Upload
others
View
3
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
T.C İstanbul Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı
Doktora Tezi
Birleşmiş Milletler Müdahaleleri: Barışıkoruma ve Barışa Zorlama Operasyonlarının İncelenmesi
Hakan Kurunç
2502020133
Tez Danışmanı
Prof. Dr. Faruk Sönmezoğlu
İstanbul 2012
iii
ÖZ
Tezin Adı: Birleşmiş Milletler Müdahaleleri: Barışı Koruma ve Barışa Zorlama
Operasyonlarının İncelenmesi
Tezi Yazan: Hakan Kurunç
Bu çalışmada, Birleşmiş Milletlerin Soğuk Savaş dönemi sonrası muharip güç
gönderdiği müdahaleler geliştirilen başarı tanımı çerçevesinde incelenmiştir.
Müdahale ve başarı kavramları tanımlanarak, başarının neye bağlı olduğunu
anlamak için farklı değişkenlerin başarıya ulaşmadaki etkisi hipotezlerle ortaya
koyulup test edilmiştir. Bu anlamda, operasyon bütçesinin, operasyon bölgesindeki
nüfusun ve yine operasyon bölgesinin alan büyüklüğünün, ortak paydada
operasyona katılan muharip güçteki asker sayısı kullanılarak, müdahalenin başarısı
üstündeki etkisi ve bu değişkenlerle başarı arasındaki ilişkinin anlamlılığı parametrik
olmayan istatistik yöntemler kullanılarak analiz edilmiştir.
Sonuç olarak müdahale bölgesi nüfusunun ve alanının bölgeye gönderilen askeri
güce olan oranının, müdahalelerdeki başarıyı etkilemediği ancak müdahale
bütçesinin asker sayısına olan oranının başarıyı önemli sayılacak ölçüde etkilediği
saptanmıştır.
iv
ABSTRACT
Title of Dissertation: United Nations Interventions: An Examination of
Peacekeeping and Peace Enforcement Operations
Author: Hakan Kurunç
This dissertation examines Post-Cold War United Nations interventions within the
perspective of a developed success definition. Subsequent to defining the concepts
of intervention and success, the impact of various variables on achieving success is
analyzed forming hypotheses to comprehend what success is related to. The effect
of the operations budget, the population of the operations zone and the
geographical size of the operations region - all relative to the number of troops- on
success of the operation and the significance of this hypothesized relationship are
studied using nonparametric statistical methods.
Consequently, the findings recommend that the intervention area population and
land area size do not have an effect on the success of the interventions; however
the ratio of the operations budget relative to the number of the troops affects the
success significantly.
v
ÖNSÖZ
Birleşmiş Milletlerin, kuruluş amacına ve Antlaşması’nın ilk maddesine bağlı olarak,
Soğuk Savaş dönemi sonrası artan iç savaşların dünya barış ve güvenliğini tehdit
etmesine izin vermeyerek bu coğrafyalara müdahalelerde bulunması ve yaptığı
müdahaleler sonucunda amacına ulaşıp ulaşmadığı oldukça tartışmalıdır.
Gerçekleştirilen müdahalelerin hukuki, siyasi ve etik açılardan incelenmeleri, son
zamanlara kadar müdahalelerin neden başarılı veya başarısız olduklarını ve bunun
sebeplerini araştıran çalışmaları gölgede bırakmıştır. Bunun nedeni genellikle bu
başarı araştırması çalışmalarının sınırlı sayıda vaka üzerinde yapılmış ve
sonuçlarının farklılık göstermiş olmasıdır. Soğuk Savaşın sonundan itibaren ikinci on
senenin geride kalması ve artan müdahale sayısı, artık bu tip çalışmaların tüm
müdahaleleri kapsayarak bir sonuca varacak şekilde, gerek zaman gerek veri
açısından daha etkin yapılabilmesine izin vermektedir.
Bu çalışmada Soğuk Savaş dönemi sonrası Birleşmiş Milletlerin yürüttüğü, muharip
güç gönderilen tüm müdahaleler başarı açısından sorgulanmış ve müdahalelerin
başarılı veya başarısız olarak sonuçlanmasında ortak faktörlerin rol alıp almadığı
istatistiki yöntemler kullanılarak araştırılmıştır. Çalışmanın nihai amacı bu
müdahalelerin başarılı olmasındaki faktörlerin belirlenip ilerideki olası Birleşmiş
Milletler müdahalelerinin verimliliğinin ve başarısının arttırılmasına bir katkı
sağlamaktır.
vi
Bu tezin oluşmasında ve tamamlanmasında önerileriyle bana yol gösteren, iyi niyeti
ve sabrıyla her zaman destek veren değerli tez danışmanım Sayın Prof. Dr. Faruk
Sönmezoğlu’na, eleştiri ve yönlendirmesiyle tezin biçimlenmesinde her daim
yardımını ve zamanını esirgemeyen değerli hocam Sayın Prof. Dr. Gülay Günlük
Şenesen’e, ve değerli katkılarından dolayı Sayın Prof. Dr. Birsen Örs’e içtenlikle
teşekkür ederim.
vii
İÇİNDEKİLER
Öz ııı
Abstract ıv
Önsöz v
İçindekiler vıı
Tablo ve Şekil Listesi ıx
Kısaltmalar listesi x
Giriş 1
Bölüm I : Müdahale 7
A. Kavramın Tanımı ve Müdahale-Ekol İlişkisi 9
1. Liberal Yaklaşımda Müdahale 11
2. Realist Yaklaşımda Müdahale 14
3. Davranışçılıkta Müdahale 18
4. Yapısalcılıkta Müdahale 19
5. Hukuk ve Etiksel açıdan Müdahale 22
B. Müdahale: Çerçevesi ve Uygulayanları 25
1. Müdahale ve Kapsama Alanı 26
a) Müdahale Örnekleri ve Sınıflandırılmaları 28
b ) Savaş ve Müdahale 31
c ) Müdahalelerde Meşruiyet 38
2. Müdahale ve Uygulayanları 50
Bölüm II : Birleşmiş Milletler’de Müdahale 58
A. Birleşmiş Milletler’in Amacı ve Müdahale Araçları 59
B. Birleşmiş Milletler Müdahalelerinde Hukuki Altyapı 61
viii
C. Birleşmiş Milletler Müdahalelelrinde Görev Dağılımı 65
1. Güvenlik Konseyi 66
2. Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliği 67
a) Sekreterlik 67
b) Genel Sekreter 72
3. Müdahalelere Katkıda Bulunan Devletler 77
D. Birleşmiş Milletler’de Müdahale Kavramının Gelişimi 78
E. Birleşmiş Milletler’de Müdahale Hazırlığı 84
1. Bütçe Hazırlığı 87
2. Askeri Güç Hazırlığı 90
F. Birleşmiş Milletler’de Müdahale Tarihi ve Örnekleri 92
Bölüm III : Müdahale ve Başarı 95
Bölüm IV : Müdahaleler ve Analizleri 103
A. Analize Dahil Olan Müdahalelerin Sınırları 103
B. Vaka İncelemeleri 105
C. Hipotezlerin Formülasyonu 134
D. Karşilaşılan Kısıtlar ve Çözümlenmeleri 137
E. Analizde Kullanılan Veriler 139
F. Yöntemler ve Uygulama 141
1. Ki Kare Bağımsızlık Testi 141
2. Fisher’in Kesin Testi 148
3. Mann Whitney U Testi 151
Sonuç 155
Ek 1: BM Müdahaleleriyle İlgili Sayısal Veriler 159
Ek 2: Müdahalelerle İlgili BM Şartnamesi Maddeleri 162
Kaynakça 169
ix
Tablo ve Şekil Listesi
Şekil 1 Yıllar itibariyle BM Barışı Koruma amaçlı operasyon sayısı 2
Şekil 2 1995-2000 yılları arası BM Barışı Koruma personel sayısı 81
Şekil 3 2001-2010 yılları arası BM Barışı Koruma personel sayısı 83
Şekil 4 Yıllar itibariyle BM müdahalelerinde muharip güç 101
Tablo 1 Müdahalede bulunan organizasyonlara örnekler 57
Tablo 2 BM onaylı müdahaleler 94
Tablo 3 Başarı karşılaştırmaları 102
Tablo 4 Soğuk Savaş ertesi başlayıp sona eren operasyonların dağılımı 105
Tablo 5 Tüm müdahalelere ait sayısal veriler 140
Tablo 6 1. Hipotez 2x3 lük Ki Kare Kontenjans Tablosu 142
Tablo 7 1. Hipotez 2x2 lik Ki Kare Kontenjans Tablosu 143
Tablo 8 1. Hipotez Ki Kare sonucu 143
Tablo 9 2. Hipotez 2x3 lük Ki Kare Kontenjans Tablosu 144
Tablo 10 2. Hipotez 2x2 lik Ki Kare Kontenjans Tablosu 145
Tablo 11 2. Hipotez Ki Kare sonucu 145
Tablo 12 3. Hipotez 2x3 lük Ki Kare Kontenjans Tablosu 146
Tablo 13 3. Hipotez 2x2 lik Ki Kare Kontenjans Tablosu 147
Tablo 14 3. Hipotez Ki Kare sonucu 147
Tablo 15 1. Hipotez Mann Whitney sonucu 152
Tablo 16 2. Hipotez Mann Whitney sonucu 153
Tablo 17 3. Hipotez Mann Whitney sonucu 154
x
KISALTMALAR LİSTESİ
DOMREP Mision of the Representative of the SG in the Dominican Republic
MINUGUA United Nations Verification Mission in Guatemala
MINURCA United Nations Mission in Central African Republic
MINURSO United Nations Mission for the Referendum in Western Sahara
MINUSTAH United Nations Stabilization Mission in Haiti
MIPONUH United Nations Civilian Police Mission in Haiti
MONUA United Nations Observer Mission in Angola
MONUC United Nations Organization Mission in the Democratic Republic of the Congo
ONUB United Nations Operation in Burundi
ONUC United Nations Operation in the Congo
ONUCA United Nations Observer Group in Central America
ONUMOZ United Nations Operation in Mozambique
ONUSAL United Nations Observer Mission in El Salvador
UNAMIC United Nations Advance Mission in Cambodia
UNAMIR United Nations Assistance Mission for Rwanda
UNAMSIL United Nations Mission in Sierra Leone
MINUCI United Nations Operation in Côte d'Ivoire
UNASOG United Nations Aouzou Strip Observer Group
UNAVEM I United Nations Angola Verification Mission I
UNAVEM II United Nations Angola Verification Mission II
UNAVEM III United Nations Angola Verification Mission III
UNCRO United Nations Confidence Restoration Operation
UNDOF United Nations Disengagement Observer Force
UNEF I United Nations Emergency Force I
UNEF II United Nations Emergency Force II
UNFICYP United Nations Peacekeeping Force in Cyprus
xi
UNGOMAP United Nations Good Offices Mission in Afghanistan and Pakistan
UNIFIL United Nations Interim Force in Lebanon
UNIIMOG United Nations Iran-Iraq Military Observer Group
UNIKOM United Nations Iraq-Kuwait Observation Mission
UNIPOM United Nations India-Pakistan Observation Mission
UNMEE United Nations Mission in Ethiopia and Eritrea
UNMIBH United Nations Mission in Bosnia and Herzegovina
UNMIH United Nations Mission in Haiti
UNMIK United Nations Interim Administration Mission in Kosovo
UNMIL United Nations Missions in Liberia
UNMIS United Nations Mission in the Sudan
UNMISET United Nations Missions of Support in East Timor
MINURCAT United Nations Mission in the Central African Republic and Chad
UNMIT United Nations Integrated Mission in Timor-Leste
UNMOGIP United Nations Military Observer Group in India and Pakistan
UNMOP United Nations Mission of Observers in Prevlaka
UNMOT United Nations Mission of observers in Tajikistan
UNOCI United Nations Operation in Cote d'Ivoire
UNOGIL United Nations Observation Group in Lebanon
UNOMIG United Nations Observer Mission in Georgia
UNOMIL United Nations Observer Mission in Liberia
UNOMSIL United nations Observer Mission in Sierra Leone
UNOMUR United Nations Observer Mission Rwanda-Uganda
UNOSOM I United Nations Operation in Somalia I
UNOSOM II United Nations Operation in Somalia II
UNPREDEP United Nations Preventive Deployment Force
UNPROFOR United Nations Protection Force
UNPSG United Nations Civilian Police Support Group
xii
UNSF United Nations Security Force in West New Guinea
UNSMIH United Nations Support Mission in Haiti
UNTAC United Nations Transitional Authority in Cambodia
UNTAES United Nations Transitional Authority in Eastern Slovenia, Baranja and Sirmium
UNTAET United Nations Transitional Administration in east Timor
UNTAG United Nations Transition Assistance Group
UNTMIH United Nations Transition Mission in Haiti
UNTSO United Nations Truce Supervision Organization
UNYOM United Nations Yemen Observation Mission
UNSMISS United Nations Mission in the Republic of South Sudan
1
Giriş Bu çalışmada hedeflenen, Uluslararası Askeri Müdahale kavramının açıklanması,
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından onay verilmiş olan Soğuk Savaş
dönemi sonrası müdahalelerin öncekilere kıyasla amaç ve değişim gerekçelerinin
kavranması, verimlilik ve başarılarının incelenmesi ve bunların sonucunda da bu
askeri müdahalelerin olası iç savaşları, insan hakları ihlallerini ve savaş suçlarını
önlemedeki, varsa, katkısı ve bu katkının nasıl arttırılabileceğinin araştırılmasıdır.
Dünya üzerindeki iki kutuplu sistemin 80li yıllar ile birlikte sona erip blokların
ortadan kalkmasıyla, dönemin uluslararası sisteminin sağladığı merkezi siyasi
kontrol de ortadan kalkmış, müttefikliklerin gevşemesi ile çok uluslu devletlerin
erozyonu oluşarak milliyetçi akımlar sahneye çıkmıştır. Devletlerin kutup merkezli
ideolojik yapıları, yerini çoğunlukla etnik köken merkezli siyasete bırakarak
ülkelerde iç savaşlara sebebiyet vermiştir. İşte bu noktada gerek barış ve güvenlik
kaynaklı, gerek son yıllarda sıkça duyulan ve aynı oranda tartışmalara sebebiyet
veren insani kaynaklı Birleşmiş Milletler müdahaleleri artan bir oranda gündemi
işgal etmeye başlamıştır.
Dünya barış ve güvenliğini tehdit ettiği, topraklarında geniş insani acılar çekildiği
saptanan ülkelere rızaları ile veya rızaları dışı, diğer devlet veya devlet toplulukları
tarafından barış ve güvenliğin korunması/tesisi ve insani yardım gereği
uluslararası askeri müdahaleler gündeme gelmiştir. Müdahaleler de bu iki kutuplu
dönem sonrası farklılaşan sistem gereği özünde değişime uğramış, Soğuk Savaş
öncesi ve sonrası itibarıyla keskin farklılıklar göstermeye başlamıştır. Değişen
yapıları ve artan sayıları ile Birleşmiş Milletler kaynaklı müdahaleler zaman zaman
övgüyle zaman zaman ise yergiyle gündeme tartışmalı şekilde konu olur hale
gelmiştir. Aşağıda, (bkz. şekil 1) Birleşmiş Milletler tarafından gerçekleştirilen
müdahalelerin senelere göre sayısal dağılımı bulunmaktadır. Bu şekil, 1948 den
itibaren, başlayan-biten ayırımı yapmadan, her yıl için, o sene içinde devam eden
müdahalelerin adetini göstermektedir. 1980 lerin sonundan itibaren keskin bir
şekilde sayısal olarak artan operasyonlar, Soğuk Savaş öncesi ve sonrası
konjektürel değişimi gözler önüne sermektedir. Kimi zaman yalnızca yapılan değil
yapılmayan müdahalelerin de tartışıldığı bu dönemde, yapılan müdahalelerin ne
2
kadar başarılı olduğu, çatışmaları ne derece önlediği ve insan acılarına ne kadar
son verdiği ise ayrı bir problem teşkil etmeye başlamıştır. Şekil 1.Yıllar itibarıyla BM Barışı Koruma Amaçlı Operasyon Sayısı
Kaynak : “U.N. Department of Peacekeeping Operations” web sitesindeki verilere göre düzenlenmiştir. (www.un.org/Depts/dpko/dpko) Bir müdahalenin etik açıdan incelenmesi, hukuksal olarak haklılığının müdafaası
veya müdahalelere siyasal perspektiften bakarak değerlendirilmesi bu alandaki
hemen tüm çalışmaların yaklaşımı olmuştur. Oysa bu tezde ortaya konmaya
çalışılacak olan, Soğuk Savaş’ın sona ermesinden günümüze kadar yapılmış BM
onaylı askeri müdahalelerin başarıya ulaşmasında rol oynayan faktörlerin incelenip
değerlendirilerek, hangilerinin daha etkili olduğunun araştırılmasıdır. Böylelikle
müdahaleler henüz başlangıç yada karar aşamasında iken dahi amaçlarına uygun
olarak düzenlenip düzenlenmedikleri sorgulanabilecek ve en azından bu konuda
bir öngörü ortaya konabilecektir. Diğer taraftan bu çalışma aynı konuda yapılan çalışmalardan bir farklılık
3
göstermektedir. Sosyal bilimlerin farklı alanlarında uzun senelere dayanarak
yapılan çalışmalar ve bunların sonucunda elde edilen geniş verilerle
kıyaslandığında, Soğuk Savaş süresince Birleşmiş Milletler müdahalelerinin
sayısal azlığı, bu konuda yapılan çalışmaların ancak vaka düzeyinde
incelenmelerine izin vermiştir. Oysa 90lı yıllarla beraber artan ve bir şekilde
(başarılı veya başarısız) sonuçlanan müdahalelerin başarıları ve barışa katkıları,
örnekleme sayısının artması ve kantitatif yöntemlerin uygulanabilmesiyle farklı
yöntemlerle de araştırılabilir bir hale gelmektedir. Bu çalışmayı farklı kılan, tarihteki
müdahalelerin araştırılması veya Birleşmiş Milletler müdahalelerinin incelenmesi
değildir. Burda farklı ve yeni olan, ampirik verilere dayanarak bu tip
müdahalelerdeki başarı araştırmasının yapılmasıdır. Böylelikle, bu çalışma, örnek
sayısı çok geniş olmasa da, bu iddia ile alandaki özgün çalışmalardan biri olarak
yerini almaktadır. Bu çalışmanın ortaya çıkmasının temel nedeni, Birleşmiş Milletler’in
müdahalelerinin neden bir kısmının başarılı, bir kısmının ise başarısız olduğu
sorusudur. Literatürde yapılan başarı tanımları oldukça özneldir ve bu çalışmada
ayrı bir bölüm altında incelenmiştir. Çalışma kendi başarı tanımını ortaya
koymasının ardından müdahalelerde başarı sağlayan faktörler üzerine ileri
sürdüğü iddia, “B.M. müdahalelerine ayrılan bütçe miktarı ve asker sayısı
müdahalelerin başarıya ulaşmalarındaki en önemli faktörlerdir” şeklindedir. Bu
bağlamda, çalişmanın ortaya koyduğu üç hipotezi vardır. Bu hipotezler parametrik
olmayan bir yöntemle, ilgili faktörlerin müdahalelelerin başarısı üzerinde bir rol
oynayıp oynamadıkları, veya aralarında bağımlılık olup olmadıkları konusunda
teste tabii tutulacaklardır. İleri sürülen iddialarda salt bütçe ve asker sayısının
çokluğundan ziyade, bunların birbirine ve müdahale edilen bölgelerdeki nüfusa ve
yüzölçümüne oranlarına dikkat edilmektedir. Bu bağlamda, çalışmanın birinci
hipotezi müdahalelerde “bütçe / asker oranı arttıkça, başarı artar”, ikinci hipotezi
“nüfus / asker oranı düştükçe, başarı artar”, ve üçüncü hipotezi ise “alan / asker
oranı düştükçe, başarı artar” şeklindedir.
Yöntemin uygulanmasında, hipotezlerde iddia edildiği üzere, başarı getirdiği ileri
sürülen faktörler bağımsız değişkenler olarak analizde yerini alıcaktır. Yapılan
müdahalelerin hangi kriterlere göre, başarılı, kısmi başarılı ve başarısız olarak
4
kabul edileceği belirlenecek ve bu farklı üç sonuç bağımlı değişkenler olarak
analizde yerlerini alacaktır. Bağımlı olarak nitelendirilen bu değişkenler kodlanarak
analize tabii tutulacak ve sonuçta bağımsız değişkenlerle aralarında ilişki olup
olmadığı ve bu ilişkinin gücü sorgulanacaktır.
Ayrıca müdahale kavramı, çok geniş bir çerçeve içinde yer alması dolayısıyla,
literatürde kendine hem bir ülkenin kendi askeri gücünün yine aynı ülkenin
yönetimine müdahalesi ile ulusal olarak, hem farklı ülkelere yönelerek uluslararası
olarak, hem de diplomatik, ekonomik, siyasi veya tehdit, yaptırım, blokaj, ambargo
gibi diğer katmanlarda kendine çok çeşitli ve faklı alanlarda yer bulabilmektedir.
Fakat bu çalışmanın kapsamına dahil edilecek müdahaleler, bir devletin sınırları
dahiline, hedef devletin rızası olsun veya olmasın, diğer devlet veya devletlerce
yapılan görev emri açık ve limitli askeri operasyonlar olacaktır. Ayrıca
müdahalelerin gerçekleştiği zaman çerçevesi de kısıtlanarak Soğuk Savaş sonrası
operasyonlar incelenecek ve uluslararası meşruluğun sağlanması açısından da
yapılan müdahalelerde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi nin onayının olması
göz önünde bulundurulacaktır. 1 ) B.M. müdahalelerine odaklanılacaktır: Kapsamın Birleşmiş Milletler ile sınırlı tutulmasının nedeni Güvenlik Konseyi
kararlarının müdahalelere nispeten uluslararası bir meşruiyet kazandırmasından
kaynaklanmaktadır. B.M.’in hem kendisinin hem de kararlarının meşruluğu ve
haklılığı mutlak değildir. Fakat özellikle Soğuk Savaşın sona ermesi ve kutupların
baskısının yok olmasıyla Birleşmiş Milletlerin daha aktif bir rol oynamaya
başlaması, hemen tüm devletlerin seslerini duyurma imkanı olması sebebiyle
göreceli olarak dahi olsa bir meşruiyet merkezi olarak algılanması ve son olarak
90lı yıllarla beraber artan BM kaynaklı müdahale sayısı bu çalışmanın sınırlarını
belirlemede etkili olmuştur. 2 ) Uluslararası askeri müdahaleler incelenecektir. Askeri müdahaleleri uluslararası olarak çerçevelendirmenin temel amacı
müdahaleleri, ulusal olandan ve asker kullanılmayanından ayırmaktır. Gerek
askerin ait olduğu devletin yönetimini ele geçirmesi gibi darbesel nitelikli olan,
gerekse iç savaşlarda olduğu üzere askerlerin çatışmaya taraf olduğu müdahaleler
5
uluslararası nitelik taşımamaktadır. Diğer taraftan, Birleşmiş Milletler’in
müdahaleleri, organın kendi şartnamesinde de belirtildiği üzere altıncı veya yedinci
bölüm maddelerine göre, yani sırasıyla çatışmaların barışçıl çözümlenmelerine
veya çatışanların barışa zorlanmalarına göre düzenlenmektedir. Birleşmiş Milletler
Siyasal İlişkiler Bölümü problemlerin barışçıl, önleyici, diplomatik, ve rehabilitasyon
türü çözümlerinden sorumludur ki bunlar bu çalışmanın alanı dışındadır. Bu
çalışmanın dahilinde olanlar, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından
onaylanmış Barışıkoruma Bölümü (Peacekeeping Department) tarafından
yürütülen müdahalelerdir. Ne var ki, bu bölüm tarafından yürütülse dahi, sivil
ve/veya polislerin yer aldığı, seçimlerin gözlemlenmesi, veya sadece askeri
gözlemcilerin yer aldığı izleme, soruşturma, onaylama misyonlu görevlerin
üstlenildiği müdahaleler kapsam dışı bırakılmıştır.
3 ) Soğuk Savaş sonrası müdahaleler incelenecektir; Müdahalelerin incelenmesinde seksenli yılların sonrasına odaklanılmasının sebebi
Soğuk Savaş öncesi ve sonrasında olan müdahalelerin özündeki değişimdir.
Soğuk Savaş döneminde bölgesel çatışmalardan doğabilecek süper güç
karşılaşmalarını önleme amaçlı müdahalelerin günümüzdeki rasyonalitesi,
ülkelerdeki iç savaşların dünya barış ve güvenliğini tehdit edecek hale gelmesini
önlemek ve geniş insan kitlelerinin acı çekmesini engellemek olmuştur. Soğuk
Savaş dönemi bitimiyle Birleşmiş Milletler Barışıkoruma Gücü (Peacekeeping Force) görev anlayışı değişime uğramış, hafif silahlı, devletlerarası çatışmalarda
kullanılan tampon bölge veya sınırda görevli devriye askerlerinin ateşkes izleme
görevi artık çok boyutlu hale gelerek, hedef devlet toprakları içinde sivil ve siyasi
işlere müdahil olmayı ve insan haklarının tesisinden, savaşan tarafların elinden
silah toplamaya kadar varan geniş bir yelpazeyi kapsamaya başlamıştır. Bunun
yanı sıra, Soğuk Savaş dönemi boyunca olmayan, dönem sonrası ortaya çıkan
Barışa Zorlama (Peace Enforcement) misyonları gelişerek B.M. müdahalelerinde
Soğuk Savaş dönem öncesi ve sonrası farklılıklarını belirginleştirmiştir.
Dolayısıyla, bu çalışmada Soğuk Savaş dönemi sayıca az ve genellikle durağan
BM müdahaleleri yerine, Soğuk Savaş dönemi sonrası evrilmiş, değişmiş, sayıca
fazla, aktif görevli müdahaleler incelenecektir.
Bu çalışmada yer alacak olan Birleşmiş Milletler müdahaleleri şunlardır:
6
• Namibya’da UNTAG;
• Orta Amerika’da ONUCA;
• Kamboçya’da UNAMIC ve UNTAC;
• Irak-Kuveyt’te UNIKOM;
• Mozambik’te ONUMOZ;
• Somali’de UNOSOM I ve UNOSOM II;
• Bosna Hersek’te UNPROFOR;
• Haiti’de UNMIH ve UNSMIH;
• Ruanda’da UNAMIR;
• Makedonya’da UNPREDEP;
• Hırvatistan’da UNCRO ve UNTAES;
• Angola’da UNAVEM III ve MONUA;
• Orta Afrika’da MINURCA;
• Sierra Leone’de UNAMSIL;
• DoğuTimor’da UNTAET ve UNMISET.
• Eritre ve Etopya’da UNMEE
• Burundi’de ONUB Çalışmanın müdahalelerde başarıyı incelemeyi ve başarıyı sağlayacak hipotezler
geliştirmeyi hedeflemesi, öncelikle müdahale kavramının açıklanmasını ve
tanımının yapılmasını gerektirmektedir. Birinci bölüm, müdahalenin literatürdeki
tanımlarının uluslararası yaklaşımlar açısından incelenmesine, kavramın
çerçevesinin çizilip müdahale aktörlerinin belirlenmesine ve bu çalışmada
kullanılacak tanımının geliştirilmesine ayrılmıştır. İkinci bölüm, Birleşmiş Milletler’in
müdahaleleri ne şekilde gerçekleştirdiğinin detaylı bir çalışmasına ayrılmıştır. Aynı
zamanda bu müdahaleler kendi içlerinde, BM şartnamesinin hangi bölümüne
(altıncı ve yedinci bölüme veya barışsal ve zorlayıcı olmalarına) ve yürütülmesinin
ne şekilde hangi organizasyon veya devlet tarafından üstlenildiğine göre
sınıflandırılmıştır. Üçüncü bölümde, müdahalelerde “başarı” tanımı yapılmış,
yapılan müdahalelerin başarı veya başarısızlıklarının, genellikle öznel bir
değerlendirmeye tabi olduğunun, bunları getiren faktörlerin de değerlendirmeyi
yapan kişi ve kuruma bağlı olarak farklılık gösterdiğinin belirlenmesinden sonra,
çalışma kendi başarı kriterlerini ortaya koymuştur. Dördüncü bölüm ise, kullanılan
yöntemin detaylı olarak açıklanmasını, verilerin ve iddiaların teste uygun hale
7
getirilmesini, operasyonelleştirilmesini, bu konuda karşılaşılan zorlukları ve
nihayetinde teste tabi tutulmasını içermektedir. Sonuç bölümü ise hipotezlerin
sonuçlarını, başarı ile ilgili faktörler arasındaki ilişkiyi, ilişki yoksa nedenlerini
açıklamaktadır.
Bölüm I : Müdahale
İnsan, doğası gereği etrafında var olan karışık olgu ve olayları anlama ve açıklama
ihtiyacı içinde olup, bu manada kendine yardımcı olacak, çerçevesi belirli bir
disiplin içinde var olan teorilere başvurma, - ya da oluşturma - gereksinimini
duymaktadır. İçinde insanı barındıran sosyal bilimlerin konuları, belirli modeller
yardımı ile basitleştirilerek anlaşılabilir kılınmaktadır. Fakat diğer alanlarda olduğu
gibi, bu çalışmanın içinde bulunduğu saha olarak uluslararası siyasette de,
evrensel olarak kabul görmüş, herkesin üzerinde anlaştığı ve her olgu ve olayı
açıklayabildiği iddiasına sahip bir teoriden söz etmek pek mümkün değildir.
Dolayısıyla, birbirlerinden farklı olarak, zaman içinde ortaya konulan ve gelişen
teorilerin olgu ve olayları inceleme, anlama ve açıklamaları da birbirlerinden
nispeten farklı olmaktadır.
Bu çalışmanın temel kavramı, Birleşmiş Milletler’in, kuruluşunun temel amacı
olarak dünya barış ve güvenliğinin korunmasına tehdit oluşturan veya
oluşturabileceğini öngördüğü coğrafyalara, Antlaşması’nın gereği, müdahale
etmesi üzerine oluşmuştur. Bu bağlamda önce müdahale tanımı yapılması
gerekmekteyse de, kavram üzerinde, yukarıda bahsedilen gerekçeler ışığında,
betimlenilmesinde farklılıklardan kaçınılamamış, evrensel bir tanım
oluşturulamamıştır. Kavramın literatürde farklılık gösteren, evrensel kabul görmüş
tek bir betimlemesinin olmayışının sebebi ise, kavramın farklı ekoller tarafından
yapılan tanımlarında aranmış, var olan ekollerin farklı bakış açılarının bu tanım
çeşitliliğine sebep olduğu görülmüştür.
Müdahale uluslararası politikada oldukça tartışmalı bir kavramdır ve özellikle 50 li
ve 60 lı yıllarda uluslararası sistemin özelliği olmasına rağmen, bu konudaki
araştırmalar 80 li yıllara kadar sınırlı sayıda kalmıştır. Kavram belirtildiği gibi
evrensel olarak kabul görmüş bir tanıma sahip olmamakla beraber oldukça da
8
geniş bir sahayı kapsamaktadır. Çalışmanın bu bölümünde, ilk olarak, kavramın
literatürde geçen tanımları örneklenirken, neden evrensel bir tanıma sahip
olmadığının gerekçesi de uluslararası ilişkilere yaklaşımların gösterdiği çeşitlilikle
örtüşmesinde aranmıştır. Ayrıca şu da belirtilmelidir ki; yapılan tanımlarda, etik
olarak, müdahale kavramı devletin egemenliğinin ihlali şeklinde olduğunda,
literatürün bir kısmında, bu tanım negatif bir yük taşımakta, sorunlu bir devletin
problemlerini çözümlemesine yardımcı olma şeklindeki bir tanımlamada ise pozitif
bir anlam ifade etmektedir. Negatif ve pozitif tanımları ortaya koyanların, yukarıda
belirtildiği üzere, hangi açıdan bu tanımı yaptıkları, hangi geleneğe veya yaklaşıma
kendilerini yakın hissettikleri önem taşımaktadır. Bu sebeple, uluslararası
ilişkilerde, realist yaklaşımın ve liberal söylemin, ya da yapısalcı ve davranışçı
savların ortaya koydukları tanımlar incelenmiş ve dolayısıyla bu çalışmada
müdahale kavramına, yaklaşımlarla, ekollerle birlikte bakmanın, kavramın
üstlendiği farklı betimlemelerin sebebinin anlaşılmasına yarar sağlayacağı
düşünülmüştür.
Çalışmada geneli itibarıyla, siyasi, etik, ve hukuki sorgulamadan ziyade, meydana
gelen müdahalelerin somut-ampirik verilerine dayanarak analitik bir
değerlendirmeyle müdahalelerin başarısını, barışa katkısını ve etkisini inceleme
iddiasıyla hareket edilse de, bu bölümde, müdahalenin tanımı gereği yukarda
sayılan sorgulamalara asgari seviyede değinilmek zorunda kalınmıştır. Çünkü, bir
örnekle, uygulaması ve etkisi tartışmalı da olsa uluslararası hukukta ve/veya
uluslarası toplum geleneğinde “müdahale” kavramı, “egemenlik ihlali” şeklinde de
tarif edilmektedir.1 Bu şekilde dile getirilen bir tanımlama, egemenlik analizine,
müdahale-etmeme konseptine (non-intervention) değinilmesine, bu bağlamda
yeri geldiğinde etik, hukuksal ve siyasal katmanlardan da bahsedilmesine mecbur
bırakmaktadır. Bu bölümde ayrıca incelenecek olan, kavramın çok geniş bir sahayı kapsaması
sorunsalıdır. Müdahale, siyasi, ekonomik, diplomatik, askeri alanların birini,
birkaçını veya tümünü kapsayacak şekilde olabileceği gibi, bu alanların kendi
çerçeveleri içinde, örnekle siyasi olarak, iç çatışma öncesi “danışmanlık” tan,
1 L. Oppenheim, International Law : A Treatise, London, Longmans and Green Co., 1948 s. 272-248.
9
çatışma sonrası siyasi kurumların yeniden yapılandırılmasına, veya askeri olarak
kuvvet kullanma tehtidinden, müdahale eden gücün çatışanların arasına
yerleştirilmesine, silahların toplanmasına, çatışan tarafların önderlerinin
yakalanması çalışmalarına ve hatta tarafların kendilerinin gerektiğinde müdahale
güçlerince tüm gerekli araçların kullanılarak barışa zorla boyun eğdirilmelerine
kadar geniş bir yelpaze içinde yer alabilir. Kapsam sorununun haricinde kavrama
farklı bir boyut ise müdahalede bulunacak olan tarafların çeşitliliği ile gelmektedir.
Müdahaleler bağımsız olarak bir devlet veya bir kaç devletten oluşan koalisyon
güçler tarafından gerçekleştirilebilirken, aynı zamanda uluslararası, bölgesel veya
alt-bölgesel organizasyonlar tarafından veya üyelerine delege edilerek de
oluşturulabilmektedir. Bu bağlamda, çalışma, kavramın bu çok boyutluluğunda,
gerek zaman olarak, gerek kapsam olarak ve gerekse yürütmesi doğrultusunda
daraltarak, özellikle kırılma noktası olarak gördüğü Soğuk Savaş ertesi itibarıyla
oluşturulan, askeri birliklerin (özellikle muharip gücün) müdahil olduğu ve Birleşmiş
Milletler tarafından yürütülen müdahaleleri inceleme altına almıştır.
A. Kavramın Tanımı ve Müdahale- Ekol İlişkisi
Uluslararası ilişkiler teori veya yaklaşımları, literatürde kendi içlerinde farklı şekilde
normatif-pozitivist, indirgemeci-sistemci gibi sınıflandırılabilirken, ayrıca, alanı ve
çerçevesi geniş tutularak genellikle üçleme sınıflandırmalarıyla da; örnek olarak
Realizm, İdealizm, Marksizm veya klasik geleneksel teori, global toplum teorisi,
yapısalcı teori veya konservatizm, liberalizm, radikalizm şeklinde
adlandırılmaktadırlar. Arı, yukarıda üçlemeler şeklinde sayılan ekollerin veya ana
okulların farklı adlarla da olsa, (alt alta koyulduklarında) hepsinin aynı şeyi değişik
şekilde kavramsallaştırdıklarını söylemektedir.2 Sönmezoğlu ise ekolleri idealizm,
realizm (klasik-yeni), davranışçı, çoğulcu, yapısalcı olarak, farklılıklarını, neo-
liberalizm ve eleştirel yaklaşımlar gibi son dönem gelişmeleri de katarak, daha
düzlemsel bir boyutta açıklamaktadır.3 Diğer taraftan bu konuda unutulmaması gereken, etiğin uluslararası ilişkilerde
üstlendiği rol ve ekollerle olan ilişkisidir. Etik değerlerin, iç politikaya kıyasla 2 Tayyar Arı, Uluslararası İlişkiler Teorileri, İstanbul, alfa yayım, 2002, s. 41. 3 Faruk Sönmezoğlu. Uluslararası Politika ve Dış Politika Analizi, İstanbul, Filiz kitabevi, 2000, s. 96-135.
10
uluslararası politikadaki rolü daha düşük olsa da, varlığı yadsınamamaktadır. Nye,
etiğe bu alanda en az üç farklı bakış açısının olduğunu belirtmekte; - şüpheci
(skeptics), devlet ahlakçı (state moralists), ve kosmopolitan (cosmopolitans), -
ve yukarıda bahsi geçen ekollerle ilişkileri açısından ise, realistlerin, dünya
politikası analizlerinde, şüpheci veya devlet ahlakçı, liberallerin ise yine devlet
ahlakçılıkla birlikte genellikle kosmopolitan ahlaki görüşlere yatkın olduklarını
vurgulamaktadır.4 Bu bağlamda, şüpheciler, uluslararası ilişkilerde moral
kategorinin anlamsız olduğunu, çünkü düzen sağlayacak bir kurumun olmadığını,
ayrıca uluslararası toplum duygusu olmadığından ahlaki hak ve görevlerin de
olamayacağını savunmaktadırlar. Diğer taraftan devlet ahlakçılar, uluslararası
politikanın, belirli kurallar çerçevesinde bir devletler topluluğuna dayandığını,
egemenliğin müdahaleleri yasaklayan en önemli kural olduğunu, çünkü devlet
sınırlarının ahlaki anlam taşıdığını belirtmektedirler. Son olarak, kozmopolitanlar
ise uluslararası politikayı bir devletler topluluğu olarak değil, bireyler topluluğu
olarak görmekte, ahlaki öneme ait olan birimin devlet değil birey olduğunu
savunmakta, bireyin yaşam ve özgürlüğünün ön planda tutulması gerektiğini
savunmaktadırlar. Dolayısıyla, aşağıda, bu çok boyutlu “müdahale” kavramına,
uluslararası ilişkiler ekollerinin ve açıklayıcı rol üstlenen etik ve hukuk gibi
birimlerin tarihsel, güncel (kronolojik) destekleriyle bakılarak, kavramın daha
detaylı ve derin anlaşılması sağlanmış, açıklaması yapılmıştır.
Uluslararası İlişkiler disiplininin başlangıcı Birinci Dünya Savaşının ertesi, modern
veya ulus devletlerin başlangıcı da Westphalia antlaşması veya Fransız ihtilali
sonrası olarak alınsa da, aslında Realizm ve Liberalizm gibi klasik yaklaşımların
kökleri tarihte çok daha derinde yer almaktadır. İlki, Hobbes, Macchiavelli ve hatta
Thucydides’e varmakta, ikincisi ise, Rousseau’dan Dante Alighieri’ye kadar
uzanmaktadır. Ondokuzuncu yüzyılda Avrupa’da yaşanılan nisbi barış halinin
Birinci Dünya Savaşı ile sona ermesi, bir yandan, böyle yıkıcı bir olayın tekrar
yaşanmaması için liberal söylemlere ağırlık verilmesine sebebiyet verirken, diğer
yandan, bunların henüz İkinci Dünya Savaşı başlamadan ekonomik buhranla
beraber realistler tarafından sorgulanmasını, ve İkinci Dünya Savaşının ardından
da, Realizm’in Liberalizm karşısında belirgin bir öne çıkışını getirmiştir. 1960 larla
4 Joseph S. Nye, Jr. Understanding International Conflict, New York, Longman, 2000, s. 21-26.
11
birlikte Sosyal bilimlerde yapısalcılığın Marksizm ile buluşması Uluslararası ilişkiler
disiplinine yeni bir ekol getirirken, aynı dönemde Realizm’i büyük bir sorgulamanın
ve tartışmanın içine çeken ise davranışçılık yaklaşımı olmuştur. 70 lerle birlikte
neo-realizm ve neo-liberalism, klasik yaklaşımlarından farklılık gösterirken, 90 larla
birlikte ise kimi düşünürler “tarihin sonu” nun geldiğini belirtmişlerdir. Müdahalenin, siyasi tarih boyunca, müzakere, diplomasi veya savaş gibi bir dış
politika enstrümanı olduğu ileri sürülmüştür. Müdahalenin meşruiyetinin
sorgulanması ise Fransız devrimi ve ulus-devletlerin yükselişi ile başlamıştır. 1793
Fransız anayasası, Fransızların diğer ulusların ülke içi meselelerine
karışmayacaklarını ve başkalarının da kendi işlerine karışmalarına tolere
etmeyeceklerini deklere etmektedir. Morgenthau, bu tarihten sonra gelen bir buçuk
asrı aşan bir süre boyunca devlet adamları, hukukçular ve siyasi düşünür-
yazarların meşru olan ve olmayan müdahaleleri ayırmak için nesnel kriterler
geliştirmek ve formüle etmek için uğraştıklarını belirtmektedir.5 Her ne kadar İkinci
Dünya Savaşından sonra Birleşmiş Milletler bu konuda bir meşruiyet merkezi
konumunu nispeten üstlenmiş olsa da, kavramın tanımı üzerinde halen bir
konsensüs oluşmamıştır.
1. Liberal Yaklaşımda Müdahale
Uluslararası iİişkilerde Liberal yaklaşım, devlet-toplum ilişkilerine, devletlerin dünya
politikasındaki davranışlarında kökten bir etkisi olması sebebiyle özel bir önem
atfetmektedir. Bu ilişki sadece devletlerin kendi iç toplumlarıyla sınırlı kalmamakta
uluslaraşırı toplumsal ilişkileride kapsamaktadır. Bireysel özgürlüklere de özel bir
önem atfeden bu yaklaşım, uluslararası ilişkilerde devletlerin davranışlarını, güç ve
kapasiteden ziyade, tercih ve önceliklerin belirlediğini vurgulamaktadır. Bu
bağlamda, toplumsal fikirler, çıkarlar ve kurumlar devletlerin önceliklerini
şekillemekte, dolayısıyla devletlerin davranış şekillerini etkilemektedirler.6 Bu
bağlamda, Liberal ve/veya (etik olarak) cosmopolitan yaklaşım müdahalenin
etiksel haklılığını insani ihtiyaçlar ve adalet üzerinden yapmaktadır. Temel olarak
5 Hans Morgenthau, “To Intervene or not to Intervene”, Foreign Affairs, V.45, Nisan, 1967 s. 425. 6 Andrew Moravcsik, “Liberal Theory of International Relations”, International Organizations. V. 51, Iss.4, 1997, s. 513.
12
dünya toplumunu değiştirmeyi hedefleyen bu görüş, insanların hangi ırk ve devlete
mensup olduklarını önemsemeden temel insani ihtiyaçların karşılanması
konusundaki hassasiyetini ve vurgusunu ön plana çıkartmaktadır.
Bu noktadan hareketle, Liberal yaklaşım açısından, “müdahale”, sivil savaşlardan
veya doğal felaketlerden dolayı türlü acılar içinde olanlara insani cevap teşkil
etmekte, cevap niteliğindeki müdahaleyi gerçekleştirecek olanlar ise uluslararası
organizasyonlar veya içlerinden en önemlisi Birleşmiş Milletler olmaktadır. Tabii bu
yaklaşımda, diğerlerinde olduğu gibi ve hatta kıyaslandığında daha fazla olmak
üzere, müdahale kavramı açısından moral normlara atıf daha ön planda
gözükmekte ve etik değerler daha fazla göze çarpmaktadır. Özellikle çatışmaların
etnik temizliğe ve hatta soykırıma vardığı durumlar gözönüne alındığında, Thakur,
insanların artık müdahalenin gerçekleşmeyip soykırımın oluştuğu yerde “daha
fazla Ruanda istemiyoruz” opsiyonunu, B.M.’in onayı dışı gerçekleşen “daha fazla
Kosova istemiyoruz” alternatifine tercih ettiğini belirtmektedir.7 Diğer bir ifade ile,
katliamların ve etnik temizliklerin gerçekleştiği yerlerdeki masum insanların
korunması için dışardakilerin silahlı askeri güç ile müdahalesi tercih edilmektedir. Günümüzde bir uluslararası organizasyonun kararı ve meşruiyet şemsiyesi altında
gerekli görülen coğrafyalara müdahale edilmesi fazla yadsınmazken, ya da liberal
görüş insani değerleri öne çıkararak normatif bir yaklaşımla müdahalenin önünü
açarken, Nye’nin yukarıda bahsettiğimiz ekol - etik ilişkisini hatırlamak ve liberal
yaklaşımın uluslararası ilişkilerde – çoğu zaman olsa da - her zaman kozmopolitan
değil, moralist (devlet-ahlakçı) bakışı kapsadığını da tekrar vurgulamak
gerekmektedir. Farklı bir ifade ile, liberal yaklaşım içinde yer alanların tümü her
surette müdahalenin gerekliliğini savunmamaktadırlar. Örnek olarak Liberalizm’in
önderlerinden sayılan J. S. Mill, “Müdahale etmeme üzerine bir kaç kelime” adlı
makalesinde, devletlerin baskıcı rejimlerinin veya yöneticilerinin halk üzerindeki
eziyetlerine, verdikleri acılara, dış güçlerin her ne olursa olsun bunları engellemek
amacıyla müdahale etmemesi gerektiğini, yapılacak bir şey varsa bunun o ülkenin
halkı tarafından yapılması gerektiğini söylemektedir.8 Halkın mücadelesinin
başarısız olması üzerine sonuçlarına yine kendilerinin katlanması gerektiğini
7 Ramesh Thakur, The United Nations, Peace and Security, Cambridge, Cambridge University Press, 2006, s. 284. 8 J.S. Mill, Dissertations and Discussions, London, New York, Forum Books, 1958.
13
belirtirken, gerekçelendirmesinde ileri sürdüğü, halkın çektiklerine son vermek ve
özgürlüğünü kazanmak adına yaptıkları yetersiz ve buna ulaşmadaki azimleri
eksik ise, dış bir müdahale ile gelecek olan yardımın ve özgürlüğün onlar için
gerçek ve sürekli olmayacağıdır.
Her ne kadar Mill gibi müdahale etmeme konseptini benimseyenler olsa da,
sonuçta, liberal yaklaşımın içinde ağırlıklı görüş insani ihtiyaçlara cevap için
müdahalenin gerekliliği görüşüdür. Liberalizm, Birinci Dünya Savaşından sonra bu
denli büyük çaptaki bir savaşın tekrarlanmaması için devletlerin diyaloglarını
sürdürebilecekleri, sorunlarını barışçıl yönden çözüm bulacakları bir ortamın
yaratılması adına uluslararası kurumsallaşmayı ön plana çıkarmıştır. Bu çabalar,
İkinci Dünya Savaşının çıkmasına engel olamasa da ve sonucunda liberal görüşe
desteğin ve inancın realist yaklaşım karşısında azalmasına neden olsa da, bu
konudaki ümitlerin tamamen yok olmadığı İkinci Dünya Savaşı ertesinde Birleşmiş
Milletler’in oluşturulmasıyla kendini göstermiştir.
90lı yıllara kadar, Soğuk Savaş süresince, Birleşmiş Milletler’in kuruluş amacına
yönelik “kollektif güvenlik sistemi”nin çalışmaması iki kutuplu sistemin taraflarının
kendi “kollektif savunma” anlayışını benimsemesinden kaynaklanmış, Sovyetler’in
çökmesiyle B.M. kaynaklı güvenlik sistemi tekrar devreye sokulmaya çalışılmıştır.
Yine aynı dönemde, akademik çevrelerce “demokratik barış teorisi” ortaya atılarak,
realist yaklaşıma bir alternatif sunulmuş, devletlerin iç siyasal uyarlama ve
uygulamalarının kalitesi üzerine kurulu uluslararası savaş ve barış açıklamaları
getirilmiştir. Kalite normallikle, normallik ise demokrasi ile tanımlanmış, ülke içi
demokrasiye tehdit ise uluslararası barışa tehdit olarak algılanmaya başlamıştır.9
Bu bağlamda uluslararası müdahaleler, uluslararası güvenlik rejiminin bir uzantısı
haline gelerek, tehditlere karşı gerekli cevap olmuşlardır. Dolayısıyla müdahalelere
Soğuk Savaş süresince karşı çıkan idealist yaklaşım, farklı bir açıdan da olsa artık,
ulusal çıkar temelli realist yaklaşım kadar, müdahalelere gerektiğinde dahil olmayı
benimsemiştir. Soğuk Savaş sonrası ilginç olan gelişme aslında, daha önce bulundukları
9 Laura Zanotti. “Taming Chaos: A Foucauldian View of UN Peacekeeping, Democracy and Normalization”, International Peacekeeping, V. 13, No: 2, June 2006, s. 151.
14
konumlarını birbirleriyle değiştiren Liberal ve Realist yaklaşımların, müdahale
konusunda 180 derecelik bir dönüşle birbirlerinden farklı görüş öne sürerek yine
farklı iki uçta bulunmalarıdır. Tüm Soğuk Savaş sürecinde müdahalelere siyasi
olarak yaklaşan realist görüş, (özellikle, iki kutuplu sistemde, bulunduğu kutbun
lideri olan ABD ve SSCB nin uygulamalarında olduğu gibi) egemen devletlerin
gerek topraklarına gerek iç işlerine karışılmasını yadsımazken, idealist bakış
açısına sahip olanlar ise aynı dönem boyunca devletlerin bağımsız ve
egemenliklerini sınırsızca savunmuş ve siyasi çıkarlar doğrultusunda devletlerin iç
işlerine müdahalenin hukuksuzluğunu tüm güçleriyle vurgulamışlardır. Oysa 90
sonrası uluslararası sistemde yeralan kutuplardan birinin liderinin dağılması diğer
kutbun sıkılığının da gevşemesiyle, hem yeni devletler ortaya çıkmış, hem de bir
çok devlet iç savaşa maruz kalmıştır. Özellikle milliyetçi ve etnik kökenli sebeplere
bağlı çatışmalar o denli çoğalmış ve yoğunluk kazanmıştır ki, bu ülkelerde
yaşayan insanların maruz kaldıkları insanlık dışı muameleler iletişim teknolojisinin
gelişimiyle bütün dünyanın dikkatini her zamankinden daha fazla çekmiştir. İşte bu
noktada, idealistler, bulundukları cepheyi değiştirerek, bu ülkelerdeki iç savaşlarda
direk veya dolaylı hedef haline gelen sivil halkların uğradıkları acıların önüne
geçmek için müdahalelere meşru zemin aramaya başlamışlar, bunun içinde
uluslararası organizasyonları, özellikle Birleşmiş Milletler’i bu konuda en doğru
zemin olarak kabul etmişlerdir.
2. Realist Yaklaşımda Müdahale
Realist yaklaşımın öncüsü olarak kabul gören Thucydides, açıklamalarında,
Peloponnes savaşı süresince, devletlerin içindeki karşıt görüşlülerin, demokrasi
yanlılarının Atina’yı, oligarşi yanlılarının Sparta’yı çağırması gibi, savaş anında dış
bir ittifaka güvenmesinin ve yönetim değişikliği için kendilerini güçlendirecek,
karşıtlarını zarara uğratacak bir arayışa girmelerinin normal ve doğal bir şey
olduğunu belirtmiştir. Müdahale tanımını siyasi tarihin derinliklerinden günümüze
doğru çekerken Morgenthau da tanımında Thucydides’i destekler biçimde,
devletlerin kadim Yunan’dan bu yana kendi çıkarları açısından diğer devletlerin
işlerine ve ilişkilerine müdahil olmayı avantajlı bulduklarını ifade etmektedir.10 Her
10 Richard Little, Intervention: External Involvement in Civil Wars, London, Martin
15
iki düşünür-yazar da müdahale edilmeyi ve etmeyi reel politik yaklaşımlarıyla
ortaya koysalar veya bu kavramın uygulamasında amacın güç ve çıkar üzerine
kurulu olduğunu belirtseler dahi, realizm aslında etik kurallardan tamamiyle
bağımsız değildir.
Realizmin etik değerler üzerine kurulmadığına ya da ahlaki değerlere önem
vermediğine dair vurgular yapılsa da, gerçekte, bu yaklaşım etik çerçeve ile etkili
siyasal hareket arasındaki ilişkiyi çok uzun süredir inceleyen bir felsefi gelenekten
doğmaktadır. Hobbes ve Hume çalışmalarında politik bir toplumda yaşayan
rasyonel bireylerin moral değerlere göre hareket etmelerinin kendi çıkarları
doğrultusunda olduğunu göstermeye çalışmışlardır. Rosenthal ise realizmin moral-
ilkesiz olması iddiaları hakkındaki görüşünü şu şekilde dile getirmektedir,
“Eleştiriler ve eleştirmenler, realistlerin siyaset ve etik arasındaki ayrılığın
muhafazası üstündeki ısrarını, realistlerin uluslararası ilişkilerde ahlakı standart-
yargı olarak görmediği şeklinde almışlardır. Gerçek bundan daha uzak olamaz”.11
Bu bağlamda, Wesley, etkili siyasal oluşum ve hareketlerin en iyi şekilde ancak
ortak değerlere sahip toplumlar içinde izlenebileceği sonucuna varmıştır. Ya da
farklı bir ifade ile belirtilirse, etkili bir siyasal birliktelik için toplumda bireylerin ortak
ahlaki değerlere bağlı kalarak hareket etmeleri gerekmektedir.12 Ortak değerlerden hareketle tekrar Morgenthau’nun yazdıklarına dönüldüğünde
görülen, dünyanın çatışan çıkarlar ve çatışmalarla ve farklı ahlaki ve kültürel
prensiplerle dolu olduğudur. Dolayısıyla herhangi tek bir prensipte, bu prensibi
destekleyenler ne kadar ahlaklı, rasyonel ve erdemli olursa olsun uyum
sağlanamayacaktır. Sonuç olarak ise böyle bir yerde sadece geçici çıkar
dengeleri beklentisi olacaktır.13 Bu açıyla dünyaya genel bir bakışla bakıldığında,
insanlığın farklı moral değerlere sahip toplumlara bölünmeleri sonucunda sınırlı
kaynaklar rekabet ortamı yaratmakta, realist etiğin esası da siyasi liderlerin böyle
bir ortamda kendi toplumunun çıkarlarını kollayacak ve yükseltecek bir ahlaki
Robertson and Company Ltd. 1975, s. 4. 11 Joel H. Rosenthal, Righteous Realists: Political Realism, Responsible Power, and American Culture in the Nuclear Age, Baton Rouge, Louisiana State U. Press, 1991, s. 47. 12 Michael Wesley, “Toward a Realist Ethics of Intervention”, Ethics and International Affairs, New York. V. 19, Iss 2, 2005. s. 55. 13 Barry Cooper, International Intervention: Sovereignty versus Responsibility, ed.: Michael Keren ve Donald A.Sylvan, London, Frank Cass Press, 2002, s. 127.
16
zorunluluğa sahip olması gerektiği gerçeğine dayanmaktadır. Diğer bir ifadeyle, bir
devlet ya da yönetimin genel moral değerler çıkarı doğrultusunda değil ulusal veya
devlet çıkarı doğrultusunda hareket etmesi gerekmektedir. Realist yaklaşımın
moral değerlerinin genelden farklılık göstermesi, kendine has olması ve belirli bir
toplumdaki ortak değerlerle çıkarları doğrultusunda hareket etmeyi temel alması,
böylece, kendisini uluslararası alanda çıkarlarına ulaşmak için güç ve tehdit ile
evrensel genel moral-kural tanımaz bir yere konulmasının kabulünü
gerektirmemektedir.
Realist yaklaşıma göre, uluslararası sistemde egemen bir otoritenin eksikliği,
aktörlerde güvensizlik hali yaratmasına, sürekli tehdit algılama psikolojisi halinde
olmalarına ve dolayısıyla sistemde güç politikalarını hakim kılmasına sebebiyet
verse de, uluslararası ilişkiler tabanı tam bir kaos ortamı üzerine kurulu değildir.
Devletlerin çıkar üzerine kurulu eylemleri de, diğer aktörlerce, özellikle etkilenecek
olanlarca en düşük ortak payda üzerine kurulu bir normatif prensipler çatısı altında
olmaktadır. Dolayısıyla, realist moral çerçevenin birinci ilkesi, ulusal çıkarın
gözetilmesi ise de, ikincil ilkesi, bir hareketin haklı gerekçesinin düşünülmesi veya
meşru olarak anlaşılmasının sağlanması şeklinde belirtilir. Üçüncü olarak ise,
Wesley’e göre, dış politika kararları ve operasyonlarının, uluslararası prensiplere
uygun olarak alınması ve yapılması gerekliliğidir. Çünkü bu prensipler devletlerin,
içinde aksiyonlarının oluştuğu bir çerçeveyi temsil etmekte ve dış politikaların
doğrulanması ve motivasyonu için hayati öneme sahip olan normatif bir yapıyı
teşkil etmektedir.14 Bu bağlamda örneklendirildiğinde, Soğuk Savaş dönemi boyunca kutuplarca
yapılan müdahaleler, realist yaklaşım tarafından benimsenmiş, dış politikasını
değiştiren ve bir bloktan diğerine doğru sapma yapan bir devlete müdahale
nerdeyse kaçınılmaz olmuştur. Batı devletleri tarafından müdahale edilen
devletlerin rejiminin, demokrasi olsun olmasın, konuyla ilgisiz olduğuna kanaat
getirilmiş, diktatörlükle yönetilen ülkeler komünist olmadıkça muhatab kabul
edilmiş, çünkü eninde sonunda demokrasiye geçişlerinin çok daha kolay olacağına
inanılmış, bunun da ulusal çıkarlar ile örtüştüğü kabul edilmiştir. Soğuk Savaş
sonrasında ise müdahaleler, Wesley’in yukarıda belirttiği gibi realist moral
14 Wesley, a.g.e., s. 55.
17
çerçevede değil de, sadece genel moral değerlere göre yapıldığında, Ruanda ve
Somali’de olduğu gibi başarısızlığa uğramış, ya da, meşruluğuna ve uluslarası
prensiplere uygunluğuna aldırmaksızın yalnız ulusal çıkar doğrultusunda
gerçekleştirildiğinde ise Irak gibi, geniş bir dirençle karşılaşıp oldukça fazla
diplomatik, finansal, materyal ve insani kayba malolmuş ve olmaktadır.15 Burada
verilen örneklerin başarısızlıklarını Wesley’in ileri sürdüğü ilkeler doğrultusunda
farklı birer ifade ile açıklamak gerekirse görülen şudur ki; Ruanda ve Somali
müdahalelerinin amacı, ulusal çıkar doğrultusundan ziyade, farklı ülkelerin farklı
ahlaki ve kültürel prensiplerinin sanki evrensel bir genellemesi yapılabilirmiş gibi,
(olmayan) uluslararası moral değerler doğrultusunda temellendirildiğinde, yapılan
müdahaleler yukarda açıklanan birinci ilke ile çelişmekte ve başarısızlıkla
sonuçlanmaktadır. Aynı şekilde Irak müdahalesi ise üçüncü ilke ile çatışarak,
uluslararası aksiyom prensiplerinin gözardı edilmesi, tamamen ulusal çıkar
kaynaklı operasyonla diğer devletlerin içinde bulunduğu ve bu prensiplerin
oluşturduğu çerçevenin dışına çıkıldığı sebebiyle, müdahil gücü gereğinden daha
fazla kayba uğratmıştır.
Getirilen tanımlardan, bir tarafta, realist yaklaşımın sadece siyaset ve güç
politikalarıyla tanımlanmaması gerektiği, moral değerlerlere ne kadar önem verdiği
ileri sürülürken, diğer taraftan, bu değerlerin realistler tarafından nasıl algılandığı
ve tanımlandığı iyi anlaşılmalıdır. Bu yaklaşımı benimseyenlerce, İkinci Dünya
Savaşı itibarı ile realist teorinin uluslararası ilişkiler çalışmalarını normatif
vurgulardan arındırarak varolan dünyanın betimlemelerine ve analizlerine
yönlendiğinin ileri sürülmesi de bu bağlamda ele alınmalıdır. Sonuçta, realizmin
eleştirileri iki temel sebebe dayanmaktadır. Birincisi uluslararası ilişkilerde güce
merkezi bir element olarak gereğinden fazla önem atfedilmesi, ikincisi ise güç, güç
dengesi, ulusal çıkar gibi konseptlerin tanımlarının açık ve net şekilde
yapılamaması ve bu gibi konseptlerin ölçümleme ile analiz birimleri haline
getirilememesidir.16
Tüm yukarıda belirtilenlerin sonucunda realist yaklaşımda müdahale, temel aktör
15 Wesley, a.g.e., s. 55-74. 16 Robert L. Pfaltzgraff Jr. “International Relations Theory: Retrospect and Prospect”, International Affairs, V. 50, No.1 Jan. 1974, s. 28-48
18
olarak bir devletin, çıkarları doğrultusunda hareket ederek gerçekleştirdiği bir
eylem olarak anlaşılmalıdır. Soğuk Savaş’ın sona ermesine kadar geçen süre
içinde bir devletin çıkarı doğrultusunda hareket ederek uluslararası yarı kaotik
ortamda kendine avantaj sağlaması ve bunu gerçekleştirirken nispeten kaba veya
cesur, ya da, kural tanımaz veya kuralına uydurarak hareket etmesi 90 lardan
itibaren nispeten farklılaşmıştır. Aşağıdaki bölümlerde daha detaylı analizlerinin
yapılacağı gibi, bu davranış biçimi artık tek taraflı yapılmaktan daha ziyade
uluslararası organizasyonların meşruiyet şemsiyesi altında hareket ederek
gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır. Diğer bir ifade ile, müdahale, eğer bir avantaj
sağlıyacaksa, idealist ve/veya liberal çatılar araçsallaştırılarak yapılmaktadır.
