182
www.nobelyayin.com Yrd. Doç. Dr. Kamil GÜNGÖR AB’DE MALİ YAPI VE TAM ÜYELİK ÖNCESİ TÜRKİYE’NİN DURUMU

Avrupa_Birliği- Nobel

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: Avrupa_Birliği- Nobel

www.nobelyayin.com

Yrd. Doç. Dr. Kamil GÜNGÖR

AB’DE MALİ YAPI VE TAM ÜYELİK ÖNCESİ

TÜRKİYE’NİN DURUMU

Page 2: Avrupa_Birliği- Nobel

KÜTÜPHANE BİLGİ KARTI

Güngör, Kamil. AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu / Yrd. Doç. Dr. Kamil Güngör 1.Basım,VIII+174s.,135x215 mm Kaynakçavar,dizinyok. ISBN978-605-5426-57-6 1.MaliUyum2.TamÜyelik3.AvrupaBirliğiveTürkiyeİlişkileri

YAYIN NU : 58İktisadi-İdari Bilimler Nu : 11ISBN : 978-605-5426-57-6 © 1. Basım, Nisan 2011

AB’DE MALİ YAPI VE TAM ÜYELİK ÖNCESİ TÜRKİYE’NİN DURUMU Yrd. Doç. Dr. Kamil GÜNGÖR

Copyright 2011, NOBEL AKADEMİK YAYINCILIK EĞİTİM DANIŞMANLIK TİC. LTD. ŞTİ. SERTİFİKA NU 20779BubaskınınbütünhaklarıNobelAkademikYayıncılıkEğitimDanışmanlıkTic.Ltd.Şti.neaittir.Yayınevininyazılıizniolmaksızın,kitabıntümününveyabirkısmınınelektronik,mekanikyadafotokopiyoluylabasımı,yayımı,çoğaltımıvedağıtımıyapılamaz.

Genel Yayın Yönetmeni: Nevzat [email protected]ın Koordinatörü: Pınar Gü[email protected]İktisadi-İdari Bilimler Editörü: Pınar Gülter [email protected]

Redaksiyon: Serap [email protected] Sorumlusu: Zehra Ç[email protected]: Şerikan [email protected]örsel Tasarım Sorumlusu: Mehtap Yürü[email protected]Üretim Sorumlusu: Halil YeşilBaskı ve Cilt: Almina Ofset Sertifika Nu: 18508

Dağıtım: Volkan [email protected]+903124182010Tanıtım: Sadık Küçü[email protected] Yavuz Ş[email protected] Onur [email protected] Çetin Erdoğ[email protected]: Emrah [email protected]

Page 3: Avrupa_Birliği- Nobel

iii

ÖN SÖZ

Avrupa Birliği ile ilk akademik ilişkim yüksek lisans tezimi hazırlarken başladı. Türkiye’nin gümrük birliğine girdiği dö-nemde hazırlamakta olduğum çalışma bu süreçte Türkiye’nin vergi sistemindeki uyumu analiz ediyordu. Doktora tezim farklı bir konuda olsa da Avrupa Birliği ile ilişkim, Türkiye gibi, hiç ke-silmedi. Nihayet müzakerelerin başlamış olması ve Türkiye’nin Avrupa Birliği ile yoğun ekonomik ve siyasi ilişkisi, daha çok ik-tisat bölümlerinde okutulmakta olan “Avrupa Birliği” dersinin halen bir üyesi olduğum Afyon Kocatepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi “Maliye” bölümünde “Avrupa Birliği ve Mali Uyum” adıyla müfredata girmesi, ilişkimin “kurumsal düzeyde” de devam etmesine yardımcı oldu. Benzer bir dersin yüksek lisans programında da varolması, bana konuyu müzake-re imkânı da verdi.

İşte bütün bu süreçte gerek öğrencilere ders notu ve seminer olarak verdiğim dokümanlar, gerekse de süreç içerisinde yap-tığım araştırmalar, ders notlarının bir kitap haline getirilmesini gerekli kıldı. Doçentlik sürecinin de itici etkisiyle güncellenen ve ders kitabı formatının dışına çıkarılan mevcut çalışma, ülkemiz-de konuyla ilgili kitap düzeyinde pek az olan çalışmalar yapan akademisyenlere yardımcı olacağını düşünüyorum.

Çalışma yapılırken her bir vergi ayrı ayrı mevzuat açısından incelenmek yerine Avrupa Komisyonu’nun da hazırladığı ra-porlarda benimsediği yöntem olan; vergilerin gelirler üzerinden, harcamalar üzerinden alınan vergiler ayırımı yanında merkezi idare, yerinden yönetim birimleri veya sosyal güvenlik ödeme-lerinin üye ülkelerdeki yapısı irdelenmiştir. Bunun dışında ver-gilerin Türkiye’de tam olarak mevcut olmayan, sermaye, işgücü ya da çevre, ulaşım, enerji üzerinden alınan vergiler şeklindeki

Page 4: Avrupa_Birliği- Nobel

iv

tasnifi de dikkate alınmıştır. Ancak böyle bir ayırımın Türkiye’de yapılmış olmaması karşılaştırma yapmayı güçleştirmiştir. Konu sadece vergi boyutuyla ele alınmamış, krizin de etkisiyle önem-li hareketlenmelerin yaşandığı kamu harcamaları ve borçlanma açısından da değerlendirilmiş, Türkiye’nin bu politikalar açısın-dan da uyumluluk düzeyi mercek altına alınmıştır.

Avrupa Birliği’ne ilişkin veriler kullanılırken yoğunlukla Avrupa Komisyonu’nun yayınladığı raporlardan, Türkiye’ye ilişkin verilerde ise Maliye Bakanlığı ve OECD kaynaklarının kullanılmasına özen gösterilmiştir. Zaman zaman ikincil kay-nakların da kullanıldığı çalışmada veriler arasında uyum göze-tilmesine de dikkat edilmiştir. Zira çok farklı kaynaklardan alı-nan veriler çalışma içerisinde çelişkiler doğurmakta bu da oku-yucunun kafasını karıştırmaktadır.

Çalışma yapılırken kendilerine hassasiyetle teşekkür et-mem gerekenler elbette öncelikli olarak aile bireylerimdir. Zira yoğunlaştığım dönem boyunca sürekli onların isteklerini ertele-mek zorunda kaldım. Elbette bu süre içerisinde halen ortaöğre-time devam etmekte olan çocuklarımın ders ve veli takibi büyük oranda eşimin üzerine kaldı. Zaman zaman içtenlikli isteklerine dahi cevap veremediğim eşim ve çocuklarım elbette birinci sı-rada teşekkürü hak etmektedir. Bunun yanında sağlıklı çalışma ortamı hazırlayan, üniversite, fakülte ve bölüm yöneticilerim de teşekküre layıktır. Kendilerinden istifade ettiğim çalışma arka-daşlarım ise teşekküre layık diğer zevattır. Çalışmada yer alan kusurlar tabiatıyla şahsıma aittir. Bu konuda yapılacak olan ya-pıcı eleştiriler faydalı olacaktır. Çalışmanın ilgililere faydalı ol-masını diliyorum.

Kamil GÜNGÖR

Kasım 2011

Page 5: Avrupa_Birliği- Nobel

v

İÇİNDEKİLER

GİRİŞ VE GENEL BİLGİLER .................................................................. 1Küreselleşme Olgusu ve Avrupa Birliği’ne Giden Süreç ................. 4Avrupa Birliği Hakkında Genel Bilgiler ............................................. 7Avrupa Birliği’nde Vergi Uyumu ve Vergi Rekabeti ..................... 10

a. Uyumlaştırmada Terminoloji Sorunu ....................................... 10b. Vergilendirmede Rekabet ............................................................ 12

BÖLÜM 1: AVRUPA BİRLİĞİ ÜLKELERİNDE VERGİ YAPISI VE TÜRKİYE ......................................................... 17

1.1. DOLAYLI VE DOLAYSIZ VERGİ KARŞILAŞTIRMASI ........ 171.1.1. Genel Bilgiler .......................................................................... 171.1.2. Dolaysız Vergiler ................................................................... 20

1.12.1. Gelir Vergisi ..................................................................... 201.1.2.2. Kurumlar Vergisi ........................................................... 23

1.1.2. Dolaylı Vergiler ..................................................................... 271.1.3. Avrupa Birliği Üyesi Ülkelerde Vergisel Eşitsizlikler ..... 321.1.4. Dolaysız Vergilerde Değerlendirme ................................... 351.1.5. Türkiye’de Durum ................................................................ 37

1.2. MERKEZİ HÜKÜMET-YEREL YÖNETİM AYIRIMINDA VERGİSEL DURUM .......................................... 38

1.2.1. Avrupa Birliği’nde Subsidiarity İlkesi ............................... 401.2.2. Merkezi ve Yerel Düzeyde Gelir Yapısı ............................. 431.1.6. Türkiye’de Durum ................................................................ 47

1.3. İŞGÜCÜ ÜZERİNDEKİ VERGİLER .......................................... 481.3.1. Avrupa Birliği Ülkelerinde İşgücü Maliyetleri ................. 491.3.2. Türkiye’de Durum ................................................................ 52

1.4. SERMAYE ÜZERİNDEN ALINAN VERGİLER ...................... 581.4.1. Avrupa Birliğinde Sermaye Üzerinden Alınan Vergiler ... 59

1.4.1.1. Finansal Sektörün Vergilendirilmesi ........................... 681.4.1.2-Sermaye Üzerinden Alınan Vergilerin Tabanı ........... 69

1.4.2. Türkiye’de Finansal Kesim .................................................... 721.4.2.1. Türkiye’de Sermaye Üzerinden Alınan

Vergiler ................................................................ 731.4.2.2. Menkul Sermaye İratlarında Vergilendirme Rejimi .. 75

Page 6: Avrupa_Birliği- Nobel

vi

1.5. AVRUPA BİRLİĞİ ÜYESİ ÜLKELERDE ÇEVRE VERGİLERİ .................................................................................... 76

1.5.1. Avrupa Birliği Ülkelerinde Yeşil Vergi Reformu ............. 771.5.1.1. Enerji Üzerinden Alınan Vergiler ................................ 791.5.1.2. Ulaşım Vergileri ............................................................. 811.5.1.3. Karbon Vergisi ................................................................ 84

1.5.2. Çevre Vergilerine İlişkin Makro Büyüklükler .................. 851.5.3. Türkiye’de Durum ................................................................ 89

1.6. VERGİ YÜKÜ KARŞILAŞTIRMASI .......................................... 911.6.1. Avrupa Birliği Ülkelerinde Vergi Yükü ............................. 921.6.2. Türkiye’de Durum ................................................................ 95

1.7. AVRUPA BİRLİĞİ’NDE GENİŞLEME SÜRECİ VE KRİZ BAĞLANTILI VERGİSEL GELİŞMELER ................................. 99

1.7.1. Genel Görünüm ..................................................................... 991.7.2. Genel ya da Özel Vergi İndirimi ....................................... 1021.7.3. Avrupa Birliği ve OECD Ülkelerinde Durum ................ 1031.7.4. Üye Ülkeler Arasında Vergisel Farklılıklar ..................... 107

BÖLÜM 2: AVRUPA BİRLİĞİ ÜLKELERİNDE KAMU HARCAMALARI SORUNU VE TÜRKİYE ................ 119

2.1. GENEL BİLGİLER ...................................................................... 1192.2. MÜDAHALECİ DEVLET ANLAYIŞI ..................................... 121

2.2.2. Kriz ve Kamu Harcamaları ................................................ 1302.3. SOSYAL DEVLET UYGULAMALARI .................................... 133

2.3.1. Terminoloji ve Tanım.......................................................... 1352.3.2. Avrupa Birliği Ülkelerinde Sosyal Güvenlik .................. 136

2.3.2.1. Avrupa Birliği Ülkelerinde Sosyal Güvenlik Ödemelerinde Dağılım ............................................... 142

2.3.2.2. Sosyal Güvenlik Ödemeleri Yönünden Vergi Yükü Karşılaştırması .................................................. 144

2.3.3. Türkiye’de Sosyal Güvenlik .............................................. 147

BÖLÜM 3: AVRUPA BİRLİĞİ ÜLKELERİNDE BORÇ SORUNU VE TÜRKİYE .................................................. 149

3.1. GENEL BİLGİLER ...................................................................... 1493.1.1. Küresel Kriz ve Artan Borç Yükü ..................................... 1513.1.2. Borç Yükü ve Sürdürülebilirlik ......................................... 1523.1.3. Avrupa Birliği Ülkeleri ve Borç Yükü .............................. 154

3.1.3.1. Krizde Maastricht Kurallarına Uyum ....................... 1563.1.4. Türkiye’de Durum .............................................................. 164

SONUÇ VE DEĞERLENDİRME ........................................................ 167

KAYNAKÇA ........................................................................................... 169

Page 7: Avrupa_Birliği- Nobel

vii

KISALTMALAR

BE BelçikaBG BulgaristanCZ Çek CumhuriyetiDK DanimarkaDE AlmanyaEE EstonyaIE İrlandaEL/GR YunanistanES İspanyaFR FransaIR İtalyaCY KıbrısLV Latviya (Letonya)LT LitvanyaLU LüksemburgHU MacaristanMT MaltaNL HollandaAT AvusturyaPL PolonyaEU Avrupa BirliğiEMU Ekonomik Ve Parasal BirlikMS Üye ÜlkelerAB-25 Avrupa Birliği-25AB-27 Avrupa Birliği-27AB-15 Avrupa Birliği-15EA-17 Avro AlanıNMS-12 Yeni ÜyelerECSC Avrupa Kömür ve Çelik TopluluğuNMS-10 Yeni ÜyelerEEA Avrupa Ekonomik TopluluğuPIT Gelir Vergisi

Page 8: Avrupa_Birliği- Nobel

viii

CIT Kurumlar VergisiGDP Gayri Safi Yurt İçi HâsılaSSC Sosyal Güvenlik KatkılarıVAT Katma Değer Vergisi: Bilgi Yokn. a. Uygulama YokRO RomanyaSK Slovakya

Page 9: Avrupa_Birliği- Nobel

1

GİRİŞ VE GENEL BİLGİLER

Türklerin Avrupa ile ilişkisi Osmanlı Devletinin kuruluşu-na hatta Selçuklular döneminde Haçlı seferlerine kadar dayanır. Bu dönemdeki ilişki daha çok savaş, kimi zaman ittifak ve ticaret şeklinde ve genellikle Türklerin lehine olmuştur. Uzun zaman bu şekilde devam eden ilişkiler, ABD’nin keşfi ve buna bağlı ge-lişmeler ile Aydınlanma Çağını takip eden süreçte yeni bilimsel keşifl erin hayata geçirilmesi, Osmanlı Devleti’nin bu yenilikleri takip etmesini güçleştirmiş, içeride de meydana gelen çeşitli ra-hatsızlıkları takip eden bir dizi gelişmeler, Osmanlı Devletinin önce duraklamasına 1699 (Karlofça Anlaşması) itibariyle de Avrupa karşısında üstünlüğünü yitirmesine neden olmuştur. Bu tarihten sonra Cumhuriyetin kuruluşuna kadarki süre zarfın-da Osmanlı Devleti neredeyse sürekli güç kaybetmiş ve nihayet Birinci Dünya Savaşı sonunda fi ilen ve 1923’te Cumhuriyetin ila-nıyla birlikte hukuken varlığı sona ermiştir.

Elbette Osmanlı Devletini yönetenler üstünlüğü tekrar elde etmek üzere çeşitli gayretlere girmişlerdir. Aksi halde Osmanlının gerileme döneminden itibaren iki asırdan fazla bir süre daha ayakta kalması mümkün olmazdı. Bu dönemde III. Selim’in Avrupa’dan esinlenerek kurdurduğu çeşitli kurumlar, ordunun modernizasyonu, II. Mahmut’un batılılaşma anlamın-da attığı çeşitli adımlar, Osmanlı derebeyleri (ayanlar) ile hayata geçirilemese de, imzalanan anlaşma (Sened-i İttifak) ve şüphesiz bu dönemde dünyada var olan güç dengesini Osmanlı Devletinin kendi lehine çevirecek şekilde kullanması (denge politikası) bu sürenin uzamasında önemli etkenler arasında yer alır.

Türkiye’de (Osmanlı Devleti’nde) batılılaşma hareketlerinin Lale devrinde başladığı söylenebilir (18. yüzyılın başı). Ancak bu tarihi İstanbul’un Fethine kadar (1453) götürenler de yok de-

Page 10: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu2

ğildir. Fakat somut adımlar 1839 yılında ilan edilen Tanzimat Fermanı’yla atılmıştır. 1856’daki Islahat Fermanı ile perçinlenen batılılaşma hareketleri, bu dönemde daha çok azınlıklara yöne-lik bazı hakların verilmesinden ibaretti. Fakat bu düzenlemeler içte Jön Türkler, dışta da dönemin büyük devletlerinin baskıları sonucu yapılıyordu. Bu baskılar Osmanlı Devleti’nin borçlarını ödeyemez hale gelmesi neticesinde kurulan Duyun-i Umumiye İdaresi ile (1881) daha da arttı ve Osmanlı Devleti bu dönemden sonra adeta yarı sömürge bir devlet haline dönüştü.

Şüphesiz 19. Yüzyılda yapılan düzenlemeler öncekilerden çok farklıydı. Bu dönemde hayata geçirilen Tanzimat Fermanı, Islahat Fermanı, Batı ülkelerine, özellikle Fransa’ya eğitim için gönderilen öğrenciler ve tabii ki en önemlisi Teşkilat-ı Esasi Kanununun kabulü, Osmanlı devletinin geleneksel yapısını terk ettiği ve batılılaşmaya hukuki ve idari anlamda da uyum sağla-ma gayreti içerisinde olduğunun somut göstergeleridir. Fakat ne yazık ki bu düzenlemeler Osmanlı devletinin giderek güç kay-betmesinin ve küçülmesinin, takip eden dönemde tarihteki yeri-ni almasının önüne geçememiştir.

1923’te yerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti ise, yüzünü ta-mamen Batı’ya dönmüş medeniyet projesini Avrupa değerlerine dayalı olarak inşa etmeyi tercih etmiştir. Bu kapsamda pek çok devrim yapılmış; çok partili hayata geçinceye kadar, devrimin de getirdiği cesaret ve II. Dünya Savaşı’nın olağanüstü şartları altında Cumhuriyetin kurumları büyük oranda şekillendiril-miştir. Bu dönemde batılılaşma devlet politikası haline gelmiş ve yeni Cumhuriyet Batı’nın bütün kurumları içerisinde yer almak istemiştir. Hatta bunu sağlamak için zaman zaman kar-şılıksız fedakârlıklardan kaçınmamıştır (Kore Savaşına asker göndermek gibi) Bu amaca (batılılaşma amacına) yönelik olarak Genç Cumhuriyet İsviçre’den Medeni Kanunu, İtalya’dan Ceza Kanununu, Almanya’dan da Ticaret Kanununu alarak somut adımlar atmaya devam etmiştir.

1946’daki hileli seçimden sonra (açık oy, gizli sayım) 1950’de yapılan serbest seçimle (gizli oy, açık sayım) birlikte iktidara ge-len Demokrat Parti halka daha yakın ve Batı’ya karşı daha tem-kinli bir politika izlemesine rağmen, DP yönetimi de batılılaşma hareketinden vazgeçmemiş ve hatta gümrük birliğini başlata-

Page 11: Avrupa_Birliği- Nobel

Giriş ve Genel Bilgiler 3

cak ilk adımlar da bu parti döneminde atılmıştır. İşte Avrupa Birliği’ne tam üye olma çabaları da bu tercihin (batılılaşma terci-hinin) bir sonucudur.

Türkiye, 1949 yılında kurulan Avrupa Konseyi ve 1961’de ku-rulan OECD’ye kuruldukları yıl, 1949 yılında kurulan NATO’ya da 1952 yılında katılmıştır. 1957 yılında kurulan ve Avrupa’nın Roma İmparatorluğu’ndan sonra ilk defa bu kadar güçlü bir şekilde oluşturduğu bugünkü adıyla Avrupa Birliği içerisinde yer almak üzere ise, 1959 yılında başvurusunu yapmıştır. Kimi zaman Türkiye’nin kimi zaman da Avrupa Birliği ülkelerinin yükümlülüklerini yerine getirmemesi sonucu bu ilişki uzun yıl-lar devam etmiş, kurumsal anlamda ancak 1996 yılında gümrük birliğine üye olarak somut bir adım atılabilmiştir.

İlk yıllarda daha kolay olan giriş süreci özellikle 1990’lı yıllarda Doğu Blok’u ülkelerinin rejim değişikliğine uğraması ile birlikte Türkiye için şartlar daha da zorlaşmış, bu dönemde Türkiye’de yaşanan ekonomik ve siyasi olumsuzluklar ise ülke-mizin Avrupa Birliği’ne alınmaması için Avrupa Birliği ülkeleri nezdinde “haklı” gerekçeleri oluşturmuştur.

2001’de yaşanan ve dış kaynaklı olmayan “Türkiye’nin (en büyük) krizi” olağanüstü bazı önlemlerin alınmasına zemin teşkil etmiş, sonraki süreçte yapılan seçimle siyasi istikrarın da sağlanması, Türkiye’deki ekonomik gelişmeyi hızlandırmış, ya-pılan ve yapılması planlanan reformlar Avrupa Birliği’ne girişin son aşaması olan müzakerelerin başlaması için tarih alınmasına yardımcı olmuş ve 2005’ten itibaren ise müzakereler fi ilen baş-lamıştır.

35 adet müzakere konularından birkaç tanesi ise ekonomi, maliye ve vergilendirme politikasına ilişkindir. Avrupa Birliği, Birliğe tam üye olacak olan ülkelerin dört serbest dolaşıma en az etkili olacak şekilde politikalarının “uyumlu” olmasını istemek-tedir. 35 başlıkta toplanan bu politikalardan maliye politikasını ilgilendiren hususlar çalışmamızın esasını teşkil etmektedir.

Avrupa Birliği ülkelerinde vergilerin dağılımında çeşitli sınırlandırmalar vardır. Kimi zaman dolaylı vergiler dolaysız vergiler gibi vergi türlerine göre, kimi zaman vergilerin merke-zi yönetim yerel yönetim ya da eyaletler arası dağılımı şeklinde

Page 12: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu4

yönetimler arası dağılımı ve kimi zaman da vergiler tüketim, işgücü ve sermaye üzerindeki ekonomik etkileri itibariyle ele alınmaktadır. Avrupa Birliği’nde vergilerin çevreye duyarlılığı da önemli düzeyde dikkate alınan bir konudur.

Krize bağlı olarak vergi gelirlerindeki değişim, bunla-rın kamu harcamaları üzerindeki etkileri ve borçlanmaya et-kileri bütün bu verilerin süreç içerisinde üye ülkeler itibariyle GSYH’ye etkisi çalışmada analiz edilen konular arasında yer almaktadır. Öte yandan ele alınan diğer bir konu da zımni (ör-tülü) vergi oranlarıdır (implicit tax rates). Bu kavram, vergilerin farklı ekonomik fonksiyonları dikkate alınarak, bunların efektif ortalama vergi yüklerinin hesaplanmasını ifade eder. Diğer bir deyişle zımni vergi oranları, potansiyel vergi tabanının bir yüz-desi olarak toplam vergi gelirlerinin GSYH’ye oranını ifade eder (European Commission-2011, s. 15).

Küreselleşme Olgusu ve Avrupa Birliği’ne Giden Süreç

Küreselleşme son yüzyılda sıklıkla konuşulan “modern dünyanın imkân ve kabiliyetlerinden” maksimum düzeyde ya-rarlanabilmeyi ifade eden bir kavramdır. Hemen hemen haya-tın bütün alanlarını ilgilendiren ve insanlığın “aklın” keşfettiği imkânlarını öne çıkarak kavram, aslında güçlü olanın şartlarını dayatan, farklı yaşam algılama ve kültür tarzlarını ortadan kaldı-ran, insanları zevk ve üzüntülerinde bile “tekdüzeleştiren”, güçlü olanın gücüne güç katan ve zayıfı ezen bir yapısı olduğu gerçeğini de göz ardı etmemek gerekir. Bu yüzden küreselleşme kimi çev-relerce ağır eleştirilere maruz kalmakta, güçlü olan aktörlerin yine küresel ve geleceğe dönük hedefl erine hizmet eden bir argüman olması nedeniyle küreselleşmeye karşı çıkılmaktadır.

Pek çok yönü olan küreselleşmenin şüphesiz ki en önemli tarafl arından birisi ekonomik küreselleşmedir. Avrupa Birliği bunun en çarpıcı, başarılı ve köklü örneğidir. Özellikle II. Dünya Savaşı sonrası oluşmaya başlayan ve 1980’li yıllardaki ekono-mik yeniden yapılanma sonrası bütün dünyayı saran küresel-leşme etkisini güçlendirerek devam ettirmektedir. Bu çerçevede Avrupa Birliği dışında kurulan çeşitli siyasi kurumlar yanında Dünya Ticaret Örgütü, Birleşmiş Milletlerin çeşitli ekonomik ni-

Page 13: Avrupa_Birliği- Nobel

Giriş ve Genel Bilgiler 5

telikli kurumları, IMF, Dünya Bankası gibi küresel çaplı örgütler yanında APEC, NAFTA, Şanghay İş birliği Örgütü gibi bölgesel ekonomik kuruluşlar küreselleşmenin ekonomik yönünü temsil eden kurumlardan bazılarıdır. Burada Avrupa Birliği’ni diğer kurumlardan ayrı değerlendirmek gerekmektedir. Zira Avrupa Birliği, uluslar üstü niteliği ile diğerlerinden ayrılmaktadır. Avrupa Birliği sadece bu niteliğiyle değil, tarihsel arka planı, ni-hai siyasi hedefi , askeri nitelikli çalışmaları, başarısı kanıtlanmış kurumsal yapısıyla da şüphesiz diğer kurumlardan ayrılmakta-dır. Elbette Avrupa Birliği’ni küreselleşmenin dışında tutamayız. Her ne kadar esasen Avrupa’da tekrar bir savaşın önüne geçmek asıl gayesi ile kurulmuş olsa da, bu durum Avrupa Birliği’ni kü-reselleşmenin dışına çıkarmaz. Zira Avrupa Birliği bir taraftan ekonomik kurumları uyumlaştırma adı altında “tekdüzeleşti-rirken” diğer taraftan 35 adet ana başlık altında birleştirdiği politikalarını da yine aynı gayeye dönük olarak “uyumlu hale getirme” yönünde politikalar izlemektedir. Şüphesiz bu politi-kalardan bazıları “mali” niteliklidir. Genel olarak mali politika-lar denince vergilendirme politikaları, kamu harcamaları politi-kaları ve borçlanma politikaları kastedilmektedir. Avrupa Birliği bu politikaları genellikle “direktifl erle”

1 ama elbette zaman za-

man tüzük,2 karar3 ve tavsiyelerle4 “orta bir noktaya” getirme-

1 Direktifl er (directives): Direktifl er sonuç açısından üye ülkelerde bağla-yıcı olmakla beraber uygulamadaki yöntemler açısından üye ülkelerde-ki iç hukuka göre düzenlenebilir. Direktifl er tek bir üye ülke veya tüm üye ülkelerle ilgili olabilir.

2 Tüzükler (regulations): Üye ülkelerin tamamında herhangi bir değişikliğe uğramadan doğrudan uygulanan kurallardır. İç hukukmuş gibi uygu-landıklarından, üye ülkelerin vatandaşlarına ulusal yasalarda olduğu gibi hak ve yükümlülükler getirirler. Tüzükler AB resmî gazetesinde yayınlandıktan sonra kendiliğinden ve doğrudan uygulanırlar. Tüzük-ler kendilerine aykırı olan yasal mevzuatın yerini alır ve doğrudan uy-gulanır.

3 Kararlar (Decisions): Bir şahsa, şirkete veya ülkeye yönelik olabilen kararlar sadece kime yönelikse onu bağlayıcı niteliktedir. Rekabet ku-rallarının ihlali ve herhangi bir ülkedeki devlet yardımının AB kural-larına uyumsuzluğu gibi durumlarda kararlar tercih edilen mevzuat araçlarıdır.

4 Tavsiyeler ve görüşler (Recommendations and Opinions): Bunlar her-hangi bir bağlayıcılığı olmayan, bir üye ülkeye veya şahıslara yönelik herhangi bir durumda nasıl bir tutum izlenmesi gerektiği şeklindeki

Page 14: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu6

ye gayret göstermektedir. Her bir üye devletin bağımsızlığını sürdürmesi, Avrupa Birliği’nde karar alma mekanizmasındaki dengeler ve yaptırımların zayıfl ığı gibi nedenlerle elbette bu po-litikalarda hedefl enen amaçlara tam olarak ulaşılamamış, ancak önemli ilerlemeler sağlanmıştır.

Farklı nitelikleri yanında Avrupa Birliği aslında küreselleş-menin en somut örneklerinden birisidir. Aynıymış gibi gözükse de esasen Avrupa Birliği üyesi ülkelerin birbirlerinden çok farklı kültür ve yaşam biçimleri söz konusudur. Zaten asırlardır ya-şanmış olan Avrupa’nın iç savaşlarının nedenlerinden birisi de budur. En ortak yanları olan Hristiyanlık bile geçmişte büyük çatışmaların (elbette zaman zaman bir araya gelmenin; haçlı se-ferleri ve Avrupa Birliği gibi) sebebi olmaktan kurtulamamıştır. Hristiyanlığın yönetimler üzerindeki etkisini yitirdiği dönem-lerde çatışmaların nedenleri farklılaşsa da, mevzuatında açıkça ifade edilmemiş olmasına rağmen, Avrupa Birliği’nin kurulu-şunda bu ortak kültürün etki etmediğini ileri sürmek gerçekçi olmaz. Avrupa Birliği içerisinde yer alan ve halkının çoğunluğu Müslüman olan ve Hristiyan kültüründen gelmeyen Türkiye’nin üyelik başvurusu kimi çevrelerce “Avrupa ortak kültürüne dahil olmadığı” gerekçesiyle, kimi zaman da daha açık olarak Avrupa Birliği’nin bir “Hristiyan kulübü” olduğu iddialarıyla karşı çı-kılmaktadır. Her ne kadar Avrupa Birliği yetkilileri bunu der-hal yalanlasa ve Avrupa Birliği’nin kurucu anlaşması ve fi ilen Anayasası durumundaki Roma Anlaşması5 içerisinde doğrudan böyle bir atıf olmasa da Avrupa Birliği’nin kuruluş felsefesi içe-risinde Hristiyanlığın hiçbir etkisinin bulunmadığını söylemek doğru olmaz.

Küreselleşme olgusu esasen II. Dünya Savaşı’ndan sonra hız kazanmıştır. Çeşitli aşamalardan geçtikten sonra 1990’lı yıl-larda Doğu Blok’unun çökmesiyle birlikte siyaseten demokrasi

önerilerdir. Bu öneriler, AB kurumlarının onay mekanizmasından geçmez ve uygulanmaları tamamen üye ülkelerin inisiyatifi ne bıra-kılmıştır.

5 Lizbon (Reform) Antlaşması ile adı “Avrupa Birliği’nin İşleyişine Dair Antlaşma” (ABİDA) olarak değiştirilmiştir. Halen Avrupa Birliği’nin bir anayasası yoktur. Lizbon Antlaşması ile ABİDA ve yenilenen Maastricht Anlaşması (Avrupa Birliği’ni Kuran Antlaşma) eşit konumda temel me-tin haline getirilmiştir.

Page 15: Avrupa_Birliği- Nobel

Giriş ve Genel Bilgiler 7

ve ekonomik olarak da kapitalizm neredeyse rakipsiz kalmıştır. Zira somut olarak ve SSCB’de temsil edilen sosyalizm ortadan kalkmış, kapitalizmin ve demokrasinin önünde bir rakip kalma-mıştır6. Aynı dönemde Avrupa Birliği de ciddi güç kazanmış, si-yaseten demokrasiye geçen Doğu Bloğu ülkelerin çoğu, zaman içerisinde Avrupa Birliği içerisinde yer bulmuşlardır.

Birlikte düşünüldüğünde dünyanın en büyük ekonomik gücü olan Avrupa Birliği, ortak politikalarla kendi içerisinde önemli ölçüde uyum sağlamış ve politikalarını tekdüze hale ge-tirmiştir. Küreselleşmenin tekdüzeleştirme politikası yerel ya da bölgesel uygulamaları ortadan kaldırmakta, dominant kültürün kabulleri evrenselleşmektedir. Günümüzde bu evrensel kül-tür ekonomide kapitalizm, siyasette demokrasidir. Halihazırda alternatifsiz gözüken bu iki yaklaşım da Avrupa Birliği’nin Maastricht ve Kopenhag kriterlerinde somutlaştırdığı politikala-rının temelini teşkil etmektedir. Siyaseten demokrasi ile yönetil-meyen ülkeler dikta rejimi olarak tanımlanmakta ve kimi zaman bu durum “batılı güçlerin” demokrasiyi getirmek adına dolaylı hatta doğrudan müdahalelerine meşru zemin teşkil etmektedir.

Tarihsel süreç içerisinde insanlık bir taraftan ulus devlet modeline geçip yerel kültürlerini yaşatma gayreti içerisinde olurken, diğer taraftan ortak politik ve ekonomik kararları haya-ta geçirerek tekdüzeleşmektedir. Bu durum küreselleşmenin bir paradoksudur. Her ne kadar Avrupa Birliği’nin mottosu “fark-lılık içerisinde birlik” ise de aslında insanları tekdüzeleştirmek-tedir.

Avrupa Birliği Hakkında Genel Bilgiler

1693’te William Penn adlı Quaker Mezhebi’ne bağlı bir din adamı “Avrupa Devletlerinin Bütünleşmeleri İçin Gerekçeler” adlı bir kitap yazmıştır. Kitabında federal yapıya çok benzer bir

6 Küba, Kuzey Kore gibi örnekler olsa da; SSCB’nin yıkılışından sonra et-kisi ortadan kalkan sosyalizm küresel bir oyuncu olmaktan çıkmıştır. Küresel oyuncu olarak varlığını devam ettiren Çin ise 1978’de sağladığı dönüşüm ve değişim sonrasında ekonomik olarak sosyalizmi terk et-miştir. Kapitalist ekonomilerin benimsediği kuralların dışında çalışan Çin, bir üretim üssü olarak küreselleşmenin en önemli temsilcilerinden birisidir.

Page 16: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu8

sistem öngören Penn ortak yasama, yürütme ve yargı organları, ortak bütçe ve ortak ordu öngörmüştür. W. Penn bu düşüncesiy-le, hayali de olsa, kendine göre federal bir Avrupa tasarlamıştır. Aslında Avrupa Birliği fi kri Bizans’ın son günlerine 15. yüzyıla kadar uzanır. Hatta daha da önce 1305 yılında Normandiya’lı bir avukat olan Pierre Dubois birleşik bir Avrupa devleti için çağrı-da bulunmuştur. Bunlarla birlikte pek çok hükümdar da Birleşik Avrupa için çağrıda bulunmuştur. Ancak bu dönemlerdeki çaba-lar bir Birleşik Avrupa Devleti oluşturulması “düşünceden” öteye gidememiştir. Avrupa’nın Birliği için Victor Hugo’nun da fi kir-lerini göz ardı etmemek gerekir. Hugo, 1849 yılında yazdığı bir kitapta Avrupa Birleşik Devletleri’nden söz etmiştir.

7 Yine fi ilen

Almanya önderliğinde, fakat bu kez bütün Demokratik Avrupa’nın birliğini amaçlayan Avrupa’da bölge dışı devletlerin (özellikle ABD ve daha önce SSCB ve bugün ise Rusya Federasyonu’nun) etkilerini azaltmak; ekonomik bir dev olmanın yanında siyasi bir güç olmayı, dünya konjonktürünü daha fazla etkilemeyi hedef-leyen kayda değer adımlar atmıştır.

Avrupa nisbeten küçük ama sadece Batı Avrupa devletleriy-le sınırlı kalmayan, zamanla egemenliklerinden ve hatta ulusal kimliklerinden kendi aralarında bir birlik oluşturabilmek ama-cıyla feragat eden bir topluluktur (ÖZEN, s. 68). 27 üyeli Avrupa Birliği 4.324.782 kilometrekarelik yüzölçümüyle Avrupa, 493 milyon nüfusu ile 313 milyon olan ABD’den oldukça daha kala-balıktır. Birliğin 23 adet resmî dili vardır. ABD dahil dünyanın en büyük ekonomik gücüdür. 16.07 trilyon dolar GSYİH’si olan kurum, 2010 yılında krize rağmen % 1.8 büyümeyi başarmıştır. Kişi başına 2010 yılında otalama 32.700 dolar geliri olan Avrupa Birliği’nde tarım kesiminin oranı % 1.8, sanayi % 25 ve hizmetler sektörü % 73.2 paya sahiptir. Yine aynı dönemdeki işsizlik oranı % 9.5 iken, % 1.8 ortalama enfl asyona sahiptir. 2 trilyon dolar civarındaki ihracatı ile dünyada birinci sırada yer alan Birlik, 1.7 trilyon dolarlık ithalatı ile ABD’den sonra ikinci sıradadır. Dış borç açısından da benzer durum söz konusudur ve Haziran 2010’daki 13.720 dolarlık borcuyla yine ABD’den sonra ikinci sı-rada yer almaktadır. 8

7 www. abgs. gov. tr8 Bilgiler www. ciafactbook. com sitesinden alınmıştır.

Page 17: Avrupa_Birliği- Nobel

Giriş ve Genel Bilgiler 9

Avrupa Birliği yüzölçümü olarak ABD’nin yarısından daha küçükken, nüfusu ABD’den yaklaşık olarak % 50 daha fazladır. Avrupa Birliği’nde doğum oranı düşük, yaşam süresi ise uzun-dur. Bu durum Avrupa Birliği’nin açısından özellikle kamu harcamaları bütçe açığı ve sosyal güvenlik açısından önemli sonuçları beraberinde getirmeye namzettir. Avrupa Birliği’nin kuruluşu ekonomik büyümeye dayalıdır. İlk ve temel amacı olan ekonomik refah yükselişi ve ortak uygulamalar alanında kuruluşundan günümüze önemli aşamalar kaydetmiştir. Tek pazarın oluşturulması, malların kişilerin paranın ve hizmetlerin serbest dolaşımı gibi… Bu sayede Avrupa Birliği dünyanın en büyük ekonomik gücü olmuştur. Tek Pazar Avrupa Birliği’nin bu alandaki en önemli başarısıdır. Tek pazarın başarılmış olması Avrupa Birliği içerisinde rekabet gücü oluşturmuş ve malların kalitesi artarken fi yatlar düşmüştür. Örneğin hava taşımacılı-ğı ve telekomünikasyonda çok belirgin düşüşler yaşanmıştır. Telekominikasyondaki düşüş Hollanda’da % 90’lara varmıştır. (Key and Fact on EU)

Avrupa Birliği’ni oluşturan temel değerler kalıcı barışın sağlanması, birlik, eşitlik, özgürlük, güvenlik ve dayanışmadır. Avrupa Birliği’nin amaçları özgürlük ve demokrasi ilkelerini ko-rumak ve tüm üyeler tarafından insan haklarına saygı ve temel hakların korunması ile birlikte hukukun üstünlüğü kuralının uygulanmasını sağlamaktır.

Avrupa Birliği yarım yüzyılı aşan süreç içerisinde siyasi is-tikrar ve Avrupa Birliği vatandaşları için ekonomik refah yük-selişi anlamına gelmektedir. Birlik tek pazar ve tek para hedef-lerini gerçekleştirmiştir. Parçalanmış Avrupa’yı tekrar bir araya getirmiştir. Bütün Avrupa ülkeleri Avrupa Birliği üyesi değildir veya buna istekli değildir. Fakat Birlik demokratik olan bütün Avrupa ülkelerine açıktır. Birlik hem etrafındaki Avrupa ve hem de Akdeniz çevresindeki komşu ülkelerle dostça ve yakın ilişki sürdürmektedir. İçerisindeki çeşitliliğe rağmen Avrupa Birliği ülkeleri barış, demokrasi hukukun üstünlüğü ve insan hakları üzerine bina edilmiştir. Avrupa Birliği bu değerleri Avrupa’nın ötesinde taşıma, üye ülkeler arasında refahın yayılması ve bu değerlerin evrensel ölçüde kabulü çabası içerisindedir. Avrupa daima kendi içerisinde farklı insan ve kültürleri bulundurmuş-

Page 18: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu10

tur. Avrupa Birliği ülkelerinde etnik ve kültürel çeşitlilik bir de-ğerdir ve Avrupa içerisinde tolerans, karşılıklı saygı ve anlayışı beraberinde getirmiştir. (Key and Fact on EU)

Avrupa Birliği’nde Vergi Uyumu ve Vergi Rekabeti

Avrupa Birliği sadece vergilerde değil tüm politikaların-da “uyum”u esas alan bir kurumdur. Zira Avrupa Birliği da-yandığı dört serbest dolaşımı hayata geçirebilmesi için serbest dolaşımın önündeki engelleri kaldırması gerekmektedir. Bu engellerden en önemlisi şüphesiz vergilerdir. Zira Birlik özel-likle malların ve sermayenin serbest dolaşımını önemli ölçüde etkileyen gümrük vergisi ve eş etkili vergiler başta olmak üze-re bütün vergilerde uyumu esas almıştır. Ancak üye ülkelerin birbirinden farklı çıkarları ve egemenliğin devri konusundaki çekinceler, vergilerin uyumlaştırılması çalışması yanında, özel-likle sermaye hareketleri üzerinde etkide bulunan kurumlar vergisinde üye ülkeler arasında uyum yerine “rekabet”in var-lığına dikkat çeker.

a. Uyumlaştırmada Terminoloji Sorunu

Vergisel iş birliğinin (co-opration) pek çok türü vardır. Vergi uyumlaştırması bunlardan birisidir. Ancak kesinlikle en önemli-sidir. Zira vergi uyumlaştırması ortak kuralların belirlenmesi ve millî farklılıkların ortadan kaldırılmasını içerir. Uyumlaştırma yapılamayan alanlarda koordinasyona gidilmesi önemlidir. Bunun anlamı üye ülkelerdeki vergi sistemlerinin Avrupa Birliği anlaşmalarına saygılı olmasını sağlamaktır (KOVÁCS; 2007b s. 33). Bir başka ifade ile koordinasyon millî kanunları, Avrupa Birliği anlaşmalarının hedefl erine uygun bir şekilde diğer üye ülke kanunları ile bağdaşabilir hale getirmektir.

Koordinasyon, gerçek ve temel farklılıklara dayanmaktadır. Bu açıdan bakıldığında uyumlaştırmanın eşitleme ile koordi-nasyonun arasında yer alan bir kavram olduğu, konuyu ince-leyenler tarafından ifade edilmiştir. Uyumlaştırma mevzuatın birbirine yakınlaştırılmasına oranla daha geniş kapsamlıdır.

Page 19: Avrupa_Birliği- Nobel

Giriş ve Genel Bilgiler 11

Uyumlaştırma, bir sistemi oluşturan hukuki kuralların düzen-lenmesini ifade ettiği halde, mevzuatın birbirine yakınlaştırıl-ması tek tek hukuki kuralların düzenlenmesi anlamını taşır (ÖNCEL, s. 13).

Üye ülkeler arasında vergilendirme alanında yapılacak olan koordinasyon Lizbon Stratejisi9 ile belirlenen amaçlara ulaşmada son derece önemlidir. Koordinasyon ekonomilerdeki etkinliğin ve işletmelerin rekabet gücünün artırılması katkıda bulunur. Daha rekabetçi bir piyasa oluşmasına yardımcı olur, ticareti ha-reketlendirir ve bilgi ekonomisi ve yenilikçi gelişmeleri destekler (KOVÁCS, 2007c s. 22).

Uyumlaştırmanın daha az olduğu alanlarda, düzen sağla-yabilmek için, Avrupa Birliği etik kuralları (code of conduct). belir-lenmiştir. Bu kurallara göre, ülkeler, vergi rejimlerini üye devlet-ler arasında rekabeti engellemeyecek şekilde belirleyeceklerdir. 10 Uyumlaştırma Avrupa Birliği’nde Tek Pazar’ın oluşturulma-sının anahtarıdır. Bu kavram; ürün bazında standartlaştırmayı, serbest rekabeti ve Tek Pazar içerisinde şirketlerin olabildiğince özgür ticaret yapmasını içerir.

Uyumlaştırmanın çeşitli dereceleri vardır. “Tam uyum” ürün dizaynı ya da vergilendirmede millî hükümetlerin aynı standartları uygulamasını gerektirir. “Kısmi uyum” ise mini-mum ya da maksimum sınırlar içerisinde ortak uygulamaları başarmayı gerektirir. Ya da farklı sistemler olmasına rağmen, tek pazar üzerindeki etkisinin birbirine yakın olması demektir. Buna karşın vergi uyumlaştırması Avrupa Birliği içerisinde sorunlar-la dolu bir alandır. Bunun bir nedeni de Anglo Sakson ve Kara Avrupası hukukunun devletin kamudaki rolü hususundaki yak-laşım farklılıklarıdır (BARR and ELLIOT. 1998, s. 44).

9 Mart 2000’de gerçekleştirilen Lizbon Zirvesi’nde AB yeni bir strateji geliştirmiştir. Lizbon Stratejisi olarak isimlendirilen bu strateji ile Birliğin AB için iddialı ve son derece önemli bir hedef ortaya koymuştur. Bu he-def, AB’nin 2010 yılına kadar dünyada rekabet gücü en yüksek, bilgi ekonomisine dayalı, daha yüksek istihdam ve sosyal uyumu içeren, ye-nilikçi (inovation) faaliyetlerin güçlendirildiği sürdürülebilir bir büyü-me sağlanmasıdır (GÜNGÖR, 2008, s. 323).

10 http: //www. tsrsb. org. tr/NR/rdonlyres/ECEB33F9-668A-468F-83-DA-564734AF7BD4/1259/81_128. pdf (18.08.2007, s. 107

Page 20: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu12

Vergilendirme üye ülkeler arasında öteden beri süregelen bir anlaşmazlık alanıdır. Vergi politikası; ekonomik etkinliğin sağlanması, piyasa ekonomisinin yerleşmesi ve yetki ikamesini (subsidiarity) de içeren geniş bir yelpazede çatışma alanı oluştur-maktadır. Zira vergi politikası üye ülkelerin özgürlük ve bağım-sızlıklarının bir sembolüdür. Avrupa Birliği’nde vergi politikası Birliğin karşılıklı iş birliği ve üye devletlerin hakları arasındaki çatışmanın nasıl çözülebileceği noktasında yoğunlaşmaktadır. Zira üye ülkeler kendilerine has politikaları halen sürdürmekte-dirler (MYLES, s. 112).

Diğer yandan literatürde uyumlaştırmanın eşitleme anla-mına gelmediği savunulur. Eşitleme vergi sisteminin ve vergi oranlarının gittikçe artan biçimde aynı düzeye getirilmesini ifa-de eder. Ekonomik hayatın hiç bir bölümünde bulunmayan eşit-liğin vergilendirme alanında oluşturulması gereksizdir. Çünkü vergi sistemleri, tarihi ve kültürel sürecin bir ürünüdür. Uzun bir alışkanlık devresi içinde yükümlülerin psikolojileri, ekono-mik ve sosyal alışkanlıkları ile bütünleşir. Bu nedenle vergi sis-teminin tamamen eşitlenmesi sadece ekonomik ve sosyal yapıla-rın eşitlenmesini değil, psikolojik ve sosyolojik davranışlarda da benzerliği gerektirir 11

(GÜNGÖR, 2008, s. 379).

b. Vergilendirmede Rekabet

Dünya ekonomisinin küreselleşmesi bir yandan devletlerin geleneksel vergi yapılarının değişmesine diğer yandan devletle-rin birbirleriyle “vergi” konusunda rekabet ettiği bir ekonomik sistemin ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Küreselleşmenin ge-tirdiği iletişim ile enformasyon alanındaki gelişmeler sonucunda artan hareketlilik nedeniyle vergi ekonomik faaliyetlerde bulu-nan birey ve kurumların tercihlerini etkileyen sonuçlar meydana getirebilmektedir.

Ulusal ekonomilerin birbirleriyle artan entegrasyonu, bir ülkenin vergi sistemine ilişkin uygulamaların diğer ülkelerin vergi politikalarına potansiyel etkisini artırmaktadır. Üretimin Uluslararasılaşması ve üretim faktörlerinin Uluslararası mobili-tesinin artması nedeniyle bazı ülkelerin küresel vergi tabanın-

11 Halen bağımsızlıklarını devam ettiren üye ülkelerde egemenlikle doğrudan bağlantısı nedeniyle bu durum fi ilen de mümkün değildir.

Page 21: Avrupa_Birliği- Nobel

Giriş ve Genel Bilgiler 13

dan daha fazla pay almak için vergi yüklerinin bir kısmını di-ğer ülkelere ihraç etmelerine olanak sağlayan küreselleşmenin vergilemede ortaya çıkardığı bu gelişme “vergi rekabeti” olarak adlandırılmaktadır.

Ülkeler, ulusal düzeyde vergi rekabetini kendi idari birim-lerini cazip hale getirmek, doğrudan yabancı sermaye ve fi nan-sal yatırımları çekebilmek, uluslararası fi nansal merkez olabil-mek ve kalifi ye işgücünü çekebilmek amacıyla vergi rekabetine başvurabilir. Vergilendirme yetkisine sahip olduğu alanlarda mükellefl erinin vergi yüklerini diğer idari birimlere kıyasla azaltarak veya düşük tutmak suretiyle mobilitesi yüksek olan üretim faktörleri için kendi idari birimlerini cazip hale getirmek için çeşitli vergi politikaları uygulayabilirler. Böylelikle vergisel kolaylıklar sağlamada kendisinden daha dezavantajlı diğer ül-kelerden vergi rekabeti ile ‘kalifi ye’ beşeri sermayeyi ve yaban-cı sermayeyi ithal etmiş duruma gelirler. Bunun sonucunda ise, vergilendirme yetkisine sahip ülkeler ya da yerel yönetimler, eyaletler gibi alt birimler tarafından yatırım faaliyetlerini kendi ülkelerine çekerek katma değerlerini artırırlar. 12

Avrupa Birliği’nde bazı alanlarda vergi uyumu yerine vergi rekabetinden söz edilebilir. Bunun dikkat çekici örneği Almanya ve İrlanda’dır. Almanya’da kurumlar vergisi oranı % 45 iken İrlanda da bu oran % 10’dur. 13 Diğer bazı ülkelerde de oranlar arasında belirgin farlılıklar vardır. 14

Vergi rekabetinin arkasında yabancı doğrudan yatırımların ülke içerisine çekilmesi düşüncesi yatar. Zira yüksek kurumlar vergisi doğrudan yabancı yatırımları uzaklaştırır. Ülkeler yaban-cı yatırımı cezbedebilmek için düşük kurumlar vergisi oranlarını teklif ederler. Vergi yükümlüsü çok uluslu şirketler olunca bu sermayeyi ellerinde tutabilmek için hükümetler aşırı vergilen-

12 http: //www. tisk. org. tr/yayinlar. asp?sbj=ic&id=242413 2011 yılında bu oran Almanya’da 29.8, İrlanda’da % 12.5’tir. (Kaynak:

European Commission-2011, s. 131) Avrupa Adalet Divanının zaman zaman bu ülkelere haksız vergi rekabeti oluşturduğu yönünde aldığı kararlar söz konusu olmuştur. Zira özellikle İrlanda’da yabancı yatırım-ları çekme gayreti vergileri Avrupa Birliği içerisinde serbest rekabeti ve malların serbest dolaşımını etkiler hale gelmiştir.

