Upload
others
View
9
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
Konferans
Yabancı Yatırım Teşvik Politikaları: İsviçre Tecrübesi
ve Türkiye İçin Dersler
Alpaslan KORKMAZ
20 Aralık 2005
Şirketlerin globalleşmeleri konusunda uzman
olan Alpaslan Korkmaz'ın ülkelerin yabancı
yatırım çekmesi konusunda “Şirketler ve
devletler arasında müzakere süreçleri” başlıklı
doktora tezi çalışması devam etmektedir.
Korkmaz, halen İsviçre'nin en fazla yabancı
yatırım çeken kantonlarından biri olan
Neuchatel'in Ekonomik Kalkınma Ajansı
Direktörüdür. Korkmaz, bugüne kadar 200'ün
üzerinde şirketin uluslar arası yapılarını
kurmuştur.
Alpaslan Korkmaz SETA Konferans
Salonunda İsviçre’deki yabancı sermayeyi
teşvik tecrübesini anlattı ve daha sonra
Türkiye’de yabancı sermayeyi teşvik
konusunda neler yapılabileceğine ilişkin
değerlendirmelerini sundu.
Alpaslan Korkmaz ilk olarak İsviçre’de 25 sene
önce saatçilik sektöründe yaşanan bir kriz
sonucunda alınan kararlarla yabancı sermaye
çekme ajansının kurulmasından bahsetti. 25
sene önce Neuchatel’de bu sistemi kuran
Sayın Francis Sermet ve ekibi de
aramızdaydı.
1
İsviçre Neuchatel Ekonomik Kalkınma Ajansı
Nedir?
İlk 5 yıl hiçbir yabancı yatırımcıyı İsviçre’ye
getiremeyen Neuchatel kalkınma ajansı zamanla
büyüdü. Çok sağlam bilgili, müteşebbis
dilinden anlayabilecek özel sektörden insanlar
çekildi. Dünya çapında da İsviçre’yi iyi bilen
insanlar seçildi ve bu insanların hepsi kendi
ülkelerinde, kendi bölgelerinde her şeyden önce
lokal lisanları konuşan ekonomide faal insanlar.
Örnek vereceğim size, şu andaki dünya
çapındaki şebekemiz, tabiri caizse, çünkü bizim
şebekemiz, ben onların adına konuşuyorum, öyle
söyleyeyim. Neticede kalbimiz Türk, ama İsviçre
vatandaşıyım, orada doğma büyümeyim,
dolayısıyla bunu anlamanız açısından bir
açıklama getirdim. Şu anda dünya çapındaki
şebekemizde 24 kişi, örneğin Kanada’da,
Amerika Birleşik Devletleri’nde, İskandinav
ülkelerinde, İsveç’te mesela, Hollanda’da,
Belçika’da, Fransa’da, İngiltere’de, İtalya’da,
Yakındoğu’da İsrail’de, Birleşik Arap
Emirlikleri’nde, daha doğuda Hindistan’da,
Çin’de, Japonya’da temsilcimiz olarak görev
yapmakta. Bu insanlar sistematik şekilde
şirketlerle irtibata geçiyorlar.
One‐Stop‐Shop Sistemi
Hangi şirketlerle? Tabii bunun misyonu,
objektifleri hükümetimiz tarafından baştan
tanımlanıyor, deniliyor ki, biz şu sektördeki, şu
kapasitedeki şirketleri çekmek istiyoruz, yani
bunlar baştan tanımlanıyor. Ve bu insanlar
sistematik, tabiri caizse “satış” yapıyorlar. Temas
kurmaları gerekiyor, ikna etmeleri gerekiyor.
Ardından bu şirketler bizim bölgeye geliyorlar.
Bizim bölgeye geldikleri zaman, biz bu sefer
lokal takım olarak, onları ağırlıyoruz ve bu
şirketlere a’dan z’ye, one stop shop dediğimiz
tek noktadan hizmet sunuyoruz. Tek ofiste, bir
insanla görüşüyorlar ve bu insanın bütün
dertlerini, problemlerini çözmesi lazım.
İtalya’yla, Fransa’yla kıyasladığınız zaman çok
daha az da olsa neticede İsviçre’de de bürokrasi
var. Bu bürokrasiyi nasıl azaltabiliriz. Şirket
İsviçre’ye geldiği zaman nasıl hemen karar
alabilir, biz bunları düşünüyoruz.
Ö
d
ö
m
i
a
t
s
Ş
b
p
m
d
a
T
a
g
y
Hangi şirketlerle? Tabii bunun misyonu,
objektifleri hükümetimiz tarafından baştan
tanımlanıyor, deniliyor ki, biz şu sektördeki, şu
kapasitedeki şirketleri çekmek istiyoruz, yani
bunlar baştan tanımlanıyor.
nceden, mesela Çin’deki temsilcimiz, bize
iyor ki, dikkat edin bu hususlar onlar için
nemli, İsviçre’yi bunun için tercih edebilirler:
erkez kuracaklar, Avrupa’ya daha yakın olmak
çin vs. Dolayısıyla biz önceden bir teşhis
lıyoruz temsilcilerimizden. Temsilcilerimizin
eşhisine göre de bir program hazırlıyoruz. 24
aat, 48 saat maksimum, şirketler geliyorlar.
irketler geldikten sonra, biz onlara çok yoğun
ir program hazırlıyoruz, bayağı yoğun bir
rogram oluyor genelde. İyi yoruyoruz
üteşebbisleri ve ardından tekrar ülkelerine
önüyorlar. Dolayısıyla şirket geldiği zaman
’dan z’ye ona iyi bir hizmet veriliyor.
abi bu şebekeyi, nasıl işlediğini anlatıyorum
ma bunu kurmak için alt yapıda sağlam veriler
erekiyor. Malumunuz bir atasözümüz var,
alancının mumu yatsıya kadar yanar. Şimdi biz
2
aslen Kayseriliyiz, biliyorsunuz bazı deyimler
var bizim bölgemizde de, merkebine yeşil gözlük
takıp saray otu yedirdi vs. Böyle güzel güzel
atasözlerimiz var ve bize aynı zamanda bazı
güzel mesajlar veriyor. Ne demek istiyorum?
Her şeyden önce ürününüz sağlam değilse, siz
ne kadar iyi satış yaparsanız yapın, getirirsiniz,
ikna edemezsiniz veya edersiniz yerleşir, ondan
sonra çok tatsız olaylar olabilir ve malumunuz
bir memnun müşteri üç kişiye söylüyor, bir na
memnun müşteri, bir memnun olmayan müşteri
10 kişiye söylüyor. Dolayısıyla “İsviçre’ye gittim
rezalet hiç gitmeyin arkadaşlar” derse, biz
İsviçre olarak bunu taşıyamayız, böyle bir
lüksümüz yok. Ki bunu İsviçre söylüyor.
Getirdiğiniz şirketleri iyi takip etmeniz lazım.
Tabi bunlar önceden alınan stratejik kararlardır.
Sektörel Değişimde Esneklik
Örnek veriyorum, biz bölgede saat teknolojisine
yoğunlaşmıştık, yan sektörlere sıçramaya karar
verdik. Mikro teknolojidir saat sektörü, yani
mikro mekanik vs. ve mikro elektroniğe doğru
yöneldi. Ve tıbbi teknolojilere doğru yönelelim
dedik. Mikro tıbbi teknolojiler. Ve bugün
bölgemizde Johnson & Johnson, 800 istihdam;
Medtronic, 450 istihdam; Stryker, 300 istihdam
gibi dünya çapındaki şirketler gelmiştir.
İstihdamlardan bahsettim ve yan etkilerinden
bahsedeceğim. Bir şirket geliyor, sadece istihdam
yaratmıyor, istihdamın yanı sıra fasonculuk
hizmeti veriyor ve biz bunun hesaplarını
yapıyoruz tabi. Şirketlere her sene sonu çok
küçük, bir A4 sayfaya sığabilecek bir soru sayfası
gönderiyoruz ve şirket diyor ki, bu sene şu kadar
kontrat imzaladım, şu kadar fasonculuk işlem
verdim, bu sene 5 milyon dolarlık otel masrafım
oldu. Çünkü dünya çapından misafir
getiriyorlar, misafirleri bölgedeki otellerde
ağırlıyorlar. Siz burada sadece istihdam
yaratmadınız, sadece bölgesel ekonomiye
katkıda bulunmadınız, aynı zamanda bölgenizin
imajını dünya çapında en iyi şekilde
pazarladınız. Çünkü dünya çapından gelen
insanlar üç gün kalıp geri dönüyorlar. Çok güzel
anılarla ayrılıyorlar. Çünkü çok güzel bir şirket
gördüler, çok güzel bir mekan gördüler, güzel
otellerde kaldılar vs. Dolayısıyla aslında yabancı
sermayeyi çekme sistemi, bir taşla birkaç kuş
vurma stratejisidir. Bir ülkenin imajını
değiştirmesinde de çok önemli katkıda bulunan
bir strateji.
Bizim bölgeye geldikleri zaman, biz bu sefer
lokal takım olarak, onları ağırlıyoruz ve bu
şirketlere a’dan z’ye, one stop shop dediğimiz
tek noktadan hizmet sunuyoruz. Tek ofiste,
bir insanla görüşüyorlar ve bu insanın bütün
dertlerini, problemlerini çözmesi lazım.
Eğitim Sisteminin Önemi
Tabi eğitim sistemi dedim, ne demek istiyorum.
Belki eğitim sistemi şu anda hedeflediğiniz
sektörlerle tam manasıyla uyuşmayabilir. Eğitim
sisteminin dinamik olması gerekiyor. Şimdi
İsviçre’nin belki bir avantajı, İsviçre merkezi bir
sistem değil malum. Eyaletler, kantonlar var ve
kantonlar çok özerk davranıyorlar. Eğitim
tamamen kantona bağlı. Federal hükümete veya
merkezi hükümete bağlı değil, dolayısıyla çok
özerk davranabiliyoruz. Bakıyoruz ki mesela
3
tıbbi mühendisliğe ağırlık vermemiz gerekiyor.
Tatbiki bilimler üniversitelerine gidiyoruz,
diyoruz ki gelecek sene şu programa ağırlık
verebilirsek iyi olur. Hatta sizinle hemen
şirketleri görüştürelim. Şirketlerin müdürlerini
getiriyoruz, Ar‐Ge başkanlarını getiriyoruz.
Üniversitelerle görüşme yapıyoruz ve onlar
diyorlar ki biz size finansman da verebiliriz,
bakın buraya kadar gidiyoruz. Şirket finansman
veriyor üniversiteye, diyor ki biz sektörü
geliştirelim, para verelim, sizinle beraber bu
üniversiteyi bu fakülteyi geliştirelim. Hatta ben
mühendislik seviyesinde son senede kaç tane
öğrenci varsa, bunun yüzde otuzunu derhal
stajyer olarak bünyeme alacağım. Şimdi bu şirket
için de bir kazanç, üniversite için de bir kazanç.
Çünkü bir fakülte açıyoruz, yeni eğitim sistemi
getiriyoruz veya yeni istikamette eğitim
verebiliyoruz. Ve bunlar dinamik bir seyir.
Nitekim halen bölgemizde olan şeyleri
anlatıyorum.
Eğitim ile Reel Sektörün İnsicamı
Ve tabi bölgeye katma değer katıyor, verdiğim
bir örneği tekrar vereceğim, çok enteresan. 10
sene önce tıbbi teknolojiye biz saat sektöründen
geçtik. Bugün tıbbi teknolojilerden biyo
teknolojiye geçiyoruz ve tıbbi teknolojilerde
mesela Johnson & Johnson, vücuda girecek
parçalar üretiyorlar. Bu parçaların vücut
tarafından geri atılmaması için bu parçaların
üzerine mikro tabaka daha doğrusu nano tabaka
kendi hücrelerinizi yerleştiriyorlar. Kan
grubunuzu öğreniyorlar. Çok basit bir biyopsi ile
sizin hücrelerinizden birkaç hücre alıyorlar. Bu
hücreler geliştiriliyor ve mekanik parça üzerine
nano teknolojik seviyede bir tabaka hücre
yerleştiriliyor. Ki vücudunuza, dizinize, bel
kemiğinize bu parçalar yerleştirildiği zaman
vücudunuz bu parçayı geri itmesin. Şimdi
enteresan, bakın nerden nereye geçtik. Bunlar
gelişmekte olan alanlar olduğu için, bize diyorlar
ki, önümüzdeki beş on sene içinde büyük
ihtimalle biyo‐mühendis daha fazla lazım olacak.
