Upload
others
View
10
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
ÇİĞDEMİN SESİ
Aylık Online Dergi
Haziran 2017
BİZDEN BİR ÖYKÜ
ŞİİR KÖŞESİ
GEZİ NOTLARI
KÜTÜPHANEDEN SEÇMELER
SÜS TAŞLARI
MAHALLE SAKİNLERİNDEN PORTRELER
SİNEMA AKŞAMINDAN
MUHTARIMIZDAN
ÜÇ GÜN 3 ŞAİR
ÖLÜM RAMPASI
İSTANBUL’DA 1 BİLİNEN 2
BİLİNMEYEN YER
KÖY ENSTİTÜLERİ
KARADENİZDE ORMAN KATLİAMI
SATRANÇ KÖŞESİ
ASLI ERDOĞAN
ÇOCUKLARLA EDEBİYAT
ETKİNLİKLER
Çiğdem Eğitim, Çevre ve
Dayanışma Derneği
Çiğdem Mah. 1551.Cadde No:14-A Çankaya-ANKARA
www.cigdemim.org.tr
Tel: 0312 2852047
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2017 SAYFA 2
MAHALLEMIZIN YEŞİLİNE, ÇOCUKLARIMIZIN GELECEĞİNE SAHİP ÇIKTIK VE BAŞARDIK!
Mahallemizde bulunan Ahmet Barındırır İlkokul ve Ortaokulu, 4 yıldır aynı binada (sabahçı ve öğlenci) ikili öğretim yapmakta ve 850 öğrenci aynı binada eğitim görmekteydi. Öğrenci-öğretmen ve veliler bu konudan şikayetçiydi. İki okulun binasının ayrılması için çeşitli girişimler oldu ancak bir sonuç elde edilemedi. Gelinen son noktada mevcut okulun bahçesine, 20 yıldır diktiğimiz ve adeta bir ormana dönüşen ağaçlar kesilerek, yeni bir okul yapılarak sorunun çözüleceği kararını öğrendik. Halbuki hemen 200 metre ileride boş bir okul arsası mevcuttu ama oraya Anadolu İmam Hatip Lisesi yapma yönünde karar alınmıştı. Bu kararı öğrenince ne yapabiliriz diye düşündük ve Derneğimiz, muhtarımız ve azaları, Birleşik Haziran Hareketi 100.Yıl-Çiğdem Meclisi ve Okul Aile Birliği olarak bir araya gelerek “Çiğdem Eğitim Dayanışmasını” oluşturduk. Toplantılar yaptık ve çeşitli girişimlerde bulunduk, işin yasal boyutu araştırdık. MEB’dan bir müsteşar yardımcısı ile görüştük ve onun önerileri doğrultusunda bir metin hazırladık ve bunu Bakanlık, Valilik ve MEB’na ilettik. Bu esnada komşumuz olan iki milletvekili ile görüştük, Sayın Mustafa Balbay ve Sayın Bülent Kuşoğlu’ndan önerilerini aldık ve Bülent beyin aracılığıyla Ankara Valimizden randevu alındı. Hazırladığımız metin doğrultusunda yerel medyada yoğun haberler çıkmasını sağladık ayrıca change.org üzerinden bir imza kampanyası başlattık. Nihayet bugün bir heyet ile sayın valimizi ziyaret ettik. Yeşilimize dokunulmasın ve çocuklarımız ağaçlarla içi içe öğrenim görsün diye yeni okul binasının eğitim alanı olarak ayrılmış boş arsada inşa edilmesini istiyoruz taleplerimizi ilettik. Vali Yardımcısı ve İl Milli Eğitim Müdürü’de bu görüşmede vardı ve talebimizi olumlu karşıladılar. Sonuçta mevcut okula hiç dokunulmadan derneğimizin bulunda alanın yanında boş okul arsasına iki okul yapılarak sorunun çözülmesi yönünde gerekli talimatlar Valimiz tarafından verildi. “Ne güzel yeşiline, okuluna sahip çıkan bir mahallesiniz” sözleriyle Valimizden övgü bile aldık. Bu noktada;
Sayın milletvekillerimiz Mustafa Balbay ve Bülent Kuşoğlu’na,
Ankara Valimiz, Vali Yardımcımız, İl ve İlçe Milli Eğitim Müdürlerimize,
Okul Müdürümüze, duyarlılık gösteren öğretmenlerimize, Okul-Aile Birliğimize ve okulumuza adını veren Ahmet Barındırır’a,
Her zaman birlikte hareket ettiğimiz sevgili muhtarımız ve azaları’na,
Birleşik Haziran Hareketi 100 Yıl-Çiğdem Meclisindeki arkadaşlara,
Dernek Yönetimindeki arkadaşlarımıza,
İmza vererek, Bimer’e başvurarak destek olan komşularımız ve duyarlı Ankaralılara,
Basında yer almasını sağlayan Zafer ve Güçlü Anadolu gazetesindeki dostlarımıza,
Ve ismini sayamadığımız diğer destekçilerimize kocaman teşekkürler.
