85
Batı Karadeniz Tarihi Mehmet KEÇECİ www.mehmetkececi.com 05/03/2011 Kısaltılmış Versiyon V:1.0

Batı Karadeniz Tarihi

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Batı Karadeniz Türk Tarihi History of Blacksea Mehmet Keçeci

Citation preview

Batı Karadeniz Tarihi

Mehmet KEÇECİ www.mehmetkececi.com

05/03/2011 Kısaltılmış Versiyon V:1.0

Orta Asya, Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Tacikistan, Afganistan, Çin'in bir kısmı (Doğu Türkistan), Rusya, Pakistan'ın bir kısmı ve Kuzey İran'ın barındığı bölge ve bölgeyi tanımlamak için kullanılan coğrafi terim. Aynı zamanda Türker'in anayurdudur.

Orta Asya

Ceyhun veya Amuderya (Türkmence: Ceyhun, Amıderya, Özbekçe: Amudaryo, Farsça: .Âmudaryâ), Orta Asya'nın en uzun nehri ;آمودریا

Seyhun veya Siri Derya, (Kazakca: Сырдария; Tacikçe: Сирдарё; Özbekçe: Sirdaryo; Farsça: Orta Asya'da bir (سیردریاnehirdir. Ceyhun nehri ile birlikte tarihi Maveraünnehir bölgesini oluştururlar. Oğuzlar Yincü Öküz (İnci nehri), eski Türkler de bu nehire Yenchu-okuz derlerdi. keza "İnci Nehir" anlamına gelirdi. Oğuzlar bu nehir boyunca bir çok şehir kurmuşlardır. Bunlar Yenkent (Dizruyin), Cend, Sapran (Sepren), Sugnak ve Sitgün'dür. Kâşgarlı Mahmud haritasında da Seyhun alt havzasını açıkça Oğuz şehirleri bölgesi olarak işaret eder

Ceyhun (Amuderya)-Seyhun Irmakları

Maveraünnehir Türkçe 'de "Nehrin Ötesi" (Çay Ardı[1]) anlamına gelen sözcük, Orta Asya'da, Ceyhun (Amu Derya) ve Seyhun (Siri Derya) nehirleri arasında kalan tarihi bölgenin adıdır. Divân-ı Lügati't-Türk'te Çay Ardı: Araplarca " " ما وراء النهرadı verilen bölge diye geçer. "mā warā'a n-nahr" kavramı ilk defa bir hadiste bahsedilmiştir, muhtemelen İslâm'dan daha önceleri bu kavram Araplar arasında yaygındı , öyle anlaşılıyor ki bu bölge Sasani İran'ın kuzeydoğusundadır. Orta Çağ Arap coğrafyacıları bu bölgeyi "Bilad al-Türk veya Türkistan", göçebe Türklerin yurtları olarak yazmışlardır.

Bugün bu bölge Kazakistan, Özbekistan ve Türkmenistan arasında bölünmüştür. Orta Çağ'da İslam Uygarlığının geliştiği bölgelerden biri olan Maveraünnehir 'deki Semerkand ve Buhara kentleri önemli kültür merkezleridir. Ayrıca Göktürklerin yıkılmasından sonra anayurtlarını terk eden bazı Türklerin geçişlerini kolaylaştırıyordu

1-Atalay, Besim (2006). Divanü Lügati't - Türk. Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi. ISBN 975-16-0405-2, Cilt III, sayfa 149, 150

Tarihî bölgeler: Horasan (A), Maveraünnehir (B) ve Harezm (C)

Maveraünnehir

Selçuk Bey, (Saldschūq bin Duqāq) Büyük Selçuklu Devleti'ne adını veren kişidir. Aral Gölü'yle Hazar Denizi arasındaki topraklara hakim olan Oğuz

Türkeri'nin Kınık boyundandır. Babası öldükten sonra onun yerine 18 yaşındayken subaşı oldu. Genç yaşına rağmen kısa

zamanda yüksek mevkilere ulaştı. Selçuk Bey yönetimindeki Oğuz Türkleri İslamiyet'i kabul etti. Bu durum, Selçuk Bey ve Yabgu'nun arasını açtı. Selçuk Bey, "Müslümanlar, gayrimüslimlere haraç vermez' diyerek, Yabgu'nun haraç memurlarını kovdu ve bağımsızlığını ilan etti.

Daha sonra çevresindeki gayrimüslimlere karşı cihada başladı. Karahanlılar ve Samanîler'le dostluklar kurarak gücünü artırdı. Selçuk Bey'in bağımsızlığını ilan etmesi, Yabgu 'ya karşı direnmesi ve cihada girişmesi, bölgede itibarını giderek artırdı. Kısa zamanda Yabgu 'ya karşı olan Türk beylerini etrafında toplamaya başladı. Böylece, Maveraünnehir 'de üstünlük sağlayan Selçuk Bey, Müslüman olan Samanîler'le anlaşarak, Buhara yakınlarındaki Nur (Nurata) kasabasına yerleşti.

Kendi oğullarıyla birlikte, Büyük Selçuklu Devleti'nin temellerini atan Selçuk Bey, 1009 yılında vefat etti

Selçuklu Adı Nereden Gelir

Büyük Selçuklu Devleti/İmparatorluğu 1038 – 1157 Başkentleri: Nişabur, Rey, İsfahan Tuğrul Bey ya da Toğrül, Tuğril veya Toghril Beg, (Arapça: بكطغرل; Farsça: طغرل بیک( ) d. 990 - ö. 4 Eylül 1063) Büyük Selçuklu Devleti'nin kurucusu ve ilk hükümdarıdır.

Selçuklu Devleti'nin ilk hükümdarları olarak bilinen Tuğrul Bey ve Çağrı Bey, Nişabur'da hutbe okutarak 1038 yılında bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir.

Hacı Bektaş-ı Veli (Farsça: والیحاجی بکتاش

hājī baktāš wālī; 1209 - 1271),

Horasan Nişabur doğumludur.

Seyid Muhammed bin İbrahim Ata

Nişabur

Fahreddin Attar’ın Kabri

Selçuklu döneminde en önemli tıp ve bilim merkezi haline gelmiş bir şehirdi. Nizam'ul Mülk'ün emirleriyle eğitim için yapılan yeniliklerin başladığı ve en önemli gelişmelerin yaşandığı kenttir.

Büyük Selçuklu Devleti'nin kurucusu Tuğrul Bey 8 Ramazan 455 (5 Eylül 1063) yılında burada ölmüş ve yine burada gömülmüştür.

Rey

M.S. 642'de Araplar'ın eline geçti. Selçuklu Hanedanı'nın kurucusu Tuğrul Bey de 11. yüzyılın ortalarında İsfahan'ı başkent yaptı. Onun torunu Melikşah yönetiminde kent büyüyüp zenginleşti. Ünlü İsfahan Mescid-i Cuma'sının yapımına bu dönemde başlandı. Selçuklu hanedanının yıkılışından sonra İsfahan gerilemeye başladı. 13. yüzyılda kent, önce Moğollar, ardından da 1387 yılında Timur tarafından yağmalandı ve bir çok insan katledildi. Coğrafi konumunun sonucu olarak, İsfahan özellikle Safeviler altında tekrar gelişmeye başladı. Şah I. Abbas İsfahan'ı başkent yaptı ve 17. yüzyılın en büyük ve en güzel kentlerinden biri olarak yeniden inşa etti (1598). O dönemde bir çok park, kütüphane ve cami inşa edildi. 1722'de Gılzailer (Peştunlar) uzun bir kuşatmanın ardından şehri ele geçirdi. Uzun yıllar bir harabe görünümünde kalan İsfahan'ın nüfusu da iyice azaldı. Rıza Şah Pehlevi döneminde (1925-1941) yeniden imarına başlanan kentte bir sanayi bölgesi oluşturuldu ve tarihsel yapıların birçoğu onarıldı.

İsfahan

Toplumsal ve Ekonomik Yaşam Büyük Selçuklu Devleti'ndeki Oğuz boyları ve başka bazı topluluklar göçebeydiler. Oğuz boylarının başında bir bey bulunuyordu.