3. Davranışçılıkta Müdahale
Pozitivizmden etkilenen davranışçılık yaklaşımı, 1950 lerden itibaren sosyal
bilimlerde, 60 lardan itibaren ise uluslararası ilişkilerde kendini hissettirmeye
başlamıştır. Özellikle Soğuk Savaşın o yıllarda detant dönemiyle yoğunluğunun
düşmesi, akademik iklimin değişmesi, uluslararası ilişkilerin bir disiplin olarak
belirmesi, realist okulun kabullerinin daha dikkatli incelenmesine, eleştirilmesine ve
geniş, detaylı analizler yapılmasının talep edilmesine sebebiyet vermiştir. Birleşik
Devletlerde hemen tüm sosyal bilimler dallarını etkileyen “davranışçı” hareketin
ortaya çıkışı, uluslararası ilişkiler çalışmalarına da daha bilimsel yaklaşımın
temellerini hazırlamıştır. Bu anlamda tanımı, siyaset çalışmalarını, doğa
bilimlerinin yöntemleri üzerine modellenmiş, daha katı bir bilimsel disipline
dönüştürme çabaları olarak ta yapılabilmektedir.17
Yaklaşımın sadece gözlemlediğimiz ve ölçebildiğimizi bilebiliriz temeli üzerine
kurulmuş olması, tarih, tecrübe, ortak akıl, ve mantığın kendi başlarına delil
üretemeyeceğini belirtmektedir. Davranışçı ekolün önde gelen düşünürlerinden
Singer, sayılanların sadece birer fikir olduğunu ve bunların deliller altında
incelenerek yapılan işlemin açık, görülebilir, sistematik ve diğer araştırmacılar
tarafından tekrarlanabilir olması halinde devam edebileceğini açıklamıştır.
Davranışçılar bu sebeplerle oy verimi, ticari istatistik, savaş kayıpları, gibi 17 Kendall L. Baker. “ A Note on Behavioralists and Post-Behavioralists in Contemporary Political Science” PS: Political Science and Politics, V. 5 N. 3, Summer 1972, s. 271.
19
örneklenebilecek, gözlemlenebilen olayların üzerine yoğunlaşmışlardır. Direk
ölçülmesi pek mümkün olamayan yerlerde ise, ya bireylerin, organizasyonların,
veya devletlerin eylemlerine kodlama ile kurallar koyarak ya da durum
simülasyonu yaparak ölçülebilir veri yaratmayı hedeflemişler, bu metotlar sonucu
ortaya çıkan kütlenin analizinde ise matematik teknikleri kullanmışlardır.18
Davranışçı yaklaşıma göre, “müdahale” kendi içinde iyi veya kötü değildir.
Tarihteki birçok müdahale yine birçok sebepten dolayı arzu edilmeyebilirken, bir
kısmı da aynı derecede arzu edilebilmektedir. Kavramın tanımı hakkında,
Rosenau, üzerinde bir uzlaşma olmadığını ve çok az sayıda kişinin aynı tür bir
betimleme çerçevesinde buluşabildiğini vurgulamakta ve bu sebepten dolayı da
literatürün askeri, ekonomik, propagandaya yönelik, diplomatik ve ideolojik
tartışmalarla istila edildiğini belirtmektedir. Kendisine göre, müdahalelerin bazıları
bir taraftan toplumların haklarını ihlal edip, uluslararası sistemin dengesini
bozarken, diğer taraftan bazıları da, uluslararası düzeni muhafaza edip insan
haklarını da koruyabilmektedirler. Bu bağlamda, müdahaleler bir eylem enstrümanı
olmakta, böylelikle müdahalesel davranışın ahlaksallığı da yönlenilen amaca bağlı
kalmaktadır. Rosenau, Halpern’den yaptığı “müdahaleler ile moralite arasında
açık bir sentez yoktur...” alıntısı ile müdahalelerin ahlaki zorunluluk olarak
gözüktüğü durumlarda bile istisnaların olabileceğini savunarak, 1956 Macaristan
örneği ile de müdahalenin ahlaki gereklilik teşkil ettiği bir durumda bile global
savaş çıkma tehlikesi varsa bundan vazgeçilebileceğini vurgulamaktadır.19
Sonuçta, yine Rosenau’ ya göre, müdahalenin bilimsel analizi ile moralite arasında
direk bir bağ kurulamazken, bilim, ahlaki problemleri çözememekte ve ampirik
olguyu açıklarken değer alternatifleri arasından birini seçmek için bir temel
sunmamaktadır.
4. Yapısalcılıkta Müdahale
Tarihsel olarak yapısalcılık – Structuralism – 19 yy. sonları 20 yy. başlarında
kurucusu veya büyükbabası olarak tanımlanabilecek İsviçreli dilbilimci Sausurre
18 John Lewis Gaddis. “Theory and the End of the Cold War”, International Security, V17, No.3 Winter 1992-93, s.13 19 James N. Rosenau. “Intervention as a Scientific Concept”, The Journal of Conflict Resolutions, V.13, No.2, June 1969, s.149-171.
20
tarafından ortaya konmuştur. Kendisinden sonra gelen ve yapısalcılığın babası
olarak kabul edilen Fransız kültürel antropolog Levi-Strauss’un çalışması ise bu
modelin insan olgu ve olaylarına en geniş kapsamda uygulanması olarak kabul
edilmektedir. Yapısalcılığa bir ideoloji veya felsefe olarak bakıldığında, insanın bir
diğeri veya madde ile olan ilişkisini açıklayan inanç ve değerler sistemi olarak
tanımlanır. Yapısalcılık, bir yaklaşım biçimi olarak, 60larda ve 70lerde birçok
disiplinde etkin olmuştur. Felsefe, dil, edebiyat, psikanaliz, antropoloji ve bilim
felsefesi gibi sosyal bilim dallarını etkileyen bu düşünce okulu, Fransa’da ortaya
çıkıp, İngiltere ve A.B.D. de oldukça taraftar bulmuştur. Bu dönemde, Marksistler
için en önemli entelektüel olaylardan biri ise Marksizm’in yapısalcılık ile
karşılaşmasıdır.20
Yapısalcı yaklaşım davranışçılıktan, gözlenemeze odaklanarak ayrılmaktadır.
Böylece ölçülemez bir yapı her şeye rağmen uluslararası ilişkilere gözlemlenebilir
ve ölçülebilir bir şekilde etki etmektedir. Yapısalcıların işaret ettiği, gözlemlenemez
yapıların gözlenebilir etkileri olmasıdır ki; bu manada bir uluslararası sistemi
kimsenin görmemiş, ölçmemiş olmasına rağmen dünya politikasında devlet
gruplarının, bütünün sadece parçaları veya birimleri olmaktan daha fazla
karakteristiğe sahip olduğu gerçeğidir. Hiçbir devletin bilinçli olarak yaratmamasına
rağmen, çok kutupluluk veya iki kutupluluğun uluslararası ilişkilerde gerçek bir
durumu belirlemesi bu duruma iyi bir örnek teşkil etmektedir.21
Yapısalcı yaklaşıma göre, ekonomik yapı politikayı belirlemekte ve dünya politikası
dünyanın ekonomik organizasyonuna göre şekillenmektedir. Yapısalcılar dünyayı
sahip olanlar ve olmayanlar şeklinde ikiye bölerek, sahip olanların diğerlerini
sömürmek için zayıf tuttuklarını ileri sürmektedir. Bunun değiştirilmesi, güç ve
refah dağılımının eşitsizliğinin sona erdirilmesi için ise ekonomik sistemin radikal
bir biçimde tekrar yapılandırılması gerekmektedir. Uluslararası ilişkiler ekollerinin
içinde politik-ekonomik bir model ve/veya yaklaşım olarak yapısalcılık iki ana
kampa bölünmekte, Marksist ve bağımlılık teorileri olarak ayrılmaktadırlar.
20 Marc Zimmerman.”Polarities and Conradictions: Theoretical Basis of the Marxist- Structuralist Encounter”, New German Critique, No:7, Winter, 1976, s. 69-90. 21 Gaddis, a.g.e. 14
21
Bu teorinin ayrılan kamplarının kısa bir tanımının yapılmasından önce dikkat
çekilmesi gereken bir husus, Uluslararası İlişkilerde klasik realizmin iki yapısalcı
yaklaşımın eleştirisine maruz kalmış olmasıdır. Birincisi, gerek realizmin kendi
içinde gelişen ve Waltz gibi sonucu Neoralizme varan olguları sistem seviyesinde
inceleyen yapısalcılık, gerek Keohane, Nye gibi düşünürler tarafından yapılan,
devlet haricinde yeni aktörlerin ortaya çıktığını savunan ve devletlerin karşılıklı
bağımlılığının arttığını ileri süren işlevselci bir yapısalcılıktır. İkincisi ve burada ele
alınan ise, üretim ilişkileri, devlet ve Uluslararası İlişkiler arasındaki bağlantıları
inceleyen ve politika ile ekonomi arasındaki ayırımın kapitalist üretim biçiminin bir
özelliği olduğunu ileri sürerek bunu reddeden bir yapısalcılıktır.22 Bu bağlamda,
ileri sürdükleri, görünenin altındakine bakıp görülmesi gerekenlerdir ki bunlar,
devletlerin üzerinde kontrol sahibi olamadıkları ve kendilerinin üzerinde hâkimiyet
kurduklarına inandıkları yapı ve yapısal güçlerdir.23
Marksistler, dünya düzeninin, kapitalistler tarafından, bilinçli olarak kapital birikimin
kendi ellerinde toplanması amacıyla kurulduğunu ve kolonyal dönemde ham
maddeleri ele geçirmek ve dış pazarları kendi üretimlerine açmak üzere
yapılandırıldığını iddia etmektedirler. Dekolonizasyon ise yeni fırsatlar getirerek
bağımlılık yaratmaktadır. Bağımlılık teorisine göre ise, gelişmiş ülkeler, kendi
güçlerini arttırmak için, gelişmekte olan ülkeleri siyasi ve ekonomik danışmanlar ve
çok uluslu şirketler vasıtasıyla kapitalist sisteme dahil etmekte ve kendilerine
bağımlı hale getirmektedirler. Dünya düzenine, bu bağlamda, siyasal ekonomik bir
gözle bakıldığında, uluslararası görüntü yaşayan bir piramit şeklindedir. Şu andaki
yüksek gelirli ülkelerin geçmişte izlediği gelişmeci süreç, bugün dünyanın geri
kalanına açık değildir. Aslında, yüksek gelirli olanların gelişmesindeki başarı,
onların geriye kalanları sömürme kabiliyetinde gizlidir. Piramidin üstünde yer alan
ülkeler, kendi altlarında yer alan diğerlerinin omuzlarına bastıklarından daha
yükseğe tırmanmaya devam etmektedirler. Piramit canlı olduğundan hareket hali
devam etmekte, alttakiler kaçmaya çalışırken yukarıdakiler şartlama, yönlendirme,
tehdit ve çeşitli güç birleşimleriyle aşağıdakileri bulundukları yere bağlamaya
çalışmaktadırlar.
22 Faruk Yalvaç. “Uluslararası İlişkiler Kuramında Yapısalcı Yaklaşımlar”, Devlet Sistem ve Kimlik. Der. Atilla Eralp, İstanbul, İletişim yayınları, 3. Baskı, 2000, s. 133-166. 23 Vendulka Kubalkova, Nicholas Onuf. International Relations in a Constructed World. New York, M.E.Sharpe, 1998, s. 35
22
Müdahaleler de, piramit yapıda altta kalıp kaçmak isteyenleri oldukları yere
bağlamak adına yapılan güç uygulamaları sınıfında yer almaktadır. Marksist
teoride bütün uluslararası olaylar ekonomik kazanç sağlamaya yönelik
uygulamalar olarak indirgenebildiğinden, müdahaleler de özellikle kapitalist
sistemde yer alan gelişmiş ekonomiye sahip ülkelerin diğerlerini sömürmesinde
kullandığı veya başvurduğu bir araç olarak görülmektedir. Uluslararası sistemde
var olan kapitalist yapı gereği yukarıda yer alanların gerek kuvvet kullanarak
gerekse tehdit veya gerekse sömürülen ülkelerdeki ahlaksız yöneticilerin satın
alınması yöntemleriyle devletlerin siyasi yapılarının kontrolü sağlanmakta, ham
maddeleri, ucuz işçileri sömürülmekte, pazarları açılmaktadır. Sonuçta
müdahaleler, üçüncü dünya ülkelerinin kapitalist sisteme entegre olmuş
yapısından kurtulmaya çalıştıkça, gelişmiş ülkelerin başvurduğu bir araç olarak
tanımlanmaktadır.
5. Hukuk ve Etiksel Açıdan Müdahale
Müdahale kavramına Uluslararası Hukuk geleneğine göre bakıldığında,
yaklaşımlarında tarihsel olarak bir farklılaşma gözden kaçmamaktadır. Kimilerince
uluslararası hukuğun kurucusu sayılan, Grotius, devletlerin kendilerinden daha
büyük bir ahlaki düzenin elementleri olarak görüldüğünü, bu anlamda sınırlarının
moral değerlere bağlı olarak dış siyasal müdahalelere engel teşkil etmediğini ileri
sürmüştür. Bu bağlamda, Grotius uluslararası sistemi ahlaki bir düzen olarak da
yorumlamış, bu düzene uymayanların devlet sınırlarının, diğerlerince engel olarak
kabul görmeyeceğini ve müdahaleye gidecek olan yolun açık olduğunu belirtmiştir.
Zaman içinde bu anlayış değişmiş, devletleri egemen ve otonom birer yapı olarak
gören ve bu anlamda müdahalelerin yasaklanmasını dile getirenler, egemen
devletlerin haklarının uluslararası ilişkilerde sınırsız toleransa gereksiniminin
olduğunu ortaya koyarak bu anlayışın yerleşmesine öncülük etmişlerdir.24
Uluslararası hukuğun devletlerin sınırlarına nerdeyse kutsallık atfetmesi, egemen
devletlerin sınırları içine yapılacak müdahalelere tüm kapıların kapatılması gibi
görüşler, Grotius sonrasında gelişerek, devletlerin sınırları içinde yaptıklarına
24 P.H. Winfield, “The History of Intervention in International Law”, 3. British Year Book of International Law, 1922-1923, s.130-160.
23
sınırsız tolerans gösterilmesi gerektiğini ileri sürmüşlerdir.
Diğer taraftan, gerek yukarıda Birinci Bölümün girişinde, gerekse burada, konunun
etik tarafı incelenirken daha önceden bahsedildiği üzere yapılan açıklamalar
ağırlıklı olarak negatif veya pozitif olarak belirtilmektedir. Bunun daha iyi
kavranmasını sağlamak için etik veya ahlaki görevlerin özü ile değil fakat tipleri
itibarı ile düşünüldüğünün vurgulanması gerekmektedir. Uluslararası etikte, etik
görev veya zorunluluklar pozitif ve negatif görevler olarak ele alınmaktadır. Pozitif
görevler aktif olarak bir eylem yapmak, ortaya bir şey koymak olarak anlaşılırken,
negatif görevler ise, tersine, hiçbir şey yapmamak veya yapılıyorsa da onu
durdurmak, anlamı taşımaktadır. Bu bağlamda, bir devletin pozitif zorunluluğu,
etiksel anlamda, vatandaşlarının refahını sağlamak ve onları korumak olarak aktif
olmayı gerektirirken, diğer taraftan, negatif zorunluluğu, vatandaşlarını haklarından
mahrum bırakacak veya eziyet verecek eylemlerden kaçınmasını, bunları
yapmamasını gerektirmektedir.25 Geleneksel olarak, uluslararası alanda ahlaki ve
normatif düşünce negatif görev veya zorunluluk ilkesi ile baskındır. Diğer bir ifade
ile ve açıkçası, devletler diğer devletlerin işlerine müdahale etmemeli, ediyorlarsa
da bundan vezgeçmeli, bu konuda hiçbir eylemde bulunmamalı şeklinde
anlaşılmalıdır.
Yukarıdaki bu uluslararası etik tiplemesinin açıklaması altında tekrar müdahale
kavramına dönüldüğünde, kavram, genel olarak egemen bir devletin işlerini
etkilemek için, o devletin haricindeki bir birim tarafından uygulanan siyasetlerin ve
yapılan hareketlerin tümü olarak oldukça geniş bir şekilde alınmaktadır. Kavrama
negatif anlam veren Louis Henkin, tanımını “devlet egemenliğinin ihlali” olarak
ortaya koymakta, müdahalenin aslında normatif yapının ihlali olarak algılanması
gerektiğini belirtmektedir. Aynı zamanda hukuki anlamdaki bu tanımın etik bir
çerçevenin içinde yer aldığını da vurgulamaktadır. Bu tanımlama yukarıda
Grotius’un yaptığı ile karşılaştırıldığında, aslında her ikisinin de moral değerlere
atıf yaptığı görülmekte, fakat uluslararası hukuk açısından zaman içinde oluşan
paradigma değişikliği de gözler önüne serilmektedir.
25 Richard Shapcott. International Ethic: A Critical Introduction, Cambridge, Polity Press, 2010. s, 5.
24
Henkin’in yaklaşımındaki gibi, hemen tüm uluslararası hukuki betimlemeler bu
kavrama negatif bir anlam yüklemektedir.26 Diprizio’nun tanımlamasında ise
müdahale “Egemen bir devletin iç işlerini etkileyecek bir dış eylem” şekliyle negatif
ve yine oldukça geniş haliyle yer almaktadır.27 Müdahalenin diğer bir negatif tanımı
Ortega tarafından “bu terim bir devlet yönetiminin politikasını hatta yönetimin
kendisini dahi değiştirmeyi hedefleyen spesifik zorlayıcı aksiyomları tanımlamakta
kullanılırdı” şeklinde belirtilmiştir. Fakat daha sonra, bu kavramın, özellikle askeri
müdahalelerin, 90 lar itibarı ile her şeye rağmen gerekli ve kabul edilebilir
olduğunu, son senelerde uygulanan müdahale örneklerinin, Soğuk Savaş
süresince ve daha önceki yüzyıllarda olduğu gibi güçlü olanların zayıf olan
devletleri etki altına alma aracı olarak değil, tersine insani acıların önlenmesi ve
uluslararası barış ve güvenliğin tesisi amaçlarına ulaşmada bir enstruman olarak
görülmeye başlandığını belirtmiş, dolayısıyla önceki negatif yükün kalktığını da
vurgulamıştır.28
Yukarıda bahsedilenlerin ardından belirtilmesi gereken önemli bir nokta, ileride
daha detaylı olarak değinileceği gibi, henüz birkaç sene önce oluşturulan ve
Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilen Koruma Sorumluluğu - Responsibility to Protect – isimli raporda ortaya konulan pozitif etiksel zorunluluktur. Burda
belirtilen, eğer herhangi bir devletin vatandaşları insani haklarından mahrum
ediliyor, acı içinde bırakılıyorlarsa ve kendi devletleri bu konuda bir şey yapmıyor
veya yapamıyorsa diğer devletlerin bu insanlara yardım etmek için pozitif
zorunlulukta olduğudur. Bu bir pozitif görevdir, çünkü devletler bu insanlara yardım
etmek için harekete geçmek üzere, ortaya bir eylem koymak üzere çağrılmışlardır.
Bu “Koruma Sorumluluğu” doktrini, devletlerin diğer devletlere müdahale etmeme
geleneğinin, yani negatif zorunluluğunun yerini almak üzere hazırlanmıştır.29
Böylece hemen yukarıda Ortega’nın sözünü ettiği negatif yükün kalkmak üzere
olduğu vurgusu böylece daha bir anlam kazanmaktadır.
26 Anthony F. Lang. Just Intervention, Washington D.C., Georgetown University Press, 2003, s.3. 27 Robert C. DiPrizio. Armed Humanitarians: US Interventions from Northern Iraq to Kosova, Baltimore, The Johns Hopkins Press, 2002, s. 4. 28 Martin Ortega. “Military Intervention and the E.U”, Chaillot Papers, Paris, Institute for Security Studies, V.45, Mart. 2001, s. 2. 29 Shapcott. a.g.e. s, 5.
25
Diğer taraftan, konuya farklı bir açıdan yaklaşan fakat aynı sonuca varabilenler
şüpheciler – skeptics - olmuştur. Daha önceden bahsedildiği gibi, genellikle realist
ekole yakın düşen uluslararası etiğe şüpheci bakış açısı, uluslararası hukuk
alanında çalışanların ve kültürel antropologların dünya kültürlerinin rasyonelliğe
bakış açısında çok geniş farklılıklar olduğunu ortaya koyduğunu ileri sürmektedir.30
Dolayısıyla bu anlamda bir şüpheci, evrensel kabul görebilecek bir sosyal etik
anlayışı için ortak rasyonel alanın olmadığını ileri sürmektedir. Bu bağlamda
uluslararası siyasi teorilere normatif yaklaşım mümkün olmadığından, yapılacak
olan müdahalelerin de hangi ahlaki anlayış çerçevesinde yapılacağının ciddi
şekilde sorgulanması gerekmektedir. Sonuç itibarıyla, çalışmada, müdahale kavramının tanımı üzerinde evrensel bir
kabul olamaması, uluslararası ilişkilerde ekollerin ve hukuk, ahlak gibi açıklayıcı
birim veya araçların olay ve olgulara yaklaşımlarındaki farklılıklarla açıklanmıştır.
Kavramın tanımı üzerine yapılan tüm bu farklı yaklaşım ve açıklamaların ardından
bir eleştiri getirilmesi gerekirse; tarafların sadece bulundukları yerin bakış açılarıyla
kavrama tek düze yaklaşımlar getirerek çok boyutlu olarak anlaşılması ve
incelenmesi gereken bu kavramı indirgedikleri rahatlıkla ileri sürülebilir. Bu
bağlamda, realist ve liberal yaklaşımların destekçilerinin, birinin ulusal çıkara
hizmet eden müdahaleleri destekleyerek kendilerine has etik anlayışlarıyla
davranış sergilemesi, diğerinin ise siyaseti gözardı etmesi, bir uluslararası hukuk
taraftarının ise “müdahale etmeme (non-intervention) normu, devletleri veya
devletler topluluğunu birarada tutan en önemli normdur” diyerek, devletlerin güç
politikaları ya da ulusal çıkar doğrultusunda yaptıkları müdahalelerle, ahlaki ve
insani amaçlarla yaptıkları müdahaleler arasındaki farkı ayırtedememesi veya aynı
doğrultuda değerlendirmesi bu indirgeyici yaklaşıma birer örnek teşkil etmektedir.
B. Müdahale: Çerçevesi ve Uygulayanları Kavramın pozitif veya negatif anlam taşıyan farklı tanımları, yapılan çalışmayı
geneli açısından etkilemese de, tanımların ortaya çıkardığı genişlik, çerçevesi
30 Charles R. Beitz, Political Theory and International Relations, N.J. Princeton U. Press, 1999 s. 17.
26
açısından etkilemektedir. Günümüzde müdahaleleri gerek kolaylaştıran gerekse
teşvik edebilen şartlar, geçmişe kıyasla, daha belirgin hale gelmiştir. Gelişmiş
teknolojinin ve bununla ilgili olarak iletişim araçlarının, bir ülkenin ulusal sınırlarının
dışından o ülkeye yapılacak propagandaya ve etkiye açık hale getirmesini
yadsımak mümkün gözükmemektedir. Bu tabii ki sadece propaganda ile sınırlı
kalmamakta, yanlız haberleşmenin değil bu alandaki farklı iletişim ve ulaşım
araçlarının gelişmesi ile de, egemen devletlerin dışardan finansal, ekonomik
müdahalelere maruz kalmasını beraberinde getirmekte, bu konuda merkezi veya
direnişçi güçlere destek veya engellemeler söz konusu olmaktadır. Diğer taraftan,
bu müdahaleleri gerçekleştiren aktörlerin çeşitliliği de, konuya farklı bir boyut
getirmektedir. Bir devletin, devletler koalisyonunun, askeri müttefikliklerin,
uluslararası organizasyonların müdahalelerde bulunmaları, bu konuda örnekler
sunmaları durumunda, alanın kapsamının genişliği kadar, uygulayanlarının
farklılığı da dikkat çekmekte, bu konuya değinilmesini zorunlu kılmaktadır.
1. Müdahale ve Kapsama Alanı
Genellikle müdahale, literatürde, diplomatik-siyasi olarak, (bir ülkeye asilerle nasıl
başedeceği konusunda danışma vermek gibi) ekonomik olarak, (varolan yönetimi
devirmeye çalışan karşıt gruba finansal yardım gibi) ve askeri olarak, (sınır
ötesine asker göndermek gibi) kategorize edilse de31, Joseph Nye, “müdahale” nin
bazen bir ülkenin iç işlerine bilinçli olarak çok geniş bir yelpazede dışarıdan
yapılan karışma olarak nitelendirilebildiğini belirterek, bu yelpazeyi düşük
zorlamadan yüksek zorlamaya giden düz bir çizgi üzerinde sekize ayırmaktadır.
Bir ucunda, bir ülkenin diğer bir ülke hakkında iç işlerine müdahil konuşmalar
yapmasıyla başlayan bu çizgi sırasıyla, radyo ve televizyonlarla yayın, ekonomik
yardım, askeri danışman, muhalefet desteği, blokaj, limitli askeri harekat ve son
olarak askeri istilayı içinde barındırmaktadır.32 Fakat “müdahale”, yine kendisinin
de söylediği gibi uluslararası hukuk ve diplomasi geleneğinde genellikle çok daha
dar bir şekilde, yelpazenin yüksek zorlama ucundaki araçlarla ifade bulmaktadır.
Bu çalışma da, kavramın genellikle kullanılan dar anlamını, yelpazenin bu yüksek 31 Frederick S. Pearson, J. Martin Rochester. Intervention. New York, Random House, 1998, s. 110 32 Joseph S. Nye. Power in the Global Information Age: From Realism to Globalization, London, Routledge, 2004, s. 137.
27
zorlama ucundaki araçlarla ifade edildiği şekli, diğer bir ifade ile, silahlı askerlerin
kullanıldığı alanı kapsamaktadır.
Çalışmanın amacında, müdahaleler oluşurken elde edilen verilerden yola çıkılarak,
sonuçları ve başarısı arasındaki ilişki aranacağından bahsedilmiş, fakat aynı
zamanda bu bölümün başında da, literatürün hemen tümünü kapsayan hukuki,
etik ve siyasal tartışmalara değinilmesinin ne kadar sakınılsa da kaçınılmaz olduğu
belirtilmiştir. Kavramın tanımı, yukarıda, uluslararası ilişkiler yaklaşımlarının
farklılıklarıyla ortaya koyulurken hukuk ve etiksel yaklaşımların da bakış açıları
sunulmuştur. Çünkü, müdahale kavramı, Joseph Nye’nin de belirttiği gibi, özünde
sadece olan bir olayı tariften öte, değer yargısında da bulunmakta, böylelikle
sadece hukuk ve siyasi değil, moral değerler alanına da girmektedir.33 Bu çalışma
da bunu kabul etmekle birlikte, Nye’nin bu açıklamasını, aslında kendisinin de
bulunduğu kampın gözlüğü ile bakarak yaptığını da unutmamaktadır. Bu
bağlamda, bu çalışma kendi tanımını ortaya koyarken, tanımın taşıdığı değer
yüküne de nötr durmaya mümkün olduğunca dikkat etmektedir. Diğer bir ifade ile,
kavramı betimleme aşamasında kullanılan ifadelere özen gösterilmeye çalışılmış,
tanım aşamasında “müdahale” ye iyi, gerekli ve olması gereken, veya kötü,
gereksiz, ve kaçınılması gereken gibi bir anlam yüklenilmesine izin verilmemiştir.
Kavramın değer yükü ve kapsadığı alan açısından Connaughton’ın, “bir veya daha
fazla devletin başka bir devletin işlerine savaş harici olarak güçle müdahale
etmesidir” tanımı, 34 müdahaleyi genel anlamda daha dar bir hale getirmekte, bu
çalışmada kullanılıcak olan kavramın betimlemesine yakın düşmekte ve
üstlenilmesinden kaçınılan bir değer yükünü de nispeten hafifletmektedir. Veya
Lyons’un belirttiği gibi, müdahale belirli bir amaç doğrultusunda fiziksel olarak
sınırların geçilmesidir tanımı da oldukça yakın durmaktadır bu çalışmaya. Kendisi
müdahalenin yukarıda çeşitli görüşlerle verilen bu geniş alanını aslında üçe
bölmüş ve herbirini farklı bir şekilde adlandırmıştır. İnsani yardım götürmek için
egemen bir devletin topraklarına yardım kuruluşlarının çalışanlarını götürmek veya
onlara eşlik etmekten, toplu katliam silahlarının üretildiği kimyasal veya nükleer
33 Nye, a.g.e., s. 148 34 Richard Connaughton, Military Intervention in the 1990s : A New Logic of War, London, Routledge Press, 1992, s. 3.
28
tesislerin bombalanmasına kadar varan yelpazedeki, savaş harici fiziksel güç
kullanımını müdahalenin içine dahil etmektedir, Lyons. Fakat, devlet sınırlarını
aşmadan ve fiziksel güç kullanmadan, diplomatik ve ekonomik bağlantıları
kesmeye “isolasyon”, diğer devlet veya devletlerin davranışlarını değiştirmek için
yapılan müzakere, veya ödül ve ceza tehditleri yöntemlerine ise “etki”
demektedir.35
Bu bağlamda, “müdahale” kavramının çerçevesi bu çalışmanın kendi tanımında,
“bir devlete rızasıyla veya rızası olmadan diğer bir devlet, devletler topluluğu veya
organizasyon tarafından önceden belirlenmiş bir amaç doğrultusunda yapılan
savaş harici askeri sevkiyat ve/veya operasyonlardır” şeklinde çizilmiş, böylece
“müdahale” ye bir ön kabulle yaklaşılmamış ve bu bağlamda nötr bir tutum
izlenilmiş, tanımın kapsadığı geniş alan ise yukarıda da belirtildiği gibi silahlı
askerlerin müdahil olduğu alana indirgenmiştir.
Müdahale kavramının çok boyutlu olan yapısının daha iyi anlaşılması açısından,
çalışmanın kendi tanımını ortaya koymasından sonra, bu betimlemede yer alan
terimlerin ve/veya unsurların da detaylandırılması gerekmektedir. Bu bağlamda,
müdahalenin diplomatik, siyasal, ekonomik, askeri gibi sınıflandırılmasının
ardından ilk olarak askeri olan, askeri güç kullanılan kısmının da açılması, kendi
içinde detaylandırılması gerekmekte, ardından ise, müdahale – savaş faklılığı,
daha sonra, müdahalede bulunanların incelenmesi, ve rıza ve meşruiyet
sorunlarına değinilmesi kaçınılmazdır.
a. Müdahale Örnekleri ve Sınıflandırılmaları Müdahalenin ya da genellikle kullanılan ve zorlama kısmının kapsandığı askeri
olan tarafının tanımının ardından bu kısmın da içinin açılması ve derinleştirilmesi
önemlidir. Bir çok farklı askeri müdahalenin örneklendirilmesinde ve
sınıflandırılmasında, kullanılan gücün ölçeği, kapsadığı birimler, yoğunluğu,
yönetim yetkisi ve herşeyden önemlisi amacı birer unsur olarak ortaya
35 Gene M. Lyons and Michael Mastanduno, “International Intervention, State Sovereignty and the Future of International Society”, Beyond Westphalia, 1995, Baltimore, John Hopkins University P. s. 11.
29
çıkmaktadır. Bu anlamda askeri müdahaleleri de kendi içlerinde bu kriterler
gözönünde bulundurularak detaylandırmak ve tasnif etmek olanağı doğmaktadır.
Geçtiğimiz yüzyılda herbirinin fazlaca örneğinin görülebildiği bu askeri müdahalele
şekillerini, kapsam olarak geniş, ve bu aşamada uygulayanını da (bir veya birçok
devlet, koalisyon, organizasyon gibi) daraltmadan incelemekte yarar
gözükmektedir. Literatürde bazıları farklı şekilde adlandırılsalar da genel olarak, bir
örnekle Haas’ın yaptığı gibi, askerin kullanıldığı müdahale tiplerini sınıflandırılırken
caydırıcı olan, önleyici olan, yönlendirici olan, cezalandırıcı olan, barışı koruyucu
ve yapıcı olan, ulus inşaa eden, insani yardım amaçlı olan, kurtarma amaçlı olan,
menedici (yasaklayıcı) olan, gücün dolaylı kullanıldığı ve son olarak savaş hali
olanlar sayılmaktadır.36 Veya Connaughton’un ki gibi, aynı müdahaleler için, klinik,
cerrahi ataklar, blokaj gibi isimler de verilmektedir.37
Bu askeri müdahale tiplerinin kısa tanımları ve birer örnekleri şu şekilde verilebilir.
- Amerika Birleşik Devletleri’nin bir kısım askeri gücünün Soğuk Savaş
boyunca Kore’de ya da Avrupa topraklarında bulunması veya
Yugoslavya’nın dağılma sürecinde çıkan olaylarda B.M. gücünün
Makedonya topraklarında konuşlanması, “caydırıcı” harekete – deterrence
– örnekler teşkil etmektedir. Kısaca bu tip müdahalleler, karşı tarafın
atacağı adımların veya yapacaklarının getireceği maliyetin sonuçta
alacağını düşündüğü faydadan daha fazla olacağına ikna olmasını
sağlamaya yönelik olmaktadır.
- 1981 de İsrail’in Irak’ın Osirak nükleer reaktörüne harekat düzenlemesi,
veya Irak’a düzenlenen Çöl Fırtınası harekatı ise “önleyici” – preventive -
olan müdahalelere, karşı tarafın askeri kapasitesinin gelişmesinden önce
durdurma veya yok etme amaçlı olanlara verilen örneklerdir.
- “Yönlendirici” (zorlayıcı) – compellence - müdahalede ise karşı tarafın
gözünde değerli olan belirli hedefler vurulurak veya bunları yok etme
kapasitesine sahip olunduğu belirtilirek, karşı tarafın herhangi bir harekata
girişmeden önce tekrar bir fayda maliyet hesabı yapması amaçlanır. Bunun
örnekleri ise yine Birleşik Devletler’in 1983 Suriye’de ve 1994 Belgrat’ta
36 Richard N. Haas. Intervention, Washington D.C., Brooking Institution Press, 1999, s. 49-65. 37 Connaughton, a.g.e. s.1-2.
30
belirli hedefleri havadan bombalamasıyla verilebilir.
- Diğer bir müdahale türü olan “cezalandırıcı” – punitive -harekat ise karşı
tarafın atttığı adımın veya yaptığının bir bedeli olduğuna yöneliktir. 1993’te
Irak’ın ABD Başkanı (G.H.) Bush’a suikast teşebbüsünde rol aldığına, ya
da yardımcı olduğuna kanaat getiren Clinton yönetiminin uyguladığı
harekat ile Libya’nın Berlin’de terorist bir ataktan sorumlu olduğu
gerekçesiyle ABD Reagan yönetiminin Libya’yı bombalaması cezalandırıcı
olanlara örneklerdir.
- Barışıkoruma, barış yapma ve ulus inşaası – peacekeeping, peacemaking, nation building – gibi müdahale türleri daha sonra,
aşağıda Birleşmiş Milletler ve Müdahale bölümünde üzerinde ağırlıklı
olarak durulacak ve detaylandırılacak olan harekat tipleridir. Dolayısıyla bu
kısımda açıklanmayacak ve örneklenmeyecek olsalar da, burada
belirtilmesi gereken, bu çalışma Haas’ın müdahale tiplemelerinde yer alan
“barış yapma” yı farklı bir tanımla açıklamakta ve ayrıca “savaş” yapmayı
da bir müdahale tipi olarak kabul etmemektedir.
- “Menedici” veya yasaklayıcı – interdiction – müdahale, belirli ekipmanı,
kaynağı, kişiyi karşı tarafın lehinde kullanacağı istediği bir yere, liman,
terminal veya cephe gibi, varmasını engelleyici bir nitelik taşımaktadır.
Uyuşturucu ve sınırlardan yasadışı insan girişini engelleme, ayrıca ülkelere
uygulanan zorlayıcı yaptırımlar bu sınıfa girmektedir.
- İnsan hayatını kurtarma amaçlı güç kullanma harekatları ise “insani yardım”
amaçlı – humanitarian – olan müdahaleler olup, bununla aynı sınıfta
sayılabilecek fakat küçük farklılık gösteren diğer bir müdahale tipi ise
“kurtarma” – rescue – müdahaleleridir. 1980 de İran’da bulunan Amerikan
rehinlerinin kurtarılması için Carter yönetimi tarafından düzenlenen
operasyon buna iyi bir örnek teşkil etmektedir.
Diğer taraftan, yukarıda da belirtildiği üzere, konuyla ilgili araştırmacılar,
Connaughton gibi, aynı müdahale örneklerine farklı isimler vermekte, İsrail’in Irak
nükleer reaktörünü vurması veya ABD’nin Libya’yı bombalaması gibi
operasyonlara klinik ve/veya cerrahi – clinical, surgical – operasyonlar
demektedir. Başka bir örnekse, blokaj – blockade – dır. Genellikle bu tip
örneklerde amaç, deniz kuvvetlerine bağlı savaş gemilerle belli bir bölgeyi, değeri,
31
aracı korumaya almak, karşı tarafa bağlı kuvvetleri, korunan her ne ise onun
yanına yaklaştırılmamasını sağlamaktır. İran Irak savaşında ve Iraq Kuwait
savaşında körfezde, Soğuk Savaş döneminde ise Küba’da Amerikan deniz
kuvvetlerince uygulanmıştır.
Farklı isimlerle sınıflandırılabilen bu askeri müdahalelerin örneklerini çoğaltmak
oldukça kolaydır. İkinci Dünya Savaşının ardından sonra Soğuk Savaş dönemi ve
ertesinde Sovyetler’in doğu Avrupa ülkelerine, ABD’nin kendi arka bahçesi saydığı
orta ve güney Amerika ülkelerine veya bu iki kutup lideri ülkenin hemen tüm
kıtalardaki ülkelere, Hindistan’ın Sri Lanka’ya, İngiltere’nin Folkland adasına, BM’in
Kamboçya, Mozambik, Bosna’ya , NATO’nun Kosova, Afganistan’a, Batı Afrika
Ülkeleri Ekonomik Birliği’nin – ECOWAS – Liberia, Sierra Leone’ye yaptıkları
müdahalelerle örnekler çoğaltılabilir. Her ne kadar müdahaleler askeri olanlarla
sınırlansa da henüz uygulayanları ve amaçları doğrultusunda daraltılmamıştır.
Uygulayanları açısından da amaçları açısından da yelpaze oldukça geniştir.
Üzerinde durulmaya değer olan diğer bir nokta, yukarıda verilen örneklerde veya
literatür içinde, müdahaleler ile savaşların arasında keskin bir çizgi çekmek yerine
arada biraz gri alanın bırakılmasının gerekliliğidir. Müdahalelerin savaşları
kapsayıp kapsamadığı veya kapsamıyorsa müdahalelerin nerde bitip savaşların
nerde başladığına dair farklı yaklaşımlar bulunmaktadır.
b. Savaş ve Müdahale Savaş ve müdahale kavramlarını, çok keskin bir çizgi çizerek değil ama yukarıda
bahsedildiği üzere arada bir gri alan bırakmak suretiyle, birbirinden ayırmak
gerekmektedir. Fakat savaş, bu çalışmanın temelinde yer almadığından ve detaylı
analizi bu çalışmada, başka hiç bir şeye yer verilmesine müsaade etmeyecek
kadar geniş olacağından, bu bölümde evrensel olarak kabul görmüş temel
çalışmalar üzerinden yüzeysel olarak açıklanmıştır. Dolayısıyla burada savaş
kavramına, yukarıda müdahale kavramının farklı betimlemelerinin defalarca detaylı
olarak yapılmasından dolayı müdahaleye değinmeden, ikisi arasındaki farkın
anlaşılmasına yetecek kadar yer verilmiştir.
32
Savaş kavramı ile ilgilenen hemen herkesin ortak payda da buluştuğu fikirlerden
biri, tarih boyunca askeri konularla ilgili yazılmış en önemli ve etkili eserlerden
birinin, belki de en etkilisinin, Clausewitz’in “Savaş Üzerine” adlı kitabı olduğudur.
Prusya’nın 19. yy, ikinci yarısından itibaren kazandığı askeri başarılar bütün
Avrupa’nın dikkatini çekerken, daha sonra bir çok farklı ülkeye giderek dış ordulara
eğitim veren Moltke, Goltz, Blume, Meckel gibi ünlü askeri liderler ve yazarlar
kendilerini Clausewitz’in öğrencileri olarak kabul etmişlerdir. Clausewitz’in savaş
hakkında geniş ve detaylı anlatımının yer aldığı eseri, savaşın hemen basit bir
tanımı ile başlamaktadır: “Savaş, düşmanımızı irademize boyun eğdirecek bir güç
– force – eylemidir.” Burada güç, fiziki güç olarak bir araç, düşmanın iradeye
boyun eğdirilecek olması ise amaç halindedir. Amaca ulaşmak için düşmanın
silahsızlandırılması lazım gelmekte, silahsızlandırmak için ise askeri eylem
gerekmektedir.38 Bu yaklaşım tabiki düşman olarak çatışan her iki taraf için de
geçerli olunca, bu karşılıklı eylemde limitler ortadan kalkmaktadır.39 Askeri eylemin
sonucunda düşmanın silahsızlandırılması, yenilmesi, yok edilmesi beklenmektedir.
Bunun daha açık bir ifadesi savaşılan ordunun tekrar savaşamayacak hale
getirilmesidir.40 Clausewitz’in konuyla ilgili hemen herkes tarafından bilinen
cümlesinden önce, savaşın orijinal motivasyonu olarak, kendisinin ileri sürdüğü
üzere, politik bir hedefinin olduğunun belirtilmesi gerekmektedir. Yukarıda
sayılanlar sonuçta savaşın gerekliliklerini belirtmekte, fakat savaşın kendisinin ise
sonuçta siyasi bir karar olduğu kendisince vurgulanmaktadır. Bu bağlamda savaş,
hemen yukarıda bahsedilen ve oldukça bilinen ve kullanılan açıklamasıyla, bir
enstruman olarak, “siyasetin farklı araçlarla bir devamı” niteliğindedir.41
Clousewitz 19.yüzyılın ilk yarısında, tankların, savaş uçaklarının, kitle imha
silahlarının henüz olmadığı bir dönemde öldüğünde, 20. yüzyıl topyekün
savaşlarının yıkıcılığının ne kadarını öngörebildiğini kestirmek tam olarak mümkün
değildir. Fakat, betimlemesinde vurguladığı “limitlerin ortadan kalkması”, 2. Dünya
Savaşının tam ortasında Young’ın makalesinde belirttiği “askeri taktik açıdan
savaş cephesi yeniden tanımlanarak, ham maddeler, üretim alanları, fabrikalar,
arz depoları, gemi, tren, botu hatları, altyapılar da, artık askeri hedefler haline
38 Karl Von Clausewitz. On War, New York, Random House, 1943, s.3. 39 Clausewitz a.g.e s.5 40 Clausewitz a.g.e. s.8 41 Clausewitz, a.g.e. s.16
33
gelmiştir.”42 tanımına isabet ettiği rahatlıkla iddia edilebilir.
Aynı dönemde Malinowski, bir antropolog olarak kültürel açıdan ve tarihsel olarak
savaşın tanımını “kabilesel veya ulusal politika takibi için, organize askeri güç
aracıyla iki bağımsız siyasi birim arasındaki silahlı yarış”43 olarak yapmaktadır ki,
bu aşağıda müdahale ile fark yaratacak katmanlardan birisini daha
oluşturmaktadır. Wright ise, yine disiplinle ilgili hemen herkesin bilebileceği gibi,
tanımlarından birini; iki veya daha fazla düşman gruba eşit olarak silahlı güç ile
çatışma izni veren bir hal olarak yaparken, bir diğerini, bir devlet tarafından bir
diğerine veya devletler arasında şiddet eylemleri serisi olarak ortaya koymuştur.44
Yine bunlara yakın olarak, savaş, tarihsel olarak bakıldığında ve genel bir tanımla
egemen bir devletin diğer egemen bir devlet ile silahlı çatışmaya girme halidir
diyen Walzer, ayrıca savaşı en iyi ve en basit şekilde tanımlamak için limitlerinin
olmadığını söylemek gerekir demektedir.45 20. yy. ile birlikte gelişen silah sanayi
ve teknoloji, kitle olarak üretim, politikalar ve kitle iletişim, sonuçta kitle imhasını
da yanında getirmektedir. Özellikle nükleer silahlarla birlikte total yıkım
denebilecek şiddet eylemi gerçekleştirmek çokta akılların almayacağı bir eylem
gibi durmamaktadır. Bu total ya da topyekün denilen modern savaşların özelliği,
kamu ve özel farkını eritmekte, askerle sivili, savaşanla savaşmayanı, iç içe
geçirmektedir.46
Sosyal bilimlerdeki nerdeyse hemen her kavramın farklı şekillerde
tanımlanabilmesi gibi savaş da farklı tanımlara sahiptir. Bu bağlamda, yapılan bu
betimlemeleri eksik ve/veya yanlış bulan farklı kişiler de vardır. Hatta bundan
Clousewitz de nasibini almaktadır. Mesela Levy, savaşın ulusal politika takibi,
dolayısıyla politikanın bir diğer aracı olması halini benimsememekte, kavramın
tamamen, motivasyonlardan bağımsız olarak, hatta sebep ve sonuçlarından da
ayrıştırılarak betimlenmesi gerektiğini bildirmiştir. Aynı zamanda kendisi her ne
42 Kimball Young, “The Psychology of War”, War as a Social Institution, ed: Jesse D. Clarcson, Thomas C. Cochran, New York, Columbia U. P. 1941, s.11. 43 B. Malinowski, “War – Past, Present and Future” War as a Social Institution, ed: Jesse D. Clarcson, Thomas C. Cochran, New York, Columbia U. P. 1941, s.22. 44 Quincy Wright, A Study of War, Chicago, University of Chicago Press, 1965, s.8. 45 Bernardo Contens, “Francisco De Vittoria’s Just Intervention Theory and the Iraq War”, APA – American Philosophical Association, 2005, V. 4. No:2 s.2. 46 Mary Kaldor, New and Old Wars: Organized Violance in a Global Era, Stanford, Stanford U. P. 1999 s.25.
34
kadar Malinowski’nin yukarıda yapılan tanımına katıldığını belirtse de, onun da
minimum çatışma veya şiddet eşiğini belirtmediği için nerden itibaren bunların
savaş sayılabileceğinin anlaşılamadığından dolayı eksik kaldığını ifade etmiştir.47
Örnek olaraksa, sınır ihlallerinde oluşan sıradan olaylar veya kısıtlı cezalandırıcı
vuruşların savaş sayılabilmesi için yeterli gerekliliği sağlayamadığını ileri sürerken,
aslında bu çalışmanın bu bölümünde yapılan savaş - müdahale farkını da fazla
gerekçelendirmeden kendisi ortaya koymaktadır ki, aşağıda bunlar daha geniş
olarak detaylandırılmıştır. Levy’nin kendi savaş betimlemesi ise, bağımsız siyasi
birimlerin organize askeri güçleri arasındaki oldukça geniş bir silahlı çatışma
şeklindedir.48
Levy’nin diğer tanımlara itirazı, savaşın hangi noktadan sonra çatışma eşiğini
aştığını belirtememiş olmalarından kaynaklanmaktadır. Kendi tanımında yaptığı
“oldukça geniş, önemli – substantial – silahlı çatışma” kısmını, açıp, içini
doldururken ise, farklı çalışmalarda da kullanılan bir kriter olarak, bu çatışmaların
sonucunda verilen kayıpların sayısından yola çıkmaktadır. Wright, mesela,
yukarıda kendinden betimlemesini aldığımız savaşın savaş olabilmesi için 50.000
kişilik bir silahlı birliğin olaya dahil olması gerektiğini belirtirken, Bodart, birbirine
düşman olan tarafların 2000 kişilik bir kayıp, ölü, yaralı toplamına erişmesi
gerektiğini belirtmektedir.49 Singer ve Small ise olayın devletler arası bir savaş
olabilmesi için en azından her taraftan en az bir aktif katılımcının olması gerektiğini
belirtirken, burda hem savaşan gücün boyutunun hem de çatışmada ölenlerin
sayısının önemli olduğunu vurgulamaktadırlar. Bu konuda detaylı tanımlamalar
yapan Singer ve Small’ın çalışmalarına daha derin girmeden, sadece, çatışmanın
savaş boyutuna gelmesi için katılanlardan toplam 1000 kişilik bir zaiyatın oluşması
gerektiğini belirttiklerini söylemek yeterli olacaktır.50
Sonuçta, genel olarak yapılan tanımlara bakıldığında, savaşın bir politikanın
devamı olup olmadığının kabulü veya reddi, sebep ve sonuçlarının betimlemeye
47 Jack S. Levy, War in the Modern Great Power System, 1945-1975, Lexington, University Press of Kentucy, 1983, s.51. 48 Levy, a.g.e. s.51-52. 49 Gaston Bodart, Losses of Life in Moder Wars, London, Oxford University Press, 1916, s.79 50 J. David Singer, Melvin Small, , The Wages of War 1816-1965: A Statistical Handbook, New York, John Wiley & Suns. 1972, s. 38
35
dahil edilmesi veya ayrıştırılması, ve bunların kavramın tanımında yer bulup
bulmamaları herhangi temel bir eksikliğe veya yanlışlığa sebebiyet vermemektedir.
Diğer taraftan, kabile, devlet veya devletler topluluğu tarafından olmasında,
bunlara bağlı organize askeri gücün kullanılmasında, ve bu güçlerin karşılıklı
olarak çatışmaya girmesi gerektiğinde de, savaşın savaş olarak tanımlanması
açısından temel olarak ortak bir kanının varlığı açığa çıkmaktadır. Ayrıca, yapılan
tanımların hemen hepsinde vurgulanan ortak olan bir nokta daha vardır ki, burası
eksik bırakıldığında, tanımlamanın yanlışlığına sebebiyet verecek ciddiyettedir.
Fakat bu nokta tanımda ortak olarak yer alan ve temel kabul edilen kısım kadar bir
kesinlikle de ifade edilememektedir. Wright’ın 50.000 kişilik bir silahlı birliğin dahil
olmasını istemesi, Levy’nin bunu eksik bularak kaçının zaiyat olduğunun
vurgulanması gerektiğini belirtmesi, Bodart’ın 2000 kişilik kayıp, ölü, yaralı
toplamına erişmesi gerektiğini vurgulaması, Singer ve Small’ın katılanlardan 1000
kişilik bir zaiyatın oluşmasını beklemesi, aslında tam olarak bu bölümde
yapılmakta olan savaş – müdahale ayrımının temelini oluşturmaktadır. Argumanın
daha iyi anlaşılması açısından bir örnek olarak ve Levy’nin söylediğini daha da
basite indirgeyerek, herhangi iki devlet arasındaki sınırda, bu bağımsız politik
birimlere bağlı olan organize silahlı gücün birer üyesi (asker) birbirlerine ateş açsa
ve biri ölse, bu bir savaş olarak tanımlanabilir mi sorusuna olumlu cevap vermek
mümkün gözükmemektedir.
Bir üst bölümde detaylıca sayılan ve açıklamaları yapılan müdahale çeşitleri,
hemen yukarıda savaşla ilgili sorulan basit soruya genel olarak olumsuz cevap
verildiğinin aslında bir göstergesidir. Öyledir, çünkü yapılan bu operasyon ve
çatışmalara savaştan farklı isimler verilmesi, zaten bunların savaştan farklı
olduğunun kabul edildiğinin bir belirtisidir. Ayrıca, her ne kadar tek tek birer isme
sahip olsalar da, yine farkı belli edecek bir şekilde, çoğu zaman tümüne “savaştan
aşağı” gibi – short of war – veya “savaş harici askeri operasyonlar” gibi – military operations other than war - genel kabul görmüş isimler verilmektedir ki, bu da
savaş kavramı çerçevesi içine girmediklerini göstermekte, veya tümünü sonuçta
yine genel olarak müdahale kapsamına sokmaktadır. Bu noktadan hareketle,
savaş – müdahale farkını ortaya koyan, ve bu iki kavramı ayıran en önemli fark,
savaşın topyekünlüğünün, limitsizliğinin burada kendini müdahalelerin limitli
hedeflerine indirgemiş olmasıdır. Ayrıca, her ne kadar tarihte deklarasyonu ilan
36
edilmemiş savaş olsa da, savaş öncesi bir savaş deklarasyonunun olması
gerektiği, küçük bir ayrıntı olarak farkların arasına eklenebilir. Bunun karşıtında
ise müdahalenin gerekçelendirilmesinin belirtilmesi yatmaktadır ki, aşağıda bu
konu detaylandırılmıştır.
Genel olarak müdahalelerin, fakat özellikle bu çalışmada ortaya konan Birleşmiş
Milletler müdahalelerinin savaştan farkını derinleştirmek için biraz daha detaylara
inmek gerekmektedir. Bu amaçla genel olarak savaş - müdahale farkının, tarihsel
olarak nispeten gri alanını taşıyan topyekünlük farkından çok daha fazla
zenginleştirilebilecek savaş – Birleşmiş Milletler müdahaleleri farklarına değinmek
yukarıda belirtilen derinliğin daha iyi anlaşılmasını sağlamaktadır. Hatta, bu
bağlamda, BM müdahaleleri kendi içinde ayrıştırıldıklarında bu fark çok daha
netleşmektedir. Diğer bir ifade ile burada yapılan, önce, savaş ve genel olarak
müdahale farkını ortaya koymak, sonra savaş ve BM müdahaleleri farkını ortaya
koymaktır. Tabi bunu yaparken aslında yatayına kesen farklar da açığa
çıkmaktadır. Yani BM müdahalalerinin hepsinde yer alan fakat genel ve tarihsel
boyutuyla tüm müdahalelerin hepsinde yer almayan, topyekünlük harici, farkların
da gözükmesi sağlanmaktadır.
Birleşmiş Milletler müdahalelerinin gerçekleştirilmesinden önce, bu yapılacak
müdahalelerin gerekçesinin ve sonuçta ulaşılması planlanan hedeflerin açıkça
ilanı, ayrıca müdahale tarihinin başlangıcının açıklanması ve hedeflenen
coğrafyada kalınılacak sürenin belirtilmesi, savaş ile farkın en detaylı bir şekilde
ortaya çıkmasını sağlamaktadır. Burada belirtilen farklar sadece Birleşmiş Milletler
müdahalelerinde değil genel olarak tarihsel klasik müdahalelerde de
gözükmektedir ki, bu hemen yukarıdaki paragrafta bahsedilen yatayına kesen
farklardan biridir. Fakat ayrıştıran detay, bu farkların tümünün, her zaman, sadece
BM müdahalelerinde olmasıdır. Diğer bir savaş – müdahale farkı ise, gerekçe,
hedef, süre belirtilmesi haricinde, sevkedilecek gücün, BM tarafından
detaylandırılmasıdır. Konuşlanacak olan gücün, kara, deniz veya hava
kuvvetlerinin yapacağı katkının, sayısal olduğu kadar, zırhlı, hafif zırhlı gibi
kalitesel detaylarının açıklanması savaş – müdahale farkını iyice
keskinleştirmektedir.
37
Bu çalışmanın ortaya koyduğu yukarıda sayılan farkların haricinde, değinilmesine
değer bulduğu ve gerek klasik tarihsel müdahale tiplerinde görülebilecek, gerekse
(tüm) BM müdahalelerinde görülebilecek, yani yatayına kesen, savaş – müdahale
farkları ise (tartışmaya oldukça açık olduğunu kabul ederek) ulusal politika takibi
ve psikolojik düşman algısıdır. Her ne kadar savaşın (Levy gibi) nedeninden ve
sonuçlarından bağımsız olarak düşünülmesini öne sürenler olsa da, bu ancak,
sadece savaş kavramının çerçevesini çizmek itibarıyla kabul edilebilir bir
yaklaşımdır, oysa sonuçta savaş (Clousewitz’in de belirttiği gibi) bir politik tercih
veya onun farklı araçla devamıdır. Bu bağlamda BM müdahalelerin bir ulusal
politika devamı olduğunu kabul etmek oldukça zor gözükmektedir.
Diğer fark ise psikolojik açıdan, BM tarafından yapılan müdahalelerde sevkedilen
kuvvetlerde bulunan askerlerin karşı tarafı ne şekilde algıladığıdır. Savaş için
gönderilen bir kuvvette bulunan askerlerin karşı taraf için algıladığı “elimine
edilmesi gereken düşman” duygusuna, bir BM müdahalesinde bulunan güçteki
askerin sahip olması asla beklenmemektedir. Fakat burada belirtilmesi gereken bir
detay ve bir derinlik katmanı daha şudur ki; BM müdahalelerinin kendi içindeki
sınıflandırmasında barışa zorlama – peace enforcement –, çalışmanın bir sonraki
bölümünde detaylıca açıklanacağı gibi, BM şartnamesinin VII. Bölümüne göre
düzenlenerek, hedef coğrafyada belirlenen amaca ulaşmak için, askeri güçte dahil
olmak üzere bütün gerekli araçların kullanılmasına kapı açmaktadır. Bu bağlamda,
BM Şartnamesinin belirtilen bölümüne göre yapılan zorlama operasyonlarında, bu
kuvvete katılan askerlerin “diğer tarafı” algısı, BM’in diğer kategorik
operasyonlarına katılan kuvvetlerde yer alan askerlerin “diğer taraf” algısından
farklı olduğunu kabul etmek kaçınılmazdır. Fakat bunun, bireysel değil ama genel
olarak kuvvet veya operasyon bazında, hangi dereceye kadar asker üzerinde
savaş nitelikli olarak algılandığı tartışması spekülatif kalacaktır.
Sonuçta, bu alt bölümün başında belirtildiği gibi bu konuda bir gri alanın varlığı
kabul edilebilir gözükmektedir. Genellikle bu gri alan üzerinde yapılan
örneklemelerde öne sürülen Kore veya Irak savaşının sonuçta bir BM müdahalesi
olduğu spekülasyonu, bu çalışmada, hem bütçelerinin hem yönetimlerinin BM
tarafından üstlenilmediği gerekçesiyle reddedilse de, farklı ülke, ülkeler veya
organizasyonlar tarafından yapılan müdahalelerin, savaş mı müdahale mi olduğu
38
tartışmalarının devam edeceği de kabul edilmektedir. Fakat, yapılan
müdahalelerin, kim tarafından hangi amaçla yapıldığına bakılmaksızın, savaş ile
olan farkları gittikçe daralan bir şekilde burada ortaya konulmuştur. Ortaya çıkan
en geçerli ayrımın ise savaşta görülen, modern zamanların isimlendirmesiyle
topyekünlük, klasik tarihsel isimlendirme ile limitsizlik, olduğu aşikardır.
c. Müdahalelerde Meşruiyet
Bu bölüm yukarıda daha önce yapılan müdahale ve yaklaşımlar kısmıyla (1A)
oldukça yakından ilgilidir. Çünkü, yaklaşımların müdahale kavramına olan
farklılıklarının kökeninde egemenlik ve meşruiyet anlayışlarının da etkisi vardır. Bu
bağlamda, burada, ayrı bir bölüm açılmasının nedeni, egemenlik ve meşruiyet
kavramlarının kendilerini, hemen savaş ve müdahalenin altında tanımlamak
düşüncesiyledir.
Uluslararası ilişkiler disiplininin hemen hemen en önemli, genel ve geniş çalışma
alanları içinde yer alan savaş kavramı gibi bir alana, yukarıda, bu çalışmanın
amacına hizmet edecek kadar değindikten sonra, yine ona yakın bir geniş alanı
kapsayan egemenlik ve meşruiyetin kavramsal ve pratik uygulamalarının
oluşturduğu alana da gerektiği kadar değinilerek, tanımlarının yapılması ve
müdahale kavramı ile ilişkilerinin değerlendirilmesi gerekmektedir. Kavramlara
değinilmelidir, çünkü, yaklaşımların bir kısmında (aslında Soğuk Savaş öncesi ve
sonrasında yaklaşımlarda konuya bakışın yer değiştirdiğini gördüğümüzde
nerdeysa tümünde) görüldüğü üzere, konu egemenlik ihlali olarak gözükmektedir.
Bu bağlamda, burada, yukarıda etik yaklaşımlara değinilerek yapılan açıklamalar
göz önünde tutularak, ve etik ile aynı başlık altındaki bölümde yer alan uluslararası
hukuk konusu biraz daha genişletilerek, bu ihlalin konusu açıklanmıştır.
Kavramın kısa bir literatür taramasını, en iyi şekliyle, orta çağın sona ermesinden
itibaren gelişen olayların basit kronolojik sıralaması şekliyle yapmak, egemenlik ve
meşruiyet kavramlarının anlaşılmasına yardım edecektir. Kavramın tam olarak
yerine oturması ve modern devletlerin önce mutlaki formla ortaya çıkması bu
dönemden sonra olmuştur. Daha öncesinde, Hristiyanlık dünyasında papa ile
39
çekişen kral, prens veya dünyevi siyasal yönetici, yönetim gücünün tanrıdan
geldiğine inanarak, onun ancak dini liderle paylaşımı üzerinden hareket etmiştir.
Diğer bir ifade ile, “güç” ün Tanrıdan bağımsız olarak, atanmışlık haricinde,
kullanılabileceği kimsece pek düşünülememiştir. Bu manada, egemenlik
kavramının dünyevi ve siyasal olarak kullanımı mutlaki yönetimlerle de bağımlıdır.