14 Bu konuda ilerde bilgi verilmiştir.

Page 22: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu14

dirmeden kaçınmak zorundadırlar. Zira dünya ekonomisinde-ki entegrasyonların geliştiği, teknoloji ve ulaşım imkânlarının arttığı ortamda bu şirketlerin karlarını maksimize etmek için düşük vergi uygulayan ülkelere kaçışı çok daha kolaylaşmış-tır (FIGURA s. 128). Nitekim Ekim 1998’de Telekomünikasyon Şirketi Ericsson bazı birimlerini yüksek vergi oranları yüzünden süregelen zorluklar nedeniyle İsveç’e taşıma kararını Londra hükümetine bildirmiştir (BARR and ELLIOT, 1998). Hükümetler eğer bu sermaye hareketliliğini dikkate almaksızın yüksek vergi uygulamayı sürdürürlerse muhtemel ki vergi gelirleri azalacak-tır (FIGURA s. 129).

Avrupa Birliği içerisinde kurumlar vergisinde var olduğu kabul edilen vergi rekabetinin zararlı olup olmadığı tartışma ko-nusudur. Bu yüzden hangi vergi rekabetinin zararlı hangisinin de zararlı olmadığı hususunu ayırt etmek gerekmektedir. Zararlı vergi uygulamaları ile mücadele şartken, zararlı olmayan vergi rekabeti zaten Avrupa Birliği içerisinde tartışma konusu değildir (KOVÁCS; 2007b s. 19).

1997 yılında görüşülmeye başlanan ve 2003 yılında kabul edilen, zarar verici rekabeti önlemeye yönelik vergi paketi üç dü-zenleme içermektedir. Birincisi, Avrupa Birliği içinde üye ülke-ler arası bireysel tasarrufl ara ödenen faizin vergilendirilmesine ilişkin Konsey direktifi , diğeri İşletmelerin Vergilendirilmesine İlişkin Temel Kurallar ve üçüncüsü, farklı üye ülkelerde bulunan bağlı şirketler arasındaki faiz ve telif hakkı gelirlerinden alınan stopaj kesintilerinin kaldırılması hakkındaki direktiftir. “İsletme Vergilemesine İlişkin Temel Kurallar” kanuni bağlayıcılığı ol-mayan bir araçtır (OJC 002, 06/01/1998). Üye devletlerin zararlı vergi rekabetinden kaçınmaları için siyasi bir taahhüt niteliğin-dedir (İKV, s. 15).

Serbest rekabet Avrupa Birliği’nde “Tek Pazar”ın bir par-çasıdır. Buna karşın, vergisel uyumsuzluklar sonucu ortaya çı-kan aksak (haksız). rekabet özellikle üye ülkelerin vergi gelirleri, serbest rekabet ve istihdam üzerinde potansiyel negatif etkiler oluşturur. Dört serbest dolaşım Tek Pazar’ın oluşturulmasında Avrupa entegrasyonunun köşe taşlarıdır. Tek Pazar’ın kurulma-sı ile birlikte Avrupa Birliği sürdürülebilir büyümeyi ve Birlik

Page 23: Avrupa_Birliği- Nobel

Giriş ve Genel Bilgiler 15

içerisinde yüksek düzeyde istihdam sağlamayı amaçlamaktadır. Vergi politikası bu amaçların gerçekleştirilmesinde etkin bir role sahiptir.

Şimdiye kadarki deneyimler göstermiştir ki, Avrupa Birliği’nde vergi politikası alanında iş birliği ve uyumu başarmak bazı zorluklarla karşı karşıyadır. Bu durum özellikle gelir üze-rinden alınan vergilerde belirgindir. Zira Çok Uluslu Şirketler kıyaslama yapmak suretiyle yatırımlarını yönlendirirler. Bu ka-rarlarını verirken vergi oranları kadar vergi tabanı ve vergi yö-netiminin etkinliğini de dikkate alırlar. millî hükümetler ise bu durumu göz ardı edemezler (BARR and ELLIOT, 1998, s. 34).

Bir uyum politikasının varlığına rağmen Avrupa Birliğine üye ülkelerin bir çoğu rekabetçi vergi politikaları uygulamakta-dırlar. Yukarıda ifade edildiği üzere kurumlar vergisi oranların-daki farklılıklar Avrupa Birliği içinde vergi rekabetinin varlığına ilişkin en önemli uygulamadır. Kurumlar vergisi oran farklılıkla-rının yanı sıra kurumlar vergisinin oranlarda görülen genel aza-lış eğilimi, birliğin vergi yapısında tüketim vergileri lehine yaşa-nan değişim, vergi uyumlaştırma girişimlerinin yeterince başarı gösterememiş olması vergi rekabetinin göstergeleri arasındadır. Ayrıca Birlik içindeki yeni üye ülkelerin vergi politikalarını uy-gulama farklılıkları, vergi sistemlerinin ve uygulanmakta olan vergi politikalarının rekabetçi bir karakter taşıdığına işaret et-mekte ve gelecek dönemde birlik içindeki vergi rekabetinin daha da artacağına dair öngörülerin oluşmasına neden olmaktadır.

Page 24: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu16

Page 25: Avrupa_Birliği- Nobel

17

BÖLÜM 1

AVRUPA BİRLİĞİ ÜLKELERİNDE VERGİ YAPISI VE TÜRKİYE

1.1. DOLAYLI VE DOLAYSIZ VERGİ KARŞILAŞTIRMASI

Dolaylı dolaysız vergi ayırımı en eski yöntemlerden birisidir ve vergi bileşenlerinin hesaplanmasında dikkate alınan temel ölçütlerden birisidir. Avrupa Birliği’nde eski üyeler (AB-15) ile yeni üyeler arasında farklılıklar vardır. Eski üyelerde gelirlerin büyük bir kısmı seçmenlerin daha doğrudan hissettiği ve görü-nürde olan dolaysız vergiler dolaylı vergiler ve sosyal güvenlik katkıları şeklinde sıralanırken, Malta hariç yeni üyelerde vergi yapısında dolaysız vergilerin payı düşüktür. Burada en düşük oran % 19.2 ile Slovakya’ya aittir. Bulgaristan 20.2 ve Litvanya 21.0 ile bu ülkeyi takip eder. Yeni üye ülkelerde vergi yükün-deki düşüklüğün sebebi bu ülkelerdeki ılımlı artan oranlı ya da düz oranlı bir gelir ve kurumlar vergisi yapısına sahip olmala-rına bağlanabilir (European Commission, 2010, s. 19). Aşağıda konu gelir ve kurumlar vergisi açısından karşılaştırmalı olarak ele alınmıştır.

1.1.1. Genel Bilgiler

2010 yılı Avrupa Birliği için II. Dünya Savaşı sonrası en ağır ekonomik krizin yaşandığı küresel krizin yaşandığı dönemin bir parçasıdır. Kriz Avrupa Birliği için en etkili dönemini 2008’in ikinci yarısından itibaren yaşadı. Ancak etkisi devam eden dö-nemde de sürdü. Bu dönemde Avrupa Birliği ülkelerindeki ver-gi gelirlerinde önemli azalmalar yaşanmıştır.

Avrupa Birliği, genel olarak vergi yükünün ağır oluğu ül-kelerden oluşur. Nitekim sosyal güvenlik katkıları ile birlikte 27 Avrupa Birliği ülkesinde vergilerin GSYH’ye oranı ortalama %

Page 26: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu18

39.3’tür. Bu oran, Avrupa Birliği ülkelerindeki vergilerin ABD ve Japonya’ya göre 1/3 daha fazla olduğu bir durumu ifade eder. Avrupa Birliği’ndeki bu yükseklik sadece bu iki ülkeyi değil, OECD içerisinde yer alan diğer bazı ülkeler için de söz konu-sudur (European Commission, 2010, s. 17). Türkiye’de ise vergi yükü düşük gözükmektedir. Bunun çeşitli nedenleri vardır. Bu konuda ilerleyen sayfalarda değerlendirmeler yapılmıştır.

Avrupa Birliği üyesi ülkelerin vergi oranlarının GSYH’ye oranının yüksekliği aslında yeni bir durum değildir. Bu durum 20. yüzyılın üçüncü çeyreğine kadar dayanır. Zira bu dönem-de vergilerin artışında kamu sektörünün büyümesinin önemli rolü vardır ve 1970’li yıllarda vergi oranları en yüksek seviye-lere çıkmıştır. Ancak 1980’ler ve 1990’ların başında bu trend yavaşlama eğilimine girmiştir. 1990’lı yılların sonlarına doğru, Maastricht kriterleri ve İstikrar ve Büyüme Paktı çerçevesinde yapılan düzenlemeler üye ülkelerin mali yapılarında düzenle-meler yapmalarını gerektirmiştir. Bu durum kimi üye ülkelere kamu harcamalarının kısılması, kimi ülkelere ise vergi oran-larının artırılmaması şeklinde yansımıştır. Aşağıda tabloda takip edileceği üzere süreç sonunda bir kısım üye ülkelerde gelir vergisi, sosyal güvenlik katkıları ve kurumlar vergilerin-de yapılan indirimlerle vergi yükleri düşmüştür. Buna karşın bu dönemde 11 üye ülkenin vergi oranı % 35’in altına inmiş, Litvanya % 26.6, İrlanda % 27.0 ve % 28.2 ile Romanya son üç sırayı paylaşırken, % 48.1 ile Danimarka en yüksek vergi yükü taşımaktadır.

Vergi oranlarının GSYH’ye oranı AB-15’te1 geri kalan 12 ül-keye2 göre daha yüksektir. Ancak İrlanda ve Yunanistan bunun

1 AB-15, 2004 ve 2007’deki iki genişlemede üye olan ülkeler dışında yer alan ülkelerdir. Avrupa Birliği, birçoğu eski Doğu Bloku ülkesi olan bu iki genişlemede farklı ekonomik yapıdan gelmeleri nedeniyle ayrı değerlendirme yapmayı uygun bulmaktadır.

2 Sonradan üye olan bu 12 ülke şunlardır: Bulgaristan, Kıbrıs (Rum Kesi-mi), Çek Cumhuriyeti, Estonya, Macaristan, Letonya, Litvanya, Malta, Polonya, Romanya, Polonya, Slovakya ve Slovenya. Bu ülkelerden Ro-manya ve Bulgaristan 2007’de diğerleri 2010’da üye olmuştur.

Page 27: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Vergi Yapısı ve Türkiye 19

istisnasını oluşturur. Euro Bölgesi3 yine AB-27’nin ortalamasının üzerinde seyretmektedir. Ancak 2007’den itibaren bu farklılıkla-rın azaldığı görülür (European Commission, 2010, s. 12).

Bu bölümde Avrupa Birliği ülkelerinin ortak vergisel yapısı, ülke benzerlikleri ve farklılıkları ele alınmıştır. Bölüm içerisinde Avrupa Birliği ülkelerinde gelir sermaye ve harcamalar üzerin-den alınan vergiler yanında; vergilerin merkezi yönetim ve ye-rel idareler arasındaki paylaşımı da irdelenmiştir. Ayrıca vergi yükü karşılaştırması da yapmak suretiyle üye ülkelerin birbiriyle benzer ve farklılıkları ortaya konmuştur. Nisbi olarak yeni olan çevresel vergiler ve emeğin serbest dolaşımı üzerinde etkili olan işgücü üzerinden alınan vergiler incelenen diğer konular arasın-dadır. Öte yandan 2008’de başlayan ve bazı Avrupa ülkelerinde 2011 yılı itibariyle etkisi önemli ölçüde devam etmekte olan eko-nomik krizle bağlantılı vergisel gelişmeler de analiz edilmiştir. Elbette bütün bu hususlar Türkiye açısından da değerlendirilmiş gerekli analizler yapılmıştır.

Genel olarak kabul edilen görüşe göre, dolaysız vergiler do-laylı vergilere göre daha adaletlidir. Zira dolaysız vergiler genel-likle kişiselleştirilebilir (sübjektif) niteliktedir. Sübjektif vergiler kişilerin ödeme güçlerine göre ayarlanabilmektedir. Özellikle en az geçim indirimi, artan oranlılık ve ayırma ilkesinin uygulanma şansı yükselmektedir. Aşağıda Avrupa Birliği ülkelerinde do-laylı ve dolaysı vergi ayırımı ülkemizle karşılaştırmalı olarak ele alınmıştır. Dolaysız vergiler krizlere daha duyarlı vergilerdir. Bu yüzden 2009 yılında dolaylı vergilerden daha fazla düşmüş ol-ması sürpriz değildir. Zira 2009 yılında dolaysız vergilerdeki or-talama düşüş GSYH’ye oranlı olarak % 0.8 iken, bu oran dolaylı vergilerde 0.3 olarak gerçekleşmiştir (Bu iki tip vergide daral-ma 2008 ve 2009’da artarak devam etmiştir (-7.9,-5.3) (European Commission-2011, s. 23).

3 17 ülkeden oluşan ve pek çoğu 2004 öncesi üye olmuş olan bu ülke-ler Avrupa Birliği’nin nisbi olarak gelişmiş ülkelerinden oluşur. Avru-pa Birliği üyesi olan bütün ülkeler Euro’ya geçiş yapamaz. Euro’nun kullanılmasının en önemli şartı, ilgili ülkenin iradesi yanında Maastricht kriterlerinin karşılanmasıdır. Avrupa Birliği’nde şartları taşıdığı halde İsveç, Danimarka ve İngiltere kendi istekleriyle Euro’ya geçmemiştir. Diğerleri ise henüz şartları taşımamaktadır. 2011 itibariyle geri kalan 17 ülkede Euro uygulaması devam etmektedir.

Page 28: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu20

1.1.2. Dolaysız Vergiler

Dolaysız vergiler denilince genel olarak gelir ve kurumlar vergisi kastedilmektedir. Daha başka birkaç vergi varsa da özel-likle bu iki vergi bütün ülkelerde en büyük iki dolaysız vergiyi teşkil eder. Avrupa Birliği açısından sermayenin serbest dolaşımı üzerinde etkili olan kurumlar vergisinin yapısı ülkeler itibariyle farklılıklar arz etmeye devam etmektedir. Üye ülkeler hala kendi çıkarlarını kurumsal ve uzun vadeli çıkarlarının üzerinde görmek-tedirler. Bu yüzden küçük bazı ortak kararlar alsalar da bu alanda kapsamlı bir düzenlemenin yapılabildiği ileri sürülemez.

1.12.1. Gelir Vergisi

Dolaysız vergilerin en önemlisi gelir vergisidir. Kişisel du-rumları da dikkate alan gelir vergisi aynı zamanda genellikle ar-tan oranlıdır. Devletin mali egemenliğini en fazla hissettiği ve genellikle Avrupa Birliği ülkelerinde en büyük vergi olan gelir vergisi aynı zamanda üye ülkelerin en az uyumluluk sağladığı vergidir. Aşağıda konu ilgili bilgiler verilip gerekli değerlendir-meler yapılmıştır.

Kriz başlangıcından beri gelir vergisinin üst oranının artı-rılması yönünde bir trendden bahsedilebilir. Özellikle altı Euro Bölgesi ülkesi (İspanya, Fransa, İtalya Lüksemburg, Portekiz ve Finlandiya) 2011’de oran artırımına gidilmiştir. Yunanistan ise 2010 yılında üst oranı 5 puan artırmıştı. 2010’da dikkat çekici bir artış da % 50 ile İngiltere’de yaşanmıştır. Kriz başlangıcı olan 2008’e bakıldığında vergi oranlarında indirimden ziyade artışa gidildiği dikkat çeker. Bunun nedeni devletlerin ekonomi üze-rinde düzenleyici bir birim olarak daha fazla ihtiyaç duymaları-dır (European Commission-2011, s. 31-32).

Tablodan gelir vergisinin üst oranlarında neredeyse bütün üye ülkelerde 1995-2011 arasında bir düşüş trendi izlenmektedir. Sadece İngiltere’de bir artış söz konusudur. 2008’de uygulama-ya giren bu artışın krizle ilgili olduğu düşünülmektedir. Diğer dikkat çeken bir husus ise özellikle eski Doğu Bloku ülkelerin-de yaşanan belirgin azalmalardır. Bunun nedenini bu ülkelerin ilgili dönemde geçiş ekonomileri olması ile izah edebiliriz. Üst oranlardaki düşüş Avrupa Birliği ortalamasına da yansımış ve dönem içerisinde AB-27’de % 10’u aşan bir azalma yaşanmıştır.

Page 29: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Vergi Yapısı ve Türkiye 21

Tablo 1: Gelir Vergisin Üst Oranları: 1995-2011

Kaynak: European Commission-2011, s. 99

Tabloda dikkat çeken diğer bir husus ise, kriz döneminde üst vergi oranlarının fazla etkilenmediğidir. İngiltere dışında genel-likle küçük artışlar yaşanmıştır. Bulgaristan’da ise 2008’de tersi bir durum yaşanmış ve verginin üst oranı % 24’ten 14 puan birden indirilerek % 10 olarak tek oran olarak uygulanmaya başlanmış-tır. Bu doğrudan krizle de ilgili olmayabilir. Zira Bulgaristan’ın yabancı yatırımları ülkeye çekmek için uyguladığı bu politika kurumlar vergisi için de geçerlidir. Benzer uygulamaların Çek Cumhuriyeti, Litvanya gibi diğer eski Doğu Bloku ülkeleri için de geçerli olduğu tabloda dikkati çeken diğer bir durumdur.

Yukarıdaki tabloda üst vergi oranının hemen hemen bütün dönemlerde düşüş gösterdiği görülmektedir. Zira dönem bo-yunda 21 ülkede bu azalış görülürken, sadece iki ülkede artış yaşanmıştır. Portekiz 2010’da yeni bir oran kabul etmiş 2011’de de bu oranı yükseltmiştir. İngiltere ise üst marjinal vergi oranı-nı Nisan 2010’da % 50’ye yükseltmiştir. Macaristan % 16 tek bir oran benimsemiş ve düz oranlı bir vergi sistemine geçiş yapmış-tır. Dört ülkede ise dönem boyunca ortalamada herhangi bir de-

Page 30: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu22

ğişik olmamıştır (Avusturya, Yunanistan, Letonya ve Malta) Bu ülkelerden Avusturya ve Malta’da ise oranlarda da herhangi bir değişim yaşanmamıştır.

Bir çoğu eski Doğu Bloku ülkesi olan 12 yeni üye ülkede üst oranlar 2000’den beri 16 puan düşmüşken, eski üyeler olan AB-15’te bu düşüş % 5’tir. 2011 itibariyle Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin ortalaması % 23.3 iken, AB-15’te % 48.2 ve AB-27’de de % 37.1 olarak gerçekleşmesi öngörülmektedir (European Commission-2011, s. 99-100).

Krizle birlikte son birkaç yılda bazı Avrupa Birliği üyesi ül-kelerde gelir vergisi ortalaması yükselmiştir. Örneğin 2010 yılın-da Danimarka’nın vergi indirimi yapmasına karşın İngiltere üst vergi oranını 10 puan artırarak % 50’ye yükseltmiştir. Yunanistan ve Litvanya gibi ülkelerin üst oranları zaten aşırı yüksektir. Aslında mantıklı olan şey kriz dönemlerinde vergilerin üst oran-larını artırmak değil, azaltmaktır. 1995’ten 2009’a kadar neredey-se bütün Avrupa Birliği ülkeleri gelir vergisinin üst oranlarında indirimlere gitmiştir. Malta Avusturya ve Birleşik Krallık’ta bir değişikliğe gidilmemiştir. Sadece Portekiz’de bu dönemde artışa gidilmiştir. 2000 sonrası dönemde eski Doğu Bloku ülkelerinde vergi oranlarında bir indirime gidildiği düz oranlı bir sistemin benimsendiği dikkat çeker. Bulgaristan % 30, Çek Cumhuriyeti % 17, Romanya ve Slovenya % 23 oranlarını bu dönemde benim-semişlerdir (European Commission, 2010, s. 100).

Türkiye’de bu dönemde gelir vergisi oranlarında herhangi bir artırıma gidilmemiştir. Süreç içerisinde yaşanan durum ise Avrupa Birliği ile paralellik arz etmektedir. Nitekim % 25-55 olan alt ve üst oranların aşamalı olarak % 15-35’e ve yedi olan dilim sayısının beşe indirilmesi bunun bir göstergesidir. Halen % 35 ile Avrupa Birliği ortalamasının altında yer almaktadır. Diğer bir husus ise krizle birlikte üst oranda herhangi bir değişikliğe gi-dilmemiş olmasıdır. Zira üst vergi oranı 2006 yılında belirlenmiş ve o tarihten günümüze herhangi bir değişikliğe gidilmemiştir. Benzer bir süreç gelir üzerinden alınan diğer vergi olan kurum-lar vergisi için de geçerlidir. Bu vergi de % 46 olan oran aşamalı olarak % 20’ye kadar indirilmiştir.

AB-27 ortalaması gelir vergisinde 2010 yılı için % 37.6’dır. Ancak üye ülkeler arasında ciddi farklılıklar söz konusudur. Bu

Page 31: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Vergi Yapısı ve Türkiye 23

oran Euro Alanı’nda % 41.4’e çıkmaktadır. Ancak Avrupa Birliği üyesi olmayan İzlanda’da % 46.1, Norveç’te ise % 40’tır. Bu oran % 10 ile Bulgaristan’da çok düşükken, % 56.4 ile İsveç’te en yüksek seviyededir. Danimarka’da ise % 51.5’tir. Diğer bir husus ise yeni üyelerden Slovenya ve Macaristan hariç sonradan üye olan ülke-lerin vergi oranlarının düşük olmasıdır. Buna karşın Hollanda’nın da içerisinde yer aldığı İskandinav ülkeleri yüksek gelir vergisi oranlarına sahiptir. Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti ve Litvanya ise en düşük oranlı üç ülkedir (European Commission, 2010, s. 100).

Türkiye’de gelir vergisinin oransal yapısının Avrupa Birliği’ne uyum açısından bir sorun teşkil etmeyeceği açıktır. Zira Avrupa Birliği ülkelerinde bu konuda bir uyumdan bah-sedilemez. Egemenlikle doğrudan ilgisi nedeniyle de Avrupa Birliği kurumsal olarak bu konuya henüz etkili bir şekilde eği-lebilmiş değildir. Öte yandan gelir vergisinin oransal yapısı uç noktalarda yer almadığı gibi Avrupa Birliği ortalamasına da ol-dukça yakındır. Bu durum ise gelir vergisi yapımızın Avrupa Birliği’ne uyum açısından herhangi bir sorun teşkil etmeyeceği anlamına gelir.

Oransal açıdan bir sorun teşkil etmese de gelir üzerinden alınan vergilerin toplam vergiler içerisindeki payı açısından Türkiye’nin durumu pek iç açıcı değildir. 2011 bütçesinde öngö-rülen vergilerin bileşimine baktığımızda gelir Vergisi : 47,3 milyar TL tahmin edilen gelir vergisi toplam vergilerin yaklaşık olarak % 20.3’ünü oluşturmaktadır. Bu oran Avrupa Birliği % 48.2 olan AB-15 ve % 37.1 olan AB-27 ortalamasının çok altındadır.

1.1.2.2. Kurumlar Vergisi

Vergi oranlarında yaşanan düşüşlerde özellikle 1980 sonrası dünya ekonomisindeki liberalleşme hareketleri etkili olmuştur. Daha çok doğrudan yabancı yatırım çekme gayreti bütün ülke-lerde olduğu gibi Avrupa Birliği’ne üye ülkelerinde de eğilimin vergi oranlarında indirimden yana bir politika izleme yönünde oluşturmuştur. Bu da vergilerin ortalama oranları üzerinde etki-de bulunmuştur. Zira 1980’lerde başlayan dışa açılım politika-ları, 1990’lı yıllarda hız kazanmıştır. Uluslararası vergi rekabe-tinin de yaşandığı bu dönende ülkeler bir taraftan yabancı doğ-rudan sermayenin ülkelerine yönlendirilmesi, diğer taraftan da Uluslararası piyasalarda dolaşan sıcak paranın ülkelerinde tu-

Page 32: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu24

tulması için genel olarak sermaye üzerine uygulanan vergilerde, özel olarak da kurumlar vergisinde indirimlere gitmişlerdir.

Bilindiği üzere Avrupa Birliği’nde dört serbest dolaşımdan bi-risi sermayenin serbest dolaşımıdır. Avrupa Birliği’ne üye ülkeler-de herhangi bir engelle karşılaşmaksızın yatırım yapma serbestisi-ni ifade eden bu kavram, bu hedefi n sağlıklı gerçekleşebilmesi için kurumlar vergisinde bir ahenge ihtiyaç duymaktadır. Egemenlikle doğrudan bağlantısı olmasına rağmen, Avrupa Birliği ülkelerinin bu konuda çaba içerisinde olduğunu göz ardı etmemek gerekir. Henüz olması gereken seviyenin çok altında olan kurumlar vergi-sindeki uyum, Avrupa Birliği’nin serbest dolaşımla ilgili bu hede-fi ni gerçekleştirmede önemli bir enstrümandır.

Uyum tek başına oranlardaki benzerliği ifade etmese de oranlardaki yakınlık uyumun en önemli göstergesidir. Ancak aşağıda grafi kte izlendiği kadarıyla kurumlar vergisinde oran-lar itibariyle bir uyumdan bahsetmek güçtür. Bu da sermayenin serbest dolaşımı üzerinde elbette piyasa koşulları dışında etkide bulunmaktadır.

Grafi k 1: AB-27 ve Euro Alanında Kurumlar Vergisi Oranlarının Gelişimi

Kaynak: European Commission-2011, s. 62

Grafi kten de izleneceği üzere kurumlar vergisi oranlarında 1990’lı yıllardan beri bir düşüş trendi yaşanmaktadır. Bu trend

Page 33: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Vergi Yapısı ve Türkiye 25

yeni üyelerde başlamıştır, fakat eski üyeler de onları takip etmiş-tir. Macaristan, Finlandiya ve Malta dışında bütün üye ülkelerin vergi oranları 2010 yılında 1995 yılının altında gerçekleşmiştir. Bu trend halen devam etmektedir. Altı üye ülke (Çek Cumhuriyeti, Yunanistan, Litvanya, Macaristan, Slovenya ve Birleşik Krallık) son iki yılda indirime gitmişlerdir. Grafi kten de izleneceği üze-re AB-27’de 2011 yılı itibariyle ortalama kurumlar vergisi oranı % 23.1’dir. Ancak çoğu eski üye olan Euro alanında bu oranın daha yüksek olduğu dikkat çeker. (European Commission, 2010, s. 62).

Zaman zaman Avrupa Adalet Divanının kararlarına da konu olan bu uyumsuzluk en çok vergi oranlarındaki aşırı dü-şüklüğün Avrupa Birliği içerisinde rekabet eşitsizliğine neden olduğu gerekçesine dayandırılmaktadır. Bu konu OECD’nin de gündemindedir. Nitekim rekabeti saptırıcı ve reel ekonomi-yi zora sokan uygulamalar OECD acısından mücadele edilmesi gereken bir sorun olarak algılanmış, “vergi cenneti” olarak isim-lendirilen bu alanlarla ilgili 1990’lı yıllarda çalışmalar başlatıl-mıştır. Yayınladığı raporlar ve listeler vasıtasıyla konuya dikkat çeken OECD, “transfer fi yatlandırması” müessesesi ile de konu-yu somutlaştırmış, müessesenin Türkiye dahil pek çok ülkede yaygınlaşmasına katkıda bulunmuştur.

Tablo 2: Kurumlar Vergisinin Toplam Vergiler İçerisindeki Payı

Kaynak: European Commission, 2011, s. 302

Page 34: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu26

Tablo incelendiğinde üye ülkelerde ve üye ülkelerin aldığı toplam katkıda bir standart olmadığı dikkat çeker. Türkiye’de 2011 bütçe tahminleri içerisinde 232.2 milyar TL’lik vergi gelirle-ri içerisinde 23.1 milyar TL ile % 10.3’lük bir oran Avrupa Birliği ortalamasına uygun gözükmektedir. Ancak kurumlardan farklı isimler üzerinde alınan vergiler vergi yükleri üzerinde artırıcı etki meydana getirmektedir. Avrupa Birliği Ülkelerinde dolay-sız vergilerin toplam vergi gelirleri içerisindeki payı aşağıdaki tabloda yer almaktadır.

Tablo 3: Dolaysız Vergilerin Toplam Vergi İçerisindeki Payı (Sosyal Güvenlik Katkıları Hariç)

Kaynak: European Commission, 2011, s. 297

Yine yukarıdaki tablodan izleneceği üzere Türkiye’de % 33 olan dolaysız vergilerin vergi toplamı içerisindeki payı Avrupa Birliği ortalamasında % 31.1’dir. Bu oran % 62.8 ile Danimarka’da en yüksek seviyede iken en düşük oran % 19.2 ile Slovakya’dır. Görüldüğü gibi Avrupa Birliği ülkelerinde dolaysız vergilerin oranları genellikle dolaylı vergilerden daha düşüktür. Bunda el-bette sosyal güvenlik katkılarının dışarda tutulması etkilidir.

Page 35: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Vergi Yapısı ve Türkiye 27

Vergi benzeri olarak ifade edilen bu gelirler de genellikle do-laysız vergilerin içerisinde kabul edilir. Bunları da eklediğimiz-de AB-27’de dolaysız vergilerin ortalama olarak % 62.6 olarak hesaplandığı ortaya çıkar. Daha gelişmiş olan Euro Bölgesinde ise bu oran % 64.1’dir.

Türkiye’de sosyal güvenlik katkıları dikkate alınmaksızın yapılan değerlendirmelerde dolaysız vergilerin oranının gayet dü-şük olduğu dikkat çeker. Bunun Türkiye’ye has pek çok açıklama-sı vardır. Ancak maliye teorisinde dolaysız vergilerin düşüklüğü bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır. Bu vergilerin düşüklüğü ver-gilerin tabana yayılmadığının, vergi sisteminin adil olmadığının, vergi idaresindeki etkinlik zaafi yetinin, verginin meşruiyetindeki sıkıntıların ve daha birçok problemin göstergesidir. Ancak bu so-runlar gelişmekte olan ülkelerin ortak sorunudur. Bu bir taraftan ilgili ülkelerde vergi bilincindeki zayıfl ıktan, diğer taraftan vergi teşkilatının güçsüz ve etkinsizliğinden ileri gelen bir sorundur. Türkiye’deki sorun da böyledir. Fakat bu sorunun uzun süreli de-vam etmemesi gerekir. Türkiye’deki vergi yükünün de Avrupa Birliği ülkelerinin ortalamalarına taşınması önemlidir. Zira ön şartlardan olmasa da Avrupa Birliği’ne uyumun bir parçası da vergi yüklerindeki ağırlık ya da dağılımdır. Avrupa Birliği’nde temel kavramlardan birisi olan harmonizasyon elbette vergi yü-künü ve bu yükün adaletli dağılımını içermektedir.

1.1.2. Dolaylı Vergiler

Türkiye’de 2011 yılı bütçesinde tahmin edilen dolaylı vergi gelirlerinin bileşimi aşağıdaki gibidir.

Dahilde Alınan KDV: 26,8 milyar TL• İthalde Alınan KDV: 41,0 milyar TL• Özel Tüketim Vergisi: 61,1 milyar TL• BSMV : 4,3 milyar TL• Harçlar: 7,8 milyar TL• Damga Vergisi: 5,7 milyar TL• 4

67.8 milyar TL dahilden ve ithalden alınan KDV, dolaylı vergi olarak toplam vergi gelirlerinin % 29.2’sini teşkil ederken,

4 http: //www. bumko. gov. tr (Erişim: 5 Şubat 2011), s. 56.

Page 36: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu28

dolaylı vergiler içerisinde önemli bir yeri olan özel tüketim ver-gisi (ÖTV) toplam 61.1 milyar TL’lik miktarıyla vergi gelirleri içerisindeki yeri itibariyle % 26.3’lük bir paya sahiptir. Yine do-laylı vergi kapsamındaki 4.3 milyar TL banka ve sigorta mua-meleleri vergisi ve 5.7 milyar TL damga vergisi (toplam 9 milyar TL) vergi gelirlerinin yaklaşık % 4’ünü oluşturmaktadır. Geniş anlamda vergi kapsamına giren harçların birçoğu dolaylı olarak alınır. Bütçedeki 7.8 milyar TL’lik miktarıyla bu gelirin oranı ise, yaklaşık olarak % 3.3 civarındadır.

Gümrük birliğine giriş ve Dünya Ticaret Örgütü’nün tica-reti serbestleştirici uygulamaları çerçevesinde miktarı giderek azalan gümrük vergileri ve neredeyse nüfusa eşdeğer olan cep telefonlarından alınan % 25 ve 18 milyon civarındaki sabit tele-fonlardan alınan % 15 özel iletişim vergisi de dolaylı vergilerde yer almaktadır. Bu vergileri de eklediğimizde toplanan vergile-rin % 67 kadarı, diğer bir deyişle 2/3’ünden fazlası dolaylı ver-gilerden oluşmaktadır.

Yukarıdaki hesaplamalardan görüleceği gibi Türkiye’de ver-gilerin ortalama % 67’si dolaylı alınıp mükellefe hissettirilmez-ken, beyana tabi olması gereken vergilerin de % 90’ı da “tevkif” suretiyle kaynakta kesilmekte (SUSAM ve OKTAYER, s. 111) ve mükellefe hissettirilmemektedir. Bir başka deyişle mükellefl erin çok az bir kısmı vergisini öderken “hissetmektedir”. Örneğin ortalama 4 TL (400 krş) olan benzinin tüketiciye ulaşmasında 1 TL 89 krş. özel tüketim vergisi 72 krş. (400x0.18) KDV ve fi yat içerisinde gözükmeyen ancak yine tüketiciye fi yat mekanizması vasıtasıyla yansıtılan gelir ya da kurumlar vergisi eklendiğinde % 70 civarında litre başına vergi alınırken, mükellefe gerçekten hissettirilmemektedir.

Dolaylı vergilerde en önemli payı şüphesiz KDV ve ÖTV almaktadır. Tüketim üzerinden alınan bu vergilerinde birçok üye ülkede yaşanan uzun dönemli artışlar 2008 yılında tersine dönmüş ve belirgin şekilde azalmalar yaşanmıştır. 2001’den beri yükselmekte olan trend 2008’de ani bir düşüş yaşamıştır. Bu dü-şüş AB-27 için ilgili yılda % 0.7’dir. 22 üye ülkede bu düşüş ya-şanmıştır. Almanya, Lüksemburg ve Slovenya’da ise az da olsa artışlar yaşanmıştır. Avusturya ve İsveç’teki artışlar ise daha be-lirgindir. Estonya ve İrlanda’da ise % 2.5’in üzerinde bir artış söz

Page 37: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Vergi Yapısı ve Türkiye 29

konusudur. Bu düşüş Avrupa Birliği içerisindeki en önemli vergi olan KDV’de yapılan indirimlerden kaynaklanmamaktadır. Zira 2008 yılı içerisinde üye ülkelerden Portekiz dışındakiler herhan-gi bir indirim yapmamışlardır. Azalışın nedeni krizdir. Zira ki-şilerin kriz dönemindeki tüketim davranışları etkilenmektedir. Bu dönemde tüketiciler daha çok temel tüketim maddelerine yö-nelmekte, bu maddelerde ise vergi oranları genel olarak düşük tutulmaktadır (European Commission, 2010, s. 1).

Diğer önemli bir vergi petrol ürünleri, tütün, alkollü içe-cekler üzerinden alınan özel tüketim vergileridir ve bu vergi-ler Avrupa Birliği içerisinde ortalama olarak vergi gelirlerinin ¼’ünü oluşturur. Burada vergi gelirlerindeki azalma ya da art-ma üye ülkeler arasında farklılıklar arz etmektedir. Buna göre, Bulgaristan’da ÖTV’den elde edilen gelir Hollanda’nın neredey-se altı katı kadardır (European Commission, 2010, s. 2).

Tablo 4: Dolaylı Vergilerin Toplam Vergi Gelirleri İçerisindeki Payı

Kaynak: European Commission, 2011, s. 287

Page 38: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu30

Yukarıdaki tabloda görüldüğü üzere Avrupa Birliği ülkele-rinin dolaylı vergi ortalaması % 37.7’dir. En yüksek orana sahip olan ülke Bulgaristan’dır ve sadece bu ülkede dolaylı vergilerin oranı % 50’nin üzerindedir. 10’dan fazla ülkenin toplam vergi gelirleri içerisindeki dolaylı vergi oranı ise % 43.6 ile % 40.3 ara-sında değişmektedir. Belçika ve Estonya hariç diğer ülkelerde dolaylı vergi oranları % 30’lu seviyelerdedir Bu iki ülkede ise % 30’un altında yer almaktadır

Avrupa Birliği ülkeleri ile Türkiye (yüzde 67) arasında kıyaslama yapılmayacak kadar büyük fark söz konusudur. Türkiye Avrupa Birliği’nde en yüksek dolaylı vergiye sahip Bulgaristan’dan 11 puandan fazla bir dolaylı vergi yüküne sa-hiptir. Bir başka karşılaştırmayı ise Avrupa Birliği ortalaması ile yapaniliriz. Türkiye’deki dolaylı vergi yükü Avrupa Birliği or-talamasının neredeyse iki katına eşittir. Bunun rakamsal ifadesi Türkiye’deki dolaylı vergi yükünün Avrupa Birliği ortalamasın-dan % 85 daha yüksek olduğudur. Bu durumun savunulacak bir tarafı yoktur. Vergi bir taraftan mali bir araçken, diğer taraftan ekonomik ve sosyal bir araçtır. Bu vergi bileşimiyle vergilerden beklenen mali olmayan fonksiyonu yerine getirmesi beklene-mez.

Tablo incelendiğinde Avrupa Birliği ülkelerinde bileşimin çok farklı olduğu dikkat çeker. Zira Türkiye’deki yaklaşık % 67’lik ortalama 2009 verileri dikkate alındığında Avrupa Birliği ülkelerinde genellikle % 30’lu seviyelerdedir. % 40’lı birkaç ülke olsa da % 50’yi geçen tek ülke Bulgaristan’dır. Ama hiçbir ülke % 60’lı seviyelere yükselmemiştir. Bu durum vergi sistemimiz açısından önemli bir sorundur. Bu açıdan Türk vergi sistemi Avrupa Birliği vergi sistemi ile hiçbir şekilde uyumlu değildir. Ancak Avrupa Birliği ülkelerinin kendi içerisinde bir uyum ol-duğu söylenebilir. Türk vergi sisteminin bu yapısı aşamalı ola-rak değiştirilmeli vergi bileşiminde dolaysız vergilerinin ağırlığı artırılmalıdır.

Bütün bunlara karşın, her koşulda dolaylı vergilerin adalet-siz olduğunu ileri sürmek elbette mümkün değildir. Özellikle, dışsallık (pozitif ya da negatif olabilir) meydana getiren mallar üzerine uygulanan yüksek miktar ya da oranlı ÖTV, ya da lüks

Page 39: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Vergi Yapısı ve Türkiye 31

mallar üzerine salınan dolaylı vergiler “düzeltici” nitelikte ve bozuk olan gelir dağılımını kısmen dengeleyen vergilerdir. Bu yüzden dolaylı vergilerin de bir vergi sistemi içerisinde varlığı kabul edilir. Ancak vergi sistemi içerisindeki ağırlığı önemlidir.

Öte yandan dolaysız vergilerin tasarruf ve yatırımlar üze-rindeki etkileri de bu vergilerin düşük tutulması için ileri sürü-len gerekçelerdendir. Nitekim son yıllarda dünyada dolaysız vergilerin oranında bir artış trendinden de bahsedilebilir. 1980 sonrası dönemde artan sermaye hareketliliğine hareket serbes-tisi kazandırma düşüncesi bu politika üzerinde etkili olmuştur. Özellikle gelişme aşamasında dolaylı vergilerin bir miktar yük-sek olmasının önemli bir nedeni de yabancı yatırımların ülkeye çekilmesi düşüncesidir.

Dolaylı vergilerin yüksek olmasının bir başka nedeni de yine “gelişmekte olmakla” ilgilidir. Zira vergi bilincinin yeterince ge-lişmediği, vergi teşkilatının bütün ülke sathına yayılmadığı, de-netimlerin düşük olması ve etkinsizliği, dolaylı vergilerin kolay toplanması ve vergi sorumluları vasıtasıyla toplanması nedeniy-le daha garanti olması, mükellefi n tepkisini daha az çekmesi… gibi nedenlerle gelişme aşamasını tamamlamamış olan ülkelerde hükümetlerin tercih ettiği vergilerdir. Aşağıdaki tabloda birçoğu aynı zamanda Avrupa Birliği üyesi olan OECD ülkelerinde ver-gilerin ağırlıkları yer almaktadır.

Ortalamalar tablodaki gibi olmakla birlikte üye ülkeler için farklı durumlar da söz konusudur. Bu dönem içerisinde tüketim vergilerinde örneğin Meksika’da % 6’lık bir artış yaşanmışken, Yeni Zelanda, Lüksemburg ve Slovakya’da % 4 düzeyinde ger-çekleşmiştir. Hollanda’da % 3 ve Polonya’daki % 2 artışa karşın geri kalan 24 ülkede tüketim vergilerinin vergi gelirleri içerisin-deki payında azalmalar yaşanmıştır. İzlanda’da bu oran 22 puan-la dikkat çekici bir seviyede gerçekleşmiştir. Ülkeler arasındaki farklılıklar ve birçok OECD ülkesindeki veriler göstermektedir ki, vergilerin ağırlığının tüketim (dolaylı) vergilerden oluşması kaçınılmaz değildir. Hatta son yıllarda durumun tersine döndü-ğü de görülmektedir.5

5 http: //www. oecd. org/dataoecd/45/6/39495382. pdf.

Page 40: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu32

Tablo 5: OECD Ülkelerinde Vergilerin Ağırlığı (2005)

Gelir Vergisi 24.6

Kurumlar Vergisi 10.3

Sosyal Güvenlik Katkıları 25.6

İstihdam vergisi 0.8

Servet Vergileri 5.6

Tüketim Vergileri 31.9

Tüketim Vergileri içerisinde KDV ve Satış Vergileri 18.9

Kaynak: OECD, Consumption Taxes: The Way of the Future, Policy Brief Oct. 2007

OECD verileri de göstermektedir ki bu ülkelerde de dolaylı vergilerin payı % 30’lu seviyelerdedir. 2005 için dolaysız vergi içerisinde yer alan gelir vergisinin payı % 24.6 (Türkiye’de 2011 için % 20.3), kurumlar vergisinin payı 10.3, Türkiye’de 2011 için % 10), Sosyal Güvenlik katkıları % 25.6, (Türkiye’de 11.7), yine dolaysız vergiler içerisinde yer alan servet vergilerinin payı ise % 5.6 (Türkiye’de % 2.5-3), ücretten alınan vergiler de % 1’in altındadır. Hepsini topladığımızda OECD ülkelerinde dolaysız vergilerin toplam vergilerdeki payı % 66.9 olarak hesaplanmak-tadır. Bu ise Türkiye’deki durumun tam tersidir. 6

Rakamlar analiz edildiğinde görülmektedir ki, Türkiye’deki vergilerin bileşimi gerek OECD gerekse Avrupa Birliği ülkeleri ile karşılaştırıldığında iç açıcı görünmemektedir. Türkiye Avrupa Birliği’nin en zayıf ekonomisi ve düzensiz vergi sistemine sahip olan Bulgaristan’dan dahi kötü durumdadır.

1.1.3. Avrupa Birliği Üyesi Ülkelerde Vergisel Eşitsizlikler

Aşağıdaki tablodan da izleneceği üzere Avrupa Birliği üyesi ülkelerin vergi seviyelerinde önemli ölçüde eşitsizlikler söz ko-nusudur. Bu farklılık sadece ülkeler arasındaki sosyal politika tercihleri ile ilgili değil aynı zamanda teknik faktörler de etki-lidir. Nitekim bazı üye ülkeler sosyal ve ekonomik yadımları kamu harcaması yaparak değil, vergilerde indirime gitmek sure-

6 Rakamlar bütçe verileri dikkate alınarak tarafımızca hesaplanmıştır.

Page 41: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Vergi Yapısı ve Türkiye 33

tiyle sunmaktadır. Diğer bazı ülkelerde sosyal harcamalar vergi-den muaf tutulmaktadır. Ama diğer bazı üye ülkelerde olmayan bu uygulamalar vergilerin GSYH’ye oranını etkilemektedir.

Avrupa Birliği ülkeleri arasında yüksek vergili ülkeler iki gruba ayrılmaktadır. Bunlardan birisi Danimarka, İsveç, Finlandiya gibi Nordik ülkeleridir. Diğer grup ise Avrupa Birliğinin ortasında kümelenmiş Belçika, Avusturya, İtalya, Fransa, Macaristan’dan oluşan beş ülkedir. 2008 itibariyle bu ülkelerin tamamında vergilerin oranı % 40’ın üzerinde bulun-maktadır. Almanya (% 39.3) ve Hollanda (% 39.1) bu ülkeleri takip etmektedir. Orta ve Doğu Avrupa Ülkeleri ise bu açıdan Avrupa Birliği ortalamasının gerisinde yer almaktadır (European Commission, 2010, s. 57).

Avrupa Birliği’nde vergisel farklılıklar krizle birlikte orta-ya çıkmış bir durum değildir. 2004’teki genişlemeden önce de İskandinavya ülkeleri ile İrlanda, Yunanistan, İspanya, Portekiz gibi ülkeler arasında % 50’ler kadar farklılıklar söz konusuydu. 2004 ve 2007’de üye olan ve nisbi olarak düşük vergi oranlarına sa-hip olan yeni üye ülkeler Avrupa Birliği ortalamasında bir düşüşe yol açmıştır. Bu ülkelerin vergilerinin GSYH’ye oranı AB-15’ten 6 puan daha düşüktür. Romanya’da % 28 olan oran Danimarka’da % 48.2’dir. Bunun anlamı Avrupa Birliği’nin bir ülkesindeki vergi yükü, diğerinden % 70 fazla olmasıdır. Dolaylı-dolaysız vergi bi-leşiminde Avrupa Birliği’nin eski ve yeni üyeler arasında da fark-lılıklar söz konusudur. Eski üyelerde dolaysız vergiler Malta hariç yeni üyelere göre nisbi olarak daha yüksektir. Dolaysız vergilerde en düşük oran % 21 ile Bulgaristan’dadır. Bunu 22.1 ile Slovakya ve 23.8 ile Çek Cumhuriyeti takip etmektedir.

Aslında eski üyeler (AB-15) arasında da dikkat çeken faklılıklar söz konusudur. İskandinav ülkelerinde, İngiltere ve İrlanda’da dolaysız vergiler nisbi olarak daha yüksektir. Ancak bu ülkelerde sosyal güvenlik ödemelerin payı düşüktür. Danimarka’da düşük olmasının özel bir sebebi vardır: Bu ülke-lerde sosyal devlet harcamalarının çoğu genel vergi gelirleriyle fi nanse edilir. Bu ise dolaysız vergilerin oranlarının ve toplam vergi gelirleri içerisindeki payının daha yüksek olmasına neden olmaktadır. Almanya, Fransa gibi diğer eski Avrupa Birliği ülke-lerinde ise yüksek sosyal güvenlik ödemeleri nedeniyle dolaysız vergilerin oranı nisbeten düşüktür.

Page 42: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu34

Tablo 6: Avrupa Birliği Ülkelerinde Vergi Gelirlerinin GSYH’ye Oranı (2009)-(Sosyal Güvenlik Harcamaları Dâhil)

Kaynak: European Commission, 2011, s. 282.

AB-27 ortalaması gelir vergisinde % 37.5’tir. Bu oran Euro Alanı’nda % 42.4’e çıkmaktadır. Ancak Avrupa Birliği üyesi ol-mayan İzlanda’da % 46, Norveç’te ise % 40’tır. Bu oran % 10 ile Bulgaristan’da çok düşükken % 56.4 ile İsveç’te en yüksek sevi-yededir. Danimarka’da ise % 51.5’tir. Tabloda dikkati çeken bir husus ise Slovenya ve Macaristan hariç sonradan üye olan ülke-lerin vergi oranlarının düşüklüğüdür. Buna karşın Hollanda’nın da içerisinde yer aldığı İskandinav ülkeleri yüksek gelir vergisi oranlarına sahiptir. Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti ve Litvanya ise en düşük oranlı üç ülkedir. Diğer dolaysız vergide ortalama oranlar son yıllarda düşmüştür. Nitekim 1995 yılında % 35.3 olan oran günümüzde 23.2’ye gerilemiştir. Bu vergilerin oranı da üye ülkeden üye ülkeye değişmektedir. En düşük oran % 10 ile Bulgaristan’da iken Malta % 35 ile maksimum orana sahiptir. (European Commission, s. 19-20)

Page 43: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Vergi Yapısı ve Türkiye 35

1.1.4. Dolaysız Vergilerde Değerlendirme

Avrupa Birliği’nde dolaysız vergilerde üst oran ortalaması 1995 yılında % 35.3 iken bu oran günümüzde 23.2’ye gerilemiş-tir. Bu vergilerin oranı da üye ülkeden üye ülkeye değişmek-tedir. En düşük oran % 10 ile Bulgaristan’da iken Malta % 35 ile maksimum orana sahiptir. 1990’larda kurumlar vergisi gibi gelir vergisinde de ortalama oranlarda düşüşler yaşanmıştır. Ancak bu durum gelir vergisinin aksine yaşanan krizden ba-ğımsız olarak gelişmiştir. Nitekim 2010 yılında krize rağmen Çek Cumhuriyeti, Yunanistan, Litvanya, Macaristan, Slovenya indirimlere devam etmiş ya da vergi oranlarını artırmamışlardır (European Commission, 2010, s. 20).

Aşağıda pek çoğu aynı zamanda Avrupa Birliği üyesi olan OECD ülkelerine ait dolaylı dolaysız vergilerin bileşimi gözük-mektedir. Türkiye’de sosyal güvenlik ödemeleri dikkate alındı-ğında makul bir seviyeye (% 54.4) yükselen dolaysız vergiler, vergi benzeri olarak nitelendirilen ve vergi yükü hesaplamala-rında ayrıca bildirilen bu gelirlerin çıkarılması halinde % 39.5 ile düşük seviyelere inmektedir. Oysa listede yer alan ülkeler dikka-te alındığında sosyal güvenlik primleri dahil Avrupa Birliği üye-si olmayan Japonya ve İsviçre ilk iki sırayı paylaşsa da Avrupa Birliği ülkelerinin tamamında vergi yükü % 60’ın üzerinde oldu-ğu gözükür. Bu oran Türkiye’nin listede yer alan bütün Avrupa Birliği ülkelerinin gerisinde olduğunu gösterir.

Türkiye genel olarak gelir ve kazançlar üzerinden alınan vergilerde OECD ülkelerinin yarısı kadar bir orana sahip oldu-ğu tabloda gözükmektedir. Sosyal güvenlik primleri açısından daha iyi bir durumda olduğu söylenebilir. Türkiye’nin diğer bir sorunu da servet vergilerinin düşüklüğüdür. Bu açıdan da Türkiye OECD ülkeleri ortalamasının yarısı kadar bir orana sa-hiptir. Dolaylı vergilerde ise Türkiye OECD ülke ortalamasının üzerindedir. Sosyal güvenlik primleri dikkate alınmadığında ise dolaysız vergiler açısından Türkiye, yakın oranlarla iki Avrupa Birliği ülkesi (Slovenya ve Slovakya) ile son üç sıradadır. Ancak bu iki ülkenin de eski Doğu Bloku ülkelerinin devamı olduğuna dikkat etmek gerekir. Dolaylı vergiler açısından da yine Türkiye bu iki ülke ile son üç sırada yer almaktadır.

Page 44: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu36

Tablo 7: Dolaylı-Dolaysız Vergilerin Toplam Vergiler İçerisindeki Payı (2009-OECD) (Mahalli İdareler Vergi Gelirleri ve Payları Dahil)

Kaynak: Maliye Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkanlığı, Ekonomik Veriler Temmuz 2011.

O halde Türkiye’nin dolaylı dolaysız vergi bakımından yap-ması gereken çok şey vardır. 1982 Anayasası “vergilerin adalet-li ve dengeli dağılımını” esas alsa da “adaletsiz” olduğu vergi teorisinde kabul edilen dolaylı vergilerin yüksekliği Türk vergi sisteminde yer alan temel sorunlardan birisidir. Bu vergilerin yüksekliği bir taraftan vergi teşkilatının etkin çalışmamasının bir yansıması iken, diğer taraftan vergi sistemimizin meşruiyet sorununa işaret eder. Zira vergileri toplayamayan vergi idare-si dolaylı vergilere ağırlık vermeyi daha isabetli bulmaktadır.