Bu göçebe topluluklar geçimlerini hayvancılıkla sağlıyorlardı ve otlak bulmak için de mevsimlere göre yer değiştiriyorlardı. Devlet göçebe topluluklardan otlak vergisi alıyordu. Yerleşik nüfus ise çiftçilik, zanaatçılık ve ticaretle uğraşıyordu. Kentlerdeki tüccar ve esnaf, işkollarına göre loncalar biçiminde örgütlenmişti. Merkezi devlette görevli memurlar ile sürekli ordudaki askerler maaş alıyorlardı.

Eğitim, Bilim ve Sanat Büyük Selçuklular, kendilerinden önce var olan medreselerde öğretimi sürdürdüler, ama bununla yetinmediler. Vezir

Nizamülmülk’ün öncülüğünde ve onun adını taşıyan yeni medreseler kurdular. Nizamiye medreselerinin ilki 1067’de Bağdat'ta açıldı. Daha sonra Isfahan, Rey, Merv (Selçukluların başkenti), Belh, Herat, Basra,

Musul gibi kentlerde yeni Nizamiye medreseleri kuruldu. Medrese sisteminde programlı ve belli bir yönteme dayanan eğitim ilk kez bu medreselerde verildi. Medreselerde din konularının yanı sıra matematik, felsefe, dil ve edebiyat gibi dersler de okutuluyordu ve medreselerde zengin kitaplıklar vardı. Medreselerin dışında da ülkenin çeşitli yerlerinde kurulmuş kitaplıklar bulunuyordu.

Melikşah döneminde önce Isfahan'da, sonra Bağdat'ta birer gözlemevi kuruldu. Büyük Selçuklular Arapça'yı din ve bilim dili, Farsça'yı edebiyat ve devlet dili, Türkçe'yi ise saray ve orduda günlük konuşma dili olarak kullanıyorlardı.

Büyük Selçuklular, var olan kentleri bayındır hale getirirken yeni kentler de kurdular. Ülkenin pek çok yerinde yeni kurumlar ve yapılar inşa ettiler. Bunlar cami, medrese, kervansaray, hastane, köprü, çeşme, imaret, han, hamam, türbe ve kümbet gibi yapılardı.

Büyük Selçuklular, ince ve uzun minarelerle cami mimarisine yeni bir anlayış getirdiler. Isfahan'daki Mescid-i Cuma bu anlayışla yapılmış en eski örnektir. Büyük Selçuklu anıtmezarları olan kümbetler de yaygın mimari yapılardır. Kümbetler içten kubbe, dıştan ise piramit ya da konik bir çatıyla örtülüyordu. Dört köşeli, çok köşeli ya da yuvarlak formdaki Büyük Selçuklu kümbetleri genellikle iki katlı olarak yapılıyordu. Bu kümbetlerin alt kat mezar, üst kat ise mescit olarak kullanılıyordu.

Büyük Selçuklu sanatında hat (yazı), minyatür, ahşap ve taş oymacılığı, çinicilik, maden işleme, cilt ve çeşitli süsleme sanatları da gelişmişti.

Belh, (Darice ve Farsça: بلخ Balkh, Arapça: بلخ), Afganistan'ın kuzeyinde yer alan eski bir yerleşim yeridir.

Belh, bir zamanlar Horasan’ın önemli şehirlerinden birisiydi. Afganistan'da Türk halklarının ve Türk kültürünün görüldüğü bir bölgedir.

Bir zamanlar dünyanın önemli bir şehriyken Moğollar tarafından tamamen yok edilmiştir. Mevlânâ Celâl-ed-Dîn Muhammed Rûm-î'nin doğduğu şehirdir. (Farsça: جالل الدین محمد رومیموالنا Mevlānā Celāl-ed-Dīn Muhammed Rūmī; 30 Eylül 1207de doğmuştur. 17 Aralık 1273’te vefat etmiştir.)

Belh

Oğuz grubu

Altay Dilleri

Oğuz grubu Türki dillerin bir koludur. Bu gruba ait dillerin toplam konuşucu sayısı 140 milyona ulaşır. Günümüzün Oğuz dilleri coğrafya ve paylaşılan özellikler bakımından üç ana gruba ayrılır. Bu gruplar şunlardır: Batı grubu Türk, Türkiye Türkçesi, Osmanlı Türkçesi, Gagavuz'ca, Balkan Gagavuz Türkçesi ve Ahıska Türkeri'nin dili Azerbaycan, Azerbaycan Türkçesi'nin kuzey ve güney türü, İran ve Irak'taki Türkmence, Kaşkayca ve Afşarca Türkmen, Türkmence, Horasanca ve Özbekçe'nin Oğuz lehçesi Güney grubu, İran (Kaşkayca, Sonqori, Aynallu vb.) ve Afganistan (Avşarca) lehçeleri Bunların dışında, Çin'de yaklaşık 70,000 kişi tarafından konuşulan Salarca Dil Konuşucu sayısı Konuşulan ülkeler (ve konuşucu sayıları) Türkiye Türkçesi 88 milyon Türkiye 72 milyon, Balkan 2,5 milyon, Kıbrıs 265.000, Rusya 800.000, Almanya 4,5 milyon, batı ve orta Avrupa 4.000.000 , Türkmeneli Irak 2.500.000 Gagavuzca 250.000 Moldavya 170.000, Balkan 30.000, Ukrayna 20.000, Bulgaristan 10.000 Azerbaycanca 50 milyon İran 30 milyon, Azerbaycan 9 milyon, Türkiye 500.000, Rusya 2 milyon, Gürcistan 500.000 Türkmence 8 milyon Türkmenistan 6,1 milyon, İran 2 milyon, Afganistan 900.000, Özbekistan 250.000 Horasanca 1.400.000 İran (Horasan ili) Kaşgayca 1,5 milyon İran (Fars, Huzistan illeri) Aynallu 7.000 İran (Merkezi, Erdebil ve Zencan illeri) Afşarca 300.000 Afganistan (Kabil, Herat), Kuzeydoğu-İran Şalarca 140.000 Çin (Qinghai ve Gansu illeri) Toplam ~116.000.000

Merv/Türkmenistan

Eyalet nüfusunun çoğunluğunu Türkler oluşturur. Yusuf Hemedani, (1048-1140) (Arapça: اب يقپ يسف حمدن; Abu

Yaqub Yusuf Hamdani) önde gelen din bilginlerinden olup tam ismi Abu Yaqub Yusuf Hamdani'dir. Rey ile Hamedan arasında Bûzencird adlı bir köyde doğdu. Türbesi Merv (veya Marı Rusça: Мерв, Farsça: مرو , Marv, Çince: Chinese: 木鹿, Mulu) şehrinde bulunmaktadır.

Tarihi kaynaklarda kaydedildiğine göre devrin Selçuklu Hanı Sultan Sencer, Yusuf Hemedani ’ye bağlılığını her vesileyle göstermiştir. Dolayısıyla "Hocaların Hocası" olarak anılmaktadır.

Evliyanın büyüklerinden İsmi, Yûsuf bin Yâkûb Hemedânî olup, künyesi Ebû Yâkûb ’dur. İmâm-i A’zam hazretlerinin neslindendir.

Hemedan

Sayram, (Kazakça: Сайрам; Farsça: اسپیجاب), Saryam, Saryom, İsbicâb, veya Beyza şimdi "Çimkend" denilen Siri Derya(Seyhun) havzasında Kazakistan'ın güney doğusunda Sayram Su nehri kıyısında ve aynı isimdeki Sayram Su dağlarının yamacında yerleşik olan ülkenin en eski bir tarihi şehridir. Kazakistan'da ilk Cami burada yapılmıştır.

Sayram, Maveraünnehir (Arapça: ما وراء النهر, mā warā'a n-nahr, Farsça: فرارود, Farārood) bölgesinin en eski yerleşim yeridir.

(Ahmet Yesevi, (1093 Sayram/Kazakistan - ö. 1166 Türkistan (Yesi), Kazakistan), Türk mutasavvıf ve şair. İlk Türk Mutasavvıfıdır) Asıl Adı: Ahmed bin İbrâhim bin İlyâs Yesevî

Sayram/Kazakistan

Semerkand/Özbekistan

Buhara da dönemin önde gelen din bilginlerinden olan Şeyh Yusuf Hemedani 'ye (Abu Yaqub Yusuf Hamdani) (Yesevi de onun öğrencilerindendir) ve onun öğrencileri Abdülhalik Gücdüvani ise öğrencisi Muhammed Bahaüddin Nakşibendi (Arapça: به د ضن نقسهبند بكهر; Baha-ud-Din Naqshband Bukhari) yetiştirerek büyük tarikatlardan birinin öncülüğünü yapmıştır. Buhara'da kurulan Nakşibendiye (Arapça: النقشبندية, Farsça: نقشبندی, Osmanlıca: هيدنبشقن )

tarikatı, zamanla Afganistan, Hindistan ve Anadolu'ya yayılmıştır.