Biz bunları dinliyoruz, piyasayı dinliyoruz,
ondan sonra gidiyoruz, eğitimle görüşüyoruz.
Diyoruz ki duydunuz mu böyle şeyler gelişiyor,
ne yapalım. Şirketlerle görüştürelim. Şirketlerle
görüştürüyoruz. Beş on senelik programlar
ortaya koyuyoruz. Ve çoğu şirketler katkıda
bulunmaya hazırlar. Çünkü onlar için de Türkçe
tabirle “win‐win”. Artık evrensel lisan oldu
İngilizce. Dolayısıyla herkeste bunun beklentisi
var. Ama burada önemli olan unsur nedir?
Enteresan bir boyut var. Bunların hepsi dinamik.
Ve sizin hedeflediğiniz nedir? Eğer yüksek
teknoloji çekmek istiyorsanız yüksek teknolojiye
ayak uyduracak eğitim sistemine de sahip
olmanız lazım. Ar‐Ge merkezleri, bilim parkları,
scientific park dediğimiz parklar kurulması
lazım. Bu olmazsa nitekim
çekeceksiniz,çekeceksiniz, bir yerde
tıkanacaksınız, bu devam edemeyecek. Şu mesajı
vermek istiyorum aslında. Yabancı sermaye
çekmek sadece gidip şirketi getirmek değil.
Stratejik düşünmektir. Ülke babında stratejik
düşünmek, uzun vadeli düşünmek. Tabi İsviçre
küçük, dolayısıyla bu bir avantaj, çok daha hızlı
hareket edebiliyoruz ve burada sadece mesaj
veriyorum, inşallah ülkemiz bazı konularda
faydalanabilirse, neticede ülke açısından faydalı
olabilecek. Bir şey söylemek istiyorum. Kilit bir
4
rakam. İsviçre’de, İsviçre genelinde bugün direkt
istihdamın yüzde 15’i yabancı sermayenin
kurduğu şirketlerin istihdamıdır. Yani 10 kişi
çalışıyorsa 1.5 kişi direkt doğrudan yabancı
şirketlerle çalışıyor. Neyi saymıyorum?
Fasonculuğu, yan hizmetleri, avukatlar,
bankalar, noterler, danışmanlar bunları
saymıyorum bile. Bu dehşet büyük bir rakam.
Bugün İsviçre’de 400,000 kişi yabancı
sermayenin kurduğu şirketlerde çalışıyor.
Saatçilik sektörü şu anda İsviçre’de 40,000 kişi
istihdam ediyor. Saatçilik İsviçre’de büyük bir
sanayi gibi algılanıyor, ama yabancı sermayenin
% 10’unu ancak teşkil ediyor istihdam açısından.
Dolayısıyla İsviçre bu konuda çok stratejik bir
konuma geçti ve İsviçre bu stratejiyi uzun
vadede devam ettirecek. Şu anda ‘artık
bırakıyorum’ deme lüksü yok İsviçre’nin.
Yabancı Sermayenin Ekonomiye Etkileri
Her şeyden önce istihdam, biraz önce
bahsettiğimiz gibi. İstihdam geliştiriyoruz,
dolayısıyla işsiz olan insanlar birden işli
oluyorlar. İşsiz olan insan devlete maliyet,
İsviçre’de böyle, işsizlik sigortası var, maaş
alıyor, neticede bir maliyet. İşçi veya iş sahibi
olan insan, bırakın maliyet olmasını, vergi
ödüyor devlete. Bu mantaliteden yola çıkarak
birçok şirketlere vergi muafiyetleri bile
verilebiliyor. Ve her sene hesap yapıyoruz,
çünkü özel sektör gibi çalışıyoruz. Şu kadar
şirket gelmiştir. Şu kadar istihdam geliştirmiştir.
Şu kadar vergi ödemiştir. Bir önceki sene
yerleşen şirketler ve bir önceki sene yerleşen
şirketler ve bir önceki sene yerleşen şirketlerin
hepsinin her sene sonunda toplamı vardır. Ve
meclis bana bütçe veriyor, diyor ki, bu sene sizin
bütçeniz şu kadar Sayın Korkmaz. Ben bütçeye
sene sonu hesabımı veriyorum. Meclisin
karşısına çıkıyorum, diyorum ki, sayın meclis
bana şu kadar bütçe verdiniz, ben bu kadar para
getirdim, kantonumuza, bölgemize, vergi olarak.
Şu kadar şirket getirdim, bu şirketlerin şu anki
potansiyelleri bu, üç sene sonraki potansiyeli bu,
beş sene sonraki potansiyeli bu. Tabi bir sene
sonra bir önceki vaat ettiğim potansiyeli de
kontrol ediyorlar. Hakikaten böyle oldu mu
olmadı mı? Olmadıysa soruluyor, neden olmadı?
Çünkü bu da olabiliyor neticede ekonomi polit‐
büro tarzında yönetilen bir unsur değil malum,
eskiden veya bazı ülkelerde böyleydi. Ama
liberal ekonomide bu böyle değil, dolayısıyla
belki bir sene hakikaten şirketin işleri iyi
gitmemiştir.
Önümüzdeki beş on sene içinde büyük ihtimalle
biyo-mühendis daha fazla lazım olacak. Biz bunları
dinliyoruz, piyasayı dinliyoruz, ondan sonra
gidiyoruz, eğitimle görüşüyoruz. Diyoruz ki
duydunuz mu böyle şeyler gelişiyor, ne yapalım.
Şirketlerle görüştürelim. Şirketlerle görüştürüyoruz.
Beş on senelik programlar ortaya koyuyoruz.
Bunların hepsi dinamik. Ve sizin hedeflediğiniz
nedir? Eğer yüksek teknoloji çekmek istiyorsanız
yüksek teknolojiye ayak uyduracak eğitim sistemine
de sahip olmanız lazım.
Gelen Yatırım Takibi
Biz kurduğumuz şirketlerin hepsiyle daimi
şekilde temasta kalıyoruz. Hiçbir tanesini
bırakmıyoruz, daimi şekilde. Bu temaslar bize
5
birkaç imkanı veriyor, her şeyden önce bilgi
alma imkanı. Şirket nasıl gelişiyor, iyi gelişiyor
mu, iyi gelişmiyor mu? Neden iyi gelişmiyor,
eğer iyi gelişmiyorsa? Problemle karşılaştı mı, bir
bürokratik engelle karşılaştı mı? Bunu takip
ediyoruz, bu bir. İkincisi, o şirketlere iyi hizmet
verdiğiniz zaman, çok basit satış tekniği
anlatıyorum size, sizden memnun olan bir
müşteri sağa sola sizden bahsediyor. Diyor ki,
ben bir ürün aldım çok güzel. Bir elma yedim
mükemmeldi. Sana da tavsiye edebilirim. Çok
basit bir şey. Dolayısıyla biz onlarla irtibatta
kalıyoruz. Neden? Bu irtibat onlarla diyaloğu
geliştirmemizi sağlıyor ve ara sıra bize diyorlar
ki, duydunuz mu falanca şirketin şu anda bir
delokalizasyon planı var veya bir büyüme
programı var. Şirketler vasıtasıyla bunu
anlayabiliyoruz. Bazen şirket bize şirket
getiriyor. Dolayısıyla ne kadar iyi diyalog
kurarsanız ne kadar iyi hizmet verirseniz o
şirketler size şirket getiriyorlar.
Gelen Dünya Markaları Bize Referans Oluyor.
Bugün dünya çapında diyebiliyorsam ki,
BVLGARI dünya genel merkezini 500 kişiyle
bölgemize getirdi, Gucci aynı şekilde, Honeywell
Avrupa genel merkezini bizim bölgemize getirdi.
Philip Morris dünya genel merkezini New
York’tan bölgemize taşıdı, bunu diyebiliyorsam
bunu tabi diğer şirketler dinlediği zaman, niye
getirdiler, bu markalar oradaysa, büyük şirketler
buraya gittiyse büyük bir ihtimalle bir şey var,
diye düşünüyorlar. Dolayısıyla sükse veya
başarı, başarıyı çağırıyor. Ama büyük şirketleri
getirebilmek tabi olayın, aysbergin zirvesi.
Aysbergin tabi temeli de var. Birçok kobiler de
geliyor. Tabi isimleri belki bu kadar dünya
çapında tanınmış isimler değil. Ama malumunuz
ekonominin yüzde 98’i kobilerden oluşur. Biz
bunu da bildiğimiz için kobileri de çekiyoruz. Ve
bizim için her proje, Fransızcadan doğrudan
tercüme edeceğim, “kırmızı halılık proje”. Her
projeye kırmızı halı seriyoruz biz. Her proje
geldiği zaman zannediyor ki Bill Gates kendisi.
Ağırlandım ama nasıl ağırlandım. Adamlar beni
havaalanından aldılar, otelime kadar götürdüler,
sabah geldiler otelden aldılar, toplantılar yaptık,
gittik vergi daire başkanıyla görüştük, imza
atanlarla görüştük. Hatta büyük şirketleri,
bakanla bile görüştürüyoruz. On beş dakika bile
el sıkışması yeterli. Bakan bile beni ağırladı. Ne
mesajı veriyorsunuz siz: hoş geldiniz mesajı
veriyorsunuz. Ve havaalanına kadar tekrar
götürüyoruz. Bye‐bye diyoruz. Havaalanından
uçağa bindiği an, biz hemen bölgesel
temsilcimize e‐mail geçiyoruz, Amerika’da,
Hindistan’da, neredeyse. Şöyle geçti şöyle geçti,
bu konuda bir zafiyetimiz vardı, belki bunu
şöyle telafi edebiliriz, sorduğunuz şu sorunun
yanıtı şudur. Lokal temsilcimiz şirket varır
varmaz, iki üç gün sonra arıyor, nasıl geçti
efendim ziyaretiniz, böyle sorularınız vardı
bunların da yanıtları bunlardır. Adam diyor ki,
mükemmel. Bir takım, bir insanla görüştüm her
şeyimi çözdü. Ve bunlar hakikaten beni
istiyorlar. Bu mesajı vermeniz lazım. Siz bu
mesajı veremezseniz, siz bir yerde satış
yapıyorsunuz, bir yerden birisi size kuyu
kazıyor, tatsız oluyor. Yani bir şekilde tam mesaj
veremiyorsunuz.
6
Dolayısıyla istihdam ve yeni teknolojiler. Geçen
sene bir etüt yaptık. Bölgemiz 1.2 milyon insan
içeriyor ve bu küçük bir ülke olan İsviçre’nin
aşağı yukarı yüzde belki 20’sini oluşturuyor.
İsviçre nüfusunun yüzde 20’sine sahip bir
bölge olarak biz, geçen sene İsviçre’ye gelen
projelerin yüzde aşağı yukarı 40’ını bölgemize
çektik. Yani İsviçre’ye 10 proje geldiyse 4 tane
bizim bölgeye geldi. Çünkü aktif bir faaliyet
sergiliyoruz.
İyi Pazarlama, Kaliteli Hizmet Yatırım Çeker
Mesela Zürih İsviçre’nin kalbidir. Zürih bizim
bölge kadar proje çekmedi. Bu şunu
gösterebiliyor. Belki ilk hamlede, ilk bakışta
ürününüz en parlak ürün olmayabilir. Ancak siz
bunu iyi bir şekilde pazarlayabilirseniz, bunu iyi
bir hizmet etrafına koyabilirseniz, yeni bir şeyler
yapabiliyorsunuz. Yeni teknolojilere milyarlar
dolar yatırım yapılmış bölgemizde. 1.2 milyon
insanın yaşadığı bir bölgeden bahsediyorum.
Milyarlarca dolar teknoloji yatırımı. Bu
teknolojiden kim istifade etti. Bizim bölge
istifade etti. Yeni istihdam geliştirdi. Yani belki
yeni patentler geliştirdi ve yeni teknolojiler. Yeni
şirketler doğdu.
Bizim için her proje, Fransızcadan doğrudan
tercüme edeceğim, “kırmızı halılık proje”. Her
projeye kırmızı halı seriyoruz biz. Her proje
geldiği zaman zannediyor ki Bill Gates kendisi.