Birlikte olursak, bilgi ve birikimlerimizi paylaşırsak, ortak hareket edersek başaracağımızı gösterdik. Unutmayalım bizler “Mahallenin sakini değil sahibiyiz” ve bu birliktelik olduğu sürece ortak yaşam alanlarımız konusunda söz sahibi olmaya devam edeceğiz. Sevgiyle.
Fatih Fethi Aksoy Çiğdemim Derneği YK Başkanı
ÇİĞDEMİM DERNEĞİ AYLIK ÜCRETSİZ ONLİNE DERGİ
Sahibi : Çiğdemim Derneği Yönetim Kurulu Düzenleme: Fatih Fethi Aksoy
Tüm yayın hakları saklıdır. Yayımlanan yazı, görsel ve bilgiler kaynak gösterilmeden alıntılanamaz. İmzalı yazılarda
görüşler yazarlarına aittir.
İletişim : Çiğdem Mah. 1551.Cadde No:14-A Çankaya-ANKARA
www.cigdemim.org.tr [email protected] Tel : 0312 2852047
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2017 SAYFA 3
OKUL SORUNUMUZLA İLGİLİ BİLGİ NOTU
Ahmet Barındırır İlköğretim Okulu Çankaya İlçesi sınırlarında Çiğdem Mahallesinde
bulunmaktadır ve 4+4+4 sistemine geçmeden önce mahallenin tek devlet ilköğretim
okulu olarak ve tam gün ( veya tekli öğretim) hizmet vermekteydi.
4+4+4 sistemiyle birlikte İlkokul olarak belirlendi. Daha sonra mahalledeki velilerin
girişimleriyle / baskısıyla ilkokul ve ortaokul olarak aynı binada ikili öğretime geçildi.)
Ortaokul öğrencileri derslere sabah 7.40’ta başlayıp öğlen 13.10’da bitiriyorlar. İlkokul
öğrencilerinin ders saatleri öğlen 13.20’de başlayıp akşam 18.10’da bitiyor. Ortaokul
öğrencileri erken saatlerde, çoğunlukla kahvaltı bile etmeden (Kahvaltının öğrenci
başarısı üzerindeki etkisi bilimsel olarak kanıtlanmıştır.) okul yoluna düşerken 6
yaşındaki ilkokul öğrencileri akşam karanlığında evlerine dönmek zorunda kalıyor. (Milli
Eğitimin tavsiye kararı nedeniyle ortaokullar sürekli olarak sabahçı yapılmakta.)
Yaklaşık 850 öğrenci aynı binada eğitim-öğretim görmektedir.