Page 45: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Vergi Yapısı ve Türkiye 37

Stopajın da yaygınlıkla uygulandığı ülkemizde vergilerin çok az bir kısmı vergi mükellefl erinin hissederek ödediği vergilerden oluşmaktadır.

1.1.5. Türkiye’de Durum

2011 bütçe rakamlarına baktığımızda % 20.3’ünü (47.3 milyar TL) gelir vergisi ve yaklaşık % 10’unu (23.1 milyar TL) kurumlar vergisi teşkil etmektedir. Toplamda bu iki dolaysız verginin ver-gi gelirleri içerisindeki payının % 30’un biraz üzerinde gerçek-leşeceği tahmin edilmektedir. Bunun dışında servet vergileri de dolaysız vergiler içerisinde yer almaktadır. Bütçedeki 5.9 milyar TL’lik MTV gelirinin toplam vergi gelirleri içerisindeki payı % 2.5’tir. Veraset ve İntikal vergisi gibi diğer servet vergilerini de eklediğimizde 2011 yılı için toplanması planlanan dolaysız vergi miktarı 77 milyara ulaşmakta ve bu miktarın vergi toplamı içeri-sindeki payı ortalama % 33 olarak hesaplanmaktadır.

Aşağıda ise 2010 yılı hedef ve gerçekleşmeleri yer almakta-dır. Türkiye’nin 2010 yılı temel vergiler itibariyle yukarıdaki tab-loda yer almaktadır. Tablo gerçekleşmeleri 2010 yılı içerisinde en büyük verginin KDV olduğunu göstermektedir. En büyük ikinci vergi yine bir dolaylı vergi olan ÖTV’dir. Her iki verginin 2010 yılı içerisinde toplam vergiler içerisindeki payı % 57.1 ile açık ara öndedir. Dolaysız vergilerin toplam payı ise % 29.2 olarak ger-çekleşmiştir. Geri kalan pay ise yaklaşık % 14 ile diğer vergilere ilişkindir.

Tablo 8: 2010 Yılı Hedef ve Gerçekleşmeleri

Kaynak: MB 2010 Faaliyet Raporu, s. 53

Page 46: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu38

Sosyal güvenlik ödemelerinin dikkate alınmadığı tabloya göre Avrupa Birliği Ülkelerine göre durumumuzun çok kötü olduğu dikkat çeker. Maliye Bakanının da ifade ettiği üzere ver-giler büyük ölçüde dolaylı alınmaktadır. Elbette “diğer vergiler” arasında da dolaylı vergiler söz konusudur. Ancak iki dolaysız iki de dolaylı vergiden oluşan tabloda dolaylı vergiler dolaysız vergilerin neredeyse iki katı kadardır.

Genel olarak parafi skal gelirler, özel olarak da sosyal gü-venlik katkılarının bir vergi olup olmadığı tartışmalı olmakla beraber, sosyal güvenlik katkıları vergi olarak değerlendirilirse, elbette dolaysız vergi kategorisi içerisinde yer alması gerekir. Bu da bileşimi bir miktar değiştirse de, dolaysız vergiler lehine bir durum ortaya çıkmamaktadır. Bir başka deyişle vergi sistemi-mizdeki bu yapısal ve kronik sorun devam etmektedir.

1.2. MERKEZİ HÜKÜMET-YEREL YÖNETİM AYIRIMINDA VERGİSEL DURUM

Uluslar üstü (supra national) niteliği ile dünyada tek örnek olan Avrupa Birliği halen “bağımsız” devletlerden oluşmaktadır. Nihai hedefi gevşek bir federasyon olduğu düşünülen Avrupa Birliği, bu amacı gerçekleştirmek üzere üye ülkelerin “egemen-liklerini” devrettikleri üst kurumlara sahiptir. Bu kurumlar kimi zaman bağlayıcı, kimi zaman da tavsiye niteliğinde kararlar al-maktadır. Avrupa Birliği gittikçe daha çok kararını “oybirliği” yerine “nitelikli çoğunlukla”7 almak suretiyle “uluslar üstü nite-liğini pekiştirme niyetindedir.

Nitekim Nice (Nis) Antlaşması’yla nitelikli çoğunlukla ka-rar alınan alanların kapsamı genişletilerek, vatandaşların serbest dolaşımı, sivil işlerde hukuki iş birliği, hizmetler ve fi kri mül-kiyetin ticari boyutu ile ilgili uluslararası anlaşmalar, sanayi politikası, üçüncü ülkelerle ekonomik, mali ve teknik iş birliği,

7 Nitelikli Çoğunluk 258 oy ve üye ülkelerin Çoğunluğunun oyunu ge-rektirmektedir.

Her ülkenin üye sayısının 2/3’ü ve toplam üye sayısının % 62’sinin tem-sili zorunludur.

Üç ülkenin birleşip karar almasını önlemek üzere en az 88 oyla kararlar bloke edilebilmektedir.

Üç büyük ülkenin toplam oyu 87’dir. Her üye devletin nüfus büyüklü-ğüne göre farklı ağırlıklarda oy sayısı vardır.

Page 47: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Vergi Yapısı ve Türkiye 39

Avrupa düzeyindeki siyasi partilerin tüzüğü, Adalet Divanı ve Birinci Derece Mahkemesi’nin işleyiş kuralları gibi alanlar bu çerçeveye alınmıştır.

Nice Antlaşması’nın getirdiği en önemli değişiklik, ortak karar prosedürünün kapsamının genişletilmesidir. Bu prosedür, oybirliğinden nitelikli çoğunluk oylamasına geçen yedi hüküm için geçerli olacaktır. Böylece, Nice Antlaşması’ndan sonra, ni-telikli çoğunluk yoluyla alınmış bir Konsey kararını gerektiren yasal düzenlemelerin çoğu, ortak karar prosedürü yoluyla ka-rarlaştırılacaktır. Bununla birlikte, ortak karar prosedürü, zaten nitelikli çoğunluk kuralının kapsamına giren yasal düzenleme-leri (örneğin tarım politikası veya ticaret politikası konusundaki düzenlemeler) içermemiştir. 8 Avrupa Birliği Anayasası yerine kabul edilen Lizbon Antlaşmasında ise 40 adet konuda nitelikli çoğunluk uygulamasına geçilmiştir. (BİLİCİ, 2010, s. 54)

Avrupa Birliği’nin supra-national özelliğini pekiştiren en önemli uygulama ise 2002 yılında Euro’nun kabulüdür. Zira devletin mali egemenliği ile doğrudan ilgili olan para basma yetkisi artık büyük ölçüde Avrupa Birliği’nin üst kurumlarının yetki alanına girmiştir. Zaman zaman çeşitli sarsıntılar geçirip tartışmalı hale gelse de Euro halen dünyanın en güçlü ekonomi-sini temsil eden ve dünyanın en sağlam paralarından birisi olma özelliğini korumaktadır.

Egemenliği daha çok kullanma adına yaptığı çeşitli girişim-ler akamete uğrasa da, zaman zaman tartışmalı hale gelse de Avrupa Birliği’nin mevcut seviyesinden geriye gideceği düşü-nülmemektedir. Örneğin Avrupa Birliği Anayasası kabul edil-memişse de Reform Anlaşması ile bir miktar geri adım atarak Avrupa Birliği kendisini antlaşma öncesinden çok ileri taşıma-yı başarmıştır. Ayrıca Avrupa Birliği bir taraftan düşük gelirli ülkelere mali yardımlar vasıtasıyla ek gelirler sağlarken, diğer taraftan rekabet gücü üstünlüğünden faydalanan yüksek gelirli ülkeler dünyanın bu en büyük ekonomisi içerisinde serbestçe ti-caret yapabilmektedir. Avrupa Birliği’nin bundan da büyük ka-zancı ise Avrupa içerisinde bir savaş olgusunun tekrar yaşanma ihtimalinin zayıfl amasıdır. Nitekim Avrupa Birliği’nin kuruluş felsefesinin temelinde de bu olgu yatmaktadır.

8 www. abgs. gov. tr

Page 48: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu40

1.2.1. Avrupa Birliği’nde Subsidiarity İlkesi

Avrupa Birliği gelirlerin ve yetkilerin merkezi yönetim ve yerel yönetimler arasında dengeli bölüşülmesine son derece önem atfetmektedir. Yerel ihtiyaçların yerel idareler tarafından karşılanması gerektiğine dair bu politika Avrupa Birliği’ne üye ülkeler arasında federal yapılı ülkelerin de varlığı nedeniyle daha da önem kazanmaktadır. Mali özerkliğin yanında idari özerkliği de genişleten Avrupa Birliği, yerinden yönetim ilkesinin kendi-sine has bir örneği olan “subsidiarity”ye de önem vermektedir. Avrupa Birliği’ne üye olan ülkeler bağımsız ve egemenliklerini korumaya devam ettiklerinden hizmette yerelliği ön plana çıka-ran ve yerinden yönetimin yeni bir türü olarak literatüre giren “subsidiarité” (subsidiarity-yetki ikamesi) ilkesi Avrupa Birliği vergi politikasında da uygulama alanı bulmaktadır.

Kavram olarak subsidiarite, ‘yerellik’, ‘ikincil’ durumda bu-lunma, ‘yardımcılık’ sözcüklerinin yerel, ikincil, yardımcı sıfa-tına sahip olmayı anlatır. Gerçekten de subsidiarite kelimesinin sıfat olarak anlamı, bir eylemi, bir davranışı, bir kişiyi ya da bir kurumu güçlendirmeye yarayan, onlara destek ve yardımcı olan, yedek ve ikincil kavramlarıyla özdeştir. Kavram ikame veya yet-ki ikamesi olarak da Türkçe’ye çevrilebilir.9

Subsidiarity ilkesi, kamu hizmetlerinin görülmesinde kaynak-ların daha rasyonel kullanılmasında ve halkın demokratik eğilimi-nin sağlanmasında önemli rol oynayan bir ilkedir. Bu ilke, çeşitli nedenlerden dolayı Avrupa Birliği’nin gündeminde önemli bir yer tutmaktadır. Bir yandan Birliğin merkeziyetçi eğilimlerinden, diğer yandan da ulusal devletlerin egemenlik haklarını korumak isteme-lerinden kaynaklanan sorunlardan korkulmaktadır. Birlik çerçeve-sinde, yerellik ilkesinden beklenen temel amaç, birlik ile üye devlet-ler arasında yetki ve görev paylaşımını belirlemektir.

ATKA’da öngörülmeyen durumlarda vergi uyumlaştırma-sı subsidiarity ilkesinin izin verdiği ölçüde gidilebilmektedir. Bu ilke Maastricht Anlaşması ile ATKA’ya eklenen 5. maddede açıklanmıştır. Bu ilkeye göre; Topluluk kendisine doğrudan yet-ki verilmeyen10 konularda eğer amaç üye devletlerin kendi çaba-

9 Türkçeye farklı şekillerde çevrilse de daha çok orijinal şekli ile kullanıl-ması tercih edilmektedir.

10 ATKA (Avrupa Topluluğu’nu Kuran Anlaşma), Roma Anlaşmasını, onun güncellenmiş halini ifade etmek üzere kullanılmaktadır.

Page 49: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Vergi Yapısı ve Türkiye 41

larıyla yeterli şekilde gerçekleştirilemeyecek ve dolayısıyla he-defl enen tasarrufun boyutları veya etkilerinden dolayı Topluluk düzeyinde uygulamaya konulması daha etkin olacaksa yetki ikamesine (subsidiarity) uygun olarak girişimde bulunulabilir (BİLİCİ, 2007, s. 157).

Maastricht Antlaşması’na subsidiarity ilkesinin konulma-sının amacı, üye devletlerin egemenlik alanlarını korumak ve Avrupa Birliği’nin eylem alanının üye devletler ve devletaltı yönetsel birimler aleyhine ölçüsüzce genişlemesini önlemektir. Bu durum, tam bütünleşmenin yol açabileceği sakıncaları sub-sidiarity ilkesiyle dengelemeye yöneliktir (KERMAN, s. 27). Bu ilkenin amacı, vatandaşa en yakın (en yararına olacak) ka-rarın, Topluluk düzeyinde girişilecek faaliyetin, yerel, bölgesel ve ulusal düzeydeki olanaklar açısından, yerinde olup olmadığı sürekli şekilde denetlenerek alınmasını sağlamaktır. Bu ilke uya-rınca Avrupa Birliği, ancak kendi girişimi yerel, bölgesel veya ulusal girişimden daha etkin olacaksa harekete geçer. Avrupa Birliği’nin girişimi, Antlaşmanın hedefi ne ulaşmak için gerekli olanın dışına çıkmamalıdır.

Lizbon Antlaşmasında da subsidiarity ilkesine vurgu yapıl-mıştır. Subsidiarity ilkesinin düzenlendiği maddede, yerinden yönetimlere yer verilmiştir; Birlik’in yetkilerinin sınırları subsi-diarity ve orantılılık ilkelerine göre belirlenir (m. 3b/1 c. 2). Yine aynı maddenin 3. bendinin 1. fıkrasında, subsidiarity ilkesine göre Birlik’in münhasır yetkisine girmeyen alanlarda Birlik yal-nızca, söz konusu faaliyetin hedefl eri üye devletler tarafından; merkezi, bölgesel veya yerel düzeyde tatminkâr olarak yerine getirilemezse ve getirilemediği ölçüde, ancak önerilen eylem, öl-çeği ya da etkileri nedeniyle Birlik düzeyinde daha iyi başarılabi-lirse harekete geçer. Aynı maddenin 3. bendinin 2. fıkrasında ise Birlik kurumları ubsidiarity ilkesini, subsidiarity ve orantılılık il-kelerinin uygulanması hakkında Protokol’de belirlendiği şekilde uygularlar ifadesine yer verilmiştir (KERMAN, s. 279).

Modern liberal teoriye göre subsidiarity ilkesi ile merkezi otoritenin sınırlandırılması bireysel özgürlük ve kişisel sorum-lulukların güvene altına alınması gerekir. Bu çerçevede sorum-luluk devletten ziyade özel sektöre devredilmiştir. Öte yandan devletin görevi özel sektörün daha etkili üretim yapabilmesi için teşvik sağlamak ve tam kamusal malların sunumunu gerçekleş-

Page 50: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu42

tirmektir. Subsidiarity ilkesinde sorumluluk çok yönlü bir devlet yapısına devredilmiştir. Bu ilkenin doğasında görev paylaşımın-da yerelliğe dayalı bir vatandaş memnuniyeti vardır. İlke mali federalizm temeline dayanmaktadır.

Subsidiarity ilkesi yalnızca merkezi yönetimle yerel idare-ler arasındaki görev paylaşımını ifade etmez. Hükümet organ-larının dikey ve yatay rekabet vasıtasıyla hizmet sunumundaki etkinliğini de içerir. Bu ilke yerel birimlerdeki farklı taleplerin optimal memnuniyeti sağlamak maksadıyla hizmetin en yakın yerel birimlerce yerine getirilmesini anlatır. Farklı (heterojen) tercihlerin, benzer (homojen) hizmetle çözümüne katkıda bulu-nur (SCHAFER, s. 247, 248).

Avrupa Konseyi Yerel ve Bölgesel Makamlar Komitesi, bir uzman grubuna hizmette halka yakınlık ilkesinin tanımını yap-ma görevi vermiş, bu uzman grup; “Hizmette Halka Yakınlık İlkesi (Subsidiarity)’nin Tanımı ve Sınırları” başlıklı bir rapor hazırlamıştır.

Bugünkü (2011) yapısıyla subsidiarity ilkesinin Türkiye’de uygulanma imkânı gözükmemektedir. Zira 1982 anayasasının 73. Maddesi merkezi yönetim dışında vergilerde herhangi bir alt yönetim birimine vergilerle ilgili düzenleme yapma yetkisi vermemektedir. Zira vergilerin kanuniliği esastır ve anayasa bu yetkiyi TMMM’ye vermiştir. Evrensel nitelik taşıyan bu ilkenin üniter yapılı bir yönetime sahip olan Türkiye için aksi de düşü-nülemezdi. Egemenliğin paylaşılması anlamına da gelebilecek olan bir ilkenin, kimisi federal yapılı olan Avrupa Birliği ülkeleri için uygulanması mümkün olabilmekle birlikte, anayasal yapı-mız şu an itibariyle böyle bir yetki devrine imkân verebilecek bir yapıya sahip değildir. Ancak yerel yönetimlerde yeni bir yakla-şım olan ve Avrupa Birliği ülkelerinde yerinden yönetim uygu-lamalarının bir aracı olan bu ilkenin ülkemiz gündemine gelmesi kaçınılmazdır. Zira Avrupa birliği bir bütündür ve politikaların uygulanmasında “uyum” gereklidir. Vergiye ilişkin düzenleme-ler subsidiarity ilkesinin sadece bir yönünü teşkil eder ve halen Avrupa Birliği’nde de bu yönüyle güçlü bir şekilde uygulanma-maktadır. Bu yüzden zaman içerisinde hayata geçirilecek olan ilkenin Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girişi üzerinde olumsuz bir etki meydana getireceği düşünülmemelidir.

Page 51: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Vergi Yapısı ve Türkiye 43

1.2.2. Merkezi ve Yerel Düzeyde Gelir Yapısı

Aşağıdaki tabloda sosyal güvenlik katkıları dâhil toplam vergi gelirleri merkezi ve yerel yönetim düzeyinde tasnif edilmiş bir biçimde gösterilmektedir. Avrupa Birliği vergileri dört farklı düzeyde tasnifi öngören yapıya 1995’te (ESA 95) yaptığı bir dü-zenleme ile gitmiştir. Bu tasnif aşağıdaki şekildedir:

Merkezi Hükümet• : Bu yönetim biçimine göre değişir millî ya da federal düzeyde olabilir. Bu düzenlemeye bü-tün yönetim kademeleri ve merkezi devlet düzeyindeki kurumlar dâhildir. Ancak sosyal güvenlik kurumlarının gelirleri bu değerlendirmede kapsam dışıdır. Eyalet ya da Bölgesel Hükümet• : Merkezi hükümetin al-tında ancak mahalli idare birimlerinin üzerinde bir bölü-şüşümü ifade eder. Burada da sosyal güvenlik ödemeleri kapsam dışında yer alır. Yerel ya da Belediye Düzeyinde Hükümet• : sadece eko-nomik bir bölüşümün yerel düzeyde kullanımını ifade eder. Diğer yerel kurum ve kuruluşlar ve sosyal güvenlik burada da kapsam dışındadır. Sosyal Güvenlik Fonları• ; Bu kapsamda merkezi, eyalet düzeyinde ya da yerel düzeyde bütün birimlerin gelirleri dâhildir (European Commission-2011, s. 65-66).

Alt yönetimlerin gelirleri arasında da benzer farklılıklar söz konusudur. Bu bazı ülkelerde % 1’den daha azken, diğer bazı-larında toplam gelirlerin 1/3’üne kadar çıkabilmektedir. İsveç, İspanya, Almanya ve Belçika’da toplam vergi gelirlerinin daha fazlası merkezi olmayan yönetimlerce toplanmaktadır. Bu bölü-şüm Yunanistan ve Kıbrıs gibi ülkelerde % 1’ler civarında iken Malta’da yerel yönetimlerin neredeyse hiçbir yetkisi söz konusu değildir. Sosyal Güvenlik kesintileri açısından ise en yüksek ke-sinti yapan iki ülke Fransa ve Slovakya’dır. Gelir bölüşümünde farklı yapı üye ülkelerde mali özerkliğin seviyesine göre art-makta ya da azalmaktadır. Veriler göstermektedir ki Avrupa Birliği’nde gelir bölüşümü her geçen gün yerel yönetimler lehine değişmektedir (European Commission, 2010, s. 1).

İspanya ve diğer bazı ülkelerde süreç içerisinde vergilerin merkezi düzeyde ve alt yönetim birimleri düzeyinde bölüşümün-de önemli değişiklikler olmuştur. 1995 yılı ile karşılaştırıldığında

Page 52: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu44

gelirlerin daha fazlasının bütün ülkelerde merkezi hükümetlere ait olduğu dikkat çeker. İspanya’daki gelişmeler burada lokomotif görevi üslenmiştir. 1997’de artmaya başlayan alt yönetim birimleri gelirlerinin bölüşümündeki gelişim takip eden 5 yıl otonom bölge-lerin lehine gelişmiştir. 2002’den sonra merkezi hükümetin gelir-lerinde % 10’dan daha fazla bir artış tablodan izlenebilir. 2002’de merkezi hükümetle yerel yönetimler arasında yapılan bir anlaş-ma, takip eden yıllar gelirlerin bölüşümünde otonom yönetimler lehine değişmelerin yaşanmasına neden olmuştur. Bu trend yeni bir anlaşmanın yapıldığı 2009 yılına kadar devam etmiştir. Aralık 2009’da yapılan anlaşma, merkezi hükümetten alınan payın artı-rılması yanında yerel vergilerde otonom yönetimler lehine deği-şiklikleri içermektedir (European Commission-2011, s. 67-68).

Tablo 9: Merkezi Hükümetler Düzeyinde Alınan Vergilerin Toplam Vergilere Oranı

Kaynak: European Commission-2011, s. 313

Tabloda görüldüğü üzere ülkeler arasında tam bir uyum-dan bahsedilemez. Genel bie değerlendirme yapmak gerekirse,

Page 53: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Vergi Yapısı ve Türkiye 45

kaynakların yarısı ile 2/3’ünün merkezi yönetimlerin kontrolün-de olduğu söylenebilir. Ancak Malta’yı dikkate almazsak sadece İngiltere’de bu oranın dikkat çekici bir şekilde yüksek olduğunu görürüz. Kendine has federal denebilecek bir yapıya sahip olan İngiltere’de bu durum tarihi nedenlere dayanmaktadır.

Dikkat çeken diğer bir örnek de Almanya’dır. Federal bir yapıya sahip olan ve AB’nin en büyük ekonomisi Almanya’da, gelirlerin % 30 kadar kısmı merkezi idarenin kontrolündedir. Bu haliyle Almanya hali hazırda gelir bölüşümünde en başarı-lı örnektir denenilir. Federal yapılı Belçika’da bu oran % 20’nin de altında gözükmektedir. Avrupa Birliği’nin itici güçlerinden bir diğeri olan Fransa için de benzer şeyler söylenebilir. Federal yapılı olmayan Fransa’da da gelirlerin 1/3 kadar kısmı merkezi idarenin kontrolündedir.

Grafi k 2: Eyalet ve Yerel Düzeyinde Alınan Vergilerin Toplam Vergilere Oranı

Local government: Yerel Yönetimler State government: federal hükümetler

Kaynak: European Commission-2011, s. 67

Yukarıdaki tablo ve grafi kte merkezi ve yerel düzeyde alı-nan vergiler gösterilmektedir. Bu gelirler içerisinde Avrupa Birliği düzeyinde toplanan ortak tarım politikası çerçevesinde getirilen yükümlülükler, gümrük vergileri ve üçüncü ülkelerden ya da ithalattan alınan KDV gelirleri de dâhildir.

Bu farklılıkların biri ya da birkaçı üye ülkeler arasında söz

Page 54: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu46

konusu olabilmektedir. Ülkeler arasında mali özerklik düzeyleri de birbirinden farklıdır. Bu farklılıklar vergi tabanının belirlen-mesi, vergilerin hangi düzeyde toplanacağı, oranları hakkındaki yetkinin kime ait olacağı gibi hususları içermektedir. Vergilerin paylaşılmasından kasıt genellikle merkezi hükümetlerin bazı yetkilerini ifade etmek için kullanılır. Bunların belirlenmesi de yukarıdakilere benzer bir şekilde vergi tabanının oluşturulma-sı, vergi oranlarının belirlenmesi ve aynı zamanda vergilerin toplanmasını ifade eder. Ancak alt yönetim birimlerinin kendi bölgelerindeki toplanan vergilerden belli bir yüzde ile ve her-hangi bir şarta dayalı olmayan hakları vardır. Bunun dışında da üye ülkeler arasında farklı uygulamalar söz konusudur. Bu ortak yanlara karşın, üye devletler arasında mali teşkilatların birbiriyle ilişkisinde, bunların anayasal düzeyde yetkilendiril-melerinde, vergi koyma sürecinde oldukça karmaşık ve bir üye devletten diğerine farklılıklar gösteren uygulamalar söz konu-sudur. OECD’nin 2006’da yaptığı bir çalışmada merkezi yöne-tim ile yerel idareler arasındaki vergilendirme yetkileri ve bun-ların uygulanması ile ilgili bazı tesbitler ve istatistiki bilgiler yer alır. Bu çalışmada üye ülkeler arasında vergisel otonomi ile ilgili olarak önemli farklılıkların varlığını göstermiştir. Bu fark-lılık yerel yönetimler düzeyinde de görülmektedir (European Commission-2011, s. 68).

Yerel yönetimler düzeyindeki gelirler itibariyle ele alındı-ğında Avrupa Birliği içerisinde standart bir durumdan bahse-dilemez. Ancak Avrupa Birliği’nin büyük üyelerinde gelişmeler yerel yönetimler lehine iken, küçük üye ülkelerde tersine bir du-rum söz konusudur. 2000 yılı ile karşılaştırıldığında Slovakya, İsveç ve Polonya’da yerel yönetimler lehine önemli değişimler yaşanırken, Danimarka, Litvanya ve Bulgaristan’da tersi bir du-rum söz konusudur. İtalya’da ise 1998 yılında yapılan bir düzen-leme (Regional Tax on Productive Activities) ile yerel yönetim-lerin vergi gelirlerinden daha fazla pay almasını sağlamış ve bu idareler lehine gelir artışları meydana getirmiştir. Bu düzenleme yerel idarelerin merkezi hükümetin katkılarına bağımlılığını da azaltmıştır (European Commission-2011, s. 68).

Page 55: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Vergi Yapısı ve Türkiye 47

1.1.6. Türkiye’de Durum

Ülkemizde yerel vergi sistemi, merkezî idarenin yoğun mü-dahaleciliği nedeniyle yeterince gelişememiştir. Birçok harç ve vergi, maktu olarak belirlenmiş ve yıllar boyunca yüksek enf-lasyon ortamında dahi değiştirilmediği için, tahsil masrafını bile karşılayamaz bir hale gelmiştir. Belediyeler ise, fi yatlandırılabilir mal ve hizmetlerden aldıkları ücretleri önemli bir fi nansman ara-cı haline getirmişlerdir. Çevre temizlik vergisinin ihdası, emlâk vergisinin her yıl yeniden değerlemeye konu olması gibi husus-larda ilerleme sağlanmış olmakla birlikte, halâ belediye gelirle-rinin yaklaşık yarısını, genel bütçe vergi gelirlerinden aktarılan paylar oluşturmaktadır. Bu durum, yerel idarelerde sorumluluk ve hesap verilebilirliği engelleyen önemli nedenlerden birini oluşturmaktadır (DPT, 2006. s. 23).

Türkiye açısından bir değerlendirme yapıldığında ise, Türkiye’de yerel yönetimlerin vergi gelirlerinin yaklaşık 4/5’ini paylaşım yoluyla, 1/5’ini ise matrah ve oranı merkezi yönetimce belirlenen vergilerden elde ettikleri görülmektedir. Vergi gelir-lerinin birleşimi yerel yönetim türleri itibariyle değerlendirildi-ğinde ise, belediyelerin toplam vergi gelirlerinin % 77’sinin, il özel idarelerinin ise % 90’larının paylaşım yoluyla elde edildiği söylenebilir. Bu çerçevede Türkiye’de yerel yönetimlerin vergi-lendirme yetkisinin yok denecek kadar az ve merkezi yönetime bağımlı olduğunu söylemek mümkündür. Nitekim Türkiye’de yerel yönetimlerin Emlak Vergisi ile bazı tali vergiler dışında yerel düzeyde vergi koyma ve kendi bölgelerinde merkezi yö-netim tarafından toplanan vergilere oran ekleme yetkileri bulun-mamaktadır. (Ulusoy, Akdemir s. 276).

Üniter bir yapıya sahip olan ülkemizde halen belediyeler, il özel idareleri ve köyler yerel yönetimi olarak nitelendirilmek-tedir. Gerçek anlamda yerel yönetim birimi olarak nitelendirile-bilecek tek kurum ise belediyelerdir. Zira idari ve mali özerkliği gerektiren yerel yönetim anlayışı kısmen de olsa sadece beledi-yelerde vardır. Köy yönetiminin parasal bir değeri olmayan ime-ce ve salmadan başka bir geliri yoktur. İl özel idaresi ise sadece merkezden değil, ilçe ve köylerden oluşan bütün ilden sorumlu olması ve gerek merkezden aldığı mali kaynakların yetersizliği gerekse kendine has kaynakların yok denecek kadar aza olması

Page 56: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu48

bunun nedenleri arasındadır. Ayrıca il özel idaresi yerel halkı temsil etmekten ziyade “devleti” temsil etmesi nedeniyle de bir yerel yönetim birimi olmaktan ziyade “yetki genişliği” ilkesi çerçevesinde “yerinden yönetim birimi” olarak nitelendirilmesi daha doğru olacaktır. İl özel idaresi sahip olduğu bütçenin kü-çüklüğü ve temsil ettiği geniş coğrafi alan nedeniyle çok az hiz-met üretebilmekte, kaynaklarının pek çoğu “ağırlama ve temsil giderleri”ne ayrılmaktadır.

Türkiye’de, yerel yönetim birimlerinin gelirlerinin büyük bir çoğunluğu merkezi yönetim bütçe gelirlerinden alınan paylar-dan oluşmaktadır. 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanununun 23’üncü maddesi uyarınca, büyükşehir belediye sınırları içinde yapılan genel bütçe vergi gelirleri tahsilât toplamı üzerinden her ay büyükşehir belediyelerine % 5,2380 sayılı Belediyelere ve İl Özel İdarelerine Pay Verilmesi Hakkında Kanunun değişik 1’inci maddesi uyarınca da, genel bütçe vergi gelirleri tahsilât toplamı üzerinden her ay belediyelere % 6, il özel idarelerine ise % 1,12 olmak üzere toplam % 7,12 oranında pay hesaplanıp aktarılmak-tadır. Bu aktarım son genel nüfus sayımı sonuçları esas alınarak yapılır. (GÜLBAY, s. 28)

Türkiye’de halen uygulanmakta olan bu mevzuatta genel bütçeden ayrılan payın sadece % 7.2 olduğu dikkat çeker. Bu miktar yerel yönetimlerin gelirlerinin büyük bir kısmını oluştu-rur. Bu durum ise yerel yönetimlerin özerkliğini tartışmalı hale getirmektedir. Şüphesiz yerel yönetimlerin öz gelirleri de vardır. Çevre temizlik vergisi, emlak vergisi başta olmak üzere bazı ver-giler, değişik kaynaklardan alınan harçlar, harcamalara katılma payları, şerefi ye uygulaması, mülk ve teşebbüs gelirleri ya da çeşitli iktisadi girişimlerden elde edilen gelirler bu kapsamda-dır. Son dönemde yapılan en önemli değişiklik ise Büyükşehir Belediyelerin % 5 oranındaki vergi payıdır. Bu uygulama büyük-şehir belediyelerine önemli bir kaynak oluşturmaktadır.

1.3. İŞGÜCÜ ÜZERİNDEKİ VERGİLER

Avrupa Birliği ülkelerinde temel belirleyicilerden birisi de işgücünün serbest dolaşımıdır. İşgücünün serbest dolaşımı üze-rinde tek belirleyici işgücü maliyetleri değilse de şüphesiz en

Page 57: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Vergi Yapısı ve Türkiye 49

önemlisidir. O halde üye ülkelerde işgücüne uygulanan mali-yetlerin birbirine yakın olması gerekmektedir. İşgücü maliyetle-rindeki farklılık gerek Avrupa Birliği ülkeleri içerisinde gerekse Avrupa Birliği’nin üçüncü ülkelerle ilişkisinde rekabet gücü açı-sından da önemli belirleyicidir. Bu konuda önemli bir rekabet üstünlüğü olan Çin ise, büyük oranda ucuz işgücü sayesinde bu üstünlüğünü elde etmiş ve yine bu sayede korumaktadır.

Avrupa Birliği yetkilileri Türkiye tam üye olsa bile işçile-rin serbest dolaşımının mümkün olmayacağı yönünde görüş be-lirtse de gerek Türkiye’nin bu konudaki kararlı tavrı gerekse de Avrupa Birliği ülkelerinin vasıfsız işgücünde eski cazibesini yi-tirmiş olması Türkiye’nin işini kolaylaştırmakla birlikte, ticareti-nin yarısından fazlasını yürüttüğü Avrupa Birliği üyesi ülkelerle uyumlu bir noktaya taşıması Avrupa Birliği ortak mevzuatının gerektirdiği bir zorunluluktur.

1.3.1. Avrupa Birliği Ülkelerinde İşgücü Maliyetleri

Avrupa Birliği ülkelerinde bu vergilerde bir azalmadan bah-sedilebilir, ancak yeni üye ülkelerde daha sorunludur. İşgücü üzerindeki vergilerin azaltılması üzerinde bir konsensüsten bahsedilmekle birlikte, bunun başarılması aynı ölçüde zordur. Ancak 21. yüzyılın başından bu tarafa birkaç ülke dışında işgücü üzerindeki vergi yükünün azalma eğiliminde olduğu söylenebi-lir. 2000’den sonra AB-27’de ortalama 1.7 olarak yaşanan azalma, 2004’ten sonra üye olan Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinde 3.3 olarak gerçekleşmiştir. Günümüzde yeni üyelerde % 31.7 olan ortalama oran AB-27’nin 2000 yılındaki % 34.2 oranının altında-dır (European Commission, 2010, s. 2).

Bu ülkeler arasında bu dönemde en fazla azalma Bulgaristan, Letonya ve Litvanya’da % 8’in üzerinde bir oranla gerçekleşmiş-tir. Diğer ülkeler ise sırasıyla Danimarka, Estonya, Romanya, İrlanda, İsveç, Slovakya ve Finlandiya’dır. Burada Eski Doğu Bloku ülkelerinin yanı sıra Nordik ülkeleri dikkat çeker. Zira bu ülkelerin belirgin bir özelliği ortalama vergi oranlarının yük-sekliğidir. Ancak son yıllarda bu ülkelerdeki işgücü üzerindeki vergi yükünün Avrupa Birliği ortalamasına yakınlaştığı görül-mektedir.

Page 58: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu50

Grafi k 3: İşgücü Üzerinden Alınan Vergilerin Bileşimi-2009

Employees ‘SSC: sosyal güvenlik işveren katkısı, Employers’ SSC: sosyal güvenlik çalışan katkısı

Kaynak: European Commission-2011, s. 100

Öte yandan bu oranların Kıbrıs, Portekiz ve Yunanistan’da nisbi olarak artışlar yaşanmıştır. Ancak zaten Kıbrıs ve Portekiz’de Avrupa Birliği ortalamasının altında bir vergi yükü vardır. Diğer ülkelerde ise fark % 2.5’in altındadır (European Commission, 2010, s. 2).

İşgücü üzerinde en düşük vergi yükü Malta ve Kıbrıs’tadır. En yüksek oran ise % 42.8 ile İtalya’dadır. Belçika ise % 42.6 ile ikinci sıradadır. Yeni üye ülkelerde genel olarak bu oranla-rın daha düşük seviyelerde olduğundan bahsetmek mümkün-se de bu durum bütün yeni üyeler için söz konusu değildir. Örneğin Macaristan ve Çek Cumhuriyeti bu iki ülkeyi takip eder (European Commission, 2010, s. 2).

İşgücü üzerindeki vergi yükü bileşimine gelince; bu birçok üye ülkede bireysel vergilerden ziyade sosyal güvenlik katkı-ları şeklinde ortaya çıkmaktadır. Bu maliyetin ortalama olarak üçte ikisinin işveren ve işçiler tarafından ödenen katkılardan oluştuğu söylenebilir. Ancak Danimarka, İrlanda ve İngiltere’de kişisel vergiler ve diğer kesinti ya da ödemelerden daha yük-sektir. Romanya Yunanistan ve Slovakya’da ise gelir vergileri-nin kesintiler içerisindeki oranı % 20’nin altındadır (European Commission, 2010, s. 2).

Page 59: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Vergi Yapısı ve Türkiye 51

Tablo 10: Bazı Avrupa Birliği ve OECD Ülkelerinde Vergi ve Prim Yükü Karşılaştırması

Sıra

lam

a

Ülk

e A

Ver

gi v

eP

rim

Y

ükü

Sıra

lam

a

Ülk

e A

Ver

gi v

eP

rim

Y

ükü

1 Türkiye 42,8 16 İngiltere 27,8

2 Polonya 42,2 17 Portekiz 26,6

3 Fransa 42 18 Çek Cumhuriyeti

26,1

4 İsveç 41,8 19 Japonya 25,8

5 Yunanistan 41,5 20 Slovak Cumhuriyeti

23,7

B Belçika 40,1 21 Kanada 22,8

7 Macaristan 39,8 22 İsviçre 18,9

8 Finlandiya 38 23 Kore 16,8

9 Hollanda 37 24 Avustralya 16

10 Avusturya 36,9 25 Meksika 15

11 Almanya 36,2 26 Lüksemburg 13

12 İtalya 35,1 27 ABD 11,7

13 İspanya 33,6 28 İzlanda 10,4

14 Norveç 29,9 29 Yeni Zelanda 2,6

15 Danimarka 29,5 30 İrlanda 2,3

Kaynak: Türkay, s. 140

Tablo incelendiğinde Türkiye’nin ilk sırada yer aldığı görü-lür. Rekabet gücü en yüksek ve Avrupa Birliği’nin ve OECD’nin en gelişmiş ülkesi olmadığı bilinen Türkiye’de bir taraftan ka-musal ihtiyaçların karşılanması zorunluluğu bu yüksekliğe ne-den olarak ileri sürülse de, günümüz ekonomik koşullarında son derece önemli bir gereklilik olan bu hususu olumsuz etkilediği göz ardı edilmemelidir. Ancak konu Avrupa Birliği’ne tam üye-lik açısından dikkate alındığında aynı şeyleri söyleyemeyiz. Zira Türkiye ilk sırada yer alsa da listedeki ülkelerin neredeyse yarı-sının yükü % 30’un üzerindedir. Öte yandan kendilerine has özel uygulamalar nedeniyle bir kısım ülkelerin ise vergi yükünün % 10’un altında olduğu dikkat çekmektedir. Bir taraftan % 40’lı

Page 60: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu52

oranlara sahip olan ülkeler söz konusu iken bu ülkelerin diğer bazı ülkelerde % 2-3 gibi rakamlarla temsil edildiği görülür. Bu Avrupa Birliği’nin kendi içerisinde de bir uyumun olmadığının göstergesidir. O halde ilk sırada yer alması ülkemiz açısından Avrupa Birliği’ne tam üyelik açısından sorun teşkil etse de bu-nun bir “engel” olmadığını söylemek yanlış olmaz.

1.3.2. Türkiye’de Durum

Türkiye’de bir taraftan ücretlilerin gelirleri üzerinden, uy-gulanan çok sayıda istisna ve muafi yet nedeniyle vergi yükü düşük gibi gözükmekte, diğer taraftan ödenen bu vergiler “fi k-tif” kabul edilmekte ve özellikle kamuda çalışanlar taraftan için vergi kaçırma imkânsızlığı nedeniyle en yüksek verginin çalı-şanlarca ödendiği ileri sürülmektedir. Bunun yanında ücretler-de yoğunlukla uygulanan tevkifat sistemi vergiye karşı tepkiyi azaltmakta ve devletin kasasına bu gelirin girişini ve en erken ve en güvenli bir şekilde girişini sağlamaktadır.

Bütün bunlar, tartışmalı olmakla birlikte, çalışanların ge-lirlerinden kesilen vergi ve diğer ödemelerin önemli bir yekûn teşkil ettiğine delalet eder. İşgücü üzerine uygulanan vergiler işverenlerin işçi istihdamı üzerinde önemli etkilerde bulunmak-tadır. Bu yüzden ülkemizde özellikle asgari ücretin belirlenmesi süreci önemli tartışmalara neden olmakta; tarafl ar, bu konuda savlarını güçlü şekilde ortaya koymaktadır. 5084 Sayılı yasa gibi kimi yasalarda ise işsizlikle mücadele ya da piyasaların canlan-ması için istihdam üzerine uygulanan vergiler araç olarak kulla-nılmaktadır.

Genel olarak ülkemizde istihdam üzerindeki vergilerin yük-sek olduğu kabul edili. Tartışma konusu diğer bir husus ise as-gari ücretin vergi dışı tutulmasına yöneliktir. 2008’de yapılan bir düzenleme ile (asgari geçim indirimi) bu durumu kısmen hayata geçirmişse de “ayırma prensibinin sadece “bir aracı” olmanın ötesine geçememiştir.

Asgari geçim indirimi uygulaması esas itibariyle dünya uygulamalarına baktığımızda, vergi iadesi yerine ikame olarak görülen bir sistem değildir. Bu iki sistem birbirinden tamamen farklıdır. Ücret gelirleri için geçerli olan asgari geçim indirimi

Page 61: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Vergi Yapısı ve Türkiye 53

uygulaması ile ücret geliri elde edenleri korumak ve ücretlilerin vergi yükünü hafifletmek amaçlanmıştır. Diğer birçok OECD ül-kesinde asgari geçim indirimi uygulaması diğer gelir unsurları içinde söz konusudur (Türkay, , S. 1).

Bu konu ülkemizde sürekli bir tartışma konusu olsa da Türkiye’nin özel şartlarının asgari ücretin günümüz koşulların-da tamamen vergi dışı tutulması rasyonel gözükmemektedir. Zira özel sektörde çalışanların büyük bir kısmı asgari ücretle çalıştırılmaktadır. Kamu kesiminde çalışanlar için “daha fi ktif” olan ücret üzerinden alınan vergiler, özel kesimde de sıfırlanırsa, “gelişmekte olan” bir ülke statüsündeki Türkiye’nin kamu gider-lerinin fi nansmanı tamamen tehlikeye girecektir. Her ne kadar globalleşen dünyada rekabet gücü olmayan fi rmaların yaşama şansı giderek azalmakta ise de devletlerin kendilerinden bekle-nen hizmetleri sunabilmesi de büyük ölçüde vergilere bağlıdır. Ayrıca rekabet gücü kazanmanın tek yolu da vergilere bağlı de-ğildir. O halde en azından ücretliler için 2008 yılında yapılan dü-zenleme ayırma prensibinin bir gereği olarak isabetli bir düzen-lemedir. Zira bir taraftan evli ya da eşinin çalışıp çalışmadığı ya da çocuk sayısı dikkate alınarak asgari ücret tamamen vergi dışı tutulabilmekte, diğer taraftan vergi niteliği taşıyan diğer ödeme-ler devam etmekte ve asgari ücretten alınan verginin kurumsal olarak yürürlükte olması, tamamen vergi dışı kalmasını önleye-rek devletin kamu fi nansmanında daha az sorunla karşı karşıya kalması anlamına gelmektedir.

Ayırma prensibinin bir gereği olarak “emek” geliri olan üc-retlerin düşük vergilendirilmesi gerekmektedir. Bu uygulama ülkemizde halen uygulama dışındadır. 11 Zira ücret gelirleri için de ücret dışındaki gelirler için de aynı tarife uygulanmaktadır. Ancak yukarıda da belirtildiği üzere asgari geçim indiriminin varlığı, ücretlerde yoğun bir şekilde uygulanan istisna ve muafi -yetler aslında ayırma prensibinin bir yansımasıdır. Ancak daha önce olduğu gibi ücretlilerden oran olarak da daha az vergi alın-ması mümkündür. Nitekim Anayasa Mahkemesi de bu yönde bir karar almıştır. (ÜSTÜN, s. 595) 12

11 Bu uygulamaya 1-1-2006 tarihinde 5479 Sayılı kanunla geçilmiştir. Bu tarihe kadar ücret gelirleri % 5 daha düşük vergilendiriliyordu.

12 AYM. , 15.10.2009 tarih ve E. 2006/95, K. 2009/144.

Page 62: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu54

Tablo 11: Türkiye’de Asgari Ücret Üzerindeki Yükle

Kaynak: Maliye Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkanlığı, Ekonomik Veriler Temmuz 2011. (kısaltılmıştır)

Yukarıdaki tabloda asgari ücret üzerinden yapılan kesintiler yer almaktadır. Tablodan takip edileceği üzere vergi dışı bırakıl-ması tartışılan asgari ücretteki bütün kesintiler dahil 2011 yılının birinci yarısı için 226 TL’dir, Bu da yaklaşık olarak % 28’e tekabül eder. Bunun bir kısmının asgari geçim indirimi vasıtasıyla geri ödendiği gerçeğini de unutmamak gerekir. Sosyal güvenlik gelir-lerinin ve ücretlilerden alınan gelirlerin çok büyük bir çoğunlu-ğunun asgari ücret geliri üzerinden alındığı da dikkate alınırsa, Türkiye’de asgari ücretten herhangi bir vergi ya da benzeri bir ke-sintinin yapılmaması düşünülemez. Halen yüksek olmasa da büt-çe açıklarını ortadan kaldıramamış olan ülkemizin kamu maliyesi dengesi böyle bir uygulamayı imkânsız hale getirmektedir.

Görüleceği üzere, Asgari Geçim İndirimi ve beş puanlık SGK prim indirimi uygulandığında bile asgari ücret üzerindeki

Page 63: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Vergi Yapısı ve Türkiye 55

maliyetin net ücrete oranı yaklaşık yüzde 50’ye yaklaşmıştır. Bu da bir reform ihtiyacını ortaya koymaktadır. Asgari ücretin vergi dışı kalmasına maliye tarafından sıcak bakılmasa bile, ücretlerin vergilendirilmesinde yeni bir düzenleme yapılmalıdır13

Türkiye ücretler üzerindeki vergi yükü ve sosyal güvenlik primi oranı (vergi takozu), OECD ülkeleri arasında en yüksek oranlardan birine sahiptir. Bu durum, büyük ölçüde kayıt dışı istihdam ve kayıt dışı ekonomiye neden olmaktadır. Bu nedenle, ücretler üzerindeki sosyal güvenlik primi ve vergi yükü azaltıl-malıdır (MÜSİAD, s. 196)

Tablo 12: Bazı AB Ülkelerinde Ücretlilere Uygulanan En Az Geçim İndirimi Tutarları

Ülkeler Euro (€)

Ülkeler Euro (€)

Ülkeler Euro (€)

Ülkeler Euro (€)

Avusturya 10.000 İrlanda 1.580 Almanya 7.665 Slovakya 2.258

Belçika 5.780 Lüksemburg 9.750 Macaristan 5.904 İspanya 3.400

Çek Cumh. 1.283 Hollanda 1.894 İtalya 7.500 İsveç 1.217

Danimarka 5.039 Portekiz 224 İrlanda 1.580 İngiltere 7.241

Kaynak: Türkay, s. 17. (kısaltılmıştır)

Tablo incelendiğinde asgari geçim indiriminin sembolik ol-maktan çok öte bir anlam taşıdığı dikkat çeker. Aralarında her-hangi bir uyum olmasa da önemli ölçüde gelirin asgari geçim in-dirimi çerçevesinde vergi dışı tutulduğu bir gerçektir. Türkiye’de ise başlangıç aşamasında olsa da uygulanmaya başlamış olması önemli bir gelişmedir. Bu yüzden ayrıntı denebilecek böyle bir konunun Türkiye açısından sorun teşkil etmeyeceği düşünül-mektedir.

Ülkemizde gerçek usulde elde edilen ücret gelirlerine 2008 yılında uygulanmaya başlanan asgari geçim indirimi sisteminin iyi anlaşılabilmesi için, bazı ülkelerdeki ücretlilere uygulanan asgari geçim indirimi tutarlarına bakmakta fayda vardır. Diğer ülkelerdeki vergi dışı kalan asgari geçim indirimi tutarları pa-rasal olarak aşağıdaki tabloda da görüldüğü üzere son derece

13 Resul KURT, Asgari Ücret Vergi Dışı Kalmalı Mı? Dünya Gazetesi, 31.12.2010

Page 64: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu56

yüksektir. Ancak, sistemin Türk vergi sistemine yeni girmesi açı-sından tutar olarak düşük de olsa başlangıç açısından son derece olumlu bir gelişmedir (Türkay, s. 17)

Türkiye’de uygulanmakta olan asgari geçim indiriminde bu şekilde rakamsal bir sınırlandırma yoktur. Ancak kişinin eşinin çalışıp çalışmadığı ve çocuk sayısı dikkate alınarak hesaplanan vergi indirimi, asgari ücretten alınan verginin tamamının indi-rilmesine izin verilmekte, aynı husus asgari ücrete uygulanan vergi miktarı ile sınırlı olmak kaydıyla bütün ücretlileri de kap-samaktadır.

Bir hesaplama yapmak gerekirse; 2011 için 101.5514 TL ola-rak hesaplanan asgari ücret yıllık olarak 1.218 TL olarak hesap-lanmakta, bunu da Euro’ya çevirdiğimizde, yaklaşık olarak 500 Euro etmektedir. Bu indirimin Avrupa Birliği ülkeleriyle kıyas-lanmasında çok düşük olduğu dikkat çekmektedir. Ancak bu sistemin uygulanıyor olmasının yanında Türkiye’deki ücretle-rin Euro cinsinden Avrupa Birliği ülkelerine göre düşüklüğü de dikkate alındığında, bir başka deyişle yüzde kıyaslaması yapıl-dığında aynı yorumun yapılamayacağı açıktır. Öte yandan ikti-sat biliminin temel yaklaşımlardan birisi de marjinal fayda kav-ramıdır. Türkiye’de asgari ücretin düşüklüğünün asgari geçim indiriminin marjinal faydasını artırdığını da göz ardı etmemek gerekir.

Ücretler üzerindeki vergi yükü ve sosyal güvenlik pirimi oran % 42,8 ile OECD ülkeleri içinde en yüksek orandır. Bu du-rum, büyük ölçüde kayıt dışı istihdam ve kayıt dışı ekonomiye yol açmaktadır. Alınacak tedbirler ne olursa olsun, bu şartlarda çalışanflanları kayıt altına almak mümkün olmayacaktır. Bu ne-denle, ücretler üzerindeki sosyal güvenlik primi ve vergi yükü toplamı % 25’i geçmeyecek şekilde aşamalı olarak azaltılmalıdır (MÜSİAD-2007, s. 23).

Ancak bu konuda gelişmeler de yok değildir. Maliye Bakanı’nın 2011 Bütçe Sunuş konuşmasında verdiği bilgilere göre 2002 yılında brüt ücretin yüzde 19,5’i oranında olan sigorta primi işveren hissesi oranını 2008 yılında 5 puan azaltarak yüzde 14,5’e

14 http: //www. gib. gov. tr/fi leadmin/beyannamerehberi/2011_Ucret_Kazanclari. pdf

Page 65: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Vergi Yapısı ve Türkiye 57

indirilmiştir. 2008 yılında, asgari geçim indirimi müessesesinin gelir vergisi sistemimize dahil edilmesiyle birlikte ücretliler üze-rindeki prim ve vergi yükünü önemli ölçüde azaltılmıştır. Buna göre, evli ve iki çocuklu ortalama ücretli üzerindeki prim ve vergi yükü toplamı sıralamasında OECD ülkeleri arasında 2002 yılında yüzde 42,5 oranıyla en yüksek sırada yer alan ülkemiz şimdi 7 ba-samak gerileyerek yüzde 36,2 oranıyla 8’inci sıraya inmiştir.

Asgari geçim indirimi uygulaması sayesinde asgari ücret üzerindeki vergi yükünü bazı mükellefl er için sıfırlanmıştır. 2002 yılında yüzde 9,4 olan asgari ücretli üzerindeki gelir vergisi yükü; evli ve 4 çocuklu çalışanlarda sıfıra, bekar ve çocuksuz çalışanlar-da yüzde 5,2’ye, evli ve iki çocuklu olanlarda ise yüzde 2’ye inmiş-tir (Maliye Bakanı 2011 Bütçe Sunuş Konuşması, s. 47-49).

