Guermantes Prensesi'nin evindeki davetten sonra, evde,Albertine'in gelmesini beklerken bulurdum. O gece neyapmıştı? Beni aldatmış mıydı? Kiminle aldatmıştı? Aimé'ninifşaatı, doğruluğuna inansam bile, bu beklenmedik sorununkaygı ve keder yüklü ilginçliğini katiyen azaltmıyordugözümde; sanki her farklı Albertine, her yeni hatıra, ayrı bir

Page 160: Albertine Kay±p - Marcel Proust

kıskançlık meselesi oluşturuyordu ve diğerlerinin çözümleri,bu özel meseleye uygulanamıyordu.

Ama tek öğrenmek istediğim, o geceyi hangi kadınlageçirdiği değildi, bunun, Albertine için hangi özel hazzıtemsil ettiğini, o esnada içinde neler olup bittiğini de bilmekistiyordum. Bazen, Balbec'te, Françoise, Albertine'i almayagider, onu, birini beklermiş gibi kaygılı bir tavırla, arayanbakışlarla pencereden dışarı eğilmiş bulduğunu söylerdi.Beklenen genç kızın Andree olduğunu öğrendiğimifarzedelim; Albertine, onu nasıl bir ruh hali içinde bekliyordu,kaygılı ve arayan bakışların ardında gizlenen ruh hali neydi?Bu eğilimi, Albertine için ne kadar önemliydi, aklım ne kadarkurcalıyordu? Heyhat, ne zaman hoşuma giden bir genç kızgörsem, bazen kendisini hiç görmeden, bahsini işittiğimde,nasıl telaşlandığımı, yakışıklı görünmeye, üstünlük sağlamayaçalıştığımı, soğuk soğuk terlediğimi hatırladıkça, işkenceçekmem için, aynı ten sel heyecanı Albertine'de hayal etmemyetiyordu; Leonie Halam, bir pratisyen hekim kendisinimuayene edip, gerçekten hasta olduğu konusunda şüpheyekapılınca, hastanın çektiği acıları anlasın diye, hekime aynırahatsızlıkları yaşatacak bir aygıtın icat edilmesini istemişti,sanki ben de böyle bir aygıtı kullanıyordum. Bu kadarı, banaişkence çektirmeye yetiyordu; Albertine'in kalbi başkalarınayöneldiğine, benimkinden koptuğuna, başka yere yerleştiğinegöre, benimle Stendhal ve Victor Hugo üzerine yaptığı ciddikonuşmaların, onun için pek bir ağırlık taşımadığınıdüşünüyordum. Ama bu arzunun onun için taşıdığı önem vebu konudaki ihtiyatlılığı, arzunun niteliği hakkında, daha daönemlisi, Albertine'in kendi kafasında bu arzuyu nasıltanımladığı hakkında bir bilgi vermiyordu. Fiziksel acılarda,hiç değilse acımızı kendimiz seçmek zorunda kalmayız.

Page 161: Albertine Kay±p - Marcel Proust

Hastalık, acıyı belirler ve bize dayatır. Ama kıskançlıkta,adeta her türden, her yoğunlukta, çeşitli acıları dener veuygun olanda karar kılarız. Bu örnekteki gibi bir acı, yanisevdiğimiz kadının, bizden farklı insanlarla çeşitli hazlaryaşadığını, ona bizim yaşatamayacağımız hisleri onlarınyaşattığını, en azından dış görünüşleriyle, suretleriyle,tavırlarıyla, bizden çok farklı bir şeyi temsil ettiklerinihissettiğimiz zaman çektiğimiz ıstırap söz konusu olduğunda,işimiz iyice zorlaşır. Ah! Albertine Saint-Loup'yu sevmişolsaydı keşke! Çok daha az acı çekermişim gibi geliyordubana.

Hiç şüphesiz, her insanın kendine has duyarlılığı hakkındabilgimiz yoktur, ama genellikle, bilgimiz olmadığını da farketmeyiz, çünkü başkalarının duyarlılığı bizi ilgilendirmez.Albertine'le ilgili olarak, benim bedbaht veya mutlu olmam,bu duyarlılığın niteliğine bağlıydı; bunu bilmediğimin pekâlâfarkındaydım ve bilmemek, zaten bana acı veriyordu. Onunbilinmedik arzularını, hazlarını, bir keresinde görür gibi, birkeresinde de işitir gibi olduğum yanılgısını yaşadım.Albertine öldükten bir süre sonra, Andree ziyaretimegeldiğinde, onları görür gibi oldum. Andree ilk kez güzelgörünmüştü gözüme; Albertine'in öylesine sevdiği şeyin,herhalde bu kıvırcık saçlar, bu koyu renk, etrafı halkalı gözlerolduğunu düşündüm; Albertine'in aşk hayallerini süsleyen,Balbec'ten alelacele dönmek istediği gün, arzunun geleceğeyönelik bakışlarıyla gördüğü şey, gözümde somutlaşmıştı.Andree, karşımda, Jüpiter'in arzusu olan Venüs gibi,Albertine'in vücut bulmuş Arzu'suydu sanki; bana, mezarınötesindeki birinden gelen, o insanın benliğinde keşfedememişolduğum, bilinmedik, karanlık bir çiçekti, paha biçilmez biryadigârın, beklenmedik biçimde gün ışığına çıkarılmasıydı.

Page 162: Albertine Kay±p - Marcel Proust

Andree, Albertine'in ölümüne üzülüyordu, ama arkadaşınıözlemediğini derhal hissettim. Ölüm yüzünden mecburenuzaklaştığı arkadaşından kesin biçimde ayrılmış olmayıkolaylıkla kabullenmiş gibi görünüyordu; oysa Albertinehayattayken, böyle bir şeyi Andree'den katiyen isteyemez,razı olmayacağından korkardım. Halbuki aksine, zorlukçekmeden arkadaşından vazgeçmiş gibiydi, ne var ki, bununbana bir faydası dokunamazdı artık. Andree, Albertine'i banabırakmıştı, ama ölü bir Albertine'i bırakmıştı; Albertine,gözümde yalnız hayatını değil, geriye bakınca, gerçekliğini deazıcık kaybetmişti, çünkü onun yerine başkalarını koyabilmişolan Andree için, vazgeçilmez ve tek olmadığını görüyordum.

Albertine hayattayken, Andree'ye, aralarındaki dostluğunve Mlle Vinteuil'ün hanım arkadaşıyla ilişkilerinin niteliğihakkında özel sorular soramazdım, çünkü son zamanlarda,Andree'nin, konuştuğumuz her şeyi Albertine'eanlatmadığından emin değildim. Şimdi böyle bir sorgulama,sonuçsuz kalsa bile, tehlikeli olmazdı hiç değilse. Andree'ylesoru sorarcasına değil de, sanki öteden beri her şeyibiliyormuşum, Albertine'den öğrenmişim gibi konuşup,Andree'nin kadınlara olan eğiliminden ve Mlle Vinteuil'leilişkisinden bahsettim. Hepsini zorluk çıkarmadan,gülümseyerek itiraf etti. Bu itiraftan, acımasız sonuçlarçıkarabilirdim; çünkü her şeyden önce, Balbec'te birçokdelikanlıya karşı sevecen ve cilveli olan Andree'nin, katiyeninkâr etmediği bu tür alışkanlıkları olduğuna kimse ihtimalvermezdi; dolayısıyla, bu yeni keşfettiğim Andree'yleparalellik kurarak, Albertine'in de, aynı alışkanlıkları,kıskançlığımı hissettiği için bana değil, ama başka herkese,aynı kolaylıkla itiraf edebileceğini düşünebilirdim. Öteyandan, Andree, Albertine'in en yakın arkadaşıydı, Albertine,

Page 163: Albertine Kay±p - Marcel Proust

muhtemelen Balbec'ten onun uğruna dönmüştü; Andree,şimdi bu eğilimleri bana itiraf ettiğine göre, buradanmecburen çıkarılacak sonuç, ikisi arasında, öteden beri birilişki olduğuydu. Nasıl ki, yabancı bir insanın bize getirdiğibir hediyeyi onun yanında incelemeye her zaman cesaretedemeyip, paketi o gittikten sonra açmayı tercih edersek, bende, Andree yanımdayken, kendi içime kapanıp bana sunduğuacıyı incelemedim; bu acının, bedensel hizmetkârlarım olansinirlerimi ve kalbimi, şimdiden altüst ettiğini pekâlâhissettiğim halde, nezaket icabı, hiç fark etmemiş gibiyapıyor, misafirim olan genç kızla kibarca sohbet ediyor veiçimdeki olaylara dönüp bakmıyordum. Andree'nin,Albertine'den söz ederken, "Ah, evet, Chevreuse Vadisi'ndegezinmekten çok hoşlanırdı," demesi, özellikle üzücü oldubenim için. Sanki Andree, şeytani bir sonradan yaratmaeylemiyle, Tanrı'nın eserine, Albertine'le gezintilerinin yeraldığı belirsiz ve var olmayan evrene, lanetli bir vadieklemişti. Andree'nin, Albertine'le yaptıkları her şeyianlatacağım seziyordum; kibarlıktan, kurnazlıktan,izzetinefsim yüzünden, belki de minnetle, iyice sevecendavranmaya çalıştıkça, bir yandan Albertine'in masumiyetinehâlâ tanıdığım alan giderek daralıyordu, bir yandan da, bütünçabalarıma rağmen, yırtıcı bir kuşun, etrafında giderekdaralan daireler çizdiği, ama avının artık kaçamayacağınıbildiği için üstüne atılmakta acele de etmediği, felce uğramışbir hayvana benzetiyordum kendimi. Bununla birlikte,Andree'ye bakmaya devam ediyordum; gözlerinin içineısrarla bakıldığında ipnotize olmaktan korkmuyormuş gibiyapan insanların sınırlı neşesi, doğallığı ve güveniyle,kayıtsızlık taslayarak, "Daha önce sizi kızdırmaktan korkuphiç söylememiştim," dedim, "ama artık Albertine'den söz

Page 164: Albertine Kay±p - Marcel Proust

etmek ikimizin de hoşuna gittiği için söyleyebilirim:Albertine'le bu tür bir ilişkiniz olduğunu çoktandırbiliyordum; ayrıca, zaten biliyorsunuz, ama duymak hoşunuzagidecektir: Albertine size tapardı." Andree'ye, Albertine'inaynı eğilimlere sahip arkadaşlarından biriyle (benim yanımdapek utanmayacağı okşamalarla sınırlı kalsa da) sevişmesiniseyretmeme izin verse, benim için çok ilginç olacağınısöyledim ve bilgi edinmek için, Rosemonde'u, Berthe'i,Albertine'in bütün kız arkadaşlarını saydım. "Böyle bir şeyisizin karşınızda katiyen yapmayacağım gibi, saydığınızkızlardan herhangi birinin bu tür eğilimleri olduğunu dasanmıyorum," diye cevap verdi. Beni mıknatıs gibi çekencanavara yaklaşmaktan kendimi alamayarak cevap verdim:"Nasıl olur! Sizin çeteden bir tek Albertine'le böyle şeyleryaptığınızı iddia etmeyeceksiniz herhalde!" - "AmaAlbertine'le asla böyle bir şey yapmadım ki!" -"Andree'ciğim, en az üç yıldır bildiğim bir şeyi inkâr etmeninne anlamı var? Ben bunda bir kötülük görmüyorum, aksine.Yeri gelmişken, Albertine'in sizinle birlikte Verdurin'leregitmek istediği günden bir önceki gece, belki hatırlarsınız... "Ben daha cümlemi bitirmeden, Andree'nin gözlerinden,gözbebeklerini, kuyumcuların kullanmakta zorluk çektiğitaşlar gibi sivrilten, kaygılı bir bakış geçti; temsil başlamadanönce, perdenin köşesini hafifçe aralayıp, kimse görmedenhemen geri çekilen imtiyazlı kişilerin ifadesini hatırlatıyordu.Sonra bu kaygılı bakış yok oldu, her şey normale döndü, amabundan böyle göreceğim her şeyin, yapay olarak, benim içindüzenlenmiş olacağını hissediyordum. O anda aynadakendimi gördüm; kendimle Andree arasındaki benzerlik benişaşırttı. Uzun zamandır bıyık bırakmış olmasam, dudağımınüstünde sadece hafif bir gölge olsa, neredeyse tıpatıp benzer

Page 165: Albertine Kay±p - Marcel Proust

olacaktık. Belki de Albertine, Balbec'te, belli belirsizuzamaya başlayan bıyığımı görünce, ansızın Paris'e dönmekiçin, sabırsız ve şiddetli bir arzuya kapılmıştı. "Ama sırf sizbunda bir kötülük görmüyorsunuz diye, doğru olmayan birşeyi söyleyemem ki. Size yemin ederim, Albertine'le hiçbirzaman bu tür bir şey yapmadım, ayrıca, onun bu tür şeylerdennefret ettiğinden eminim. Size bunu söyleyenler, yalansöylemiş, belki bir çıkarları vardı," dedi Andree, sorgulayan,şüpheci bir tavırla. "Pekâlâ, madem anlatmak istemiyorsunuz,öyle olsun," diye cevap verdim; aslında elimde bulunmayanbir kanıtı öne sürmek istemiyormuş gibi görünmeyi tercihettim. Bununla birlikte, her ihtimale karşı, Buttes-Chaumontkelimesini belli belirsiz telaffuz ettim. "Albertine'le Buttes-Chaumont'a gitmiş olabilirim, ama orası özellikle kötü şöhretiolan bir yer mi?" Bir aralar Albertine'le özellikle samimi olanGisele'e bu konuyu açabilir mi, diye sordum. Ama Andree,Gisele'in yakın zamanda kendisine yaptığı bir kalleşliktenötürü, ondan bir ricada bulunmanın, benim için aslayapmayacağı tek şey olduğunu söyledi. "Onu görecekolursanız," diye ekledi, "size söylediklerimi aktarmayın, birdüşman kazanmanın anlamı yok. Onunla ilgili düşüncelerimikendisi de bilir, ama Gisele'le, sonra tekrar barışmayıgerektirecek şiddetli kavgalardan daima kaçınmışımdır.Ayrıca Gisele tehlikelidir. Ama takdir edersiniz ki, bir haftaönce elime geçen bir mektupta kalleşçe sıraladığı yalanlarıokuduktan sonra, hiçbir şey, dünyanın en soylu davranışlarıbile, yaptıklarını unutturamaz." Sonuç olarak, Andree bueğilimlere katiyen saklamayacak kadar sahip olduğu veAlbertine, Andree'yi hiç kuşkusuz çok sevdiği halde,aralarında asla tensel bir ilişki olmadıysa ve Andree,Albertine'in bu tür eğilimleri olduğundan habersizse, demek

Page 166: Albertine Kay±p - Marcel Proust

ki Albertine'in böyle eğilimleri yoktu ve herkesten önceAndree'yle yaşaması beklenecek türden bir ilişkiyi, hiçkimseyle yaşamamıştı. Dolayısıyla, Andree gittiğinde, kesiniddiasının beni huzura kavuşturduğunu fark ettim. Ama belkide bu iddiası, hatırası hâlâ taze olan bir ölüye karşı taşıdığıgörev duygusundan kaynaklanıyordu; Albertine'in,hayattayken, muhtemelen inkâr etmesini istediği bir şeyiaçığa çıkarmak istemiyordu.

Albertine'in, defalarca hayalimde canlandırmaya çalıştığımve Andree'yi seyrederken bir an görür gibi olduğum hazlarına,bir kez de görerek değil, işiterek şahit olduğum izleniminekapıldım. Albertine'in sık sık gittiği bir semtten iki çamaşırcıkızı, bir randevu evine getirtmiştim. Kızlardan biri ötekiniokşarken, okşanan kız, aniden, başlangıçta ne olduğunuanlayamadığım sesler çıkarmaya başladı; bizzatyaşamadığımız bir izlenimin ifadesi olan, özgün bir sesinanlamını, asla tam olarak kavrayamayız. Yan odadan bir sesduyup, hiçbir şey görmesek, uyutulmadan ameliyat edilen birhastanın, acıyla attığı çığlıkları, bir gülme krizizannedebiliriz; evladının öldüğünü öğrenen bir anneninçıkardığı seslere, ne olduğunu bilmiyorsak, insani bir anlamyüklemek, bir hayvandan veya harptan çıkan sesleriyorumlamak kadar zor gelebilir bize. Bu iki sesin, çok farklıda olsa, kendi yaşadıklarımızla benzerlik kurarak, ıstırapdediğimiz şeyi ifade ettiğini anlamamız biraz zaman alır;benim de, o sesin, çok farklı olmakla birlikte, kendiyaşadıklarımla benzerlik kurarak, haz dediğim şeyi ifadeettiğini anlamam biraz zaman aldı; bu haz, çamaşırcı kızıböylesine altüst edebildiğine göre, genç kadının yaşamaktaolduğu ve her insanın esrarengiz mahremiyetinde olupbitenleri başka herkesten gizleyen perdeyle llfV.ı benden

Page 167: Albertine Kay±p - Marcel Proust

gizlenen harika dramın bütün aşamalarını tanımlayıpyorumlayan bu duyulmadık lisanı doğurduğuna göre, epeycegüçlü bir haz olmalıydı. Ne var ki, kızlar bana hiçbir bilgiveremedi, Albertine'in kim olduğunu bilmiyorlardı.

Romancılar, bazen kitaplarının önsözünde, yabancı birülkede seyahat ederken tanıştıkları bir kişiden, başka birininhayatını dinlediklerini ileri sürerler. Sonra, sözü bu tesadüfiarkadaşa bırakırlar; onun anlattıkları da, romanın kendisidir.Örneğin Fabrice del Dongo'nun hayatını, Stendhal'e, Padovalıbir piskopos anlatmıştır. Aşık olduğumuz zaman, yani birbaşka insanın hayatı bize esrarengiz göründüğünde, böylebilgili bir anlatıcı bulmayı ne kadar çok isteriz! Üstelik, böylebiri mutlaka vardır. Hattâ biz kendimiz de, şu veya bu kadınınhayatını, o kadının aşklarından hiç haberi olmayan, meraklabizi dinleyen bir dostumuza veya bir yabancıya, tutkusuzcaanlatmaz mıyız bazen? Benim Bloch'a GuermantesPrensesi'ni, Mme Swann'ı anlattığım gibi, bana Albertine'ianlatacak biri vardı; böyle biri her zaman vardır... ama onahiçbir zaman rastlamayız. Albertine'i tanımış olan kadınlarbulsam, bilmediğim her şeyi öğrenirmişim gibi geliyordubana. Oysa bir yabancı, Albertine'in hayatını, kimsenin benimkadar iyi bilemeyeceğini zannederdi herhalde. En yakınarkadaşını, Andree'yi tanımıyor muydum? Aynı şekilde, birbakanın arkadaşının da, belirli siyasi meselelerin gerçekyüzünü bildiğini veya adının asla bir davayakarışamayacağını zannederiz. Ama söz konusu arkadaş,bakanla ne zaman siyaset konuşacak olsa, bakanın yuvarlaksözler ettiğini, olsa olsa, gazetelerde yer alan bilgileriaktardığını tecrübeyle görmüştür; başı derde girmişse, bakanayaptığı çeşitli başvuruların hepsi, "Benim yapabileceğim birşey yok," cevabıyla karşılaşmıştır ve arkadaşın da, bu konuda

Page 168: Albertine Kay±p - Marcel Proust

yapabileceği bir şey yoktur. Kendi kendime, "Şu veya buşahitlerle tanışabilseydim!" diyordum; oysa onlarla tanışsam,Andree'den öğrendiğimden fazla bir şey öğrenemeyecektim;Andree de sakladığı sırrı ifşa etmiyordu. Kıskançlığı geçtiktensonra, Odette'in Forcheville'le neler yaptığını merak etmektende vazgeçen Swann'dan, bu konuda da ayrılıyordum; benimkıskanç lığını geçtikten sonra bile, Albertine'in çamaşırcıkızıyla, mahallesinde oturan insanlarla tanışmak, oradakihayatını, entrikalarını adım adım takip etmek, benimgözümde büyüsü olan yegâne şeylerdi. Gilberte örneğinde,Guermantes Düşesi örneğinde olduğu gibi, cazibe heparzunun önkoşulu olduğu için, Albertine'in bir zamanlaryaşadığı mahallede oturan, onun muhitinden kadınların peşinedüştüm, bir tek onların varlığını arzulayabilirdim. Bukadınlardan hiçbir şey öğrenemesem de, beni cezbedenyegâne kadınlar, Albertine'in tanıdığı ya da tanımışolabileceği, onun muhitinden ya da hoşlandığı muhitlerdenkadınlar, özetle, benim gözümde, ona benzeme cazibesine yada onun hoşlanabileceği türden biri olma cazibesine sahipkadınlardı. Bana bu şekilde, ya Albertine'in kendisini ya daonun muhtemelen tercih ettiği tipi hatırlatan bu kadınların,içimde uyandırdığı acımasız duygu, kıskançlık ya da özlem,daha sonra, kederim yatıştığında, büyüden yoksun olmayanbir meraka dönüştü. En çok merak ettiklerimse, benimbildiğim hayattan çok farklı olan hayatları sebebiyle, halktankızlardı. Hiç şüphesiz, bir şeye ancak zihnimizle sahipolabiliriz; anlayamadığımız bir resmin yemek odamızda asılıolması, o resme sahip olduğumuz, hiç bakmadığımız birmanzaranın ortasında yaşamamız, o manzaraya sahipolduğumuz anlamına gelmez. Buna rağmen, eskiden,Albertine Paris'te ziyaretime geldiğinde, onu kucakladığım

Page 169: Albertine Kay±p - Marcel Proust

zaman, Balbec'i tekrar ele geçirdiğim yanılgısını yaşardım;aynı şekilde, bir işçi kızı öptüğümde de, Albertine'in "'hayatıyla, atölyelerin atmosferiyle, bir tezgâh başısohbetiyle,fakirhanelerin ruhuyla, sınırlı ve anlık da olsa, birtemas kuruyordum. Albertine'e kıyasla Andree ve diğerkadınlar, –geçmişte Balbec'e kıyasla Albertine gibi–, derecederece azalarak birbirini ikame eden hazlardı; Balbec seyahativeya Albertine'le aşk gibi, artık ulaşmamız mümkün olmayanhazdan vazgeçmemize imkân tanıyan, (Venedik'e gidemeyişintesellisi olarak, Louvre'a gidip eskiden Venedik'te bulunan ıbir Tiziano resmini görmek gibi) birbirlerinden belli belirsizbir farkla ayrılan, hayatımızı, bir merkezden, hâkim tonubelirlemiş ve kendisiyle uyuşmayan her şeyi ayıklamış olanbir ilk arzudan (örneğin Guermantes Düşesi ve Gilberte)yayılan, iç içe, bitişik, uyumlu, giderek zayıflayan bir halkalardizisi haline getiren hazlardandı. Artık hiçgerçekleştiremeyeceğimi bildiğim, Albertine'le birlikte olmaarzusuna kıyasla, Andree ve diğer kadınlar, Albertine'i görüpde tanışmadığım dönemde, onunla birlikte olma arzusunu hiçgerçekleştiremeyeceğimi zannederken, bir akşam bir üzümsalkımının, kıvrım kıvrım, güneşli tazeliğinin ifade etmişolduğu şeye benziyordu. Bir zamanlar, bu özelliklerinerağmen sevdiğim Albertine'in, şimdi aşkımı çağrıştıranfiziksel ve sosyal özellikleri, arzularımı, eskiden doğal olarakyapacağım tercihten en uzak olan tipe, esmer küçükburjuvalara yöneltiyordu. Hiç şüphesiz, içimde kısmenyeniden doğmaya başlayan şey, Albertine'e olan aşkımıntatmin edemediği o muazzam arzuydu, bir zamanlar Balbecyollarında, Paris sokaklarında hissettiğim, hayatı tanımaarzusuydu, Albertine'in kalbinde de var olduğunu düşünerek,benden başkalarıyla tatmin etmesine engel olmaya

Page 170: Albertine Kay±p - Marcel Proust

çalıştığımda, bana nice acılar çektiren arzuydu. Artık onunarzusunu düşünmeye tahammül edebiliyordum, kendi arzum,derhal bu düşünceyi doğurduğu için, iki muazzam iştahçakışıyordu, bu arzuyu onunla birlikte giderebilmeyi isterdim;kendi kendime, "Şu kız, Albertine'in hoşuna giderdi,"dediğimde, ani bir dönüşle Albertine'i ve ölümünü düşünüyor,fazlasıyla kederleniyor ve arzumun peşinden daha fazlakoşamıyordum. Nasıl ki, bir zamanlar, Meseglise veGuermantes tarafları, kırlara beslediğim sevginin temellerinioluşturdularsa ve eski bir kilisesi, peygamberçiçekleri,düğünçiçekleri olmayan bir manzarada, derin bir büyübulmamı engelledilerse, aynı şekilde, Albertine'e olan aşkımda, içimde onları büyüleyici bir geçmişle bağdaştırarak,sadece belirli türden kadınların peşinde koşmama sebepoluyordu; yine onu sevmeden önceki zamanlarda olduğu gibi,eskisi kadar tekelci olmayan hatıramla yer değiştirebilecektürevlerine ihtiyaç duymaya başlıyordum. Artık sarışın vegururlu bir düşesten hoşlanmam mümkün değildi, çünküiçimde, çıkış noktası Albertine olan, Albertine'e yönelikarzum, aşklarının yarattığı kıskançlık ve ölümünden duyduğum ıstırap olan duyguların hiçbirini uyandırmazdı.İzlenimlerimizin güçlü olması için, içimizde, kendilerindenfarklı bir şeyi, hazla tatmin edilemeyecek, ama arzuyaeklenen, onu kabartan, çaresizce hazza tutunmasına sebepolan bir duyguyu harekete geçirmeleri gerekir. Albertine'inkimi kadınlara duymuş olabileceği aşkın bana verdiği acıazaldıkça, aynı aşk, bu kadınları geçmişimle bağdaştırmaya,tıpkı Combray hatırasının, düğünçiçeklerine ve akdikenlere,yeni çiçeklerden daha fazla gerçeklik kazandırması gibi,onları daha gerçek kılmaya başlamıştı. Andree'yle ilgili olarakbile, artık kendi kendime, öfkeyle, "Albertine ona âşıktı,"

Page 171: Albertine Kay±p - Marcel Proust

demiyor, aksine, kendi arzumu kendime açıklayabilmek için,şefkatle, "Albertine onu çok severdi," diyordum. Karısıöldükten sonra baldızıyla evlenen, teselli bulduğunuzannettiğimiz, oysa aksine, teselli bulmasının imkânsızolduğunu kanıtlayan erkekleri şimdi anlıyordum.

Böylece, bitmekte olan aşkım, sanki yeni aşklara imkântanıyor, Albertine ise, uzun süre bizzat sevilen, daha sonra,âşığının sevgisinin azaldığını hissedince, muhabbet tellallığırolüyle yetinerek iktidarını koruyan kadınlar gibi, XV.Louis'ye yeni kızlar sunan Pompadour Markizi gibi, bana yenikızlar sunuyordu. Eskiden zamanım, şu veya bu kadınıarzuladığım dönemlere bölünürdü. Bir kadının sunduğuşiddetli hazlar yatıştığında, bana neredeyse saf bir sevgi sunanbir başka kadını arzulardım, sonra daha ustalıklı okşamalaraduyulan ihtiyaç, ilk kadını arzulatırdı yine. Şimdi bumünavebeler sona ermişti, ya da en azından, dönemlerden birisürüp gitmekteydi. Benim istediğim, yeni gelecek kızın,benim evimde yaşaması ve geceleri yanımdan ayrılmadanönce, bana kardeşçe bir öpücük vermesiydi. Öyle ki, –birbaşka kızın tahammül edilmez varlığını tecrübe etmişolmasam– belirli bir çift dudaktan çok, bir öpücüğün, biraşktan çok, bir hazzın, bir kişiden çok, bir alışkanlığınözlemini çektiğimi zannedebilirdim. Yeni gelecek kızın, banaAlbertine gibi, Vinteuil çalabilmesini, Elstir'den söz etmesinide istiyordum. Bütün bunlar imkânsızdı. Yeni gelecek kızınaşkının, Albertine'in aşkının yerini tutamayacağınıdüşünüyordum; belki müze ziyaretleri, gece konserleri gibiçeşitli olayların, mektuplaşmalara, konuşmalara, en başta birflörte, sonra da ciddi bir arkadaşlığa fırsat tanıyan karmaşıkbir hayatın eklendiği bir aşk, tıpkı bir orkestranın birpiyanodan daha fazla imkâna sahip olması gibi, sadece

Page 172: Albertine Kay±p - Marcel Proust

kendini verebilen bir kadına duyulan aşktan daha fazlaimkâna sahip olduğu için; belki de, daha derinde, Albertine'inbana sunduğu sevgi türünden bir sevgiye, yani oldukçakültürlü ve aynı zamanda kız kardeş yerini de tutabilecek birkızın sevgisine duyduğum ihtiyaç, –tıpkı Albertine'le aynımuhitten kadınlara duyduğum ihtiyaç gibi,– Albertine'inhatırasının, ona olan aşkımın hatırasının canlanmasındanibaret olduğu için. Ve bir kez daha, önce hatıranın yaratıcıolmadığını, sahip olduğumuz şeyden başkasını, hattâ dahaiyisini bile arzulayamadığını; sonra, hatıranın maneviolduğunu, yani gerçekliğin, aradığı durumu kendisinesağlayamayacağını; son olarak da, bir ölüden türeyenhatıranın, zannedilebileceğinin aksine, sevme ihtiyacındançok, var olmayan kişiye duyulan ihtiyacı yenidencanlandırdığını görüyordum. Öyle ki, seçtiğim kadınınAlbertine'e benzerliği, elde edebildiğim takdirde sevgisinin,Albertine'in sevgisine benzerliği bile, bilmeden peşindekoştuğum ve mutluluğumun canlanabilmesi için vazgeçilmezolan şeyin yokluğunu daha fazla hissettirmekten başka işeyaramıyordu; peşinde koştuğum şey ise, Albertine'di, birlikteyaşadığımız zamandı, bilmeden izini sürdüğüm geçmişti.Elbette, güneşli günlerde Paris, benim arzuladığım kızlarladeğil, kökleri Albertine'in arzusuyla meçhul gecelerininkaranlığına uzanan sayısız genç kızla çiçeklenmiş gibigörünüyordu. Ta başlarda, henüz benden şüphelenmezken,"Şu kız harika bir şey, ne kadar güzel saçları var!" dediği kızda onlardan biriydi. Albertine'i görüp de tanışmadığımdönemden kalma, hayatına ilişkin çeşitli meraklarım ve biryandan da, hayattaki bütün arzularım, tek bir merak halinedönüşmüştü: Albertine'in hazzı ne şekilde yaşadığını merakediyor, onu başka kadınlarla birlikteyken görmek istiyordum;

Page 173: Albertine Kay±p - Marcel Proust

belki bu sayede, o kadınlar gittikten sonra, en sona, efendisıfatıyla ben kalırdım yanında. Şu veya bu kadınla geceyigeçirmeye değer mi diye tereddüt edişini, bir diğeri gittiktensonraki doygunluğunu, belki hayal kırıklığını görsem,Albertine'in içimde uyandırdığı kıskançlığı açıklığakavuşturur, gerçekçi boyutlara oturturdum, çünkü onu buhazları yaşarken görünce, hazlarını ölçüp, sınırlarınıkeşfedebilirdim.

Albertine'in, eğilimlerini inatla, şiddetle inkâr ederek, bizine hazlardan, ne kadar tatlı bir hayattan yoksun bıraktığınıdüşünüyordum! Bu inadın sebebinin ne olabileceğini bir kezdaha düşünürken, ansızın, Balbec'te, Albertine'in banakalemini verdiği gün ona söylemiş olduğum bir cümle geldiaklıma. Onu öpmeme izin vermediği için kendisine sitemederken, bir kadının başka bir kadınla ilişki kurmasını nekadar iğrenç buluyorsam, öpüşmeyi de o kadar doğalbulduğumu söylemiştim. Heyhat, belki Albertine bunuunutmamıştı.

En hoşlanmayacağım kızları alıp eve getiriyor, dümdüz saçperçemlerini okşuyor, biçimli, küçük bir burna, bir İspanyolsolgunluğuna hayran oluyordum. Hiç şüphesiz, eskiden,sadece Balbec yollarında, Paris sokaklarında gördüğümkadınlara yönelik arzularımın bile, bireyselliğini hissetmiş, oarzuyu başkasıyla tatmin etmeye çalışmanın, onu saptırmakanlamına geleceğini sezmiştim. Ama hayat, ihtiyaçlarımızınkalıcı olduğunu zaman içinde göstermiş ve belirli bir insanbulunmuyorsa, başkasıyla yetinmek zorunda olduğumuzuöğretmişti bana; Albertine'de aradığım şeyi, bana birbaşkasının, Mlle de Stermaria'nın da vermiş olabileceğinidüşünüyordum. Ama aradığımı, bana Albertine vermişti;

Page 174: Albertine Kay±p - Marcel Proust

sevgi ihtiyacımın tatminiyle Albertine'in bedensel özellikleriarasında, o kadar girift hatıralar örülmüştü ki, sevgi ihtiyacını,Albertine'in bedenine ait hatıraların karmaşık nakşındanayıklayamıyordum. Bana bu mutluluğu bir tek o verebilirdi.Onun tek olduğu düşüncesi, eskiden yolda gördüğümkadınlarla ilgili düşüncem gibi, Albertine'e has özelliklerdenkaynaklanan, metafizik bir varsayım değil, hatıralarımınolağan ve kalıcı biçimde üst üste binmesinden oluşan birtecrübe sonucuydu. Artık ona ihtiyaç duymadan, onunyokluğu yüzünden acı çekmeden, bir sevgi arzusuduyamazdım. Dolayısıyla, seçilen kadının, istenen sevginin,geçmişte yaşadığım mutluluğa benzerliği bile, o mutluluğuncanlanması için eksik olan her şeyi bana daha fazlahissettirmekten başka bir işe yaramıyordu. Albertinegittiğinden beri odamda varlığını hissettiğim ve kadınlarasarılarak doldurabileceğimi zannettiğim boşluğu, bu kez dekadınlarda buluyordum. Onlar bana hiç Vinteuil'ünmüziğinden, Saint-Simon'un Hatıralar'ından söz etmemiş,beni ziyarete gelirken, aşırı keskin bir parfüm sürmemişler,kirpiklerini kirpiklerime karıştırma oyunu oynamamışlardı;bütün bunlar, görünüşe bakılırsa, cinsel ilişkinin kendisinedair hayaller kurup aşk yanılgısını yaşamaya fırsat verdikleriiçin, ama aslında, Albertine'in hatırasının bir parçası olduklarıve ben esasen Albertine'i istediğim için önemliydi. Bukadınların Albertine'le benzerlikleri, Albertine'de olup daonlarda eksik olan şeyleri bana daha fazla hissettiriyordu; buda her şey demekti ve Albertine öldüğüne göre de, artık hiçvar olmayacaktı. Böylece, beni bu kadınlara yöneltmiş olanAlbertine'e aşkım, şimdi onlara kayıtsız kalmama yolaçıyordu; süreleri en kötümser tahminlerimi bile aşmış olanAlbertine'e özlemim ve ısrarlı kıskançlığım da, hayatımın geri

Page 175: Albertine Kay±p - Marcel Proust

kalanından tecrit edilmiş halde, sadece hatıralarımın etkisine,durağan hallere uygulanabilecek bir psikolojinin etki vetepkilerine maruz kalmış olsalardı, muhtemelen pekdeğişmeyeceklerdi; oysa bedenlerin mekânda hareket etmesigibi, ruhların zamanda hareket ettiği, daha büyük bir sisteminiçine sürüklenmişlerdi. Uzayda bir geometri olduğu gibi,zamanda da bir psikoloji vardır ve düzlem psikoloji hesapları,bu psikolojide geçerli olmaz, çünkü düzlem psikolojide,Zaman ve büründüğü şekillerden biri, yani unutuş, göz önünealınmamıştır; gücünü hissetmeye başladığım unutuş, gerçeğeadaptasyonda çok güçlü bir etkendir, çünkü içimizde, sürekligerçekle çatışarak yaşayan geçmişi yavaş yavaş yok eder.Günün birinde, Albertine'i artık sevmeyeceğimi daha öncepekâlâ tahmin edebilirdim aslında. Albertine'in şahsının veeylemlerinin, benim için taşıdıkları önemle, başkalarınıngözündeki önemi arasındaki farktan yola çıkarak, aşkımın onayönelik olmaktan ziyade, benim içimde olduğunuanladığımda, aşkımın bu öznelliğinden, çeşitli sonuçlarçıkarabilirdim; özellikle de, zihinsel bir durum olduğuna göre,şahıstan epey daha uzun ömürlü olabileceğini, ama bir yandanda, o şahısla gerçek hiçbir bağlantısı ve kendi dışında hiçbirdayanağı bulunmadığı için, en kalıcı olanlar dahil, bütünzihinsel durumlar gibi, günün birinde, mecburen kullanım dışıkalacağını, "ikame" edileceğini ve o gün, beni Albertine'inhatırasına sevgiyle, hiç kopmamacasına bağlayan şeylerinhepsinin yok olacağını düşünebilirdim. Ne yazık ki, insanlar,bizim açımızdan, kendi zihnimizin çok çabuk bozulankoleksiyonlarının sergilendiği levhalardan başka bir şeydeğildir. Zaten bu yüzden, insanlarla ilgili, düşüncenin bütünşiddetine sahip planlar yaparız, ama zihin yorulur, hatıra dayok olur; nasıl Albertine'e akik bilyeyi veya Gilberte'in başka

Page 176: Albertine Kay±p - Marcel Proust

armağanlarını, hiçbir üzüntü duymadan verdiysem, ilkkarşıma çıkan kadına Albertine'in odasını rahatlıklavereceğim bir gün gelecekti.

Page 177: Albertine Kay±p - Marcel Proust

İkinci Bölüm

Albertine'i hâlâ seviyordum gerçi, ama son dönemdeki gibisevmiyordum artık; hayır, onunla bağlantılı yerlerin,insanların, her şeyin, bende, acıdan çok büyü içeren bir merakuyandırdığı daha eski dönemlerdeki gibi seviyordum. Hattâonu tam olarak unutmak için, gittiği yoldan başlangıçnoktasına geri dönen bir yolcu misali, baştaki kayıtsızlığavarmak için, aşkımın doruk noktasına ulaşıncaya kadaryaşadığım bütün duygulardan, ters yönde tekrar geçmemgerekeceğini gayet iyi hissediyordum. Ama geçmişin buaşamaları, bu anları, sabit değildir; şimdi geçmişte kalmışolan bir zamana, ileriye doğru uzanan umudun korkunçgücünü, mutlu cehaletini korurlar ve biz anlık bir sanrıyakapılarak, gerideki o zamanı, gelecek olarak algılarız.Albertine'in, akşama ziyaretime geleceğini bildiren birmektubunu okurken, kısacık bir an, mutlu bir beklentiyledoluyordum. Bir daha hiç gitmeyeceğimiz bir ülkeden,gittiğimiz güzergâhı izleyerek geri dönerken, gidiştegeçtiğimiz bütün istasyonların adını ve görünüşünütanıdığımız dönüş yolculuklarında, bazen, tren buistasyonlardan birinde durmuşken, kısacık bir an, ilkyolculuğumuzdaki gibi, geride bıraktığımız yere doğruhareket etmek üzere olduğumuz yanılgısını yaşarız. Yanılgıderhal kaybolur, ama tekrar oraya gittiğimizi bir an hissetmişoluruz; hatıra böyle acımasızdır işte.

Bununla birlikte, başlangıç noktasındaki kayıtsızlığadönebilmek için, aşka varıncaya kadar katedilen mesafeyi tersyönde katetmek zorunda olsak da, izlediğimiz rota aynı

Page 178: Albertine Kay±p - Marcel Proust

olmayabilir. Gidiş ve dönüş rotalarının ortak bir özelliği, düzbir hat olmamalarıdır, çünkü aşk gibi unutuş da, düzenliilerlemez. Yine de, ikisi aynı yolu izlemeyebilir. Ben, dönüşyolunda, varış noktasına epeyce yaklaşmışken, özelliklehatırladığım dört aşama dan geçtim; muhtemelen bunlarıözellikle hatırlamamın nedeni, bu aşamalarda, Albertine'eaşkımın bir parçası olmayan şeyleri fark etmemdi; Albertine'eaşkımla bir bağlantıları olsa bile, büyük bir aşkın öncesinderuhumuzda var olan şeylerin, bu aşkla, onu besleyerek,onunla savaşarak veya zihnimiz tarafından incelenmek üzereonunla zıtlık ya da benzerlik oluşturarak bağlantı kurduklarışekilde ilişkiliydiler.

Bu aşamalardan ilki, kış başında, evden çıktığım güneşli birpazar günü başladı. Azizler Yortusu'ydu, Boulogne Ormanı'nayaklaşırken, Albertine'in Trocadero'dan dönüp beni almayagelişini kederle hatırladım, çünkü o güne tıpatıp benzer birgündü, ama Albertine yoktu. Kederime rağmen, bir haz daduyuyordum, çünkü geçmişteki o günümü dolduran ezginin,minör akortta, hüzünlü tondaki tekrarı, Françoise'ın telefonetmeyişi, Albertine'in gelmeyişi, olumsuz şeyler değil,hatırladıklarımın gerçeklikten silinişi olduğu için, o güne birhüzün katıyorlar, tekdüze, yalın bir günden daha güzel birşeye dönüştürüyorlardı, çünkü artık var olmayan, o gündenkoparılıp alınmış olan şeyin damgası, bu yeni güne oyulmuştuadeta. Vinteuil sonatından cümlecikler mırıldanıyordum.Albertine'in bu sonatı bana defalarca çalmış olduğunudüşünmek beni fazla üzmüyordu artık, çünkü ona ilişkinneredeyse bütün hatıralarım, ikinci kimyasal durumageçmişti, artık kalbi kaygıyla sıkıştırmayıp yumuşatıyorlardı.Ara sıra, onun en çok çaldığı bölümlerde, o sıralar bana çoksevimli gelen bir yorum yapmayı, bir çağrışım önermeyi

Page 179: Albertine Kay±p - Marcel Proust

alışkanlık haline getirdiği bölümlerde, kendi kendime,"Zavallı kız," diyordum, ama kederlenmiyordum, sadecemüzikteki o bölüm, fazladan bir değer kazanıyordu; VanDyck'ın zaten kendi başına çok güzel olan I. Charlesportresinin, ulusal koleksiyona, Mme du Barry'nin kralıetkileme arzusu sayesinde girdiği için, fazladan bir değerkazanması gibi, müziğin o bölümü de, adeta tarihi bir değer,ilginç bir özellik kazanıyordu. Cümlecik tamamen ortadankaybolmadan önce, çeşitli unsurları çözülüp havaya dağılarakbir an dalgalandığında, Swann'ın aksine, benim nazarımda,Albertine'den gelen bir haberci değildi kaybolan. Cümlecik,Swann'a çağrıştırdığından başka düşünceler çağrıştırıyordubana. Ben bilhassa, hayatım boyunca gelişen aşkım gibi,sonat boyunca gelişen bir cümleciğin oluşumuna,denemelerine, tekrarlarına, "evrim"ine duyarlı olmuştum.Şimdi de, her gün aşkımın bir unsurunun, önce kıskançlıkyönünün, sonra bir başkasının yok olduğunun bilinciyle,yavaş yavaş, belli belirsiz hatırlayarak başlangıçtaki ilkadımlara dönerken, cümleciğin dağılışında, aşkımınparçalanışını görür gibi oluyordum.

Orman yollarında, yapraktan tülleri günden güne incelenağaçların arasından geçerken, Albertine'in arabada yanımdaolduğu, sonra benimle birlikte eve döndüğü, hayatımısarmaladığını hissettiğim bir gezintinin hatırası etrafımdauçuşuyordu sanki; çevremde, buğulu bir sisin içinde kararandalların arasından, batan güneş, boşluğa asılıymış gibigörünen, seyrek, enine şeritler halindeki altın yapraklarıparıldatıyordu (bir yandan da, ağaçlı bir yolun kenarındaduran her kadına, düşündüğü kişiyle bir benzerlik, hattâ oolması ihtimalini kazandıran bir sabit fikirle hareket edenherkes gibi, ara sıra, olduğum yerde sıçrıyordum: "Belki de

Page 180: Albertine Kay±p - Marcel Proust

odur!" Dönüp bakarsınız, araba yoluna devam eder, geriyedönmezsiniz); yaprakları, hafızanın gözleriyle görmekleyetinmiyordum; sanatçının, bütünsellik kazandırmak üzerearalarına bir hikâye, başlı başına bir roman soktuğu, salttasvirden oluşan sayfalar gibi, bu yapraklar da beniilgilendiriyor, duygulandırıyordu; böylece bu doğa parçası,hüznün kalbime ulaşabilecek yegâne büyüsünü kazanıyordu.Bu büyünün, Albertine'i hâlâ eskisi kadar sevmemdenkaynaklandığını zannediyordum, oysa aksine, unutuşuniçimde güçlenmeye devam etmesinden, Albertine'inhatırasının artık bana acı vermemesinden, yani değişmişolmasından kaynaklanıyordu; ama benim o sırada hüznümünsebebini açıkça görebildiğimi zannetmem gibi, duygularımızıne kadar bilsek de, daha derindeki anlamlarına inemeyiz;nasıl ki hekim, hastasının anlattığı rahatsızlıkların yardımıyladaha derinde, hastanın bilmediği bir nedene ulaşırsa, aynışekilde, duygularımız, düşüncelerimiz de bir belirti değeritaşır sadece. Hissettiğim büyü ve tatlı hüzün kıskançlığımıuzakta tuttuğu için, duyularım tekrar uyanıyordu. YineGilberte'le görüşmemeye başladığım dönemdeki gibi, kadınaşkı içimden havalanıyor, daha önce sevilmiş bir kadınailişkin bütün tekelci çağrışımlardan sıyrılıyor, öncekiyıkımların serbest bıraktığı kokular gibi, bahar havasında asılıduruyor, yeni bir yaratıkla birleşmeyi bekliyordu sadece.Hiçbir yerde, adları "unutmabeni" olsa bile, bir mezarlıktakikadar çok çiçek açmaz. O güneşli günde çiçek açmış olansayısız genç kızı, bir zamanlar Mme de Villeparisis'ninarabasından, yine bir pazar günü ormana gelirken Albertine'lebindiğimiz arabadan seyredeceğim şekilde seyrediyordum.Bakışlarım bu kızlardan birine konduğunda, Albertine'ingizlice yönelteceği meraklı, kaçamak, girişken, bilinmez

Page 181: Albertine Kay±p - Marcel Proust

düşünceler yansıtan bakış da, derhal gelip onun yanınakonuyor, esrarengiz, süratli, mavimsi kanadını bakışımaekleyerek, o âna kadar tamamen doğal olan bu ağaçlıyollarda, bir meçhulün ürpertisini dolaştırıyor, bu yolları,bana katiyen yabancı olmadığı için, kendi arzumun tek başınasunamayacağı bir bilinmezlikle yeniliyordu. Bazen de, birazhüzünlü bir roman okuyorsam, ani geri dönüşler yaşıyordum,çünkü bazı romanlar, koyu, ama anlık bir matem gibialışkanlığı bozup, bizi hayatın gerçekliğiyle tekrar temasageçirir, ama sadece birkaç saat süren bir kâbus gibidirler,çünkü alışkanlığın gücü, yarattığı unutuş ve zihnin bu güçlemücadele edip gerçeği yeniden yaratmaktaki yetersizliğininverdiği neşe, güzel bir kitabın, bütün telkinler gibi etkisi pekkısa süren, neredeyse ipnotize edici telkininden çok dahabaskındır. Zaten Balbec'te, Albertine'le tanışmayı ilkistediğimde, görüntüleri beni sokaklarda, yollarda, defalarcadurdurmuş olan o genç kızları temsil ettiğini ve benimnazarımda, onların hayatını özetleyebileceğini düşündüğümiçin istememiş miydim? Şimdi de, hepsini özet halindebarındıran aşkımın yıldızının, sönmek üzereyken, tekrardağınık bir bulutsu tozuna dönüşmesi doğal değil miydi?Albertine'in içimde taşıdığım sureti, her yerde karşıma onuçıkardığı için, kızların hepsi bana birer Albertine gibigörünüyordu; hattâ ağaçlı bir yolun kıvrımında, otomobilebinmekte olan bir kız, bana Albertine'i o kadar hatırlattı,vücut yapısı o kadar aynıydı ki, bir an, acaba gördüğüm kızAlbertine mi, acaba beni kandırmak için mi öldüğünüsöylemişlerdi, diye düşündüm. Albertine'i, hayata karşıgüveni tamken, böyle ağaçlı bir yolun kıvrımında, belkiBalbec'te, ara baya aynı şekilde binerken karşımdagörmekteydim tekrar. Genç kızın otomobile binişini, bir

Page 182: Albertine Kay±p - Marcel Proust

gezinti sırasında hızla uzaklaşan yüzeysel görüntüler gibi,sadece gözlerimle algılamıyordum; sanki kalıcı bir eylemhaline gelmişti ve geçmişe doğru da uzanıyordu, sonradaneklenen bu kısım, şehvetle, kederle kalbime yaslanıyordu.