Mahallemizdeki veli- öğrenci ve öğretmenler, aynı binada eğitim faaliyetlerinin
sürmesinin yarattığı sorunlarla baş etmeye çalışmaktadır. (Sosyal faaliyetlerdeki mekan
yetersizliği, ders dışı çalışmalardaki mekan çakışmaları, ayrı yaş ve eğitim grubundaki
öğrencilerin ortak sınıf kullanmalarının yarattığı sorunlar, temizlik ve hijyen sorunları, giriş
ve çıkışlarda yaşanan yoğunluk nedeniyle yaşanan karmaşa ve güvenlik sorunları vb.)
Çankaya İlçesinde bu durumda sadece 4 okul olduğu bilinmektedir. (MEB’den verilen
bilgi)
Okulların 4+4+4 sistemine geçişi planlanırken yakın çevrede okul imkanı olduğunda
ayrılacak okullar kategorisine alınan Ahmet Barındırır İlk/Orta okulu mahallede uygun
okul arsası olmasına rağmen (13780/3 parsel), bu yönde Ocak-2015’de yaptığımız
başvurumuza “maddi imkansızlıklarımızın yetersiz olmasından dolayı planlamaya
alınmamıştır” cevabı verilmiştir.
Kasım-2015 tarihinde muhtarlığımızın aynı yöndeki başvurusuna ise bu arsaya “ İmam
Hatip Anadolu Lisesi” yapımı planlandığı öğrenilmiştir.
İmam Hatip Anadolu Liseleri merkezi yerleştirmeyle öğrenci almaktadır ve Ankara’daki
okulların çoğunda kontenjanlar dolmamıştır.
Planlanan İmam Hatip Anadolu Lisesi ne Çiğdem Mahallesi ne de Ankara için acil bir
ihtiyaç değildir. Bu tür bir okula gitmek isteyenler için çok sayıda seçenek bulunmaktadır.
Mahallenin ihtiyacı ve isteği doğrultusunda İmam Hatip Anadolu Lisesi kararından
vazgeçilip ilk ya da ortaokul inşaatı acil olarak planlanmalıdır.
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2017 SAYFA 4
ÜÇ GÜN ÜÇ ŞAİR
Haziran ayının başlarında üç ünlü şairin ölüm yıldönümleri birbirini izliyor: 2 Haziran (1991) Ahmet Arif, 3 Haziran (1963) Nâzım Hikmet ve 4 Haziran (1933) da Ahmet Haşim. Ahmet Haşim ile Nâzım Hikmet arasındaki polemikleri, Ahmet Arif’e yöneltilen Nâzım Hikmet odaklı eleştirileri Çiğdemim okurları için kısaca anımsatmak istedim. Ahmet Haşim, Nâzım Hikmet’in 835 Satır’ını okuduktan sonra, “Bu vezin bizim bildiğimiz vezinlerden değil, bu lisan şiirin bizde bugüne kadar kullandığı lisana benzemiyor” ifadeleriyle başlayan değerlendirmesini şöyle sürdürmüştü: “Nâzım Hikmet Bey, tarzını kendi icat etmedi, bu biçimde şiirler dünyanın her tarafında yazılıyor. Nâzım Hikmet bu tarzı anlamış, Türkçeleştirmiş, bu iklimin toprağında tutturabilmiş, büyük ve yeni bir şairimizdir.”
835 Satır, 1929, Birinci Baskı.
Bu olumlu değerlendirmenin ardından Ahmet Haşim’in Yakup Kadri [Karaosmanoğlu] tarafından başlatılan eski-yeni kavgasında gençlerle alay eden yazılar yazması Nâzım Hikmet’in bir yergi
şiirine de konu oldu. Haşim, karşılık vermedi, birkaç yıl sonra da bu dünyadan ayrıldı. “Şiir, sözden ziyade musikiye yakındır” diyen Ahmet Haşim, bu dünyadan ayrıldığında 49 yaşındaydı. Nâzım Hikmet, Ahmet Haşim’in ölümünden yaklaşık çeyrek yüzyıl sonra, “Bence şiir, ne her şeyden evvel musikidir, ne de şair şakıyan bir kuştur” dedi ve ekledi: “Şiir her şeyden evvel bir söz sanatıdır, saz sanatı değildir. Ama sazla sözün el ele verdikleri de olur.” Cemal Süreya, Bir şair: Ahmed Arif Toplar dağların rüzgârlarını. Dağıtır çocuklara erken. dizeleriyle anlattığı Ahmed Arif’i Nâzım Hikmet ile karşılaştırır:
Ahmet Haşim’in ön sözünde,
“Şiir, sözden ziyade musikiye yakındır” diye yazdığı
Piyale adlı kitabının 1928 yılı baskısı.