Ağırlandım ama nasıl ağırlandım. Adamlar beni
havaalanından aldılar, otelime kadar götürdüler,
sabah geldiler otelden aldılar, toplantılar yaptık,
gittik vergi daire başkanıyla görüştük, imza
atanlarla görüştük. Hatta büyük şirketleri,
bakanla bile görüştürüyoruz. On beş dakika bile
el sıkışması yeterli.
Çok enteresandır bir örnek vereceğim,
bölgemizde hiçbir yazılım şirketi yoktu. Uluslar
arası planda bahsediyorum. 15 sene evvel ilk
defa Silikon Vadiden bir şirket çekilebildi, 17
sene evvel. Bu şirket iki kişiyle başladı. Bugün
250 kişi var. Bu şirket bugün dünyanın yedinci
en büyük yazılım şirketi. İsmi Autodesk. Auto
Cad programını çiziyorlardı. Bugün dünya
çapında film sanayinde Titanic gibi filmlerdeki
özel efektlerin %80’ini bunlar yapıyorlar, şimdi
çok başka yazılımlara da geçtiler. Bu şirketin
Avrupa, Orta Doğu ve Afrika genel merkezi
Neuchatel’de. Tabi ilk zamanlarda yazılımcı
bulmaya zorlandık, ama şimdi bölgemizde
yazılımcı yetiştiren iki tane fakülte var, bu bir.
İkincisi işin enteresan tarafı, bu şirket o kadar
büyük bir referans oldu ki, dünya çapında biz
diğer şirketlere gittik ve dedik ki bizim bölgede
Autodesk var. Autodesk ne yapıyor. İsterseniz
gezebilirsiniz. Çok iyi diyaloğumuz olduğu için
bütün gelen şirketlere diğer şirketleri ziyaret
ettirebiliyoruz. 45 dakika 1 saat bir mülakat,
konuşma imkanı var. Bunlar hep püf noktaları.
Geliyor Quark, dünya çapında basın sektörün en
büyük yatırım şirketi. Geliyor Autodesk ile
konuşuyor, niye geldiniz? Diyor ki burası
mükemmel. Aslında biz Zürih’e gidebilirdik,
ama burası daha ucuz, hizmet muhteşem, aynı
şartları aldım, hatta daha iyi cazip şartlar aldım
vs. vs. ve çok iyi geliştim diyor ve Quark
yerleşiyor. Bunlar reel vakalar. Ondan sonra
Kanada’nın en büyük yazılım şirketine
7
gidiyoruz. Tamam diyor, biz de Avrupa’da
yerleşecektik ama bir yer arıyorduk. Geliyorlar
Autodesk’le de görüşüyor Quark’la da
görüşüyor.
Uzun lafın kısası şu anda 120 tane, bölgeden
bahsediyorum, uluslar arası arenada faaliyet
gösteren büyük yazılım şirketi yerleşti
bölgemize. Bu şirketler niye geldiler? Çünkü
uygun bir ortam gördüler. Ama bir tanesini
bayağı uğraştık yerleştirmek için ve diğerlerini
çekmeye başladık. Dolayısıyla ekonomi
dokusunu da diversifiye ettik. Biz saatçilikten
bir darbe almıştık, bugün yazılımcılar var.
Bugün tıbbi teknoloji üreticileri var. Bugün biyo
teknoloji üreticileri var. Ve bununla da kalmadık
biz. Dünya genel merkezleri ve Avrupa genel
merkezlerini nasıl çekebiliriz stratejisini
düşündük 4 sene evvel, faaliyete geçirdik ve
bugün birçok dünya çapındaki şirketlerin
merkezlerini çektik.
Yabancı Yatırımın Diğer Pozitif Etkileri
Tabi yan etkileri de var bunların, çok pozitif yan
etkileri var. Az önce biraz bahsettim. En basiti,
insanlar geliyor bölgemizde otellerde kalıyorlar.
En basiti. Otellerle görüşüp bilgi ediniyoruz.
Geçen sene oranınız ne kadardı, bu sene ne
kadar diyoruz. Çünkü baktık yeni şirketler
yerleşti, vs. Bakıyoruz direkt etkisi var mı? Evet,
hakikaten oranım yüzde 7 yükseldi bu sene.
BVLGARI bütün oteli kapattı. Üç hafta içinde
seminer yaptı, Richmond şunları aldı vs. Bu, yan
etkenleri. Biz başlangıçta bunu yaptığımız
zaman otellerimiz dolsun diye yapmadık. Ama
şimdi bunlar da oluyor. Ve ondan sonra tabi
inşaatçılık. Fabrika inşa edilmesi lazım veya bina
inşa edilmesi lazım. İnşaatçılık sektörünü lanse
ediyor. Birçok yan etkileri var bunun. Tabi
İsviçre’nin doğal avantajları var. Nasıl İsviçre
bunları çekebiliyor, şimdi bunları kısaca bir
sayacağım. Türkiye açısından hangilerinden
belki tam esinlenebiliriz, hangileri belki tam
bizim gücümüz değil. Neticede burada güçlü
noktalarımızı zayıf noktalarımızı tespit etmek,
ona göre bir strateji belirlemek lazım. İsviçre’nin
imajı, mesela “Made in Switzerland” veya “Swiss
Made”. Veya bir sene önce Dubai’de Sayın
Sermet ile beraber ziyaret esnasında Emirates
Airlines’ın yönetim kurulu başkanıyla bir
görüşmemiz vardı. Tabi önce beyefendi bize iyi
bir ders verdi Swiss havayollarıyla alakalı. Tabi o
zaman fazla kendimizi ön plana koymadık.
İsviçre havayolları tatsız bir vakıa yaşadılar.
Neyse onu toparladıktan sonra şu kadar
uçağımız var, vs. bunları hep anlattı. Bunların
hepsi çok güzel. Neticede biz nezaketen de
dinledik. Hakikaten başarılı bir seyir Emirates
Airlines. Ama ondan sonra kartını çıkarttı. Biz
kartlarımızı vermiştik. Biliyorsunuz, kralın
kardeşi. Bizim kartvizitimiz elindeydi. İsviçre
bayrağı var kartımızda. Ama, dedi, bir şey bizde
eksik, dedi. Kartımı çevirdi. Bu, dedi bayrağı
göstererek, sizin en büyük assetiniz, en büyük
varlığınız, en büyük sahip olduğunuz unsur. Ve
bu benim için büyük bir flash gibiydi. Şimdi
Emirates Airlines’ın yönetim kurulu başkanı ne
demek istiyor. İsviçre olarak diyor, çok güzel bir
imajınız var.
Türkiye’nin Fasonculuk İmajından Kurtulması
Lazım
8
Şimdi niye bunu söylüyorum. Biz Türkiye
olarak, uluslar arası arenada, bir zayıf noktamız
var, bir imaj meselesi. Gerçi inşallah çalışıyoruz,
bir şeyler yapılıyor ve hakikaten günden güne
iyiye gidiyor, ama neticede belki biraz zaman
alacak. Demek istediğim unsur, Türkiye’nin
fasonculuk imajından, ucuz ülke imajından
kurtulması lazım. Türkiye’nin katma değer
ülkesi imajına bürünmesi lazım. Kaldı ki
fasonculuk için daha ucuz mekanlar çıkıyor
dünyada bugün. Dolayısıyla biz ilelebet fasoncu
kalamayacağız. Pozitif bir noktaya değinmek
istiyorum. Birçok Avrupalı şirketlere
danışmanlık yapmıştım, Çin’e gitmişlerdi bir ara
veya Bangladeş’e gittiler. Bazıları geri geldiler,
olmadı, niye olmadı. Mantalite. Genel manada
Avrupa mantalitesini taşıyan bir ülkeyiz biz.
Dolayısıyla bir Avrupalı buraya geldiği zaman
çok fazla egzotik bir ülkeye gelmiyor, ama Çin’e
gittiği zaman, adam ‘evet’ diyor, ama aslında
‘hayır’ dedi. Hiçbir şey anlamadınız siz. Çünkü
hep ‘evet’ diyorlar, çünkü Asyalılar çok nazik
insanlar, ‘evet’ ‘evet’ diyor, aslında ‘hayır’ dedi,
anlamadınız, siz zannettiniz ki işiniz oldu, ama
hiçbir şey olmadı. Bunları anlayana kadar,
bunları aşana kadar insanlar düşünüyor biz
aslında Türkiye’ye geri gelsek iyi olur mu diye.
Yani Türkiye’nin bazı avantajları var. Konumu,
Avrupa’ya yakınlığı, sadece coğrafi manada
demiyorum, aynı zamanda mantalite açısından.
Tabi bir ülkenin alt yapısı çok önemli burada. En
basit şeyler, Telekom, otoban, tren, uçak, çünkü
her şirketin neticede bunlara ihtiyacı var. Bunları
sağlam bir şekilde sunamazsak, yabancı sermaye
çekmekte zorluk çekebiliriz. İş ortamı, özellikle
istikrar çok önemli bir şey. Şimdi bir örnek
vermek istiyorum. İsviçre’nin en son uluslar
arası savaşı 1515 senesinde yapılmış. Şimdi tabi
bu bir avantaj. Avrupa’da hep kendisini nötr
olarak lanse etmiş, hiçbir şeye bulaşmamış, her
şeyden uzak kalmış bir ülke. Aynı zamanda nötr
olduğu için istikrar sağlamış. İsviçre’de vergi
kanununun son 25 senede bir virgülü değişmedi.
Üç kere vergi oranları aşağı çekildi. Yani üç kere
vergi azaltıldı İsviçre’de. Ama kanunda bir
virgül değişmedi. Müteşebbis için 25 seneden
beri aynı vergi kanunuyla çalışıyor olmak, tabi
aynı zamanda bir istikrar belirtisi. Eskiden
Avrupa birliğine girmeden önce İtalya’da her
sene vergi kanunu değişirdi ve büyük bir
ihtimalle avukatların ve müşavirlerin çok iyi bir
lobisi vardı içeride, çünkü her sene yeni iş
çıkıyordu onlara. Şimdi enteresan. Böyle vakalar
vardır, tabi İsviçre’de anladığım kadarıyla
avukatların lobisi çok kuvvetli değil.
Tabi aynı zamanda iş istihdam kanununun
işverene sempatik gözükmesi lazım, şu anda
İsviçre’ye gelen şirketlerin %60’ı Avrupa
Birliğinden kaçıyor. Yani Almanya’dan
İtalya’dan Fransa’dan kaçan şirketler var.
Kaçıyorlar resmen. Her sene Almanya’dan
90,000 müteşebbis çıkıyor, her sene, son beş
seneden beri, dehşet bir rakam. Neden? Vergiler,
bürokrasi, hantallaşma vs. birden devasa bir
yapılanma çıktı karşılarına, adamlar sıkılmaya
başladılar, iş yapamıyorlar. İsviçre’de en basit
örnek, kıdem tazminatı diye bir anlayış yok, ama
sosyal kanunlar var, ama aynı zamanda biraz da
liberal yaklaşım var. Bunun bir dengesini
bulmuş. İnsanlar geliyor, oldu işten eleman
çıkarıyor, olmadı yeni eleman alıyor vs. Biraz
daha liberal bir ortam var. Bunlar önemli şeyler.
9
Hizmet, yani hükümetin verdiği destek çok
önemli ve müteşebbisin her kademede hoş
geldiniz anlayışını sezinlemesi lazım. Bakın
İsviçre’de bir şirket var. Dünya çapında
biliniyor, herkes tanıyor. Nestle diye bir şirket.
Nestle’nin kurucusu Alman. İsviçre’li değil.
İsviçre’de bir şirket var. Herkes tanıyor, ABB.
ABB’nin kurucusu aslen Alman. İsviçre’de çok
büyük bir gıda şirketi var, Nestle oʹnu birkaç
sene evvel satın aldı. Maggi, sos, çorba vs.
yapan. Kurucusu İtalyan. İsviçre’de çok büyük
bir biyoteknoloji şirketi var, dünya çapında,
dünyanın en büyük şirketlerinden bir tanesi.
Serono, kurucusu İtalyan. Bunlar hepimizin
tanıdığı isimler, şirketler. İsviçre’nin bankacılık
sisteminin kurucusu Fransa’dan kaçan
Protestanlardır. Fransa’da Katolikler,
Protestanlara büyük katliam yaptılar 16. asırda.
Ve bu 16. asırda bu insanlar Fransa’dan
İsviçre’ye geçtiler. İsviçre de o zaman Katolik’ti,
henüz Protestan değildi. Katoliklikte faiz
günahtır. Yani bu dini bir anlayıştır.