Ama genç kız gözden kayboluverdi. Biraz ileridegördüğüm, yaşça daha büyük üç genç kızın, belki de gençkadının şık giyimleri, enerjik tavırları, Albertine'learkadaşlarını ilk gördüğüm gün beni cezbeden şeyle o kadarörtüşüyordu ki, hızlanıp bu üç yeni genç kıza yetiştim;arabaya bindiklerinde, ben de deli gibi her yerde bir arabaaradım, ama bulduğumda, iş işten geçmişti. Kızlarıbulamadım. Ne var ki, birkaç gün sonra, eve dönerken,apartmanımızın kubbeli kapısından, Boulogne Ormanı'ndatakip ettiğim üç genç kızın çıkmakta olduğunu gördüm.Kızlar, özellikle iki esmer kız, penceremden kim bilir kaç kezgördüğüm veya sokakta karşılaştığım, bana yüzlerce planyaptıran, hayatı sevdiren, tanışamadığım sosyete kızlarınatıpatıp benziyorlardı, yalnız yaşça biraz daha büyüktüler.Sarışın kızın, o kadar hoşuma gitmeyen, daha kırılgan, adetahastalıklı bir havası vardı. Bununla birlikte, kısa bir bakışlayetinmeyişim, sarışın kız yüzündendi; olduğum yereçakılmıştım, gözlerimdeki bakışlar, başka yöne çevrilmesiimkânsız sabitlikleriyle, bir soruna eğilir gibiyoğunlaşmalarıyla, görünenin çok daha ötesine ulaşmakgerektiğinin bilincindeydiler sanki. Nice kız gibi, bu kızlarında ortadan kaybolmasına izin verecektim muhtemelen, amatam önümden geçerlerken, sarışın kız –onlara dikkatlebaktığım için mi bilmem,– önce bana kaçamak bir bakışyöneltti, geçtikten sonra da, dönüp başını çevirdi ve bu ikincibakışı beni coşturdu. Ne var ki, benimle daha fazlailgilenmeyip, arkadaşlarıyla konuşmaya koyuldu; bu

Page 183: Albertine Kay±p - Marcel Proust

durumda, heyecanım herhalde azalacakken, anlatacağımkeşifle kat kat arttı. Kapıcıya, dışarı çıkan kızların kimolduğunu sorduğumda, "Düşesi sordular," dedi. "Sanırımsadece biri tanıyor düşesi, ötekiler ona kapıya kadar eşliketmişler. İşte adı, doğru yazdım mı bilmem." Okuduğum MlleDeporcheville isminin, d'Eporcheville olduğunu hemenanladım; hatırladığım kadarıyla, Robert'in randevu evindekarşılaşıp ilişkiye girdiği, son derece soylu bir aileye mensup,uzaktan Guermantes'larla akraba olan genç kızın ismi de,buna benzer bir şeydi. Bakışının anlamını, niçin arkadaşlarınabelli etmeden dönüp baktığını, şimdi anlıyordum. Onu kimbilir kaç kez düşünmüş, Robert'in söylediği isimden yolaçıkarak, hayalimde canlandırmıştım! İşte az önce görmüştümkendisini, arkadaşlarından hiç farkı yoktu, bir tek o gizlibakış, onu diğerlerinden ayırıyor, ikimizin arasında, hayatınınbir bölümüne açılan bir geçit oluşturuyordu; görünüşebakılırsa arkadaşlarından gizli tuttuğu bu hayatı, onu benimgözümde, çoğu aristokrat genç kızdan daha ulaşılır –hattâ yarıyarıya bana ait– ve daha sevimli kılıyordu. Bu kızın zihninde,serbest olup bana bir randevu verebilse, birliktegeçirebileceğimiz saatler, aramızda peşinen bir ortak noktaoluşturuyordu. Bakışları, sadece benim için açık seçik olan birbelagatle, bunu ifade etmiyor muydu? Kalbim bütün gücüyleçarpıyordu, Mlle d'Eporcheville'in görünüşünü tam olaraktarif edemezdim; belirsiz, sarışın bir profil canlanıyordugözümde, ama ona delicesine âşıktım. Birdenbire, sanki üçkızdan, iki kere dönüp bakmış olan sarışının, Mlled'Eporcheville olması gerekirmiş gibi mantık yürüttüğümüfark ettim. Oysa kapıcı öyle bir şey dememişti. Tekrar kapıcıkulübesine dönüp onu tekrar sorguya çektim; bu konuda bilgiveremeyeceğini, o gün ilk gelişlerinde, kendisinin orada

Page 184: Albertine Kay±p - Marcel Proust

olmadığını söyledi. Ama onları daha önce gören karısınasoracaktı. Karısı, servis merdivenini temizlemekteydi. Bunaaz çok benzer, harika belirsizlikleri hayatı boyuncayaşamamış kimse var mıdır? Baloda gördüğünüz bir gençkızı, yardımsever bir dostunuza tarif edersiniz, o da, kızıtanıdığı sonucuna varıp, ikinizi birden davet eder. Ama oncakızın arasında, sadece sözlü bir portreden yola çıkılarak, hatayapılmış olamaz mı? Az sonra göreceğiniz kız, acabaarzuladığınız kızdan başka biri mi olacaktır? Yoksa aksine,sizin istediğiniz kızın ta kendisi mi, gülümseyerek eliniuzatacaktır? Oldukça sık gerçekleşen bu son ihtimal, herzaman Mlle d'Eporcheville örneğindeki kadar inandırıcıkanıtlar olmadan, bir önsezinin sonucu olarak, ara sıra bizdenyana esen talih rüzgârının yardımıyla ortaya çıkar. Onu görürve "Evet, oydu," diye düşünürüz. Deniz kıyısında yürüyengenç kızlar çetesinde de, hangisinin Albertine Simonetolduğunu doğru tahmin ettiğimi hatırladım. Bu hatıra, keskinama kısa süreli bir acı doğurdu içimde; karısını aramayagiden kapıcıyı beklerken, kafamı asıl kurcalayan şey, Mlled'Eporcheville'in kimliğiydi, –bekleyerek geçirilen budakikalarda, bazen, nedenini bilmeden bir çehreyeyakıştırdığımız bir isim veya malumat, bir an serbest kalıpçeşitli çehrelerin arasında uçuştuğu için, bu kez yeni birçehreyle eşleşecek olursa, ilk eşleştiği çehreyi gözümüzdeyabancı, masum ve ele geçmez kılmaya hazır olduğu için–kapıcı belki de, tahminlerimin aksine, Mlle d'Eporcheville'in,iki esmerden biri olduğunu söyleyecekti. Bu durumda,varlığına inandığım, hattâ aşık olduğum, ona sahip olmaktanbaşka şey düşünemediğim insan yok olacaktı; meşum cevap,sarışın ve sinsi Mlle d'Eporcheville'i iki ayrı unsura bölecekti;ben onları, keyfi olarak, tıpkı hayalî bir kişi yaratmak için

Page 185: Albertine Kay±p - Marcel Proust

çeşitli gerçek unsurları bir araya getiren bir romancı gibi,birleştirmiştim ve iki unsur, ayrı ayrı ele alındığında, –isim,bakıştaki niyeti doğrulamadığı için,– bütün anlamınıkaybediyordu. Bu durumda, iddialarım boşa çıkacaktı, amakapıcı dönüp de Mlle d'Eporcheville'in, gerçekten de sarışınkız olduğunu haber verince, aksine, iddialarım iyice güçlendi!O andan itibaren, isim benzerliği ihtimali sıfıra indi. Hem üçkızdan birinin Mlle d'Eporcheville olması, hem onun,varsayımımı doğrulayarak, bana bakan, neredeysegülümseyen kız olması, hem de randevu evlerine giden kızolmaması, inanılamayacak kadar büyük bir tesadüf olurdu.

Bunun üzerine, çılgınca bir telaş başladı. Kapıcı, Mlled'Eporcheville'in, iki gün sonra tekrar Mme de Guermantes'ıziyaret edeceğini söylemişti; iki gün sonra kolay bir gençkızla karşılaşmak ve onunla randevulaşmak üzere düşesinevine gittiğimde (onunla bir ara salonun bir köşesindekonuşma fırsatı bulurdum mutlaka), iyi bir izlenimuyandırabilmek için gerekli gördüğüm kıyafet alışverişinebaşlamadan önce, Robert'e telgraf çekmeye gittim; iyice eminolmak için, kızın tam adını ve tarifini istedim, cevabınvaktinde yetişeceğini umuyordum; bu iki gün içinde ne olursaolsun, hastaysam sedyeyle aşağı taşınmak pahasına da olsa,aynı saatte, düşesi ziyarete mutlaka gidecektim (bu arada birsaniye olsun başka bir şey düşünmedim, hattâ Albertine'ibile). Saint-Loup'ya telgraf çekmemin sebebi, söz konusuşahsın kimliği konusunda herhangi bir şüphem olması değildi;benim gördüğüm kızla, Saint-Loup'nun bahsetmiş olduğu kız,iki ayrı kişi değildi benim gözümde. Aynı kişi olduklarındanemindim. Ama bu iki günlük sabırsız bekleyiş sırasında, onailişkin, ayrıntılarla dolu bir telgraf almak hoşuma gidecek,adeta onun üzerinde gizli bir güç edinecektim. Telgraf

Page 186: Albertine Kay±p - Marcel Proust

bürosunda, bir yandan umutla coşmuş bir erkeğin canlılığıylatelgrafı yazarken, bir yandan da, çocukluğumdan bu yana,Gilberte'ten Mlle d'Eporcheville'e, çaresizliğimin ne kadarazaldığını düşünüyordum. Ben bir tek telgrafı yazmazahmetine katlanıyordum; sonra görevli onu alacak, ensüratli, elektrikli iletişim ağı, yerine ulaştıracak ve baştan başaFransa ve Akdeniz'in tamamı, Robert'in bütün sefih geçmişi,karşılaştığım kızın kimliğini saptayacak, kafamda kurduğumromanın hizmetinde olacaktı; benim artık düşünmeme bilegerek yoktu, onlar, aradan yirmi dört saat geçmeden, romanışu ya da bu şekilde tamamlamayı üstleneceklerdi. Oysa birzamanlar, Françoise beni Champs-Elysees'den evegetirdiğinde, evde çaresiz arzularımla baş başa kalır,medeniyetin kolaylıklarından yararlanamayıp, aşkımı birvahşi gibi, hattâ hareket etme imkânına da sahip olmadığımiçin, bir çiçek gibi yaşardım. O andan itibaren, hummalı birbekleyiş başladı; babam, kendisiyle iki günlük bir yolculuğaçıkmamı istediğinde, gidersem, düşesin evindeki ziyaretekatılamayacağım için, öyle sinirlendim, umutsuzluğakapıldım ki, annem araya girdi ve babamı, beni Paris'tebırakmaya ikna etti. Ama öfkem saatler boyunca yatışmadı;bu arada, Mlle d'Eporcheville'e duyduğum arzu, aramızakonan engel yüzünden, kimsenin elimden alamayacağı,kesinlikle bana ait bir şeymiş gibi gördüğüm ve öncedengülümseyerek düşündüğüm bu ziyaretin gerçekleşmeyeceğikorkusuyla, yüz kat artmıştı. Bazı filozoflara göre, dış dünyayoktur, hayatımızı kendi içimizde geliştiririz. Bu doğru olsada, olmasa da, aşk, en mütevazı başlangıcıyla bile, gerçekliğinbizim için ne kadar önemsiz olduğunun çarpıcı bir örneğidir.Mlle d'Eporcheville'in ezberden portresini çizmem, tasviretmem, eşkâlini belirtmem gerekse, imkânı yok beceremez,

Page 187: Albertine Kay±p - Marcel Proust

hattâ sokakta görsem, tanıyamazdım. Onu profilden, harekethalindeyken görmüştüm; güzel, sade, uzun boylu ve sarışıngörünmüştü bana, daha fazla bir şey söyleyemezdim. Amaarzunun, kaygının ve babam beni yanında götürdüğü takdirde,onu görememe korkusunun indirdiği ölümcül darbeninyarattığı tepkilerin hepsi, aslında tanımadığım ve sevimliolduğunu bilmekle yetindiğim bir hayalle birleşince, bir aşkteşkil ediyordu. Nihayet ertesi sabah, mutlu bir uykusuzluklageçen bir gecenin ardından, Saint-Loup'nun telgrafını aldım:DE L'ORGEVILLE, DE EK, ORGE TAHIL TÜRÜ: ARPA,ÇAVDAR GİBİ, VILLE ŞEHİR – UFAK TEFEK, ESMER,TOPLU, ŞU ANDA İSVİÇRE'DE. O kız değildi!

Birkaç gün sonra, annem elinde mektuplarla odama girip,aklı başka yerdeymiş gibi mektupları kayıtsızca yatağımınüstüne bıraktı. Sonra da beni yalnız bırakmak için hemençekildi; giderken gülümsüyordu. Ben de, sevgili anneminkurnazlıklarını bilerek, başkalarını memnun etme arzusunuipucu kabul edince, çehresinden, katiyen yanılmadan, herşeyin okunabileceğini bilerek, gülümsedim ve şöyledüşündüm: "Postada beni ilgilendiren bir şey var; annem de,benim için tam bir sürpriz olsun diye, sürprizi haber veriptadını kaçırmak istemediğinden, kayıtsız, dalgın bir tavırtakındı. Onun yanında utanıp sevincimi saklamaya çalışırım,tadını tam çıkaramam korkusuyla da odada kalmadı." Annemtam çıkacakken, kapıda, odama girmekte olan Françoise'lakarşılaşmıştı. Zorla geri çevrilip dışarı sürüklenen Françoise,ürkmüş, gücenmiş ve şaşırmıştı. Çünkü hangi saatte olursaolsun, odama girme imtiyazını, görevinin bir parçası sayardı.Ama çehresindeki şaşkınlık ve öfke, yerini derhal yüce biracımayla filozofça bir alayın karanlık ve yapışkantebessümüne bıraktı; yaralanan izzetinefsi, yarasını

Page 188: Albertine Kay±p - Marcel Proust

iyileştirmek için bu yapışkan sıvıyı salgılardı. Kendiniaşağılanmış hissetmemek için bizi aşağılardı. Ayrıca, bizefendilerin, kaprisli yaratıklar olduğumuzu, pek parlak birzekâya sahip olmayıp, efendiliğimizi kanıtlamak için, zekiinsanlara, yani hizmetkârlara, korkutarak, olmadık işleryaptırmaktan zevk aldığımızı bilirdi; mesela salgın hastalıkdönemlerinde suyu kaynatmak, benim odamı ıslak bezlesilmek ve aynı odadan, tam girmeye niyetliyken çıkmak gibi.Annem aceleden, odamdaki mumu da yanında götürmüştü;postacının getirdiklerini, gözümden kaçmasın diye hemenyanı başıma bırakmış olduğunu fark ettim. Ama gazetelerdenbaşka şey yokmuş gibi geldi bana. Herhalde sevdiğim biryazarın, nadiren yazdığı için bana hoş bir sürpriz olacakmakalesi vardı. Pencereye gidip kalın perdeleri açtım. Solgun,puslu gün ışığının üstünde, o saatte mutfaklarda yakılanfırınlar gibi pespembe parlayan gökyüzü, içimi umutla, geceyitrende geçirip sabah pembe yanaklı sütçü kızı gördüğümküçük dağ istasyonunda uyanma arzusuyla doldurdu. LeFigaro'yu açtım. Ne aksilik! Başyazı, benim gönderdiğim,yayımlanmayan yazıyla aynı başlığı taşıyordu. Üstelik sadecebaşlığı aynı değildi, tıpatıp aynı kelimeler de görüyordum. Bukadarı da fazdaydı. Gazeteye bir şikâyet mektubuyazmalıydım. O sırada Françoise'ın sesini duydum; istediğizaman girip çıkabileceğini düşündüğü odamdan kovulduğunakızmış, homurdanıyordu: "Yazıklar olsun! Bu çocuk benimelime doğdu. Annesinin karnındayken görmedim elbette.Ama ben onu gördüğümde, daha beş yaşında yoktu!" Fakatsadece birkaç kelime değil, yazının tamamı aynıydı, benimadım vardı. . . Yazım nihayet yayımlanmıştı! Ama belki odönemde bile biraz yaşlanmaya, yorulmaya başlamış olanzihnim, yazının benim yazım olduğunu anlamamış gibi

Page 189: Albertine Kay±p - Marcel Proust

çalışmaya bir süre daha devam etti; başladıkları hareketi,gerek kalmamış da olsa, derhal geri çekilmeyi gerektirenbeklenmedik bir engel yüzünden tehlike bile arz etse, sonunakadar götürmek zorunda olan ihtiyarlar gibiydi. Sonra, gazetedenen şeyin, ruhun ekmeği olduğunu düşündüm; baskının vesabah sisinin sıcaklığı ve nemi henüz üstündeyken, şafakvakti dağıtılmaya başlanan, hizmetçilerin, efendilerine sütlükahvenin yanında götürdükleri bu mucizevi, çoğalan ekmek,hem tektir, hem on bindir, aynı anda sayısız eve girdiği halde,herkes için aynıdır.

Elimde tuttuğum, gazetenin belli bir nüshası değil, on binnüshadan herhangi biriydi; sadece benim yazdığım bir şeydeğil, benim yazdığım ve herkesin okuduğu bir şeydi. Oesnada başka evlerde yaşanan süreci tam olarakdeğerlendirebilmek için, yazıyı yazar sıfatıyla değil, herhangibir gazete okuru gibi okumalıydım, bu sadece benimyazdığım şey değil, yazımın birçok zihinde cisimleşmesininde simgesiydi. Bu yüzden de, onu okurken, yazarı olmamalı,herhangi bir gazete okuru olmalıydım. Ama bir ilk endişeuyanmıştı içimde. Haberi olmayan bir okur, bu yazıyı görecekmiydi bakalım? Kendimi habersiz okurun yerine koyup,dalgın bir edayla gazeteyi açtım; hattâ yüzümde, bu sabahgazetede ne bulacağımı bilmezmiş, sosyete haberlerine,siyaset haberlerine bakmak için sabırsızlanırmış gibi bir ifadevardı. Ama yazım o kadar uzundu ki, onu atlamaya çalışanbakışlarım, (beklerken saniyeleri kasten yavaş sayan biri gibi,tarafsız kalıp kendimi kayırmamaya çalışarak) geçerken,yazının bir bölümüne takıldı mecburen. Fakat başyazıyıgören, hattâ okuyan kişilerin birçoğu, imzaya bakmaz. Banada bir gün önceki başyazının yazarını sorsalar,söyleyemezdim. Ama bundan böyle, başyazıları da, yazarın

Page 190: Albertine Kay±p - Marcel Proust

adını da daima okumaya karar verdim; yine de, metresininsadakatine inanabilmek için onu aldatmayan, kıskanç bir âşıkgibi, gelecekteki dikkatimin, başkalarını dikkat etmeyezorlamayacağını, zorlamadığını düşündüm kederle. Ayrıca,ava gitmiş olanlar, evlerinden çok erken çıkmış olanlar vardı.Neyse, yine de bazı okuyanlar olacaktı. Kendimi onlarınyerine koyup okumaya başladım. Yazıyı okuyan birçokkişinin, berbat bulacağını ne kadar bilsem de, okuduğumanda, benim her kelimede gördüğüm şey, kâğıdın üstündemevcutmuş gibi geliyordu bana, gözlerini açan herkesin,doğrudan benim gördüğüm bu imgeleri görmeyeceğineinanamıyordum; telaffuz edilen kelimenin kendisinin telefontellerinden geçtiğini zanneden kişilerin saflığıyla, yazarındüşüncesini, okurun doğrudan algıladığını sanıyordum, oysaokurun zihninde başka bir düşünce oluşuyordu; benimokurlardan herhangi biri olmaya çalıştığım anda, zihnimyazımı okuyanları tek tek sıradan geçiriyordu. MeselaBloch'un seveceği şu cümleyi, M. de Guermantes anlamasada, Bloch'un küçümseyeceği şu yorumdan hoşlanabilirdi.Böylece, bir önceki okurun burun kıvıracağı her bölümün,başka bir meraklısı çıkıyor, yazının bütünü, bir kalabalıktarafından göklere çıkarılıyor ve artık onu desteklemesinegerek olmayan yazarın, yani benim, kendime olangüvensizliğimi bastırıyordu. Aslında, ne kadar parlak olursaolsun, bir yazının değeri, meclis tutanaklarındaki kimicümlelerin değeri gibi ölçülür; bakanın telaffuz ettiği,"Bakalım ne olacak," sözleri, şu şekilde okunması gerekencümlenin sadece bir parçası, belki en önemsiz parçasıdır:"BAŞBAKAN, İÇİŞLERİ VE DİYANET İŞLERİ BAKANI:Bakalım ne olacak. (Solda coşkulu haykırışlar. Solda veortadaki bazı sıralardan, 'Bravo! Bravo!' nidaları)" (cümlenin

Page 191: Albertine Kay±p - Marcel Proust

sonu, ortasından daha güzel, başlangıcına yakışır bir sondur);yani güzelliği, biraz da okurlarda uyandırdığı izlenimdenkaynaklanır –ünlü Pazartesilerin de dahil olduğu bu türedebiyatın temel kusuru da budur. Kolektif bir Venüs gibidir;yazarın düşüncesiyle kendimizi sınırlarsak, sadece kopmuşbir kol kalır elimizde, çünkü eksiksiz hali, ancak okurlarınzihninde oluşur. Orada tamamlanır. Bir kalabalık, ne kadarseçkin olursa olsun, sanatçı olamayacağı için de, yazıyavurduğu son damgada, biraz bayağılık daima bulunur. Aynışekilde, Sainte-Beuve de, pazartesi sabahı Mme de Boigne'ı,yüksek kolonlu yatağında, Le Constitutionnel'deki yazısınıokurken, kendisinin yazarken çok zevk aldığı, makalesi dahaetkili olsun diye içine sıkıştırmayı uygun görmüş olmasa,kaleminden belki hiç çıkmayacak güzel bir cümleyi takdirederken canlandırabilirdi gözünde. Öte yandan, makaleyiokuyan adalet bakanı da, az sonra eski dostu ve metresineyapacağı ziyarette, yazıya değinecekti muhtemelen. Akşamada, gri pantolonuyla Noailles Dükü, onu arabasıyla evinegötürürken, yazının yüksek sosyetede nasıl karşılandığınıanlatacaktı, tabii daha önce Mme d'Arbouville bir mektuplabildirmemişse. Ben de, yazımı destekleyen on bin onayınkarşısına kendime güvensizliğimi koyuyor, yazdıklarımsadece bana hitap ederken ne kadar güvensizlik duyduysam,şimdi okumaktan o kadar güç alıyor, yeteneğim konusundaumutlanıyordum. Aynı dakikalarda, onca insanın üzerinde,benim düşüncemin, hattâ düşüncemi anlayamayanlarınüzerinde, ismimin tekrarının ve adeta şahsımın güzelleşmişbir çağrışımının parladığını görüyordum; onların zihninirenklendiren bu şafak, o esnada bütün pencereleri pembeyeboyamakta olan şafağın ışığından daha büyük bir güçle vemuzafferane bir sevinçle dolduruyordu içimi. Bloch,

Page 192: Albertine Kay±p - Marcel Proust

Guermantes'lar, Legrandin, Andree, Maria ve çeşitli dostlar,her cümleden içinde barındırdığı imgeleri çıkarırkencanlanıyorlardı gözümde; herhangi bir okur olmaya çalıştığımanda, yazar olarak okuyordum, üstelik de sadece yazar olarakdeğil. Benim açımdan en olumlu sayılabilecek zıtlıklarınhepsini, yaratmaya çalıştığım bu imkânsız konumdabirleştirebilmek için, yazar sıfatıyla okusam da, okur sıfatıylakendimi yargılıyor, yazdıklarını, ifade etmek istediği ideallekarşılaştıran kişinin, yazıya ilişkin beklentilerinitaşımıyordum. Yazıyı yazdığım sırada, bu satırlar,düşüncelerime kıyasla o kadar güçsüz, benim uyumlu veberrak görüşüme kıyasla o kadar karmaşık, donuk vedolduramadığım boşluklarla dolu idiler ki, bu satırları ozaman okumak, benim için ıstırap olmuş, yetersizliğimi,çaresi olmayan yeteneksizliğimi bana daha fazlahissettirmekten başka işe yaramamıştı. Ama şimdi, okurolmaya gayret ederken, kendimi yargılamak gibi ıstıraplı birgörevi başkalarının omuzlarına yüklesem de, hiç değilse,yazdığımı okurken, ne yazmak istediğimi tamamen silipatabiliyordum. Yazıyı, başkasının yazısı olduğuna kendimiikna etmeye çalışarak okuyordum. O zaman, kendi başlarınaele alınan ve hedeflerim açısından temsil ettikleri başarısızlıkhatırlanmayan bütün imgelerim, bütün yorumlarım, bütünsıfatlarım, parlaklıkları, beklenmedik oluşları vederinlikleriyle beni büyülüyordu. Fazlasıyla belirgin bir kusurkarşısında ise, hayranlıkla kendinden geçmiş, sıradan birokurun ruhuna sığınıp, "Hadi canım! Bir okur bunu nasıl farkedebilir?" diyordum kendi kendime. "Burada bir şey eksikolabilir, tamam, ama o kadarı da olur artık! Geri kalanıyeterince güzel, bu kadarına bile alışık değiller."

Page 193: Albertine Kay±p - Marcel Proust

Dolayısıyla, bu rahatlatıcı okuma sona erdiği anda, kendimüsveddemi tekrar okumaya cesaret edememiş olan ben,yazıyı derhal baştan okumak istedim; "bir kez okununca birdaha okunur" tanımlaması, en çok kendi yazdığımız eskiyazılar için geçerlidir. Françoise'ı gönderip aynı gazetedenbirkaç tane daha aldırmaya karar verdim; ona, arkadaşlarımavermek üzere diyecektim, ama aslında, düşünceminçoğalması mucizesine elimle dokunabilmek, Le Figaro'yuyeni açan başka bir beyefendiymişim gibi, bir başka nüshada,aynı cümleleri okumak için aldırıyordum gazeteleri.Guermantes'ları ne zamandır görmemiştim, onları ziyaretegider, yazımın nasıl karşılandığını onlardan öğrenirdim.Odasına nüfuz etmeyi çok isteyeceğim, gazetenin,anlayamayacağı düşüncemi değilse de, adımı, bir övgü gibiulaştıracağı bir kadın okur düşündüm. Ama nasıl ki, nüfuzedemediğimiz bir zihnin düşünceleri, zihnimize ulaşamazsa,sevmediğimiz kişiye yapılan övgüler de kalbimizi fethetmez.Fakat başka arkadaşlarımla ilgili olarak, sağlığım bozulmayadevam eder de kendileriyle görüşemezsem, yazmayısürdürmenin hoş olacağını, onlara bu sayede ulaşabileceğimi,satır aralarında kendilerine seslenip düşüncemi kabulettirebileceğimi, hoşlarına gidip kalplerini kazanacağımıdüşünüyordum. Bunu düşünmemin sebebi, sosyal ilişkilerin ogüne kadar günlük hayatımda bir yeri olduğundan, builişkilerden yoksun bir geleceğin beni korkutmasıydı;dostlarımla tekrar görüşebilecek kadar iyileşeceğim güne dek,dikkatlerini üzerimde tutmamı, belki de dostlarımınhayranlığını toplamamı sağlayacak olan bu çare, benim içinbir teselliydi; böyle düşünüyor, ama doğru olmadığını pekâlâhissediyordum: Duyacağım hazzı, onların dikkatiyleaçıklasam da, bu haz, onların bana veremeyeceği, benim

Page 194: Albertine Kay±p - Marcel Proust

onlarla konuşarak değil, onlardan uzakta, yazarakalabileceğim, içsel, manevi ve tek kişilik bir hazdı; ayrıca,onlarla dolaylı olarak görüşebilmek için, hakkımda dahaolumlu bir fikir edinsinler diye, sosyetede daha iyi birkonuma gelebilmek için yazmaya başlarsam, belki yazdıkça,onlarla görüşme hevesim kalmayacak, edebiyatın, belki desosyetede bana sağlayacağı itibarın tadını çıkarmakgelmeyecekti içimden, çünkü hazzı sosyetede değil,edebiyatta bulacaktım artık.

Dolayısıyla, öğle yemeğinden sonra Mme de Guermantes'agidişimin sebebi, Saint-Loup'nun telgrafından sonrakişiliğinin en çekici yanını kaybetmiş olan Mlled'Eporcheville'den çok, Le Fzgaro'ya abone olan veya satınalan kitlenin izlenimleri konusunda bana fikir verebilecek birokur sıfatıyla, bizzat düşesti. Mme de Guermantes'ın evinegitmekten de memnundum zaten. Her ne kadar bu salonu,hayalgücümü uzun süre meşgul etmiş olduğu için,diğerlerinden farklı bulduğumu düşünsem de, nedenlerinibilmem, farkı ortadan kaldırmıyordu. Ayrıca, benim gözümdebirçok farklı Guermantes ismi vardı. Hafızamın bir adresdefterine kaydedercesine kaydettiği Guermantes ismi, şiirîsellikten yoksun olsa da, daha eski, Mme de Guermantes'lahenüz tanışmadığım zamanlara ait olanlar, bilhassa düşesiuzun süre görmediğim dönemlerde, insan çehresine sahipkişinin çiğ aydınlığı, ismin esrarengiz ışınlarım gölgedebırakmadığı zaman içimde tekrar biçimlenirdi. O zaman,Mme de Guermantes'ın evini yine gerçek ötesi bir şey gibidüşünmeye başlardım; aynı şekilde, ilk hayallerimin sisliBalbec'ini de, sanki o yolculuğu hiç yapmamışçasına, 13:50trenini, hiç binmemişçesine, tekrar düşünürdüm. Nasıl bazenbir sevdiğimizi, öldüğünü bir an unutarak düşünürsek, bütün

Page 195: Albertine Kay±p - Marcel Proust

bunların var olmadığım bildiğimi bir an unuturdum. Düşesinsofasına adımımı atınca, gerçeklik duygusu geri geldi. Amayine de, düşesin, her şeye rağmen, benim açımdan, gerçeklehayalin asıl kesişme noktası olduğunu düşünerek tesellibuldum. Salona girdiğimde, bir gün boyunca Saint-Loup'nunbahsettiği kız sandığım sarışın genç kızı gördüm. Düşesten,beni kendisine "tekrar takdim etmesini" rica etti. Gerçektenben de, içeri girdiğim anda, onu çok iyi tanıdığım hissinekapılmıştım, ama düşesin sözleri, bu izlenimi yalanladı: "Ya!Mlle de Forcheville'le daha önce tanıştınız demek." Oysa benaksine, bu isimde bir genç kıza hiç takdim edilmediğimdenemindim; Odette'in eski aşkları ve Swann'ın kıskançlığı, banauzun uzun anlatıldığından beri, hafızamda çok tanıdık olan buisim, duymuş olsam, dikkatimi mutlaka çekerdi. İsimkonusundaki çifte hatam, De L'Orgeville'i d'Eporcheville diyehatırlamam ve Forcheville'i Eporcheville'e dönüştürmem,kendi başına olağandışı sayılmazdı. Asıl hata, olaylarıoldukları gibi, isimleri yazıldıkları gibi, insanları da,fotoğrafla psikolojinin yarattığı izlenime uygun olarak,kıpırtısızmışlar gibi tanıtmaktır. Ama aslında, genelliklealgıladığımız, bu değildir katiyen. Dünyayı tamamen tersinegörür, işitir, algılarız. Bir ismi, işittiğimiz şekilde tekrarlarız,hatamızı ancak tecrübe düzeltebilir, o da her zaman olmaz.Combray'de herkes, yirmi beş yıl boyunca Françoise'a MmeSazerat'dan söz etmiş, Françoise, Mme Sazerin demektenvazgeçmemişti; bunun sebebi, kendisinde yerleşik hale gelen,bizim itirazlarımızda pekişen ve şahsındaki Saint-Andredes-Champs Fransa'sına, 1789'un eşitlikçi ilkelerinden eklenenyegâne şey olan huyu, (Françoise tek bir yurttaşlık hakkı talepediyordu, o da, kelimeleri bizim gibi telaffuz etmemek veotel, yaz ve hava kelimelerinin dişil olduğunu iddia etmekti,)

Page 196: Albertine Kay±p - Marcel Proust

yani hatalarında bilerek, gururla ısrar etmesi değil, aslında,ismi hep Sazerin olarak işitmesiydi. "Hayat" denen süreklihata, sayısız kılığa girip sadece görülen ve işitilen âlemdedeğil, toplumsal, duygusal, tarihsel vs. âlemlerde de boygösterir. Lüksemburg Prensesi, sadece mahkeme başkanınıneşinin nazarında yosma konumuna sahiptir ve bu da pekönemli değildir; biraz daha önemli bir hata, Swann'ınnazarında, Odette'in zor elde edilir bir kadın olmasıdır,Swann'ın buradan yola çıkarak, kafasında yazdığı roman,hatasını anladığında daha da ıstıraplı olur; çok daha önemlibir hata, Almanların nazarında, Fransızların, intikamalmaktan başka şey düşünmemesidir. Evrene ilişkingörüntülerimiz, şekilsiz ve parça parçadır, bu görüntüleri,tehlikeli yanılgılara meydan veren itibari çağrışımlarlatamamlarız. Dolayısıyla, Forcheville ismini duyduğumda, pekde şaşırmamam gerekirdi (genç kızın, bahsini çok duyduğumForcheville'in bir akrabası olabileceğini düşünmeyebaşlamıştım bile); ne var ki, sarışın genç kız, muhtemelentatsız soruları kibarca önlemek isteğiyle hemen atıldı:"Hatırlamıyor musunuz? Beni bir zamanlar yakındantanırdınız, bizim eve gelirdiniz, arkadaşınız Gilberte'im ben.Beni tanımadığınızı anlamıştım. Ben sizi hemen tanıdım."(Bunu, beni salonda görünce hemen tanımış gibi söylüyordu,ama aslında, sokakta görüp tanımış ve selam vermişti; dahasonra Mme de Guermantes'tan duyduğuma göre, Gilberte,onu yosma sanıp takip ettiğimi, geçerken hafifçedokunduğumu, çok komik, inanılmaz bir şey gibi anlatmışdüşese.) Adının neden Mlle de Forcheville olduğunu, ancak ogittikten sonra öğrenebildim. Swann öldükten sonra, derin,uzun süren ve içten bir acıya boğularak herkesi şaşırtanOdette, çok zengin bir dul konumunda bulmuştu kendini.

Page 197: Albertine Kay±p - Marcel Proust

Forcheville, uzun bir şatolar turuna çıkıp ailesinin, karısınıkabul edeceğinden emin olduktan sonra, Odette'le evlenmişti.(Aile fertleri biraz zorluk çıkarmış, ama yarı-sefalet halindeyaşayan yoksul akrabaları refaha kavuşunca, masraflarınıkarşılamaktan kurtulacaklarını düşünmüş ve menfaat gereğirazı olmuşlardı.) Kısa bir süre sonra, Swann'ın, art arda birçokakrabasını kaybettiğinden, miras yoluyla muazzam bir servetsahibi olan bir amcası ölmüş ve bütün o serveti, Gilberte'ebırakmıştı; böylece Gilberte, Fransa'nın en zenginmirasçılarından biri olmuştu. Ne var ki, o dönemde DreyfusDavası'nın sonuçları, bir Yahudi düşmanlığı akımına, bunaparalel olarak da, daha çok sayıda Yahudi'nin yükseksosyeteye nüfuz etmesine yol açmıştı. Siyasetçiler, yargıhatasının açığa çıkmasının, Yahudi düşmanlığınıbaltalayacağı tahmininde yanılmamışlardı. Fakat geçici deolsa, yüksek sosyetede Yahudi düşmanlığı, aksinekeskinleşmiş, şiddetlenmişti. Küçük büyük bütün soylulargibi, kendi soyadının La Rochefoucauld'dan daha eskiolduğunu aile sohbetlerinde öğrenmiş olan Forcheville, birYahudi'nin dul karısıyla evlenmekle, sokaktan topladığı birfahişeyi, sefaletten, çirkeften kurtaran bir milyoner gibi, hayırişlediğini düşünüyordu. Bu iyiliğini, Gilberte'e de yansıtmayahazırdı; Gilberte'in milyonları, evlilik için yararlı olmaklabirlikte, o abes Swann soyadı, bir engeldi. Forcheville,Gilberte'i evlat edineceğini açıkladı. Mme de Guermantes'ın,Swann evlendiğinde, karısını da, kızını da evinde ağırlamayıreddederek –âdeti olduğu üzere– çevresini şaşırttığınıgörmüştük. Düşesin bu acımasız tavrı, Swann'a iyice ağırgelmişti, çünkü Swann, uzun müddet boyunca Odette'leevlenme ihtimaline, kızını Mme de Guermantes'a takdimetme imkânı olarak bakmıştı. Hayalini kurduğumuz bu tür

Page 198: Albertine Kay±p - Marcel Proust

sahnelerin, çeşitli nedenlerle asla gerçekleşmediğini, oncahayat tecrübesi olan Swann'ın bilmesi gerekirdi şüphesiz; nevar ki, bu nedenlerden biri, Swann'ın bu takdimigerçekleştiremediğine hayıflanmasını engelledi. Çünkü insanıharekete geçiren imge, ister evinden çıkmayan bir adamıntrene binmesini sağlayan, güneşin batışını seyrederek alabalıkyeme imgesi olsun, ister ahlâki kaygılardan yoksun biradamın, cesursa ve düşüncelerini sonuna kadar götürüyorsa,cinayet işlemesine, tembelse ve ilk adımda takılıp kalıyorsa,ailesinin mirasına konmak için yakınlarının ölmesiniistemesine yol açan, bir akşam vakti, gururlu bir kasiyer kızınkarşısına şatafatlı bir arabayla çıkma arzusu, hangi imgeolursa olsun, o imgeye ulaşmamızı sağlayacak olan eylem(seyahat, evlilik, cinayet, vs.) bizde öyle köklü bir değişikliğesebep olur ki, henüz seyyah, koca, cani veya (şöhret uğrunaçalışmaya koyulan ve birden şöhret arzusu sönen) münzevideğilken hayal ettiğimiz imge, önemini kaybeder, hattâaklımıza bile gelmeyebilir. Ayrıca, eyleme geçme isteğimizinboşuna olmadığını kanıtlamakta inat etsek bile, güneş batışımanzarasının gerçekleşmemesi veya o anda üşüdüğümüz içinaçık havada alabalık yemeyi değil, şömine başında çorbaiçmeyi tercih etmemiz ihtimali büyüktür; bizi belki debambaşka nedenlerden ötürü takdir eden kasiyer kız,arabamızdan etkilenmeyebilir, bu ani zenginlik, onda kuşkuuyandırabilir. Kısacası, Swann'ın, evlendikten sonra, karısıylakızının Mme Bontemps gibi kişilerle ilişkisini, her şeyden çokönemsediğini daha önce görmüştük.

Düşesin, Mme ve Mlle Swann'ın kendisine takdimedilmelerine asla izin vermeme kararını belirleyen veGuermantes'ların sosyete hayatına bakış açısındankaynaklanan çeşitli sebeplere, âşık olmayan insanların

Page 199: Albertine Kay±p - Marcel Proust

sevenlerde kınadıkları, aşkla açıklanan şeyden, kendilerinimutlu bir güvenle uzak tutmalarını da ekleyebiliriz. "Yo! Benbu işe karışmam; zavallı Swann, sersemlik edip hayatınımahvetmek istiyorsa, kendi bileceği iş, ama benikandıramazlar, bu iş çok kötü bitebilir, ne halleri varsagörsünler." Swann da, Odette'e aşkı çoktan bitmiş, küçükkabilenin bir önemi kalmamışken, Verdurin'lerle ilişkiliolarak, bana aynı tavrı, seyirci kalmayı tavsiye etmişti.Üçüncü şahısların, bizzat yaşamadıkları tutkularla ve bututkuların yol açtığı davranış sorunlarıyla ilgili yargıları, buyüzden bilgelikle yüklüdür. Hattâ Mme de Guermantes'ın,Mme ve Mlle Swann'ı dışlamak konusunda gösterdiği sebat,herkesi şaşırtmıştı. Mme Mole ve Mme de Marsantes, MmeSwann'la dostluk kurmaya başladıklarında, yüksek sosyetedençok sayıda hanımı Mme Swann'ın evine götürdüklerinde,Mme de Guermantes uzlaşmaya yanaşmamakla kalmamış,aradaki köprüleri yakmayı ve kuzini Guermantes Prensesi'neörnek olmayı da başarmıştı. Rouvier'nin başbakanlığıdöneminde, Fransa'yla Almanya arasında savaş çıkacağınınsanıldığı krizin en ağır günlerinden biriydi; Mme deGuermantes'ın evinde, M. de Breaute'yle akşamyemeğindeydik, o akşam düşesi kaygılı bulmuştum. Siyaseteburnunu sokmaktan hoşlanan düşesin, savaştan korktuğunubu şekilde gösterdiğini düşünmüştüm; bir keresinde, sofrayason derece kaygılı bir edayla oturduğunu, sorulan lara zar zor,tek kelimeyle cevap verdiğini, davetlilerden biri, çekinerekniçin kaygılandığını sorunca da, ciddiyetle, "Çin beniendişelendiriyor," dediğini biliyordum. Ne var ki, aradanbirkaç dakika geçtikten sonra, benim savaş çıkacak korkusunaatfettiğim kaygılı tavrı, Mme de Guermantes, M. deBreaute'ye söylediği şu sözlerle kendisi açıklamıştı: "Marie-

Page 200: Albertine Kay±p - Marcel Proust

Aynard'ın, Swann'lara yüksek sosyetede bir mevki sağlamakistediğini duydum. Yarın sabah mutlaka gidip Marie-Gilbert'legörüşmeliyim, bunu engellemem için bana yardım etmesiniisteyeceğim. Aksi takdirde, yüksek sosyete diye bir şeykalmayacak. Dreyfus Davası iyi güzel ama, köşedeki bakkalınkarısı da, ben milliyetçiyim deyip evimize davet edilmekisteyebilir." Benim tahminime kıyasla ciddiyetten son dereceuzak olan bu sözleri duyunca yaşadığım şaşkınlık, biraristokrat düğününün önemi, karadaki ve denizdeki savaşlarıgazetenin son sayfasına ittiği için, Le Fzgaro'da genellikleRus-Japon savaşına ilişkin son haberlerin verildiği sayfada,Mme de Mortemart'a düğün hediyesi gönderenlerin listesiylekarşılaşan okurun düştüğü hayrete benziyordu. Düşes, ayrıca,sınır tanımayan sebatından, her fırsatta ifade ettiği gururlu birtatmin de duyuyordu. "Babal, bizim Paris'in en seçkin ikişahsiyeti olduğumuzu iddia ediyor, Mme ve Mlle Swann'laselamlaşmayı reddeden sadece ikimiz varız çünkü. Babal'egöre seçkinlik, Mme Swann'la tanışmamak demek," diyordudüşes ve kahkahalarla gülüyordu.

Ne var ki, Swann öldüğünde, Mlle Swann'ı evindeağırlamama kararı, Mme de Guermantes'ın gururunu,bağımsızlığını, egemenliğini, zalimliğini tatmin etmezolmuştu, çünkü düşese karşı koyma hazzını yaşatan, onukararlarından bir türlü döndüremeyen kişi artık yoktu. Bununüzerine düşes, canı ne isterse onu yapmaya muktedirolduğunu kendisine hissettirebilecek, yaşayan insanlara ilişkinbaşka kararlara geçmişti. Swann'ın kızını düşünmüyordu, amabahsi geçtiğinde, bilmediği bir yeri merak eder gibi bir merakuyanıyordu içinde; Swann'ın talebine karşı koyma arzusu,artık bu merakı bastırmıyordu. Ayrıca, bir duygu, o kadar çokduygunun bir araya gelmesiyle oluşabilir ki, düşesin bu

Page 201: Albertine Kay±p - Marcel Proust

ilgisinde, Swann'a eskiden beslediği yakınlığın, sevginin birpayı bulunmadığını söyleye meyiz. Hiç şüphe yok ki, düşes –toplumun her katmanında, sosyetik ve havai bir yaşamabiçimi, duyarlılığı körelttiği ve ölüleri diriltme gücündenkişiyi yoksun bıraktığı için– birini gerçekten sevebilmek için,onun varlığına –tam bir Guermantes olarak, başarıyla uzattığısomut yakınlığına– ihtiyaç duyan kişilerdendi, ama pekyaygın olmayan bir özelliği daha vardı: Birinden biraz nefretedebilmek için de, onun varlığına ihtiyaç duyardı.Dolayısıyla, çoğu kez insanlara beslediği olumlu hisler, oinsan yaşarken, şu veya bu hareketine sinirlendiği için askıyaalınır, öldükten sonra canlanırdı. O zaman, neredeyse bir özürdileme arzusu duyardı; çünkü öldükten sonra bir insanıhayalinde –belli belirsiz de olsa– canlandırdığında, sadecemeziyetleriyle, yaşarken kendisini sinirlendirmiş olan küçüktatminlerden, küçük iddialardan arınmış halde hatırlardı. Buda, Mme de Guermantes'ın bütün havailiğine rağmen, bazentavrına bir asalet –epeyce alçaklıkla karışmış bir asalet–katardı. Çünkü insanların dörtte üçü, yaşayanları pohpohlarve ölüleri hiç dikkate almazken, düşes, çoğunlukla, yaşarkenhırpaladığı kişiler öldükten sonra, onların isteğidoğrultusunda hareket ederdi.

Gilberte'e gelince, onu seven ve onuruna birazcık saygıbesleyen herkes, düşesin bu konudaki tutumunundeğişmesine, ancak Gilberte'in, yirmi beş yıl hiçe sayıldıktansonra yapılan bu yaklaşma girişimini küçümseyip reddetmeksuretiyle, nihayet bunca yılın intikamını alabileceğinidüşünerek sevinebilirdi. Ne yazık ki, manevi refleksler, herzaman sağduyunun tahminine uymaz. Yersiz bir hareketyüzünden, önem verdiği bir kişiye ilişkin bütün umutlarınınsuya düştüğünü zanneden kişinin umutları, aksine, bu hakaret

Page 202: Albertine Kay±p - Marcel Proust

sayesinde karşılık görür. Kendisine kibar davranan kişilerekarşı oldukça kayıtsız kalan Gilberte, küstah Mme deGuermantes'ı hayranlıkla düşünmekten kendini alamıyor,nobranlığının sebebini merak ediyordu; hattâ bir defasında,düşese mektup yazıp, kendisine hiçbir şey yapmamış olan birgenç kıza niçin garez beslediğini sormayı düşünmüştü (böylebir şey yapsa, onu birazcık seven herkes, onun adına utançtanölürdü). Guermantes'lar, Gilberte'in gözünde, asaletin aslakazandıramayacağı bir boyuta ulaşmışlardı. Guermantes'ları,yalnız bütün soyluların değil, kraliyet ailelerinin de üstündebir mevkide görüyordu.

Swann'ın eski hanım arkadaşlarından bazıları, Gilberte'leyakından ilgileniyorlardı. Aristokrat çevrede, Gilberte'e kalanson miras öğrenildiğinde, onun ne kadar iyi yetişmiş bir kızolduğu, harika bir eş olacağı fark edilmeye başlandı. Mme deGuermantes'ın bir akrabasının, Nievre Prensesi'nin, oğlunuonunla evlendirmeyi düşündüğü söyleniyordu. Mme deGuermantes, Mme de Nievre'den nefret ederdi. Böyle birevliliğin skandal olacağını her yerde söyledi. Mme de Nievre,korkuya kapılıp, hiç böyle bir şey düşünmediğini iddia etti.Mme de Guermantes, havanın güneşli olduğu bir gün, öğleyemeğinden sonra, M. de Guermantes'la birlikte gezmeyeçıkmadan önce, aynanın karşısında şapkasını takmaktaydı,aynadaki mavi gözlerine ve hâlâ sarı olan saçlarınabakıyordu; oda hizmetçisinin elindeki çeşitli şemsiyelerdenbirini seçecekti. Güneş, pencereden içeri dolmuştu; güzelhavadan yararlanıp, Saint-Cloud'ya gitmeye karar vermişlerdi.İnci grisi eldivenleri ve başında silindir şapkasıyla çıkmayahazır olan M. de Guermantes, "Oriane hâlâ çok çarpıcı.Büyüleyici bir kadın," diye düşünüyordu. Karısının keyifligöründüğünü fark edip, "Aklıma gelmişken," dedi, "Mme de

Page 203: Albertine Kay±p - Marcel Proust

Vierelef, size bir mesaj iletmemi rica etti. Sizi pazartesi günüOpera'ya davet etmek istiyormuş. Ama Swann'ın kızı daonunla birlikte olacağı için, cesaret edememiş, benden birzemin yoklaması yapmamı rica etti. Ben bir fikir beyanetmiyorum, sadece iletiyorum. Aslında bana sorarsanız ..."diye ekledi kaçamak bir tavırla; ikisinin insanlara ilişkinduyguları ortaktı ve her ikisinde tıpatıp aynı duygularuyanırdı, dolayısıyla, karısının Mile Swann'a karşıdüşmanlığının kalmadığını ve onu merak ettiğini kendindenbiliyordu. Mme de Guermantes, tülünü düzeltip bir şemsiyeseçti. "Nasıl isterseniz," dedi, "benim için fark etmez. Benkızla tanışmamızda bir sakınca görmüyorum. Ona hiçbirzaman karşı olmadığımı biliyorsunuz zaten. Ben sadecedostlarımın gayrimeşru eşlerini ağırlama durumuna düşmekistemiyordum. Hepsi bu." - "Çok da haklıydınız," diye cevapverdi dük. "Bilgeliğin canlı timsalisiniz hanımefendi ve buşapkayla harika görünüyorsunuz." - "Çok naziksiniz," dediMme de Guermantes kocasına gülümseyerek, ve kapıya doğruyürüdü. Ama arabaya binmeden önce, birkaç açıklama dahayapmak istedi; "Artık birçok kişi annesiyle görüşüyor, zaten oda akıllılık edip, yılın dokuz ayını hasta yatağında geçiriyor.Kız çok sevimliymiş. Swann'ı ne kadar sevdiğimizi herkesbilir. Kızıyla tanışmamızı doğal bulacaklardır," dedi ve Saint-Cloud'ya doğru yola koyuldular.

Bir ay sonra, Swann'ın, henüz Forcheville soyadınıalmamış olan kızı, Guermantes'larda, öğle yemeğindeydi. Çokçeşitli konular konuşuldu; yemeğin sonunda, Gilberteçekinerek, "Sanıyorum babamı yakından tanıyordunuz," dedi."Tanımaz olur muyuz," dedi Mme de Guermantes; sesindekihüzün, kızın kederini anladığını gösteriyor, aşırı vurgusu ise,babayı tam olarak hatırlayamadığını gizlemek istiyormuş

Page 204: Albertine Kay±p - Marcel Proust

izlenimi uyandırıyordu. "Yakından tanırdık kendisini, gayetiyi hatırlıyorum onu." (Gerçekten de, hatırlaması doğaldı,Swann, yirmi beş yıl boyunca, hemen her gün ziyaretinegelmişti.) "Kim olduğunu gayet iyi biliyorum, anlatayım,"diye ekledi, sanki kıza babasının kim olduğunu açıklamak,onun hakkında bilgi vermek istermiş gibi; "kayınvalidemineski dostuydu, kayınbiraderim Palamede'le de' fakınarkadaştılar." - "Buraya da gelirdi, hattâ öğle yemeğinegelirdi," diye ekledi M. de Guermantes, sahte bir tevazu veayrıntı merakıyla. "Hatırlarsınız Oriane. Babanız çok iyi birinsandı! Dürüst bir ailenin evladı olduğu belliydi. Ben çokeskiden, annesiyle babasını da görmüştüm. Hepsi çok iyiinsanlardı!" Swann da, annesiyle babası da hayatta olsalar,Guermantes Dükü'nün, kendilerini hiç tereddütsüz birbahçıvanlık işi için tavsiye edebileceği anlaşılıyordu. İşteSaint-Germain muhitinde, bütün burjuvalara, diğerburjuvalardan bu şekilde bahsedilir; belki muhatabın lehine –sohbet süresince– yapılan istisnaya dikkat çekip, onupohpohlamak için ve daha çok, ya da aynı anda aşağılamakiçin. Aynı şekilde, bir Yahudi düşmanı da, bir yandankarşısındaki Yahudi'nin gönlünü okşarken, bir yandan da,kabalaşmadan kırıcı olma imkânı tanıyan genellemelerleYahudileri kötüler.

Fakat görüştüğü kişiyi hoşnut etmeyi gerçekten bilen,gitmesine bir türlü izin veremeyen, Şimdiki An'ın kraliçesiMme de Guermantes, aynı zamanda onun kölesiydi de.Swann bazen, düşeste, konuşma sarhoşluğu içinde, Swann'ısevdiği yanılgısını uyandırırdı, ama artık bunu yapmasınaimkân yoktu. "Çok hoş bir insandı," dedi düşes, hüzünlü birtebessümle; Gilberte'e yönelttiği tatlı bakış, genç kız yeterinceduyarlıysa eğer, anlaşıldığını ve Mme de Guermantes'ın,

Page 205: Albertine Kay±p - Marcel Proust

onunla baş başa, uygun koşullarda bulunsa, duyarlılığını onabütün derinliğiyle, seve seve açacağını göstermeyiamaçlıyordu. Ne var ki, M. de Guermantes, belki koşullarınbu tür sevgi gösterileri için hiç uygun olmadığınıdüşündüğünden, belki de, bütün abartılı duyguların,kadınların alanına girdiğini ve düşesten daha bilgili olduğuyemek ve şarap konuları bir yana, kadınların alanına girendiğer konular gibi, bunun da erkekleri ilgilendirmediğinidüşündüğünden, görünür bir sabırsızlıkla dinlediği bukonuşmaya katılıp uzatmayı gereksiz buldu. Zaten Mme deGuermantes da, duyarlılık nöbeti geçince, yüksek sosyetehavailiğine bürünüp ekledi: "Ayrıca şunu da söyleyeyim,kayınbiraderim Charlus'ün çok samimi arkadaşı olmaklakalmayıp, Voisenon'la (Guermantes Prensi'nin şatosu) dadosttu." Düşes bu sözleriyle, sanki Swann'ın M. de Charlus'leve prensle tanışması, bir tesadüfmüş, düşesin kayınbiraderi vekuzeniyle, özel koşullarda ilişki kurmuş gibi bir havayaratıyordu; oysa Swann, o muhitte herkesle dosttu; bununlada kalmayıp, Mme de Guermantes, sanki Gilberte'e babasınınaşağı yukarı nasıl biri olduğunu anlatmak istiyor, tanışmamıziçin bir sebep olmayan biriyle nasıl tanıştığımızı açıklamakveya anlatımızı ilginç kılmak istediğimizde, belirli bir kişinindesteğinden bahsederken değindiğimiz tipik özelliklerinyardımıyla, babasını bir yere "oturtmaya" çalışıyordu.Gilberte'e gelince, zaten değiştirmek istediği konu kapanıncasevindi, çünkü Swann'ın inceliği ve büyüleyici zekâsı, kızınada aynen geçmişti; dük ve düşes de, bunu fark ediphoşlanmışlardı, Gilberte'e tekrar gelmesini, arayıuzatmamasını söylediler. Guermantes'lar, amaçsız yaşayaninsanların ayrıntı merakıyla, ilişki kurdukları kişilerde enbasit meziyetleri bulup çıkarır, bu meziyetler karşısında, kırda

Page 206: Albertine Kay±p - Marcel Proust

bir ot bulan şehirlinin saf hayranlığını heyecanla sergilerlerveya tersine, en ufak kusurlarını adeta mikroskopla büyütür,bitmez tükenmez yorumlarda bulunur, sinir olurlardı; çoğukez de, aynı insanın kâh meziyetlerini, kâh kusurlarını ortayaçıkarırlardı. Gilberte örneğinde, M. ve Mme de Guermantes'ınaylak basireti, önce olumlu özelliklerine yöneldi; Gilbertegittikten sonra, düşes, kocasına, "Bazı kelimeleri nasıl telaffuzettiği dikkatinizi çekti mi?" dedi. "Aynı Swann, onu dinlergibi oldum." - "Ben de aynı şeyi söyleyecektim Oriane." -"Esprili bir kız, aynı babasının espri anlayışı." - "Bencebabasından çok üstün. O sayfiye hikâyesini ne kadar güzelanlattığını hatırlasanıza; Swann'da olmayan bir parıltısı var." -"Yo! Swann, çok esprili adamdı doğrusu." - "Canım, benesprili değildi demiyorum, parıltısı yoktu diyorum," dedi M.de Guermantes sızlanarak; gut hastalığı yüzünden sinirliydive sinirini çıkaracak başka birini bulamadığı zaman, düşesihedef alırdı. Ama niye sinirli olduğunu tam olarakkavrayamadığından, yanlış anlaşılmış gibi bir havayabürünmeyi tercih ediyordu.