Tablo 13: OECD Ülkelerinde Ücretlerde Ortalama Vergi Yükü

Kaynak: Maliye Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkanlığı, Ekonomik Veriler Temmuz 2011.

Page 66: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu58

Birçok Avrupa Birliği üyesi ülkelerin de yer aldığı tabloda Türkiye sahip olduğu yüksek oranla dikkat çeker. Asgari Geçim İndiriminin uygulandığı 2008’de bir miktar düşse de ilk sıralar-daki yerini korumaya devam etmiştir. İşsizlikle mücadele, re-kabet gücü elde etme ve yabancı yatırımların ülkeye çekilmesi için işgücü üzerindeki yükün hafi fl etilmesi ya da en azından başka alanlara kaydırılması gerekmektedir. Günümüzde yeni yaygınlaşan ancak Türkiye’de uygulaması pek olmayan çev-re vergileri bir alternatif olabilir. Bu vergiler daha çok yüksek gelirli kişiler tarafından ödenmektedir. Emek üzerinden alınan vergiler de daha çok düşük gelirli kişilerin gelirleri üzerine uy-gulanır. O halde bu uygulama “ayırma prensibi”nin de hayata geçirilmesine katkıda bulunacaktır. Unutmamak gerekir ki gü-nümüzde en fazla yabancı yatırım çeken Çin’in diğer ülkelere bariz üstünlüğü işgücü maliyetlerinin son derece düşük olma-sıdır.

1.4. SERMAYE ÜZERİNDEN ALINAN VERGİLER

Sermaye üzerinden alınan vergiler kurumların sadece kar-ları üzerinden alınan vergileri değil, işletmelerin ödedikleri em-lak vergisi, motorlu taşıtlar vergisi ödenen değişik harçları da içerir. Bu vergilere hane halkının ödediği gayri menkul gelirleri gibi gelirler üzerinden alınan vergiler de dahildir. Geniş anlam-da sermaye üzerinden alınan vergilere aşağıdaki vergileri dahil edebiliriz:

Kişi ya da hane halkı tarafından elde edilip elde tutulan ka-• zançlar

Şirketlerin gelir ya da karlarına uygulanan vergiler (gelir-• kurumlar vergisi ile menkul sermaye iradı)

Elde tutulan diğer gelirlere uygulanan vergiler (emlak vergisi, • gayrimenkul sermaye iradı)

Piyango ve diğer ivazsız iktisaplara uygulanan vergiler (vera-• set ve intikal vergisi)

Page 67: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Vergi Yapısı ve Türkiye 59

Elde tutulan diğer sabit sermayeye uygulanan vergiler • (Euro-pean Commission-2011, s. 385-386)

Sermaye üzerinden alınan vergilerin en önemlisi şüphesiz kurumlar vergisidir. Buna rağmen Birlik düzeyindeki en önemli vergi değildir. Bu vergi 2009 yılı itibariyle Avrupa Birliği içeri-sinde GSYH’nin % 2.7’sini teşkil etmektedir ve birkaç ülke ha-riç GSYH payı itibariyle toplam vergilerin % 4’ünden daha azı-nı teşkil etmektedir. Ancak Malta’da % 6.7, Kıbrıs’ta % 6.5 ve Lüksemburg’ta % 5.5 ile bu oranın üzerinde bir pay söz konu-sudur. 2008 ile karşılaştırıldığında % 0.6’lık bir azalma yaşan-dığı da dikkat çeker. Zira 2008’de Avrupa Birliği ortalaması % 3.3 idi. Bunun nedeni Avrupa Birliği ekonomilerde krizin etki-siyle 2008’de başlayan kötüye gidişin 2009’da da devam ediyor olmasıdır. Ancak bazı ülkelerde bu oransal durum ortalamanın hayli üzerindedir. Örneğin Litvanya için-1.6, Fransa için-1.5 ve Hollanda için-1.3’tür. Öte yandan bazı ülkelerde sermaye üzerin-den alınan vergilerin oranı GSYH payı olarak % 10’un üzerinde-dir. Örneğin, İtalya % 11.2 Malta % 10.9 İngiltere ve Lüksemburg % 10.5 orana sahiptir (European Commission-2011, s. 129).

1.4.1. Avrupa Birliğinde Sermaye Üzerinden Alınan Vergiler

2008’e kadar yükselme trendi gösteren sermaye üzerinden alınan vergiler, bu dönemde yaşanan kriz ve yapılan indirimler dolayısıyla azalma eğilimine girmiştir. Bunlardan en önemlisi olan kurumlar vergisi oranlarda azalmaya rağmen, 2003-2007 arasında istikrarlı bir şekilde büyümüştür. Krizin etkili olmaya başladığı 2008’de ise AB-27’de bir önceki yıla göre ortalama ola-rak % 0.2 ile çok az bir azalma yaşanmıştır. Benzer bir durum işletmeler üzerinden alınan diğer vergiler için de söz konusudur. 2008’de AB-25’te sermaye üzerinden alınan ve işletmelerin ticari kazançları üzerinden alınan vergilerde azalma % 0.8 olarak ger-çekleşmiştir (European Commission, 2010, s. 3).

Page 68: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu60

Tablo 14: Avrupa Birliği Ülkelerinde Kurumlar Vergisinin GSYH’ye Oranı

Türkiye’ye ilişkin bilgiler gelirler. gov. tr sayfasından alınmıştır

Kaynak: European Commission-2011, s. 300

Türkiye’de ise toplanan vergilerin GSYH’ya oranının nis-beten düşük olduğu dikkat çekmektedir. Bu ise Avrupa Birliği muhtemel tam üyelik öncesi bir sorun teşkil etmeyeceği anlamı-na gelir. Zira dört serbest dolaşımdan birisi olan sermayenin ser-best dolaşımı üzerinde etkili olan kurumlar vergisinin bu açıdan olumsuz bir etki meydana getirmeyeceği düşünülmektedir. Öte yandan benzer oranların Türkiye dışında bazı Avrupa Birliği ülkelerinde de var olduğu bu fi kri destekleyen diğer bir kanıt-tır. Avrupa Birliği’nin sermayenin serbest dolaşımı açısından önemsediği kurumlar vergisi alanında yaptığı sınırlı düzenleme Avrupa Birliği ülkeleri arasında önemli farklılıklar meydana ge-tirmektedir. Ancak birkaç ülke göz ardı edilirse farkın çok büyük olmadığı sonucuna varılabilir.

Page 69: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Vergi Yapısı ve Türkiye 61

Tablo 15: Sermaye Üzerinden Alınan Vergilerin GSYH’ye Oranı

Kaynak: European Commission-2011, s. 336

Yukarıda yer alan tablo ise sermaye üzerinden alınan ver-gilerle ilgilidir. Bu konuda önde gelen ülkeler, İngiltere, Malta, Kıbrıs, Lüksemburg, İtalya, İspanya ve İrlanda’dır. Bu ülkelerde sermaye vergilerinin patı 1/4’ten daha fazladır. Kıbrıs ve İrlanda dışındaki ülkelerde kurumlar vergisinin üst oranı % 30’lar civa-rındadır. Oysa AB-27’nin ortalaması % 23.6’dır. Estonya, İsveç, Macaristan, Slovenya ve diğer iki Baltık ülkesinde sermaye üze-rinden alınan vergilerin toplam vergiler içerisindeki payı 1/7 kadardır. Bu miktar Avrupa Birliği ortalamasının altındadır (European Commission, 2010, s. 8).

Sermaye üzerinden alınan vergilerde yasal oranlardaki azalmalar süreç içerisine daha az gelir olarak dönebilir. 2007’ye kadar yükselen vergi gelirlerinin bu dönemden sonra azalması

Page 70: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu62

yaşanan konjonktürle ilgilidir. Yönetimlerin sıklıkla indirimlere konu olan kurumlar vergisinin tabanını genişletme eğiliminde oldukları gözükmektedir. Bu durumda zararlı vergi rekabetini sınırlamak için Avrupa Birliği düzeyinde alınan bir dizi tedbi-rin de etkisi olmuş olabilir (European Commission, 2010, s. 3).

Avrupa Birliği’nde sermaye üzerinden alınan vergilerde son yıllarda bir gelişme trendinden bahsedilebilir. Bunun bazı nedenleri vardır:

Öncelikle son 20 yıldır dünyada sermaye hareketliliği art-mıştır. Bu sermaye hareketliliği doğrudan yatırım yanında port-föy işletmeciliğini de kapsamaktadır. Siyasiler yüksek oranlı vergilerin bu sermayelerin ülkelerine çekilmesi açısından sorun teşkil ettiğini, dolayısıyla her iki tür sermayenin de gerek içerde gerekse dış yatırımların açısından teşvik edilmesi gerektiğinin farkına vardılar.

İkinci bir neden vergi rekabetidir. Zira vergi yatırım ka-rarlarını etkileyen bir maliyettir. Elbette yüksek oluşu sermaye hareketliliği üzerinde olumsuz etkide bulunacaktır. Özellikle de Avrupa Birliği’nin kendi içerisinde sermaye hareketliliğini kısıt-layacaktır. Bu vergilerin yüksek olması ücretleri ve ücret üzerin-den alınan vergiler üzerinde de olumsuz etki meydana getirebi-lir. Zira yüksek vergiler sermaye birikimi ve verimlilik üzerinde negatif etki meydana getirir. Bu da ücretler üzerinde baskı oluş-turur (European Commission-2011, s. 129).

Başka bir neden sermaye hareketlerinin hızlı mobilitesidir. Bu durum ilgili ülkenin vergi değişmelerinde önemli düzeyde etkili olabilmektedir. Son yıllarda daha da artan düşük kurum-lar vergisi oranları gelir vergisi olumsuz etki meydana getirdiği hususunda endişeler söz konusudur. Diğer bir sebep ise serma-ye hareketliliğindeki mobilite vergi rekabeti sonucu bu vergiler-den alınan vergileri daha da azaltacağı yönündedir (European Commission, 2010, s. 35).

Page 71: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Vergi Yapısı ve Türkiye 63

Grafi k 4: Sermaye Üzerinden Alınan Vergilerin Toplam Vergiler İçerisindeki Yeri (2009)

Capital and business income: sermaye ve iş gelirler

Stocks of capital: sermaye stoklarından alınan vergiler

Kaynak: European Commission-2011, s. 76

Grafi kte yer alan alttaki panelde sermaye üzerinden alınan vergilerdeki ülkeler arası değişim gösterilmektedir. Sermaye üzerinden alınan vergilerin en fazla Malta’da olduğu dikkat çeker. Yukarıdaki ülkelerin bazıları, kurumlar vergisi oranla-rını Avrupa Birliği ortalamasının üzerine çıkarmıştır. 2009’da sermaye üzerinden alınan vergilerde en alt sırada yer alan ülke ise Estonya’dır. Bu durum özellikle vergi muafi yeti uygulama-ları yanında kurumlar vergisindeki düşüklükten kaynaklanır. Vergilerin bileşiminde sermaye ve gelir üzerinden alınan vergile-rin genel olarak sermaye stokları ve zenginlik artışından alınan-lardan daha yüksek seviyededir. Burada tek istisna Fransa’dır. Zira bu ülkede 2009 yılında ve stok artışlarını ifade eden servet üzerinden alınan vergiler bireysel ve kurumsal işletmelerin gelir artışından daha fazla artış yaşanmıştır. Bu vergilerin yeni üye ül-kelerdeki vergilere oranı AB-15’in oldukça gerisindedir. Bunun nedeni bu ülkelerde sermaye stoklarının verimliliğindeki düşük-lüktür (European Commission-2011, s. 78).

Page 72: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu64

Tablo 16: 1995-2011 Arası Avrupa Birliği Ülkelerinde Kurumlar Vergisinde Yaşanan Değişim

Kaynak: European Commission-2011, s. 130

Bu dönemde uygulanagelen diğer bir politika ise indirim, muafi yet ve istisnaların sayılarındaki azalmadır. Bu uygulama Avrupa Birliği içerisinde alınan ve işletmeler üzerindeki vergi-lerin azaltılması ve indirinlerin oranlar vasıtasıyla yapılması ile ilgili aldığı ortak kararların bir sonucudur (Code of Condact). Zira bu dönemde özel sektörün teşviki, devletin ekonomideki iş-levinin sınırlandırılması ve devlet yardımlarının azaltılması dü-şüncesi hakimdi. Ancak son dönemlerde krizin de etkisiyle bazı üye ülkelerde vergi tabanını genişletmeye dönük politikaların uygulamaya koyulduğu dikkat çekmektedir. Örneğin Belçika’da uygulanmakta olan ACE (allowance for corporate equity) böyle bir politikanın ürünüdür.

Page 73: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Vergi Yapısı ve Türkiye 65

Tablo 17: Üçüncü Ülkelerdeki Yapı-1995-2011

Non-EU Countries: Avrupa Birliği Üyesi Olmayan Ülkeler

AU: Avustralya, CA: Kanada, CH: Çin, JP: Japonya, IS: İzlanda, NO: Norveç, US: Amerika

BRIC: (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin)

Kaynak: European Commission-2011, s. 131

Yukarıdaki tablo da Avrupa Birliği ve OECD üyesi olmayan ve BRIC (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin) olarak bilinen geliş-mekte ülkelerin kanuni kurumlar vergisi oranını göstermekte-dir. . Tabloda sadece kurumlar vergidinde yer alan oranlar yer almaktadır. Bunların yanında çeşitli ek ve yerel vergiler de söz konusudur. Bazı ülkelerde kar payı üzerinden vergi alınırlen di-ğer bazı ülkelerde vergi oranlarında sektörel farklılıklar söz ko-nusudur.

Tabloda sadece üs vergi oranları yer almaktadır. Bazı üye ülkelerde düşük ya da özel vergi oranları da uygulanmaktadır. Son on yıl içinde, Birliğin kurumsal vergilendirme içinde iki eğilim belirgin oldu. Bunlardan birincisi üye ülkelerde kurum-lar vergisinde düşüş yönünde olmuştur. 1995 2010 döneminde Avrupa Birliği’nde ortalama kurumlar vergisi % 12.1 olarak ger-çekleşmiştir. Bu durum 1980 sonrası ortaya çıkan ve kurumlar vergisinde indirimi öngören global politikaların bir sonucudur.

Page 74: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu66

İkinci bir özellik İstisna ve muafi yetlerdeki azalmadır. Bu aslında oranlarında olmasa da vergi tabanında bir birliktelik sağlama amacına dönük Avrupa Birliği’nin ortak bir kararıdır. Amortismanların ve kanuni indirimlerin azaltılması vasıtasıyla kurumlar vergisinin tabanının genişletilmesi yönünde de bazı üye ülkelerde eğilimler olduğu bir diğer özelliktir.

Avrupa Birliği’nin ortak olarak uygulamaya çalıştığı di-ğer bir politika ise vergilerin kanuni olarak Avrupa Birliğini kurumlar vergisi açısından düşük vergi oranlarının uygulan-dığı bir alan haline getirme yönündedir. Avrupa Birliği ortala-ma olarak % 23.2’lik seviyesi ile İsviçre Rusya ve İzlanda hariç OECD ve BRIC ortalamasının altında yer almaktadır (European Commission, 2010, s. 37).

Sermaye üzerinden alınan hem işletme hem de hane halkı düzeyinde bir takım vergileri içerir; damga vergisi fi nansal hare-ketler ve sermaye hareketleri üzerinden alınan vergiler araç tes-cillerinden alınan vergiler, arsa arazi ve bina üzerinden alınan vergiler sermaye gelirleri üzerinden ödenen bireysel gelir vergi-si, kurumların gelir ya da kar payı üzerine uyguladıkları vergiler ve veraset ve intikal vergisinde olduğu gibi sermaye transferleri-ne uygulanan vergiler bu kapsamdadır (European Commission, 2010, s. 38).

Dikkat çektiği üzere Avrupa Birliği ülkelerinde kurumlar vergisinde oranlarda bir azalma eğilimi söz konusudur. Çeşitli yerel düzeyde vergiler ve ek bazı yükümlülük konmasına karşın AB-27’de bu vergini oranı 1995’ten 2011’e % 12.2 azalmıştır. Bu indirim 1980 sonrası dönemde uygulanagelen politikaların bir devamıdır ve sadece Avrupa Birliği ülkelerinde değil, dünyanın pek çok ülkesinde dönemin ekonomi politikasının bir gereği ola-rak uygulanmıştır.

Avrupa Birliği düşük kurumlar vergisi politikası uygula-maktadır ve halen % 23.1’lik ortalama ile birçok OECD ülkesi ve BRIC ülkesinden daha düşüktür. Buna karşın Avrupa Birliği üyesi olmayan İsviçre, Rusya ve İzlanda Avrupa Birliği ortala-masının altında bir vergi yüküne sahiptir. Bu şekilde yapılan vergi yükü hesaplamalarında ülkeler arasında önemli düzeyde farklılıklar izlenmektedir. Efektif vergi yükü ise daha sağlıklı so-

Page 75: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Vergi Yapısı ve Türkiye 67

nuçlar verir. Zira bu kavram vergi yükünün vergilendirilebilir sermaye vergisi tabanını dikkate alınarak hesaplanılmasını esas alır. Daha gerçekçi sonuçları içeren bu kavram açısından ince-lendiğinde de aslında üye ülkeler açısından önemli farklılıklar görülür (European Commission-2011, s. 131).

Aşağıdaki tabloda Avrupa Birliği ülkelerinde vergi yükü efektif olarak fi nansal sektör hariç olmak üzere belirlenmiştir. 2010 için bu oran AB-27’de % 21.8’dir. Ancak tek tek dikkate alın-dığında burada da önemli farklılıklar olduğu dikkati çeker. % 8.8 ile Bulgaristan en düşük orana sahipken Kıbrıs % 10.6, Litvanya 12.7 oranı ile son üç sırada yer alır. En yüksek üç ülke ise % 41.5 ile Yunanistan ve bunu % 32.8 ile İspanya ve % 32.2 ile Malta’nın ta-kip ettiği dikkat çeker. Malta hariç yeni üyelerde bu oran % 20’nin altındadır ve bu ülkelerin ortalaması % 16.4’tür. Eski üyelerden ise İrlanda, Danimarka ve Avusturya hariç bu oran % 23’ün üze-rindedir ve bu ülkelerin ortalaması ise, % 26.2’dir.

Tablo 18: Finansal Sektör Hariç Avrupa Birliği Ülkelerinde Vergi Oranları

Kaynak: European Commission-2011, s. 133

Page 76: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu68

Efektif oranlarda da Avrupa Birliği ülkelerinde 10 yılı aşkın bir süredir azalma eğilimi söz konusudur. Yine aynı dönemde hem eski hem de yeni üyelerde vergi indirimleri üzerinde yo-ğunlaşılmış, eski üyeler üye olduktan sonra Avrupa Birliği’nin bu politikasına uyum göstermiştir. Ancak bu süreç 2009’da tersine dönmüştür. Zira ilgili yıl krizin en etkili olduğu yıldır. Genellikle bir artıştan söz edilebilir, ancak bazı ülkelerde azalış trendi devam etmiştir

Genel bir değerlendirme yapmak gerekirse eski üyelerin daha yüksek, yeni üyelerin daha düşük ama değişken olduğu söylenebilir. Ancak, kurumlar vergisinde yaşanan bu düşüş eği-limini bütün vergiler ve Avrupa Birliği’nin efektif vergi yükü için söyleyemeyiz (European Commission-2011, s. 132).

1.4.1.1. Finansal Sektörün Vergilendirilmesi

Finansal sektörün vergilendirilmesi Uluslararası düzeyde tartışmalı bir konudur. Bunun iki temel nedeni vardır. Bir taraf-tan sektörün vergilendirilmesi krizle mücadeleye pozitif katkı yapacağı ve potansiyel krizleri azaltacağı varsayımı, diğer ta-raftan fi nansal sektörün vergilendirilmesinin çifte vergilendir-me oluşturabileceği yönündedir (European Commission, 2010, s. 45).

Kriz döneminde fi nansal sektörün vergilendirilmesi ile il-gili yeni ve önemli gelişmeler olmuştur. Yayınlanan bir raporda konu iki yönlü olarak tartışmaya açılmıştır. Bir taraftan fi nan-sal sektörün vergilendirilmesinin krizle mücadelede etkinlik sağlayacağı derinleşmesinin önleneceği, diğer yandan kar payı vergilendirilmesi ile gelir oluşturarak krizle daha etkili müca-dele edebilecek bir araç olarak görülmektedir. Avrupa Konseyi fi nansal piyasaları canlandırıcı politikaları güvenli ve küresel düzeyde uygulanabilir bir strateji ortaya koyan bir kararı be-nimsemiştir. Staff Working Document (SEC(2010) 409) isimli bu kararda potansiyel yenilikçi fi nansal kararlar, ki bu düzen-lemenin kamusal gelirleri artırıcı veya özel sektörden yararla-

Page 77: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Vergi Yapısı ve Türkiye 69

narak tamamlayıcı olması, mevcut uygulamalar yanında yeni uygulamalara da açık olması düşüncesiyle değerlendirmeye alınmıştır.

Mart 2010’da Parlamento bu öneriyi benimsemiştir. Parlamento krizle mücadele amaçlı olarak yeni bazı fi nansal araçların kullanılmasını da tavsiye etmiştir. Benzer tartışmalar diğer bazı Uluslararası kurumların da gündemine gelmiş, G-20 Haziran 2010’da konuyu gündemine almıştır. IMF’nin önerisi Finansal İstikrara Katkı “Financial Stability Contribution” (FSC) ve Finansal İşlemler Vergisi Financial Activities Tax” (FAT) kon-ması yönünde olmuştur.

Avrupa Komisyonu ise, Finansal piyasaların global düzey-de gelişmesini destekleyen Financial Transactions Tax (FTT)’ı Avrupa Birliği seviyesinde de Financial Activities Tax (FAT)’ın uygulanmasını değerlendirmeye almıştır. Eğer Avrupa Birliği seviyesinde uygulaması dikkatli dizayn edilirse bu vergilerin Avrupa Birliği ülkelerine önemli düzeyde vergi geliri sağlaya-cağı ve fi nansal piyasalara istikrarın gelmesine yardım edeceği varsayılmaktadır (European Commission-2011, s. 140).

1.4.1.2-Sermaye Üzerinden Alınan Vergilerin Tabanı

Sermaye vergisinin tabanı üye ülkeler itibariyle farklılıklar göstermektedir. Ancak bütün üye ülkeler için söylenebilecek or-tak şey vergi tabanlarının yüksekliğidir. Üye ülkelerde bu oran genel olarak % 20 ile 35 arasında değişmektedir. Ancak en düşük oran % 13.5 ile Danimarka’da iken, İrlanda ve Polonya % 40’larla en üstte yer alır. (European Commission-2011, s. 138).

Tablodan izleneceği gibi sermaye vergilerinin tabanı üye ülkeler arasında önemli değişiklikler göstermektedir. Bu yelpa-ze genel olarak % 25-35 arasında değişmekle birlikte % 16.6 ile Danimarka en altta yer alırken, Yunanistan % 40 ile en sermaye tabanı en geniş ülkedir (European Commission, 2010, s. 43).

Page 78: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu70

Tablo 19: Sermaye Vergisi Tabanının GSYH’ye Oranı-1995-2009

Kaynak: European Commission-2011, s. 139

2000-2009 Dönemi için bazı ülkelerde bu oranın fazla değiş-mediği dikkat çeker. 2008 ve 2009 Döneminde Polonya, Belçika ve Fransa’da daha dalgalı olduğu da dikkat çeken diğer husustur. İkinci grup ülkede ise sermaye vergisinin tabanında bir aşınma-dan bahsedilebilir. Bu ülkeler Almanya ve Avusturya’dır. Diğer bir takım ülkelerde de benzer azalmalar yaşanmıştır. Ancak bu ülkelerde sermaye vergisi tabanı nisbi olarak değişmemiş ol-masına karşın vergi gelirlerinde bir azalmadan söz edilebilir. Yunanistan, Hollanda, Slovakya, Finlandiya ve İsveç bu grup-tadır. Diğer ülke grubunda ise bir taraftan vergi tabanı büyü-müş, diğer taraftan da vergi gelirleri artmıştır. Çek Cumhuriyeti, İrlanda, Litvanya, Macaristan Slovenya ve İngiltere bu kapsam-dadır. Son grup ülkede ise sermaye üzerinden alınan vergiler artmasına karşın, vergi tabanının GSYH’ye oranının azaldığı gö-rülür. Danimarka, Estonya, İspanya, İtalya, Kıbrıs ve Latviya bu kapsamdadır (European Commission-2011, s. 138-139).

Page 79: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Vergi Yapısı ve Türkiye 71

Tablo 20: Sermaye Vergilerinin Toplam Vergi Gelirleri İçerisindeki Pay

Kaynak: European Commission-2011, s. 337

Sermaye üzerinden alınan vergilerin Avrupa Birliği ülkele-ri arasında 2009 yılı itibariyle önemli yekün teşkil ettiği görül-mektedir. Bu alanda Malta, İngiltere ve Lüksemburg ilk üç sırayı paylaşmaktadır. Ortalama % 20’lerde bir vergi yükü söz konu-sudur ve % 10’un altında paya sahip olan sadece iki ülke vardır. 1995’ten bu yana sermaye üzerinden alınan vergilerde genel bir azalmadan söz edilebilir, ancak artan ülkeler de vardır. Bunun nedeni ise 1980’li yıllardan itibaren önem kazanmaya başlayan küresel sermayenin ilgili ülkelere çekilmesi düşüncesiyle bu dö-nemde ortaya çıkan vergi rekabetidir. Avrupa Birliği her ne kadar kendi içerisinde vergi uyumunu esas almışsa da gerek doğrudan gerekse portföy yatırımlarını cezbetmek için hem Avrupa Birliği üyesi ülkeler kendi aralarında, hem de diğer ülkelerle mücadele içerisine girmişlerdir.

Page 80: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu72

1.4.2. Türkiye’de Finansal Kesim

Finansal sistem, fon kullanan yatırımcılar ile fon arz eden tasarruf sahipleri arasındaki akımı düzenleyen aracı kurum ve kuruluşlar ile fon akımını sağlayan yatırım ve fi nansman araçla-rından bunları düzenleyen hukuki ve idari yapıdan oluşan orga-nik yapıyı ifade eder. Diğer bir deyişle fi nansal sistem, fon kulla-nan girişimciler ile fon arz eden tasarruf sahipleri arasındaki akı-mı düzenleyen kurumlar, akımı sağlayan yatırım ve fi nansman araçları ile bunları düzenleyen hukuki ve idari kurallardan olu-şan yapıdır. Bir ülkenin sosyal ve iktisadi açıdan kalkınabilmesi için güçlü ve sağlam bir fi nansal sisteme sahip olması gerekir. Sermaye piyasası, orta ve uzun vadeli kaynak ihtiyacı olanlarla, tasarrufl arını değerlendirmek isteyenleri buluşturan piyasadır. Araçları hisse senedi, tahvil, hazine bonosu, fi nansman bonosu gibi menkul kıymetlerdir (Vergi Konseyi 2004, s. 18).

Bankacılık sektörü•

Özel Finans kurumlar (katılım bankaları)•

Sigortacılık sektörü•

Sermaye piyasası aracı kurumları•

Diğer kuruluşlar (leasing, faktöring, tüketici fi nansman • şirketleri, yatırım ortaklıkları ve yatırım fonları)

Sermaye Piyasası Enstrümanları

Hisse senetleri•

Tahvil ve bono•

Repo ve ters repo•

Vadeli işlem ve opsiyon araçları•

Mevduat (TUNCER, Türkiye’de, s. 2-3). •

Bu enstrümanlar dikkate alındığında ilgili işletmeler şu te-mel vergilerle karşı karşıyadır:

Yapısına göre gelir ya da kurumlar vergisi•

Banka ve sigorta muameleleri vergisi•

Diğer yükümlülükler (çeşitli harçlar, damga vergisi)•

Genel olarak bakıldığında vergi sistemimizin ve özelde

Page 81: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Vergi Yapısı ve Türkiye 73

Gelir Vergisi Kanununun menkul kıymetlerden elde edilen ge-lirleri üç grup içerisinde tanımlayarak vergilemeyi amaçladığı söylenebilir:

1. Doğrudan menkul kıymetlerden elde edilen gelirlerin menkul sermaye iradı olarak vergilendirilmesi,

2. Menkul kıymetlerin elden çıkarılması dolayısıyla elde edilen gelirlerin değer artışı kazancı (diğer kazanç ve irat) olarak vergilendirilmesi,

3. Gelir menkul kıymetlerden elde edilmesine karşın, elde edildiği organizasyon dikkate alınarak ticari kazanç veya kurum kazancı olarak vergilendirilmesi (Tuncer, s. 34).

1.4.2.1. Türkiye’de Sermaye Üzerinden Alınan Vergiler

Türkiye’de sermaye üzerinden alınan vergiler Avrupa Birliği ile paralellik gösterir. Bir başka deyişle kurumlar üzerinden alı-nan kurumlar vergisi, geniş anlamda sermaye olarak kabul edilen menkul ve gayri menkullere uygulanan vergi, yine geniş anlamda sermaye içerisinde değerlendirilen veraset ve intikal vergisi, em-lak vergisi gibi servet vergileri bu kapsamda yer alır.

Türkiye’de Avrupa Birliği’nin yaptığı bu ayırıma göre ser-maye üzerinden alınan en önemli vergi fi nansal piyasalar üzeri-ne uygulanan vergilerdir. Ülkemizde menkul sermaye iradı adı altında Gelir Vergisi Kanunu 75 ve devamında düzenlenmiştir. Bu gelirler daha çok stopaj yöntemiyle vergilendirilmektedir. Ancak burada yer alan gelirlerin tamamı da sermaye üzerinden alınan vergi kapsamında değerlendirilemez.

2004 yılı sonunda kabul edilen 5281 sayılı Kanunla Gelir Vergisi Kanunu’na eklenen Geçici 67. madde hükmü ile MSİ gelirlerinin beyanı ve vergilemesi rejiminde 2006 yılı başından itibaren geçerli olmak üzere köklü değişiklikler yapılmıştır. Bu değişiklik ve düzenlemelerle, çeşitli fi nansal araçlardan elde edilen getirilerin aynı oranda ve kaynakta vergilenmesi ve tica-ri faaliyetlere dahil olmayan gelirler için kaynakta yapılan bu vergilemenin nihai vergileme olması rejimi getirilmiştir. Ancak istisnalar vardır ve 01-01-2006 tarihinden önceki hak ve yüküm-lülükler devam etmektedir. Burada 01-01-2006 tarihinden önceki düzenlemeler dikkate alınmamıştır.

Page 82: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu74

GVK 75-1’e göre, “sahibinin ticari, zirai veya mesleki faali-yeti dışında nakdi sermaye veya para ile temsil edilen değerler-den müteşekkil sermaye dolayısıyla elde ettiği kar payı, faiz, kira ve benzeri iratlar menkul sermaye iradıdır. ”

Buradan anlaşıldığı üzere kişinin özel malvarlığına ait yu-karıdaki nitelikteki gelirler, menkul sermaye iradı olarak vergi-lendirilecektir. Eğer ticari bir işletme adına yapılıyorsa bu du-rumda ticari kazanç olarak vergilendirilecektir. Aynı husus zirai ve mesleki kazanç için de söz konusudur. Bu kapsamlarda de-ğerlendirildiğinde, zirai ya da mesleki kazancın elde edilmesin-de dikkate alınır.

Bunun dışında kişinin MSİ elde edebilmesi için sermayesi-ni bir başkasının işletmesinde değerlendirmesi gerekir. Bu kap-samda değerlendirilen gelirler açıklamasına girmeksizin aşağıda sayılmıştır.

Gelir Vergisi Kanununun 75 inci maddesine göre kaynağı ne olursa olsun aşağıda yazılı gelirler menkul sermaye iradı sa-yılmaktadır:

1. Her çeşit hisse senetlerinin kar payları (temettü gelirleri),

2. İştirak hisselerinden doğan kazançlar (Limited Şirket ortakları-nın, iş ortaklıkları, ortaklarının ve komanditerlerin kar payları ile kooperatifl erin dağıttıkları kazançlar),

3. Kurumların idare meclisi başkan ve üyelerine verilen kar payları,

4. Devlet tahvili ve Hazine bonosu faizleri ile diğer her türlü tahvil ve bono faizleri (Toplu Konut İdaresi, Kamu Ortaklığı İdaresi ve Özelleştirme İdaresince çıkarılan menkul kıymetler-den sağlanan gelirler dahil olmak üzere),

5. Her çeşit alacak faizleri,

6. Mevduat faizleri,

7. Hisse senetleri ve tahvillerin vadesi gelmemiş kuponlarının sa-tışından elde edilen bedeller,

8. İştirak hisselerinin sahibi adına henüz tahakkuk etmemiş kar paylarının devir ve temliki karşılığında alınan para ve ayınlar,

9. Her çeşit senetlerin iskonto edilmesi karşılığında alınan iskon-to bedelleri,

Page 83: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Vergi Yapısı ve Türkiye 75

10. Faizsiz olarak kredi verenlere ödenen kar payları ile kar ve za-rar ortaklığı belgesi karşılığı ödenen kar payları ve özel fi nans kurumlarınca kar ve zarara katılma hesabı karşılığında ödenen kar payları (Menkul kıymetler yatırım fonlarının katılma bel-gelerine ödenen kar payları dahil),

11. Repo gelirleri,

12. Tüzel kişiliği haiz emekli sandıkları, yardım sandıkları ile emeklilik ve sigorta şirketleri tarafından çeşitli adlarla yapılan ödemeler (G. İ. B 2011 Menkul Sermaye İradı Beyanname Düzenleme Rehberi, s. 1-2).

1.4.2.2. Menkul Sermaye İratlarında Vergilendirme Rejimi

5281 sayılı Kanunla GVK’ya eklenen geçici 67. madde hük-mü ile, 2006 yılı başından itibaren 31-12-2015 tarihine kadar (10 yıl), 01.01.2006 tarihi ve sonrasında elde edilen MSİ gelirleri üze-rinden, üçer aylık dönemler itibarıyla, ödemeyi yapan kurum ve kuruluşlarca (bankalar, özel fi nans kurumları-katılım bankaları-, aracı kurumlar, saklamacı kuruluşlar ve T. C Merkez Bankası) tevkifat yapılması benimsenmiştir.

Bu gelire ilişkin beyanname tevkifat dönemini izleyen ayın 20. günü akşamına kadar bağlı oldukları vergi dairesine (vergi sorumlusu sıfatı ile) beyan edilip aynı ayın 26. günü akşamına kadar ödenmesi gerekmektedir. Kesilen bu vergiler, muhtasar beyannameye dahil edilmez ve şekli Maliye Bakanlığı tarafından belirlenen ayrı bir beyanname ile ödenir.

Bu oran üzerinden tevkif suretiyle vergilendirilen gelir ve kazançların ayrıca GVK’nın 94 ve KVK’nın 24. maddelerine göre tevkifata tabi tutulmaz. Yabancı para cinsinden elde edilen gelir-lerde, % 15 oranının Bakanlar Kurulu tarafından % 20’ye kadar artırılabileceği de geçici 67. maddede hükme bağlanmıştır.

Sermaye üzerinden alınan diğer vergi ise gayri menkul ser-maye iradıdır. Gelir vergisinde geniş bir şekilde tanımlanmış olan kavram medeni kanundan farklı olarak bina arsa arazi dı-şında bazı malları ve “hakları” da kapsamaktadır. Uygulamada daha çok işyeri ve konut başta olmak üzere “geleneksel” gayri

Page 84: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu76

menkullere uygulanan vergi, özellikle büyükşehirler dışında çok ciddi takip edilemediğinden düşük düzeylerde tahsil edilebil-mektedir.

Emlak vergisi bir diğer sermaye üzerinden alınan vergidir. Yerel nitelik taşıyan vergi de belediyeler tarafından etkin bir şe-kilde tahsil edilememektedir. Bu verginin etkin tahsil edilebil-mesi için kira ya da emsal kiraya endekslenebilir. Örneğin yıllık emlak vergisinin bir aylık kira miktarında olması bir ölçü olarak dikkate alınabilir.

Veraset ve intikal vergisi yine benzer şekilde sermaye gelir-leri üzerinden alınan vergidir. Özellikle veraset üzerinden alı-nan vergilerde uygulamada etkinlik sorunu nedeniyle kaldırıl-ması gündeme gelmiştir. İntikal vergisinin ise tabanı son derece dardır. Bu yüzden etkin bir vergi değildir.

Bu alanda en etkin uygulanan vergi ise motorlu taşıtlar ver-gisidir. Zira kaydı ve takibi etkin bir şekilde yürütülmektedir.

Ancak bütün bunlar bir gerçeği değiştirmemektedir. Yukarıda 2011 bütçe verileri analizinde de değinildiği gibi Türkiye’de servet üzerinden alınan vergilerin oranının düşüklü-ğüdür. Avrupa Birliği ortalaması 5.9 iken Türkiye’de bu oranın ancak yarısı kadar bir miktar servet ya da servet transferleri üze-rinden alınabilmektedir.

Toplu bir değerlendirme yapmak gerekirse Türkiye yaklaşık % 10’luk kurumlar vergisi, % 3 kadar servetler üzerine uygulanan vergi ve menkul gayri menkullere uygulanan vergilerle sermaye üzerine uygulanan vergiler hususunda Avrupa Birliği’nin biraz üzerinde gözükmektedir. Ancak yukarıdaki tablodan da takip edileceği üzere Avrupa Birliği ülkelerine de bir uyumun olma-ması Türkiye’nin işini kolaylaştırmaktadır. Türkiye’nin özellikle servet üzerine uygulanan vergilerde reforma ihtiyacı vardır.

1.5. AVRUPA BİRLİĞİ ÜYESİ ÜLKELERDE ÇEVRE VERGİLERİ

Çevre vergileri İngilizce literatürde; genellikle “eco-taxes”, “green taxes” ya da “environmental taxes” olarak adlandırılmak-tadır. Çevreyi korumanın en etkili yollarından birisi; fi rmaların ve /veya bireylerin çevre tüketiminin maliyetine parasal olarak

Page 85: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Vergi Yapısı ve Türkiye 77

katılımlarının sağlanmasıdır. Bu sayede uygulamada bireyler ve/veya fi rmaların maliyetlerinin artması ile ilgililerin çevreyi kirletme düzeylerinde sağlanacak düşüşle elde edilen fayda çev-re vergileri aracılığı ile etkin bir şekilde gerçekleştirilmektedir (BİLGİN ve ORKUNOĞLU s. 80).

Çevre vergileri “kirleten öder”15 prensibinin uygulanması-nın en uygun aracıdır. Aynı zamanda Avrupa Birliği’nin çevre politikasının da bir unsuru olan bu prensibin arkasındaki te-mel gerçek çevresel maliyetlerin içselleştirilmesidir (Çelikkaya, s. 99).

Çevre üzerine konan vergilerde adem-i tahsis ilkesinden zi-yade tahsis ilkesi dikkate alınır. Bu da bu vergiyi harca yakınlaş-tırmaktadır. Çevre vergilerinde varolan diğer bir özellik ise mali amaç yanında mali olmayan bir amaç da gütmesidir. Örneğin ül-kemizde uygulanmakta olan ve petrol ürünlerinden alınan ÖTV bir taraftan mali amaç güderken, diğer taraftan çevreye verilen zarara bir karşılık ve maliyeti yüksek olan yol yapımına katkıda bulunması açısından hem tahsis işleminin dolaylı olarak işletil-diği, hem de mali olmayan bir amaca dönük olduğu ortadadır. Ancak böyle de olsa buradan elde edilen gelirler harç gibi ilgi-li kuruluşun emrinde kullanılmaması ve genel bütçe içerisinde değerlendirilmesi nedeniyle fi ilen mali amacın baskın olduğunu göz ardı etmemek gerekir.

Bu vergilere genellikle iktidarlar karşı çıkarlar, buna karşın yine politikacılar çevreyi koruma noktasında hassasiyet gösterir-ler. Bir taraftan global ısınmaya karşı hassasiyet artarken; emis-yondaki artış ve petrol fi yatlarındaki artışla bağlantılı olarak ortaya çıkan politik baskılar, vergiden ziyade dikkatleri diğer enstrümanlara çekmiştir (European Commission, 2010, s. 3).

1.5.1. Avrupa Birliği Ülkelerinde Yeşil Vergi Reformu

Avrupa Birliği’nin temelini oluşturan 1957 tarihli Roma Antlaşması’nda Birliğin çevre politikasının oluşturulması ve

15 1982 Anayasasının bu ilkeyi benimsediği söylenebilir. Nitekim 56. Maddede “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çev-reyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek devletin ve vatandaşların ödevidir. ” hükmü konuya işaret eder.

Page 86: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu78

uygulanması konusu ile ilgili hüküm bulunmamaktaydı. Bu nedenle, çevre politikası ile ilgili düzenlemeler 1987 tarih-li Avrupa Tek Senedine (European Single Act) kadar Roma Antlaşması’nın rekabeti düzenleyen hükümlerine göre yürütül-müştür (FERHATOĞLU, s. 1).

Çevre vergilerine ilişkin reformlar ise 1990’larda hız kazan-mıştır. Bu dönemde çevre vergilerinin ihdasında temel düşün-ce; vergi yükünü üretim ve işgücünden, çevreye zararlı mal ve işlemlerin kullanımı yönünde değiştirmek idi. 19993’te yayın-lanan Büyüme, Rekabet ve İstihdam hakkındaki Beyaz Kitap (Jacques Delors’ White Paper); büyüme, istihdam yanında daha iyi bir çevre ve çevre merkezli mali reform yapma düşüncesine dayanıyordu. Bu düşünce daha sonraki süreçte oluşturulan çe-şitli strateji (Sustainable Development Strategy gibi) ve eylem-lerle desteklenmiş ve onay almıştır (European Commission-2011, s. 142).

Kyoto Protokolü ile çoğu OECD üyesi ülke temiz hava için emisyonların (greenhouse gases of emmisions) sınırlandırılma-sına ilişkin kuralları uygulamaya başlamıştır. Bu durum pek çok ülkenin yeni politikalar oluşturmasına katkı sağlamıştır. Dolayısıyla Avrupa Birliği üyeleri karbondioksit emisyonlarına ilişkin anlaşma sürecini 1 Ocak 2005’te başlatarak, emisyon yü-kümlülükleri ile ilgili ek ödemelerin seçilmiş ülkelerde yerine ge-tirilmesine imkân tanımışlardır (BİLGİN, ORKUNOĞLU, s. 85).

Avrupa Birliği üyesi ülkelerde çevresel vergiler değişken olmuştur. Danimarka, Finlandiya, Almanya, Hollanda, İsveç ve İngiltere 2000 yılından başlayarak bu konuda reform yapmışlar-dır. Bu ülkeler çevresel maksatlı olarak vergiler ve ek vergiler koymuş, gelir vergisi üzerinden çeşitli kesintiler yapmışlardır. Öte yandan vergi indirimleri ve iade şeklinde de düzenlemele-re gitmişlerdir. Estonya gibi yeni bazı üyeler de 1997’den beri karbon vergisini uygulamaktadır. Bu ülkede 2008’de ÖTV’de artışa gidilmiş ve gelir vergisi için yeni ek kesintiler yapılmıştır. Çek Cumhuriyeti’nde de 2008’de çevresel vergilerde reform ya-pılmıştır. Bu reform istihdamı destekleme amacına yönelik ola-rak enerji ürünlerine uygulanan vergilerin 2008-2012 dönemin-de oranının artırılmasını içermektedir (European Commission, 2010, s. 49).

Page 87: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Vergi Yapısı ve Türkiye 79

Avrupa Birliği çevre vergisi reformlarının en temel prensibi vergi yükünü üretim, istihdam ve sermaye gibi geleneksel sek-törlerden (iyiler), çevre kirliliği ya da doğal kaynak kullanımı gibi çevre ile ilintili alanlara (kötüler) kaydırmaktır. 1990’larda birçok Avrupa Birliği üyesi ülkede işsizliğin temel sebebi istih-dam üzerindeki ağır vergi yükü olmuştur. Özellikle İskandinav ülkelerinde bu suretle istihdamın vergi yükü artmış, marjinal ge-lir vergisi oranları yükselmiştir. Emek üzerine konan vergiden sağlanan gelir 1980 ve 1990’larda artan devlet gelirlerinin temel kaynağı olmuştur (Çelikkaya: s. 101).

Tablo 21: Yeşil Vergi Reformu

Kaynak: Çelikkaya: s. 101

Yukarıda tabloda yer aldığı üzere Avrupa Birliği ülkelerin-de çevre vergilerine ilişkin düzenlemeler daha çok 1990’lı yılla-rın bir ürünüdür. Aşağıda Avrupa Birliği ülkelerinde konu her bir vergi açısından meydana gelen gelişmeler yer almaktadır.

1.5.1.1. Enerji Üzerinden Alınan Vergiler

Avrupa Birliği Komisyonu 1992 yılında Avrupa Birliği ça-pında enerji ve karbon vergisi önerisinde bulunmuş ancak bu öneri bazı Avrupa Birliği ülkelerince reddedilmiştir (Çelikkaya, s. 104). Avrupa Birliği 2001 yılında Gothenburg’ta “Sürdürülebilir

Page 88: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu80

Kalkınma Stratejisini” benimsemiştir. Bu strateji, reel bir ekono-mik, sosyal ve çevresel maliyetlerin yansıtılmasını içeriyordu. Bu şekilde Konsey 27 Ekim 2003’te 2003/96/EC Direktifi ni çı-kardı. Bu direktif enerji ürünleri ve elektriğin Topluluk düze-yinde ortak vergilendirilmesini sağlayan bir çerçeve niteliğinde idi. Komisyon 2007’de Yeşil Kitap’ı yayınladı. Bu kitap, çevre-sel ve politik amaçlı olarak oluşturulan (COM(2007) ve Enerji Vergisi Direktifi ni Avrupa Birliği düzeyinde güncelleyen bir nitelik taşıyordu. Bu düzenleme ile Enerji ve ilkim politikaları-nın daha uyumlu bir hale getirilmesi amaçlanıyordu (European Commission, 2010, s. 149). Bu direktif daha sonra 10 Mart 2010 tarihinde yeniden gözden geçirilmiş ve verginin CO2 emisyonuna ve tüketilen yakıtın enerji içeriğine göre hesaplanması tasarlanmıştır. Buna göre yüksek CO2 emisyonu olan yakıtlar ve düşük enerji içerikli olanlar daha ağır vergilendirilecektir (Çelikkaya, s. 104).

Grafi k 5: 2000-2009 Dönemi Enerji Vergileri Gelişim Trendi/GSYH

Kaynak: European Commission-2011, s. 146

Yukarıdaki grafi kten takip edileceği üzere, enerji üzerinden alınan vergiler yeni üyelerin aksine eski üyelerde çeşitlilik göster-mektedir. İrlanda, Lüksemburg ve Portekiz’de enerji üzerinden alınan vergilerin % 90’ından fazlası petrol ürünlerinden alınmak-tadır. Sadece Danimarka ve İsveç’te bu oran % 50’nin altındadır.

Page 89: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Vergi Yapısı ve Türkiye 81

Farklılık elektrik ve doğal gaz üzerine uygulanan vergilerdedir. Bu iki ülkede elektrik ve doğal gazdan alınan vergiler nisbi öne-me sahiptir. (% 25-30) İrlanda, Portekiz ve Lükemburg’ta ise bu vergilerin payı % 0.5’ten daha azdır. 2003/96/EC sayılı Avrupa Birliği Enerji Direktifi , üye ülkeler arasında doğal gaz ve elektrik üzerinden alınan vergilerdeki farklılığın azalmasına yardımcı olmuştur. Zira direktif bu iki ürün için minimum vergilendirme şartı getirmiştir (European Commission-2011, s. 147).

Avrupa Birliği’nde enerji üzerinden alınan vergiler dört ayrı kategoride vergilendirilir (Enerji, ulaştırma, çevre kirliliği ve diğer kaynaklar üzerinden alınan vergiler). Enerji üzerinden alınan vergiler çevre üzerinden alınan vergilerin yaklaşık ¾’ü kadar ile çevre vergileri arasında açık ara öndedir. Bu vergile-rin toplam vergiler ve sosyal güvenlik katkıları içerisindeki payı ise % 5 kadardır. Ulaştırma vergilerinin payı ise AB-27 ortala-ması itibariyle çevre vergileri içerisindeki payı ¼’ün altında ve toplam vergi ve sosyal güvenlik katkıları içerisindeki payı da % 1.4 kadardır. Diğer iki verginin payı düşük düzeydedir ve çevre vergileri içerisindeki payı % 5 kadardır (European Commission, 2010, s. 150).

Enerji üzerinden alınan vergiler bütün ülkelerde dominant-tır. Ancak ulaşım üzerinden alınan vergilerin payı bazı üye ülke-lerde önemli düzeydedir. İrlanda, Kıbrıs ve Malta’da çevre ver-gilerinin neredeyse yarısı bu vergilerden oluşur. Danimarka’da da önemli düzeyde çevresel vergiler söz konusudur. 1/3’ün biraz altındaki payı ile bu ülkede çevre kirliliği ve kaynak ver-gilerinin payı da yüksektir. Bunun nedeni Danimarka’da geniş bir uygulama alanı olan hidrokarbon vergileridir (European Commission, 2010, s. 151).

1.5.1.2. Ulaşım Vergileri

Ulaşım vergileri hem ulaşımı, hem de enerji üretiminin sa-bit kullanımını içerir. Bu vergiler araç sahipliğinden ve kullanı-mından kayıt vergisi, yol vergisi, ithalat vergisi, ihraç araçları vergisi, ya da ulaştırma hizmetleri vergisi şeklinde alınmaktadır. Aşağıdaki grafi k üye ülkeler itibariyle enerji üzerinden alınan vergilerin GSYH’ye oranı ve ulaşım vergilerinin kaynağı gös-terilmektedir. Grafi kte en yüksek oranın % 3.1 ile Bulgaristan’a

Page 90: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu82

ait olduğu açıkça görülmektedir. Yine bu ülkede enerji vergile-rindeki en büyük payın ulaşım üzerinden alındığı dikkat çeker. Ancak bu oran 2003/96/EC Konsey Direktifi nin sınırları dışında değildir. Ancak nihai tüketicilerden alınan pay oldukça yüksek-tir (European Commission, 2010, s. 52).

Yeni üyelerde ulaşım vergilerinin enerji vergileri içerisin-deki payının yüksek olduğu yine grafi kte görülmektedir. Kıbrıs, Polonya, 2008’den bu tarafa ise Estonya hariç bu ülkelerin ço-ğunda ulaşım vergilerinin payı % 90’ın üzerindedir. Bu oran eski üyelerde % 80 civarındadır. Burada nisbi bir homojenlik söz konusudur. Bu durum bu ülkelerde istisna ve muafi yetlerinin uygulanıyor olması ve elektrik, doğalgaz, kömür gibi ürünlerde özel tüketim vergileri için Konsey Direktifi nin (Council Directive 2004/74/EC) önerdiği minimum düzeyin uygulanması ile açık-lanabilir. Elektrik üzerinden alınan vergilerin düşüklüğü de dikkat çeker. Enerji vergileri içerisindeki paylarına bakıldığında Polonya’da % 10 Estonya’da % 7 ve diğer üye ülkelerin tama-mında % 2’nin altında bir paya sahip olduğu görülür (European Commission, 2010, s. 52).