Dönemde, ortaya çıkan gerek din boyutlu olan, gerek siyasal veya düşünsel,
gerekse ekonomik ve teknolojik gelişmeler devletlerin bugünkü hallerine
bürünmesinde önemli roller aynamıştır. Mesela, protestanlığın ortaya çıkarak
Hıristiyanlığı bölmesi, devletlerin siyasi olarak bunu kullanması, Macchiavelli, ve
Hobbes gibi düşünürlerin bu konuda öncü eserler bırakması, tacirlerin merkezi
desteklemesi, tüfek ve top kullanımının merkezin feodal yapıda üstünlük
sağlaması, hep bu dönemin farklı gelişmeleri olarak ortaya çıkmıştır. Tabi ki, bu
arada kavramın ilk ve en önemli tanımlarından birini de Bodin “Bir devlette
egemenlik, yurttaşlar ve tabi ler üzerindeki en üst, mutlak ve sürekli güçtür” diyerek
ortaya koymuştur.51
Bodin’in betimlemesinde kullandığı terimlerin detaylı analizini, bu çalışmaya bir
katkıda bulunmayacağı için yapmaya, ve egemenlik nedir tanımından sonra çokça
yapılan egemen kimdir tartışmasına dahil olmaya, gerek görülmemiştir. Bu konuda
literatürde ikna edici en kısa cümlelerden biri; “kavram olarak egemenlik kaynağını
toplumda bulsa da, yerini devlette almıştır” cümlesidir. Çünkü, (tarihsel olarak)
prenslerin karşı konamaz egemenliği konusunda ısrar edenler dahi genellikle
egemeliğin kaynağının toplumsal iradede yattığını kabul etmişlerdir.52 Bu
bağlamda, uluslararası politika açısından, 30 yıl savaşlarının Westphalia barışı ile
biterek devletlerin egemenliklerini kazanmaları, uluslararası yapıda da, aşağıda
açıklanacağı üzere, köklü değişikliklere sebebiyet vermiştir.
Hıristiyanlığın bölünmesiyle gerçekleşen ve 1618-1648 yılları arasında, 30 yıl
süren savaşa, sadece din savaşı demek mümkün değildir. Siyasi olarak, iradenin,
yukarıda bahsedildiği üzere, kiliseden bağımsızlığı anlamına da gelmektedir.
51 J. Bodin, Six Books of the Commonwealth, çev. M.J. Tooley, Oxford, Blackwell’s Pub. 1955, s.23 52 Jo-Anne Pemberton, Sovereignty: Interpretations, Hampshire, Palgrave Macmillan, 2009, s.19,
40
Herşeyden önce, uluslararası alanda Protestanlığın tanınmasıyla kilise-devlet
ayrımına izin vermesi, ikinci olarak, bazı küçük devletlerin konumunu uluslararası
toplumun üyeleri haline yükseltmesi, üçüncü olarak ise Avrupa’da yeni bir siyasi
güç dengesi yaratması, (Kutsal Roma İmparatorluğunun de facto sonunu
getirererek) Westphalia anlaşmasının getirdiği çok önemli değişiklikler olarak
sayılabilir.53 Eğer, egemenliğin bir betimlemesi, “belli bir toprak parçası üzerindeki
süprem – en üst - meşru otorite” ise ve bu barıştan daha önce toprakları üzerinde
hiçbir meşru otorite süprem olamadıysa, ancak bu savaşın sonunda oluşan barışla
birlikte bunun yolu açılmıştır.54 Bu sayede, 17 yy. dan itibaren devletler sınırları
belirlenmiş topraklar üzerinde en üst otorite olarak tanınmaya başlanmıştır. Bu da,
hem kilisenin siyasi irade olarak uluslararası ve uluslar ötesi iddialarının, hem de
feodal beylerin ve/veya asillerin siyasi, hukuki yetki alanlarındaki karmaşanın
sonunu getirmiştir.55
Nispeten iyimser bir bakışla, yaklaşık 150 yıl önce yapılan bir saptama olan “bir
çok şekilde, gerek büyüklük gerek kaynaklar bakımından farklı olanlar arasında,
legal anlamda bir eşitlik teorisinin ortaya konması toplumların ilerlemesi açısından
oldukça önemlidir”56 cümlesi, aslında uluslararası planda egemenlik kavramının ne
anlama geldiğini, ya da en azından gelmesi gerektiğini oldukça başarılı bir şekilde
ortaya koymaktadır. Kısaca , Avrupa’daki bu yeni siyasi yapı, egemenlik doktrinin
ortaya çıkışının temel nedenidir demek doğru bir saptama olacaktır.
Her ne kadar uluslararası siyasette Westphalia anlaşması bir kırılma noktası
olarak görülse de, aslında o dönemde bu yaklaşım, pratik anlamda, tüm devletler
tarafından hemen ve sorunsuzca tabi ki kucaklanmamıştır. Anlaşmayı imzalayan
tarafların içinde de yer alsalar, kendileri için istediklerini - ki bu, toprakları üzerinde
dış müdahale olmadan tek ve en üst siyasi irade olmak demektir - komşu devletler
için istemediklerini davranışlarıyla belirtmişlerdir. Dolayısıyla, bir egemen devlet
53 J.L. Brierly, The Law of Nations: An Introduction to the International Law of Peace, New York, Oxford University P. 1963, s.5 54 Daniel Philpott, “Sovereignty: An Introduction and Brief History”, Journal of International Affairs, 48:2 1995, Winter, s.357-360. 55 J. Samuel Barkin, ve Bruce Cronin, “The State and the Nation: changing norms and the rules of sovereignty in international relations”, International Organization, V.48, I.1, 1994, s.111 56 Pemberton, a.g.e. s 54.
41
sistemi, ancak, devletlerin egemenlik prensibini diğer devletlere de uygulamaya
istekli oldukları zaman gerçekleşmiştir. Bu bağlamda, geleneksel görüşe
katılmayanlarında gerekçesi tam bu noktada yatabilir.
Mesela, Osiander, egemenlik, kelime olarak eski olsa da, içeriğini Westphalia dan
daha çok 19. ve 20. yy. uluslararası hukukçularına boçludur demekte, çünkü,
kavramın içinin dolduruluşu, 30 yıl savaşlarından sonra değil, aslında Napolyonik
savaşlardan ve endüstrileşmeden sonra gerçekleştiğini belirtmektedir.57 Veya
Krasner, tanımı, Westphalia ile kurulan egemenliğin basit mantığı, dış aktörlerin,
herhangi bir iç otoritenin yönetim yapısından dışlanmasıdır58 şeklinde yapsa da,
kendisi aslında Wesphalia’nın müdahale etmeme normuyla bir alakası olmadığını,
terminolojiye bu şekliyle çok fazla kullanıldığı için girdiğini de belirtmektedir.
Kendisi, müdahale etmeme prensibinin ilk olarak açık bir şekilde Wolff ve Vattel
tarafından 18. yy.ın ikinci yarısında ortaya konduğunu belirtmektedir.59 Krasner,
egemenlik kavramını, dört alt başlıkta inceleyerek, - İç egemenlik, karşılıklı bağımlı
egemenlik, uluslararası legal egemenlik ve Westphalia egemenliği gibi60 - herbirine
farklı anlamlar yüklemektedir. Gerçi, yaklaşık 10 sene kadar sonra yazdığı başka
bir kitabında karşılıklı bağımlı egemenliği, iç egemenliğe dahil ettiğini
açıklamıştır.61 Fakat, daha önce de üstünde durulduğu gibi, bu çalışmanın boyutu
açısından, kavramla ilgili tartışmalara dahil olmak yerine, tanımların, farklı
görüşleri de belirterek, genel olarak anlaşılmasının sağlanması yeterli
görülmektedir.
İtirazlara katılıp katılmamak bir yana, sonuçta, tarihsel olarak, bu Westphalia tipi
egemenlik anlayışının ilk aşınması veya buna ilk karşı geliş, ağırlıklı olarak, 1789
Fransız devrimi ile gerçekleşmiştir. Veya farklı bir ifade ile, itirazlar da göz önüne
alındığında, sistemde Westphalia ile en azından kurulan egemenlik anlayışı,
aslında Fransanın kendi, ulus, cumhuriyet, özgürlük anlayışlarını diğer devletlere
57 Anreas Osiander, “Sovereignty, International Relations, and the Westphalian Myth”, International Organization, V55, I.2, 2001, s.281 58 Stephen D. Krasner, Sovereignty: Organized Hypocracy, New Jersey, Princeton University P. 1999, s.20. 59 Krasner, a.g.e., s 21. 60 Krasner, a.g.e., 10-25. 61 Stephen D. Krasner, Power, The State and Sovereignty, New York, Routledge P., 2009, s.15.
42
ihraç etmeye çalişması ve bunlara bağlı olarak gerçekleşen Napolyonik savaşlar
sonrasında daha farklı bir düzenin kurulmasıyla, daha bir yerli yerine oturmuştur.
Fakat, burda dikkat edilmesi gereken, yine bu çalışmanın konusu açısından,
Fransa, diğer devletlerin iç işlerine, ve/veya egemenliklerine, belirtilen
gerekçelerle, müdahaleyi meşru görürken, karşısında yer alan diğer güçlü Avrupa
devletleri bunu meşru olarak görmemişlerdir. Diğer taraftan, Napolyonik savaşların
sonucunda oluşturulan mevcut sistemin korunması için ise, müdahale bu defa
Napolyon’un karşısında yer alan Avrupa devletleri tarafından meşru görülmüştür.
Dolayısıyla, ortada müdahalelerin kimler tarafından hangi durumda meşru
görüldüğü konusunda tarihsel bir problem vardır. Aynı problemler ve düzenlemeler
1. Dünya savaşına giderken ve ertesinde, ve 2. Dünya Savaşı öncesi ve
sonrasında da ortaya çıkmıştır.
Burada, konuya kavramsal olarak yaklaşılırken, aynı zamanda bir parantez
açarak, tarihsel süreç içinde devletlerin müdahale uygulamalarına da örneklemeler
getirmenin faydalı olabileceği düşünülmüştür. Bu bağlamda, ilk örneklerden birini
oluşturabilecek olan, bahsedildiği üzere, Napolyonik savaşlar ertesinde oluşturulan
Avrupa Uyumu müttefikliğinin, mevcut yapıyı (monarşik) ve barışı korumak adına
müdahaleyi hak olarak kullanmasıdır. Veya, hemen aynı dönemde ise İspanya’nın
Güney Amerika kolonileri ayaklandığında ABD’nin Avrupa’nın herhangi bir
müdahalesine izin vermeyeceğini açıklaması, ki bu politika Monroe doktrini olarak
bilinmektedir, Winfield’a göre, kavramın ya da terimin ilk kez disiplinin jargonuna
bir sanat olarak 19. yy. da girdiğini göstermektedir.62 Fakat buna rağmen terim
kullanım alanı açısından tam olarak yerine oturmamıştır, çünkü, 1849 yılında
Avusturya ve Macaristan arasındaki savaşa, barış için arabulucu rolü
üstlenebileceği açıklaması yapan İngiltere’nin bu fikir beyanı bile bir müdahale
örneği olarak algılanmıştır.
Örneklemeler müdahalenin tiplemesine göre, tek taraflı veya çok taraflı olmasına
göre, alanı geniş tutulursa diplomatik, askeri, vs. olmasına göre, (hatta dönemine
göre) genişletilebilir ve kategorize edilebilir. Yukarıda ki “Müdahale Örnekleri ve
Sınıflandırmaları” bölümünde bunun örnekleri verilmiştir, fakat, burada egemenlik,
meşruiyet gibi kavramların tarihsel başlangıç noktaları ve gelişimleri incelenirken, 62 Winfield, a.g.e. s. 134-135.
43
burada yapılacak birkaç tarihsel örneklemenin, konuya paralellik ve derinlik
katacağı düşünülmüştür. Mesela, her ne kadar, insani müdahale – humanitarian intervention - teriminin ilk olarak 19. yy sonlarında, William E. Hall tarafından
kullanıldığı kabul edilse de, benzer terimler, insanlık adına müdahale gibi –
intervention on the ground of humanity – daha önceki dönemlerde İngiliz ve
daha eski olarak Fransız literatüründe bulunmaktadır.63 Uygulamalarına verilen
örnekler ise, Osmanlı’nın bünyesindeki Hristiyan topluluğa (Girit ve Makedonya
gibi) muameleleri sonucu, Avrupa güçleri ve Rusya’nın diplomatik müdahalelerine
maruz kalması, belirli bedel ödemek zorunda bırakılmasıdır. Veya, Rusya’nın
kendi toprakları üzerindeki Polonya asıllılara karşı yaklaşımı, Avrupa’nın güçlü
devletlerinin diplomatik müdahalesini getirmiştir.
Zorlama yöntemlerin, veya farklı ifade ile askeri gücün kullanıldığı fakat insani
olduğu ileri sürülen müdahalelere tarihsel örnekler olarak, İngiltere Fransa ve
Rusya’nın 1827 Yunanistan ayaklanmasına müdahaleleri, Almanya’nın 2. Dünya
Savaşı başlamadan hemen önce gerçekleştirdiği Bohemia ve Moravia’yı istilası,
veya aynı gerekçe ile Japonya’nın Mançurya istilası verilebilir. Sömürge yarışının
haricinde, 2. Dünya Savaşı sonrası Soğuk Savaş döneminde ise zaten iki kutuplu
sistemin kutup liderlerinin ve burada yer alan diğer aktörlerin müdahalelerinin
örnekleri ise daha önceden verilmiştir. Bu kısa fakat tarihsel örnekler ile
uygulamalar parantezini kapatarak tekrar egemenlik kavramına ve bununla ilgili,
diğer bir ifade ile, müdahale etmeme veya kimin, hangi gerekçeyle, nasıl
müdahele edebilmesiyle ilgili, evrensel standartlar geliştirme incelemelerine
dönüldüğünde ise, bir taraftan egemenliklere müdahalenin olmaması, diğer
taraftan bu müdahalelerin ortadan kalkması için oluşturulan evrensel
organizasyonlar ve ilkeler yapılandırıldığı görülmektedir.
Özellikle 2. Dünya savaşı sonrasından günümüze kadar ve halen günümüzde de
devam etmekte olan yoğun bir entelektüel üretim bu sahada yapılmaktadır. Gerek
daha önce bahsedildiği üzere yaklaşımlarla, realist veya liberal, gerekse mesleki
olarak, siyaset bilimi, uluslararası hukuk, veya uluslararası ilişkiler düşünürleri,
hatta felsefeciler, modernist, post modernist, kavramın tarihsel hareketlerini ve
63 Simon Chesterman, Just War or Just Peace?: Humanitarian Intervention and International Law, Oxford, Oxford University P. 2001, s.24.
44
temel prensiplerini çerçeve içine almaya çalışmışlardır. Sonuçta ise, Vale’in dediği
gibi, katılmaması hemen hemen mümkün olmayan bir “entelektüel Somali” ortaya
çıkmıştır ki, “rekabet içindeki teoriler temelinde savaşan akademik kabilelerin
parçacıklara ayırdığı bir disiplin” vardır ortada.64 Aslında bu konuya son
zamanlarda çokça değinenler, sadece bireyler, akademisyenler değildir. Özellikle
Soğuk Savaş sonrasında uluslararası organizasyonların da bu konuya ağırlıklı
olarak eğildiği görülmekte, egemenlik ve müdahale konusunda bir standart
saptamaya çalıştıkları gözlemlenmektedir. Özellikle aşağıda ayrı bir bölüm altında
incelenecek olan Birleşmiş Milletler bu konuda öne çıkarken, örnek olarak 2001
yılında bu konuda belli standartları getirmek için yapılan bağımsız bir çalışma olan
“Koruma Sorumluluğu” – Responsibility to Protect – 2004 yılında, kurumun
reform raporuna katılmıştır.65 Bu aslında bir manada, tüm yukarıda farklı yönleriyle
değinilen, yaklaşık 350 yıllık bir tarihe sahip olan egemenlik kavramının, en ciddi
şekilde erozyona uğraması durumudur.
Görüldüğü üzere egemenlik, uluslararası siyasette ortaya çıkış anından itibaren
dışardan müdahalelere izin verilmemesi anlamında nerdeyse kutsallık içerse de,
“o halde, kimin, ne zaman, hangi şartlarda müdahale etmesi meşru olarak
görülebilir veya uluslararası hukuğa uygundur” sorusu cevap gerektiren bir soru
olarak ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla, müdahalelerin yapıldığında veya
yapılabilmesi için, “uluslararası hukuk”a uygunluğu, “meşru” kabul edilmesi gibi
terimlerin de kısıtlı bir alanda, savaş ve egemenlik kavramlarında yapıldığı gibi,
çalışmanın amacına uygun hale getirilmesi adına, doyurucu bir şekilde
tanımlanmaları gerekmektedir. Zira, sonuçta, devletlerin egemenliğine dokunan bir
müdahaledir sözkonusu olan. Yapılan müdahalelerin de hangi şartla, veya
uluslararası hukuğa uygunluğu açısından, meşru görülüp, görülmediği sorunsalı
vardır ortada.
Aslında, modern anlamda uluslararası hukuğun da, egemenlik kavramıyla aynı
dönemde başlayıp geliştiği rahatlıkla ileri sürülebilir. Her ne kadar bir yandan,
64 Peter Vale, “75 Years on: Rewriting the Subject’s Past”, S, Smith, K. Booth, M. Zalewski ed.s, International Theory: Positivism and Beyond, Cambridge, Cambridge University P. 1996, s. 331 65 United Nations, “A More Secure World: Our Shared Responsibility”, New York, UN, s. 66-67.
45
kökleri itibarıyla Roma döneminin, “ius gentium”, uluslararası hukuğun başlangıcı
olarak kabul edildiği iddiası kendine taraftar bulsa da, aslında 19-20. yüzyıla kadar
çalışılacak ayrı bir disiplin sahası olmadığı, takip edilenin bir devletin dış hukuğu
olduğu iddiası da diğer yandan ileri sürülmüştür.66 Literatürde genel eğilim,
Westphalia ‘ya kadar hukuğun ağırlıklı olarak “doğal hukuk” temelli olduğu,
teolojinin, geleneksel hukuk yazıcılarında baskın olduğu şeklindedir. Grotius’ın öne
çıkmasının en önemli nedenlerinden biri ise, her ne kadar doğal hukuğun varlığını
kabul etsede, insanın rasyonel bir hüküm verici olma özelliğine vurgu yaparak
uluslararası hukuğu dünyevileştirmesinden kaynaklanmaktadır.67 Diğer bir görüş
ise, uluslararası hukukta skolastik düşünce hakimiyetinin pozitivist yaklaşımla sona
ermesiyle ve Avrupa’da güç dengesinin hüküm sürmeye başlamasıyla, egemenlik
kavramının meydana çıktığını belirtmektedir. Fakat burada ana rol, müdahalenin
kesinlikle yasaklanmasını, uluslararası hukuk prensiplerini, pozitivist anlayışla
doğal hukuktan ayıran Christian Wolff’ a verilmektedir.68 Bunun sebebi ise,
Wolff’un haklı savaş veya müdahale gerekçelendirmesini, bir devletin Tanrı’ya
karşı gelmesine veya doğal hukuğu ihlal etmesine dayamaktansa , ancak zararının
bedelini başka şekilde karşılayamayacaksa bu yola başvurması gerektiğine
yaslamasından kaynaklanmaktadır. Aslında tersten okunduğunda da, bu şartlar
oluşmazsa müdahale edilmemesi gerektiği de anlaşılmaktadır.
Wolff, ve onun izlerini takip eden Vattel’de, yukarıda egemenlik konusunda
değinildiği gibi, bir devletin iç yönetimine yapılacak bir dış müdahalenin, kendini
savunma hariç, kabul edilemeyeceğini belirlemiş, her ikisi de Grotius’u
eleştirmekten kendilerini alamamışlardır. Literatürün önemli bir bölümü de aslında
bu konuda Wolff ve Vattel’i öne çıkararak, onların Grotius’u doğal hukuktan bir
türlü vazgeçememesinden dolayı kınadıklarını belirlemektedir. Wolff ve Vattel’in
demek istedikleri şudur aslında; eğer bir devlet başka bir devlete müdahale
edecekse, ki bunun yolu Grotius ta teolojik ve ahlaki değerlere dayanılarak açık
bırakılmıştır, bu kesinlikle ya kendisinin belirli bir devlet tarafından haksız olarak
zarara uğratılmasının bedelini başka türlü çıkaramayacağından, ya da kendi
66 Olga V. Butkevych. “History of Ancient International Law: Challenges and Prospects”, Journal of the History of International Law, V.5, No.2, 2003, s.191. 67 Craig J.:Barker, International law and International Relations, London, Biddles P. 2000, s.4. 68 Chesterman, a.g.e. s.17.
46
güvenliğini sağlamak zorunda kalmasından dolayı olmalıdır. Yukarıdaki bölümde,
müdahalelerin hukuk ve etik açıdan değerlendirilmesinde, Grotius’un devletlerin
kendilerinden daha büyük bir ahlaki düzenin elementleri olarak görülmesi
gerektiğinden bahsedilmişti. İşte kopuş tam bu dönemde başlamaktadır. Hem
kendisi pozitif hukuğa geçişte önemli rol oynamıştır, hem de kendinden hemen
sonra gelenlerce (17-18.yy.) bu kopuşu tam gerçekleştiremediği için eleştiriye
uğramıştır. Bu noktadan sonra ise pozitif hukuğun hakimiyeti ile devletler artık
belirli bir ivme ile dokunulamaz, müdahale edilemez bir konuma yükselmişlerdir.
19. yy. da ise, müdahale etmeme normu, özellikle Hegel’den sonra, artık
uluslararası hukuk teorisinde dominant bir pozisyona gelmiştir. Üstelik Hegel
devleti, ahlaki fikrin gerçekleşmesi, ahlaki zihnin kendisi şeklinde tarif ederek, bu
rasyonel birimin, içinde özgürlüğün en üst düzeyde kendini bulduğu bir son, bir
amaç – end - olduğunu belirtmektedir.69 Diğer taraftan, yine kendisine göre
devletin, yani bu üstün amacın, bireye karşı en üst seviyede, süprem bir üstünlüğe
sahip olduğunun, bireyin de zaten süprem görevinin devletin bir üyesi olmaktan
ibaret olduğunun burada vurgulanması gerekmektedir. Her ne kadar uluslararası
hukukta müdahale veya müdahale etmeme normunun başlangıcı ve gelişimi bu
şekilde olsa da, yukarıda ekoller ile müdahaleye bakışta anlaşıldığı üzere,
uygulamada hiç te bu norma bu kadar keskin bir şekilde uyulduğunu söylemek
mümkün gözükmemektedir.
Güç politikalarının hakimiyeti altında geçen 19. ve 20. yüzyıllar, 2 adet dünya
savaşı ve ertesinde Soğuk Savaş, bir taraftan devletlerin birbirlerine olan güvenini
törpülerken, aslında diğer taraftan bu denli kanlı ve topyekün savaşların
tekrarlanmaması için verilen uğraşların artmasına, yapılan yanlışlardan ders
alınmasına sebebiyet vermiştir. Bu bağlamda, tarihsel olarak bakıldığında, artık
uluslararası organizasyonların global düzeyde kayda değer roller üstlenmek adına
hem rakamsal olarak arttığı, hem kapsadıkları alanların genişlediği, hem de
devletlerin bu organizasyonlar tarafından oluşturulan kurallara uymaya daha
gönüllü olduğu rahatlıkla ileri sürülebilir. Soğuk Savaş sonrasında uluslararası
organizasyonların, özellikle Birleşmiş Milletler’in, karar ve kuralları, ve bu
69 G. W. F. Hegel, Outlines of the Philosophy of Right, trans. by T. M. Knox. New York, Oxford University P. 2008, s 228.
47
organizasyonların şemsiyesinde oluşturulan yapıların ve/veya eylemlerin çok daha
fazla meşruiyet taşıdığı aşikardır. Bir devlet veya belirli devletlerin tek taraflı olarak
aldıkları kararlara veya uyguladıkları eylemlere, her ne kadar iyi niyetli olsa da,
geçmişten gelen güvensizlikler sebebiyle, diğer devletler tarafından günümüzde
şüphe ile yaklaşılmaktadır. Oysa, uluslararası organizasyonların bu konudaki
inandırıcılıkları nispeten artık çok daha yüksekte olduğundan, büyük güçler olarak
tarif edebileceğimiz devletlerin dahi artık böyle bir şemsiye altında hareket etmek
zorunda hissetikleri bir ortamda, organizasyonlar tarafından alınan karar ve atılan
adımların, diğer devletler tarafından meşru gözükmesine sebebiyet vermektedir.
Bunlar “fazla iyimser” de bulunabilir, “iyimser” de. Farklı ekollerin bakış açısıyla,
ortada bir anarşinin veya yarı anarşinin olduğu iddia edilebileceği gibi, üst düzey
bir kurumsallaşmadan doğan, devletlerin birbirlerine her zamankinden daha fazla
bağlandığı, uluslararası organizasyonların temel rol üstlendiği ve devletlerin artık
gönüllü olarak buna uydukları bir ortamın varlığından da bahsedilebilir. Yukarıda
yazılanlara itirazlar farklı bakış açısı veya sebeplerden dolayı oluşabilir, fakat,
burada vurgulanan, bu çeşitli iddia ve spekülasyonlar (içinde gerçek barındırsa
da), bu organizasyonların devletler tarafından, göreceli olarak meşruiyet
anlamında en üstte yer aldıkları gerçeğini değiştiremez. Çünkü ortada bu kurallar
düzeyinde hareket eden bir sistem bulunmaktadır.
Hurd’un ifadesiyle, “kurallara uymaya zorlayacak ve onları cezalandıracak,
kendilerinden daha üstün bir siyasi iradenin bulunmadığı (ama sonuçta yine de)∗
bir uluslararası sistem vardır artık ortada”.70 Hatta, bununla ilintili olarak daha
iddialı bir açıklamayı, “uluslararası hukuğun gerektirdiğini yaptırım haline
dönüştürecek bir uluslararası hükümetin olmamasından dolayı, varolan
uluslararası sistem aslında normatif sosyal düzenin en berrak bir şekilde
gözlemlendiği en iyi sosyal düzendir”, şeklinde Thomas Franck ileri sürmektedir71.
Daha farklı bir ifadeyle ama aynı sonuca ulaşan bir yaklaşımla Buchanan’da
desteklemektedir bu iddiayı. Ona göre de, uluslararası hukukta kural veya
kanunların meşruiyeti, onu yapan kurumun meşruiyetine bağlanmakta, kurumun
∗ Parantez içindeki ekleme cümlenin ters anlaşılmaması ve vurgu için eklenmiştir. 70 Ian Hurd, “Legitimacy and Authority in International Politics”, International Organization, V.53, No:2, Spring 1999, s.379. 71 Hurd, a.g.e. s.381.
48
meşruiyeti ise legal gerçeklere değil, moral değerlere bağlanmaktadır. Dolayısıyla
meşruiyet normatif bir anlam taşımaktadir72
Bu noktadan itibaren devam edildiğinde, uluslararası bir kural ya da kanunun
devletler tarafından meşru kabul edilme oranı, onu yapan kurumla yakından
ilgiliyse, bu bağlamda, uluslararası organizasyonların meşru olarak görülmesi çok
daha anlam kazanmakta ve kabul edilebilir olarak ortaya çıkmaktadır. Çünkü,
mevcut sistem, sonuçta gönüllülük üzerine kurulu bir bağlantı-katılım ortamı
üzerine yürümektedir. Christiano’nun da belirttiği üzere, uluslararası
organizasyonların ve kuralların meşruiyeti, uluslararası hukuk ve kurumlar
sisteminin devletler arasında bir gönüllülük sistemine dayanmasından
çıkmaktadır.73 Aslında açıklama “aktörlerin sisteme uyma nedeni, sistemi meşru
görmeleri sebebiyledir” şeklinde yapıldığında, meşruluk ta Coleman’ın belirttiği
gibi, “bir aktör veya hareketin, diğerlerince, iyi, uygun, kabul ve tercih edilebilir
olma halidir”74 şeklinde tanımlandığında, aktörün normatif inancına atıf yapılmakta,
ve bu sebeple de aktör o kural ve/veya kuruma uymaktadır.
Diğer taraftan tabi ki, Franck, Buchanan, Christiano ve diğerlerinin ileri sürdüğü,
devletlerin sisteme katılıp gönüllü olarak kurallara uymaya sebep veren nedenin
onun meşru olarak algılanmasıdır şeklindeki görüş, ortada varolan tek görüş
değildir. Halen literatürde tartışılmaya devam eden üç görüş vardır bununla ilgili ve
herbiri bunun, yani, neden kurallara uyulduğunun, gerekçelendirmesini basitçe şu
şekilde yapmaktadır; aktör kurallara uyar çünkü, birincisi, kuralları koyan ve
uygulatanın cezalandırmasından korkar, ikincisi, ulusal çıkarı bunu icap
etmektedir, üçüncüsü kuralı ve/veya yapanı meşru görür ve uyar.75 Bu çalışma, bu
“tartışmanın içinde yer almasa da, yukarıda tarihsel süreç içinde açıklanan
gelişmeler sebebiyle, ve aşağıda bu konuyla ilgili daha detaylı yapılan analiz
nedeniyle ortada meşru görülen bir yapının varlığını, ve aktörlerin buna, ağırlıklı
72 Allen Buchanan, “The Legitimacy of International Law”, The Philosophy of International Law, Oxford, Oxford University P. 2010, s. 79-80. 73 Thomas Christiano, “Democratic Legitimacy and International Institutions”, The Philosophy of International Law, Oxford, Oxford University P. 2010, s.122. 74 Katharina P. Coleman. International Organizations and Peace Enforcement, New York, Cambridge U. Press, 2007, s. 6. 75 Hurd, a.g.e. 379.
49
şekilde gönüllü olarak katıldığını kabul etmektedir. Fakat, sonuçta aktörün sisteme
uyma sebebi hangisi olusa olsun, bu çalışmanın özüyle direk bir ilintisi
bulunmamaktadır.
Egemenlik, uluslararası hukuk, müdahale ve meşruluk kavramlarını birbirlerinin
ardı sıra getirmek, hem çalışmanın, anılan kavramlar ile ilişkisini belirlemek, hem
de mudahale kavramının daha iyi kavranmasını sağlamak sebebi iledir. Soğuk
Savaş’ın bitişi bu çalışmanın temeli olan müdahale konusu için gerçek bir kırılma
noktasını oluşturmaktadır. Uluslararası organizasyonların desteğini almadan
yapılan müdahaleler artık günümüzde gittikçe artan bir şekilde tepki çekmektedir
ki, artık büyük güçler veya aktörler dahi, bu yolu seçmek durumunda
kalmaktadırlar. Fakat burada gözden kaçan bir detay daha vardır; o da meşruluk
konusunun çok kaygan bir zeminde yer almasıdır. Burada üstünde durulan,
müdahalelerdeki meşruluk algılayışıdır ki, sadece devletler tarafında değil, global
toplumda, gerek sivil toplum kuruluşları, sosyal hareketler ve ağlar, gerek katkı
sağlayan, ilgi duyan, etki edebilen bireyler de dahil olmak üzere, yanlışlıklara
sebebiyet verebilmektedir. O da, müdahalenin pratik uygulamalarında ortaya çıkan
eylemin meşruiyeti ile, eylemi gerçekleştirenin meşruiyeti farkıdır.
Müdahalelerin yapılıp yapılmaması, yapılacaksa gerekçelendirilmesi, kim
tarafından yapılacağı, nasıl yapılacağı günümüzde oldukça tartışılmalı konulardır.
Burada, vurgu yapılan nokta, özellikle moral gerekçelendirmeler doğrultusunda,
fakat uluslararası organizasyonlar (özellikle B.M.) haricinde veya onaysız yapılan
müdahalelerin yarattığı bulanıklıktır. Tek taraflı, veya bir grup devlet birlikteliğinde
hatta uluslararası askeri organizasyonlar tarafından yapılan müdahalelerin
gerekçelendirmesi, gerek iç savaş ortasında kalsın, gerekse kendi devlet
yönetiminin kötü davranışına maruz kalsın, acı çeken sivil halkı işaret ederek
“yapılması doğru olan neyse o uygulanmalıdır” şeklinde ortaya çıkmaktadır. Diğer
bir ifade ile bu, “ahlaki olarak doğru olan yapılmalıdır” şeklinde basitleştirilebilir. Bu
yaklaşım yukarıda bahsedilen global toplum tarafından oldukça vicdani bulunarak
ta zaman zaman desteklenmektedir. Fakat ahlaki olan ile hukuki olanın kesiştiği
nokta tam burada başlamaktadır. Yanlış anlaşılmasını engellemek için burada
hukuki anlamda bahsedilenin, yukarıda bahsedilen katı pozitif hukuk kaynaklı
50
devlet egemenliğinin dokunulmazlığı olmadığını vurgulamak gerekmekte, hatta
tam tersine insan temelli ahlaki değerlerle donatılmış bir hukuki müdahalenin
yapılmasına inanılmaktadır. Fakat “ahlaki olarak ne yapılması gerekiyorsa
yapılmalıdır” ile “ahlaki olarak ne yapılması gerekeni hukuki olarak kim yapmalıdır”
arasında bir çizgi vardır ki bu da tekrar meşruluk düzeyi nispeten en yukarıda olan
uluslararası organizasyonları, ve içlerinden de Birleşmiş Milletler’i ön plana
çıkarmaktadır. Bu bağlamda aşağıdaki bölüm, özellikle Birleşmiş Milletler’e
geçmeden önce fakat onu da kapsayacak bir şekilde uluslararası organizasyonları
incelemekte, müdahale ile olan ilişkilerini belirlemektedir.
2. Müdahale ve Uygulayanları Yukarıda müdahalenin tanım ve kapsamı, savaş ile farkı, ekol, etik, hukuk ilişkileri,
bu manada egemenlik ihlali olup olmadığı ve hangi şartlarda (varsa) meşru
görülebileceği detaylı olarak işlenmiştir. Bu bağlamda, müdahalenin, hangi
gerekçe ile kim ya da hangi güç tarafından, ne şekilde yapılacağının ayrı bir
problem teşkil etmekte olduğu belirtilirken meşruluk çıtasının en yukarıda
bulunduğu uluslararası organizasyonların ve bunların içinden Birleşmiş Milletler’in
öne çıktığı ileri sürülmüştür. Bu bölüm, savaşların çıkar amaçlı bir devlet politikası
olarak kullanılmaması, geçmişte olan iki dünya savaşında olduğu gibi büyük
yıkımların tekrar yaşanmaması için atılan adımların sonucu olarak ortaya çıkan
Birleşmiş Milletler, ve diğer uluslararası organizasyonları müdahale açısından
incelemektedir.
Savaşların oluşmaması, veya evrensel ve sürekli bir barış halinin
gerçekleştirilmesi ve sürdürülebilir olması fikri gerçekten tarihin derinliklerine kadar
uzanmaktadır. Veya diğer taraftan bakıldığında, eğer savaş olursa, önlenebilmesi
için yapılacak olanların aranması da en az o kadar eskilere dayanmaktadır.
Hristiyanlık dünyası bu konuda oldukça geniş eserler barındırmaktadır. Özellikle
Mesih’in gelmesiyle kurt ile kuzunun birlikte yaşayacak olması, bir milletin diğerine
kılıç kaldırmayacak olması ve bunların kutsal kitapta yer almaları, insanları dünya
üzerinde bir barış idealizmine yönlendirmiş, 15. yy. sonlarından itibaren ise barış
üzerine ahlaki ve dini argümanların oldukça çoğalmasına sebebiyet vermiştir.
51
Temel amaç evrensel barış olsa da, özellikle Hristiyanlık dünyası içinde bir
savaşın gerçekleşmemesinin yolları aranmıştır bütün bu dönemler boyunca. Doğal
olarak, bu çerçevede de Hristiyanlık dünyasının merkezi sayılan Papalık en önde
gelen aktör olmuştur. Bir anlamda, devletler tarafından nispeten tarihsel olarak
meşru bir merkez olarak algılanması, onu bu konumuyla öne çıkarmıştır.
Russel, o döneme ait olarak Papalığın, verilen örneklerle, günümüzde B.M.’in
oynadığı rollere uygun düşen görevler üstlendiğini belirtmektedir. Her şeyden
önce, Papalığın, her ne kadar dini bir merkez olsa da, tarihte kutsal savaş
başlatabilen, savaş durdurabilen bir güç olarak siyasetteki yerini yadsımak zaten
pek mümkün değildir. Ayrıca, İngiltere ve Fransa arasında bir çatışma hali
oluşturan Normandiya meselesinde Papa Innocent III’ün, daha 13.yy başında, bu
ve bunun gibi meselelere müdahale edeceğini açıklaması bu konuda güzel bir
örnek oluşturmaktadır. Bunun gerekçelendirilmesi ise şu şekilde yapılmaktadır;
barışa tehdit Hristiyanlık dünyasında günah olarak algılanmakta, barış bu
bağlamda onun (Papa) meselesi olmakta, sonuç olarak ise Papalık barış yapma –
Peacemaking – işlevine soyunmaktadır. Bu bağlamda, devletler arasında çatışma
yaratabilecek tartışmalı konulara Papa’nın kendi veya kendisinin göndereceği
elçiler (barış melekleri) çözüm ve barış getirme amacıyla müdahil olabilmişlerdir.76
Yine tarihsel olarak aynı çizgiden devam edildiğinde, Russel’e göre, Papalığın
çatışma çözümlemelerinin günümüz organizasyonlarının çözümlemeleri ve
müdahale seçenekleriyle örtüşen benzerlikleri ilgi çekmektedir. 1298 de Papa VIII.
Boniface, 1344 te ise VI. Clement yine İngiltere ve Fransa arasında arabuluculuk –
mediating - görevi yapmışlar, (terimler aşağıda B.M. bölümünde detaylıca
açıklanmıştır) fakat sonucun bağlayıcı olduğu karar verici bir hakemlik –
arbitration - yapmadıklarını da belirtmeye zorlanmışlardır. Başka bir örnekte ise,
1479 da Kardinal Giuliano della Rovere, zamanın güçlü Papasının yeğeni ve bir
sonraki Papa olarak, XI. Lui ve Burgundy’li Mary arasındaki çatışmayı son karar
verici olarak sonlandırdığını açıklamıştır.77
76 Joycelyne G. Russel. Peacemaking in the Renaissance, Philadelphia, University of Pennsylvania Press, 1986, s.21. 77 Russel a.g.e. s.22
52
Russel’in verdiği bu örnekler, aslında devletler arasında yine nispeten meşru
olarak algılanan devletüstü bir merkezin müdahalelerine, aktörlerin rıza
göstermeleri açısından oldukça ilginç ve güzel örneklerdir. Tarihsel olarakta örneği
çok azdır. Günümüzde, ya da çağdaş uluslararası siyasal sistemde, uluslararası
organizasyonlar, bu tip görevleri yerine getirmektedir, fakat yapısı itibarı ile tabi ki
oldukça farklıdırlar.
Çalışmanın daha iyi anlaşılabilmesi için, bu bölümde de, terimlerin anlamlarını ve
hangi manada kullanıldıklarını detaylı olarak açıklamakta fayda görülmüştür.
Herşeyden önce sürekli olarak kullanılan uluslararası örgütler ile neyin kastedildiği
önem taşımaktadır. Uluslararası örgütlerin – international organizations -
çerçevesini geniş tutarak yapılabilecek basit bir tanımı, Coleman’da, ‘’üç veya
daha fazla devletin biraraya gelerek kurdukları, uluslararası bir antlaşma ile
oluşturdukları, sürekli bir sekreterya ile destekli, üyelerin düzenli olarak
toplandıkları formal birlikteliklerdir”78 şeklindedir. Fakat, Schechter, yukarıda,
Coleman’ın yaptığı tanımı devletlerarası (veya yönetimler arası) örgütler –
intergovernmental organizations - için kullanmakta olup, bunları uluslararası
örgütlerin bir alt kümesi olarak görmektedir. İçlerinde evrensel olanlar, üyeliklerini
tüm devletlere (yönetimlere) açarken, bazı örgütler sadece bölgede olanları
kapsayarak, devletlerarası (yönetimler arası) bölgesel örgütler gibi - regional intergovernmental organizations - üyelikleri sınırlı kalmaktadır.79 Kendi içlerinde
amaç, üyelik yapısı ve gereklilikleri, sahip oldukları kaynak ve çalışanları açısından
oldukça büyük farklılıklar gösteren bu örgütler sonuçta devletlerin karşılıklı olarak
diyalog imkanı bulabildikleri birlikteliklerdir.
Diğer taraftan devletlerarası (yönetimler arası) örgütlerin içinde yer aldığı kümenin
diğer elemanları ise devletlerarası (yönetimler arası) olmayan, hükümetlerin temsil
edilmediği örgütler – nongovernmental organizations - veya sivil toplum
kuruluşları, çok uluslu şirketler vs. gibidir. Bu sivil kuruluşlar sayısal olarak çok
daha fazla olup, onlar da kendi içlerinde amaç, yapı, kapsam olarak farklılık
78 Coleman, a.g.e. s 20 79 Michael G. Schechter, “Systemic Change, International Organizations, and the Evolution of Multilateralism”, Dynamics of Multilateralism, James P. Muldoon and others ed.s.Boulder, Westview P. 2011, s. 24
53
göstermektedirler. Schechter, sonuçta, bu iki alt kümeyi, uluslararası örgütler
altında görürken, bu kümeyi de, uluslararası kuruluşların – international institutions – bir alt kümesi olarak kabul etmektedir. En son bahsedilen kümenin
en geniş küme olma sebebi ise, yukarıda sayılanlar ile birlikte, içinde yerleşilen bir
bina veya resmi ilişkilerin olmayabileceği, antetli kağıtların veya resmi
çalışanlarının bulunmayabileceği yapıları da kapsaması gerekçesiyledir.80 Aynı
şekilde, fakat farklı bir yaklaşımla, uluslararası toplum – international society –
terimi, Junne tarafından, devletlerin oluşturduğu birliktelik olarak anlaşılabileceği
şeklinde ileri sürülürken, global toplum – global society - teriminin ise daha
kapsamlı olarak uluslararası toplumu da içine alacak ama onun haricinde çok
uluslu şirketler, sivil toplum kuruluşları, etkili bireyler vs. yi de kapsayacak şekilde
anlaşılması gerektiğini belirtmektedir.81
Bu çalışmada ise kullanılan uluslararası örgütler terimi, yukarıda Coleman’ın
yaptığı açıklamaya uygun olan şekilde, veya Schechter’in devletlerlerarası
(yönetimler arası) tanımına denk düşecek anlamda kullanılmaktadır. Diğer bir ifade
ile, müdahalelerin uygulamalarında devletlerin üyeleri olduğu örgütlerin askeri
güçlerine odaklanıldığından, ve müdahale yapabilecek askeri güce sahip devlerin
oluşturduğu örgütlerin haricinde bu yetki ve fiziksel güce sahip sivil örgüt
bulunmadığından, kullanılan terim bunu kastetmektedir. Kullanılan terimlerin açıklanmasından sonra, tekrar uluslararası örgütlere
dönüldüğünde, uluslararası barış ve güvenliğin sağlanması açısından, geçmişe
kıyasla, uluslararası askeri müdahaleler, bu örgütler tarafından yapıldığı sürece
(özellikle B.M.), gittikçe artan bir oranda uluslararası toplum tarafından, kabul
görmektedirler. Eğer müdahaleler, tek taraflı gerçekleştirilirse ve hatta koalisyon
devletler tarafından gerçekleştirilse bile, diğer devletler tarafından, niyetlerinin
açıkladıklarından farklı olabileceği şüphesiyle karşılaşmaktadırlar. Bu bağlamda,
bu problemin aşılmasında, şu anki uluslararası sistem, uluslarası örgütlerin,
yapılan bu müdahalelerle bir şekilde ilişkilendirilmelerini gerektirmekte, nispeten
80 Schechter, a.g.e. s. 25 81 G. C. A. Junne, “International organizations in a period of globalization: New (problems of) legitimacy”, The Legitimacy of International Organizations, Coicaud ve Heiskanen ed.s, Tokyo, United Nations University P. 2001, s. 192.
54
rahatlatıcı bulmaktadır. Bu uluslararası örgütlerin kısıtlı ve problemli yapı ve/veya
olanaklarına rağmen, müdahalelerin onların denetimi altında yapılması,
uluslararası toplumun gözünde, nispeten, müdahalelerin daha tarafsız olarak
yapıldığı izlenimini vermektedir. Bunun sebebi ise yukarıda da bahsedildiği üzere,
uluslararası örgütlerin çok taraflılığı barındırmaları, bu bağlamda aldıkları
kararların üye devletlerin bireysel anlamda çıkarlarının üstünde bir yerde olduğu
ve kollektif görüşlerini yansıttığı inancındadır. Hatta, müdahaleleri yapan
uluslararası bir örgüt olsa dahi, eğer Birleşmiş Milletler’in onayı dahilinde
gerçekleştirmemişse, Kosova örneğinde olduğu gibi tepkiyi çekebilmektedir.
Yine hem bu çalışmanın ilgi alanında olmasa, ve hatta bu çalışma tartışmanın
içine dahil olmayacak olsa da, belirtilmelidir ki, literatürde uluslararası örgütlere
bakış açısı tabi ki tek tip değildir. Burada da, uluslararası ilişkiler disiplininin
ekolleri farklı bakış açıları sunmaktadır. İleri sürülenler aslında oldukça
enstrumental yaklaşımlar içermektedir, çünkü, bu örgütlerin aslında belirli üye
devletlerin yap dediğini yapan, istemediklerini de yapmayan veya yapamayan bir
araç işlevi gördüğü düşünülmektedir.82 Veya Birleşmiş Milletler gibi bir örgütün
genel bütçesinin ve kendi içinde yer alan diğer bir çok örgüt, bölüm, komite, fon
gibi yapıların bir çoğunun bütçesinin yaklaşık dörtte birini tek bir ülkenin
karşılaması (ABD), ya da, alınacak kararlarda veto gücü ile tek bir ülkenin (sürekli
beş içinde yer alan) kararı etkilemesi, örgütün uluslararası olduğu inancını
etkilemektedir. Bunlar doğruluk payı barındıran argümanlar olsa da, sonuçta içinde
190 küsur devletin üye olarak bulunduğu ve alınan karar ve uygulamaların
psikolojik açıdan bu üyeler tarafından (çoğunlukla ve göreceli olarak) doğru
görülerek, kabul edilmesi, meşruluk çıtasını en üste koymaktadır. Konuya diğer
taraftan bir bakış açısı ile bakıldığında ise, David Kennedy’nin bu konuda
tartışmayı etkileyebilecek cümlesi şu şekildedir: “uluslararası olan her şey güzeldir,
uluslararası olduğu ve kaldığı müddetçe”. 83
Çalışmanın doğrultusunda çerçeveyi daraltırken, tekrar ve dikkat edilmesinde
yarar sağlayacak husus, bahsedilen uluslararası örgütlerin, var olan tüm konularda
82 Jan Klabbers, “The Changing Image of International Organizations”, The Legitimacy of International Organizations, Coicaud ve Heiskanen ed.s, Tokyo, University of United Nations, 2001, s. 224. 83 Klabbers, a.g.e. s. 225
55
çalışma gösteren tüm örgütlerin değil, askeri bir müdahaleyi gerçekleştirecek
kapasiteye sahip olanların burada incelendiğidir. Sonuçta, müdahaleler, belirli
uluslararası örgütler altında uluslararası kurallar gözetilerek gerçekleştirilmeye
çalışılmakta ve bu kurallar da uluslararası ilişkilerde meşruiyetten bahsedilmesine
izin vermektedir. Bu örgütlerin de, kendi içlerinde, kapasitelerine ve coğrafyalarına
göre sınıflandırmaları basitçe şu şekilde yapılmaktadır:
Burada bir fark, aşağıdaki bölümde daha detaylı şekilde açıklanacak olan askeri
müdahalelerin içinde ayrı bir bölüm olan barışa zorlama – Peace Enforcement –
operasyonlarının zamanımızda gerçekleşmiş olanlarının hemen tümünün
“yürütülmesi” devletler tarafından yapılsa da, bir uluslararası organizasyonun
şemsiyesi altında oluşturulduğu ve/veya desteğini aldığı da dikkatten
kaçmamalıdır. Müdahalelerde, eğer kendisi doğrudan rol almamışsa, aktörlerin meşruiyet
bulduğu bu örgütler, global veya uluslararası, bölgesel, alt-bölgesel, askeri
ittifaklıklar şeklinde sıralanabilir. Bu bağlamda, bahsi geçen şemsiyeyi sağlamakta
en fazla adı geçen örgütlerse şunlardır:
• Birleşmiş Milletler (BM) – United Nations (UN)
• Avrupa Birliği (AB) – European Union (EU)
• Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) – Organization for Security
and Cooperation in Europe (OSCE)
• Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) – Commonwealth of Indipendent
States (CIS)
• Amerikan Devletler Birliği (ADB) – Organization of American States (OAS)
• Afrika Birliği (AB) – African Union (AU) – (daha önce Afrika Birliği Teşkilatı, Organization of African Unity) (OAU)
• Batı Afrika Devletleri Ekonomik Topluluğu – Economic Community of West African State (ECOWAS-ECOMOG)
• Güney Afrika Gelişim Toplumu (GAGT) - Southern African Development Community (SADC)
• Kuzey Atlantik Anlaşması (NATO) North Atlantic Treaty Organization
56
Aslında yapılan müdahaleler dikkatlice incelendiğinde, yukarıda sayılan örgütlere
iki farklı açıdan yaklaşıldığı anlaşılmaktadır. Birincisinde, Birleşmiş Milletler
haricinde kalan bölgesel, alt-bölgesel ve askeri ittifaklıklar artık kendi kararlarının
ve buna bağlı olarak hareketlerinin, gerekli gördükleri müdahaleler için uluslararası
sistemde yeterli meşruiyete sahip olduğunu iddia etmektedirler. Dolayısıyla bu
açıdan yaklaşım bir şekilde, farklı kıtalardaki aktörlerin - gerek dünya gücü gerek
bölgesel güç olan devletlerin oluşturdukları örgütler – B.M.’e alternatif
mekanizmalar oluşturdukları şeklinde okunabilir. İkincisi ise, zaten Birleşmiş
Milletler’in, konuyla ilgili olarak, taşıyabileceğinden daha fazla görev
üstlenmesinden doğan bütçe, personel, ekipman gibi kaynaklarının limitlerine
ulaştığı hatta aştığı gerekçesiyle, müdahale gerektiren kararları onaylayarak,
bunları, yardımlarının ihtiyacını hissettiği bölgesel örgütlere devretmesidir.
Aşağıdaki Tablo 1 de bu gibi örgütlerce çeşitli zamanlarda üstlenilmiş olan
görevler bulunmaktadır. Genel olarak hazırlanan bu tablo, operasyonların ne
türden olduklarını belirtmekten, detaylandırmaktan ziyade bir fikir vermek amacı
taşımaktadır. Dolayısıyla bunların içinde sivil, polis ve askeri personelden biri, bir
kısmı veya hepsi bulunabilirken, izleme, onaylama, barışı koruma, oluşturma, ve
barışa zorlama gibi farklı misyonlar da örgütler tarafından üstlenilmiştir. Bu
terimlerin tanımları, farklılıkları, Birleşmiş Milletler çerçevesi içinde, II. Bölümde
detaylandırılmıştır.
57
Tablo 1 : Müdahalede bulunan örgütlere örnekler
Üstlenen Örgüt Hedef Coğrafya Başlangıç Tarihi İsim
Birleşmiş Milletler (U.N.) Batı Sahra 1991
MINURSO - UN Misson for the Referendum in Western Sahara
Yugoslavya 1992 UNPROFOR - UN Protection Force
Doğu Timor 2002 UNMISET - UN Mission of Support in East Timor
Bağımsız Devletler Topluluğu (CIS)
Gürcistan (Güney Osetya) 1992 South Ossetia Joint Force
Moldova 1992 Joint Control Commission Peacekeeping Force
Tacikistan 1993 Tajikistan Buffer Force Afrika Biriği (A.U.)-(eski OAU) Burundi 1993 OAU Mission in Burundi
Burundi 2003 AMIB - African Mission in Burundi
Sudan (Darfur) 2004 AMIS - Afrikan Mission in Sudan
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (OSCE) Hırvatistan 1996 OSCE Mission to Croatia
Arnavutluk 1997 OSCE presence in Albania
Sırbistan – Kosova 1999 OSCE Mission in Kosovo Kuzey Atlantik Anlaşması (NATO) Bosna Hersek 1996 NATO Stabilization Force
Sırbistan – Kosova 1999 NATO Kosovo Force
Afganistan 2001 ISAF - International Security Assistance Force
Batı Afrika Devletleri Ekonomik Topluluğu (ECOWAS-ECOMOG) Liberya 1990
ECOWAS Monitoring Group
Sierra Leone 1997 ECOWAS Monitoring Group
Gine Bise 1998 ECOWAS Cease-Fire Monitoring Group
Amerikan Devletler Birliği (OAS) Kolombiya 2004
Mission to Support the Peace Process in Colombia
Haiti 2004 OAS Special Mission for Strenghtening Democracy
Avrupa Birliği (E.U.) / Batı Avrupa Birliği Arnavutluk 1997
Multinational Advisory Police Element
Hırvatistan 1999 Western European Union Demining Assistance
Kaynak: New York University; Center on International Cooperation (http://www.cic.nyu.edu/peacekeeping/docs/gpo_2012_map.pdf )
58
Tüm uluslararası örgütlerin içinde, yine diğerlerine kıyasla, Birleşmiş Milletler’in
meşruiyet çıtasını en yükseğe koyduğunu yadsımak mümkün gözükmemektedir.
Sheehan’ın deyimiyle, Birleşmiş Milletler, dünya barış müzakereleri için, açıkça,
varolan en meşru örgüttür.84 Dolayısıyla, müdahalede bulunan veya bulunacak
olan devletlerin de, genellikle uluslararası bir örgütün altında, fakat özellikle
Birleşmiş Milletler’in onayını almış bir şekilde, hareket etmelerinin kendilerine
meşruiyet sağlayacağını düşünmeleri olağan gözükmektedir. Sonuç itibarıyla, ilk
olarak, gerçekleştirilen askeri müdahalelerin hemen hepsinin bir uluslararası
örgütün altında olması ve genellikle bunları ya Birleşmiş Milletler’in üstlendiği, ya
da onaylayarak yürütmesini bir alt örgüte devrettiği gerçeği sebebiyle, ikinci olarak
ise, bölgesel, alt-bölgesel, veya askeri ittifaklar tarafından yürütülen müdahalelere
birinci kaynaktan ulaşılmasının zorluğu ve ulaşılanların ise istenilen yeterli ve
detaylı verileri sunmadıkları veya sunamadıkları gerekçeleriyle, bu çalışma,
yalnızca Birleşmiş Milletler tarafında üstlenilen operasyonları çalışmasına dahil
etmiştir. Bir alt bölüme geçerken, genelde uluslararası örgütlere, ve özelde
çalışmanın konusu olan Birleşmiş Milletler’e mesafeli veya şüpheli yaklaşabilecek
olanlara, örgütün önceki Genel Sekreterlerinden Dag Hammarskjöld’un, bir yandan
hak veren, bir yandan da neden örgütün desteklenmesi gerektiğini belirten bir
cümlesi tartışmaya ilginç bir boyut katmaktadır: “Birleşmiş Milletler, bizleri cennete
götürmesi için kurulmamıştır, bizleri cehennemden koruması için kurulmuştur”.85
Bölüm II : Birleşmiş Milletler’de Müdahale
Fransız Devriminden itibaren müdahalelerin meşruiyetinin sorgulanmaya
başlandığından ve Fransız anayasasının diğer devletlerin içişlerine
karışmayacağına dair bir deklarasyon içerdiğinden, yukarıda da bahsedilmiştir;
Morganthau da bundan bahsetmektedir. Morganthau’ya göre, tarih kısa sürede
bunun tam aksinin gerçekleştiğini, müdahale ve savaşın bir dış politika aracı
olarak kullanılmaya devam edildiğini ve Napolyon Fransasının Avrupa’da fetih
yoluyla geçici bir düzen ve birlik empozesinde bulunduğunu açıkça
84 Nadege Sheehan, The Economics of UN Peacekeeping, New York, Routledge, 2011, s.4. 85 Jan Klabbers, a.g.e. s. 221.
59
göstermektedir. Bu durum karşısında diğer Avrupa devletleri alternatif bir uyum
sistemi oluşturmuşlardır. Napolyon’u yenmek amacı ile oluşturulmuş bu Avrupa
uyumu veya Avrupa askeri müttefikliği, gelecekte buna benzer, bir tek ülke
başatlığının önüne geçilmesi ve büyük devletler arasında barışın korunması
misyonunun da üstlenilmesiyle o ana kadarki en büyük, en bütünsel teşebbüs
haline gelmiştir. Napolyon’un karşısında yer alan Kutsal İttifağın da, “müdahale” yi, bir siyasi araç
olarak, statükoyu korumak ve liberal gelişmeleri bastırmak amacıyla kullandığını
ileri süren Morgethau, 20. yüzyıl boyunca, gerek iki savaş arası dönem gerekse
Soğuk Savaş dönemi süresince geçerli olan sistemin, 19. yüzyılda iyice kurulmuş
ve yerleşmiş olan düzenin devamından başka bir şey olmadığını da belirtir.86 Diğer
taraftan 20. yüzyıla girerken Hague konferansları uluslararası ilişkilerin katılımcılık
anlamında genişleme sinyallerini vermekte ve Avrupa dışı bir uluslararası sistemin
de ortaya çıkışını belirlemektedir. Milletler Cemiyeti ise tüm uluslararası toplumu
kucaklamaya yönelik, genel amaçlı ilk sürekli uluslararası örgüt olmuş, İkinci
Dünya Savaşı ile sona eren Milletler Cemiyeti’nin yerine oluşturulan Birleşmiş
Milletler de selefi gibi saldırgan savaşların bir insanlık suçu olduğu doktrinini
benimsemiştir.87 Görülen odur ki, bir taraftan “müdahale”, reel politik
uygulamalarında devletlerin vazgeçilmez bir aracı olarak kullanılırken, diğer
taraftan bu uygulamanın meşruiyeti sorgulanmakta, ya da uygulaması
konusundaki nesnel kriterler geliştirilmeye formüle edilmeye çalışılmaktadır. Aynı
zamanda dikkat çekilmesi gereken bir diğer nokta, siyaset, etik ve hukuğun,
“müdahale”nin bu tarihsel sürecinde, kavramın açıklama birimleri veya seviyeleri
olmaya devam ettikleri gerçeğidir.
A. Birleşmiş Milletler’in Amacı ve Müdahale Araçları Her ne kadar Milletler Cemiyeti İkinci Dünya Savaşının çıkmasını engelleyememiş
olsa da Birleşmiş Milletler’in model olarak Milletler Cemiyetini nerdeyse aynen
kullanması aslında insanların ve devletlerin hala savaşların yıkıcılığından
86 Morgenthau, a.g.e. s.425 87 Ramesh Chandra Thakur. International Peacekeeping in Lebanon: United Nations Authority and Multinational Force, Boulder and London: Westview Press, 1987, s. 10.
60
korunmak ve işbirliği yapmak için bir uluslararası örgüte ihtiyaçlarına, inançlarına
işaret etmektedir. Bu bağlamda, Birleşmiş Milletler’in birincil görevi insanlığı dünya
savaşlarının yıkıcılığından korumak ve uluslararası barış ve güvenliği sağlamaktır.
Temel olarak güç kullanımına, silahlı saldırı karşısında devletlerin bireysel ve
kollektif meşru müdafa hakkı hariç olmak üzere, bütünsel bir yasak getirme
çabasını şartnamesinde belirterek somutlaştırmıştır.88 Bu örgüt belirtilen amaca
ulaşmak için, yine şartnamesinin VI. ve VII. Bölümlerinde belirtildiği gibi, iki farklı
yöntem kullanmaktadır. Bunlardan birincisi, anlaşmazlıkların veya çatışmaların
barışçıl yollarla çözüme ulaştırılmaları, ikincisi ise bu dünya barış ve güvenliğine
tehdit oluşturan olayların kollektif zorlama yöntemleriyle çözümlenmeleridir. Birleşmiş Milletler Şartnamesine göre VI. ve VII. bölümler ve bunlara ait maddeler
çatışma çözümlenmelerinin barışçıl veya zorlama yöntemlerine göre ne şekilde
olabileceğini belirlemektedir. Altıncı bölüm ve içerisinde yer alan maddeler,
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, uluslararası güvenliğe tehdit boyutunda sorun
yaşayan tarafları, problemlerini tartışarak çözmeleri konusunda biraraya getirmek
suretiyle müzakere – negotiation - yollarını açarak katkı yapmasının yanı sıra,
yine tartışmalı konuyla ilgili soruşturma – enquiry - yaparak, arabuluculuk -
mediation - yaparak, danışmanlık – conciliation - görevi üstlenerek, hakemlik –
arbitration - rolü oynayarak ya da hukuksal – judicial settlements - çözümleri
göstererek, tarafları, barışa katkı sağlayan yollara çağırır.89 Diğer taraftan yedinci
bölüm ise, neyin uluslararası barış ve güvenliğe tehdit oluşturduğuna karar
verecek olan Güvenlik Konseyi’nin, altıncı bölümdeki barışçıl çözümlemelerinin
yetmediği, işe yaramadığı durumlarda, ne şekilde zorlayıcı yollara, şartnamenin
ilgili bölümündeki hangi maddelere göre başvuracağını düzenler. Bunlarda, önce
askeri gücün dahil olmadığı, kısmi veya tamamı ekonomik ilişkilerin, kara, deniz,
hava, posta, telegraf, radyo, ve diğer komünikasyon araçlarının, ayrıca diplomatik
ilişkilerin askıya alınmasından başlamakta ve güç gösterisi, blokajla devam ederek
deniz, hava ve kara güçlerinin harekatına kadar genişlemektedir. 90 Ne var ki, Soğuk Savaş dönemi, şartnamenin yedinci bölümünde yer alan bu
kollektif güvenlik sisteminin uygulanmasını pek mümkün kılmamıştır. Sistemin iki 88 Peter Malanczuk. Akehurtst’s Modern Introduction to International Law, London, New York, Routledge, 1997, s. 27. 89 BM Şartnamesi article 34. 90 BM Şartnamesi article 42.
61
kutuplu olması ve kutup liderlerinin direk bir çatışma içine çekilmemesi amacıyla
bu süreçte Birleşmiş Milletler’in genellikle sistem dışında yer alan, kutup
ittifaklarında direk yer almayıp nispeten bağlantısız kalan bölgelerdeki çatışmaları
kontrol altında tutmak için müdahalelerde bulunduğu görülmektedir. Diğer bir
gelişme ise, bu bölgelerde gerçekleştirilen ve altıncı bölüme göre hareket eden
barışçıl cözümlemelerde hafif silahlı askeri birliklerin kullanılması olmuştur.