Buhara Özbekistan

Tarihî bölgeler: Horasan (A), Maveraünnehir (B) ve Harezm (C)

Horasan Eskiden Horasan bölgesi

bugün İran, Afganistan, Tacikistan, Türkmenistan'ın ve Özbekistan'ın bazı bölgelerini kapsardı.

Harezm (Arapça: خوارزم / Khwārizm, Özbekçe: Xorazm, Farsça: خوارزم / Khwārazm), Ceyhun Nehri'nin (Amu Derya) suladığı ve deltalarının Aral Gölü'ne aktığı topraklardır. Orta Çağda sulama sistemi sayesinde bölgenin bayındır olduğu son 12 senede yapılan arkeoloji çalışmaları ile ortaya çıkarılmıştır.

Günümüzde İran, Türkmenistan, Özbekistan ve Tacikistan sınırları içinde kalan ve Ceyhun Nehri boyunca uzanan tarihsel bölge. İÖ 6-4. yüzyıllar arasında İran Ahameniş İmparatorluğu'nun parçasıydı. MS 7. yüzyılda Arapların eline geçince yörede İslam dini yayılmaya başladı. 11. yüzyılın sonlarından 13. yüzyılın başlarına değin bağımsız Harzemşahlar Devleti'nin egemenliği altında kaldı. Daha sonra sırasıyla Moğolların, Timurluların ve Şeybanilerin eline geçti. 16. yüzyılın başlarında Özbek İlbars hanedanının egemenliği altında Hive Hanlığının merkezi oldu. 1717 ve 1839'da Rus saldırılarını geri püskürten Hive Hanlığı 1873'te yenilerek Rusya'nın korumasına girdi. Sovyet Devrimi'nden sonra hanlık kaldırılarak yerine Harezm Sovyet Halk Cumhuriyeti kuruldu (1920 - 1924). Harezm daha sonra SSCB'ye katıldı.

Tarihî bölgeler: Horasan (A), Maveraünnehir (B) ve Harezm (C)

Harezm Özbekistan

Alp Arslan, (ʿAdud ad-Daula Abu Shudschaʿ Muhammed bin Davud Çağrı) Selçuk Türkeri'nin ikinci sultanı (1029 - 15 Aralık, 1072). Alp Arslan, Türklerin Orta Asya'dan Anadolu'ya son gelişlerini(Türk kavimlerin ilk gelişleri; Anadolu da şimdiye kadar çıkan tablet ve yazıtlara göre M.Ö.8.000-10.000 yılları arası) ve mücadelesini yöneten askerî komutan ve hükümdardır. Gerçek adı Muhammed olduğu halde daha çok ünvanı olan Alp Arslan adıyla tanınmaktadır.

Selçuklu Devleti'nin kurucularından Horasan Valisi Çağrı Bey'in oğlu ve Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey´in yeğeni olan Alp Arslan, bu devletin kuruluş dönemindeki güç koşullarda yetişti. Doğum tarihini çeşitli kaynaklar 1029 ile 1032 yılları arasında gösterir. Tarih yazarlarının çok yiğit bir savaşçı olarak tanımladıkları hükümdar çok küçük yaşta ata binip ok atmayı öğrendi. İlk gençlik yıllarında arkadaşlarından oluşan kendi birliğiyle katıldığı Dandanakan vb. savaşlardaki başarısıyla dikkati çekti ve babasının ölümünden sonra Horasan valiliğini üstlendi.

Tuğrul Bey 1063´de ölünce Selçuklu ülkesinde taht kavgaları başladı. Oğlu olmayan Tuğrul Bey, Alp Arslan'ı tahta layık gördü. Fakat Alp Arslan'ın ağabeyi Kavurd tahta kendisi çıkmak istedi. Alp Arslan Kavurd ile yaptığı savaşı kazandı ve Selçuklunun başına geçti.

Alp Arslan

Anadolu Selçuklu Devleti 1077 – 1307 (Arapça: السالجقة الروم el-Salācika el-Rūm Farsça: سلجوقیان روم Selcūkiyân-i Rūm; Rum

Selçukluları),Selçukluların Anadolu’da kurduğu devlettir.

Toplumsal ve ekonomik yaşam

Anadolu Selçukluları döneminde ülkenin hemen her yerinde imarethaneler vardı. Buralarda yoksul halka, öğrencilere ve yolculara parasız yemek verilirdi. Başlıca eğitim kurumları medreselerdi. Başta Konya, Sivas, Tokat ve Amasya olmak üzere birçok kentte medreseler kurulmuştu. Darüşşifa denen hastaneler daha çok Divriği, Sivas, Tokat, Amasra, Kayseri, Konya ve Kastamonu gibi kent merkezlerinde yoğunlaşmışlardı. Kent ve kasabaları birbirine bağlayan yollar üzerinde han ve kervansaray denen konaklama yerleri vardı. Ulaşım ve ticaretin gelişmesine bağlı olarak bu tür konaklama yerlerinin sayısı gittikçe arttı. Bu kurumların giderleri vakıflarca karşılanırdı.

Anadolu Selçukluları ticarete ve yol güvenliğine büyük önem verdiler. Kervan yollarının güvenliğinin sağlanmasına bağlı olarak Anadolu'da ticaret çok gelişti. Karadeniz ve Akdeniz'deki limanlar önemli birer dış ticaret merkezi durumuna geldi. Ticareti güvence altına alan devlet, karada haydutların, denizde korsanların saldırısına uğrayarak malları yağmalanan tüccarların zararlarını karşılıyordu. Gerek yolculukları sırasında, gerekse kervansaray ve hanlarda konakladıklarında tüccar ve yolcuların güvenliği ve ihtiyaçları sağlanıyordu. Anadolu Selçuklularında özellikle dokumacılık çok gelişmişti. Ayrıca Anadolu'nun çeşitli bölgelerindeki demir, bakır, gümüş gibi madenler işletiliyordu.

Selçuklular Devleti’nde edebiyat ve düşüncede büyük gelişmeler oldu. Necmeddin İshak, Muhiddin Arabi, Sadreddin Konevi, Mevlana Celâleddin Rumi gibi bilgin ve yazarlar yetişti.

Selçuklu mimarisi Anadolu Selçukluları ülkenin pek çok yerinde cami, han, kervansaray, imaret, köprü, çeşme ve medreseler yaptırdılar. Beyşehir'deki Eşrefoğlu

Camisi (1296), Anadolu Selçuklu mimarisinin özelliklerini taşıyan en önemli örneklerden biridir. Ağaç direkler üzerine kurulan, içi çini mozaik ve ağaç oyma işleriyle süslenen tip camilerin başka örnekleri de vardır.

Anadolu Selçuklu sultanları adına yapılan kervansaraylar "Sultan Han" ya da "Han" olarak adlandırılırdı. Bu dönemdeki dinsel yapılar genellikle küçük boyutlarda olmasına karşın, hanlar çok büyük boyutlu yapılardır. Bir bakıma sultanın ihtişamını yansıtırlar.

Anadolu Selçuklu mimarisinin günümüze kalan en önemli örnekleri arasında, Konya'da Alâeddin Camii, Karatay Medresesi, İnce Minareli Medrese, Niğde'de Alaeddin Camii, Ankara'da Aslanhane Camisi, Kayseri'de Huand Hatun Camii ve Külliyesi, Afyonkarahisar'da Ulucami, Erzurum'da Çifte Minareli Medrese, Sivas'da Gök Medrese, Buruciye Medresesi ve Çifte Minareli Medrese, Kırşehir'de Melik Gazi Kümbeti, Tercan'da Mama Hatun Türbesi, Ahlat'ta Ulu Kümbet ve Çifte Kümbetler ile Nevşehir'de (Tuzköy camii, Kızılkaya camii) ve diğer yapılar (Nevşehir Kalesi vb.) gösterilebilir.