Protestanlarda faiz günah diye bir unsur yok.
Dolayısıyla Protestanlar parayı çalıştılar
Katolikler araziyi çalıştılar. Şimdi hemen bunun
bugünkü fotoğrafını vereyim. İsviçre’de Katolik
kantonlar, fakir kantonlardır; Protestan
kantonlar, zengin kantonlardır; bütün bankaların
bulunduğu kantonların hepsi Protestan’dır. Ama
bu bankaların kurucusu ilk büyük hamle
Protestanlardır, ikinci büyük hamle 18. asırda
Avrupa’daki baskılardan, özellikle Fransa’da ve
Almanya’daki baskıdan kaçan Musevilerdir. Bu
da enteresan. Şimdi ne demek istiyorum. Katma
değerin varsa toplumuma, gel. Kanunlarımı
kaidemi bozarsan dur derim. Bir iki cümlede
toparlamam gerekiyorsa genel mantaliteyi,
demek istediğim yabancı yatırımı çekmek
İsviçre’de bir gelenek. Ama tabi bugün bu
sistematik bir şekle oturdu, bir ajans kuruldu ve
yabancı yatırım çekiyor ve bugün istihdamın
%15’ini kuvvetli bir yabancı sermaye çekme
ajansıyla gerçekleştiriyor. İnşallah karşılıklı bir
konuşma ile devam edebiliriz. Teşekkür ederim.
Şimdi niye bunu söylüyorum. Biz Türkiye olarak,
uluslar arası arenada, bir zayıf noktamız var, bir
imaj meselesi. Türkiye’nin fasonculuk
imajından, ucuz ülke imajından kurtulması
lazım. Türkiye’nin katma değer ülkesi imajına
bürünmesi lazım. Kaldı ki fasonculuk için daha
ucuz mekanlar çıkıyor dünyada bugün.
Dolayısıyla biz ilelebet fasoncu kalamayacağız.
İbrahim Kalın: Alpaslan Beye bu
aydınlatıcı konuşmasından dolayı çok teşekkür
ediyoruz. Hakikaten İsviçre’deki tecrübeyle ilgili
önemli bilgiler aktardı. Ve çok pozitif bir başarı
resmi çizdi. Şimdi biz tabi burada, bu acaba
Türkiye’ye ne kadar uygulanabilir, Türkiye
örneğinde bunun sonuçlarını nasıl görebiliriz,
bunu da açıkçası çok merak ediyoruz. Sizin
İsviçre’deki tecrübelerinizden hareketle de, böyle
bir tecrübe aktarımı ne kadar gerçekleşebilir?
Bunun üzerinde de zannediyorum soru‐cevap
kısmında derinlemesine duracağız.
Talip Küçükcan: Teşekkür ederim. Çok
büyük bir keyifle dinledim. Ekonomiye çok
fazla ilgi duyan bir isim olmasam da.
10
Anladığım kadarıyla sizin kurduğunuz ağ ya
da şebeke çok profesyonelce organize edilmiş
bir birim, bulunduğunuz bölgede. Acaba diğer
Avrupa ülkelerinde bürokrasi içerisinde benzer
bir birim var mı?
Alpaslan Korkmaz: Kesinlikle var. Şu anda
devlet bazında, bölgesel bazda konuşmuyorum.
Çünkü bölgelerin bile var. Yani bir devlette
mesela İtalya’nın yatırım çekme ajansı var. Ama
İtalya’nın içinde bazı bölgelerin özerk ajansları
da var. İrlanda’nın ajansı var mesela. Çok faaldir.
Çok büyük yatırım çekmiş olan bir ajanstır.
Avrupa’da çok başarılı ajanslardan bir tanesidir.
Ama İrlanda’nın içinde de bölgesel ajanslar
vardır. Tabi bir genel koordinasyona tabidir vs.
Devlet bazında bugün 50 tane ülke aşağı yukarı
bu ajansı kurmuştur ve bu sene sonunda anons
edildi, gelecek sene 2006’da bu 50 tane ajansa 27
tane yeni ülkenin ajansları ekleniyor. Şimdi,
bakın çok enteresan, ben birkaç seneden beri bu
işin içindeyim. Birkaç sene evvel hiçbir zaman
karşıma Macaristan çıkmamıştı. Hiçbir zaman
karşıma yeni Zelanda çıkmamıştı. Ama Singapur
çıkıyordu, Dubai çıkıyordu veya İrlanda
çıkıyordu. Ama Macaristan, Çek Cumhuriyeti
veyahut böyle ülkeler şimdi ajans kurdular ve
çok faal şekilde, sistematik şekilde rekabeti
artırdılar. Yani elbette var.
Talip Küçükcan: Evet Türkiye’de de
özelleştirme diye bir şey var ama, biliyorsunuz
Türkiye daha özelleştirmeyi bile halledemiyor.
Telekom vs. gibi büyük, özellikle hantal
şirketler daha yeni yeni özelleştiriliyor. Takip
ediyorsanız Türkiye’de büyük bir rezistans var
özelleştirmeye yönelik. Filan sermaye geliyor,
falan sermaye geliyor diye. Türkiye’nin böyle
bir de handikabı var. Yani içeriden bir rezistans
var ayrıca.
Alpaslan Korkmaz: Aslında enteresan bir
nokta. Şöyle söyleyeyim. Fransızcada bir tabir
var “paranın kokusu yoktur” diye. İsviçre’de etik
bazı kaideler var elbette. Dolayısıyla bu kaideler
yerine getirildiği takdirde sermaye gelsin,
hepimizin refahı genişlesin bu bir. İkincisi
globalleşen ekonomiyle bugün bir şirketin sahibi
hakikaten kim? Yani elbette bazı konservatif
ülkelerde, bazen Fransa’da böyle çıkışlar oluyor,
bizim şirketlerimizi koruyacağız diye. Bazı
şirketlerin sahipleri aslında el değiştirdi. Yani
bugün IBM gibi bir marka, Çinlilerin elinde.
IBM, dehşet bir Amerikan markası diye
düşünürsek bugün. Çin sermayesi bunu elinde
tuttu ve bu sermayeler dünyada geziyor. Şimdi
biz bu sermayelerden fayda alacak mıyız? Almak
istiyor muyuz? Almak istemiyor muyuz? Almak
istemiyorsak, o zaman evet, durun diyeceğiz,
istemiyoruz diyeceğiz. İstiyorsak, o zaman biz
mecburuz. Yani bu iş öyle gidiyor. Ama tabi ki
neticede bazı etik kaideler veya belki bazı öz
değerlerimizden taviz vermek mecburiyetinde
değiliz. Ama neticede ekonomi gelişiyor. Biz
buna karşı mıyız değil miyiz? Bazen İsviçre’de
üniversitede ders veriyorum. Öğrenciler bazen
karşı çıkıyorlar. Diyorum ki, ben de yağmuru
sevmiyorum. Ama çıktığım zaman yağıyor. Ne
yapacağım? Yağmuru sevmiyorum diyeceğim,
yağmurun altında, yağmur üzerime yağacak.
Yani bu globalleşme. Dolayısıyla şemsiye
alabilirim, globalleşmeyi belki bir şekilde hafif
etrafımda etkileyebilirim, ama bunun dışında
olmak artık mümkün değil. Bu ekonomi böyle.
11
Dünya çapında böyle. Türkiye Cumhuriyeti’nin
de aslında çok büyük bir konumu var,
fonksiyonu olabilir. Konumuna göre ve alt
yapısına göre Türkiye’nin yabancı sermaye çekişi
su son senelere kadar çok zayıftı. Şu anda bir
kıpırdama var. Çok güzel. Bence bu dalgayı
devam ettirmek lazım. Yani bu kıpırdamayı
büyük bir fırtınaya çevirmek lazım. Aslında
jeostratejik konumuna bakın, piyasalara açılma
imkanına bakın, birçok şeylere göre
kıyasladığınız zaman Türkiye’de aslında büyük
potansiyel var, ama doğru dürüst işlenmemişti
yabancı sermayede. Tabi biz aramızda bayağı
istişare ettik, buraya gelirken, Türkiye’ye bunu
nasıl yapabiliriz diye ve aramızda bir şema çıktı.
Çok basitçe tanımlamak istiyorum.
Her şeyden önce çok kuvvetli bir siyasi destek
lazım. Bunu yaptığınız zaman. Yani bu siyasi
desteksiz olmaz. Ve siyasetin her kademesinin
bunu benimsemiş olması lazım, bu bir. Aynı
zamanda Türkiye’de bu ajansın kesinlikle
başbakanlığa bağlı olması lazım. Biz İsviçre’de
ekonomi bakanlarına bağlıyız birkaç eyalette.
Ama bizim yapılanmamız özel sektöre has bir
yapılanmadır. Çünkü kamu hukukuna tabi
değiliz, hiç birimiz memur değiliz, hepimiz özel
sektörden gelmeyiz. Bunun bazı sebepleri var.
Ben espriyle söylüyorum, bazen iyi maaş
ödemek için diyorum. Çünkü memurların
maaşları sınırlı oluyor, malum. Bu işin esprisi.
Özel sektöre kim alınabilir? 25 sene evvel. Bunu
ben söylemedim, sosyal demokrat bakanlar
söylediler, zamanında bunu karar kılan bakanlar
sosyal demokrat, devletçi bakanlar. Bugün de
halen başımızdaki bakan sosyal demokrat. Ama
yok bunu yıkalım devlet bünyesine alalım
dediğiniz takdirde bakan hemen karşı çıkıyor.
Çünkü en etken şekli bu diyor. Doğrudan da
bakana bağlıyız. Başka bir birime bağlı değiliz.
Direkt kendisiyle her şeyi istişare edebiliyoruz
ve çok hızlı karar alabiliyoruz. Her merciye girip
çıkabiliyoruz. Matrisyel bir yapı. Yani ben
müşteriyi aldığım zaman, bir şirketi, müşteri
olarak tanımlıyoruz, hiçbir fatura kesmememize
rağmen. Biz onlardan para almıyoruz, devlet
olarak hizmet veriyoruz. Ama, müşteri gözüyle
bakıyoruz. Bu da tabi zihniyet açısından bir fikir
veriyor. Ve diyoruz ki bunu aldığınız zaman
bütün bir bürokratik engel, işlem ne varsa bunu
bizim yapmamız lazım, müteşebbisin
yapmaması lazım. Yaparsa sıkılır. Çok fazla
engel görürse gider. Dolayısıyla biz bunları onun
yerine yapıyoruz. Bütün gereken ofislere girip
çıkabiliyoruz. Böyle bir enteresan pozisyonumuz
var. Ve üzerimizdeki bakan. Yani direk sorumlu
olan bakan. Bir yerde sıkıldığım zaman hemen
bakanı arıyorum, diyorum ki bakanım burada
bir sıkıntı var. Beş dakikada çözülüyor. Çünkü
önemli. İstihdam getiriyoruz, yatırım
getiriyoruz.
Başbakana bağlı olması gerekiyor ve bir stratejik
komite olması gerektiğini düşündük ve bu
stratejik komitede aslında uluslar arası arenadan
bu işi başarılı şekilde yapan veya çok bilinen, iyi
bilinen CEO’ların yer alması lazım. Bunun altına
bir operasyonel genel müdürlük. Yani
Türkiye’ye yabancı yatırım promosyon ajansının
bir CEO’su lazım. Bu insanın özel sektörden
gelmesi lazım ve çok iyi uluslar arası tecrübesi
olan bir insan olması lazım. Ve buna bağlı
operasyonel seviyede uluslar arası bir şebeke
kurmamız şart. Özellikle Türkiye gibi bir
12
ülkenin. Şimdi düşünün ben Türküm, yani
Avrupa’nın göbeğinde doğma büyümeyim. Ben
her sınıfta gittiğimde, kaşım kara saçım kara,
bulunduğum bölgede fazla da Türk yoktu.
Dolayısıyla herkes Türksün Türksün dedi, yani
ben bunu çok duydum. Dolayısıyla Türk
olduğumu ben istemesem bile onlar bana
söylediler. Yani mecburdum. Demek istediğim
Türkün imajı uluslar arası arenada dünyanın en
zengin, en kuvvetli, en büyük ülkesi değil, yani
bunu gerçek olarak aramızda söylüyorum.