Dükle düşesin bu dostça tutumu benimsemeleri, Gilberte'e,icabında, "zavallı babanız" diyebilecekleri anlamınageliyordu, ama Forcheville, tam o sıralarda genç kızı evlatedindiğinden, bu da mümkün değildi. Gilberte, Forcheville'e,"Baba," diye hitap ediyor, terbiyesi ve seçkinliğiyle, yükseksosyetenin dul hanımlarını büyülüyordu; Forcheville'in gençkıza büyük bir iyilik yapmış olmasına karşılık, kızın da çokonurlu olduğunu, gördüğü iyiliğin karşılığını fazlasıylaverdiğini herkes teslim ediyordu. Şüphesiz, ara sıra sonderece rahat davranabildiği ve bunu da istediği için, kendinibana hatırlatmış ve benim yanımda gerçek babasındanbahsetmişti. Ama bu bir istisnaydı, artık kimse onun yanında

Page 207: Albertine Kay±p - Marcel Proust

Swann'ın adını anmaya cesaret edemiyordu. Guermantes'larınsalonuna girdiğimde, Elstiı'in, eskiden üst kattaki küçük birodada, sürgünde bulunan, benim tesadüfen görmüş olduğumiki desenini fark etmiştim. Elstir şimdi modaydı. Mme deGuermantes, Elstir'in onca tablosunu kuzinine vermişolduğuna çok pişmandı, ama moda olduğu için değil, şimdi otablolar hoşuna gittiği için pişmandı. Aslında moda,Guermantes'ların tipik bir örnek teşkil ettiği bir grup insanınhayranlığından oluşur. Ama düşes, Elshtr’in başka tablolarınısatın almayı hayalinden bile geçiremiyordu, çünkü bir süredir,Elstir'lerin fiyatı çılgınca artmıştı. Hiç değilse, salonundaElstir'den bir şey olsun diye, bu iki deseni aşağı indirmişti vebunları "resimlerine tercih ettiğini" söylüyordu. Gilberte,ressamın üslubunu tanıdı. "Elstir'i hatırlatıyorlar," dedi. Düşesdüşünmeden atıldı: "Evet, onun desenleri, bunları bize aldıranda sizin ba ... bazı arkadaşlarımızdı. Harika şeyler. Benceresimlerinden daha değerli." Ben bu konuşmayı duymadım,desenlere bakmaya gittim. "Aa, bu Elstir'i ..." Mme deGuermantes'ın telaşlı el kol işaretlerini fark ettim. "Öyle ya,yukarıda görüp hayran olduğum Elstir bu. Burada, okoridordan çok daha iyi durmuş. Elstir'den söz açılmışken,dün Le Figaro'da ondan bahsetmiştim. Okudunuz mu?" - "SizLe Figaro'ya yazı mı yazdınız?" diye haykırdı M. deGuermantes; "Ama o benim kuzinimdir," diye haykırırcasına,şiddetle. "Evet, dünkü gazetede." - "Le Figaro olduğundanemin misiniz? Hayret doğrusu. Her ikimizin ayrı LeFigaro'ları vardır, birimizin gözünden kaçsa, öbürümüz farkederdi. Değil mi Oriane? Öyle bir şey yoktu." Dük, LeFigaro'yu getirtti ve ancak gözleriyle görünce inandı; sanki oâna kadar, yazımın yayımlandığı gazete konusunda, benimyanılmış olmam ihtimali daha fazlaydı. "Ne? Anlayamadım,

Page 208: Albertine Kay±p - Marcel Proust

Le Figaro'da yazınız mı yayımlandı yani?" dedi düşes,ilgilenmediği bir konuda konuşmak için kendini zorlayarak."Canım Basin, sonra okursunuz." Gilberte araya girdi: "Yo,bence dük, gazeteyi kaplayan koca sakalıyla çok hoşgörünüyor. Ben de eve döner dönmez okuyacağım." - "Evet,"dedi düşes, "şimdi herkes sakalını kesti ya, o, sakal uzatıyor,her zaman başkalarından farklıdır. Evlendiğimizde, ne sakalıvardı, ne de bıyığı. Onu tanımayan köylüler, Fransız olduğunainanmazdı. O sıralar Laumes Prensi'ydi." - "Bir LaumesPrensi hâlâ var mı?" diye sordu Gilberte; yıllar boyuncakendisiyle selamlaşmayı reddetmiş bu kişilere ilişkin her şey,ilgisini çekiyordu. "Yok canım," dedi düşes, hüzünlü, okşayanbakışlarla. "Ne kadar güzel bir unvan. En güzel Fransızunvanlarından biri!" dedi Gilberte; bir an gelir, kimi zekiinsanlar da, kaçınılmaz biçimde beylik sözler söylerler. "Evetöyle, ben de üzülüyorum. Basin, Laumes Prensi unvanını,ablasının oğlu alsın istiyor, ama aynı şey değil tabii; aslındaolabilir, en büyük erkek evlada geçmesi şart değil, büyüktenküçüğe de geçebilir. Neyse, dediğim gibi, o günlerde Basin'inne bıyığı vardı, ne sakalı; bir gün, bir hac ziyareti sırasında,hatırlıyor musunuz hayatım?" dedi düşes kocasına, "Paray-le-Monial'e gittiğimizde, köylülerle sohbetten hoşlanankayınbiraderim Charlus, çeşitli köylülere, 'Sen nerelisin?' diyesoruyor, çok cömert olduğu için, adamlara bir şeyler veriyor,içmeye götürüyordu. Hiç kimse Meme gibi, hem mağrur hemde sade olamaz. Düşesliğini yeterli bulmadığı bir düşeseselam bile vermez, bir köpek bakıcısını iltifata boğar. Ben de,Basin'e, 'Basin, siz de adamlarla konuşsanıza biraz,' dedim.Kocam, her zaman pek yaratıcı olamadığından..." -"Teşekkürler Oriane," dedi dük, gömülmüş olduğu yazımdanbaşını kaldırmadan, "— ...köylülerden birine yanaşıp

Page 209: Albertine Kay±p - Marcel Proust

kardeşinin sorusunu aynen tekrarladı: 'Sen nerelisin?" -"Laumes'luyum." - "Laumes'lusun demek. Ben seninprensinim.' Bunun üzerine köylü, Basin'in tüysüz yüzünebakıp cevap verdi: 'Değilsiniz. Siz English'siniz."' Nasıl ki,bazı dua kitaplarında, o dönemin kalabalığının ortasında,Bourges Katedral kulesinin külahını bulursak, düşesin buhikâyelerinde de, en seçkin soyluluk unvanları, örneğinLaumes Prensi unvanı, asıl bağlamlarında, eski halleri, yerelrenkleriyle ortaya çıkardı. Bir üniformalı uşağın bıraktığıkartvizitler düşese getirildi. "Bu kadını tanımıyorum, derdinedir bilmem. Bunu size borçluyum Basin. Oysa bu türilişkiler, sizin için pek de hayırlı olmamıştı, zavallı dostum,"dedi düşes; sonra Gilberte'e döndü: "Size kim olduğunu bileaçıklayamayacağım; tanımıyorsunuzdur herhalde, adı LadyRufus Israel." Gilberte'in yüzü kıpkırmızı oldu:"Tanımıyorum," dedi (oysa Lady Israel, Swann'ın ölümündeniki yıl önce onunla barışmıştı ve Gilberte'e adıyla hitapederdi), "ama başkalarından duydum, kimi kastettiğinizi gayetiyi biliyorum." Duyduğuma göre, bir genç kız, belki fesatlıkolsun diye, belki de patavatsızlık ederek, Gilberte'e asılbabasının adını sorduğunda, Gilberte bocalamış, söyleyeceğiismi biraz yozlaştırarak, "Suan" yerine "Svan" diye telaffuzetmiş, aslında İngilizce kökenli soyadını, bir Alman soyadıhaline getirdiğini ve bunun aşağılayıcı bir şey olduğunu,söyledikten sonra fark edebilmişti. Hattâ kendini yüceltmekiçin, "Doğumumla ilgili çok farklı şeyler anlatıldı, benimhepsinden habersiz olmam gerekiyor aslında," diye deekleyerek, iyice alçaltmıştı.

Gilberte, kimi zaman, annesiyle babasını düşünüp bu hayatgörüşünden çok utanıyor olsa gerekti (çünkü Mme Swannbile, onun gözünde iyi bir anneydi ve gerçekten öyleydi de);

Page 210: Albertine Kay±p - Marcel Proust

ne yazık ki, hayat görüşünü oluşturan unsurları, annesiylebabasından aldığını da hesaba katmak gerekir, çünkükişiliğimizi, kendi kendimize, hiç yoktan yaratmayız. Annedevar olan bencilliğe, babanın ailesine özgü, farklı bir bencillikeklenir; bu, her durumda bencilliğin artması, hattâ katlanmasıanlamına gelmez, yeni, çok daha güçlü ve korkunç birbencillik yaratır. Dünya kurulduğundan beri, bir kusurunbelirli bir türüne sahip aileler, aynı kusurun başka bir türünesahip ailelerle birleştikçe, bu evliliklerden doğan çocuklarda,kusur eksiksiz ve iyice korkunç bir hal aldığından, üst üstebiriken bencilliklerin (şimdilik bu kusurla kendimizisınırlayalım), bütün insanlığı yok edecek bir boyuta, güceulaşması gerekirdi; ne var ki, yine aynı kusurun doğurduğubazı doğal kısıtlamalar, kusurun makul ölçülerde kalmasınısağlar; tıpkı tekhücrelilerin, sonsuz çoğalarak gezegenimiziyok etmesini, bitkilerde tekeşeyli döllenmenin, bitkilerâlemini yok etmesini engelleyen kısıtlamalar gibi. Ara sıra birmeziyet, bu bencillikle birleşerek, farklı, çıkar gütmeyen birgüç oluşturur. Manevi kimyanın, nesiller boyunca aşırıkorkunç hale gelen unsurları, bu şekilde sabitleyip zararsızkılmasını sağlayan sonsuz bileşim vardır ve ailelerin tarihineçok ilginç bir çeşitlilik katabilir. Ayrıca, Gilberte'te debulunması gereken bu birikmiş bencilliklerin yanı sıra, anne-babanın büyüleyici bir meziyeti de bulunur; bir an gelir, bumeziyet tek başına sahnede kalır ve etkileyici rolünü kusursuzbir samimiyetle oynar. Gilberte, her zaman önemli birşahsiyetin gayrimeşru kızı olduğunu ima edecek kadar ileriyegitmiyordu elbette, ama çoğunlukla, soyunu gizliyordu. Belkisadece itiraf etmeyi tatsız buluyor, başkalarındanöğrenilmesini tercih ediyordu. Belki de gerçekten gizlediğinizannediyordu ve kesin ol mayan bu inancı, şüphe değil,

Page 211: Albertine Kay±p - Marcel Proust

Musset'nin Tanrı Umudu örneğindeki gibi, istediğimiz şeyeihtimal tanıyan bir inançtı.

"Şahsen tanımıyorum," diye devam etti Gilberte. Mlle deForcheville ismini kullanarak, her şeye rağmen Swann'ın kızıolduğunu gizleyebileceğini mi umuyordu? Belki bazıinsanlardan, zamanla da herkesten gizleyebileceği beklentisiiçindeydi. Bilmeyenlerin o andaki sayısı konusunda hayallerekapılıyor olamazdı; birçok insanın, "Swann'ın kızı bu," diyefısıldaştığını biliyordu şüphesiz. Ama biz baloya giderken,bazı insanların sefalet yüzünden intihar ettiğini bilmek gibi,uzak ve bulanık bir bilgiydi bu; doğrudan bir izlenime dayalı,daha kesin bir bilgiye dönüştürülmek istenmeyen bir bilgiydi.Bir şeyden uzaklaşmak, onu gözümüzde küçülttüğü,belirsizleştirdiği, tehlikesini azalttığı için, Gilberte, asılsoyadının Swann olduğunun, onun yanında öğrenilmesinigereksiz buluyordu. Gilberte, insan kılığındaki devekuşlarınınen yaygın türüne aitti (en azından o dönemde); bunlar,görülmemek için değil, görüldüklerini görmemek içinkafalarını kuma gömerler; görülmemeleri zaten imkânsızdır,görüldüğünü görmemek ise, hiç yoktan iyidir, gerisini deşansa bırakırlar. İnsanlar, asıl soyadının Swann olduğunuöğrendikleri esnada, Gilberte, yanlarında bulunmamayı tercihediyordu. Kafamızda canlandırdığımız insanların yakınındabulunduğumuz ve insanları gazete okurken kafamızdacanlandırabildiğimiz için, Gilberte, gazetelerin, kendisindenMlle de Forcheville diye söz etmesini tercih ediyordu. Şunuda belirtmek gerekir ki, kendi imzasını taşıyan yazılarda,mektuplarında, geçiş dönemini, G. S. Forcheville imzasıylaidare etmişti. Bu imzadaki asıl riyakârlık, Swann soyadınındeğil, Gilberte adının diğer harflerinin atılmış olmasıydı. Mllede Forcheville, masum adını basit bir G'ye indirgemek

Page 212: Albertine Kay±p - Marcel Proust

suretiyle, Swann soyadına aynen uygulanan ameliyatın da,aynı şekilde, sadece kısaltma amacı taşıdığını dostlarına imaeder gibiydi. Hattâ S'ye özel bir önem veriyor, G'yi bölenuzun bir kuyruk halinde yazıyordu, ama bu kuyruğun geçiciolduğu ve tıpkı insanda artık bulunmayan uzun maymunkuyruğu gibi, kaybolmaya mahkûm olduğu hissediliyordu.

Buna rağmen, Gilberte'in snobizmi, Swann'ın zekicemerakından da yoksun değildi. O öğleden sonra, Mme deGuermantes'a, M. du Lau'yla tanışma imkânı bulur mu diyesorduğunu hatırlıyorum; düşes, markinin hasta olduğunu veevden çıkmadığını söyleyince, Gilberte, nasıl biri olduğunusordu ve hafifçe kızararak, bahsini çok işittiğini ekledi. (LauMarkisi, Swann'ın bekârlık dönemindeki en yakınarkadaşlarındandı; hattâ Gilberte de, henüz bu muhitleilgilenmediği dönemde, markiyi görmüş olabilirdi.) "AcabaM. de Breaute'ye veya Agrigento Prensi'ne benzetebilirmiyiz?" diye sordu. "Yo! Katiyen!" diye haykırdı Mme deGuermantes; yöresel farklılıklar konusunda uzman olandüşes, ağırbaşlı olmakla birlikte, yaldızlı ve boğuk sesiylerenklenen, menekşe rengi gözleriyle çiçeklenen portrelerçizerdi. "Hayır, hiç benzemez. Du Lau, terbiyesiyle,teklifsizliğiyle, sevimliliğiyle, tam bir Perigord asilzadesiydi.Du Lau'nun yakın dostu olan İngiliz kralı, Guermantes'ageldiğinde, av partisinden sonra ikindi kahvaltısı edilirdi; DuLau, genellikle bu saatte, çizmelerini çıkarıp kalın, yünlüterlikler giyerdi. Kral Edward'ın ve çeşitli grandüklerinvarlığı, onu katiyen etkilemez, Guermantes şatosunun büyüksalonuna, hiç çekinmeden yün terlikleriyle inerdi. Laud'Allemans Markisi sıfatıyla, İngiliz Kralı'nın karşısındakendini kısıtlaması için hiçbir neden olmadığını düşünürdü.Benim en çok sevdiklerim, o ve sevimli Quasimodo de

Page 213: Albertine Kay±p - Marcel Proust

Breteuil' dü. Aslında, onlarla yakın dost olan..." (düşes tam"babanız" diyecekken, yanda kesti). "Hayır, Gri-Gri'yle de,Breaute'yle de hiç alakası yoktur. Gerçek bir Perigord büyüksoylusudur. Zaten Meme'nin Saint-Simon'dan aktardığı birpasajdaki Allemans Markisi, tıpatıp ona benzer." Söz konusuportrenin başlangıcını ezberden okudum: "M. d'Allemans,Perigord soyluları arasında, hem asaletiyle, hem demeziyetleriyle sivrilmişti, bölgede yaşayan herkes, onu herkonuda hakem kabul eder, dürüstlüğü, yeteneği ve ılımlıtavırları nedeniyle, herkes ona başvururdu ve tıpkı köyünhorozu gibi..." - "Evet, bu da doğru," dedi Mme deGuermantes, "Du Lau, daima horoz gibi kıpkırmızıdır." -"Evet, bu tasviri duyduğumu hatırlıyorum," dedi Gilberte,ama koyu bir Saint-Simon hayranı olan babasından duymuşolduğunu belirtmedi.

Gilberte, Agrigento Prensi'nden ve M. de Breaute' denbahsetmekten, başka bir nedenle de hoşlanıyordu. AgrigentoPrensi'ne bu unvan, Aragon hanedanından miras kalmıştı,ama derebeylik toprakları Poitou'daydı. Şatosu, en azındanikamet ettiği şato ise, kendi ailesine değil, annesinin ilkkocasının ailesine aitti ve Martinville'le Guermantes arasında,ikisine aşağı yukarı eşit mesafedeydi. Dolayısıyla Gilberte,Agrigento Prensi'nden ve M. de Breaute'den, kendisinememleketini hatırlatan kır evi komşuları olarak bahsediyordu.Sözlerinde bir yalan payı vardı aslında, çünkü babasının eskidostu olmakla birlikte, M. de Breaute'yle Gilberte, ancakParis'te, Kontes Mole aracılığıyla tanışmıştı. Öte yandan,Tansonville yöresinden söz etmekten, gerçekten zevk alıyorolabilirdi. Bazı kişiler için snobizm, içine faydalı maddeler dekatılan lezzetli içecekler gibidir. Gilberte, şık ve seçkin birhanımla, evinde harika kitaplar ve Nattier'ler bulunduğu için

Page 214: Albertine Kay±p - Marcel Proust

ilgilenir, ama aynı eserleri görmeye, Ulusal Kütüphane'yeveya Louvre'a gitmezdi muhtemelen; Tansonville'in cazibeside, çok daha yakın mesafede olmalarına rağmen, MmeSazerat'yla Mme Goupil'den çok, Agrigento Prensi içingeçerliydi sanırım. "Ah! Zavallı Babal, zavallı Gri-Gri," dediMme de Guermantes, "onlar, Du Lau'dan çok daha hasta;ikisinin de pek fazla ömrü kalmadı korkarım."

M. de Guermantes, yazımı okuyup bitirdiğinde, pekhararetli olmayan iltifatlarda bulundu. "Chateaubriand'ınmodası geçmiş düzyazıları gibi tumturaklı ifadeler, istiareler"içeren, biraz basmakalıp üslubumu eleştirdi; buna karşılık,"boş durmadığım" için, beni samimiyetle tebrik etti: "Bençalışkan insanlardan hoşlanırım. Kendini önemseyen veyayerinde duramayan, kimseye faydası olmayan kişilerdenhoşlanmam. Sersemler güruhu!" Yüksek sosyete tavırlarınıaşırı bir süratle benimseyen Gilberte, bir yazarla arkadaşolduğunu, müthiş bir gururla belirteceğini söyledi. "Sizinletanışma zevkine, şerefine nail olduğumu herkesesöyleyeceğimi tahmin edersiniz," dedi. Düşes bana, "Yarınbizimle birlikte Opera-Comique'e gelmez miydiniz?" dedi;bunun, muhtemelen düşesi ilk kez gördüğüm, bana o sıradaNereid'lerin deniz altı âlemi kadar ulaşılmaz görünmüş olanzemin kat locası olduğunu düşündüm.

Ama kederli bir sesle, "Gelemem, tiyatroya gitmiyorum,çok sevdiğim bir kız arkadaşımı kaybettim," diye cevapverdim. Bunu söylerken, neredeyse gözlerim yaşardı, amayine de, bu konudan bahsetmek, ilk kez bir zevk de verdibana. O günden itibaren, herkese mektup yazıp derin bir acıyaşadığımı bildirmeye ve kederimi artık hissetmemeyebaşladım.

Page 215: Albertine Kay±p - Marcel Proust

Gilberte gittikten sonra, Mme de Guermantes bana döndü:"Yaptığım işaretleri anlamadınız, Swann'dan bahsetmeyindemek istiyordum." Ben özür dileyince, "Sizi gayet iyianlıyorum elbette," dedi; "ben bile ağzımdan kaçırıyordumneredeyse, neyse ki son anda lafımı yuttum, feci bir durumdu.Kabul edersiniz ki, çok tatsız bir durum," dedi kocasına;herkesin paylaştığı, karşı koyulması zor bir eğilime boyuneğmişim gibi bir hava yaratarak, suçumu biraz hafifletmekiçin. "Ben ne yapabilirim ki?" dedi dük. "Madem size Swann'ıhatırlatıyorlar, söyleyin, şu desenleri yukarıya götürsünlertekrar. Swann'ı düşünmezseniz, sözünü de etmezsiniz."

Ertesi gün, beni fazlasıyla şaşırtan iki tebrik mektubualdım; biri Mme Goupil'dendi, bu Combray'li hanımı yıllardırgörmemiş, Combray'de de ancak bir iki kere konuşmuştum.Le Figaro'yu kütüphaneden alıp okumuştu. Hayatımızdabirazcık yankı uyandıran bir olay olduğunda, kendimuhitimizin tamamen dışında bulunan, hatırası geçmişegömülmüş, dolayısıyla, bize çok uzakta ve bilhassa çokderinde kalmış gibi gelen kişilerden haber alırız. Okulgünlerinden, unutmuş olduğumuz, bize kendini hatırlatmakiçin onca fırsatı olmuş bir dost, karşılığında bir bedel ödesekde, tekrar ortaya çıkar. Örneğin, yazım hakkındaki fikirleriniçok merak ettiğim Bloch'tan, hiçbir haber almadım. Yazımıokumuştu ve daha sonra bunu itiraf da etti, ama bir geri tepmehareketiyle. Birkaç yıl sonra, kendisi de Le Figaro'ya bir yazıyazdı ve bu olayı bana derhal bildirmek istedi. İmtiyazsaydığı bir olay onun da başına gelince, benim yazımdanhabersizmiş gibi yapmasına sebep olan kıskançlık, birkompresör gevşetilmişçesine dağıldı ve yazımla ilgili, kendiyazısıyla ilgili benden duymak isteyeceği sözlerden çok farklışeyler söyledi: "Senin de bir yazın yayımlandı, biliyorum,"

Page 216: Albertine Kay±p - Marcel Proust

dedi. "Ama canını sıkmamak için, bu konudan hiçbahsetmemeyi uygun görmüştüm, çünkü dostlara, başlarınagelen utanç verici olaylardan söz etmemek gerekir. Orduylakilisenin, çay davetlerinin ve sofuların gazetesine yazıyazmak da, şüphesiz utanç verici bir olay." Bloch'un kişiliğideğişmemişti, ama üslubu, sembolist şiirlerden vazgeçiptefrika roman yazmaya başlayınca özenticilikten vazgeçenyazarlarınki gibi, yapmacıklığından arınmıştı.

Bloch'un suskunluğu karşısında, teselli bulmak için, MmeGoupil'in mektubunu tekrar okudum, ama soğuk birmektuptu; aristokratlar, peş peşe eklenip bir duvar oluşturanbelirli kalıplar kullansalar da, baştaki Beyefendi'yle sondakiiçten dilekler arasında, sevinç ve hayranlık ünlemleri, çiçekgibi açabilir, çiçek demetlerinin rayihası duvarı aşabilir. Oysaburjuva kuralcılığı, mektupların içeriğini de, hak ettiğinizbaşarı, ya da en fazla, parlak başarınız ağına hapseder;aldıkları eğitime sadık, korselerinin içinde ölçülülüklerinikoruyan yengeler, en iyi dileklerim diye yazmışlarsa, aşırı birheyecana kapıldıklarını, felakete sürüklendiklerini düşünürler.Annem de bana katılıyor gibi aşırı bir ifadeyle nadirenşımartılırız. Mme Goupil'inkine ek olarak, bir mektup dahaaldım, ama Sanilon imzası, bana yabancıydı. Halktan birininelyazısıydı, üslubu çok hoştu. Bana bu mektubu yazanın kimolduğunu öğrenemediğime üzüldüm.

İki gün sonra, sabah, Bergotte'un, yazımı hayranlıkla,gıptayla okumuş olmasına seviniyordum. Ama az sonra,sevincim yarıda kesildi. Aslında, Bergotte bana tek satır bileyazmamıştı. Ben yazıyı beğenir mi diye merak etmiş,beğenmeyeceğinden korkmuştum. Bu merakımı, Mme deForcheville dindirmiş, Bergotte'un, yazıma hayran olduğunu,

Page 217: Albertine Kay±p - Marcel Proust

beni büyük bir yazar olarak gördüğünü söylemişti. Amabunları uykumda söylemişti, rüyaydı. Neredeyse bütünrüyalarımız, kendi kendimize sorduğumuz sorulara, karmaşık,kalabalık bir oyuncu kadrosuyla sahnelenen, ama istikbaliolmayan olumlu cevaplar verirler.

Mlle de Forcheville'e gelince, onu düşünmek, elimdeolmadan beni üzüyordu. Nasıl olurdu? Swann'ın kızını,Swann'ın, Guermantes'ların evinde görmeyi o kadar istediği,Guermantes'ların ise, en yakın dostlarının isteğini geriçevirerek evlerine kabul etmedikleri kızını, şimdi dükle düşes,kendi arzularıyla arıyorlardı, çünkü aradan zaman geçmişti;uzun süredir görmediğimiz insanlar, haklarında söylenenlerebağlı olarak, zaman sayesinde gözümüzde yenilenir, başka birkişiliğe bürünürler, öte yandan, biz de deri değiştirir, farklızevkler ediniriz. Ama Swann, ara sıra kızını kucaklayıpöperek, "Senin gibi bir kızım olduğu için çok mutluyumcanım; ben aranızdan ayrıldıktan sonra, günün birinde zavallıbabandan bahsedilirse, sadece sana ve sadece senin sayendebahsedilecek," derken, ölümünden sonrası için, kendisiniyaşatacağına dair, kızına böyle ürkek ve endişeli bir umutbağlarken yanılıyordu; metres tuttuğu genç ve ağırbaşlı dansçıkız için, kendisinin sadece yakın bir dost olduğunu, amahatırasına sadık kalacağını düşünerek mirasını ona bırakmayakarar veren yaşlı bir banker kadar yanılıyordu. Çünkü dansçıkız, görünürde son derece ağırbaşlıdır, ama ne zaman yaşlıbankerin bir arkadaşından hoşlandıysa, masanın altındaayakları boş durmamış, her şeyi ustalıkla gizlemiş, saygıdeğergörüntüsünü korumuştur. Değerli dostunun arkasından matemtutar, ondan kurtulduğu için rahatlar, sadece bıraktığı nakittendeğil, mülklerinden, otomobillerinden de yararlanır, her şeyinüzerinden, kendisini azıcık utandıran eski sahibinin armasını

Page 218: Albertine Kay±p - Marcel Proust

siler ve mirasın verdiği zevki, asla mirası bırakana özlemlebağdaştırmaz. Baba sevgisinin yanılgıları da, aşkyanılgılarından aşağı kalmayabilir; birçok kız, babasını,servetini kendisine bırakan ihtiyar olarak görür. Gilberte'in birsalondaki varlığı, ara sıra babasından bahsedilmesi için birfırsat olacağına, giderek seyrekleşen bu fırsatlardanyararlanılmasına engel teşkil ediyordu. Swann'ın, söylediğisözlerle, vermiş olduğu armağanlarla ilgili olarak bile, adınıanmamak bir alışkanlık haline geldi ve Swann'ın hatırasınıölümsüzleştiremese de tazelemesi gereken kızı, ölümün veunutuşun işini hızlandırıp tamamladı.

Gilberte, sadece Swann açısından değil, Albertineaçısından da, bendeki unutuş sürecini hızlandırmıştı. Onubaşkası zannettiğim o birkaç saat içinde, Gilberte'in bendeuyandırdığı arzunun ve mutluluk isteğinin etkisiyle, yakınzamana kadar zihnime hükmetmeyi sürdürmüş olan çeşitliacılar, üzücü kaygılar uçup gitmiş, Albertine'e ilişkin,herhalde uzun zamandır dağılmakta olan, eğreti bir hatıralaryığınını da beraberinde sürüklemişti. Çünkü ona ilişkin birçokhatıra, önce ölümünden duyduğum kederi pekiştirmiş, amabuna karşılık, keder de hatıraları sabitleştirmişti. Dolayısıyla,muhtemelen unutuşun, sürekli aşındırmalarıyla, azar azar,gizlice hazırladığı, ama bir bütün olarak tek hamledegerçekleşen ruh halimdeki değişiklik, o gün ilk kez yaşadığımbir boşluk duygusu yarattı; uzun zamandır yıpranmış birbeyin damarı çatlayan ve hafızasının bütün bir bölümü yokolan veya felce uğrayan bir adam gibi, çağrışımlarımın kocabir bölümünün tamamen yok olduğunu hissettim. Albertine'eâşık değildim artık. Olsa olsa, bazı günler, havanın,duyarlılığımı değiştirerek, uyandırarak beni gerçeklikle tekrarilişkiye geçirdiği günler, onu düşünüp acı bir kedere

Page 219: Albertine Kay±p - Marcel Proust

gömülüyordum. Artık var olmayan bir aşkın acısınıçekiyordum. Bir bacağı kesilmiş olan kişiler de, kimi havadeğişikliklerinde, kesilmiş olan bacaklarında bir ağrıhissederler.

Istırabımın ve beraberinde sürüklediği her şeyin ortadankaybolması, çoğu kez hayatımızda önemli bir yer tutan birhastalığın geçmesi gibi, bir eksiklik duygusu yaratıyordu.Muhtemelen, aşkın ebedi olmamasının sebebi, hatıralarındoğruluğunu daima korumaması ve hayatın, hücrelerin sürekliyenilenişinden oluşmasıdır. Ama hatıralarla ilgili olarak, buyenilenme, değişmesi gereken şeyi durduran ve geçici olaraksabitleyen dikkat tarafından geciktirilir. Keder de, kadınlaraduyulan arzu gibi, düşündükçe arttığına göre, yapılacak çokişi olmak, hem iffetli kalmayı, hem unutmayı kolaylaştırırmuhtemelen.

Benim için unutuşu birden somut bir gerçekliğe dönüştürenşey, dikkatimin dağılması –Mlle d'Eporcheville'e duyduğumarzu– olmuştu; buna rağmen, unutuşu azar azar gerçekleştirenşey, zamandır; öte yandan, bir başka etkileşim sonucu, unutuşda zaman kavramında derin bir değişime yol açar. Mekândaolduğu gibi, zamanda da göz yanılmaları vardır. Eski çalışmahevesimin, kaybettiğim zamanı telafi etme, hayatımıdeğiştirme, daha doğrusu yaşamaya başlama isteğimin,içimde varlığını sürdürmesi, hâlâ eskisi kadar genç olduğumyanılgısını yaratıyordu; buna rağmen, Albertine'in sonaylarında, hayatımda –ve çok değiştiğimiz zaman daha uzunsüre yaşadığımızı zannettiğimiz için, kalbimde– meydanagelen bütün olayların hatırası, bu birkaç ayı, gözümde birseneden çok daha uzun bir süre haline getirmişti; şimdi oncaşeyi unutmuş olmam, unutacak "zaman"ım olduğu için bana

Page 220: Albertine Kay±p - Marcel Proust

eski görünen, aslında çok yeni olaylarla, arama bir boşluk, birmesafe koyuyordu; unutuşun –işaret noktalarını yok eden,okyanus üzerindeki kalın bir sis tabakası gibi– hafızamaparçalı, düzensiz bir biçimde müdahale etmesi, zamaniçindeki mesafe duygumu bozup parçalıyor, mesafelerinkimini kısaltıp kimini uzatıyor, olaylara, gerçekteolduğumdan kâh çok daha uzakta, kâh çok dahayakındaymışım zannını uyandırıyordu. Nasıl ki, geridebıraktığım kayıp zamanlar, büyükanneme olan sevgimin izinitaşımıyorsa, önümde uzanan, henüz aşılmamış mesafeler de,Albertine'e olan aşkımın izini taşımayacağı için, belirli biraradan sonra bir önceki dönemi ayakta tutan hiçbir şeyin birsonrakine kalmadığı bir dizi dönemden oluşan hayatım, tek vekalıcı, bireysel bir benliğin desteğinden yoksun, geçmişi çokuzun, geleceği çok anlamsız, ölümün, katiyensonuçlandırmadan, şu veya bu noktada bitirebileceği bir şeygibi göründü gözüme; ders programının veya hocalarınkeyfine göre, bazen 1830 Devrimi'yle, bazen 1848Devrimi'yle, bazen de, İkinci İmparatorluğun bitişiylenoktalanan, lise üçüncü sınıftaki Fransa Tarihi derslerinebenziyordu.

Belki de hissettiğim yorgunluk ve keder, şimdidenunutmakta olduğum bir varlığı boşuna sevmiş olmaktan çok,yaşayan yeni insanlarla, kendi içlerinde hiçbir ilginç yanlarıolmayan sosyete mensuplarıyla, Guermantes'ların dostlarıylabirliktelikten hoşlanmaya başlamamdan kaynaklanıyordu.Sevdiğim varlığın, belirli bir sürenin sonunda solgun biranıdan ibaret olduğunu kabullenmem, hayatımızı canlı fakatasalak bir insan örtüsüyle, öldüğünde hiçliğe dönüşmeyemahkûm, şimdiden bildiğimiz her şeye yabancı olan, bunarağmen geveze, hüzünlü ve cilveli ihtiyarlığımızın, kendini

Page 221: Albertine Kay±p - Marcel Proust

beğendirmeye çalıştığı bir insan örtüsüyle kaplayarak vakitkaybetmemize yol açan o nafile hareketliliğin, içimde tekrarcanlandığını kabullenmemden daha kolaydı belki de. Mme deGuermantes'ın evinde, Albertine'den acıklı sözlerle, derin birıstıraba gömülmeden bahsedebildiğime göre, Albertine'sizyaşamaya kolaylıkla tahammül edebilecek olan yeni şahıs,içimde kendini göstermişti demek ki. Her birine farklı bir isimverilmesi gereken bu yeni benliklerin ortaya çıkma ihtimali,sevdiğim varlığa karşı kayıtsızlıkları nedeniyle, beni daimaürkütürdü: Bir zamanlar, Gilberte'le ilgili olarak, babası banaOkyanusya'ya gitsem, bir daha geri dönmek istemeyeceğimisöylediğinde korkardım; çok yakında, vasat bir yazarınhatıratında, delikanlıyken taptığı kadından hayatın onuayırdığını, yaşlılığında aynı kadınla karşılaşıp hiç zevkalmadığım, onu bir daha görmek bile istemediğini okuyuncakalbim sıkışmıştı. Oysa böylesine korktuğum bu sağlıklıbenlik, unutuşla birlikte, ıstırabı neredeyse tamamen ortadankaldıran bir huzur imkânı sunuyordu bana; kaderin bizim içinhazırda bulundurduğu, basiretli ve otoriter bir hekim gibi,yakarılarımıza aldırmadan, itirazlarımıza rağmen, yerinde birmüdahaleyle, gerçekten de fazlasıyla yara almış olanbenliğimizin yerine koyduğu yedek benliklerden biriydisadece. Aslında bu değişim süreci, tıpkı dokuların yıpranmasıve onarılması gibi, ara sıra tekrarlanır, ama biz, sadece eskibenliğimizde büyük bir ıstırap mevcut olduğunda bu sürecifark ederiz; o ıstırabın, o yabancı ve yaralayıcı cismin, artıkmevcut olmadığını görüp şaşırır, başka birine dönüşmemizehayret ederiz; bu yeni şahıs için, selefinin ıstırabı,başkalarının ıstırabından farksızdır, hissedilmediği içinmerhametle bahsedilebilen bir ıstıraptır. Hattâ onca ıstırabıçekmiş olmamıza da aldırmayız, çünkü o acıları çekişimizi,

Page 222: Albertine Kay±p - Marcel Proust

sadece bulanık biçimde hatırlarız. Aynı şekilde, gecegördüğümüz kâbuslar da korkunç olabilir. Ama uyandığımızanda başka bir kişi oluruz ve yerini aldığımız şahsın, uyurkenkatillerden kaçmak zorunda kalmış olması, bizi ilgilendirmez.

Tıpkı bir mateme karşı kayıtsız olduğu halde, oradakiinsanlarla, duruma uygun, kederli bir tonda konuşan ve arasıra, kendisini misafirleri ağırlamakla görevlendirmiş olan dularkadaşının hâlâ hıçkırarak ağladığı odaya gidip onu yoklayanbir dost gibi, bu benliğim de, eskisiyle temas halindeydişüphesiz. Bir an için yine Albertine'in eski arkadaşı olunca,ben de hâlâ ağlıyordum. Ama baştan aşağı yepyeni birşahsiyete bürünme eğilimindeydim. İnsanlara duyduğumuzsevgi, onlar öldüğü için değil, biz öldüğümüz için azalır.Albertine'in, arkadaşına sitem etmesi için hiçbir sebep yoktu.Onun adını gasp etmiş olan şahıs, mirasçısıydı sadece. İnsanancak hatırladığı şeye sadık kalabilir ve ancak bildiği şeyihatırlar. Benim yeni benliğim, eskisinin gölgesinde büyürken,Albertine'in bahsini sık sık işitmişti; eski benliğimaracılığıyla, onun anlattığı hikâyeler aracılığıyla Albertine'itanıdığını sanıyor, ondan hoşlanıyor, onu seviyordu, ama bu,ikinci elden bir sevgiydi sadece.

Albertine'le ilgili olarak, o dönemde unutuş sürecini dahahızlı tamamlayan bir başka kişi de Andree'ydi ve kısa bir süresonra, bu sürecin bendeki yeni gelişmesini fark etmemidolaylı olarak sağlamıştı (kesin unutuştan önceki ikinciaşamanın hatırasıdır bu). Andree'nin, aktarmış olduğum ilkkonuşmamızdan yaklaşık altı ay sonra benimle yaptığı veilkinden bambaşka şeyler söylediği konuşmanın, yegâne,hattâ başlıca değilse de, en azından belirleyici ve zorunlunedeni olarak, Albertine'in unutulmasını göstermemem

Page 223: Albertine Kay±p - Marcel Proust

imkansız. Aramızdaki konuşmanın benim odamda geçtiğinihatırlıyorum, çünkü o sıralar, Andree'yle yarı tensel bir ilişkiiçinde olmak hoşuma gidiyordu; küçük çetenin genç kızlarınaduyduğum aşkın, başlangıçta ortaklaşa bir yanı vardı ve şimditekrar ortaya çıkmıştı; bu aşk, uzun zaman boyunca,aralarında bölüştürülmemiş, yalnız ölümünden hemen öncekive sonraki birkaç ay boyunca, sadece Albertine'in şahsıylabağdaşmıştı.

Benim odamda olmamızın bir sebebi daha vardı; bunadayanarak, konuşmamızın tarihini tam olaraksaptayabiliyorum. O gün, annemin kabul günü olduğu için,odama sürülmüştüm. Annem o gün öğle yemeğine MmeSazerat'ya gitmişti. Kabul günü olduğu için, gidip gitmemektetereddüt etmişti. Ama Mme Sazerat, Combray'de bile, daimacan sıkıcı kişileri de davet etmeyi becerdiğinden, annem,nasılsa eğlenmeyeceğini bilerek, erken dönerse bir şeykaçırmış olmayacağını düşünmüştü. Gerçekten de evevaktinde, hiç hayıflanmadan dönmüştü; davetlilerin hepsisıkıcıydı ve zaten Mme Sazerat'nın misafirlerin yanındakullandığı, annemin çarşamba sesi dediği ses tonu hepsinidondurmuştu. Annem aslında Mme Sazerat'yı sever,talihsizliğine acırdı; –X*** Düşesi'nin iflas ettirdiği babasınınçılgınlıkları yüzünden– yılın büyük bölümünü Combray'degeçirmek zorundaydı, sadece birkaç hafta, Paris'teki birkuzininde kalır, her on yılda bir de, "zevk için" uzun birseyahate çıkardı. Annemin bir gün önce, benim aylardır sürenyalvarmalarım sonucu, Parma Prensesi'ni ziyarete gittiğinihatırlıyorum; prensesin kendisi ziyaretlere gitmezdi, evinegidildiği zaman da, genellikle isim yazdırmakla yetinilirdi;ama prenses, protokol kuralları uyarınca evimizegelemediğinden, annemin kendisini ziyarete gitmesi için ısrar

Page 224: Albertine Kay±p - Marcel Proust

etmişti. Annem döndüğünde canı çok sıkkındı. "Beni rezilettin," dedi, "Parma Prensesi, bana zar zor bir sefam verdi,benimle hiç ilgilenmeyip sohbet ettiği hanımlara döndü,aradan on dakika geçip de, bana tek kelime söylemeyince,ben de, el bile sıkışmadan ayrıldım. Çok canım sıkıldı; bunakarşılık, giderken kapıda Guermantes Düşesi'yle karşılaştım,çok nazik davrandı, uzun uzun senden bahsetti. Kalkıp onaAlbertine'den söz etmişsin! Ölümünün seni çok üzdüğünüsöylemişsin." (Düşese gerçekten öyle söylemiştim, amaunutmuştum bile, ayrıca pek de uzatmamıştım. Ne var ki, endalgın insanlar, bazen bize çok doğal gelen, onlarınsamerakını cezbeden, ağzımızdan çıkıveren sözlere özel birdikkat gösterirler.) "Ama bir daha Parma Prensesi'nin evineayak basmam. Çok saçma bir iş yaptırdın bana."

Ertesi gün, yani annemin kabul gününde de, Andree benigörmeye geldi. Çok fazla vakti yoktu, Gisele'i almayagidecekti, onunla akşam yemeğine gitmeyi çok istiyordu."Kusurlarının farkındayım, ama yine de en yakın arkadaşım,en çok sevdiğim insan o," dedi. Hattâ ben de onlarla yemeğegitmeyi teklif ederim diye korkar gibiydi. Andree insanlaraaçtı ve onu fazlasıyla iyi tanıyan benim gibi biri, kendinitamamen bırakmasını engelleyeceğinden, o insandan istediğigibi zevk almasını da önlerdi.

Aslında, Andree geldiğinde, ben evde değildim; Andreebeni bekliyordu, tam küçük salonumdan geçip onun yanınagidecekken, bir ses duydum ve bir ziyaretçim daha olduğunuanladım. Benim odamda bekleyen Andree'yi görmek içinsabırsızlanıyordum, başka bir odaya alındığına göre, belli ki

Andree'yi tanımayan diğer misafirin kim olduğunuanlamak için, bir an küçük salonun kapısında durup dinledim;

Page 225: Albertine Kay±p - Marcel Proust

misafirim erkekti ve yalnız değildi, bir kadınla konuşuyordu.Armand Silvestre'in dizelerini okuyor, Alı, sevgilim,kalbimde! diye mırıldanıyordu. "Evet, bana yaptıklarınarağmen daima sevgilim olarak kalacaksın:

Ölüler toprağın bağrında huzur içinde yatarOnlar gibi uyusun öyle bu kaybolan duygular.Kendine has bir toz kaplar kalbin alametleriniElleyip bozmayın mukaddes emanetlerini.

Biraz eski moda, ama ne kadar güzel! Ayrıca sana ilkgünden itibaren, şunu diyebilirdim:

Ağlatacaksın onları güzel çocuğum...Nasıl olur, bunu bilmiyor musun?...Bu yavrular büyükleri geleceğinMasum hayalleri takılmış görüyorumMüşfik kirpiklerine duru gözlerinin.

Ah! Bir an kendime şu dizeleri uyarlayabileceğimidüşünmüştüm:

Geldiği daha ilk geceGururuma yenilmeyinceDedim ki: 'Sev beni Sevebildiğim sürece.'Uyudum yanında öyle gönlümce."

Andree'yle acil görüşmemi birkaç dakika geciktirmepahasına da olsa, bu şiir şelalesinin hangi kadına ithafedildiğini merak ederek kapıyı açtım. Şiirler M. de Charlustarafından bir askere okunuyordu; Morel'i hemen tanıdım, onüç günlük süresini doldurmaya gidiyordu. M. de Charlus'learası bozulmuş tu, ama ara sıra, bir iyilik istemek için, onunla

Page 226: Albertine Kay±p - Marcel Proust

görüşüyordu. Genellikle aşkını daha erkeksi tarzda ifade edenM. de Charlus'ün de gevşediği anlar vardı. Zatençocukluğunda, şairlerin mısralarını anlayıp hissedebilmekiçin, şiirleri vefasız bir dilbere değil, bir delikanlıya yazılmışgibi okurdu mecburen. Morel'le birlikte misafirliğe gitmenin,M. de Charlus için müthiş bir tatmin olduğunu, ona kısa birsüre, yeniden evlenmiş olduğu yanılgısını yaşattığınıhissetmekle birlikte, yanlarından mümkün olduğunca çabukayrıldım. M. de Charlus, kraliçelerin snobizmiylehizmetçilerin snobizmini, şahsında birleştiriyordu.

Albertine'in hatırası, içimde o kadar parçalanmıştı ki, artıkbeni üzmüyor, sadece farklı bir armoniye geçişi sağlayan birakor gibi, yeni arzulara köprü işlevi görüyordu. Hattâ tenselve geçici heves fikri tamamen bir kenara atıldığından,Albertine'in hatırasına sadık kaldığım sürece, Andree'ylebirlikte olmanın mutluluğu, mucize eseri Albertine'ekavuşmanın vereceği mutluluktan daha fazlaydı. ÇünküAndree, bana Albertine hakkında, bizzat Albertine'inanlattıklarından çok daha fazlasını anlatabilirdi. Albertine'leilgili sorunlar, hâlâ zihnimi kurcalıyordu, oysa hem fiziksel,hem de manevi sevgim bitmişti. Hayatı hakkında bilgi edinmeisteğim pek azalmadığı için, bu istek, şimdi göreli olarak,onun varlığına duyduğum ihtiyaçtan fazlaydı. Öte yandan, birkadının Albertine'le ilişki kurmuş olması ihtimali, bende artık,sadece o kadınla bizzat ilişki kurma arzusu uyandırıyordu.Andree'yi bir yandan okşarken, bir yandan da bunu söyledim.Bunun üzerine, Andree, birkaç ay önce söylediklerine tersdüşme kaygısı gütmeden, hafifçe gülümseyerek, "Ah, evetama, siz bir erkeksiniz. Dolayısıyla, benim Albertine'leyaptığım şeyleri aynen yapamayız," dedi. Sonra da, belkiarzumu kamçılamak için (bir ara, itiraf koparma umuduyla,

Page 227: Albertine Kay±p - Marcel Proust

Albertine'le ilişkisi olmuş bir kadınla birlikte olmaktanhoşlanacağımı söylemiştim), belki beni üzmek için, belki debenim Albertine'le ilişki kurmuş tek kişi olmaktan ötürükapılmış olabileceğim üstünlük duygusunu yıkmak için,devam etti: " Ah, ikimiz birlikte çok güzel saatler geçirdik,Albertine o kadar sevecen, o kadar tutkuluydu ki. Zaten böylehazlar yaşamaktan hoşlandığı tek kişi ben değildim. MmeVerdurin'in evinde, Morel adında yakışıklı bir oğlanlatanışmıştı. Derhal anlaşmışlardı. Bir oğlana hemen âşıkoluveren, ama bir genç kızın tekliflerini kabul etmeyecekkızları, uzak bir sahildeki balıkçı kızları, çamaşırcı kızlarıbaştan çıkarmak, Morel'in göreviydi –ama kızlarla kendi debirlikte olma şartı koşardı, çünkü acemi kızlardan hoşlanır,onları baştan çıkarıp sonra da terk etmeyi severdi. Kızıtamamen hâkimiyeti altına aldıktan sonra, onunla emin biryerde buluşur ve Albertine'e teslim ederdi. Kızcağız, Morel'ikaybetme korkusuyla mutlaka itaat eder, Morel de onlarakatılırdı, ama kız yine de Morel'i kaybederdi, çünkü olayındoğurabileceği sonuçlardan korkan ve zaten bir iki kereyleyetinen Morel, yanlış bir adres bırakıp sıvışırdı. Bir keresinde,bu kızlardan birini, Albertine'le birlikte, Couliville'de,kadınlara hizmet veren bir eve götürecek kadar ileri gitti;orada, dört beş kadın bir arada veya sırayla, kızla birlikteoldular. Morel'in de, Albertine'in de tutkusu buydu. AmaAlbertine, sonradan çok vicdan azabı çekerdi. Sanırım, sizinleyaşarken bu tutkusunu bastırıyor, ihtiraslarını tatmin etmeyihep erteliyordu. Ayrıca, size olan sevgisi, dostluğu yüzündende tereddütleri vardı. Ama sizden ayrıldığı takdirde, tekrarbaşlayacağı belliydi. Yine de, bana kalırsa, sizdenayrıldığında, bu şiddetli arzuya teslim olduysa, sonrasındaçok daha fazla vicdan azabı çekmiştir. Albertine, sizin onu

Page 228: Albertine Kay±p - Marcel Proust

kurtaracağınızı, onunla evleneceğinizi umuyordu. İçten içe,bunun sapıkça bir delilik olduğunu düşünüyordu; acabaailesinde daha önce bir intihara yol açmış olan bu tür birolayın ardından, Albertine de kendini mi öldürdü diye çokdüşündüm. İtiraf etmem gerekir ki, sizinle yaşamaya başladığıilk günlerde, benimle oynaşmaktan tam olarakvazgeçmemişti. Bazı günler buna ihtiyaç duyarmış gibigörünüyordu; o kadar ki, bir keresinde, dışarıda o kadar çokimkân olduğu halde, sizin evde beni yatağa almadanvedalaşamadı. Şansımız yokmuş, neredeyse yakalanıyorduk.Françoise'ın alışverişe çıkmış, sizin de henüz eve dönmemişolmanızdan yararlanmak istemişti. Siz anahtarla içerigirdiğinizde elektrik düğmesini arayıp biraz oyalanın diye,bütün ışıkları söndürmüş, odasının kapısını da kapatmamıştı.Siz yukarı çıkarken sesinizi işittik, ben toparlanıp aşağıinecek vakti zor buldum. Aslında aceleye gerek yokmuş;inanılmaz bir tesadüf sonucu, siz anahtarınızı unutmuştunuzve zili çalmak zorunda kaldınız. Ama bizim elimiz ayağımızadolaşmıştı, telaşımızı belli etmemek için, ikimiz de,birbirimizden habersiz, aynı çareye başvurduk: Aslında çoksevdiğimiz filbahri kokusuna tahammül edemezmişiz gibiyaptık. Sizin elinizde, upuzun bir filbahri dalı vardı, bundanyararlanıp başımı çevirdim ve şaşkınlığımı gizledim. Bunarağmen, saçma sapan bir patavatsızlık da yaptım. Françoise'ındönmüş olabileceğini, size kapıyı açacağını söyledim, oysaiki saniye önce, bir başka yalan uydurup gezintiden yenidöndüğümüzü, biz geldiğimizde Françoise'ın henüz evdeolduğunu söylemiştim (bu kısmı doğruydu). Ama en büyükhata, –anahtarınız var zannederek– ışıkları söndürmemizdi,çünkü tekrar yakarsak, yukarı çıkarken fark etmenizdenkorktuk, en azından uzun bir kararsızlık geçirdik. Albertine,

Page 229: Albertine Kay±p - Marcel Proust

sonraki üç gece boyunca uyku uyuyamadı; sizin şüpheyekapılıp, Françoise'a, evden çıkmadan önce ışıkları niçinyakmadığını sormanızdan korkuyordu sürekli. Albertinesizden çok korkardı ve bazen de, sizin sinsi ve fesatolduğunuzu, aslında ondan nefret ettiğinizi söylerdi. Aradanüç gün geçip, sizde bir huzursuzluk görmeyince, Françoise'abir şey sormayı aklınızdan geçirmediğinizi anladı ve nihayetuyuyabildi. Ama bir daha da benimle bir şey yapmadı, belkikorktu, belki de pişman oldu, çünkü sizi çok sevdiğini iddiaederdi, belki başkasını seviyordu. Ne olursa olsun, o olaydansonra, filbahri lafını duyduğu anda kıpkırmızı kesilir, bellietmemek için yüzünü eliyle örterdi."