Dolayısıyla, altıncı bölümdeki barışçıl yolların kullanılması temel alınması
gerekirken ilginç bir gelişme oluşarak, Barışıkoruma – UN Peacekeeping -
konsepti, barışçıl çözümlemelerle, askeri zorlamaların arasındaki gri bölgede
gelişmiş,91 ve bu uygulama BM eski Genel Sekreteri Hammarskjöld tarafından,
aslında B.M. Şartnamesinde yer almayan, “Bölüm 6,5” olarak isimlendirilmiştir. 92
B. BM Müdahalelerinde Hukuki Altyapı Daha önceki bölümlerde uluslararası hukuğun tarihsel olarak müdahale
anlayışına, egemenlik ve meşruiyet açısından bakışı incelenmiştir. Burada ise,
Birleşmiş Milletler’in devlet egemenliğine müdahale etme ve/veya etmeme
yaklaşımına, dayandığı hukuki noktalar itibarıyla bakılmıştır. Diğer bir ifade ile, BM
müdahalelerinin hukuki altyapısı incelenmiştir. Herşeyden önce vurgulanması
gereken, tarihsel olarak gelişen, devletlerin egemenlik alanlarına müdahale
edilmemesi prensibi burada da geçerlidir. B.M.’in bu konuya temel yaklaşımı,
müdahale kavramının genişliğinde ve derinliğinde kaybolmadan, aslında hem
muğlak hem de basittir: bir devletin diğer bir devlete müdahale etmesi, ki bu gayri
kanuni sayılmaktadır, devlet egemenliği prensibiyle her devletin özgürce seçim
yapabileceği konularla ilgili olmalıdır. Uluslararası Adalet Divanı, bunu şu şekilde
açıklamıştır: “Yasak kabul edilen müdahale, her devletin, devlet egemenliği
prensibiyle, özgürce seçim yapabileceği konuları içeren müdahaledir. Bunlardan
biri, politik ekonomik, sosyal, ve kültürel sistemin seçimi ve dış politikanın
formülasyonudur. Müdahale, bu seçimlerle ilgili zorlama yöntemleri kullandığında
yanlıştır…”93
91 Thakur, a.g.e. s. 21 92 Abiodun Williams. Preventing War: the United Nations and Macedonia, LanhamMd.: Rowman & Littlefield, 2000, s. 5. 93 Maziar Jamnejad, Michael Wood, “The Principle of Non-intervention”, Leiden Journal
62
Diğer taraftan, müdahalenin özünün, yukarıdaki son cümlede de görüldüğü gibi,
zorlama ile ilgili olduğu açıktır. B.M.’in 1970 yılında yayınlanan “Dostça İlişkiler
Deklarasyonu” – Friendly Relation Declaration∗ - ise bu konuya şu şekilde
açıklık getirmiştir. “Hiçbir devlet, başka bir devleti egemenlik haklarının
kullanımından yoksun bırakarak, çıkar sağlamak adına, ekonomik, politik veya
farklı tedbirleri, zorlamak için kullanamaz, kullanmaya teşvik edemez”.94
Dolayısıyla, belirli temel konularla ilgili, belirli bir derecenin üzerindeki eylemler
zorlama ve müdahale olarak kabul edilmektedir. Genel Meclis tarafından
1950’lerin sonundan itibaren yaklaşık 35 civarında özellikle müdahale (etmeme) ile
ilgili deklarasyon yayınlanmıştır. Jamnejad’a göre, içlerinde en önemli olarak 1965,
1970 ve 1981 deklarasyonları görünmektedir. 1965 “Müdahalenin Kabul
Edilemezliği”95 – Decleration on the Inadmissibility of Intervention - üzerine
olan deklarasyon da dahil olmak üzere, en detaylı müdahale konusu 1970 yılı
deklarasyonunda incelenmiştir. Diğer taraftan Jamnejad ve Wood ise, 1976
deklarasyonunu daha geniş olarak belirtmişlerse de96, müdahale etmeme prensibi,
aslında odukça kısa olan 1976 “Müdahale Etmeme Deklarasyonu” nda değil –
Non-interference Declaration -, ama, 1981 B.M. “Devletlerin İç İşlerinde,
Müdahalenin Kabul Edilemezliği Üzerine Deklarasyon” unda - Declaration on the Inadmissibility of Intervention and Interference in the Internal Affairs of States – yüzeysel olarak nispeten daha geniş işlenmiş sayılabilir.
Müdahalelerin Birleşmiş Milletler’de hukuki alt yapısını incelemeye devam
ederken, burada, iki farklı kelimenin üstünde bir parantez açarak, kısaca durmaya
gerek görülmüştür, çünkü, bir, yukarıda adları verilen iki deklarasyonda da, hem
intervention hem de interference terimleri, müdahale kelimesi için kullanılmıştır.
Tüm literatür taramasında bu iki kelimenin birbirlerinin yerine kullanıldığı görülmüş,
ve ikincisi için ayrıca bir tanım getirildiğine rastlanmamıştır. Bu deklarasyonlarda
of International Law, No:22, 2009, s.348, ∗ Declaration on Principles of International Law concerning Friendly Relations and Cooperation among States 94 B.M. Friendly Relations, General Assembly resolution 2625 (XXV), 1970, (Çevrimiçi, 28 Ekim 2011) http://www.un.org/Depts/dhl/resguide/r25.htm 95 B.M. Declaration on the Inadmissibility of Intervention in the Domestic Affairs of States 1965, (Çevrimiçi 29 Ekim 2011) http://www.un.org/depts/dhl/resguide/r20.htm A/RES/2131(XX) 96 Jamnejad ve Wood, a.g.e. s. 355.
63
da, bu iki terimin farkını ortaya koyacak bir açıklama getirilmediği gibi, farklı
olduklarına dair herhangi bir ipucu da yoktur. 97 Hatta tam tersine, fıkralardaki
kullanış şekilleri eş anlamlı olarak durmaktadır.
Müdahale üzerine yapılan deklarasyonlar, Birleşmiş Milletler ile sınırlı değildir tabi
ki. Mesela en önemlilerinden, 1975 Helsinki Nihai Senedi de (AGİK), 1970 Dostça
İlişkiler Deklarasyonu’na benzer bir şekilde, müdahale (etmeme) üzerine
prensiplerini açıklamıştır. Fakat, bu çalışma nihayetinde bir uluslararası hukuk
çalışması olmadığından, çerçevesini B.M. ile kısıtlamiş, geniş ve derin hukuki
çalışmalardan kaçınmıştır. Tekrar B.M. deklerasyonlarına dönüldüğünde, bunların
içinde, fiziki güçle yapılacak zorlama haricindeki müdahalelerden de
bahsedilmekte , özellikle bu kısım da Dostça İlişkiler kısmında detaylandırıldığı gibi
81 deklarasyonunda da yer almaktadır. Kısaca değinmek günümüz olaylarını
anlamak için de gerekli görülmektedir. Deklarasyonlar zor kullanılmayan
müdahaleleri, özetlemek gerekirse, üç bölümde incelemiştir. Birinci olarak
devletlerin, zorlama harici olarak da, diğer devletlere müdahaleden kaçınmasını
gerektiren eylem, daha açıkçası yapması yasaklanan eylem, illegal grup
örgütlemeleridir. Bunlar bir devletin egemenliğini, toprak bütünlüğünü tehlikeye
sokacak, paralı asker veya silahlı karşıt görüşlü vs. grupların örgütlenmesini
içermektedir. İkinci olarak, bu gruplara destek gelmektedir ki, bu tür grupların
herhangi bir şekilde, silah, ekipman, finansal desteklenmesini kapsamaktadır.
Üçüncü grupta ise bu tür örgütleri tolere etmek, onlara göz yummak gelmektedir,
bu da diğer bir devletin içinde örgüt evlerinin, eğitim kamplarının bulunması gibi
faaliyetleri görmemezlikten gelmeyi içermektedir.98
Diğer yandan, B.M. deklarasyon, ve Şartnamelerinde bulunan müdahale
etmemenin hukuki altyapıları, sadece devletleri bağlamamakta, devletlerin birbirine
yapmaktan kaçınmaları gereken eylemleri belirtmemekte, aynı zamanda, B.M.in
kendisini de bağlamaktadır. Birinci Bölümün yukarıda daha önce bahsedilen ikinci
maddesinin son fıkrası, 2(7), Birleşmiş Milletlerin Şartnamesinde var olan hiçbir 97 B.M. “Declaration on the Inadmissibility of Intervention and Interference in the Internal Affairs of States” 1981, (Çevrimiçi 28 Ekim 2011) http://www.un.org/documents/ga/res/36/a36r103.htm ve “Non-interference in the internal affairs of States” 1976, (Çevrimiçi 28 Ekim 2011) http://www.un.org/Depts/dhl/resguide/r31.htm A/RES/31/91 98 B.M. Friendly Relations a.g.e.
64
şeyin, örgütün kendisine, herhangi bir devletin kendi iç yetki alanına giren konulara
müdahale yetkisi vermediğini belirtmektedir. Dolayısıyla, yukarıda çözümlemelerde
sayılan hukuki gelişmelerin haricinde, Birleşmiş Milletler Şartnamesi içinde yer
alan, müdahale etmeme ile ilgili olan ve kendisi içinde geçerli olan kısımlar,
üstünde mutlaka durulması gereken noktalardan birini teşkil etmektedir.
Şartnamenin hemen birinci bölümünde yer alan, 2(4), ikinci madde ve içindeki
fıkralar99, ki özellikle, bütün üyelerin uluslararası ilişkilerinde herhangi bir devletin
siyasi bağımsızlığına ve topraksal bütünselliğine karşı şiddet uygulanmasından
veya tehditinden kaçınılması gerektiğini belirtir, geleneksel uluslararası hukuk ve
müdahale etmeme normu ile birleştiğinde, müdahale etmeme prensibinin en
önemli verisini teşkil ederken, aslında günümüz müdahalelerindeki tartışmaların da
temelini teşkil etmektedir. Çünkü, bir taraftan, genel yerleşik bir müdahale etmeme
anlayışı, egemenliğin kutsallığı, ve yanısıra aynı paralellikteki B.M. Şartnamesinde
yer alan hukuki altyapı varken, diğer tarafta, Soğuk Savaş ertesi aynı B.M.’in
gittikçe artan sayıda müdahaleleri ve müdahale kapısını aralayan bir “koruma
sorumluluğu” – Responsibility to Protect - gerekçelendirmesi vardır, ve bunlar
tam bir zıtlık içermektedir. Hatta oldukça ilginçtir ki, Brownly, 19. yüzyılın sonuna
kadar egemenliği suistimal ederek, kendi gücü altındakileri ezen devletlere karşı
diğer devletlerin (insani) müdahalede bulunması kabul edilirken, pek az kişi bu
geleneğin Birleşmiş Milletler Şartnamesi oluşturulduktan sonra sürdürülebilir
olduğunu kabul etmektedir diyerek tam bu noktaya dikkat çekmektedir.100 Demek
istediği kısaca bu Şartname aslında bu tip insani müdahalelerin de önünü
kesmektedir. Aslında kendisinin bahsettiği, çalışmanın yukarıdaki “Müdahalelerde
Meşruiyet” bölümünde değinilen Osmanlı ve Rusya’nın kendi tebasına yaklaşımı
sonucu Batılı güçlerin müdahalelerine sebebiyet vermesi örnekleri ile paralellik
göstermektedir.
Fakat aslında BM için en önemli olan ve bu tartışmalara genellikle cevap olarak
kullanılan, Şartnamede, ikinci madde yedinci fıkranın 2(7), hemen arkasından
gelen tamamlayıcı kısımdır. Bahsi geçen madde ve fıkranın tamamlayıcı kısmı,
devam eden bu ilkenin, yani devletlerin içişlerine müdahale etmeme ilkesinin,
99 B.M. Charter I: Purposes and Principles,(Çevrimiçi 29 Ekim 2011) http://www.un.org/en/documents/charter/chapter1.shtml 100 Ian Brownlie, “International Law and the Use of Force by States”, Chinese Journal of International Law, 2002, No:1, s. 1-19.
65
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nce, VII. Bölüm'de öngörülmüş olan zorlayıcı
önlemlerin uygulanmasını hiçbir biçimde engelleyemeyeceğini vurgulamaktadır.
Ya da, Hurd’un ifadesiyle, B.M. Güvenlik Konseyi’nce onaylanıp yetki verilen
müdahaleler, ancak böylelikle, hiçbir karışıklığa meydan vermeyecek şekilde
legaldir.101 Bu bağlamda ve sonuçta, Birleşmiş Milletler kendi müdahalelerinin
kapısını, kendi şartnamesinde bulunan bu fıkraya dayanarak ve aynı zamanda,
altıncı ve özellikle yedinci bölümlere uygun olarak açmaktadır. ∗
C. BM Müdahalelerinde Görev Dağılımı BM müdahalelerinde temel aktörler Güvenlik Konseyi, Genel Sekreterlik, BM
Barışı Koruma Bölümü (Departmanı), asker sağlayan devletler ve sahada bulunan
askeri personeldir. Güvenlik Konseyi, içinde veto hakkı bulunan en güçlü ülkeleri
barındırması, müdahalelerin oluşmasına, olanların devamına veya sona
erdirilmesine ve çatışmaların barışçıl yollardan mı yoksa güç kullanarak mı
çözüleceğine karar vermesi açısından birinci derecede önemli bir aktördür.
Genel sekreterlik ise, Genel Sekretere bağlı olmak üzere, içinde Barışı Koruma
Bölümü gibi bir çok farlı bölümü de barındırarak, çatışmaların çözümünde oldukça
aktif bir rol oynamaktadır. Çatışmaları, Güvenlik Konseyi’nin gündemine getirmesi,
Genel Sekreterin ve kendisine bağlı görevlilerin anlaşmazlıkların çatışmaya, bir iç
savaşa dönüşmeden çözümlemede üstlendikleri görevler, gerçekleştirilmesine
karar verilen müdahalelerin hazırlanması, yürütülmesi aşamalarında oynadığı
roller itibarıyla, Genel Sekreter (lik) temel aktörler arasında yer almaktadır. Katkı
sağlayan devletlerse, Genel Sekreter’in gündeme getirmesi ve tavsiyeleri
doğrultusunda, müdahalenin yapılmasına karar veren Güvenlik Konseyi’nin,
oluşturulacak bu güce asker, ekipman, finansal, konuşlanma gibi yardımları
gönüllü olarak sağlayan aktörlerdir. 102
101 Ian Hurd, “Is Humanitarian Intervention Legal?: The Rule of Law in an Incoherent World”, Ethics and International Affairs, V. 25, Iss: 3. 2011, s.296. ∗ Ek 2 de, Birleşmiş Milletler Şartnamesinin konuyla ilgili olan kısımları bulunabilir. 102 Andrzej Sitkowski, UN Peacekeeping: Myth and Reality, Westport: Praeger Security, 2006 s. 21
66
1. Güvenlik Konseyi İkinci Dünya Savaşı sonrası galip devletlere göre dizayn edilmiş olan Güvenlik
Konseyi, Soğuk Savaş süresince kutuplar arası rekabet dolayısıyla oldukça pasif
bir organ olmuştur. 80 lerin sonu 90 ların başı itibarıyla Konsey, artan müdahale
sayısından da anlaşıldığı gibi, daha aktif bir konuma gelmiştir. Güvenlik Konseyi,
ABD, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin ile beş sürekli, her iki yılda bir değişen on
geçici üye ile toplam onbeş üyeden meydana gelmektedir.
Konseydeki sürekli üyelerin siyasi, ideolojik ayrılmışlıkları göz önünde
tutulduğunda, acil hareket edilmesi gereken durumlarda yavaş, zayıf, isteksiz
olmaları (Ruanda gibi), ya da görev emirlerinin –mandate – net ve gerçekçi
olmamaları sebebiyle yetersiz kalmaları (Somali gibi), genel olarak BM üyelerinde
hoşnutsuzluk yaratmıştır. Çalışma açısından bu manada ve genelde ayrıca farklı
sebeplerden Güvenlik Konseyi için reform istenmesi geçtiğimiz yıllarda gündeme
gelmiş ve değişik alternatifler ileri sürülmüştür. Üzerinde tartışılan alternatiflerden
dikkat çekeni, sürekli üyelerin sayısını onbire çıkararak Konsey üye toplam
sayısını da yirmidörde getirmektir.103 Genişletilmiş bir Konsey Genel Kurulu
temsiliyet açısından yararlı olabilir; fakat, bu geniş Konseyin, ülke veya ulusal
çıkarların peşinde koşan güçlü üyelerinin önünde, ve siyasetin ön planda olduğu
bir reel politik ortamda nasıl bir farklılık yaratacağı tabii ki belirsizdir.
BM’in kurulduğu yıllardaki meclis üye sayısının 50ler civarında olması ve
Konsey’in ise yaklaşık bu sayının 30% larına denk düşücek şekilde (önce 11) 15
üyeden oluşmasının ardından, günümüzde B.M. üye sayısının 200 e yaklaşması
sebebiyle Konsey üye sayısının da meclisin genelinin yüzdesel temsili açısından
artması gerektiği yaklaşımı, veto gücüne sahip olan ülkelerce kolayca
benimsenecek bir yaklaşım da değildir. Sonuçta, hiç biri bulundukları, sahip
oldukları pozisyonlarını veya avantajlarını tehlikeye sokacak bir gelişmeyi, ne
moral değerler, ne salt demokratik yüzdesel temsiliyet, ne de müdahaleleri
gerektiği şekilde yapabilmek dürtüleriyle kabul edebilirler. Üstelik acil müdahale
durumlarında, hızlı, doğru ve dengeli adımların atılması gerektiği anlarda bu
103 Sitkowski, a.g.e. s. 24.
67
kalabalık Konseyin eskisinden daha kolay bir şekilde bunları başarabileceği kanısı
da oldukça yersizdir. Farklı bir ifade ile, bu çalışmada, Konsey ile ilgili bu
reformların, müdahalelerde başarı sağlayacak bir etkiye sahip olması
beklenmemektedir.
Güvenlik Konseyi, yapısından sonra, konuyla ilgili olarak, işlevselliği açısından
incelenecek olursa, güvenliği ve barışı sağlamak amacıyla iki temel yetkisinin
olduğu görülmektedir. Bunlar yorumlama ve karar verme yetkileridir.104 Basitçe,
birincisi, Konseyin önüne gelen konuları, tehlikeli, barışı tehdit edici veya adım
atılmasını gerektirmeyen şeklinde yorumlamasıyla ilgiliyken, ikincisi, nasıl bir
eylem yapılacağı ile ilgilidir.
2. BM Genel Sekreterliği Bu alt bölüm ve başlık altında değinilmesi gereken 2 farklı unsur vardır. Bunlardan
birincisi Genel Sekreter(ler)in kendisi, ikincisi ise Sekreterlik adı altında yapılaşmış
olan kurum ve/veya birimlerdir, çünkü, her ikisi birbirine bağımlı olsa da, biri
örgütün süregelen, veya devamını simgeleyen bürokrasisini temsil ederken, diğeri
kişilerin karakterlerinin oynadığı rolü de, pozitif veya negatif, ortaya koyabileceği
bir makamı temsil etmektedir. Fakat genelde ve çalışmanın konusuyla ilgili olarak,
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri ve Sekreterlik, Güvenlik Konseyi’nin
oluşturduğu görev emrini – mandate – gerçekleştirilecek operasyona katkı
sağlayacak olan ülkelerle birlikte direktiflere dönüştürmekle yükümlüdürler.
a. Sekreterlik Çatışmaları çözümleme amacıyla gerçekleştirilen operasyonlar örgütün gerekli
birimi tarafından hazırlanır ve yürütülür. Soğuk Savaş dönemi boyunca Birleşmiş
104 Jean-Marc Coicaud, “International democratic culture and its sources: The case of collective security and peacekeeping operations in the 1990’s, The Legitimacy of International Organizations, Coicaud ve Heiskanen ed.s, 2001, Tokyo, University of United Nations P. s. 263.
68
Milletler’in güvenlik ve barışın korunması gerekçesi ile geleneksel olarak
gerçekleştirdiği operasyonlarda Barışı Koruma görevinden sorumlu olan ve BM
bünyesinde Genel Sekretere bu konularla ilgili olarak tavsiyelerde bulunan bölüm
Özel Siyasi İlişkiler - SPA, Office for Special Political Affairs - birimi olmuştur. Yaklaşık kırk sene kadar küçük bir çalışma grubu olarak kalan bu bölüm artan
müdahale sayısıyla birlikte 1992 de Saha Operasyonları Birimini de, – FOD, Field Operation Division - kendi bünyesine katarak ismini Barışı koruma Operasyonları
Bölümü, – DPKO, Department of Peacekeeping Operations - şeklinde
değiştirmiştir. Bir sene içinde, bölüm içyapısını genişleterek ve tekrar organize
ederek Operasyon Birimi – Office of Operations –, Planlama ve Destek Birimi –
the Office Planning and Support -, ve 24 saat durum merkezi gibi yeni birimleri
de bünyesine katmıştır.105 Bütün bu yeniden yapılanmanın sonucunda Barışı
koruma bölümü, müdahale planlaması, stratejik ve operasyonel destek, sivil polis
eğitim ve planlaması, askeri tavsiye, barışıkoruma eğitimi, ve devam eden
operasyonlar gibi farklı görevlerin oluşturulmasını tek bir çatı altında toplamayı
gerçekleştirmiştir.106
Birleşmiş Milletler Barışıkoruma Bölümü, B.M. tarafından gerçekleştirilen tüm
Barışıkoruma Operasyonlarının planlanmasından, hazırlığından, yönetim ve
idaresinden sorumludur. Her bir operasyon spesifik bir görev üstlense de, tümü
ortak bir hedef gözetmektedir ki bu; hedef bölgedeki insanlık dışı uygulamaların
sona erdirilmesi ve kalıcı bir barış için gerekli ortamın ve kurumların yaratılmasıdır.
Bu çerçevede yürütülen operasyonlar askeri ve/veya sivil birlik ve guruplardan
oluşarak bu birimlerin;
i Olası bir çatışmanın oluşumunu veya sınır dışına taşmasını önleme amaçlı
sevkini;
ii Ateşkes sonrası ortamın stabilizesini;
iii Barış anlaşmalarının uygulanmasında yardımını;
iv Ekonomik gelişimin, iyi yönetimin, demokratik prensiplerin yerleşmesinde
devletlere önderliğini gerektirebilir.
Çalışmanın bundan sonraki bölümlerinde kullanılan terimlerin daha iyi anlaşılması 105 Ramesh Thakur ve Albrecht Schnabel. United Nations Peacekeeping Operations: Ad Hoc Missions, Permanent Engagement, Tokyo, UN University Press, 2001, s. 49. 106 Christian Harleman. An Introduction to the UN System: Orientation for Serving on a UN Field Mission, New York, Dag Hammarskjold Center, 2003, s. 33.
69
açısından, ve operasyonlardan sorumlu birimin gelişiminin anlatıldığı bu kısımda
yine bu birimin adının da yol açtığı karışıklığı gidermek bakımından, terimlerin
tanımlarının yapılması faydalı olacaktır.
Herşeyden önce Barışıkoruma - Peacekeeping –, hem B.M. de operasyonlardan
sorumlu birimin (departmanın) adıdır, hem de bu birimin gerçekleştirdiği
operasyonlardan bir tipin, bir türün adıdır. Geleneksel olarak bu birimin görevleri
arasında yer alanlar, çatışma bölgesinde ulaşılan ateş-kes anlaşmalarını izlemek
ve yapılan anlaşmalara uyulduğunu onaylamak için silahsız gözlemciler
göndermek, bir anlaşma sağlandıktan sonra (her zaman olmasa da) çatışmaların
tekrar başlamasını engellemek amacıyla tarafların arasına kendilerini
koruyabilecek şekilde silahlanarak yerleşmek, ve son olarakda, anlaşma
sağlansın sağlanmasın, taraflar razı olsun olmasın, alınan kararları zorlama
yöntemlerle uygulatmaktır. Bu bağlamda, sırasıyla, tanımı yapılması gereken İlk
tip, “İzleme” – Observation – dir ki, bu görevler silahsız asker gerektiren
görevlerin üstlenilmesi halinde oluşturulan birimlerdir ve tanımı gereği de
çalışmanın kapsamı dışında bırakılmışlardır.
İkinci tip silahlı askerlerin – muharip güç - konuşlandırıldığı görevlerin üstlenilmesi
halinde ise sorumlu birimin adını da taşıyan Barışıkoruma - Peacekeeping - ismi
verilmektedir. Bu geleneksel biçimdeki operasyonlar, Soğuk Savaş dönemi
sonrasında çok boyutlu hale gelerek hem farklı görevlerin gelişmesine hem de
aynı anda bir çok görevin üstlenilmesine sebebiyet vermiş ve ikinci, üçüncü
jenerasyon Barışıkoruma gibi isimler almışlardır. Bu görevler, seçimlerin izlenmesi,
çatışan silahlı güçlerin rehabilitesi, insani yardım yürütülmesi, mayın temizlenmesi,
sivil polis yetiştirilmesi, mültecilerin geri dönmesi ve yerleştirilmesi gibi çok geniş
bir yelpazeyi kapsamaktadır.
Her ne kadar Birleşmiş Milletler’in “Barışıkoruma” konseptinin, bu organizasyon
tarafından yapılmış resmi bir tanımı olmasa da, Uluslararası Barış Akademisi’nin
1984 yılı yayımında derlenmiş olan Barışı Koruyanların El Kitabı – Peacekeeper’s Handbook - bu konsept için bir tanımlama getirmiş olup, bu tanım B.M. tarafından
da yıllarca kullanılmıştır. Buna göre Barışıkoruma - Peacekeeping - “Uluslararası
organizesi ve yönetimi olan ve yine uluslararası barışın tesisi ve muhafazası
70
amacıyla hareket eden barışçıl bir üçüncü tarafın çok uluslu güç kullanarak
müdahalesi ile devletler arası veya devlet içi düşmanlıkların önlenmesi,
çevrelenmesi, yumuşatılması ve sonlandırılması” olarak tanımlanmıştır.107
Diğer bir tanım da gene, 1992 yılında Birleşmiş Milletler dökümanlarına girmiş,
“Barış için Gündem” – An Agenda for Peace – adlı raporda şu şekilde yer
almıştır: “Gerekli görülen tarafların uyumuyla, Birleşmiş Milletler asker ve/veya
polis gücünün hatta sivillerin dahil olduğu Birleşmiş Milletler varlığının sahaya
konuşlanmasıdır.”108 Burada problem teşkil eden, terimin tanımının
organizasyonun şartnamesinde açıkça yer almamasının, betimlemenin diğer
taraflarca (organizasyonlar, kişiler, hatta devletlerin katılımıyla) farklı şekilde
yapılmasına kapıyı açmasıdır. Sheehan, bu konuyla ilgili olarak yaptığı
çalışmasında, dikkate değer bulduğu, yaklaşık 17 farklı tanımı tek tek
açıklamaktadır.109 Bu tanımları ve/veya kendisinin çalışmasına katmadığı tanımları
bu çalışmaya katmaktansa dikkate değer ortak noktaları ve temel bir ayrılığı ortaya
koymak daha faydalı olacaktır.
Ortak noktalardan hareketle, her şeyden önce temel hedefin, çatışmanın durması,
veya tekrar başlamasının engellenmesi, ya da yayılmasının önüne geçilmesi
olduğu açıktır. İkinci ortak nokta, bunun gerçekleştirilmesi için uluslararası olarak
hazırlanmış üçüncü bir barışçıl tarafın hafif silahlı olarak sahada varolmasıdır.
Kısmi bir ortak nokta ise, aslında bazılarında açıkça yazılmasa da kendisini belli
eden, çatışan tarafların yerleşecek güce rızası ve gücün tarafsızlığı şeklinde
sayılabilir. Fakat, burada, yapılan tanımların arasında, bilinçli olarak yapılan bir
ayrım vardır ki, büyük bir fark yarattığı şüphesizdir. Bu da, bu oluşturulan gücün,
Barışıkoruma gücünün, - Peacekeeping – Birleşmiş Milletler’in altında
olmayabileceğidir. Bu çalışma B.M. harici bir uluslararası gücün betimlemesinde
terimin (Barışıkoruma) kullanılmasını pek doğru bulmamaktadır. Dolayısıyla bu
ayrılıkta, yerini, tanımda bu uluslararası organizasyonun adını kullanan ve onun
şemsiyesi altında hazırlanan gücü Barışıkoruma gücü olarak kabul eden tarafta 107 Wolfgang Biermann ve Martin Vadset Ed.s. UN Peacekeeping in Trouble: Lessons Learned fron the Former Yugoslavia, Aldershot, England, Ashgate Press, 1998, s. 17. 108 B.M. Agenda for Peace, A/47/277-S/24/111, Haziran 1992. 109 Sheehan, a.g.e. s.10-16.
71
almaktadır. Farklı tarafların, kollektif hareketlerin, veya başka organizasyonların,
yukarıdaki organizasyonlar bölümünde örnekleri verildiği gibi, bu tip katkılarına
farklı isimler bulunabilmekte, genellikle kollektif olarak barış operasyonları adı
verilmektedir. Bu bağlamda, bu çalışmada, adı geçen her Barışıkoruma gücü, B.M.
şemsiyesi altında hazırlanan bir gücü kastetmektedir.
Yukarıda bahsedilenler veya gerek geleneksel olanlar gerekse Soğuk Savaş
sonrası gelişen ve çok boyutlu hale gelerek bir çok görevi aynı anda üstlenen
operasyonlar, Birleşmiş Milletler şartnamesinin altıncı bölümü içinde yer alan,
diğer bir ifade ile, çatışmaların barışçıl çözümlenmelerini gerektiren
operasyonlardır. Bu tip operasyonlarda üç temel şartın yerine getirilmesi zaruridir.
Müdahalede bulunan Birleşmiş Milletlere bağlı askeri birliklerin nefsi müdafa
haricinde silaha başvurmamaları ve zor kullanmamaları birinci, aynı birliğin
çatışanlara mutlaka tarafsız yaklaşmaları gerekliliği ikinci, tarafların rızasını alarak
orada bulunmaları üçüncü şarttır.
Üçüncü tip olarak ise, şartnamenin yedinci bölümüyle oluşturulan, yani
çatışmaların dünya güvenlik ve barışını tehdit ettiği hallerde ve bunların barışçıl
yollardan çözülemeyip güç kullanmanın mecburi hale geldiği durumlarda
oluşturulan görevler, Birleşmiş Milletler Genel Sekreterlerinden olan B. Boutros
Ghali tarafından Barışa Zorlama - Peace Enforcement - olarak adlandırılarak,
diğerlerinden daha güçlü bir formu ortaya çıkartmıştır.110 Barışa Zorlama
operasyonlarının konumu ise ilk ikisine göre daha farklıdır, çünkü burda artık
tarafların rızasına fazla gerek duyulmaz ve askerler, sadece kendileri çok zor
durumda kaldıkları ve son çare olarak kullandıkları durumlardakinden farklı olarak
da silahlarına baş vurmak durumunda veya zorunda kalmaktadırlar. Bu üç temel ve farklı operasyonların tümüne, yani silahsız askerlerin gözlemci
olarak, muharip gücün çatışanların rızasıyla ve tarafsız olarak, ve yine muharip
gücün tarafların rızasına gerek duymadan zor kullanarak bulundukları
operasyonlara, farklı kaynaklarca, Barışıkoruma Misyonları veya Barış Destek
Operasyonları da denmektedir. Kimi kaynaklar da, Barışa Zorlama – Peace
110 James S. Sutterlin. “Understanding Peacekeeping”, Political Science Quarterly, New York V.120, Iss. 1, Spring 2005. s. 151
72
Enforcement – operasyonlarını, güvenlik ve barışa tehdit olarak görülen
çatışmaların çözümleri için kullanılan ve içinde her türlü aracın kullanıldığı,
diplomasi de dahil olmak üzere, Barış Yapma – Peace Making – konsepti içine
yerleştirmektedir. Oysa, yine bu çalışmada, Barışıkoruma, Birleşmiş Milletlerin
uyguladığı şekilde, şartnamenin altıncı bölümüne uygun olarak Genel Sekreterin
iyi niyet elçisi rolünü üstlendiği ve taraflara anlaşabilecekleri ortamı sağladığı,
diplomatik yollara başvurulan bir zemini yansıtmaktadır. Bu görev de zaten
“Barışıkoruma Operasyonları Bölümü” tarafından değil “Siyasal İşler Bölümü“
tarafından yürütülmektedir.
Bu konuda genellikle kullanılan farklı terimleri tanımladıktan sonra belirtilmelidir ki,
burda tümünü kapsayıcı olarak kullanılan terim “müdahale” dir. Zamanın Genel
Sekreteri Kofi Annan Birleşmiş Milletler’in Soğuk Savaş sonrası yeni rolünü
“Yapabildiğimiz yerde çatışmaları önlemek, oluştuğu yerde durdurmak, ya da en
azından etrafını çevreleyerek, yayılmasını engellemek için yapacağımız şey
müdahil – intervene – olmaktır” şeklinde tarif etmiştir.111 Sonuçta, bu çalışmada,
tarafların rızası olsun olmasın, zor ve güç kullanılsın kullanılmasın, hangi devlet
veya organizasyon, hangi görevi üstlenirse üstlensin, tüm operasyonların içine
düştüğü havuz, ya da tümü için yapılan genelleme için kullanılan terim, daha önce
bu çalışma için (Birinci Bölümde) tanımı yapılmış ve sınırları daraltılmış olan,
müdahale – intervention – terimidir.
b. Genel Sekreter Genel Sekreterin tanımı, BM Şartnamesinin 97. ve 99. maddelerinde, kendi
düşüncesine göre, uluslararası barış ve güvenliği tehdit edecek meseleleri
Güvenlik Konseyinin dikkatine getiren ve Organizasyonun en üst düzey yöneticisi
olarak geçmektedir.112 Bir taraftan, kendine bağlı olarak çalışan sivillerin yöneticisi,
aktörler arasında iyi niyet elçisi, aracı, ve dünyanın en üst düzey bürokratı iken,
diğer taraftan şu an itibarı ile süren çeşitli operasyonlarda yer alan 100.000 kadar
111 Kofi Annan, “Reflection on Interventions”, The Question of Intervention, New York, United Nations, 1999, s.4 112 B.M.Şartnamesi (Çevrimiçi Kasım 2011) http://www.un.org/en/documents/charter/chapter15.shtml
73
askeri kuvvetin baş komutanı sıfatını taşımaktadır. Chesterman’ın kitabında Genel
Sekreter için – Secretary General - terimin ingilizcesinden türeterek sorduğu
“Sekreter mi, General mi?” – Secretery or General? -sorusu tam bu rol için
sorulmuş güzel bir soru olarak durmaktadır.113 Fakat aynı zamanda ironiktir; çünkü
BM in işleyebilmesi ve kendi rolünü oynayabilmesi için aynı zamanda üye
devletlerin yapacağı her türlü yardım ve desteğe ihtiyacı vardır. Dolayısıyla
sekreterle kastedilen sadece dünyanın en üst düzey bürokratlığı değildir.
Genel Sekreteri, B.M. sekreterliğinden ayrı olarak incelemek gerekmektedir. Eğer
gerçekten Genel Sekreterlerin her biri yukarıdaki ironik anlamda sekreterlik yapmış
olsalardı, bu alt başlığı bu çalışmaya koymaya gerek olmazdı. Fakat aynı
zamanda her birinin karakteri, bir çok olguya rağmen, (aslında oldukça bilinen bir
söylemdir ve sadece Birleşmiş Milletler Sekreterliği için geçerli değildir) kendi
dönemine, diğer Genel Sekreterlerden daha farklı manada damgasını vurmuştur.
Şimdiye kadar geçen zaman içinde bu organizasyona yedi kişi liderlik yapmışken,
sekizincisi halen göreve devam etmektedir.
Genel Sekreterlik, Birleşmiş Milletler Şartnamesinde belirtildiği gibi, Genel Kurul
tarafından seçilmektedir, fakat, seçileceklerin tavsiyesi Güvenlik Konseyi
tarafından yapılmaktadır. Bu anlamda, zaten güçlü devletlerin tavsiyeleri, siyasi
olarak gelecekte kendi başlarını ağrıtmayacak, denileni yapacak kişilerden oluşan
isimlerden oluşturulurken, veya oluşturulmaya çalışılırken, seçilenlerin bağımsız
olarak hareket edip gerektiğinde kendini tavsiye edenlere hayır diyebilecek
kapasitede olması ise diğer devletlerin beklentisini oluşturmaktadır. Bu cümlenin
daha açık ifadesi, fakat aynı zamanda yukarıda söylenen Sekreterlerin karakter
olgusuyla birleştirildiğinde, Birleşik Devletler elçisi Vernon Walter’ın dönemin
Genel Sekreteri hakkındaki ifadesinde kendini bulmaktadır: kendisi Javier Perez
de Cuellar’ı kastederek, “Genel Sekreter tekneden suya düşse, etrafa su
sıçramaz”114 diyerek, aslında bir anlamda kendisinin sade diplomatlığına vurgu
yaparken, aynı zamanda makamdaki kişinin bir nevi etkisizliğini de dile
getirmektedir.
113 Simon Chesterman, Secretary or General?: The UN Secretary-General in World Politics, Cambridge, University of Cambridge P. 2007 s.1. 114 James Traub, “The Secretary-General’s political space”, Secretary or General?, 2007, Cambridge, Cambridge University P. s. 189.
74
Diğer taraftan, her ne kadar atanmış∗ da olsalar, Genel Sekreterlerin karakterlerini
ortaya koyabilecekleri geniş bir manevra alanları da vardır. Organizasyonun ilk
lideri olan, Norveçli Trygve Lie, hatıralarında kendisinin neden ya da nasıl oldu da
seçildiğini tam olarak anlamadığını belirtmektedir.115 Aslında, gerek Soğuk Savaş
döneminde, gerek sonrasında, özellikle Güvenlik Konseyinde yer alan daimi
üyelerin hepsinin tek bir isim üstünde hemfikir olmaları çok zor olmuştur. Urquhart
da aslında aynı anlama gelecek şekilde, ilk Genel Sekreter’in atanma döneminde
ideolojik olarak ayrılmış her iki tarafın öne sürdüğü ve dünyaca tanınmış isimlerin,
karşı taraflarca hemen reddedildiğini belirtmektedir.116 Dolayısıyla, tam bu nokta
aslında Konsey üyelerinin tamamiyle kendine bağlı, kendi isteklerini yerine
getirecek sekreterlerini, karşı tarafın vetosu sebebiyle atayamadıklarını
belirtmekte, dolayısıyla, atananların aslında her iki tarafın da asgari müşterekte
razı olabileceği isimlerin oluşturduğunu öne çıkarmaktadır. Bu da, bir anlamda bu
isimlerin aslında birer kukla olmadıklarını, nispeten bağımsız olarak, eğer
karakterleri de buna uygunsa, geniş bir manevra alanına sahip olabildiklerini
belirtmektedir.
Bu konudaki bütün kaynakların hemfikir olduğu nokta, organizasyonun en etkili ve
karizmatik liderinin ikinci Genel Sekreter Dag Hammarskjöld olmasıdır. Ve tam da
yukarıda belirtilen sebeplerle seçildiği anlaşılmaktadır. Adayların, Güvenlik
Konseyi taraflarınca vetosu sebebiyle geçen uzun bir süreç sonunda ortak olarak
uzlaşılacak kişi olarak kendisi bulunmuş, ve karakteri gereği bu boşluğu iyi
değerlendirip, oldukça bağımsız hareket ederek hem kendine hem kurumuna
saygınlık kazandırmıştır. Oysa bir önceki ve ilk Genel Sekreter olan Trygve Lie
kurumun kurulduğu dönemde umutların yüksek olmasına rağmen Soğuk Savaş
ayrımının konseye yansıyan keskin politikalarından kendini arındıramamıştır.
Hammarskjöld ise kişiliğinin etkisiyle konseydeki bölünmede zaman zaman hem iki
tarafın övgüsünü almış, hem de yine her iki tarafın aynı anda yergisini almış
olmasına rağmen politikalarını kendi inandığı şekilde yürütmekten vaz ∗ Genel Kurul tarafından seçilmeleri Güvenlik Konseyi’nce aday gösterilmelerini, dolayısıyla atanmışlık iddiasını değiştirmemektedir. 115 Trygve Lie, In the Cause of Peace: Seven Years with the United Nations, New York, Macmillan, 1954, s.17. 116 Brian E. Urquhart, “The Evolution of the Secretary General”, Secretary or General?, Cambridge, Cambridge University P. 2007, s. 17.
75
geçmemiştir.∗ Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliği’ne kazandırdığı saygınlık ise
halen kurum içinde eşi görülmemiş olarak nitelendirilmekte ve hatta bulunduğu
mevkiyi ve yaptığı işi icat eden kişi olarak anılmaktadır.117
Hammarskjöld’ün görevdeyken ölümü ile kendisinden sonra Genel Sekreterlik
koltuğuna oturanların aynı eylem özgürlüğü içinde hareket etmemesi için Güvenlik
Konseyi’nin sürekli üyeleri arasında hemen hemen gizli bir konsensüs oluşmuştur.
U Thant, Kurt Waldheim, ve Javier Perez de Cuellar’ın, sırasıyla, siyasi alanları
bilinçli olarak oldukça daraltılmış, fakat aynı zamanda kendileri de bu alanı
genişletmek için önemli bir efor harcamamışlardır. Thant’ın Vietnam savaşı için
çözüm arayışına, zamanın ABD dışişleri bakanı olan Rusk’ın, “kendini ne
sanıyorsun, devlet mi?” sorusu aslında büyük resmi görmek açısından oldukça
açıklayıcıdır.118 Susmak yerine konuşmayı, akıl almak yerine vermeyi, geri
çekilmek yerine direnmeyi tercih eden bir karaktere sahip119, Konsey’in sürekli
üyelerini kızdırmaktan kaçınmayan bir Genel Sekreter’in ardından gelerek koltuğa
oturan bu üç kişinin kişilikleri de Hammarskjöld’den oldukça farklılık göstermiştir.
Bu sebeple de, kazanılan siyasi özgürlük alanı sekreterlik adına zemin kaybına
uğramıştır.
Soğuk Savaş ertesinin ilk Genel Sekreteri olan Boutros Boutros-Ghali ise aslında
başlangıçta Birleşmiş Milletler’in tekrar kuruluş amacına uygun hareket edebileceği
bir döneme rastlamasına rağmen Bosna, Ruanda, Somali gibi büyük problemlerin
ortaya çıkması ve bunların çözülememesi veya çözüm çabalarının başarısızlığa
uğraması sebebiyle oldukça ağır eleştirilere maruz kalmıştır. Aslında, Birleşmiş
Milletler’in çatışma önleme ve çözümleme konularıyla ilgili olarak daha büyük bir
rol oynaması gerektiğini ortaya koyan “Barış İçin Gündem”i – An agenda for Peace - hazırlayarak, ve “egemenliğin mutlak ve benzersiz zamanları artık
geçmişte kalmıştır”120 gibi belki boyu ve maksadı aşan bir cümleyle dikkatleri
∗ Kongo iç savaşında hem Sovyetler Birliği’ni hem ABD’yi, ve aynı zamanda Tunus için Fransa’yı kızdırmayı başaran Hammarskjöld, Khrushchev tarafından istifaya davet edildiyse de Genel Kurul’da yaptığı karşı konuşma ile Birleşmiş Milletler tarihinin en kalabalık ve en uzun süreli ayakta alkışına nail olmuştur. 117 James Traub, a.g.e. s. 186. 118 James Traub, a.g.e. s. 189. 119 Brian E. Urquhart, a.g.e. s. 17. 120 James Cockayne and David M Malone, “Relations with the Security Council”, Secretery
76
toplayarak bir farklılık yaratmışsa da, bahsi geçen operasyonların başarısızlıkları
sebebiyle haksız olarak hem kendisi hem de organizasyon günah keçisi durumuna
getirilmiştir. Aslında bunda 1994 ABD ara seçimlerini Cumhuriyetçilerin kazanarak
hem senato hem temsilciler meclisinde çoğunluğu ele geçirmelerinin ve ideolojik
olarak Birleşmiş Milletler’e kuşkuyla yaklaşmalarının rol oynadığını yadsımak ta
pek mümkün gözükmemektedir.
Literatürde Hammarskjöld’den sonra en etkin ve siyasi bağımsızlık ve eylem
çıtasını en yukarıya taşıyan isim olarak organizasyonun 7. Genel Sekreteri Kofi
Annan ortaya çıkmaktadır. Henüz başlangıçta, Soğuk Savaş ertesinde ABD’nin
dünya üzerindeki konumu ve organizasyondaki nüfuzu gereği, kendisinin bu
ülkenin adayı olarak sunulması ve kabul edilmesi onun kukla başkan olarak
nitelendirilmesine yol açmıştır. Fakat kısa zamanda hem organizasyona üye
ülkelerin hem de dünya kamu oyunun sevgi ve saygısını kazanan Annan,
beklentilerin aksine evrensel bir söylemle dünya çıkarının bir savunucusu olarak
Genel Sekreterliğin siyasi alanını tekrar genişletebilmeyi başaran kişi olarak kabul
edilmektedir. Karakteri, Hammarskjöld’ün yukarıda bahsedilen özelliklerinden
oldukça farklılık göstermesine rağmen bunu başarabilmiş, ve onun kişisel duruşu
ile karşılaştırılan tek kişi olabilmiştir.121
Birleşmiş Milletler’de reform çabaları, kurumsal yapılanmadaki değişiklik önerileri,
özellikle Güvenlik Konseyi’nin üye sayısının arttırılması talepleri, fakat herşeyden
önce Irak savaşında ABD ile görüş ayrılığına düşmesi yine bu ülke tarafından
Annan’ın gözden çıkarılmasının temel nedenleri olarak görülebilir. Kendisinin tüm
Genel Sekreterler içindeki en ahlaki kişiliğe sahip olabileceği görüşü, “Petrol
karşılığında Gıda” – Oil for Food – programında ortaya atılan skandal iddialarına
etrafındakilerce inanılmasında zorluk çekilmesine sebebiyet vermiştir.122
Sonuçta, genelde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi sürekli üyeleri, fakat Soğuk
Savaş ertesinde özelde Amerika Birleşik Devletleri ile mümkün olduğunca
or General? Cambridge, Cambridge University P. 2007, s.80. 121 Shashi Tharoor, “The Most Impossible Job Description”, Secretary or General?, Cambridge, Cambridge University P. 2007, s. 44. 122 Edward C. Luck, “ The Secretery-General in a Unipolar World”, Secretary or General? Cambridge, Cambridge University P. 2007, s. 44
77
politikalarında ters düşmemeye çalışacak bir Genel Sekreter’in Organizasyonun
en üst makamını işgal edeceği gerçeği pek yadsınamamaktadır. Fakat sürekli
üyelerin veto hakları Genel Sekreter önerimlerinde asgari müşterekte
buluşulmasına yol açtığından, ayrıca Şartnamenin 99. Maddesi Genel Sekreter’e
barış ve güvenlik konularında belirli bir yetki tanımasından, bu koltuğa gelenlerin
karakterleri müsaitse fark yaratabilmelerinin yolunu da açmaktadır. Sürekli üyelerle
ters düşmemek, ya da bunu göze alabilmek ve aynı zamanda Sekreterliğin siyasi
manevra alanını muhafaza etmek hatta geliştirmek ip üstünde yürümekle eşdeğer
görülebilir. Bunu yapabilenler olarak isimleri öne çıkan Hammersjhöld ve Annan
ayrıca Nobel Barış ödülüne de layık görülen Genel Sekreterlerdir. Bu manada
Genel Sekreterler, müdahalelerde katkı yapan, etkin rol oynayabilen temel
aktörlerin içinde yer almaktadırlar.
3. Müdahalelere Katkıda Bulunan Devletler
Güvenlik Konseyi ve Sekreterlikle beraber yapılacak operasyonlara katkı
sağlayacak devletler, temel aktörlerin bir diğerini teşkil etmektedirler. Birleşmiş
Milletler’e üye devletler gerçekleştirilecek olan müdahalelere bulunacakları katkıyı
çeşitli sebeplerden dolayı yapmaktadırlar. Bunların arasında; kendilerinin
uluslararası meselelere ve dayanışmaya ne kadar önem verdiklerini göstermeleri,
ulusal çıkar hesapları, silahlı kuvvetleri için tatbikat ötesi ciddi bir deneme, yoğun
nüfusa sahip fakir ülkeler için B.M.’in asker başına ödediği ücret düşünülürse para
kazanma olanağı, oldukça sık rastlanan motivasyonlardır.123 Aynı şekilde, ülkelerin
yaptıkları katkılar da nitelik ve nicelik açısından farklılıklar göstermektedir. Kimi
ülkeler düşük sayıda askerle fakat yüksek teknolojileri ile ulaşım, iletişim gibi
ekipman veya güçlü ekonomileriyle ek finansal kaynak sağlarken, kimileri ise
teçhizat bakımından fazla ağırlıklı olmayan ama bunların yanında yüksek miktarda
sivil, askeri personel veya kendi ülke sınırları içinden geçme veya orada
konuşlanma hakkını tanımalarıyla katkı yapmaktadırlar. Bir çok farklı ülkenin bir
araya gelerek belirli bir amaç doğrultusunda çalışması ve bunu başarıyla
sonuçlandırmaları pek de kolay olmamıştır, olmamaktadır. Özellikle 90 larla birlikte
artan sayıdaki müdahalelerde yer alan devletlerin farklı dil, din, ve geleneklere
sahip olması, ekipman standardizasyonunun olmaması önemli problemler 123 Sitkowski, a.g.e., s. 29.
78
arasında yeralmaktadır. Halen bu farklılıkları aşacak çalışmalar gerek B.M.
bünyesinde, gerekse ülkeler bazında devam etmektedir.
D. B.M. de Müdahale Kavramının Gelişimi Birleşmiş Milletler, 1945 yılında kurulduğunda tüm üyeler tarafından ortak olarak
kabul edilen müdahale etmeme prensibinin ve devlet egemenliğinin ihlalinin
önlenmesinin uluslararası bir garantörü olarak görülmüştür. Aksi bir durum
oluştuğu takdirde ise, Şartnamenin VII. Bölümü gereği kolektif zorlama ile
uluslararası barışın tesisinin sağlanacağı karara bağlanmıştır. Fakat aynı
zamanda, kolektif zorlamanın yerine getirilmesi, Güvenlik Konseyi beş daimi
temsilcisinin oybirliği ile hareket etmesini gerektirmektedir. Oysa Soğuk Savaş
süresince oluşan iki kutuplu sistem veya Güvenlik Kurulu üyelerinin, içinde farklı
taraflarda yer aldığı Doğu – Batı çatışması, Şartnamenin kolektif güvenlik sistemini
işlemez hale getirmiştir. İşte bu durumda, Barışı koruma uygulaması, tarafsız ve
alternatif bir araç olarak, düşük seviyeli çatışmaları bir süper güç karşılaşmasına
dönüşmeden engelleyici olacak şekilde ortaya çıkarak gelişmiştir.
Diğer taraftan Birleşmiş Milletler Şartnamesinin VI. Bölümünde yer alan, ulusal ve
uluslararası nitelikte çatışmaya varabilecek anlaşmazlıkların, barışçıl yollara
başvurarak çözülmesi uygulaması ise yetersiz kalmıştır. Dönem boyunca, daha
sert uygulamalara ihtiyacın olduğu anlaşılsa da, Barışı koruma operasyonlarının
ancak oldukça kısıtlı seviyede ve kısıtlı bir görev emri ile gerçekleştirilmeleri
mümkün olabilmiştir. Soğuk Savaş’ın bitiminin hemen ardından ise Barışı koruma
kavramı, küresel güvenlik ve insani meseleler açısından uluslararası işbirliğinin
oluştuğu yeni dönemde çok büyük bir ümit kaynağı olarak görülmeye başlanmıştır.
Aldığı destek sadece ahlaki anlayışla sınırlı kalmamış, aynı zamanda uluslararası
toplumun siyasal ve finansal desteğini de arkasına almıştır.124
Bu değişen sistem ve iyi niyet ortamı sürerken, Birleşmiş Milletler’in 1992 yılının
başında devlet ve hükümet liderlerinin katılımı ile yaptığı Güvenlik Konseyi
toplantısında zamanın Genel Sekreteri Boutros-Ghali’den, BM’in bu konudaki
124 Thakur ve Schnabel. United Nations Peacekeeping Operations s. 239
79
kapasitesini daha güçlü ve verimli olarak kullanması konusunda analiz ve
tavsiyelerini içeren bir rapor hazırlaması istenmiştir. Aynı yılın ortalarına doğru
raporunu (Barış için Gündem – An Agenda for Peace) tamamlayan Genel
Sekreter, Soğuk Savaş’ın sona ermesinden hemen sonraki dönemin daha önce
oluşmamış bir iyi niyet ve işbirliği ortamı yarattığını, bu fırsatın kaçırılmaması
gerektiğini, fakat bu yeni dönemde milliyetçi, etnik, dini çatışmaların öne
çıkmasıyla devletlerin içyapılarında aşınmaya uğramak gibi sorunlarının ortaya
çıktığını, bunların çözümlerinde insan hak ve özgürlüklerine azami safhada dikkat
edilmesinin gerekliliğini belirtmiştir.125
Genel Sekreter’in hazırladığı raporda, yukarıdaki gerekçelerden dolayı daha önce
limitli şekilde uygulanabilen geleneksel Barışı koruma operasyonlarının artık farklı
formlara bürünerek gelişebileceği, önleyici diplomasi – preventive diplomacy -
ile taraflar arasındaki ihtilafların henüz büyümeden önlenebilme imkanı belirirken,
önleyici askeri konuşlandırma – preventive deployment - ile taraflar arasındaki
ihtilafların çatışmaya dönüşmeden, bölgeye gönderilen askeri gücün caydırıcı etki
oluşturulabileceği belirtilmiştir. Ghali, Barışı koruma operasyonlarının artık değişen
ihtiyaçlar doğrultusunda esneklikler göstermeye başladığını, insan hakları
izleyicilerinden, seçim memurlarına, mülteci yardım uzmanlarından polise kadar
farklı personele ihtiyaç duyulduğunu vurgularken bu göreve geleceklerin ve de
askerlerin (muharip güç) eğitilmesi gerektiği tavsiyesinde bulunmuştur. Barışa
zorlama – Peace Enforcement – operasyonlarının BM’ in VII. bölümünün 42.
Maddesi uyarınca BM’in kendisi tarafından, o güne dek, henüz kullanılmadığını
(üye devletlere belli konularda kendi seçimlerini yapma hakkını vermesi
müstesna), kullanılması gerektiğini, bunun organizasyonun kredibilitesi açısından
önemli olduğunu belirten Genel Sekreter, üye devletlerin bu operasyonlar için
yardımlarını ad hoc temelinde değil, kalıcı olarak hazır hale getirmeleri gerektiği
tavsiyesini de yapmıştır. Şartnamenin VI. Bölümünde yer alan ve muhalif tarafları
anlaşmaya yönelten barışçıl yolların - Peacemaking – denenmesi, veya tarafların
rızası ile Birleşmiş Milletler Barışı koruma Gücünün – Peacekeeping - gerekli
coğrafyaya sevkinin sonucunda oluşan barış ortamının kalıcı olabilmesi için
mutlaka çatışma sonrası barış inşası – Post-conflict peace building –
125 Boutros Boutros-Ghali, “An Agenda for Peace”, June 17, 1992, (çevrimiçi), http://www.un-documents.net/a47-277.htm, 27 Ekim 2010.
80
çalışmalarının yerine getirilmesi tavsiyelerini de içeren rapor, bu konuda atılması
gereken adımları da sıralamaktadır.
Yukarıda kısaca önemli görülen kısımlarına değinilen Boutros-Ghali’nin raporunun
geneli, gereğinden fazla iyimser olarak nitelendirilebilir. Reformun süreklilik
göstermesi gerektiğini, beklentilerin bulunduğunu, kendisinin bunların sonuca
ulaştığını göreceğini, 1995 yılına kadar 86 maddelik raporunda belirtilenlerin
aşamalı olarak tamamlanacağını umduğunu kendisi belirtmiştir. Fakat bu
değişiklikler gerçekleşmemiş, Birleşmiş Milletlerin reformu için var olan istek ve
heyecan da zaman içinde solmuştur. Bu kadar üst seviyede bulunan değişim
arzusunun yitirilmesinin, geçiş dönemindeki barış ve güvenlik işbirliği isteğinin bu
kadar kısa sürede azalmasının farklı gerekçeleri vardır. Yugoslavya dağıldığında
Bosna’da oluşan dramda BM’ in yetersizliği, Somali ve Angola’daki başarısızlığı,
Ruanda’daki soykırımı engellemedeki çaresizliği genel anlamda dünya
kamuoyunda Barışı koruma olgusunun algılanmasını tamamen negatif yönde
etkilemiştir. 1995 yılında, Birleşmiş Milletler’ in 50. Yıldönümünde Boutros-Ghali,
daha öncekine kıyasla kullandığı dilin çok daha az iyimser olduğu başka bir ek
rapor hazırlamış*; burada ilk raporun bir umut döneminde yazıldığını söylemiştir.
Aşağıda Şekil 2 de yer alan veriler, 1995 ve 2000 yılları arasında Barışı koruma
Bölümüne güvenlik amaçlı müdahalelerde kullanılmak üzere Birleşmiş Milletler’e
üye ülkeler tarafından yapılan personel katkısını göstermektedir. Yukarıda sayılan
gerekçeler altında 1995 yılından itibaren hayal kırıklığına uğrayan ve Birleşmiş
Milletler’ in küresel düzeydeki güvenlik sorunlarını işbirliği içinde başarıyla
aşabileceği beklentilerini azaltan devletler, takip eden yıllarda Barışı koruma
misyonlarına yaptıkları personel katkısını oldukça aşağıya çekmişlerdir. Dikkat
edilmesi gereken nokta, açıkça görülen bu sayısal düşüşün yapılan operasyon
sayısının azalmamasına rağmen gerçekleşen bir düşüş olmasıdır; ve ancak 2000
li yıllarla tekrar eski personel sayısı yakalanabilmiş ve aşılmıştır.
* Supplement to An Agenda for Peace.
81
Şekil 2 1995-2000 yılları arası BM Barışı koruma Personel Sayısı
Kaynak: http://www.un.org/en/peacekeeping/contributors/documents/Yearly_Summary.pdf
B.M. sitesindeki verilere göre düzenlenmiştir. Her yılın Ocak ayı verileri kullanılmıştır.
90lı yılların başındaki umutların solmasının ve dolayısıyla personel sayısının
azalmasının gerekçeleri, BM Barışı koruma operasyonlarının başarısızlıkları ile
kısmi fakat tatmin edici ölçüde ortaya konsa da, operasyonların başarısızlıklarının
gerekçeleri aynı tatminlik derecesinde ortaya konamamıştır. Başarısızlığın
gerekçelerini sadece Birleşmiş Milletlerin beceriksizliğine bağlamak genişçe bir
kitlenin en kısa yoldan organizasyonu günah keçisi ilan etme çabası ve belki de
çabadan öte başarısı olarak gözükse de, Güvenlik Konseyi’nin her atılan adımda
karar merci olduğu, buradaki veto hakkına sahip sürekli beş ülkenin çözümlerdeki
tutumları göz ardı edilmemelidir.
Boutros-Ghali’ den bir sonraki Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan, 1999
yılında Genel Sekreter Yardımcısı ve Cezayir dışişleri eski bakanı Lakhdar
Brahimi’nin başkanlığını yaptığı ve on üst düzey diplomat ve askerin katıldığı bir
çalışma grubunun oluşturulmasına karar vermiştir. Bu grup Barışı koruma
operasyonlarının tüm taraflarıyla incelenerek en kapsamlı biçimde gözden
geçirilmesi görevini üstlenmiş ve rapor olarak bir sene sonra Ağustos ayında
82
hazırlanıp sunulmasını gerçekleştirmiştir.126 Brahimi raporu – the Brahimi Report - olarak bilinen rapor, Ghali’nin nispeten çerçevesi geniş tutulmuş prensiplerden
oluşan raporuna kıyasla daha detaylı ve spesifik tavsiyelerin bulunduğu bir
çalışmadır. Raporun ertesinde ve doğrultusunda, hem Birleşmiş Milletler Genel
Sekreterliği hem de üye devletler Barışı koruma kapasitesini geliştirecek
değişikliklerin çalışmasını başlatmışlardır.127
Rapor 6 bölüm 280 madde halinde yazılmış olup özellikle dört ana temaya ağırlık
vermiştir: Bunlar, “Barış operasyonları için karar verme ve strateji”, “BM gücünün
operasyon bölgesine hızlı ve etkili bir şekilde konuşlanması”, “Barışı koruma
Operasyonlarını planlama ve destekleme için ana merkezler ve kaynakları”, “Barış
Operasyonları ve Enformasyon” şeklinde sayılabilir. Bu geniş raporun önemli
tavsiyeleri arasında “Önleyici Diplomasi” nin yerini “Çatışma Önleme” nin alması
gelse de, ve her ne kadar MacQueen, aslında bunlarına aralarında pek fark yok
dese de, rapor bu kısma sadece BM’i değil tüm uluslararası kurumlar, devletler ve
hükümetleri, sivil toplum kuruluşlarını da dahil ederek cepheyi oldukça geniş
tutmuştur. Diğer bir tavsiyesi, “Genel Sekreterlik, Güvenlik Konseyi’ne duymak
istediğini değil, bilmesi gerekeni söylemelidir” şeklinde öne çıkmaktadır. Genel
Sekreterliğin Enformasyon ve Stratejik Analiz Sekretaryası adı ile bir birim
kurması, BM gücünün Güvenlik Kurulu’nun onayından itibaren 30 gün içinde –
karmaşık operasyonlarda 90 gün - hızlı ve etkili bir şekilde operasyon sahasına
intikal etmesi, global lojistik destek stratejisi hazırlanması, belirli birimlerin tekrar
yapılanması gereklilikleri, bu kapsamlı raporun birkaç öne çıkan ve örnek
verilebilecek detaylarıdır.