Elbette bir Türk cihana bedel, ama realiteler de
var. Dolayısıyla biz bir Türk cihana bedele
dayanarak çektik kılıcı Allah Allah dedik ama,
yalnızsınız, demek istediğim bu, bu imajı
değiştirmek lazım. Uluslar arası arenadaki
şebekemiz kesinlikle hem müteşebbislerle irtibat
kuracak hem Türkiye’yi bir şekilde anlatacak ve
bu sadece turizm alanında değil, yani Türkiye
elbette bir turizm ülkesi ama, müteşebbislere de
Türkiye’nin kim olduğunu anlatmamız lazım.
Anlatmazsak milletin aklında Antalya’ya
gelmiştim çok güzel bir tatil geçirmiştim, herkes
böyle algılar, bu da çok güzel ama yetersiz. Veya
eğer bir tecrübesi olmuş olsa, evet bir fasoncu
bulmuştum bir şey yapmıştım, gerçi ikinci sefer
malı çok kötü gönderdi bu yüzden değiştirdim
Çek Cumhuriyetine geçtim, bu da yetersiz.
Olmaz. Biz Türkiye’yi farklı bir şekilde
tanıtmamız lazım. Ve bu şebekenin işi. Yani
sadece şirket bulup getirmek değil, aynı
zamanda bir Türk imajı yansıtacak dünya
çapında. Ve düşünün bir Japon, bizim
Japonya’daki temsilcimiz uluslar arası büyük bir
danışman kuruluşu olan KPMG’nin Japonya
yönetim kurulu başkanı idi. Ayrıldı görevinden
ve İsviçre’yi temsil ediyor düşünün, yani bu
adam credible yani inandırıcılığı var mı, var.
Şimdi düşünün bu insanın Türkiye’yi temsil
ettiğini. Japonya’da Japonlarla konuştuğunu. Bu
kesinlikle şart ve bu dünya çapındaki şebekenin,
direkt ajansın CEO’suna bağlı olması lazım. Yani
stratejik komiteye değil. Stratejik komite, ara sıra
istikamet belirtecek, tabi başbakanlıkla beraber.
Ve ondan sonra tabi Türkiye çok geniş, bir
merkez ajans büyük ihtimalle bizim
düşüncemize göre İstanbul’da olması lazım,
çünkü ekonominin kalbi İstanbul, ama
bölgelerde lokal ajanslar olması lazım. Ve çok iyi
bir koordinasyon lazım. Bir müteşebbis
Türkiye’ye geldiği zaman bir insanla a’dan z’ye
bütün işini çözebilmesi lazım. Çünkü ancak
böyle çok iyi başarı elde ediyorsunuz. Olmazsa
zorlanabiliyoruz. Bu bizim kafamızda
tasarladığımız bir sistem. Şöyle söyleyeyim,
Allah razı olsun bazı ağabeyler bize dediler ki
gelin anlatın. Biz de geldik anlattık. Bir şekilde
paylaşabilirsek hiç problem değil. Yani Nasrettin
hoca hesabı, ya tutarsa. Biz de geldik,
anlatıyoruz. Belki tutar, inşallah da tutar.
Soru: İsmim Ferhat Buhari. İktisatla ilgili
değilim ama konuşmalarınızı büyük zevkle
dinledim. İlk olarak, son dönemlerde Hyundai
Türkiye’ye geldi. Yer beğeniyor. Hükümet
doğrudan Trakya bölgesini gösterdi. Ama onlar
daha işlevsel olarak Gediz ve Bursa’ya
yerleşmek istiyorlar. Görüşmeler hala devam
ediyor. Böyle bir sıkıntı var. Hükümetin olaya
çok fazla sizin perspektifinizden bakmadığı
anlaşılıyor. İkincisi, herhalde dünyanın hiçbir
yerinde üniversiteler Türkiye’deki gibi iş
dünyasından uzak değildir. Hatta öyle ki biz
13
üniversitelerimizi şehrin dışına kurarız.
Dolayısıyla soyut bir eğitim anlayışı var. Bu
hususlardaki düşünceleriniz nedir?
Alpaslan Korkmaz: Çok enteresan bir
noktaya değindi misafirimiz. Çünkü hakikaten
otomotiv sektöründe bence dünya çapında çok
iyi bir konuma sahip olan bir ülke. Şimdi bizde
de bazen oluyor. Bir şirket geliyor, biz aklımızda
diyoruz ki, aslında şu bölgeye gelse çok iyi olur.
Ama şirket farklı bir bölgeyi tercih ediyor. Bizim
aramızda bir söz var, İsviçre’deki elemanlar
arasında: “nihai karar şirketindir.” Ama tabi
bunu da kolaylaştırmak için stratejik düşünceler
var. Düşünün, bakanımla bazen oturuyoruz.
Mesela diyor ki, beyler 10 sene sonra nerdeyiz?
Bunu düşünelim şimdi. 10 sene sonra nerdeyiz?
10 sene sonra nerede teknopol geliştireceğiz?
Nerede arazileri sanayiye çevirebileceğiz? Ve
altyapısı sağlam, üniversitelere yakın vs. neresi
olabilir? Bunları düşünüyoruz. Bunları
hazırladığınız zaman şirketler geliyor, elbette alt
yapısı sağlam, Ar‐Ge merkezlerine belki yakın,
belki istihdam potansiyelinin daha güçlü olduğu
noktaları tercih edecek, ama bunları 10 sene 20
sene önceden düşünmek lazım. Demek istediğim
şimdiden düşünmemiz lazım, nerede geliştirmek
istiyoruz. Ve geliştirmek istediğimiz mekanların
da alt yapılarını kuvvetlendirmemiz lazım.
Ve çok güzel bir örneğe değindiniz.
Üniversiteler. Ben yine İsviçre babından
konuşayım. Ben İsviçre’de doğma büyüme
olduğum için Türkiye’yi çok seviyorum. Fazla da
kaldığım zaman biraz sıkılıyorum, geri
gidiyorum bu yüzden. Ara sıra gidip geliyorum.
Uzaktan sevmek çok daha kolay galiba. Ama
galiba her şeyde böyle. Ama Türkiye’yi çok
seviyorum, onu da söyleyeyim. Demek
istediğim, tabi bunlar uzun vadeli stratejik
düşünceler. Üniversiteler, teknopolların içinde,
şimdi biz böyle bir stratejiye doğru yöneldik.
Yani her zaman böyle değildi İsviçre’de de. Ve
teknopollarda sanayi arazilerinin etrafında ve
özellikle mesela biyoteknoloji ağırlıklı üniversite
varsa biyoteknoloji teknopolların yanına ağırlık
veriyoruz ki alışveriş olsun. Hatta üniversitelerin
içinde teknoparklar kuruluyor. Galiba
Türkiye’de de böyle düşünceler var. Takip ettim
basından. Bunlar çok güzel şeyler. Ve bunlar
aslında stratejik noktalar. Ve bu stratejik
noktaları bugün atmazsak beş sene sonra yine
oturup aynı şeyi konuşacağız. Bir kere atmak
lazım. Atılmamışsa da geçmişte demek ki
atılmamış. Hiç unutmam Hindistan’da bir
konferans verdim. 70 tane saygın işadamlarına.
Gelin İsviçre’ye yatırım yapın falan. Ondan
sonra bir Hintli beyefendi bana geldi dedi ki, hiç
alakasız bir soru sordu. Bir ağacı dikmenin, dedi,
en uygun zamanı ne zamandır? Bilmiyorum,
dedim. Otuz sene evveldi, dedi. Otuz sene evvel
dikmiş olsaydık bugün gövdesi sağlam devasa
bir ağaç, çınar olurdu belki. Dikmiş olsaydık,
ama dikmemişiz. Peki bir şans daha, dedi.
Buyurun, dedim. İkinci bir en uygun zamanı
daha var, dedi. Ne zaman, dedi. Bilmiyorum,
dedim. Şimdi, dedi. Anlıyor musunuz demek
istediğimi. Yani elbette her şeyin konuşulması
lazım, her şeyin tartışılması lazım. Ama pozitif
olmak lazım. Realist bakabilmek lazım.
Yapılmamışsa da şimdi yapılabilir ama. İnşallah.
Soru: Bahsettiğiniz tecrübeler çok önemli.
Ben önce kendimi tanıtayım. İsmim Ahmet
14
Yaman. DPT Bölgesel Gelişme Genel
Müdürüyüm. Türkiye’de de bahsettiğiniz,
biraz önce sözünü ettiğiniz modelin aslında biz
temellerini atıyoruz şu anda. Ama biraz
dağınık gidiyor. Yani bir yatırım promosyon
ajansı projesi var. Hazine bünyesinde devam
ediyor. Bu bahsettiğimiz devlet çapında. Bizim
uğraştığımız da bölgesel kalkınma ajansları. 26
ayrı bölge itibariyle çalışacak. Sizin
söylediğiniz modele yaklaşmaya çalışıyoruz.
Daha doğrusu bu ikisinin arasındaki ilişkileri
organik hale getirmeye çalışıyoruz. Şimdilik
biraz ayrı gibi gidiyor ama, tabi kalkınma
ajanslarının aslında en önemli
fonksiyonlarından birisi olacak bu. Yani
yabancı kaynak çekebilmek. Sadece sermaye
olarak da algılamamak lazım. İş gücü de dahil
buna, nitelikli iş gücü. Uluslar arası piyasada
bizim de, çünkü, sizin biraz önce sözünü
ettiğiniz gibi CEO dediğimiz insanlara da
ihtiyacımız var. Dünya çapında araştırmacılara
da ihtiyacımız var. Mühendislere de
ihtiyacımız var, yazılımcıya da ihtiyacımız var.
Yani bunları da çekebilmek gerekiyor.
Buna ilaveten kalkınma dediğimiz zaman aynı
zamanda sürdürülebilir olması lazım. Yani
söylediğiniz şeyi ben de aynen tekrar etmek
istiyorum. Çektiğiniz firmayı orda
tutabilmeniz lazım. En azından mevcut
istihdam seviyesinde, katma değer seviyesinde
tutabilmeniz lazım. Bu zinciri güçlendirecek
yeni firmaların da bu bölgeye çekilmesini
sağlayabilmek lazım. Tabi Türkiye’nin
bölgesel nitelikleri çok farklı. Potansiyelleri
çok farklı. Dolayısıyla aslında bu bir ekip
çalışması. Çok organize bir faaliyet ve
merkezde de çok iyi koordine etmemiz
gerekiyor. Ama bizim en büyük zafiyetimiz de
bir arada iş yapamamamız. Belli bir amaç
etrafında bir araya gelemememiz. Böyle bir
zafiyetimiz var. Bir de Türkiye’nin yapısal bir
sorunu var, benim gördüğüm kadarıyla. Bu
genelleşme olayını başaramazsak, biz
merkezden ne yaparsak yapalım, ajansı da
kurmuş olursak olalım, bu pek mümkün
görünmüyor. Yani siz bence Türkiye açısından
çok ekstrem bir örnek verdiniz. Üniversite
programlarını yerelde değiştirebilen, içeriğini
istediği gibi şekillendirebilen bir yerelleşme
olgusu var. Bu bizim için şu anda bir hayal.
Mevcut şartlar altında bir hayal. Bırakın
yerelde bunu gerçekleştirmeyi, merkezi
hükümet bile buralara çok dokunamıyor.
Orada bir hegemonya var. Fakat her halükarda
bu adımların çok olumlu olacağını
düşünüyorum. Kalkınma ajansları kanunu şu
anda mecliste, dört beş maddesi kaldı. Sayın
Bakan en son yine mecliste açıkladı, bütçe
kanunundan sonra bu Ocak’ta geçmiş olacak.
Yatırım promosyonuyla ilgili olarak da
çalışmalar çok yoğun bir şekilde devam ediyor.
Ama mutlaka sizin tecrübelerinizden, bu
anlattığınız pratik, yaşanmış hayat
tecrübelerinden de istifade etmemiz gerekiyor
diye düşünüyorum.
Alpaslan Korkmaz: Çok teşekkür ederim, çok
güzel bir iki noktaya değindiniz. Bölgesel
ajansların bu programın içinde olmaları ve
kesinlikle dahil olduklarını düşünmeleri lazım.
Yani her tabaka buna inanması lazım ve aynı
objektife koşması lazım, yoksa olmaz. İsviçre’de
de yöresel, bölgesel ajanslar var, bizde de var.