Moğolların baskısının iyice artması üzerine, Anadolu Selçukluları birkaç başarısız ayaklanma denemesine giriştiler. Hatta, bu ayaklanmalardan birinde Memlüklü Sultanı Baybars’tan yardım istediler. Ordusu ile Anadolu’ya gelen Baybars 1277 yılında Elbistan ovasında Moğolları darmadağın etti. Ancak, Sultan Baybars’ın ülkesine geri dönmesinden sonra, Moğolların intikamı acı oldu. Çok sayıda insanı acımasızca öldürdüler. Bundan sonra Anadolu tamamen Moğol egemenliğine girdi. Anadolu’yu atadıkları valilerle yönettiler. 1308 yılında, son sultan II. Mesud’un ölümünden sonra Anadolu Selçuklu Devleti yıkıldı.

Anadolu Selçuklu Devleti’nin Dağılışı ve Yıkılışı

1. Bartın

2. Bolu

3. Düzce

4. Karabük

5. Kastamonu

6. Sinop

7. Zonguldak

Batı Karadeniz İlleri

Akarsu açısından Türkiye'nin en zengin bölgelerinden birisi olup, Karadeniz Bölgesi'nden çıkan sular Karadeniz'e dökülmektedir.

Başlıca doğal göller Çağa, Melen (Efteni) ve Abant gölleridir. Başlıca yapay göller Hasanpolatkan, Çamlıdere ve Gökçekaya baraj gölleri

ve Tortum, Sera, Abant, Yedigöller ve Zinav gölleridir. Kızılırmak deltasının batı kenarından başlayıp Adapazarı ve Bilecik'in

doğusuna kadar uzanır. Bölüm genel olarak dağlıktır. En gelişmiş şehri Kastamonu'dur. Orman ürünleri ve ormancılık önemli gelir kaynağıdır. Bolu ve Düzce çevresinde çok sayıda kereste fabrikası bulunmaktadır.

Zonguldak çevresi maden çıkarımı, Ereğli-Karabük çevresi maden işletmeleri ile Türkiye ekonomisine önemli katkıda bulunur. Batı Karadeniz'in en önemli katkısı ise maden çıkarma ve işleme alanındadır. Bölgenin önemli şehirlerinden birisi olan Zonguldak da giderek gelişimini sürdürmektedir.

Bu bölümde yağışlar doğu bölümüne göre daha azdır. Çünkü burada ki dağlar, doğudakiler kadar yüksek değildir. Denize etkisi iç kesimlere kadar sokulabilmektedir. Bu durum, kıyı ile iç kesimler arasındaki iklim farklılıklarının belirgin olmamasına neden olmuştur.

Özellikleri

İklimi ve Bitki Örtüsü Kıyıda yıl boyu yağışlı ve ılıman Karadeniz İklimi görülür. Bu iklimin

oluşmasının sebebi; Karadeniz'den gelen nemli hava kütlelerinin kıyıya paralel uzanan Kuzey Anadolu dağ yamaçlarına bol yağış bırakmasıdır. Türkiye'nin en yağışlı bölgesi olan Karadeniz'de yağışlar bir mevsimde yoğunlaşmamış, yıl geneline yayılmıştır. Karadeniz Bölgesi'nde yaz kuraklığı ve orman yangınları yaşanmaz. Nemlilik ve bulutlanmanın fazla olması nedeniyle yıllık ve günlük sıcaklık farkları en az bu bölgededir. Dağlar kıyıya paralel uzandığından, dağların gerisinde kalan iç kesimleri deniz etkisi altına alamamış ve iklim karasallaşmıştır ve kuraklaşmıştır.

Bölgenin doğal bitki örtüsü, kıyılarda nemlilik ve yağışın fazla olması sebebi ile geniş yapraklı gür ormanlardan oluşur. Türkiye ormanlarının %25'ini barındırır ve sahip olduğu ormanlar bakımından Türkiye'nin en zengin bölgesidir.

Özellikle son yıllarda Batı Karadeniz bölgesinin en önemli gelir kaynaklarından biri turizmdir.

Bölgedeki Amasra, Kastamonu, Safranbolu, Ereğli, Eskipazar, İnebolu, Abana, Cide ve Bolu gibi turistik merkezler yerli ve yabancı turistlere alternatif turizm hizmetleri sunarak ekonomiye önemli katkı sağlamaktadır. Eskipazar'da Hadrinapolis antik kenti bulunmaktadır.

Yağış miktarı 1500-1600 milimetre arasındadır.

Liman: Zonguldak

Havaalanı: Sinop

Nüfus yoğunluğu bakımından Türkiye ortalamasının altındadırlar.

Milli Parklar: Türkiye'de toplam 33 M.P. Vardır.

1. Kastamonu ili ile Çankırı ili sınırları içerisinde yer alan Ilgaz Dağı Milli Parkı

2. Bolu ilinin Zonguldak iline komşu olduğu kesimde kurulan Yedigöller Milli Parkı

Sinop, Çorum, Çankırı, Karabük ve Bartın ile sınırı vardır.

İl'in merkez ile birlikte toplam 20 ilçesi mevcuttur.

İlçeleri; Abana, Ağlı, Araç, Azdavay, Bozkurt, Cide, Çatalzeytin, Daday, Devrekani, Doğanyurt, Hanönü, İhsangazi, İnebolu, Küre, Merkez, Pınarbaşı, Seydiler, Şenpazar, Taşköprü, ve Tosya'dır.

Nüfus: 360.366/2007

Kastamonu

Hitit İmparatorluğu ile başlar. Hititlerden sonra Frigya ve Lidya Krallıklarının egemen olduğu bu topraklar M.Ö. 4.yy’da Perslerin eline geçmiştir. M.Ö. 4,yy’da Büyük İskender Anadolu ile birlikte Kastamonu topraklarını da Makedonya’ya katmıştır.

İskender’den sonra yöreyi ele geçiren Pontus Krallığı M.Ö. 1,yy’da Romalılar tarafından ortadan kaldırılmıştır. Uzun yıllar Roma İmparatorluğu sınırları içinde kalan Kastamonu M.S. 395 yılında İmparatorluğun bölünmesiyle bütün Anadolu gibi Bizans İmparatorluğuna katılmıştır.

Kastamonu ismine ilişkin bilimsel bir etimolojik çalışma yapılmamıştır. Kentin ismine dair birkaç farklı görüş olsa da günümüzde Bizans Döneminde bölgede hüküm süren Komnen Sülalesine atfen bulunan isimlendirme akla yakın gelmektedir. Bu isimlendirme kökeni ise Komnenlerin Kalesi anlamına gelen Kastra-Komnen olmasına karşın aynı sülale dönemi yazılı kayıtlarında Kastamonu, Castamon olarak görülür.

M.S. 11–12 yüzyıl Bizans kaynaklarında Kastamonu kenti ilk olarak Castamon olarak anılmaya başlar. Bu dönemde Bizans İmparatorluk ailelerinden Komnenoiler’e ait tahkimatlı bir yerleşim olarak karşımıza çıkan kent, 1084 yılı ile itibariyle Emir Kara Tigin Bey komutasındaki Türklerin eline geçer. Bu tarih ile Türklerle tanışan Kastamonu, 1211 yılına kadar Bizans ve Türklerin arasında sürekli el değiştirir.

1211-1212 tarihi ile birlikte Kayı Boyundan olan Emir Hüsameddin Çoban Bey tarafından bölge tamamen Türk hâkimiyetine geçirilir ve böylece Kastamonu’da Çobanoğulları Beyliği kurulur. Yaklaşık olarak 1295’li yıllara kadar hüküm süren bu beylikten sonra, Eflâni tımarına bağlı Şemseddin Yaman Candar tarafından yine Kastamonu merkezli Candaroğulları Beyliği kurulur. Bu dönemde kent bir ilim ve sanat merkezi haline gelerek, dönem Türk-İslam dünyası içerisinde saygın bir konuma yükselir. 1461 tarihine gelindiğinde Fatih Sultan Mehmed, beyliği Osmanlı Devleti sınırlarına katarak önemli bir sancak haline getirir.