Tıpkı bazı mutluluklar gibi, bazı felaketler de fazlasıylagecikirler ve bir süre önce gelseler içimizde ulaşacaklarıboyuta ulaşamazlar. Andree'nin korkunç ifşaatı da, benimaçımdan böyle bir felaketti. Hiç şüphesiz, kötü haberlereüzüldüğümüz zaman bile, bazen bir konuşmanın dengeliilerleyişi, dağılışı içinde, kötü haberler önümüzdenduraklamadan geçer, biz de, vereceğimiz cevapla ilgili oncaşeyi düşünürken, etrafımızdakilerin hoşuna gitme isteğiylebaşka birine dönüşmüşken, bu haberleri sindirmeye zamanbulamayız; başka birinin dünyasına girerken ardımızdabıraktığımız, büyü "bozulduğunda tekrar bulacağımızduygulara ve acılara karşı, bu yeni dünya, birkaç saniyeboyunca bizi korur. Bununla birlikte, bu duygular, bu acılarfazlasıyla baskınsa, yeni ve geçici dünyaya dalgın gireriz,acıya fazlasıyla sadık olduğumuz için, bit:' başka kişiyedönüşemeyiz; bu durumda kelimeler, olayın dışına çıkmamışolan kalbimize ânında ulaşır. Ama bir süredir Albertine'eilişkin sözler, buharlaşmış bir zehir gibi, etkisini kaybetmişti.Aradaki mesafe ' çok fazlaydı; öğleden sonra gezinirken

Page 230: Albertine Kay±p - Marcel Proust

gökyüzünde buğulu bir hilal görüp, "Muazzam ay, işte bu,"diye düşünen biri gibi, ben de, "Nasıl olur!" diyordum kendikendime. "Onca zaman peşine düştüğüm, öylesine korktuğumgerçek, bir konuşmanın içinde geçen, yalnız olmadığım içintam olarak düşünmeye bile fırsat bulamadığım bu birkaçkelimeden mi ibaret!" Ayrıca, bu gerçek, beni gafil avlamıştı,Andree'yle birlikte olmak yormuştu beni. Doğrusu, böyle birgerçeğe verecek daha fazla gücüm olmasını isterdim; benimdışımdaydı, çünkü henüz ona kalbimde bir yer bulamamıştım.Gerçeğin bize bir cümleyle, kim bilir kaç kez kendikendimize tekrarladığımız cümlelere benzer bir cümleyledeğil, yeni işaretlerle ifşa edilmesini isteriz. Düşünmealışkanlığı, bazen gerçeği algılamamızı engeller, bizi gerçeğebağışık kılar, gerçeği de bir düşünce zannetmemize yol açar.

Her düşünce, her kelime, karşıtını içinde barındırır. Zaten Söğrendiklerim, doğru da olsa, artık hayatta olmayan birmetrese ilişkin, bize bir yararı dokunması mümkün değilkenderinliklerden çıkıp gelen anlamsız gerçeklerden birinedönüşmüştü. Bu durumda, muhtemelen o sırada sevdiğimizbaşka bir kadını, aynı şeyin onunla ilgili olarak da cereyanedebileceğini düşünerek üzülürüz (çünkü unuttuğumuz kadınaaldırmayız)! "Keşke şu anda hayatta olsaydı!" diyedüşünürüz. "Şimdi hayatta olan sevgilim, bütün bunlarıanlayabilse, benden gizlediği her şeyi, o öldüğü zamanöğreneceğimi bilse!" diye düşünürüz. Ama bu bir kısırdöngüdür. Albertine'i hayata döndürebilseydim, Andree'ninbana herhangi bir şeyi ifşa etmesini de engellemiş olurdum.Bu durum, ebedî "Size olan aşkım bitince görürsünüz,"cümlesine benzer bir bakıma; çok doğru olmakla birlikte, sonderece de saçmadır, çünkü aşk bitince, gerçekten çok şeyöğrenilir, ama öğrenilenlerin bir önemi kalmaz. Hattâ tıpatıp

Page 231: Albertine Kay±p - Marcel Proust

aynı şeydir. Çünkü aşkımız bittikten sonra gördüğümüz kadın,bize her şeyi söylüyorsa, artık o başka bir kadın veya bizbaşka bir erkek olduğumuz içindir; âşık olan kişi, artık yoktur.O durumda da ölüm kendini göstermiş, her şeyikolaylaştırmış, anlamsızlaştırmıştır. Bütün bunlarıdüşünürken, Andree'nin bana doğruyu söylediği –bumümkündü– ve o esnada benimle ilişkisi olduğu için içtenliğibenimsediği varsayımından yola çıkıyordum; Albertine de,başlangıçta, mizacının bu Saint-Andre-des-Champs yönünüortaya çıkarmıştı. Andree'nin işini kolaylaştıran şey, artıkAlbertine'den korkmamasıydı, çünkü insanların bizimgözümüzdeki gerçekliği, öldükten sonra, ancak kısa bir sürevarlığını sürdürür; birkaç yılın sonunda, varlığına artıkinanmadığımız için korkmadan hakaret edebildiğimiz, rafakalkmış dinlerin tanrılarına benzerler. Ne var ki, Andree'nin,Albertine'in gerçekliğine artık inanmaması, ifşa etmemeyesöz verdiği bir gerçeği açığa vurmaktan korkmamasısonucunu doğurabileceği gibi, sözde suç ortağını karalayanbir yalan uydurmaktan korkmaması sonucunu dadoğurabilirdi. Artık korkmaması, nihayet bana gerçeğisöyleyebilmesine mi, yoksa herhangi bir nedenden ötürü,benim çok mutlu ve gururlu olduğumu zannedip, beni üzmekiçin yalan söylemesine mi imkân tanımıştı? Belki de Andree,benim Albertine'le ilişkim olduğu ve beni kıskandığı için –buyüzden kendimi ona göre imtiyazlı gördüğümü zannederek–,kendisinin belki elde edemediği, hattâ belki arzulamadığı buüstünlük nedeniyle bana kızgındı (ve beni mutsuz, acılıgördüğü sürece, bu kızgınlığı askıya almıştı). Andree'nin,sağlıklı görünüşlerine ve bilhassa bunun bilincinde oluşlarınakızarak, insanlara çok hasta göründüklerini söylediğine birçokkez şahit olmuştum; onları kızdırmak amacıyla, kendi

Page 232: Albertine Kay±p - Marcel Proust

sağlığının yerinde olduğunu bildirirdi; bu alışkanlığını, çokhastayken de sürdürdü, ta ki ölümün getirdiği kayıtsızlıkiçinde, başkalarının iyi, kendisininse ölmekte olduğunubilmenin artık bir önem taşımadığı güne kadar. Ama o gün,henüz çok uzaktaydı. Belki de bilmediğim bir nedendenötürü, bana kızgındı; bir zamanlar, Balbec'te rastladığımız,spor konusunda çok bilgili, diğer her konuda çok cahil olan,bir süredir Rachel'le birlikte yaşayan delikanlıya böyleöfkelenmiş, onu lekeleyecek sözler sarf etmiş, delikanlınınbabasıyla ilgili, yanlışlığı kanıtlanamayacak, aşağılayıcısuçlamalarda bulunabilmek için, hakkında iftira davasıaçılmasını dilemişti. Bana karşı kızgınlığı da, beni kederligördüğü zaman muhtemelen dinmişti ve şimdi canlanıyordubelki. Andree, gözlerinde öfke kıvılcımları çakarak, iftirayoluyla bile olsa şerefini lekelemek, öldürtmek, hapseattırmak istediği kişileri, kederli, kırgın gördüğü anda,başlarına bir kötülük gelsin istemez, onları iyiliğe boğmayahazır olurdu. Çünkü özünde kötü bir insan değildi; ilk bakıştaincelikli, dikkatli tavırlarında görülen sevimliliğin ardında,biraz daha derinde yatan mizacına kıskançlık ve gurur hâkimolmakla birlikte, daha da derindeki, üçüncü mizacı, tamanlamıyla gerçekleşmemiş olan, özündeki kişiliği, iyiliğe veyakınlarını sevmeye yatkındı. Ne var ki, belli birdurumdayken daha iyi bir durumda olmak isteyen, ama bunusadece arzulayan ve bulundukları durumdan kopmanınönkoşul olduğunu anlamayan bütün insanlar gibi –iyileşmekisteyen, ama takıntılarından veya morfinden mahrum olmakistemeyen nevrozlu hastalar veya morfinmanlar gibi, dünyevihayata bağlı, yalnızlığı isteyen, ama eski hayatlarındankesinlikle vazgeçmek istemeyen dindar ya da sanatkâr kişilergibi– Andree de bütün insanları sevmeye hazırdı, ama bunun

Page 233: Albertine Kay±p - Marcel Proust

için önce onları muzaffer bir konumda görmemesi, yanipeşinen aşağılaması gerekiyordu. Gururlu insanları bilesevmek gerektiğini, gururlarını daha baskın bir gururla değil,sevgiyle yenmek gerektiğini anlamıyordu. Hastalığı besleyenkoşulları sürdürerek tedavi olmak isteyen, hoşlandıkları, oysavazgeçtikleri anda hoşlanmayacakları bu hastalık sebebindenkopamayan hastalar gibiydi. Yüzmeyi öğrenmek isteyenlerde, bir yandan ayaklarının yere basmasını isterler.

Verdurin'lerin yeğeni olan, Balbec'e her iki gidişimde dekarşılaştığım spor meraklısı delikanlıya gelince, biraz ileriatlayarak, şunu belirtmek gerekir: Andree'nin, birazdankaldığım yerden devam edeceğim ziyaretinden bir süre sonra,epeyce yankı uyandıran bazı şeyler oldu. Delikanlı, önceRachel'i ne kadar üzdüğüne hiç aldırmadan, Andree'ylenişanlanıp evlendi (Albertine'in hatırası bu kararında roloynamış olabilirdi; delikanlının bir zamanlar Albertine'e âşıkolduğunu ben o sıralar bilmiyordum). Andree, o zaman (yanisözünü ettiğim ziyaretten birkaç ay sonra), delikanlınınalçağın teki olduğunu söylemekten vazgeçti; daha sonraanladım ki, onu çılgınca sevdiği ve delikanlının kendisiyleilgilenmediğini zannettiği için ona alçak demişti. Ama birbaşka olay, daha da büyük yankı uyandırdı. Delikanlı, kostümve dekorları kendi tasarımı olan küçük skeçler sahneledi vebu skeçler, çağdaş sanatta, en az Rus Balesi kadar büyük birdevrim yarattı. En yetkili eleştirmenler, eserlerini çok önemli,neredeyse dâhiyane eserler olarak değerlendirdiler; aslındaben de bu görüşü paylaşıyorum ve bütün beklentileriminaksine, Rachel'in eski görüşünü onaylıyorum. DelikanlıyıBalbec'te tanımış olan, görüşeceği kişilerin giysilerinin şıkkesimli olup olmadığından başka bir şeyle ilgilenmediğini,bütün vaktini bakarayla, yarışlarla, golf ve poloyla

Page 234: Albertine Kay±p - Marcel Proust

geçirdiğini, okulda hep çok tembel olduğunu, hattâ lisedenkovulduğunu (ailesini kızdırmak için, iki ay boyunca, M. deCharlus'ün Morel'i basmaya gittiği şaşaalı genelevdeyaşamıştı) bilen kişiler, eserlerinin aslında Andree'ye aitolabileceğini ve Andree'nin, aşkından ötürü bu şerefidelikanlıya bıraktığını veya daha büyük ihtimalle,çılgınlıklarıyla sadece küçük bir bölümünü tüketebildiğimuazzam serveti sayesinde, dâhi ve yoksul bir profesyonelikullandığını düşünüyorlardı (bu gibi zengin sosyetemensupları, aristokrasiyle temas edip yontulma fırsatıbulamamıştır, sanatçının ne demek olduğu konusunda birfikirleri yoktur, onların gözünde sanatçı, kızlarının nişanındaezberden monologlar okuması için getirtip ücretini hemenyandaki salonda ödedikleri bir oyuncu veya kızlarıevlendiğinde, çocuk doğurmadan önce, henüz formunukorurken portresini yaptırdıkları bir ressamdır; kitap yazan,beste veya resim yapan bütün yüksek sosyete mensuplarının,tıpkı parlamentoda bir koltuk sahibi olmak için paraödeyenler gibi, eserlerini başkalarına yaptırıp, para karşılığısanatçı şöhretini satın aldıklarına kolaylıkla inanırlar). Amabütün bunlar yanlıştı; o harika eserler, gerçekten delikanlıyaaitti. Bunu öğrendiğimde, ister istemez, değişik varsayımlararasında kararsız kaldım. Belki gerçekten de, uzun yıllarboyunca göründüğü kadar kalın kafalıydı ve fiziksel birdarbe, içinde yatan dehayı, Uyuyan Güzel misali ortayaçıkarmıştı; belki o çalkantılı okul günlerinde, bitirme sınavınıveremediği, Balbec'te kumar oynayıp büyük paralarkaybettiği, çirkin kıyafetleri yüzünden Verdurin Teyzesininmüritleriyle mahallî trene binmekten korktuğu dönemde debir dâhiydi, ama dikkati dağılmış, gençlik tutkularınıntaşkınlığı içinde, dehasını askıya almıştı; belki de o dönemde

Page 235: Albertine Kay±p - Marcel Proust

bile, dehasının bilincindeydi ve sınıfının sonuncusu olmasınınnedeni, öğretmen Cicero'ya ilişkin beylik sözler söylerken,kendisinin Rimbaud veya Goethe okumasıydı. Hiç şüphesiz,kendisiyle Balbec'te karşılaştığım sırada, bu varsayımıdestekleyecek herhangi bir ipucu ortada görünmüyordu;oradaki tek kaygısı, at arabalarının şıklığı ve kokteyllerinhazırlanması gibi görünmüştü bana. Ama bunun, çürütülmesiimkânsız bir itiraz olduğunu söyleyemem. Belki de bazıdâhiler gibi çok kibirliydi ve içinde bulunduğu muhite uygunbir biçimde sivrilmek istiyordu; söz konusu çevrede hayranlıkuyandırmak için, Gönül Yakınlıkları'nı derinlemesine bilmekdeğil, dört atlı bir arabayı kullanabilmek gerekir. Ayrıca, oson derece özgün, güzel eserleri yarattıktan sonra da,tanındığı tiyatroların haricinde, müritlerin ilk dönemlerindekigibi smokin giymemiş birine selam vermekten pekhoşlandığını sanmıyorum; böyle bir eğilim, aptal değil, kibirliolduğunu, hattâ pratik, basiretli bir insan olduğunu kanıtlar,gururunu, hayranlığını kazanmak istediği aptallarınzihniyetine göre yönlendirdiğini gösterir, çünkü o insanlarıngözünde bir smokin, bir düşünürün bakışlarından dahaışıltılıdır belki de. Dışarıdan bakıldığında, yetenekli birsanatçının, hattâ yeteneksiz, ama düşünceye meraklı birkişinin, örneğin benim, Rivebelle'de, Balbec Oteli'nde,Balbec'te mendirekte, herhangi birine özentili bir aptal gibigörünmeyeceğini kim söyleyebilir? Üstelik, Octave'ınnazarında sanata ilişkin her şey, muhtemelen o kadarmahremdi, benliğinin o kadar gizli ve derin köşelerindebarınıyordu ki, onun arabalara verdiği değeri sanata verenSaint-Loup gibi sanattan söz etmek, aklından bilegeçmiyordu. Ayrıca, kumara özel bir tutkusu da vardı belki;bu tutkunun, sonra da devam ettiğini söylerler. Buna rağmen,

Page 236: Albertine Kay±p - Marcel Proust

Vinteuil'ün bilinmeyen eserlerini gün ışığına çıkaran sev gi vesaygının, Montjouvain'in o bulanık ortamından çıkmasınakarşılık, çağımızın belki de en olağanüstü şaheserlerinin, okulbirincilerinden, Broglie tarzı, örnek ve akademik bireğitimden değil, atyarışlarının ve gözde barlarınmüdavimlerinden çıkması da bir o kadar çarpıcıydı benimiçin. Ne olursa olsun, Balbec döneminde, benim Octave'latanışmak istememin sebepleriyle, Albertine ve arkadaşlarınınonunla tanışmamı istemeyişlerinin sebepleri, Octave'ın gerçekdeğerine aynı derecede yabancıydı ve ancak bir"entelektüel"in (bu örnekte benim) ve sosyete mensuplarının(küçük çetenin) bir sosyete mensubuna (golfçu delikanlıya)ilişkin ebedî yanlış algılayışının kanıtı olabilirdi. BenOctave'ın yeteneğini katiyen sezmemiştim, benim gözümdekideğeri –bir zamanlar Mme Blatin'e verdiğim değer gibi– onlarne derse desin, kız arkadaşlarımın arkadaşı olmasından,onların çetesine, benden daha fazla ait olmasındankaynaklanıyordu. Öte yandan, sosyete mensuplarının,düşünsel konularda geçerli bir değerlendirme yapmaktan âcizve görünüşe aldanmaya eğilimli oluşlarını simgeleyenAlbertine'le Andree, böylesine salak birine ilgi duyduğumiçin beni aptal buldukları gibi, golfçular arasında en sıradanoyuncuyu seçmiş olmama da şaşırıyorlardı. Genç Gilbert deBellceuvre'le arkadaşlık etmek istemiş olsam, o kadarşaşırmazlardı, çünkü golf oynamasının yanı sıra, hoşsohbetbir delikanlıydı, lisede ikincilik ödülü almıştı ve hoş şiirlerivardı (oysa aralarında en aptalı oydu). Ya da amacım, "kitapyazmak için bir inceleme yapmak" idiyse, zırdeli denebilecek,iki genç kızı kaçırmış olan Guy Saumoy, hiç değilse "ilginç"bulabileceğim, değişik bir tipti. Bu ikisine "izin" verilebilirdi,

Page 237: Albertine Kay±p - Marcel Proust

ama ötekinde nasıl bir cazibe bulabilirdim ki? O, tamanlamıyla bir "hödük", "kalın kafalının teki"ydi.

Andree'nin ziyaretine dönecek olursak, Andree,Albertine'le ilişkileri hakkında itiraflarda bulunduktan sonra,Albertine'in beni terk etmesinin başlıca sebebinin,evlenmeden bir delikanlıyla birlikte yaşaması konusunda,küçük çetedeki arkadaşlarının ve başkalarının ne düşüneceğiolduğunu söyledi: "Evet, aslında annenizin evinde yaşıyordu.Ama hiç fark etmez. Genç kızlardan oluşan bu tür birçevrenin ne demek olduğunu, birbirlerinden nelerigizlediklerini, başkalarının ne düşüneceğinden nasılkorktuklarını tahmin edemezsiniz. Öyle kızlar tanırım ki, sırfkendi kız arkadaşlarıyla tanıştığı için, dedikodu yapar diyekorktuklarından, bir delikanlıya karşı son derece sert ve ciddidavranırlar, ama aynı kızları, tesadüfen, hiç istemediklerihalde, bambaşka durumlarda görmüşümdür." Birkaç ay önceolsa, küçük çetedeki genç kızların davranış güdülerikonusunda Andree'nin sergilediği bu bilgi, bana müthişdeğerli gelirdi. Andree'nin söyledikleri, daha sonra Paris'tebana teslim olan Albertine'in, kız arkadaşlarıyla sürekligörüştüğüm Balbec'te teslim olmayışını açıklayabilirdi; oysaben bunu, aksine onunla ilişkim açısından bir avantajzannetmiştim aptal gibi. Hattâ belki Albertine, kendisiyle bazıhazlar yaşamama, dünyanın en doğal şeyiymişçesine izinvermeye hazırken, sırf benimle Andree arasında birsamimiyet gördüğü için, veya ben Andree'ye, Albertine'inGrand Hötel'de kalacağını söylemek gibi bir tedbirsizliktebulunduğum için, bir saat içinde fikrini değiştirmiş, ziliçalmakla tehdit etmişti beni. Ama bu durumda, başka birçokkişiye rahatlıkla izin vermiş olmalıydı. Bu fikir, kıskançlığımıuyandırdı; Andree'ye, kendisine bir şey sormak istediğimi

Page 238: Albertine Kay±p - Marcel Proust

söyledim. "Albertine'le büyükannenizin boş evinde mi birlikteoluyordunuz?" - "Yok canım, asla! Orada rahat edemezdik." -"Ya, oysa ben sanıyordum ki ..." - "Zaten Albertine, en çokkırlarda birlikte olmaktan hoşlanırdı." - "Nerede mesela?" -"Eskiden, pek uzağa gidecek vakti olmadığında, Buttes-Chaumont'a giderdik, orada bildiği bir ev vardı, ağaçlarınaltında da kimse olmazdı; Petit-Trianon'daki mağaraya dagiderdik." - "Gördünüz mü, size nasıl inanayım? Buttes-Chaumont'da hiçbir şey yapmadığınıza dair bana yeminetmiştiniz, aradan bir yıl bile geçmedi." - "Sizi üzmektenkorkmuştum." Daha önce de belirttiğim gibi, çok daha ilerikibir tarihte, Andree'nin, itiraflarda bulunduğu o ikincikonuşmada, aksine, beni üzmeye çalıştığını düşünecektim.Albertine'i hâlâ eskisi kadar sevseydim, bunu hemen o anda,Andree konuşurken düşünürdüm, çünkü öyle düşünmeyeihtiyaç duyardım. Ama Andree'nin sözleri, derhal yalandamgası vurmamı gerektirecek kadar ıstırap vermiyordu bana.Sonuç olarak, Andree'nin söyledikleri doğruysa (o sıradabundan şüphem yoktu), Albertine'in onca farklı görüntüsününardından, şimdi keşfettiğim gerçek Albertine, Balbec'te,mendirekte ilk gün karşıma çıkan, her haliyle zevk düşkünügenç kızdan, daha sonra sunduğu onca değişik görüntüyerağmen, pek de farklı değildi; aynı şekilde, bir şehre uzaktanbaktığımızda, sadece en büyük binasını görürüz, şehreyaklaştıkça, binaların yerleşimi o kadar değişir ki, o büyükbina silinir, ezilir, ama en son aşamada, şehri yakından tanıyıpdoğru değerlendiğimizde, gerçek orantıların, ilk bakıştagördüğümüz perspektife uygun olduğunu fark ederiz; aradakiaşamalar, her varlığın karşımıza çıkardığı, özüne varabilmekiçin nice acılar çekerek, tek tek aşmak zorunda olduğumuzsavunma hatlarından başka bir şey değildir. Öte yandan,

Page 239: Albertine Kay±p - Marcel Proust

ıstırabım azaldığı için, Albertine'in masumiyetine yüzde yüzinanmam gerekmemesine karşılık, bu ifşaat karşısında fazlaıstırap çekmeyişimin nedeni de, Albertine'in masumiyetikonusunda kendi kendime uydurduğum inancın, bir süredir,içimde hep var olan bir başka inanca, Albertine'in suçluolduğu inancına yavaş yavaş, ben fark etmeden yerinibırakmış olmasıydı. Albertine'in masumiyetine artıkinanmıyordum, çünkü artık masum olduğuna inanma ihtiyacıduymuyor, bunu şiddetle arzulamıyordum. İnanç, arzudankaynaklanır; bunu genellikle fark etmeyiz, çünkü inançlarıdoğuran arzuların çoğu –beni Albertine'in masum olduğunaikna eden arzunun tersine– ancak hayatımızla birlikte sonaerer. İlk görüşümü doğrulayan onca kanıt varken, ben aptalgibi, Albertine'in iddialarını tercih etmiştim. Ona niçininanmıştım? Yalan, insanın özünde vardır. İnsan hayatında,belki zevk arayışı kadar önemli bir rol oynar ve zaten buarayışın yönetimi altındadır. Zevklerimizi korumak için veyazevkin ifşa edilmesi şerefimize aykırı düşüyorsa, şerefimizikorumak için yalan söyleriz. Hayatımız boyunca yalansöyleriz, hattâ özellikle, belki de sadece, bizi sevenlere yalansöyleriz. Sadece bizi seven kişiler yüzünden zevklerimizinüzerine titrer, onların bize saygı duymasını isteriz.Başlangıçta Albertine'in suçlu olduğunu düşünmüş, sırf arzumyüzünden, zihnimin bütün gücünü şüphede yoğunlaştırarak,yanlış yola girmiştim. Belki de etrafımız, birtakım elektriklive sismik işaretlerle çevrilidir ve insanların kişiliğine ilişkingerçeğe ulaşabilmek için, bu işaretleri iyi niyetleyorumlamamız gerekir. Doğruyu söylemek gerekirse,

Andree'nin söyledikleri, beni her şeye rağmen, ne kadarüzmüş j, olsa da, gerçeğin, nihayet, sonradan korkakça boyuneğdiğim sefil iyimserlikle değil, içgüdülerimin baştaki

Page 240: Albertine Kay±p - Marcel Proust

sezgisiyle çakışmasını daha estetik buluyordum. Hayatın,sezgilerimizin düzeyinde olmasını tercih ediyordum. Zaten ilkgün kumsalda, o genç kızları hazzın taşkınlığının veahlâksızlığın canlı timsali olarak algıladığım, daha sonra birakşam, Albertine'in mürebbiyesini, tıpkı görünüşe rağmenhiçbir şeyin evcilleştiremeyeceği vahşi bir hayvanı kafesinesokarcasına, o tutkulu genç kızı küçük villaya sokarkengördüğüm zamanki sezgilerim, Bloch'un, dünyayı gözümdegüzelleştiren, her gezintimde, her karşılaşmada ürpermemeyol açan, bana arzunun evrenselliğini gösteren sözleriyleuyuşmuyor muydu? Belki de her şeye rağmen, o ilksezgilerimin, daha önce değil de, şimdi yeniden karşımaçıkması, doğrulanması daha iyiydi. Albertine'e olan aşkımbütün şiddetiyle devam ederken, bu sezgiler bana fazlasıylaacı çektirirdi; onlardan geriye bir tek izin, yani benimgörmediğim, oysa yanı başımda i sürekli cereyan edenolaylara ilişkin, hiç dinmeyen şüphemin, bir de belki dahaönceden, daha kapsamlı bir izin, yani aşkımın kendisininkalması daha iyiydi. Mantığımın bütün itirazlarına rağmen,Albertine'i seçmek ve sevmek, onu bütün iğrençliğiyletanımak anlamına gelmiyor muydu? Güvensizliğin yatıştığıanlarda bile, aşk bu güvensizliğin ısrarı, dönüşmesi değilmidir? .,. Daima kendimize zıt olana yönelen arzu, bize acıçektirecek olan !( kişiyi sevmeye bizi zorladığına göre, aşkbasiretin bir kanıtı (âşık j olan kişi için anlaşılmaz bir kanıtı)değil midir? Hiç şüphesiz, bizi en fazla bedbaht edebilecek,bizim bilmediğimiz unsurlar, bir insanın cazibesinde,gözlerinde, dudaklarında, endamında mevcuttur; öyle ki, oinsanın bizi cezbetmesi, onu sevmeye başlamamız, biz olayıne kadar masum zannetsek de, onun bütün ihanetlerini vekabahatlerini, farklı bir yorumla şimdiden okumak demektir.

Page 241: Albertine Kay±p - Marcel Proust

Beni cezbetmek için, bir insanın acemi, tehlikeli, ölümcülyönlerini cisimleştiren bu cazibeyle, o gizli zehir arasındakisebep-sonuç ilişkisi, kimi zehirli çiçeklerin baştan çıkarıcıgürlüğüyle zehirli özsuyu arasındaki ilişkiden daha mıdolaysızdı? Belki de, diyordum kendi kendime, M. deCharlus'ün sapıklığının, ona kadınca bir hassasiyet, birzihinsel incelik kazandırması gibi, Albertine'in de iyi yürekli,samimi tavırları, onunla, bir erkek arkadaşla kurulan vefalı vekısıtlamasız dostluğu yaşıyormuşum yanılgısını yaratandavranışları, gelecekteki acılarımın sebebi olan sapıklığındankaynaklanıyordu. Basiret, tam bir körlüğün ortasında bile,tercih ve sevgi görünümünde varlığını sürdürür; öyle ki, aşktakötü seçimden bahsetmek hatadır, çünkü seçim sözkonusuysa, kötü olmak zorundadır. Andree'ye sordum:"Buttes-Chaumont'a, bu eve uğrayıp Albertine'i aldığınızdönemde mi gidiyordunuz?" - "Yok canım! Albertine sizinleBalbec'ten döndükten sonra, o anlattığım olay haricinde,aramızda hiçbir şey geçmedi. Hattâ bu konulardan sözetmeme bile izin vermiyordu." - "Andree'ciğim, niye hâlâyalan söylüyorsunuz? Ben hayatta hiçbir şeyi öğrenmek içinçaba göstermem, ama büyük bir tesadüf eseri, Albertine'in butür bir ilişkisini, en ince ayrıntılarına kadar öğrendim;ölümünden birkaç gün ö::ce, nehir kenarında bir çamaşırcıkızla birlikte olmuş." - "Ya! Belki sizden ayrıldıktan sonraolmuştur, bilemiyorum. Sizin güveninizi tekrarkazanamadığını, asla kazanamayacağını hissediyordu." Buson sözleri beni mahvetti. Sonra, filbahri akşamını düşündümtekrar; o akşamdan yaklaşık iki hafta sonraki bir konuşmayıhatırladım; kıskançlığımın hedefi, sürekli değişiyordu,Albertine'e, Andree'yle hiç ilişkisi olup olmadığınısorduğumda, şöyle cevap vermişti: "Yo! Asla! Andree'yi çok

Page 242: Albertine Kay±p - Marcel Proust

severim elbette, ona derin duygularla bağlıyım, ama o benimkardeşim gibidir; ayrıca, sizin zannettiğiniz türdeneğilimlerim olsaydı bile, aklıma son gelen insan Andreeolurdu. İstediğiniz yemini edebilirim, teyzemin başı üstüne,zavallı annemin mezarı üstüne." İnanmıştım ona. Halbuki,Albertine'in eskiden yaptığı yarım itiraflarla, daha sonra, okonuya karşı kayıtsız olmadığımı görünce, aynı şeyi inkâretmesi arasındaki çelişkiden ötürü kuşkuya kapılmasam bile,yelekçiyle M. de Charlus'ü avluda gördüğüm günün akşamı,baronun dostluklarının platonik olduğu konusunda Swann'ınnasıl ısrar ettiğini hatırlamam gerekirdi; biri en iyi, en samimiinsanların sözlerinden, diğeri de aynı insanlarıneylemlerinden oluşan, art arda iki dünya bulunduğunudüşünmem gerekirdi; öyle ki, evli bir kadın, bir delikanlıhakkında,

"Onu çok sevdiğim doğru, ama bu son derece masum, safbir sevgi, annemle babamın hatırası üzerine yeminedebilirim," dediği zaman, tereddüde kapılmamız yersizdir,kadının, delikanlıyla her randevusunun ardından, hamilekalmamak için aceleyle girdiği tuvaletten, az önce çıktığınaemin olabiliriz. Filbahriler müthiş kederlendirmişti beni,Albertine'in, benim sinsi olduğumu, ondan nefret ettiğimidüşünmesine, söylemesine de üzülmüştüm; belki en çok da,kavramakta güçlük çektiğim, beklenmedik yalanları üzmüştübeni. Bir gün, bir havaalanına gittiğini anlatmıştı bana; pilot,arkadaşıymış (benim erkekleri fazla kıskanmadığımıdüşünerek, kadınlar konusundaki şüphemi dağıtmak istemişolmalıydı); Andree'nin pilota hayranlığını seyretmek çokeğlenceliymiş, pilotun Albertine'e yaptığı iltifatlardan o kadaretkilenmiş ki, onunla uçağa binmek istemiş. Oysa bütünhikâye uydurmaydı, Andree o havaalanına hiç gitmemişti.

Page 243: Albertine Kay±p - Marcel Proust

Andree gittiğinde, akşam yemeği saati gelmişti. Annem,"Bil bakalım kim geldi ziyarete, hem de en az üç saat oturdu,"dedi. "Üç saat diyorum ama, daha fazla da olabilir; ilkziyaretçiyle, yani Mme Cottard'la aşağı yukarı aynı andageldi, hiç kıpırdamadan oturup çeşitli misafirlerin –otuzkişiden fazlaydı– gelip gidişini izledi ve on beş dakika öncegitti. Arkadaşın Andree olmasaydı, seni çağıracaktım." -"Kimdi peki?" - "Hiçbir zaman misafirliğe gitmeyen biri." -"Parma Prensesi mi?" - "Oğlum, zannettiğimden dahazekiymiş meğer. Sana isim tahmin ettirmek de pek zevksiz,hemen buluveriyorsun." - "Dünkü soğuk tavrı için özürdilemedi mi?" - "Hayır, öylesi budalalık olurdu, ziyaretinkendisi zaten bir özür dilemeydi; zavallı büyükannen olsa,çok beğenirdi davranışını. Saat ikiye doğru, bir üniformalıuşak gönderip, bir kabul günüm var mı diye sordurmuş.Bugün olduğunu söylemişler, bunun üzerine gelmiş." Aklımailk gelen, anneme söylemeye cesaret edemediğim şey, şuoldu: Bir gün önce, çok yakın dostu olan, sohbet etmektenhoşlandığı seçkin kimselerle çevrelenmiş olan ParmaPrensesi, annemin içeri girdiğini görünce sinirlenmiş ve bunugizlemeye de çalışmamıştı. Bu kibirli tavır, Guermantes'larında benimsediği, Alman soylularının tarzına çok uygundu;daha sonra, aşırı bir kibarlık sergileyerek, bu tavırlarını telafiettiklerini düşünürlerdi. Ama annem, daha sonra benim dekatılacağım şu mantığı yürütmüştü: Parma Prensesi, annemitanımamış, bu yüzden de, onunla ilgilenme gereğiduymamıştı; annem gittikten sonra da, ya aşağıda karşılaştığıGuermantes Düşesi'nden, ya da teşrifatçıların, gelenlereisimlerini sorup kaydettikleri ziyaretçi listesinden, kimolduğunu öğrenmişti. Anneme, "Sizi tanımadım," demeninveya dedirtmenin, kabalık olacağına hükmetmiş, ama Alman

Page 244: Albertine Kay±p - Marcel Proust

saray terbiyesine ve Guermantes tutumuna, benim ilksenaryom kadar uygun düşecek şekilde, Altes Hazretleri içinçok istisnai bir ziyarette, hem de üç saatlik bir ziyarettebulunursa, anneme dolaylı, fakat ikna edici bir açıklamayapmış olacağını düşünmüş ve gerçekten de öyle olmuştu.Fakat ben sohbeti uzatıp anneme prensesin ziyaretinianlattırmadım, çünkü Andree'ye sormak istediğim,Albertine'le ilgili birçok soruyu sormayı unuttuğumuhatırlamıştım. Zaten Albertine'in hikâyesi hakkında o kadaraz şey biliyordum ve hep o kadar az şey bilecektim ki!Üstelik beni özellikle ilgilendirebilecek, en azından ara sıratekrar ilgilendirmeye başlamış olan tek hikâyeydi. İnsan, sabitbir yaşı olmayan bir yaratıktır; birkaç saniye içinde, birkaçyaş gençleşebilme yeteneğine sahiptir, sanki yaşadığı zamanınduvarlarıyla çevrili bir havuzun içinde yüzer ve bu havuzunsürekli değişen seviyesi, onu kâh bir döneme, kâh bir diğerinegötürür. Andree'ye mektup yazıp, tekrar gelmesini rica ettim.Ancak bir hafta sonra gelebildi. Neredeyse gelir gelmez,sordum: "Jakın, Albertine'in, burada yaşarken o tür ilişkileregirmediğini iddia ettiğinize göre, demek ki, bu ilişkileri dahaserbestçe yaşayabilmek için beni terk etti; peki, hangi kızuğruna terk etti?" - "Kesinlikle öyle değil, bu yüzden terketmedi." - "Öyleyse, beni çok tatsız bulduğu için mi gitti?" -"Hayır, sanmıyorum. Zannederim, onu sizden ayrılmayateyzesi zorladı, teyzesinin o aşağılık adamda gözü vardı,hatırlarsınız, sizin 'çuvalladım' lakabını taktığınız delikanlı,Albertine'e âşıktı, onu ailesinden istemişti. Onlar da, sizinAlbertine'le evlenmediğinizi görünce, sizde bu kadar uzunsüre kalmasının hoş karşılanmamasından ve delikanlının,Albertine'le evlenmekten vazgeçmesinden korktular. Zatenadam, sürekli Mme Bontemps'a baskı yapıyordu, o da,

Page 245: Albertine Kay±p - Marcel Proust

Albertine'e dönmesini söyledi. Sonuçta, Albertine, teyzesiyleeniştesine muhtaçtı, kendisini köşeye sıkıştırdıklarınıgörünce, sizi terk etti." Ben kıskançlık içinde kıvranırken, buaçıklama hiç aklıma gelmemiş, sadece Albertine'in kadınlarayönelik arzusuyla kendi denetimimi düşünmüştüm; annemibaşından beri rahatsız eden bir durumu, bir süre sonra MmeBontemps'ın da garip bulabileceğini hatırıma getirmemiştim.En azından Mme Bontemps, benim Albertine'le evlenmememihtimaline karşı yedekte bulundurduğu nişanlı adayının, budurumu garip karşılamasından korkmuştu. Çünkü Andree'ninannesinin bir zamanlar yürüttüğü tahminin aksine, sonuçtaAlbertine'in karşısına iyi bir kısmet çıkmıştı. Mme Verdurin'legörüşmek istediği, onunla gizlice konuştuğu sırada, benimona haber vermeden Verdurin'lerin davetine gitmemekızdığında, Mme Verdurin'le giriştiği entrikanın amacı,Albertine'i Mlle Vinteuil'le değil, Patroniçe'nin, Albertine'eâşık olan yeğeniyle karşılaştırmaktı; Mme Verdurin,zihniyetini tam olarak kavrayamadığımız ailelerde bizişaşırtan türden bir evliliğe önayak olmaktan haz duyuyor,yeğeninin, zengin bir kızla evlenmesini istemiyordu. Oysaben, belki de Albertine'in ilk öpücüğünü borçlu olduğum,onun gözünü açan bu yeğene, hiç kafa yormamıştım.Albertine'in endişelerine ilişkin kurduğum çatıyı, olduğu gibibir yenisiyle değiştirmem, ya da kadınlara eğilimi olması,evlenmesine engel teşkil etmediğine göre, yenisiylebirleştirmem gerekiyordu. Albertine'in gidişinin gerçeknedeni, bu evlilik miydi; Albertine, izzetinefsi yüzünden,teyzesine bağımlıymış gibi veya beni evliliğe zorluyormuşgibi görünmemek için mi bana bir şey söylememişti? Tek tekher arkadaşına, onun uğruna geldiğini hissettiren Albertine'in,ilişkilerinde ustalıkla kullandığı, tek eylem –birçok sebep

Page 246: Albertine Kay±p - Marcel Proust

sisteminin, bir eylemin, nereden baktığımıza bağlı olarakbüründüğü çeşitli görünümlerin, adeta suni, kasıtlı bir simgesiolduğunu anlamaya başlıyordum. Albertine'in benimevimdeki konumunun, teyzesini rahatsız edebilecek, çirkin birdurum olduğunu, bir an bile düşünmemiş olmaktan ötürü,şaşkınlık ve utanç duyuyordum; bu şaşkınlığı ne ilk defayaşıyordum, ne de son. Kim bilir kaç kez, iki insanınarasındaki ilişkiyi ve yaşanan buhranları anlamaya çalışmış,sonra birden, o iki insandan biriyle daha da yakın ilişkisi olanüçüncü bir kişinin bakış açısından, belki de buhranın sebebiolan bakış açısından dinlemişimdir olayı. Eylemler böylesinebelirsizken, bizzat insanların belirsiz olmaması beklenebilirmi? Albertine'in, çeşitli erkekleri evliliğe razı etmek içindolaplar çeviren bir açıkgöz olduğunu iddia eden insanlarıduyunca, benim evimde kalışını nasıl tanımlayabileceklerinikolaylıkla hayal edebiliyordum. Oysa bence, Albertine birkurbandı, belki tam anlamıyla masum değildi, ama budurumda, hiç sözü edilmeyen başka kusurlardan ötürüsuçluydu.

Ama özellikle şunun üzerinde durmak gerekiyor: Biryandan, yalan çoğunlukla bir kişilik özelliğidir; öte yandan,başka koşullarda yalan söylemeyecek olan kadınlarda,hayatlarını mahvedebilecek olan ani tehlikeye, yani aşkakarşı, bir doğaçlama olarak ortaya çıkan, giderek daha örgütlühale gelen doğal bir savunma aracıdır. Ayrıca, entelektüel veduyarlı erkeklerin, daima duyarsız ve düzeysiz kadınlarateslim olmaları, onlara bağlanmaları, sevilmediklerikanıtlandığı halde, tedavi olmayıp bu tür kadınları ellerindetutabilmek uğruna, her şeyi feda etmeyi sürdürmeleritesadüften ibaret değildir. Bu tür erkeklerin, acı çekmeyeihtiyaç duyduklarını söylerken, –bir anlamda iradedışı olan–

Page 247: Albertine Kay±p - Marcel Proust

bu acı çekme ihtiyacını son derece anlaşılır bir sonuç halinegetiren birtakım gerçekleri atlayıp bir doğruyu dilegetiriyorum. Üstelik, kusursuz bir kişiliğe nadirenrastlandığından, çok entelektüel ve duyarlı kişiler, genellikleiradesizdir, alışkanlığın kölesidir, o anda acı çekmektenkorktukları için, sürekli acı çekmeye mahkûm olurlar ve bukoşullarda, kendilerini sevmeyen kadından aslavazgeçemezler. Böyle birinin, bu kadar az aşkla yetinmesi,insana şaşırtıcı gelebilir, ama asıl onun hissettiği aşkın sebepolabileceği ıstırabı düşünmek gerekir. Ne var ki, bu ıstırabıçektiği için ona çok da fazla acımamak gerekir, çünkü mutsuzaşkın, sevgilinin gidişinin veya ölümünün, içimizde yarattığısarsıntı, ilk anda bizi yere yıkan, fakat daha sonra, kaslarınyavaş yavaş eski esnekliğini, hayati gücünü kazandığı felçvakalarına benzer. Ayrıca, bu ıstırabın bir karşılığı da vardır.Entelektüel ve duyarlı kişiler, genellikle yalana pek eğilimlideğillerdir. Yalan, bu tür insanları gafil avlar, çünkü çok zekiolsalar bile, ihtimaller dünyasında yaşarlar, olaylara fazlatepki göstermezler, bir kadının ne istediğini, ne yaptığını,kimi sevdiğini açıkça algılamayıp, o kadının kendilerineçektirdiği ıstıraba gömülürler; böyle bir algı, daha ziyadeiradesi güçlü kişilere özgüdür, geçmişe yanmak yerine,geleceğe hazırlanmak için bu algıya ihtiyaçları vardır.Dolayısıyla, bu insanlar, nasıl olduğunu tam anlayamamaklabirlikte, kendilerini aldatılmış hissederler. Bu açıdanbakıldığında, âşık olmalarına şaşırdığımız vasat kadın, bukişilerin dünyasını, zeki bir kadından çok daha fazlazenginleştirir. Kadının her kelimesinin ardında bir yalan,gittiğini söylediği her evin ardında bir başka ev, her eylemin,her kişinin ardında bir başka eylem, bir başka kişibulunduğunu sezerler. Şüphesiz, bunların hangileri olduğunu

Page 248: Albertine Kay±p - Marcel Proust

bilmezler, öğrenecek enerjileri, belki de imkânları yoktur.Yalancı bir kadın, son derece basit bir numarayla, yönteminideğiştirme zahmetine katlanmadan, birçok kişiyi, hattânumarayı fark etmesi gereken kişinin kendisini aldatabilir.Bütün bunlar, duyarlı entelektüelin karşısına, kıskançlığınınaraştırmak isteyeceği, zekâsının da kayıtsız kalmadığıderinliklerle dolu bir dünya çıkarır.

Ben, tam anlamıyla bu kişilerden biri olmamakla birlikte,Albertine ölmüş olduğuna göre, hayatının sırrını şimdiöğrenecektim belki de. Ama bir insanın bu dünya üzerindekihayatı bittikten sonra, sırların ifşa edilmesi, aslında hiçkimsenin ölümden sonraki hayata inanmadığını kanıtlamazmı? Açıklanan sırlar doğruysa, eylemlerini açığa çıkardığımızkişi hayattayken, sırrını saklamaya kendimizi mecburhissettiğimizde, bize hınç beslemesinden nasıl korkuyorsak,günün birinde öbür dünyada karşılaştığımızda da bize hınçbeslemesinden korkmamız gerekirdi. Açığa vurduğumuzolaylar, aksine, yalansa, o artık bizi yalanlayamayacağı içinuydurulmuş şeylerse, öbür dünyaya inansak, ölen kişininöfkesinden daha da çok korkmamız gerekirdi. Ama öbürdünyaya kimse inanmaz. Kısacası, Albertine, uzun müddet,benim yanımda kalmakla beni terk etmek arasındakararsızlıktan kıvranmış, beni terk etmesinin sebebi ise, belkiaklına bile gelmeyen kadınlar değil, teyzesi veya o delikanlıolmuş olabilirdi. Bana en ağır gelen şey, Albertine'inyaşayışıyla ilgili hiçbir şeyi artık benden gizlemesigerekmeyen Andree'nin, Albertine'le Mlle Vinteuil ve hanımarkadaşı arasında, bu türden hiçbir şey geçmediğine yeminetmesi oldu (Albertine onlarla tanıştığında kendieğilimlerinden habersizdi; Mlle Vinteuil ve arkadaşı da,arzunun kendisi kadar çok hataya yol açan, arzunun yönünde

Page 249: Albertine Kay±p - Marcel Proust

yanılmış olma korkusuyla, Albertine'in bu tür ilişkilerekesinlikle karşı olduğunu düşünmüşlerdi. Belki çok dahasonraları, aynı zevkleri paylaştıklarını keşfetmişlerdi; amaartık onlar Albertine'i, Albertine de onları fazlasıyla iyitanıdığı için, böyle bir ilişki hayallerinden bile geçmemişti).Sonuç olarak, Albertine'in beni niçin terk ettiğini, hâlâ tamolarak anlamış değildim. Bir kadının çehresini kavramak, ohareketli yüzeyin tamamına hâkim olamayan gözler için,dudaklar için ve bilhassa hafıza için o kadar zorsa, kadınınsosyal konumuna ve bizim bulunduğumuz düzeye bağlıolarak, bulutlar o çehreyi değiştiriyorsa, aynı kadının bizimgördüğümüz eylemleriyle, onu harekete geçiren güdüler, kimbilir ne kalın bir perdeyle birbirlerinden ayrılır! Güdüler,bizim göremediğimiz, daha derin bir düzlemde yer alır vezaten bizim gördüklerimizden başka, çoğu kez de onlaratamamen zıt eylemlere yol açarlar. Dostlarının gözünde biraziz olan, daha sonra, sahtekârlık yaptığı, devleti dolandırdığı,vatanına ihanet ettiği ortaya çıkan devlet adamlarınınbulunmadığı bir dönem olmuş mudur? Her yıl, sayısızasilzade, kendi yetiştirdiği, namuslu olduğuna yeminedebileceği, hattâ belki gerçekten namuslu olan bir kâhyatarafından dolandırılır. Başkalarının güdüleri üzerine çekilenbu perde, o insana aşıksak eğer, iyice kalınlaşır. Çünkü hembizim sağduyumuzu köreltir, hem de sevildiğini hissedince,farklı koşullarda değer vereceği şeylere, örneğin zenginliğebirden önem vermez olan kadının eylemlerini bulandırır.Ayrıca kadını, acı çektirerek daha fazla şey elde etmeumuduyla, zenginliği küçümsüyormuş gibi yapmaya daitebilir. Bütün bunlara pazarlık, hattâ kadının hayatına ilişkinsomut ayrıntılar da karışabilir; örneğin kulağımıza gelirkorkusuyla kimseye sözünü etmediği gizli bir ilişkiyi, bizimki

Page 250: Albertine Kay±p - Marcel Proust

kadar tutkulu bir meraka sahip olsalar, zihinleri daha serbestolacağı, karşı tarafta daha az şüphe uyandıracakları için,birçok kişinin öğrenebileceği bir ilişkiyi bilenler de olabilir,ama bunlar, bizim tanımadığımız ve bulamayacağımızkişilerdir. Bize karşı anlaşılmaz bir tutum içinde olmasınınbütün bu sebeplerine, bir insanı, menfaatini gözetmediği için,nefret yüzünden, özgürlük aşkı yüzünden, ani öfkebuhranlarına kapıldığı için veya birtakım insanların nedüşüneceği korkusuyla, bizim düşündüğümüz şeyin tersiniyapmaya iten kişilik özelliklerini de katmak gerekir. Bir demuhit ve eğitim farklılıkları vardır; iki kişi baş başakonuşurken, bu farklılıkların üstünü kelimelerle örter,görmezden geliriz, ama yalnız kalıp da her birimiz kendieylemlerimizi, kesişmesi imkânsız, birbirine zıt bakışaçılarından yönettiğimizde, farklılıklar su yüzüne çıkar.