15
Biz onları programlara dahil ediyoruz. Tabi
uluslar arası temasları biz kuruyoruz. Şirketle
biz görüşüyoruz, ama bölgesel desteğe
ihtiyacımız var. Çünkü her tarafı yüzde yüz
bilmiyoruz. Dolayısıyla o ajanslarla beraber
çalışıyoruz. Bu önemli. Yani bir koordinasyon
gerekiyor kesinlikle. İkincisi Türkiye’nin
enteresan avantajları var. Bir örnek vereyim.
Geçen sene İsrail’de bir seyahat esnasında bir
Türkiye kökenli Musevi ile bir söyleşim oldu.
Türk müsün dedi, Türküm dedim, Türkçe
konuştuk. Ben de dedi, Türkiye’den geliyorum.
Bana dedi ki, bir nesil, dedi. Hiç unutmam,
benim için çok büyük bir dersti. Ne demek
istiyorsunuz, dedim. Bir nesil sonra bizim
gibisiniz, dedi. Ne demek istiyorsunuz, dedim.
Ben, dedi, dünyanın neresine gidersem gideyim,
tık buluyorum insanlarımı. Bir nesil sonra siz de
buna ulaşırsınız, dedi. Nasıl, dedim. Türkler,
dedi, her tarafa yayıldı. Ve şimdi iyi eğitimli
insanlar çıkıyor. Birinci ikinci nesil bazen
kendisini reddediyor, ama üçüncü dördüncü
nesil tekrar köke dönüyor, ya ben kimdim
aslında vs. bir araştırmaya giriyor, dedi. Hiç
korkmayın, bir dönem kaybedeceksiniz geri
gelecek, dedi. Çok enteresan. Ve ondan sonra,
dedi. New York’a gideceksin bakacaksın bir
Ahmet orda var. İşte Pekin Beijing’e gideceksin.
Belki orda bir Mehmet bulacaksın vs. çok
hoşuma gitti. Ne demek istiyorum? Biz Türkler
olarak dünyada hakikaten enteresan bir
diasporaya da sahibiz. Belki bu neticede süper
bir şekilde henüz değerlendirilememiş olabilir,
ama bu enteresan bir cevher. Yabancı sermaye
diyoruz. Yabancı sermayenin içinde çok fazla
yabancı olmayan da sermayeyi çekebiliriz, bunu
değerlendirmek lazım. Bu da önemli noktalardan
bir tanesi. Sadece sermaye çekmek değil. Aynı
zamanda bizim imajımızı da dünya çapında
belki en iyi şekilde temsil etmek. Ve tabi aslında
birbirleriyle bağlantılı.
Ve bir şey söylediniz. Şirketler bir şekilde kök
salması lazım. Bulunduğu bölgede. Tabi şunu da
hiçbir zaman unutmayalım. Dünya globalleşiyor
ve bu hız gitgide hızlanıyor. Dolayısıyla bu
kökler gitgide azalıyor. Bu bir veri, bu bir gerçek,
bu böyle. Ama buna rağmen bizim de
yapabileceğimiz aktif kalabileceğimiz bir bölüm
var. Bugün şirketlere kök saldırmak. Nasıl?
Samimi söylüyorum. Ben bazen kendimi bir
psikolog, bazen bir aile doktoru, her şey
görebiliyorum. Çünkü birden, çok büyük bir
şirketin CEO’su arıyor, ya böyle bir problemim
var. Çocuğumun okulunda bir problem olmuş.
Lütfen gelebilir misiniz? Derhal diyorum. Hiç
problem değil, gece gündüz fark etmez. Şimdi
insanlarla öyle bir diyalog kuruyorsunuz ki, bir
insani ilişki de gelişiyor. Tabi ki profesyonel
zeminde her şeyin sağlam olması lazım. Buna bir
de insani ilişkiyi ekleyebilirseniz o insanlar kolay
ayrılmıyorlar. Samimiyet vs. bu aslında bir
hizmet. Ve bunu eğer karşı taraf anlayabiliyorsa,
diyor ki, bu insanlar dehşet. Çok basit bir örnek.
Çok büyük bir şirket getiriyoruz. Emin değil,
hatta bize diyor ki ben İrlanda’yla İsviçre
arasında düşünüyorum. Problem değil bu
normal. Herkes böyle söyler. Neticede bu
pazarlık. Bunlar klasik şeyler. Ama öyle vakalar
da oldu ki, 1 milyar dolar ciro yapan bir Hintli
büyük biyoteknoloji şirketi karşımda
oturuyordu. Bakın program hazırladık bu
insanlara ve ziyaretler yapıyoruz. Hedefim ikna
16
etmek. Bize gelin, bize yatırım yapın. Sabahtan
beri program yaptık. Hindistan’dan geldiler.
Düşündüm, ya bu Hindu olabilir dedim.
Hinduların çoğu vejetaryen mesela. Belki katı
vejetaryen, belki değil bilmiyorum. Ama ben
katı vejetaryenmiş gibi hareket ettim ve öğle
yemeğinde İtalyan restoranındaki makarnayı
yumurtasız makarna yaptırdım. Aradım,
restorana dedim ki, çünkü taze makarna
yapıyorlar, yumurta eklemeyin. Katı
vejetaryense yumurta yemiyorlar. Düşünün.
Sabah görüştük. Programı anlattım. Bugün
dedim programımız bu, bunu bunu ziyaret
edeceğiz, ondan sonra şu Ar‐Ge merkezine
gideceğiz, ondan sonra şu çalışma seansımız
olacak, tabi, öğle yemeğimiz var, merak etmeyin
dedim, öğle yemeğinde hiçbir etli malzeme yok,
hatta makarnalar yumurtasız dedim, ama çok
fazla önemsemeden tabi. Hizmet veriyorum ama
fazla da, bak nasıl hizmet veriyorum havasına
girmiyorum tabi. Ondan sonra baktım
dikkatlerini çekti, bir şey demediler. Akşam
oldu, bütün gezimiz bitti. Çok güzel geçti. Ama
şimdi konuşuyoruz. Geldik işin saadetine, tabiri
caizse. Şimdi, dedi, Alpaslan Bey, biliyor
musunuz ki İrlanda bize şu avantajları veriyor,
falan filan. Dedim ki, bak iki tane elma var
karşında. İkisi de aşağı yukarı eşdeğerde elma.
Hangisini ısıracaksın, dedim. Dedim ki, ikisi
aynı değerde elmaysa aşağı yukarı, etrafında
dostluk, kardeşlik ve sempati olan elmayı
ısırırsın. Anladın mı, dedim. Yumurtasız
makarna aklına geldi tabi. Yani o inceliği
gösterebildik. Dolayısıyla adam ne yaptı biliyor
musunuz, ayağa kalktı. Geldi bana sarıldı. Ve o
şekilde biz İsviçre’ye yerleştirdik. Şu anda otuz
bin metre kare araziyi de satın aldık. On beş bin
metrekarede ilaç sanayi şirketi kuruyoruz. Yüz
istihdam. Çok basit bir jestle. Elbette eşdeğerde
hizmet ve insani ilişkiler her şeyi
değiştirebiliyor.
Şunu söylemek istiyorum. Bu işi yapan insanlar
hakikaten bu işi bilen profesyonel insanlar. Bu işi
ehil insanın yapması lazım. Bu iş çok önemli bir
iş. Samimi söylüyorum. Yani bu işi İsviçre’de
kuran insan, eski dışişleri görevlisi, İsviçre için
dünya çapında konsolosluk görevi yapmış,
diplomat, ama ekonomiden de anlayan bir
diplomat. Bu işi icra eden insan, hem ekonomist,
hem hukukçu, hem diplomat, hem ara sıra
psikolog, biraz önce ifade ettiğim gibi. Bunları
içermesi lazım.
İbrahim Kalın: Ben bir soru sormak
istiyorum, belki Sermet Bey de bu konuda bize
yardımcı olur. İlk kuruluş aşamasında bu ajans
ne tür zorluklar yaşadı? Yabancı sermayenin
çekilmesi sürecinde. Özellikle yerel ekonomiye
ne tür yükleri oldu, olduysa? Yani ne tür
zorluklarla karşılaşıldı? Yani bunun istihdam
açısından, oradaki üretim biçimleri açısından,
ilişkileri açısından bir takım olumsuz etkileri
oldu mu ve bunları nasıl aştılar? Bu sorunları
aşmış olmaları gerekiyor ki bugün hakikaten
çok başarılı bir modelden bahsediyoruz. Ama
bu süreçte ne tür sıkıntılar yaşandı?
Alpaslan Korkmaz: Çok basit bir şey
söyleyeyim. İlk beş sene çekilen şirket sayısı sıfır.
Hiçbir şey gelmedi ve hatta siyasi bir problem
bile gerçekleştirdi mecliste. Ama insanlar gece
gündüz çalıştılar. Beş sene sıfır, düşünün. Bu
İsviçre. Çok zor bir başlangıç. Ama ondan sonra
17
bir yerden bir tane, bir yerden bir tane derken,
son 4 sene içinde 400 tane yabancı şirket
yerleştirdik bizim bölgemize sadece. Yani 1.2
milyon insandan bahsediyorum. Bunların içinde
dünya çapında şirketler var. Honeywell’ler var,
bunun içinde J&Jʹler var. Devasa kuruluşlar ve
tabi orta ölçekli kobiler de var. Bu şirketler 4
sene içinde 6000 istihdam yaratıyorlar
bölgemizde. Ama ilk beş sene sıfır. Bu iş uzun
vadeli bir iş. Ve bu iş, bir sene içinde bir şey
yapamadık bu işi bırakıyoruz, denilecek bir iş
değil. Mümkün değil, bunu söyleyemezsiniz. Bu
beş sene, on sene, on beş sene sürebilir.
Yerleşmemiz lazım, mesaj vermemiz lazım.
İstikrarımızı ispatlamamız lazım. Ve hep aynı
insanlar bu işin peşindeler. Bu imajı verene
kadar, düşünebiliyor musunuz beş sene geçmiş
hiçbir şirket çekmeden. Sayın Sermet bunun
başındaydı. Kendisiyle bunları sık sık
paylaşıyoruz. Biz böyle zorluklarla başladık. O
zaman belki daha dünya çapında çok fazla ajans
da yoktu.
Soru: Burada iki parametre ortaya çıkıyor. Bir,
sistemin sağlıklı işlemesi, iki kişisel başarıları
olan insanların tespit edilmesi. Buradan
hareketle Türkiye örneğini alırsak bir taraftan
başbakanlığımız bünyesinde buna benzer bir
çalışma başlayacak. Tabi burada kalmayacak.
Türkiye hem geniş bir ülke. Türkiye’de merkez
hükümet, ajans kurumuyla ilgili başarıyı
sağladıktan sonra, Anadolu’ya gidildiğinde,
illere gidildiğinde, neler yapılabileceği
noktasında ortaya soruların atılması lazım.
Yani 81 vilayette ticaret odalarımız var,
kendilerini ispat etmiş belli bir kültür geçmişi
olan belediye başkanlarımız var,
müteşebbislerimiz var, canlanan bir ekonomi
var. Yabancı sermaye yoklaya yoklaya geliyor.
Kendi sermayemiz daha yeni yeni açılım
sağlıyor. Dağılım oluşuyor. Para kazanmasını
bilen insanların sayısı yavaş yavaş artıyor.
Şimdi bunlar tabi en önemli parametreler.
İsviçre’ye gelen firmalara orada sağlamış
olduğunuz alt yapının haricinde para kazanma
sanatını da öğretiyorsunuz. Paranın kokusunu
almayı, nerelerde nasıl iş yapılabileceğini. Ama
bakıyorsunuz Karaman’da bir bisküvi fabrikası
açılıyor, ardından onlarca bisküvi fabrikası
açılıyor. Kayseri’de İstikbal fabrikası kanepe
üretiyor. Bir anda bakıyorsunuz onlarca kanepe
fabrikası açılmış ortaya. Yani tam anlamıyla
hesap kitaptan uzak. Biraz küçük hesaplarla
kıskançlık. Şimdi çok şükür istikrarlı, geleceğe
güvenle bakan ve inşallah eğer bu süreç devam
ederse, ticaret yapmak isteyen herkesin önünün
açık olduğu bir döneme giriyoruz. Milyarlarca
dolar Türkiye’ye akacak. Yurt düzeyinde
inşallah herkes görevini en iyi şekilde yapar.