“Nâzım Hikmet, şehirlerin şairidir. Ovadan seslenir insanlara, büyük düzlüklerden. Ovadan akan ‘büyük ve bereketli bir ırmak’ gibidir. Uygardır. Ahmed Arif ise dağları söylüyor.” Bu değerlendirmenin temelinde Ahmed Arif’in 1970 yılında kendisine yöneltilen bir soruya verdiği yanıt yatmaktadır. Şair bu söyleşide şöyle der:
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2017 SAYFA 5
“Üniversitede ve mahpushanede bazı arkadaşlarım ‘Nâzım’dan sonra şiir yazmak, boşuna bir gayret, hatta saygısızlık!’ diyordu. Onlarla hiç tartışmadım, hep sustum. Çünkü dedikleri bir bakıma doğruydu. Ne var ki ‘Nâzım gibi şiir yazmak’ ile ‘Nâzım'dan sonra şiir yazmak’ arasında vatanımın dipsiz uçurumları gibi bir uçurum vardı. Elbette Nâzım’ı yahut başka bir ustayı budalaca izlemekle kimse şair olamazdı. Ama Nâzım 'dan da, başka ustalardan da sonra şiir yazılacaktı.”
Aradan yıllar geçti, Ahmet Haşim Türkiye’de çağdaş şiirin önemli kilometre taşlarından biri kabul edilmeye devam ediyor. Nâzım Hikmet’in eserlerinin baskıları tüm dünyada sürüyor. Ahmet Arif’in Hasretinden Prangalar Eskittim kitabı, Kasım 1968’den bu yana 113 baskı yaptı (Bilgi 1 baskı, Cem 43 baskı, Everest 57 baskı, Metis 12 baskı). Bilgi yayınlarından çıkan ilk baskısı sahafta en son 1.750 liraya alıcı buldu.
Hasretinden Prangalar Eskittim,
İlk Baskı, 1968
Vecdi Seviğ, Mayıs 2017
ÖLÜM RAMPASI; SAKAR TEPE YOKUŞU
Aydın ve Denizli istikametinden gelen
tüm araçların Akyaka, Marmaris, Datça,
Köyceğiz, Ortaca, Dalaman, Fethiye ve
Antalya gibi turistik bölgelere ulaşımın
sağlandığı tek karayoludur.
Muğla ilinin önemli Turizm beldelerine
tek geçiş yeri olan 10 km. uzunluğundaki
Sakar Yokuşundaki son kazada 24 kişi
öldü. Bu tip kazaların önlenmesi için bu
yol 2015 yılında gidiş- geliş olarak
bölünmüş yol haline getirilmiş. Fakat
yinede kazaların önüne geçilememiştir.
Türkiye’de tünel açma teknolojisi çok
gelişmiş durumdadır.
Cengiz İnşaat ve Limak gibi firmalar
Almanya’dan büyük çaplı köstebek adlı tünel ve galeri açma makinesi getirip, Ankara- İstanbul Hızlı
Tren hattının kireçtaşı arazileri açmada kullanmışlardır. Bu işte başarılı olan bu firmalara buradaki
karayolu tüneli açma işi verilebilinir. Ki… Fethiye- Dalaman arasında ücret ile geçilen bir özel firma
tarafından işletilen bir tünel bulunmaktadır.