"Ama sevgili Andree'ciğim, yine yalan söylüyorsunuz.Hatırlasanıza –bunu kendiniz, bir önceki gece size telefonettiğimde itiraf etmiştiniz– Albertine, Mlle Vinteuil'ün degideceği, Verdurin'lerdeki öğleden sonra davetine gitmeyi nekadar istemiş, benim bilmemem gereken bir şeymiş gibi de,benden gizlemişti." - "Evet, ama Mlle Vinteuil'ün orayagideceğini Albertine kesinlikle bilmiyordu." - "Nasıl olur?Birkaç gün önce, Mme Verdurin'e rastladığını siz kendinizsöylediniz. Zaten birbirimize yalan söylemenin anlamı yokAndree. Bir sabah, Albertine'in odasında bir kâğıt parçasıbuldum, Mme Verdurin'in yazdığı bir nottu, davete gitmesiiçin ısrar ediyordu Albertine'e." Andree'ye gösterdiğim notubenim görmemi sağlayan, Françoise olmuştu aslında;Albertine'in gidişinden birkaç gün önce, Françoise, notu onuneşyalarının en üstüne yerleştirmiş ve korkarım, Albertine'deeşyalarını karıştırdığım izlenimi uyandırmak, en azından,

Page 251: Albertine Kay±p - Marcel Proust

kâğıdı gördüğümden onu haberdar etmek için de, oradabırakmıştı. Françoise'ın bu kurnazlığının, Albertine'ingidişinde önemli bir rol oynamış olabileceğini birçok kezdüşünmüştüm; Albertine artık benden hiçbir şeyigizleyemeyeceğini görmüş, cesareti kırılmış, mağluphissetmişti kendini. Notu Andree'ye gösterdim: Aradaki aileviyakınlık nedeniyle, vicdan azabı duymuyorum."Andree'ciğim, gayet iyi bildiğiniz gibi, Albertine, MlleVinteuil'ün arkadaşının, kendisi için bir anne, bir ablaoldugunu hep söylerdi." - "Ama siz bu notu yanlışanlamışsınız. Mme Verdurin'in, Albertine'le evindebuluşturmak istediği kişi, katiyen Mlle Vinteuil'ün arkadaşıdeğil, nişanlı adayı, 'çuvalladım'dı; bahsettiği ailevi yakınlıkda, yeğeni olan o namussuzla Mme Verdurin'in yakınlığıydı.Buna rağmen, Mlle Vinteuil'ün geleceğini, Albertine'in dahasonra öğrendiğini sanıyorum; Mme Verdurin ek bir bilgiolarak kendisine haber vermişti belki de. Arkadaşıyla tekrargörüşeceğine sevinmişti elbette, çünkü ona güzel bir geçmişihatırlatıyordu, ama tıpkı sizin, gideceğiniz bir yerde Elstir'inde olacağını öğrenince sevinmeniz gibi, daha fazla değil, hattâo kadar bile değil. Hayır, Albertine'in, Mme Verdurin'in evineniçin gitmek istediğini size söylememesinin sebebi, çok azkişinin davetli olduğu provaya, Mme Verdurin'in, sizinBalbec'te tanıştığınız, Mme Bontemps'ın Albertine'leevlendirmek istediği yeğeninin de çağrılmış olmasıydı;Albertine onunla konuşmak istiyordu. Alçağın tekiydi.Aslında, bütün bu açıklamalara da gerek yok," diye eklediAndree. "Albertine'i ne kadar sevdiğimi Tanrı bilir, harika birinsandı, ama bilhassa tifoya yakalandıktan sonra, (sizhepimizle tanışmadan bir yıl önce), macera düşkünü birdeliye dönüşmüştü. Ansızın, yaptığı şeyden sıkılıveriyor,

Page 252: Albertine Kay±p - Marcel Proust

hemen o anda yer değiştirmek istiyordu; sebebini kendi debilmiyordu muhtemelen. Balbec'e ilk geldiğiniz, hepimizletanıştığınız yılı hatırlıyor musunuz? Günün birinde, Paris'ten,kendisini çağıran bir telgraf çektirdi; bavullarını hazırlayacakvakti ancak bulduk. Oysa gitmesi için hiçbir sebep yoktu. İlerisürdüğü bütün mazeretler yalandı. Paris o sırada son derecesıkıcıydı. Hepimiz hâlâ Balbec'teydik. Golf kulübükapanmamıştı, hattâ yarışmalar bitmemişti, Albertinebirincilik kupasını kazanmayı çok istiyordu. Kazanacağı dakesindi. Bir hafta kalmıştı. Ama o, alelacele gitti. Daha sonra,bu konuyu birçok kez konuştum kendisiyle. Niye gittiğinikendi de bilmediğini, sıla hasreti çektiğini (sıla dediği deParis'ti, düşünebiliyor musunuz?), Balbec'te canınınsıkıldığını, insanların kendisiyle alay ettiği izleniminekapıldığını söylüyordu." Andree'nin söylediklerinde birdoğruluk payı olduğunu düşünüyordum: Aynı olayın, farklıinsanlarda farklı izlenimler uyandırması, zihinlerin arasındakifarkla, bizi sevmeyen birini ikna etmenin imkânsızlığı da,duyguların farklılığıyla açıklanabilir; buna karşılık, kişiliklerarasındaki farklar, bir kişiliğin kendine has özellikleri de,eyleme geçmek için bir sebeptir. Sonra, bu açıklamayı biryana bırakıp, hayatta gerçeği öğrenmenin ne kadar zorolduğunu düşündüm.' Albertine'in, Mme Verdurin'in davetinegitme arzusunu ve bunu gizlediğini pekâlâ fark etmiş veyanılmamıştım. Ne var ki, bir gerçeği bu şekilde elegeçirdiğimizde, sadece görüntüsünü yakalayabildiğimiz diğergerçekler –madalyonun öbür yüzü, eylemin, gizli ilişkinin,sezgilerin iç yüzü– gizli kalır, sadece önümüzden geçip gidensiluetler görürüz ve kendi kendimize, işte bunun yüzünden,şunun yüzünden deriz. Mlle Vinteuil'ün davete gideceğiniöğrendiğimde, olayın açıklaması bu gibi gelmişti bana; üstelik

Page 253: Albertine Kay±p - Marcel Proust

Albertine benden önce davranıp sözünü etmişti. Hem sonrada, Mlle Vinteuil'ü görmenin onun için bir zevk olmayacağınayemin etmeyi reddetmemiş miydi? Ayrıca, delikanlıyla ilgiliolarak, unutmuş olduğum bir şeyi hatırladım. Kısa bir süreönce, Albertine bende kalırken rastlamıştım ona veBalbec'teki tutumunun aksine, bana aşırı kibar davranmış,yakınlık göstermiş, ziyaretime gelmesine izin vermemi ricaetmişti; çeşitli nedenlerden ötürü ricasını geri çevirmiştim.Şimdi anlıyordum ki, Albertine'in bende kaldığımbildiğinden, benimle samimiyet kurmak istemiş, bu sayederahatça eve gelip Albertine'i görebileceğini ve onu elimdenalabileceğini düşünmüştü; onun, alçağın teki olduğunahükmettim. Fakat delikanlının eserlerini izledikten bir süresonra, evime gelmeyi, Albertine' den ötürü istediği fikrindenvazgeçmedim elbette, ama bunu bir kabahat olarak görmeklebirlikte, bir zamanlar Doncieres'e, Saint-Loup'yu ziyaretegitmemin asıl sebebinin, Mme de Guermantes'a aşkımolduğunu hatırladım. Evet, koşullar farklıydı: Saint-Loup,Mme de Guermantes'a âşık olmadığına göre, benimdostluğumda, biraz riyakârlık bulunmakla birlikte, ihanetyoktu katiyen. Ama sonra düşündüm ki, arzuladığımız birşeyi elinde tutan kişiye beslediğimiz sevgiyi, o kişi, elindetuttuğu şeyi sevse de besleriz. Şüphesiz bu durumda,doğrudan ihanete varacak olan bir dostluğa karşı direnmekgerekir. Sanırım ben hep bunu yaptım. Ama bu direnişegirişecek gücü olmayanların, arzuladıkları şeyi elinde tutankişiye gösterdikleri yakınlığın, kurnazlıktan ibaret olduğusöylenemez; bu kişilerin yakınlığı samimidir ve bu yüzden de,sevgilerini öyle bir hararetle sergilerler ki, ihanete uğrayankoca veya âşık, öfke dolu bir şaşkınlıkla, "O alçağın sevgigösterilerini, itirazlarını görseydiniz! Birinin gelip insanın

Page 254: Albertine Kay±p - Marcel Proust

servetini çalmasını anlayabilirim. Ama önce onu, dostuolduğuna ikna etmesi, hayal edilemeyecek bir namussuzluk,bir sapıklık," der. Oysa bunda, ne sapıkça bir zevk vardır, nede açık seçik bir yalan. Albertine'in nişanlı adayının, o günbana gösterdiği sevginin bir mazereti daha vardı veAlbertine'e olan aşkının basit bir türevinden daha karmaşıktı.Ancak çok kısa bir süredir, kendini bir entelektüel olarakgörüyor, bunu kendine itiraf ediyor ve başkaları tarafından daöyle görülmek istiyordu. Spor ve eğlence dışındaki değerler,hayatında ilk kez yer alıyordu. Elstir'in, Bergotte'un takdirinikazanmış olmam, belki Albertine'in, benim yazarlarıdeğerlendirişimi, buradan yola çıkarak, kendim de bir yazarolabileceğimi kendisine anlatmış olması, birden beni, onun(nihayet keşfettiği yeni kişiliğinin) nazarında ilginç biri halinegetirmiş, benimle arkadaşlık etmekten hoşlanacağını,projelerini bana anlatabileceğini, belki benim aracılığımlaBergotte'la tanışabileceğini düşünmüştü. Bu yüzden de,ziyaretime gelmek istediğini söylerken samimiydi; gösterdiğiyakınlıkta, Albertine'in siluetinin yanı sıra, entelektüelnedenlerin de yarattığı bir samimiyet vardı. Şüphesiz, evimegelmeyi o kadar coşkuyla istemesinin tek sebebi bu değildi,bu uğurda her şeyden vazgeçmezdi. Ama gelmek isteyişininilk iki sebebini tutkulu bir doruğa ulaştıran sonuncu sebebi,belki kendi de bilmiyordu ve öteki iki sebep, gerçektendoğruydu; aynı şekilde, Albertine'in o öğleden sonra, MmeVerdurin'in evindeki provaya gitmek isteyişinde, gerçektençocukluk arkadaşlarını görmek gibi tamamen masum bir arzurol oynamış olabilirdi; onlar Albertine'i nasıl görüyorsa,Albertine de onları öyle görüyor, ahlâksız olduklarınıdüşünmüyordu; belki gerçekten de onlarla sohbet etmek,eskiden tanıdıkları zavallı kızcağızın, şimdi revaçtaki bir

Page 255: Albertine Kay±p - Marcel Proust

salona davet edildiğini kendilerine göstermek ve ayrıca,Vinteuil'ün müziğini dinlemek istemişti. Bütün bunlardoğruysa eğer, ben Mlle Vinteuil'den bahsettiğimde,Albertine'in yüzünün kızarmasının sebebi, benimöğrenmemem gereken evlenme teklifi yüzünden, o öğlesonrası davetini gizlemek istemiş olmasıydı. Albertine'in, odavette Mlle Vinteuil'le görüşmekten hoşlanmayacağına dairyemin etmeyi reddetmesi, o anda benim ıstırabımıkeskinleştirmiş, şüphelerimi pekiştirmişti, ama şimdi geriyedönüp baktığımda, masum bir konuda bile olsa, belki masumbir konu olduğu için, dürüst davranmak istediğinikanıtlıyordu. Bununla birlikte, Andree'nin, Albertine'leilişkileri konusunda söyledikleri vardı bir de. Andree'nin,Albertine'le birlikte yaptıklarını, sırf beni mutsuz etmek için,kendimi ondan üstün görmeyeyim diye tamamenuydurduğunu düşünecek kadar ileri gitmesem bile, birazabarttığını varsayabilirdim; öte yandan, Albertine de, benimbu konuda aptalca yaptığım tanımlardan ikiyüzlülükleyararlanıp, Andree'yle ilişkisinin, itiraf etmesi gerekenilişkiler sınıfına girmediğini ve inkâr etmekle yalan söylemişsayılmayacağını düşünerek, zihinsel kısıtlama yoluyla,yaptıklarını azımsamış olabilirdi. Peki, yalan söyleyenin,niçin Andree değil de, Albertine olduğunu düşünüyordum?Gerçek de, hayat da çok çetindi ve ikisini deöğrenememişken, bende bıraktıkları izlenim, belki deyorgunluğun ağır bastığı bir kederdi. Hatırladığım kadarıyla,Albertine konusunda mutlak bir kayıtsızlığa yaklaştığımı (bukez tam olarak başardığımı) üçüncü kez hissedişim,Andree'nin son ziyaretinden epeyce uzun bir süre sonra,Venedik'te oldu.

Page 256: Albertine Kay±p - Marcel Proust

Üçüncü Bölüm

Annem, beni birkaç haftalığına Venedik'e götürmüştü; –güzellik, en mütevazı şeylerde bulunabileceği gibi, en değerlişeylerde de bulunabileceğinden,– bir zamanlar Combray'desık sık yaşadığım izlenimleri andıran, ama tamamen farklı veçok daha zengin bir üslupta izlenimler tatmaktaydım. Sabahınonunda, panjurlarım açıldığında, Saint-Hilaire'in siyahmermer parlaklığındaki arduvazlarının yerine, San Marco çankulesinin, alev alev ışıldayan altın meleğini görüyordum.Parlak güneşte, neredeyse bakılamayacak kadar gözkamaştıran melek, iki yana açılmış kollarıyla, yarım saatsonra ineceğim Küçük Meydan'da, bir zamanlar iyi niyetliinsanlara müjdelediği mutluluktan daha kesin bir mutlulukvaat ediyordu bana. Yatağımda yatarken, melekten başka birşey göremiyordum, ama dünya, tek bir güneşli bölümünebakıp saati söyleyebildiğimiz dev bir güneş saatine benzediğiiçin, Venedik'teki ilk sabahımda, Combray'nin KiliseMeydanı'nda, pazar günleri, ben ayine giderken, iyice ısınmışolan güneşin altında, pazar yerindeki samanların kokusukeskinleşmişken, kapanmak üzere olan dükkânlar geldiaklıma. Ama ikinci günden itibaren, uyandığım andagördüğüm, beni yataktan kaldıran şey, (hafızamda vearzularımda Combray hatıralarının yerini almış olan)Venedik'teki ilk sabah gezintime ait izlenimler oldu;Venedik'te de gündelik hayat, en az Combray'deki kadargerçekti, Combray'deki gibi, pazar sabahı şenlikli bir sokağainmek bir zevkti, ama Venedik'te bu sokak, ılık esintilerinserinlettiği, baştan başa gökyakuttan bir suydu, rengi öyle

Page 257: Albertine Kay±p - Marcel Proust

dayanıklıydı ki, yorgun gözlerim, bakışlarını korkmadan burenge yaslayıp dinlenebiliyordu. Combray'deki L'OiseauSokağı'nın iyi yürekli sakinleri gibi, bu yeni kentin sakinleride, cadde üzerinde yan yana sıralanmış evlerden çıkıyorlardı;ama Venedik'liler sokağa çıktıklarında, ayaklarının dibinegölgesi düşen evler, somaki ve jasptan saraylardı; kemerlikapıların üzerindeki (Combray' deki kapı tokmakları gibihizayı bozan) sakallı tanrı başlarının gölgesi, toprağınkahverengisini değil, suyun harika mavisini koyultuyordu.Combray'de, moda mağazasının tentesiyle berber tabelasınınyapacağı gölge, San Marco Meydanı'nda, Rönesans cephekabartmalarının, güneşli taşların boşluğuna serptiği küçükmavi çiçeklerdi. Gerçi güneş tepeye çıktığında, Venedik'te de,tıpkı Combray'deki gibi, kanal kenarında storlar indiriliyordumecburen, ama Venedik'te storlar, gotik pencerelerin dörtyapraklı yoncalarıyla kıvrık dalları arasına geriliydi. Bupencerelerden biri de, otel odamızın penceresiydi; annem,pencere sütunlarının önünde kanalı seyrederek beni beklerkengösterdiği sabrı, bir zamanlar Combray'de, benden –halengerçekleşmemiş– beklentileri olduğu için beni ne kadarsevdiğini göstermek istemediği dönemde, gösteremezdi belki.Şimdi, görünürdeki soğukluğunun, hiçbir şeyideğiştiremeyeceğini hissediyordu; artık sakınmadangösterdiği sevgi, iyileşemeyeceği kesinleşmiş hastalardanesirgenmeyen yasak besinler gibiydi. Hiç şüphesiz, LeonieHalamın L'Oiseau Sokağı'na bakan penceresini, diğer bütünpencerelerden farklı kılan mütevazı özelliklerin, iki yanındakipencerelerden farklı mesafede oluşundan kaynaklananasimetrinin, ahşap pervazın aşırı yüksekliğinin, panjurlarıaçmaya yarayan kıvrık çubuğun, kordonla iki yanatutturulmuş parlak mavi satenden perdelerin, hepsinin,

Page 258: Albertine Kay±p - Marcel Proust

Venedik'teki otelde bir karşılığı vardı; Venedik'te de, öğleyemeğini yemek üzere döndüğümüz evimizi uzaktantanımamızı sağlayan, o evin, bir süre boyunca bizim evimizolduğunu gösteren kanıtlar gibi hafızamıza yerleşen o özel,anlamlı sözleri işitiyordum, ama Venedik'te bu sözlerisöylemek, Combray'deki ve aşağı yukarı her yerdeki gibi, enbasit, hattâ en çirkin şeylere değil, bütün müzelerde, resimlisanat kitaplarında, ortaçağ konut mimarisinin şaheserlerindenbiri olarak kopyalarını gördüğümüz bir cephenin yarı-Arapsivri kemerine düşüyordu; çok uzaktan, daha San GiorgioMaggiore'yi geçer geçmez, beni görmüş olan bu sivri kemerlipencereyi fark ediyordum, coşkuyla yükselen eğrisi,hoşgeldin tebessümüne, daha yüce, neredeyse anlaşılmamışbir bakışın seçkinliğini katıyordu. Annem, o rengârenkmermer sütunların ardında kitap okuyarak, beyaz tülüyle,(oteldeki insanların karşısına "iyi giyimli" çıkma kaygısındançok, bana matemde değilmiş, o kadar üzülmüyormuş,büyükannemin ölümünü neredeyse atlatmış gibi görünmekiçin, hasır şapkasına, gözyaşlarını gizleyerek taktığınısezdiğimden, saçlarının beyazı kadar yürek parçalayıcıbulduğum beyaz tülüyle) beni beklediği için; beni ilk andatanıyamayıp, ben gondoldan seslenince, kalbininderinliklerinden bana doğru gönderdiği sevgi, ancak kendisinitaşıyabilecek madde sona erdiğinde, yani tutkulu bakışlarındadurduğu için; bana mümkün olduğunca yaklaştırmayaçalıştığı sevgisi, öğle güneşinin aydınlattığı sivri kemerlipencerenin ağırbaşlı tebessümünün çerçevesinde, sayvanıaltında, annemin dudaklarındaki tebessümle, bir öpücük gibibana uzandığı için, o pencere hafızamda özel bir yer edindi;bizimle aynı anda, yanı başımızda, belirli bir zamanı bizimlepaylaşmış olan şeylerin hoşluğunu kazandı; bölmeli

Page 259: Albertine Kay±p - Marcel Proust

çerçeveleri harikulade biçimlerle bezenmiş de olsa, o ünlüpencere, benim nazarımda, hâlâ, bir ay boyunca aynısayfiyede bulunduğumuz, bize dostluk göstermiş olan birdâhinin samimi görüntüsüne sahiptir; o zamandan bu yana, bupencerenin kalıbını ne zaman bir müzede görsem,gözyaşlarımı tutmak zorunda kalışımın tek sebebi de, bana ençok dokunabilecek sözler olan şu sözleri söylemesidir:"Annenizi çok iyi hatırlıyorum."

Pencereden ayrılmış olan annemle buluşmak üzere,dışarının sıcaklığını arkamda bıraktığımda da, bir zamanlarCombray'de, odama çıkınca hissettiğim serinlik duygusunuyaşıyordum; ama Venedik'te bu serinliği yaratan, bir denizesintisiydi, dar basamaklı küçük bir ahşap merdivende değil,güneşin tirşe yeşili alevleriyle yaladığı, Chardin'den vaktiylealdıkları yararlı bilgilerle, Veronese'nin öğrettiklerinibirleştiren mermer basamakların soylu yüzeylerinde gezinenbir esintiydi. Venedik'te, bize gündelik hayata ait izlenimleriyaşatmak, sanat eserlerinin, harika güzelliklerin göreviolduğuna göre, bazı ressamların en ünlü Venedikmanzaralarının, soğuk bir estetiğe sahip olduğu bahanesiyle,(Maxime Dethomas'nın olağanüstü eskizlerini istisna kabuledelim,) Venedik'i, sadece ihtişamının ortadan kaybolduğuyoksul görüntüsüyle resmetmek, Venedik'i daha samimi vegerçek kılmak için, Aubervilliers'ye benzetmek, şehrinkişiliğini görmezden gelmektir. Bazı büyük sanatçılar, kötüressamların sahte Venedik'ine doğal bir tepki olarak,Venedik'in sadece daha gerçek buldukları mütevazımeydancıklarına, ıssız küçük kanallarına eğilme hatasınadüşmüşlerdir. Öğleden sonraları, annemle çıkmamışsam, çoğukez, ben de bu Venedik'i keşfediyordum. Orada, halktankadınlara rastlamam daha kolay oluyordu; kibritçi kızları, inci

Page 260: Albertine Kay±p - Marcel Proust

dizenleri, cam veya dantel işinde çalışan kızları, püsküllü, irisiyah şallarıyla genç işçi kızları sevmemi engelleyen hiçbirşey yoktu, çünkü Albertine'i epeyce unutmuştum, amabazılarını diğerlerinden daha çekici bulacak kadar dahatırlıyordum. Zaten Venedikli kadınların arasındaki bututkulu arayışta, bizzat bu kadınların veya Albertine'in ya daVenedik'e gitmek için çok eskiden beri duyduğum arzunun,tam olarak ne kadar yer kapladığını kim saptayabilirdi ki? Enufak arzularımız bile, bir akor kadar kendine has olmaklabirlikte, bütün hayatımızın temeli olan notaları içindebarındırır. Ara sıra, bu notalardan, hiç duymadığımız,bilincinde olmadığımız birini, peşinde koştuğumuz nesneylehiç bağlantısı olmayan birini atacak olsak, o nesneyeduyduğumuz arzunun tamamen silinip gittiğini görürdük.Venedikli kadınların peşinde koşma heyecanımın içinde,ayıklamaya çalışmadığım birçok unsur vardı. Gondolumküçük kanallarda ilerliyordu; küçük kanallar, bu Doğuşehrinin dolambaçlarında bana yol gösteren bir cininesrarengiz eli gibi, ilerledikçe Magrip tarzı küçük pencereli,çok katlı evleri, incecik itibari bir çizgiyle belli belirsizayırarak böldükleri bir semtin ortasında, bana yol açıyorlardıadeta; sihirli rehberim, sanki elindeki mumla yoluaydınlatırmış gibi, sular, önümüzü aydınlatan güneş ışınlarınayol açıyordu. Küçük kanal az önce aralamış olmasa, tek birkütle halinde duracak olan yoksul konutların arasında, hiçbirboşluk bırakılmadığı seziliyordu. Bu yüzden, kilisenin çankulesi, sular altında kalmış kentlerdeki gibi, kanalın hemenkenarından dimdik yükseliyor, bahçelerin asma çardakları,suyun üstüne sarkıyordu. Ama tıpkı Büyük Kanal' daki gibi,deniz, ulaşım işlevini o kadar iyi yürütüyordu ki, bu kalabalıkve yoksul eski mahallede, küçük kanalın her iki kenarında,

Page 261: Albertine Kay±p - Marcel Proust

mütevazı, çok kullanılan, gerekliliklerinin ve çok sayıdayoksul insanın giriş çıkışının damgasını taşıyan kiliseleryükseliyordu; kanalın yardığı bahçelerde, şaşkın yapraklar,meyveler suda sürükleniyor, yeni doğranmışçasına pürtüklü,kabaca yontulmuş kumtaşından bir evin duvarında oturançocuklar, gondolun geçişine şaşırıp, dengelerini korumayaçalışıyor, iki kanadı ayrılıp suyun geçmesine izin verenhareketli bir köprünün üzerine oturmuş tayfalar misali,bacaklarını dimdik aşağı uzatıyorlardı. Bazen, bir kutuyu açıpiçinde bir sürpriz bulmuşuz gibi, aniden daha güzel bir yapıçıkıyordu karşımıza; Korent sütunları ve alınlığındakialegorik heykeliyle, fildişinden küçük bir tapınak, bu sıradanortamda, yolunu şaşırmış gibi bir garip duruyordu, çünkü bizher ne kadar ona yer açsak da, kanalın ona ayırdığı sütunlugiriş, pazarcıların kullandığı bir yük iskelesine benziyordu.Sanki dışarıda değilmişim, gizli bir şeyin derinliklerine nüfuzetmekteymişim gibi, arzuyla pekişen bir izlenim yaşıyordum;çünkü her defasında, ya sağımda ya solumda, yeni bir şeybuluyordum; küçük anıtlar, beklenmedik meydancıklar, ilkkez gördüğümüz, amacını, kullanımını anlayamadığımızgüzel şeylerin şaşkın görüntüsünü sergiliyordu. Dönüşte,daracık sokaklarda yürüyor, halktan kızların yolunukesiyordum; Albertine'in de aynı şeyi yapmış olabileceğinidüşünüp, yanımda olmamasına hayıflanıyordum. Ama bunlaraynı kızlar olamazdı; Albertine'in Venedik'e geldiği zamanlar,henüz çocuktular muhtemelen. Ne var ki, eskiden, kendinehas tek bir arzu olarak gördüğüm bütün arzularıma,korkaklığım yüzünden, temelde ihanet etmiş, bulmaktanumudu kestiğim nesnenin aynısını değil, benzerini aramışken,şimdi, hem bir zamanlar arzuladığım kadınların peşine artıkdüşmüyor, hem de düzenli olarak, Albertine'in bizzat

Page 262: Albertine Kay±p - Marcel Proust

tanımadığı kadınları arıyordum. Meseglise'li veya Parisli birgenç kızı, Balbec'e ilk yolculuğumda, sabah vakti, bir dağıneteğinde gördüğüm sütçü kızı, görülmedik şiddette bir arzuylahatırladığım oluyordu elbette. Ama ne yazık ki, o zamankihalleriyle hatırlıyordum, şimdi öyle olmadıkları kesindi. Nasılbir zamanlar, arzuların tekliği konusundaki izlenimlerimiyumuşatarak, gözden kaybettiğim bir rahibe okuluöğrencisinin yerine, ona benzer bir başkasını aradıysam,şimdi de benim veya Albertine'in yeniyetmeliğini altüst etmişkızları bulabilmek için, arzunun tekliği ilkesine bir aykırılığıdaha kabullenmem gerekiyordu: Aramam gereken kızlar, ozaman on altı yaşında olan kızlar değil, bugün on altı yaşındaolanlardı, çünkü şimdi, o insana has, yakalayamadığımözellikler olmayınca, sevdiğim şey, gençlikti. Tanımışolduğum kızların gençliğinin, artık sadece benim ateşlihafızamda var olduğunu ve gerçekten gençliği, taze çiçekleritoplamak istiyorsam, hafızam tanıdığım kızların suretinikarşıma çıkardığında, onlara ulaşmayı ne kadar arzulasam da,onları toplamamam gerektiğini biliyordum.

Annemle Küçük Meydan'da buluştuğumuzda, güneş hâlâtepede oluyordu. Bir gondol çağırıyorduk. Annem, "Zavallıbüyükannen olsa, bu yalın ihtişamı ne kadar beğenirdi!"diyerek, mimarının armağanı olan ve ortadan kaybolandüklerini sessizce beklerken, sadakatle koruduğu düşünceliifadeyle denizi seyreden düklük sarayım gösteriyordu."Yapmacık olmadığı için, bu tatlı pembe tonlarını bileseverdi. Büyükannen Venedik'i görse, hayran olurdu, hiçbirdüzenlemeye ihtiyaç göstermeden, oldukları gibi duraneserlerle dolu bütün bu güzelliklerde, Düklük Sarayı'nınkübik biçiminde, Küçük Meydan'ın ortasındaki, Herodes'insarayına ait olduğunu söylediğin sütunlarda, daha da tesadüfi,

Page 263: Albertine Kay±p - Marcel Proust

sanki yer bulunamadığı için oraya bırakılmış gibi görünenAkkâ Kalesi direklerinde ve San Marco'nun galerisindeki oatlarda, tabiatla yarışabilecek bir teklifsizlik bulurdu. DüklükSarayı'nın üzerinde batan güneşi seyretmekten, bir dağınardındaki güneş batışını seyredermişçesine zevk alırdı."Gerçekten de, annemin söylediklerinde bir doğruluk payıvardı; dönüş yolunda, gondolumuz Büyük Kanal'dangeçerken, iki yanımızda sıralanan sarayların, ışığı ve saatipembe cephelerinde yansıtışını, güneş ışınlarının açısıdeğiştikçe değişen görünümlerini seyrediyorduk; özelkonutlarla ünlü anıtlardan çok, akşamüzeri güneş batışınıseyretmek üzere sandalla gezintiye çıkınca önünden geçilenmermer falezleri andırıyorlardı. Kanalın iki yanına sıralanmışbinalar, bu halleriyle, bir doğa manzarasını, ama doğanıninsana özgü bir hayalgücüyle oluşturduğu bir manzarayıgetiriyorlardı akla. Ama aynı zamanda, (Venedik'in,neredeyse denizin ortasında, gelgitin günde iki kezhissedildiği, sarayların görkemli dış basamak karını,kabarınca örtüp alçalınca açığa çıkaran sularda, daima kentselizlenimler uyandırması yüzünden,) tıpkı Paris'inbulvarlarında, Champs-Elysees'de, Boulogne Ormanı'nda,moda olan her geniş caddedeki gibi, akşamın altın tozunabulanmış ışığında, seçkin ve şık kadınlarla karşılaşıyorduk;hemen hepsi yabancı olan bu hanımlar, yüzen arabalarınınminderlerine rahatça yaslanarak peş peşe diziliyor, ziyaretedecekleri hanım arkadaşın oturduğu sarayın önünde duruyor,evde olup olmadığını sordurup, her ihtimale karşı, sankiGuermantes Konağı'nın önündeymişler gibi, kapıyabırakılmak üzere kartvizitlerini hazırlıyorlar, cevabıbeklerken, bir yandan da kılavuz kitaplarını karıştırıp, sarayınhangi döneme ve üsluba ait olduğuna bakıyorlar, mavi bir

Page 264: Albertine Kay±p - Marcel Proust

dalganın tepesindeymişçesine, dans eden gondolla çınlayanmermer arasına sıkışıp ürken pırıltılı suyun şahlanışıylasarsılıyorlardı. Böylece, sırf bir ziyarete veya alışverişeçıkmak bile, Venedik'te üçlü ve eşsiz bir gezintiyedönüşüyordu; basit bir sosyal ziyaret, aynı zamanda bir müzeziyaretinin ve deniz yolculuğunun şekline ve büyüsünebürünüyordu.

Büyük Kanal'ın kenarındaki sarayların birçoğu, oteledönüştürülmüştü; bir akşam, değişiklik olsun diye veya oradakarşılaştığımız, annemin de yemeğe davet ettiği MmeSazerat'ya nezaketen –her yolculukta karşımıza beklenmedik,münasebetsiz bir ahbap çıkar– kendi otelimizde değil,restoranı daha iyi olduğu iddia edilen başka bir otelde yemekyemeye karar verdik. Annem, gondolcuya parasını verip MmeSazerat'yla birlikte, ayırtmış olduğu küçük salona geçerken,ben restoranın güzel mermer sütunlu, bir zamanlar boydanboya fresklerle kaplı olan, ama kötü restore edilmiş büyüksalonuna bir göz atmak istedim. İki garson, aralarındaİtalyanca konuşuyorlardı.

"İhtiyarlar odalarında mı yiyecekler? Önceden habervermiyorlar ki. Çok can sıkıcı, masalarını ayırmam gerekipgerekmediğini bilemiyorum (non so se e bisogna conservarloro la tavola). Aşağı inip masalarını dolu bulsunlar dagörsünler! Bu kadar şık bir otele bu forestiere'ler’i[1] nasılkabul ediyorlar, anlamıyorum. Buraya ait insanlar değiller."

Garson, bu küçümseyici tavrına rağmen, masayla ilgiliolarak ne yapacağına karar vermek istiyordu, tam asansörcüçocuğu odaya gönderip sorduracakken, cevabını aldı: Yaşlıhanımın salona girdiğini gördü. Yılların ağırlığının verdiğihüzünlü ve yorgun havaya, çehresini kaplayan kırmızı

Page 265: Albertine Kay±p - Marcel Proust

egzema lekelerine rağmen, mutat bonesi ve W*** yapımı,ama cahillerin gözünde yaşlı bir kapıcının ceketinden farksızolan siyah ceketiyle, Villeparisis Markizi'ni tanımakta güçlükçekmedim. Tesadüf eseri, benim ayakta, bir freskinkalıntılarını incelemek üzere yanında durduğum güzelmermer sütunlar, Mme de Villeparisis'nin oturduğu masanıntam arkasına düşüyordu.

"M. de Villeparisis de çok geçmeden inecek demek ki. Biraydır buradalar, sadece bir kere ayrı yediler," dedi garson.

Markizin birlikte seyahat ettiği, M. de Villeparisis dedikleriakrabasının kim olabileceğini kestirmeye çalışırken, Mme deVilleparisis'nin eski âşığı M. de Norpois'nın, masaya doğruilerleyip markizin yanına oturduğunu gördüm.

M. de Norpois'nın ilerlemiş yaşı, sesinin tınısınızayıflatmış, buna karşılık, eskiden o kadar ölçülü olan lisanı,gerçek bir aşırılık kazanmıştı. Bunun nedenini, belkigerçekleştirmeye pek zamanı olmadığını hissettiği için iyiceşiddetlenen, alevlenen hırslarında, belki de, dönmeye canattığı siyasetin dışında bırakıldığından, arzunun verdiğisaflıkla, yerine geçme iddiasında olduğu kişileri, acımasızeleştirileri sayesinde, mevkilerinden uzaklaştırabileceğineinanmasında aramak gerekiyordu. Aynı şekilde, kimisiyasetçilerin, kendilerinin yer almadığı bir hükümetin, üçgünlük ömrü olduğuna inandığını görmüşüzdür. Öte yandan,M. de Norpois'nın, diplomasi lisanının geleneklerini tamamenunuttuğunu zannetmek de abartılı olur. İleride göreceğimizgibi, "önemli meseleler" söz konusu olduğunda, M. deNorpois, bizim tanıdığımız adam oluveriyordu, ama diğerzamanlarda, kimi seksenlik ihtiyarlarda görülen ve artık fazla

Page 266: Albertine Kay±p - Marcel Proust

zarar veremeyecekleri kadınlara saldırmalarına yol açanbunak şiddetiyle, önüne gelene içini boşaltıyordu.

Mme de Villeparisis, birkaç dakika boyunca, yaşınınverdiği yorgunlukla geçmişin hatıralarından şimdiki zamanageçmekte zorluk çeken yaşlı bir kadının suskunluğunukorudu.

Sonra, süregelen karşılıklı bir aşkın damgasını taşıyanpratik konulara girdi:

— Salviati'ye uğradınız mı?

— Evet.

— Yarın gönderecekler mi?

— Kâseyi ben alıp getirdim. Yemekten sonra gösteririm.Şu mönüye bir bakalım.

— Benim Süveyş Kanalı hisselerimle ilgili talimat verdinizmi?

— Hayır, Borsa şu sıralar petrol hisselerine kilitlenmişdurumda. En önde giden sektör. Royal Dutch üç bin franklıkyeni bir fırlama kaydetmedi. Rayicin kırk bin frangayükselmesi bekleniyor. Bana sorarsanız, o kadar beklememeklazım. Ama piyasadaki olumlu durum göz önüne alınırsa,acele etmenin anlamı da yok. İşte mönü. Antre olarakbarbunya var, alalım mı, ister misiniz?

— Ben isterim, ama size yasak. Onun yerine risotto isteyin.Ama yapmayı beceremiyorlar.

— Önemli değil. Garson, hanımefendiye barbunya, bana dabir risotto getirin önce.

Page 267: Albertine Kay±p - Marcel Proust

Bu konuşmanın ardından, tekrar uzun bir sessizlik oldu.

"Bakın, size gazeteleri getirdim, Corriere della Sera,Gazzetta del Popolo, hepsi var. Biliyor musunuz, diplomasidebüyük hareketlilik bekleniyor, ilk günah keçisi de Paleologueolacak, Sırbistan'daki yetersizliği apaçık ortada. Onun yerineLoze atanabilir, o zaman Konstantinopolis'te boşluk olur. Nevar ki," diye hemen ekledi M. de Norpois acı bir ifadeyle,"İngiltere'nin, ne olursa olsun, daima son sözü söyleyeceğikuşku götürmeyen, bu çaptaki bir büyükelçilik söz konusuolduğunda, gözü kapalı faka basacak genç nesil diplomatlaradeğil, müttefikimiz İngiltere'nin düşmanlarıyla başaçıkabilecek, tuzağa düşmeyecek, tecrübeli kişilere başvurmakdaha akıllıca olurdu." Bu son sözleri tumturaklı bir öfkeyletelaffuz etmesinin başlıca sebebi, gazetelerin, M. deNorpois'nın tavsiyesine uyup onun ismini geçirmek yerine,"favori isim" olarak, genç Dışişleri Bakanı'nı göstermeleriydi."Tanrı biliyor, yaşını almış kişiler, binbir türlü dolambaçlımanevra yapıp, eninde sonunda beceriksiz sayılacak birtakımacemilerin yerlerini kapma heveslisi değiller! Ben bu deneyciyönteme bağlı, sözde diplomatları çok iyi bilirim, örnekleriniçok gördüm, hepsinin de, bir nabız yoklamasına bağladıklarıbütün umutlarını çabucak suya düşürmüşümdür. Hiç şüpheyok ki, hükümet, dizginleri delidolu ellere teslim edecekkadar sağduyudan mahrumsa eğer, görev başına çağrısınakoşacak bir acemi, mutlaka bulunur. Ama kim bilir," dedi M.de Norpois, kimden bahsettiğini çok iyi bilirmiş gibi biredayla, "günün birinde, bilgili, cesur ve tecrübeli biriniaradıklarında da, aynı şey olabilir. Herkesin görüşü ayrıolabilir, bana sorulursa, Konstantinopolis'teki görevi kabuletmeden önce, Almanya'yla aramızdaki, çözümebağlanmamış meselelerin halledilmesi gerekir. Bizim kimseye

Page 268: Albertine Kay±p - Marcel Proust

bir borcumuz yok, altı ayda bir, entrikayla, dalavereyle, itirazetmemize rağmen, şu veya bu konuda kendilerini aklamamızıistemeleri, her seferinde satın alınmış basın organlarıtarafından desteklenmeleri, kabul edilecek şey değil. Bugidişe bir son vermek gerekiyor; doğal olarak, kendini vedeğerini kanıtlamış, deyim yerindeyse imparatora sözü geçenbiri, anlaşmazlığı sona erdirme konusunda daha yetkiliolacaktır."

Yemeğini bitirmek üzere olan bir beyefendi, M. deNorpois'yı selamladı.

"Aa, Prens Foggi," dedi marki. "Ya! Kimden bahsettiğinizitam çıkaramadım," dedi Mme de Villeparisis, içini çekerek.

— Gayet iyi tanıyorsunuz. Prens Odon. KuzininizDoudeauville'in eniştesi. Onunla birlikte, Bonnetable'da avaçıktığımı hatırlıyorsunuz, değil mi?

— Ya! Odon, resim yapan değil miydi?

— Yok canım, o değil, Grandük N***'nin kız kardeşiyleevlenen.

M. de Norpois, bütün bunları, öğrencisinden hoşnutolmayan bir hocanın aksi tavrıyla söylüyor, mavi gözleriniMme de Villeparisis'den ayırmıyordu.

Prens kahvesini içip sofradan kalktığında, M. de Norpoisda ayağa kalkıp hızlı adımlarla yanına gitti, gösterişli birjestle kenara çekilip arka plana geçerek, prensi Mme deVilleparisis'ye takdim etti. Prensin onlarla birlikte oturduğubirkaç dakika boyunca, M. de Norpois, eski bir âşığın tatlı-sertliğiyle, ama daha ziyade, markizin, hem hoşlandığı, hemde korktuğu aykırı konuşmalardan birine girişmesinden

Page 269: Albertine Kay±p - Marcel Proust

endişe duyarak, mavi gözlerini bir an bile Mme deVilleparisis'den ayırmadı. Mme de Villeparisis prense yanlışbir şey söylediğinde, hemen hatasını düzeltiyor, bitkin veitaatkâr markizi, bir manyetizmacı gibi, sürekli göz hapsindetutuyordu.

Bir garson yanıma gelip annemin beni beklediğini haberverdi; annemlerin yanına döndüm ve Mme de Villeparisis'yigörünce oyalandığımı söyleyerek Mme Sazerat'dan özürdiledim. Mme Sazerat markizin adını duyunca benzi soldu;bayılacakmış gibiydi. Kendini toparlamaya çalışarak sordu:

— Mme de Villeparisis, yani Mlle de Bouillon mu?

— Evet.

— Onu bir saniyecik de olsa, görmem mümkün mü acaba?Hayattaki en büyük hayalim bu.

— Öyleyse hiç vakit kaybetmeyin hanımefendi, çünküyemeğini bitirmek üzere. Peki ama, niçin bu kadar ilginiziçekiyor?

— Mme de Villeparisis, ilk evliliği sırasında, HavreDüşesi'ydi, bir melek kadar güzel, şeytan kadar fesattı,babamı çıldırttı, iflas ettirdi ve sonra da terk ediverdi. Evet,babama aşağılık bir fahişe gibi muamele etmiş, onunyüzünden ben ve ailem yoksulluk içinde Combray'de yaşamışolabiliriz, ama babam öldükten sonra, zamanının en güzelkadınını sevmiş olması, benim için bir teselli oldu; kendisinihiç görmedim, her şeye rağmen görmek isterdim "

Heyecandan tir tir titreyen Mme Sazerat'yı restoranagötürüp Mme de Villeparisis'yi gösterdim.

Page 270: Albertine Kay±p - Marcel Proust

Ne var ki, bakışlarını yanlış noktaya yönelten körler gibiMme Sazerat'nın bakışları da, Mme de Villeparisis'ninmasasında durmayıp salonda geziniyordu.

"Gitmiş olmalı, dediğiniz yerde yok, göremiyorum."

Mme Sazerat, bunca zamandır hayalinde yaşattığı, hemnefret edip hem taptığı görüntüyü aramaya devam ediyordu.

— Orada işte, ikinci masada.

— Aynı yerden saymaya başlamıyoruz demek ki. Benimikinci diye saydığım masada, yaşlı bir beyefendiyle kısaboylu, kambur, pancar suratlı, çirkin bir kadın var sadece.

— O işte.

Bu arada, Mme de Villeparisis'nin ricası üzerine, M. deNorpois, Prens Foggi'yi masaya davet ettikten sonra, üçüarasında dostça bir konuşma başlamıştı; siyasetten bahsedildi,prens, hükümetin kaderiyle ilgilenmediğini ve Venedik'te enaz bir hafta daha kalacağını belirtti. Bu zaman zarfında,hükümet bunalımı tehlikesinin tamamen atlatılmış olacağınıumuyordu. Prens Foggi, ilk anda M. de Norpois'nın bu siyasimeselelerle ilgilenmediğini zannetti, çünkü o ana kadarfikirlerini hararetle dile getirmiş olan M. de Norpois, ansızınmeleksi bir sessizliğe gömülmüştü adeta; bu sessizlik,Mendelssohn'un veya Cesar Franck'ın masum, melodik birşarkısıyla bozulabilirdi ancak. Prens ayrıca bu sessizliğin, birİtalyan'la İtalya'ya ait meseleleri konuşmak istemeyen Fransızölçülülüğünden de kaynaklandığını düşündü. Oysa prenstamamen yanılıyordu. Suskunluk ve kayıtsız bir eda, M. deNorpois'da, öteden beri, ölçülülük işareti değil, önemlimeselelere müdahale edeceğinin mutat belirtisi olmuştu.Markinin gözü yüksekte, Almanya'yla sorunların çözülmesi

Page 271: Albertine Kay±p - Marcel Proust

önkoşuluyla, Konstantinopolis'teydi; bunun için de, Romahükümetini zorlamaya niyetliydi. Marki, uluslararası düzeydebir başarının, meslek hayatının doruk noktası olabileceğini,hattâ belki yeni mevkilerin, henüz vazgeçmediği zorgörevlerin başlangıcı da olabileceğini düşünüyordu. Çünküyaşlılık, ilk başta, bizi bir şeyi yapmaktan âciz kılar, amaarzulamaktan âciz kılmaz. Çok uzun yaşayan insanlar, ancaküçüncü aşamada, nasıl eylemden vazgeçmek zorundakaldılarsa, arzudan da vazgeçerler. Onca kez kazanmaumuduyla girdikleri anlamsız seçimlere, meselacumhurbaşkanlığı seçimlerine katılmazlar bile. Sokağaçıkmak, yemek yemek ve gazeteleri okumakla yetinir,tükendikten sonra da yaşamaya devam ederler.

Prens, markiyi rahatlatmak ve onu bir yabancı gibigörmediğini göstermek için, halihazırdaki başbakanın yerinikimlerin alabileceğinden bahsetmeye koyuldu. Yenibaşbakanın işi zor olacaktı. Prens Foggi, başbakanlıkyapabileceğini düşündüğü yirmiden fazla siyasetçinin isminisaydıktan sonra, bütün bu isimleri, mavi gözleri yarı kapalı,hiç kıpırdamadan dinlemiş olan eski büyükelçi, nihayetsessizliğini bozdu; söylediği sözler, j yirmi yıl boyunca,konsolosluk sohbetlerine malzeme edilecek, sonra da, herkestarafından unutuldukları sanılırken, bir gazetede, bu unutuşsayesinde yeniden sansasyon yaratarak, yazısını "Bir Bilen"veya "Bir Şahit" ya da "Machiavelli" diye imzalayan bir şahıstarafından tekrar gün ışığına çıkarılacaktı. Dediğimiz gibi,Prens Foggi, sağır bir adam kadar kıpırtısız ve suskun durandiplomatın karşısında, yirmiden fazla isim saydıktan sonra,M. de Norpois, başını hafifçe kaldırdı ve en önemli sonuçlaragebe diplomatik müdahalelerinde kullanmış olduğu kalıpla,ama bu kez daha büyük bir cesaretle ve biraz daha uzatarak,

Page 272: Albertine Kay±p - Marcel Proust

zekice bir soru sordu: "Peki, M. Giolitti'nin ismi hiç anılmadımı?" Bu sözlerin üzerine, Prens Foggi'nin gözünün önündekiperde kalktı, ilahi bir mırıltı geldi kulağına. Hemen ardından,M. de Norpois, başka konularda konuşmaya başladı; nasılBach'ın harika bir aryasının son notası da çalındıktan sonra, iyüksek sesle konuşmaktan, vestiyere gidip eşyalarımızıalmaktan çekinmezsek, o da artık ses çıkarmaktançekinmiyordu. Hattâ prensten, kral ve kraliçeyi görmefırsatını bulduğunda, majestelerine derin saygılarınısunmasını rica ederek, farkı iyice vurguladı; bu kapanışcümlesi, bir konserin sonunda, "Belloy Sokağı'ndan arabacıAuguste" diye seslenmek gibi bir şeydi. Prens Foggi'ninizlenimlerini tam olarak bilemiyoruz. "Peki, M. Giolitti'ninismi hiç anılmadı mı?" gibi bir inciyi duymuş olmaktan ötürühavalarda uçuyordu muhtemelen. Çünkü M. de Norpois, tıpkıbazı yaşlı müzisyenlerin, diğer alanlarda geriledikleri halde,oda müziğinde o güne kadar sahip olmadıkları bir ustalığaulaşıp, son nefeslerine kadar da sürdürmeleri gibi, yaşlanıncaen üstün meziyetlerini kaybetmiş olmasına karşılık, bu kısasüreli "cesaret gösterileri"ni mükemmelleştirmişti.

Bildiğimiz şu ki, Venedik'te iki hafta daha kalmayıplanlayan Prens Foggi, derhal o gün Roma'ya döndü ve birkaçgün; sonra, daha önce de bahsetmiş olabileceğimiz,Sicilya'daki toprakları konusunu görüşmek üzere, kralınhuzuruna kabul edildi. Hükümet, beklenenden daha uzun birsüre sonra düştüğünde, kral, yeni hükümetin başına kimingeçmesinin uygun olacağını çeşitli devlet adamlarına danıştı.Sonra M. Giolitti'yi çağırttı ve o da görevi kabul etti. Üç aysonra, Prens Foggi'yle M. de Norpois arasındaki görüşme birgazetede yayımlandı. Konuşma, aynı bizim aktardığımızşekilde anlatılıyor, yalnız, "M. de Norpois zekice bir soru

Page 273: Albertine Kay±p - Marcel Proust

sordu," yerine, "o kendine has, zeki ve büyüleyicitebessümüyle şu sözleri söyledi," deniliyordu. M. de Norpois,"zekice"nin, bir diplomat için yeterli bir patlayıcı güce sahipolduğunu düşünüyor, yapılan eklemeyi, en azından yersizbuluyordu. Dışişleri Bakanlığı'ndan resmi bir tekzip istemişti,ama Dışişleri, ne yapacağını bilemiyordu. Görüşme gazetedeyayımlandığından beri, M. Barrere, Paris'e saat başı telgrafçekip bu gayriresmi İtalya büyükelçisinden yakınıyor, budurumun, bütün Avrupa'da hoşnutsuzlukla karşılandığınıbelirtiyordu. Böyle bir hoşnutsuzluk mevcut değildi, amaçeşitli büyükelçiler, kibarlıklarından ötürü, herkesin isyanettiğini söyleyen M. Barrere'i yalanlamıyorlardı. Sadece kendidüşüncelerine kulak veren M. Barrere, bu nezaket sessizliğinionay zannedip, derhal Paris'e bir telgraf çekiyordu: MARKVISCONTI-VE-NOSTA'YLA BİR SAAT SÜREN BİRGÖRÜŞME YAPTIM, vs. Sekreterleri bitkin düşmüştü.

Bununla birlikte, M. de Norpois'yı sonuna kadardestekleyen, daha 1870 yılında, bir Alman başkentindeortaelçiyken, M. de Norpois'ya yararı dokunmuş olan çok eskibir Fransız gazetesi vardı. Bu gazete (özellikle de imzasızbaşyazıları), ustalıklı üslubuyla ünlüydü. Ama (o eskigünlerde başmakale diye adlandırılan) başyazı, aksine kötüyazılmışsa, bitmek bilmeyen kelime tekrarlarıyla doluysa,gazete daha çok ilgi çekerdi. O zaman herkes, makalenin"ilham"la yazıldığını hissedip heyecanlanırdı. İlhamı veren,M. de Norpois da olabilirdi, dönemin bir başka önemlişahsiyeti de. İtalya olayına ilişkin, önceden bir fikir vermekamacıyla, M. de Norpois'nın, aynı gazeteden 1870'te nasılyararlandığını anlatalım; savaş her şeye rağmen patlakverdiğine göre, yararlanamadığı düşünülebilir, ama herşeyden önce kamuoyu oluşturmak gerektiği varsayımıyla yola

Page 274: Albertine Kay±p - Marcel Proust

çıkan M. de Norpois, etkin bir biçimde yararlandığıkanısındaydı. Her kelimesi tartılmış olan makaleleri, birhastanın ölümünden hemen önce yazılmış iyimser raporlargibiydi. Örneğin 1870'te, savaşın ilan edilmesinden önce,seferberlik hemen hemen tamamlanmışken, M. de Norpois(elbette geri planda durarak), bu ünlü gazeteye, aşağıdakibaşyazıyı göndermeye kendini mecbur hissetmişti:

"Yetkili çevrelerde, dün öğle sonrası saatlerindenitibaren, durumun, elbette tehlikeli değilse de ciddi, hattâbazı açılardan kritik denebilecek bir boyut kazandığıkanısı hüküm sürmekte. Norpois Markisi'nin, deyimyerindeyse mevcut sürtüşmenin çeşitli nedenlerini, kararlıve uzlaşmacı bir anlayış içinde ve tamamen somutbiçimde incelemek amacıyla, Prusya orta elçisiyle birçokkez görüştüğü biliniyor. Ne yazık ki, iki ortaelçinin,diplomatik bir vasıtaya temel olabilecek bir formülüzerinde anlaştıkları yolunda bir haber, gazetenin basımagirdiği saate kadar elimize ulaşmadı."

"Son dakika haberi: İyi haber alan kaynaklar, Fransa-Prusya ilişkilerinde sevindirici bir gelişme görüldüğünü,gerginliğin biraz azaldığını bildirmekte. M. deNorpois'nın, İngiltere Ortaelçisiyle unter den Linden[2]

buluşmuş ve yirmi dakika süren bir görüşme yapmışolmasının üzerinde duruluyor. Gelişmenin tatminkâr(befriedigend) olduğu bildiriliyor." Ertesi günkübaşyazıda, şu sözler yer alıyordu: "Fransa'nın tartışılmazhaklarını savunmadaki becerisine ve kararlılığına herkesinsaygı duyduğu M. de Norpois'nın bütün esnekliğinerağmen, ilişkilerde bir kopuşun önüne geçme ihtimalikalmadığı sanılmaktadır."

Page 275: Albertine Kay±p - Marcel Proust

Gazete, bu tür bir başyazının ardından, (elbette M. deNorpois tarafından gönderilmiş) birkaç yorum yayımlamakzorundaydı. Başyazıyı izleyen yorumlar şunlardı:

"Kamuoyu, bugüne kadar görülmemiş bir sükûnetsergiledi." (M. de Norpois bunun doğru olmasını çokisterdi, ama tam tersi olduğundan endişe ediyordu.)"Kamuoyu, kısır telaştan bıktı, Majestelerininbaşkanlığındaki hükümetin, meydana gelebilecekgelişmeler doğrultusunda, sorumluluklarını üstleneceğinimemnuniyetle öğrendi ve bundan başka bir şey debeklemiyor. Kendi başına bir başarı göstergesi olan bu asilsoğukkanlılığa, kamuoyunu, ihtiyaç göstermiş olsa,yatıştıracak nitelikte bir haberi eklemek istiyoruz. Sağlıknedenleriyle, uzun zamandır, kısa bir tedavi için Paris'egelmesi gereken M. de Norpois'nın, Berlin'deki varlığınıartık yararlı görmediği gerekçesiyle, Alman başkentindenayrıldığı bildiriliyor. Son dakika haberi: Majesteleri, busabah, Norpois Markisi, Savunma Bakanı ve kamuoyununözellikle güvendiği Mareşal Bazaine'le görüşmek üzere,Compiegne'den Paris'e doğru yola çıktı. Majesteleri,yengesi Alba Düşesi onuruna vereceği akşam yemeğidavetini iptal etti. Bu hareketi, öğrenildiği her yerde sonderece olumlu karşılandı. İmparator, heyecanı kelimelerletarif edilemeyecek birlikleri teftiş etti. Hükümdarın Paris'egelişiyle birlikte verilen seferberlik emrine uygun olarak,bazı birlikler, her ihtimale karşı Ren Nehri'ne doğru yolaçıktılar."