CASTAMON’DAN KASTAMONU’YA

Moğol istilası önünde Türkistan ve İran’dan kaçan Türklerin, ikinci büyük göç dalgasından da en fazla etkilenen şehirlerin başında Kastamonu gelmiş ve İç Anadolu’da Moğollara karşı tutunamayan birçok Türk boyu Ilgaz Dağlarının kuzeyine yani Kastamonu’ya sığınmıştır. Yirmi dört Oğuz boyunun neredeyse tamamı Kastamonu çevresinde yurt tuttuğu gibi, Alpı, Alpağut, Dânişmendli, Kıpçak, Karluk, Çiğil, Yağma gibi Türk boyları da Kastamonu’ya yerleşmişlerdir.[3] Kastamonu’da hâlen birçoğu yaşatılan Kayı, Bayat, Çavundur, Kınık, Îğdir, Afşar, Kıyık, Büğdüz, Bayındır, Çepni, Karaevli gibi yer adları Oğuz iskânının mahiyetini çok iyi ifade etmektedir. 1260’lı yıllarda İbn Sa'd bu kente "Türkmenlerin Başkenti" adını vermiştir[kaynak belirtilmeli]. Yine onun kaydına göre, bu tarihlerde Kastamonu bölgesinde 100 bin çadır halkı yığılmıştır.

Kastamonu’nun ilk defa Türklerin eline geçmesi Danişmentliler zamanında Ahmet Gazinin Oğlu Gümüş tekin devrinde “1105 yılında” gerçekleşmiştir. 100 yıla yakın bir zaman Danişment idaresinde kalan şehir ve çevresi 15 yıl süre ile tekrar Bizanslılara geçmiş, 1213 yılında Anadolu Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubat’ın emriyle Selçuklu kumandanı Hüsamettin Çoban bey tarafından zapt edilmiştir.

Moğollar tarafından bölgenin ikinci kez zaptına memur edilen Şemsettin Yaman Candar kumandasındaki ordu 1292 yılında Kastamonu’ya giderek Muzafferettin Yavlak Arslan birliğini bozguna uğratmış kendisi de öldürülmüştür. Muzafferettin Yavlak Arslanın oğlu Mahmutbey, babasının intikamını almak için mücadeleye girmiş ve Şemsettin Yaman Candar’ı buradan batıya sürmeyi başarmıştır. Şemsettin Yaman Candar’ın ölümünden sonra Süleyman Paşa tarafından 1309 yılında Kastamonu yeniden zapt edilmiş, toprakları genişletilerek “Candaroğulları Beyliği”ni kurmuş ve Çobanlar hakimiyetine son vermiştir.

1333’lerde Kastamonu’ya uğrayan ünlü gezgin İbn Batuta, "Kastamonu (Anadolu'daki) şehirlerin en büyük ve en güzellerindendir… Hiçbir ülkede fiyatları bu şehirden daha ucuz bir yer görmedim." şeklindeki açıklamalarıyla şehrin büyüklüğüne ve hayat şartlarının elverişliliğine ışık tutmuştur.

İsfendiyar beyden sonra “İsfendiyaroğulları” adını da alan Kastamonu beyliği 1460 yılında Osmanlı İdaresine girinceye kadar önemli bir ilim ve kültür merkezi olmuş, bir çok ilim adamı yetiştirmiş, Osmanlılar zamanında da bu özelliğini devam ettirmiştir.

Kastamonu, Fatih Sultan Mehmet’in 1460 yılında Sinop’la birlikte bu şehri alarak Candaroğulları beyliğini ortadan kaldırmasından sonra Osmanlı devletine katılmıştır.

Şeyh Şaban-ı Veli Külliyesi ilin en büyük ve en önemli dini turizm merkezidir. Hisarardı semtinde yer alan külliye; Camii, Türbe, Asa Suyu, Şadırvan, Kütüphane ve Ahşap Konaklardan meydana gelmektedir. Külliyede M.1575-1900 yılları arasında yapılanmalar ile genişlemiştir. Buna ek olarak Karanlık Evliya Türbesi, Aşıklı Sultan Türbesi, Atabey Gazi Türbesi, Hepkebirler Türbesi, Müfessir Alaaddin Türbesi, Hatun Sultan Türbesi, Şeyh Mehmet Efendi (Sacayaklı Sultan) Türbesi, Yılanlı Külliyesi, Nasrullah Külliyesi ve içerisinde yer alan Münire Medresesi (Bayraklı Medrese), Benli Sultan Külliyesi diğer başlıca turizm noktaları arasında yerini almaktadır.

Taşköprü ilçesinde Pompeipolis (Zımbıllı) harabeleri, Kastamonu Endüstri Meslek Lisesi yanında Ev-Kaya mezarı, İsmailbey Şehinşah kaya mezarları, Arslantaş mezar odası, Tekkeşin ve Ömerli köyleri arasında Kalenderağa kaya mezarları, Emirler köyünde Berat kaya mezarları, Kayalı köyünde İnönü mağaraları, Kavak köyünde Arı kayası, Baltacı kuyucağında Molla Ahmet kayası, Pınar başında Ilgarini Mağaraları arkeolojik alanlardan bir kaçıdır.

Kültürel Yapı

Sinop'un Fethi Ve Selçuklular Dönemi Türklerin Anadolu'ya girdikten sonra ilgilendikleri yerler arasında Paflagonya ve Sinop civarı da vardır. 1085 yılında Süleyman Şah'ın komutanlarından

Karatekin'in Sinop'u Bizanslılardan aldığından bahsedilir. Ertesi yıl Bizanslılar, Sinop'u kurtarmak için Konstantin Dalassenos komutasında bir donanma gönderdiler. Bu sırada İzmir Bey'i Çaka'nın Bizans topraklarına karşı giriştiği saldırılar sırasında Bizanslı komutan Nikephoros'un yenilgiye uğraması Bizanslıları zor durumda bıraktığından Konstantin Dalassenos'u geri çağırdılar. Pekar bu sırada Bizanslıların Sinop'a tekrar sahip çıkmaları Büyük Selçuklular ile Anadolu Selçukluları arasındaki siyasi çekişmeler yüzünden olmuştur. 1176 Miryokefalon zaferinden sonra Türklerin Bizanslıları Anadolu'nun büyük bir kısmından atabildikleri anlaşılmaktadır. İbn-î Bibi'deki kayıtlardan anlaşıldığına göre Paflagonya bölgesinin fatihleri, başarılarına karşılık olarak Selçuklu Sultanları tarafından ikta olarak verilen Kastamonu yöresinin sahipleri ve Bizanslılara karşı yürütülen mücadelenin lideri olan Çoban ailesidir. Güçlü bir yönetimle Selçukluların sonuna kadar Kastamonu ve civarını elinde tutan bu aile ile Sinop'un birkaç kez Türkler tarafından fethedilmesi arasında ilişkiler vardır. Sinop'un Bizans yönetiminde bulunduğu sıralarda Kırım'a gitmek isteyen Selçuklu tacirleri burada gemiye binmek suretiyle Sinop Limanı'ndan faydalanıyorlardı. IV. Haçlı Seferi sırasında Haçlılar, 1204 de İstanbul'u ele geçirip bir Latin Devleti kurunca İmparatorun damadı Theodoros Lascaris'in kurduğu İznik Bizans Devleti ve yine Komnenos hanedanından Aleksios ve David Komnenos kardeşlerin Trabzon'da kurdukları Trabzon Rum Devleti oluştu. Bu üçe bölünmüş Bizans mirası karşısında Anadolu'yu Selçuklu Devleti ikinci planda bir kara devleti haline geliyordu. Oysa Anadolu Selçuklularının Kırım ticaretini geliştirebilmeleri ve Karadeniz'de Hıristiyan güçlerine karşı koyabilmeleri için Sinop gibi ticari ve askeri bir limana ihtiyaçları vardı. Bu sırada David Komnenos, kıyı şeridi boyunca ilerleyerek Sinop ve Ereğli'yi aldı. İznik devleti ile çatışmaya girdi. Bu durumda Selçuklu Sultanı I. Gıyaseddin Keyhüsrev i le anlaşan Laskarisler, David Komnenos'u geri çekilmeye zorladılar. Fakat kendi güvenliklerini düşünen Selçuklular, Karadeniz'de üçüncü bir güç olarak ortaya çıkmak isteyince gözlerini ilk olarak Sinop'a diktiler. Kardeşiyle olan taht kavgasını halleden I. İzzeddin Keykavus, o sırada Trabzon Rum İmparatoru I. Aleksios Komnenos'un Canik tekfuru Kir Aleksi tarafından idare edilen ve yöre halkına çeşitli zulüm ve yağmalar yapan bu valinin idaresindeki Sinop'a yürüdü. Şehrin zaptının zor olduğu bilindiğinden muhasaraya ve ablukaya karar verildi ve sultan, vilayet beylerini savaşa çağırdı. Olaydan habersiz olan Kir Aleksi bu sırada Sinop dışında avlanıyordu. Ordudan çıkarılan bir müfrezenin Kir Aleksi'yi yakalayıp sultanın önüne çıkartması olayları hızla geliştirdi. Kalenin önüne getirilen tekfura karşılık şehrin teslim edilmeyeceğini söyleyen Sinopluların daha sonra fikirlerini değiştirerek şehri kansız olarak Selçuklulara bırakmaları bir sürpriz olmuştur. Bu olaydan sonra yapılan anlaşmayla Aleksi yıllık vergiye bağlandı ve adamlarıyla birlikte Canik'e gönderildi. (1214) Şehirde kalmak isteyenler serbest bırakıldı. Şehir tekrar düzenlendi, Kiliseler Camiye çevrildi. Bir medrese yapıldı, kale tamir edildi, tapu defterleri düzenlendi. Şehre Çepni oymaklarından boylar yerleştirildi. Sultan sefere katılan beylerden Simre Valisi Bedrüddin Ebu Bekir'i Sinop Valisi ve komutanı olarak bıraktıktan sonra Sivas'a döndü. İbn Said el Magribi, Sinop Limanı'nda Konya Sultanına ait donanmanın bulunduğunu, çam ormanlarıyla kaplı Kastamonu ve Amasya dağlarından kesilen kerestenin su yolu ile Sinop Darüs Sın'a'sında (tersane) gemi inşaası için nakledildiğini belirtir. Kısa sürede oluşturulan bu donanma ile fethin ardından Soğdak seferi yapılır. Soğdak ve civarına Ruslar egemen olmuşlardı. Ruslar bu bölgede Selçuklu korumasını kabul etmişlerdi. Soğdak'a bir Türk Garnizonu yerleştirilerek camii yapıldı. (1225) Sinop'tan yapılan bu sefer Sinop'un üs olarak o dönemdeki gücünü gösterir.