Grafi k 5: Üye Ülkeler İtibariyle Enerji Vergileri/GSYH (2009)

Transport fuel tax: ulaşıma uygulana yakıtlar üzerinden alınan vergilerOther energy tax: enerji üzerinden alınan diğer vergiler

Kaynak: European Commission-2011, s. , s. 147

Page 91: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Vergi Yapısı ve Türkiye 83

Yeni üyelerin tersine eski üyelerde petrol üzerinden alınan verginin nisbi önemi dikkat çekmektedir. İrlanda, Yunanistan, Portekiz ve Birleşik Krallık’ta bu oran % 90’ın üzerindedir. Sadece Danimarka ve İsveç’te % 50 kadardır. Bu fark daha çok doğal gaz ve elektrik üzerinden alınan vergilerdeki farklılıktan kaynaklanır. Grafi kte yer alan son iki ülkenin bu ürünler üzerin-den alınan vergilerin oranı enerji üzerinden alınan vergilerin % 26’ini oluşturur. İrlanda, Yunanistan, Lüksemburg ve Portekiz’in bu ürünler üzerinden aldığı vergilerin enerji vergileri içerisinde-ki payı % 2’nin altındadır. Doğalgaz ve elektrik üzerinden alınan vergilerdeki bu farklılık (2003/96/EC) Enerji Direktifi ’nin bu farklılıkları azaltma yönündeki hükümlerine rağmen devam et-mektedir. Zira ülkeler verginin uygulanmasında farklı tercihler-de bulunmaktadırlar. Örneğin Danimarka’da sanayi dışı elekt-riğe uygulanan vergi oranı Direktifi n önerdiği minimum oranın 80 katından fazladır. İsveç’te ise 30 kattır. Bunun yanı sıra sıfır vergi oranı uygulayan ülkeler de mevcuttur. İngiltere gibi bazı ülkelerde bu vergi yerine iklim değişikliği ile ilgili genel bir vergi uygulamaktadır (European Commission, 2010, s. 53).

Ulaşım üzerindeki petrol ürünlerinden alınan vergideki farklılıklara rağmen, üye ülkeler, istisnalar dışında istikrar-lı bir seyir izlemiştir. Ekonomik krizin etkisiyle sadece Kıbrıs, Hollanda ve Estonya’da 2008 yılında bazı düzenlemelere gidil-miştir. Bu çerçevede Hollanda’da “enerji vergisi” uygulamaya konurken, Estonya elektrik üzerine vergi uygulamıştır (European Commission, 2010, s. 54)

Türkiye’de bu isim altında alınan bir vergi yoktur. Sadece otobanlardan ve köprülerden alınan bir ücret söz konusu-dur. Ancak bunun bir ulaştırma vergisi olduğu söylenemez. Dolayısıyla Türkiye’nin bu verginin uygulanması bakımından Avrupa Birliği’ne bir uyumundan söz edilemez. Ancak özellikle petrol ve petrol ürünlerine uygulanan vergileri geniş anlamda bu kapsamda değerlendirebiliriz. Zira mali ve birçok mali olma-yan sebebe dayalı olarak alınan özel tüketim vergilerinin alınış nedenlerinden birisi de yol yapımının ağır maliyetine ilişkindir. Her ne kadar vergide adem-i tahsis ilkesi gereğince bu vergiler bütçe gelirleri içerisinde değerlendirilse de bahsedilen niteliği bu vergiyi ulaştırma vergilerine yakınlaştırmaktadır. Ancak ayrıca hesap etme imkânı yoktur.

Page 92: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu84

1.5.1.3. Karbon Vergisi

1990’ların başlarında birçok Avrupa Birliği üyesi ülke sera gazı emisyonunu azaltma politikasının bir parçası olarak karbon vergisi uygulamaya başlamıştır. 1990’lı yılların hemen başında İskandinav ülkeleri (Finlandiya, İsveç Norveç ve Danimarka) ve ardından Hollanda karbon vergisi uygulayan ilk Avrupa Birliği üyesi ülkeler olmuştur. 1997 yılında doğu Avrupa ülkelerinden Slovenya karbondioksit vergisi uygulamaya başlamış ve bütün enerji ürünlerini söz konusu verginin kapsamına dahil etmiştir. Benzer şekilde Polonya da karbon vergisine karşılık gelen kar-bondioksit emisyonu üzerinden bir vergi almaktadır.

Türkiye 05/02/2009 tarihinde kabul edilen bir Kanun ile Kyoto Protokolüne taraf olmuş ve 2013 yılına kadar karbon emisyonunu azaltma taahhüdünde bulunmuştur. Böylece çev-re kirliliğinin önlenmesi noktasında Protokole taraf olan ülke-ler önemli bir yükümlülük altına girmiş ve bunun gereği olarak ülke bazında çalışmalar başlamıştır (Çelikkaya, s. 105-106).

Türkiye’nin bu Kyoto protokolü dışında da çalışmaları vardır. Türkiye Avrupa Birliği içerisinde en yüksek oranı uy-gulasa da fosil yakıtlı ürünlerde vergisel farklılıklara gitmiş-tir. Nitekim benzin, motorin, LPG ya da doğalgaza uygulanan vergiler birbirinden farklıdır. Türkiye LPG’li araç kullanımı açısından Avrupa’da İtalya’dan sonra ikinci sırada yer almak-tadır. Bunda LPG’ye uygulan ÖTV’nin daha düşük olmasının bir etkisinin olmadığı söylenemez. Zira LPG çevreye daha az CO2 yayan bir üründür. Az sayıda da olsa doğalgazla çalışan araçların olduğunu da unutmamak gerekir. Türkiye evlerde ve sanayi tesislerinde hatta termik santrallerde doğalgaz kullanı-mını yaygınlaştırmıştır. Bu şekilde özellikle büyükşehirlerde meydana gelen kirliliğin azaltılması sağlanmıştır. Bunda do-ğalgaza uygulanan ÖTV’nin düşük olmasının önemli bir payı vardır.

Öte yandan Türkiye daha fazla CO2 barındıran normal ben-zini ve sonraki süreçte kırsal motorini kullanımını araçlar için kaldırmıştır. Bu uygulamalar da yine çevreye duyarlılıkla ilgi-lidir. Uygulandığı dönemde normal benzinden daha az vergi

Page 93: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Vergi Yapısı ve Türkiye 85

alınan 95 ve 98 oktanlı vergi yine bu duyarlılığın yansımasıdır. Ancak yakın zamanda (Ağustos 2011) uygulaması kısıtlanan kır-sal motorin çevreye daha fazla CO2 yaydığı halde daha az vergi uygulanıyordu. Bazı Avrupa ülkelerinde ülkemizdeki uygu-lamanın tersine çevreye daha zararlı olan motorine uygulanan vergi nedeniyle nihai tüketici açısından maliyeti daha yüksek-tir. ÖTV Kanunu’nda dikkat çeken bir husus da maktu olarak uygulanan vergilerin farklılaştırılmasında kükürt oranı dikkate alınarak miktarın belirlenmesidir. Bu da ÖTV Kanunu hazırla-nırken “çevre” faktörünün tamamen göz ardı edilmediğinin bir göstergesidir.

1.5.2. Çevre Vergilerine İlişkin Makro Büyüklükler

Avrupa Birliği ülkeleri çevresel vergileri önemseyen bir politika izlemektedir. Bunun bir nedeni ozon tabakasının de-linmeye başlaması ile birlikte Birleşmiş Milletler inisiyatifi nde geliştirilen çeşitli politikalar olsa da, diğer bir nedeni artan ka-musal ihtiyaçları fi nanse etmek üzere yeni kaynak temini ihti-yacıdır. Elbette diğer bir neden vergilerin tabanının geleneksel kaynaklardan yeni alanlara kaydırılması düşüncesidir. Bunun yanında çevre vergileri üzerinde; daha az tepki çekmesi ve hak-kında ulusal-Uluslararası daha fazla “consensus” bulunması, gelir durumu daha yüksek kurumlardan alınması nedeniy-le “mali güç” ilkesine daha uygun olması gibi düşünceler de etkili olmuştur. Bir başka deyişle bu vergiler hem mali amaç gütmekte, hem de mali olmayan amaçlarla ihdas edilmektedir. Aşağıda çevre vergilerinin Avrupa Birliği ülkelerinde gelişim trendi yer almaktadır.

Aşağıdaki tabloda 1995-2009 arasında üye ülkelerdeki çev-resel vergilerin gelişim trendi gösterilmektedir. Tablodan izle-neceği üzere üye ülkelerde ilgili dönemde bileşimde çevre ver-gilerinde genel bir azalmadan bahsedilebilir. Ancak bazı ülke-lerde farklı durumlar da söz konusudur. Örneğin Kıbrıs’ta çevre vergilerindeki bir miktar azalmaya karşın, enerji vergilerinde bir artış söz konusudur. Bulgaristan Polonya ve Esyonya için de benzer durumlar söz konudur.

Page 94: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu86

Tablo 22: Avrupa Birliği Üyesi Devletlerde Çevresel Vergilerin GSYH’ye Oranı-(1995-2009)

Kaynak: European Commission-2011, s. 144

Tablodan da takip edileceği üzere 2000-2009 arasında bazı üye ülkelerde çevre vergilerinin GSYH’ye oranında ılımlı bir azalma yaşanmıştır. Ancak tersi durumlar da söz konusudur. Nitekim, 2009’da enerji vergileri alanında en fazla artış % 1’in bi-raz üzerindeki oranla Estonya’da yaşanmıştır. Kıbrıs, Slovenya, Portekiz ve Polonya’da da göz ardı edilemeyecek düzeyde bir artış söz konusudur. Polonya’da ise % neredeyse % 2’lik ciddi bir azalma yaşanmıştır. Danimarka da uygulanan ve enerji ver-gisi niteliği taşımayan kirlenme kaynaklı vergiler ki, pratikte hidro karbon vergisi olarak isimlendirilir ve bu ülkenin çevre üzerinden aldığı vergiler içerisinde önemli bir yer tutar, çevre vergilerinin genel olarak azaldığı bir dönemde 2009 yılı içerisin-de ılımlı bir artış olmuştur. 2000-2009 dönemi ulaştırma üzerin-den alınan vergilerin Kıbrıs ve Malta’da önemli ölçüde azaldığı bir dönemdir. Bu iki vergi de ilgili ülkelerin çevre vergileri içe-risinde önemli bir yeri söz konusudur (European Commission-2011, s. 145).

Page 95: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Vergi Yapısı ve Türkiye 87

AB-27’de 2009’da GSYH’ye oranı % 2.4 ve toplam gelirler içerisindeki payı itibariyle de % 6.1’dir. Oysa 1999’da sırasıyla aynı oranlar % 2.9 ve % 7.0 idi. Ancak 1999 yılı en iyi göster-genin olduğu yıldır. Özellikle 2004’den bu yana düşüş trendi devam etmektedir. Ancak çevre vergilerinin üye ülkeler ara-sındaki bileşimi ve yükselip düşmesi birbirinden farklılık gös-terir. 1995 yılından beri çevre vergilerinin toplam vergiler içeri-sindeki payı dikkate alındığında Danimarka, Estonya, Letonya, Hollanda, Avusturya, Polonya ve Slovakya’da istikrarlı bir yük-selme yaşanmıştır. Fakat bu üye ülkeler dışındakinde azalmalar yaşanmıştır. Düşüş yaşayan Eski ve büyük ülkelerde vergile-rin düşüşü ağırlıklı ortalama ile ilgilidir. Yeni üyelerdeki artış ise Avrupa Birliği’ne girişleri ile ilgilidir. Zira çevresel vergiler Avrupa Birliği üyesi ülkeler için bir zorunluluktur (European Commission, 2010, s. 49).

Çevresel vergiler genellikle tüketim üzerinden maktu şe-kilde alınması GSYH içerisindeki payının düşmesinde etkili ol-muştur. Zira bunların Avrupa Birliği içerisinde genellikle sabit tutulduğunu da göz ardı etmemek gerekir. Advalorem verginin tersine GSYH artıkça bu vergilerin oranı düşmektedir. Enfl asyon ya da artışı sağlayacak bir başka değişkene bağlanmadıkça bu düşüş trendin devam etmesi beklenmelidir. Burada enfl asyo-na endeksleme en mantıklı çözüm olarak gözükmektedir, ama bunu sadece Danimarka kullanmaktadır.

Çevre vergilerindeki erimeyi birkaç sebeple izah edebiliriz: Birinci olarak enerji talebindeki artış gelirdeki artışın gerisinde kalmıştır. İkinci bir neden artan enerji fi yatlarının tüketimi azalt-ması vergi tabanını daraltmaktadır. Üçüncü bir neden de enerji-nin gerek evlerde gerek sanayide kullanılıyor olması hükümet-lerin enerjiden aldıkları vergiyi artırmasında isteksiz davranma-sına neden olmaktadır. Enerji Vergi Direktifi (2003/96/EC) yü-rürlüğe girinceye kadar 1992-2004 arasında üye ülkelerin vergi oranlarını artırmasını gerekli kılan bir neden de yoktu. Emisyon üzerinden alınan vergi gibi doğrudan mali olmayan araçların popülarite kazanması, petrol fi yatlarındaki yükselmeler çevre-sel vergilerde artırıma gitmeme eğilimi doğurmuştur (European Commission, 2010, s. 49-150).

Page 96: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu88

Bu süreçte Avrupa Birliği’nde çevre vergileri ortalama ola-rak 14’te 1 artsa da çevre vergisi gelirlerinin GSYH’nin yüzdesi olarak, 2004 yılından bu yana özellikle de Euro Alanı’nda azal-dığını göstermektedir. Bu trend krizin etkili olduğu 2008’de de devam etmiştir. Aynı durum daha önce bu tür vergilerde iler-lemenin olduğu pek çok yeni üye için de geçerlidir. AB-15 için çevre vergileri bakımından bir farklılık gözükmezken yeni üye-lerin düşük gelirli ancak yüksek enerji tüketimli olması bu alan-da dengelemeye gitmelerini gerektirmektedir.

Avrupa Birliği ülkelerinde çevre vergilerinin oranları birbi-rinden farklıdır. Vergi oranları daha düşük bazı ülkelerde ge-lir performansı yüksek olabilmektedir. Bunda enerji fi yatlarına uygulanan oranların önemli katkıları olduğu söylenebilir. Zira bazı ülkelerde bu oran ¾’e kadar çıkmaktadır. Enerji üzerine uy-gulanan vergilerin oranlarındaki farklılıklar bu vergilerin mik-tarını büyük ölçüde etkilemektedir. (En yüksek oranın uygu-landığı ülkelerle en düşük oranın uygulandığı ülkeler arasında dört kat fark vardır). Ancak bu vergilerin toplam vergiler içeri-sindeki payının gittikçe arttığı da dikkat çekmektedir (European Commission, 2010, s. 3-4).

Grafi k 6: Türlerine Göre Çevre Vergilerinin GSYH’ye Oranı-2009

Energy: enerji üzerinden alınan vergilerTransport: ulaşım üzerinden alınan vergilerPullution/resource: çevre kirliliği üzerinden alınan vergiler

Kaynak: European Commission-2011, s. 145

Page 97: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Vergi Yapısı ve Türkiye 89

Yukarıdaki grafi kte ise çevre üzerinden alınan vergiler tür-lerine göre sınıfl andırılarak göstermektedir. Çevre vergilerinin nisbi önemi ülkeden ülkeye değişiklik göstermektedir. Ancak birçok üye ülkede % 2-3 bandında yer alır. Sadece üç ülkede % 2’nin altında üç ülkede de % 3-3.5 bandında yer alır. Danimarka ise 2009 yılı itibariyle bir istisna olarak % 4.8 ile en üstte yer alır. Danimarka’yı “yeşil vergi” adı altında ekonomik bir araç olarak kullanan diğer bir istisna % 4 ile Hollanda’dır. Bu açıdan son sı-ralarda yer alan ve oranı % 2’nin altında yer alan üç ülke İspanya, Slovakya ve Romanya’dır (European Commission, 2011, s. 144-145).

Bütün üye ülkelerde enerji üzerine uygulanan vergilerin baskın olduğu görülür. Ancak bazı ülkelerde ulaştırma üzerin-den alınan vergilerin (transport taxes) önemli olduğu dikkat çeker. İrlanda, Kıbrıs ve Malta’da bu vergilerin çevre vergileri içerisindeki yeri % 38-48 bandındadır. Danimarka’da da bu ver-ginin önemli bir yeri olduğu dikkat çeker. Bu ülkede yaygın bir şekilde uygulanan hidro karbon vergisi ilgili verginin 2/3’ünü oluşturmaktadır (European Commission, 2010, s. 009-144-145).

1.5.3. Türkiye’de Durum

Türkiye’de tam olarak Avrupa Birliği ya da OECD ülkele-rindeki anlamında çevre vergileri uygulama alanı bulmamak-tadır. Bu ülkelerdeki çevre vergileri, üzerine kondukları mal ve hizmetlerin maliyetini arttırarak üretici ya da tüketici birimleri çevreye zararlı olmayan faaliyetlere yönlendirirken aynı zaman-da teknolojik gelişmeyi de sağlamaktadır.

Ülkemizde ise Çevre Temizlik Vergisi dışında “yönlendir-mek ve denetlemek” amacıyla konmuş bir çevre vergisine rastla-mak mümkün değildir. Bu vergi dışında dolaylı olarak çevreye olumlu katkıları olabilen Motorlu Taşıtlar Vergisi ve kaldırılıp kapsamı Özel Tüketim Vergisine kaydırılan Akaryakıt Tüketim Vergisi ile Taşıt Alım Vergisi çevre vergileri grubuna dahil edile-bilecek vergiler olarak kabul edilebilir (FERHATOĞLU, s. 3).

2464 sayılı Kanun’da düzenlenen belediye gelirleri içinde çevreye yönelik bir kaynak ise katılma payıdır. Bu paylardan ilki; kanalizasyon harcamalarına katılma payıdır. Yeni kana-

Page 98: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu90

lizasyon tesisi yapılması ya da mevcut tesislerin sıhhi ve fenni şartlara göre ıslah edilmesi halinde bu durumdan yararlanan gayri menkullerin sahipleri kanalizasyon harcamalarına katılma payını öderler. İkinci katılma payı ise; su tesisleri harcamalarına katılma payıdır. (BİLGİN-ORKUNOĞLU, s. 97)

Türkiye’de uygulanan motorlu taşıtlar vergisi Avrupa Birliği uygulamasından farklı olarak bir servet vergisi niteliğindedir. Zira Avrupa Birliği ülkelerinde daha çok emisyon durumu dik-kate alınarak ihdas edilen bu vergiler çevre vergileri kapsamın-da nitelendirilebilirken, Türkiye’de uygulanan motorlu taşıtlar vergisi daha çok yaş ve ağırlık dikkate alınmak suretiyle böyle bir ilişkilendirmeye gidilmemiştir. Emisyon pulu uygulaması-nın bu kapsamda değerlendirilmesi mümkün olmakla birlikte bu uygulamanın bir vergi olmadığını ve miktarının gayet düşük olduğunu da unutmamak gerekir.

Türkiye’de uygulanan ÖTV’de motorlu taşıtlar için uygu-lanan vergilerin motor hacmi arttıkça yükselmesi alıcıları düşük motorlu araca yönlendirmektedir. Bu durum motorlu taşıtlar ver-gisini bir çevre vergisine ancak araç yaşının büyümesi ile birlikte ödenecek verginin azalıyor olması söz konusu çevresel amaçlar ile ilgili önemli bir tezat oluşturmaktadır. Çünkü genellikle daha yaşlı araçlar teknolojileri nedeniyle daha çok gaz emisyonuna (kirliliğe) neden olmaktadır. Dolayısıyla verginin konusu çev-re kirliliğini önlemeye yönelik olarak tasarlanmamıştır. Çevreyi kirletmeyen, gürültüye yol açmayan daha çok vergi alınırken, eski ve on yaşını doldurmuş, çevreyi kirleten, gürültü çıkartan taşıtlardan daha az vergi alınmaktadır (Çelikkaya s. 114).

Türkiye’de çevre ile ilgili vergilerin gayri safi yurt içi hasıla içindeki payı 1994’te % 1,2 iken, 2000 senesinde bu oran % 2,4’e, 2007’de ise % 3,6 oranına erişmiştir. Türkiye’de çevre ile ilgili vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payı 1994’te % 6,5’e, 2007’de ise bu oran % 15’e ulaşmıştır. Ancak bu oranın hesabın-da çevre ile ilgili özel tüketim vergilerinin de dahil edildiği dü-şünülmektedir (Bilgin ve Orkunoğlu, s. 93).

Bu rakamlara bakıldığında ülkemizde çevre vergilerinin Avrupa Birliği standartlarında olduğu şeklindeki görüntü yanıl-tıcıdır. Bunun en önemli nedeni enerji üzerinden alınan vergiler-

Page 99: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Vergi Yapısı ve Türkiye 91

de Türkiye’nin ÖTV açısından Avrupa Birliği ülkelerinin tama-mından daha yüksek olması ve güdülen amacın fi skal olması ile açıklanması mümkündür. Ülkemizde çevre ile doğrudan ilgisi olan ve genel bütçeye aktarılmayan tek vergi belediyelerin yet-kisinde yer alan çevre temizlik vergisidir. Dolayısıyla Türkiye uygulanan vergilerin sayısı ve türleri itibariyle de Avrupa Birliği’nin gerisinde olduğunu unutmamak gerekir.

Çevre vergileri açısından bir değerlendirme yapıldığında Türkiye’deki uygulamaların Avrupa Birliği’ne uyum açısından sorunlu olduğu dikkat çeker. Nitekim gerek çeşitlilik açısın-dan gerekse de mevcut uygulamalardaki yaklaşımlar açısından Türkiye’deki vergiler son derece yetersizdir. Türkiye’nin top-lanan vergi gelirleri açısından birinci sırada olması bu konuda Avrupa Birliği’ne uyumun bir işareti olmak yerine daha çok bu vergilerden amaçlana şeyin “mali” olduğunun göstergesidir. Türkiye’nin kurumsal anlamda attığı çeşitli adımların varlığına rağmen, vergisel açıdan yapılanlar bu adımlarla paralellik arz et-memektedir. Bu durum müzakere sürecinin devam ettiği günü-müzde Türkiye’nin çevre konusunda ilerleme sağlaması ve bu başlığın kapatılması açısından sorunlar yaşayacağı ortadadır.

1.6. VERGİ YÜKÜ KARŞILAŞTIRMASI

Vergi konusunda önemli bir değerlendirme de vergi yükü-ne ilişkindir. Mikro ve makro açıdan anlam ifade eden kavram, ekonomide özel kesim ve kamu kesimi ayırımı açısından da önemlidir. Vergilerin GSYH’ye oranı, krizle birlikte vergi gelirle-rindeki değişmeler, vergilerin dolaylı, dolaysız ayırımı ve sosyal güvenlik katkılarının sistem içerisindeki yeri, bunların Avrupa Birliği’ne üye ülkeler itibariyle faklılıkları bu başlık altında in-celeme konusu yapılmıştır. Ayrıca vergilerin tüketim, işgücü ve sermaye etkileri açısından da değerlendirmesi yapılmıştır. Avrupa Birliği’nde çevresel vergiler de son derece önemli bir yere sahiptir. Bunlar da ayrıca değerlendirilmiştir. Çevresel ver-giler kimi zaman ayrı bir vergi kimi zaman da mevcut vergilerin çevreye duyarlı bir hale getirilmesini ifade eder. Avrupa Birliği açısından ele alınan bu vergiler Avrupa Birliği’ne tam üye olma noktasında aday ülke olan ülkemiz açısından da değerlendirme-ye tabi tutulmuş ve gerekli analizler yapılmıştır.

Page 100: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu92

1.6.1. Avrupa Birliği Ülkelerinde Vergi Yükü

Toplam vergi yükü Avrupa Birliği’ne üye ülkeler arasında önemli ölçüde farklılıklar göstermektedir. Avrupa Birliği içeri-sinde harmonizasyonun en fazla sağlandığı dolaylı vergilerde bile bu farklılık gözle görünür düzeydedir. Ancak daha büyük farklılık sermaye ve işgücü üzerinden alınan vergilerde söz ko-nusudur. İşgücü üzerinden alınan vergiler Avrupa Birliği düze-yinde genellikle kaynakta kesme yöntemine göre vergilendiri-lir. Avrupa Birliği düzeyinde vergilerin kabaca; yaklaşık olarak yarısı kaynakta kesilerek alınmaktadır. 1/3 kadar kısmı dolaylı vergi şeklinde alınırken, 1/5 kadarı da sermaye üzerine konan vergilerden oluşur.

Aşağıdaki grafi kte toplam vergi gelirlerinin ekonomik fonksiyonlar itibariyle dağılımını göstermektedir. Birinci panel tüketim vergileriyle ilgilidir ve dikkate değer farklılıklar gös-terir. Öncelikle Bulgaristan’da tüketim üzerinden alınan vergi-lerin % 10’larda, Estonya’da ise % 40’larda yer aldığı görülür. Diğer birkaç ülkede ise bu oran % 35’ler seviyesindedir. Son iki genişlemede Avrupa Birliği üyesi olan ülkelerde tüketim ver-gilerinin oranının Avrupa Birliği ortalamasının altında olduğu da, dikkat çeken diğer bir durumdur. Genelleme yapılamasa da bu ülkelerin diğer bir ortak özelliği tüketim vergilerinin nihai aşamada alınıyor olmasıdır. Tüketim vergilerinin bu ülkeler-de yüksek olmasının iki ek nedene daha dayalı olduğu dikkat çeker: Bu ülkelerde işgücünün vergilendirilmesi nisbi olarak düşüktür. Bu durum bu ülkeleri tüketim vergilerine yönelt-mektedir. Bu dağılımı etkileyen başka faktörler de vardır. Bu ülkeler enerji yoğunluklu sektörlere sahiptir ve buna bağlı ÖTV gibi yüksek vergiler uygulamadadır. Ayrıca eski üye ülkelerde ortalama % 2.5 olan alkol ve tütün üzerine uygulanan vergile-rin toplam oranı bu ülkelerde % 5.1 düzeyindedir (European Commission-2011, s. 77).

Page 101: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Vergi Yapısı ve Türkiye 93

Grafi k 7: Ekonomik Fonksiyonlarına Göre Vergi Yükü Dağılımı/GSYH (2009)

Consumption: tüketim üzerinden alınan vergiler, Labour employed: aktif çalışanlardan alınan vergiler, Labour non-employed: çalışmayanlardan alı-nan vergiler, Capital and business income: sermaye ve iş gelirler, Stocks of capital: sermaye stoklarından alınan vergiler

Kaynak: European Commission-2011, s. 75

İşgücü üzerinden alınan vergiler ücret ve maaşlar için ya-pılan vergisel kesintiler, sosyal güvenlik katkıları ve diğer bazı uygulamaları içerir. AB-15’in, yani eski üye ülkelerin toplam ge-lirlerinin yarısı ya da daha fazlası bu vergilerden oluşur. 10 üye ülkeninki % 50-55 arasında değişmektedir. İsveç, Avusturya, Almanya, Danimarka ve Finlandiya’da % 55’in üzerindedir. % 28.7 ile Malta ise en alt sırada yer alır. Diğer iki ülke ise Bulgaristan ve Kıbrıs’tır ve bu ülkeler Avrupa Birliği ortalama-sının altında yer alır. Düz oranlı bir gelir vergisi sistemine sahip olan Bulgaristan’da aynı zamanda üst oran olan % 10 oldukça

Page 102: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu94

düşüktür. Üye ülkeler arasında % 55’ten daha fazla vergi gelir-lerini işgücüne uyguladıkları vergilerden edinen Avusturya ve Almanya’da üst oran % 50, Danimarka ve İsveç’te ise sırasıyla % 59.0 ve % 56.4’tür (European Commission-2011, s. 77).

Eski üye ülkelerde tüketim vergileri düşük olsa da bu ül-kelerde özellikle işgücü üzerine uygulanan vergilerin yüksekliği dikkat çeker. Üstelik İtalya ve İspanya gibi istisna ve muafi yet uygulamaları ve düşük oran uygulaması yüzünden KDV’nin nisbeten düşük olduğu ülkeler söz konusudur. 2000-2006 dö-neminde üye ülkeler arasında tüketim vergilerindeki farklılığın büyümesi diğer dikkat çeken bir husustur. Bu farkın 2009 yılı itibariyle devam ettiği tablodan izlenebilir. Hemen hemen bütün dönemlerde en düşük ve en yüksek oranlar arasındaki oran farkı % 50 civarındadır (European Commission-2011, s. 77).

İşgücüne aktif katılımın olmadığı gelirler üzerine (non-employed labour) uygulanan vergilerle ilgili de üye ülkeler arasında önemli farklılıkların olduğu yukarıdaki tabloda gö-zükmektedir. Üzerinden vergi alınan bu tür gelirler de ülkeler arasında farklılık arz eder. Danimarka ve İsveç gibi kimi ülke-lerde ise bu tür gelirler vergi dışıdır. Ancak Hollanda, Almanya, Finlandiya ve İtalya bu kaynaklardan alınan vergilere oldukça önem vermektedir. Diğer üye ülkelerde nisbeten düşük olan bu vergiler yine de göz ardı edilebilir bir önemsiz seviyede değildir. Bu vergiler konjonktürel dönemlere göre de farklılık göstermek-tedir (European Commission-2011, s. 77-78).

Tablo 23: OECD Ülkelerinde Vergi Gelirlerinin Dağılımı (2003)

Kaynak: DPT Vergi Özel İhtisas Komisyonu Raporu, s. 4

Page 103: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Vergi Yapısı ve Türkiye 95

Yukarıdaki tabloda aralarında bir çoğunun Avrupa Birliği üyesi olduğu ülkelerin de içerisinde yer aldığı OECD ülkeleri-ne ilişkin veriler vardır. Türkiye’nin gerek OECD, gerek OECD Avrupa, gerekse de OECD Amerika ve AB-15’le kıyaslandığında açık ara farklı bir vergisel dağılıma sahip olduğu dikkat çeker. Türkiye’de 2001 krizi sonrası döneme rastlaması dolayısıyla çok sağlıklı olduğunu düşünmediğimiz verilerin sonraki yıllarda nisbeten değiştiğini de göz ardı etmemek gerekir.

1.6.2. Türkiye’de Durum

Türkiye gelir üzerinden alınan vergilerde ve sosyal güven-lik primler katkı paylarında özellik Avrupa Birliği ortalaması-nın 8-12 puan gerisinde yer aldığı, tüketim üzerinden alınan vergilerde ise, 20-22 puan kadar üzerinde bulunduğu dikkat çeker. Sosyal güvenlik ödemelerinde ABD ortalamasına ya-kın gözüken Türkiye, bu ülkelerde ABD’de düşük olan sosyal güvenlik primleri nedeniyle böyle bir sonuç çıkmıştır. Zira Avrupa ülkelerinin tersine sosyal güvenliğin büyük ölçüde pi-yasa enstrümanları (sigorta şirketleri) tarafından karşılandığı ABD ekonomisinin büyüklüğüyle ortalamanın düşmesine ne-den olmuştur. Servet vergilerine gelince, bu vergiler bütün ül-kelerde düşük gözükmektedir. Ama Türkiye’de Avrupa Birliği ülkelerinin ortalamasına daha yalın, OECD’nin yarısından bi-raz fazla ve Amerika ortalamasının% 40’ı kadarı bir paya sahip olduğu dikkat çeker.

Türkiye’de vergi yükünün son yıllarda artış gösterdiği de bir gerçektir. Aşağıdaki tabloda genelde bu yönde gelişme oldu-ğu görülmekle birlikte krizin etkili olduğu ve ekonominin da-raldığı 2009 yılında keskin bir düşüş yaşandığı, ancak 2010’da toparlandığı da bir gerçektir.

Page 104: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu96

Tablo 24: Türkiye’de 2000 Yılı Sonrası Vergi Yükünün Gelişimi (2000-2010)

Yıllar 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010

Sos. Gv Dahil

19,2 20,5 20,4 21,0 20,4 20,8 20,5 21,0 21,9 19,2 20,5

Sos. Gv Hariç

23,9 25,7 25,7 26,1 26,2 26,4 26,6 27,2 28,4 23,9 25,7

Kaynak: DPT Ekonomik ve Sosyal Göstergeler (1950-2010)

O halde vergi yükü bakımından Türkiye Avrupa Birliği’ne uyumsuzdur. Bunun çözümü tabi ki daha fazla vergi değildir. Zira Türkiye’de vergi yükünün düşük gözükmesinin kırsal ke-simde yaşayanların hala nüfusun % 25 kadarını teşkil etmesi ve genç nüfusla açıklamak kısmen mümkünse de (zira bu kesimden ya çok az vergi alınmakta ya da hiç alınmamakta, alınamamak-tadır); dolaylı vergilerin yüksekliği, vergi denetiminin düşük-lüğü, kayıt dışı ekonominin yüksekliği, merkezi idare ve yerel yönetimlerin vergilendirme yetkisindeki paylaşım ya da mevcut vergilerdeki paylaşımdaki sorunlar, sıklıkla yapılan açık ya da örtülü mali afl ar… ve belki de en önemlisi bütün bunların bir sonucu olarak ortaya çıkan verginin meşruluğuna dönük sorun-lardan sadece bir tanesidir.

Aşağıdaki tabloda ise aralarında birçok Avrupa Birliği ülkesinin de yer aldığı OECD ülkelerindeki vergi yükleri gö-zükmektedir. Yukarıda izah edilen nedenlere dayalı olarak tab-loda Türkiye alt sıralarda yer almaktadır. 2009 için en yüksek vergi yüküne sahip 7 ülke Avrupa Birliği ülke Avrupa Birliği üyesidir. İzlanda ve Norveç’in aralarında yer aldığı ilk 18 ülke’nin 16’sı ise yine Avrupa Birliği üyesidir. Daha aşağıda ise 4 adet Avrupa Birliği ülkesi (İspanya, Yunanistan, Slovakya ve İrlanda) Türkiye’den daha yüksek vergi yüküne sahiptir. 25 ülkenin 20’sini temsil eden Avrupa Birliği ülkelerinin ortalama vergi yükünün Türkiye’den çok yüksek bazen iki kat olduğu görülür.

Page 105: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Vergi Yapısı ve Türkiye 97

Tablo 25: Toplam Vergi Yükünün Tarihi Gelişimi (2000-2008)-(Vergi Gelirleri+Sosyal Güvenlik Primleri+Mahalli İdare Gelirleri/GSYH)

Kaynak: Maliye Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkanlığı, Ekonomik Veriler Temmuz 2011.

Vergi yükünün artması, sadece kamu fi nansmanına atfe-dilemez. Vergi yükündeki artışı etkileyen diğer unsurlar şöyle sıralanabilir:

1. Ekonomideki kurumsallaşma düzeyinin artması (gele-neksel ticaret ve üretim yöntemlerinden organize piyasa ve üretim yapısına geçiş) vergi tahsilatına olumlu katkı

Page 106: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu98

sağlamıştır. Üretim ve ticaret faaliyetlerinde büyük öl-çekli işletmelerin ön plana çıkması vergi yönetimi ve tah-silatı anlamında olumlu bir etki yaratmıştır.

2. Bireylerin tüketim kalıbının değişmesi sonucu, kayıtlı sektörlerde gerçekleştirilen iletişim ve enerji gibi hizmet-lerin tüketici bütçeleri içerisinde daha fazla pay alması vergi tahsilatını olumlu etkilemiştir.

3. Mali sistemin büyüklüğünün artması, sektörün kayıtlı ve vergi tahsilat masrafının düşük olması, vergi tahsila-tında etkinliği artırmıştır.

4. Dış ticaret hacminin artması da vergi yükünün artmasın-da diğer önemli bir faktördür (DPT, 2006, s. 12).

Kamu kesimi tarafından çeşitli şekillerde zorla alınan bazı gelirler bütçede gözükmez. Bunlardan önemlileri şunlardır: Sosyal güvenlik primleri, diğer parafi skal gelirler (oda borsa ya da baroların aldıkları üyelik aidatları), zorunlu askerlik16, bütçe dışı fonlar, zorunlu bağışlar, işsizlik ödenekleri (kesintileri), be-lediyelerin topladığı çeşitli vergiler-harçlar ve şerefi yeler ya da harcamalara katılma payları, özel bütçeli kuruluşların gelirleri (üniversitelerin topladıkları harçlar gibi) döner sermaye hasılatı, TRT bandrol kesintileri, kamu vakıfl arı, (Mehmetçik Vakfı gibi) kamu dernekleri, (Kızılay Derneği gibi) gelirleri, zorunlu, ilk ve orta öğretimde öğrencilerin katkı payları, özel okul ve hastanele-re getirilen yoksul kontenjanı, hazine arazilerinin kamu hizmet-lerine tahsisi gibi. . . Bunları da eklediğimizde vergi yükünün % 40’ları aştığı ortaya çıkar. (AKALIN, s. 29)

Avrupa Birliği’nde 2000 yılı sonrası genel vergi yükünde meydana gelen değişmeler önemli bazı sonuçlar doğurmuştur. Bu açıdan yaşanan değişimlerin üye ülkelerde birbirinden çok farklı olmadığı dikkat çeker. Ancak krizin yaşandığı 2009 yılında önemli sonuçlar meydana gelmiş ve bütün vergilerde azalışlar yaşanmıştır. 2000 yılı ile karşılaştırıldığında Euro Bölgesi’nde işgücü üzerinden alınan vergiler dışındaki bütün vergilerde azalmalar yaşanmıştır. En fazla da sermaye üzerine uygulanan vergilerde azalma yaşanmıştır. Zira bu vergiler konjonktüre ol-dukça duyarlı vergilerdir (European Commission-2011, s. 78).

16 Zorunlu askerlik bedeni bir vergidir.

Page 107: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Vergi Yapısı ve Türkiye 99

1.7. AVRUPA BİRLİĞİ’NDE GENİŞLEME SÜRECİ VE KRİZ BAĞLANTILI VERGİSEL GELİŞMELER

2007 sonrası başlayan küresel kriz devletlerin maliye politi-kası araçlarını Keynezyen iktisatta olduğu gibi etkin olarak kul-lanmalarına neden olmuştur. Borçlanma da bir maliye politikası aracı olmasına rağmen, krizin borçlanma kaynaklı olması maliye politikasının diğer iki aracı olan vergilendirme ve kamu harca-maları ayağının kullanılmasını gerekli kılmıştır. Aşağıda önce vergilendirme, daha sonra kamu harcamaları ve nihai olarak da borçlanmaya ilişkin gelişmeler ele alınmıştır. Bu başlık altında ise Avrupa Birliği’nde vergi yapıları analiz edilerek özellikle kriz ve Avrupa Birliği’nin genişleme sürecinde vergi sistemlerindeki değişmeler inceleme konusu yapılacaktır. İncelemede bir taraf-tan Avrupa Birliği ülkelerindeki durum tesbit edilirken, diğer taraftan dünyanın ABD, Japonya gibi gelişmiş ve Avrupalı olma-yan ekonomiler, elbette çalışmanın konusunu oluşturan Türkiye analiz edilecektir. Öte yandan Avrupa Birliği’nde kendi içerisin-de AB-15, AB-25, AB-27 ve Euro Alanı ayrı değerlendirmelere tabi tutulacaktır.

1.7.1. Genel Görünüm

Avrupa Birliği ülkelerinde temel vergilerde krize bağlı ola-rak değişikliklere gidilmiştir. Bu bazen vergi oranlarını artırmak, bazen de azaltmak şeklinde olmuştur. Krizin ilk aşamalarında hemen hemen bütün hükümetler ekonomik faaliyetleri canlan-dırmak üzere bu politikaları izlemişlerdir. Bunun diğer bir an-lamı hükümetlerin yeni bazı teşviklerle vergi sisteminin sürdü-rülebilirliğine fırsat tanımış olmasıdır (European Commission, 2010, s. 5).

Sosyal Güvenlik ödemeleri dâhil olmak üzere krizin etkili olmaya başladığı 2008 yılında AB-27’de vergilerin GSYH’ye ora-nı % 39.3 iken, bu oran ABD’de 26.9 ve Japonya’da 28.3 olarak gerçekleşmiştir. Bu oran 2009’da Avrupa Birliği için % 38.4’lük oranıyla Avrupa Birliği’nin vergi yükünün ağırlıklı ortalama-sı ABD ve Japonya’dan üçte bir kadar daha yüksektir. Avrupa Birliği’nin vergi yükü OECD’ye üye diğer ülkelerden de yüksek-tir (European Commission-2011, s. 43-44)

Page 108: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu100

2008’e göre az da olsa Avrupa Birliği ve diğer iki ülkede de vergilerin düşüş gördüğü dikkat çeker. Bunun nedenini 2009 yı-lının krizin etkisinin en fazla hissedildiği yıl olması ile açıklan-ması mümkündür. Öte yandan Japonya’nın daha az ABD’nin ise daha fazla etkilendiği dikkat çeker. Bunun nedenini de ABD’nin krizin çıktığı ülke, Japonya’nın da krizden en az etkilenen ülke-lerden birisi olması ile açıklayabiliriz.

Dünyanın sırasıyla düşünüldüğünde üç büyük ekonomi-si17 olan Avrupa Birliği ABD ve Japonya’nın kıyaslamasında, Avrupa Birliği’nin önemli ölçüde yüksek bir vergi yüküne sahip olduğu dikkat çeker. Bu oranın AB-15’te daha yüksek olduğu dikkati çeker. 18 Avrupa Birliği’nde vergi yükü özellikle 1970’li yıllarda artış göstermiştir. Artış 1980’li ve 1990’lı yıllarda da daha yavaş da olsa devam etmiştir. Avrupa Komisyonu’nun 2000 yı-lında yayınladığı bir raporda 1970 ile 1999 yılları arasında Euro Bölgesinde vergi yükünün GSYH’ye oranının 11 puan arttığını ortaya koymuştur. Oysa aynı dönemde ABD’de yaşanan artış sa-dece 2.5 puandır. Benzer bir rapor 2002 yılında OECD tarafından da yayınlanmıştır. Bu durum ilgili yıllarda ekonomilerin kamu kesimindeki payını dikkat çekici bir şekilde artırmıştır.

Büyüyen kamu sektörünü fi nanse etmek için de vergiler ve sosyal güvenlik katkıları artırılmıştır. Refah devleti harcamala-rını, özellikle de emeklilik ve sağlık harcamaları yanında eğiti-min fi nansmanı ve diğer sosyal güvenlik harcamalarını fi nanse etmek üzere ise özellikle işgücü üzerindeki vergilerin yükseltil-diği dikkat çeker. 1970 ve 1990’larda artış trendi gösteren işsizlik ödemelerinin meydana getirdiği baskı da vergi yükünün artışı üzerinde etkili olmuştur (European Commission, 2010, s. 54).

1990’larda önce Maastricht Kriterleri daha sonra ise İstikrar ve Büyüme Paktı, beraberinde çok yıllı bütçeleme uygulaması-nı getirmiştir. Bu düzenlemeler Avrupa Birliği’nde üye ülkelere

17 Aslında GSMH olarak ikinci sırasında yer almasına rağmen, Çin burada farklı bir ekonomik yapıya sahip olması nedeniyle dikkate alınmamıştır.

18 AB-15 2004’teki e önemli genişleme süreci yaşanmadan önceki üyeler-den oluşur. Bu dönemde 10, 2007’de 2 üye alınmak suretiyle Avrupa Birliği’nin üye sayısı 27’ye çıkmıştır. 2013’te tam üye olacağı düşünülen Hırvatistan’la Avrupa Birliği genişleme sürecini devam ettirmektedir.

Page 109: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Vergi Yapısı ve Türkiye 101

mali konularda bazı yükümlülükler getirmiştir. Aynı düzenle-meler bazı üye ülkeler için herhangi bir yatırım kısıtlamasına git-meksizin kamu harcamalarında azaltmaya gitme anlamına geli-yordu. Diğer bazıları için ise vergi artışı yapmaya imkân sağla-makta idi. 1990’larda sadece birkaç ülke gelir kurumlar vergileri ve sosyal güvenlik ödemelerinde kesinti yaparak vergi yükünü azalttı. (European Commission, 2010, s. 55)

Avrupa Birliği’nde yaşanan vergi yükü artışlarının yapısal nedenleri yanında konjoktürle de ilişkisi vardır. Politikacılar ver-gi indirimlerini istese de seçmenler buna karşı çıkabilmektedir. Avrupa Birliği’nde 1990’lı yıllarda daha önemli olan konu vergi indirimlerinden ziyade bütçe açıklarının düşürülmesidir. Bu dö-nemde bunda başarılı da olmuştur ve kamu açıkları bu dönemde % 3’e yakınken 1’in altına düşürülmüştür.

Bu dönemde vergi indirimleri daha çok yeniden yapılan-makta olan ve Avrupa Birliği’nin yeni üyeleri durumundaki Orta ve Doğu Bloku ülkelerinde yaşanmıştır. Eski üyelerde ise önemli bir etki görülmemiştir. Dönemin bir özelliği de bu (Eski Doğu Bloku) ülkelerden yarısından fazlasının düz oranlı bir vergi sis-temini benimsemiş olmasıdır. Eski üyelerin hiç birisinde böyle bir uygulamaya gidilmemiştir. Bu ülkelerin diğer ortak özelliği ise vergi oranlarının önemli ölçüde düşük olmasıdır (European Commission, 2010, s. 56).

Krizin etkilerinin görüldüğü 2008’de vergi gelirleri de azalmaya başlamış, sonraki yıllar bu etki artarak devam etmiş-tir. Bütün üye ülkelerde genel olarak bir kötü gidiş olmasına rağmen, kriz ülkelerin gelirlerinden ziyade harcamalarını et-kilemiştir. Ancak bazı ülkeleri diğerlerinden daha fazla etki-lemiştir. Krizin etkilerinin görüldüğü 2008’de ise gelirlerde de azalmalar yaşanmıştır, fakat İspanya, Bulgaristan, Kıbrıs, İrlanda gibi ülkelerde bu daha da belirgin bir şekilde hissedil-miştir. Orta ve uzun vadede Avrupa Birliği ülkelerindeki bütçe açıkları özellikle Euro Bölgesinde vergi oranları üzerinde zor-layıcı bir etki meydana getirebilir. Avrupa Komisyonunun tah-mini bu oranın 4 puan kadar artacağı yönündedir (European Commission, 2010, s. 57)

Page 110: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu102

1.7.2. Genel ya da Özel Vergi İndirimi

Kanuni vergi oranlarında yapılan değişiklikler vergi mükel-lefl erinin büyük bir kısmı üzerinde etkide bulunur. Vergi oran-larındaki değişiklik vergi tabanını da etkiler. Bu daha çok gelir vergisi ve sermaye üzerinden alınan vergilerde kendisini göste-rir. Zira üye devletler daha çok KDV, ÖTV gibi dolaylı vergilerde uyumlaştırma yaptığından üye devletlerin bu vergilerde hareket kabiliyeti yüksektir. Bu yüzden Avrupa Birliği dolaylı vergilere de kaymıştır. Vergi indirimleri daha çok gelir ve kurumlar ver-gisinde yapılırken vergi oranlarındaki artışta KDV, ÖTV gibi vergilerin tercih edildiği dikkat çeker. Ekonomik krizin etkisiyle bazı ülkeler kurumlar vergisinde indirimlere gitmeyi tercih et-miştir. Bu tercihin nedeni uzun dönemde yatırımcıları ülkeye çekme düşüncesidir. (European Commission, 2010, s. 55).

Gelir vergisinde yapılan indirim ise hane halkı tüketim eği-limini artırmayı amaçlar. Doğrudan teşvikler yoluyla destekle-mekten ziyade vergi indirimleriyle desteklemek sıklıkla tercih edilen bir yöntemdir. Az da olsa bazı üye ülkelerde gelir vergisi-nin yükseltildiği görülür, ancak bu daha çok üst gelir gruplarını ilgilendirmektedir. Hükümetlerin istihdam oluşturma çabaları-na karşın, şaşırtıcı biçimde üye ülkeler sosyal güvenlik ödemele-ri üzerinde çok az bir değişikliğe gitmişleridir.

KDV’de daha çok oran artışları tercih edilmiştir. Ancak bazı ülkelerde ise temel ihtiyaç maddelerinde indirime gidilmiştir. Genel olarak KDV’de vergi oranı artırımlarının taban daralma-sından ziyade, bütçeler üzerinde olumlu etki meydana getirdiği söylenebilir. ÖTV’de yapılan artışlar KDV’ye paralel yürümek-tedir (European Commission, 2010, s. 56).

Son dönemler dikkate alındığında Avrupa Birliği’nde ver-gilerin işgücü ya da sermayeden ziyade tüketim üzerinde yo-ğunlaştığı dikkat çeker. 1980’lerin sonlarından beri kurumlar vergisi oranlarında dikkat çekici bir azalma söz konusudur. Bu yüzden Avrupa Birliği vergi sistemlerinin adaletli olup olmadığı tartışmalı hale gelmiştir. Krizin bir etkisi de bu olmuştur. Süreç içerisinde portföy yatırımlarının Avrupa Birliği dışına çıkması Uluslararası iş birliğinin artmasına neden olmuştur. Zira yurtdı-şına çıkarılan bu fonların daha etkin vergilendirilmesi bütçelerin ihtiyacıdır (European Commission, 2010, s. 57).

Page 111: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Vergi Yapısı ve Türkiye 103

1.7.3. Avrupa Birliği ve OECD Ülkelerinde Durum

2009 yılı içerisinde birçok ülkede vergi gelirlerinin GSYH’ye oranı düşmüştür. Zira ekonomik kriz dolayısıyla ekonomik akti-vitelerde azalmalar yaşanmış ve vergi kesintileri uygulanmıştır. Bu düşüş 1990’lı yıllardan itibaren ilk defa yaşanmıştır. 2007’de (sosyal güvenlik katkıları dâhil) % 35.4 olan vergi yükü, 2008’de 34.8 ve 2009’da 33.7’ye gerilemiştir. 19 Bu oran 2000 yılında tarih-sel anlamda % 35.5 olarak en üst seviyede idi. Ortalamanın böyle olmasına karşılık Türkiye’nin de içerisinde yer aldığı üç ülkede bir önceki seneye göre yükselmeler yaşanmıştır. Diğer iki ülke İsviçre ve Lüksemburg’tur.

2009 yılında en yüksek vergi yüküne sahip ülke % 48.2 ile Danimarka’dır. İsveç % 46.4 ile bu ülkenin hemen ardından gelir. Avusturya, Belçika, Finlandiya, Fransa İtalya ve Norveç % 40’ın üzerinde bir yüke sahiptir. En düşük oran ise % 17.5 Meksika % 18.2 Şili’de gerçekleşmiştir. ABD % 24 ve Türkiye % 24.6 olarak bu ülkeleri takip etmektedir.

2007-2009 arasında vergi yükü 5 puandan fazla düşen ülke-ler ise şunlardır: İspanya 37.3’ten 30.7’ye, İzlanda 40.6’dan 34.1’e, Şili 24.0’dan 18.2’ye gerilemiştir. Yunanistan, İrlanda, Yeni Zelanda ve ABD bu dönem içerisinde 3-4 puan arasında düşüş yaşanmıştır. 2009 yılı içerisinde vergi gelirlerinin GSYH’ye oran-la en fazla yükseldiği ülkeler ise, Lüksemburg (35.5’ten 37.5’e) ve İsviçre (29.1’den 30.3’e) yükselerek ilk iki sırayı paylaşmışlardır.

Tarihi süreç içerisinde OECD ülkelerinde vergi bileşimin-de de değişiklikler meydana gelmiştir. Dolaysız bir vergi olan kurumlar vergisinin oranı 1965’teki % 9 seviyesinden 2008’de % 10’a yükselmiştir. Sosyal güvenlik katkıları ise, % 18’den % 25’e yükselmiştir. Gelir vergisinde de küçük bir azalma meydana gelmiş ve % 26’dan % 25’e düşmüştür. Tüketim vergilerindeki azalma ise aynı dönem için % 36’dan % 30’a düşmek şeklinde gerçekleşmiştir.

Kamu harcamaları eğitimden sosyal güvenliğe son yıllarda artmaya devam etmiştir. Bu yüzden gündeme gelen soru hangi vergilere ağırlık verilmesi gerektiği, bu vergilerin nasıl uygula-

19 OECD, OECD Revenue Statistics 2010. (Erişim: 12 Ocak 2011).

Page 112: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu104

nacağı ve mükellefl er üzerinde hangi etkiyi meydana getireceği-dir. Hükümetlerin eğilimi tüketim vergilerinden özellikle satış vergilerinin ve katma değer vergisinin artırılmasından yanadır.