Bazen, gün batımında otele dönerken, eski Albertine'in,benim için görünmez olduğu halde, benliğimin derinliklerine,adeta içsel bir Venedik'in, duvarları kurşunla kaplı

Page 276: Albertine Kay±p - Marcel Proust

zindanlarına hapsedilmiş olduğunu hissediyordum; bazen birolay, bu , hapishanenin katı duvarlarını kaydırıyor ve geçmişi,ince bir aralıktan görmemi sağlıyordu. Örneğin bir akşam,sarrafımdan aldığım bir mektup, içimde yaşamaya devameden, ama çok uzakta ve derinde olduğu için ulaşamadığımAlbertine'in bulunduğu hapishanenin kapısını bir an için açtı.Albertine öldüğünden beri, ona sarf edecek daha fazla paramolsun diye yaptığım spekülasyonlarla ilgilenmemiştim. Oysaaradan zaman geçmişti; önceki dönemin en akıllıcadeğerlendirmeleri, tıpkı M. Thiers'in, demiryollarının aslabaşarılı olamayacağı yolundaki eski tahmini gibi, yenidönemde geçerliliğini yitiriyordu; M. de Norpois'nın, bize,"Geliri pek yüksek sayılmaz kuşkusuz, ama en azındansermaye asla düşmeyecektir," diye tavsiye ettiği tahvillerinçoğu, değeri en çok düşenlerdi. Sırf İngiliz devlet tahvilleri veRaffineries Say hisseleri için, sarraflara o kadar büyük farklar,ayrıca faiz ve uzatma bedeli ödemek zorunda kaldım ki, biranda her şeyi satmaya karar verdim ve birden,büyükannemden kalan, Albertine hayattayken sahip olduğummirasın, ancak beşte birine sahip olduğumu gördüm. Buhaber, Combray'de, hâlâ yaşayan tek tük akraba veahbaplarımız arasında da duyuldu ve benim Saint-LoupMarkisi'yle, Guermantes'larla görüştüğümü bildiklerinden,"İşte büyüklük hevesinin sonu buraya varır," dediler.Combray'dekiler, bu spekülasyonları, Albertine kadarmütevazı konumdaki, büyükannemin eski piyano hocasıVinteuil'ün himayesinde büyümüş sayılabilecek bir genç kızuğruna yaptığımı bilseler, çok şaşırırlardı. Zaten herkesin,bilinen gelirine göre, Hindistan'daki kastlar kadar katısınıflara temelli hapsedildiği Combray'de, servete hiç önemverilmeyen, yoksulluğun, tıpkı bir mide hastalığı gibi tatsız,

Page 277: Albertine Kay±p - Marcel Proust

ama küçültücü olmayan, sosyal konumu etkilemeyen bir şeyolarak algılandığı: Guermantes sosyetesine hâkim olan müthişözgürlüğün tahayyül edilmesi imkânsızdı. Aksine,Combray'de, muhtemelen Saint-Loup'yla M. deGuermantes'ın, iflas etmiş, şatoları ipotekli soylular oldukları,benim de onlara borç para verdiğim sanılıyordu; oysa beniflas etsem, yardım teklif edenler, kabul etmeyecek de olsam,onlar olurdu. Göreli iflasıma gelince, Venedik'e ilişkinmeraklarım, son günlerde, cam işleri satan, çiçek tenli gençbir kızda yoğunlaştığından, bu durum iyice canımı sıkıyordu;hayran bakışlara turuncunun binbir tonunu sunan bu ten, onuher gün görmek için, öyle güçlü bir arzu uyandırıyordu kiiçimde, annemle birlikte, yakında Venedik'ten ayrılacağımızıdüşünerek, kızdan ayrılmamak için, ona Paris'te bir hayatkurmaya karar vermiştim. On yedi yaşının güzelliğinde öylebir asalet, öyle bir parıltı vardı ki, gitmeden önce gerçek birTiziano almak gibi bir şeydi. Peki, servetimden geriye kalankırıntı, onu memleketinden ayrılıp, sırf benim uğruma Paris'egelmeye ikna etmem için yeterli olacak mıydı? Ama sarrafınmektubunun sonuna geldiğimde, Uzatma bedellerinizleilgileneceğim ifadesi, bana neredeyse aynı derecede riyakârbir başka profesyonel ifadeyi, Balbec'teki kaplıcagörevlisinin, Aimé'ye Albertine'den bahsederken kullandığı,"Onunla ben ilgilenirdim," ifadesini hatırlattı. Daha öncehatırıma hiç gelmemiş olan bu sözlerle birlikte, zindanınkapısı, "Açıl susam açıl!" demişim gibi açılıverdi. Ama birsaniye sonra, yine mahpusun üzerine kapandı; artıkAlbertine'i göremediğim, hatırlayamadığım ve insanlar bizimgözümüzde, sadece kendileri hakkındaki fikirlerimizsayesinde var olduğu için, onun yanına dönmekistemeyişimden ötürü suçlanamazdım; yine de, o bir saniye

Page 278: Albertine Kay±p - Marcel Proust

boyunca, kendisinin farkında olmadığı bu terk edilmişliğiiçimi sızlatmıştı; o bir saniyede, gece gündüz onun hatırasıylabirlikte yaşamaktan ötürü ıstırap çektiğim geçmiş günlereözlem duydum. Bir başka seferinde, San Giorgio deiSchiavoni'de, havarilerden birinin yanındaki, aynı şekildestilize edilmiş kartal, Françoise'ın benzerliklerini gösterdiği,kimin hediyesi olduklarını hiçbir zaman öğrenemediğim ikikartallı yüzüğün hatırasını ve neredeyse o zaman çektirdikleriıstırabı canlandırdı. Fakat bir akşam, öyle bir olay cereyan ettiki, aşkımın dirileceğini zannettim. Gondolumuz, otelinbasamaklarına yanaşıp durduğunda, kapı görevlisi bir telgrafverdi; telgraf memuru üç kere gelmişti, çünkü alıcının ismidoğru yazılmamıştı (İtalyan görevlilerin hatalarına rağmen,kendi soyadımı tanıdım), bu yüzden de, telgrafın gerçektenbana gönderildiğini doğrulayan bir Ş makbuz imzalamamgerekiyordu. Odama girer girmez telgrafı açtım, yanlışyazılmış kelimelerle dolu olmasına rağmen, aşağıdaki mesajıokuyabildim: SEVGİLİ DOSTUM, ÖLDÜĞÜMÜSANIYORSUNUZ, BENİ AFFEDİN, CAPACANLIYIM,SİZİNLE GÖRÜŞMEK, EVLİLİK KONUSUNUKONUŞMAK İSTİYORUM, NE ZAMANDÖNÜYORSUNUZ? SEVGİLER. ALBERTINE. Bu sözleriokuduğumda, büyükannemin ölümünde yaşadığım sürecintersini yaşadım: Büyükannemin öldüğünü öğrendiğimde, öncehiçbir üzüntü duymamıştım. Ölümünden ötürü, ancakiradedışı hatıralar büyükannemi içimde canlandırdığı zamanıstırap çekmiştim. Şimdi de, Albertine artık zihnimdeyaşamadığı için, hayatta olduğu haberi, bekleyebileceğimsevinci doğurmuyordu içimde. Albertine, benim içindüşüncelerden oluşan bir demetti ve bu düşünceler içimdeyaşadığı sürece, o da, bedeni öldükten sonra yaşamaya devam

Page 279: Albertine Kay±p - Marcel Proust

etmişti; buna karşılık, şimdi bu düşünceler ölmüş olduğu için,bedeni dirilse de, Albertine'in kendisi dirilmiyordu.Albertine'in hayatta olmasına sevinmediğimi, onu artıksevmediğimi fark ettiğimde, allak bullak olmam gerekirdi;aylar süren bir yolculuktan veya hastalıktan sonra aynayabakıp karşısında ağarmış saçlar ve yeni bir yüz, olgun veyayaşlı bir adam yüzü gören birinden daha çok şaşırmambeklenirdi. Bu durumda sarsılırız, çünkü aynadaki görüntününanlamı şudur: Eski ben, sarışın delikanlı artık yok, ben başkabiriyim. Ben de, eski yüzümün yerinde kırışık bir çehre vebeyaz bir peruk görmüş kadar derin bir değişim geçirmiştim,eski benliğim kesinlikle ölmüş, yeni benliğim onun yerinitamamen almıştı. Ne var ki, yıllar, zamanın doğal akışı içindegeçtikçe, başka birine dönüşmüş olmak bizi üzmez; aynışekilde, belirli bir dönemde birbirine zıt onca ayrı kişiyedönüşebilmemize, bir gün içinde sırasıyla fesat, duyarlı,müşkülpesent, kaba, kayıtsız, haris oluşumuza da üzülmeyiz.Üzülmeyişimizin nedeni aynıdır: Silinmiş olan benlik –ikincidurumda ve kişilik söz konusu olduğunda geçici olarak, ilkdurumda ve tutkular söz konusu olduğunda temelli ortadankaybolan benlik– o anda var olmadığı için, diğerine, o esnadaveya temelli dönüşmüş olduğumuz kişiliğe üzülemez; kabaadam kabalığına güler, çünkü kabadır, unutkan adamhatırlayamadığına üzülmez, çünkü zaten unutmuştur.

Albertine'i diriltemezdim, çünkü kendimi, o zamankibenliğimi diriltmem mümkün değildi. Hiç durmadan,görülmeyecek kadar küçük hamlelerle dünyanın yüzünüdeğiştirmeyi alışkanlık edinmiş olan hayat, Albertine'inöldüğünün ertesi günü, bana, "Başka biri ol," dememiş, amafarkına varamayacağım kadar küçük değişikliklerle, herşeyimi, neredeyse baştan aşağı yenilemişti; dolayısıyla

Page 280: Albertine Kay±p - Marcel Proust

zihnim, efendisinin değiştiğini fark ettiğinde, zaten yeniefendisine –yeni benliğime– alışmıştı, ona bağlıydı. Dahaönce de gördüğümüz gibi, Albertine'e olan sevgim vekıskançlığım, kimi acı veya tatlı duygu çekirdeklerinin,çağrışım yoluyla yayılmasından kaynaklanıyordu, MlleVinteuil'ün Montjouvain'deki hatırasıyla, Albertine'inboynuma kondurduğu o tatlı iyi geceler öpücükleriylebağlantılıydı. Ama bu duygular zayıfladıkça, kasvetli veyatatlı bir renge boyadıkları, muazzam boyutlardaki alan, tekrarnötr tonlara bürünmüştü. Unutuş, en önemli acı ve haznoktalarından birkaçını ele geçirdikten sonra, aşkımın direnişikırılmıştı, artık Albertine'e âşık değildim. Onu hatırlamayaçalışıyordum. Albertine'in gidişinden iki gün sonra, kırk sekizsaat onsuz yaşayabildiğimi görmek beni korkuttuğunda,sezgilerim doğruydu. Bir zamanlar, Gilberte'e mektup yazıp,kendi kendime, "Böyle devam ederse, iki yıl sonra onusevmiyor olacağım," dediğimde de aynı şey olmuştu. Swann,Gilberte'le görüşmemi rica ettiğinde, bir ölüylekarşılaşacakmışım gibi rahatsız olmuştum; Gilberte örneğindeuzun I süren ayrılığın oynadığı rolü, Albertine örneğindeölüm –ya da benim ölüm zannettiğim şey– üstlenmişti.Ölümün etkisi, ayrılığınkinden farksızdır. Aşkımın, karşısındailk gördüğünde korkudan titrediği canavar, yani unutuş, tıpkıtahmin ettiğim gibi, sonunda aşkımı yiyip yutmuştu.Albertine'in hayatta olduğu haberi, aşkımı canlandırmadığıgibi, kayıtsızlığa ne kadar yaklaşmış olduğumu fark etmemisağlamakla kalmayıp, ani bir ı hamleyle süreci öylehızlandırdı ki, geçmişe dönüp, acaba o zamanlar da bununtersi olan haber, yani Albertine'in öldüğü haberi, ters yöndebir hamleyle, ayrılığın etkisini tamamlayarak aşkımıcoşturmuş, gerileyişini geciktirmiş miydi, diye düşündüm.

Page 281: Albertine Kay±p - Marcel Proust

Evet, şimdi, onun hayatta olduğunu ve tekrar bir arayagelebileceğimizi bilmek, aniden değerini azaltmışken, acabaFrançoise'ın imalı sözleri, ayrılığın kendisi ve hattâ (hayali,ama gerçek sanılan) ölüm, aşkımı uzatmış mıydı, diyedüşünüyordum; çünkü üçüncü kişilerin, hattâ kaderin, bizi birkadından ayırmak için gösterdiği çaba, bizi o kadına daha sıkıbağlamaktan başka işe yaramaz. Şimdi de bunun tersioluyordu. Zaten onu hatırlamaya çalıştığımda da, belki onasahip olmak için, bir işaretim yeterli olacağından, gözümdecanlanan hatıra, solmuş yüzünde Mme Bontemps'ın profilininşimdiden filizlendiği, epeyce şişmanlamış, erkeksi bir kızoldu. Onun Andree'yle veya başkalarıyla yapmış olabileceğişeyler, artık beni ilgilendirmiyordu. Onca zaman boyunca,tedavisinin mümkün olmadığını zannettiğim hastalıktanmustarip değildim artık; aslında böyle olacağını tahminetmem gerekirdi. Hiç şüphesiz, bir sevgiliye duyulan özlem, oöldükten sonra yaşamaya devam eden kıskançlık, tıpkı veremve lösemi gibi, fiziksel hastalıklardır. Bununla birlikte,fiziksel hastalıkları, tamamen fiziksel nedenlerdenkaynaklananlar ve ancak zihnin aracılığıyla bedenietkileyenler diye, ikiye ayırmak gerekir. Bilhassa zihniniletim aracı işlevini yerine getiren bölümü, hafıza olduğuzaman –yani sebep ortadan kalkmış veya uzaklaşmışsa–, acıne kadar keskin olursa olsun, organizmada yarattığırahatsızlık ne kadar derin görünürse görünsün, zihin,dokuların sahip olmadığı bir yenilenme gücüne sahip olduğuiçin, daha doğrusu, kendini olduğu gibi korumaktan âcizolduğu için, teşhis, nadir istisnalar dışında olumludur.Kanserli bir hastanın ölümüne kadar geçen süre içinde, dulkalmış bir adamın, evladını kaybetmenin acısıyla kıvranan birbabanın iyileşmediği durumlar pek nadirdir. Ben iyileşmiştim.

Page 282: Albertine Kay±p - Marcel Proust

Şu anda şişmanlamış, tıpkı sevdiği kızlar gibi yaşlanmış haldegördüğüm kız uğruna mı, dünkü hatıramdan, yarınkiumudumdan, o göz kamaştırıcı kızdan vazgeçecek,(Albertine'le evlenirsem, ne ona, ne de başkasına verecekşeyim kalmayacağı için, hiçbir şey veremeyeceğim) bu "yeniAlbertine"i, "Yeraltı Dünyası'nın gördüğü halini değil","aksine, sadık, gururlu ve hattâ biraz da yabani" Albertine'ifeda edecektim? Albertine bir zamanlar neyse, bu kız daşimdi oydu; benim Albertine'e olan aşkım, gençliğehayranlığımın geçici olarak büründüğü bir görünümdenibaretti. Bir genç kızı sevdiğimizi sanırız, oysa sevdiğimizşey, kırmızılığı geçici olarak onun çehresinde yansıyanşafaktır. O gece geçti. Ertesi sabah, elime yanlışlıkla geçtiğini,bana gönderilmediğini söyleyerek, telgrafı otelin kapıgörevlisine iade ettim. Açılmış olmasının sorun çıkaracağını,bende kalsa daha iyi olacağını söyledi; telgrafı tekrar cebimesoktum, ama hiç almamış gibi davranmaya karar verdim.Albertine'e aşkım kesinlikle son bulmuştu. Yani Gilberte'eaşkımdan yola çıkarak yaptığım tahminlere o kadar aykırıdüşen, bana o kadar uzun ve sancılı dolambaçlar çizdiren buaşk da, önce istisna teşkil ettiği genel unutuş kuralına, tıpkıGilberte'e aşkım gibi, dahil olmaktaydı nihayet.

Ama sonra şöyle düşündüm: Eskiden, Albertine'ikendimden çok önemsiyordum; artık benim için önemli değil,çünkü onu bir süre görmedim. Ölüm sebebiyle kendibenliğimden ayrılmama isteğim, ölümden sonra dirilmeisteğim devam ediyordu, Albertine'den hiç ayrılmamaisteğime benzemiyordu. Peki bunun sebebi, kendimeAlbertine'den daha fazla değer vermem, onu sevdiğim sırada,kendimi daha fazla sevmem miydi? Hayır, sebep, onugörmeyince, sevgimin bitmesi, ama kendimle gündelik

Page 283: Albertine Kay±p - Marcel Proust

ilişkim, Albertine'le ilişkimin aksine, kopmadığı için,kendime olan sevgimin bitmeyişiydi. Ya kendi bedenimle,benliğimle ilişkim de kopsaydı? Şüphesiz sonuç aynı olurdu.Hayata bağlılığımız, başımızdan nasıl atacağımızıbilemediğimiz eski bir ilişkiden başka bir şey değildir.Gücünü sürekliliğinden alır. Ama bu ilişkiyi koparan ölüm,bizi ölümsüzlük arzusundan kurtarır.

Öğle yemeğinden sonra, Venedik'te tek başımadolaşmayacaksam, odama gidip, annemle çıkmak üzerehazırlanıyor, Ruskin hakkındaki incelememle ilgili notlarımıyazacağım defteri yanıma alıyordum. Duvarların sivriköşeleriyle dar açıları, denizin getirdiği kısıtlamaları vetoprağın cimriliğini hissettiriyordu.

Beni bekleyen annemin yanına, aşağı indiğimde,Combray'de, kapalı panjurlarla korunan loşluğun içinde,güneşi yanı başında hissetmenin hoşluğunu yaşadığımızsaatte, burada, tıpkı Rönesans resimlerindeki gibi, bir saraydamı, yoksa kadırgada mı yer aldığını anlayamadığımız mermermerdivenin, en üsttekinden en alttakine, bütünbasamaklarında, dışarının serinliği ve parlaklığı geziniyordu;önünde tentelerin kıpır kıpır oynadığı, hep açık tutulanpencerelerden içeriye dolan sürekli esintiyle birlikte, ılık birgölge ve yeşilimsi bir güneş de sızıyor ve adeta sıvı biryüzeyin üzerinden geçercesine, denizin hareketli yakınlığını,ışıltısını, hareli dengesizliğini çağrıştırıyordu. En sıkgittiğimiz yer, özellikle hoşlandığım San Marco'ydu; orayagitmek için, önce gondola binmek gerektiğinden, kiliseyisadece bir anıt gibi değil, San Marco'yla bölünmez ve canlıbir bütün teşkil eden ilkbahar denizinde yapılan biryolculuğun varış noktası gibi de görüyordum. Annemle

Page 284: Albertine Kay±p - Marcel Proust

birlikte vaftiz bölmesine girip, mermer ve cam mozaiklerlekaplı döşemenin üzerinde yürüyorduk; tam karşımızdakigeniş arkadların çan biçimli pembe yüzeyleri, zamanınetkisiyle hafifçe çukurlaştığı için, kilisenin, zamana rağmenbu rengin tazeliğini koruduğu bölümleri, dev peteklerdençıkmış balmumuna benzer, yumuşak ve esnek bir maddedenyapılmış gibiydi; zamanın malzemeyi aksine kurutupsertleştirdiği ve sanatçıların altın işlemelerle süslediğibölümler ise, dev Venedik İncili'nin, Cordoba derisindenyapılmış, değerli cildiydi sanki. İsa'nın vaftiz edilişini anlatanmozaiklerin karşısında uzun süre kalacağımı gören ve vaftizbölme sindeki rutubetin soğukluğunu hisseden annem,omuzlarıma bir şal sarıyordu. Balbec'te, Albertine'le birlikteolduğumuz sıralar, Albertine bana, bir resmi benimlegörmenin ne büyük bir zevk olacağını –bana sorulursa hiçbirtemeli olmayan bir zevkti– söylediğinde, düşünceleriaçıklıktan yoksun onca insanın zihnini dolduran tutarsızhayallerden birini dile getirdiğini sanıyordum. Oysa bugün,güzel bir şeyi, belirli bir kişiyle görmenin değilse bile, enazından görmüş olmanın, bir zevk olduğunu kesinliklebiliyorum. Hayatımda öyle bir an geldi ki, o vaftiz bölmesini,Aziz Yuhanna'nın İsa'yı daldırdığı Şeria Nehri'nin sularınıseyredişimi, bu sırada gondolumuzun Küçük Meydan'ın oradabizi beklediğini hatırladığım zaman, o loş serinliğin içinde,yanı başımda, Venedik'te, Carpaccio'nun Azize Ursula' sındagörülen yaşlı kadının saygılı ve coşkulu tutkusuyla mateminesarınmış bir kadının bulunması ve bu kırmızı yanaklı, melülbakışlı, siyah tüller içindeki kadının, artık San Marco'nun buyumuşak loşluğundan koparılması imkânsız, tıpkı bir mozaikgibi orada belirli ve değişmez bir yere sahip olduğu için, herzaman orada bulabileceğimi bildiğim bu kadının annem

Page 285: Albertine Kay±p - Marcel Proust

olması, benim için önemli oldu. Yukarıda sözünü ettiğim, SanMarco'daki çalışmalarımın dışında, en sık ziyaret ettiğimizressam olan Carpaccio, bir gün neredeyse Albertine'e olanaşkımı canlandırıyordu. Grado Patriğinin Şeytan Kovuşuresmini ilk kez görüyordum. O nar pembesi ve mor,harikulade gökyüzüne bakıyordum; yüksek, kakmalı bacalarıngökyüzündeki çan biçimli, laleler gibi kıpkırmızı açılansiluetleri, Whistler'ın Venedik'lerini getiriyordu akla. Sonrabakışlarım, eski, ahşap Rialto'dan, yaldızlı sütun başlıklarınınsüslediği mermer saraylarıyla XV. yüzyılın PonteVecchio'suna kayıyor, sonra tekrar Kanal'a dönüyordu; pembeceketleri, sorguçlu başlıklarıyla, yeniyetme kayıkçılar, Sert,Strauss ve Kessler'in eseri olan o göz kamaştırıcı YusufEfsanesinde gerçekten Carpaccio'yu çağrıştıran yeniyetmenintıpatıp aynısıydı. Bakışlarım tablodan ayrılmadan önce, sonolarak, dönemin Venedik'inde gündelik hayattan sahnelerledolu olan kıyıya çevrildi tekrar. Usturasını silen berberi,fıçısını taşıyan zenciyi, sohbet eden Müslümanları, brokardan,damaskodan bol giysileri ve kiraz kırmızısı takkeleriyle

Venedikli asilzadeleri seyrederken, ansızın kalbimde hafifbir tırmalanma hissettim sanki. Kol veya yakalarındakisırmalı, incili amblemlerinden tanınan neşeli Calzaşövalyelerinden birinin sırtındaki mantoyu tanımıştım:Albertine'in, beni terk etmesine on beş saatten az bir zamankaldığını hayalimden bile geçirmediğim, üstü açık arabaylaVersailles'a gittiğimiz akşam giydiği mantoydu. Her an herşeye hazır olan Albertine, son mektubunda, iki bakımdan günbatımı (hem akşam oluyordu, hem de ayrılmak üzereydik)diye bahsedeceği o hüzünlü akşamüstü, kendisine birlikteçıkmayı teklif ettiğimde, sırtına o Fortuny mantoyu almış,ertesi gün giderken de yanında götürmüştü; o günden sonra,

Page 286: Albertine Kay±p - Marcel Proust

hatıralarımda bu mantoyu hiç görmemiştim. Demek ki,Venedik'in dâhi çocuğu, mantoyu Carpaccio'nun butablosundan, şu Calza şövalyesinin omuzlarından almış,modelinin Venedik Akademisi'nin bir salonunda, GradoPatriği resminin ön planındaki soyluların arasındabulunduğundan, muhtemelen benim gibi haberi olmayanParisli kadınların omuzlarına atmıştı. Her ayrıntıyıtanımıştım; unutmuş olduğum mantoya bakarken, bir an, oakşamüstü, Albertine'le Versailles'a gitmek üzere yola çıkanşahsın gözlerine ve kalbine sahip oldum tekrar; arzu ve hüzünkarışımı, anlaşılmaz bir duygu kapladı içimi ve bir iki dakikasonra dağıldı.

Bazı günler de, annemle ben, Venedik'in müzeleri vekiliseleriyle yetinmiyorduk; bu günlerden birinde, havanınözellikle güzel olduğu bir gün, M. Swann'ın hediyesi olanröprodüksiyonları muhtemelen hâlâ Combray'deki çalışmaodasının duvarlarında asılı duran Kötülükleri ve Erdemlerigörmek için, Padova'ya kadar uzandık; Arena'nın güneşlibahçesini geçip, Giotto'ların bulunduğu şapele girdim; boydanboya masmavi olan tavan ve fresklerin mavi fonu, sankigüneşli hava da, bulutsuz göğünü biraz gölgede, serindedinlendirmek üzere, ziyaretçiyle birlikte kapıdan içeri girmişizlenimi uyandırıyordu; tıpkı en güzel havalarda bile, tek birbulut görülmediği halde, güneş bakışlarını başka yöneçevirince, göğün mavisinin bir an yumuşayıp gölgelenmesigibi, dışarının bulutsuz göğü de, içeriye girip ışığınyaldızından kurtulunca, belli belirsiz koyulaşmıştı. Mavi taşanakledilmiş olan gökyüzünde uçan melekleri ilk kezgörüyordum, çünkü M. Swann, bana Meryem'le İsa'nınhayatını anlatan fresklerin değil, sadece Erdemler veKötülüklerin röprodüksiyonlarını hediye etmişti. Meleklerin

Page 287: Albertine Kay±p - Marcel Proust

uçuşundada, Merhametin, Kıskançlığın jestlerinde bulduğumgerçek hareket izlenimi mevcuttu. Minik elleri, ilahi bircoşkuyla, en azından çocuksu bir uysallık ve şevkle birleşsede, Arena'da resmedilen melekler, sanki gerçekten var olmuş,Tevrat ve İncil dönemlerinde yaşamış özel bir kanatlı türüneaittiler. Bu küçük yaratıklar, azizler yürürken önlerindeuçuşmayı asla ihmal etmezler; azizlerin üstüne daima birkaçısalınan bu melekler, sahiden uçan, gerçek yaratıklar olduklarıiçin, onları havada yükselirken, kıvrımlar çizerken, hiçzorlanmadan cambazlıklar yaparken, yerçekimi yasasınaaykırı pozisyonlarda durmalarını I sağlayan kanatlarınınyardımıyla, baş aşağı dalışlarla alçalırken L. görürüz;Rönesans'a ve sonraki dönemlere ait, kanatları birer amblemedönüşmüş, davranışları ise, kanatsız ilahi şahsiyetlerdenfarksız olan meleklerden çok, tükenmiş bir kuş türünü veyaFonck'un planör inişi temrini yapan genç öğrencilerinihatırlatırlar.

Otele döndüğümde, Venedik'e, bu çiçeksiz baharın ilkgüneşli günlerini geçirmeye gelmiş, çoğu Avusturyalı, gençkadınlarla karşılaşıyordum. Aralarından birini, yüz hatlarıAlbertine'e benzememekle birlikte, aynı onun körpe tenine,gülen, tasasız bakışlarına sahip olduğu için beğeniyordum.Kısa bir süre sonra, Albertine'e başlangıçta söylediğimsözlerin aynılarını bu i kadına da söylediğimi, ertesi günVerona'ya gideceği için görüşemeyeceğimizi bildirdiğindehissettiğim acıyı ve hemen ardından, Verona'ya gitme arzumu,aynı şekilde belli etmemeye çalıştığımı fark ettim. Uzunsürmedi, Avusturya'ya dönmesi gerekiyordu, bir dahagörmeyecektim onu, ama aşkın başlamasıyla birlikte ortayaçıkan o belli belirsiz kıskançlığı da hissediyordum; o alımlı,esrarengiz çehresine bakarken, acaba o da kadınlardan mı

Page 288: Albertine Kay±p - Marcel Proust

hoşlanıyor, diye geçiriyordum aklımdan; Albertine'le ortaközellikleri olan bu duru ten ve bakışlar, herkesi cezbeden buaçık yürekli, dostça tavır, başkalarının yaptıklarıyla hiçilgilenmeyip öğrenmeye de çalışmamaları, kendi yaptıklarınıitiraf etmeyip, aksine en çocukça yalanlarla gizlemeleri,kadınlardan hoşlanan kadın tipinin yapısal özellikleri miydiacaba? Acaba, sebebini mantıki olarak çözemediğim halde,onda beni cezbeden, kaygılara sürükleyen şey, (belki dekaygılarım, cazibesinin daha derindeki nedeni, bize acıçektirecek olan şeye yönelmemizin sonucuydu,) bu muydu;bazı yörelerde, havada bulunan, göremediğimiz, ama bizi çokrahatsız eden manyetik maddeler gibi, onu gördüğümde banahem bu kadar zevk, hem de hüzün veren şey bu muydu?Heyhat, bunu hiçbir zaman bilemeyeceğim. Çehresiniokumaya çalıştığımda, ona, "Bana bunu söylemelisiniz, insandoğabiliminde bir kurala örnek teşkil etmesi bakımındanilgimi çekiyor," diyebilmeyi isterdim, ama asla söylemezdi;bu tür bir sapkınlığa benzeyen her şeye karşı özel bir tiksintibesliyordu ve kadın arkadaşlarına karşı çok soğuktu. Hattâbelki de bu tavrı, bir şeyleri gizlediğinin kanıtıydı; belki bukonuda şakalara maruz kalmış, ayıplanmıştı ve tıpkıhayvanların, dayak yedikleri insanlardan uzak durmaları gibi,kendisi hakkında bu tür bir şey düşünülmesin diye böyle birtavır takmıyordu. Hayatı hakkında bilgi edinmem iseimkânsızdı; Albertine'le ilgili olarak bile, bir şeyöğrenebilmek için ne kadar uzun bir süre uğraşmıştım!Dillerin çözülmesi için, ölmesi gerekmişti, çünkü Albertine'intavırları, tıpkı bu genç kadınınkiler gibi, son derece temkinlive ölçülüydü. Üstelik Albertine hakkında bile, bir şeylerbildiğimden emin miydim? Ayrıca, nasıl ki en çokistediğimiz, farkında olmadan, sevdiğimiz kadının yakınında

Page 289: Albertine Kay±p - Marcel Proust

yaşamamıza, onu mümkün olduğunca memnun edebilmemizeimkân tanıdığı için arzuladığımız yaşama koşulları, aşkımızbittiği takdirde, gözümüzdeki bütün cazibesini kaybederse,aynı şey, kimi zihinsel meraklar için de geçerlidir. Buyanakların soluk pembe taçyapraklarının ardında, bu solukgözlerin, şafak vaktini hatırlatan güneşsiz aydınlığında, o hiçanlatılmayan günlerde saklanan arzunun türünü öğrenmenin,benim için taşıdığı bilimsel önem, Albertine'i artık hiçsevmeyeceğim gün, muhtemelen yok olup gidecekti.

Akşamları yalnız çıkıyor, bu büyülü kentin ortasında,Binbir Gece Masalları'ndan çıkmış bir kahraman gibi, değişikmahallelerin içinde buluyordum kendimi. Tesadüfigezintilerim sırasında, hiçbir kılavuz kitabın, hiçbir yolcununbahsetmediği, bilinmedik, ferah bir meydana rastlamadığımenderdi. Birbirini kesen daracık sokakların arasına dalmıştım.Akşam güneşiyle en canlı pembe ve en açık kırmızı tonlarınabürünen yüksek, çan biçimli bacalar, evlerin üzerinde çiçekaçmış koca bir bahçeyi hatırlatır; öylesine çeşitli renktonlarına rastlarsınız ki, Delft'li veya Haarlem'li bir lalemeraklısına ait bahçenin, kentin üzerine kondurulduğunuzannedersiniz. Ayrıca, evler birbirine çok yakın olduğu için,her pencere bir çerçeve gibiydi; birinde, bir aşçı kadın, dışarıbakarak hayallere dalmıştı, ötekinde, bir genç kız oturmuş,yüzü karanlıkta büyücü gibi görünen yaşlı bir kadın da, kızınsaçlarını taramaktaydı; sokakların darlığı yüzünden birbirinesokulmuş, sessiz ve yoksul evlerin her biri, yan yana dizilmişyüz Hollanda resminden oluşan bir sergiydi sanki. Bu dipdibe sıkışmış, dar sokaklar, Venedik'in bir kanalla lagünarasındaki dilimini her yönde çiziyordu; sanki bu dilim, bütüno incecik, ayrıntılı şekillere uygun olarak billurlaşmıştı.Birdenbire, dar sokaklardan birinin sonunda, billurlaşmış

Page 290: Albertine Kay±p - Marcel Proust

maddede bir gerilme oldu adeta. Bu dar sokaklar ağında,görkemi ve iriliğiyle beni şaşırtan, büyüleyici saraylarlaçevrili, mehtapta solgun, geniş ve şatafatlı bir meydanuzanıyordu karşımda. Başka şehirlerde, bu tür mimaridüzenlemeler, sokakların açıldığı, işaret ettiği, biziyönlendirdiği yerlerdir. Oysa burada, mahsus dar sokaklarınarasına saklanmış gibiydi; Doğu masallarında, kahramanıngece götürüldüğü ve gün doğmadan tekrar evine bırakıldığıiçin, bir daha asla bulamadığı, sonunda sadece rüyasındagittiğine hükmettiği büyülü sarayları hatırlatıyordu. Ertesigün, o güzel gece meydanını aramak üzere yola düşüyor,hepsi birbirine benzeyen, bana en ufak bir bilgi vermeyip,aksine yolumu daha çok şaşırtan dar sokaklardan geçiyordum.Bazen, tanır gibi olduğum belli belirsiz bir işaret yüzünden,sürgündeki güzel meydanın, bütün hapsolmuşluğu, yalnızlığıve sessizliğiyle, karşıma çıkıvereceğini zannediyordum. Tamo esnada, fesat bir cin, başka bir dar sokak kılığına girerekbeni kandırıp ters yönde yürütüyor, birden kendimi BüyükKanal'da buluyordum. Rüyaların hatırasıyla gerçeklerinhatırası arasında pek fazla fark bulunmadığı için de, acabaVenedik billurlaşmasının karanlık bir parçasında oluşan,mehtabın hülyalı bakışlarına romantik saraylarla çevrelenmişdev bir meydan sunan o garip dalgalanma, ben uyurken mimeydana gelmişti diye düşünmeye başlıyordum sonunda.

Ne var ki, birtakım yerlerden çok, birtakım kadınlarıtemelli kaybetmeme isteğim, Venedik'te, içimde sürekli birhuzursuzluk doğurmuştu; annemin dönüşümüz için belirlediğigünün sonunda, bavullarımız gondolla gara doğru yolaçıkmışken, otelin beklenen müşteriler listesinde, BaronesPutbus ve beraberindekiler kelimelerini okuyunca,huzursuzluğum bir hummaya dönüştü. Bir anda, dönüşümüz

Page 291: Albertine Kay±p - Marcel Proust

yüzünden kaçıracağım, tensel hazlarla dolu saatleri düşündümve içimde kronik halde bulunan o istek, bir duygu seviyesineyükselerek, hüzne ve belirsizliğe boğuldu; annemden,dönüşümüzü birkaç gün ertelemesini rica ettim; ricamı bir anbile tartmaması, hattâ ciddiye almaması, Venedik baharıylauyarılan sinirlerimde, eski bir arzuyu, annemle babamın, (itaatetmek zorunda kalacağımı düşünerek) bana karşı kurduklarıhayali bir komploya direnme arzusunu uyandırdı; bumücadele arzusu, bir zamanlar, boyun eğdirdikten sonraonların isteğine uyacak da olsam, en sevdiğim insanlara kendiisteğimi sertçe dayatmaya iterdi beni. Annemedönmeyeceğimi söyledim, ama o, sözlerimi ciddiyealmıyormuş gibi görünmeyi tercih ederek, cevap bilevermedi. Sözüme devam ederek, ciddi olup olmadığımıyakında göreceğini ekledim. Kapı görevlisi, ikisi anneme, biribana yazılmış üç mektup getirdi; kendi mektubumu, zarfınüstünü bile okumadan, cüzdanıma, başka mektupların arasınakoydum. Annem, benim bütün eşyalarımla birlikte garagitmek üzere yola çıktıktan sonra, kanalın karşısındaki terasaoturup bir içki söyledim; ben gün batımını seyrederken, otelintam karşısında duran kayıkta bir müzisyen, Sole mio şarkısınısöylüyordu. Güneş alçalmaya devam ediyordu. Annem garayaklaşmış olmalıydı. Az sonra annem gidecek, ben Venedik'tetek başıma, onu incittiğimi bilmenin üzüntüsüyle baş başa,beni teselli edecek varlığından yoksun kalacaktım. Treninkalkış saati yaklaşıyordu. Geri dönüşü olmayan yalnızlığım, okadar yakındaydı ki, benim gözümde başlamıştı ve mutlaktı.Çünkü kendimi yalnız hissediyordum. Her şey bana yabancıolmuştu, kendi çırpınan kalbimden kopup etrafımdaki şeyleribir dengeye oturtacak sükûneti bulamıyordum içimde.Karşımdaki şehir, Venedik olmaktan çıkmıştı. Kişiliği de, adı

Page 292: Albertine Kay±p - Marcel Proust

da, uydurulmuş bir yalandı ve benim artık bu yalanı i \ taşlarauygulayacak gücüm kalmamıştı. Saraylar, basit unsurlarınaindirgenmişti, birbirinden farksız mermer yığınlarıydılar artıkgözümde; su ise, bir hidrojen ve azot bileşimiydi, ebediydi,kördü, Venedik'ten eski ve onun dışındaydı, düklerden veTurner'dan habersizdi. Bununla birlikte, bu sıradan mekân, ilkkez ayak bastığımız, henüz bizi tanımayan bir yer gibi, terkettiğimiz, bizi unutmuş olan bir yer gibi garipti. Artık onakendimle ilgili hiçbir şey söyleyemiyor, kendime ait bir şeyi,onun üzerine koyamıyordum; karşısında kasılıp kalmıştım,çarpan bir kalpten ve Sole mio'nun akışını kaygıyla izleyenbir dikkatten ibarettim. Zihnim, çaresizlik içinde, Rialto'nun okendine has, güzel kıvrımına asılmaya çalışsa da, gözlegörünen gerçeklerin vasatlığına bürünmüş olan köprü, tıpkısarı peruğuna ve siyah giysilerine rağmen, özünde Hamletolmadığını bildiğim bir oyuncu gibi, kafamdaki karşılığındanhem daha değersizdi, hem de ona yabancıydı. Saraylar, Kanal,Rialto, bireyselliklerinin özü olan fikirden yoksun kalmış,sıradan, maddi unsurlarına dönüşmüşlerdi. Ama aynızamanda, bu vasat mekân, bana uzak da geliyordu.Tersanenin havuzunda, bilimsel bir unsur olan enlemdenötürü, nesnelerin kendine has bir yanı vardı; kendimemleketimizdekilere görünürde benzeseler de, bu başkaiklimde yabancıydılar, sürgündeydiler; bir saatteulaşabileceğim kadar yakınımdaki ufkun, Fransa'nındenizlerinden çok farklı bir yeryüzü kıvrımı, yolculukhilesiyle yakınıma demir atmış bulunan, çok uzak bir | kıvrımolduğunu hissediyordum; öyle ki, aynı anda hem önemsiz,hem de uzakta olan tersane havuzu, çocukken annemlebirlikte Deligny havuzlarına ilk gidişimde hissettiğim,tiksintiyle karışık korkuyu uyandırıyordu içimde; o zamanlar,

Page 293: Albertine Kay±p - Marcel Proust

ne göğün, ne güneşin göründüğü, kabinlerle sınırlanmışolmakla birlikte, yolu insan bedenleriyle kaplı, görünmezderinliklerle bağlantılı olduğu sezilen karanlık bir sudanoluşan o gerçekdışı mekânda, acaba sokaktan bakınca hayalebile gelmeyecek şekilde, barakalarla ölümlü gözlerdengizlenen bu derinlikler, soğuk buz denizlerinin başlangıçnoktası mı, kutuplar da ona dahil mi, bu daracık şerit, yoksakutbu çevreleyen açık deniz mi diye düşünmüştüm; tekbaşıma kalacağım, benimle bir duygudaşlığı olmayan buVenedik de, en az o kadar ıssız ve gerçekdışıydı; tanışmışolduğum Venedik'e bir ağıt gibi yükselen Sole mio şarkısı,içinde bulunduğum felakete tanıklık ediyordu sanki.Şüphesiz, annemle buluşup onunla birlikte trene binmekistiyorsam, şarkıyı dinlemekten vazgeçmem, bir saniye bilegeciktirmeden, gitmeye karar vermem gerekiyordu, amabenim yapamadığım şey de buydu zaten; hiç kıpırdamadanduruyor, yerimden kalkamıyor, hattâ kalkmaya karar bileveremiyordum. Zihnim, verilecek kararı düşünmemek içinolsa gerek, Sole mio'nun birbirini izleyen cümlelerini takipetmekle, sessizce şarkıya eşlik etmekle, ezgideki yükselişehazırlanmakla, beni de beraberinde sürükleyip sonradüşmekle meşguldü. Hiç şüphesiz, yüz kere işittiğim busıradan, şarkı, hiç ilgimi çekmiyordu. Şarkıyı, sonuna kadar,böyle kendimden geçercesine dinlemekle, ne kendimimemnun edebilirdim, ne de başkasını. Nihayet, bu bayağıromansın önceden bildiğim ezgilerinin hiçbiri, ihtiyacım olankararı bana sunamazdı; ayrıca, sırayla gelip geçen her cümle,gerçekten karar vermemi engelliyor, daha doğrusu, zamanıgeçirttiği için, beni aksine karar vermeye, gitmemeyezorluyordu. Bu yüzden de, kendi içinde zevksiz bir uğraş olanSole mio'yu dinleme eylemi, derin bir kederle, neredeyse

Page 294: Albertine Kay±p - Marcel Proust

çaresizlikle sarmalanıyordu. Orada kıpırtısız : durmakla,aslında gitmemeye karar verdiğimi hissediyordum pekâlâ; nevar ki, doğrudan söyleyemediğim "Gitmeyeceğim,"cümlesini, dolaylı yoldan, "Sole mio' dan bir cümle dahadinleyeceğim," şeklinde söyleyebiliyordum; fakat bu mecaziifadenin pratikteki anlamı da gözümden kaçmıyordu,"Sonuçta bir cümle daha dinlemekten başka şey yaptığımyok," desem de, bunun, "Venedik'te yalnız kalacağım,"anlamına geldiğini biliyordum. Belki de bu şarkının umutsuz,ama büyüleyici cazibesi, uyuşturucu bir soğuğu andırankederden kaynaklanıyordu; şarkıcının, neredeyse kas gücü vegösterisiyle çıkardığı her nota, kalbimin ortasınasaplanıyordu; cümle pes tonda tamamlanıp parçanın sonunageldiğimizi zannederken, şarkıcı yetinmiyor, sankiyalnızlığımı ve çaresizliğimi bir defa daha haykırmasıgerekirmiş gibi, cümleyi tiz tonda baştan alıyordu. Annemgara varmış olmalıydı. Az sonra gitmiş olacaktı. Venedik'inruhu kaçıp gittikten sonra minnacık kalmış olan kanalın,Rialto olmaktan çıkmış bu adi Rialto'nun görüntüsüyle birçaresizlik şarkısına dönüşmüş olan ve bu şekilde, dayanıksızsarayların karşısında söylendiğinde, onları iyice ufalayıpVenedik'in çöküşünü tamamlayan Sole mio'nun yarattığıyürek daralması, beni kıskıvrak bağlamıştı; şarkıcının aceleetmeden, notaları birer birer yerleştirerek, bir sanatkâr gibiinşa ettiği mutsuzluğumun, ağır ağır şekillenişine şahitolmaktaydım; San Giorgio Maggiore'nin arkasında asılıkalmış güneş, şarkıcıyı öyle bir hayretle seyrediyordu ki, oalacakaranlık, hafızamda, sonsuza dek, ürpertiliduygusallığımla ve şarkıcının tunçtan sesiyle birleşip,bulanık, sabit ve dokunaklı bir alaşım oluşturacaktı.

Page 295: Albertine Kay±p - Marcel Proust

Bu şekilde, kıpırdamadan, iradem çözülmüş, görünürde birkarar vermeden duruyordum; şüphesiz böyle anlarda, kararzaten verilmiştir, çoğu kez, arkadaşlarımız bunu öngörebilir.Ama biz öngöremeyiz; aksi takdirde, nice acıyı çekmemize degerek kalmazdı.

Ama nihayet, –yerleşik alışkanlığın tartışılmaz savunmagücü ve ani bir hamleyle, son dakikada savaşa dahil ettiğigizli yedek kuvvetler sayesinde–, önceden bilinebilenkuyruklu yıldızın çıkıp geldiği karanlıklardan daha koyu birkaranlıktan bir eylem fışkırdı: Tozu dumana katarak koşmayabaşladım ve kapılar kapanmışken, trene yetiştim; annem,heyecandan kıpkırmızı kesilmiş, gözyaşlarını tutmayaçalışıyordu, geleceğimden umudunu kesmişti. Tren hareketetti; önce Padova, sonra Verona, trenimizi karşılamaya geldi,neredeyse gara kadar geçirdi ve –biz uzaklaştıktan sonra– biryere gitmeyip kendi hayatlarına devam edecekleri için, biriovasına, öbürü de tepesine döndü.

Saatler geçiyordu. Annem, açmakla yetindiği ikimektubunu okumak için acele etmiyordu, benim de, otelkapıcısının verdiği mektubu hemen cüzdanımdan çekipçıkarmamam için, elinden geleni yaptı. Annem, yolculuklarınbana fazlasıyla uzun, fazlasıyla yorucu gelmesinden hepkorkar, beni son saatlerde oyalayabilmek için, haşlanmışyumurtaları çıkaracağı, gazeteleri vereceği, bana habervermeden aldığı kitapların ambalajını çözeceği ânı mümkünmertebe geciktirirdi. Önce annemi seyrettim; kendimektubunu şaşkınlıkla okuyordu, sonra başını kaldırdı,bakışları, sanki belirgin, birbiriyle bağdaşmayan, bir arayagetiremediği hatıraların üstünde duruyordu sırayla. Bu arada,bana gelen zarfın üzerinde, Gilberte'in yazısını tanımıştım.

Page 296: Albertine Kay±p - Marcel Proust

Mektubu açtım. Gilberte, Robert de Saint-Loup'ylaevleneceğini haber veriyordu. Bu konuyla ilgili, Venedik'etelgraf çektiğini, ama benden cevap alamadığım yazıyordu.Venedik'te telgraf sisteminin iyi çalışmadığını işitmişolduğumu hatırladım. Telgrafını almamıştım. Gilberte belkide buna inanmayacaktı. Birdenbire, beynimde hatıra sıfatıylayer alan bir olayın, yerini bir başka olaya bıraktığınıhissettim. Birkaç gün önce aldığım ve Albertine'den sandığımtelgraf, Gilberte'tendi. Gilberte'in elyazısının en tipik veepeyce zorlama bir özelliği, t harflerinin çizgileriyle iharflerinin noktalarını bir üst satıra kaydırmasıydı, üsttekisatırda kimi kelimelerin altı çizilmiş, bazı cümleler, noktalarlabölünmüş gibi görünürdü; buna karşılık, kimi harflerinkuyrukları da bir alt satıra karışırdı; dolayısıyla, telgrafgörevlisinin, üst satırdaki s veya y harflerinin kıvrımlarını,Gilberte kelimesinin sonuna eklenmiş "ine" olarak okumuşolması çok doğaldı. Gilberte'in i'sinin noktası, üst satıra çıkıpcümleyi iki noktayla bitirmişti. G harfine gelince, gotik birA'ya benziyordu. Bunun dışında, iki üç kelimenin yanlışokunmuş, birbirine karıştırılmış olması (zaten bazı kelimelerbana anlaşılmaz gelmişti), yaptığım hatanın ayrıntılarınıaçıklamak için yeterliydi, hattâ gerekli bile değildi. Dalgın veönceden belirli bir beklentisi olan, mektubun belirli birindengeldiği düşüncesinden yola çıkan kişi, kim bilir her kelimede,olmayan kaç harf, her cümlede, olmayan kaç kelime okur?Okurken tahmin eder, uydururuz; her şey, başlangıçtaki birhatadan kaynaklanır; sonraki hatalar, (üstelik bu, sadecemektup ve telgrafların okunmasıyla, sadece okumayla sınırlıdeğildir) aynı başlangıç noktasından yola çıkmamış birine nekadar olağandışı görünseler de, aslında çok doğaldırlar. Eşitderecede inat ve iyi niyetle inandığımız şeylerin, hattâ nihai

Page 297: Albertine Kay±p - Marcel Proust

sonuçların büyük bölümü, önermedeki ilk yanılgıdankaynaklanır.