Sinop Sinop İlinin nüfusu 200.791/2008

Pervaneoğulları Dönemi

Candaroğulları Dönemi

Osmanlı Dönemi

İlçeleri: Ayancık

Boyabat: Geçim kaynağı tarımdır

ve genellikle pirinç yetişir.

Dikmen

Durağan

Erfelek

Gerze

Saraydüzü

Türkeli

İlçenin M.Ö. 600 yıllarında kurulduğu sanılmaktadır. Şehrin eski adı Germanikopolis'tir. İlçeyi ilk kuranların Gaşkalar olduğu tahmin edilmektedir. Boy, uzunluk ya da kabile, soy, aşiret; Abat, mağrur ya da imar edilmiş anlamına gelse de, bir zamanlar İslam ve Hristiyan dünyasının sınırında bir "serhat boyu kalesi" olduğundan adının Boy-Abad olarak yerleştiği sanılmaktadır. Bir başka söylentiye göre de "uzun ova" anlamı verilir. Boyabat sırasıyla Gaşka, Hitit, Paflagonya, Lidya, Pers, Makedonya, Roma, Bizans egemenliklerine girmiştir. Boyabat yöresi Danişment hükümdarı Gümüş Tegin tarafından Türk İdaresine katılmış, Selçuklu, Candaroğulları dönemlerinden sonra 1461 yılında Fatih Sultan Mehmet döneminde Osmanlı hakimiyetine girmiştir. Tanzimat devrinde Boyabat nahiyeye çevrilmiş, 1868 yılında da kaza yapılmıştır. Ekim ayının 2.çarşambasına rastlayan panayırı meşhurdur.

Boyabat

Bartın ili 4 ilçeden oluşur :

Bartın

Amasra

Kurucaşile

Ulus

Bartın 188.449/2009

Türklerin yöreye ilgisi 1084 yıllarında başladı. Kutalmışoğlu Süleyman Bey’in Komutanlarından Emir Karatigin 1084 yılında Sinop, Çankırı, Kastamonu ve Zonguldak ’ı alarak yörede Bartın, Ulus, Eflani, Safranbolu ve Devrek’i de kapsayan bir Türk Emirliği kurdu. Ancak, 1086 yılında Süleyman Bey’in ölümü ve 1096 yılında başlayan 1.Haçlı Seferleri, Kuzeybatı Anadolu’ya yerleşen Türkler açısından ciddi sıkıntılar yarattı. Haçlı müttefiklerle Bizans arasında yapılan anlaşma sonrasında başta Amasra, Sinop ve Ereğli olmak üzere İstanbul’dan Samsun’a kadar tüm Karadeniz sahili yeniden Bizans’ın hâkimiyetine girdi.

Bartın ve çevresi ise Bizans’tan sonra 11.YY sonlarında Anadolu Selçuklularının eline geçti.200 yıllık Selçuklu döneminden sonra 1326’da Kastamonu yöresine hakim olan Candaroğulları Beyliği ve 1392’den itibaren de Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde yer aldı.

Osmanlı Döneminde Bartın

1402 yılında yapılan Ankara savaşı sonunda bir ara İsfendiyaroğlu Beyliği’nin eline geçen kent 1461 yılında tekrar Osmanlı Devleti egemenliğine girmiştir.1460 yılına gelindiğinde, Bartın ve Çevresi; Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde, Amasra ise Ceneviz Kolonisi idi. Anadolu’da Türk birliğini sağlamak Cenevizlilerin elinde bulunan Karadeniz ticaretini ve denizyolunu ülkesine kazandırmak amacıyla Kuzey Anadolu Seferine hazırlanan Fatih Sultan Mehmet Han, ilk hedef olarak Amasra, Kastamonu ve Sinop’ seçti.1460 yılında, Fatih Sultan Mehmet Üsküdar’dan avlanmak bahanesiyle yola çıkarken, Mehmet Paşa Komutasındaki Osmanlı Donanması da denizden hareket etti. Fatih Bolu’ya geldiğinde Kastamonu ve Sinop yörelerine hakim olan ve Candaroğulları Beyliği’nin devamı sayılan İsfendiyaroğullarının Beyi İsmail Bey, padişaha kıymetli eşyalar göndererek bağlılığını bildirdi. Yoluna devam eden Fatih Ekim ayında Bartın’a gelip ordugahını bugünkü Orduyeri’ne kurdu. Donanmayla haberleşme sağlayan haberciler, Donanmanın Amasra açıklarında göründüğünü bildirdiklerinde , Amasra üzerine yürüyen Fatih, Ceneviz Senyoru’ndan kan dökülmemeden Amasra’yı teslim aldı.

Bartın, Osmanlı döneminin 1460-1692 yılları arasında Anadolu Beylerbeyliğine bağlı Bolu Sancağı sınırları içinde yer aldı. Bolu Sancağının kaldırılmasıyla 1692-1811 yılları arasında Voyvodalıkla yönetilen Bartın, 1811 yılında da Kastamonu Vilayetine bağlı olarak yeniden kurulan Bolu Sancağına bağlandı. Bu dönemde ticari potansiyeliyle bölgenin Pazar yeri olan ve Oniki Divan adını alan Bartın, 1867 yılında ilçe oldu. 1876 yılında da Belediye Teşkilatı kuruldu.

Cumhuriyet Döneminde Bartın

1920 yılında Zonguldak Mutasarrıflığına bağlanan Bartın’ın 1924 yılında Zonguldak’ın il olmasıyla birlikte bu ilin ilçesi haline gelmiştir. 07 Eylül 1991 tarihinde de 28.08.1991 tarih ve 3760 sayılı yasayla il statüsüne kavuşmuştur.

Limanıyla Türkiye'nin Karadeniz ülkeleriyle arasındaki deniz ticaretinde önemli bir yere sahiptir.