2000 li yıllarla birlikte Birleşmiş Milletler’in güvenlik ve Barışı koruma
çalışmalarına, 90 lı yılların ortalarında yok olan, küresel inanç ve destek tekrar
yükselmeye başlamıştır. Aşağıdaki Şekil 3 te üye ülkelerin Barışı koruma gücüne
yaptıkları katkı yıllara göre personel sayısı olarak görülmektedir.
126 Norrie MacQueen, Peacekeeping and the International System, Routledge, London and New York, 2006, s. 240. 127 Sunil Ram, The History of United Nations Peacekeeping Operations from Retrenchment to Resurgence: 1997 to 2006, NY, Hammarskjold Center, 2007, s.132.
83
Şekil 3. 2001-2010 yılları arası BM Barışı koruma Personel Sayısı
Kaynak: http://www.un.org/en/peacekeeping/contributors/documents/Yearly_Summary.pdf B.M. sitesindeki verilere göre düzenlenmiştir. Her yılın Ocak ayı verileri kullanılmıştır.
BM Barışı koruma anlayışının sonu olarak da nitelendirilen krizin ardından, üye
devletlerin desteğinin ve artan personel sayısının – abartılı olarak BM’ in tekrar
dirilişi olarak nitelendirilse de – çeşitli sebepleri sayılabilir. Zaman olarak yaklaşık
Brahimi raporunun ardından bu canlanmanın oluşması, BM tarafından rapordaki
tavsiyelere uyulabildiği kadar uyulması, aralarında bir etkileşim olduğu kanısını
akla getirse de, kuvvetli bir ilişkinin olmadığı söylenmelidir. Hatta kimilerince tam
tersi doğrultuda dahi görüşler belirtilmektedir. Burada katkının artmasına
gösterilebilecek en doğru gerekçe 90ların sonları ile 2000lerin başında Barışı
koruma operasyonlarından bazılarının nispeten başarılı olmuş olmasıdır. Bu kısmi
başarı ve geçen zaman tekrar güven tazelemiştir. Diğer taraftan oldukça önemli bir
nokta, 9 Eylül 2001 ABD terör olayından sonra Batı’nın BM güvenlik misyonlarına
gittikçe düşen bir oranda personel katkı sağlamasıdır. Diğer bir ifade ile yukarıdaki
tablo ile aralarında ters bir orantı oluşmakta, 2000 den itibaren Barışı koruma
gücüne, Birleşmiş Milletler’e üye ülkelerin yaptığı katkı artarken, özellikle OECD
ülkelerinin yaptığı personel katkı sürekli ve hızlı bir düşüş göstermiştir. Bu
84
bağlamda, burada öne çıkan, gelişmekte olan ülkelerin yaptığı katkının oldukça
arttığı şeklindeyken, sebebinin ise terör olayından itibaren, genellikle büyük
güçlerin fakat özellikle ABD’nin tek taraflı hareket etmeyi tercih etmesine tepki
olarak geriye kalan büyük kütlenin meşruiyetin merkezi olarak algılanan BM’ e
desteği olarak görülebilir.
Birleşmiş Milletler’ in kurulduğu dönemde, bugünkü küresel problemlerin birçoğu
ortada olmadığı gibi bunların çözümlerinin de her zamankinden daha fazla kolektif
bir uğraş gerektirdiği düşünülememiştir. Örnek olarak; uluslararası organize suçlar,
nükleer, biyolojik ve kimyasal silahlar ve bu silahların elde edileceği materyallerin
ticareti veya kaçakçılığı, terörizm sayılabilir. Her ne kadar Batı – ve büyük güçler –
tek taraflı adımlar atsa da yukarıda sayılan problemler onları da konjonktür gereği
çok taraflı hareket etmeye zorlamaktadır. Özellikle zayıf ve/veya çökmüş
devletlerde görülen otorite boşluğunun ve buna bağlı olarak oluşan illegal veya
terörist örgütlenmelerin, yasak materyallerin ticaretinin önüne geçmek yine o
bölgelerin sisteme çekilmesiyle mümkün gözükmektedir. Bu bağlamda, BM’ in
Barışı koruma misyonları ve çatışma sonrası barış inşası aktiviteleri zayıf ve
çökmüş devletlerin sisteme dahil edilmesini sağlayabilirken, bu da bu devletleri bir
otorite altında tekrar kontrol altında tutulabilir hale getirmekte ve büyük güçlerin
BM’ e bu konuda sırtlarını dönememelerini de sağlayabilmektedir.
E. BM’de Müdahale Hazırlığı
Güvenlik Konseyi, Sekreterlik ve katkı sağlayan devletlerin yukarıda temel aktörler
olarak yapılan kısa birer tanımının ardından, bir müdahalenin hazırlanmasında,
Birleşmiş Milletler’de prosedürün ne şekilde yürüdüğü, bu aktörlerin ne şekilde
rollerini yerine getirdikleri, bir fikir oluşturması açısından, kısaca şu şekilde
özetlenebilir. Birleşmiş Milletler tarafından güvenlik ve barışı korumaya yönelik bir
operasyon düzenleneceği zaman, ilk olarak, Güvenlik Konseyi’nce prensip olarak
böyle bir adımın atılacağına dair bir karar alınmaktadır. Bu karar alma
mekanizmasının işlemesi ya da başlaması için ise birkaç şekilde talep gelebilir.
Bunlardan birincisi, çatışmanın yeraldığı coğrafyadaki devlet, veya devletlerin,
hükümetlerin ya da çatışan taraflardan birinin başvurusu üzerinedir. İkinci olarak
çatışma tarafları içinde yer almayan fakat problemin çözülmesi için uğraşan,
85
çözümden yarar göreceğini düşünen ya da en azından problemin devamından
zarar geleceğini öngeren üçüncü tarafların başvurusu üzerinedir. Üçüncü olarak
ise Güvenlik Konseyi’ nin veya Genel Sekreterliğin kendi girişimleri ile başlattığı ve
bu şekilde mekanizmanın çalışmasının başlatıldığı taleplerdir.128
Güvenlik Konseyi bu taleplerin ardından kararını vererek operasyon kararını alır
(veya reddeder). Ardından, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nden kısa sürede,
içinde tavsiyelerinin de yer aldığı detaylı bir planın hazırlanması ve sunulması
istenir. Bu çalışma, Genel Sekreter ve ona bağlı konuyla ilgili birimler tarafından
yürütülürken, yapılanlar arasında, hedef coğrafyada oluşturulacak muhtemel
ateşkes hattı belirlenmesi, askerden arındırılacak bölgelere karar verilmesi,
müdahalede bulunacak gücün giriş ve çıkış zamanlamalarının ayarlanması
bulunmaktadır. Bunların ve bir çok detayın üzerinde çalışılırken, mümkünse, gerek
hedef coğrafyadaki çatışma taraflarıyla, gerekse katkı yapacak ülkelerle
anlaşmalara varılır. Bu çalışmanın sonucunda Genel Sekreter, Güvenlik
Konseyi’ne, küçük, silahsız ve yalnız askeri gözlemcilerden oluşacak bir grubun
mu, daha geniş silahlı bir kuvvetin mi, ya da daha büyük daha farklı kompleks
yapıdaki bir gücün mü oluşturulması gerektiği üzerine, gücün ihtiyaç duyduğu sayı,
ekipman ve detaylarını da – piyade, mekanize vs. gibi – kapsayacak şekilde,
yaptığı çalışmayı sunar. Genellikle, bu çalışmalar yürütülürken, Güvenlik
Konseyi’nin beş daimi ülkesine danışılmakta, fikirleri alınmaktadır. Sonuçta,
Konsey bu rapora göre ikinci bir karar çıkararak operasyonu gerçekleştirecek
gücün oluşturulmasına ve yürütülmesine giden yolu başlatır.129
Müdahale edecek olan gücün askeri lideri genellikle asker sağlayan ülkelerin
içinden birinin üst rütbeli bir komutanı olurken, çok amaçlı operasyonlarda Genel
Sekreter Özel Temsilcisi bir sivil olarak bölgede en üst kademede rol almaktadır.
Artık ortaya çıkan müdahale gücünün, Konsey’in ikinci onayıyla birlikte, karışık ve
zaman alıcı bir şekilde bütçesi hazırlanır ve operasyon başlar. Gücün günlük
yürütülmesi süreci, bölgedeki yöneticilerle yakın iletişimleriyle, Genel Sekreter’in
ve Sekreterliğin elindedir. Konsey ve katkı sağlayan devletler bu süreç içinde
128 Frederick H. Fleitz, Jr. Peacekeeping Fiascoes of the 1990s: Causes, Solutions, And U.S. Interests, Wesport, CT, Praeger Publishers, 2002, s 73. 129 Ramesh Thakur ve Albrecht Schnabel. United Nations Peacekeeping Operations:Ad Hoc Missions, Permanent Engagement, Tokyo, UN University Press, 2001, s. 48-51
86
sürekli bilgilendirilmekte ve kendilerine danışılmaktadır. Genellikle verilen görev
emri – mandate – altı aylık bir süreyi kapsamakta, ihtiyaç duyulduğunda da
yenilenmektedir. Her süre bitiminde veya yenilenme öncesinde Genel Sekreter’in
kapsayıcı raporu süreç veya sonuçla ilgili tavsiyeleriyle Güvenlik Konseyi’nin
önüne gelmekte ve Konsey operasyonun nihayetine veya yenilenmesine karar
vermektedir.
Oluşturulan güç için gerekli olan legal ayrıcalık ve dokunulmazlık BM
Şartnamesiyle (105. Madde; Ayrıcalık ve Dokunulmazlık Anlaşması – Convention on Privileges and Immunities) sağlanırken buna ek olarak operasyonların
kolaylaştırılması amacıyla, bir taraftan BM ile katkı yapan devletler arasında, diğer
taraftan ise BM ile müdahale edilecek devlet arasında hukuki ilişkiler kurulur.
Oluşturulan gücün müdahale edilecek devletle olan ilişkileri, Gücün Durumu
Anlaşması (SOFA - Status of Forces Agreement veya SOMA – Status of Missions Agreement) adlı, gücün yetkisini, vergilendirilmesini, BM personelinin
durumunu, hareket alanı ve özgürlüğünü, alan ve yapıların kullanılmasını vs.
içeren bir kurallar bütününe bağlanır. Benzer bir anlaşma ise BM ile katkı yapan
devletler arasında, Gücün Modeli Anlaşması (MOFA – Model of Force Agreement) adıyla yapılarak ülkelerin sorumluluklarını ve gücün ebadını, tipini,
süresini, ekipmanı, yönetim, bütçe meselelerini vs. kapsar.130
Bu müdahaleye giden yolun her safhası geniş ve titiz bir çalışma gerektirmekte ve
her biri burada detaylıca incelenmeyi haketse de, bu tezin iddiaları gereğince,
bütçe ve asker sayısı özel öneme sahip olmakta ve üzerinde daha fazla
durulmasını gerektirmektedir. Dolayısıyla müdahaleye giden yolda başlangıçtan
itibaren, güçlü ülkelerin politikalarının en önemli rolü üstlendiği kabul edilmekle
birlikte, çalışmada mercek altına alınan, araştırılması yapılan kısmın,
operasyonların gerçekleşmesinden önce olanların, (siyasi, diplomatik, ulusal çıkar
vs.) ya da olması gerekenlerin (etik, hukuk vs.) değil, gerçekleştirilmelerinden
sonraki başarılarının araştırılması olduğu unutulmamalıdır. Fakat başarıyı
sağlayan faktörlerin asker sayısı ve bütçeyle bağlantılı olması bu tezin iddiasıdır.
Bu bağlamda, bütçe ve asker sayısına karar verme aşamaları ayrıca
130 Harleman. a.g.e., s. 47
87
incelenmelidir; çünkü, bütçe ve asker sayısı, siyasetin ön planda olduğu Güvenlik
Konseyi’nin dünya güçlerinin, veto hakkına sahip devletlerinin bahsedilen
coğrafyada barış ve güvenliği ne kadar istediklerinin, bu konuda ortaya koydukları
veya koyacakları siyasi iradenin ve samimiyetlerinin, bir nevi cisimleşmiş, ete
kemiğe bürünmüş hali olmaktadır. En iyi ancak bu şekilde, kendilerini ne kadar
çatışmaların çözümlemelerine adadıkları, barış ve güvenliği sağlamak için ne
kadar kaynak ve insan gücü sağladıkları veya sağlanmasına destek oldukları ya
da en azından buna izin verdikleri belli olmaktadır.
1. Bütçe Hazırlığı Birleşmiş Milletler müdahalelerinin tarihsel olarak hangi tür zorlukları aşarak
günümüze ulaştığınının belki de en önemli izlerini bütçeleme konusu taşımaktadır.
Her bir operasyonun zorluklarını analiz etmeye çalışmanın boyutu yeterli
olmayacağından Süveyş Kanalı krizinde oluşturulan Birleşmiş Milletler ilk
Barışıkoruma Gücünün (UNEF I) bütçelemesinin organizasyonda yarattığı krizi
örnek olarak vermek bir fikir oluşturulmasına yardımcı olacaktır. Çünkü o güne dek
Barışıkoruma operasyonlarının bütçelemesine katılımın nasıl olacağına dair resmi
bir yöntem oluşturulmamıştır. Dolayısıyla, daha önceden örnek teşkil eden bir vaka
bulunmadığından ve yaklaşık maliyet hesapları yapılamadığından, ilk oluşturulan
yöntemler üyeler arasında derin tartışmalara yol açmıştır. Hatta, Sheehan’a göre,
Genel Kurulda, Süveyş krizi boyutunda bir krizin, operasyonun nasıl bütçeleneceği
konusunda da yaşandığı ileri sürülmektedir.131 Ayrıca, oluşan maliyetin,
organizasyonun genel bütçesinden ödenmesi de kabul edilmemiştir. Geçici olarak
krizin aşılması açısından verilen karar ise askeri güç katkısında bulunan ülkelerin
personel ve ekipman maliyetlerini tamamen kendilerinin üstlenmesi şeklinde
olmuştur. Daha sonradan tüm üyeler kabul etmese de, yapılan harcamaların,
üyelerin genel bütçeye yaptıkları katkı oranında operasyon bütçelemesine
yansıması kararlaştırılmıştır.
Yukarıdaki karar tabi ki, nihai karar olmamıştır. Çünkü gelişmiş bir takım ülkeler,
maliyetin tüm ülkelere eşit dağıtılmasının hakkaniyet içereceğini ileri sürerken,
131 Sheehan, a.g.e. s.53-54.
88
komünist veya az gelişmiş ülkeler, kim saldırıyı gerçekleştirdi ve krizi çıkardıysa
yükün tamamını da onların karşılaması gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Bir takım
ülkeler ise farklı oranlarda maliyetin paylaşılması gerektiğini, sürekli üyelerin ve
ekonomik olarak gelişmiş ülkelerin, ağırlıklı olarak yükü taşımalarını talep
etmişlerdir.132 Bu da aslında bugün uygulanan yöntemin belirlenmesinde temel
olmuştur. Fakat yaşanan tüm bu zorluklara ve anlaşmazlıklara, ilk Barışıkoruma
Gücünün hazırlanmasından birkaç sene sonra çıkan Kongo krizi de eklenince, ki
bu sırada birincisi devam etmektedir, organizasyon finansal anlamda iflas
noktasına gelmiştir. Güvenlik Konseyi borç alabilmek için son çareyi bono
çıkarmakta bulmuş, ve üye ülkelere 2% faizle satmak durumunda kalarak maliyeti
karşılayabilmiştir. Dolayısıyla, Organizasyonun temel görevi uluslararası barış ve
güvenliği korumak iken, üyelerinin neden bu görevler için gerekli olan giderleri
kendilerinin karşılaması gerektiğini anlayamadıkları bir süreçten geçilerek, bu
günlere kadar gelinmiştir. O dönemden itibaren ise, operasyonların maliyetlerinin
karşılanması için, yapılan bütçe katılım öneri, prensip, ve anlaşmalar 1963, 1973,
2001, 2003, 2009 yıllarında değişikliklere uğrayarak günümüze kadar gelmiştir.133
Sonuçta, Bileşmiş Milletler’e üye olan her devlet B.M. operasyonlarının maliyetini
Barışıkoruma Bölümü – Peacekeeping Departmant - bütçesinde paylaşmaktadır.
Genel Kurul bu harcamaları belirli bir ölçeğe veya sisteme göre tahsis etmektedir.
Konseyin sürekli üyelerinin özel sorumluluklarından dolayı genellikle daha büyük
bir hisseyi üstlendikleri bu maliyet paylaşım ölçeğinde, üye ülkelerin göreceli
ekonomik refah seviyeleri göz önünde bulundurulmaktadır. Fakat, ilk sırayı
Amerika Birleşik Devletleri’nin aldığı bu maliyet dağıtım sisteminde Japonya ve
Almanya diğer sürekli üyelerin önünde yer almaktadır.134 Operasyon bütçesinin hazırlanmasında ilk adım, müdahale edilecek coğrafyaya,
operasyon planının ve bütçe analizlerinin yapılabilmesi için soruşturma misyonu
yüklenmiş bir grubun gönderilmesidir. Yukarıda da bahsi geçtiği gibi Genel
Sekreter, Konsey’e planını sunarken ön finansal ayarlamalar ve birincil tahmini
maliyetler, burada soruşturma misyonu raporu çerçevesinde yerlerini alırlar. 132 Sheehan, The Economics of UN Peacekeepings,s. 56. 133 Sheehan, The Economics of UN Peacekeepings, s. 95-96. 134 UN. Financing of UN Peacekeeping Operations. www.un.org/Depts/dpko/dpko/contributors/financing.html
89
Güvenlik Konseyi’nin genellikle 6 aylık görev emrini onaylayan bildirisiyle, ilk
tahmini maliyetler gözönünde bulundurularak başlangıç olarak 50 milyon dolar ilk
etapta Yönetim ve Bütçe Soruları Tavsiye Komitesi – Advisory Committee on Administrative and Budgetary Question, ACABQ – tarafından karşılanır. Daha
sonraki harcamalar, detaylı bütçenin yine soruşturma misyonunun raporu
sonucuna bağlı olarak ortaya çıkmasıyla, bir yıllık olarak belirlenir. Bu belirlenen
bütçe tekrar yukarıda bahsi geçen tavsiye komitesi ve Genel Kurul tarafından
gözden geçirilerek Genel Kurul’un oylamasına sunulur ve onaylanır.135 Daha önce
süresi belirlenen operasyonların bütçesi de bu şekilde belirginleşmiş olur. Görev
emrinin – mandate – süresinin bitmesinde ise Genel Sekreter, Güvenlik
Konseyi’ne tekrar bir rapor hazırlayarak yapılması gerekenleri ve yapılanları
bildirir, ardından görevin nihayetini veya uzatılmasını talep eder. Sonuçta,
operasyonun süresi uzatıldığında ve seyrinde bir sıradandışılık oluşmadığı sürece,
bütçe üzerinde de fazla bir değişikllik olmamakta, üye devletlere hisselerine düşen
pay bildirilmektedir.
Özellikle son dönemdeki müdahaleler, içinde bir çok askeri ve sivil görevi yerine
getirecek şekilde; insani, siyasi, siyasi-ekonomik, yönetimsel, polisle ilgili faktörleri
içeren ve sivil kurumları oluşturucu, geliştirici, sürekliliği sağlayıcı olması gibi, çok
boyutlu bir halde hazırlanmakta ve sevk edilmekte, dolayısıyla maliyetleri
inanılmaz boyutlara varmaktadır. Bu yüksek maliyetler sebebiyle de, çok boyutlu
müdahalelerin finansmanı yukarıda bahsedilen şekilde sadece B.M.’deki ilgili
bölümün bütçesinden karşılanamamakta, diğer B.M. ihtisas bölümlerinden,
uluslararası organizasyonlardan (sivil veya sivil olmayan) ve hatta bazen
operasyonun gerçekleştiği ülkenin gelirlerinden, operasyonlara finansal destek
sağlanmaktadır. 136 Yine de tüm bu destekler oluşan geniş bütçe açığını
kapatamamakta, ekonomisi güçlü üye ülkelerin yaptığı gönüllü yardımlara büyük
ihtiyaç duyulmaktadır. Sorunun temel noktalarından belki de en önemlisi işte
burada oluşmakta, yetersiz finansman kaynakları, hem gerek duyulan güvenlik ve
barışı korumaya yönelik çatışmaların çıkmasını ya da yayılmasını önleme amaçlı
135 UN. Peace-keeping Budget. www.un.org/ga/61/fifth/peacekeepingfinance.pps#257,1,Slayt1 136 Len Hawley, Dennis Skocz. “Advance Political-Military Planning”, The Quest for Viable Peace, Ed.s: Jock Covey, M.J. Dziedzic, L. R. Hawley. Washington DC.,US Institute of Peace Press, 2006 s. 61.
90
müdahalelerin oluşturulmasını (sayısal anlamda) engellemekte, hem de o sırada
süre gelenlerin daha etkili bir şekilde yapılmalarını kısıtlamaktadır. Bu noktada,
daha önce de bahsi geçen güçlü ülkelerin (veya güçlü ekonomilerin) samimi bir
şekilde üstlerine düşeni yapıp yapmayacakları veya siyasal olarak ortaya ne kadar
irade ve samimiyet koyacaklarının önemi oldukça artmaktadır.
2. Askeri Güç Hazırlığı
Operasyonların hazırlıkları da yukarda değinilen bütçe hazırlıkları gibi Genel
Sekreter’in Konsey’e sunduğu araştırma raporuyla birlikte başlamakta, Konsey’in
prensip olarak müdahalenin yapılmasını kabul etmesinden itibaren Sekreterliğin
üye devletlerin ne tür katkı sağlayacakları konusunda görüşlerini almasıyla devam
etmektedir.
Genellikle ileri sürülen iddialar, bir operasyonda başarı sağlayacak olan etmenin,
asker sayısından, onun rakamsal ifadesinden ziyade, operasyonu yapacak
olanların ağırlıklı olarak nitelikli, eğitimli ve tecrübeli askerlerden, süper güç değilse
bile global bir güç olan devletlerden birinden gelen birliklerden oluşması gerektiği
üzerinde yoğunlaşmaktadır. Fakat az da olsa, bu konuyla yakından ilgili bir kısım
profesyonel ve akademisyen ise, bu nitelikli askerlerin de operasyonlarda yer
aldıklarına, büyük güçlere ait olan askerlerin de buralarda bulunduklarına ve
bunlardan en etkili olan ABD’nin bile Somali’de başarısızlığa uğrayarak, Birleşmiş
Milletler gücünden askerini çekmesine, verdiği kayıpların ardından bulundukları
coğrafyayı terkedip gitmesine özellikle değinmektedirler. Diğer taraftan, aynı
paralellikte, 90 lı yıllarda Afrika’nın içindeki diğer problemlerin, çatışmaların, iç
savaşların yine Afrika devletleri tarafından çözümlenmesine ya da en azından
durdurulmasına, yayılmasının engellenmesine çalışıldığının ve bunda da başarılı
olunduğunun vurgusu yapılmaktadır. Aslında yapılan, her problemin bu süper veya
dünya gücü olan ülkelerin askerlerinin oraya gelmesiyle son bulmadığı, onların da
başarısız olabildiği, olabileceği ve bunun yanında bölgesel güçlerin askerleriyle de
başarıların kazanılabilindiğinin ve kazanılabilineceğinin vurgusudur. Bu çalışma ise
bunu kabul etmekle birlikte, güçlü devletlerin askerlerinin müdahalelere katılımının
büyük bir avantaj sağladığını da kabul etmektedir. Fakat bunlardan ayrı olarak,
askeri gücün sayısal ifadesi ve onun başarıdaki katkısı ve önemi, bu çalışmanın
91
temel iddialarından biridir. Müdahalelerde başarıyı sağlayan temel unsurlardan biri olarak askeri gücün
rakamsal ifadesi iddiasının altında yatan dayanaklar açısından unutulmaması
gereken noktalardan biri, müdahalelerin topyekün savaşlar olmadığıdır.
Savaşlarda gerektiğinde karşı tarafın toptan imhasına gidilebilecek olan bu yol,
burada genellikle oldukça daraltılmıştır ve operasyona sevkedilen askerler
çoğunlukla hafif silahlarla donatılarak, kendilerini koruma amacı dışında silahlarına
başvuramamaktadırlar. Dolayısıyla bir süper gücün askeri kuvvetinin bile bu şartlar
altında yukarıda bahsedildiği gibi başarısız olma ihtimali vardır. İkinci olarak, zayıf
olarak nitelenebilen devletlerin askeri kuvvetlerinin çatışma bölgesine sevkinde, bu
kuvvetler her ne kadar kendi ülkelerinin resmi elbiselerini giyseler de, sonuçta
simgesel bir B.M. miğferi takmakta, varlıkları, sevk eden organizasyonu, buna
karar veren Güvenlik Konseyi’ni ve onun üyelerini ayrıca simgelemektedir.
Dolayısıyla, gelen askeri kuvvetin güçlü ülkeler tarafından gönderilmesi tercih
edilebilir olsa da, BM kimliği altında farklı ülkelerden oluşturulan güçte yer alanların
da simgesel gücü bulunmaktadır. Üçüncü olarak, genellikle, müdahale gücü
(barışa zorlama misyonları hariç) zaten çatışan taraflardan en azından birinin
onayı ile orda bulunmaktadır, ve askeri sayısal fazlalık, müdahale gücünün
konuşlandığı coğrafyada, çatışan taraflar üzerinde psikolojik bir baskı
yaratabilmektedir. Son, fakat oldukça önemli olarak, sayısal fazlalık, aynı
zamanda, BM tarafından katkı yapan ülkelere kişi başına ödenen para miktarı
düşünüldüğünde, müdahale bütçesinin genişliğini de ifade etmekte, güvenliğin
sağlanması, barışın tesisi için uğraşan Güvenlik Konseyi’nin ya da üyelerinin
(özellikle veto gücüne sahip olanların) soruna ilişkin siyasi iradelerinin,
samimiyetlerinin, daha önce belirtildiği gibi, ölçülebildiği bir ortam yaratmaktadır.
Burada yukarıda sayılan ve pozitif olarak adlandırılabilecek gerekçelere karşı
olarak ileri sürülebilecek olan, aynı zamanda bu alt bölümün ilk paragrafında
kısaca değinilmiş olan, askerin sayısının değil kalitesinin önemli olduğu iddiası
tartışmalarda kendine oldukça yandaş bulan bir argümandır. Bu anlamda bu kısmı
biraz daha açmakta fayda görülmektedir. Genel olarak literatürün hemen tümünde
bulunabilecek askerin nicel – niteliksel kıyası ve karşıtlığı, bu konuda art niyet
aratacak kadar, Birleşmiş Milletler‘in barışı koruma yükümlülüğünü yeterince
92
yerine getiremediğini ileri sürenlerce ortaya atılmaktadır. Oysa nitellik ve nicellik bir
karşıtlık değildir. Diğer bir ifade ile biri diğerinin alternatifi olmamakta ve asker
sayısı arttıkça da mutlaka kalitesinden ödün verilmesi gerekmemektedir. Sayı
artışının karşıtlığı sayı azlığı, kalitenin karşıtı ise kalitesizliktir. Kaliteli bir çokluk
olabileceği gibi kalitesiz bir azlıkta olabilir. Bu bağlamda, Güvenlik Konseyi’nin
önünde mutlaka ya askerin sayısı artacak fakat kalitesi düşük olacak, ya da sayıca
az fakat kapasitesi yüksek bir birlik oluşturulacak şeklinde bir seçenek
bulunmamaktadır. Operasyona gidecek olan muharip gücün hem sayısı hem de
kalitesi yeterli olabilir. Bu bağlamda, ya öyle olmalı ya da böyle, iddiası manasız
kalmaktadır. Diğer taraftan bu tezin, askeri, salt nicelik olarak almak yerine,
sayısını bütçe ile orantılaması yine daha önce bahsedildiği gibi askerin
olanaklarını, kapasitesini ve Güvenlik Konseyi üyelerinin samimiyetini nispeten
ölçebilme imkanını vermekte olduğu unutulmamalıdır.
F. BM de Müdahale Tarihi ve Örnekleri
Birleşmiş Milletler’den ilk olarak 1948 yılında Orta Doğu savaşının ardından ateş-
kes anlaşmasının gözlemlenilmesi göreviyle ilgili bir birliğin oluşturulması
istenmiştir. Daha sonraları ise, geleneksel formu Dag Hammarskjold tarafından
tanımlanmış olan Barışıkoruma –Peacekeeping- konsepti, 1956 yılında Süveyş
savaşında geliştirilmiş olup, anlaşmazlığa taraf olanların, pozisyonlarına, haklarına
ve iddialarına önyargısız olarak uygulanan bir harekat olarak belirlenmiştir.
Hammarskjold’un BM Barışıkoruma prensiplerine göre;
i - BM, birliklerini ancak ilgili ülkenin rızası ile o ülkenin topraklarına
yerleştirebilecek;
ii - Majör güçler, devletler, BM gücüne askeri birlik sağlamayacak;
iii - Gücün oluşumu hakkında kararı yalnız BM verecek;
iv - BM personeli tarafsızlığını kesin olarak koruyacak;
v - BM gücü, tansiyon düşürücü, yatıştırıcı bir araç olarak bulunacak ve
zorlamaya veya çatışmaya girmeyecektir.
Soğuk Savaş dönemi boyunca (1945 – 1989 arası) BM sadece 13 operasyonu
onaylamış olup, ilk Barış Gözlemleme Misyonu – Peace Observation Mission -
93
1946 da Yunan İç Savaşında üstlenilse de, resmi olarak ilk kayıtlara geçen 1948
yılındaki Orta Doğu Savaşının ardından oluşturulan, ateş-kes izleme görevi olan
operasyon UNTSO olmuştur. Daha sonra farklı bir görev olarak ,1947-1950 yılları
arasında Endonezya’nın bağımsızlığı için yardım üstlenilirken, ilk Barışıkoruma –
Peacekeeping – görevleri ise; 1956 yılında Süveyş Krizinde UNEF I operasyonu
adıyla, 1960 yılında ise Kongo’da ONUC adı altında gerçekleşmiştir. Olası
görevleri arasında ateşkesin gözlemlenmesi, çatışan taraflar arasında tampon
bölge oluşturulması, politik ve diplomatik müzakerelerin yolunun açılması olan bu
geleneksel veya birinci jenerasyon Barışıkoruma Operasyonları genellikle küçük
ve tarafsız ülkelerin askerleri tarafından oluşturulmuştur. 137
Genel bir rehber olarak, aşağıdaki Tablo 2 şimdiye kadar olan tüm operasyonları
kapsayacak şekilde hazırlanmıştır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyince (UNEF
I hariç) onaylanmış olan operasyonlar önce ikiye ayrılarak B.M.’in kendi –
Barışıkoruma Bölümü tarafından – yönettiği ve B.M.’in onay verdiği fakat
kendisinin yürütmediği operasyonlar olarak gösterilmiştir. Daha sonra B.M.
tarafından yürütülen operasyonlar üçe ayrılmış, ilk sütunda muharip güç
bulunmayan, izleme, soruşturma, onaylama gibi görevler içeren operasyonlar yer
alırken, ikinci ve üçüncü sütunda ise muharip gücün yer aldığı müdahaleler
belirtilmiştir. İkinci ve üçüncü sütunlar arasındaki fark ise; ikinci sütunun B.M.
antlaşmasının VI. Bölümüne, ya da operasyonlarda muharip gücün yer aldığı
barışçıl çözümlenmelerine göre, üçüncü sütun ise B.M. antlaşmasının VII.
Bölümüne, barışın gerekirse zorla tesisinin sağlanmasına göre düzenlenmiş
olmasındadır. Diğer taraftan, B.M.’in onay verdiği fakat kendisinin yönetmediği
kısımda VII. Bölüm ile asker gönderilen barışa zorlama – peace enforcement –
operasyonları kendi içinde üstlenilmesine ve yürütmesine göre üçe ayrılmıştır.
Birinci sütunda yer alanlar, tek bir devlet tarafından gerçekleştirilen veya ağırlıklı
olarak onun liderliğinde gerçekleşen operasyonlar (Fransa’nın Ruanda’ya veya
Avustralya’nın Doğu Timor’a yaptığı gibi), ikinci sütundakiler; bölgesel
organizasyonlar tarafından yürütülen operasyonlar (NATO’nun Bosna’da örneğini
sergilediği gibi), son sütunda olanlar ise birden fazla devletle oluşturulan (birkaç
Afrika ülkesinin Orta Afrika Cumhuriyeti’nde oluşturduğu gibi), operasyonlardır.
137 Williams, a.g.e., s. 6
94
Tablo 2: BM Onaylı Müdahaleler
Birleşmiş Milletler Güvenlik
Konseyi
B.M. Barışıkoruma
Birimi Operasyonları
B.M. Onaylı Operasyonlar
Muharip Güç bulunmayan
Muharip Güç bulunan
B. VII ile Muharip Güç
bulunan
B. VII ile Muharip Güç
bulunan
Bir devlet
liderliğinde
Bölgesel organizasyon liderliğinde
Çok uluslu
1 - UNOGIL UNSF UNYOM UNEF I* DOMREP ONUC UNIPOM UNEF II 2 - UNAVEM I UNTAG UNPROFOR UNITAF IFOR MISAB UNIIMOG ONUCA UNOSOM II O. TURKUAZ SFOR UNGOMAP UNAMIC UNCRO O. ARTEMİS XFOR** UNAVEM II UNTAC UNTAES MNF TFF ONUSAL UNOSOM I UNAMSIL INTERFET EUFOR UNOMUR ONUMOZ UNTAET MPF UNOMIL UNMIH UNIKOM UNASOG UNAMIR ONUB UNMOT UNAVEM III MINURCAT UNMIBH UNPREDEP UNMIS UNMOP UNSMIH MONUC MINUGUA MONUA UNTMIH MINURCA MIPONUH UNMISET UNPSG UNMEE UNOMSIL MINUCI UNOMIG 3 - UNTSO UNFICYP UNMOGIP UNDOF UNIFIL 4 - MINURSO UNISFA O. UNICORN KFOR UNMIT UNMIL ISAF UNSMISS MONUSCO OCEAN SHIELD UNMIK UNAMID UNAMA*** UNMISS UNOCI MINUSTAH
Kaynak: a) BM web sitesi b) SIPRI yearbooks c)BMGK (Malone, 2004) den derlenerek hazırlanmıştır. 1 - 1988 öncesi başlayıp biten operasyonlar * Genel meclis kararı ile gerçekleştirilmiştir. 2 - 1988 sonrası başlayıp biten opearasyonlar **Kosova için Makedonya'da konuşlanmıştır 3 - 1988 öncesi başlayıp devam eden operasyonlar kullanılmamıştır. 4 - 1988 sonrası başlayıp devam eden opearasyonlar ***Politik misyon
95
Bölüm III : Müdahale ve Başarı
Yapılan uluslararası askeri müdahalelerin sonuç itibarı ile “başarılı”
değerlendirilmelerinin, evrensel olarak kabul görmüş bir tanımı ve şablonu
günümüz itibariyle yoktur. Başarı, yukarıda da belirtildiği üzere genellikle yorumu
yapan kişi ve kurumların sayısı ve çeşitliliği ile farklılık göstermektedir. Diğer
taraftan, operasyonları teorik açıdan bir takım objektif standartlara göre ölçmeden,
başarılı ya da başarısız olarak sınıflandırmak da oldukça yanlış bir yaklaşım
olacaktır. Bir çok analist “başarılı” ve “başarısız” terimlerinin uygulamalarını
tanımlamadan, veya kriter oluşturmadan, sadece operasyonların “görünüş
geçerliliği” itibariyle, “zaten belli” yaklaşımını kullanarak analizlerini yapmaktadırlar.
Başarı tanımı üzerinde ortak bir noktada buluşmak veya ortak kriterlere sahip
olmak adına farklı birimlerin (asker, akademisyen, sivil toplum örgütleri gibi)
çabaları sürerken, bu tanımların literatürde en fazla kullanılan ve dikkat
çekenlerinin açıklanması ve pozitif veya negatif kritiklerinin de ortaya konması
gerekmektedir.
Müdahalelerin başarısı ve başarı kriterleri konusunda farklı tanımların yapılması,
Soğuk Savaş dönemi sonrasında ne kadar farklı kurumun bu konuya ilgi
duyduğunun bir göstergesi, ikinci, üçüncü jenerasyon gibi deyimlerle belirlenen
müdahalelerin de kendi içinde evriminin birer kanıtı olmaktadır. Doksanlı yılların
öncesinde kutupların baskısıyla sadece ülkeler arasında tampon bölge oluşturmak
gibi sınırlı bir görev anlayışından, artık çok daha kapsamlı, ülke içinde sivil savaş
önlenmesinden silah toplanmasına, göçmenlerin rehabilitasyonuna kadar varan
görev anlayışına gelinmiştir. Tabi bu arada “başarı” da tampon bölgede çatışan
tarafların arasında beklemekten, bu kadar geniş bir alana yayılan görevlerin
tamamlanmasına kadar yayılmıştır. Diğer bir deyişle müdahalelerde verilen
görevler artmış, beklentiler fazlalaşmış, dolayısıyla başarı çıtası da yükselmiştir.
Başarı bu anlamda, problemli bölgelere sevkedilen güçlerin, orada sadece çatışan
grupların arasında beklemesi, tarafları birbirlerine yaklaştırmamaya çalışmaları
değildir. Artık başarı demek, yukarıda bahsedilen ve bu konuya ilgi duyan tüm
96
tarafların bu konudaki beklentileri biraraya getirildiğinde, akan kanın müdahale
bölgesinde durması, en azından diğer bölgelere sıçramasının engellenmesi, bu
arada sivil halkın korunması, iç ve dış göçlerin tersine çevrilmesi, hak ve
özgürlüklerin sağlanması, karınlarının doyurulup yaralarının sarılması,
rehabilitasyonları ve hatta ülkeye demokrasinin bile yerleştirilmesidir. Bunlar ve
bunların benzeri beklentiler bahsedildiği gibi farklı tarafların beklentilerinin
tümünün biraraya getirilmesi olduğundan, kimin için bunların ne kadarının
karşılandığı, başarının hem tanımlanmasında, hem de dolayısıyla, müdahale
sonucunda adının konması bağlamında problemler oluşturmaktadır.
Müdahalelerde başarıyı tanımlarken Crocker, müdahaleye karar verenlerin kendi
başarı tanımlarını geliştirme zorunluluklarının olduğunu belirlemekte ve başarının
operasyondan önce kendilerine koydukları hedeflere ulaşıp ulaşmadıkları ile
alakalı olduğunu söylemektedir.138 Bu tanım zaten hemen hemen en geçerli olan
tanıma, özellikle askeri olanlarına çok yakındır. Diğer bir deyişle başarı, eldeki
görev neyse (ki bu Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin belirttiği ve ulaşılması
istenen “mandate” tir) onu yerine getirmektir. Bu genellikle son zamanlara kadar
kullanılan en yaygın başarı ölçüm kriteri olmuştur. Fakat, başarı, sadece verilen
görevin yerine getirilmesi veya getirilememesi ile sınırlandırıldığında bir takım
problemleri de beraberinde getirmektedir. Örneğin, görevi, seçim izleme olan bir
B.M. Barışıkoruma Misyonunun, bulunduğu bölgede sivil insanların katledilmesini
görmezden gelerek engellememesi fakat kendisine verilen görevi yerine
getirmesiyle başarılı addedilip edilemeyeceği sorusuna cevap vermek oldukça
zordur. Bu yaklaşıma problem teşkil edebilecek diğer bir soru ise, eğer, çok
boyutlu bir barışıkoruma görevini yüklenen birlik, yani çatışmaların durmasını,
silahların toplanmasını, istikrar için gerekli kurumların oluşturulmasını, seçimlerin
izlenmesini, insani yardımın yapılmasını ve diğerlerini üstlenen bir birlik, yüklendiği
görevlerin ne kadarını yerine getirirse başarılı addedilecektir, sorusudur.
Başarının diğer bir tanımı, Diehl ve Dixon tarafından yapılmıştır. 139 Onlara göre bir
misyonun başarısı, birincil olarak, harekatın olduğu bölgedeki silahlı çatışmanın
138 Chester Crocker. "Lessons on Intervention in Managing Conflict in the Post-Cold War World: The Role of Intervention”, Report of the Aspen Institute Conference, August 2-6, 1995, Aspen, Colorado, Aspen Institute s.77-88. 139 Paul F. Diehl, International Peacekeeping: With a new Epilogue on Somalia,
97
yayılmasının engellenmesi, ikincil olarak ise, çatışma çözümleme politikalarının
uygulanması ile örtüşmektedir. Dobbins’e göre ise başarının kriteri olarak
müdahalelerin sonunda iki soru sormak gerekmektedir; birincisi, “müdahale edilen
yerde bugün barış var mıdır”, ya da savaş durmuş mudur?, ikincisi ise “müdahale
edilen yer demokratikleşmiş midir?”.140 Kendisine göre bu iki soruya verilecek olan
evet cevabı başarının tanımını ortaya koyacaktır. Mutlak surette müdahale edilen
coğrafyaya barışın gelmesi, savaşın ya da çatışmanın durdurulması başarının en
büyük simgesidir. Fakat demokrasinin yerleştirilmesinin, müdahalenin başarılı
olarak tanımlanması açısından fazla bir değeri yoktur. Aksi halde, çatışmanın ve
akan kanın durdurulduğu, tarafların anlaşarak barışın tesisi ile sonuçlanmış
operasyonları, demokrasiyi yerleştirememekten dolayı başarısız saymak
gerekecektir ki, bu da oldukça haksızlık olacaktır.
Literatürde sıkça karşılaşmaya başlanılan ve yukarıda da bahsedildiği üzere
başarı kriterleri arasında demokrasinin de yer alması gerektiğini ileri süren bu
görüşün burada biraz daha üzerinde durulmasında fayda görülmektedir. Müdahale
edilen – ki bu artık büyük bir çoğunlukla tek bir ülke olmaktadır – coğrafyaya
demokrasinin getirilmesi, bunun müdahalenin başarılı addedilmesi için gerekli
sayılması, içinden çıkılması oldukça güç olan bir takım problemleri de beraberinde
getirecektir. Konu bu çalışmanın dışında olduğu için, aşağıda buna, müdahaleler
ile ilgili kısmını ilgilendirdiği ölçüde, kısıtlı bir çerçevede değinilecektir.
Bu konunun tartışılması gereken birden fazla katmanı olduğu açıktır. Bu katmanlar
içinde ilk bahsedilmesi gerekenlerden biri demokrasinin bir birikim olduğu
iddiasıdır ki, bu çalışma da bunu desteklemektedir. Soğuk Savaş sonrası
Sovyetler Birliği ve Doğu Blok’unda yer alan ülkelerin demokrasiye geçiş
aşamalarının farklılığı, bunların içinden kiminin daha önce bu deneyimi yaşamış
olmaları sebebiyle adaptasyonda zorlanmamaları gerekçesiyle ile
açıklanabilmektedir. Daha evvel var olan bir demokrasi kültürü bu geçişi
kolaylaştırmakta, daha önce bu deneyimi yaşamamış olmaksa farklı destekleri
gerektirmektedir. Hiç deneyimi olmamış bir topluma demokrasi kültürünün
Bosnia, and Canbodia, Baltimore, The Johns Hopkins Press, 1994, s. 34-37 140 James Dobbins,: “The U.S. and U.N. Roles in Nation-Building: A comparative Analysis” The Brooking Institution, A Brookings Briefing. 2005. s. 5.
98
yerleştirilmesi her şeyden önce bir zaman işidir. Gerçekleştirdikten sonra
içselleştirmesi ise ayrıca bir zaman ve birikim işidir. Ön koşullardan, toplanma,
seyahat, düşünce ve ifade, muhalif olabilme özgürlüklerinin yanı sıra parti
kurabilme, seçme ve seçilebilme, tarafsız ve bağımsız gerekli kurumları
oluşturabilme hemen sayılabilecekler arasındadır. Bunların haricinde de literatürde
demokrasinin yerleşmesi ve kalıcı olabilmesi için çok geniş ve farklı yaklaşımlar
mevcuttur. Sosyal, siyasal, kültürel boyutun dışında ekonomik yaklaşımlar da –
örnek olarak, demokrasinin yerleşmesi için minimum kişi başı gelirin 6.000 dolar
olması gerekir iddiası gibi – yer almaktadır. Bu bağlamda, demokratik bir ulus
inşası programı uzun soluklu, işbirliği ve kaynak gerektiren çok taraflı bir projedir.
Yukarıdakilerin ışığında, günümüzde ABD nin tek taraflı veya küçük koalisyonlarla
gerçekleştirdiği müdahalelerin meşruiyetini, kendilerinin ileri sürdüğü gibi,
demokrasi getirmek şeklinde nitelendirmek ve buna inanılmasını beklemek
oldukça güçtür. Zamanın ABD Başkanı G.W.Bush’ un, demokrasinin tek taraflı bir
güçle empoze edilebileceği iddiası karşılığında zamanın Fransa Başkanı J.Chirac
bunun ancak demokratik ülkelerin geniş katılımı ile çok taraflı bir proje şeklinde
gerçekleştirilebileceğini belirtmiştir.141 Konu tekrar BM müdahaleleriyle
ilişkilendirildiğinde, yukarıda sayılanların haricinde tekrar farklı bir boyutun daha
ortaya çıktığı görülmektedir; bu da BM’ in müdahalede bulunan Barışı koruma
Gücünü katkı yaparak oluşturan ülkelerin demokratik birikimleridir.
Bir çok Asya ve Afrika devletinden gelen personelin müdahale yapılan coğrafyada
demokratik ortam, kurum, ve gelenek yerleştirebilmesi, toplumu bu doğrultuda
eğitebilmesi ne kadar gerçekçi olabilir, çok tartışmalıdır. Ayrıca bu süreç BM
tarafından ne kadar devam ettirilebilir, bu sürede ne kadar kaynak aktarılabilir gibi
sorular cevabı oldukça zor verilebilecek sorulardır. Diğer taraftan, bunu yapmaya
çalışan (BM şemsiyesi altında) büyük bir Batı gücü olsa bile, hangi coğrafyada,
hangi kültüre hangi kültürün geleneklerini kabul ettirmeye çalışacak olması da ayrı
bir sorun yaratacaktır. Örnek olarak, zamanında Somali’de yapılan müdahalede
Müslüman bölgede şeriat isteyen topluma Batı hukuku dayatmak, tecrübeyle
141 Bruce Bueno de Mesquita and George W. Downs, “Intervention and Democracy” International Organization, Cambridge University Press, Vol. 60, No. 3 (Summer, 2006), s.627
99
sabittir ki işe yaramamaktadır. Sonuçta, demokrasi yerleştirmek veya demokratik
ulus inşası projesi, bu çalışmada, BM müdahalelerinin bir başarı kriteri olarak,
sayılan gerekçeler sebebiyle, ele alınmamıştır.
BM operasyonlarında başarı tanımı üzerine bir başka araştırmada konuyla ilgili
beş farklı araştırmacı-akademisyen tarafından yapılan tanımlamalarda ise, Diehl
bu kez, birinci olarak “mandate”, yani görev emrinde yazılanlara ulaşılıp
ulaşılmadığına, ikinci olarak, özellikli ve belirli bir takım görevlerin yerine getirilip,
getirilmediğine - felaketlerden kaçınılıp, barışın ulaşılıp, insanların açlıklarının
giderilebildiği gibi-, üçüncü olarak da, operasyonun bölge halkı üzerindeki etkisinin
ne olduğuna bakılıp, başarı konusunda bunlara göre karar verilmelidir, demektedir.
Durch’un, Deihl ile hemfikir olup ek olarak sunduğu faktör, operasyonun efektif bir
şekilde planlanıp, uygulandığının sorgulanmasıdır. Ratner ise ilk ikisiyle yine
hemfikir olmakla beraber, bir noktada ayrılmaktadır; o da operasyonların faydası
ve fırsat maliyetleridir. Diğer iki araştırmacı, Johansen ve Fetherston’ın tanımları
ise farklıdır. Görev emrinin yerine getirilmesi gibi dar tanımlardan daha çok
operasyonların başarı ölçümü için dünya barış ve adaletine katkısının
sorgulanması gibi daha geniş ve kapsamlı değerlerle sorgulanması gerektiğini
vurgulamaktadırlar.
İleri sürülen diğer bir başarı ölçüm kriteri “karşıolgusal karşılaştırma analizleri” dir
(counterfactual comparison analysis). Bu çeşit analizlerde yapılan
operasyonların sonuçları, bu operasyonların hiç gerçekleşmediği varsayılarak şu
an ve gelecek dönemdeki beklentisel etkileriyle karşılaştırılır. Diğer bir ifade ile,
yapılan bir operasyonun sonuçları -çatışmanın elimine edilip edilemediği, ne kadar
sürdüğü, finansmanı, bu dönemde ne kadar insan kaybı gerçekleştiği, ne kadar
mülteci olduğu ve bunların gittikleri bölge üstündeki etkileri gibi- bu operasyon
gerçekleşmeseydi ne olurdu varsayımı sonuçları ile karşılaştırılarak bir sonuca
varılır. Böyle bir ölçümün tamamen spekülasyon ötesine geçemeyeceğini, çünkü
operasyon olmasaydı ne olacağını bilme imkanının bilimselliğe dayanamayacağını
belirtmek gerekirken, aslında bu tip analizlerin iki taraflı olduğuna da dikkat
çekilmelidir. Gerçekleştirilen operasyonların gerçekleşmeseydi ne olurdu analizinin
yanı sıra, gerçekleşmeyen operasyonların da aslında gerçekleşseydi ne olurdu
spekülasyonu unutulmamalıdır. Ruanda gibi bir örnek bununla mükemmel bir
100
örtüşme göstermektedir. Gerçekleşmeyen bir operasyon sonucunda ölen
yüzbinlerin, operasyona izin verilseydi ne kadarı kurtarılabilirdi spekülasyonu
daha gerçekçi gözükmektedir.
Anlaşıldığı üzere müdahalelerde başarının evrensel bir tanımı olmadığı gibi, tanımı
yapanlar arasında da yaptıkları tanımlar kadar farklılıklar vardır. Tanımların bir
kısmı akademisyenlerden, bir kısmı askerlerden, bir kısmı devletlere bağlı,
diğerleri ise devletlerden bağımsız organizasyonlardan gelmektedir. Başarının
tanımı kadar, başarıyı getiren faktörler de yine bu faktörleri ortaya koyan kişi ve
kuruluşların çeşitliliği kadar çeşitlilik göstermektedir. Yukarıda başarı tanımını
yapanların tüm yaklaşımlarını bir potada eriterek, bunların tümüne ulaşmayı
denemeye kalkıldığında ise, bundan sonraki müdahale kararlarını alacak ne kurum
ne de müdahaleyi yapacak kuvvet bulmak mümkün gözükmektedir. Bazı
araştırmacı ve akademisyenlerin ise Soğuk Savaş sonrası müdahalelerin tür veya
tipleri farklılık göstermeye başladıkça, operasyonları kıyaslamak için ortak bir kriter
oluşturma konusunda kuşkuları oluşmaktadır. Oysa, yapılan müdahalelerin analizi
için bir “başarı kriteri geliştirilmemesinin ve/veya başarı değerlendirmeyi yapanın
bakış açısına bağlıdır” 142 denmesinin önemli bir negatif etkisi, devam eden veya
ilerideki müdahalelerde katkı yapanların ya hedef farklılığı gözetmelerine, ya da
hiç katkı yapmamalarına sebebiyet verebilecek olmasıdır.
Operasyonların başarılarını etkileyen faktörler ve başarı kriteri analizleri farklılık
gösterse de somut olan bir gerçek, hemen yukarıda belirtildiği gibi, katkı
sağlayanların müdahalelere gönderdiği asker sayısıdır. Aşağıdaki grafikte (Şekil 4)
farklı müdahalelerin farklı yorumlanan başarı analizleri sonucuna göre yıllara bağlı
olarak operasyonlardaki değişen asker sayısı belirtilmektedir. Soğuk Savaş’ın
hemen ertesinde, dünyada yeni bir düzen anlayışıyla çıkılan yolda 1994 lere kadar
operasyonlara yapılan katkı, grafikte, somut asker sayısı olarak görülmekte ve
sonrasında Angola, Kamboçya, Ruanda ve eski Yugoslavya gibi coğrafyalara
düzenlenen müdahalelerin başarıları tartışma konusu olmasıyla farklılık
görülmektedir.143 Dikkat edilmesi gereken bir nokta, bu yıllar arasında toplam
142 George F. Oliver. “Why Peacekeeping Fails” Parameters, Carlisle Barracks, V.32, Iss.2. Summer 2002, s. 131-133 143 Michael C. Williams. “ Civil-Military Relations and Peacekeeping”, Adelphi Paper, Iss. 321, Oxford University Press, IISS, 1998, s.15.
101
müdahalelerin adedinde (Giriş Bölümü s.3 de yer alan şekil 1 de de görüldüğü
üzere) sayısal bir düşüş gözükmemektedir. Tamamen operasyonların başarısına
bağlı olarak, toplam yürütülen operasyon sayısı değişmemekle birlikte, katkı
sağlayan devletlerin gönderdikleri askeri-sivil (özellikle muharip güç) personelde
azalma gözlemlenmektedir. Şekil 4. Yıllar itibarıyla BM Müdahalelerindeki Asker Sayısı
0
10000
20000
30000
40000
50000
60000
70000
80000
1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998
Muharip Güç
Askeri Gözlemci
Polis
Kaynak : “U.N. Department of Peacekeeping Operations” web sitesindeki verilere göre düzenlenmiştir. (www.un.org/Depts/dpko/dpko)
Yapılan başarı tanımlarından, tanımların oldukça sübjektif oldukları, ve belirli bir
standarda henüz kavuşmadıkları açıktır. Sonuçlanan müdahalelerin, yukarıdaki
veya bu çalışmaya dahil edilmeyen tanımların kıstaslarına göre başarılı veya
başarısızlıklarının farklılıklar gösterebileceğine yukarıda dikkat çekilmiştir. Literatür
taramasında karşılaşılan bu farklılıkları örneklemek, konuya dikkat çekmek ve
daha iyi anlaşılmasını sağlamak açısından oldukça önemlidir. Aşağıda verilen
örnekler 1990 lı yıllarda Birleşmiş Milletler Barışı koruma Bölümü tarafından
gerçekleştirilen ve sonuçları (başarılı – başarısız olarak) yine aynı bölüm
tarafından yorumlanan müdahalelerdir. Aynı zamanda bu yorumlar farklı
araştırmacı akademisyenlerin yorumlarıyla karşılaştırılmıştır.
1992-1993 yılları arasında Kamboçya’ da gerçekleştirilen BM müdahalesi
(UNTAC) için Pushkina ve Fiedler’in değerlendirmesi kısmi başarılı bir operasyon
102
şeklinde olurken, BM kendisini bu operasyon için başarılı bulmuştur.144 Doyle ve
Sambanis ’te BM ile aynı görüşü paylaşarak müdahale için başarılı sonucunu
benimsemişlerdir.145 Aynı yere, Kamboçya’ya, yukarıda belirtilen tarihten bir sene
önce (1991-1992 yıllarında) yapılan bir başka müdahale (UNAMIC) için ise BM
yine kendini başarılı bulurken, Fiedler bu kez tam ters bir görüş belirterek
operasyonu başarısız olarak nitelendirmiştir.146 Müdahaleleri düzenleyen BM’ in
kendine olumlu bir pay çıkarabilmek için tam objektif yaklaşamadığı akıllara
gelebilir; fakat durum bu gerekçeyle de izah edilecek gibi değildir. 1993-1996
yıllarında Haiti’de gerçekleştirilen bir diğer BM müdahalesi (UNMIH) için Pushkina
ve Fiedler birbirlerine tam ters bir görüş belirterek, ilki operasyon için başarılı
derken, diğeri operasyonu başarısız olarak nitelendirmiştir. En çarpıcı örnek olarak
ise yine Haiti’ye 1996-1997 yıllarında yapılan BM müdahalesi (UNSMIH)
gösterilebilir. Bu operasyon için Pushkina başarılı tanımı yaparken, Fiedler ve BM
gerçekleştirilen operasyonu başarısız bulmuşlardır. Diğer bir ifade ile operasyonu
yapmaya karar veren, üstlenen, gerçekleştiren organizasyon olan Birleşmiş
Milletler Barışı koruma Bölümü kendi müdahalesi için başarısızdır derken, bir
araştırmacı, ortada buluşulabilecek bir görüşü de değil (kısmi başarı gibi), tam tersi
olarak, müdahalenin sonucu için başarılıdır demiştir. Aşağıda Tablo III, yukarıda
verilen örnekleri 1= başarılı, 0= kısmi başarılı, -1= başarısız olmak üzere daha
belirgin bir şekilde özetlemektedir.
Tablo 3 : Başarı Karşılaştırmaları
Pushkina UNDPKO Doyle‐Samb. Fiedler
UNMIH 1 ‐1 ‐1
UNSMIH 1 ‐1
UNAMIC 1 ‐1
UNTAC 0 1 1 0 Kaynak: UNDPKO, Doyle-Sambanis, Pushkina, Fiedler
144 Darya Pushkina, “United Nations in Civil Wars: Conditions for Success”, y.y., 2002 (Dissertation) 145 Michael W. Doyle, Nicholas Sambanis, Making War&Building Peace, New Jersey, Princeton U.P., 2006, s.21. 146 Michael R. Fiedler, “UN Peace Operations: Conditions for Success”, y.y., 2000 (Dissertation)
103
Sonuçta, bir taraftan müdahalelerin başarı tanımındaki tüm problemleri çözmek
pek mümkün gözükmese de, diğer taraftan, nesnel bir takım kriterlerin ortaya
konmasının gerekliliği ortadır. Bu bağlamda, bu çalışma, yukardaki tartışmaların
ışığında kendi kriterlerini geliştirerek bunları şu şekilde ortaya koymaktadır:
Çatışmanın yayılmasının engellenmesi ve dereceli olarak elimine edilmesi bu
çalışmanın başarı tanımının birincil kriteri olmakla beraber, verilen görev emrinin
de – mandate - karşılanması başarı tanımı açısından kaçınılmaz olarak kabul
edilmiştir. Silahlı askeri birliklerin sevkiyle gerçekleşen operasyonların verilen
görevi yerine getirmek yerine ya da onu başaramayıp sadece çatışmaların
durmasını sağlaması nasıl ki tam bir başarı olarak görülemezse, aynı şekilde
yalnız verilen görevi yerine getirip çatışmanın durması için çaba harcamamak,
insani acıların devam etmesine seyirci kalmakta o derecede eksikliktir. Bu
sebeple, başarının tam olabilmesi açısından, bu çalışma her ikisini birden gerekli
başarı kriteri olarak kullanmakta, hem çatışmaların yayılmasını engellemek ve
kontrol altına almak, hem de verilen görev emrini yerine getirmek bir operasyonun
başarılı sayılmasının en gerekli kriterleridir, anlayışını kabul etmektedir. Diğer
taraftan müdahalenin dünya barışına etkisi, demokrasiyi yerleştirip yerleştirmediği,
veya operasyon yapılmasaydı daha mı iyi olurdu spekülasyonu ile yapılan fırsat
maliyetleri konuları dışarıda bırakılmıştır.
Bölüm IV : Müdahaleler ve Analizleri A. Analize Dahil Olan Müdahalelerin Sınırları
Birleşmiş Milletler kaynaklı müdahaleler, bu çalışmada Birleşmiş Milletler kararıyla
silahlı asker (troop) gönderilen misyonları kapsamaktadır. Yukarıda da belirtildiği
gibi bunlar savaş harici uluslararası askeri operasyonları kapsamakta, fakat
çerçevesi Birleşmiş Milletler Barışıkoruma Bölümü’ nün gerçekleştirdiği tüm
uygulamalar ile birebir örtüşmemektedir. Çünkü, Barışıkoruma Bölümü
operasyonları, her ne kadar Birleşmiş Milletler kaynaklı olsalar da, silahlı
askerlerden oluşan misyonların haricinde hem silahsız askerlerin (military) yer
aldığı gözlem, hem de sivil polislerin yer aldığı yerel polis eğitimi gibi misyonları da
kapsamaktadır. Bu bağlamda, bu tip silahlı askeri birliklerin yer almadığı
104
operasyonlar çalışmaya dahil edilmezken, aynı zamanda, Birleşmiş Milletler
tarafından görev verilmiş ve silahlı askerlerin dahil olduğu fakat Barışıkoruma
Bölümü’nün dahil olmadığı, diğer bir ifade ile oluşturulmasını ve yürütmesini
üstlenmediği, bunun yerine çokuluslu güçler tarafından oluşturulup görevi
üstlenmeyi kabul etmiş istekliler veya gönüllüler koalisyonunun (coalition of willings), bir devlet veya bir devlet liderliğindeki güçlerin (one-nation-led force),
ya da bölgesel organizasyonların (NATO – AU) silahlı askeri birliklerinin katıldığı
operasyonlar da, daha önce açıklanan gerekçeler sebebiyle çalışmanın çerçevesi
içine alınmamışlardır.
Çalışmanın analizine dahil olacak müdahaleler açısından, Birleşmiş Milletler
kaynaklı bir müdahale olup da bu çalışmada hariç bırakılan, fakat anlaşılması ve
üstünde önemle durulması gereken bir başka konu şudur ki; Birleşmiş Milletler VII.
Bölüm kararlarının, zorlayıcı kararlar olsa da (peace enforcement), tümü muharip
güç gerektiren operasyonlardan oluşmamaktadırlar. Her ne kadar Birleşmiş
Milletler, verdiği çatışma çözüm kararlarının bir kısmını barışçıl yolları öneren
altıncı başlık altında alıp, zaman zaman bu başlık altında muharip gücün bölgeye
sevkini gerçekleştirdiği gibi, yedinci başlık altında zorlayıcı kararlar alıp muharip
gücün sevkini gerçekleştirmeyebilir. Çünkü bu bölüm zorlayıcı tedbir olarak,
sadece silahlı kuvvetlerin sevkini değil, aynı zamanda bundan ayrı olarak,
ekonomi, iletişim, ulaşımla ilişkili araçlarının kesintisini de gerektirebilir. VII. Bölüm
kararı ile, zorlayıcı olarak, çeşitli ambargolara maruz bırakılmayı gerektiren fakat
asker gönderilmeyen 70 in üzerinde vaka bulunmaktadır ki, bu da aynı bölümdeki
41. ve 42. madde arasındaki farkı ortaya koymaktadır. Böylelikle VII. Bölümün 42.