Bunun iki temel nedeni vardır. Bazı analistler uluslararası vergi rekabetinin arttığını, bu yüzden hükümetlerin gelir ve ku-rumlar vergisini toplamakta güçlük çektiğini ileri sürmektedir. Bu yüzden tüketim vergilerine eğilimin daha da artacağı düşü-nülmektedir. Diğer bir kısım analist ise gelir vergilerinden tüke-tim vergilerine kaymanın ekonomik etkinliği ve büyümeyi ar-tırdığını ileri sürmektedirler. Bu ise ilgili ülke için rekabet gücü ve istihdam artışı demektir. 20 Bu görüşten hareketle örneğin Almanya KDV oranını 2007’de % 17’den % 19’a yükseltmiştir. Sosyal güvenlik harcamalarında ise indirimler yapmıştır.

1965’ten 2005’e baktığımızda OECD ülkelerinde tüketim-den alınan vergilerin payının % 38’den % 32’ye düştüğü görülür. Tüketim vergilerindeki bu azalış gelir üzerinden alınan vergi-lerin payının artmasıyla dengelenmiştir. Gelir ya da kurumlar vergisinde süreç içerisinde artmalar ve azalmalar yaşanmıştır. Tüketim ya da gelir vergisi şeklinde adlandıramayacağımız ser-vet vergilerinde ise bu süreçte azalmalar yaşanmıştır. Bu dönem içerisinde tüketim vergilerinde örneğin Meksika’da % 6’lık bir artış yaşanmışken, Yeni Zelanda, Lüksemburg ve Slovakya’da % 4 düzeyinde gerçekleşmiştir. Hollanda’da % 3 ve Polonya’daki % 2 artışa karşın geri kalan 24 ülkede tüketim vergilerinin vergi gelirleri içerisindeki payında azalmalar yaşanmıştır. İzlanda’da bu oran 22 puanla dikkat çekici bir seviyede gerçekleşmiştir. Ülkeler arasındaki farklılıklar ve birçok OECD ülkesindeki ve-riler göstermektedir ki, vergilerin ağırlığının tüketim (dolaylı) vergilerden oluşması kaçınılmaz değildir. 21

OECD verileri de göstermektedir ki bu ülkelerde de dolaylı vergilerin payı % 30’lu seviyelerdedir. 2005 için dolaysız vergi içerisinde yer alan gelir vergisinin payı % 24.6 (Türkiye’de 2011 için % 20.3), kurumlar vergisinin payı 10.3, Türkiye’de 2011 için % 10), Sosyal Güvenlik katkıları % 25.6, (Türkiye’de 11.7), yine

20 http: //www. oecd. org/dataoecd/45/6/39495382. pdf21 http: //www. oecd. org/dataoecd/45/6/39495382. pdf

Page 113: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Vergi Yapısı ve Türkiye 105

dolaysız vergiler içerisinde yer alan servet vergilerinin payı ise % 5.6 (Türkiye’de % 2.5-3), ücretten alınan vergiler de % 1’in altındadır. Hepsini topladığımızda OECD ülkelerinde dolaysız vergilerin toplam vergilerdeki payı % 66.9 olarak hesaplanmak-tadır. Bu ise Türkiye’deki durumun tam tersidir.

Avrupa Birliği’nde düşük vergi gelirlerine sahip Eski Doğu Bloku ülkelerinde vergilerin bileşiminin de farklılık arz ettiği gö-rülür. Bu ülkelerin ortak özelliği dolaysız vergi gelirlerin toplam vergi gelirleri içerisindeki payının düşük olmasıdır. Zira bu ül-kelerde gelir ve kurumlar vergisi nisbeten düşük ve ılımlı oranlı olarak uygulanmaktadır. Bazılarında ise düz oranlı olması bu ülkelerde dolaysız vergilerin düşük orana sahip olmasının se-bepleri arasındadır. Öte yandan bu ülkelerde vergisel indirim-ler dolaylı vergilerden ziyade dolaysız vergilerde yapılmaktadır (European Commission-2011, s. 60).

Türkiye’de de benzer bir durumdan bahsedilebilir. Vergi bileşeninde dolaysız vergilerin payı düşüktür. Ancak bunun ne-deni Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinde olduğu gibi düz oranlı ya da ılımlı artan oranlılık değildir. Zira Türkiye’de gelir vergisinde yükseklik farkı % 20’dir. Dört adet de farklı oran söz konusudur. Üst oranın % 35 olduğu ülkemizde dolaysız vergilerin düşüklü-ğü ya da dolaylı vergilerin yüksekliği bir taraftan hükümetlerin siyasi tercihi iken, diğer taraftan vergi sistemimizdeki etkinlik sorunudur. Bu konuda çalışma içerisinde bilgi verilmiştir.

Aşağıdaki tabloda da yukarıdakine benzer bir durum söz konusudur. Bir başka deyişle trend artma yönündedir. Sadece iki ülkede azaldığı dikkat çeker. Sebeplerini de benzer nedenler-le izah edebiliriz: Bu vergilerin toplanması kolay, verimliliği ise yüksektir. GSYH içerisindeki payı itibariyle ise durum vergi ge-lirleri lehinedir. Genellikle “binde”lerle ifade edilse de GSYH’ye oranlanması nedeniyle önemli yekünler teşkil ettiğini göz ardı etmemek gerekir.

Rakamlar analiz edildiğinde görülmektedir ki, Türkiye’deki vergilerin bileşimi gerek OECD gerekse Avrupa Birliği ülkeleri ile karşılaştırıldığında iç açıcı görünmemektedir. Türkiye bu açı-dan Avrupa Birliği’nin en zayıf ekonomisi ve düzensiz vergi sis-

Page 114: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu106

temine sahip olan Bulgaristan’dan dahi kötü durumdadır. Vergi sistemine sadece mali açıdan bakmanın yanlışlıklarına yukarıda değinilmiştir. Türkiye’deki ekonomik ve sosyal yapı bir miktar haklı gerekçe sunsa da, dünyanın ve bölgemizin en gelişmiş olan ekonomilerine entegrasyonun sağlanabilmesi bu sistemin Avrupa Birliği ya da OECD ortalamalarına yakınlaştırılmasını gerekli kılmaktadır.

Tablo 26: ÖTV’deki Değişmeler-2009-2010

Enerji Ürünleri Tütün ve Alkol Bütçeye Etkisi (% GSYH)

2009

Artış Estonya, Yunanistan, Macaristan, Litvanya, Letonya, Romanya, Slovenya, İspanya

Finlandiya, Macaristan, Litvanya, Letonya, Romanya, Slovenya, İspanya

Estonya: 0.1, Yunanistan: 0.13, Macaristan: 0.1, Litvanya: 0.7, Slovenya 0.71 İspanya: 0.05

Azalış İtalya, Litvanya

2010

Artış Bulgaristan, Çek Cumh., Danimarka, Estonya, Yunanistan, Macaristan, Litvanya, Slovenya

Bulgaristan, Kıbrıs, Cumh., Danimarka, Estonya, Finlandiya, Yunanistan, Macaristan, Litvanya, Polonya Slovenya

Bulgaristan: 0.34, Danimarka: 0.4, Estonya: 0.8, Macaristan: 0.3, Litvanya: 0.09,

Azalış Polonya, Slovakya

Polonya:- 0.07, Slovakya- 0.02

Kaynak: European Commission-2011, s. 34

Page 115: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Vergi Yapısı ve Türkiye 107

1.7.4. Üye Ülkeler Arasında Vergisel Farklılıklar

Krizle birlikte Avrupa Birliği ülkelerinde vergi yapıların-da belirgin farklılıklar ortaya çıkmıştır. En dikkat çekici husus Avrupa Birliği çapında en fazla uyumlaştırmanın gerçekleştiril-diği dolaylı vergilerde görülür. Zra önemli farklılıklar söz ko-nusudur. Asıl farklılık sermaye ve işletmeler üzerinden alınan vergilerdedir. Üye ülkeler arasındaki farklı yapı sosyal güven-likten emekliliğe kadar birçok alan için söz konusudur. Daha çok kaynakta kesmek suretiyle uygulanan işgücü üzerindeki vergi-ler (ücret ve maaşlardan kesilen gelir vergisi ve sosyal güven-lik kesintileri) bu gelirler içerisinde önemli bir yer teşkil eder. Ortalama % 40’ın üzerinde bir rakama tekabül eden bu gelirler, tüketim üzerinden alınan vergilerden sonra ikinci sırayı takip eder (European Commission, 2010, s. 85).

Bu ülkelerde dolaylı vergilerdeki yüksekliği iki sebebe da-yalı olarak açıklayabiliriz: Malta, Kıbrıs gibi ülkelerde işgücü üzerinden alınan vergilerin düşüklüğü bu sebeplerin ilkini teşkil eder. Vergi gelirlerine olan ihtiyaç bu ülkeleri tüketim üzerin-den vergi almaya yönlendirmiştir. Yeni ülkelerin bir özelliği de yeniden yapılanmakta olan ekonomilerindeki enerji ihtiyacına olan yoğunluktur. Zira petrol üzerinden alınan ÖTV bu ülkele-rin gelirleri üzerinde önemli bir yer teşkil eder. Tüketimin yo-ğunluğu nedeniyle, düşük vergi uygulamasına karşın tütün ve alkollü içkilere uygulanan vergilerin de önemli bir yeri vardır. Yeni ülkelerde toplam vergiler içerisindeki payın 4.1 olduğu bu ürünlerdeki vergi yükü eski üyelerde 2.2 ile yarısı kadardır. Eski ülkelerdeki tüketim vergilerindeki düşüklük ise işgücü üzerin-deki i vergi yükünün yüksekliği ile ilgilidir. Aşağıdaki tablodan izleneceği üzere, İsveç Avusturya Almanya, Belçika, Fransa gibi ülkeler bu ülkelerin başında gelir. Üstelik İtalya, Fransa, İspanya gibi ülkelerde tüketim vergilerin toplam vergilerdeki payı KDV gelirleri özellikle istisna ve düşük veri oranları nedeniyle nis-beten düşüktür. Ancak bu ülkelerde verginin tabanı geniştir (European Commission, 2010, s. 87).

Page 116: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu108

Tablo 27: Avrupa Birliği ülkelerinde Tüketim Vergilerinin Toplam Vergi Gelirleri İçerisindeki Payı

Kaynak: European Commission-2011, s. 323

Üye ülkelerde 2000-2009 döneminde tüketim vergilerinin dağılımında dikkat çeken farklılıklar yaşanmıştır. 2000 yılı ile karşılaştırıldığında 2009 yılında bu farklılığın hala devam ettiği dikkat çeker. Bu sebeple ilgili dönemde en yüksek ve en düşük oranlara sahip olan ülkeler arasındaki fark % 50’nin üzerine çık-mıştır. Bulgaristan, Kıbrıs ve Romanya’da artış süreci 2000’li yıl-ların başından bu tarafa dikkat çekici bir şekilde yükselmektedir. En altta yer alan İspanya, İtalya, Fransa ve Belçika’da oran daha da azalmıştır (European Commission, 2010, s. 7).

Page 117: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Vergi Yapısı ve Türkiye 109

Tablo 28: İşgücü Üzerinden Alınan Vergiler

Kaynak: European Commission-2011, s. 326

Yukarıdaki tablo ise işgücü üzerinden alınan vergilerdeki farklılıkları göstermektedir. Tablodan izleneceği üzere 14 üye ülkede işgücü üzerinden alınan vergiler % 50 ve üzerindedir. En düşük olan Malta’da ise % 27.7’dir. Bu vergiler ücret ve maaşlar-dan yapılan kesintilere ilave olarak sosyal güvenlik katkılarından oluşmaktadır. En altta yer alan Malta, Kıbrıs ve Bulgaristan’ın üst gelir oranı Avrupa Birliği ortalamasının altındadır. Bu ko-nuda tek oranın uygulandığı Bulgaristan % 10 ile ilk sıradadır. İş gücü açısından üste yer alan Avusturya ve Almanya’da ise üst gelir vergisi oranı % 50’nin üzerindedir. İsveç ise % 56.4 ile birinci sırada yer alır.

Tabloda diğer dikkat çeken bir husus ise istihdam edilme-yen işgücü (non-employed labour) ile ilgilidir. Bu kapsamda yer alan vergiler kişisel gelir vergisi ve/veya yaşlılık emeklilik yar-dımları ve sosyal yardımlar yer alır. Bu gelirler ülkeden ülkeye değişiklik gösterir ve bir kısmı vergiden muaftır. Danimarka,

Page 118: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu110

İsveç, Hollanda, Almanya ve Finlandiya bu tür gelirlerin vergile-rini yükseltmiştir. İşsizlik ödenekleri işgücü pazarını daraltma-sına nedeniyle bu tür gelirlerden alınan vergiler yükseltilmiştir. Konjoktürel duruma bağlı olarak da farklılaşabilir. Bu vergilerin ekonominin bunalım dönemlerinde yükselme eğilimi güçlüdür. Zira bu dönemlerde toplam vergi gelirleri düşüş eğilimindedir.

Grafi k 8: İşgücü Sermaye ve Tüketim Üzerinden Alınan Vergilerin Üye Ülkeler İtibariyle GSYH’ye Oranı (2000-2008)

Consumption: tüketim üzerinden alınan vergilerLabour (employed and non-employed): çalışan çalışmayan işgücü üzerin-den alınan vergilerCapital (capital & business income and stocks of capital): sermaye gelirleri üzerinden alınan vergilerKaynak: European Commission-2011, s. 40

2000’den 2008’e üye ülkelerin emek, sermaye ve tüketim ver-gilerinde bazı önemli değişiklikler olduğu grafi kten tablodan izlenebilir (Yatay çizgiler bu vergilerin GSYH’ye oranını gös-termektedir). Dikkat çekici olan bir husus sermaye üzerinden alınan vergilerde 2000 yılından beri herhangi bir değişikliğin olmamış olmasıdır. Macaristan, Malta ve İsveç dışındaki bütün ülkeler kurumlar vergisinde üst vergi oranını bu dönem içeri-sinde indirmiştir. Malta ve Kıbrıs ise yükseltmiştir. 2000 yılı ile karşılaştırıldığında işgücü ve tüketimden alınan vergilerde az da olsa bir düşme yaşanmıştır. İşgücü üzerinden alınan vergilerde yedi üye ülkede ise yine aynı dönemde önemli ölçüde bir yüksel-me yaşanmıştır. 12 üye ülkede ise önemsiz olmayan bir düzeyde azalma yaşanmıştır.

Page 119: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Vergi Yapısı ve Türkiye 111

Birçok üye ülkede değişiklikler önemli değişiklikler yaşan-masına rağmen, tüketim vergilerinin GSYH’ye oranında 2000 yılına göre çok küçük bir azalma meydana gelmiştir. Tüketim vergilerindeki en büyük artış yeni üyelerde gerçekleşmiştir (European Commission, 2010, s. 88).

Dolaylı vergilerin Avrupa Birliği ülkelerindeki dağılımında ilginç yönler söz konusudur. Vergi gelirlerindeki payı itibariyle en üstte yer alan Bulgaristan kendisini takip eden ve % 40’lar seviyesindeki Kıbrıs, Malta ve Romanya’dan 13 puan daha fazla bir vergi yüküne sahiptir. Bu oranıyla Bulgaristan kendi ülke-sinde en yüksek GSYH payına sahiptir ve vergilerin ¾’ü nihai tüketimden alınır. Diğer bir husus, dolaylı vergilerin yeni üye ülkelerde daha yüksek bir paya sahip olduğu gerçeğidir. İrlanda dışında 11 ilk ülke 2004 ve 2007’deki iki genişlemede alınan ülke-lerden oluşur. Sadece Çek Cumhuriyeti bir istisna teşkil etmek-tedir (European Commission, 2010, s. 87).

Tablo 29: Üye Ülkelerde KDV Oranları-2000-2011

Page 120: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu112

Tablo devam…

Standart: standart

Reduced: indirilmiş

Kaynak: European Commission-2011, s. 90

Tabloda dikkat çektiği üzere üye ülkelerde standart ve in-dirilmiş olmak üzere iki oran söz konusudur. Avrupa Birliği ülkelerinin bu bakımdan birbirleri ile uyumlu oldukları dikkat çeker. Oranların da çok farklı olmadığı tablodan izlenmektedir. Ancak bütün neredeyse bütün ülkelerde 2008-2011 döneminde hem standart hem de indirilmiş oranlarda bir değişikliğe, daha doğrusu oran artışına gidildiği yönündedir. Bunun nedeni yu-karıda da izah edildiği üzere ekonomik kriz ve bu vergilerdeki tahsilat kolaylığıdır.

Page 121: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Vergi Yapısı ve Türkiye 113

Tablo 30: Avrupa Birliği Ülkelerinde Standart Oranlardan Sapmalar (2008-2011)

2008 2009 2010 2011

Portekiz (-1) Estonya (+2) Çek Cumh. (+1) Litvanya (+1)

İrlanda (+0.5) İrlanda (-0.5) Polonya (+1)

Litvanya (+3) Yunanistan (+4) Portekiz (+2)

Letonya (+1) Estonya (+2) Slovakya (+1)

Macaristan (+5) Litvanya (+2) İngiltere (+2.5)

İngiltere (-2.5) Portekiz (+1)

Romanya (+5)

Finlandiya (+1)

İngiltere (+2.5)

Kaynak: European Commission-2011, s. 33

Tablo incelendiğinde Avrupa Birliği ülkelerinde krizle bir-likte KDV’nin standart oranlarında önemli sapmaların yaşandı-ğı dikkati çeker. Değişimin de daha çok vergi oranlarını artırma yönünde olduğu görülür. Zira bu vergilerin uygulanması daha kolay ve neticesi daha verimlidir. Vergi sistemlerinin etkin ola-rak uygulanamadığı ya da vergilere karşı duyarlılığın arttığı kriz dönemlerinde dolaylı vergilere eğilim artmaktadır.

Türkiye açısından da durumun çok farklı olduğu söylene-mez. Zira Türkiye’de kriz döneminde KDV’de herhangi bir de-ğişikliğe gidilmemiştir. Oransal yapısının da çok farklı olduğu söylenemez. Türkiye’de % 8 indirilmiş % 18 de standart bir oran söz konusudur. Ancak Türkiye’de Avrupa Birliği ülkelerinde ol-mayan üçüncü bir oran da % 1’dir. Ancak oranının son derece düşük olması bir sorun oluşturmayacağı kanaatini doğurmak-tadır.

Page 122: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu114

Tablo 31: 1995-2009 Döneminde Avrupa Birliği Ülkelerinde İşgücü Üzerinden Alınan Vergilerde Gelişme Trendi

Kaynak: European Commission-2011, s. 359

Tablodan izleneceği üzere işgücü üzerinden alınan vergi-lerde önemli farklılıklar söz konusudur. Bir taraftan Malta’da % 20.2, Kıbrıs’ta 24.5 ve İrlanda’da 24.6 ilen İtalya, Belçika, İsveç, Macaristan, Fransa, Avusturya ve Finlandiya’da % 40’ın üzerinde seyretmektedir. Bu ülkelerin topladıkları vergilerin de GSYH’ye oranının yüksek olduğu dikkat çekmektedir. Benzerlik düşük uygulamanın olduğu ülkeler için de söz konusudur. Ortalama % 66.4 oranında bir ilişkinin olduğu bu durum iş gücü üzerine uygulanan vergilerle toplam vergi yükü arasındaki paralelliğe işaret eder (European Commission, 2010, s. 07).

2000-2009 arası dönem üye ülkeler için oldukça farklı de-ğişimlerin yaşandığı dönem olmuştur. 2004 ve 2007’de Birliğe

Page 123: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Vergi Yapısı ve Türkiye 115

üye olmuş olan 10 Orta ve Doğu Avrupa Ülkesi, AB-27’nin orta-lamasından daha güçlü bir azalma dönemi geçirmiştir. Zira bu dönemde ilgili ülkelerde azalma % 4.3 iken, AB-27 için bu oran 2.8’dir. Genel ortalama da farklıdır. Nitekim yeni üyelerde % 30.6 olan oran AB-27’de 32.9’dur. 2000 yılında söz konusu rakamlar bu üye devletler için % 34.9 ve AB-27 için % 35.7 idi

Üye ülkeler arasında da bu vergilerle ilgili önemli farklılık-lar söz konusudur. Bir tarafta % 20.2 (Malta), Portekiz (23.1 %) ve Romanya (24.3 %) oranı ile yer alırken, İtalya, Belçika, Macaristan, Fransa, Avusturya ve Finlandiya % 40’ların üzerinde bir vergi yü-küne sahiptir. Elbette bu oranlar GSYH içerisindeki payları da et-kilemektedir. (European Commission-2011, s. 96-97)

Grafi k 9: İşgücü Üzerine Uygulanan Vergi Yükünün Gelişim Seyri (1970-2008)

Kaynak: European Commission-2011, s. 95

Grafi kten izleneceği üzere AB-15’te 1970’te % 28 olan işgücü üzerindeki vergi yükü, 1997’de neredeyse % 42’ye tırmanmıştır. 1990’ların ilk yarısında işsizliğin meydana getirdiği resesyon artışı hızlandırmıştır. İkinci yarıda ise artışın nedeni bazı ülke-lerdeki bütçe konsolidasyonudur. 22 1990’lı yılların sonlarından

22 Mali konsolidasyon olarak da isimlendirilen kavram; kararlı bir şekilde bütçe açığını düşürmeye yönelik ekonomi politikalarını ifade etmek için kullanılır.

Page 124: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu116

itibaren ise aşırı yükselen işgücü üzerindeki vergilerin hafi fl etil-mesi öncelik oldu. Bunun nedeni ise çalışma hayatını teşvik ve istihdam oluşturma düşüncesi idi.

Bazı üye ülkelerdeki politika, işgücü üzerindeki vergi ve sosyal güvenlik katkılarının azaltılması iken, diğer bazıları dü-şük ücret ve vasıfsız işçi istihdamıyla sosyal güvenlik katkılarını azaltmaya odaklanmıştır. Öte yandan gelir vergisinde reforma gidilerek bazen üst vergi oranlarının düşürülmesi, bazen asgari geçim indiriminde muafi yete tabi gelirin miktarının yükseltil-mesi ya da ücret ve maaşlara özel indirimler uygulanması veya düşük gelirlilere ekstra tahsisat sağlanması gibi yöntemlerle bu azalma sağlanmaya çalışılmıştır. AB-27’nin 1999’daki aritmetik ortalaması % 35.8 iken aynı oranın 2009’da % 32.9’a indiği görü-lür (European Commission-2011, s. 95-96).

Aşağıdaki tabloda ise gelir vergisindeki farklılıklar ve krizle birlikte oluşan değişimler yer almaktadır. Tablodan an-laşılacağı üzere dönem içerisinde üst vergi oranları azalma eği-limi içerisindedir. 21 üyede vergi oranları azalırken sadece üç ülkede artış görülmektedir. Portekiz yeni üst oranını 2006’da ve 20010 ve 2011’de tekrar yükseltmiştir. Litvanya 2010’da fi -nansal kriz yüzünden sıkıntıya giren kamu borçlarını konso-lide etmek için artırıma gitmiş, ancak 2011’de 1 puan düşür-müştür. Macaristan ise 2009 yılında % 36 olan üst oranına % 4 dayanışma vergisi getirmiştir. 2010’da ise dayanışma vergisi kaldırılırken üst vergi oranı % 32 olarak belirlenmiştir. 2011’de ise köklü bir karar alarak % 16 olarak belirlediği düz oranlı vergiyi uygulamaya koymuştur. İşveren Sosyal Güvenlik kat-kısı (% 27), vergi tabanına dâhil edilmiş ve marjinal vergi ora-nı % 40.6’ya yükselmiştir. İngiltere de üst vergi oranını Nisan 2010’da % 50’ye yükseltmiştir. Sadece Malta ve Avusturya’da bir değişikliğe gidilmemiştir.

Page 125: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Vergi Yapısı ve Türkiye 117

Tablo 32: Üye Ülkelerde Gelir Vergisinde Üst Vergi Oranları

*Şekilde italik olanlar düz oranı temsil etmektedir.

Kaynak: European Commission-2011, s. 99

Avrupa Birliği27 1995’e göre 9.9, 2000’e göre ise 7.2 bir orta-lama geri gidiş yaşamıştır. Bu dönemde dikkat çeken bir düşüş ise 2004 ve 2007’de üye olan Orta ve Doğu Avrupa ülkelerine ilişkin yaşanmıştır. En fazla indirim düz oranlı bir vergi siste-mini benimseyen dört ülkede yaşanmıştır. Bulgaristan (– 40.0), Çek Cumhuriyeti (– 28.0), Romanya (– 24.0) ve Slovakya (– 23.0). Ortalama olarak 12 yeni üyenin 2000 sonrası gelir vergisindeki indirimi 12 puandır. Buna karşın AB-15’in aynı dönemdeki indi-rimi 3.5 puandır. 2010 itibariyle Orta ve Doğu Avrupa ülkelerin-de % 25.1 olan oran % 46.4 olan AB-15 ve % 37.5 olan AB-27’nin oldukça altındadır (European Commission, 2010, s. 99-100).

Page 126: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu118

Page 127: Avrupa_Birliği- Nobel

119

Bölüm 2

AVRUPA BİRLİĞİ ÜLKELERİNDE KAMU HARCAMALARI SORUNU VE TÜRKİYE

2.1. Genel Bilgiler

Geçmiş dönemlerde önemli olmayan kamu harcamaları, devletlere yüklenen fonksiyonların artmasıyla birlikte sürekli bir artış trendi göstermiştir. Klasik iktisadi düşüncenin çıkmaza girdiği 19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın ilk çeyreğinde devletin ekonomik fonksiyonları tekrar gözden geçirilmiş ve devletin as-lında bir “zorunlu fena” olmadığı kanaati doğmuştur. Özellikle Keynezyen iktisadın kabul görmesiyle bu sürecin teorik altyapı-sı da oluşturulmuştur. Bir başka deyişle kamu harcamalarının sürekli bir şekilde artmasında Keynezyen iktisadi anlayış önemli ölçüde etkili olmuştur.

Kamu harcamalarının artışında etkili olan ikinci bir etken ise “sosyal devlet” anlayışının bir sonucu olarak ortaya çıkan sosyal güvenlik harcamalarıdır. Dünyada yaygın olarak uygu-lanan sosyal devlet ya da dünyada daha bilinen adıyla refah devleti 19. Yüzyılda ortaya çıkmıştır. Zira dönem boyunca uy-gulanan klasik iktisadi düşüncede piyasanın arz-taleple denge-ye gelmediğinin görülmesi, ağır çalışma koşulları, piyasalarda meydana gelen çeşitli sapmalar… gibi durumlar devletin piyasa-ya müdahalesini gerektirmiş, bu uygulamalar zaman içerisinde genişletilerek devlete ek bir takım külfetler getirmiştir. Devletler bu harcamaları fi nanse etmek için vergiler yanında özel fi nan-sal kaynaklar oluşturma yoluna da gitmek zorunda kalmıştır. Günümüzde Avrupa Birliği ülkelerinde devletin gelirleri arasın-da önemli yekün teşkil etmesine rağmen, sosyal güvenlik açıkla-rının kapatılmasında yetersiz kalan parafi skal gelirler bu şekilde doğmuştur.

Page 128: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu120

Kamu harcamalarının önemli bir kısmını oluşturan ve fi -nansmanında güçlükler çekilen sosyal devlet olgusunun oluşma-sında etkili olan diğer bir unsur ise, 19. yüzyılda altyapısı oluşan, 20. yüzyılda 1917 Bolşevik devrimi ile hayata geçen ve II. Dünya Savaşı’ndan sonra gerek Avrupa gerekse de Avrupa dışında dünyanın pek çok ülkesinde etkili olan ve Avrupa’yı ekonomik, siyasi ve askeri olarak tehdit eden sosyalist sistemin varlığıdır. Nitekim Karl Marks ilk sanayileşen ülke olması ve klasik iktisadi düşüncenin hâkim olduğu 19. yüzyıl içerisinde devlet koruma-sından yoksun olan çalışanların durumunu göz önüne alarak, işçi devriminin İngiltere’de olacağını öngörmüştür. Sadece bu sebebe dayalı olmasa da, uygulamalar devrimin İngiltere’de de-ğil ama Rusya’da olmasına yol açmış ve bu durum Avrupa’yı ve ABD’yi 1990’lı yılların başında Doğu Bloğunun çöküşüne kadar-ki geçen süre içerisinde derinden etkilemiştir. Diğer bir deyişle Batı dünyası sosyalist sistemi kendi varlığı için bir tehdit olarak algıladığı için bu sistemin yayılmasını engellemek üzere çalışan-ların refah düzeyini artırıcı bir önlem olarak sosyal devlet uygu-lamasını hayata geçirmiştir.

Marksist Teoriler refah devletinin şeklini ve gelişimini kapi-talist üretim tarzının yapısı ve gelişimi ile ilişkilendirirler. Offe (1975), kapitalist devletin vergi gelirleri hususunda sağlıklı bir sektöre dayanmasına rağmen, devletin yatırım kararlarını ve sermaye birikimi sürecini kontrol edememesinin devleti sınır-landırdığı görüşündedir. Bu yüzden iktidardaki partinin niteliği ne olursa olsun, geniş kapitalist çıkarlara zararı dokunduğu için bu partilerin refah politikaları izlemesi sınırlandırılmıştır. Bazı yazarlar bu durumu işlevsel modernizasyon teorilerin Marksist bir türü olduğu sonucuna varmışlardır. Buna karşın diğer bazı yazarlar modern işçi hareketlerini ortaya çıkaran yaygın sınıf ça-tışmaları olduğu üzerinde durmuşlardır (GOUGH, s. 4).

O halde kamu harcamalarının artışında iki temel etken be-lirleyici olmuştur. Bunlardan birisi keynezyen iktisadi anlayış-ken, bir diğeri soysal devlet uygulamalarıdır. Savaşlar ve buna bağlı askeri harcamalardaki artışları da bu iki sebebe eklemek gerekir. Özellikle 1990’lı yılların başına kadar süren silahlanma

Page 129: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Kamu Harcamaları Sorunu ve Türkiye 121

yarışı (soğuk savaş) kamu kesiminin büyümesinde diğer önemli bir etken olmuştur. Elbette son dönemde yaşanan küresel ekono-mik kriz yeni bir neden olarak eklenebilir.

Özellikle 1930’lu yıllardan sonra genişleyen devlet müda-haleleri ve refah devleti uygulamalarının da yaygınlaşması ile kamu kesimi sürekli olarak genişleme eğilimi göstermiştir. Halen Avrupa Birliğine dahil olup da kamu kesimi büyüklüğünün % 60’ları zorlayan ülkelerin varlığı bunun bir delilidir. Keynezyen iktisat etkisini yitirse de sosyal refah devletine yapılan harca-malar yönetilemez hale gelmiştir. Bir taraftan ortalama insan ömrünün artması, diğer taraftan da bu insanlara dair emeklilik ve sağlık harcamalarının boyutunun büyümesi bütçeleri zorlar hale gelmiştir. Krizle birlikte geçici de olsa tekrar uygulamaya konan devlet müdahaleleri de dikkate alındığında bu değişme-ler ışığında aşağıda bu iki temel konunun Avrupa Birliği’ndeki durumu analiz edilmiş, Türkiye bağlamında değerlendirmeler yapılmıştır.

2.2. MÜDAHALECİ DEVLET ANLAYIŞI

İkinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrası özellikle savaşa girmiş ülkelerde kamu harcamalarında belirgin bir artış görülmüştür. Bunun bir sebebi savaşın fi nansmanı ve savaş sonrası yıkımın telafi si ise de diğer nedeni Keynezyen iktisada dayalı talep yön-lü ve müdahaleci devlet anlayışıdır. Bu anlayış süreç içerisinde sosyalist olmayan bütün ülkelere yaygınlaştı. Kamu harcamala-rındaki bu artışlarla birlikte mükellefl erin vergi yükü ve devletin de borç yükü artmaya başlamıştır.

Keynezyen iktisatçıların müdahaleci devlet anlayışı, kamu sektörünün zaman içerisinde büyümesinin önemli nedenlerin-dendir. Keynezyen iktisatçıların mali politikaları bir araç olarak kullanma düşüncesi zamanla kamu harcamaları lehine bir sonuç ortaya çıkarmış, bu dönemden sonra devletler günümüzün en önemli makro ekonomik sorunlarından birisi olan bütçe açıkları ile karşı karşıya kalmışlardır. Çünkü keynezyen ekonomik dü-şünceden cesaret alan politikacılar “ekonomik istikrarı sağlama”

Page 130: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu122

adına vergileme yerine borçlanmayı tercih etmişlerdir. Bu da gü-nümüze kadar devam eden ve halen yaşanmakta olan krizin te-mel özelliği olan borçlanma sorununu ortaya çıkarmıştır. Zaman içerisinde konunun politikacıların iradelerine bırakılamayacağı anlaşılmış ve devletler yasal ya da anayasal olarak devlet borç-larının ve diğer bazı politikaların kurala bağlanması gerektiği yönünde uygulamalar hayata geçirilmiştir.

Keynezyen iktisattaki açık bütçe yaklaşımı ekonomik daral-malar dışında piyasayı rahatlatmada yardımcı olamaz. Sürekli olarak uygulanan açık bütçe politikalarının bir alışkanlık oluş-turması ise korkulan bir sonuçtur. Bu sonuç uzun dönemde gelir dağılımında ve kaynakların kullanımında sapmalara sebep ola-caktır. (SCHNEIDER, s. 22) Nitekim halen var olan küresel kri-zin bir yönü borçlanma ise diğer yönü de bütçe açıklarıdır.

Aşağıda aralarında bir çoğu Avrupa Birliği üyesi olan ülke-ler ve Türkiye’ye ilişkin faiz yüzdeleri yer almaktadır. Tabloda birçok Avrupa Birliği ülkesi ve Türkiye için trendin azalma yö-nünde olduğu dikkat çeker. Bunda Avrupa Birliği ülkeleri için Maastricht kriterleri ve İstikrar ve Büyüme Paktı hükümleri, Türkiye için ise bu dönemden sonra 2001’de yaşanan krizin et-kisiyle alınan olağanüstü kararlar ve bu dönemde yaşanan gayri safi millî hasıla büyümesi etkili olmuştur. Ancak yaşanan krizin durumu tersine çevirdiği de bir gerçektir. Bu konuda üçüncü bö-lümde bilgi verilmiştir.

Kamu harcamalarındaki artış vergi ile fi nanse edilemeyen bu harcamaların biraz da popülist nedenlerle borçlanma ile kar-şılanması ihtiyacını doğurmuştur. Klasik iktisadi düşüncede olağanüstü kabul edilen borçlanma ve buna dayalı faiz ödeme-leri zamanla ekonomilerde önemli bazen en önemli harcama ka-lemlerinden birisi haline gelmiştir. Zaman zaman çevrilemeyen, konsolidasyon, koversiyon, moratoryum hatta istisna da olsa borcun reddi veya bir ülkenin ekonomik kaynaklarına el koy-ma nedeni haline gelmiş olan borçlanma, kısa vadeli fi nansman ihtiyacını karşılasa da uzun dönemde daha büyük ekonomik so-runlara yol açmıştır.

Page 131: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Kamu Harcamaları Sorunu ve Türkiye 123

Tablo 33: Merkezi Yönetim Faiz Giderleri/Toplam Bütçe Giderleri

Kaynak: Maliye Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkanlığı, Ekonomik Veriler Temmuz 2011, .

Kamu Harcamalarının Artışı ve Kamu Sektörünün Büyümesi

Günümüz ekonomik anlayışında kamu kesiminin varlığı reddedilmemektedir. Kamu kesimi ile ilgili asıl sorun, büyük-lüğünün ne olması gerektiği ile ilgilidir. Bu konudaki iktisadi görüşler devletin bir gereklilik olmadığını savunan (anarşist-libertarianist) görüşlerden, ekonominin bir bütün olarak devle-tin kontrol ve denetiminde olması gerektiğini savunan (sosyalist-komünist) görüşlere kadar geniş bir yelpazede farklılık göster-mektedir. Ancak gerek anarşist-libertarianist gerekse sosyalist

Page 132: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu124

görüş iki zıt uçta olup uygulama imkânları yoktur. Her ne kadar sosyalist görüş bir süre uygulama alanı yakalamışsa da uzun sü-reli yaşayamamıştır.

Keynezyen iktisadi düşüncenin 1970’li yıllardan itibaren çözüm olmaktan çıkması Neo-klasik iktisadi düşüncelere ilgi-yi artırmıştır. Bu iktisat okullarının ortak yanı devletin fonksi-yonlarının azaltılması yönünde idi. Örneğin anayasal iktisatçı-lar mali disiplini sağlamak adına mali kuralların, politikacıların keyfi uygulamaları yerine anayasaya konması üzerinde durur-ken, arz yönlü iktisatçılar vergi indirimlerini merkeze almıştır. Monetaristler ekonomideki temel sorunun parasal nedenlerde yattığını ve politikaların buna göre şekillenmesi gerektiği üze-rinde dururken, kamu tercihi iktisatçılarına göre ise, kamu ke-siminin büyümesinin sebebi politikacı ve bürokratlardır. Çünkü bunlar talep yönlü iktisadın verdiği imkânlarla vergilemeden harcama yapmaktadırlar. “Açık harcama” (defi cit spending) olarak isimlendirdikleri bu politika kamu kesiminin büyümesi yanında enfl asyon ve enfl asyona bağlı sorunları da beraberinde getirmektedir.

Alman iktisatçı Adolph Wagner 1883 yılında yayınlamış olduğu çalışmasında kamu kesiminin sürekli büyüdüğünü öne sürmüştür. Wagner’in bu çalışmada yer alan görüşleri “Wagner Kanunu” ya da “Kamu Harcamalarının Artışı Kanunu” olarak literatüre geçmiştir (AKTAN 1994, s. 69-72). Wagner, kamu har-camalarının artmasının en önemli nedeni olarak endüstrileşme sürecine işaret etmiş ve buna bağlı olarak birçok faktörün kamu harcamalarını artırdığını savunmuştur. Wagner’e göre, kamu harcamalarının artması bir ülke için adeta bir kanun niteliğinde-dir; öyle ki bu artış, millî gelirin artış hızından daha yüksektir. Ancak Wagner, bir ülkede ekonomik büyümeyle birlikte artan kişi başına reel gelir sonucunda kamu harcamalarının artacağını savunmaktadır. Dolayısıyla, kamu harcamaları ekonomik büyü-menin nedeni değil, bir sonucudur.

Kamu harcamalarının artışı Wagner dışında son dönem iktisatçı-maliyecisi Musgrave tarafından da ele alınmıştır. Musgrave’e göre kamu harcamalarının artmasında; nüfus, şehir-leşme ve ekonomik kalkınmaya bağlı olarak ortaya çıkan ihtiyaç-lar vb. faktörler de etkilidir. Musgrave, kamu harcamalarının alt

Page 133: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Kamu Harcamaları Sorunu ve Türkiye 125

kalemleri olan cari, yatırım ve transfer harcamalarının ekonomik büyüme ve kalkınmadan farklı şekillerde etkilendiğini vurgula-mıştır (GÜL, YAVUZ, s. 74-75).

Tablo 34: Bazı Gelişmiş Ülkelerde Kamu Kesimi Büyüme Trendi/GSYİH (%)

Ülkeler 1953-54 1963-64 1973-74 1980 1988

Belçika 28.1 31.2 39.5 50.0 50.9

Kanada 26.2 28.0 36.4 22.6 22.7

Dani-marka

24.4 30.3 44.6 39.8 39.9

Fransa 35.6 37.8 38.5 39.6 43.5

Alman-ya

35.5 36.6 41.9 30.7 30.5

İtalya 27.6 31.5 39.6 42.1 47.7

İngiltere 32.7 33.7 42.0 40.9 34.7

ABD 27.0 31.7 39.4 23.1 21.8Kaynak: Kamil GÜNGÖR: 2001, s. 18.

Kamu harcamaları sürekli artış gösterdiğini rakamlar da or-taya koymaktadır. Örneğin 1967-1974 yılları arasında kamu har-camaları Almanya’da % 120, İngiltere’de % 130, Belçika’da % 115 oranında artmıştır. Kamu harcamalarındaki artış hem gelişmiş ülkelerde hem de gelişmekte olan ülkelerde yaşanmaktadır. Örneğin 1968-73 yılları arasında Brezilya’da bu oran % 407.2, Pakistan’da % 147.3 olarak gerçekleşmiştir. Gelişmiş ülkeler-de kamu harcamalarının GSYH’ye oranı gelişmekte olan ülke-lerden daha yüksektir. Örneğin bu oran 1966 yılında ABD’de % 31.7 Federal Almanya’da % 39.3 İngiltere’de % 40.5 iken, İspanya’da % 12.5, Brezilya’da % 13.9 ve Türkiye’de % 17.8’dir (EKER, s. 50).

1970’li yıllarda yaşanan önemli bir sorun da kamusal düzen-lemelerde (regulations) yaşanan artıştır. Kamusal düzenlemeler bazen devletin belirli ekonomik faaliyetleri direk olarak düzen-lemeye tabi tutmasıdır. Örneğin devletin piyasaya giriş ve çıkışı düzenlemeye tabi tutması, kamu iktisadi teşebbüslerinin görev

Page 134: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu126

zararlarının hazineden karşılanması, bu teşebbüslere hazineden yardım yapılması, bazı özel sektör yatırımlarına sübvansiyonlar sağlanması, gibi uygulamalar regulasyona örnek teşkil etmekte-dir (GÜNGÖR, 2001, s. 19).

1970’li yıllarda kamu harcamalarının bileşimimi de değiş-miştir. Örneğin ABD’de 1970’li yılların sonlarında kamu harca-maları daha çok transferler üzerinde yoğunlaşmıştı (1980’de $ 325 milyar). Kamu mal ve hizmet alımları ise $190 milyar idi. Bu dönemde kamusal harcamaların önemli bir kısmı da sosyal harcamalara gitmiştir. Nitekim bunun bir sonucu olarak 1960’lı yıllarda fakirlik oranı % 22 iken bu oran 1970’li yılların sonlarına gelindiğinde % 11.7’lere indi. Sosyal yardımlar daha çok sübvan-siyonlar, konut sağlama, sağlık harcamaları gibi kalemlerde yo-ğunlaşmıştır. Sosyal harcamalara etkide bulunan diğer bir kalem de yaşlılara yapılan yardımlardır.

Tablo 35: ABD’de Federal Gelirlerin Fonksiyonel Dağılımı (Milyar $)

Yıllar Mal ve Hizmet Alımı

Savunma Kişilere Yönelik Transferler

Diğer Transferler

Diğer Harcamalar

1952 47.2 41.3 8.5 15.3 -

1960 52.9 43.8 20.6 28.0 16.1

1970 97.0 74.6 55.0 36.2 41.6

1980 190.2 125.9 234.7 55.2 148.7

Kaynak: GÜNGÖR, 2001, s. 20

Ancak 1970’li yılların sonunda ABD’de Carter deregulas-yon politikalarını uygulamaya başladı. Bu politika Reagan dö-neminde de sürdürülmüş ve ekonomide olumlu sonuçlar alın-mıştır. Deregulasyon politikaları daha sonra 1980’li yıllar bo-yunca bütün dünyada yaygınlaşarak uygulama alanı bulmuştur (GÜNGÖR, 2001, s. 20).

1970’li yıllarda enerji fi yatlarında da ciddi artışlar yaşanmış-tır. Bu artışın da kamu kesiminin büyümesinde etkisi olmuştur. Zira enerji konusunda kaynakları yetersiz olan Avrupa ülkeleri bu ihtiyaçlarını karşılamak için bütçelerinden önemli ölçüde pay ayırmak zorunda kalmaktadırlar. Avrupa ülkeleri günümüzde de bu pozisyononu korumaktadır.

Page 135: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Kamu Harcamaları Sorunu ve Türkiye 127

1980 ve 1988 yıllarına ait veriler GSYH’ye oranlandığından rakamlar daha düşük çıkmasına rağmen, kamu kesiminin büyü-meye devam ettiği görülmektedir. Yukarıdaki tabloda görüldü-ğü gibi kamu harcamaları verilen hemen bütün ülkelerde art-mıştır. Tablodan çıkan bir başka sonuç ise kamu harcamalarının artmasıyla birlikte kolay kolay tekrar azalmadığı yönündedir. Bazı istisnalar dışında 1970’li yıllarda yaşanan kamu harcama-ları/GSMH ya da GSYİH oranındaki artış büyük ölçüde devam etmiştir. Bu durum başta Adolph Wagner olmak üzere bu konu-da ileri sürülen düşüncelerle de paraleldir.

Bu dönemde vergiler de yükselmeye başlamıştır. Aşağıdaki tabloda bu yıllara ait vergi yükü diğer yıllarla karşılaştırmalı olarak verilmiştir. Tablodan görüldüğü gibi 1960-80 döneminde, bütün ülkelerde vergi yükünün arttığı görülür. Bu artış kiminde yüksek düzeyde (Danimarka, İsveç gibi) iken, kimisinde daha düşük düzeydedir. (Japonya, Yeni Zelanda, ABD gibi). İtalya’da ise azalma yaşanmıştır. Türkiye’de de bu dönemde vergi yükün-de artışlar yaşandığı gözlemlenmektedir.

Tablo 36: Çeşitli Ülkelerde 1960-1980 Arası Vergi Yükü (%)

Ülkeler/Yıllar

1960 1970 1978 1980 Ülkeler/Yıllar

1960 1970 1978 1980

Avustralya 23.5 24.5 27.3 20.2 Japonya 18.2 19.7 24.0 25.5

Avusturya 30.5 35.7 41.4 41.2 Lüksemburg - 30.2 43.7 40.9

Belçika 26.5 35.2 44.0 43.6 Hollanda 30.1 37.6 44.6 45.8

Kanada 24.2 31.3 30.8 31.6 Yeni Zelanda 27.3 27.4 32.0 33.0

Danimarka 25.4 40.4 43.4 45.5 Norveç 31.2 39.2 46.5 47.1

Finlandiya 27.7 31.6 35.3 33.3 Portekiz 16.3 29.2 26.4 28.7

Fransa - 35.6 39.5 42.5 İspanya - 17.2 22.9 24.1

Almanya 31.3 32.9 37.9 38.0 İsveç 27.2 40.2 50.9 49.4

Yunanistan - 24.3 27.9 28.6 İsviçre 21.3 23.8 31.6 30.8

İrlanda 22.0 31.2 31.5 34.0 Türkiye* 11.1 17.7 21.3 19.0

İtalya 34.0 24.2 27.1 30.0 İngiltere 28.5 37.1 33.1 35.3

ABD 26.6 29.2 29.0 29.5

Kaynak: GÜNGÖR, 2001 s. 26

Page 136: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu128

Bu dönemde sermaye gelirleri üzerindeki marjinal vergi oranlarında da ciddi yükselmeler olmuştur. Dolayısıyla yatırım için gerekli olan kaynaklar 1970’li yıllarda ciddi yükselmelerle karşı karşıya kalmıştır. Örneğin, 1974 yılında Amerika’da ku-rumlar vergisi oranları % 45’ten % 54’e çıkarıldı. Çift haneli enf-lasyonun yaşandığı bu yıllarda hesaplanan vergi % 39’dan % 38’e indi. Amerika’da 1970’li yıllarda kurumlar vergisinin GSYH’ye oranında da bir düşme yaşanmıştır. 1965 yılında kurumlar vergi-sinin GSYH’ye oranı % 11.2 iken bu oran 1970 yılında % 7’nin al-tına düşmüş ve 1980’de % 9.2 olarak gerçekleşmiştir (GÜNGÖR, 2001, s. 26).

Aşağıda ise günümüze ilişkin veriler vardır. Tabloda görül-düğü üzere kimi ülkelerde kamu kesiminin büyüklüğü % 50’leri geçmiştir. Keynezyen iktisadi anlayışa bağlanması mümkün ol-mayan bu durum, daha çok sosyal devlet anlayışına bağlı ola-rak oluşmuş olan ve devlete verilen fonksiyonların fazlalığı ile ilgilidir. Zira Keynezyen anlayışa dayalı politikalar 1980 sonra-sı yavaş yavaş terk edilmiştir. Ancak gelişmekte olan ülkelerde var olan ekonomiyi yönlendirme ihtiyacı ve gelişmiş ülkelerdeki sosyal devlet harcamaları yanında özellikle kriz dönemlerindeki müdahaleler devam etmektedir.

Küresel kriz ve buna bağlı nedenlerle 2009’da da gelir dü-şüşleri yaşanmaya devam etmiştir. Bu dönemde hükümetler daha çok harcamalara önem vermeleri nedeniyle vergi gelirleri-nin azalmasından ziyade kamu harcamalarında artışı yaşanmış-tır. Bu durum elbette yaşanan krizin bir sonucudur ve bazı üye ülkelerin bütçe dengesini sarsmıştır (European Commission-2011, s. 46).

Bu sorun günümüzde de devam etmektedir. Dünyanın en büyük ekonomisi olan Avrupa Birliği tükettiği enerjini yarısından fazlasını ithal etmektedir. Ancak bu da ülkeden ülkeye değişmektedir. Örneğin, Kıbrıs, Malta ve Lüxemburg neredeyse tamamını ithal ederken, Danimarka ihracatçı konu-mundadır. İngiltere ve Polonya’nın bağımlılığı ise yok dene-cek kadar azdır.

Page 137: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Kamu Harcamaları Sorunu ve Türkiye 129

Tablo 37: Toplam Kamu Giderleri /GSYH

Kaynak: İSO, Avrupa Birliği Ülkelerinin Temel Ekonomik Göstergeleri Üye ve Aday Ülkeler2008.

Avrupa Birliği 2005’te kullandığı enerjinin % 52.3’ünü ithal etmiştir. Avrupa Birliği gaz ihtiyacının yarısını Rusya, Norveç ve Cezayir’den karşılamaktadır. Artan enerji ihtiyacına bağlı olarak Avrupa Birliği enerji etkinliğini artırma, yenilenebilir kaynaklar temin etme ve enerji çeşitliliğini artırma politikaları yürütmek-tedir. Krizle birlikte tırmanan petrol ve doğalgaz ürünlerinin fi -yatı bütçelere ek bir maliyet daha getirmiştir. Zira gerek Avrupa Birliği gerekse de ABD, Japonya gibi ülkeler sanayilerinin deva-mı için enerji kullanmak zorundadırlar.

Enerjinin daha etkin kullanımı kirliliğin azaltılması için Avrupa Birliği yenilenebilir enerjinin yaygınlaştırılmasını bir stra-teji olarak belirlemiştir. Zira global ısınmaya yol açan fosil yakıtlar ve özellikle kömür ve petroldür. Avrupa Birliği ihtiyacının 1/5’ini yenilenebilir enerji kaynaklarından karşılamayı hedefl emektedir. Refah artışıyla birlikte atıklar da artmıştır. Avrupa Birliği bunu azaltmak ve kaynakların etkin kullanımı için de mücadele etmek-tedir. Şu anda Avrupa Birliği’nde kişi başına ortalama yarım tonu aşkın atık ortaya çıkmaktadır. Bunların geri dönüşümünün sağ-lanması gerekmektedir (key and fact on EU).

Page 138: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu130

Grafi k 11: Avrupa Birliği’nde Enerji Sorunu

Kaynak: key and fact on EU

2.2.2. Kriz ve Kamu Harcamaları

Küresel kriz bir taraftan vergileri azaltırken, diğer taraftan da kamu harcamalarını artırmıştır. Zira hükümetler krizle mü-cadele amaçlı olarak kimi zaman vergi indirimlerine gidip kul-lanılabilir geliri artırmayı hedefl erken, çoğu zaman da elindeki en büyük enstrüman olan bütçeyi kullanarak kamu harcaması yapma yolunu seçmiştir.