Türkiye'nin en zengin taşkömürü madenlerini barındırır. Yöre mutfağında ağırlık unlu (buğday ve mısır unu) mamullerden yapılan

yemek türlerindedir. Zonguldak ormanlarında belki dünyanın en lezzetli kestanesi �kuzu kestanesi�

yetişmekte olup, mevsiminde toplanan kestane suda haşlanarak �tuzlama� bütün olarak fırında kavrulmasıyla �kavşak�, �çizilerek ateşte pişirilmesiyle kebap (kömme) biçiminde değerlendirildiği gibi kurutularak da saklanır.

Ülkemizde sadece Karadeniz Ereğli'de yetişen Osmanlı Çileği Orman altı bitki örtüsü içinde yer alan dağ çiçeği, kızılcık (kiren), kuşburnu,

böğürtlen, fesleğen, nane, defne, karayemiş, ahlat (Gerede’de ünlüdür) yöre mutfağında değişik kullanma biçimlerinde değerlendirilmektedir.

Zonguldak 215.922 Merkez 615.890/2007

-Frigyalılar (Frigler) Döneminde (MÖ 1200/750-676) Zonguldak - Yunanlıların (İyonlar ve Diğerleri) ve Lidyalıların Kolonileri Döneminde (MÖ

7. yy-6. yy) Zonguldak - Persler (Eski İranlılar) Döneminde (MÖ 555-MÖ 333) Zonguldak - Helenizm (Makedonya İmparatorluğu Büyük İskender, Bitinya ve Pontus

Krallıkları) Döneminde (MÖ 4. yy-MÖ 1. yy) Zonguldak - Romalılar Döneminde (MS 1. yy-4. yy) Zonguldak - Bizans (Doğu Roma İmparatorluğu) Döneminde (4. Yüzyıl-13. Yüzyıl)

Zonguldak - Anadolu Selçukluları (1075/77-1308) Döneminde (11.-13.yy) Zonguldak - Beylikler Döneminde (13. yy-15. yy) Zonguldak - Osmanlı Döneminde (14. yy-20.yy) Zonguldak

Tarihi

Karabük, 1937 yılına kadar, Safranbolu'ya bağlı Öğlebeli Köyü'nün 13 hanelik bir mahallesiydi.

Karabük, 6 Haziran 1995'te, Çankırı'nın Ovacık ve Eskipazar ilçeleri ile Zonguldak'ın Eflani, Safranbolu ve Yenice ilçelerinin birleştirilmesiyle Türkiye'nin 78. ili oldu.

Bugün Türkiye'nin en büyük demir çelik firmalarının kuruluş yerleri Karabük'dür.

Karabük 218.564/2009

Karabük adını, üzerinde yaşadığı coğrafi ortamdan almıştır. “Kara” ve “Bük” sözcükleri, kara çalılık yer anlamında, Karabük adının oluşumuna kaynaklık yapmıştır. Bu topluluklarda yaşayan Türkmen toplulukları, Karabük cemaati adını bu biçimde almışlardır. Türkiye'de 14 yer ve mevki adının bugün Karabük şeklinde geçmesi, cemaatlerin bu topraklardan diğer yerlere göç ettiği görüşünü kuvvetlendirmektedir.

Karabük ve çevresinin en eski yerleşmesi Eskipazar İlçesindeki “Yazıboy” köyüdür. Burada bulunan bir höyügün, ilk Tunç Devri (M.Ö. 2500) olarak yerleşmeye konu olması, İl sınırları içinde Eskipazar'ın önemini artırmaktadır.

1071 Malazgirt Savaşı öncesinde de Anadolu'ya değişik amaçları gözeterek gelmişler ve yerleşmişlerdir. Özellikle, Kuzey Türklüğü olarak tarihte bilinen bu Türk kitleleri içinde Oğuzlar olduğu gibi Kıpçak, Peçenek gibi diğer Türk kavimleri yer almaktadır. Daha sonra çeşitli nedenlerle Bizans'ın emrine giren bu Türk kavimleri, bu devletin izlediği iskan siyaseti, Anadolu'nun çeşitli kısımlarına yerleştirilmişlerdir. Yer adlarından (Toponimi) yola çıkarak yapılan yorumlamalar sonucunda Eskipazar'da Tamışlar Köyü'ne adını veren Tamış, Bizans'ın emrinde bir Oğuz Beyi olup, saptamalara göre, Malazgirt Savaşı'nda Selçuklu ordusuna karşı savaşırken, giysilerde kullanılan renk ve dil benzerliklerinden dolayı kısa zamanda saf değiştirmiş, Selçukluların tarafına geçmiştir. Malazgirt Savaşı öncesinde yöremizde görünen ve yerleşen ikinci Türk kavimi Kıpçaklar oldu. Kıpçaklar kitleler halinde Safranbolu ile Eflani arasındaki topraklara yerleşmişlerdir. Fatih Sultan Mehmet, XV. Yüzyılın ikinci yarısında Amasra'yı fethedince, kentte bulunan Cenevizlileri İstanbul'a gönderirken, Eflani'de yaşayan Kıpçakları da Amasra kentine gönderilmişlerdir. Bugün Amasra'da özellikle ağaç işlemeciliğinde çok ünlü olan bu insanlar, Kıpçak Türklerinin torunlarıdır. Kıpçak lehçesi ile ilgili araştırma yapacaklar için Eflani-Bartın arası ve Amasra bu açıdan önemli araştırma malzemesi sunmaktadır.

Bolu yöresine ilk yerleşenlerin Bebrikler olduğu sanılmaktadır. Bebrikya adıyla anıldığı sanılan bu yöreye İ.Ö. 8.yy sonra batıdan gelen Bithynialılar yerleşti. Daha sonra Bithynia olarak adlandırılan bu topraklardaki başlıca yerleşme yerleri Kienos (daha sonra Prusias, bugün Konuralp) ile Bithynion (bu günkü Bolu)’du. İskender’in ölümünü izleyen dönemde Bolu yöresinde bağımsız Bithynia Krallığı kuruldu. Roma döneminde önemi artan Bithynia, Bizans yönetimi altındayken elverişli doğal konumu sayesinde 7. ve 9. yüzyıllardaki Arap akınlarından etkilenmedi.

11.yy’dan sonra Bizanslılar ile Anadolu Selçuklular arasında el değiştiren yöre 13. yüzyılda Anadolu Selçuklularının, daha sonra İlhanlıların eline geçti.

Osman Gazi döneminde (1299-1324) Konur Alp tarafından Osmanlı topraklarına katıldı ve sancak merkezi yapıldı. 1324-1692 dönemine Bolu'yu yöneten sancak beyleri arasında Konur Alp, Gündüz Alp, I. Süleyman (Kanuni) ve Zor Mustafa Paşa dikkat çeker.

Bu dönemde, bir ara İsfendiyaroğullarının istila ettiği Bolu, 1692'de sancak beyleri yerine atanan Voyvodalarca yönetildi. 1811'de II. Mahmud voyvodalığı kaldırınca, Bolu-Viranşehir adıyla yeniden sancak oldu. 1864-1908 Vilayet Nizamnamesi ile Bolu Sancağı Kastamonu Vilayetine bağlandı. II. Meşrutiyet ilan edildiğinde Bolu Kastamonu’ya bağlı olduğundan, ilk Bolu Mebusları Kastamonu mebusları arasında yer almıştır. II. Meşrutiyetten (1908) Cumhuriyet dönemine kadar bağımsız sancak olarak yönetilen Bolu, 1923’te Vilayet haline getirildi.

Bolu 270.417/Merkez/2007

Bolu'nun ilçeleri şunlardır: Bolu (merkez) Dörtdivan Gerede Göynük Kıbrıscık Mengen Mudurnu Seben Yeniçağa

Güney doğuda Kızılcahamam ve Çamlıdere ile, kuzey doğuda Çerkeş ve Eskipazar, Güney batıda Dörtdivan, Kuzeyde Mengen, batıda Yeniçağa ilçeleriyle çevrilmiştir.

Bizans İmparatorluğu zamanında İstanbul Patrikhanesine bağlı bir piskoposluk merkezidir. Orta çağda Müslüman Türklerin eline geçmeden önce şehir merkezinin Keçi Kalesi (Türkiye’nin Çin Seddi) diye bilinen yerde Bizans Hakimiyetinde olduğu bilinmektedir.