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2017 SAYFA 6
İSTANBUL’DA 1 BILINEN VE 2 HIÇ BILINMEYEN YER
Galata Kulesi
Galata Kulesi; Bir zamanlar Bizans’ın müttefiki Akdeniz’in ünlü tacirleri Cenevizliler tarafından yapılmıştır. Cenevizliler bu mahallede koloni kurmuşlardır. Latin- Haclı istilası sırasında Galata mahallesini Venediklilere 1204- 1260 yılları arasında kaptırmışlar. Sonradan Cenevizliler tekrar hâkim olmuşlar. Galata Kulesini 1349 yılında “İsa Kulesi” adını vermişler ve ilk halini inşa etmişlerdir. Daha sonraki yıllarda depremlerden hasar gören kule birçok defa onarılmıştır. Hezarfen Ahmet Çelebi bu kuleden kanatlarıyla Üsküdar’a geçmiştir. Orhan Veli mısralarda dile getirir kuleyi. Mimar Murat Bin Hayrettin tarafından onarılıp bugünkü ismi verilmiştir. Evliya Çelebi buranın bir süre zindan olduğundan, daha sonralarıysa gemi levazım ambarı olarak kullandığından bahseder. Yangın geçiren kule II. Mahmut zamanında tekrar onarılır. 14 kemerli penceresi bulunan kule İstanbul seyir terası olarak hizmet vermeye devam etmektedir. Haliç’in diğer tarafında yangın kulesi olarak kardeş olan Beyazıt kulesi 1874
yılında hizmete girmiştir. 67 metre yüksekliğindeki bu kulede birçok yabancı gezgin közde Türk kahvesini içmiştir.
Yoros Kalesi
İstanbul Boğazı’nın Karadeniz’e açıldığı yerde Asya yakasının en görkemli tepelerinden birinin üzerinde Yoros Kale’si yükselir. Bizanslılar tarafından boğazı kontrol amacıyla yapılmış, Yunanca tepe anlamındaki Oros kelimesinden alınmıştır. Bazı kaynaklarda Ceneviz kalesi olarak bilinir. Boğaz gemilerinin Anadolu Hisarı’na yaklaşırken Yoros Kalesi gözükür. Bizans’ın son iki yüz yılında Türk kuvvetlerine karşı direnen Anadolu Hisarı ve Yoros Kalesi ele geçmesinden sonra Bizans direnişi azalmıştır. Evliya Çelebi’nin Yormaz olarak adlandırılan Yoros kalesinin bulunduğu yer camisi, hamamı ve evleri olan bir köy iken, son yıllarda piknik yapılan bir mesire yeri halini almıştır. Yoros kalesinden Karadeniz harika görünümdedir ve kuzey rüzgârları size çok güzel bir gün geçirirsiniz.
Yemyeşil doğal çim alanlarda yürüyüş ve gezi yapmak size iyi gelecektir.
Arkadios Sütunu
Cerrahpaşa semti adını Cerrah Mehmet Paşa’dan almaktadır. Semtin bir mahallesi olan Avrat Pazarında Roma döneminden kalan büyük bir kütle bulunmaktadır. Bu sütun Kral Teodosius, oğlu Arkadios tarafından yaptırılmış ve üzerine de heykeli bulunmaktaymış. Heykel 421 yılında sütunun tepesine konmuş, 740 depreminde sarsıntıdan yere yıkılmış. 1204 yılındaki Haçlı işgali sırsında Bizans imparatoru V. Aleksios’u aşağıya atarak idam eden haçlılar sütunu iyice hırpalamışlardır. 1719 yılında Sultan III. Ahmet emriyle Pisa kulesini andıran kule yıktırılır. Günümüzde sekiz metre yükseklikte, altı metre genişlikte kule
kaidesi kalmıştır.
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2017 SAYFA 7
BİR EDEBİYAT AKŞAMINDAN
Mayıs ayında Edebiyat Topluluğu olarak İhsan Oktay Anar’ın Amat adlı
şaheserini okuyup, konuştuk ve kendi çapımızda inceledik.