Page 298: Albertine Kay±p - Marcel Proust

Dördüncü Bölüm

"Yo, inanılır gibi değil!" dedi annem. "Biliyor musun, insanbenim yaşımda hiçbir şeye şaşırmaz oluyor, ama hiçbir şey, şumektupta okuduğum haber kadar beklenmedik olamaz, eminol." - "Senin okuduğun haberin ne olduğunu bilmiyorum,"dedim, "ama ne kadar olsa, benim mektubumdaki haber kadarşaşırtıcı olamaz. Bir evlilik haberi. Robert de Saint-Loup,Gilberte Swann'la evleniyor." - "Ya!" dedi annem. "Demek buaçmadığım ikinci mektup da, onu haber veriyor, arkadaşınınyazısını tanıdım." Annemin tebessümündeki hafifduygusallık, annesini kaybettiğinden beri, ne kadar önemsizolursa olsun, acı çekme, hatırlama yeteneğine sahip, kendiölülerinin matemini tutan insanları ilgilendiren her olaydakendini gösteriyordu. İşte bu yüzden, annem, gülümseyerek,yumuşak bir sesle konuşuyordu; bu evliliği hafife alırsa,Swann'ın kızında, dul karısında ve oğlundan ayrılmayahazırlanan Robert'in annesinde uyandırabileceği hüzünlüduyguları da hafife almış olmaktan korkuyordu sanki ve iyiyürekliliğinden, onların bana gösterdiği iyiliğe minnetinden,bir evlat, eş ve anne sıfatıyla, kendi duyarlığını onlaraatfediyordu. "Benimki kadar şaşırtıcı bir haber bulamazsındemekte haklı mıymışım?" diye sordum. Annem tatlı bir seslecevap verdi: "Yanıldın! En şaşırtıcı haber bende; 'en büyük,en küçük' demeyeceğim, çünkü Sevigne'nin başka hiçbirşeyini bilmeyen insanların yaptığı bu alıntı, büyükanneninmidesini, 'biçilmiş otları çevirerek kurutmanın güzelliği' kadarbulandırırdı. Biz bu harcıâlem Sevigne'leri toplamayatenezzül etmeyiz. Elimdeki mektup, Cambremer'lerin oğlunun

Page 299: Albertine Kay±p - Marcel Proust

evlilik haberini veriyor." - "Öyle mi!" dedim kayıtsız biredayla. "Kiminle? Ama zaten damat adayının kişiliği, buevliliğin sansasyonel olmasına ihtimal tanımıyor." - "Gelinadayının kişiliği sansasyonel değilse tabii." - "Kimmiş bugelin adayı?" - "Aa, hemen söylersem kıymeti kalmaz ki,biraz düşün bakalım," dedi annem; daha Torino'ya bilevarmamış olduğumuz için, ayağını yorganına göre uzatıp,beni oyalayacak malzemeyi idareli kullanmak isteyerek."Nereden bileyim canım? Parlak bir şahsiyet mi? Legrandin'lekız kardeşi memnunlarsa, parlak bir evlilik olduğundan eminolabiliriz." - "Legrandin'i bilemem, ama haberi veren kişi,Mme de Cambremer'in pek memnun olduğunu söylüyor. Senparlak diye nitelendirir misin bilmem. Bana, kralların çobankızlarıyla evlendiği zamanların evlilikleri gibi geldi; üstelikçoban kızı, çoban bile değil, ama çok sevimli bir kız.Büyükannen olsa, çok şaşırırdı, ama hoşuna da giderdi." -"Canım, söylesene, kim bu kız?" - "Mlle d'Oloron." - "Benceçok etkileyici, hiç de çoban kızına benzemiyor, ama kimolduğunu çıkaramadım. Unvan Guermantes'lara aitti ama." -"Aynen öyle, M. de Charlus, o unvanı, Jupien'in evlat edindiğiyeğenine verdi. Cambremer'lerin oğluyla evlenen de o." -"Jupien'in yeğeni mi! İnanılır gibi değil!" - "Erdeminmükâfatı. Mme Sand'ın bir romanının sonuna yakışır birevlilik," dedi annem. "Ahlâksızlığın bedeli, Balzac'ın birromanının sonuna yakışır bir evlilik," diye düşündüm. "Aslınabakılırsa," dedim anneme, "oldukça doğal sayılır.Cambremer'ler böylece, yanaşmayı asla ummadıklarıGuermantes kabilesine demir atmış oldular; ayrıca, M. deCharlus kendisini evlat edindiğine göre, kızın çok parasıolacak, bu da, Cambremer'ler servetlerini yitirdiklerindenberi, zorunlu bir koşuldu; sonuç olarak, Cambremer'lerin

Page 300: Albertine Kay±p - Marcel Proust

hükümdar soyundan prens saydıkları birinin evlat edindiği birkız, muhtemelen onların gözünde gerçek –gayrimeşru– kızı.Hükümdarlık hanedanı denebilecek bir ailenin gayrimeşruevladıyla evlenmek, hem Fransız, hem de yabancı soylularınnazarında, daima makbul sayılmıştır. Lucinge'ler örneği kadargerilere gitmeye gerek yok, hatırlarsan, daha altı ay önce,Robert'in bir arkadaşı evlenmişti; kızın sosyetedekikonumunun tek dayanağı, halen hükümdar olan bir prensingayrimeşru kızı olduğu yolundaki, belki doğru, belki de yanlışkanıydı." Annem, bir yandan, büyükannemin bu evliliği birskandal olarak görmesini gerektiren Combray kast anlayışınasadık kalmakla birlikte, her şeyden önce, annesininsağduyusunu vurgulamak istediğinden, ekledi: "Her şey biryana, kız mükemmel bir kız; sevgili büyükannen, gençCambremer'in seçimini onaylamak için, o sonsuzhoşgörüsüne, iyi yürekliliğine başvurma gereği bileduymazdı. Çok uzun zaman önce, bir gün dükkâna giripeteğini diktirmiş, kızı çok kibar, çok seçkin bulmuştu, hatırlarmısın? O sıralar daha çocuk denecek yaştaydı. Şimdi tohumakaçtığı halde, bambaşka, çok daha mükemmel bir kadın oldu.Ama büyükannen, bütün bunları bir bakışta anlamıştı. Biryelekçinin ufacık yeğenini, Guermantes Dükü'nden daha'soylu' bulmuştu." Ama annemin, büyükannemi övmektençok, bu günleri görmemesinin, onun için "daha iyi" olduğunakanaat getirmesi gerekiyordu. Bu, sevgisinin doruknoktasıydı, annesini son bir üzüntüden esirgemek gibi birşeydi. "Yine de," dedi annem, "sence Swann'ın babası, –gerçisen kendisini görmedin ama,– günün birinde, damarlarında,hem 'Yunaydin,' diye konuşan Moser Ana'nın, hem de GuiseDükü'nün kanı akan bir torunu olacağını hiç düşünebilirmiydi?" - "Aslında olay bundan çok daha şaşırtıcı, anne.

Page 301: Albertine Kay±p - Marcel Proust

Swann'lar çok saygın insanlardı; oğulları o kadar iyi birmevkie sahipti ki, iyi bir evlilik yapmış olsa, kızı çok çok iyibir evlilik yapabilirdi. Ama o, bir yosmayla evlendiği için,sıfır noktasına geri dönülmüştü." - "Canım, yosma diyorsunama, belki de insanlar fesatlık ediyordu, ben bütünsöylenenlere asla inanmadım." - "Evet, kesinlikle yosmaydı,hattâ bir başka gün, sana bazı aile sırlarını açıklayacağım."Annem, hayallerinin arasından konuştu: "Babanın selamvermeme katiyen izin vermediği bir kadının kızı, babanınbaşlangıçta bize göre fazlasıyla sosyetik bir çevreye ait diyeziyaretine gitmeme izin vermediği Mme de Villeparisis'ninyeğeniyle evleniyor!" Sonra devam etti: "Legrandin'in biziyeterince seçkin bulmadığı için tavsiye mektubu vermeyekorktuğu Mme de Cambremer'in oğlu, evimize ancak serviskapısından girmeye cesaret edebilecek bir adamın yeğeniyleevleniyor!.. Büyükannen, her şeye rağmen haklıymış;hatırlarsın, yüksek aristokrasinin, küçük burjuvaları dehşetedüşürecek şeyler yaptığını, Kraliçe Marie-Amelie'nin, CondePrensi vasiyetnamesinde Aumale Dükü'nü kayırsın diye,prensin metresine yaltaklanması yüzünden, gözündendüştüğünü söylerdi. Gramont hanedanının, hepsi birer azizeolan kızlarının, büyük-ninelerinden birinin IV. Henri'yleilişkisi anısına, yüzyıllardır Corisande soyadını taşımaları,onu dehşete düşürürdü. Belki burjuvazinin içinde de böyleolaylar dönüyor, ama daha gizli yapılıyor. Zavallıbüyükannen, bu olayı ne kadar eğlenceli bulurdu kim bilir!"Annemin sesi hüzünlüydü, çünkü büyükannemin mahrumolduğuna hayıflandığımız zevkler, hayatın en basit zevkleri,eğlenceli bulacağı bir haber, bir temsil, hattâ bir "taklit"ti. "Nekadar şaşırırdı kim bilir! Ama yine de, eminim bu evliliklerbüyükannene aykırı düşer, üzerdi onu, bence bu günleri

Page 302: Albertine Kay±p - Marcel Proust

görmemiş olması daha iyi," diye devam etti annem, çünkü herolay karşısında, büyükannem olsa, kendine has mükemmelkişiliğinden kaynaklanan ve olağanüstü önem taşıyan, çoközel bir izlenim edineceğini düşünmekten hoşlanıyordu.Önceden kestirilmesi imkânsız her üzücü olay, eski birahbabımızın itibarını veya servetini kaybetmesi, toplumsalfelaketler, salgın hastalık, savaş, devrim karşısında, annem,belki de büyükannemin bunları görmemesinin daha iyiolduğunu, görse çok üzüleceğini, belki de dayanamayacağınıdüşünüyordu. Bu evlilikler gibi aykırı olaylar söz konusuolduğunda ise, annem, büyükanneme sevgisi yüzünden –sevmedikleri kişilerin sanıldığından daha çok acı çektiğinidüşünmekten hoşlanan kötü kalplilerin tersine bir içgüdüyle–,onu üzücü veya küçültücü olaylardan uzak tutmak istiyordu.Büyükannemi, beklenmedik felaketlerin bile ulaşamayacağıbir konuma yerleştiriyor, annesinin ölümünün, belki deşükredilecek bir şey olduğunu, o asil ruhunkabullenemeyeceği günümüzün çirkin manzarasını görmektenkurtulduğunu düşünüyordu. Çünkü iyimserlik, geçmişinfelsefesidir. Cereyan eden olay, mümkün olan bütün olaylararasında, bizim bildiğimiz tek olay olduğundan, yol açtığızarar bize kaçınılmazmış gibi görünür, zararın yanı sırasağladığı asgari yarar ise, bizde minnet uyandırır; bu olayolmasa, yararlı sonuçların da olmayacağını düşünürüz.Annem, aynı anda hem büyükannemin, bu haberleri duysaneler hissedeceğini tam olarak kestirmeye çalışıyor, hem deonunki kadar yüce olmayan zihinlerimizin bunu tasavvuredemeyeceğine inanmak istiyordu. Annemin bana ilksöylediği, "Zavallı büyükannen, kim bilir ne kadar şaşırırdı!"olmuştu. Annemin, bu haberi ona veremediği içinüzüldüğünü, büyükannemin öğrenememesine hayıflandığını

Page 303: Albertine Kay±p - Marcel Proust

hissediyordum; annemin nazarında, büyükannemininanamayacağı gerçeklerin ortaya çıkarılması haksızlıktı,geriye dönüp bakıldığında, büyükannemin insanlar ve toplumhakkında mezara götürdüğü fikirleri yanlış ve eksik kılan birşeydi; çünkü Jupien'in yeğeninin, Legrandin'in yeğeniyleevlenmesi, büyükannemin genel kavramlarını altüst edecek,çözümlenemeyeceğine inandığı hava yolculuğu ve telsiztelgraf meselelerine çözüm bulunduğu haberini annemkendisine iletebilse, o kadar değiştirecek nitelikte bir olaydı.Ama ileride göreceğimiz gibi, bilimin başarılarınıbüyükannemle paylaşma arzusu da, çok geçmeden, annemeaşırı bir bencillik gibi görünecekti. Sonradan öğrendiğimegöre –bütün bunları Venedik'te takip edememiştim– hemChâtellerault Dükü, hem de Silistre Prensi, Mlle deForcheville'i istemişlerdi, bu arada Saint-Loup, LüksemburgDükü'nün kızı Mlle d'Entragues ile evlenmek istiyordu. Olayşöyle gelişmişti: Mme de Marsantes, oğlunun, yüz milyonlukbir servete sahip olan Mlle de Forcheville'le; mükemmel birevlilik yapabileceğini düşünmüştü. Bir hata yapıp, genç kızıbüyüleyici bulduğunu, zengin mi, fakir mi olduğunu katiyenbilmediğini, bilmek de istemediğini, ama drahoması olmasabile, böyle bir eşin, en müşkülpesent delikanlı için "l dahişans sayılacağını söylemişti. Geri kalan her şeye gözyummasına sebep olan yüz milyonluk servetten başka şeyleilgilenmediği düşünülecek olursa, fazla ileri gitmişti. Oğlunudüşünerek konuştuğu hemen anlaşıldı. Silistre Prensesiortalığı ayağa kaldırdı, Saint-Loup'nun unvanlarını saya sayabitiremedi ve Saint-Loup, annesi Odette, babası da Yahudiolan kızla evlendiği takdirde, Saint-Germain muhiti diye birşey kalmayacağını ilan etti. Mme de Marsantes, kendindençok emin olduğu halde, daha fazla ısrar etme cesaretini

Page 304: Albertine Kay±p - Marcel Proust

gösteremeyip, Silistre Prensesi'nin itirazları karşısında geriçekildi, prenses de bunun üzerine derhal kızı kendi oğlunaistedi. Kopardığı yaygaranın tek nedeni, Gilberte'i kendinesaklama isteğiydi. Bu arada, başarısızlığa boyun eğmekistemeyen Mme de Marsantes, derhal Lüksemburg Dükü'nünkızı Mlle d'Entragues'a yönelmişti. Sadece yirmi milyonlukserveti olan bu gelin adayı, ' daha az işine geliyordu, amaMme de Marsantes, herkese bir Saint-Loup'nun bir MileSwann'la (Forcheville bile değildi artık) evlenemeyeceğinisöyledi. Bir süre sonra, biri patavatsızlık edip ChâtelleraultDükü'nün Mile d'Entragues'la evlenmeyi düşündüğünüsöyleyince, dünyanın en titiz insanı olan Mme deMarsantes'ın gururu devreye girdi, taktik değiştirip tekrarGilberte'e dönerek, Saint-Loup adına istetti ve derhal nişantöreni yapıldı.

Saint-Loup'yla Gilberte'in nişanlanması, birbirinden çokfarklı çevrelerde, hararetli yorumlara sebep oldu. Annemin,Saint-Loup'yu bizim evde görmüş olan birçok arkadaşı,"gün"üne gelip, nişanlanan gencin gerçekten benim arkadaşımmı olduğunu sordular. Diğer evlilikle ilgili olarak, bazı kişiler,söz konusu ailenin Cambremer-Legrandin'ler olmadığını iddiaedecek kadar ileri gittiler. İddialarının temeli sağlamdı, çünkügenç kızlığında Legrandin olan markiz, nişanın duyurulduğugünden bir gün önce olayı yalanlamıştı. Ben kendi adıma,kısa süre önce bana mektup yazma fırsatı bulmuş olan M. deCharlus'le Saint-Loup'nun, niçin nişan töreniyle bağdaşmasıimkânsız birtakım seyahatlerden dostça bahsedip bu konuyahiç değinmemiş olduklarını merak ediyordum. Bu konularınson dakikaya kadar gizlilik içinde yürütüldüğünü hiçdüşünmeden, beni zannettiğim kadar yakın bir dost olarakgörmedikleri sonucunu çıkarıyordum; Saint-Loup'nun bu

Page 305: Albertine Kay±p - Marcel Proust

yaklaşımı beni üzüyordu. Aristokrasinin kibarlığının,teklifsiz, dostça ilişkilerinin aldatmacadan ibaret olduğunuçoktan fark etmişken, dışlanmış olmama niçin şaşırıyordumki? M. de Charlus'ün Morel'i gözetlediği –giderek daha fazlaerkeğin pazarlandığı– randevu evinde, sadık bir Le Gauloisokuru olan ve sosyete haberleri hakkında yorumlar yapan"yönetici" kadın, şişman bir müşterisiyle, her geldiğinde gençdelikanlılarla bol bol şampanya içen ve zaten çok şişmanolduğu halde, savaş çıkarsa "yakalanmamak" için daha daşişmanlamak istediğini söyleyen bir beyefendiyle sohbetederken, "Saint-Loup 'o biçim'miş diye duydum, gençCambremer de öyleymiş," dedi. "Zavallı gelinler! Neyse, sizbu nişanlı delikanlıları tanıyorsanız, bize gönderin, burada heristediklerini bulurlar, çok para kazandırırlar bize." Bununüzerine, şişman beyefendi, kendisi de "o biçim" olduğu halde,biraz snop olduğu için, öfkeyle itiraz etti; Cambremer'e de,Saint-Loup'ya da, akrabalarının, d'Ardonvillers'lerin evindesık sık rastladığını, ikisinin de kadınlara çok meraklı ve "obiçim"in tam tersi olduklarını söyledi. Yönetici kadın, şüphelibir tonda "Ya!" diyerek konuyu kapattı, ama iddiakanıtlanmamıştı, çağımızda sapıklığın, fesat dedikodularınsaçmalığıyla yarışabilecek boyutlara ulaştığına hükmetti.Görüşmediğim birtakım kişiler, bana mektup yazıp, kadıntiyatro seyircilerinin şapkalarının yüksekliğiyle veyapsikolojik romanla ilgili anket yaparcasına, bu iki evlilikhakkında "ne düşündüğümü" sordular. Bu mektuplara cevapverecek gücü bulamadım kendimde. Bu iki evlilik hakkındahiçbir şey düşünmüyordum, ama derin bir üzüntüduyuyordum; geçmişteki hayatımıza ait, yanı başımızdademirlemiş olan ve belki de, kendimize itiraf etmeden, günlergeçtikçe tembelce bir umut bağladığımız iki dönem, gemiler

Page 306: Albertine Kay±p - Marcel Proust

gibi, flamaları neşeyle şaklayarak yabancı diyarlara doğrutemelli uzaklaştığında hissettiğimiz kederi yaşıyordum.Nişanlanan delikanlılar ise, kendi evliliklerini çok doğalbuluyorlardı, çünkü söz konusu olan, başkaları değil,kendileriydi. O güne kadar, gizli bir kusur üzerine kurulan butür "parlak evlilikler", onlar için hep alay konusu olmuştu.Son derece köklü bir aile olan ve son derece mütevazıiddialara sahip Cambremer'ler bile, Jupien'i unutup sadeceOloron sülalesinin benzersiz soyluluğunu hatırlamaya çoktanhazırdılar, ama bu evlilikle en çok övünmesi gereken kişi,Cambremer-Legrandin Markizi, aykırı bir tutumbenimsemişti. Çünkü fesat mizaçlıydı ve yakınlarınıaşağılamanın hazzı, böbürlenmenin hazzından daha önemliydionun için. Dolayısıyla, oğlunu sevmeyen ve müstakbelgelinden de, daha baştan hiç hoşlanmamış olan markiz, birCambremer'in, esasen kimi nesi olduğu bilinmeyen ve bukadar çarpık dişli biriyle evlenmesinin talihsizlik olduğunusöyledi. Genç Cambremer'in, Bergotte gibi, hatta Bloch gibiedebiyatçılarla arkadaşlık etme alışkanlığına gelince, buparlak evlilik yüzünden, eskisinden daha snop olmadığını,ama şimdi kendini Oloron Düklerinin, gazetelerin deyimiyle"hükümdar prensler"in mirasçısı olarak gördüğü için,soyluluğuna güvenip canı kiminle isterse onunla görüşmehakkını kendinde bulduğunu düşünebiliriz. Prenslerehasretmediği günlerde, küçük soyluları ihmal edip zekiburjuvalarla görüşüyordu. Gazetelerdeki bu haberler, özellikleSaint-Loup'yla ilgili haberler, kraliyet ailesine mensupatalarının ismi tek tek sayılan arkadaşıma bir asalet dahakatıyor, ama beni sadece üzüyordu; Robert, sanki başkabirisine dönüşmüş, kısa bir süre önce, ben arkada daha rahatedeyim diye arabanın açılıp kapanır koltuğuna oturan

Page 307: Albertine Kay±p - Marcel Proust

arkadaşımken, şimdi Güçlü Robert'in torunu olmuştu;Gilberte'le evleneceğinin, daha önce hayalimden bilegeçmemiş olması, mektupta okuduğum zaman, bu evliliğinbana, birdenbire, her ikisiyle ilgili, bir gün öncebekleyebileceğim şeylerden son derece farklı, kimyasal birçökelti kadar beklenmedik görünmesi, beni çok üzüyordu;oysa Saint-Loup'nun o sıralarda mutlaka çok meşgulolduğunu, ayrıca yüksek sosyetede, evliliklerin, genellikleböyle birdenbire gerçekleştiğini, çoğu kez, başarısızlıklasonuçlanan başka bir girişimin yerine yapıldığını düşünmemgerekirdi. Bu iki evliliğin ani sarsıntısı, bende öylesine derinbir üzüntü, bir taşınma kadar kasvetli, kıskançlık kadar acı birkeder yarattı ki, daha sonra, insanlar bana bu duygularımıhatırlatıp saçma bir şekilde basiretimi kutladılar, o esnadakiduygumun tam tersine, çifte, hattâ üçlü, dörtlü bir önseziolarak yorumladılar.

Gilberte'e hiç dikkat etmemiş olan yüksek sosyetemensupları, bana son derece ciddi bir ilgiyle, "Ya! Saint-LoupMarkisi'yle evlenen kız, demek bu," diyor, Paris sosyetededikodularına meraklı olmakla kalmayıp, kendigözlemlerinin keskinliğine de güvenen ve gözleyerek de bilgiedinmeye çalışan insanlara özgü, dikkatli bakışlarla, Gilberte'isüzüyorlardı. Sadece Gilberte'i tanıyanlar ise, aşırı birdikkatle Saint-Loup'yu inceliyor, (çoğunu pek az tanıdığımhalde) kendilerini Saint-Loup'ya takdim etmemi rica ediyorve damat adayıyla tanışma eğlencesinden neşe içindedönerek, "Yakışıklı bir genç," diyorlardı. Gilberte, Saint-LoupMarkisi unvanının Orleans Dükü unvanından çok daha üstünolduğuna kaniydi, ama her şeyden önce, esprili bir neslemensup olduğu için, mater semita terimini benimsedi, daha da

Page 308: Albertine Kay±p - Marcel Proust

esprili görünmek için, "Ama benim durumumda pater," diyede ekliyordu.

Annem, "Genç Cambremer'in evliliğine, Parma Prensesiaracı olmuş," dedi. Gerçekten öyle olmuştu. Parma Prensesi,hem hayır işleri nedeniyle karşılaşıp seçkin bulduğuLegrandin'i, hem de Legrandin'in kız kardeşi olup olmadığınısorduğu zaman konuyu değiştiren Mme de Cambremer'i uzunzamandır tanıyordu. Prenses, Mme de Cambremer'in,kapısından içeri giremediği yüksek aristokrat evlerininhiçbirine kabul edilmeyişine ne kadar üzüldüğünü biliyordu.Mlle d'Oloron'a iyi bir kısmet bulma görevini üstlenen ParmaPrensesi, M. de Charlus'e, Legrandin de Meseglise adında(Legrandin artık bu ismi kullanıyordu), kibar, kültürlü biradamı tanıyıp tanımadığını sorunca, baron önce tanımadığınısöyledi, sonra ansızın, bir gece yolculuğunda, trende tanışıpkartını aldığı bir yolcuyu hatırladı. Belli belirsiz gülümsedi."Belki aynı adamdır," diye düşündü. Damat adayının,Legrandin'in yeğeni olduğunu öğrenince, "İşte bu harikaolurdu!" dedi. "Dayısına çekmişse, korkulacak bir şey yokbence, en iyi kocaların onlardan çıktığını daimasöylemişimdir." - "Onlar kim?" diye sordu prenses. "Ah,hanımefendi, daha sık görüşseydik, açıklardım size. Sizinlerahatça konuşulabilir. Altes hazretleri o kadar akıllı ki," dediCharlus, sır paylaşma ihtiyacına kapılarak, ama daha ilerigitmedi. Damat adayının annesiyle babasından hoşlanmadığıhalde, Cambremer soyadı hoşuna gitti; Bretanya'daki dörtbaronluktan biri olduğunu ve evlat edindiği kız için bundanâlâsını bulamayacağını biliyordu; köklü, saygıdeğer, kendiyöresinde sağlam akrabalıkları olan bir soyadıydı. Bir prensbulunması imkânsızdı, zaten iyi de olmazdı. Bu tam aradığışeydi. Prenses, bunun üzerine Legrandin'i çağırttı.

Page 309: Albertine Kay±p - Marcel Proust

Legrandin'in dış görünüşü bir süredir, olumlu yönde epeycedeğişmişti. Tıpkı ince bir beden uğruna, kararlı bir şekildeçehrelerini feda edip Marienbad'dan ayrılamayan kadınlargibi, Legrandin de bir süvari subayının rahat havasınabürünmüştü. M. de Charlus ağırlaşıp yavaşladıkça, Legrandinincelip hızlanmıştı: aynı sebebin iki zıt sonucu. Aslında busüratin psikolojik nedenleri de vardı. Legrandin ne girerken,ne çıkarken görülmek istediği bazı kötü şöhretli yerleregitmeyi alışkanlık edinmişti, buralara dalar gibi giripçıkıyordu. Parma Prensesi, ona Guermantes'lardan, Saint-Loup'dan bahsettiğinde, Legrandin, Guermantes senyörleriniöteden beri ismen tanımasıyla, müstakbel Mme de Saint-Loup'nun babası Swann'la halamın evinde, şahsen karşılaşmışolmasını birleştirerek, onları öteden beri tanıdığını söyledi;oysa Legrandin, Combray'de, Swann'ın karısıyla da, kızıylada görüşmeyi hep reddetmişti. "Hattâ geçenlerde GuermantesDükü'nün kardeşi M. de Charlus'le birlikte bir yolculukyaphm. Konuşmaya o başladı, kendiliğinden; bu da her zamanolumlu bir işarettir, karşınızdaki şahsın, burnu havada biraptal, kendini beğenmiş biri olmadığını gösterir. Evet,hakkında söylenenleri biliyorum. Ama ben bu tür söylentilerehiçbir zaman inanmam. Zaten başkalarının özel hayatı da beniilgilendirmez. Bende duyarlı, kültürlü bir insan izlenimibıraktı." Bunun üzerine, Parma Prensesi, Mile d'Oloron'danbahsetti. Guermantes muhitinde, her zamanki iyi kalpliliğiyle,yoksul ve sevimli bir genç kızı mutluluğa kavuşturan M. deCharlus'ün ruh asaleti, herkesi duygulandırıyordu. Kardeşininşöhreti yüzünden zarar gören Guermantes Dükü, ne kadargüzel bir davranış olsa da, aslında son derece doğal olduğunuima ediyordu. "Bilmem anlatabiliyor muyum, bu meselebaştan sona doğal," diyordu hesaplı bir patavatsızlıkla.

Page 310: Albertine Kay±p - Marcel Proust

Amacı, genç kızın, kardeşinin öz kızı olduğunu ve kardeşinin,durumu meşrulaştırdığını bildirmekti. Bu durum, aynızamanda Jupien'in konumunu da açıklıyordu. Parma Prensesi,bu yoruma değinerek, Legrandin'e, genç Cambremer'in,aslında tıpkı Mlle de Nantes gibi, yani Orkeans Dükü'nün de,Conti Prensi'nin de küçümsemediği, XIV. Louis'ningayrimeşru kızı gibi biriyle evlenmiş olacağını göstermekistedi.

Annemle Paris'e dönüş treninde konuştuğumuz bu ikievlilik, bu anlatıda şu ana kadar boy göstermiş olan kişilerdenbazılarını epeyce etkiledi. Bunlardan birincisi Legrandin'di;söylemeye bile gerek yok, Legrandin, M. de Charlus'ünkonağına, tıpkı görülmek istemediği, kötü şöhretli bir evegirercesine, fırtına gibi daldı; aynı zamanda cesaretinisergilemek ve yaşını gizlemek de istiyordu, çünküalışkanlıklarımız, hiçbir işimize yaramayacakları yerlerde bilepeşimizi bırakmaz; M. de Charlus'ün, Legrandin'i algılanmasıgüç, açıklanması daha da güç bir tebessümle selamladığınıpek kimse fark etmedi; bu tebessüm, birbirlerini saygınçevrelerde görmeye alışık iki erkeğin, kötü şöhretli bir yerdetesadüfen karşılaştıkları zaman dudaklarında belirentebessümün (örneğin General de Froberville'in, bir zamanlar,Swann'la Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda karşılaştığı zamangözlerinde beliren, Laumes Prensesi salonunun müdavimleriolan ve M. Grevy'nin misafiri olmakla şereflerini tehlikeyeatan iki erkeğin alaylı ve esrarengiz suç ortaklığını ifade edenbakışın) görünürde aynısı, ama aslında tam tersiydi. Fakat asıldikkate değer olan, Legrandin'in kişiliğindeki gerçekiyileşmeydi. Legrandin çok uzun zamandır –taküçüklüğümden, tatillerimi Combray'de geçirdiğimzamanlardan beri– gizlice bazı aristokratlarla ilişki

Page 311: Albertine Kay±p - Marcel Proust

kurmaktaydı; ara sıra sayfiye evlerindeki kısır davetlereçağrılmak dışında, bu ilişkilerin bir yararını görmemişti.Yeğeninin evliliği, ansızın, bu birbirinden uzak parçalarıbirleştirdi, Legrandin sosyetede bir yer l edindi; daha önceonunla sınırlı ama samimi bir ilişki kurmuş olan kişilerle,eskiye dayanan ilişkileri de, bu yeni konumunusağlamlaştırıyordu. Legrandin'in takdim edilmek istendiğisoylu hanımlar, onu yirmi yıldır, her yaz, on beş gün sayfiyeevlerinde misafir ettiklerini, küçük salondaki o güzel antikabarometrenin, onun hediyesi olduğunu söylüyorlardı.Tesadüfen, bazı "grup fotoğraflarında", şimdi akraba olduğudüklerin arasında yer almıştı. Fakat Legrandin, yükseksosyetede bu konumu edinir edinmez, ondan yararlanmazoldu. Artık bütün salonlarda ağırlandığını herkes bildiği için,davet edilmekten zevk almaması bir yana, Legrandin'in içindeuzun süre çekişmiş olan iki kusurdan daha yapay olanı, yanisnobizm, yerini daha doğal olan diğerine bırakmaktaydı; bukusur, dolambaçlı bir yoldan da olsa, bir tür tabiata dönüşsayılabilirdi hiç değilse. Bu iki kusurun bir arada bulunması,imkânsız değildir şüphesiz; bir düşesin davetinden çıktıktansonra, mahalle keşfedilebilir. Ne var ki, yaşın getirdiğisoğukluk, Legrandin'i çeşitli hazları bir araya getirmektenalıkoyuyordu; dışarı çıkarken bir seçicilik sergiliyordu veayrıca, artık doğal hazları da oldukça platonikti, daha ziyadedostluktan, vakit alan sohbetlerden ibaretti, bu da,Legrandin'in neredeyse bütün vaktini halktan insanlarlageçirmesine sebep oluyor, sosyete hayatına pek vaktikalmıyordu. Mme de Cambremer bile, GuerrnantesDüşesi'nin nezaketine kayıtsız kalabiliyordu. Markizlegörüşmek zorunda kalan düşes, insanlarla daha çok vakitgeçirdiğimiz zaman, mutlaka bazı meziyetlerini keşfedip,

Page 312: Albertine Kay±p - Marcel Proust

kusurlarına da giderek alıştığımız için, Mme de Cambremeı'inzeki ve kültürlü bir kadın olduğunu fark etmişti; benim kendiadıma pek hoşlanmadığım türdeki zekâsı ve kültürü, düşestehayranlık uyandırmıştı. Bu yüzden, akşamüzerleri sık sıkMme de Cambremeı'i ziyarete gidiyor, uzun uzun oturuyordu.Ne var ki, Guermantes Düşesi'nin, Mme de Cambremeı'ingözündeki büyüleyici cazibesi, düşes markize yakınlıkgösterince yok olup gitti. Düşesi ağırlamak, Mme deCambremer için, bir zevkten çok, nezaketen yerine getirdiğibir görevdi. Gilberte'teki değişiklik ise, daha çarpıcıydı veSwann'ın evlendiğinde geçirdiği değişime hem paralel, hemde ondan farklıydı. Kuşkusuz, ilk birkaç ay boyunca, Gilberte,sosyetenin en seçkin üyelerini evinde ağırlamaktan mutlulukduymuştu. Annesinin yakın arkadaşları, muhtemelen sırfmiras yüzünden davet ediliyor, ama sadece belirli günlerde,başka kimse yokken çağrılıyorlar, seçkin kişilerden uzaktatutuluyorlardı; sanki Mme Bontemps'ın veya Mme Cottard'ın,Guermantes Prensesi'yle veya Parma Prensesi'yle temasetmesi, tepkimeye hazır iki kimyasal maddenin teması gibi,felaketler, tamiri mümkün olmayan zararlar doğurabilecek birşeydi. Buna rağmen, Bontemps'lar, Cottard'lar ve diğerleri,akşam yemeğinde başka davetliler olmadığı için hayalkırıklığına uğramakla birlikte, "Saint-Loup Markizinde akşamyemeğine davetliydik," diyebilmekten gurur duyuyorlardı;üstelik ara sıra sınırlar zorlanıp, onlarla birlikte, yine mirasuğruna, tüylü bağa yelpazesiyle tam bir soylu hanımefenditavrı sergileyen Mme de Marsantes da davet ediliyordu. Mmede Marsantes, yalnızca ara sıra ölçülü insanları, sadece davetedildiklerinde yüzlerini gösteren kişileri övmeye özengösteriyor, arif olanın anlayacağı bu uyarının ardından,Cottard, Bontemps ve diğerlerine, en zarif ve kibirli selamını

Page 313: Albertine Kay±p - Marcel Proust

bahşediyordu. Ben, belki "Balbec'li kız arkadaşım" yüzünden,teyzesinin beni bu muhitte görmesinden hoşlandığım için,onlarla aynı kategoride yer almayı tercih ederdim. Ama beni,artık daha ziyade kocasının ve Guermantes'ların dostu olarakgören (ve –belki annemle babamın, annesiyle görüşmeyireddettiği Combray günlerinden beri– çevre mizdeki şeylereçeşitli üstünlükler atfetmekle kalmayıp türlerine ' göre deayırdığımız yaşlarda, bana asla kaybedilmeyen türden birdeğer biçmiş olan) Gilberte, bu tür geceleri bana layıkgörmüyor, vedalaşırken, "Sizi gördüğüme çok memnunum,ama asıl yarından sonra gelmelisiniz," diyordu bana,"Guermantes Yengemi, Mme de Poix'yı görürsünüz; bugünannemin hatırı için, onun arkadaşlarına ayrılmıştı." Ama budurum, sadece birkaç ay sürdü ve kısa sürede her şey baştanaşağı değişti. Gilberte'in sosyal hayatında da, Swann'ınyaşadığı zıtlıkların yer alması mı gerekiyordu? Sebebi neolursa olsun, Gilberte, Saint-Loup Markizi (ve çok 'geçmeden de, göreceğimiz gibi, Guermantes Düşesi) unvanınıaldıktan, ulaşılması en zor, en parlak konuma geldikten kısabir süre sonra, Guermantes soyadının, artık altın parıltılıesmer bir mine misali, şahsıyla bir bütün oluşturduğunu vekiminle görüşürse görüşsün, herkesin gözünde GuermantesDüşesi olarak kalacağını düşünmeye başladı. (Yanılıyordu,çünkü soyluluk unvanlarının değeri, tıpkı borsada hissesenetlerinin değeri gibi, talep artınca yükselir, arz artıncadüşer. Bize ölümsüz görünen her şey, yok olma eğilimindedir;her şey gibi, yüksek sosyetede bir mevki de, bir andaoluşmaz, tıpkı bir imparatorluğun gücü gibi, aralıksız devameden bir oluşumdur, her an yeniden oluşturulur; yarım asırlıkbir zaman diliminde, yüksek sosyete veya siyaset tarihiningörünürdeki aykırılıkları, bu şekilde açıklanabilir. Dünyanın

Page 314: Albertine Kay±p - Marcel Proust

yaratılması, başlangıçta olup bitmiş bir şey değil, her gün olanbir şeydir. Saint-Loup Markizi, kendi kendine, "Ben Saint-Loup Markiziyim," diyor ve bir gün önce, üç düşesin akşamyemeği davetini reddettiğini biliyordu. Ne var ki, unvanı,aristokrasiyle hiç alakası olmayan misafirlerini bir ölçüdeyüceltse de, markizin görüştüğü çevre, tersine etki yaparak,taşıdığı unvanın değerini düşürüyordu. Bu tür etkilere hiçbirşey dayanamaz, en parlak isimler, sonunda yenik düşer.Swann'ın tanıdığı, Fransız hanedanından bir prensesin salonu,olur olmaz herkes misafir edildiği için, gözden düşmemişmiydi? Laumes Prensesi, bir gün görev icabı, söz konusuprensese uğradığında, prensesin evinde, sözü bileedilmeyecek insanlarla karşılaşmış ve oradan Mme Leroi'yagidip Swann'a ve Modena Markisi'ne, "Nihayet dostlarınarasındayım yine. X Kontesi'nin evinden geliyorum, tanıdıküç kişi bile yoktu," demişti). Kısacası, "İsmim daha fazla birşey söylememi fuzuli kılıyor sanırım," diyen operetkahramanı gibi, Gilberte de, o kadar arzuladığı şeyi, sağdasolda aşağılamaya, bütün Saint-Germain muhitimensuplarının, geri zekâlı, görüşülemeyecek kişiler olduğunusöylemeye koyuldu ve sonra da, sözden eyleme geçerek,onlarla görüşmemeye başladı. Gilberte'i bu dönemden sonratanıyan, ilk görüşmelerinde, Guermantes Düşesi olan bukadının, rahatlıkla görüşebileceği sosyete mensuplarıyla alayedip eğlendiğine, o çevreden bir tek kişiyi bile evine kabuletmediğine, aralarından biri, hattâ en parlak olanı, evinegelmeyi göze aldığında, açık açık karşısında esnediğine şahitolan kişilerin, şimdi geriye bakınca, yüksek sosyeteye değervermiş olmaktan ötürü, utançtan yüzleri kızarır; eskizaaflarıyla ilgili bu küçültücü sırrı, düşese itiraf etmeye aslacesaret edemezler, çünkü onu, özünde yüce bir mizaca sahip

Page 315: Albertine Kay±p - Marcel Proust

olduğu için, bu tür bir zaafı anlaması öteden beri imkânsız birkadın olarak görürler. Onun, düklerle nasıl hararetle alayettiğini, daha da önemlisi, tutumunun da alaylı sözleriyletıpatıp uyuştuğunu görürler. Mile Swann'ı, Mlle deForcheville'e, Mlle de Forcheville'i de, önce Saint-LoupMarkizi'ne, sonra Guermantes Düşesi'ne dönüştüren sürecinnedenlerini araştırmak akıllarından geçmez şüphesiz. Belki busürecin nedenleri kadar etkilerinin de, Gilberte'in sonrakitutumunu açıklamakta yararlı olacağını da düşünmezler. Oysaherkesin "saygıdeğer düşes" diye, canını sıkan düşeslerin de,"kuzinim" diye hitap ettiği, soylu bir hanımefendinin, soyluolmayan kişilerle görüşmeyi algılayışı, Mlle Swann'ınalgılayışından farklıdır. İnsan, ulaşamadığı veya kesin olarakulaştığı hedefleri kolaylıkla küçümser. Bu küçümseyici tavrı,henüz tanımadığımız kişilerin bir parçası olarak görürüz.Belki de yıllar öncesine dönebilsek, bu kişileri, tamamengizlemeyi veya yenmeyi başardıkları için, kendi içlerindebarındırmaları bir yana, başkalarında hayal etmelerini,dolayısıyla affetmelerini de hep imkânsız olarak gördüğümüzzaaflar yüzünden, herkesten daha şiddetli acılar çekerkengörürdük. Ne olursa olsun, yeni Saint-Loup Markizi'ninsalonu, çok geçmeden kesin halini aldı (en azından sosyeteaçısından, diğer yandan ise ne gibi felaketlerin oluştuğunuileride göreceğiz). Salonun kesin hali, bir açıdan şaşırtıcıydı.Paris'in en muhteşem, en kibar, Guermantes Prensesi'ninkilerkadar parlak davetlerini, Saint-Loup'nun annesi Mme deMarsantes'ın düzenlediği hâlâ hatırlanıyordu. Öte yandan,Odette'in salonu da, son zamanlarda, çok daha aşağı düzeydeyer almakla birlikte, lüks ve şıklık açısından, bir o kadar gözkamaştırıcıydı. Karısının serveti sayesinde, istediği herkonfora sahip olan Saint-Loup ise, hoş bir akşam yemeğinden

Page 316: Albertine Kay±p - Marcel Proust

sonra, değerli müzisyenlerin icra ettiği güzel müziği huzuriçinde dinlemekten başka bir şey istemiyordu. Bir zamanlaröylesine gururlu ve hırslı görünen bu genç adam, evindekilüksü paylaşmak üzere, annesinin asla ağırlamayacağıarkadaşlarını çağırıyordu. Gilberte, kendi adına, Swann'ındüsturunu uygulamaktaydı: "Nitelik pek önemli değil, bennicelikten korkarım." Karısının karşısında boynu kıldan inceolan Saint-Loup da, onu sevdiği ve bu aşırı lüksü ona borçluolduğu için, zaten paylaştığı bu zevklere karşı çıkacakdurumda değildi. Dolayısıyla, Mme de Marsantes'ın ve Mmede Forcheville'in yıllardır, bilhassa çocuklarının parlak birerevlilik yapmaları için düzenledikleri büyük davetler, M. veMme de Saint-Loup'nun bir tek davet bile düzenlemelerineyol açmadı. Birlikte ata binebilmek için atların en güzellerine,deniz yolculukları için yatların en güzeline sahiptiler –amagezilere en fazla iki kişiyi davet ederlerdi. Paris'te, her akşam,üç veya dört arkadaşları yemeğe gelir, ama asla dahakalabalık olunmazdı; yani beklenmedik, oysa doğal birgerilemeyle, annelerin dev kuşhanelerinin yerini, sessiz biryuva almıştı.

Bu iki evlilikten en az yarar gören kişi, genç Mlle d'Oloronoldu; dini düğün töreninden önce tifoya yakalanmıştı zaten,kiliseye, acılar içinde kıvranarak, sürüklenerek gitti ve birkaçhafta sonra da öldü. Ölümünden bir süre sonra gönderilenmektupta, Jupien'in adı, Montmorency Vikont ve Vikontesi,veliaht prenses Bourbon-Soissons Kontesi, Modena-EstePrensi, Edumea Vikontesi, Lady Essex gibi, Avrupa'nın enparlak unvanlarıyla bir arada anılıyordu. Hiç şüphesiz,merhumenin, Jupien'in yeğeni olduğunu bilen biri bile, buncaparlak akrabanın varlığına şaşırmazdı. Sonuçta önemli olan,soylu bir evlilik yapmaktır. Bu durumda casus fozderis[3]

Page 317: Albertine Kay±p - Marcel Proust

etkili olur ve halktan birinin ölümü, Avrupa'nın bütün kraliyetailelerini mateme sürükler. Ama gerçek durumdan haberdarolmayan, yeni nesilden birçok genç, Cambremer MarkiziMarie-Antoinette d'Oloron'u, son derece soylu birhanımefendi zannedebilecekleri gibi, bu ölüm haberiniokuduklarında, daha pek çok yanılgıya da düşebilirlerdi.Örneğin Fransa'daki seyahatleri sırasında, Combray yöresinibirazcık olsun tanımışlarsa, Mme L. de Meseglise veMeseglise Kontu'nun, en başlarda, Guermantes Dükü'yle peşpeşe sıralandığını görünce hiç şaşırmamış olabilirlerdi:Meseglise tarafıyla Guermantes tarafı bitişiktir. "Aynı yöreninköklü asil aileleri, belki de nesillerdir hısımdırlar. Kim bilir,belki de Guermantes'ların Meseglise Kontu unvanını taşıyanbir koludur," diye düşünmüş olabilirler. Oysa MesegliseKontu'nun, Guermantes'larla hiç alakası yoktu ve hattâ ismi,Guermantes'ların tarafında değil, Cambremer'lerin tarafındageçiyordu, çünkü Meseglise Kontu, hızlı bir ilerlemekaydeden ve sadece iki yıl boyunca Legrandin de Mesegliseolarak kalan, eski ahbabımız Legrandin'di. Hiç şüphesiz, oncasahte unvan arasında, Guermantes'ların bu kadar tatsızbulacağı pek az unvan vardı. Guermantes'lar, eskiden gerçekMeseglise kontlarıyla hısımdılar, o soydan geriye bir tekkadın kalmıştı; silik, saygınlığını yitirmiş bir ailenin kızıydıve halamın kiracısı olan yeni zengin bir çiftçiyle evliydi;kocası, Mirougrain'i halamdan satın almıştı, soyadı daMenager olduğu için, Menager de Mirougrain adınıkullanıyordu; dolayısıyla, karısının genç kızlık soyadının DeMeseglise olduğunu işitenler, kocasının Mirougrain'li oluşugibi, kadının da sadece Meseglise doğumlu olduğunuzannediyorlardı.

Page 318: Albertine Kay±p - Marcel Proust

Bunun dışında herhangi bir sahte soyadı, Guermantes'larınbaşını daha az ağrıtırdı. Ama aristokrasi, ne bakımdan olursaolsun, yararlı olacağı düşünülen bir evlilik söz konusuysa, butür tatsızlıklarla ve daha birçoklarıyla başa çıkmayı becerir.Guermantes Dükü tarafından korunan Legrandin, o neslin birbölümünün nazarında, gerçek Meseglise Kontu'ydu, gelecekneslin tamamının gözünde de öyle olacaktır.

Olaylardan haberdar olmayan her genç okurun düşmesimuhtemel olan bir yanılgı da, Forcheville Baronu ve Baronesi'nin, listede, Saint-Loup Markisi'nin akrabaları,kayınvalidesi ve kayınpederi sıfatıyla, yani Guermantes'lartarafında yer aldıklarıydı. Halbuki Guermantes'larla akrabaolan, Gilberte değil, Robert'di, o tarafta yer almamalarıgerekirdi. Bu aldatıcı görünüşe rağmen, Forcheville Baronuve Baronesi, Cambremer'lerin tarafında değil, gerçekten degelinin tarafında, Guermantes'lar nedeniyle değil, Jupiennedeniyle yer alıyordu; daha fazla bilgi sahibi olanokurlarımızın bildiği gibi, Jupien, Odette'in kuzeniydi.

Evlat edindiği kız evlendikten sonra, baronun ilgi odağı,genç Cambremer Markisi oldu; baronla aynı eğilimleripaylaşan damat dul kaldığında, Mlle d'Oloron'a koca olarakmarkiyi seçmiş olan M. de Charlus, doğal olarak onunla dahada çok ilgilendi. Gerçi marki, M. de Charlus'ün gözündesevimli bir dost olmasını sağlayan başka meziyetlere sahipti.Ama çok değerli bir kişi söz konusu olduğunda bile, bu şahsınaynı zamanda vist oynamayı da bilmesi, onunla samimi ilişkikuran birinin küçümsemeyeceği, aksine yararlı bulacağı birözelliktir. Genç marki, parlak bir zekâya sahipti ve dahaçocukken, Feterne'de, tıpatıp "büyükannesine çektiği"söylenirdi, onun kadar heyecanlı, onun kadar müziğe

Page 319: Albertine Kay±p - Marcel Proust

düşkündü. Büyükannesinin, kendine has birtakım başkaözelliklerini de sergilerdi, ama bunun sebebi, kalıtımdan çok,diğer aile fertleri gibi, büyükannesini taklit etmesiydi.Örneğin, karısı öldükten bir süre sonra, Leonor imzalı birmektup aldım, markinin adının Leonor olduğunuhatırlamıyordum, mektubu yazanın kim olduğunu, ancak soncümleyi okuduğumda anladım: "En gerçek sevgilerle." Bugerçek sıfatı, Leonor adına, Cambremer soyadını eklemişoluyordu.

Tren Paris garına girerken, biz hâlâ bu iki haberikonuşuyorduk; annem, yolu gözümde kısaltmak için, haberiniyolculuğun ikinci yarısına saklamış, Milano'yu geçinceaçıklamıştı. Annem, esasen kendi nazarındaki tek bakışaçısını, yani büyükannemin bakış açısını çabucakbenimsemişti. Önce büyükannemin şaşıracağını düşünmüş,sonra da üzüleceğine hükmetmişti; bir başka deyişle,büyükannem böylesine şaşırtıcı bir olaya sevinirdi, ama onunbir zevkten mahrum kalmasına razı olamayacağı için, buhabere üzüleceğini, dolayısıyla bu günleri görmemesinin dahaiyi olduğunu düşünmeyi tercih etmişti. Ama daha eve yenivarmıştık ki, annem, hayatın getirdiği bütün sürprizleribüyükannemle paylaşamadığına hayıflanmanın, aşırı birbencillik olduğuna karar verdi. Bu haberlerin, büyükannemiçin sürpriz olmayacağını, çünkü zaten onun tahminlerinidoğruladığını düşünmeyi tercih etti. Bunu, büyükanneminkehanet gücünün ve bizim sandığımızdan daha derin, dahabasiretli, daha doğru bir düşünce yapısına sahip olduğununkanıtı olarak görmek istedi. Dolayısıyla, yüzde yüz hayranlığaulaşmak isteyen annem, ekledi: "Her şeye rağmen, kim bilir,belki de büyükannen tasvip ederdi. O kadar hoşgörülüydü ki!Ayrıca biliyorsun, onun gözünde sosyal konumun hiç önemi

Page 320: Albertine Kay±p - Marcel Proust

yoktu, doğal seçkinliğe önem verirdi. Ve hatırlarsan, negariptir ki, kızların ikisini de beğenirdi. Mme deVilleparisis'ye yaptığı ilk ziyareti hatırlıyorsundur;döndüğünde, M. de Guermantes'ı çok bayağı bulduğunusöylemiş, buna karşılık, Jupien'leri nasıl da methetmişti!Zavallı anneciğim, Jupien'le ilgili, ne dediğini hatırlıyormusun? 'Bir kızım daha olsaydı, ona verirdim; kızı daha daçok hoşuma gitti.' Ya Swann'ın kızı için söyledikleri! 'Benceçok sevimli bir kız, göreceksiniz, çok iyi bir kısmet bulacak,'derdi. Zavallı annem, tahminlerinin ne kadar doğru çıktığınıgörebilseydi keşke! Artık aramızda olmadığı halde, ömrümüzboyunca ondan basiret, iyilik, olayları doğru değerlendirmedersi alacağız." Büyükannemin mahrum olmasınaüzüldüğümüz şeyler, hep hayatın basit zevkleri, biroyuncunun, onun hoşuna gidecek bir tonlaması, sevdiği biryemek, en sevdiği yazarlardan birinin yeni bir romanı gibizevkler olduğu için, annem, "Kim bilir ne kadar şaşırır, nekadar hoşuna giderdi! Cevaben ne güzel bir mektup yazardı!"diyordu. Ve devam ediyordu: "Zavallı Swann, Gilberte'in,Guermantes'ların evine kabul edilmesi, en büyük arzusuydu;kızının bir Guermantes olduğunu görse, ne kadar mutluolurdu, düşünsene!" - "Kilisede, rahibin karşısına, kendisoyadıyla değil de, Mlle de Forcheville olarak çıkmasına okadar sevinir miydi sence?" - "Doğru ya, bunudüşünmemiştim." - "Ben o 'sıpa' namına bu yüzdensevinemiyorum; mükemmel babasının soyadındanvazgeçmeyi yüreği kaldırdığı için." - "Evet, haklısın, iyicedüşününce, belki de büyükannenin bu günleri görmemesidaha iyi." Tıpkı yaşayan insanlar gibi, ölülerin de bir şeyesevineceğini mi, üzüleceğini mi kestirmek imkânsızdır."Saint-Loup'lar Tansonville'de oturacaklarmış. Zavallı

Page 321: Albertine Kay±p - Marcel Proust

büyükbabana küçük gölünü göstermeye can atan Swann'ınbabası, Guermantes Dükü'nün o gölü sık sık göreceğini hiçtahmin edebilir miydi? Hele oğlunun o yüzkarası evliliğinibilseydi! Her neyse, sen hep Saint-Loup'ya Tansonville'inpembe akdikenlerini, leylaklarını, süsenlerini anlatırdın, şimdiseni daha iyi anlayacaktır. Çünkü artık hepsi ona ait olacak."İşte yemek odamızda, bu tür konuşmalara alışık olanlambanın ışığında, ulusların değil, ailelerin bilgeliğininsergilendiği sohbetlerden birine girişmiştik; öyle birbilgeliktir ki bu, ölüm, nişan, miras, iflas gibi bir olaya,hafızanın büyüteciyle bakar ve o olayı yaşamamış kişilere,aynı düzlemde iç içe girmiş gibi görünen ölmüş kişilerinisimlerini, çeşitli adreslerini, servetin kaynağını ve geçirdiğideğişimleri, mülklerin el değiştirmesini öne çıkarır,birbirinden ayırır, geriye iter, mekânın ve zamanın ayrınoktalarında doğru bir perspektif içine yerleştirir.İzlenimlerimizin tazeliğini ve yaratıcı gücümüzü korumakistiyorsak, bu bilgeliğin kaynağı olan periyle, Musa'ylamümkün olduğunca uzun bir süre tanışmamamız gerekir; nevar ki, ondan habersiz yaşamış kişiler bile, hayatlarınınsonbaharında, eski bir taşra kilisesinin nefinde, ansızın, altarheykellerinde ifade bulan ebedi güzellikten ziyade, önce ünlübir özel koleksiyona, sonra bir şapele, ardından bir müzeye,sonra tekrar kiliseye geçmiş olan heykellerin kaderine veyaArnauld'nun, Pascal'in küllerinden oluşan, neredeyse düşünenbir döşeme taşına basıyor olmaya veya belki ahşap duaiskemlesinin bakır levhasında, taşralı bir genç kızın çehresinihayal ederek, bir köy soylusunun, taşra ileri gelenininkızlarının adlarını okumaya duyarlılık kazandıklarınıhissettikleri zaman, bu Musa'yla karşılaşırlar; felsefeyle,sanatla ilgilenen daha soylu Musalar'ın reddettiği, gerçeğe

Page 322: Albertine Kay±p - Marcel Proust

dayanmayan, olağan, ama aynı zamanda başka yasaları daortaya koyan her şeyi toplamış olan bu Musa, Tarih'tir!