Aşağıdaki tabloda yer alan rakamlar son dönemlere iliş-kindir. Harcamaların ne kadar yüksek olduğu istisna da olsa İrlanda’da bu oranın % 67’ye tırmanması ile anlam kazanmak-tadır. Ancak bunu krize bağlamak gerekir. Zira İrlanda krizden en fazla ve en önce etkilenen ülkelerden birisidir. Önceki yılla-rın rakamları da bu düşünceyi desteklemektedir. Danimarka (% 58.2), Fransa (% 56.2), Finlandiya (% 55.1), Belçika (% 53.2), İsveç (% 53.0), Avusturya (% 53.0), Hollanda (% 51.2), İngiltere (% 50.9), Portekiz (% 50.7), İtalya (% 50.3) ve İzlanda (% 50) ora-nıyla 2010 yılı itibariyle % 50 bandını aşmış ülkeler arasında yer almaktadır. AB-27 ve Euro Bölgesi ülkeler için de aynı şey söz konusudur. Ayrıca Bulgaristan dışında hiçbir Avrupa Birliği ül-kesi % 40’ın altına inmemiş gözükmektedir. Türkiye ise % 39.1 ile Bulgaristan’la birlikte son iki sırayı paylaşmaktadır. Tablodan çıkartılabilecek diğer bir sonuç da krizin etkili olduğu yıllarda genel yönetim bütçelerinin büyüklüklerinin arttığıdır. Türkiye için de benzer şeyler söylenebilir. Krizden Avrupa Birliği ülke-

Page 139: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Kamu Harcamaları Sorunu ve Türkiye 131

leri kadar derin etkilenmeyen ve özel bir kamu harcaması ya da vergi politikası izlemeyen Türkiye’de de biraz da GSYH’de meydana gelen küçülmelere bağlı olarak bütçe büyüklüklerinde çeşitli hareketlenmeler yaşanmıştır.

Tablo 38: Genel Yönetim Bütçe Giderleri/GSYH

Kaynak: Maliye Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkanlığı, Ekonomik Veriler Temmuz 2011, s. 48

Küresel krizin kamu harcamaları üzerinde meydana getir-diği baskı bu şekilde harcamaların GSYH’ye oranını artırmış, bunun sonucu olarak pek çok ülkede özellikle 2008-09 dönemin-de vergi gelirlerinde belirgin azalmalar yaşanmıştır. Örneğin Avrupa Birliği’nin en yüksek gelirli ülkelerinden birisi olan ve krizden ciddi düzeyde etkilenen İrlanda’da temel üç verginin

Page 140: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu132

(gelir vergisi, katma değer vergisi ve ÖTV) oranı 2006’daki % 30 seviyesinden 2007’de % 27’ye ve 2008’de % 20’ye inmiş bu-lunmaktadır. Yine İrlanda’da 2008 içerisinde vergi gelirlerinde yaklaşık olarak % 14 düşüş yaşanmıştır. Öte yandan bu ülkede aynı dönemde kamu harcamaları da yükselmiştir. Buradaki oran ise hem 2007 hem de 2008’de % 11 olarak gerçekleşmiştir. Bunun bir yansıması olarak yüksek düzeyde borçlanan İrlanda krizden başarı ile çıkamamış, Avrupa Birliği ve IMF’den yardım istemek zorunda kalmıştır. (HONOHAN, s. 3-4)

Kriz ekonomik aktiviteleri azaltmış, kamu harcamalarını ar-tırmış, piyasada var olan borçlanma koşulları hem ulusal hem de Uluslararası bazda farklılaşmış ve maliyeti yükseltmiştir. Bu durum ülkelerin borç yükünü ve buna bağlı bütçe açığı ve faiz gibi sorunları da gündeme getirmiştir. Bütçeler krizden önemli ölçüde etkilenmiştir. Ancak bu etkilenme harcama yönünü daha fazla olmuştur. Ortalama olarak 2008’den 2009’a kamu açıkları % 50 artmıştır. Bu durum üzerinde daha etkili olan vergilerdeki azalıştan ziyade kamu harcamalarındaki artıştır. Zira neredeyse bütün ülkelerde kamu harcamaları bu dönemde artmışken, bazı ülkelerde vergi gelirlerinde önemli azalmalar yaşanmış olması-na karşın birçok ülkede vergi gelirlerinde artışlar dahi söz konu-su olmuştur (European Commission-2011, s. 18).

Aşağıdaki grafi kten izleneceği üzere 2009’da vergi oranla-rının GSYH’ye oranı yükselen ülkelerde kamu harcamalarının oranı azalmıştır. Lüksemburg, Slovenya ve Slovakya’da durum bu şekildedir. Estonya ve Bulgaristan’da ise acil bütçe kondoli-dasyonuna ihtiyaç vardır. Grafi kte kamu harcamaları trendi ile vergi oranlarındaki değişim ilişkisi irdelenmektedir. Grafi ğin sağında yer alan ülkeler krizin etkili olduğu 2009 yılı içerisin-de kamu harcamalarını artıran ülkelerdir. Diğer bir deyişle bu ülkelerdeki artış diğerlerinden daha yüksektir. Ancak bu ülke-lerin daha kötü bir etkiyle karşılaşmamak için hem gelir hem de harcama tarafına önem vermeleri gerekir. Grafi ğin sol tarafında ise çok az ya da negatif kamu harcamalarının yapıldığı küçük ülkeler yer almaktadır. Gelir tarafı da makul olan bu ülkelerde konsolidasyon baskısı söz konusudur. Macaristan, Estonya gibi ülkelerin yer aldığı bu sınıfta, ilgili ülkeler krizle birlikte Avrupa Birliği ve IMF’nin borç programı içerisinde yer almaktadır (European Commission-2011, s. 18-29).

Page 141: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Kamu Harcamaları Sorunu ve Türkiye 133

Grafi k 12: 2008’den 2009’a Harcamalarda Meydana Gelen Değişim

Kaynak: European Commission-2011, s. 19.

Resesyonun başladığı 2008 yılında vergi oranlarının azaltılma-sı krizin bu denli derinleşmesi ile ilgili olmamasına karşın, 2009’da krizin tab noktasının yaşanması krizle bağlantılı düzenlemeleri gerektirmiştir. Zira bu dönemde ülkeler bütçeleri ile ilgili gerçek tahminlerde bulunamamışlardır. Bütçelerde otomatik stabilizatör-lerin çalışmasına izin verilmemiştir. 2009 yılına ilişkin tahminlerin isabetsizliği yüzünden ilgili ülkelerin daha fazla zarar görmesi söz konusu olabileceği için vergi oranlarında kademeli bir artış trendi yaşanmıştır. Diğer bir neden ise vergilerin daraltıcı etkisi ile ilgili-dir. Zira vergilerin artırılması büyüme üzerinde olumsuz bir etki meydana getirir (European Commission-2011, s. 19).

2.3. SOSYAL DEVLET UYGULAMALARISosyal güvenlik, insanlara yaşadıkları toplum içinde insan

onuruna yaraşır bir asgari hayat standardını garanti ederek on-ları başkalarına muhtaç olmaktan kurtarmakta ve şahsiyetleri-nin gelişmesine yardımcı olarak, kişisel hürriyetlerinin teminatı olmaktadır. Bu bakımdan, sosyal güvenlik ihtiyacı evrensel bir ihtiyaçtır (DPT, 2001, s. 9).

Sosyal güvenlik kavramının gelişimi üç aşamada açıklanabi-lir. Zorunlu sosyal sigorta tekniğine dayalı ilk sosyal güvenlik sis-teminin esasları, sanayileşme sürecindeki Almanya’da, 1877’deki ekonomik bunalım nedeniyle yaşam koşulları ağırlaşan işçi sınıfını güvence altına almak için Bismark tarafından ortaya konulmuştur

Page 142: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu134

(YILMAZ s. 42). Sosyal güvenliğin tarihsel oluşum sürecinde ikin-ci önemli aşamayı, ABD ’de Başkan Roosevelt tarafından yürürlü-ğe konulan 1935 tarihli Sosyal Güvenlik Yasası oluşturmaktadır. Üçüncü aşamayı ise, sosyal güvenlik düşüncesinde çağdaş anlam-da yenileşmenin öncüsü olarak kabul edilen Beveridge ve 1942 ta-rihli ünlü Raporu temsil etmektedir. Beveridge, anılan Raporda, “yoksulluğun çağdaş bir toplumun yüz karası” olduğunu vurgu-layarak, geniş kapsamlı bir sosyal güvenlik sistemi ile toplumun yoksulluk sorununu çözümleyebileceğini ifade etmiş ve sistemin yaslanacağı temel ilkeleri belirlemiştir (GÜZEL, s. 63). Bu rapor devlete, kişinin beşikten mezara kadar refahı için sorumluluk yük-lüyordu Aşağıda değişik tarihlerde çeşitli ülkelerde refah devleti uygulama başlangıçları yer almaktadır. (GOUGH, s. 1).

Tablo 39: Refah Devleti Uygulamaları

Ülkeler için Başlangıç Yılı

Alm

anya

İngi

lter

e

İsve

ç

Fran

s

İtal

ya

AB

D

Kan

ada

Sosyal Sigorta Alanları

İş Kazaları 1884 1906 1901 1946 1898 1930 1930

Hastalık sigortası 1883 1911 1910 1939 1943 - 1971

Emeklilik Ödemeleri 1889 1908 1913 1910 1919 1935 1927

İşsizlik Sigortaları 1927 1911 1934 1967 1919 1935 1940

Aile yardımları 1954 1945 1947 1932 1936 - 1944

Sağlık sigortası/hizmetler 1880 1948 1962 1945 1945 - 1972

Vergilendirilmiş genel kişisel gelir

1920 1918 1903 1960 1960 1913

Kesintiye uğramadan 1873

Eğitim Alanları

Yetişkin okur-yazar olmayanlar < % 20

1850 1880 1880 1870

Orta okula gidiş > % 10 1925 1923 1937 1915

Üniversiteye giriş > % 10 1975 1973 1968 1946

Not: “sosyal güvenlik” işverenlerin sorumluluğu kanunlarına veya belirli gruplar için sosyal yardım programlarına değil, zorunlu devlet güvenliği anlamına gelir.

Prusya’da1873’tebaşlanmıştır.

Kaynak: GOUGH, s. 3

Page 143: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Kamu Harcamaları Sorunu ve Türkiye 135

Refah devletinin 19. yüzyılın ortalarında halkın temel eği-timinin sağlanmasını öngören kanun hükümleriyle birlikte ve daha özel olarak 1883’te Bismark’ın ilk sosyal sigorta projesini uygulamaya koyduğu zaman başlatıldığı konusunda genel bir kabul vardır. Bu tarihten önce de çeşitli kamusal yardımlar ve fakirlerin sıkıntıdan kurtulmasına yönelik düzenlemeler yapıl-mıştı, fakat bu gerekli koşulları daha az taşıyordu. (GOUGH, s. 1-3).

2.3.1. Terminoloji ve Tanım

Refah devleti (Welfare State) olarak da bilinen kavram İngilizce’ye ilk olarak 1941 yılında girmiştir. Aynı dönemde bu terim savaş dönemi İngiltere’sini bir savaş devleti olan Nazi Almanyası’ndan farklılaştırmak için kullanılmıştır. Refah dev-leti terimi hem devletin refahla ilgili sorumluluğu düşüncesine hem de bu düşünceyi gerçekleştirecek kurumlar ve uygulamala-ra kaynaklık eder.

Refah Devleti, piyasa güçlerini en az üç alanda yönlendir-mek için örgütlü kamu gücünün (politika ve yönetim vasıtasıyla) etkin bir şekilde kullanıldığı devlettir. Bunlardan birincisi; kişi-lere ve ailelere, varlıklarının piyasa değerini dikkate almaksızın, minimum düzeyde bir geliri garanti etmek, ikincisi kişilerin ve ailelerin belirli sosyal risklerin üstesinden gelmesini sağlayarak, yapılmadığı takdirde kişisel ve ailevi sorunlara yol açacak olan güvensizliğin yayılmasını azaltmak (hastalık, yaşlılık ve işsizlik gibi), üçüncüsü ise genel kabul görmüş sosyal hizmetler çerçeve-sinde statü ve sınıf farkı gözetmeksizin bütün vatandaşlara var olan en iyi standartları sağlamaktır.

Bazıları refah devletinin; ihtiyaçların sadece minimum dü-zeyde karşılanması ya da belirli ihtiyaçlarda minimum standart-ların sağlanması ile ilgili olduğu yönünde görüş belirtmişlerdir. Bazıları da eğitim politikası gibi sosyal politikaların başka amaç-lara da hizmet edebileceği görüşündedirler. Diğer bazıları ise daha ileri gider ve refah devletini, işgücünün yeniden üretilmesi ve kapitalist toplumlarda çalışmayan nüfusun korunması için kamu gücünün kullanılması şeklinde tanımlar. Bu nedenle çağ-daş refah devletine çok geniş bir amaç, gerekçe ve faaliyet listesi

Page 144: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu136

atfedilmiştir. Bununla birlikte temel vatandaşlık hakları ile ilgili olarak bütün kişilerin daha iyi bir duruma getirilmesi için refah devletinin sorumluluğuna işaret eden genel bir görüş birliğin-den söz edilebilir (GOUGH, s. 1-2).

2.3.2. Avrupa Birliği Ülkelerinde Sosyal Güvenlik

Avrupa Birliği’nde sigorta sektörü, Insurance Premium Tax (IPT) denen sigorta prim vergisine ve çeşitli parafi skal vergile-re tabidir. Bazı sigorta türleri prim vergisinden muaf iken, diğer türlerde birbirinden çok farklı oranlar uygulanmaktadır. Her üye devlet, verginin oranını, matrahını ve nereye ödeneceğini belirle-meye yetkilidir. Avrupa Birliği ülkelerindeki sigorta prim vergisi ve parafi skal vergiler incelendiğinde, bu vergi oranlarının da ül-keden ülkeye büyük farklılıklar gösterdiği görülecektir.23

Sosyal güvenlik katkı paylarının “vergi” olup olmadığı tar-tışmalı bir konu olmakla birlikte “vergi benzeri” olarak ifade edilen bu kamu gelirlerinin dolaysız vergi kapsamında olduğu düşüncesi ağırlık kazanmaktadır. Zira “vergi” kavramını geniş anlamda düşündüğümüzde zorunlu kamusal ödemeleri ifade eder. Bu çerçevede sosyal güvenlik ödemeleri “vergi” olarak de-ğerlendirilebilir. Böyle kabul edildiğinde bu katkıların “dolaysız vergi” olduğu çok tartışmalı bir durum olmamalıdır. Ancak bazı ülkelerde sosyal güvenliğe ilişkin pek çok hizmet özel sektör ta-rafından yürütülmektedir. Bunlara yapılan devlet desteği dışın-daki harcamalar elbette vergi olarak değerlendirilemez.

Avrupa Birliği ülkelerindeki sosyal güvenlik anlayışına ge-nel olarak bakıldığında üye ülkeler arasında sosyal güvenlikte norm ve standart birliğinin sağlanmasına yönelik politikaların geliştirilmesi ve yoksulluk sorununa karşı ortak tedbir ve karar-ların alınması ve emeklilik sistemleri başta olmak üzere öncelikli sorunlar konusunda ortak çözüm önerilerinin alınmasına yöne-lik girişimlerin olduğu gözlemlenmektedir (Kitapcı, s. 70).

Gelişmiş ülkelerde, uzayan insan ömrü ve azalan doğum oranı, ekonomik büyümenin yavaşlaması, kronik hale gelen iş-

23 http: //212.58.19.130/NR/rdonlyres/B3EFA77C-F393-41E7-A237-BA6AEB369BA9/1215/129_168. pdf, s. 130-131

Page 145: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Kamu Harcamaları Sorunu ve Türkiye 137

sizlik ve sağlanan yardımların yüksek oluşu nedeniyle sosyal güvenlik harcamaları için ülkelerin millî gelirlerinden ayırdık-ları paylar giderek artmış, makroekonomik dengeleri ve reka-bet gücünü tehdit eder boyuta ulaşmıştır. Avrupa Birliği ülke-leri, ekonomik istikrarın ve sürdürülebilir büyümenin temini için Maastricht Anlaşması’nın öngördüğü ağır yükümlülükleri, sosyal güvenlik harcamalarında kısıntıya gitmeden yerine ge-tiremeyeceklerini öngörmüşlerdir. Zira Avrupa Birliği ülkeleri, ekonomik ve parasal birliğin gerçekleştirilebilmesi için bütçe açıklarını ve enfl asyonu belli bir düzeyde tutmak zorunda kal-mışlardır (DPT, 2001, s. 12).

GSYH’deki sosyal hizmet harcamalarının payı dikkate alın-dığında refah devletinin sınırları yirminci yüzyılda dikkat çekici bir şekilde genişlediği görülür. İngiltere’de sosyal hizmet har-camalarının GSYH’deki payı 1910’da % 4 iken 1975’te % 29’a yükselmiştir. Özellikle iki dünya savaşından sonraki yıllarla, 1960’ların ilk yılları ve 1970’lerin ortalarına kadar devam eden uzun süreli dönem içinde bir patlama olmuştur. Refah devleti GSYİH içinde bir bütün olarak kamu sektörünün payını arttıra-rak savaş sonrası dönemde en dinamik faktör olmuştur. İngiltere hariç bütün OECD ülkelerinde 1970’lerin sonlarında sosyal har-camaların kamu harcamaları içindeki payı % 50’yi aşmıştır. 1973’ten sonra hükümetlerin bu trendin durdurulması veya geri döndürülmesi yönündeki gayretlerine rağmen, trend 1980’lere kadar yükselmeye devam etti. 1981’le birlikte diğer ülkelere oranla Hollanda, Danimarka, İsveç ve Batı Almanya’da sosyal harcamalar GSYİH’nin 1/3’ü oranında arttı. Kamu transferleri ve istihdama bakılarak hesaplanan sosyal hizmet istihdamı ve hane halkı gelir payı ölçüldüğünde benzer sonuçlar elde edil-miştir (GOUGH, s. 3-4).

Adema’nın 1995 yılı verilerine göre yaptığı değerlendirme aşağıdaki gibidir:

On üç ülkede net sosyal harcamalar artmıştır. Avustralya, Belçika, Kanada, Danimarka, Finlandiya, Almanya, İrlanda, İtalya, Hollanda, Norveç, İsveç, İngiltere ve ABD.

Page 146: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu138

Tablo 40: Net Sosyal Harcama Göstergeleri

Kaynak: ADEMA, 194

Tabloda birinci satır, sosyal amaçlı brüt kamu harcamaları ve kamu sektörü tarafından sosyal koruma harcamalarını etkile-yen vergilendirme düzenlemeleri yer almaktadır. Ülkeler arasın-daki farklılıklar aşağıda yer almaktadır.

Dolaysız Vergiler ve Sosyal Güvenlik katkıları: Avustralya, İrlanda, İngiltere, az da olsa ABD vergisel transferler… Almanya, Kanada Belçika’da vergiler ve sosyal güvenlik ödemelerinin kat-kısı GSYH’nin % 2’sinden daha azdır. Buna karşılık Danimarka, Finlandiya, Hollanda ve İsveç’te vergisel katkılar oldukça yo-ğundur: GSYH’nin % 5’i

Dolaylı Vergiler: Bu vergilerin katkısı bakımından hem Avrupa ülkelerin kendi aralarında hem de ABD ile Avrupa ül-keleri arasında önemli farklılıklar söz konusudur.

Sosyal Amaçlı Vergi İndirimleri: Danimarka, Finlandiya, Hollanda, Norveç ve İsveç gibi dolaysız vergilerin hayli yük-sek olduğu ülkelerde bu tür uygulamalar genellikle düşük bir öneme sahiptir. Vergi indirimleri uygulaması daha çok Belçika ve Hollanda (ailelere yönelik çocuk yardımı) ile ADB’ de (sağlık harcamalarına yönelik) ağırlıklıdır.

Page 147: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Kamu Harcamaları Sorunu ve Türkiye 139

İkinci satır net kamusal sosyal harcamalarının vergilerle iliş-kisi yer almaktadır: Almanya, İsveç ve Finlandiya GSYH’ye ora-nı itibariyle % 25in üzerindeki bir oranla en üstte yer almaktadır. Kanada İrlanda ve ABD % 15’in altındaki oranla en düşük orana sahip üç ülkedir (Adema-194-195).

Avrupa Birliği ülkelerinde en yüksek vergi oranına sahip ülke ile en düşük vergi oranına sahip olan ülke arasında % 70’lik bir fark vardır. Bu farklılıkların nedeni daha çok sosyal güvenlik ödemelerindeki farklı uygulamalardır. Zira kimi üye ülkelerde eğitim, sağlık, emeklilik gibi ödemeler kamu sektörü tarafından yürütülürken, diğer bazıları bunu özel sektör vası-tasıyla karşılamaktadır. Bu durumun ortaya çıkmasında teknik faktörler de rol oynamaktadır. Bu çerçevede kimi ülkelerde sos-yal ve ekonomik yardımlar doğrudan kamu harcamaları, kimi üye ülkelerde ise vergi indirimleri vasıtasıyla yürütülmektedir. Ayrıca sosyal yardımlar ve sosyal güvenlik harcamaları bazı ülkelerde istisna kapsamında yer alırken diğerlerinde vergi-lendirilmektedir. Kayıt dışı ekonomideki farklılıklar da vergi oranlarının GSYH’ye oranı üzerinde etkide bulunmaktadır (European Commission, 2010, s. 2). . Vergi yükündeki artışın esas kaynağını, tüm bölgeler genelinde, sosyal güvenlik sistemi oluşturmaktadır. OECD genelinde millî hasılanın; 1965 yılında yüzde 4,7’sine; 1975 yılında yüzde 6,8’ine tekabül eden sosyal güvenlik prim yükü 2003 yılına gelindiğinde yüzde 9,5 seviye-sine yükselmiştir. DPT, s. 4).

Aşağıdaki tabloda ise refah devleti uygulamalarının ha-kim olduğu Avrupa Birliği ülkelerinde gerek bu ödemelerin GSYH’ye oranının yüksekliği, gerekse de üye ülkeler arasın-daki farklılık dikkat çekmektedir. Aslında uygulama itibariyle birbirine benzeyen üye ülkeler, refah devletine katkı açısından birbirlerinden farklıdır. Örneğin Danimarka’da % 1 gözüken oran bu ülkede refah devleti uygulamalarının yok denecek ka-dar az olduğu anlamına gelmemektedir. Zira bu ülkede sosyal devlet kesintileri düşükken, sosyal güvenliğe yapılan ödeme-ler bütçe gelirleri vasıtasıyla fi nanse edilmektedir. Bu durum Avrupa Birliği ülkeleri açısından özellikle fi nansmanda bazı farklılıkların, ancak uygulamada bir uyumun olduğunun gös-tergesidir.

Page 148: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu140

Tablo 41: Avrupa Birliği Ülkelerinde Sosyal Güvenlik Ödemelerinin GSYH’ya Payı

Kaynak: European Commission-2011, s. 304

Bu açıdan bakıldığında Türkiye’nin fi nansman açısından genel olarak Avrupa Birliği sistemine yakın olduğundan, an-cak kapsamı açısından farklılıkların varlığından söz edilebilir. Türkiye’de de sosyal güvenlik açıkları kendi gelirleriyle fi nan-se edilememekte, bütçeden önemli transferler yapılmaktadır. Emeklilik yaşının yükseltilmesi ve prim tahsilatındaki gelişme-ler uzun dönemde bu sorunun çözümüne katkıda bulunacağı düşünülmektedir.

Page 149: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Kamu Harcamaları Sorunu ve Türkiye 141

Tablo 42: AB-15 İçin Emeklilik Harcamaları Projeksiyonu (2000-2050), (GSMH’nin Yüzdesi Olarak)

Kaynak: YILMAZ, s. 56.

Yukarıdaki tablodan halen Avrupa ülkelerinin önemli so-runlarından birisi olan sosyal güvenlik ödemelerinin 2050’li yıl-lara yapılan projeksiyonunda genel olarak sorunun artarak de-vam edeceği gözlemlenmektedir. Yeni çözüm planları üzerinde yoğunlaşan ülkeler, bunda çok da başarılı gözükmemektedir. Bazı ülkelerde azalma eğilimine girse de gerek bu azalmanın önemli ölçüde olmaması gerekse de bazı ülkelerde artışın devam edecek olması üye ülkeler açısından sorunun devam edeceği an-lamına gelmektedir. Diğer bir deyişle halen kamu harcamaları-nın artışında iki önemli nedenden birisi olan sosyal güvenliğe ilişkin sorunlar reform düzeyinde önlemler alınmadığı sürece devam edecek gözükmektedir. Çoğu kalkınmış olan bu ülkelerin kalkınmışlıklarını sürdürebilmeleri, sürekli tekrarlayan makro ekonomik istikrarsızlıkların önüne geçilebilmesi sosyal güven-liğe ilişkin düzenlemelerin “reform anlayışı” içerisinde yeniden gözden geçirilmesini gerekli kılmaktadır.

Page 150: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu142

2.3.2.1. Avrupa Birliği Ülkelerinde Sosyal Güvenlik Ödemelerinde Dağılım

Avrupa Birliği ülkelerinin Yönetim Yapıları birbirinden farklıdır. Daha çok federal yapılı ülkelerde sosyal güvenliğe ilişkin yetkiler de mali özerklik çerçevesinde alt yönetim bi-rimlerine devredilebilmektedir. Birinci bölümde açıklandığı üzere, Avrupa Birliği’ne üye ülkelerde mali özerkliğin getirdi-ği düzenlemeler sosyal güvenlik alanında da uygulama alanı bulmaktadır.

Bu kapsamda 2009 yılı itibariyle Avrupa Birliği düzeyinde toplam gelirlerin sosyal güvenlik katkıları dâhil % 58’i merkezi hükümetlerde toplanmıştır. Ancak bunun kabaca % 30’u sosyal güvenlik ödemeleri ve % 10 kadar kısmı da yerel hükümetler dü-zeyinde gelirlerdir. % 1’in daha azı ise Avrupa Birliği düzeyinde toplanan vergilerden oluşur.

Tablo 43: Sosyal Güvenlik Ödemelerinin Toplam Vergiler İçerisindeki Payı

Kaynak: European Commission-2011, s. 305

Page 151: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Kamu Harcamaları Sorunu ve Türkiye 143

Buna karşın üye ülkeler arasında önemli farklılıklar söz ko-nusudur. Örneğin Belçika, Almanya, Avusturya ve İspanya gibi federal yapılı ülkelerde mali özerkliğin yüksekliği nedeniyle fe-deral ya da bölgesel özerkliklerin varlığı bu yönetimler lehine sonuçlar doğurmaktadır. İngiltere, Malta gibi ülkelerde ise sos-yal güvenlik sistemi merkezi yönetim içerisinde yer almaktadır. Yerel hükümetlerin gelirleri Avrupa Birliği içerisinde % 0.7 ola-rak Yunanistan’da en düşük düzeyde iken % 35.6 ile İsveç’teki en yüksek düzeyi temsil eden bir çeşitlilik göstermektedir. Almanya, Belçika ve İspanya alt yönetim birimlerinin toplam vergi gelirle-rinin daha fazlasını aldığı ülkeler arasındadır. Kıbrıs, Malta gibi ülkelerde ise bu bölüşüm yerel idareler lehine son derece küçük bir payı temsil eder. Zira bu ülkelerde yerel yönetimlerin doğru-dan sahip olduğu hiçbir vergisel kaynak yoktur. Sosyal güvenlik katkıları açısından Avrupa Birliği ülkeler arasında Fransa birin-ci sıradadır. Zira bu ülkede bu katkıların oranı % 50 kadardır. Slovakya ve Belçika ise % 40’ın biraz altındaki yeri ile bu ülkeyi takip eder (European Commission-2011, s. 66).

Yukarıdaki tablodan izleneceği üzere üye ülkelerin vergi yapılarında da önemli farklılıklar söz konusudur. Bu veriler bize yerel hükümetler düzeyinde vergi otonomisi ile ilgili farklılıklara ilişkin bazı ipuçları verir. Bunları aşağıdaki gibi sıralayabiliriz:

i. bir vergi tabanı

ii. yasal vergi oranları

iii. verginin toplanması

iv. toplanan vergilerin gelire oranı (European Commission-2011, s. 68).

Yukarıdaki tabloda ise sosyal güvenlik katkı oranları yer al-maktadır ve refah devleti uygulamasının yaygın olduğu Avrupa Birliği ülkelerinde Danimarka hariç sosyal güvenlik harcamaları genellikle üyelerin katkı paylarıyla karşılanır. Bu yüzden sosyal güvenlik ödemeleri neredeyse ayrı bir vergi kadar yüksektir. Nitekim tablodan inceleneceği üzere, Avrupa Birliği ortalama-sı % 31.4 düzeyindedir. Euro Bölgesinde ise 33.1’dir. Oranın % 44.7 olduğu Çek Cumhuriyeti yanında % 17.5’lik orana sahip ülkeler söz konusudur. Aslında bu ülkeler dışında diğer üye ülkeler arasında da önemli farklılıklar vardır. Nordik ülkeler,

Page 152: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu144

İngiltere, Malta ve İrlanda daha çok dolaysız vergilerle dikkat çeker. Özel bir uygulaması olan Danimarka yanında İsveç Malta ve İngiltere’de ise Sosyal güvenlik katkıları düşüktür (European Commission-2011, s. 60).

AB-27’de sosyal güvenlik katkıları dâhil 2008 yılında topla-nan vergilerin yaklaşık olarak % 60’ı merkezi hükümetler ya da federal hükümetler % 30 kadarı, sosyal güvenlik fonları ve % 10 kadarı ise yerel yönetimlerce, % 1’den daha azı ise Avrupa Birliği kurumları tarafından toplanmıştır. Üye ülkeler arasında önemli ölçülerde yapısal farklılıklar vardır. Örneğin bazı ülkeler federal yapılıdır ve otonom yapıya sahiptir bu yüzden mali özerklikle-ri fazladır. Belçika, Almanya, Avusturya, İspanya gibi ülkeler böyledir. İngiltere ve Malta’da sosyal güvenlik sistemi merkezi hükümet hesaplarından ayrı tutulmazken Danimarka’da birçok sosyal güvenlik harcaması genel vergi gelirleri vasıtasıyla fi nan-se edilir (European Commission, 2010, s. 1). % 40’a varan oran-lara sahip ülkeler sosyal güvenliğin Avrupa Birliği içerisinde ne denli yüksek bir maliyetin olduğunun göstergesidir. Nitekim vergiler bütçenin ezici olarak en büyük payına sahip gelir ka-lemi olması, kamu hizmetlerinin tamamı nihai olarak vergilerle fi nanse edilmesine karşın sosyal güvenlik ödemelerinin üye ül-kelerdeki maliyetinin önemli göstergelerinden birisidir.

2.3.2.2. Sosyal Güvenlik Ödemeleri Yönünden Vergi Yükü Karşılaştırması

Gelişmiş ülkelerde vergi yükü artışının temel nedeni refah devletinin fi nansmanı olurken, gelişmekte olan ülkelerde kronik kamu açıkları vergi yükünün artmasına yol açmıştır (DPT, 2007, s. 3). 2008’den itibaren yaşanan küresel kriz üye ülkelerde vergi yükü oranlarında azalmalara neden olmuştur. Zira krizin etkisi, kamu gelirlerini olumsuz etkilerken, bu etki harcama tarafında artış şeklinde yansımıştır. Bu durum bütün ülkeleri etkilemiş an-cak bazı ülkelerin genel kamu dengesi üzerinde kötüleşmelere neden olmuştur. İspanya, Bulgaristan, Kıbrıs, İrlanda gibi ülkeler bunlar arasındadır (European Commission, 2010, s. 8). Özellikle Nordik ülkeleri, İngiltere ve İrlanda’da vergiler içerisinde dolay-sız vergilerin oranı nisbi olarak yüksektir. Danimarka, İngiltere ve İrlanda’da sosyal güvenlik katkılarının toplam gelirler içeri-

Page 153: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Kamu Harcamaları Sorunu ve Türkiye 145

sindeki payı düşüktür. Fransa ve Almanya gibi eski üyelerde ise Danimarka’nın aksine sosyal güvenlik katkılarının toplam vergi gelirleri içerisindeki payı yüksektir ve dolaysız vergilerin payı nisbi olarak düşüktür.

Avrupa Birliği dünyada en fazla vergi uygulanan alanlar-dan birisidir. Gelişmiş bir refah devleti uygulamasına sahip olan ülkelerin vergi oranlarının yüksek olması teoride kabul edilen bir realitedir. Acaba krizle birlikte yeni bir maliye politikası uy-gulanabilir mi? Bu uzun dönemdir akademisyen ve politikacıla-rın gündeminde olan bir sorudur. Krizin vergilerden kaynaklan-madığına dair bir konsensüs olmasına karşın, bu süreçte Avrupa Birliği’nin kamu borçları ve emeklilik ödemelerinde sıkıntı ya-şayacağı bir gerçektir. Sadece büyümeyi sağlamak için değil, öngörülebilir gelecekte ekonomilerin istikrar kazanabilmesi için vergi sistemlerinde reforma ihtiyaç duyulabilir (European Commission, 2010, s. 7).

Vergi oranları Avrupa Birliği’nde, özellikle de AB-15’te yük-sek gözükmektedir. Bunun geçmişe dönük nedenleri de vardır. 1970’li yıllardan itibaren genişlemeye başlayan kamu kesimi-nin ekonomideki payı 1980’ler ve 1990’larda da devam etmiştir. Buna bağlı olarak vergiler ve sosyal güvenlik ödemeleri de bu harcamaların fi nansmanı için artmaya başlamıştır. Bu dönem-de özellikle refah devleti harcamalarının, özellikle de yaşlılık, emeklilik, hastalık, eğitim ve diğer sosyal güvenlik harcamala-rının fi nansmanı harcamaları artıran diğer nedenler arasında yer almaktadır. Öte yandan bu dönem içerisinde birçok üye ül-kede işsizlik artmıştır. Bu da vergileri artıran diğer bir neden-dir. Bu süreçte OECD’nin Avrupa Birliği üyesi olmayan diğer üyeleri arasında da artışlar yaşanmıştır. Ancak bu artış Avrupa Birliği’nin altında yer almaktadır. Hatta ABD’de 2000 yılı gös-tergesi 1965 göstergesinin de altında yer almaktadır (European Commission-2011, s. 44).

Teknolojik gelişmeler ve tıbbi imkânların artmasıyla birlikte Avrupa Birliği ülkelerinde yaşam beklentisi sürekli yükselmek-tedir. 1960’ta erkekler için 67 kadınlar için 73 olan bu durum 2004’te 76 ve 82 olmuştur. Birleşmiş Milletler verilerine göre bu beklenti Somali’de 46 ve 49’dur. 1960’ta kadın başına ortalama 2.5 çocuk düşerken, 2004’te bu oran 1.5’e düşmüştür. Bu oran

Page 154: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu146

en yüksek olan Fransa ve İrlanda’da 2’nin biraz altında ilen Çek Cumhuriyeti, Litvanya, Polonya ve Slovakya’da 1.25’tir (key and fact on EU).

Grafi k 13: 25 Avrupa Birliği Ülkelerinde Kadın ve Erkek Nüfusta Yaşam Beklentisi (1962-2002)

Kaynak: Key and Fact on EU

Bu durum Avrupa’da çalışan genç nüfusu olumsuz etki-lemektedir. Emekli sayısı gittikçe yükselmektedir. 2025 yılında nüfusun % 6.3’ünün 80 yaş ve üzerindekilerden oluşacağı var-sayılmaktadır. Yukarıdaki grafi k Avrupa Birliğinde yaşam bek-lentisinin sürekli yükseldiği, bunun emeklilik ödemeleri yanın-da sağlık harcamalarını da artırdığı dikkate alınırsa kamu har-camalarındaki büyümenin bir başka nedeni ortaya çıkmış olur (key and fact on EU). Devletin niçin büyüdüğü ile ilgili sorunun birden fazla cevabı vardır. Öncelikle devletin sürekli büyüdüğü kabul edilmektedir.

Devlet bir taraftan nominal olarak büyürken, ekonomi içe-risindeki payının artması devleti reel olarak da büyütmüştür. Ekonomi içerisindeki payı % 60’lara varan devletlerin varlığı bunun kanıtıdır. Devlete yüklenen fonksiyonlar sürekli artmak-tadır. Sosyal refah devletinin yaygınlaşması ve sürekli yeni alan-ların devletin koruması altına girmesi bazı devletleri adeta “sos-yalist devlet” haline döndürmüştür. Erken emeklilikler, hayat beklentisinin artması, tüketim eğilimindeki artış… gibi nedenler makasın açılmasına yol açmıştır.

Page 155: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Kamu Harcamaları Sorunu ve Türkiye 147

Grafi k 14: 80 ve Daha Yaşlı Oranı (1963-2003)

Kaynak: key and fact on EU

2.3.3. Türkiye’de Sosyal Güvenlik

Türkiye’de sosyal güvenlik anlayışının gelişimi sosyal dev-let anlayışıyla paralel bir şekilde gerçekleşmiştir. Türkiye’de sosyal güvenliğin geçmişine bakıldığında Göktürk yazıtlarında geçen ‘Çıplak halkı giydirdim, yoksul halkı zengin ettim, mil-letimi kaygısızca yaşayacak bir hale getirdim. ’ ifadelerinden Türklerdeki sosyal güvenlik fi krinin ve ‘Devlet Baba’ anlayışının çok eskilere dayandığını söylemek mümkündür

Sosyal güvenlik ödemelerinin de Türkiye’de önemli bir yekün teşkil ettiği bir gerçektir. Nitekim Maliye Bakanlığı’nın verilerine göre24 2008 yılı içerisinde toplanan sosyal güvenlik katkısının sosyal güvenlik katkıları dahil toplam vergilere oranı % 25.5, hariç tutulduğunda ise, % 34 seviyesinde olduğu görü-lür. Aynı oran 2009 için % 24.7 ve % 32.8 2010 için ise % 25.3 ve 33.8 ile yakın düzeylerde olduğu görülür. Bu oran AB-27’de 30.3 ve Euro Alanı’nda 33.4’tür. Ortalamalar itibariyle bir sorun gözükmemektedir. Ancak Türkiye’deki millî gelir düzeyindeki Avrupa Birliği’ne göre düşüklük, katkı paylarının toplanmasın-da yaşanan sorunlar ve asgari ücretin Avrupa Birliği standart-

24 Maliye Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkanlığı, Ekonomik Veriler Tem-muz 2011, s. 83

Page 156: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu148

larının altında yer alması gibi hususlar konuyu tartışmalı hale getirmektedir. Nitekim Türkiye işgücü üzerinden alınan vergi-ler bakımından bütün Avrupa Birliği ülkelerinden daha yüksek-tir. Avrupa Birliği ile karşılaştırıldığında rekabet gücü pek çok sektörde düşük olan Türkiye’de bu maliyetlerin düşürülmesi Avrupa Birliği’ne uyum açısından avantaj sağlayacaktır.

Türkiye’de toplam vergi yükü açısından bütün parafi skal gelirler dahil son yıllarda % 24-26 bandında yer alması diğer bir sorun olarak dikkat çeker. Avrupa Birliği ülkeleriyle karşılaş-tırdığımızda düşük gözüken bu oran, aslında bir yanılsamadan ibarettir. Türkiye’deki kayıt dışı ekonominin büyüklüğü, vergi-nin tabana yayılmamış olması nedeniyle mevcut mükellefl erde-ki vergi yükünün ağırlığı, bütçe içerisinde yer almayan ödemeler gibi hususlar ülkemizdeki vergi yükünün düşük olması bir yana gayet ağır olduğunun bir emaresidir.

Page 157: Avrupa_Birliği- Nobel

149

Bölüm 3

AVRUPA BİRLİĞİ ÜLKELERİNDE BORÇ SORUNU VE TÜRKİYE

3.1. Genel Bilgiler

Borç bilimsel iktisadın ilk örneği olan klasik iktisadi düşün-cede olağanüstü bir gelirdi. Uzun süre korunabilen bu düşünce “Keynezyen” iktisadi düşünce ile “olağan gelir” haline dönüştü. Öyle ki; günümüzde gelişmiş ülkelerde neredeyse borç sorunu olmayan ülke kalmamıştır. Hatta halen (2011) devam etmek-te olan küresel krizin günümüzdeki yansıması yüksek borç ve buna bağlı sorunlardır.

Devlete yüklenen fonksiyonların her geçen gün artması, bu harcamaları vergilerle fi nanse edilemez getirmiştir. Kimi zaman da “kısa dönemli” riskler oluşturan vergilendirmenin, yerini sü-reç içerisinde hızlı bir şekilde borçlanmaya terk ettiği görülür. Daha doğrusu verginin borçlanma gibi olağan bir gelir halini al-dığı bir dönem yaşanmaya başlamıştır. Oysa borçlar nihai olarak yine vergilerle, ancak sonraki nesiller tarafından fi nanse edile-cektir. Bu gerçek ancak olağanüstü bir uygulama olan ve tarihte ender rastlanan “borcun reddi” ile değişebilir.

Devletlerin borçlanma gerekleri beraberinde IMF gibi sade-ce borç vermek için kurulan Uluslararası kuruluşların da oluş-masına neden olmuştur. Kimine göre darboğaza giren ülkeler için bir can simidi, kimine göre bir tefeci… Ama şu bir gerçek ki, ülkeler zor durumda kalmadıkları müddetçe IMF ile anlaş-ma yoluna gitmeyi tercih etmemektedir. Zira ticari bir banka gibi davranan IMF, borç vermenin yanında ilgili ülkenin ekono-misi üzerinde uzun vadeli söz sahibi olmayı da istemekte, bu durumun devletlerin egemenlikleri ile bağdaşmaması ülkelerin IMF’ye mesafeli durmasına sebep olmaktadır. Ancak, borç al-mak zorunda olan bir ülkenin IMF’ye karşı yapabileceği şeyler sınırlıdır. Borçlanma koşulları daha çok ilgili ülkenin potansiyel

Page 158: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu150

ekonomik gücü ile ölçülebilmekte, pazarlık gücü bu çerçevede ortaya çıkabilmektedir. Elbette dünyada IMF dışında da borç Uluslararası kurumlar vardır. Bu kurumlar daha iyi şartlarda da borç verebilmektedir. Ancak hiçbirisinin gücü IMF kadar global ve mali kaynakları güçlü değildir.

Ekonomik kalkınma sürecinin başlatılması ve sürdürülme-sinde önemli olan büyük ölçekli yatırımların fi nansmanı, ham-madde, ara ve yatırım mallarının ithalatı için gerekli olan döviz ihtiyacının karşılanması, ödemeler dengesindeki açıkların gide-rilmesi, olağanüstü durumlardan (doğal afet, savaş, kriz dönem-leri vb.) kaynaklanan harcamaların bütçe imkânlarıyla karşılana-maması, artan savunma harcamalarının fi nansmanı, kronikleşen bütçe açıklarının fi nanse edilmesi, fi yat istikrarının korunması, vadesi gelmiş borçların ödenmesi, devletin millî para değerini korumak için gerekli rezerv ihtiyacı içinde olması, gelişmiş ül-kelerden borçlanmanın faiz yüklerinin daha düşük olması, geliş-miş ülkelerin gelişmekte olan ülkeleri borçlanmaya zorlamaları gibi birçok nedenle dış borçlanmaya ihtiyaç duyulabilmektedir (Oskay, 59).

Gelişmiş ülkelerde ise dış borçlanma adeta “olağanüstü”dür. Zira bu ülkelerin örneğin IMF’den borçlanmak zorunda kalması gelişmekte olan ülkelerden çok daha fazla yankı oluşturur ve çok daha az müracaat edilir. Günümüzde tam olarak gelişmiş ülke olmasa da Yunanistan’ın durumu buna örnektir. Ancak daha ilginç bir örneği 1980 öncesi İngiltere’de yaşanmıştır. İngiltere Keynezyen politikaların da etkisiyle İşçi Partisi’nin liderliğin-de 1970’li yıllarda aşırı devlet müdahalelerine başvurmuş, her şeyin önüne “national” kelimesinin eklenmesini marifet olarak algılamıştır. Öyle ki şehirlerarası otobüs işletmeleri bile bir dö-nem devlet tarafından işletilir hale gelmişti. Bu politikaların bir yansıması olarak İngiltere’de ekonomi krize girmiş ve enfl asyo-nu tırmanmıştır. Bu dönemde İngiltere ekonomisinin düze çık-ması için IMF’den borç para almak zorunda kalmış, o dönem-de iktidarda olan İşçi partisinin girişimleri sonuç vermemiştir. Nitekim 1979’da yapılan seçimlerle iktidara gelen Muhafazakar Parti Lideri “Demir Laidy” lakaplı Margaret Thatcher, aldığı olağanüstü tedbirlerle İngiltere’yi içine düştüğü bu krizden çı-karmış ve İngiltere tarihine ismini altın harfl erle yazdırmıştır.

Page 159: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Borç Sorunu ve Türkiye 151

Thatcher’in politikasının temelinde, devlet müdahaleleri yerine o dönemde dünyaya ve ülkemize de öncülük edecek politikalar olan özelleştirme ve deregulasyon politikaları olmuştur.

Finansal kriz olarak başlayan mevcut küresel kriz zaman içerisinde şekil değiştirerek “borç krizi” ve “bütçe açığı” krizine dönüşmüştür. Avrupa Birliği her ne kadar Maastricht Kriterleri ile mali disiplini hukuken sağlasa da krizin borç kaynaklı bir ya-pıya dönüşmesini engelleyememiştir. Bu yüzden kriterleri esnet-miş 2016 yılına kadar devam edecek olan bir süreçte Maastricht kriterlerini özellikle borç yükü ve bütçe açığında sağlamayı bek-lemektedir. Aşağıda Avrupa Birliği ülkelerindeki özellikle kriz dönemindeki gelişmeler bu açıdan değerlendirilmiş ve ülkemize dair analizlere yer verilmiştir.

3.1.1. Küresel Kriz ve Artan Borç Yükü

Küresel krizin yaygınlaşması ile birlikte Avrupa Birliği ül-kelerinde var olan borç sorunu derinleşmiş ve gün yüzüne çık-mıştır. Avrupa Birliği ülkelerinin çok azı borç sorunuyla yüz yüze değildir. İzlanda’da başlayan kriz dalga dalga yayılmıştır. Göstergeleri iyi olan bu küçük nüfuslu ülke ise bu tarihten son-ra Avrupa Birliği’ne üye olmak üzere başvuruda bulunmuştur. Yunanistan başta olmak üzere Avrupa Birliği ülkelerinin çoğun-da Avrupa Birliği’nin kabul ettiği % 60 sınırı aşılmış durum-dadır. Borç yükü açısından ciddi sorunları olan ve Avrupa ve Avrupa Birliği’nin üçüncü büyük ekonomisi ve G-7 üyesi olan İtalya’da ise Yunanistan benzeri bir sürecin yaşanacağı gündeme gelmiştir.

Krizde gelişmiş ülkelerde kamu borcunun millî gelire oranı kriz öncesine göre yüksek düzeylere gelmiştir. Gelişmiş ülkele-rin 2007 yılı sonunda yüzde 72,8 olan borç stokunun millî gelire oranı 2009yılında yüzde 91 düzeyine yükselmiştir. 2010 yılında ise yüzde 97,4’e yükselmesi beklenmektedir. Bu oranın 2011 yı-lında daha da artarak yüzde 102’ye ulaşması beklenmektedir. Örneğin 2011 yılı sonu itibarıyla borç stokunun millî gelire ora-nının, Japonya’da yüzde 234, Yunanistan’da yüzde 139, İtalya’da yüzde 120, İrlanda’da yüzde 108, Belçika’da yüzde 103, ABD’de yüzde 99 olması beklenmektedir (ŞİMŞEK, , s. 5).

Page 160: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu152

Grafi k 15: Avrupa Birliği Ülkeler 2009 Borç Dengesinin GSYH’ye Oranı

General government revenue contribution: merkezi hükümetin gelir kat-kıları

General government expenditure contribution: merkezi hükümetin harca-ma katkıları

Change in net lending (+) net borrowing (+): Net borç verme (+) net borç-lanma(-) değişimi

Kaynak: European Commission-2011, s. 18

Grafi kten izleneceği üzere kriz hem gelir tarafını hem de harcama tarafını etkilemiştir. Gelirdeki daralma kamu açığının artmasına neden olmuştur. 2008’den 2009’a kamu harcamaları-nın GSYH’ye oranı dört puan birden etkisi olmuştur. Kamu har-camaları neredeyse bütün ülkelerde artarken, gelirdeki artışta tersi yaşanmıştır (European Commission-2011, s. 18).

3.1.2. Borç Yükü ve Sürdürülebilirlik

Borcun miktarının ne olduğu elbette önemlidir. Ancak bun-dan daha önemlisi bu borcun rasyosu, sürdürülebilirliği ve es-nekliğidir. Bir ülkenin ne kadar borçlu olduğu ya da risk unsuru taşıyıp taşımadığı bu kriterlere göre belirlenir. Bu yüzden 2000’li yıllarda Türkiye’de borçlardaki “nicel” artışın hangi düzeyde tehlike oluşturduğu ya da tehlike oluşturup oluşturmadığı bu kriterlere göre değerlendirilmelidir.

Page 161: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Borç Sorunu ve Türkiye 153

Borçlanmada diğer önemli unsurlar ise borcun bileşimi ile ilgilidir. Bu da borcun millî para ya da yabancı para cinsindeki oranı, vadesi, faiz oranı gibi durumlarla ilgilidir. Diğer bir de-yişle bir ülkede var olan borcun ağırlığını rakamsal olarak mik-tarından ziyade bu saydığımız kriterlere uygunluğu açısından analiz etmek gerekir.

Kavramları kısaca tanımlayacak olursak borcun rasyosu GSYH’ye oranını, sürdürülebilirliği, bir ülkenin borcunu ödeye-bilme kapasitesini, esneklik ise, borç oranında rasyonun istikra-rını ifade eder.

Milli para cinsinden borçlanma daha çok iç borçlanma ile ilgilidir ve yönetimi daha kolay, riski daha azdır. Ancak millî para ile dış borçlanmaya da gidilebilir. Yabancı para ile borçlan-mak özellikle döviz kurundaki değişmelerden çok fazla etkilenir ve bu etkilenme çoğu zaman ilgili ülkenin aleyhine ve borcu-nu artıracak şekilde olur. Borcun vadesi ise ilgili ülkenin ödeme kapasitesi ile ilgilidir. Zira borcun vadesinin kısa olması ödeme güçlüğü ortaya çıkarabilirken, faiz yapısı da benzer bir etki gös-terir ve ilgili ülkenin borcunun sürdürülebilirliğini olumlu ya da olumsuz yönde etkiler.

O halde temel iki kavram rasyo ve sürdürülebilirliktir. Bunun günümüzde ilginç örnekleri vardır. Örneğin % 234’lük bir borç oranı ile Japonya herhangi bir borç krizi yaşamazken, % 130 civarındaki borcu ile Yunan ekonomisi ifl as edebilmek-tedir. Benzer bir durum İngiltere ve İrlanda için de geçerlidir. Daha yüksek borç rasyosuna sahip olan İngiltere herhangi bir sorun yaşamazken, İrlanda ekonomisi krizden en fazla etkilenen ülkelerdendir. Her iki örnekte de ülkelerin borçları Maastricht kriterlerini çok fazla aşmasına rağmen, ülkelerin birisi bu borcu “sürdürebilirken” diğer ülke bu borç yüzünden ifl asa sürüklene-bilmektedir. O halde borcun sürdürülebilirliği en önemli kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu kavramın borcun rasyosundan da daha önemli olduğu göz ardı edilmemelidir. Borcun rasyosu yüksekse bile ilgili ülke bu borcu çevirebiliyorsa sorun yok de-mektir. Borcun rasyosunun düşük olduğu ancak gerek miktarı-nın gerek bileşiminin, gerekse de vade yapısındaki farklılıklar borcun sürdürülebilirliği üzerinde etkide bulunmaktadır.