Önemli olan bu akışla birlikte, bu sermayenin
sağlıklı bir şekilde yayılabilmesi. Dolayısıyla
merkezi ajansın benzer şekilde kurulması,
entegre edilmesi ve bu başarıya Türkiye’nin de
ortak olması arzu ediliyor. 81 vilayette oraların
Sermet’lerini, Korkmaz’larını bulabilecek bir
çalışmanın başlatılması lazım. Oranın
eşrafından, ticaret odasından bu işi
yapabilecek, ön plana çıkabilecek, uluslar arası
sermayeyle entegre olabilecek insanların
çıkarılması lazım. Sadece Ankara hükümetinin
veya siyasetin verdiği destek, mutlaka yararlı
olacaktır.
18
Buradan hareketle bu sisteminizin Türkiye’ye
adapte edilmesinde ajans gibi bir kurum
kurulması haricinde, insan kaynaklarından
nasıl istifade edilebilir, profesyonel
yöneticilerin mi dışarıdan getirilmesi
gerekiyor, yoksa yerel insanlarımızın özel bir
eğitime, özel bir gözlem çalışması, staj
çalışmasına mı tabi tutulması gerekir? Bütün
Türkiye için, İstanbul için ayrı, Şırnak için ayrı,
Hakkari için ayrı şeklinde bir bakış açısıyla
bakarsak.
Alpaslan Korkmaz: Çok teşekkür ederim.
Aslında çok derine indik. Operasyonel olarak.
Aslında çok doğru bir teşhis. Siz uluslar arası
arenada çok iyi bir iş yaptınız, şirketi çektiniz,
yabancı sermayeden bahsediyorum. Çok iyi
ağırlandı. Niğde’ye yerleşti, ama Niğde’deki
bölgesel belediye başkanı, ticaret odası
mensupları vs. bu mesaja, bu misyona
inanmadılar ise, neticede olmaz bu iş. Yani her
tabaka, herkes, her şeyden önce bu misyona
inanması ve bu misyonu takip etmesi lazım, bu
bir. İkincisi yöresel, bölgede eğitilmiş, lokal
insanlar lazım. Ama uluslar arası bir vizyona
sahip, ama lokal insanlar. Çok önemli şeyler
bunlar. Belki Levent Bey’in eklemek isteyeceği
şeyler olabilir.
Can Levent Seçkin: Türkiye’de 10 yıldır bu
konularda çalışan bir insan olarak birkaç
noktada da ben yorum yapmak istiyorum. Tabi
ki İsviçre’deki yatırım promosyon ajansıyla
Türkiye’de kurulacak promosyon ajansının
çalışma düzenleri ve şekli tamamıyla farklı
olacak. Çünkü ülkelerin yatırım promosyon
ajanslarının stratejileri ülkeden ülkeye değiştiği
gibi, yapıları da değişiklik gösteriyor.
Türkiye’nin coğrafyasıyla İsviçre’nin
coğrafyasını bir tutmamız mümkün değil. Bunun
yanında Türkiye’de bu konuda bilinçli olan ve
bu konuda bizden bilgi talep eden kurumlar var.
Bu memnuniyet verici bir gelişme esasında.
Burada 81 ilin hep birden aynı anda böyle bir
şekle adapte olması, ilk başlarda kolay bir şey
değil. Ama burada bir noktayı açıklamak lazım.
Bu bir kültür meselesi. Bu kültürü oluşturmamız
lazım. Yabancı sermaye, yabancı yatırımcı
kültürünü oluşturmamız lazım. Defansın
mümkün olduğunca azalması gerekiyor. Gelecek
yabancı yatırımcının Türkiye’de yaptığı
yatırımın sonuçta kime faydası dokunacaktır?
Ona mutlaka faydası dokunacaktır ama bize
etkisi ne olacaktır? İyi anlatmamız gerekiyor ve
biliyor musunuz ki, İsviçre’yi ziyaret eden bir
firmanın, az önce Alpaslan Beyin verdiği örnek
çok güzeldi, iki günlük İsviçre ziyareti esnasında
iki gün boyunca devletle, resmi otoritelerle,
bölgede faaliyet gösteren kuruluşlarla yaptığı
toplantılar, o şirketin kararını bana sorarsanız
%50 etkiliyor. Döndükten sonra masa başında
şirket temsilcileri oturduklarında, elde ettikleri
bilgileri masa üzerine koyduklarında,
inanıyorum ki rakip İrlanda ise, rakip Hollanda
ise, rakip Singapur, Hong Kong ise, İsviçre hep
bir artı puan önde olacaktır. Çünkü yabancı
yatırımcı havalimanına geldiği andan itibaren
gece geç saatlere kadar, yatırım promosyon
ajansının proje lideri ile beraber vakit
geçirecektir. Yatırım promosyon ajansının proje
lideri ona, gerektiğinde yumurtasız makarna
hazırlattıracaktır. Yani çok hassas düşünülmesi
19
gerekiyor ve gerçekten de Türkiye’de bu işle
ilgilenecek olan bölgesel kalkındırma
ajanslarında çalışacak arkadaşların uzun süreli
bir tecrübe kazanması gerekiyor. Hemen
başarılacak bir iş değil. Bu kültürü almak lazım.
Çünkü bu bir süreç. Bu konuda deneyim sahibi
olunması lazım.
Ve İsviçre’de bu düzenin ilk kurulduğu zamanla
Türkiye’nin bugün başlaması arasında fark var.
Türkiye şu anda cazip. İsviçre o zaman o kadar
cazip değildi. Ekonomik kriz vardı. Yapılan
araştırmalar şunu gösteriyor: Bir ülkeye yabancı
yatırımcının gelmesi için gerekli kriterler,
öncelikler sıralandığında biliyor musunuz ki ilk
öncelikler, vergi indirimleri ya da yatırım
teşvikleri değil. İlk önce bunlara bakmıyorlar. İlk
önce bu ülkede bir istikrar var mı yok mu ona
bakılıyor. Hiç unutmuyorum. Johnson&Johnson
firmasının üst düzey bir yöneticisi şöyle bir bilgi
vermişti bana: İsviçre’ye geldik. İsviçre’de vücut
içine ameliyatla yerleştirilen malzemeler
üretiyoruz. Bu işi İsviçre’de yapıyoruz. Dominik
bize bedava arsa verdi. Ama biz bu işi
Dominik’te yapsaydık, bir tane beynin içine
yerleştirilen çipin arkasına Made in Dominicana
yazsaydık, biz hiçbir mal satamazdık dünyaya.
Bunu İsviçre’de yapmak zorundaydık. Belki
biraz maliyeti fazlaydı ama sonuçta mal
satabiliriz. Dolayısıyla istikrarsız bir ülke istediği
kadar vergileri indirsin, yabancı yatırım çekme
potansiyeli olmaz. Yabancı yatırım çekmek için
istikrarı yakalamak lazım. Türkiye şu anda
ekonomik ve politik istikrarı yakaladığı bir
dönemde olduğu için, İsviçre’nin belki o beş
yıllık ilk dönemini bir yılda bir buçuk yılda
kapatabilecek potansiyele sahip. Onun için tabi
ki biz bu konularda tecrübelerimizi, bilgilerimizi
paylaşıyoruz. Alpaslan Beyin uzun dönemdir bu
konudaki çalışmalarıyla beraber nasıl bir strateji
geliştiririz, bunu konuşuyoruz. Ama şunu
bilmemiz lazım ki bu kültürü hep beraber
oluşturmalıyız, her şeyi yatırım promosyon
ajansından beklemek de biraz hayalperestlik
olur. Türkiye için yatırım promosyon ajansında
one‐stop‐shop, tek noktadan hizmet şart. Çünkü
bürokrasisi ağır olan ülkelerde, eğer siz
müteşebbisi Üsküdar tapu kadastroya
yollarsanız, Beykoz vergi dairesine yollarsanız, o
müteşebbis Türkiye’ye gelmek ister mi istemez
mi? Bugün itibariyle one‐stop‐shop’larda çalışan
proje liderleri müteşebbisi bu noktalara
değdirmeden bütün işi kendisi çözmek zorunda.
Baştan sona one‐stop‐shop olmalı. İsviçre’den
çok daha fazla Türkiye’nin one‐stop‐shop’a
ihtiyacı var. Zaman içerisinde inşallah bunlar
gelişir, bürokrasi azalır. Yabancı müteşebbis çok
güzel bir şekilde ağırlanır, bu tip resmi
idarelerde o ayrı bir konu. Bakın Türkiye’de
kurulmuş olan bir yabancı ortaklık şirketinin 1.5
yıldır oturma ve çalışma izni verilmedi. 4 defa
dosya geri yollandı İstanbul’a. Ve
anlayamıyorlar, bana soruyorlar. Ben bir
bakayım dedim. Çünkü yabancı bunlar,
anlaşamıyorlar bile. Aradık, sorduk, öğrendik.
Dediler ki bir taahhütname verilmesi lazım.
Gelsin, yabancı, burada taahhütmname verecek.
Yabancı çağrıldı. Taahhütname yazdırıldı, dikte
ettirildi. Başımıza gelen olayı söylüyorum,
örnek. Taahhütname yazıldı, önce notere gidip
tasdik ettirildi, Ankara’ya gönderildi ve döndü.
Ankara dedi ki, yanlış bir taahhütname
yazmışsınız. Ama siz yazdırdınız, dedik.
20
Telefondaki arkadaş yanlış yazdırmış, yeniden
dikte ettirelim, dediler. Peki, ne yapacağız?
Tekrar gelecek. Yok ki burada. Çağırdık, bir
daha geldi. One‐stop‐shop bunun için şart. Proje
lideri bu işte koşturmak zorunda. Her seferinde
buraya gelip gitmesine gerek yok. Şu anda bu
konuda yapılan çalışmalar ümit ediyorum ki
neticeye ulaşır ve Türkiye şu cazip ortamın da
artık meyvelerini yemeye başlar, meyve yeme
zamanıdır. Gelsinler ve bu işte çalışmaları hep
beraber yapalım diye düşünüyorum. Teşekkür
ederim.
Taha Özhan: Alpaslan Bey, ben kısa
bir soru soracağım. OPEC ve OPEC dışı petrol
üreticisi ülkelerden son iki sene içinde
herhangi bir yatırım aldınız mı, aldıysanız
hangi sektörlerden aldınız?
Alpaslan Korkmaz: Şu anda Güney
Amerika’dan Brezilya’dan, Arjantin’den
yatırımlar var. Yatırım olarak var. Ticari şirket
olarak yok. Büyük ihtimal fazla yok.
Soru: Benim sorum Türkiye için Arap
sermayesi daha çok ifade ediliyor ve
Avrupa’dan Amerika’dan çekilen ve oradan
daha rahat, emin limanlar arayan bir Arap
sermayesi var. Bu Arap sermayesinin yapısı, bir
İsviçre’nin şartlarından daha farklı.
Türkiye’nin onlara sıcak gelen daha farklı
tarafları var. Onlar yeni bir teknoloji
getirmiyorlar. Belki Türkiye’ye gelecek olan bu
tür çalışmalarda daha farklı açılımlar da
olabilir. Yani Türkiye’nin potansiyelini
değerlendirirken sırf teknolojiyi getirmek
değil. Ve o kadar ince servisler veren dahi,
Türkiye’de çok rahat sahalar açabileceğiniz,
joint venturelar yapabileceğiniz bir zemin de
var. Bu husustaki düşüncelerinizi açıklayabilir
misiniz?
Alpaslan Korkmaz: Çok güzel bir noktaya
değindiniz. Uzun zaman biraz geriye bırakılmış
bir alan Türkiye açısından. Ve onlar için de
Türkiye açısından belki. Ama şunu söylemek
istiyorum. 11 Eylül’den sonra İsviçre’ye gelen
Arap sermayesinde dehşet bir yükseliş oldu. 11
Eylül’den sonra hemen gittik, Dubai’de bir
temsilci bulduk ve Dubai’deki temsilciler Suriye
kökenli. Ürdün’deler, Mısır’dalar, Suudi
Arabistan’dalar, her taraftalar. Çünkü büyük bir
sermaye akışı oldu ve sadece sermaye değil
yatırım da arıyorlar. Genelde gayrimenkul
yatırımı arıyorlar. Ve İsviçre’nin biraz katı
kanunları var bu meselede. Dolayısıyla
gayrimenkul, konut meselesine giremiyorlar.