Annemin, Combray'li sayılabilecek eski arkadaşları,ziyaretine gelip Gilberte'in evliliğini konuşuyorlardı; buevlilik, katiyen gözlerini kamaştırmıyordu. "Biliyorsunuz,Mlle de Forcheville denilen şahıs, Mlle Swann'dan başkasıdeğil. Kendini Charlus 'Baronu' diye tanıtan düğün şahidi de,bir zamanlar kızın annesini metres tutan ihtiyar; her şeySwann'ın gözü önünde olur biter, o da, işine geldiği için, sesçıkarmazdı." Annem itiraz ediyordu: "Siz ne diyorsunuz? Birkere Swann son derece zengindi." - "Başkalarının parasınaihtiyaç duyduğuna göre, o kadar da zengin değilmiş demek ki.Kuzum, bu kadında ne var da, eski âşıklarını böyle avcundatutabiliyor? Bir yolunu bulup ilk âşığıyla, sonra üçüncüsüyleevlendi; ikinciyi ise, şahitlik yapması için, neredeysemezardan çıkardı; hem de kime, ilk âşığından veya birbaşkasından olma kızma; o kadar adam arasında eminolunabilir mi? Kendi de bilmiyor zaten! Üçüncü diyorumama, üç yüzüncü demek gerekir. Aslında birbirlerineyakışıyorlar; kız sizden, benden daha fazla Forcheville değilama, kocası da soylu değil elbette. O kızla ancak birmaceraperestin evleneceğini tahmin edersiniz. Aslında M.Dupont muymuş, Durand mıymış, neymiş. Combray'nin yenibelediye başkanı, rahibe selam bile vermeyen bir sosyalistolmasaydı, işin aslını öğrenirdim. Malum, evlilik askıyaçıkarıldığında, gerçek isimlerin açıklanmış olması gerekir.Gazetelere, düğün davetiyelerini basacak matbaaya, isminiSaint-Loup Markisi diye yazdırmak kolay tabii. Kimseye birzararı yok, bu insanların da hoşuna gidiyorsa, ben mi itirazedeceğim, bana ne? Onca dedikoduya meydan vermiş birkadının kızıyla asla görüşmeyeceğime göre, hizmetkârlarının

Page 323: Albertine Kay±p - Marcel Proust

gözünde markiz olabilir, dizi dizi unvanları olabilir. Amahukuki olarak aynı şey değil. Ah! Kuzenim Sazerat hâlâbelediye başkan yardımcısı olsaydı, mektup yazar sorardım,askıda hangi ismin yer aldığını bana mutlaka bildirirdi."

Bense, o dönemde Gilberte'le epey sık görüşüyordum,tekrar arkadaş olmuştuk; hayatımızın süresi, dostluklarımızınsüresine göre hesaplanmamıştır. Aradan belirli bir süregeçtikten sonra, (tıpkı siyasette eski bakanların boygöstermesi, tiyatroda unutulmuş oyunların tekrarsahnelenmesi gibi) aynı insanlar arasında eski dostluklarıntekrar canlandığına, yıllar süren aralardan sonra, ilişkilerinzevkle yeniden kurulduğuna şahit oluruz. Aradan on yılgeçtikten sonra, iki dosttan birinin aşırı sevgisine, ötekinin de,fazlasıyla talepkâr bir zorbalığa tahammül edememesine yolaçan sebepler ortadan kalkar, sadece aradaki yakınlık devameder. Gilberte, eskiden benden esirgeyeceği her şeyi,muhtemelen artık arzulamadığım için, şimdi kolaylıklabahşediyordu bana. Eskiden böyle bir şeyi tahammül edilmezve imkânsız bulduğu halde, değişikliğin nedenini aramızdahiç konuşmamış olmamıza rağmen, artık her an ziyaretimegelmeye hazırdı, benden ayrılmak için asla acele etmiyordu;çünkü aradaki engel, yani aşkım, ortadan kalkmıştı.

Hatta bir süre sonra, birkaç günlüğüne Tansonville'e gittim.Bu yolculuk, bir bakıma can sıkıcıydı, çünkü Paris'te birgarsoniyer kiralamıştım ve bir kızla birlikte oturuyordum.Nasıl ki bazı insanlar orman kokusuna, bir gölün şıpırtısınaihtiyaç duyarsa, ben de, geceleri yanımda uyuyacak,gündüzleri arabada hep yanımda oturacak birine ihtiyaçduyuyordum. Çünkü bir aşk tamamen unutulsa bile, onuizleyecek olan aşkın şeklini belirleyebilir. Zaten bir önceki

Page 324: Albertine Kay±p - Marcel Proust

aşkın içinde de, kaynağını bizim bile hatırlamadığımızgündelik alışkanlıklar bulunmaktadır; ilk günlerden birindeyaşadığımız bir yürek daralması yüzünden içimizde öncetutkulu bir arzu uyanmış, sonra, anlamı unutulan âdetler gibi,arzu, sabit bir alışkanlığa dönüşmüştür: Sevgilimizi herdefasında arabayla evinin kapısına kadar geçirmiş veya bizimevimizde yaşamasını şart koşmuşuzdur veya her çıkışında yakendimiz ya da güvendiğimiz biri, ona eşlik etmiştir; bütün bualışkanlıklar, aşkımızın her gün içinden geçtiği, geniş, düzyollara benzer ve çok eskiden, şiddetli bir duygunun volkanikateşinde şekillenmiştir. Ama alışkanlıklar, sevgiliden, hattasevgilinin hatırasından sonra var olmaya devam eder. Bütünaşklarımızın değilse bile, kimi münavebeli aşklarımızınşeklini oluştururlar. İşte bu yüzden, evim, unutulmuş olanAlbertine'in hatırasına dayanarak, şimdiki sevgilimin varlığınıtalep etmişti; tıpkı eskiden Albertine gibi, şimdiki sevgilimde, hayatımı dolduruyordu, onu ziyaretçilerden gizliyordum.Tansonville'e gideceğim zaman, birkaç gün boyunca,kadınlardan hoşlanmayan bir erkek arkadaşımın ona bekçiliketmesi için, sevgilimin rızasını almam gerekti. Gidişiminsebebi, Gilberte'in mutsuz olmasıydı; Robert onu aldatıyordu,ama herkesin zannettiği, belki Gilberte'in de hâlâ zannettiği,en azından söylediği şekilde aldatmıyordu. Gilberte'intutumu, izzetinefsiyle, başkalarını ve kendini kandırmaarzusuyla, aldatılan herkesin kaderi olan, ihanetlerkonusundaki eksik bilgilerle açıklanabilirdi; üstelik Robert,M. de Charlus'ün yeğenine yakışır şekilde, ortalıkta kadınlarlagörünüyor, onların namusuna gölge düşürüyor, herkes vesonuçta Gilberte de, bu kadınları, Robert'in metresi sanıyordu.Yüksek sosyetede bile, Robert'in aşırı rahat davrandığıdüşünülüyordu; gece davetlerinde şu veya bu kadının

Page 325: Albertine Kay±p - Marcel Proust

yanından bir an bile ayrılmıyor, sonra da onu evine bırakıyor,Mme de Saint-Loup, eve tek başına dönmek zorundakalıyordu. Namusuna bu şekilde gölge düşürdüğü diğerkadınların, aslında metresi olmadığını ileri sürmek saflık olur,gerçeğe gözlerini kapamak sayılırdı. Maalesef ben, Jupien'inağzından kaçırdığı birkaç söz sayesinde gerçeği öğrenmiş vemüthiş üzülmüştüm. Tansonville'e gitmeden birkaç ay önce,bir kalp rahatsızlığı geçirip hepimizi endişelendiren M. deCharlus'ten haber almaya gitmiş, Jupien'i tek başınabulmuştum; Jupien'le, Bobette imzasıyla Robert'e yazılmış veMme de Saint-Loup'nun eline geçmiş olan birtakım aşkmektuplarından bahsederken, baronun eski kâhyasından,Bobette imzasının, daha önce sözünü ettiğimiz, M. deCharlus'ün hayatında oldukça önemli bir rol oynamış olankemancı-köşe yazarına ait olduğunu öğrenmiş ve şaşkınlıktandonakalmıştım. Jupien, olaydan öfkeyle bahsediyordu:"Bobette özgürdü, keyfi ne isterse onu yapabilirdi. Ama birtek kişiye bulaşmaması gerekiyordu, o da baronun yeğeniydi.Üstelik baron, yeğenini evladıymış gibi seviyordu; yuvayıkmaya kalktı, çok ayıp. Hem de şeytanca kurnazlıklarabaşvurması gerekti, çünkü esasen, Saint-Loup Markisi, bu türşeylere kesinlikle karşıydı. Metresleri uğruna az mı çılgınlıkyaptı! O sefil kemancının, açıkça söylemek gerekirse, baronuiğrenç bir biçimde yüzüstü bırakması, kendi bileceği işti. Amasonra yeğenine bulaşması! Bazı şeyler vardır ki, yapılmaz."Jupien'in kızgınlığı samimiydi; ahlâksız diye nitelendirilenkişilerde, ahlâki öfke, diğer insanlardaki kadar güçlüdür,sadece hedefi biraz farklıdır. Üstelik kendi duyguları sözkonusu olmadığında, insanlar, kaçınılması gereken ilişkileri,kötü evlilikleri yargılarken, sanki kimi seveceğimizi seçmekteözgürmüşüz gibi, aşkın oluşturduğu harika serapları hesaba

Page 326: Albertine Kay±p - Marcel Proust

katmazlar; oysa bu seraplar, âşık olunan kişiyi, öylesinebenzersiz ve eksiksiz biçimde sarmalar ki, bir aşçıyla veya enyakın arkadaşının sevgilisiyle evlenen erkeğin yaptığı"delilik", genellikle, hayatı boyunca gerçekleştirdiği yegâneşairane eylemdir. Anladığım kadarıyla, Robert'le karısı(Gilberte, olup bitenleri henüz tam olarak kavramasa da)ayrılmak üzerelerken, sevgi dolu, hırslı ve filozof anne Mmede Marsantes, genç çifti zorla barıştırmıştı. Mme deMarsantes, sürekli birleşen soyların karışımı ve miraslarınazalması yüzünden, hem tutkularda, hem de çıkarlarda,kalıtımla geçen kusurların ve gizli uzlaşmaların hepcanlandığı bir çevreye aitti. Aynı enerjiyle, eskiden MmeSwann'ı korumuş, sonra Jupien'in kızının evliliğinidesteklemiş, kendi oğlunu Gilberte'le evlendirmiş, Saint-Germain muhitinin tamamı yararına kullandığı, kalıtımlaedinilmiş bilgeliği, kendi ailesi için de, acı bir teslimiyetlekullanmıştı. Belki de Robert'le Gilberte arasında, alelacele,oğlunu Rachel'den ayırmaktan daha az zahmete ve gözyaşınamal olan bir evlilik ayarlamasının tek sebebi, Robert'in, birbaşka yosmayla –hattâ aynı yosma da olabilirdi, çünküRobert'in Rachel'i unutması uzun sürmüştü– ilişkiyegirmesinden duyduğu korkuydu; oysa böyle bir ilişki, Robertiçin kurtuluş olabilirdi. Robert'in, bana GuermantesPrensesi'nin evinde söylediği şu sözlerin anlamını şimdikavrıyordum: "Senin Balbec'li kız arkadaşının, annemin şartkoştuğu servete sahip olmaması çok yazık, onunla çok iyianlaşırdık gibime geliyor." Robert, onun Gomorra'lı,kendisinin de Sodom'lu olduğunu, belki de henüz Sodom'luolmasa bile, ancak belirli bir şekilde, başka kadınlarla birliktesevebileceği kadınlardan hoşlandığını söylemeye çalışıyordu.Yani nadir geriye dönüş anlarının haricinde, Albertine'e

Page 327: Albertine Kay±p - Marcel Proust

ilişkin merakım sönmüş olmasaydı, onunla ilgili olarak,sadece Gilberte'i değil, kocasını da sorguya çekebilirdim.Aslında, Robert'le benim, Albertine'le evlenmek isteyişimizinkaynağı aynıydı (yani kadınlardan hoşlanmasıydı). Ama buarzunun sebepleri de, amaçları da birbirine zıttı. Benimevlenme arzumun sebebi, Albertine'le ilgili gerçeğiöğrendiğimde içine düştüğüm çaresizlik, Robert'inki ise, aynıgerçeği öğrenince duyduğu memnuniyetti; benim amacım,Albertine'i sürekli denetim altında tutarak kendinieğilimlerine bırakmasını engellemekti, Robert'inki ise, bueğilimi desteklemek ve onu serbest bırakarak, kendisine kızarkadaşlarını getirmesini sağlamaktı. Robert'in tenseleğilimlerinin, baştakinden çok farklı olan bu yeni yönelimini,Jupien, çok yakın bir geçmişe tarihlese de, Aimé'yle aramızdageçen, beni çok bedbaht eden bir konuşma, Balbec Oteli'nineski şef garsonunun, bu sapmayı, bu sapkınlığı çok dahaeskiye dayandırdığını gösterdi bana. Bu konuşma, Balbec'eyaptığım birkaç günlük seyahatte gerçekleşmişti; uzun bir izinalmış olan Saint-Loup da, karısıyla birlikte Balbec'e gelmişti,o ilk günlerde, karısının yanından bir an bile ayrılmıyordu.Rachel'in Robert üzerindeki etkisinin hâlâ hissedildiğini,takdirle fark etmiştim. Yeni evli bir erkek, ancak uzun süre birmetresle birlikte yaşamışsa, bir restorana girerken karısınınpaltosunu nasıl çıkaracağını, onunla nasıl ilgilenmesigerektiğini bilebilir. Metresiyle ilişkisi boyunca, iyi birkocanın ihtiyacı olan eğitimi almıştır. Robert'lerin masasınauzak olmayan, benimkinin yanındaki bir masada, Bloch,kasıntılı genç üniversite hocalarıyla oturmaktaydı; sahte birrahatlık havasına bürünmüştü, arkadaşlarından birine mönüyügösterişli bir tavırla uzatırken, su dolu iki sürahiyi devirdi veavazı çıktığı kadar bağırarak, "Hayır, hayır, azizim, siparişi

Page 328: Albertine Kay±p - Marcel Proust

siz verin!" dedi. "Ben hayatım boyunca bu işi beceremedim.Yemek ısmarlamayı asla öğrenemedim!" diye tekrarladı, hiçde samimi olmayan bir gururla; sonra da edebiyatla oburluğukarıştırarak, sofrada, sohbeti "tamamen sembolik açıdan"süsleyen bir şişe şampanya görmekten hoşlandığını belirtti.Saint-Loup ise, sipariş vermeyi bilirdi. Vakit geçirmedenhamile kalmış olan (sonra da peş peşe çocuklar doğuracakolan) Gilberte'le, oteldeki yataklarında nasıl yan yanayatıyorsa, sofrada da yan yana oturmaktaydı. Sadece karısıylakonuşuyor, oteldeki başka hiç kimseyi gözü görmüyordu, amagarsonlardan biri sipariş almaya gelip yanı başındadurduğunda, Robert derhal açık renk gözleriyle garsonabakıyor, iki saniyeden fazla sürmeyen bu bakışın berrakkeskinliği, herhangi bir müşterinin, arkadaşlarına aktarmaküzere, esprili ya da ciddi gözlemler yapmak amacıyla, birkomiye uzun uzun bile baksa sergileyeceğinden tamamenfarklı türden bir merak ve incelemeyi ortaya koyuyordu sanki.Bizzat garsonla ilgilendiğini belli eden bu kısa ve nesnelbakış, onu izleyenlere, bu mükemmel kocanın, bir zamanlarRachel'e tutkuyla bağlı olan âşığın hayatında bir başkadüzlem olduğunu ve onu, görev icabı bulunduğu düzlemdençok daha ilginç bulduğunu gösteriyordu. Ama Robert'i,sadece görev icabı bulunduğu düzlemde görmek mümkündü.Bakışları, hiçbir şeyi görmemiş olan Gilberte'e dönüyorduderhal; arada sırada, Gilberte'e bir dostunu takdim ediyor,sonra da karısıyla birlikte gezintiye çıkıyordu. İşte Aimé busırada, bana çok daha eski bir dönemden, yine Balbec'te,Mme de Villeparisis aracılığıyla Saint-Loup'yla tanıştığımdönemden bahsetti.

"Evet beyefendi," dedi, "herkesin bildiği bir şey, ben çokuzun zamandır biliyorum. Sizin Balbec'e ilk geldiğiniz yıl,

Page 329: Albertine Kay±p - Marcel Proust

sayın marki, büyükannenizin fotoğraflarını basmabahanesiyle, bizim asansörcü çocukla odaya kapanmıştı.Oğlan şikâyetçi olmak istiyordu, meseleyi örtbas etmek içincanımız çıktı. Ayrıca, beyefendi mutlaka hatırlayacaktır, birgün, sayın Saint-Loup Markisi ve markinin paravan olarakkullandığı metresiyle birlikte, restorana öğle yemeğinegelmiştiniz. Hatırlarsanız, sayın marki, bir öfke buhranınakapıldığı bahanesiyle çekip gitmişti. Hanımefendinin haklıolduğunu söylemek istemiyorum elbette. O da sayın markiyeneler çektiriyordu. Ama sayın markinin o günkü öfkesininsahte olmadığına ve beyefendiyle hanımefendiden özel birnedenle ayrılması gerekmediğine, kimse beni inandıramaz."En azından o günle ilgili olarak, Aimé'nin, kasten yalansöylemiyorsa da, fena halde yanıldığından eminim. Robert'inne halde olduğunu, gazeteciye aşk ettiği tokadı gayet iyihatırlıyordum. Balbec'teki olay için de aynı şey sözkonusuydu, ya asansörcü çocuk yalan söylemişti, ya da Aiméyalan söylüyordu. En azından öyle düşünüyordum, eminolmam imkânsızdı; hayatta olayların bir tek yönünü görürüzsadece; eğer olay beni üzmeseydi, asansörcü çocuğu Saint-Loup'ya gönderme eyleminin, benim açımdan, Robert'e birmektubu ulaştırıp cevabını almanın kolay bir yolu olmasınakarşılık, onun açısından, hoşlandığı biriyle tanışma fırsatıteşkil etmesinde bir güzellik bulabilirdim. Aslında her olayınen az iki yüzü vardır. Bizim en önemsiz hareketimizi, birbaşkası, tamamen farklı bir dizi hareketle birleştirir. Hiçkuşkusuz, tıpkı Wagneı'in sadece Lohengrin düetini bilenbirinin, Tristan'ın prelüdünü öngöremeyeceği gibi, banasorulursa, benim sıradan mektup gönderme hareketim de,Saint-Loup'yla asansörcü çocuk arasındaki macerayı –gerçekten olduysa eğer– katiyen içermiyordu. İnsanlar,

Page 330: Albertine Kay±p - Marcel Proust

duyularının yetersizliği nedeniyle, nesnelerin sayısızniteliğinden ancak sınırlı bir bölümünü algılayabilirler. Bizgörme duyusuna sahip olduğumuz için, nesneler renklidir;yüzlerce duyuya sahip olsaydık, kim bilir başka ne sıfatlaralayık olacaklardı? Ne var ki, bizim ufak bir kısmını bilip,tamamını bildiğimizi zannettiğimiz küçücük bir olaya bile, birbaşkası, adeta bir evin karşı tarafındaki pencereden, farklı birmanzarayı seyredercesine baktığı için, nesnelerin sunabileceğifarklı görüntüyü anlamamız kolaylaşır. Eğer Aimé'ninanlattıkları doğruysa, Bloch, Saint-Loup'ya asansörcüçocuktan bahsettiğinde, Saint-Loup'nun kızarmasının teksebebi, Bloch'un lift[4] kelimesini yanlış telaffuz edip "layft"demesi değildi belki de. Ama ben, Saint-Loup'daki fizyolojikdeğişimin o dönemde başlamamış olduğundan, o sıralarsadece kadınlardan hoşlandığından emindim. Bunun en güçlükanıtını, geriye dönüp bakınca, Saint-Loup'nun bana Balbec'tegösterdiği dostlukta buluyordum. Ancak kadınlardanhoşlandığı sürece, böylesine gerçek bir dostluk besleyebildi.Daha sonra, en azından bir süre boyunca, kendisini doğrudanilgilendirmeyen erkeklere karşı kayıtsız bir tavır sergilemişti;bu tavrının, kısmen de olsa, samimi olduğunu düşünüyorum,çünkü Robert çok duygusuzlaşmıştı; ayrıca, sadece kadınlarlailgileniyormuş izlenimi uyandırmak için, kayıtsızlığınıabartıyordu. Yine de bir gün, Doncieres'de, ben Verdurin'lereakşam yemeğine giderken, Robert'in Charlie'ye uzun uzunbakıp, sonra da bana, "Ne tuhaf, bu çocuğun Rachel'e benzerbir yanı var. Senin dikkatini çekmedi mi? Bana sorarsan, bazıyönlerden tıpatıp benziyorlar. Her neyse, beni ilgilendirmez,"dediğini hatırlıyorum. Buna rağmen, bakışları, tıpkı biriskambil oyununa kaldığımız yerden devam etmeden veyayemeğe çıkmadan önce, bir daha asla çıkmayacağımızı

Page 331: Albertine Kay±p - Marcel Proust

düşündüğümüz ve bir an özlemini çektiğimiz uzun biryolculuğu düşünürcesine, ufka takılmıştı. Robert'in, Charlie'yiRachel'e benzetmesine karşılık, Gilberte, kendini kocasınabeğendirmek için Rachel'e benzemeye çalışıyor, onun gibisaçına gelincik kırmızısı, pembe veya sarı ipek kurdelelertakıyor, onun saç modellerini taklit ediyordu; çünkü kocasınınhâlâ Rachel'i sevdiğini sanıyor ve onu kıskanıyordu. Robert'inaşkı, belki de zaman zaman, bir erkeğin bir kadına olanaşkıyla, bir erkeğe olan aşkı arasındaki sınırda geziniyordu.Ne olursa olsun, Rachel'in hatırası, artık bu açıdan sadeceestetik bir rol oynuyordu. Başka bir rol oynaması ihtimali bileyoktu. Robert, bir gün Rachel' den erkek kıyafeti giymesini,saçını toplayıp uzun bir tutamını sarkıtmasını rica etmiş,sonra da, tatmin olmayıp onu seyretmekle yetinmişti. Yine deRachel'e bağlılığı sürüyordu; ona vaat ettiği hatırı sayılırgeliri, hoşlanmadan da olsa, aksatmadan ödüyordu, ama bu,Rachel'in daha sonra Robert'e çeşitli kötülükler yapmasınıengellemedi. Gilberte, kocasının Rachel'e gösterdiği bucömertliğin, artık aşktan iz taşımayan bir vaadin tevekkülleyerine getirilmesinden ibaret olduğunu bilseydi, ıstırapçekmezdi. Ne var ki, Robert, aksine, Rachel'e âşıkmış gibiyapıyordu. Eşcinseller, kadınlardan hoşlanıyormuş numarasıyapmasalar, dünyanın en iyi kocaları olurlardı. EsasenGilberte, durumundan şikâyet etmiyordu. Robert'i arzulamış,onun uğruna daha iyi kısmetlerden vazgeçmiş olmasınınsebebi, Rachel'in Robert'i onca zaman boyunca sevdiğinizannetmesiydi; Robert, Gilberte'le evlenmekle, ona tavizvermiş oluyordu adeta. Gerçekten de, Saint-Loup,başlangıçta, (cazibe ve güzellik bakımından çok farklı olan)iki kadın arasında karşılaştırmalar yapmış ve bukıyaslamalarda, güzel eşi Gilberte ağır basmamıştı. Ama

Page 332: Albertine Kay±p - Marcel Proust

zamanla, Gilberte, kocasının takdirini kazanmış, Rachel'initibarı ise hızla azalmıştı. Zamanla fikir değiştiren bir başkakişi de, Mme Swann'dı. Gilberte'in nazarında Robert,evlenmelerinden önce iki bakımdan saygınlıkla çevriliydi: Biryanda Mme de Marsantes'ın sürekli sızlanarak ifşa ettiği,Rachel'le hayatı vardı, öte yanda da, Guermantes'ların,babasının gözünde daima sahip olduğu ve Gilberte'e miraskalmış olan itibarı; buna karşılık, Mme de Forcheville, kızınındaha parlak bir şahsiyetle, belki bir prensle evlenmesini(yoksul kraliyet aileleri mevcuttu ve bunlardan biri,Gilberte'in Forcheville soyadıyla aklanmış parasını –vaatedilen seksen milyondan çok daha az olduğu sonradananlaşılmıştı– kabul edebilirdi) ve damadının, yükseksosyetenin dışında yaşayarak gözden düşmemiş olmasınıtercih ederdi. Ne var ki, Gilberte'in iradesine baskınçıkamamış, herkese acı acı yakınıp damadını kötülemişti.Günün birinde her şey değişivermiş, damat meleğedönüşmüştü; artık Saint-Loup'yla ancak gizlice alayediliyordu. Çünkü Mme Swann (şimdiki adıyla Mme deForcheville), yaşlanınca, bir erkeğin kendisi için paraharcamasından öteden beri aldığı haz azalmamış, amahayranları ortadan çekilince, imkânlarından yoksun kalmıştı.Canı her gün yeni bir kolye, pırlantalarla süslü yeni bir elbise,daha lüks bir otomobil çekiyordu, ama Forcheville, servetininneredeyse tamamını silip süpürdüğü için, fazla parası yoktuve sevimli kızı da –kim bilir hangi Yahudi atanın etkisiyle–korkunç derecede cimriydi; kocasına, hele hele annesine,sakınarak para veriyordu. Annesi, birdenbire, aradığı hamiyiRobert'de bulmuştu. Artık pek genç olmaması, kadınlardanhoşlanmayan damadının gözünde önemli değildi.Kayınvalidesinden tek istediği, Gilberte'le arasındaki

Page 333: Albertine Kay±p - Marcel Proust

pürüzleri gidermesi, Morel'le birlikte seyahate çıkması için,kızını razı etmesiydi. Odette, istenileni yaptığı anda, harikabir yakutla ödüllendiriliyordu. Bunun için de, Gilberte'in,kocasına karşı daha cömert olması gerekiyordu. Bucömertlikten kendisi yararlanacağı için, Odette, kızına buyönde hararetli öğütler veriyordu. Böylece, ellisine (bazılarınagöre altmışına) merdiven dayamışken, artık parakoparamayacağı, hatta cezbedemeyeceği bir "dost"a eskisigibi ihtiyaç duymaksızın, Robert sayesinde, gittiği her akşamyemeğinde, her davette, görülmedik bir ihtişamla gözkamaştırabiliyordu. Bu şekilde, görünüşe bakılırsa kalıcı biriffetlilik dönemine girmişti ve hayatında hiç bu kadar zarifolmamıştı.

Charlie'nin, barona daha fazla acı çektirmek amacıylaSaint-Loup'ya yönelmesinin tek nedeni, eski fakirdelikanlının, kendi sini bir yandan zengin eden, diğer yandan(M. de Charlus'ün kişiliğine ve lisanına uygun şekilde)mevkileri arasındaki farkı hissettiren efendisine beslediği hınçve fesatlık değildi. Menfaat de rol oynamış olabilirdi.Robert'in ona çok para verdiği izlenimi uyanmıştı bende.Combray'ye gitmeden önce katıldığım bir gece davetinde,Robert'e rastlamıştım; metresi diye bilinen şık kadınınyanında sergilediği tavırlar, onunla yekvücut olması, herkesingözü önünde, adeta eteğine yapışması, bana M. de Charlus'ühatırlatmıştı; baronun, Mme Moke'nin (veya başka birkadının) süslerine adeta sarınırcasına sergilediği tavrın, birazdaha sinirli, gergin bir kopyası, kalıtımla edinilmiş, iradedışıbir tekrarı, kendi davası olmadığı halde, bir korunma aracıolarak gördüğü veya estetik bulduğu için, hakkı olmayaraktaşımaktan hoşlandığı zendost bir davanın bayrağıydı sanki;dönüşte, bu kadar zengin değilken son derece cömert olan

Page 334: Albertine Kay±p - Marcel Proust

Robert'in, şimdi aşırı tutumlu olmasına şaşırmıştım. İnsanın,sadece sahip olduğu şeye bağlanması, eline nadiren parageçtiği zamanlar, o parayı etrafa saçan birinin, bol parasıolduğunda istifçilik etmesi, oldukça yaygın bir durumdurkuşkusuz, ama bu örnek, bir özellik arz ediyormuş gibi geldibana. Saint-Loup, fayton tutmayı reddetti, aktarmalı tramvaybiletini saklamıştı. Saint-Loup, muhtemelen Rachel'le ilişkisiboyunca edindiği yetenekleri, farklı bir amaçlakullanmaktaydı. Bir kadınla uzun müddet birlikte yaşamışolan bir erkek, evlendiği kadından önce ilişkisi olmamış bakirbir erkek kadar tecrübesiz değildir. Robert'in, karısını öğleyemeğine bir restorana götürdüğü ender durumlarda, karısınıneşyalarını nasıl becerikli ve saygılı bir tavırla aldığını, yemeğiısmarlarken, garsonlara talimat verirken sergilediği mahareti,Gilberte ceketini giymeden önce, elbisesinin kollarını nasıldikkatle düzelttiğini görmek, onun kocası olmadan önce, uzunsüre, bir kadının âşığı olduğunu anlamak için yeterliydi. Aynışekilde, hem Rachel bu işlerden anlamadığı için, hem de dahasonra kıskançlığı yüzünden, hizmetkârlarını denetleyebilmekamacıyla, Rachel'in ev işleriyle en ufak ayrıntısına kadarilgilenmek zorunda kaldığından, karısının mülklerininyönetiminde ve evin çekip çevrilmesinde de, Gilberte'in belkikendi başına yürütemeyeceği ve seve seve kocasına bıraktığıbecerikli, bilgili efendi rolünü devam ettirmiş ti. Ama bunuyapmasının şüphesiz en önemli nedeni, ufak tefektasarruflarından Charlie'yi yararlandırmak istemesiydi vesonuçta, Gilberte acı çekmeden, hattâ fark etmeden, Charlie'yibolluk içinde yaşatıyordu. Hattâ belki kemancının, "bütünsanatçılar gibi" müsrif olduğunu düşünüyordu (Charlie,mektuplara cevap veremeyişine, sanatçıların tartışılmazpsikolojisinin bir parçası olduğuna inandığı çeşitli kusurlarına

Page 335: Albertine Kay±p - Marcel Proust

mazeret olarak, sanatçı unvanını benimsemişti, ama buna neinanıyor, ne de gururlanıyordu). Herhangi bir insanın,erkeklere veya kadınlara eğilim duyması, benim nazarımdaahlâki açıdan hiç fark etmiyordu, herkesin, eğilimidoğrultusunda hareket etmesini de fazlasıyla doğal ve insanibuluyordum. Dolayısıyla, Robert evli olmasaydı, Charlie'yleilişkisinin, beni katiyen üzmemesi gerekirdi. Oysa Robertbekâr da olsa, aynı derecede üzüleceğimi hissediyordum.Başka kim olsa, ne yaptığı umurumda bile olmazdı. Ama birzamanlar farklı bir Saint-Loup'yu ne kadar sevdiğimidüşündükçe, içimden ağlamak geliyordu; şimdiki soğuk vekaçamak tavırlarından, bu sevgimin artık karşılık görmediğinihissediyordum; Saint-Loup, erkekleri arzulamayabaşladığından beri, onlara dostluk besleyemez olmuştu."Rachel ne zaman ki Tanrı'nın" tarafından terk edilmesiihtimali karşısında umutsuzluğa gömülecek kadar, hattâintihar etmesinden korkacağım kadar kadınlara düşkün birdelikanlının eğilimi, nasıl böyle değişebilmişti? Robert'in,babasının eğilimlerinden dayısınınkilere geçerek, dayısındabile oldukça geç gerçekleşmiş olan fizyolojik evrimitamamlamasına imkân tanıyan şey, Charlie'yle Rachelarasındaki –benim için görünmez olan– benzerlik miolmuştu? Yine de, Aimé'nin söyledikleri ara sıra aklıma gelipbeni huzursuz ediyordu; Robert'in o yıl Balbec'teki halinihatırlıyordum; asansörcü çocukla konuşurken onunla hiçilgilenmeyişi, M. de Charlus'ün birtakım erkeklerlekonuşurkenki halini çok hatırlatıyordu. Ama Robert,Guermantes'lara özgü bu kibirli duruşunu M. de Charlus'tenalmış olmakla birlikte, baronun özel zevklerini katiyenpaylaşmıyor da olabilirdi pekâlâ. Örneğin asla bu tür bireğilimi olmayan Guermantes Dükü'nde, tıpkı M. de

Page 336: Albertine Kay±p - Marcel Proust

Charlus'teki gibi, adeta dantelden bir manşeti düzeltircesine,sinirli bir tavırla bileğini döndürme huyu vardı, sesinde aynıkeskin ve yapmacık tonlamaya rastlamak mümkündü; insan,bu özellikleri M. de Charlus'te gördüğünde, düşünmedenonlara farklı bir anlam yüklüyordu; kendisi de farklı bir anlamyüklemişti onlara, çünkü herkes, kendine has özelliklerini,belki de tavırlarına ve sesine önceden sabitlenmiş olan, genelve kalıtımla geçmiş nitelikler aracılığıyla ifade eder.Doğabilime yaklaşan bu son varsayımı kabul edersek, M. deCharlus," kusurlu ve bu kusurunu kısmen Guermantessoyunun özellikleri aracılığıyla ifade eden bir Guermantesolmaktan çıkar; buna karşılık, Guermantes Dükü, sapık birailedeki istisnai birey, soyunun hastalığına özgü fizikselbelirtilerin anlamını kaybettiği kişi olur. Saint-Loup'yu,Balbec'te, o sapsarı saçlarıyla, değerli, ender bulunan birmaddeye benzeyen teniyle, yapmacık duruşuyla, monokluönünde uçuşarak yürürken ilk gördüğümde, onda kadınsı birhava bulmuş olduğumu hatırladım; bu havası, elbettehakkında şimdi öğrendiğim şeyin sonucu değil,Guermantes'lara özgü zarafetin, düşeste de görülen oSaksonya porseleni inceliğinin sonucuydu. Bana olansevgisini, bu sevgiyi ifade edişindeki şefkati ve duygusallığıda hatırlıyor, başka herhangi birini yanıltabilecek olan busevgisinin de, o sıralar, bambaşka, hattâ şimdi öğrendiğimşeyin tam tersi bir anlamı olduğunu düşünüyordum. Peki, budeğişim ne zaman gerçekleşmişti? Balbec'e ikinci gittiğim yılolduysa, niçin bir kez olsun asansörcü çocuğu görmeyegelmemiş, bana ondan hiç söz etmemişti? İlk yıl olduysa,Rachel'e öylesine tutkuyla aşıkken, asansörcü çocuk nasılolmuş da dikkatini çekmişti? O ilk yaz, Saint-Loup'yu, bütüngerçek Guermantes'lar gibi, değişik bulmuştum. Aslında

Page 337: Albertine Kay±p - Marcel Proust

zannettiğimden de değişik biriydi. Ama doğrudan kendisezgilerimizle algılamayıp başkalarından öğrendiğimiz şeyiruhumuza iletmemiz imkânsızdır, geç kalmışızdır; ruhungerçeklikle iletişimi kopmuştur; bu yüzden de, keşfimizintadına varmayız, vakti geçmiştir artık. Zaten bu keşfin maneviolarak tadına varmam imkânsızdı, çünkü çok üzülmüştüm.Şüphesiz, M. de Charlus'ün Paris'te, Verdurin'lerin evindebana söylediklerine istinaden, Robert'in, bazıları son derecezeki ve başarılı, sayısız dürüst insanla aynı durumdaolduğundan kuşku duymuyordum. Herhangi biriyle, Robertdışında herhangi biriyle ilgili olarak, bu bilgi, beniilgilendirmezdi. Aimé'nin sözlerinin içimde yarattığı şüphe,Robert'le Balbec'teki, Doncieres'deki dostluğumuzulekeliyordu; dostluğa da, Robert'e gerçek bir dostlukbeslediğime de inanmadığım halde, asansörcü çocukla ilgili,Robert ve Rachel'le birlikte restoranda yediğimiz öğleyemeğiyle ilgili anlatılanları düşündükçe, ağlamamak içinkendimi zor tutuyordum.

Combray tarafına yaptığım yolculuk üzerinde hiçdurmayabilirdim; ne var ki, hayatım boyunca Combray'yibelki de en az düşündüğüm o günlerde, Guermantes tarafıylailgili eski düşüncelerim ve Meseglise tarafıyla ilgili başkabazı düşüncelerim, bu sayede, en azından geçici olarakdoğrulandı. Eskiden Combray'de, öğleden sonraları Meseglisetarafına yaptığımız gezintileri, bu kez akşamları, ters yöndeyapıyordum. Tansonville'de akşam yemeği, bir zamanlarCombray'de çoktandır uykuya yatmış olduğumuz bir saatteyeniyordu. Hava çok sıcak olduğu ve öğleden sonralarıGilberte, şatonun küçük kilisesinde resim yaptığı için, ancakakşam yemeğinden iki saat önce gezmeye çıkıyorduk. Eskigünlerde, gezintiden dönerken Calvaire Ormanı'nı sarmalayan

Page 338: Albertine Kay±p - Marcel Proust

veya Vivonne Nehri'ne yansıyan koyu kırmızı gökyüzünügörmenin zevki, şimdi yerini bir başka zevke, akşam vakti,köyde ağıla dönen koyunların oluşturduğu mavimsi, düzensizve hareketli üçgenden başka bir şeye rastlamadan gezintiyeçıkmanın zevkine bırakmıştı. Kırların yarısı, güneşin batışıylabirlikte kararırken, diğer yarısı ve sonra tamamı, mehtaplaaydınlanıyordu. Bazen Gilberte beni gezmeye tek başımagönderiyordu; büyülü enginde yol alan bir kayık misali,peşimde gölgemle ilerliyordum; ama çoğu kez, . Gilberte debana eşlik ediyordu. Bu gezintilerin çoğu, çocukken yaptığımgezintilerden farksızdı; Guermantes tarafında, asla yazmayıbaşaramayacağım duygusunu, eskisinden de şiddetlehissetmemem mümkün müydü? Buna şimdi, Combray'yeilişkin merakımın ne kadar az olduğunu gördükçe,hayalgücümün yoksullaştığı, duyarlılığımın azaldığı duygusuda ekleniyordu. Geçmiş yılların, içimde ne kadar azcanlandığını fark edip kederleniyordum. Gemilerin çekildiğiyolun kenarında akan Vivonne Nehri'ni cılız ve çirkinbuluyordum. Hatırladıklarımda pek de büyük somut hatalarbulduğumu söyleyemem.

Ama yeniden gördüğüm mekânlardan, şimdi benibambaşka bir hayat ayırdığı için, biz farkına bile varmadanpatlayan o anlık, harika ve eksiksiz hatıraları doğuranyakınlık yoktu aramızda. Muhtemelen bu hatıra patlamasınınniteliğini kavrayamadığım için, bu gezintilerden artık hazalmadığıma göre, hissetme, hayal etme melekeleriminzayıfladığını düşünüp üzülüyordum. Benim duygularımıbenden de az anlayan Gilberte, şaşkınlığımı paylaşarakkederimi artırıyordu. "Nasıl olur, eskiden tırmandığınız bupatikadan geçerken, hiçbir şey hissetmiyor musunuz?"diyordu. Gilberte'in kendisi de o kadar değişmişti ki, artık onu

Page 339: Albertine Kay±p - Marcel Proust

güzel bulmuyordum, hiç güzel değildi. Yürürken, yerşekillerindeki değişiklikleri izliyordum; tepelere tırmanmak,sonra yamaçtan aşağı inmek gerekiyordu. Gilberte'le sohbetetmek çok hoşuma gidiyordu. Ama sohbetlerimiz zahmetsizde sayılmazdı. Birçok insanda, birbirinden farklı katmanlar,babanın, annenin kişilikleri bulunur; önce bir katmanı, sonradiğerini aşmamız gerekir. Ama ertesi gün, katmanlarınsıralaması değişiktir. Sonuçta hangisinin hakemlik edeceğini,verilecek hüküm için kime güvenebileceğimizi bilemeyiz.Gilberte, yönetim çok sık değiştiği için ittifak kurmayacesaret edilemeyen ülkeler gibiydi. Ama aslında bu birhatadır. Hafıza, en değişken insanda bile bir bütünlükoluşturur ve altına imzasını atmamış da olsa hatırladığıvaatleri yerine getirme isteğini uyandırır. Gilberte'in zekâsınagelince, annesinin bazı saçmalıklarını içermekle birlikte, sonderece keskindi. Ama Gilberte'in, kendi değerinden bağımsızolarak, gezintilerimiz sırasında yaptığımız sohbetlerde, birçokkez beni çok şaşırttığını hatırlıyorum. İlkinde, beni şusözleriyle şaşırtmıştı: "Çok aç olmasaydınız, saat de bu kadargeç olmasaydı, şu soldaki yola sapıp sonra da sağa döner, onbeş dakikaya varmadan, Guermantes'ta olurduk." Sanki banaşöyle demişti: "Önce sola, sonra sağa dönün, dokunulmazolana varacak, bu dünyada sadece yönü, 'tarafı bilinenerişilmez uzaklığa ulaşacaksınız." (Bir zamanlarGuermantes'ın sadece "tarafını tanıyabileceğimi zannetmektebelki de haklıydım bir bakıma.) Bir başka şaşkınlığı da,"Vivonne Nehri'nin kaynağı"nı görünce yaşadım;Cehennem'in girişi kadar dünyadışı bir şey olarak hayalettiğim bu kaynak, dipten kabarcıkların yükseldiği kare biryalak gibi bir şeydi. Üçüncü şaşkınlığı, Gilberte'in şu sözleriüzerine yaşadım: "İsterseniz, yine de bir gün öğleden sonra

Page 340: Albertine Kay±p - Marcel Proust

çıkıp Guermantes'a gidebiliriz; Meseglise'den geçip gideriz,en güzel yol odur." Bu cümle, çocukluğumdaki bütünkavramları altüst etti; iki tarafın, zannettiğim gibi bağdaşmazolmadığını öğrendim. Ama bu seyahatim sırasında, beni ençok sarsan şey, o eski yılların, içimde pek az canlanması,Combray'yi tekrar görme isteğini neredeyse duymayışım,Vivonne Nehri'ni cılız ve çirkin bulmam oldu. Fakat Gilberte,Meseglise tarafındaki eski tahayyüllerimi de, akşamyemeğinden önce yapıldığı halde –akşam yemeği o kadar geçyeniyordu ki!– aslında gece gezintisi olan bu gezintilerdenbirinde doğruladı. Mehtabın aydınlattığı, mükemmel, derinbir vadinin esrarına inmek üzereyken, mavimsi bir kadehiniçine dalmaya hazırlanan iki böcek gibi, bir an durduk.Gilberte, o anda, belki sırf yakında gideceğinize hayıflanan,beğendiğiniz anlaşılan yörede sizi daha iyi ağırlamış olmayıisteyen bir ev sahibesinin iyi niyetiyle konuşarak, duygularınıifade ederken, sessizlikten, sadelikten, ılımlılıktanyararlanmayı bilen ve hayatında, hiç kimsenin tutamayacağıbir yeriniz olduğunu size hissettiren yüksek sosyetehanımlarına özgü, ustalıklı sözler söyledi. Soluduğumuztemiz havanın, tatlı esintinin içime doldurduğu sevecenliğibirden Gilberte'e yönelterek, "Geçen gün, o patikadan sözediyordunuz. O sıralar size öylesine âşıktım ki!" dedim. Şöylecevap verdi: "Niçin bana hiç söylemediniz? Hiç aklımagelmemişti. Ben sizi seviyordum. Hattâ bir keresinde size kuryaptım." - "Ne zaman?" - "Tansonville'deki ilkkarşılaşmamızda; siz ailenizle birlikte dolaşıyordunuz, beneve dönüyordum; hayatımda hiç sizin kadar yakışıklı birçocuk görmemiştim. O sıralar," diye devam etti, dalgın veutangaç bir tavırla, "oğlanlarla Roussainville kalesiharabelerine, oyun oynamaya giderdim. Pek terbiyesiz

Page 341: Albertine Kay±p - Marcel Proust

olduğumu söyleyeceksiniz ama, orada karanlıktan faydalanançeşitli kızlar ve oğlanlar vardı. Combray Kilisesi'ninkorosundaki Theodore o zamanlar çok tatlıydı doğrusu(Tanrım, ne kadar hoştu!) şimdi çok çirkinleşti (Meseglise'deeczacılık yapıyor); harabede, yörenin bütün köylü kızlarıylaoynaşırdı. Benim tek başıma çıkmama izin verdikleri için, herfırsatta, hemen oraya koşardım. Sizin de oraya gelmenizi nekadar istediğimi bilemezsiniz; gayet iyi hatırlıyorum, neistediğimi size anlatabilmek için sadece bir dakikam vardı,ben de, hem sizin anne babanız tarafından, hem de benimkilertarafından görülme tehlikesini göze alarak, isteğimi size okadar kaba bir biçimde işaret ettim ki, şimdi düşününceutanıyorum. Ama siz bana öyle kötü kötü baktınız ki,istemediğinizi anladım." Birdenbire, gerçek Gilberte'in,gerçek Albertine'in, belki de ilk anda, bakışlarıyla kendileriniele verdiklerini düşündüm; biri pembe akdiken çalısınınorada, öbürü de sahilde. Bense bunu anlayamamış,konuşmalarımla onları çelişkili duygulara itip ilk andakikadar samimi davranmaktan korkmalarına sebep olduğum biraradan sonra, hafızamda tekrar gözden geçirmiş vebeceriksizliğim yüzünden her şeyi berbat etmiştim. Saint-Loup, Rachel'i hangi sebeplerle elinden kaçırdıysa, ben deaynı sebeplerle, Gilberte'i ve Albertine'i, hem de tamamenelimden kaçırmıştım; ama doğruyu söylemek gerekirse,benim başarısızlığım, Robert'inki kadar saçma değildi. "İkincikez de," diye devam etti Gilberte, "yıllar sonra, sizinapartmanın kapısında, Oriane Yengemde karşılaşmamızdanbir gün önceydi; ilk anda sizi tanıyamamıştım; daha doğrusufarkında olmadan tanımışım, çünkü Tansonville'deki arzununaynısı uyanmıştı içimde." - "Oysa iki karşılaşmanın arasındaChamps-Elysees dönemi vardı." - "Evet, ama o sırada bana

Page 342: Albertine Kay±p - Marcel Proust

aşırı düşkündünüz, her yaptığımı sorguladığınız hissinekapılıyordum." Onu tekrar görmeye gittiğim gün, henüz çokgeç olmamışken barışabileceğimiz gün, alacakaranlıkta yanyana ilerleyen o iki gölgeyle karşılaşmasam, belki de bütünhayatımı değiştirecek olan gün, Champs-ElyseesCaddesi'nden aşağı birlikte yürüdüğü delikanlının kimolduğunu sormak aklıma gelmedi. Sorsaydım, tıpkıdirilebilse, Albertine'in yapacağı gibi, bana doğruyu söylerdibelki. Artık sevmediğimiz ve yıllar sonra karşılaştığımızkadınlarla aramızda ölüm yok mudur gerçekten de? Artık budünyaya ait değildirler sanki, çünkü aşkımızın artık varolmaması, onların eski benliğini, bizim de eski benliğimizibirer ölüye dönüştürür. Belki de hatırlamayacak veya yalansöyleyecekti. Ne olursa olsun, o delikanlının kim olduğunuöğrenmenin, benim için bir anlamı yoktu artık, çünkü benimkalbim, Gilberte'in çehresinden daha da fazla değişmişti.Gilberte'in çehresi, artık hoşuma gitmiyordu, ama daha daönemlisi, artık bedbaht değildim; düşünecek olsam, Gilberte'ibir delikanlıyla yan yana, ağır ağır yürürken gördüm diye,kendi kendime, "Her şey bitti, hayatım boyunca aslagörüşmeyeceğim onunla," diyecek kadar bedbahtolabileceğimi tasavvur edemezdim. O çok uzaktaki günlerde,benim için uzun bir işkence haline gelen ruh halinden geriyehiçbir şey kalmamıştı. Çünkü her şeyin yıprandığı, her şeyinsönüp gittiği bu âlemde, güzellikten daha çok solan,paramparça olan, daha az iz bırakan bir şey varsa, o dakederdir.

Zaman'ın getirdiği meraksızlığın birçok örneğini görmüşolduğumdan, Champs-Elysees Caddesi'nden aşağı kiminleyürüdüğünü Gilberte'e sormadığıma şaşırmıyorum; bunakarşılık, o gün kendisiyle karşılaşmadan önce, ona çiçek

Page 343: Albertine Kay±p - Marcel Proust

almak için, Çin porseleninden antika bir vazoyu sattığımıanlatmadığıma biraz şaşırıyorum. Oysa o günü izleyen hazindönemde tek tesellim, günün birinde, bu dokunaklı niyetimirahatlıkla ona anlatabileceğim düşüncesiydi. Aradan bir yılgeçtikten sonra, karşıdan gelen bir arabanın bize çarpacağıhissine kapıldığımda, bir tek nedenle ölmek istemiyordum; oda, bunu Gilberte'e anlatabilmekti. Kendi kendime, "Aceleyegerek yok, önümde koca bir hayat var," diyerekavunuyordum. Ve bu yüzden de hayata bağlanıyordum. Şimdiise bu olayı anlatmak bana biraz tatsız, neredeyse gülünç,"eğlenceli" geliyordu. "Aslında," diye devam etti Gilberte,"sizinle evinizin önünde karşılaştığım gün bile, Combray'dekihalinize o kadar benziyordunuz ki! Neredeyse hiçdeğişmemiştiniz." Eski Gilberte canlandı hafızamda.Akdikenlerin altına vuran güneşin oluşturduğu ışıklı dörtgeni,küçük kızın elindeki bahçe belini, bana uzun uzun bakışınıezberden çizebilirdim. Ne var ki, yaptığı o kaba işaretyüzünden, o bakışla beni aşağıladığını zannetmiştim; çünkübenim arzuladığım şeyi küçük kızların bilmediğini ve sadecebenim hayalimde, tek başıma yaşadığım arzu anlarındayaptıklarını sanıyordum. Küçük bir kızın, o şeyi böylerahatça, süratle, neredeyse büyükbabamın gözü önünde,işaretle anlatmaya cüret edebileceğini tasavvur bileedemezdim.

Dolayısıyla, onca yılın ardından, gayet iyi hatırladığım birresme rötuş yapmam gerekti; o zamanlar benimle, altın saçlıküçük kızlar arasında var olduğuna inandığım, aşılmasıimkânsız uçurumun, Pascal'in uçurumu kadar hayali olduğunugösteren bu işlem, beni çok mutlu etti ve yıllar öncesinedönerek yapılması gerektiği için de, çok şiirsel geldi bana.Roussainville harabelerini düşününce, içimde ansızın bir arzu

Page 344: Albertine Kay±p - Marcel Proust

ve özlem uyandı. Yine de, o zamanlar bütün varlığımınyöneldiği, artık hiçbir şeyin bana geri veremeyeceğimutluluğun, zihnimden başka bir yerde, esasen çokyakınımda, sürekli sözünü ettiğim, süsen kokulu odadangördüğüm Roussainville'de bulunduğunu düşünmek, benimemnun etti. O mutluluk mevcuttu ve benim bundan hiçhaberim olmamıştı! Sonuçta, eve bir türlü dönemediğim,ağaçların aralandığını, canlandığını görür gibi olduğumgezintilerim boyunca arzuladığım her şey, Gilberte'teözetleniyordu. O zamanlar öylesine coşkuyla istediğim şeyi,eğer ben anlayabilmiş, bulabilmiş olsaydım, Gilberteyeniyetmeliğimde bana tattıracaktı. Gilberte, o dönemde,gerçekten de, zannettiğimden çok daha fazla Meseglisetarafına aitmiş meğer.

Hattâ onu evimizin önünde gördüğüm gün bile, Mlle deL'Orgeville, yani Robert'in randevu evinde tanıştığı kızolmadığı halde (bu konuyu açıklığa kavuşturmak için,Gilberte'in müstakbel kocasına başvurmuş olmam ne garipti!),bakışlarının anlamı ve ne tür bir kadın olduğu konusundatamamen yanılmamıştım; nasıl bir kadın olduğunu şimdikendi itiraf ediyordu. "Bütün bunlar artık geçmişte kaldı,"dedi Gilberte, "nişanlandığımız günden beri, Robert'denbaşkasını düşünmedim. Biliyor musunuz, kendime buçocukça kaprisler yüzünden kızmıyorum."

Page 345: Albertine Kay±p - Marcel Proust

Dipnotlar

[1] Yabancı.[2] Almanca: Ihlamurların altında. (Berlin'de ıhlamur

ağaçlarının bol olduğu geniş gezinti caddesi.)[3] Uluslararası hukuk ve diplomaside savaş nedeni

oluşturan ve bir ittifak anlaşmasında öngörülen durumlar.[4] Asansörcü.