Maddesine istinaden asker gönderilen operasyonlar burada işlenmektedir.
Üçüncü önemli nokta, diğer çerçeve dışında bırakılan bazı operasyonların bu
çalışma hazırlanırken süregelen operasyonlar olmasıdır. Bunun nedeni, her ne
kadar silahlı asker bulunan ve senelerdir değişmeyen bir çizgi izleyerek kısmi
başarı sahibi B.M. misyonları olsa da, bu operasyonların verilerinin halen
değişkenlik gösterebilme ihtimaline sahip olmalarıdır. Devam eden operasyonlar
hakkında sona ermeden gerek verileri açısından, silahlı asker sayısı ve bütçe gibi,
gerek başarı değerlendirmesi açısından kesin sonuçlara vararak değerlendirme
yapmak olanaksızdır. Her ne kadar Soğuk Savaş dönemi yıllarından kalsa da,
105
UNIFIL buna iyi bir örnek teşkil etmektedir. Bu çalışmanın hazırlandığı dönemde
Lübnan’da artan tansiyon, orada bulunan birliğin B.M. kararları ile silahlı kuvvetler
ve bütçe açısından takviye edilmesini gerektirmiştir. Uzun senelerdir durağan bir
çizgi izlemiş olan operasyon önceki senelerle kıyaslandığında durumundan
oldukça önemli bir sapma göstermiştir. Bu sebeple, devam eden değil sadece
sona ermiş olan operasyonlar çalışmanın içinde yer bulmaktadır. Daha önce Tablo
2 de tümü gösterilen operasyonların içinden, yukarıda bahsedilen gerekçelerle,
çalışmanın çerçevesi içine alınanları aşağıdaki Tablo 4 te gösterilmektedir. Tablo 4: B.M. onaylı, Soğuk Savaş ertesi başlayıp, sona ermiş askeri operasyonların dağılımı BM’nin Yürüttüğü Operasyonlar
VI. Bölüm ile Muharip Güç Bulunan
• UNTAG • UNTAC • UNMISET • ONUCA • UNOSOM I • UNAMIR • UNAMIC • ONUMOZ • UNAVEM III • MINURCA • UNMIH • UNPREDEP • UNSMIH • MONUA • UNMEE
VII. Bölüm ile Muharip Güç Bulunan
• UNPROFOR • UNCRO • UNOSOM II • UNTAES • UNIKOM • UNTAET • UNAMSIL • ONUB
Kaynak: a) BM web sitesi b) SIPRI Yearbooks c) BMGK (Malone, 2004) den yararlanılarak hazırlanmıştır. B. Vaka İncelemeleri Birleşmiş Milletler’in bu çalışmaya konu olan müdahaleleri bu kısımda oldukça kısa
olarak ele alınmış, genel bir bilgi vermek amacıyla her bir vaka kısaca
özetlenmiştir. Tekrar etmek gerekir ki, burada vakalar derin bir analize tabi
tutulmamış, çatışma sebepleri, çatışmaların beslenmeleri, gelişmeleri, uluslararası
toplumun yaklaşımı gibi konular ele alınmamış ve alternatif arayışlar içine
girilmemiş ya da öneriler sunulmamıştır. Bunların her biri, her bir ülke için vaka
analizi olarak ayrı ve tam bir çalışmayı gerektireceğinden, burada sadece konu
106
hakkındaki oluşum, gelişim, ve B.M.’in konuya dahil olması sürecinin çok kısa bir
özeti verilmiştir. Çalışmada öne sürülen hipotezlerin bir sonraki bölümdeki
testinden sonra bu konudaki öneriler ele alınmıştır.
1. UNTAG
Daha önceki adı Güney Batı Afrika, (GBA) olan Namibya, 19. yüzyılın sonlarından
Birinci Dünya Savaşı’na kadar Alman sömürgesi olarak kalmış; 1915 yılında
Güney Afrika Cumhuriyeti’nin işgaline uğrayarak, bu ülke adına (İngiltere’nin
kefaletinde) manda sistemi altına girmiştir. GBA, Birleşmiş Milletler’in
kurulmasından hemen sonra Güney Afrika Cumhuriyeti tarafından aynı ülkenin
topraklarına katılma isteğine maruz kalsa da, BM bu isteği reddederek, GBA’ nın
yönetiminin mütevelli komitesine – trusteeship – bırakılmasına karar vermiştir.
Fakat Güney Afrika ne bu kararı, ne de BM’ in bu konuda sonraki kararlarını
uygulayarak, kararların sembolik düzeyde kalmasına neden olmuştur. 1970 te
alınan bir kararla Güvenlik Konseyi, Güney Afrika Cumhuriyeti’nin Namibya’ da
bulunmasını illegal ilan etmiştir. Öne sürülen anlaşma metinleri, (ki hemen tümü
Namibya’ nın bağımsızlığı ile ilgili olmak üzere) ABD destekli Güney Afrika
tarafından, komşu devlet Angola’ daki Küba askerlerinin çekilmesi ön koşuluna
bağlanmak süretiyle reddedilmiştir.147 Bu davranış tabi ki ancak Soğuk Savaş
döneminin özellikleri göz önüne alınarak bakıldığında ve bu şekilde analiz
yapıldığında anlam kazanmaktadır. Bu bağlamda Soğuk Savaşın son yılında
taraflar arasında anlaşma sağlanmış, şartlar yerine getirilmiş ve Güney Afrika
tarafından Birleşmiş Milletler ile işbirliği içinde Namibya’ da adil bir seçim yapılarak
özgürlüğüne kavuşmasına yardım edileceği açıklanmıştır.
Birleşmiş Milletler’ in Namibya Geçiş Dönemi Destek Grubu, - UNTAG, United Nations Transition Assistance Group - daha önceki senelerde hazırlanmış olsa
da, ancak 1989 yılında işlevselliğe kavuşarak 4493 ü muharip güç olmak üzere
toplam 7000 personel ile göreve başlayabilmiştir. Bu klasik Barışıkoruma
Operasyonunun temel görevleri arasında; Güney Afrika güçleri ile Namibya halk
örgütü arasındaki ateşkesin korunması, Güney Afrika askeri gücünün ülkeden 147 United Nations, Peacekeeping, Past Operations, UNTAG, Background (Çevrimiçi) http://www.un.org/en/peacekeeping/missions/past/untagS.htm , 22 Mart 2010.
107
ayrılmasının izlenmesi, mültecilerin tekrar Namibya ’ya dönüşlerinin
kolaylaştırılması ve seçimlerin özgür ve adil bir şekilde yapılmasının sağlanması
sayılabilir.148 Yaklaşık olarak bir sene süren bu Birleşmiş Milletler müdahalesi
görevini başarıyla yerine getirebilmiştir.
2. ONUCA
Soğuk Savaş boyunca gerek kendi yönetimleri, gerekse birbirleri ile çatışan Orta
Amerika üilkelerinden Kosta Rika, El Salvador, Guetamala, Honduras ve
Nikaragua ortak bir anlaşmaya varmış, ve bu anlaşma şartlarının yerine
getirilmesinin sağlanması amacıyla Birleşmiş Milletler’ den destek talep etmişlerdir.
Kasım 1989 tarihinde Güvenlik Konseyi bu talebin yerine getirilmesi amacıyla
müdahale kararı almıştır. Bahsi geçen ülkeler arasında yapılan bu anlaşmada,
uzlaşma, düşmanlıkları sona erdirme, demokratikleşme, özgür seçimler, illegal
güçlere ve ayaklanmalara yardımcı olmama, bir devletin topraklarını diğer devlete
saldırı için kullanmama gibi maddeler yer almış ve bunların uygulanması için BM
tüm desteğini vererek bir Barışıkoruma Operasyonu oluşturmuştur. Oluşturulan
gücün – ONUCA, United Nations Observer Group in Central America –
yanısıra, B.M.’ in oluşturduğu farklı mekanizmalar da her bir ülkede ayrıca yerini
almıştır.149
ONUCA’ nın görevi, bu ülkelerin aralarında yaptıkları anlaşmanın şartlarına uyup
uymadıklarını sahada kontrol etmek, ve onaylamak şeklinde belirlenmiştir. Ayrıca
bu gücün görevi bir çok kez uzatıldığı gibi, kapsamı da genişletilmiştir. Ülkelerin
ulusal güçleri oluşturulurken, direniş güçlerinin dağıtılması, kontrolü, ve onayı,
güvenlik bölgelerinin oluşturulması ve buralarda silahların toplanması, anlaşmalara
uyulmadığına veya ihlallerin oluştuğuna dair şikayetlerin soruşturulması, B.M.
gücünün genişleyen görevlerinin örneklerini oluşturmaktadır. Birleşmiş Milletler’in
en kompleks fakat en başarılı müdahalelerinden biri olarak ONUCA’nın, tüm görev
süresince bünyesindeki muharip güç sayısı 1.200 leri aşmamıştır. Tarafların
148 Harvey J. Langholtz, ed. The History of United Nations Peacekeeping Operations Following the Cold War: 1988 to 1996, New York, UNITAR POCI, 2006, s. 38. 149 United Nations, Peacekeeping, Past Operations, ONUCA, Background (Çevrimiçi) http://www.un.org/en/peacekeeping/missions/past/onucabackgr.html, 23 Mart 2010.
108
anlaşmalara uymada gösterdikleri gayret neticesinde, büyük problemlerin
yaşanmadığı bu operasyon, Genel Sekreter’in teklifi ve Güvenlik Konseyi’nin
kabulüyle Ocak 1992 de sona erdirilmiş, yerine kısa süreli bir gözlemleme misyonu
oluşturulmuştur.150
3. UNIKOM Irak’ın 1990 Ağustos’unda Kuveyt’i işgal etmesiyle beraber aynı gün Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyi Irak’ın derhal ve şartsız olarak Kuveyt’ten çıkmasını
gerektiren kararı almıştır. Takip eden üç ay içinde ise 12 karar daha alarak,
(özellikle 678 nolu karar) Irak’ın 15 Ocak 1991 tarihine kadar Kuveyt’ten çıkmadığı
takdirde, Birleşmiş Milletler üye devletler tarafından gerekli tüm yöntemlerle
Kuveyt’in işgaline son verilerek uluslararası barış ve güvenliğin sağlanacağını
açıklamıştır. Verilen tarihin geçmesi ve Irak’ın bu karara uymamasıyla, ABD
liderliğindeki koalisyon güçleri önce hava, ardından kara harekatıyla birkaç hafta
içinde Kuveyt’i işgal kuvvetlerinden kurtarmış; Irak’ın Güvenlik Konseyi kararlarına
tamamiyle uyacağını belirtmesiyle de, operasyon Irak sınırında durdurulmuştur.
Nisan 1991 deki 687 nolu karar ise, Birleşmiş Milletler tarafından kontrol edilecek
olan, Irak ile Kuveyt arasında silahlardan arındırılmış bir bölgenin oluşturulmasını
içermiştir. 689 nolu Güvenlik Konseyi’nin aldığı karar neticesinde ise “Birleşmiş
Milletler Irak Kuveyt Gözlem Misyonu” – UNIKOM – oluşturularak, Nisan 1991
tarihi itibarıyla iki ülkenin yaklaşık 200 kilometrelik sınırında 10 kilometre Irak’ın
topraklarına 5 kilometre de Kuveyt’in topraklarına uzanacak şekilde silahtan
arındırılmış bölgenin kontrolü bu güce verilmiştir. İki ülkenin birbirlerine olabilecek
düşmanca hareketlerinin gözlemlenmesi ve sınır ihlallerinde de caydırıcı bir rol
üstlenmesi Güvenlik Konseyi tarafından verilen “görev emri” - mandate – nin
içinde yer almıştır.151
Birleşmiş Milletler tarafından oluşturulan ve yürütülen bu operasyonun, üzerinde
daha önce pek durulmamış, fazlaca dikkat çekmemiş bir açısını, bu çalışma biraz
150 Langholtz, The History of United Nations Peacekeeping Operations: 1988 to 1996, s. 29.. 151 Langholtz, a.g.e., s. 55-58
109
daha derinlemesine analiz etmeye kayda değer bulmaktadır. Gerekçesi ise, Soğuk
Savaş bitiminden bu ana kadar geçen süre içinde oluşturulan ve yürütülen BM
operasyonlarının bir çoğunun, kusuru BM’de bulunarak, literatürde genellikle
başarısız olarak nitelendirilmesidir. Oysa akılda tutulması gereken bu uluslararası
organizasyonun önemli nihai kararlarının Güvenlik Konseyi tarafından alınıyor
olmasıdır. Organizasyonun üstlendiği rollerin başarısızlığı sadece bu
organizasyonun başarısızlığı olarak addedilmemelidir. Operasyonların
oluşturulmasında, görev emirlerinin belirlenmesinde, operasyonların süresinin
kararlaştırılmasında nihai merci Güvenlik Konseyi’dir. Ellerindeki imkanlar ile
yürütmesini ve kontrolünü ise organizasyon kendi bünyesinde yapmaktadır. Bütün
bunlar göz önüne alınarak tekrar bu operasyona baktığımızda dikkatlerin
toplanması gereken yer, bu operasyonun BM şartnamesinin VII. Bölümüne göre
düzenlendiğidir. Diğer bir ifade ile “görev emri” nin yerine getirilmesi için “tüm
gerekli yöntemler”in kullanılması gerektiğidir. Oysa 300 kişilik askeri gözlemciden
oluşan bir grubun böyle bir caydırıcı etki yaratması mümkün değildir. Nitekim Irak
iki sene içinde daha önce Kuveyt’te bıraktığı silah ve mühimmatı geri alabilmek
için sınır ihlallerini gerçekleştirmeye başlamıştır. Ancak bundan sonra buraya
gerekli güç yeni bir Güvenlik Konseyi kararıyla gelebilmiştir.
BM’in başarısızlıktan sorumlu tek merci olduğunu savunan konuyla ilgili
kaynaklarda genel yaklaşım sanki bir bahaneler dizisi verilir gibi sunulmaktadır;
örneğin görev emrinin daha açık, veya daha anlaşılır olması gerektiği gibi, ya da
gücün zamanında hazırlanması ve zamanında gerekli yere intikal etmesi gibi.
Ancak bu örneklerin hangi zamanda ve operasyonda, nerede, kimin
sorumluluğunda olduğu kısmına ağırlık verilmemekte, açıklık getirilmemektedir.
Oysaki, bu kısım daha detaylı incelendiği ve analiz edildiğinde BM başarısızdır
demek ve sadece bu organizasyonu beceriksizlik ve yetersizlikle itham etmek pek
inandırıcı gözükmemektedir.
Sonuçta BM’in bu operasyonu 2003 yılında ABD liderliğindeki güçlerin Irak’ı
işgaline kadar yaklaşık 12 yıl sürmüştür. Devam eden tüm süre boyunca
operasyon için gönderilmesi gereken personel sayısı 1993 yılındaki Güvenlik
Konseyi kararından sonra 3645 olarak belirlenmiş, gerçekte ulaştığı sayı 1187
110
olup,152 muharip asker bakımından ise 933 olmuştur.153 Fakat nihayetinde,
UNIKOM’un görevi başarılı bir şekilde tamamlanarak, sona erdirilmiştir.
4. UNAMIC - UNTAC
Kamboçya’da gerçekleştirilen bu iki operasyon, birincisinin oldukça kısa sürmesi,
gene birincisinin aslında ikincisi için zemin oluşturması gerekçesiyle hazırlandığı
ve ikisi tek bütçe altında organize edildiği için, birlikte ele alınmışlardır. Birleşmiş
Milletler’in bu iki operasyonu oluşturmasının, yukarıdaki diğer örneklerde olduğu
gibi, kısa bir açıklaması yine Soğuk Savaş dönemine bir bağlantı ile yapılabilir.
Kamboçya, 1953 yılında Fransızlardan bağımsızlığını kazandıktan sonra 1970e
kadar farklı partilerin koalisyonunda geleneksel krallık anlayışlarını bozmadan
yönetilmiştir. 1970 de ise, ülkede, askeri bir darbe gerçekleşerek, ABD’nin Vietnam
savaşı ile ilişkili olarak Batı yanlısı anti komünist bir politika izlenmeye
başlanmıştır. Çin’e kaçmak zorunda kalan ülke lideri Prens Sihanouk, kendi
ülkesindeki Komünist Partisi ve gerillaları Kızıl Kmerler ile, yönetimde bulunan
general Nol’a karşı taktiksel bir ittifak kurmuştur. Yaklaşık beş sene kadar süren iç
savaşın sonunda Kızıl Kmerler daha sonra bütün dünyanın, uyguladığı vahşet
dolayısıyla yakından tanıyacağı Pol Pot liderliğinde ülke yönetimini ele
geçirmiştir.154
Her ne kadar iki bloğun aynı tarafında yer alsalarda, Çin ve Sovyetler Birliği
rekabeti farklı etki sahalarına uyguladıkları ağırlıklarıyla bir denge oluşturmaktadır.
Kamboçya’nın Kızıl Kmerler tarafından ele geçirilmesinden üç sene sonra, 1978
yılında, Vietnam bu ülkeyi işgal etmiştir. Kuzey Vietnam’ın ABD zaferi, arkasından
Güney ile birleşmesi, büyük ve güçlü bir orduya sahip olması ve Sovyetler ile yakın
ilişkisi ve nihayetinde Kamboçya işgali Çin tarafından endişeyle karşılanmış ve bir
tehdit olarak algılanmıştır.155 Sonuçta Çin ve ABD, ülkedeki Kızıl Kmerlerin de
içinde olduğu üç direniş cephesini Sovyet destekli Vietnam’ın kurduğu yönetime 152 United Nations, Peacekeeping, Past Operations, UNIKOM, facts and figures (Çevrimiçi) http://www.un.org/en/peacekeeping/missions/past/unikom/facts.html, 10 Nisan 2010. 153 David Malone, The U.N. Security Council: From the Cold War to 21th Century, Boulder, Colorado, Lyenne Rienner, 2004. Appendix 1. s.658. 154 Norrie MacQueen, Peacekeeping and the International System, Routledge, London and New York, 2006, s. 145-146. 155 Peter Calvocoressi, World Politics 1945-2000, Longman, London, 8. Ed.,2001, s. 543.
111
karşı desteklemiş, yaklaşık 10 yıl sonra Vietnam’ın ülkeden çekilmesiyle de tüm
taraflar 1991 yılında bir barış anlaşması imzalayabilmişlerdir.
Genel Sekreter’in, Kamboçya’daki barışın sürdürülebilmesi için derhal öncü bir
B.M. varlığının bölgeye gönderilmesini, bunun, hemen ertesinde oluşturulacak
güçlü bir B.M. operasyonuna öncüluk edeceğini tavsiye etmesiyle, Güvenlik
Kurulu, Ekim 1991 de Kamboçya Öncü Misyonu’nun – UNAMIC – bölgeye
gönderilmesine karar vermiştir.156 Önceleri birkaç askeri personel ve irtibat
subaylarından oluşan birlik, bölgede güvenliği tehdit edici olaylar sebebiyle 1.000
kadar ek personel ve muharip güçle desteklenmiştir. Kırılganlık devam ederken,
Mart 1992 de B.M. vakit geçirmeden, öncü misyonunun ardından hazırladığı
Kamboçya Geçiş Yönetimi’ni – UNTAC – daha güçlü bir şekilde devreye
sokmuştur.
UNTAC’ın görevleri arasında sayılabilecekler; ulusal uzlaşı, insan haklarının
korunması, özgür ve adil bir seçim sonucunda self determinasyonun sağlanması
için yardım edilmesi, taraflar arasında imzalanan barış anlaşmasının şartlarına
uyumun ve işbirliğinin denetlenmesi, tarafların askeri güçlerinin sivil hayata
entegrasyonuna yardımcı olunması şeklinde sıralanabilir.157 Tüm görev süresi
boyunca sayısal olarak en yüksek düzeye ulaştığında yaklaşık 16.000 i muharip
güç olmak üzere toplam 21.000 personelin görev aldığı bu B.M. misyonu, özellikle
1993 Mayısında seçimlerle birlikte bölgenin normalleşmesiyle, görevini başarıyla
tamamlayarak sona erdirilmiştir.
5. UNPROFOR Yugoslavya’nın parçalanması Slovenya ve Hırvatistan’ın kendilerini 1991 yılında
bağımsız ilan etmeleriyle başlamış; Hırvatistan’da yaşayan Sırpların ordu
desteğiyle buna itiraz etmeleri ve direnmeleri ise iç savaşın oluşmasına sebebiyet
vermiştir. Birleşmiş Milletler’in Eylül 1991 de silah ambargosu uygulama kararının
156 United Nations, Peacekeeping, Past Operations, UNAMIC, background (Çevrimiçi) http://www.un.org/en/peacekeeping/missions/past/unamicbackgr.html, 19.01.2011 157 United Nations, Security Council, Resolutions 1992, resolution no:745 (Çevrimiçi) http://www.un.org/documents/sc/res/1992/scres92.htm, 19.01.2012
112
ardından, Ekim ayında Cyrus Vance (ABD eski Dışişleri Bakanı), Genel Sekreter’in
Yugoslavya temsilcisi olarak atanmış ve taraflarla temaslarda bulunmaya
başlamıştır. Aynı senenin sonuna kadar yapılan çeşitli müzakereler sonucunda
tarafların bir barış gücü konuşlanmasını kabul etmelerine rağmen sahada gerekli
ortam sağlanamadığı için bu yerleşme gerçekleşememiştir. Şubat 1992 de
Güvenlik Konseyi’nin aldığı karar sonucu, Birleşmiş Milletler Koruma Gücü
UNPROFOR – UN Protection Force -, Hırvatistan’ın Eski Yugoslavya’dan
kopmasıyla Şubat 1992 de önce buraya yerleşmiştir. Haziran 1992 de iç savaş
Bosna’ya yayılınca, BM Güvenlik Konseyi görev emrini genişleterek aynı gücün
buraya ve ardından çatışmanın yayılmasını engellemek amacıyla aynı güce bağlı
bir birimin Makedonya’ya da yerleşmesine karar vermiştir.158
Bosna’ya yerleşen Koruma Gücünün başlangıçtaki görevi Saraybosna
havaalanının ve çevrede yapılan insani yardımın korunması olsa da, artan
çatışmaların sonucunda görev emri genişletilerek insani yardımın tüm Bosna’ya
yayılmasının sağlanmasına karar verilmiştir. Hemen ardından ise Güvenlik
Konseyi Bosna üzerindeki tüm askeri uçuşları, B.M. operasyonuna destek verenler
hariç olmak üzere, yasaklamış, NATO ise bu yasağın korunması için
görevlendirilmiştir.159 Alınan önlemlerin yetersiz kalması, Sırp güçlerinin 1992 nin
sonlarına doğru toprakların yaklaşık üçte ikisine hakim olması, sivilleri hedef
alması, uçuş yasağının sıkça ihlal edilmesi, aslında geleneksel Barışıkoruma
görevinin temel ilkelerinin bu operasyon gibi kompleks müdahaleler karşısında
yeniden gözden geçirilmesinin gerekliliğini de ortaya koymuştur. 1956 da ilk kez
gerçekleştirilen Barışıkoruma operasyonunun, yukarıda daha önce belirtilen,
çatışan tarafların rızasını, müdahalede bulunanların tarafsızlığını ve nefsi müdafa
hariç güç kullanmamasını içeren temel ilkeleri, artık Soğuk Savaş ertesi iç çatışma
ve savaşlar farklı yaklaşımları gerektirdiğinden, oldukça yetersiz kalmaya
başlamıştır. Bu sebepledir ki, aynı sene, zamanın Genel Sekreteri Boutros-Ghali,
yukarıda daha önce açıklaması yapılan, Barışa Zorlama – Peace Enforcement –
seçeneğini Güvenlik Konseyine tavsiye etmiştir.
158 Richard N. Haas. a.g.e. s.38 159 Langholtz, The History of United Nations Peacekeeping Operations: 1988 to 1996, s. 142.
113
Barışa Zorlama, zamanın oldukça yeni bir kavramı olarak Somali ve Bosna’da
uygulamaya konulmuştur. Fakat her iki coğrafyada da başarı sağlayamamıştır.
Başarı sağlanamamasının farklı nedenleri ileri sürülmüş; B.M. ise bu yaklaşımın
birinde sert diğerinde ise oldukça yumuşak davrandığı için suçlanmıştır. Oysa,
Bosna’da Şartnamenin VII. Bölümü altında genişletilen görev emri sadece uçuşa
yasak olan bölgeyi ele almıştır. Diğer bir ifade ile, burada Barışa Zorlama kavramı
sadece uçuşa yasak olan bölgelerde bu yasağa uyulmasının sağlanması üzerine
alınmış bir karardır.160 Daha sonra Bosna’da altı bölgenin “güvenli alan” ilan
edilmesiyle ayrı bir karar alan Güvenlik Konseyi, yine VII. Bölüm altında yeni
uygulamaya başladığı Barışa Zorlama ile buraların korunmasına karar vermiştir.
Fakat buradaki tutarsızlık şudur ki; Güvenlik Konseyi’nin 816 nolu kararı her ne
kadar “tüm gerekli araçlarla” şeklindeki ifadesiyle Bölüm VII yi işleme koysa da,
aynı çözümlemenin 9. fıkrası, görev emrinin yerine getirilirken UNPROFOR’ un
nefsi müdafa – self defence – ile hareket etmesi talimatını da buraya eklemiştir.161
Kısaca bu karar oldukça kafaları karıştıran, sahadaki gücü de kararsızlıkta bırakan
bir çözümleme örneği olarak yerini almıştır.
Sonuçta bu süreç içinde yapılan farklı anlaşmalar ve ateşkesler başarısızlığa
uğramış; Birleşmiş Milletler çözümü sağlamada başarısız olarak kabul edilmiştir.
Koruma altındaki güvenli bölgelere, toplanmış ağır silahları BM gücünün elinden
alarak saldırılar düzenleyen Sırplar nihayetinde Srebrenica ve Zepa’yı ele
geçirmiş; katliamlar gerçekleştirmiş; Güvenlik Konseyi’nden ise oldukça cılız
cevaplar gelmiştir. Saraybosna’yı da ele geçirmek üzereyken Amerika Birleşik
Devletleri’ nin NATO komutası altındaki uçakları, karşı saldırı ile bu gidişata bir son
vererek, diplomatik alanda da gelişmelerle Sırp tarafı masaya oturtulmuş, ve tüm
taraflar 1995 sonunda Dayton anlaşmasını kabul etmişlerdir.
6. UNOSOM I
Somali’de 1991 yılında tamamen çöken siyasi yönetim, ve başlayan iç savaş
160 United Nations, Security Council, Resolutions 1993, resolution no:816 (Çevrimiçi) http://www.un.org/Docs/scres/1993/scres93.htm, 22.12.2011 161 United Nations, Security Council, Resolutions 1993, resolution no:836 (Çevrimiçi) http://www.un.org/Docs/scres/1993/scres93.htm, 04.01.2012
114
kuraklık ve kıtlık ile birleştiğinde oldukça büyük boyutlarda bir insani krizin ortaya
çıkmasına sebebiyet vermiştir. Gerek Birleşmiş Milletler’in gerekse sivil toplum
kuruluşlarının krizi hafifletecek yardımlarının ise, ülkenin zaten zayıf olan alt
yapısının yok edilmiş olması, yardımların çatışan tarafların güçlerinin veya yerel
milislerin eline geçmesi gibi farklı sebeplerle, ihtiyaç sahiplerinin eline ulaştırılması
engellenmiştir. Ülke nüfusunun yaklaşık bir milyonu komşu ülkelere kaçarken, aynı
yılın sonuna kadar yarım milyonu ise açlıktan ölmüştür. Zamanın yeni seçilen
B.M. Genel Sekreteri Boutros-Ghali, 1992 yılının başlarında, diğer bazı bölgesel
organizasyonların yardımıyla da, Somali’de çatışan iki büyük tarafın liderlerinden
bir ateşkes anlaşması onayını almış; hemen ardından ise Güvenlik Konseyi bu
anlaşmanın korunması için Somali operasyonunun – UNOSOM I - oluşturulmasına
karar vermiştir.162
Oluşturulmasına Nisan 1992 de çatışan tarafların çok büyük uğraşlar sonucu
iknasıyla karar verilen bu B.M. müdahale gücünün ilk kısmı ancak aynı senenin
Eylül ayı gibi Somali topraklarına ayak basabilmiştir. Hem geç kalan, hem kuvvet
açısından yetersiz olan bu operasyonun takviyesi için Ağustos ayında Güvenlik
Konseyi’nden ayrı bir karar daha çıksa da, aslında aynı Bosna’da ki gibi, hafif
silahlı geleneksel anlayışla müdahale etmeye çalışan Barışıkoruma gücü dönemin
farklılaşan gelişmelerine cevap vermekte zorlanmıştır.163 Somali’de çatışan
tarafların liderlerinin onayı alınmadan ve sahada bulunan UNOSOM
delegasyonunun haberi olmadan bu ikinci kararın alınması, hele bu sırada daha ilk
parti muharip gücün henüz konuşlandırılmamış oluşu, sahada durumu daha zor
hale getirmiş, çatışmaların artmasına sebebiyet vermiştir.164
Somali’de kötüleşen duruma bir cevap olarak, insani yardımların korunması
amacıyla, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından, Amerika Birleşik
Devletleri’nin liderliğinde (oldukça ağırlıklı olarak aynı devletin askerlerinin yer
162 Langholtz, The History of United Nations Peacekeeping Operations: 1988 to 1996, s. 139. 163 Langholtz, The History of United Nations Peacekeeping Operations: 1988 to 1996, s. 140. 164 Nicholas J. Wheeler, Saving Strangers: Humanitarian Interventions in International Society, Oxford, Oxford University Press. 2002, s. 177.
115
aldığı) güçlü bir muharip gücün oluşturulmasına karar verilmiştir.∗ 1992 yılının
Aralık ayında alınan bu karar yine Şartnamenin VII. Bölümü uyarınca Barışa
Zorlama Operasyonu – UNITAF - olarak yaklaşık 38.000 askerin bölgeye
konuşlanmasıyla Aralık ayında başlamış olup, Mayıs’a kadar güvenliğin
sağlanmasını ve insani yardımların gerçekleştirilmesini başarmıştır. Bu
operasyonun sona erdirilmesiyle, hemen aynı zamanda da, kumanda ve kontrol
yine bir B.M. operasyonu olan UNOSOM II ye tranfer edilmiştir.
7. UNOSOM II Somali’de ki ikinci Birleşmiş Milletler operasyonu, Güvenlik Konseyi’nin onayı ile,
1993 Mart ayında Şartnamenin VII. Bölümüne uygun olarak sahadaki askeri gücün
ve görev emrinin genişletilmesiyle başlatılmış ve aynı senenin Mayıs ayında
UNOSOM II sorumluluğu UNITAF’ tan alınmıştır. Her ne kadar bir Türk general
olan Çevik Bir komutasındaki bu ikinci operasyon için çatışan tarafların onayı
alınmış; çöken devlet organizasyonlarının yerine yenisinin yapılandırılması ve
sosyo-ekonomik hayatın normale dönüşü için her bölgeden temsilcilerin katıldığı
geçici bir Ulusal Konseyin oluşumuna karar verilmişse de, uygulama sırasında ana
taraflardan bir tanesi işbirliğine pek yanaşmamıştır. Görevin, silahsızlandırma
bacağında anlaşmaya uymaya yanaşmayan General Aidid ve taraftarları
Mogadişu’da B.M. gücüne saldırarak 25 askeri öldürmüş; tansiyonun tekrar
yükselmesine, durumun daha da kötüye gitmesine sebebiyet vermiştir.165
Kendisine yapılan bu saldırılara aynı şekilde askeri olarak kara ve hava kuvvetleri
ile sert bir cevap veren B.M. gücü, milis ekipman ve silahlarını ortadan kaldırmış;
ayrıca lider general Aidid’in tüm bu gelişmelerden sorumlu olarak teslim olmasını
veya edilmesini talep etmiştir. 1993 Haziran ayında gelişen bu olayların
neticesinde, UNOSOM II sahadaki davranışını daha fazla zorlama kavramı altında
geliştirerek, daha aktif bir şekilde arama, silahsızlandırma, el koyma, ve nokta
operasyonları gerçekleştirmeye başlamıştır. Diğer taraftan, Amerika Birleşik
∗ Oluşturulan bu güç – UNITAF – B.M. onaylı ise de, B.M. tarafından yürütülen bir operasyon değildir. 165 Langholtz, The History of United Nations Peacekeeping Operations: 1988 to 1996, s.152
116
Devletleri’nin B.M. gücüne destek olma amacıyla, fakat bu gücün komuta ve
kontrolü altında olmayan farklı askeri birimleri de Somali’de 1993 Ağustos ayından
itibaren yerini almıştır.
A.B.D. güçlerinin kimi zaman B.M.’den, kimi zaman katkı sağlayan devletlerden
bağımsız olarak gerçekleştirdikleri operasyonlar, ve sonucunda meydana
getirdikleri zararlar, genelde yerel halk arasında fakat özellikle General Aidid
taraftarlarında artık sorun çözmekten ziyade A.B.D.’nin ve hatta B.M. gücünün
sorunun kendisi olduğu kanaatini uyandırmıştır. Son olarak Ekim ayında A.B.D.
güçlerince gerçekleştirilen bir operasyonun sonucunda, işlerin ters gitmesiyle 18
askerinin ölmesi, 75 inin yaralanması, iki helikopterinin düşürülmesi ve ölen
askerlerin sokaklarda sürüklenirken çekilen görüntülerin televizyonlarda
yayınlanması bu coğrafyadaki müdahalenin sonunun başlangıcını hazırlamıştır.166
Somali’de yaklaşık iki milyona yakın insan, 1993 yılı sonu itibarı ile, kıtlık ve
savaştan dolayı iç ve dış göçe maruz kalmışken, istenildiği gibi gelişmeyen
olayların neticesinde, B.M. 1994 Şubatında UNOSOM II nin artık zorlama
yöntemini kullanmasından vazgeçmesine; bunun yerine tarafların işbirliğine
güvenerek görevlerinin yerine getirilmesine ve gücün dereceli olarak askeri
sayısının düşürülmesine karar vermiştir.167 Aynı senenin Mart ayında, çatışmada
yer alan iki büyük ve temel grubun liderlerinin biraraya getirilerek anlaşma ve
uzlaşmasına görüşme esnasında ulaşılmışsa da, yine bu anlaşmanın uygulaması
sahada mümkün olamamış, çatışmalar yeni ve daha küçük grup-kabilelerin de
katılımıyla devam etmiştir. Sonuçta UNOSOM II’ nin oynayacağı bir rolün
kalmaması ve daha derinde A.B.D. dahil katkı sağlayan devletlerin askerlerini
çekme isteği, Güvenlik Konseyi’nin, B.M. gücünün varlığına Mart 1995 yılı itibariyle
son verecek olan kararı almasına sebebiyet vermiştir.
166 Wheeler, Saving Strangers: Humanitarian Interventions in International Society, s. 200. 167 United Nations, Security Council, Resolutions 1994, resolution no:897 (Çevrimiçi) http://www.un.org/Docs/scres/1994/scres94.htm, 05.01.2012.
117
8. ONUMOZ
Portekiz’den bağımsızlığını 1975 yılında kazanan Mozambik, 1992 yılına kadar
geçen 17 senenin ilk yılları hariç son 14 senesini iç savaşla geçirmiş bir ülkedir.
Soğuk Savaş yılları boyunca Mozambik yönetimi ve Güney Afrika Cumhuriyeti’nin
dışarıdan desteklediği direniş hareketi arasındaki bu uzun mücadelenin
sonucunda taraflar Genel Barış Anlaşması’ nı imzalayarak, anlaşmanın şartlarının
uygulanabilmesi ve denetlenmesi için Birleşmiş Milletler yardımını kabul
etmişlerdir. Birleşmiş Milletler sağlanan ateşkesin korunmasının haricinde, insani
yardım, seçimlerin gerçekleşmesi için teknik yardım ve seçimlerin denetlenmesi
gibi farklı görevleri de üstlenmiştir.
Güvenlik Konseyi’nin 1992 Ekim ayında aldığı bir kararla 25 kadar askeri
gözlemcinin yapılan barış anlaşmasına uyumun izlenmesi amacıyla
gönderilmesinin ardından, bir çok anlaşmanın sonucunda olduğu gibi, sahadaki
uygulamada şartların ihlalleriyle karşılaşıldığı ve ülkenin farklı kesimlerinde
çatışmaların oluştuğu belirlenmiştir. Bunun üzerine Aralık ayında, Güvenlik
Konseyi, Genel Sekreter’in tavsiyesi ve raporu doğrultusunda yeni bir karar daha
alarak bir Birleşmiş Milletler gücü olan ONUMOZ’ u oluşturmuştur. ONUMOZ’ un
görevi, siyasi olarak Genel Barış Anlaşması’nın şartlarının uygulanmasına
yardımcı olmak, askeri olarak silahları toplamak, muhafaza ve imha etmek, ayrıca
ateşkese uyumu ve dışgüçlerin çekilmesini izlemek ve bunlara uyulduğunu
onaylamak, insani olarak yerlerinden olan insanların tekrar güven içinde yerlerine
dönmelerini ve tarafların sosyal yaşamda uzlaşmasını sağlamak ve son olarak
meclis ve başkanlık seçim sürecini izleyerek onaylamak şeklinde
kararlaştırılmıştır.168
Genel olarak Güvenlik Konseyi’nde alınan kararların uygulamaya konmasındaki
gecikme her zaman yeni problemlerin oluşmasına ya da var olan durumun daha
önce çözülebilecekken en azından bir süre daha olduğu gibi sürmesine sebebiyet
vermektedir. Gerek müdahale edilecek coğrafyada çatışan tarafların anlaşmalara
168 United Nations, Peacekeeping, Past Operations, ONUMOZ, background (Çevrimiçi) http://www.un.org/en/peacekeeping/missions/past/onumozFT.htm 06.01.2012
118
uymada çekingenlikleri, gerekse B.M. de katkı sağlayacaklarca vaadedilen
sözlerin oldukça gecikmesi ya da verilen sözlere uyulmaması bu gecikmelerin
temel sebeplerini oluşturmaktadır. Bu anlamda, aynı gecikmeler ONUMOZ’da da
yaşanmış, gücün bir kısmı 1993 Şubat’tan itibaren gelmeye başlamışsa da tamamı
ile konuşlanarak göreve başlaması yaklaşık dört hatta beş ay gecikmeyle Mayıs’ı
bulmuştur.
Muharip gücü, sayısal anlamda en üst seviyesinin yaklaşık olarak 6.600 civarı olan
ONUMOZ, tüm Mozambik’te yoğun operasyonel faaliyetlerde bulunarak güvenlik
açısından başarılı olduğu gibi, görev emrinde yer alan diğer faaliyetleri de
başarıyla yerine getirmiştir. Özellikle insani yardım faaliyetleri, gerek içeride
yerlerinden olanların gerekse mülteci olanların tekrar kendi topraklarına dönmeleri
ve mülklerini elde etmeleri, ve rehabilitasyonları biraz gecikmeyle yaşansa da
nispeten sorunsuz olarak gerçekleştirilmiştir. Aynı şekilde meclis ve başkanlık
seçimleri de sorunsuz olarak 1994 yılının sonlarına doğru yapılmış, 900 ü B.M.
olmak üzere toplam 2.300 uluslararası gözlemci tarafından izlenmiş ve aynı
senenin Aralık ayı itibarıyla ONUMOZ’ un görevi tamamlanmıştır.169
9. UNMIH Haiti’de uzun seneler süren otokratik bir başkanlığın ve peşinden gelen kısa süreli
birkaç yönetimin sona ermesinin ardından, Aralık 1990’ da Birleşmiş Milletler’den
gözlemci talep ederek yapılan seçimlerin sonucunda, Değişim ve Demokrasi
Ulusal Cephesi lideri Aristide zafer kazanmış ve ülkeye başkan olmuştur. Fakat
hemen 1991 yılında gerçekleşen bir askeri darbeyle yeni kurulan demokratik rejim
sekteye uğramış, Aristide sürgüne gönderilmiştir. Ülkede kötüleşen durum ve
sürgündeki başkanın talebi üzerine Birleşmiş Milletler ve Amerika Devletler Örgütü
– OAS -, görevi insan haklarının durumunu ve ihlallerini izlemek olan – MICIVIH -,
ortak bir çalışma ile bölgeye 1993 yılında gözlemciler göndermişlerdir. Diğer
taraftan, Genel Sekreter tarafından atanan B.M. özel temsilcisinin ise darbe
liderlerine getirdiği yönetimi bırakmaları halindeki af teklifi ise reddedilmiştir.
169 Langholtz, The History of United Nations Peacekeeping Operations: 1988 to 1996, s.93.
119
Güvenlik Konseyi’nin VII. Bölüm altında petrol ve silah ambargosu uygulama
kararının ardından yapılan görüşmelerde darbe lideri general Cedras sürgündeki
başkan Aristide’ın dönmesini kabul etmiş; B.M. ise ambargoyu kaldırarak,
görüşmelerde varılan anlaşmaların uygulanması için Haiti misyonunu – UNMIH –
oluşturmuştur. Ne varki, Eylül-Ekim aylarında B.M. gücünün ilk bölümü olan askeri
gözlemciler ve polis birliğinin ardından gelen bir kısım muharip birliği taşıyan gemi,
Haiti limanına yanaştırılmamış ve yapılan anlaşmalara uymayan darbe yönetimine
karşı ambargo tekrar uygulanarak adadaki gerek UNMIH gerekse daha önceden
gelen MICIVIH personeli ayrılmıştır.170 Geçen zaman içinde, devam eden askeri
darbe yönetiminin hiçbir şekilde alınan kararlara uymaması ve B.M. gücünün
konuşlanmasına izin vermemesi üzerine, Genel Sekreter’in teklifi ve Güvenlik
Konseyi’nin kabulüyle Temmuz 1994 te VII. Bölüm altında çok uluslu bir gücün
oluşturulmasına, işleri yoluna koyduktan sonra ise VI. Bölüm altında hareket eden
UNMIH’ in süresinin uzatılarak kontrolü ele almasına karar verilmiştir.
Burada zorlayıcı bir kararın çıkmasında etkili olan, kaldı ki, bu zorlayıcı güçte
liderlik edecek olan A.B.D. olmuştur, Haiti’den kaçarak A.B.D. sahillerine mülteci
olarak gelen insanların sayısının gittikçe artması, gerek 90ların başında Başkan
Bush gerekse hemen kendinden sonra gelen Clinton yönetimlerini oldukça
rahatsız etmiş olmasıdır. Zaten bu zorlayıcı kararın alınmasının ertesinde son bir
diplomatik çabayla adaya giden A.B.D. eski başkanlarından Carter’ın, darbe
yönetimine, adanın A.B.D. tarafından tamamen istila edileceği haberini veya
tehdidini iletmesi etkili olmuş; darbeyle yönetime gelen askerler anlaşmaya razı
olmuşlardır171. Çok uluslu güce katkı yapan 28 ülkenin oluşturduğu ve A.B.D.’nin
liderliğini yaptığı 20.000 kişilik bir muharip gücün adaya Eylül 1994’te inmesinden
sonra, yaklaşık 6.000 kişilk bir güç olan UNMIH’ te adaya ayak basabilmiş; 1995
den itibaren ise kontrolü çok uluslu güçten ele alarak göreve Haziran 1996’ya
kadar devam etmiştir.
170 United Nations, Peacekeeping, Past Operations, UNMIH,background (Çevrimiçi) http://www.un.org/en/peacekeeping/missions/past/unmihbackgr2.html 07.01.2012 171 Haas. Intervention, s. 48
120
10. UNSMIH
Haiti’de görevi sona eren UNMIH’ten sonra, Genel Sekreter’in Güvenlik
Konseyi’ne yaptığı öneride, bölgede durumun iyi olduğu, hayatın normalleştiği,
yönetimin hukuğun üstünlüğü ve insan haklarını önemsediği bildirilmiş, ayrıca,
herşeye rağmen sahada var olan tüm askeri gücün bir anda çekilmesinin
güvenlik açısından bir boşluk yaratacağı uyarısı yer almıştır. Bu uyarının dikkate
alınmasıyla yeni bir operasyonun – UNSMIH – Temmuz 1996 itibarıyla
oluşturulmasına, görevinin ise; a) Ulusal polisin profesyonelleşmesi amacıyla
yetkililere yardımcı olmak, b) Gerekli kurumları oluşturmak ve geliştirmek, c) Ulusal
uzlaşmayı sağlamak ve d) Ekonomik rehabilitasyonu gerçekleştirmek, şeklinde
belirlenmesine ve sınırlanmasına karar verilmiştir.172
UNSMIH’te başlangıç itibariyle yer alması gerektiği öngörülen 300 polis ve 600
asker sayısı, görevin bir çok kez uzatılmasıyla farklılıklar göstermiş; askeri gücün
rakamsal olarak en üst seviyesi toplamda 1200 civarlarında oluşmuştur. Özellikle
ulusal polisin oluşturulması ve geliştirilmesinin üzerinde durulmuş, ülke içinde az
da olsa devam eden rahatsızlık verici ayaklanmaların önü de B.M. gücüyle hızlı bir
şekilde kesilmiştir. Bu bağlamda, süreçte bir çok seçim olaysızca
gerçekleştirilirken, aynı şekilde ilk kez bir başkanlık da barışçıl bir şekilde el
değiştirmiştir.
Sonuçta UNSMIH görev emrini başarıyla gerçekleştirse de, Genel Sekreter, görevi
Temmuz 1997 de biten bu gücün ardından dikkatli olarak bir geçiş yapılması
gerektiğini, kırılganlığın halen devam ettiğini belirterek, Birleşmiş Milletler’in
Haiti’den tamamen çekilmemesini önermiştir. Önerinin kabul edilmesiyle, UNSMIH
sona erdirilmiş; yerine adada Birleşmiş Milletler Haiti Geçiş Misyonu – UNTMIH -
adlı, görev emri oldukça kısıtlı, dört ay süreli, muharip gücü yok denecek kadar
düşürülmüş, polis sayısı azaltılmış bir B.M. varlığı bırakılmıştır.173
172 United Nations, Security Council, Resolutions 1996, resolution no:1063 (Çevrimiçi) http://www.un.org/Docs/scres/1996/scres96.htm, 08,01,2012. 173 United Nations, Peacekeeping, Past Operations, UNSMIH,background (Çevrimiçi) http://www.un.org/en/peacekeeping/missions/past/unsmihbackgr.html, 09.01.2012.
121
11. UNAMIR
Tüm B.M. müdahaleleri arasında, başarısızlığı en fazla can kaybına, hatta
soykırıma neden olan UNAMIR operasyonu, Ruanda’da yaptıkları kadar
yapmadıklarıyla da beşeri hafızalarda yer etmiştir. Bölgedeki halkın, Hutu ve Tutsi
olarak ayrılmasının kökeninde hangi kriterlerin yattığı konusunda bir fikir birliği
olmadığı halde, iç savaşa sürüklenerek, katliama ve soykırıma varan şiddete
başvurmaları oldukça fazla araştırma konusu olmuştur. Aynı bölgede, aynı renk ve
aynı dilden olan, evlilik kuran insanların, Belçikalı sömürgecilerce, bazılarının
hayvancılıkla uğraşırken diğerlerinin toprak sürmesi sebebiyle, öncekinin medeni
diğerinin ise aşağı sınıf olarak görülmesi, bölgenin yönetimine yardımcı olarak bu
medeni olan grubun tercih edilmesine sebebiyet vermiştir. Soykırım sürecinin
başlamasında bu tercih edilenler ve edilmeyenlerin, henüz 1933-34 lerde yine
Belçikalılarca, kimlik kartlarına Tutsi ve Hutu yazılmasının önemli bir etken olduğu,
çünkü böylece birinin diğerine karışamadığı bir sistemin yaratıldığı önemli bir iddia
olarak yerini almaktadır.174
Hutuların 1959’da ayaklanması, Belçika’nın bölgeden ayrılması, şiddet ve
çatışmaları beraberinde getirmiş, sonucunda Hutular yönetimi ele geçirirken
Uganda’ya kaçan ve sürgüne giden bir çok Tutsi, direnişi örgütleyerek – RPF - iç
savaşı sürdürmüşlerdir. Birleşmiş Milletler’in 1993’ te Ruanda ve Uganda sınırında
oluşturduğu izleme misyonunun ardından, taraflar Afrika Birliği Organizasyonunun
arabulucuğuyla barış anlaşmasını imzalamış ve tekrar B.M.’den anlaşma
şartlarının uygulanmasında yardımcı olması amacıyla yeni bir misyon talep
etmişlerdir. Ekim 1993’te bu talep doğrultusunda Güvenlik Kurulu kararıyla
Ruanda Yardım Misyonu – UNAMIR – , bölgede kamu güvenliğinin sağlanması ve
izlenmesi, barış anlaşmasının şartlarına uyulmamasının soruşturulması, insani
yardım koordinasyonlarına yardım edilmesi gibi görevler yüklenerek
oluşturulmuştur.175
174 Nicholas J. Wheeler, Saving Strangers: Humanitarian Interventions in International Society, Oxford, Oxford University Press. 2002, s. 210. 175 United Nations, Security Council, Resolutions 1993, resolution no:872 (Çevrimiçi) http://www.un.org/Docs/scres/1993/scres93.htm, 17.01.2012.
122
UNAMIR’ın oluşturulurken öngörülen 2.548 kişilik güce ulaşması tam beş ay
alırken, diğer taraftan, tarafların kendi aralarında çözümleyemedikleri meseleler
sebebiyle, anlaşma şartlarının yerine getirilmesi de oldukça gecikmiştir. Şubat
1994’te Ruanda Başkanı’nın, uçağının düşmesi sonucu ölmesi, katliamların
başlangıcının da tetikleyicisi olmuştur. Nisan ayında başlayan Tutsi katliamları
sırasında Güvenlik Konseyi kararıyla B.M. gücü 270e düşürülmüş, fakat Kuzeyden
Tutsi direniş hareketi – RPF – güneye doğru harekete geçerek toprakların yaklaşık
yarısını kontrol altına almayı başarmıştır. Aynı zamanda Güvenlik Konseyi Mayıs
ayında yeni bir kararla muharip gücün sayısını 5.500e çıkarmışsa da, üye
devletlerin bu gücü karşılaması bu defa yaklaşık altı ayı bulmuştur.176
Haziran ayında katliamların durdurulması amacıyla B.M.’in VII. Bölüm altında,
Fransa’nın üstleneceği Ruanda müdahalesini onaylamasına ve RPF’nin başkent
Kigali’yi kontrol altına almasına kadar geçen zaman içinde 500.000 in üzerinde
Tutsi öldürülürken, milyonlarca Hutu ise Ruanda’dan kaçmıştır. Fransızlar’ın “
Operation Turquoise” ı, Ağustos ayında sona erdikten, ve ülke Tutsi kontrolüne
geçtikten sonra UNAMIR kontrolü tekrar devralmıştır. Birleşmiş Milletler’in tüm
müdahaleleri arasında yapmadıklarıyla en fazla tepki toplayanı UNAMIR’ in görevi
Mart 1996 tarihi itibarıyla sona erdirilmiştir.
12. UNPREDEP
Birleşmiş Milletler’in Makedonya’da oluşturduğu bu gücün en önemli özelliği
organizasyon tarihinde gerçekleştirilen ilk “önleyici konuşlandırma” olmasıdır. Bu
Bunun başlangıcı aslında, dağılan Yugoslavya’da oluşan iç savaşın ayrılan
Makedonya’ya da sıçramaması amacıyla 1992 yılının sonunda B.M.’den askeri
gözlemci talep edilmesine dayanmaktadır. Talep üzerine yapılan ilk hamleyle o
sırada Hırvatistan ve Bosna’da görev yapan UNPROFOR’un bu bölgede de
varlığının oluşturulmasına karar verilmiş; birkaç polis ve gözlemcinin yanı sıra 700
civarı asker Üsküp’e yerleşmiştir. Bu güce ek olarak 1993 yılının ortalarında A.B.D.
ayrıca 300 kadar muharip gücü de destek amaçlı olarak bölgeye yollamıştır.
Oluşturulan gücün ilk andan itibaren görevi, Arnavutluk ve Sırbistan-Karadağ ile 176 United Nations, Peacekeeping, Past Operations, UNAMIR, background (Çevrimiçi) http://www.un.org/en/peacekeeping/missions/past/unamirS.htm, 18.01.2012.
123
olan sınırları izlemek, varlığıyla ülkenin güvenliğini ve istikrarını korumak, bunlara
tehdit oluşturabilecek gelişmeleri rapor etmek, olmuştur.177
Güvenlik Konseyi’nin 1995 yılında UNPROFOR’un üç ayrı fakat bağlantılı
operasyon olmasına karar vermesinin ardından, Makedonya’da bulunan güç,
bundan sonra Birleşmiş Milletler Önleyici Konuşlandırma Gücü – UNPREDEP –
olarak tanımlanmaya başlamış, niteliği, sorumluluğu, ve görevi aynı şekilde
kalmıştır. Daha sonra ise, Genel Sekreter’in tavsiyesi Güvenlik Konseyi’nin
kabulüyle, Şubat 1996’da, bölgedeki misyon bağımsız hale getirilmiş, aynı ayın
içerisinde ayrı bir kararla da güce takviye yapılmasına karar verilmiştir. Güvenlik
ve istikrarın sağlanması konusunda sorunsuz bir dönem yaşanmasıyla, 1997
Nisan sonunda 300 civarı askeri personel azaltılmasına gidilmiştir.
Diğer taraftan Kosova’da gelişen olaylar, özellikle 1998’in yaz ve kışında oluşan
etnik şiddet hareketleri, Makedonya’daki UNPREDEP’in yapısını etkilemiş ve
Temmuz ayında Güvenlik Konseyi’nin aldığı yeni bir kararla hem görevi uzatılmış
hem de muharip güç sayısı tekrar arttırılarak, 1050 ye çıkarılmıştır.178 Fakat
korkulan olmamış, çatışmalar Makedonya’ya sıçramamıştır. UNPREDEP’in görevi,
Şubat 99’da, Güvenlik Konseyi’ndeki uzatma kararına, bölgede durumun istikrara
kavuştuğu gerekçesiyle Çin vetosunun gelmesi sonucu, sona ermiştir. Her ne
kadar, Kosova’da durum kötüye giderken Çin’in veto motivi Makedonya’nın
Tayvan’ı tanımış olmasına bağlansa da, organizasyon tarihinin ilk önleyici
konuşlandırma operasyonu amacına ve başarıya ulaşmıştır.
13. UNAVEM III
UNAVEM III, Angola’daki 1989-91 yılları arasında 70 gözlemcinin yer aldığı birinci,
ve 1991-95 yılları arasında 350 gözlemciyle birlikte 126 sivil poisin bulunduğu
ikinci B.M. misyonundan sonraki üçüncü operasyondur. İlk misyonu, Soğuk Savaş
rekabeti içinde Angola yönetimine destek veren Küba güçlerinin Angola’dan 177 Langholtz, The History of United Nations Peacekeeping Operations: 1988 to 1996, s.197 178 United Nations, Security Council, Resolutions 1998, resolution no:1186 (Çevrimiçi) http://www.un.org/Docs/scres/1998/scres98.htm, 10.01.2012.
124
çekilişini onaylamak olan bu operasyonun ardından, misyonu, Güney Afrika
Cumhuriyeti ve A.B.D. destekli Angola Bağımsızlığı Ulusal Birliği’nin – UNITA -
Angola yönetimi ile yaptığı ateşkesin ve anlaşmanın şartlarının yerine getirilmesini
izlemek ve onaylamak olan ikincisi gelmiştir. Fakat bu süreçte problemlerin
yaşanması sonucu, ulusal uzlaşmanın sağlanması ve barışın korunması amacı
güden bir raporla Güvenlik Konseyi’ne başvuran Genel Sekreter’in teklifi kabul
edilmiş; üçüncü kez oluşturulan güç ikincisinin kontrol ve kumandasını üstlenerek
kaldığı yerden devam etmiştir.
UNAVEM III Şubat 1995’te, 260 polis, 350 askeri gözlemci, ve 7000 askeri
personel, ve birkaç yüz yerel ve uluslararası görevli ile, çatışan taraflar arasında
aracılık yapma, insani yardımların serbestçe ulaşımını sağlama, tarafların
güçlerinin çekilmesini izleme ve onaylama, ulusal uzlaşmaya katkı yapma ve
seçim sürecini izleme, onaylama, ve destekleme amacıyla oluşturulmuştur.179
Yaklaşık beş ay sonra, gerekli görülenin üçte birinden daha az sayıda askeri
gücün ulaştırıldığı bölgede, hem anlaşmada sağlanan şartların uygulanma
takviminde oldukça geç kalınmış, hem de ağır insani hak ihlallerinin oluştuğu
belirlenmiştir. Temel sebep tarafların birbirlerine olan güvensizliği olsa da, B.M.
gücünün, İngilizlerin kullandığı bir deyimle “çok az, çok geç” oluşu bu güvensizliğin
artmasına da katkı yapmıştır.
Güvenlik Konseyi’nin Ekim 1996’ da aldığı kararla, tarafların, ama özellikle UNITA’
nın sözlerini tutmamasının, verilen tarihlere uymamasının kabul edilemez olduğu
vurgulanmış, taraflardan yeni sözler alınmış, fakat bunlarda zamanında yerine
getirilmemiştir. Sonuçta, B.M. operasyonuyla bölgede oldukça kırılgan bir barış
sağlanmışsa da, bölge dışında gelişen olaylar sebebiyle ülkenin kuzey bölgesinde
tekrar çatışmalar başlamıştır. Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nde (KDC) gelişen
olaylar neticesinde kuzey Angola’nın mülteci akınına uğraması, bölgede stratejik
durumu değiştirmiş, çatışmaların başlamasına sebebiyet vermiştir. Bölgedeki
güçlerini kademeli olarak azaltan UNAVEM III’ ün görevi Haziran 1997 itibarıyla
sona erdirilmiştir. Her ne kadar KDC’deki gelişmeler nedeniyle bu operasyon
179 United Nations, Security Council, Resolutions 1995, resolution no:976 (Çevrimiçi) http://www.un.org/Docs/scres/1995/scres95.htm, 11.01.2012.
125
amacına ulaşamasa da, bölgedeki gelişmelere bağlı olarak Angola’da yeni bir B.M.
operasyonunun – MONUA -oluşturulmasına karar verilmiştir.
14. MONUA
Güvenlik Konseyi’nce, Angola’da yeni bir B.M. gücünün tekrar oluşturulmasına
karar verilmiş, bölgedeki taraflarca da, UNAVEM III’ün kaldığı yerden devam
edilmesi üzerinde mutabık kalınmıştır. Bu bağlamda, Haziran 1997’de alınan 1118
nolu Güvenlik Kurulu kararına göre yeni bir B.M. operasyonu olan MONUA’nın
görevleri arasında; ulusal uzlaşı ve barışın güçlendirilmesi, tarafların MONUA ile
işbirliğinin ve B.M. personelinin tam bir şekilde hareket özgürlüğünün ve
güvenliğinin sağlanması, çatışanların entegrasyonunun ve yerinden olan sivil
halkın geri dönmesi, rehabilitasyonu, ekonominin tekrar yapılandırılması, tüm
askeri elementlerin kayıt altına alınarak, UNITA’nın askeri personelinin bildirilmesi,
birliklerin tahkiki, onayı, silahsızlandırılması ve demobilizasyonlarının sağlanması
sayılabilir.180
Başlangıçta, Ekim sonu itibariyle görev süresi sona erecek olan operasyonun,
görevini tamamlayarak personelinin kademeli olarak azaltılacağı, tamamiyle
bölgeden çekilmesinin 1998 Şubat ayında olacağı öngörülmüştür. Ne var ki,
anlaşmalara taraflarca, özellikle UNİTA tarafınca, uyulmada isteksiz kalınması,
çalışmaların ön görülen tarihte bitmeyeceğini ortaya çıkarmış ve görev süresi bir
çok kez uzatılmıştır. Ayrıca Haziran 1998’de B.M. şartnamesinin VII. Bölümü
altında, UNITA’nın ikinci ülkelerdeki varlıklarının dondurulması, liderleri ile resmi
iletişimin kesilmesi gibi yaptırımların uygulanmasına karar verilmiştir. Buna rağmen
Angola’da güvenlik sorunu gittikçe kötüleşmiş; UNITA güçlerince silahlı saldırılar
yoğunlaştırılmış, hemen hemen tam bir savaş durumuna doğru gidiş ortaya
çıkmıştır.
B.M. operasyonu MONUA’nın çeşitli kereler gerek sivil, gerek askeri gözlemci,
gerekse muharip güç sayısı artıp azalsa da, muharip gücün seviyesi en fazla
180 United Nations, Security Council, Resolutions 1997, resolution no:1118 (Çevrimiçi) http://www.un.org/Docs/scres/1997/scres97.htm, 12.01.2012.
126
yaklaşık 3.000 civarına varabilmiştir. Kaldı ki, bu da, Ocak 1999 dan itibaren
tamamen iç savaşa dönen Angola’da, üstelik bölge yönetiminin de B.M. gücünün
kalmasına artık rıza göstermemesiyle, misyonun tamamlanmasına pek katkı
sağlayamamıştır.181 Şubat sonu itibarıyla görevi sona eren MONUA’nın süresi
tekrar uzatılmayarak Mart ortalarına kadar personelinin ülkeyi terketmesi
sağlanmış, görev başarısız olarak sonlanmıştır.