Ama sanayi, ticaret vs. binalara. Dolayısıyla bu
bir. Evet, Kuzey Amerika’dan çekilen bir
sermaye var. Bunu belki kapmakta fayda var.
Ben de Türkiye olsam hemen giderim. Tabi yakın
ilişkiler olabilir. Fazla olmadı bu son dönemlerde
ama olabilir, neticede bazı ortak noktalar da
bulunabilir. Bence çok fazla uzağa gitmeye gerek
yok. Aramızda istişare ederken baktığımız bazı
unsurlar vardı. Şu anda İtalyan müteşebbisleri
için Türkiye bir numaralı ülke, yabancı sermaye,
yatırım meselesinde. Şimdi hemen Türkiye’nin
etrafına bir çember çizelim. Bir taraftan İtalya,
Yunanistan’dan sonra. Güneydoğu’da Körfez.
Dolayısıyla yakın yerlerden de bir şeyler
çekebiliriz. Çünkü Dubai aslında muhteşem, sıfır
vergi, hiç kimse vergi ödemiyor. Ne şahıslar
vergi ödüyor, ne kurumlar vergi ödüyor. Eğer
vergi ise, Dubai’de kalırlardı. Ama Dubai’deki
21
birçok müteşebbisle konuştuğumuzda, bunu çok
aleni bir şekilde söylemiyorlar, çünkü onlar da
ülkelerini seviyorlar, ama onlara ima ediyoruz
diyoruz ki, siz aslında Dubai Emirates olarak
Orta Doğu’nun İsviçre’sisiniz. Tabi bu çok
hoşlarına gidiyor. Diyoruz ki istikrarlı bir
ülkesiniz. Ondan sonra soru işaretleri geliyor.
Hayır, o kadar istikrarlı değil. Çünkü kraliyet
sistemi var. Tabi, diyor, çok istikrarlıyız; doğru,
istikrarlılar, izafi manada, bölgeye nazaran. Ama
neticede demokratik bir sistem değil. Her an her
şey olabilir. Başka bir kral gelir farklı bir şey
düşünür vs. Dolayısıyla bunları düşünüyorlar ve
hemen bir risk dağıtma stratejisine yol açıyorlar.
Daha fazla vergi ödemelerine rağmen vs. Ki
Türkiye onlara daha yakın.
Soru: 11 Eylül’den sonra Arap sermayesi
büyük bir oranda Amerika’dan çıktı. 17 milyar
dolar şu anda başıboş dolaşıyor dünyada. Gayri
menkul veya portföy yatırımı dışında
İsviçre’de yatırıma girmiyorlar. Peki, dünyada
var mı önekleri, Arap sermayesinin sanayiye
girdikleri oluyor mu?
Alpaslan Korkmaz: Ben Dubai’yi biraz iyi
biliyorum. Diğer mekanları iyi bilmiyorum. Yurt
dışında yani kendi mekanlarının dışında
teknoloji vs. yatırımlara girdiklerini ben fazla
görmedim. Fon yatırımları. Tabi onlar için
İsviçreliler özel bir sistem geliştiriyorlar.
İsviçre’de, İsviçre bankacısını, bir Körfez
ülkesinden gelen insana nasıl davranması
gerektiği, onun etik değerlerine göre nasıl bir
tavır geliştirmesi gerektiği konusunda eğiten
uzmanlar var. Dubai’de veya güneydeki emirlik
Ras Al Khaimah’da mesela şunu yaptılar.
İsviçre’nin en gelişmiş Ar‐Ge merkezi vardır,
elektronik ve mikro teknolojide. O Ar‐Ge
merkezine dediler ki, gelin bölgemize, bütün
masraflar bizden, her şeyi ödeyeceğiz, bizde bu
Ar‐Ge merkezini kurun ve bizimle beraber Ar‐
Ge yapın, bizi de eğitin. Ve, CSEM İsviçre’nin en
büyük ve kuvvetli elektronik ve mikro teknoloji
Ar‐Ge merkezi iki ay evvel açılışını yaptı.
İkincisi, aynı şekilde mesela turizmde, Ras Al
Khaimah’daki şeyhʹle de bir görüşmem oldu,
Sayın Sermet’le beraberdik. Turizm ve adam
diyor ki: biz yedi yıldızlı turizme yöneleceğiz.
Biz ucuz turist istemiyoruz. Bir sahili var. Sahili
10 km sürüyor. Arkada 2000 metrelik dağlar var.
Dağların tepesine İsviçre köyü inşa etti. Bunu
nasıl yaptı: İsviçre’ye geldi. İsviçre’nin iki tane
en lüks beş yıldızlı otelinden iki tane genel
müdürü aldı götürdü. Buraya, dedi, dünyanın en
güzel beş yıldızlı 10 km boyunca tesisini
kuracağım ve her kilometrede farklı bir alana
geçilecek. Günde 500 dolar, 1000 dolar
harcayacak buraya gelen turist, diyor. Onun
dışında turizme ilgi duymuyorum. Gelip de
çantası belinde sokaklarda ağzı açık gezen turist
istemiyorum diyor. Böyle bir düşüncesi var. Bu
da bir diversifikasyon. Yatırımı kendi bölgesine
yapıyor. Tekrar sorunuza geliyorum. Ben
gayrimenkul alanları gördüm. Ama fabrika,
teknoloji kendi diyarları dışında yatırımı fazla
görmedim. Avrupa’da en azından görmedim.
Başka yerlerde yapıyorlarsa bilmiyorum. Ama ne
yapıyorlar. Daha çok finansal ürünlere geliyorlar
veya gayrimenkul alıyorlar.
Soru: Uluslar arası kurumlarda sermaye değil
yatırım ajanslarının olduğunu görüyoruz, bu
ayrım önemli. Üretimin küreselleşmesiyle
22
birlikte yatırım promosyon ajanslarına ihtiyaç
duyuluyor ve tüm ülkeler buna doğru gidiyor.
Bunun yanı sıra yerel yatırımcıya da hizmet
vermek gerektiğini düşünüyorum. Çünkü
Türkiye’de yeterli sermayesi olup da yanlış
yatırım yapan birçok iş adamı var. Firmalara
yeterli pazar istihbaratı vermiş olabilseydik,
birçok firmamız katma değeri yüksek
sektörlere yatırım yapabilirdi. Bir de ihracat
konusu var. Yabancı yatırımı bir ülkeye
çektiğinizde, sadece yerel pazar için
gelmiyordur, mutlaka ihracatı da düşünecektir.
Yani o firmaya yabancı pazarlar konusunda da
hizmet verilmesi gerekli. Yerel yatırımcı ve
ihracat konularındaki düşüncelerinizi
öğrenebilir miyim?
Alpaslan Korkmaz: Birkaç kritik noktaya
değindiniz. Her şeyden önce, evet, yabancı
yatırım ajansı olmalı elbette, yabancı sermaye
ajansı değil. Çünkü sermaye ile yatırım çok farklı
şeyler. Bu birincisi. İkincisi, market intelligence.
Ben İsviçre’deki tatbikatımızı dilerseniz size izah
edeyim. Biz kesinlikle market intelligence
veriyoruz, bu çok önemli. Bütün gelen şirketlere,
İsviçre’yle alakalı elbette, piyasa alt yapısını
sunuyoruz ve anlatıyoruz ve bunun arkasında
bir hedefimiz var. Bizim hedefimiz, İsviçre’ye
yerleşen şirket çok fazla İsviçre’ye mal satmasın.
Bu enteresan tabi. Çünkü çok fazla rekabet
etmesin. Zaten kaldı ki İsviçre toplam 7 milyon
insan. Büyük bir piyasa değil. Bize gelen
şirketlerin %98’i zaten, ihracat platformu için
geliyorlar İsviçre’ye. Dolayısıyla ihracat, o da
diğer bir sorunuzdu. İhracat meselesinde her
şeyden önce, bütün intelligence yani bilgi
açısından kendilerini destekliyoruz. İkincisi
dünya çapındaki şebekemizi şirkete sunuyoruz.
Diyoruz ki, bakın Hindistan’da bizi temsil eden
bir grup var. Arkadaşlar var. Bunların elbette asıl
görevi Hindistan’dan bize yatırım çekmeleri.
Ama ikinci görevi, ben Amerika’dan bir şirket
yerleştiriyorum İsviçre’ye ve bu İsviçre’deki
şirket, benim bölgeme yerleşmiş, ne kadar
genişlerse o kadar benim için iyi. Hindistan’a
açılmak istiyor, İsrail’e açılmak istiyor, Dubai’ye
açılmak istiyor. Diyoruz ki, bizim temsilcilerimiz
var, size yardımcı olabiliriz. Gelip temasları
kurabiliyorlar en azından. Yani gittikleri
mekanlarda yabancı bir mekanda değiller. En
azından aynı takıma dahil olan insanlarla
diyalog kurabiliyorlar. Dolayısıyla aslında çok
doğru birkaç noktaya değindiniz. İhracat
mevzuatı önemli, özellikle İsviçre açısından.
Çünkü Türkiye büyük piyasa. İsviçre çok küçük
piyasa.
İkincisi market intelligence biz her halükarda
veriyoruz. Ve bu bizim görevimiz. Bizim
görevlerimizin ilk kademelerinde information
yani bilgi vermek ve her açıdan ve bilgiler çok
farklı spektrumda olabiliyor, çok stratejik bilgiler
olabiliyor, çok basit bilgiler de olabiliyor. Bir
şeye daha değindiniz. Lokal yatırım dediniz.
Bizim yapımız İsviçre’de şöyle: biz uluslar arası
yani yabancı yatırıma uzmanlaştık. Ama biz
aynen şunu ifade ediyoruz: İki kanatlı bir kuşuz.
Diğer bir kanadımız daha var. Aşağı yukarı
bizim gibi işliyorlar. Örneğin her pazartesi sabah
berber toplantılarımız var, çünkü lokal yatırımı
teşvik eden diğer bir ajansımız var. O da
lokaldir. Ama ondan sonra bu iş biraz farklı.
Yani Türkiye’ye hitap etmek, Türk
müteşebbisine hitap etmek farklı. Hintli veya
23
Amerikalı müteşebbise hitap etmek farklı. Ama
birçok aletler ortak. Dolayısıyla bunları da çifte
geliştirmek, çifte yaratmak gerekmiyor. Bunları
beraber kullanıyoruz. Ama biz şuna karar
verdik: Uluslar arası yatırımı çekmek başka bir
iş. Lokal yatırımı geliştirmek başka bir iş. Ama
ortak noktaları da var. Ve ortak kullandığımız
mesela teşvikler var, ekonomik aletler var.
Bunları iki sefer idare etmek fazla istihdam
gerektirecek, dolayısıyla bunları beraber idare
edebiliyoruz. Ama şirketler açısından biz sadece
international image, uluslar arası bir imaj
veriyoruz. Diğer taraf da lokal imaj veriyor. Ama
eğer bunu yapmazsanız o zaman başka bir
problemle de, sosyal ve politik bir problemle
karşılaşabilirsiniz. Çünkü eğer siz, lokal
müteşebbise destek vermezseniz, lokal
müteşebbis, Amerikalılar geliyor kırmızı halılar
seriyorlar, biz buradayız, lokaliz, bize hiçbir şey
olmuyor, der. Yani böyle bir şey olmaması lazım.
Soru: Özel sektör advisordır. Karar alıcılar
kamudur. Çünkü hem kamunun kaynaklarını
kullanıyorlar, hem de kamunun önceliklerine
göre strateji belirliyorlar. Sizin bahsettiğiniz
strateji kuruluna da ben kesinlikle katılıyorum.
Öyle bir yapının da kurulması gerekiyor. Özel
sektörün orada yer alması gerekiyor ama benim
şahsi görüşüm burada özel sektörün advisor
olmasıdır. Yani karar alıcı pozisyonda
olmamasıdır.
Alpaslan Korkmaz: Kesinlikle. Bizde de
aynıdır zaten, bizde de advisory board var, ama
bütün kararlar ve stratejik istikametler, nihai
kararlar siyasilerden çıkar. Ama siyasiler bu
kararları almadan önce advisory boarda danışır.
Çünkü çok açık konuşayım, bizim birçok
bakanımız Dubai’nin nerede olduğunu bilmiyor.
Ekonomiyle de fazla alakası yok. Ama adam
bakan. Bilgi vermek lazım. Bizden bilgi alıyorlar,
ama nihai karar elbette kamudan çıkıyor. Bizde
de böyledir kesinlikle.
24