Page 162: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu154

Borcun sürdürülebilirliğinde elbette ilgili ülkenin yapısal durumu önemlidir. Bugün kişi başına millî geliri İngiltere’den daha yüksek olmasına rağmen, İrlanda’nın krize sürüklenmesin-deki neden ekonomideki yapısal durumdur. Yine Japonya yük-sek borç rasyosu ve yine yüksek diyebileceğimiz bütçe açığı ile (% 7) ekonomisinde küresel çapta bir problemin çıkmaması aynı gerekçelerle açıklanabilir. İrlanda daha çok yabancı sermaye ile büyümüş bir ülkedir. Ancak İngiltere’nin üretim ekonomisine dayalı çok sağlam altyapılı bir ekonomisi vardır. İfl asa sürükle-nen en önemli ülke olan Yunanistan ise, reel ekonominin zayıf, üretimin düşük, Avrupa Birliği üyeliği sonrası millî geliri artan, sanal bir refah yaşayan, Avrupa Birliği yardımlarıyla ayakta ka-lan bir ülkedir. Tüketim eğilimi son derece yüksek olan bu ülke-de, reel ekonomi adına sadece gemicilik sektörünün olduğunu göz ardı etmemek gerekir. Turizmde de iddialı olan Yunanistan, Euro’ya geçişin de ortaya çıkardığı nedenlerle borç yüküne da-yalı ekonomik kriz yaşamaktadır. O halde borcun sürdürülebi-lirliği yine en önemli kavram olarak karşımıza çıkar. Ekonomisi reel sektöre dayalı ülkeler bu konuda daha avantajlıdır.

Borcun ilgili ülke için sorun teşkil edip etmemesinin bir gös-tergesi de ilgili ülkenin cari dengesidir. Tüketim eğilimi yüksek olan veya ithalatı fazla olan ülkeler başlı başına makro düzeyde bir sorun olan cari açık yanında borçların sürdürülebilirliği üze-rinde de etkili olabilmektedir. Cari açık sorunu olmayan ülkeler bu konuda daha şanslıdır.

3.1.3. Avrupa Birliği Ülkeleri ve Borç Yükü

Borç devlete yüklenen fonksiyonların artmasıyla özellikle 20. yüzyılın son çeyreğinden itibaren küresel bir sorun olmuştur. Aslında sorunun başlangıcını yüzyılın başlarına kadar götüre-biliriz. Zira 1920’li yıllarda krize giren dünya 1929’da en ağır faturayı ödedikten sonra takip eden yıllarda Keynezyen ekono-minin de kabul ve teşvik etmesiyle kendisine “meşru” bir ze-min bulmuştur. Zaman içerisinde artan kamu harcamaları hiç-bir zaman eski seviyesine inmemiştir. İkinci Dünya Savaşı’nın olağanüstü koşullarında sınırsız bir şekilde yükselmeye devam eden kamu harcamaları savaş sonrasında yıkımın onarılması için kendisine yeni bir neden bulmuştur. Süreç içerisinde ar-

Page 163: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Borç Sorunu ve Türkiye 155

tan kamu harcamalarını fi nanse etmekte güçlük çeken ülkeler politik nedenlerle de vergiye daha az başvurunca borçlanma kaçınılmaz bir hal almıştır.

1970’li yıllar aynı zamanda Keynezyen İktisadi düşüncenin de daha yüksek sesle tartışıldığı yıllar olmuştur. Bu dönemde yaşanan petrol krizi ise batılı ülkelerin ekonomilerini daha da zora sokmuştur. Ekonomisi zora giren İngiltere dahi IMF’den borç almak zorunda kalmıştır. Sorunun büyümesi yeni kurumsal tedbirlerin alınmasını gerekli kılmış, devletler önce sırtlarındaki kamburlardan, yani KİT’lerden kurtulmanın yollarını aramıştır. Bu konuda en cesaretli davranan yine İngiltere olmuştur. Zira 1979’da İngiltere’nin ilk kadın başbakanı olan Margaret Thatcher Keynezyen politikaları tamamen terk ederek yeniden şekillenen ve ilgi çeken neo klasik iktisadi düşüncelerin ışığı altında ülkesi-ni girdiği bu zor durumdan kurtarmış ve İngiltere tarihine adını yazdırmıştır.

Bu süreç içerisinde gücünü pekiştirme çabası içerisinde olan Avrupa Birliği ise 1987’de tek pazarı kurmak suretiyle ekonomik olarak hedefi ne ulaşmıştır. Zira Avrupa Birliği tarihinde atılan en önemli adımlardan birisi tek pazarın kurulmasıdır. Nihai ola-rak siyasi birliği hedefl eyen ve Avrupa’da savaşın tekrar çıkma-sını önleme amacı güden Avrupa Birliği bu şekilde ekonomik ayağını tamamlamıştır. Bu süreçte Doğu Bloku ülkelerinin de çökmesiyle kendisine yeni bir zemin bulan ve güçlenen Avrupa Birliği, gerek dağılan SSCB’den geriye kalan ülkeler gerekse de diğer Doğu Bloku ülkeleri için bir çekim alanı haline dönüşmüş-tür. Bu yüzden 1992 yılında imzalanan Maastricht Anlaşması Avrupa Birliği’nin nihai hedefe gidişte attığı en önemli adımlar-dan birisidir. Zira artık “Avrupa Topluluğu” olan kurumun adı “Avrupa Birliği” olmuştur. Ekonomik gibi gözüken bazı kararla-rın aslında Avrupa Birliği’nin “uluslarüstü” niteliğini güçlendi-ren ve üye ülkeleri bağlayıcı kararların alındığı bir anlaşma hali-ne gelmiştir. İşte Maastricht kriterleri olarak bilinen düzenleme-ler bu dönemin bir ürünüdür. Devam eden süreçte alınan çeşitli kararlarla bu statü geliştirilmiş, Avrupa Birliği’nin kararlarında oy birliği ile alınan kararların sayısı azalırken, nitelikli çoğunluk-la alınan kararların sayısı gittikçe artmaktadır.

Page 164: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu156

Avrupa Birliği bu kriterleri hayata geçirerek borçlanmanın da içerisinde yer aldığı bazı makro ekonomik verilere sınır ge-tirmek kaydıyla konuyu siyasilerin sınırsız yetkisinin dışına ta-şımıştır. Bunu takiben Avrupa Birliği’nde parasal birlikten kay-naklanan sorunları çözmek için ve daha çok ulusal yükümlülük-ler getiren İstikrar ve Büyüme Paktı (İBP) ile devam edilmiştir. Avrupa Birliği alınan bu tedbirlere rağmen son dünya krizinde başarılı bir sınav verememiş, birçoğu Avrupa Birliği üyesi olan dünya ekonomileri süreç içerisinde şekil değiştiren ve halen bir borç krizi şeklinde devam eden krizde Maastricht kurallarını es-netmek ve ertelemek zorunda kalmıştır.

Küresel krizin yaygınlaşması ile Avrupa Birliği’nde esneti-len ve ertelenen Maastricht Kriterleri 2011 yılı içerisinde ABD’de de siyasi krize yol açmış, borçlanma üst limiti dolması nedeniyle borçlanamayan hükümetle Kongre arasında yapılan pazarlıklar sonucu zorlukla aşılabilmiştir.

Anayasaların artık sadece bir siyasi anayasa olmak yerine piyasa ekonomisine daha olumlu yaklaşan ve hükümetlere bel-li mali disiplin empoze eden bir yapıya kavuşturulması zamanı gelmiştir. Avrupa Birliği supra-national özelliklerini de öne çı-kararak 1992 yılında “Maastricht Kriterleri” ile enfl asyon ve faiz oranları, bütçe açıkları ve kamu borçları tavanları ile sınırlandır-mıştır.

Aşağıda ele alındığı üzere küresel krizle birlikte kriterlere uymak mümkün olmaktan çıkmıştır. Avrupa Birliği ülkelerinin yeniden uyum sağlayabilmesi için 2016 yılına kadar birçok üye ülkelere tarih verilmiştir.

3.1.3.1. Krizde Maastricht Kurallarına Uyum

Mali disiplinin hükümetlerin sınırsız tasarrufl arından çı-karılıp kurala bağlanması aslında Avrupa Birliği’nin keşfettiği bir olgu değildir. Benzer uygulamalar başarılı olmasa da daha önce ABD’de de düzenlenmiştir. Ancak teorik altyapısı kamu tercihi teorisine dayalı olarak oluşturulan anayasal iktisatçılar tarafından atılmıştır. Keynezyen iktisadın hakim olduğu dö-nemlerde daha sonra Nobel ekonomik ödülüne de layık görülen Milton Friedman’ın (1976) öncülüğünde gelişen anayasal iktisat,

Page 165: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Borç Sorunu ve Türkiye 157

Daha çok yine Nobel Ekonomi ödülüne layık görülen (1986) J. Buchanan’ın öncülük ettiği Kamu tercihi teorisinin varsayımları üzerine bina edilen Anayasal iktisat vergi indirimleri politikasını esas alan arz yönlü iktisatla birlikte 1980’li yıllarda uygulama alanı bulmuştur. Günümüzde Türkiye’de “mali kural” olarak da adlan-dırılan, dünyanın 90’dan fazla ülkesinde uygulanan teori kimi za-man anayasalarda yer almakla birlikte değiştirilmesinin kolay ol-ması için daha çok yasalarla düzenlenmesi tercih edilmektedir.25

Maastricht Kriterleri’nin yanı sıra, her bir Avrupa Birliği ülke-sinde en az bir mali kural uygulaması ve politikası yapılmaktadır. Avrupa Komisyonu ve Avrupa Para Enstitüsü tarafından 1998 yılı Mart ayında yayınlanan ve Maastricht Anlaşması ile belirlenen kriterlere uyum konusunda ülke bazında kat edilen mesafe ile ilgili raporda Avrupa genelinde gerek enfl asyonun düşürülme-si gerekse bütçe açıklarının ve borç stokunun GSYH’ye oranının azaltılması konusunda büyük gelişmeler olduğu kaydedilmiştir.

Avrupa Birliği ülkelerinde, maliye politikalarında uyum sağlanabilmek için Maastricht Kriterleri ve bu kriterleri destek-leyici ek mali kural uygulamaları gittikçe yaygınlık kazanmıştır. 1990 yılında Avrupa Birliği ülkelerinde uygulanan mali kural sayısı 16 iken, bu sayı 2008 yılında 67’ye yükselmiştir. Avrupa Birliği Kamu Maliyesi Raporuna göre 67 adet mali kuralın, 26 tanesi bütçe dengesi ile ilgili iken, 18 tanesi borç kuralı, 17 tanesi harcama kuralı ve 6 tanesi de gelir kuralı ile ilişkilidir. Ülkelerin federal veya üniter bir yapıda olması ile yerel yönetimlere ilişkin mali düzenlemeler, uygulanmakta olan mali kuralların tanım ve sayısını belirleyici bir unsur olmaktadır.

Küresel krizin etkisinin yoğun olarak hissedildiği 2009 yı-lında birçok Avrupa Birliği ülkesinin ve Maastricht kriterlerine uyum sağlayamadığı görülür. Türkiye ise borç kriterine uyum sağlamışken, bütçe açığı kriterine uyum sağlayamamıştır. % 6.3 gibi düşük enfl asyon oranına rağmen, Avrupa Birliği üyesi ülke-lerdeki ile karşılaştırıldığında en yüksek seviyede olduğu görü-lür. Faiz oranları açısından ise durum benzer bir özellik arz eder. % 11.6’lık faiz oranı ile Litvanya ve Letonya’dan sonra üçüncü sırayı paylaşmaktadır.

25 Geniş bilgi için Kamil Güngör Küresel Kriz Mali Kural ve Türkiye, No-bel Yayıncılık, Nisan 2011.

Page 166: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu158

Bu dönemde pek çok Avrupa Birliği ülkesi bütçe açığı ve borçlanma için öngörülen oranları yakalayamamıştır. Bütçe açığı konusunda İrlanda (14.3), Yunanistan (13.6), İngiltere (11.5), İspanya (11.2) % 10 seviyelerini aşmışken; İsveç (0.5), Lüksemburg (0.7), Estonya (1.7), Finlandiya, (2.2) Danimarka (2.7), bütçe açıklarıyla yüzde 3’ün altında bir performans göster-miş en iyi durumda olan ülkelerdendir.

Borçlanma için de benzer şeyler söylenebilir. İtalya ve Yunanistan % 100’ün üzerinde bir borç yüküne sahipken, % 60 olan kriterin altında bütçe açığına göre daha fazla sayıda ülke söz konusudur. 12 Avrupa Birliği üyesi ülke 2009 yılında bu kri-tere uyum sağlayamamıştır. Ancak tablodan da takip edileceği üzere Avrupa Birliği üyesi olmayan bazı ülkelerde borç yükü daha ağırdır. Türkiye için ise bir sorun gözükmemektedir.

Tablo 44: Seçilmiş Ülkelerde Borç Yükü/GSYH

Kaynak: MB Strateji Geliştirme Başkanlığı Temmuz 2011 Ekonomik Veriler, s. 46

Türkiye’de ise 2009’da % 45.6 olan borç yükü 2010 yılı sonu itibariyle açıklanan rakamlarla borç yükü % 41.5 seviyesindedir. Birçok Avrupa Birliği ülkesinin yaşadığı sorunlar dikkate alınırsa Türkiye’nin borç yükünün makul olduğu söylenebilir. Nitekim % 60 olan Maastricht kriterlerinin içerisinde yer almış olması bu-

Page 167: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Borç Sorunu ve Türkiye 159

nun en belirgin göstergesidir. Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarının da Türkiye’nin kredi notunu artırması, cari açık gibi sorunların varlığına rağmen Avrupa’nın hatta dünyanın en güvenilir ekonomileri arasında yer aldığının somut delilleridir. 2010 yılında yakaladığı % 8.9’luk büyüme de bu durumun diğer bir delilidir. Özellikle Avrupa Birliği ülkelerinin pek çoğunda devam etmekte olan krizin ihracatta meydana gelen artışla da perçinlemiş, zaten diğer ülkelere göre daha az etkilenmiş olan ekonomimiz krizden hızla çıkmış bulunmaktadır.

Maastricht kriterlerini güçlendirmek üzere daha sonraki yıl-larda İstikrar ve Büyüme Paktı (İBP) adı altında yeni düzenlemele-re gidilmiştir. İBP, Mastricht kriterlerinin uygulamasından doğan sorunlarını giderici ve güven ortamını artırmayı amaçlayan ve Avrupa Birliği düzeyinde alınan mali kural niteliğinde bir uygula-madır. Ancak yukarıdaki verilerden de anlaşıldığı üzere, kriz dö-neminde her iki düzenleme de etkili olamamış ve Avrupa Birliği ülkelerinin neredeyse tamamında mali disiplin bozulmuş, Avrupa Birliği bu kuralları belli bir süre askıya almak zorunda kalmıştır.

Bütçe açıkları da Avrupa Birliği ülkeleri açısından Maastricht Kriterlerinin bir gereği olarak uyulması gereken mali disiplin araçlarından birisidir. AB-27 ve Euro Bölgesi (17 ülke) için bu dö-nemde bir sorun gözlemlenmemektedir. Bir başka deyişle 2009 yılı hariç diğer yıllarda % 3 kriterine uyulduğu görülür. Dönem içerisinde en iyi performansı gösteren ülke Danimarka olmuştur. Sürekli bütçe fazlası veren Danimarka 2009’da Maastricht kriter-ler içerisinde kalmayı başarabilmiştir.

2009 yılında krizin de etkisiyle İrlanda, İspanya, Yunanistan ve İngiltere’nin bütçe açıkları GSYH’nin % 10’unu aşmış bulun-maktadır. Danimarka, Finlandiya, İsveç, Letonya ve Lüksemburg dışındaki ülkelerin 2009 yılı içerisinde Maastricht kriterleri içeri-sinde kalamadığı görülmektedir. % 5.5’lik oranıyla Türkiye, bir önceki yıla göre önemli ölüde artmış olsa da pek çok Avrupa Birliği ülkesinden daha iyi performans gösterdiği bir gerçektir.

Aşağıda bazı ülkelerin açıkları ve oranları yer almaktadır ki açıklar Türkiye ile kıyaslanamayacak kadar yüksektir. Maliye Bakanının 2011 Bütçe Sunuş Konuşmasındaki ifadesiyle “bu yıl da Türkiye bütçe açığı açısından Maastricht kriterini tutturacak ender Avrupa ülkelerinden birisi olacak” gibi gözükmektedir.

Page 168: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu160

Tablo 45: Avrupa Birliği Komisyonun Üye Ülkelere Yönelik Beklentisi

Ülkeler 2009 2010 Ülkeler 2009 2010

Belçika 5.9 5.8 İtalya 5.3 5.3

Çek Cumhuriyeti 6.6 5.5 Hollanda 4.7 6.1

Almanya 3.4 5.0 Avusturya 4.3 5.5

İrlanda 12.5 14.7 Portekiz 8.0 8.0

Yunanistan* 12.5 12 Slovakya 6.3 5.5

İspanya 11.2 8.1 Slovenya 6.0 7.0

Fransa 8.3 8.2 İngiltere** 13 13

* Komisyon Yunanistan hakkında tahmin yürütmekte zorlanmaktadır. Zira 2008 için % 4 açık tahminine karşın, açık % 7.75 oranında gerçekleş-miştir. Ayrıca Yunanistan’ın bazı verileri gizlediği de ortaya çıkmıştır.

** Komisyon İngiltere hakkında da gerçekçi tahmin yapamamaktadır. Çünkü hükümet 2009-2010 bütçe dönemi için açıkları % 13 gibi yüksek bir oranda bağlamıştır.

Kaynak: http: //www. se2009. eu/polopoly_fs/1.25535!menu/standard/fi le/111518. pdf’deki bilgilerden derlenmiştir. Erişim: 12 Ocak 2011.

Belçika, Çek Cumhuriyeti, Almanya, İtalya, Hollanda, Avusturya, Portekiz, Slovenya ve Slovakya aşırı açık veren ül-keler arasındadır. Avrupa Birliği; İrlanda, İspanya, Fransa ve İngiltere için öngördüğü açıkları revize etmiştir. Krizden en fazla etkilenen Avrupa Birliği ülkesi ise Yunanistan’dır. Avrupa Birliği bu ülkeye ilişkin öngörülerinde başarısız olmuştur. Avrupa Birliği’nin Maastricht Anlaşması ile belirlediği % 3 kriterine yu-karıdaki ülkelerin hiçbirisi uyum sağlayamamıştır. Bu yüzden Avrupa Birliği aşamalı olarak bu oranı esnetmiştir. Bu ülke-lerden Belçika ve İtalya’nın 2012, Çek Cumhuriyeti, Almanya, İspanya, Fransa, Hollanda, Avusturya, Portekiz, Slovenya ve Slovakya’nın 2013, İrlanda’nın 2014 ve İngiltere’nin 2014-15 yıl-larında bütçe açıklarını % 3’e çekmeleri beklenmektedir. 26

Danimarka, Lüksemburg gibi ülkeler hariç hiçbir Avrupa Birliği ülkesinin açığı % 3’ün altında değildir. Bu ülkelerden bazı-larında oran % 15’lere dayanmıştır. İngiltere, İrlanda Yunanistan

26 http: //www.se2009.eu/pulupuly_fs/L255351menu/standard/fi le/ll 1518. pdf, Erişim Yılı: 2010. ss. 3-4.

Page 169: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Borç Sorunu ve Türkiye 161

gibi ülkeler bu kapsamdadır. Euro bölgesi bütçe açıklarını 2016 yılına kadar istikrarlı hale getirmeyi planlamaktadır. Krizle bir-likte bu bölgelerde de açıklar artmış, Almanya ve bu ülkelerden daha kötü durumda olan Fransa ve İtalya’nın içerisinde yer aldığı Euro Bölgesinin açık oranı % -5.5 düzeyinde gerçekleşmiştir.27

Avrupa Birliği üyesi olmayan bazı ülkelerde de durum pek iç açıcı değildir. OECD ortalaması % 8’lere yaklaşmışken, dünyanın en büyük ekonomisi olan ABD’de açık % 10’lar seviyesindedir. Japonya’da ise OECD ortalamasının biraz üzerinde seyretmekte-dir. 2009 yılı içerisinde OECD ülkelerinin mali dengesi ortalama olarak GSYİH’nin-7.7 oranına inmiştir. Bu anlamda tek istisna Norveç’tir. Zira Norveç’in ciddi düzeyde petrol gelirleri vardır ve bu gelirlerini ileriki dönemler için muhafaza etmektedir.28

Avrupa Birliği içerisinde İngiltere’nin 2000’li yıllarda mali disiplin adına gösterdiği başarıdan da söz etmek gerekir. Zira İngiltere 1997’ye kadar olan dönemde Muhafazakâr Parti politi-kaları ile önemli ölçüde mali disiplinden sapmıştı. Zaten bu da 1979’dan beri devam etmekte olan Muhafazakâr Parti iktidarını sona erdirmiştir. Bu dönemde uygulanan politikalarla gelirler-de artış ve harcamalarda millî gelire oranla azalma yaşanmış, bütçe dengesinde fazlalık sağlanmış ve 2000-2001 bütçe döne-minde bütçe fazlası oluşmuştur. Bu dönemde bütçe fazlası millî gelirin 1.9’una kadar çıkmıştır. 1997-98 döneminde % 42.5 olan kamu borcu bu dönemde % 30.7 olarak gerçekleşmiştir (Chote ve Diğerleri, s. 4)

2008-2009 döneminde yaşanan küresel kriz ve krize karşı alınan önlemler maliye politikalarının önemli ölçüde gevşetil-mesine neden olmuştur. Bu durum, bütçe açıklarının hızla art-masına ve borç/GSYH oranlarının yükselmesine yol açmıştır. Gelişmiş G-20 ülkelerinin mali performansındaki bozulma çok daha belirgin olmuştur. Bu durum, belirli bir süre sonra maliye politikalarının dengelenmesi ihtiyacını gündeme getirmiş ve bu çerçevede “mali kural” uygulamalarının tekrar değerlendirilme-si ve tartışılması sürecini başlatmıştır (Ercan-Dede, s. 67).

27 http: //dx. doi. org/10.1787/702113603061. Erişim Yılı: 2010. 28 Kamil Güngör, Global Mali Krizin Vergi Gelirleri Üzerindeki Etkisi, Turgut

Özal Uluslararası Ekonomi ve Siyaset Kongresi – I, 15-16 Nisan 2010, Malatya, Türkiye’de sunulan Bildiri), s. 177.

Page 170: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu162

Tablo 46: AB Üyesi Ülkelerde AB Tanımlı Borç Stoku/GSYH (%)

Kaynak: http: //www. hazine. gov. tr

Yukarıdaki tabloda Maastricht Kriterlerini ihlal etmiş ül-keler gözükmektedir. 2010 itibariyle 11 ülkenin kriterlere uyum sağlayamadığı gözükmektedir. Türkiye ise 2009’daki artış dikka-te alınmazsa istikrarlı bir seyir izlemiştir. Tabloda dikkati çeken diğer bir husus ise kriz boyunca borç oranının arttığı yönünde-dir. Türkiye’de ise trend azalma yönündedir. Aynı durum AB-27 ve Euro Bölgesi (17 ülke) için de söz konusudur.

Krizin en yoğun olduğu 2009 yılında yükselen borç oranı, krizin atlatılamaması nedeniyle 2010’da da devam etmiştir. AB-27 için bu dönemden önce, küçük bazı aşımlar dışında % 60 kri-terine yakın sonuçların ortaya çıktığı görülür. Ancak 2009 için ortaya çıkan % 74.4 oranının Maasrticht kriterleriyle izahı müm-kün gözükmemektedir. Aynı oran Euro Bölgesi açısından daha yüksektir.

Ülkeler bazında ele aldığımızda genel olarak kriz yılların-da artış yaşandığı görülür. Ancak bu konuda çok başarılı ülke örnekleri de vardır. Nitekim listede gözükmeyen diğer 16 ülke-nin Maastricht kriterlerini taşıdığı da bir geçektir. Ancak unut-mamak gerekir ki listede yer alan ve Maastricht kriterlerini ihlal etmiş ülkeler Avrupa Birliği ekonomisinin büyük bir kısmını temsil eder. Listeye girmeyen ülkeler daha çok Eski Doğu Bloku ülkeleri ve Malta, Kıbrıs, Lüksemburg ve Baltık Cumhuriyetleri gibi kimi küçük ülkelerdir.

Page 171: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Borç Sorunu ve Türkiye 163

Öte yandan performansı kötü olan ülkeler de dikkat çek-mektedir. İtalya, Yunanistan, Belçika, Fransa gibi ülkeler bu ka-tegoridedir. Bu ülkelerin bazıları hiçbir zaman kriterlere uyum sağlayamamıştır. Yunanistan bu ülkelerin başında gelir. Benzer bir durum İtalya ve Belçika için de söz konusudur.

Yukarıdaki rakamların ifade ettiği şey şudur: Avrupa Birliği’nin Maastricht kuralarıyla oluşturduğu, kriterlerin bu ül-kelerde mali disiplinin sağlanmasında genellikle etkili olduğu gö-rülür. Ancak krizle birlikte üye ülkelerin buna uyum sağlayama-dıkları, borç yükünün GSYH’ye oranının arttığı görülür. Avrupa Birliği de bütün bu gerçekleri dikkate alarak bu kriterleri esnetmiş ve üye ülkelerin belirli bir program çerçevesinde üye ülkelerden de taahhüt alarak borç yükleri ve bütçe açıklarını Maastricht kri-terlerine uygun hale getirebilmeleri için süre tanımıştır.

Grafi k 16: Artan Bütçe Açıkları ve Borç Yükü (2010)

Kaynak: www. maliye. gov. tr

Yukarıda ise daha global bir tablo yer almaktadır. Tabloda dikkat çektiği üzere borç stoku en yüksek ülke Japonya’dır. Aşağıdaki nedenler bu ülkenin borç sorunu yaşama riskini azalt-maktadır:

1. Kendi başına toparlanabilecek kadar büyük bir ekono-mik potansiyeli bulunması ve/veya Avrupa Birliği gibi mali açıdan güçlü bir birliğin içinde yer alması;

2. Cari işlemler fazlası vermesi ya da en azından açığın dü-şük olması;

Page 172: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu164

3. Kamu borcu içinde dış borç oranının düşüklüğü;

4. Geçmişte kamu borç sorunu yaşamamış olması olarak sıralanabilir (Altuğ ve Öz, s. 2).

3.1.4. Türkiye’de Durum

Yukarıda Türkiye’ye ilişkin bazı veriler irdelenmiştir. Aşağıda ise özellikle Maastricht Kriterleri çerçevesinde Türkiye’nin du-rumu grafi kler eşliğinde analiz edilecektir.

Grafi k 17: Avrupa Birliği Tanımlı Genel Yönetim Borç Stoku/GSYH

Kaynak: www. maliye. gov. tr

Türkiye Avrupa Birliği tanımlı borç stokunun GSYH’ye oranı itibarıyla da 2004 yılından beri Maastricht kriterini karşıla-maktadır. 2001 yılında yüzde 77.6 olan Avrupa Birliği tanımlı ge-nel yönetim nominal brüt borç stokunun GSYH’ye oranını 2007 yılı sonunda yüzde 39,4’e düşmüştür. Krizin etkisiyle bu oran 2009 yılında geçici olarak yüzde 45,5’e çıkmıştır.

Bütçe açığına ilişkin gelişim trendi ise aşağıdaki grafi kte yer almaktadır. Bütçe açığının GSYH’ye oranı 2002 yılında yüz-de 11,5 iken, 2008 yılında yüzde 1,8 olmuş, 2009 yılında küresel krizin etkisiyle yüzde 5,5 olarak gerçekleşmiştir. 2010 yılında ise ekonomide meydana gelen olumlu gelişmeler bütçe performan-sına da yansımış ve bütçe açığının GSYH’ye oranı yüzde 3.6’ya düşürülmüştür. 2002 yılında yüzde 3,3 olan faiz dışı fazlanın

Page 173: Avrupa_Birliği- Nobel

AB Ülkelerinde Borç Sorunu ve Türkiye 165

GSYH’ye oranı, 2008 yılında yüzde 3.5, 2009 yılında yüzde 0,05 olarak gerçekleşmiş iken 2010 yılında bu oran yüzde 0.7’ye yük-selmiştir. (Rapor, s. 55).

Grafi k 18: 2002 Sonrası Bütçe Açığı ve Faiz Dışı Fazla Trendi

Kaynak: MB 2010 Faaliyet Raporu, s. 55

2002 yılında vergi gelirlerinin yüzde 85.7’si faiz giderlerini karşılarken bu oran izleyen yıllarda vergi performansındaki artış ve kararlılıkla sürdürülen mali disiplin politikasının sonucu ola-rak istikrarlı bir biçimde azalmış ve 2010 yılında yüzde 22,9 ola-rak gerçekleşmiştir. 2001 yılı ise bu açıdan Cumhuriyet tarihinin en kötü performansının yaşandığı yıl olmuştur. Bu dönemdeki oran % 103’tür.

Grafi k 19: Faiz Giderleri ve Vergi Gelirleri

Kaynak: MB 2010 Raporu, s. 56

Page 174: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu166

Türkiye aynı başarıyı bütçe açıklarında yakalayamamış, kriz öncesi dönemde % 0.6’ya kadar indirmiş olduğu bütçe açığını % 5.5’e çıkararak Maastricht kriterlerinin üzerine çıkartmıştır. Ancak tablodan da takip edileceği üzere bu rakam birçok Avrupa Birliği ülkesinin gösterdiği performanstan daha iyidir. 2010 yılı bütçe açı-ğı ise % 3.6 olarak gerçekleşmiştir. 29 Bu önemli bir azalmaya işaret eder. 2011 için öngörülen bütçe açığı ise % 2.8’dir ve bu rakamın gerçekleşmesi halinde Türkiye bütçe açıklarında da Maastricht kriterlerini tekrar yakalayabilmiş olacaktır. Orta Vadeli Plan çer-çevesinde öngörüler ise aşağıdaki tabloda yer almaktadır.

Grafi k 20: Bütçe Açığı’nın GSYH’ye Oranı (%)

Kaynak: www. maliye. gov. tr

2010 yılı merkezi yönetim bütçesinde, bütçe açığı hedefi 50.187 milyon TL olarak öngörülmüş iken yılsonunda gerçek-leşme 40.081 milyon TL olmuştur. 2010 yılında bütçe açığının GSYH’ye oranı yüzde 3,6 olarak gerçekleşmiştir. M. B 2010 Yılı Faaliyet Raporu, s. 37).

Türkiye’de verilerin genel olarak Avrupa Birliği ülkelerin-den daha iyi olduğu yukarıdaki veriler ışığında analiz edilmiştir. O halde krizden daha az etkilenen ve makro ekonomik gösterge-leri daha az bozulan Türkiye’nin kriz ve krize bağlı sebeplerle or-taya çıkmış borç yükü bütçe açığı gibi konularda birçok Avrupa Birliği ülkesinden daha iyi durumda olduğu söylenebilir.

29 Maliye Bakanının 2010 yılı Bütçe Gerçekleşmelerini Değerlendirme Ko-nuşması

Page 175: Avrupa_Birliği- Nobel

167

SONUÇ VE DEĞERLENDİRME

Henüz tam üyesi olmamış olan Türkiye’yi şüphesiz Avrupa Birliği mevzuatı doğrudan bağlamamaktadır. Gerek yarım asır kadar ilişkisi gerekse ticaretinin yarısını yürüttüğü Avrupa Birliği mevzuatına uyum elbette ki Türkiye’nin gösterdiği bir çabadır. Tam üyelik öncesi son aşamada bulunan Türkiye güm-rük birliğinin ve müzakere sürecindeki ikili görüşmelerin getir-diği çeşitli sorumlulukları vardır. O halde bütün samimiyetiyle Avrupa Birliği’nin kapısını zorlayan Türkiye’nin Avrupa Birliği mevzuatından kaynaklanana yasal zorunluluğu olmasa da de-facto durum Türkiye’yi birlik mevzuatına uyumlu hale dönüş-türmeyi gerektirmektedir.

Çalışmada da görüldüğü üzere kendi içerisinde önemli farklılıkları barındıran krizle birlikte büsbütün kontrolden çıkan mali sistem ancak uzun vadeli süreç içerisinde Avrupa Birliği’nin temel politikalarını minimum düzeyde etkileyecek bir hale ge-tirilebilir. Zira zaten ikincil politikalar arasında yer alan mali politikalar devletin egemenliği ile de ilişkilendirilince çözümü bütünüyle güçleşmektedir. Her bir ülkenin bağımsızlığını de-vam ettirmesi, yine ülkelerin birbirinden ayrı çıkarlarının olması ve bu çıkarlarının zaman zaman çatışması üye ülkeler arasında mali konularda ortak karar alınmasını güçleştirmektedir.

Taslak anayasanın reddedilmesinden sonra hazırlanan ve Avrupa Birliği üst Kurumları’nın egemenliğini vurgulamaktan özenle kaçınan Lizbon Antlaşmasında (Reform Antlaşması), üye ülkelerin bu hassasiyetini göz ardı edememiştir. Her ne kadar nihai hedefi , anlaşmalarda açıkça belirtilmiş olmasa da, siyasi birlik olan Avrupa Birliği, hedefl erini gerçekleştirmede güçlük çekse de altına imza attığı her metinde bir adım daha ileri git-mektedir. Avrupa Birliği’nin uluslar üstü (supra-national) yapı-

Page 176: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu168

sı, daha çok kararın oybirliği yerine nitelikli çoğunlukla alınması, parlamentonun sürekli güçlendirilmesi… gibi politikalar hedefe emin adımlarla gidildiğinin işaretleridir.

Zaman zaman tartışmalı hale gelse de Roma İmparator-luğu’ndan sonra “asgari müştereklerin ötesinde” ilk defa bu ka-dar büyük bir birliktelik sağlamış olan ve halen dünyanın eko-nomik olarak birinci sırasında yer alan Avrupa Birliği Projesinin sona ermesi diye bir şey söz konusu değildir. O halde ekonomisi güçlenen ve bölgesel ve global düzeyde etkinliğini artıran, eskisi kadar ihtiyacı olmasa bile Avrupa Birliği’ne “tam üyelik” iradesi siyaseten devam eden ülkemizin, Avrupa Birliği’nin kendi içe-risinde konjonktürel nedenlerle uyum sağlayamadığı ekonomik ve siyasi kriterlerine uyum sağlaması gerekmektedir.

Türkiye’nin mali yapısının Avrupa Birliği mali yapısıyla uyumlu olduğu söylenemez. Kendi içerisinde önemli uyumsuz-lukları barındıran ve krizle birlikte başta Maastricht Kriterleri olmak üzere ekonomik kriterleri göz ardı edildiği bir Avrupa Birliği ortamı Türkiye’yi dezavantajlı duruma getirmemektedir. Üstelik kriz döneminde bütçe açığı, borçlanma gibi temel makro ekonomik verilerde Türkiye’nin pek çok üye ülkeden daha iyi bir performans göstermesi lehine bir pozisyon bile sağlamakta-dır. Buna karşın, dolaylı dolaysız vergi yükü, vergilerin merkezi idare ve yerel yönetimler arasındaki paylaşımı, gelir servet har-cama verilerindeki dağılım ve sosyal güvenlik alanında önemli uyumsuzluklar gösteren Türk Vergi Sisteminin yapısı süreç içe-risinde sorun teşkil edecek potansiyel taşımaktadır.

Page 177: Avrupa_Birliği- Nobel

169

KAYNAKÇA

ADEMA Willem, Revisiting Real Social Spending Across Countries: A Brief Note, OECD Economic Studies, No. 30, 2000/I-(http: //www. oecd. org/dataoecd/31/63/2732583. pdf) (Erişim 13 Temmuz 2010).

AKALIN Güneri. “Kayıt-Dışı Devlet ve İstikrar Programı, ” Asomedya, Nisan 2000.

AKTAN, C. Can, Çağdaş Liberal Düşüncede Politik İktisat, Takav Mat. , Ankara, 1994.

ALTUĞ, Sumru ve Sumru ÖZ “Küresel Kriz Sonrası Borç Sorunu: Türkiye için Öneriler”, Ekonomik Araştırma Forumu, Koç Üniversitesi TÜSİAD, Ekim 2010 (http: //www. ku. edu. tr/ku/images/EAF/eaf_pn1016. pdf), 2011. Erişim: 23 Haziran 2011.

Avrupa Birliği’nde Sigorta Sektörünün Vergilendirilmesi, http: //212.58.19.130/NR/rdonlyres/B3EFA77C-F393-41E7-A237-BA6AEB369BA9/1215/129_168. pdf. Erişim: 12 haziran 2011

AYSU, Ahmet, “Avrupa Birliği’nde Maliye Politikası Kuralarının İhlaline İlişkin Yaptırımlar” Mali Kurallar: (Editörler: Coşkun Can Aktan, Ahmet Kesik, Fatih Kaya) Maliye Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkanlığı, Ankara, 2010.

BARR James and Matthew Elliott, Moving on up EU tax and harmonisation plans, http: //www. europeanfoundation. org/docs/moving. pdf

BİLGİN Sibel, Işıl Fulya Orkunoğlu, Fiskal ve Ekstrafi skal Amaçlar Bağlamında 1970’lerden Günümüze Çevre Vergileri Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi 12/1 (2010)

BİLİCİ Nurettin, Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri-Genel Bilgiler-İktisadi Mali Konular ve Vergilendirme, 2. Baskı: Seçkin Yayıncılık, 2005.

BİLİCİ, Nurettin, Avrupa Birliği ve Türkiye, Seçkin Yayınları, ANKARA-2010

CHEVALIER J. , “Koruyucu Müşfi k Devletin Sonu”, Çev: Dündar Sağlam, Dünya Ekonomisinde Bunalım-Seçme Yazılar, Ar Basım ve Dağıtım AŞ, İstanbul: 1983.

Page 178: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu170

CHOTE Robert, Rowena Crawford, Carl Emmerson, Gemma Tetlow, “The Public Finances: 1997 to 2010, ” Institute for Fiscal Study, Yıl: 2010.

CORSETTI, Giancarlo – Nouriel Roubini; “European vesus American Perspectives on Balanced Budget Rules”, The American Economic Review, Papers and Proceedings, May, Vol. 86, No. 2. Yıl: 1996.

ÇELİKKAYA Ali, Avrupa Birliği Üyesi Ülkelerde Çevre Vergisi Reformları ve Türkiye’deki Durumun Değerlendirilmesi, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Cil t/Vol. : 11-S ayı/No: 2 : 97–120 (2011)

DPT, 9. Kalkınma Planı (2007-2013) Vergi Özel İhtisas Komisyonu Raporu Ankara-Temmuz 2006, (http: //plan9. dpt. gov. tr/oik09_vergi/vergi. pdf) Erişim 20 Mayıs 2010

DPT, Ekonomik ve Sosyal Göstergeler (1950-2010)-http: //www. dpt. gov. tr/PortalDesign/PortalControls/WebIcerikGosterim. aspx?Enc=83D5A6FF03C7B4FC5A73E5CFAD2D9676 Erişim: 12 Ocak 2011

DPT, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı Sosyal Güvenlik Özel İhtisas Komisyonu Raporu, Ankara 2001 http: //ekutup. dpt. gov. tr/sosyal-gu/oik604. pdf (Erişim: 12 Mart 2011)

EKER Aytaç, Kamusal Maliye, İzmir: 1996.

EKER, Kamusal Maliye, İzmir: 1996.

ERCAN DEDE Melek. “Anayasal İktisat Perspektifi nden Politikası Kuralları ve Avrupa Ülkelerinde Uygulamanın İncelenmesi, ” Mesleki Yeterlilik Tezi, M. B Strateji Geliştirme Merkezi Ankara 2010.

European Commission, Taxation trends in the European Union, Data for the EU Member States, Iceland and Norway, 2011 edition, http: //www. oecd. org/dataoecd/45/6/39495382. pdf Erişim: 21 Mart 2011.

European Commission, Taxation Trends in the European Union, Data fort the European Member States, Iceland and Norway-http: //epp. eu-rostat. ec. europa. eu/cache/ITY_OFFPUB/KS-DU-10-001/EN/KS-DU-10-001-EN. PDF, (Erişim. 13 Ocak 2010).

FERHATOĞLU Emrah, Avrupa Birliği’nde Ortak Çevre Politikası Çerçevesinde Çevre Vergileri e-yaklasim/Ekim: 2003, s. 1)/Sayı: 3 http: //www. yaklasim. com. tr 20 Erişim Nisan 2010.

FIGURA Phillip O. , “European Union Tax Rate Harmony: An Unattainable and Detrimental Goal”, New Eng. Journal Of Int’l & Comp. Law http: //www. nesl. edu/intljournal/vol8/taxrate_v8n1. pdf.

G. İ. B, 2011 Menkul Sermaye İradı Beyanname Düzenleme Rehberi-http: //www. gib. gov. tr/fi leadmin/beyannamerehberi/2011menkulsermaye. pdf Erişim: 22 Ocak 2011

Page 179: Avrupa_Birliği- Nobel

Kaynakça 171

GOUGH, Ian. Refah Devleti, Çev: Kamil GÜNGÖR, http: //www. canak-tan. org/politika/anti_leviathan/diger-yazilar/gungor-refah-devleti. pdf. Erişim: 22 Nisan 2010

GÖKÇE YILMAZ, Burcu, Yaşlanma Sorunu Çerçevesinde Avrupa Birliği’nde Kamu Harcamalarının Sürdürülebilirliği (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi)

GÜL Ekrem, Hakan YAVUZ, Ekonomik Büyüme Arasındaki Nedensellik İlişkisi: 1963-2008 Dönemi, Maliye Dergisi, Sayı: 160. Ocak-Haziran 2011.

GÜLBAY Tabip, Türkiye’de Yerel Yönetim Birimlerinin Öz Gelirlerini Arttırma Sorunu (http: //www. demud. org. tr/tgulbay. pdf) Erişin 22 Mart 2011.

GÜNAYDIN İhsan, Levent Yahya ESER, “Maliye Politikasındaki Yeni Trend: Mali Kurallar” Mali Kurallar: (Editörler: Coşkun Can Aktan, Ahmet Kesik, Fatih Kaya) Maliye Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkanlığı, Ankara, 2010.

GÜNGÖR Kamil, Global Mali Krizin Vergi Gelirleri Üzerindeki Etkisi, (Turgut Özal Uluslararası Ekonomi ve Siyaset Kongresi – I, 15-16 Nisan 2010, Malatya, Türkiye’de sunulan Bildiri).

GÜNGÖR Kamil: “Arz Yönlü İktisat Aracı olarak Vergi İndirimleri Politikası ve Türkiye Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2001, (Yayınlanmamış Doktora Tezi).

GÜNGÖR, Kamil, “Avrupa Birliği Ortak Vergi Politikası” Ekonominin AB’si, Ekin Kitabevi Bursa-Şubat 2008.

GÜZEL Ali, Türk Sosyal Güvenlik Sisteminde Öngörülen Reform Mevcut Sorunlara Çözüm Mü? Çalışma ve Toplum, 2005/4. http: //www. ca-lismatoplum. org/sayi7/makale3. pdf Erişim 22 Kasım 2011.

HONOHAN Patrick, “What Went Wrong In Ireland ?”Trinity College Dublin, May 2009 (http: //www. tcd. ie/Economics/staff/phonohan/What% 20went% 20wrong. pdf). Erişim: 12 Şubat 2011.

http: //dx. doi. org/10.1787/702113603061. Erişim Yılı: 2010.

http: //epp. eurostat. ec. europa. eu, (Erişim: 13 Ağustos 2011.

http: //www. bumko. gov. tr/TR/Genel/BelgeGoster. aspx?F6E10F8892433CFF71BE64510F6C8BC92E0783479CE650C9 (Erişim: 5 Şubat 2011).

http: //www. gib. gov. tr/fi leadmin/beyannamerehberi/2011_Ucret_Kazanclari. pdf

http: //www. hazine. gov. tr/irj/go/km/docs/documents/Hazine% 20Web/% C4% B0statistikler/Borc_Gostergeleri_Sunumu/borc_gos-tergeleri. pdf

Page 180: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu172

http: //www. oecd. org/document/49/0,3746, en_21571361_44315115_46737201_1_1_1_1,00. html (Erişim: 14 Ocak 2011)

http: //www. se2009. eu/polopoly_fs/1.25535!menu/standard/fi le/111518. pdf. Erişim: 12 Ocak 2011.

http: //www. se2009. eu/pulupuly_fs/L255351menu/standard/fi le/ll 1518. pdf, Erişim Yılı: 2010.

http: //www. tisk. org. tr/yayinlar. asp?sbj=ic&id=2424

http: //ysk. gov. tr/ysk/index. html (Erişim: 22 Eylül 2010)

İktisadi Kalkınma Vakfı, (1) Avrupa Birliği’nin Vergi Politikası http: //www. İktisadi Kalkınma Vakfı. org. tr/pdfs/961fd1e2. pdf

İKV, Avrupa Birliği’nin Vergi Politikası http: //www. İktisadi Kalkınma Vakfı. org. tr/pdfs/961fd1e2. pdf

İSO, Avrupa Birliği Ülkelerinin Temel Ekonomik Göstergeleri Üye ve Aday Ülkeler 2008.

JACKSON, James K. “The Financial Crisis: Impact on and Response by The European Union, ” June 24, 2009 (http: //fpc. state. gov/documents/organization/127015. pdf). Erişim: 22 Mart 2011

KERMAN, Uysal, “Avrupa Birliği: Yerel Ve Bölgesel Yönetimler” Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Y. 2009, C. 14, S. 1

Key facts and fi gures about Europe and the Europeans http: //ec. euro-pa. eu/publications/booklets/eu_glance/66/en. pdf Erişim: 12 Ocak 2011.

KİTAPÇI, İsmail, Sosyal Devlet Işığında Türk Sosyal Güvenlik Sisteminin Sorunları Ve Reform Arayışları, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Maliye Anabilim Dalı (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi)

KOVÁCS László 2007 (c) “The Future of EU Taxation Policy http: //ec. eu-ropa. eu/commission_barroso/kovacs/speeches/51201TDI. pdf

KOVÁCS László; 2007(b) Tax Harmonisation Versus Tax Competition in Europe” http: //ec. europa. eu/commission_barroso/kovacs/speec-hes/tax_harmonisation-competition. pdf

KURT Resul, Asgari Ücret Vergi Dışı Kalmalı Mı? Dünya Gazetesi, 31.12.2010

M. B. , Maliye Bakanlığı 2010 Yılı Faaliyet Raporu http: //www. maliye. gov. tr/bumkoilan/2010_Yili_Genel_Faaliyet_Raporu. pdf Erişim: 22 Mart 2011.

Page 181: Avrupa_Birliği- Nobel

Kaynakça 173

Maliye Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkanlığı, Ekonomik Veriler, Temmuz 2011. Erişim: 22 Mart 2011.

MÜSİAD Araştırma Raporu, 2009 Türkiye Ekonomisi, Küresel Kriz Yeni Dersler http: //www. musiad. org. tr/detayArYay. aspx?id=242 Erişim 12 Mart 2011.

MÜSİAD, Maliye Politikası Reformu Vergi Mevzuatında İyileştirmeler Tespitler ve Çözüm Önerileri, MÜSİAD Yayınları, 2007. http: //www. musiad. org. tr/detayArYay. aspx?id=242. Erişim 12 Mart 2011.

MYLES Garent D. , “Tax Policy and European Union Governance” http: //www. people. ex. ac. uk/gdmyles/papers/pdfs/Milan. pdf

OECD, Consumption Taxes: The Way of the Future? Policy Brief October 2007)-http: //www. oecd. org/dataoecd/45/6/39495382. pdf) Erişim: 11 Eylül 2010

OECD, OECD Revenue Statistics 2010 (Erişim: 12 Ocak 2011).

OSKAY, Cansel, “Türkiye’de Dış Borçlar ve Avrupa Borç Krizinin Olası Yansıması Üzerine Bir Değerlendirme”, Bütçe Dünyası Dergisi, Sayı 34, 2010/2. (http: //www. debud. org/Html/dergi/34/3_c_oskay. pdf)

ÖNCEL Mualla, Nami ÇAĞAN, Ahmet G. KUMRULU (Çevirenler); Avrupa Ekonomik Topluluğu Komisyonu’nun Topluluk’ta Vergi Sistemlerinin Birbirine Yakınlaştırılması Hakkında Konsey’e Verdiği Rapor, , Aynı bası, Olgaç Matbaası, 1981.

ÖZEN Ahmet, Avrupa Birliği’nde Mali Disiplinin Sağlanmasına Yönelik Maastricht Kriterlerinin Anayasal İktisat Perspektifi nden Değerlendirilmesi, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Cilt 4, Sayı: 2, 2002.

PAYZANOĞLU Durukan İstikrar ve Büyüme Paktı Kuralları Türkiye’de Borç Sürdürülebilirliğini Garanti Altına Alır Mı? Uzmanlık Yeterlilik Tezi, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası İletişim ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü Ankara, Mart 2009.

SCHAFER Wolf, Harmonisation and Centralisation versus Subsidiarity: Which Should Apply Where, Intereconomics, September/Octaber 2006.

SCHNEIDER Friedrich, “Politik Anayasa, Ekonomik Anayasa ve Anayasal Bütünlük”, Ekonomik Anayasa Sempozyumu, Takav Mat. , Ankara: 1992.

SUSAM Nazan, Nagehan OKTAYER, Türkiye Ekonomisinde Genel Bütçe Vergi Gelirleri İçinde Dolaysız ve Dolaylı Vergiler, İktisadi ve İdadi Bilimler Dergisi, cilt: 21, Haziran 2007, sayı: 2.

Page 182: Avrupa_Birliği- Nobel

AB’de Mali Yapı ve Tam Üyelik Öncesi Türkiye’nin Durumu174

ŞAHİN, Elif Ayşe “Anayasal İktisat Perspektifi nden Gelişmiş Ülkelerde Kamu Borçlanmasını Sınırlayıcı Kurallar Ve Uygulama Sonuçları” Mali Kurallar: (Editörler: Coşkun Can Aktan, Ahmet Kesik, Fatih Kaya) Maliye Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkanlığı, Ankara, 2010.

ŞAN Gündüz, Avrupa Birliği ve Yerel Yönetimler Bağlamında Subsidiarite Yerindelik İlkesi (http: //8. yerelsiyaset. com/pdf/temmuz2007/11. pdf) Erişim 12 Eylül 2010.

ŞİMŞEK Mehmet, Maliye Bakanı 2011 Bütçe Sunuş Konuşması-http: //www. maliye. gov. tr/basin_aciklama/2011/GenelKurul(SayinBakan-Konu% C5% 9Fma)BirlestirilmisV18-12% 2012-2010. pdf. Erişim 31 Aralık 2010.

TANZI, Vito “The Stability And Growth Pact: Its Role And Future”, Cato Journal, Vol. 24, Nos. 1–2 (Spring/Summer 2004).

TCMB, “EURO 1999”, Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü Haziran 1991.

TUNCER Selahattin, Türkiye’de Finansal Kesimin Vergilendirilmesi-http: //www. legalisplatform. net/Makale/T% C3% BCrkiye’de% 20Fi-nansal% 20Kesimin% 20Vergilendirilmesi. pdf

TÜRKAY İmdat, Asgari Geçim İndirimi Uygulaması (İşverenler ve Ücretliler İçin) Uygulama El Kitabı, Ankara Serbest Muhasebeci ve Mali Müşavirler Odası, Ankara, Ocak 2008.

ULUSOY Ahmet Tekin AKDEMİR, Yerel Yönetimler Ve Mali Özerklik: Türkiye ve OECD Ülkelerinin Karşılaştırmalı Analizi, Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 12 Sayı 21 Haziran 2009.

ÜSTÜN, Ümit Süleyman, “Anayasa Mahkemesinin Ücret Gelirlerine İlişkin Gelir Vergisi Tarifesi İptal Kararı Ve Değerlendirilmesi” Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi C. XIV, Y. 2010

Vergi Konseyi, Para ve Sermaye Piyasalarının Vergilendirilmesi, İstanbul, Ekim 2004,-http: //www. tspakb. org. tr/tr/Portals/57ad7180-c5e7-49f5-b282-c6475cdb7ee7/AIM_Yayin_ve_Raporlar_Arastirma_Raporlari_Para_SerPiy_Vergi_Oneri. pdf

www. abgs. gov. tr

www. ciafactbook. com

www. gib. gov. tr (Erişim: 12 Ocak 2011).