15. UNCRO
Dağılan Yugoslavya’da oluşturulan B.M. gücü UNPROFOR 1995 yılında üçe
bölünmüş; Makedonya’daki kısmı UNPREDEP olarak ayrı bir operasyona
dönüştürüldüğü gibi, Hırvatistan’da bulunan kısmı da Mayıs’ta, B.M. Güven Tesisi
Operasyonu adı altında – UNCRO – ayrı bir operasyon haline getirilmiştir. Her ne
kadar bölgede Nisan ayına kadar 8750 muharip güçle birlikte polis ve askeri
gözlemcilerin bulunması gerektiğine karar verilse de, tüm UNCRO varlığı boyunca
muharip gücün en üst sayısı 6500 leri aşmamıştır. Dönüştürülen B.M. gücünün
görevi, 1994 Mart’ında kabul edilen ateşkes anlaşmasını işlevsel hale getirmek,
ekonomik anlaşmanın uygulanmasını kolaylaştırmak, Hırvatistan – Bosna ve
Hırvatistan – Sırbistan sınırlarını aşan askeri personelin, ekipman ve silahların
kontrolünü yapmak ve raporlamak, Bosna’ya insani yardımın Hırvatistan’dan
ulaşımını sağlamak şeklinde belirlenmiştir.182
Hırvatistan ordusu, Mayıs ayında ateşkes anlaşmasını bozup Sırp Hırvatlara
saldırarak Batı Slovenya’daki mevzileri ele geçirmiş; ardından Ağustos’ta ise
Bosna güçleri ile Krajina’ya saldırarak, hemen tüm Sırpları bölgeden sürmüşlerdir.
Aynı zamanda B.M. güçleri de çatışmalardan nasibini almış; 100e yakın
operasyon noktasını kaybetmiş, 16 yaralı ile birlikte 4 ölü vermiştir. Bölgenin
Hırvatlarca ele geçirilip Sırp Hırvatların kaçmasıyla da, B.M. gücünün bölgedeki
varlığı anlamını kaybetmiştir. Hırvatistan yönetimi ile, Sırp Hırvat güçlerininin
Kasım ayında, meseleleri müzakereler yoluyla çözmek üzere anlaşmalarıyla,
181 Harvey J. Langholtz, The History of United Nations Peacekeeping Operations from Retrenchment to resurgence: 1997 to 2006, New York, UNITAR POCI, 2006, s. 21. 182 United Nations, Security Council, Resolutions 1995, resolution no:981 (Çevrimiçi) http://www.un.org/Docs/scres/1995/scres95.htm, 10,01,2012
127
Hırvatistan içinde çatışmalara konu olan bölgelerin Hırvatistan’a barışçıl şekilde
entegrasyonu sağlanmıştır. Aynı zamanda, Birleşmiş Milletler’den bölgeyi geçiş
dönemi boyunca idare edecek bir geçici yönetim kurması talep edilmiştir. Bu geçiş
dönemi yönetiminin Ocak 1996’ da kurulmasıyla da UNCRO sona erdirilmiştir.
16. UNTAES
Hırvatistan’da bir önceki operasyon – UNCRO – Güvenlik Konseyi tarafından
sona erdirilip ülkeden ayrıldıktan sonra, Hırvat yönetimi ile Hırvat Sırpları güçleri
arasında yapılan anlaşmaya göre, uluslararası gücün bölgede barındırılmasına
dair bir maddenin olmasından dolayı yeni bir B.M. operasyonunun hazırlığına
gidilmiştir. Bu bağlamda, Güvenlik Konseyi tarafından Ocak 1996’da başlangıçta
süresi 12 ay olarak tasarlanmış Şartnamenin VII. Bölümü altında hareket edecek
5.000 kişilik muharip güce sahip bir B.M. operasyonunun – UNTAES -
oluşturulmasına karar verilmiştir.
Mayıs 1996’da bölgeye tamamen konuşlanan gücün görevi, çatışan taraflarca
yapılmış olan anlaşmanın şartlarına uygun olarak; çatışmaya konu olan bölgelerin
silahsızlandırma çalışmalarını yönetmek, topraklarından ayrılanların, mültecilerin
dönüşlerini izlemek, lokal yönetimler için seçim organize etmek, tarafların insan
haklarına ve temel özgürlüklerine saygınlıklarını gözlemlemek, genel barış ve
güvenliğin korunmasına katkıda bulunmak, şeklinde belirlenmiştir.183 Ayrıca tüm
üye ülkelere bireysel olarak veya bölgesel organizasyonlarca, gerekli gördükleri
tüm şekillerde, UNTAES’e, kendi talebi üzerine, yardım etme izni verilmiştir.
Toplam iki kez görev süresi uzatılan UNTAES, gerek insani yardımlarda, gerek
güvenliğin ve barışın tesisinde, gerekse seçimlerin hazırlanışı, yapılışı ve
ertesinde problemlerle karşılaşmamış; sorunlu bölgelerin Hırvatistan’a
entegrasyonunu başarıyla sağlamıştır. Ekim 1997’den itibaren güçlerini ve
personelini kademeli olarak azaltmaya başlayan B.M. misyonu 1998 Ocak’ında
sona erdirilmiş, yerine Güvenlik Konseyi’nin aldığı kararla, dokuz aylık bir izleme
183 United Nations, Security Council, Resolutions 1996, resolution no:1037 (Çevrimiçi) http://www.un.org/Docs/scres/1996/scres96.htm, 11.01.2012.
128
görevi için 180 sivil polisin yer aldığı bir destek grubu oluşturulmuştur.184
17. MINURCA
Orta Afrika Cumhuriyeti’nde yaşanan krizin temel çıkış sebebi aslında sosyal ve
ekonomik problemler neticesinde oluşan yaygın bir halk memnuniyetsizliği
olmuştur. Durumdan ve bölgeye etkisinden kaygı duyulması sebebiyle, Aralık
1996’ da yapılan Fransa ve Afrika devletleri zirvesinde, Gabon, Burkina Faso, Çad
ve Mali başkanlarına, hükümet ve isyancılar arasında arabuluculuk yapma görevi
teklif edilmiş; sonucunda Ocak 1997’de taraflar arasında Bangui anlaşması
imzalanmıştır. Anlaşma neticesinde ve arabulucuların kabulüyle bölgede Orta
Afrika Cumhuriyeti Afrika Gücü – MISAB – oluşturularak, anlaşmanın şartlarının
uygulanmasını izleyerek barış ve güvenliğin tesisini sağlaması görevi kendisine
verilmiştir.
Bölgede göreve başlayan MISAB Ağustos 1997’de B.M. Güvenlik Kararı ile
desteklenmiş, ayrıca Afrika gücünün personelinin özgür hareketinin sağlanması
için Şartnamenin VII. Bölümü altında hareket etme hakkı kendisine tanınmıştır.185
Nisan 1998 gibi Fransa’nın Afrika gücüne verdiği lojistik desteği çekmesi üzerine,
Güvenlik Konseyi, B.M. Orta Afrika Cumhuriyeti Misyonu’nu – MINURCA –
oluşturmaya karar vermiştir. Sahadaki gücün görevini ise; güvenliğin sürdürülmesi
ve arttırılmasını sağlamak, ulusal güvenlik güçlerine kanun ve düzenin
sürdürülmesinde yardımcı olmak, toplanan silahların muhafazası ve kontrolünü
idare etmek, B.M. personelinin hareket özgürlüğünü ve güvenini sağlamak
şeklinde belirlemiştir.186
En yüksek seviyesinde 1350 kadar bir muharip güce sahip olan MINURCA, 1998’
den itibaren bir seri görev süresi uzatmalarını yaşarken, aynı zamanda görev
184 United Nations, Peacekeeping, Past Operations, UNTAES,Brief Chronology (Çevrimiçi) http://www.un.org/Depts/DPKO/Missions/untaes_e.htm, 12.01.2012 185 United Nations, Security Council, Resolutions 1997, resolution no:1125 (Çevrimiçi) http://www.un.org/Docs/scres/1997/scres97.htm 17.01.2012 186 United Nations, Security Council, Resolutions 1998, resolution no:1159 (Çevrimiçi) http://www.un.org/Docs/scres/1998/scres98.htm 18.01.2012
129
değişikliği uygulamalarına da maruz kalmıştır. Örneğin, önce seçim materyal ve
ekipmanlarının sağlanarak meclis seçimlerinin desteklenmesi gibi bir görevin
kendisine eklenmesinin ardından başkanlık seçimlerine de destek sağlaması
istenmiş, daha sonra ise varlığının temel amacından sıyrılacak bir dönüşümle
“çatışma sonrası barış inşası” misyonunu üstlenmesi gerekmiştir. Sonuçta
MINURCA’nın varlığı güvenlik ve istikrarın oluşmasında katkı yapmış, fakat
entegrasyonun sağlanmasını tamamlayamamıştır. Kaldı ki bu görev kendinden
hemen sonra kurulan B.M. Barış İnşası Destek Birimi adlı ayrı bir operasyon
tarafından üstlenilmiştir. Görevi devreden B.M. gücünün bölgedeki görevi de Şubat
2000’de sona erdirilmiştir.
18. UNAMSIL Birleşmiş Milletler’in Sierra Leone müdahalesi 90ların sonunda gerçekleşmişse de,
bu coğrafyadaki iç savaş aslında 90ların başında başlamıştır. Devrimci Birleşik
Cephe – RUF - adlı grubun Sierra Leone yönetimine karşı yürüttüğü savaş, Batı
Afrika Devletleri Ekonomi Topluluğu’nun – ECOWAS - müdahalelerine ya da
arabuluculuğuna rağmen devam etmiş, fakat yönetim kendi ordusunun
müdahalesiyle devrilmiştir. 1996’da seçimler yapılıp sivil yönetime geçildiğinde,
RUF, seçimlere katılmayıp, sonuçları da tanımayınca çatışmalar tekrar devam
etmiş, bu kez ordu 1997’de ikinci bir darbeyi bu grupla birlikte gerçekleştirmiştir.
Bütün çabalara rağmen cunta liderleri geri çekilmeye ikna edilememiş; ECOWAS
güçleri tekrar devreye girerek bir ateşkes anlaşması sağlanmıştır.
ECOMOG güçlerinin 1998’de cuntayı devirerek sürgündeki başkanın geri
gelmesini sağlamasıyla, B.M. bölgede bir gözlem misyonu oluşturmuştur. Fakat
RUF’un savaşa devam ederek, aynı senenin sonuna doğru ülkenin yarısından
fazlasını ele geçirmesi, ve ardından ittifak güçlerinin tekrar kontrolü kazanması,
her iki tarafı da bir barış anlaşması yapılması kararına doğru itmiştir. Temmuz
1999’da her iki tarafın çatışmaları sona erdirip, ulusal birlik yönetimi kurmak
istemesi, B.M.’ den daha geniş katılımlı bir gücün bölgeye konuşlanması talebini
130
birlikte getirmiş, Güvenlik Konseyi kararınca Sierra Leone operasyonu –
UNAMSIL – oluşturulmuştur.187
Ekim 1999’da alınan karar neticesinde bölgeye gönderilmesine karar verilen bu
B.M. gücünün görevleri arasında; kabul edilen barış anlaşmasının şartlarının
uygulanmasına yardımcı olmak, bölgeyi silahsızlandırmak, B.M. personelinin
güvenliğini ve hareket özgürlüğünü sağlamak, güven oluşturucu mekanizmaları
sağlamak, sayılabilir.188 Oluşturulmasında önce 260 askeri gözlemci, 6.000 askeri
personel öngörülen operasyonda arka arkaya revizyona gidilerek 3 karar daha
alınmış ve her birinde askeri güç arttırılarak en son 17.500 muharip güç seviyesine
varılmıştır.
19. UNTAET – UNMISET Doğu Timor, Asya kıtasında, daha önceden bugünkü Endonezya toprakları içinde
bulunan ve Birleşmiş Milletlerin müdahalede bulunduğu, oldukça küçük bir ülkedir.
1960-74 yılları arasında Portekiz tarafından yönetilen bölge, Portekiz’in geçici bir
yerel meclis ve yönetim oluşturarak Doğu Timor’un durumunu belirleyecek bir
adım atmasıyla, kendini, bağımsızlık taraftarlarıyla, Endonezya ile birleşmek
isteyenler arasında bir iç savaşın içinde bulmuştur. Durumu kontrol edemeyen
Portekiz çekilmiş; Endonezya ise bölgeyi işgal ederek kendi topraklarına katsa da,
bu durum ne B.M. tarafından tanınmış ne de yıllar boyunca yerel halkın direnişi
bitmiştir. 1998’de uluslararası ağır baskılar neticesinde, Endonezya’nın Doğu
Timor’a kısıtlı otonomi verme teklifinin halka sunulmasına karar verilmiştir.
Halkın müzakeresine sunulan teklifin hayata geçmesi için Birleşmiş Milletler, Doğu
Timor Yardımcı Misyonu’nu 1999 yılında oluşturarak, bölgedeki seçmenlerin
kaydına ve seçimlere yardımcı olmuştur. Ne var ki çıkan sonuç, otonomi teklifinin
reddi ve tam bağımsızlık yönünde olmuş, birleşme yanlısı milislerin şiddet
uygulaması sonucu ise binlerce kişi hayatını kaybederken 500.000 kişi ise
187 Harvey J. Langholtz, The History of United Nations Peacekeeping Operations from Retrenchment to Resurgence: 1997 to 2006, New York, UNITAR POCI, 2006, s.88. 188 United Nations, Security Council, Resolutions 1999, resolution no:1270 (Çevrimiçi) http://www.un.org/Docs/scres/1999/sc99.htm, 14.01.2012.
131
topraklarından uzaklaşmak zorunda kalmıştır. Güvenlik Konseyi bu durum
karşısında, Avustralya liderliğinde çok uluslu bir gücün oluşturularak bölgede barış
ve güvenliğin tesisine, durumun kontrol altına alınmasına dair karar almıştır. Eylül
ayında bölgeye konuşlanan çok uluslu güç durumu kısa zamanda kontrol altına
alırken, Güvenlik Konseyi Ekim ayında ayrı bir kararla çok uluslu gücün yerini
alacak, bir B.M. gücünün oluşturulmasını da kararlaştırmıştır.189
Bağımsızlığa geçiş için Doğu Timor’un yönetiminden sorumlu olacak bu “Geçiş
Yönetimi” operasyonu – UNTAET – çok boyutlu bir görev ile; güvenliği sağlamak,
etkili bir yönetim kurmak, sivil ve sosyal hizmetlerin geliştirilmesine yardımcı
olmak, insani yardım sağlamak, sürdürülebilir bir gelişmenin şartlarını oluşturmak
gibi sorumluluklar üstlenmiştir.190 Şubat 2000’de sorumluğu çok uluslu güçten
kendi üstüne alan UNTAET, 9.000 e yaklaşan muharip güç ve 1.500 ün üstünde
sivil polis ile, özellikle ülkenin Batı bölgesinde çıkan çatışmalar ve kendilerini hedef
alan saldırılarda sıkıntılı zamanlar yaşasa da, hedeflerine ulaşmıştır. 2001 yılı
ortasında Doğu Timor’da tekrar seçimlere gidilerek meclis üyeleri seçilmiş, tam
bağımsızlığa geçiş hazırlıkları bu dönemde tamamlanmıştır. Aynı zamanda bu
dönemde UNTAET’ in yerini alacak ve bağımsızlık sonrası dönemde bölgede yer
alacak ayrı bir B.M. misyonu da hazırlanmıştır.
2002 yılında ülkede yapılan ilk parlamento toplantısında, Genel Sekreter Annan
tarafından, Birleşmiş Milletler’e katılmaya davet edilen Doğu Timor’da yeni bir B.M.
gücü oluşturulmasına karar verilmiştir. Mayıs 2002’de Güvenlik Konseyi tarafından
B.M. Destek Misyonu – UNMISET - adı altında oluşturulan bu gücün görevi ise,
temel yönetim yapısına yardımcı olmak, kolluk gücü ve kamu güvenliği sağlamak,
lokal polis gücünü geliştirmek, iç ve dış güvenliğin devamını sağlamak şeklinde
belirlenmiştir.191 Kendi içinde yaklaşık, 4.000 civarı muharip güç, 1.250 kadar da
sivil polis barındıran bu güç, toplam üç sene görevini sürdürmüş, ilk iki seneden
sonra kademeli olarak iç ve dış güvenlik sorumluluğunu Timor devletine
189 United Nations, Peacekeeping, Past Operations, UNTAET, Background (Çevrimiçi) http://www.un.org/en/peacekeeping/missions/past/etimor/UntaetB.htm, 14.01.2012. 190 United Nations, Security Council, Resolutions 1999, resolution no:1272 (Çevrimiçi) http://www.un.org/Docs/scres/1999/sc99.htm, 13.01.2012. 191 United Nations, Security Council, Resolutions 2002, resolution no:1410 (Çevrimiçi) http://www.un.org/Docs/scres/2002/sc2002.htm, 14.10.2012.
132
devretmiştir. Son dokuz ayını da kendi gücünü kademeli olarak azaltan bu B.M.
misyonu, Mayıs 2005 yılı itibarı ile sona erdirilmiştir.
20. UNMEE Eritre 30 sene süren bir iç savaştan sonra 1993 yılında yapılan bir referandum ile
Etiyopya’dan ayrılmış, fakat sınır anlaşmazlıkları sebebiyle iki ülke arasında 1998
de yeni bir savaş başlamıştır. Her ne kadar, Afrika Birliği Organizasyonu ve B.M.
Genel Sekreter özel elçisinin çabalarıyla bir süre için durum sakinleşse de, 2000
yılının ortalarına doğru çarpışmalar tekrar alevlenmiş, Güvenlik Konseyi kararı ile
iki ülkeye silah akışı durmuştur. Bu sürede 70.000 insan ölmüş, her iki taraftan
yaklaşık 350.000 er kişi savaştan etkilenmiş, fakat Etiyopya aynı dönemde çok
sert bir kuraklıkla karşılaşarak, sonucunda oluşan kıtlıktan da son derece zarar
görmüştür. Haziran 2000’de iki ülkenin savaş sona ermesi üzerine yaptıkları
anlaşma neticesinde, Birleşmiş Milletler, Afrika Birliği Organizasyonu işbirliği ile,
bölgede bir güç konuşlandırması için bölgeye davet edilmiştir.
Genel Sekreter’in tavsiyesi ile Güvenlik Kurulu Haziran ayında Etiyopya-Eritre
Misyonu’nu – UNMEE – kurmuş; Eylül’de ise gücün yaklaşık 220 askeri gözlemci
ve 4.000 civarı muharip güçten oluşturulması kararını almıştır. Bu gücün görevleri
arasında sayılabilecekler; çatışmaların durup durmadığını, Etiyopya güçlerinin
savaş öncesi konumuna çekilmesini ve Eritre güçlerinin konumunu izlemek,
taraflarca mutabık kalınmış güvenlik taahhütlerine uyulduğunu onaylamak, geçici
güvenlik bölgelerinde mayın temizlemelerini koordine etmek ve teknik yardımda
bulunmaktır.192 Ayrıca Aralık 2000’de her iki taraf daha geniş ve ayrıntılı bir barış
planı üzerinde çalışarak, Cezayir’de yeni bir anlaşmaya imza atmışlardır.
“Etiyopya-Eritre Barış Anlaşması”’nın maddeleri arasında, savaşın temel sebebi
sayılabilecek sınır anlaşmazlığını gidermek üzere her iki tarafında eşit sayıda üye
vereceği bir sınır komisyonu kurulması yer almış, fakat 2003 yılında komisyonun
nihai kararı Etiyopya tarafından reddedilmiştir. Başlangıç itibarı ve gelişmelerin
seyri süresince B.M. operasyonunun başarılı olması ve görevini yerine getirmesine 192 United Nations, Security Council, Resolutions 2000, resolution no:1320 (Çevrimiçi) http://www.un.org/Docs/scres/2000/sc2000.htm, 16.01.2012
133
rağmen, Eritre’nin bölgedeki güce kısıtlamalar getirmesi ve personelin güvenliğini
riske edecek uygulamalarda bulunulması neticesinde görev Temmuz 2008’de
sona erdirilmiştir.193
21. ONUB
Burundi aslında aynı Ruanda’da olduğu gibi çoğunluk Hutu ve azınlık Tutsiler
arasında oluşan bir iç savaşın içine düşmüş; 1993 ten 2000 e kadar yapılmaya
çalışılan barış görüşmeleri bir işe yaramamıştır. Ağustos ayında Nelson Mandela’
nın arabuluculuğu ve gayretiyle Arusha anlaşması imzalanmış, fakat çok taraflı
olan bu iç savaşta tarafların tümünün anlaşmaya katılmaması sebebiyle B.M.
bölgeye bir güç göndermekten kaçınmıştır. Fakat aynı bölgede 2003 yılında Afrika
Birliği, Burundi Afrika Misyonu’ nu – AMIB – oluşturmuştur.
Tarafların 2003 yılında ateşkes yapma anlaşması üzerine, Mayıs 2004’te Afrika
Misyonu sona erdirilmiş, Güvenlik Konseyi kararı ile Şartnamenin VII. Bölümü
altında hareket edecek bir B.M. gücünün oluşturulmasına karar verilmiştir.
Birleşmiş Milletler Burundi Operasyonu – ONUB – 200 askeri gözlemci, 120 polis
ve 5.650 muharip güç gerekliliği öngörülerek hazırlanmış; Haziran’da bölgeye
konuşlanmaya başlamıştır. Gücün üstlenecekleri arasında; tüm gerekli görülen
araçların kullanılarak ateşkes anlaşmasına uyulmasını sağlamak, çatışanların
silahsızlandırılması ve sivil hayata entegrasyonunu sağlamak, sınırlardaki
kanunsuz silah akışını izlemek gibi görevler sayılabilir.194 B.M. gücünün bölgedeki görevi süresince gelişen önemli olaylardan biri, ülkede
çatışmaya taraf olan Hutu güçlerinden FNL’nin, başkent Bujumbura yakınlarında
bir mülteci kampında Tutsi olan çoğu kadın ve çocuk 150 Kongolu sivili katledip,
100 kadarını yaralaması olmuştur. ONUB güçlerinin ancak olay olduktan sonra
haber alması, diğer taraftan Burundu polis ve askerinin olacakları bildiği halde bir
şey yapmaması bu acı olayın yaşanmasına sebebiyet vermiştir.195 Bu olayın
193 United Nations, Peacekeeping, Missions, UNMEE, (Çevrimiçi) http://www.un.org/en/peacekeeping/missions/past/unmee/index.html, 16.01.2012 194 United Nations, Security Council, Resolutions 2004, resolution no:1545 (Çevrimiçi) http://www.un.org/Docs/sc/unsc_resolutions04.html, 17.01.2012 195 Harvey J. Langholtz, The History of United Nations Peacekeeping Operations from
134
arkasından B.M. güçleri silahsızlandırma çalışmalarına başlamış, bunun gibi bir
olayın bir daha yaşanmaması için gayret sarf etmişlerdir.
Burundi Halkı, 2005 yılının Şubat ve Eylül aylarında yapılan, içlerinde daha önce
silahlı çatışmalarda yer almış hareketlerin de partileşerek katıldığı (NFL hariç)
seçimler sonucunda demokratik bir hükümet kurmayı başarmıştır. Bölgedeki B.M.
operasyonu 2006 Aralık’ta sona erdirilirken, gayet başarılı bir seçim süreci
geçirilmiş, kırılganlık FNL’nin çatışmalara devam etmesi sebebiyle sürmekteyse
de, nispeten barış ve güvenlik sağlanmış, ihtiyaç duyulan siyasi altyapı
kurulmuştur. ONUB’un arkasından bir sene süreyle oluşturulan BINUB ise ulusal
kurumların kapasitesini güçlendirmek, topraklarına dönen sivil halkın
entegrasyonunu sağlamak, güvenlik sektörünün reformunu planlamak gibi
görevlerle Burundi yönetimine yardımcı olmuştur.
Yukarıda bahsedilen 23 adet Birleşmiş Milletler operasyonunda, gerekli görülen
bölgelerde müdahale sürecinin başlamasına ait gerekçeler ve gelişim süreci
kısaca anlatılmış, B.M. müdahalelerinin gelişimi ve (başarılı veya başarısız) nasıl
sonuçlandığı belirtilmiştir. Diğer taraftan bu operasyonlara ait sayısal veriler de bu
çalışmanın istatistiki anlamda özünü oluşturacağından, önce hipotez testleri, daha
sonra kullanılacak verilerin toplanması ve düzenlenmesine ait açıklamalar
aşağıdaki bölümde yer almaktadır.
C. Hipotezlerin Formülasyonu Çalışmanın önceki bölümlerinde, literatürde bu konuda farklı geleneklerin ve
yaklaşımların ortaya koyduğu, bir çok araştırmacının, askeri ve sivil kurumun,
akademisyenin yaptığı “müdahalede başarı tanımları” incelendikten ve
değerlendirildikten sonra, bu çalışma da kendi tanımını yapmış, kendi iddiasını
hazırlayarak müdahalelerin verimliliğine ve başarısına en fazla etkisi olduğuna
kanaat getirdiği hipotezleri ileri sürmüştür.
Bunlar aşağıda belirtilmiştir:
Retrenchment to Resurgence: 1997 to 2006, New York, UNITAR POCI, 2006, s.209.
135
1 ) Bütçe – Asker Oranı:
Müdahale konusunu işleyen çalışmaların ve araştırılan hemen tüm kaynakların
birleştiği ortak noktalarından biri olan operasyonların başarısı için yeterli bütçe ve
gerekli askerin sağlanması, bu çalışmanın da hipotezlerinden birini
oluşturmaktadır. Bir müdahalenin bütçesi gerekli komisyon ve komiteden çıkıp
genel mecliste onaylanmasıyla oluşmakta, askeri ve sivil personelin maliyetiyle
birlikte geri kalan tüm operasyonel gereklilikleri de kapsamaktadır. Bu gereklilikler
süregelen operasyon için ek danışmanları, geçici yardımcıları, bölgede altyapıların
oluşturulmasını, iletişimi, tıbbi gereklilikleri, informasyon teknolojilerini, özel
ekipmanları ve bunlar gibi bir çok unsuru içinde barındırmaktadır. Dolayısıyla
yüksek bütçeli operasyonlarda askerlerin yararlanacağı olanaklar da artmakta, bu
da sonuçta müdahalelerin başarısına katkıda bulunmaktadır. Bu sebeple bu
çalışmanın birinci hipotezi “müdahalelerde asker başına düşen bütçe oranı
arttıkça, müdahalelerdeki başarı artmaktadır” şeklindedir. 2 ) Nüfus – Asker Oranı:
Güvenlik Konseyi’nin sevk emrini vereceği asker sayısının kararında rol oynayan
faktörler burda da aynı şekilde rol oynamakta, asker sayısı farklı sebeplerden
değişkenlik göstermektedir. Bu anlamda müdahale edilecek olan bölge, ülke
ve/veya ülkelerin nüfusları önemli bir etken olmaktadır. Bu çıkarımdan hareketle,
operasyonlara bakıldığında eş görev emrine sahip müdahalelerde eşit sayıda
asker sevki değil, hedef ülkelerin nüfuslarının asker sayısının kararında etkin
olması ve farklı sayıda asker sevki gerekmektedir. Örnekle, Doğu Timor’a yapılan
müdahalelerde asker sayısı, ülkenin nüfusu göz önüne alındığında ve aynı amaç
için Kamboçya’ya yapılan müdahalelerdeki asker sayısı da bu ülkenin nüfusu göz
önüne alınarak kıyaslandığında, oranların farklılık göstermesi kaçınılmazdır; çünkü
göreceli olarak her iki ülkenin nüfusu – örnek olarak Türkiye’ye kıyasla – oldukça
düşük olsa da birbirbirleriyle orantılandıklarında aralarındaki fark birinin diğerine on
misli civarındadır. Dolayısıyla operasyonlardaki asker sayısı hedef ülkenin nüfusu
ile orantılı olmalıdır. Böylelikle, bu çalışmanın ikinci hipotezi de “müdahalelerde
hedef ülke nüfusu ile bu ülkede operasyona katılan asker sayısı arasındaki oran
136
düştükçe, müdahalelerde başarı artmaktadır” şeklindedir.
3 ) Alan - Asker Oranı:
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından alınan müdahale kararıyla hedef
ülke ve/veya coğrafyaya gönderilecek askerler, görev emriyle birlikte bölgeye
sevkedilmektedir. Sevk edilmesi gereken asker sayısı (sevk edilen gerçek sayı
değil) çeşitli faktörlere göre karar aşamasında değişkenlik gösterir. Bu faktörler,
müdahale edilen bölgedeki çatışan tarafların sahip olduğu silahların
toplanmasından, uygulanması gereken göreceli-basit, seçimlerin güvenli ortamda
yapılmasının sağlanması gibi, görev emirlerine kadar geniş bir yelpazede yer
almaktadır. Bu bağlamda, operasyon için farklı coğrafyalara gönderilen asker
sayısı aynı amaç, aynı görev emri ile sevkedilse dahi bölgenin büyüklüğüne,
yüzölçümüne göre farklılık göstermesi gerekmektedir. Müdahalede bulunulacak
coğrafyanın Slovenya veya Makedonya gibi yüzölçümü açısından göreceli olarak
küçük olmasıyla, Angola veya Somali gibi yine göreceli olarak geniş ülkeler olması
arasında önemli farklar gözükmektedir. Salt asker sayısının çoğaltılması tek
başına yeterli olmamakta, asker sayısının bölgenin büyüklüğü ile orantılı artması
gerekmektedir. Aynı zamanda gerçekleştirilmesi gereken görev emrinin zorluğu,
çatışmanın müdahale edilen bölgede yaygınlık göstermesi ve yoğunluğu gibi
problemler de alan/asker oranına göre ele alınmalıdır. Sonuç olarak, sayılan
gerekçeler nedeniyle, çalışmanın üçüncü hipotezi “müdahalelerde hedeflenen
ülkenin yüzölçümü ile operasyona katılan asker sayısı arasındaki oran azaldıkça
müdahalelerde başarı oranı artmaktadır” şeklinde ileri sürülmüştür.
Tüm hipotezlerin yukarıda ortaya konup açıklanmasından sonra, (ki ortak noktaları
asker sayısıdır), değinilmesi mecburi gözüken konu ya da sorulmayı bekleyen soru
“eğer müdahalelerdeki asker sayısı hipotezlerdeki gibi düzenlenmeliyse (ya da
düzenlenmediyse) şu ana kadar gerçekleşenlerde bu sayı nasıl belirleniyordu?”
olmalıdır. Bu sorunun basitçe verilebilecek cevabı, Birleşmiş Milletler Genel
Sekreterliği’nin yaptığı öneri doğrultusunda Güvenlik Konseyi’nin onayı ile, üyelerin
katkısı belirlenir şeklinde olsa da, daha gerçekçi bir yanıt için aslında daha
derinlere inilmesi gerekmektedir. Yukarıda da belirtildiği gibi asker sayısı için bir
takım faktörler rol oynamaktadır. Bunlar geçmiş müdahalelerde yaşanmış
137
tecrübelerden BM’in askeri danışmanlarının önerilerine, farklı istatistiki verilerin
kullanımından, katkı yapacak ülkelerin vaadettiklerine kadar geniş bir yelpaze
içinde yer almaktadırlar. Bunların ötesinde, unutulmamalıdır ki Birleşmiş Milletler’in
kendine ait bir ordusu veya askeri birliği yoktur ve üye ülkelerin katkıları sayesinde
bu operasyonlar gerçekleşmektedir. Fakat, operasyon öncesi verilen katkı sözleri
her zaman (hatta pek çok zaman) yerine getirilmemekte, bu yüzden belirlenen ve
onaylanan asker adedi ile gerçekleşen ve sevkedilen asker adedi arasında önemli
farklar oluşmaktadır. Bununla birlikte, gönderilen askerlerin sayısı da geçen süre
içinde aylık bazda farklılık gösterebilmektedir. Ama tüm bunların hiç biri, bölgede
meydana gelen olayların müdahaleyi gerektirecek şekilde güvenliğe ve barışa
tehdit oluşturup oluşturmadığı kararını Güvenlik Konseyi’nde yer alan daimi
üyelerin, dış siyaset çekişmelerine bağlı olarak verecekleri gerçeği kadar önemli
değildir. Çünkü bu, sorunların halli ve insani acıların giderilmesi açısından atılması
gereken ilk adımdır. Bu çalışma ise gerçekleşen müdahalelerin başarısı üzerinedir.
Müdahale kararı verildikten sonra amaçlanan hedeflere ulaşılmasında yarar
sağlayacak faktörlerin öne çıkarılması konusundadır. Bu bağlamda, unutulmaması
gereken, bu aşamalara gelmek için atılacak olan ilk adımın önemidir. Farklı bir
ifade ile, Konseyin ortak bir zeminde buluşarak problemi gerçekten çözmek
istemesi ve bunun için samimi bir irade ortaya koyması, atılması gereken ilk ve en
önemli adımı teşkil etmektedir.
D. Karşılaşılan Kısıtlar ve Çözümlenmeleri Çalışmanın başında, bu tür araştırmaların az olduğundan, bu tip metodlara
başvurunun zaman geçtikçe, yeni verilerin eklenmesi ve kullanılabilecek hale
gelmesi ile arttığından ve artacağından bahsedilmiştir. Kimi akademisyen ve
araştırmacı kendi pencerelerinden önemli saydıkları çalışmaları yaparken kendileri
için önemli olan verileri zaman içinde biriktirmiş ve kendi veri bankalarını
oluşturmuşlardır. Bu çalışma da kendisi için önemli saydığı, kendi amacı
doğrultusunda verileri biriktirmiş, bağımsız değişkenleri için kendi gerekli veri
deposunu oluşturmuştur.
Çalışmanın verileri kaynaklardan derlenirken karşılaşılan bir zorluk, özellikle
değişkenlerin rakamsal çalışmalarında görülmüştür. Veri toplamada mümkün
138
olduğunca birincil kaynaklara yönelinmiş -BM Barışıkoruma Bölümü verileri gibi –
ender olarak da ikincil kaynaklardan faydalanılmıştır. Sayısal verilere ulaşmanın
haricinde, değişkenlerin verilerini analiz ederken bu verilerin testleme kurgusunda
da problemler yaşanmıştır.
Bunlardan ilki operasyonlara gönderilen asker sayısında oluşmuştur. Birleşmiş
Milletler’in bir operasyon için uygun gördüğü asker sayısı ile aynı operasyona
giden askerlerin gerçek sayısı arasında hemen her zaman fark olmaktadır; çünkü
her operasyon için ihtiyaç duyulan asker sayısı katkıyı yapacak olan ülkelerle
Birleşmiş Milletler Sekreterliği tarafından karşılıklı olarak, Güvenlik Konseyi’nin
görev emrinde belirtilen süre için, aylık olarak belirlenmektedir. Güvenlik Konseyi
görev emrini genellikle altı ay, kimi zaman ise daha kısa veya uzun olarak üç veya
oniki ay gibi bir süre olarak belirlemektedir. Bu arada Sekreterlik bu operasyonda
görev alacak bir çok ülke ile temasa geçerek her biri ile yapacakları katkılar
üzerinde anlaşma yapmaktadır. Ülkelerin operasyonlara gönderecekleri asker
adedi ise aylık olarak değişim göstermektedir. Dolayısıyla ortalama otuz ay
sürecek bir operasyonda katkı yapan onlarca ülkenin asker sayılarının aylık bazda
değişim göstermesi, temel veri olarak alınıp teste tabi tutulacak olan değişken
sayısının sabitlenmesi konusunda problem oluşturmaktadır. Literatürde de çok az
sayıda kaynak bir operasyonun tüm zamanı için veri olarak asker sayısını
vermektedir. Verilenler, ya yapılan operasyonlarda müdahale edilen coğrafyada
belirli bir tarihte yer alan askerlerin sayısı ya da müdahale edilen bölgede tüm
görev emri veya operasyon süresince en fazla asker adedinin ulaşıldığı andaki
asker sayısı olmaktatır. Bu çalışmada da tercih edilen ikinci seçenek olmuş, bir
operasyonda tüm operasyon süresi boyunca ulaşılan en fazla asker sayısı temel
veri olarak alınmıştır.
Diğer bir problem müdahale edilen ülke yüzölçümünün, bazı operasyonlar için
kullanımında ortaya çıkmıştır. Müdahale edilen coğrafyaya giden silahlı güçler
kendi güvenliğini azami ölçüde sağlayabileceği bir veya birkaç bölgede
konuşlanarak, kendi uygulayacakları parametrelere göre görevlerine başlayıp,
güvenli geçişler, hatlar, bölgeler yaratmakta ve bu güvenli ortamı bir çok
değişkene bağlı olarak mümkün olduğunca ülke geneline taşımaya
çalışmaktadırlar. Fakat bazı operasyonlar için gönderilen askerler tüm bir bölgenin
139
değil, sadece belirli bir hattın veya sınırın, (UNIKOM’da olduğu gibi), korunup
savunulmasını üstlenmektedir. Bu şekilde oluşan müdahalelerde de yöntem
diğerleriyle aynı kalmakta tüm ülkenin genel yüzölçümü temel alınarak analize
dahil edilmektedir.
Karşılaşılan diğer problemler ve bunların çözümleri şu şekilde olmuştur: Analizde
kullanılan nüfus verileri, operasyonların gerçekleştiği ülkelerdeki ve operasyon
tarihindeki ulaşılabilir ve/veya varsayılan nüfuslardır. Ayrıca yine analizde
kullanılan bütçe rakamları enflasyon hesabına tabii tutulmadan, kendi
zamanlarındaki gerçek rakamsal verilerle kullanılmıştır. Diğer taraftan bağımlı
değişkenler için gerekli olan verilerde ağırlıklı olarak Pushkina’nın çalışmasından∗
faydalanılmıştır.196 Ne var ki o çalışmada kullanılan veriler Soğuk Savaş öncesi
Birleşmiş Milletler müdahalelerini de kapsadığı gibi son bir kaç yılda
gerçekleştirilen ve sona eren bir çoğunu da dışarıda bırakmıştır. Ayrıca kendi
çalışmasında başarı için kullandığı diğer bir kaç değişken de bu çalışmanın özüne
uymadığından dolayı bu çalışmaya dahil edilmemiştir.
E. Analizde Kullanılan Veriler
Hipotez testlerinin uygulanmasında aşağıda Tablo 5 de yer alan 23 operasyona ait
veriler esas alınmıştır. Tezin 3. Bölümünde açıklanan “başarı” kriteri
değerlemesine göre başarılı müdahaleler “1” , kısmi başarılı müdahaleler “0” ve
başarısız müdahaleler “-1” olarak kodlanmıştır. 23 operasyon içinde 4 tanesi kısmi
başarılı, 10 tanesi başarılı ve 9 tanesi başarısız olarak analize dahil edilimiştir.
Tüm oranların ortak paydası olan asker sayısı, bir operasyonda tüm operasyon
süresi boyunca ulaşılan en fazla asker sayısıdır. “Bütçe/Asker” oranındaki bütçe
rakamları ABD doları bazında döneme ait rakamlardır. “Nüfus/Asker” oranındaki
nüfus rakamı operasyon tarihindeki ülke nüfusudur. Sonuncu olarak “Alan/Asker”
oranında kullanılan alan tüm ülkenin genel yüzölçümünü kilometre kare olarak
∗ Darya Pushkina, “United Nations in Civil Wars: Conditions for Success”, y.y., 2002 (Dissertation) Yayınlanmış kısmının künyesi aşağıdadır. 196 Darya Pushkina, “A Recipe for Success? Ingrediants of a Successful Peacekeeping Mission”, International Peacekeeping, June 2006, s. 133-149.
140
ifade etmektedir.
Tablo 5: Tüm Müdahalelere ait sayısal veriler
ORANLAR
($) (KİŞİ) (Km2)
MÜDAHALELER BAŞARI DURUMU
BÜTÇE / ASKER
NÜFUS / ASKER ALAN / ASKER
1 ONUCA 1 4.442 31.921 515 2 UNMIH -1 1.616 1.233 5 3 UNSMIH 1 4.015 6.015 21 4 UNAMIC 1 5.173 8.906 162 5 UNTAC 0 5.173 634 11 6 UNTAET 1 5.140 101 2 7 UNMISET 1 4.198 273 4 8 UNOSOM I -1 4.367 6.849 702 9 UNOSOM II -1 2.589 243 24
10 UNTAG 1 7.458 314 184 11 ONUMOZ 1 3.121 2.246 119 12 UNAMIR -1 3.041 1.063 5 13 UNAVEM III -1 4.867 1.884 207 14 MONUA -1 4.048 3.970 412 15 MINURCA 1 3.408 2.887 463 16 UNAMSIL 0 2.212 248 4 17 ONUB 0 4.187 1.511 5 18 UNMEE -1 3.490 19.715 315 19 UNPROFOR -1 3.412 319 4 20 UNPREDEP 1 3.874 1.892 24 21 UNCRO -1 3.799 683 9 22 UNTAES 1 4.001 928 12 23 UNIKOM 0 4.287 24.238 484
141
F. Yöntemler ve Uygulama
Araştırmalarda kullanılan hipotez testleri uygulanacak veri türlerine göre
“parametrik” ve ”parametrik olmayan” yöntemler olmak üzere ikiye ayrılır.
Parametrik yöntemler nicel değişkenlere uygun yöntemlerdir, araştırma konusu
olan birimler topluluğu yani ana kütle dağılımlarının bilinmesini öngörürler ve
örnek birim sayısının da belli bir düzeyde olması gerekmektedir. Parametrik
olmayan yöntemler ise özellikle nitel değişkenlere uygundurlar, ana kütle hakkında
belli varsayımlara dayanmazlar ve küçük örneklere de uygulanabilirler. Bu
özelliklerinden dolayı Sosyal Bilimler alanındaki çalışmalarda çoğunlukla
parametrik olmayan testler geniş ve önemli bir uygulama alanı bulmaktadırlar. Bu
araştırmada da parametrik olmayan hipotez testleri arasında yer alan Ki-Kare
Bağımsızlık Testi, Fisher’in Kesin testi ve Mann-Whitney U teknikleri
uygulanmıştır.
1. Ki-Kare Bağımsızlık Testi
Ki-Kare bağımsızlık testi nicel veya nitel değişkenler arasında bağımsızlık olup
olmadığının araştırılmasında kullanılır. Değişkenlerin her ikisi nitel, her ikisi nicel
veya biri nitel diğeri nicel olabilir. Bu tezde yapılan üç uygulamada biri nitel diğeri
nicel olan iki özelliğin bağımlı olup olmadığı araştırılmaktadır. Buna göre nitel
özellik askeri müdahalelerin başarısız, kısmi başarılı ve başarılı olarak
sınıflandırılmasıdır. Nicel özellik ise 1. uygulamada bütçe/asker oranı, 2.
uygulamada nüfus/asker oranı ve 3. uygulamada ise alan/asker oranıdır. Her üç
uygulamada sırasıyla nitel özellik içeren değişkenle nicel özellik içeren değişken
arasındaki bağımsızlık iddiası araştırılmıştır. Bu anlamda hipotezler sırasıyla 1.
uygulamada “askeri müdahalelerin başarısı ile bütçe/asker oranı birbirinden
bağımsızdır”; 2. uygulamada “askeri müdahalelerin başarısı ile nüfus/asker oranı
birbirinden bağımsızdır” ve 3. uygulamada da “askeri müdahalelerin başarısı ile
alan/asker oranı birbirinden bağımsızdır” şeklinde düzenlenmiştir.
1. Hipotezin Testi : Askeri müdahalelerin başarısı ile asker başına düşen bütçenin
birbirinden bağımsız olup olmadığının incelenmesi.
142
Hipotezler:
Ho: Askeri müdahalelerin başarısı ile bütçe/asker oranı birbirine bağımlı değildir.
H1: Askeri müdahalelerin başarısı ile bütçe/asker oranı birbirine bağımlıdır.
şeklindedir.
Yöntemin uygulanabilmesi için nicel özelliğe ait şıkların satırlarda, nitel özelliğe ait
şıkların ise sütunlarda gösterildiği kontenjans tabloları hazırlanmıştır.
Tablo 6: 2x3 lük Kontenjans Tablosu
Başarısız Başarılı Kısmi Başarılı Toplam
Büyük Bütçe 3 7 3 13
Küçük Bütçe 6 3 1 10
Toplam 9 10 4 23
Tablo 5 de yer alan bütçe/asker oranına ait olan değerlerin ortalaması – mean –
alınmış; operasyonlar bu değere göre büyük ve küçük bütçeli olarak ayrılmıştır. Bu
bağlamda ilgili kontenjans tablosunun (Tablo 6) satırlarında, ortalama olan 3996 $
a kadar olanlar küçük bütçeli operasyonların sayısı, 3996 $ ın üzerinde olanlar ise
büyük bütçeli operasyonların sayısı olarak yerleştirilmiştir. Müdahalelerin 10 tanesi
küçük bütçeli, 13 tanesi büyük bütçeli olarak ortaya çıkmıştır. Tablonun
sütunlarında ise operasyon sayıları 10 başarılı, 4 kısmi başarılı, ve 9 başarısız
olarak yer almıştır. Bu durumda oluşan yukarıdaki 2x3 lük tabloya göre ki-kare
hesaplaması yapılmıştır.
Ancak Ki-Kare testleriyle ile ilgili literatürde bazı kaynaklar kontenjans tablolarına
ait frekansların 5 ve üstü olması gerektiğini belirtmişlerdir.197 Bu görüş dikkate
alınarak verilerimiz arasındaki kısmi başarılı operasyonlar (UNTAC, UNAMSIL,
ONUB, UNIKOM), başarılı operasyonlar olarak ele alınıp, başarılı operasyon
sayısı 14, başarısız operasyon sayısı 9 olmak üzere, 2x2 lik kontanjans tablosu
hazırlanmıştır (bkz. tablo 7). Kontenjans tablosunda 5 in altında kalmaya devam
197 Neyran Orhunbilge, Örnekleme Yöntemleri ve Hipotez Testleri, İstanbul, Avcıol Basım, 2000, s.249.
143
eden frekans görüldüğünden süreklilik düzeltme faktörü kullanılarak ayrıca 3. bir
hesaplama yapılmıştır. Tüm bu uygulama sırasıyla 2. ve 3. hipotezlerin test
edilmesinde de aynı şekilde devam ettirilmiştir.
Tablo 7: 2x2 lik kontenjans tablosu
Başarısız Başarılı Toplam
Büyük Bütçe 3 10 3
Küçük Bütçe 6 4 10
Toplam 9 14 23
Yapılan 2x3 lük Ki-Kare, 2x2 lik Ki-Kare, ve Düzeltme Faktörlü Ki-Kare bağımsızlık
testlerinde 5% ve 10% olmak üzere iki anlamlılık düzeyi belirlenmiştir. Elde edilen
test sonuçlarının Ki-Kare dağılım tablosu değerleriyle karşılaştırılmasıyla da
hipotezlerin kabul/red durumu belli olmuştur.
Tablo 8 Test sonuçları
2x3 lük Ki-Kare 2x2 lik Ki-Kare Düzeltme Faktörlü
Ki-Kare
Sonuç 3,264 3,235* 1,871
*10% düzeyinde anlamlı Sonuçların Yorumlanması:
İlk yapılan 2x3 lük Ki-Kare bağımsızlık testinin sonucu 5% anlamlılık düzeyinde
değerlendirildiğinde Ho hipotezi reddedilememekte; yani iki değişken arasında bir
bağımlılık olmadığı görülmektedir. Aynı sonucu 10% anlamlılık düzeyinde
değerlendirdiğimizde de iki değişken arasında istatistiksel olarak anlamlı bir
bağımlılık olmadığı görülmektedir.
Yapılan müdahaleleri sadece başarılı ve başarısız olarak ayırdığımız 2x2 lik Ki-
Kare testinde 5% anlamlılık düzeyinde, asker başına düşen bütçe rakamı ile
müdahalelerin başarısı arasında bir bağımlılık olmadığı görülmektedir. Ancak aynı
test 10% anlamlılık düzeyinde değerlendirildiğinde iki değişken arasında bağımlılık
144
olduğu, Ho hipotezinin reddedildiği görülmektedir. Düzeltme faktörlü olarak yapılan
Ki-Kare testinde ise iki değişken arasındaki bağımlılığın her iki anlamlılık
düzeyinde de önemli olmadığı tespit edilmiştir.
2. Hipotezin Testi: Askeri müdahalelerin başarısı ile nüfus/asker oranının
birbirinden bağımsız olup olmadığının incelenmesi.
Hipotezler:
Ho: Askeri müdahalelerin başarısı ile nüfus/asker oranı birbirine bağımlı değildir.
H1: Askeri müdahalelerin başarısı ile nüfus/asker oranı birbirine bağımlıdır.
şeklindedir.
Yine aynı şekilde Tablo 5 de yer alan nüfus/asker oranına ait olan değerlerin
ortalaması – mean – alınmış; operasyonlar bu değere göre az nüfus ve çok nüfus
olarak ayrılmıştır. Bu bağlamda ilgili kontenjans tablosunun (Tablo 9) satırlarında,
ortalama olan 5.131 kişiye kadar olanlar az nüfuslu operasyonların sayısı, 5.131
kişininin üzerinde olanlar ise çok nüfuslu operasyonların sayısı olarak
yerleştirilmiştir. Müdahalelerin 17 tanesi az nüfuslu, 6 tanesi çok nüfuslu olarak
ortaya çıkmıştır. Tablonun sütunlarında ise operasyon sayıları 10 başarılı, 4 kısmi
başarılı, ve 9 başarısız olarak yer almıştır.
Tablo 9 2x3 lük kontenjans tablosu
Başarısız Başarılı Kısmi Başarılı Toplam
Çok Nüfus 2 3 1 6
Az Nüfus 7 7 3 17
Toplam 9 10 4 23
Bu durumda oluşan yukarıdaki 2x3 lük tabloya göre ki-kare hesaplaması yapılmış,
daha sonra ise kısmi başarılı operasyon sayısının, başarılılara eklendiği aşağıdaki
tablo 10 a göre sırasıyla önce düzeltme faktörsüz, sonra düzeltme faktörlü olarak 2
ayrı Ki-Kare hesaplaması daha yapılmıştır.
145
Tablo 10 2x2 lik Kontenjans Tablosu
Başarısız Başarılı Toplam
Çok Nüfus 2 4 6
Az Nüfus 7 10 17
Toplam 9 14 23
Yapılan Ki-Kare, 2x2 lik Kontenjans Tablolu Ki-Kare, ve Düzeltme Faktörlü Ki-Kare
bağımsızlık testlerinde 5% ve 10% olmak üzere iki anlamlılık düzeyi belirlenmiştir.
2. Hipotezin test edilmesiyle elde edilen sonuçlar Ki-Kare dağılım tablosu
değerleriyle karşılaştırılarak hipotezlerin kabul/red durumu belli olmuştur.
Tablo 11 Test sonuçları
2x3 lük Ki- Kare 2x2 lik Ki-Kare Düzeltme Faktörlü
2x2 lik Ki-Kare
Test İstatistiği 0,152 0,115 0,022
Sonuçların Yorumlanması:
İlk yapılan 2x3 lük Ki-Kare bağımsızlık testinin sonucunda 5% ve 10% anlamlılık
düzeyinde Ho hipotezi reddedilememekte; yani iki değişken arasında bir bağımlılık
olmadığı görülmektedir. Yapılan müdahaleleri sadece başarılı ve başarısız olarak
ayırdığımız 2*2 lik Ki-Kare testinde de 5% ve 10% anlamlılık düzeyinde asker
başına düşen nüfus rakamı ile müdahalelerin başarısı arasında bir bağımlılık
olmadığı görülmektedir. Ho hipotezi, düzeltme faktörlü olarak yapılan Ki-Kare
testinin sonucunda da reddedilmemiş; iki değişken arasındaki bağımlılığın her iki
anlamlılık seviyesinde önemli olmadığı tespit edilmiştir.
Sonuç olarak, yapılan üç uygulamada askeri müdahalelerdeki başarı durumunun
asker başına düşen nüfus rakamından bağımsız olduğu söylenebilir. Askeri
müdahalelerde asker başına düşen nüfus miktarının az veya çok olması ile
146
operasyonun başarılı, başarısız veya kısmi başarılı olması arasında anlamlı bir
ilişki yoktur.
3. Hipotezin Testi: Askeri müdahalelerin başarısı ile alan/asker oranının
birbirinden bağımsız olup olmadığının araştırılması.
Hipotezler :
Ho: Askeri müdahalelerin başarısı ile alan/asker oranı birbirine bağımlı değildir.
H1: Askeri müdahalelerin başarısı ile alan/asker oranı birbirine bağımlıdır.
şeklindedir.
Uygulamada tablo 5 de yer alan alan/asker oranına ait olan değerlerin ortalaması
– mean – alınmış; operasyonlar bu değere göre küçük alan ve büyük alan olarak
ayrılmıştır. Bu bağlamda ilgili kontenjans tablosunun (Tablo 12) satırlarında,
ortalama olan 160 km2 ye kadar olanlar küçük alanlı operasyonların sayısı, 160
km2 nin üzerinde olanlar ise büyük alanlı operasyonların sayısı olarak
yerleştirilmiştir. Müdahalelerin 14 tanesi küçük alan, 9 tanesi büyük alan olarak
ortaya çıkmıştır. Tablonun sütunlarında ise operasyon sayıları 10 başarılı, 4 kısmi
başarılı ve 9 başarısız olarak yer almıştır.
Tablo 12 2x3 lük Kontenjans tablosu
Başarısız Başarılı Kısmi Başarılı Toplam
Büyük Alan 4 4 1 9
Küçük alan 5 6 3 14
Toplam 9 10 4 23
Daha sonra kısmi başarılı operasyonlar, başarılı operasyonlara eklenerek 13
başarılı, 10 başarısız şeklinde ayrılıp aşağıdaki 2x2 lik kontenjans tablosuyla önce
düzeltme faktörsüz, sonra düzeltme faktörlü olarak diğer Ki-Kare hesaplamaları
yapılmıştır.
147
Tablo 13 2x2 lik Kontenjans Tablosu
Başarısız Başarılı Toplam
Büyük Alan 4 5 9
Küçük Alan 5 9 14
Toplam 9 14 23
Tüm bağımsızlık testleri yine 5% ve 10% olmak üzere iki anlamlılık düzeyi
kullanılarak yapılmıştır. 3. Hipotezin test sonuçlarıyla Ki-Kare dağılım tablosu
değerleriyle karşılaştırılmış ve hipotezlerin kabul/red durumuna karar verilmiştir.
Tablo 14 Test sonuçları.
2x3 lük Ki- Kare 2x2 lik Ki-Kare Düzeltme Faktörlü
Ki-Kare
Test İstatistiği 0,445 0,175 0
Sonuçların Yorumlanması:
Tablo 14 incelendiğinde yapılan Ki-Kare bağımsızlık testlerinin hepsinde, 5% ve
10% anlamlılık düzeylerinde Ho hipotezinin redddedilemediği; iki değişken
arasında istatistiki olarak anlamlı sayılabilecek bir bağımlılık olmadığı
görülmektedir. Her üç testte sonuçlar yapılan askeri müdahalelerdeki başarı
durumunun asker başına düşen alan büyüklüğünden bağımsız olduğunu
göstermiştir. Askeri müdahalelerde asker başına düşen alanın büyüklüğüyle ile
operasyonun başarılı, başarısız veya kısmi başarılı olması arasında anlamlı bir
bağ gözlenmemiştir.
SONUÇ
Yukarıda yapılan Ki-Kare bağımsızlık testleriyle ulaşılmak istenen nihai hedef, BM
müdahalelerinin başarılı, kısmi başarılı veya başarısız olmasında ilgili Bütçe/Asker,
Nüfus/Asker, ve Alan/Asker oranlarının istatiski olarak önemli sayılacak düzeyde
bir etkisinin olup olmadığının belirlenmesidir. Asker başına düşen nüfus miktarı ve
148
alan büyüklüğü ile müdahalelerin başarısı arasındaki bağımsızlığın test edildiği 2.
ve 3. uygulama sonuçlarına göre Ho, “bağımlı değildir” hipotezleri
reddedilememiştir. Böylece askeri müdahalelerin başarılı olup olmamasının, asker
başına düşen nüfus miktarının az veya çok olmasıyla ve asker başına düşen
alanın büyük olup olmamasıyla, istatistiki olarak önemli sayılacak bir bağlantısı
olmadığı görülmektedir. Ancak başarı ile asker başına düşen bütçe miktarı
arasındaki bağımlılık test edildiğinde biraz daha farklı bir sonuca ulaşılmıştır. Bu
durumda 2x2 lik kontenjans tablosuna göre düzenlendiğinde Ho hipotezi
reddedilmiş ve her iki değişken arasında bir bağımlılık olduğu gözlemlenmiştir.
Test sonucu 10% anlamlılık düzeyinde askeri müdahalelerdeki başarı ile asker
başına düşen bütçe miktarı arasında bir bağ olduğuna işaret etmektedir.
Ulaşılan bu sonuçlarla her ne kadar istatistiki olarak önemli sayılacak kuvvetli bir
ilişki gözlemlenmemiş olsa da, beklentilerin yüksek olması sebebiyle, analize
devam edilmiştir. Bu durum, çalışmayı değişkenler arasındaki ilişkinin daha farklı
istatistik yöntemleriyle analiz edileceği testler kullanılmasına doğru yönlendirmiştir.
Bu anlamda seçilen yöntemler Fisher’in Kesin testi – Fisher’s Exact Test – ve
Mann-Whitney U Testi olmuştur.
2. Fisher’in Kesin Testi
Fisher’in Kesin Testi 2x2 lik kontenjans tablolarının kullanıldığı ve frekansların
küçük olduğu durumlarda uygulanan oldukça kullanışlı bir teknik olarak
görülmektedir. Testin amacı herhangi iki bağımsız gruba ait özelliğin oranları
arasında fark olup olmadığını belirlemektir. Diğer bir ifadeyle, bu teknik ile gruplara
atfedilen özelliklerin (Başarı – Başarısızlık) oranlanmasında yine bu grupların
birbirlerinden önemli ölçüde bir farklılık gösterip göstermediğine olasılık hesapları
kullanılarak karar verilir.198
1. Hipotezin Testi: Hipotezler, 198 Sidney Siegel, N. John Castellan, Jr., Nonparametric Statistics fort he Behavioral Sciences, 2nd Ed. New York, McGraw-Hill, 1988, s. 103-105.
149
Ho: Büyük ve küçük bütçeli operasyonlar başarı oranı açısından eşittir
H1:Büyük bütçeli operasyonlarda başarı oranı daha yüksektir
şeklindedir.
Yöntemde kullanılan 2x2 lik kontenjans tabloları, ki kare testlerinde kullanılan
tablolar ile aynıdır. Dolayısıyla bu hipotezin testinde yukarıdaki tablo 7 deki veriler
kullanılmıştır. Yapılan hesaplamalarda en küçük frekansın bulunduğu kutudaki
gözlem değerinden başlayarak, 0 a kadar tüm olasılıklar hesaplanmış ve bu
olasılıkların toplamı, seçilen 5% ve 10% düzeyinde karşılaştırılarak iki grup oranı
arasındaki farkın anlamlı olup olmadığı saptanmıştır.
Test sonucu: Elde edilen P değeri 0.0857 ile 10% düzeyinin altında kaldığı için
Ho hipotezi bu anlam düzeyinde reddedilmekte, diğer bir ifade ile büyük bütçeli
operasyonların başarı oranının daha yüksek olduğu kabul edilmektedir. Bu sonuç
iddianın desteklenmesine, operasyonların bütçelerinin yüksek olmasının,
operasyonların başarılı olma olasılıklarını arttırdığını işaret etmektedir.
2. Hipotezin Testi: Hipotezler,
Ho: Çok nüfus ve az nüfuslu operasyonlar başarı oranı açısından eşittir
H1: Az nüfuslu operasyonlarda başarı oranı daha yüksektir
şeklindedir.
Kullanılan 2x2 lik kontenjans tabloları, ki kare testlerinde kullanılan tabloları ile
aynı olduğundan bu hipotezin testinde tablo 10 deki veriler kullanılmıştır. Yapılan
hesaplamalarda en küçük frekansın bulunduğu kutudaki gözlem değerinden
başlayarak, 0 a kadar tüm olasılıklar hesaplanmış ve bu olasılıkların toplamı,
seçilen 5% ve 10% düzeyinde karşılaştırılarak iki grup oranı arasındaki farkın
anlamlı olup olmadığı saptanmıştır.
150
Test sonucu: Elde edilen P değeri 0.565 ile 10% düzeyinin çok üstünde kaldığı
için Ho hipotezi reddedilememekte, diğer bir ifade ile az ve çok nüfuslu
operasyonların başarı oranının farklı olmadığı söylenebilmektedir
3. Hipotezin Testi: Hipotezler,
Ho: Büyük ve küçük alanlı operasyonlar başarı oranı açısından eşittir
H1: Küçük alanlı operasyonlarda başarı oranı daha yüksektir
şeklindedir.
Yöntemde kullanılan 2x2 lik kontenjans tablosu yukarıdaki tablo 13 deki verileri
içermektedir. Aynı şekilde olasılıklar hesaplanmış ve bu olasılıkların toplamı,
seçilen 5% ve 10% düzeyinde karşılaştırılarak iki grup oranı arasındaki farkın
anlamlı olup olmadığı saptanmıştır.
Test sonucu: Elde edilen P değeri 0.504 ile 10% düzeyinin üstünde kaldığı için
Ho hipotezi bu anlam düzeyinde reddedilememekte, diğer bir ifade ile küçük alanlı
operasyonlarının başarı oranı ile büyük alanlı operasyonların başarı oranları
arasında anlamlı bir fark olmadığı görülmektedir.
SONUÇ
Yapılan Fisher’in kesin testi sonucunda da, ki-kare bağımsızlık testlerinin
sonuçlarına benzer bir sonuç elde edilmiştir. Burada da test edilen 3 hipotez
arasında sadece büyük ve küçük bütçeli operasyonların başarı oranları arasındaki
farkın incelendiği 1. Hipotez testinde anlamlı bir sonuca ulaşılmıştır. Buna göre 10
% anlam düzeyinde, büyük bütçeli operasyonlarda başarı elde etme oranı küçük
bütçeli operasyonlara göre daha fazladır. Diğer hipotez testleri sonuçlarına göre
ise, gerek az ve çok nüfuslu operasyonların, gerekse büyük ve küçük alanlı
operasyonların başarılılık oranlarında bir faklılık görülmemektedir.