Gerede

Müslüman Türklerin eline geçtikten sonra bugünkü yerinde bir uç beyliği şeklinde yeniden kurularak Oğuz Türkleri ile iskan edilmiştir. (1197)Günümüzde Kayı ön adlı köyleri hala varlıklarını devam ettirmektedirler. (Kayı, Kayıkiraz, Kayısopran, Salur, Afşar, Kösreli,…) Uç beyliği döneminde yarı bağımsız bir şekilde, Büyük Selçuklular, Anadolu Selçukluları, İlhanlılar'a bağlı olarak, Osmanlılara geçmeden önce de bir müddet müstakil beylik olarak yaşadı. I. Alaaddin Keykubat(1219-1237) zamanında Gerede Anadolu Selçuklu Devletini meydana getiren 21 eyaletten biri idi.

Yıldırım Beyazıt Kastamonu'ya ilerlerken Gerede'yi Osmanlı topraklarına kattı(1395). O devirde Yıldırım Beyazıt tarafından Gerede'ye bir cami, bir hamam ve iki medrese yaptırılmıştır. Köprülüler devrinde de 2 Kervansarayın varlığı bilinmektedir. 1692 yılında Gerede, Bolu Sancağına bağlı subaşılık haline getirildi. 1812 yılında 19 kazanın birleştirilmesiyle Bolu-Safranbolu birleşerek mutasarrıflık kurulmuş ve Gerede bu yönetim içinde kaza merkezi olarak yer almıştır. 1864 yılından 1870 yılına kadar nahiyelik dönemi yaşadı. 1870 yılında Bolu Sancağına bağlı kurulan 5 kazadan biri de Gerede'dir. Nahiyeleri de Mengen ve Çağa'dır (Kastamonu Salnamesi, Devlet salnamesi).

İbn-i Batuta Seyahatnamesinde Gerede'yi şöyle anlatır: "Burası bir yayla eteğinde güzel ve büyük bir şehirdir. Çarşı ve caddeleri geniştir. Dünyanın en soğuk yerlerinden biridir. Ayrı ayrı mahallelere bölünmüş olup, her mahalle halkı kendi aralarında yaşar, öteki mahallelerle bir yakınlık kurmaya çalışmaz."

Evliya Çelebi XVII.yy.da Gerede'den geçmiş ve Seyahatnamesinde Gerede'yi şöyle anlatmıştır.« Gerede, Bolu sancağı hakinde subaşılıktır. 150 akçelik kazadur. Yeniçeri serdarı vardır. Şehir bir vasi ova içinde olup 100 adet tahta ve kiremit örtülü tarzı kaim hanesi vardır.9 mahallesi,10 mihrabı var. Çarşı içindeki cami güzeldir.3 tekke,1 hamam,3 han,200 dükkan,7 kahvehanesi vardır. Cümle esnafından ziyade debbağ ve bıçakçısı vardır. Gerede göni ve sathiyanı meşhurdur. Abu havası latif yayla yerdir. Ahalisi gayet tendürüttür. Halkı ekseriya softa ve talebedir. Soğuğu pek çoktur. Efvah-ı nasta soğuk anılsa; Erzurum soğuğu beni Gerede'de bulun demiş, deyu darbumesel söylerler. Halkı zinde, mücessem, seci Türk taifesidir. 4 çevresi, cenubu Kenkırı şehrine varıncaya kadar mamur nahiyelerdir. 40-50 bin Etrak taifesi vardır."

1810 yılında Morier isimli bir seyyah Gerede'ye uğramış ve "İran'a, Ermenistan'a, Anadolu'ya ve İstanbul'a Seyahat" eserinde şunları yazmıştır: "Gerede büyük bir şehirdir, girişinde fazla miktarda deri fabrikaları (tabakhane) görülüyor. Dükkanlar ve pazarlar iyi görünüşlü Türklerle dolu."

Bölgemizde tarım yaygın olmamakla birlikte çok miktarda hayvan mevcuttur. Büyük ve küçükbaş, hindi (yöresel adı "curuk"), kaz, ördek, tavuk bolca bulunur. Yöresel gıda maddeleri olarak yöreyle özdeşleşmiş kaz eti , hindi eti ve keş sayılabilir.

Ayrıca şakşak helvası, köfter, çam balı daha başka bir çok helva, turşu ve reçel çeşidi mevcuttur.

Yöre köylerinin bazılarında şeker pancarı (yöresel adı "çükündür") yetiştiriciliği vardır. Bölgede çok çeşitli bir mantar zenginliği vardır. Kanlıca, ak kayışkan, kara kayışkan, gökgöbek, domalan ya da dömelen, cincile, tellice, ebişke, dede sakalı mantarı, inekcin, geyik mantarı, bal mantarı, nadir de olsa kuzu göbeği mantarı vs. sayılabilir.

Dağlarda bol miktarda kuşburnu, böğürtlen ve ahududu da mevcuttur. Türkiye'nin en kaliteli armutları Gerede'de yetişir. Osmanlı döneminde kalitesi Isparta gülüne denk güller yetiştirilirdi. Ancak gül

üretimi günümüzde bitmiştir.

Yöresel Ürünler

Düzce’nin tarihi, M.Ö. 1390-800 yılları arasında hüküm süren Hitit (Eti) Medeniyetine kadar uzanır. Orhan Gazi’nin komutanlarından Konuralp Bey’in Bizans Tekfurları ile 1323’te yaptığı savaşlar sonucu Osmanlı topraklarına katılan Düzce, 1869 yılına değin Kastamonu Vilayeti Bolu Mutasarrıflığı, Göynük Kasabası’na bağlı bir bucak olarak tarihte yer almıştır. 1869 yılında (bazı söylentilere göre 1870 yılında) ise Bolu Sancağına bağlanmıştır.

Bolu, Mudurnu, Üskübü, Göynük, Akçakoca, Karasu, Hendek, Akyazı, Adapazarı gibi yerleşim yerlerinin fatihleri olan Akçakoca Gazi, Abdurrahman Gazi, Kara Mürsel, Samsa Çavuş ve Konur Alp Gazi gibi komutanlar, Gazi Ertuğrul Beyin arkadaşları ve Gazi Osman Beyin yoldaşlarıydılar. Adı geçenlerden Samsa Çavuş’un kabri Mudurnu’da, Konur Alp Gazi’nin kabri Üskübü’de, Akçakoca Gazi’ninki de Kandıra’ya bağlı, Karadeniz’e nâzır Babadağı’nda bulunmaktadır.

Düzce 180.850Merkez/335.156/2009

Üskübü, vaktiyle Bitinya medeniyetinin önemli ve hareketli bir merkeziydi. Düzce-Akçakoca karayolunun 7. kilometresinde, Roma-Bizans devrine ait kalıntıları içeren tarihî bir kasabadır. Doğu Roma devrinde Düzce, Üskübü denilen yerdeydi. 14. yüzyılda kurulmaya başlanan Düzce, o tarihlerde fatihinin adıyla Konur Alp adını taşıyordu. 1871’e değin nahiye, bu tarihten sonra Bolu’ya bağlı bir kaza merkezi olmuştur. Belediyelik olması 1885’tedir. İstanbul-Ankara yolu üzerinde bulunması sebebiyle, Balkanlardan, Kafkaslardan ve Anadolu’nun muhtelif yerlerinden gelen Türk ve akraba topluluklara mensup insanlarla nüfusu artmış ve süratle gelişmiştir.

Düzce ili merkez dahil 8 ilçeden oluşur. Bunlar;

Akçakoca

Çilimli

Cumayeri

Düzce

Gölyaka

Gümüşova

Kaynaşlı

Yığılca

İlçeleri

Düzce ormanları üstün nitelikli ve verimlidir. Bir bölümü orman içinde bulunan köylerde başlıca etkinlik ormancılıktır. Bu ormanlardan elde edilen tomruklar sanayi hammaddesi olarak önem taşır.

Düzce ilinde modern yöntemlerle hayvancılık yapılmaktadır. Başlıca hayvancılık etkinliği sığır besiciliği ve tavukçuluktur.

İl ve İlçe Siteleri

Wikipedia

Özel Arşiv

Kaynaklar