151
3. Mann-Whitney U Testi:
Mann-Whitney U testi parametrik olmayan ve bu çalışmanın verilerinin
kullanılmasına olanak veren bir testtir. Bu testde iki bağımsız örneğin aynı
anakütleden gelip gelmediği; diğer bir ifadeyle iki örneğin merkezi konumlarının
– central location - eşit olup olmadığı araştırılır. Testin iki önemli özelliği bu
çalışmada kullanılmasını uygun kılmıştır. Mann-Whitney U testi, anakütle
dağılımları hakkında herhangi bir varsayıma dayanmaz. İkinci olarak da küçük
örneklere rahatlıkla uygulanabilen bir testtir. Ho hipotezi “iki örnek merkezi
konumları eşittir” ve H1 hipotezi “iki örnek merkezi konumları eşit değildir” şeklinde
kurulur. Bu hipotezleri test etmek için, örnek değerler sıralanarak yapılan
hesaplamalardan sonra ulaşılan Z değeri, belli bir anlamlılık düzeyinde
değerlendirilerek hipotezler hakkında ilgili kabul/red kararı verilir.199
Mann-Whitney U çift taraflı testi iki anakütle merkezi konumlarının birbirine eşit
olup olmadığını test etmek için kullanılmaktadır. Mann-Whitney U tek taraflı
testlerde ise bir anakütle merkezi konumunun diğer anakütle merkezi konumundan
küçük veya büyük olduğu öngörülmekte ve ilgili hipotezler buna göre
kurulmaktadır. Bu çalışmada öne sürülen iddialar gereği Mann-Whitney U testi tek
taraflı olarak kullanılmış ve hipotezler buna göre oluşturulmuştur. Tablo 5 de yer
alan veriler esas alınarak yapılan uygulamada, müdahalelerin başarılı ve başarısız
olarak iki gruba ayrılması gerektiğinden, kısmi başarılı olarak değerlendirilen
operasyonlar, başarılı operasyonlar grubunun içine alınmıştır.
1. Hipotezin Testi : Başarılı operasyonlarda asker başına düşen bütçe miktarının,
başarısız operasyonlarda asker başına düşen bütçe miktarından daha fazla olup
olmadığının araştırılması.
Hipotezler:
Ho: Bütçe/Asker oranı her iki grupta da (başarılı ve başarısız) aynıdır.
H1: Bütçe/Asker oranı başarılı olan grupta daha büyüktür.
199 Neyran Orhunbilge, a.g.e. s.291.
152
şeklindedir.
Uygulamada öncelikle toplam operasyonlar başarılı ve başarısız gruplar olarak
ayrılmış ve bütçe/asker oranının büyüklük sırasına göre sıralanmıştır. İddiamız
başarılı olan operasyonlarda asker başına düşen bütçe miktarının başarısız
operasyonlara ait oranlardan daha büyük olduğu şeklindedir.
Tablo 15. Hipotez Test Sonuçları
U 90
MEAN_U 63
VAR_U 252
STD_U 15,9
Z 1,70**
P 0,04
**5% düzeyinde anlamlı
Tablo 15 de görüldüğü üzere 5% anlamlılık düzeyinde test istatistiği sonucu olan Z
değeri 1.70 dir ve 0.0446 olan tablo değeriyle karşılaştırıldığında Ho hipotezinin
reddedildiği görülmektedir. Diğer bir ifadeyle, bütçe/asker oranı başarıyı
etkilemektedir ve bütçe/asker oranı, başarılı olan operasyonlarda, başarısız
operasyonların bütçe/asker oranından istatistiki olarak önemli sayılacak bir
düzeyde fazladır.
2. Hipotezin Testi : Başarılı operasyonlarda asker başına düşen nüfus sayısının,
başarısız operasyonlarda asker başına düşen nüfus sayısından daha az olup
olmadığının araştırılması.
Hipotezler,
Ho: Nüfus/Asker oranı her iki grupta da (başarılı ve başarısız) aynıdır.
H1: Nüfus/Asker oranı başarılı olan grupta daha küçüktür.
Şeklindedir.
153
Müdahaleler, başarılı ve başarısız operasyon grupları olarak ayrılmış ve
nüfus/asker oranına göre sıralanmıştır. İddiamız başarılı olan operasyonlarda
asker başına düşen nüfus sayısının, başarısız operasyonlardaki asker başına
düşen nüfus sayısından daha az olduğu şeklindedir.
Tablo 16 Hipotez Test Sonuçları
U 64
MEAN_U 63
VAR_U 252
STAN_U 15,9
Z 0,06
P 0,48
Yıkarıdaki tabloda görüldüğü gibi 5% anlamlılık düzeyi kullanıldığında test
istatistiği sonucu olan Z değeri 0.06 olarak bulunmuştur. Bu değer Ho hipotezinin
kabul alanı içinde yer almaktadır; dolayısıyla hipotez reddedilememiştir. Sonuç
olarak nüfus/asker oranının başarıyı etkilemediği görülmekte ve böylece başarılı
olan operasyonlarda nüfus/asker oranının daha düşük olduğu hipotezi kabul
görmemektedir.
3. Hipotezin Testi: Başarılı operasyonlarda asker başına düşen alan
büyüklüğünün, başarısız operasyonlarda asker başına düşen alan büyüklüğünden
daha az olup olmadığının araştırılması.
Hipotezler,
Ho: Alan/Asker oranı her iki grupta da (başarılı ve başarısız) aynıdır.
H1: Alan/Asker oranı başarılı olan grupta daha küçüktür.
şeklindedir.
Başarılı ve başarısız operasyonlar bu sefer alan/asker oranı büyüklüğüne göre
sıralanmıştır. Hipotezde öne sürülen, başarılı olan operasyonlarda asker başına
154
düşen alan büyüklüğünün, başarısız operasyonlardaki asker başına düşen alan
büyüklüğünden daha az olduğudur.
Tablo 17. Hipotez Test Sonuçları
U 58,5
MEAN_U 63
VAR_U 252
STAN_U 15,9
Z 0,28
P 0,39
SONUÇ
Tablo 17 deki sonuçlar incelendiğinde yine 5% anlamlılık düzeyinde, Z değeri 0.28
bulunmuştur. Bu değer 0.39 olan tablo değeriyle karşılaştırıldığında Ho hipotezi
yine reddedilememektedir. Dolayısıyla, alan/asker oranı müdahalelerin başarısını
etkilememektedir ve alan/asker oranının başarılı olan operasyonlarda, başarısız
operasyonlardakine göre daha küçük olduğunu iddia etmek mümkün değildir.
GENEL SONUÇ
Çalışmada hipotezlerin test edilebilmesi için eldeki verilerin uygulanmasına imkan
veren testler belirlenmiş, bu bağlamda Ki-Kare bağımsızlık testi, Fisher’in Kesin
Testi ve Mann-Withney U Testlerinin kullanılmasına karar verilmiştir. Her bir test
ileri sürülen üç hipotez için de kullanılarak sonuçlar değerlendirilmiştir.
Ki-Kare bağımsızlık testleri sonuçlarına göre, askeri müdahalelerdeki başarı ile
askerbaşına düşen bütçe miktarı arasında zayıf da olsa bir bağ gözükmektedir;
ancak başarı ile asker başına düşen nüfus sayısı ve alan büyüklüğü arasında bir
bağımlılıktan söz etmek mümkün değildir. Aynı sonuçlara biraz daha kuvvetli
155
olarak Fisher’in Kesin Testinde de ulaşılmıştır. Fisher’in testi, Ki-Kare bağımsızlık
testinin işaret ettiği, askeri müdahalelerdeki başarı ile askerbaşına düşen bütçe
miktarı arasındaki düşük bağımlılığı nispeten kuvvetlendiren bir sonuç vermiştir.
Diğer taraftan Fisher’in test sonucunda da Ki Kare de olduğu gibi askeri
müdahalelerin başarısı ile asker başına düşen nüfus miktarı ve alan arasında bir
bağlantı bulunmamıştır.
Mann-Whitney U testinin kullanılmasının amacı, çalışmada ilk olarak uygulanan Ki-
Kare Bağımsızlık ve Fisher’in Kesin testleri sonucunda ulaşılan çıkarımları, başka
bir istatistik teknikle daha test edebilmek ve böylece daha sağlıklı bir analiz
yapabilmektir. Mann-Whitney U testi uygulandığında da Ki-Kare ve Fisher testleri
sonuçlarını destekleyen daha kuvvetli sonuçlara ulaşılmıştır. Birinci hipotezde
başarılı olan operasyonlarda asker başına düşen bütçe miktarının, başarısız
operasyonlardaki asker başına düşen bütçe miktarından daha fazla olduğu iddia
edilmiş ve istatistiki olarak önemli sayılacak bir güven aralığında bu çıkarım
doğrulanmıştır.
Diğer taraftan Mann-Whitney U testinde doğruluğu araştırılan diğer iki hipotez,
başarılı olan operasyonlarda asker başına düşen nüfus sayısının, başarısız
operasyonlardaki asker başına düşen nüfus sayısından daha az ve yine başarılı
olan operasyonlarda asker başına düşen alan büyüklüğünün, başarısız
operasyonlardaki asker başına düşen alan büyüklüğünden daha küçük olup
olmadığıdır. Her iki hipotez test edildiğinde, başarıyla sonuçlanmış operasyonlar
arasında asker başına düşen nüfus sayısının ve alan büyüklüğünün, başarısız
operasyonlardakine göre daha az olduğuna dair bir bulguya rastlanmamıştır. Bu
anlamda her üç testin sonuçlarının tüm hipotezlerde örtüştüğünden bahsetmek
mümkündür.
SONUÇ
Müdahaleler tarih boyunca devletlerin başvurduğu bir dış politika aracı olarak
günümüze kadar uzanmaktadır. Müdahalelerin uygulama alanındaki yelpaze ne
kadar genişse, kavramın betimlemesinde de o denli farklılıklar yer almaktadır.
Çalışmada bu farklılıkların gerekçelendirilmesi uluslararası ilişkilerin ekolleri
156
penceresinden bakılarak yapılmıştır. Diğer bir ifade ile disiplindeki her yaklaşımın
kendi bakış açısından kavramın betimlemesi ortaya konarak faklılıkların gerekçesi
temellendirilmiştir. Fakat günümüzde, özellikle Soğuk Savaş ertesinde, kavramın
uygulamalarına ve çok boyutluluğuna dikkatlice bakıldığında, disiplindeki
yaklaşımlarca yapılan tanımların tek boyutluluğu ya da cüceliği daha fazla
meydana çıkmaktadır.
Uluslararası organizasyonların içinde meşruiyet çıtası nispeten en yüksekte olan
Birleşmiş Milletler müdahaleleri bu çalışmanın araştırma konusu olduğundan,
kavramın tanımlamalarında yukarıda bahsi geçen cücelik daha da
belirginleşmektedir. Yaklaşık son 20 sene içinde gerçekleştirilen müdahalelerin,
önce sayısal olarak artışı, daha sonra ise, operasyonel açıdan belirgin gelişimi
kadar net bir değişiklik, literatürde kavramın tanımlamasında kendini
gösterememiştir. Bunun bir nedeninin, 90lardan sonra oluşan uluslararası sistemin
henüz disiplince netleştirilmemiş olmasından kaynaklandığı söylenebilir.
Dolayısıyla, bu değişikliklere bağlı olarak, bu konuda çalışılacak yeni bir boşluk
doğmuş veya bir alan meydana çıkmıştır.
Bu çalışmanın ortaya çıkmasının temel dürtüsü, Birleşmiş Milletler müdahalelerinin
bir kısmı başarıya ulaşırken bir kısmının başarısız olmalarının nedenlerinin merakı
olmuştur. Literatürde müdahale konusunda şimdiye kadar yapılan incelemelerin
genellikle vaka temelinde ele alınması ise, 1990lara kadar geçen süre içinde
istatistiksel yöntemlerin kullanılarak vakaların tümünde hipotez testini mümkün
kılacak müdahale adedi bulunmamasından kaynaklanmıştır. Soğuk Savaş sonrası
artan müdahale sayısı ile birlikte, bu çalışma, B.M müdahalelerinde başarının
incelenmesini istatistiksel yöntemler kullanarak hipotez testleriyle yapmıştır. Bu
bağlamda, müdahalelerin başarısında önemli rol oynadığı iddiası ile üç hipotez ileri
sürülmüştür. Bu hipotezlerden birincisi, müdahale bütçesi ile müdahalede görev
alan muharip gücün oranıdır ki, “asker başına düşen bütçe arttıkça müdahalelerde
başarı artar” şeklinde çalışmada yerini almıştır. İkincisi, müdahale bölgesindeki
nüfusun, aynı şekilde, müdahale için konuşlandırılan muharip güce oranıdır, bu da,
“nüfus-asker oranı düştükçe, müdahalelerde başarı oranı artar” olarak ileri
sürülmüştür. Üçüncü ve son hipotez ise, müdahalede bulunulan bölgenin
yüzölçümü ile yine bölgeye sevk edilen muharip gücün oranıdır. Böylelikle, üçüncü
157
hipotez de “alan-asker oranı düştükçe müdahalelerde başarı artar” olarak
düzenlenmiştir.
İleri sürülen iddiaların her biri önce Ki Kare bağımsızlık testine tabi tutulmuştur.
Çalışmanın ilk iddiası kullanılan yöntem sonucunda doğrulanmış, diğer bir ifade ile
başarı ile bütçe asker oranı arasında zayıf da olsa bir bağımlılık olduğu ortaya
çıkmıştır. İkinci iddia, aynı yöntemin sonucunda reddedilmiştir. Nüfus/Asker
oranının düşmesinin, ya da asker başına düşen nüfusun azalmasının başarı ile
bağımlılığının olmadığı anlaşılmıştır. Son olarak da, Alan/Asker oranının düşmesi,
veya asker başına düşen alanın azalması ile müdahalelerin başarısı arasında bir
bağımlılığın olmadığı görülmüştür. Kullanılan bağımsızlık testinin ardından,
faktörlerden birinin başarı ile bağımlılık göstermesi, çalışmayı, ikinci bir yöntemin
daha kullanılmasına yöneltmiştir.
İkinci olarak uygulanan Fisher’in Kesin testinin sonuçları da, Ki kare bağımsızlık
testi sonuçlarını destekler şekilde ortaya çıkmıştır. İlk iddia kabul edilmiş; büyük
bütçeli operasyonlarda başarılı olma olasılığının daha yüksek olduğu tespit
edilmiştir. Çalışmanın diğer iki iddiasında yer alan nüfus/asker ve alan/asker
faktörlerinin operasyonların başarılı olma olasılığında bir etkisi olmadığı
anlaşılmıştır.
Diğer bir parametrik olmayan test Mann Whitney’in kullanımı sonucunda ise yine
aynı şekilde, ilk hipotez olan Bütçe/Asker oranının artması ile başarı arasında
kuvvetli bir ilişkinin olduğu tekrar görülmüştür. Bu bağlamda, asker başına düşen
bütçenin belirli bir oranın üstünde olması, Birleşmiş Milletler müdahalelerinde
başarının sağlanması açısından oldukça fazla bir öneme sahiptir. İkinci ve üçüncü
hipotezlerde, Nüfus/Asker ve Alan/Asker oranlarının ise başarı ile bir ilişkisi yine
gözlemlenememiştir. Diğer bir ifade ile, ne asker başına düşen alanın daralması,
ne de, yine asker başına bölgedeki nüfusun azalması ile müdahalelerdeki
başarının arasında anlamlı bir ilişki, uygulanan testin sonucuna göre
bulunamamıştır.
Sonuç olarak bu çalışmadaki istatistiksel anlamda gerçek ana kütle aslında
Birleşmiş Milletlerin gelecekte uygulayacağı müdahaleler olduğundan, ileriye
158
dönük alınacak kararlarda, bu çalışmada elde edilen sonuçlar göz önüne alınırsa
müdahalelerde başarı sağlanacağı olası gözükmektedir. Bu bağlamda, gelecekte
organizasyonun hazırlayacağı müdahalelerde, operasyon bölgesinin
büyüklüğünün ve yine bölgenin nüfusunun operasyona katılacak muharip gücün
sayısına oranlanmasının operasyonun başarısıyla ilişkisinin bulunamaması
sebebiyle, bu tip yaklaşımların göz ardı edilebileceği, fakat bütçeye özel önem
verilmesinin ger ektiği anlaşılmıştır. Asker başına düşen bütçenin artmasının veya
en azından belirli bir oranın üstünde kalmasının müdahalelerin başarısı açısından
önemli bir etken olabileceği görünmektedir. Çalışmanın süregeldiği zaman dilimi
içinde dahi B.M. kontrolünde devam eden ve oluşturulması düşünülen birçok
operasyonun kendisi ve hazırlığı vardır. Bunların ve bundan sonra yapılacak
Birleşmiş Milletler müdahalelerinin başarılı olabilmesi ihtimali açısından bu konuya
özellikle dikkat edilmesi gerekmektedir.
Diğer taraftan ise, bu çalışmanın kapsamına giren B.M. müdahalelerinin tümü için
ileri sürülen başarı hipotezlerinin ötesinde, operasyon gerçekleştirilen bölgelerdeki
çatışmaların her birinin oluşumunun, gelişiminin, sürekliliğinin ve bir şekilde sona
ermesinin/erdirilmesinin veya başarısızlığının kendine has biricikliğinin olduğu
reddedilmemektedir. Bu gerçekleşen çatışma veya savaşların farklı nedenleri,
gelişmeleri, farklı yerlerden beslenmeleri, dolayısıyla, bu bağlamda, her birinin
farklı çözümlere ihtiyaçları olduğu da göz ardı edilmemektedir. Fakat bu tip
çalışmalar zaten literatürün hemen tümünü kapsamaktadır. Oysa artan sayıdaki
müdahale adedi, farklı yöntemler kullanılarak, çatışma olan bölgelerdeki
müdahalelerin başarısında ortak bir noktanın olup olmadığının sorgulanmasının ve
varsa bunları yakalamaya çalışmanın kapılarını açmaktadır. İşte bu çalışma da, bu
yeni açılan kapılardan birine girerek ve başarı açısından ortak olabilecek noktaları
kullanarak farklı bir bakış açısı sunmuştur.
159
KAYNAKÇA Annan, Kofi: 1999 The Question of Intervention, New York, United Nations Press. Arı, Tayyar: 2002 Uluslararası İlişkiler Teorileri: Çatışma, Hegemonya, İşbirliği. İstanbul: Alfa yayınları. Bailey, Sydney D. ve Sam Daws: 1998 The Procedure of the UN Security Council, Oxford: Clarendon Press. Baker, Kendall L., Sami G. Hajjar, Alan Evan Schenker: 1972 “A Note on Behaviralists and Post-Behavioralist in Contemporary Political Science”. PS: Political Science and Politics. V. 5 N. 3 Baldwin, David A.:1969 “ Foreign Aid, Intervention and Influence”, World Politics, V.21 No:3 s. 425-447 Barker, Craig J.:2000 International law and International Relations, London, Biddles P. Barkin, J. Samuel. Cronin, Bruce: 1994 “The State and the Nation: changing Norms and the rules of sovereigntyin international relations”, International Organization, V.48, I.1, Bartelson, Jens.: 1995 A Geneology of Sovereignty, Smith, Steve ed., New York, Cambridge University P. Beitz, Charles R.: 1999 Political Theory and International Relations. New Jersey, Princeton U. Press. Beloff, Max : 1968 “Reflections on Intervention”, Journals of International Affairs, V.22, No:2 s.198. Besson, Samantha and Tasioulas, John: 2010 The Philosophy of International Law, Oxford, Oxford University P.
160
Bhatia, Michael V.: 2003 War and Intervention: Issues for Contemporary Peace Operations, Bloomfield, CT, Kumarian Press. Bickerton, Christopher J., Phili Cunliffe, Alexander Gourevitch ed.s: 2007 Politics without Sovereignty: A Critique of Contemporary International Relations, New York, University College London P. Biermann, Wolfgang, Martin Vadset Ed.s: 1998 UN Peacekeeping in Trouble: Lessons Learned from the Former Yugoslavia, Aldershot, England, Ashgate Press. Blum, William: 2004 Killing Hope: U.S. Military and CIA Interventions since WWII, Monroe, Maine, Common Courage Press. Bodart, Gaston: 1916 Losses of Life in Moder Wars, London, Oxford University Press, Bodin, J.:1955 Six Books of the Commonwealth, çev. M.J. Tooley, Oxford, Blackwell’s Pub. Bradbury, Mark.: 1994 The Somali Conflict: Prospects for Peace, Oxford, Oxfam Press. Brierly J.L.:1963 The Law of Nations: An Introduction to the International Law of Peace, New York, Oxford University P. Brownlie, Ian: 2002 “International Law and the Use of Force by States”, Chinese Journal of International Law, No:1. Buchanan, Allen: 2010 “The Legitimacy of International Law”, The Philosophy of International Law, Oxford, Oxford University P Bull, Hedley : 1984 Intervention in World Politics, Oxford, Clarendon Press. Butkevych, Olga V.: 2003 “History of Ancient International Law: Challenges and Prospects”, Journal of the History of International Law, V.5, No.2,
161
Calvocoressi, Peter: 2001 World Politics 1945-2000, 8. Ed. London, Longman. Chandler, David: 2007 “Deconstructing Sovereignty: Constructing Global Civil Society”, Politics without Sovreignty, C. J. Bickerton, P. Cunliffe, A. Gourevitch ed.s, New York, University College London P. Chatterjee, Deen K. ve Don E. Scheid. Ed.: 2003 Ethics and Foreign Intervention. Cambridge, Cambridge University Press. Chesterman, Simon: 2001 Just War or Just Peace?: Humanitarian Intervention and International Law, Oxford, Oxford University P. ------------------------: 2007 Secretary or General?: The UN Secretary-General in World Politics, Cambridge, University of Cambridge P. Christiano, Thomas: 2010 “Democratic Legitimacy and International Institutions”, The Philosophy of International Law, Oxford, Oxford University P. Clarke, Walter and Jeffrey Herbst. ed.: 1997 Learning from Somalia: The Lessons of Armed Humanitarian Intervention. Colorado, Westview Press. Clausewitz, Karl Von: 1943 On War, çev. O.J. Matthijs Jolles, New York, Random House. Cockayne, James and Malone, David M.: 2007 “Relations with the Security Council”, Secretery or General? Cambridge, Cambridge University P. Coicaud, Jean-Marc and Heiskanen,Veijo: 2001 The Legitimacy of International Organizations, Tokyo, United Nations University P. Coicaud, Jean-Marc: 2001 “International Democratic Culture and its Sources: The Case of Collective Security and Peacekeeping Operations In The 1990’s”, The Legitimacy of International Organizations, Coicaud ve Heiskanen ed.s, Tokyo, University of United Nations P.
162
Coleman, Katharina P.: 2007 International Organizations and Peace Enforcement. New York, Cambridge University Press. Connaughton, Richard: 1992 Military Intervention in the 1990s : A New Logic of War, London, Routledge Press. Contens, Bernardo: 2005 “Francisco de Vittoria’s Just Intervention Theory and the Iraq War”, APA – American Philosophical Association, Spring, V. 4. No:2 Crocker, Chester: 1995 "Lessons on Intervention, in Managing Conflict in the Post- Cold War World: The Role of Intervention”, Report of The Aspen Institute Conference, August 2-6, 1995, Aspen, Colorado: Aspen Institute pp.77-88. Diehl, Paul F.: 1994 International Peacekeeping: With a new Epilogue on Somalia, Bosnia, and Canbodia, Baltimore, The Johns Hopkins Press. Diehl, Paul F., Jennifer Reifschneider, and Paul R. Hensel: 1996 “United Nations Intervention and Recurring Conflict” International Organization, V.50 Autumn. D,iehl, Paul F., and Druckman, Daniel: 2010 Evaluating Peace Operations, Boulder, Lynee Rienner P. DiPrizio, Robert C.: 2002 Armed Humanitarians: US Interventions from Northern Iraq to Kosova, Baltimore, The Johns Hopkins Press. Dobbins, James: 2005 “The U.S. and U.N. Roles in Nation-Building: A Comparative Analysis” The Brooking Institution, A Brookings Briefing. Doyle, Michael W. Sambanis, Nicholas: 2006 Making War&Building Peace, New Jersey, Princeton University Press. Druckman, Daniel. Stern, Paul: 1999 Perspectives on Evaluating Peacekeeping Missions The International Journal of Peace Studies, Volume 4, No 1.
163
Durch, William J.: 1996 UN Peacekeeping, American Policy, and the Uncivil Wars of the 1990s, New York, St. Martin’s Press ----------------, ed.: 2006 Twenty-First-Century Peace Operations, Washington, U.S. Istitute of Peace, Eralp, Atilla: 2000 Devlet Sistem ve Kimlik, İstanbul, İletişim Yayınları, 3. Baskı. Fiedler, Michael R.:2000 “UN Peace Operations: Conditions for Success”, y.y., (Dissertation) Findlay, Trevor: 2002 The Use of Force in UN Peace Operations, Oxford, Oxford University Press Finnemore, Martha: 2004 The Purpose of Intervention. New York, Cornell University Press. Fleitz, Frederick H. Jr.: 2002 Peacekeeping Fiascoes of the 1990s: Causes, Solutions, and U.S. Interests, Wesport, CT, Praeger Publishers. Franck, Thomas M.: 1988 “Legitimacy in International System”, The American Journal of International Law, V. 82, No:4. ----------------------- : 1990 The Power of Legitimacy Among Nations. New York: Oxford University Press. Freedman, Lawrance: 1994 Military Intervention in European Conflicts, Oxford, UK., Cambridge, USA., Blackwell Publishers. Gaddis, John Lewis: 1992-93 “International Relations Theory and the End of the Cold War”, International Security, V.17, No:3, MIT Press Haass, Richard N.: 1999 Intervention. Washington, D.C., Brookings Institution Press.
164
Hansen, Annica S.: 2002 “From Congo to Cosovo: Civilian Police in Peace Operations”, Adelphi Papers, Oxford, Oxford University Press, May, No:343 Harleman, Christian: 2003 An Introduction to U.N. System: Orientation for Serving on a U.N. Field Mission, New York, The United Nations Institute for Training and Research. Hawley, Len. Dennis Skocz: 2006 “Advance Political-Military Planning”, The Quest for Viable Peace, Ed.s: Jock Covey, M.J. Dziedzic, L. R. Hawley. Washington DC. US Institute of Peace Press Hearn, Roger: 1999 UN Peacekeeping in Action, Commarck, Nova Science Press. Hegel, G. W. F.: 2008 Outlines of the Philosophy of Right, trans. by T. M. Knox. New York, Oxford University P. Higgins, Rosalyn: 1969 United Nations Peacekeeping, 1946-1967: documents and commentary, London, Oxford University Press. Hillen, J.: 1998 Blue Helmets: The Strategyof UN Military Operations, London, Brassey’s. Hinsley, F.H.: 1986 Sovereignty, 2. Ed., Cambridge, Cambridge University Press. Hoffman, Stanley: 1995 “The Politics and Ethics of Military Intervention”, Survival, 37, No: 4. ---------------------: 1961 “International Systems and International Law”, World Politics, V.14, No:1. Howard, Lise Morje: 2008 UN Peacekeeping in Civil Wars, Cambridge, Cambridge University P. Hurd, Ian: 1999, “Legitimacy and Authority in International Politics”, International Organizations, Spring V. 53, No:2.
165
--------------------: 2011 “Is Humanitarian Intervention Legal?: The Rule of Law in an Incoherent World”, Ethics and International Affairs, V.25, No: 3. Jamnejad, Maziar ve Wood, Michael: 2009 “The Principle of Non-intervention”, Leiden Journal of International Law, No:22, Junne, G. C. A.: 2001 “International organizations in a period of globalization: New (problems of) legitimacy”, The Legitimacy of International Organizations, Coicaud ve Heiskanen, ed.s, Tokyo, United Nations University P. Kagan, Donald: 1995 On the Origins of the War, New York, Doubleday Publishing. Kaldor, Mary: 1999 New and old Wars: Organized Violance in a Global Era, Stanford, Stanford U. P. Kelsen, Hans: 1969 “Sovereignty and International Law”, In Defence of Sovereignty, ed. Stankiewicz, W.J., London, Oxford University Press. Keren, Michael ve Donald A.Sylvan. ed.: 2002 International Intervention: Sovereignty versus Responsibility, London, Frank Cass Press. Klabbers, Jan: 2001 “The Changing Image of International Organizations”, The Legitimacy of International Organizations, Coicaud ve Heiskanen ed.s, Tokyo, University of United Nations. Krasner, Stephen D.: 2009 Power, the State, and Sovereignty, London, Routledge P. -------------------------: 1999, Sovereignty: Organized Hypocracy, New Jersey, Princeton University P. Kubalkova, Vendulka. Nicholas Onuf, Paul Kowert. Ed.s.:1998 International Relations in a Constructed World, New York, M.E. Sharpe.
166
Kuperman, Alan J.: 2001 The Limits of Humanitarian Intervention, Washington, D.C., Brookings Instıtution Press. Lahneman, William J.. ed.:2004 Military Intervention. New York, Rowman & Littlefield Press. Lang, Anthony F. Ed.: 2003 Just Intervention. Washington, D.C., Georgetown University Press. Langholtz, Harvey J. ed.: 2006 The History of U.N. Peacekeeping Operations During the Cold War: 1945 to 1987, New York, The United Nations Institute for Training and Research --------------: 2006 The History of U.N. Peacekeeping Operations following The Cold War: 1988 to 1996, New York, The United Nations Institute for Training and Research --------------: 2006 The History of U.N. Peacekeeping Operations from retrenchment to Resurgence: 1997 to 2006, New York, The United Nations Institute for Training and Research Levy Jack S.: 1983 War in the Modern Great Power System, 1945-1975, Lexington, University Press of Kentucy. Lie, Trygve: 1954 In the Cause of Peace: Seven Years with the United Nations, New York, Macmillan. Lipsey, Roderick K. Von Ed.: 1997 Breaking the Cycle. New York, St. Martin’s Press. Little, Richard:1975 Intervention; External Involvement in Civil Wars. London, Martin Robertson and Company Ltd. Luck, Edward C. 2007: “ The Secretery-General in a Unipolar World”, Secretary or General? Cambridge, Cambridge University P. Lyons, Gene M., Mastanduno, Michael ed.s: 1995 Beyond Westphalia?: State Sovereignty and International Intervention, Baltimore, John Hopkins University P.
167
Macfarlane, Neil: 1985 “Intervention and Regional Security”, Adelphi Papers, Spring, No:196 MacQueen, Norrie: 2006 Peacekeeping and the International System. London, New York, Routledge. Malanczuk, Peter: 1997 Akehurtst’s Modern Introduction to International Law, London, New York, Routledge. Malone, David: 2004 The U.N. Security Council: From the Cold War to 21th Century, Boulder, Colorado, Lyenne Rienner. Malinowski, B.: 1941 “War – Past, Present and Future”, War as a Social Institution, ed: Jesse D. Clarcson, Thomas C. Cochran, New York, Columbia U. P. Mamdani, Mahmud: 2001 When Victims Become Killers: Colonialism, Nativism, and the Genocide in Rwanda, Princeton and Oxford, Princeton University Press. Martin, Lisa L., and Simmons, Beth A. ed.s: 2001 International Institutions, Cambridge MA, M.I.T. Press. Mesquit, Bruce Bueno, George W. Downs: 2006 “Intervention and Democracy”, International Organization, Vol. 60, No. 3, s. 627-649 Mill, J. S.: 1958 “Dissertations and Discussions”, London, New York, Forum Books,. Moravcsik, Andrew: 1997 “Liberal Theory of International Relations”, International Organization, V.51. Iss.4 Morgenthau, Hans: 1967 “To Intervene or not to Intervene”, Foreign Affairs, V. 45 April. Moskos, Charles C.:1976 Peace Soldiers: the Sociology of a United Nations Military Force, Chicago, Universitiy of Chicago Press
168
Muldoon, James P., and others ed.s: 2011 The New Dynamics of Multiliteralism: Diplomacy, International Organizations, and Global Governance, Boulder, Westview P. Nevins, Joseph: 2005 A Not-So-Distant Horror: Mass Violence in East Timor, London, Cornell University Press. Nye, Joseph S. Jr.: 2000 Understanding International Conflicts: An Introduction to Theory and History, New York, Longman. ------------- 2004 Power in the Global Information Age. From Realism to Globalization, London, Routledge. O’Hanlon, Michael: 1997 Saving Lives with Force: Military Criteria for Humanitarian Intervention, Washington D.C., Brookings Institution Press. O’Hanlon, Michael E.: 2003 Expending Global Military Capacity for Humanitarian Intervention, Washington, D.C., Brookings Institution Press. Oliver, George F.: 2002 “Why Peacekeeping Fails”, Parameters, Carlisle Barracks, Summer 2002, V.32, Iss.2. p. 131-133 Onuf, Nicholas G.: 1971 The Principle of non Intervention, the United Nations, and the International System, International Organization, Spring, V.25, Issue 2. Oppenheim, L.: 1948 International Law: A Treatise, London, Longmans and Green Co. Orhunbilge, Neyran: 2000 Örnekleme Yöntemleri ve Hipotez Testleri, İstanbul, Avcıol Basım. Ortega, Martin: 2001 “Military Intervention and the E.U”. Chaillot Papers V.45, March. Paris, Institute for Security Studies Osiander, Anreas: 2001 “Sovereignty, International Relations, and the Westphalian Myth”, International Organization, V55, I.2.
169
Palin, R.H.: 1995 Multinational Military Forces: Problems and Prospects., London, Oxford University Press. Pearson, Frederick S., Rochester, J. Martin: 1988 Intervention, New York, Random House. Pemberton, Jo-Anne: 2009 Sovereignty: Interpretations, Hampshire, Palgrave Macmillan P. Pevehouse, Jon and Russett, Bruce: 2006 “International Governmental Organizations Promote Peace”, International Organization, Vol. 60, No. 4 Pfaltzgarff, Robert L. Jr.: 1974 “International Relations Theory: Retrospect and Prospect”, International Affairs, V.50 No.1. Philpott, Daniel: 1995 “Sovereignty: An Introduction and Brief History”, Journal of International Affairs, 48:2 Winter, Pushkina, Darya: 2002 “United Nations in Civil Wars: Conditions for Success”, y.y.,(Dissertation) Ratner, Steven: 1995 The New UN Peacekeeping: Building Peace in Lands of Conflict after the Cold War, New York, St. Martin’s Press. Report of the International Commission on Intervention and State Sovereignty: 2001 The Responsibility to Protect, Ottawa, International Development Research Center. Robert, Adam: 1993 “The United Nations and International Security”, Survival V.35 N.2 s.3-31. Rosenau, James N.: 1969 “Intervention as a Scientific Concept”. The Journal of Conflict Resolutions, V. 13 No:2. ------------------- : 1968 “The Concept of Intervention”, Journals of International Affairs, V.22, No:2 s.165.
170
Rosenthal, Joel H.: 1991 Righteous Realists: Political Realism, Responsible Power, and American Culture in the Nuclear Age, Baton Rouge, Louisiana State U. Press. Rourke, Jonn T.: 1999 International Politics on the World Stage, U.S., Dushkin/McGraw-Hill. 7th ed. Russel, Joycelyne G.: 1986 Peacemaking in the Renaissance, Philadelphia, University of Pennsylvenia Press. Schechter, Michael G.: 2011 “Systemic Change, International Organizations, and the Evolution of Multilateralism”, Dynamics of Multilateralism, James P. Muldoon and others ed.s.Boulder, Westview P. Scott, Andrew M.: 1968 “Nonintervention and Conditional Intervention”, Journals of International Affairs, V.22, No:2 s.208. Shapcott, Richard : 2010 International Ethics: A Critical Introduction, Cambridge, Polity Press. Sheehan, Nadege: 2011 The Economics of UN Peacekeeping, New York. Routledge. Shimizu, Hirofumi. Sandler, Todd: Mar. 2003 “NATO Peacekeeping and Burden Sharing: 1994-2000”, Public Finance Review, Thousand Oaks Press Vol.31, Iss.2. p.123-144. Singer, J. David. Small, Melvin: 1972 The Wages of War 1816-1965: A Statistical Handbook, New York, John Wiley & Suns. Sitkowski, Andrzej: 2006 UN Peacekeeping: Myth and Reality, Wesport, Praeger Security International. Sönmezoğlu, Faruk: 2000 Uluslararası Politika ve Dış Politika Analizi, İstanbul, Filiz Kitabevi. Sutterlin, James S.: 2005 “Understanding Peacekeeping”, Political Science Quarterly, Spring. V.120. Issue 1. NY
171
Thakur, Ramesh Chandra: 1987 International Peacekeeping in Lebanon: United Nations Authority and Multinational Force, Boulder And London, Westview Press. Thakur, Ramesh. Albrecht Schnabel: 2001 United Nations Peacekeeping Operations: Ad Hoc Missions, Permanent Engagement, Tokyo, UN University Press. Thakur, Ramesh: 2006 The United Nations, Peace and Security. Cambridge,Cambridge University Press. Tharoor, Shashi: 2007 “The Most Impossible Job Description”, Secretary or General?, Cambridge, Cambridge University P. Touval, Saadia: 1994 “Why the UN Fails” Foreign Affairs, V. 73. N. 5. s.44-57. United Nations: 2004 “A More Secure World: Our Shared Responsibility”, New York, UN. Urquhart, Brian E.: 2007 “The Evolution of the Secretary General”, Secretary or General? Cambridge, Cambridge University P. Traub, James: 2007 “The Secretary-General’s political space”, Secretary or General, Cambridge, Cambridge University P. Vale, Peter: 1996 “75 Years on: Rewriting the Subject’s Past”, S, Smith, K. Booth, M. Zalewski ed.s, International Theory: Positivism and Beyond, Cambridge, Cambridge University P. Voeten, Erik: 2005 “The Political Origins of the UN Security Council’s Ability to Legitimize the Use of Force”, International Organization, Summer, V.59, Issue 3, Walter, Barbara,and J. Snyder, eds.. 1999 Civil Wars, Insecurty and Intervention, New York, Colombia University Press. Wesley, Michael: 2005 “Toward a Realist Ethics of Intervention”, Ethics and International Affairs, New York, Vol 19, Iss 2, Pg. 55-74.
172
Westra, Joel H.: 2007 International Law and the Use of Armed Force, New York, Routledge Wheeler, Nicholas J.: 2002 Saving Strangers: Humanitarian Interventions in International Society. Oxford, Oxford University Press. Williams, Abiodun: 2000 Preventing War: the United Nations and Macedonia, LanhamMd., Rowman & Littlefield. Williams, C. Michael: 1996 “Hobbes and International Relations: A Reconsideration” International Organizations, Spring, V.50 No:2. Winfield, P. H.: 1922 “The History of Intervention in International Law”, 3. British Yearbook of International Law. Woods, Ngaire. Eds: 1996 Explainin International Relations since 1945. London, Oxford University Press. Wright, Quincy: 1965 A Study of War, Chicago, University of Chicago Press. Young, Kimball: 1941 “The Psychology of War”, War as a Social Institution, ed: Jesse D. Clarcson, Thomas C. Cochran, New York, Columbia U. P. Young, Oran R. : 1968 “Intervention and International System”, Journals of International Affairs, V.22, No:2 s.177. Zanotti, Laura: 2006 “Taming Chaos: A Foucauldian View of UN Peacekeeping, Democracy and Normalization”, International Peacekeeping, V. 13. No: 2 p. 150-167. June 2006 Zartman, I. William: 1968 “Intervention Among Developing States”, Journals of International Affairs, V.22, No:2 s.188. Zimmerman, Marc: 1976 “Polarities and Contradictions: Theoritical Basis of the Marxist-Structuralist Encounter”, New German Critic, No.7 (winter) p. 69-90.
173
Birleşmiş Milletler, U.N. Department of Peacekeeping Operations (Çevrimiçi 01.Nisan.2008 ) http://www.un.org/Depts/dpko/dpko/index.asp, . Birleşmiş Milletler, U.N. Financing of UN Peacekeeping Operations. (Çevrimiçi 01. Nisan.2008) http://www.un.org/Depts/dpko/dpko/contributors/financing.html Birleşmiş Milletler, U.N. General Assambly, fifth committee, Peacekeeping budget (Çevrimiçi 01.Nisan.2008) www.un.org/ga/61/fifth/peacekeepingfinance.pps#257,1,Slayt1 Birleşmiş Milletler, Charter of the United Nations, (çevrimiçi 27 Ekim 2010) http://www.un.org/en/documents/charter/index.shtml Birleşmiş Milletler, General Assembly resolution 2625 (XXV), 1970, Friendly Relations Declaration (Çevrimiçi, 28 Ekim 2011) http://www.un.org/Depts/dhl/resguide/r25.htm Birleşmiş Milletler, “Declaration on the Inadmissibility of Intervention and Interference in the Internal Affairs of States” 1981, (Çevrimiçi 28 Ekim 2011) http://www.un.org/documents/ga/res/36/a36r103.htm Birleşmiş Milletler, “Non-interference in the internal affairs of States” 1976, (Çevrimiçi 28 Ekim 2011) http://www.un.org/Depts/dhl/resguide/r31.htm A/RES/31/91 Birleşmiş Milletler, “ Declaration on the Inadmissibility of Intervention in the Domestic Affairs of States”, 1965, (Çevrimiçi 29 Ekim 2011) http://www.un.org/depts/dhl/resguide/r20.htm A/RES/2131(XX) Birleşmiş Milletler, Security Council resolutions 1993, (Çevrimiçi 22 Aralık 2011) http://www.un.org/Docs/scres/1993/scres93.htm Boutros-Gali, Boutros: “An Agenda for Peace”, June 17, 1992 (Çevrimiçi 27 Ekim 2010) http://www.un-documents.net/a47-277.htm,.
174
Ek 1: BM Müdahaleleriyle İlgili Sayısal Veriler
ÜLKE BAŞARI ALAN (KM2) NÜFUS
1 ONUCA ORTA AMERİKA 1 411.954 25.537
2 UNMIH HAİTİ -1 27.560 7.400
3 UNSMIH HAİTİ 1 27.560 7.741
4 UNAMIC KAMBOÇYA 1 176.500 9.707
5 UNTAC KAMBOÇYA 0 176.500 10.143
6 UNTAET DOĞU TİMOR 1 14.609 900
7 UNMISET DOĞU TİMOR 1 14.609 1.020
8 UNOSOM I SOMALİ -1 627.000 6.116
9 UNOSOM II SOMALİ -1 627.000 6.264
10 UNTAG NAMIBYA 1 825.000 1.409
11 ONUMOZ MOZAMBİK 1 784.000 14.771
12 UNAMIR RUANDA -1 24.950 5.473
13 UNAVEM III ANGOLA -1 1.247.000 11.337
14 MONUA ANGOLA -1 1.247.000 12.013
15 MINURCA ORTA AFRİKA 1 623.000 3.889
16 UNAMSIL SIERRA LEONE 0 71.620 4.236
17 ONUB BURUNDİ 0 25.650 8.162
18 UNMEE ETİYOPYA-ERİTRE -1 1.240.000 77.676
19 UNPROFOR
HIRVT.+ BOSNA + MAKED. -1 133.060 10.359
20 UNPREDEP MAKEDONYA 1 25.000 1.985
21 UNCRO HIRVATİSTAN -1 56.500 4.497
22 UNTAES HIRVATİSTAN 1 56.500 4.445
23 UNIKOM IRAK + KUVEYT 0 451.700 22.614
175
ÜLKE TOPLAM
BÜTÇE (BİN $)
AYLIK BÜTÇE (BİN
$) SÜRE (AY)
MUHARİP GÜÇ
1 ONUCA ORTA AMERİKA 92.400 3.554 26 800
2 UNMIH HAİTİ 320.000 9.697 33 6.000
3 UNSMIH HAİTİ 62.000 5.167 12 1.287
4 UNAMIC KAMBOÇYA 1.600.000 66.667 5 1.090
5 UNTAC KAMBOÇYA 1.600.000 66.667 19 15.991
6 UNTAET DOĞU TİMOR 1.426.000 46.000 31 8.950
7 UNMISET DOĞU TİMOR 565.500 15.708 36 3.742
8 UNOSOM I SOMALİ 42.900 3.900 11 893
9 UNOSOM II SOMALİ 1.600.000 66.667 24 25.747
10 UNTAG NAMIBYA 368.600 33.509 11 4.493
11 ONUMOZ MOZAMBİK 492.600 20.525 24 6.576
12 UNAMIR RUANDA 453.900 15.652 29 5.147
13 UNAVEM III ANGOLA 820.000 29.286 28 6.017
14 MONUA ANGOLA 245.000 12.250 20 3.026
15 MINURCA ORTA AFRİKA 101.000 4.591 22 1.347
16 UNAMSIL SIERRA LEONE 2.800.000 37.838 74 17.105
17 ONUB BURUNDİ 678.300 22.610 30 5.400
18 UNMEE ETİYOPYA-ERİTRE 1.320.000 13.750 96 3.940
19 UNPROFOR HIRVT.+ BOSNA + MAKED. 4.100.000 110.811 37 32.480
20 UNPREDEP MAKEDONYA 191.000 4.064 47 1.049
21 UNCRO HIRVATİSTAN 250.000 25.000 10 6.581
22 UNTAES HIRVATİSTAN 460.000 19.167 24 4.791
23 UNIKOM IRAK + KUVEYT 600.000 4.000 150 933
176
ORANLAR ÜLKE BÜTCE/ASKER NÜFUS/ASKER ALAN/ASKER
1 ONUCA ORTA AMERİKA 4.442 31.921 515
2 UNMIH HAİTİ 1.616 1.233 5
3 UNSMIH HAİTİ 4.015 6.015 21
4 UNAMIC KAMBOÇYA 5.173 8.906 162
5 UNTAC KAMBOÇYA 5.173 634 11
6 UNTAET DOĞU TİMOR 5.140 101 2
7 UNMISET DOĞU TİMOR 4.198 273 4
8 UNOSOM I SOMALİ 4.367 6.849 702
9 UNOSOM II SOMALİ 2.589 243 24
10 UNTAG NAMIBYA 7.458 314 184
11 ONUMOZ MOZAMBİK 3.121 2.246 119
12 UNAMIR RUANDA 3.041 1.063 5
13 UNAVEM III ANGOLA 4.867 1.884 207
14 MONUA ANGOLA 4.048 3.970 412
15 MINURCA ORTA AFRİKA 3.408 2.887 463
16 UNAMSIL SIERRA LEONE 2.212 248 4
17 ONUB BURUNDİ 4.187 1.511 5
18 UNMEE ETİYOPYA-ERİTRE 3.490 19.715 315
19 UNPROFOR HIRVT.+ BOSNA + MAKED. 3.412 319 4
20 UNPREDEP MAKEDONYA 3.874 1.892 24
21 UNCRO HIRVATİSTAN 3.799 683 9
22 UNTAES HIRVATİSTAN 4.001 928 12
23 UNIKOM IRAK + KUVEYT 4.287 24.238 484
177
EK 2: Müdahalelerle ilgili BM Şartnamesi Maddeleri
I. BÖLÜM: Amaçlar ve İlkeler
1. Madde
Birleşmiş Milletler'in amaçları şunlardır:
1- Uluslararası barış ve güvenliği korumak ve bu amaçla: barışın uğrayacağı
tehditleri önlemek ve bunları boşa çıkarmak, saldırı ya da barışın başka yollarla
bozulması eylemlerini bastırmak üzere etkin ortak önlemler almak; ve barışın
bozulmasına yol açabilecek nitelikteki uluslararası uyuşmazlık veya durumların
düzeltilmesini ya da çözümlenmesini barışçı yollarla, adalet ve uluslararası hukuk
ilkelerine uygun olarak gerçekleştirmek;
2- Uluslar arasında, halkların hak eşitliği ve kendi geleceklerini kendilerinin
belirlemesi ilkesine saygı üzerine kurulmuş dostça ilişkiler geliştirmek, ve dünya
barışını güçlendirmek için diğer uygun önlemleri almak;
3- Ekonomik, sosyal, kültürel ve insancıl nitelikteki uluslararası sorunları çözmede,
ve ırk, cinsiyet, dil ya da din ayrımı gözetmeksizin herkesin insan haklarına ve
temel özgürlüklerine saygının geliştirilip güçlendirilmesinde uluslararası işbirliğini
sağlamak; ve
4- Bu ereklere ulaşılması yolunda ulusların giriştikleri eylemlerin uyumlaştığı bir
odak olmak.
2. Madde
Birleşmiş Milletler örgütü ve üyeleri, 1. Maddede belirtilen amaçlara ulaşmak üzere
aşağıdaki ilkelere uygun biçimde hareket edeceklerdir:
1. Örgüt, tüm üyelerinin egemen eşitliği ilkesi üzerine kurulmuştur.
178
2. Tüm üyeler, üyelik sıfatından doğan hak ve çıkarlardan tümünün yararlanmasını
sağlamak için, işbu Antlaşma'ya uygun olarak üstlendikleri yükümlülükleri iyi
niyetle yerine getirirler.
3. Tüm üyeler, uluslararası nitelikteki uyuşmazlıklarını, uluslararası barış ve
güvenliği ve adaleti tehlikeye düşürmeyecek biçimde, barışçı yollarla çözerler.
4. Tüm üyeler, uluslararası ilişkilerinde gerek herhangi bir başka devletin toprak
bütünlüğüne ya da siyasal bağımsızlığa karşı, gerek Birleşmiş Milletler'in Amaçları
ile bağdaşmayacak herhangi bir biçimde kuvvet kullanma tehdidine ya da kuvvet
kullanılmasına başvurmaktan kaçınırlar.
5. Tüm üyeler, örgütün işbu Antlaşma gereği giriştiği tüm eylemlerde örgüte her
türlü yardımı yaparlar ve Birleşmiş Milletler tarafından aleyhinde önleme ya da
zorlama eylemine girişilen herhangi bir devlete yardım etmekten kaçınırlar.
6. Örgüt, Birleşmiş Milletler üyesi olmayan devletlerin de, uluslararası barış ve
güvenliğin korunmasının gerektirdiği ölçüde bu ilkelere uygun biçimde hareket
etmesini sağlar.
7. İşbu Antlaşma'nın hiçbir hükmü, Birleşmiş Milletler'e herhangi bir devletin kendi
iç yetki alanına giren konulara müdahale yetkisi vermediği gibi, üyeleri de bu
türden konuları işbu Antla ma uyarınca bir çözüme bağlamaya zorlayamaz; ancak,
bu ilke, VII. Bölüm'de öngörülmüş olan zorlayıcı önlemlerin uygulanmasını hiçbir
biçimde engellemez.
VI. BÖLÜM: Uyuşmazlıkların Barışçı Yollarla Çözülmesi
33. Madde
1. Süregitmesi uluslararası barış ve güvenliğin korunmasını tehlikeye
düşürebilecek nitelikte bir uyuşmazlığa taraf olanlar, her şeyden önce görüşme,
soruşturma, arabuluculuk, uzlaşma, hakemlik ve yargısal çözüm yolları ile,
179
bölgesel kurulu ya da anlaşmalara başvurarak veya kendi seçecekleri başka
yollarla buna çözüm aramalıdırlar.
2. Güvenlik Konseyi, gerekli gördüğünde, tarafları aralarındaki uyuşmazlığı bu gibi
yollarla çözmeye çağırır.
34. Madde
Güvenlik Konseyi, herhangi bir uyuşmazlık veya uluslarararası bir anlaşmazlığa
yol açabilecek ya da uyuşmazlık doğurabilecek bir durum konusunda, bu
uyuşmazlık ya da durumun süregitmesinin uluslararası barış ve güvenliğin
korunmasını tehlikeye düşürme eğiliminde olup olmadığını saptamak için
soruşturmada bulunabilir.
35. Madde
1. Birleşmiş Milletler'in her üyesi herhangi bir uyuşmazlık ya da 34. Maddede
öngörülen nitelikte bir duruma Güvenlik Konseyi'nin ya da Genel Kurul'un dikkatini
çekebilir.
2. Birleşmiş Milletler üyesi olmayan bir devlet, taraf olduğu herhangi bir uyuşmazlık
konusunda, işbu Antlaşma'da öngörülen barışçı yollarla çözme yükümlülüğünü bu
uyuşmazlık için önceden kabul etmek koşuluyla, Güvenlik Konseyi'nin ya da Genel
Kurul'un dikkatini çekebilir.
3. Bu madde uyarınca dikkatine sunulan işlere ilişkin olarak Genel Kurul'un
girişeceği işlemler, 11 . ve 12. Maddelerin hükümlerine bağlı olacaktır.
36. Madde
1. Güvenlik Konseyi, 33. Madde'de belirtilen nitelikte bir uyuşmazlığın ya da
benzeri bir durumun herhangi bir evresinde, uygun düzeltme yöntem ya da
yollarını tavsiye edebilir.
2. Güvenlik Konseyi, bu uyuşmazlığın çözülmesi için taraflarca önceden kabul
edilmiş olan tüm yöntemleri gözönünde tutacaktır.
180
3. Güvenlik Konseyi bu Madde'de öngörülen tavsiyelerde bulunurken, genel kural
olarak, hukuksal nitelikteki uyuşmazlıkların taraflarca Uluslararası Adalet Divanı
Statüsü hükümlerine göre Divan'a sunulması gerektiğini de gözönünde tutacaktır.
37. Madde
1. 33. Madde'de belirtilen nitelikte bir uyuşmazlığa taraf olanlar sözkonusu
uyuşmazlığı anılan maddede gösterilen yollarla çözmeyi başaramazlarsa,
Güvenlik Konseyi'ne sunarlar.
2. Güvenlik Konseyi bir uyuşmazlığın süregitmesinin gerçekten uluslararası barış
ve güvenliğin korunmasını tehlikeye soktuğu kanısına varırsa, 36. Madde uyarınca
mı hareket edeceğini yoksa uygun gördüğü başka çözüm yolları mı tavsiye
edeceğini kendisi kararlaştırır.
38. Madde
Güvenlik Konseyi, 33-37. Maddeler hükümlerini zedelemeksizin, bir uyuşmazlığa
taraf olanların tümünün istemesi halinde bu uyuşmazlığın barışçı yollarla
çözülmesi için taraflara tavsiyelerde bulunabilir.
VII. BÖLÜM: Barışın Tehdidi, Bozulması ve Saldırı Eylemi Durumunda Alınacak Önlemler
39. Madde
Güvenlik Konseyi, barışın tehdit edildiğini, bozulduğunu ya da bir saldırı eylemi
olduğunu saptar ve uluslararası barış ve güvenliğin korunması ya da yeniden
kurulması için tavsiyelerde bulunur veya 41 ve 42. Maddeler uyarınca hangi
önlemler alınacağını kararlaştırır.
40. Madde
Güvenlik Konseyi, durumun ağırlaşmasını önlemek üzere, 39. Madde uyarınca
tavsiyelerde bulunmadan ya da önlemleri kararlaştırmadan önce, ilgili tarafları
gerekli ya da uygun gördü ü geçici önlemlere uymaya çağırabilir. Bu geçici
önlemler tarafların haklarını, iddialarını ya da konumlarını hiçbir biçimde
181
zedelemez. Bu geçici önlemlerin yerine getirilmemesi halinde Güvenlik Konseyi
bunu gereğince dikkate alacaktır.
41. Madde
Güvenlik Konseyi, kararlarını yürütmek için silahlı kuvvet kullanımını içermeyen ne
gibi önlemler alınması gerektiğini kararlaştırabilir ve Birleşmiş Milletler üyelerini bu
önlemleri uygulamaya çağırabilir. Bu önlemler, ekonomik ilişkilerin ve demiryolu,
deniz, hava, posta, telgraf, radyo ve diğer iletişim ve ulaştırma araçlarının tümüyle
ya da bir bölümüyle kesintiye uğratılmasını, diplomatik ili kilerin kesilmesini
içerebilir.
42. Madde
Güvenlik Konseyi, 4. Madde'de öngörülen önlemlerin yetersiz kalacağı ya da
kaldığı kanısına varırsa, uluslararası barış ve güvenliğin korunması ya da yeniden
kurulması için, hava, deniz ya da kara kuvvetleri aracılığıyla, gerekli saydığı her
türlü girişimde bulunabilir. Bu girişimler gösterileri, ablukayı ve Birleşmiş Milletler
üyelerinin hava, deniz ya da kara kuvvetlerince yapılacak başka operasyonları
içerebilir.
43. Madde
1. Birleşmiş Milletler'in tüm üyeleri, uluslararası barış ve güvenliğin korunmasına
katkıda bulunmak üzere, Güvenlik Konseyi'nin çağrısı ile özel anlaşma ya da
anlaşmalar uyarınca, uluslararası barış ve güvenliğin korunması için gerekli silahlı
kuvvetleri ve geçit hakkını da içine almak üzere her türlü yardım ve kolaylığı
Konsey'in hizmetine sunmayı yüklenirler.
2. Bu anlaşma ya da anlaşmalarda, sözkonusu kuvvetlerin sayısı, niteliği hazırlık
derecesi ve genel mevkileri ile, sağlanacak kolaylık ve yardımın niteliği
belirlenecektir.
3. Anlaşma ya da anlaşmalar, Güvenlik Konseyi'nin girişimi ile, mümkün olan en
kısa zamanda görüşülecektir. Anlaşmalar, Güvenlik Konseyi ile örgüt üyeleri
182
arasında ya da Güvenlik Konseyi ile ülke grupları arasında yapılacak ve imzalayan
devletlerce, herbirinin anayasası gereğince, onaylanacaktır.
44. Madde
Güvenlik Konseyi kuvvet kullanmaya karar verdiği zaman, Konsey'de temsil
edilmeyen bir üyeyi, 43. Madde uyarınca üstlenilen yükümlülüklerin yerine
getirilmesi için silahlı kuvvet vermeye çağırmadan önce, o üyeyi, dilerse, o üyenin
kendi silahlı kuvvetlerine bağlı birliklerin kullanılmasına ilişkin Güvenlik Konseyi
kararlarına katılmaya çağıracaktır.
45. Madde
Birleşmiş Milletler'in ivedi askeri önlemler alabilmesini sağlayabilmek üzere üyeler,
birleşik uluslararası zorlayıcı önlemleri yürütmek için derhal kullanılabilecek ulusal
hava kuvveti birlikleri bulunduracaklardır. Bu birliklerin gücü ve hazırlık derecesi
ile, bunların birlikte hareketini düzenleyen planlar, 43. Madde'de belirtilen özel
anlaşmanın ya da anlaşmaların öngördüğü sınırlar içinde, Askeri Kurmay
Komitesi'nin yardımı ile Güvenlik Konseyi'nce belirlenecektir.
46. Madde
Silahlı kuvvet kullanılması için planları, Askeri Kurmay Komitesi'nin yardımı ile
Güvenlik Konseyi hazırlar.
47. Madde
1. Uluslararası barış ve güvenliğin korunması, Güvenlik Konseyi'nin buyruğu altına
konulan kuvvetlerin kullanılması ve yönetilmesi, silahsızlanmanın düzenlenmesi ve
muhtemel bir silahsızlanmanın gerçekleştirilmesi için Konsey'e gerekli olan askeri
ihtiyaçlara ilişkin her konuda Güvenlik Konseyi'ne danışmanlık yapacak ve ona
yardımcı olacak bir Askeri Kurmay Komitesi kurulacaktır.
2. Askeri Kurmay Komitesi, Güvenlik Konseyi'nin sürekli üyelerinin Kurmay
Başkanları'ndan ya da onların temsilcilerinden olu ur. Kurmay Komitesi'nde sürekli
olarak temsil edilmeyen herhangi bir Birleşmiş Milletler üyesinin Komite
183
çalışmalarına katılması Komite'nin görevini iyi yapabilmesi için gerekli olduğu
zaman, Komite bu üyeyi kendisiyle işbirliği yapmaya çağırır.
3. Askeri Kurmay Komitesi, Güvenlik Konseyi ‘nin yetkisi altında Konsey'in emrine
verilen tüm silahlı kuvvetlerin stratejik açıdan yönetilmesinden sorumludur. Bu
kuvvetlerin komutasına ilişkin sorunlar daha sonra çözülecektir.
4. Askeri Kurmay Komitesi, Güvenlik Konseyi'nin izniyle ve uygun bölgesel
kuruluşlara danıştıktan sonra, bölge alt komiteleri kurabilir.
48. Madde
1. Güvenlik Konseyi'nin uluslararası barış ve güvenliğin korunması konusundaki
kararlarının yürütülmesi için gerekli önlemler, Birleşmiş Milletler'in tüm üyeleri ya
da bunlardan bazıları tarafından alınır.
2. Bu kararlar, Birleşmiş Milletler üyeleri tarafından doğrudan doğruya ve üyesi
bulundukları uluslararası kuruluşlar içindeki eylemleriyle yürütülürler.
49. Madde
Birleşmiş Milletler üyeleri, Güvenlik Konseyi'nin kararlaştırdığı önlemlerin
yürütülmesinde birbirlerine karşılıklı yardımcı olmak için işbirliği yaparlar.
50. Madde
Güvenlik Konseyi tarafından bir devlet aleyhine önleyici ya da zorlayıcı önlemler
alındığında, Birleşmiş Milletler üyesi olsun ya da olmasın başka herhangi bir
devlet, bu önlemlerin yürütülmesi yüzünden özel ekonomik sorunlarla karşı karşıya
kalırsa, bu devletin, söz konusu sorunların çözümü için Güvenlik Konseyi'ne
danışma hakkı vardır.
51. Madde
Bu Antlaşma'nın hiçbir hükmü, Birleşmiş Milletler üyelerinden birinin silahlı bir
saldırıya hedef olması halinde, Güvenlik Konseyi uluslararası barış ve güvenliğin
korunması için gerekli önlemleri alıncaya dek, bu üyenin do al olan bireysel ya da
184
ortak meşru savunma hakkına halel getirmez. Üyelerin bu meşru savunma hakkını
kullanırken aldıkları önlemler hemen Güvenlik Konseyi'ne bildirilir ve Konsey'in
işbu Antlaşma gereğince uluslararası barış ve güvenliğin korunması ya da yeniden
kurulması için gerekli göreceği biçimde her an hareket etme yetki ve görevini hiçbir
biçimde etkilemez.
185
ÖZGEÇMİŞ
Hakan Kurunç İstanbul’da doğdu. Lisans eğitimini Amerika Birleşik Devletleri’nde
Siyaset Bilimi üzerine yaptı. Yükseklisans eğitimini yine aynı ülkede Siyaset Bilimi
dalında tamamladı. Bir süre Yıldız Teknik Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak
bulunan Hakan Kurunç evli ve iki çocuk babasıdır. İngilizce ve İtalyanca
bilmektedir.