İhsan Oktay Anar; özgün, araştırmacı, dahi yazarlarımızdan. Zevk
alarak yazdığını söylediği yedi romanı var belki de bu yüzden okuyucu
tarafından da zevkle okunuyor. Yazar ortalıkta olmayı sevmeyen,
reklam yapmayı istemeyen biri olduğu için bir sonra ki romanını
kitapçının raflarına dizilir dizilmez alıp, okumak için tetikte beklediğiniz
yazarlardan. Kendisi ile yapılan bir söyleşide artık roman
yazmayacağını, belki son bir tane daha yazacağını okuduğunuzda
üzüldüğünüz biri.
Amat yazarın postmodern (fantastik/büyülü gerçeklik) diye adlandırılan
tarzda yazdığı romanlarından. Romanda; 1670 yılında
Konstantiniye’den yola çıkıp, Ege denizi üzerinden Navarin’e doğru yol
alan Amat adlı bir Osmanlı kalyonunun seferi ve karşılaştığı olaylar
anlatılmakta. Aslında bir kalyon yolculuğundan çok iyilik ile kötülüğün,
insan ile şeytan arasındaki mücadelenin romanı.
Geminin kaptanı Diyavol Paşa, Süleyman Reis, Ali Reis, Nuh Usta,
İsrafil, Göbelez Baba ve diğerleri ile birlikte kalyonda iken; Venedik gemileri ile çarpışıp, veba ile
savaşıyorsunuz, kimi zaman yaralanırken kimi zaman da denizin üzerinde olmanın, karanlık gökyüzüne
bakarken yıldızları seyretmenin zevkini hatırlıyorsunuz. Yazarın zekice yerleştirdiği göndermeleri fark
edip mutlu oluyor, hatta elinizde ki kaynaklardan araştırıyorsunuz. Böylece sadece bir kitap okumakla
kalmayıp, bilgilerinizi pekiştirip, yenilerini öğreniyorsunuz. Yazar kitabı bitirdiğinde sadece olayları değil
sizi de kendisine bağlamış oluyor.
Sonra edebiyat akşamında
Çiğdemim Derneğin’de dostlarla bir
araya gelip yazar ve kitap üzerine
konuşmaya başlandığında,
dalgalarda salınırken atladığınız
detayları öğrenip seviniyorsunuz,
farklı bakış açılarını yakalayıp
heyecanlanıyorsunuz. En önemlisi
de okuduğunuz diğer kitapları
zamanla unutsanız bile burada
söyleşisini yaptığınız kitabı asla
unutmuyorsunuz.
Unutulmayacak paylaşımlarda bir
arada olmak, daha çok okuyup, konuşabilmek ve tüm güzellikleri birlikte yaşayıp, mutlu olmak
dileklerimle.
M. Sema Gönenç
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2017 SAYFA 8
BİZDEN BİR ÖYKÜ
SU(Ç) TESTİSİ
Cırcır böcekleri, sivrisinek vızıltısı eşliğinde, bunaltıcı yaz geceleri.
Radyo tiyatrosu biter bitmez bastıran uyku, baş yastığa konunca kaçıverir. Aile çay bahçesi
sunucusundan (Ercan Kont), kimin olduğunu bilmeden, dinleyip sevdiğim Bedri Rahmi’nin “Karadutum”
şiirini. Arabesk sanatçısının yanık sesinden “Kadir mevlâm senden bir dileğim var, beni muhannete
muhtaç eyleme” ve “Yandı Çukurova yandı” diyerek sıcak yaz günlerine cuk oturan
türküleri ezberlemiştim bu gecelerde.
Arka komşunun pikabından taşan “Veremli Kız” uzun havasının öksürüklü hasta
taklidi nakaratını; her gece aynı suskunluk, acıma, hayranlıkla dinler, dilek tutardık. Bugün işkence
diyebileceğim türden müziklerden.
Sinemalar seks furyası batağında boğulmuş, bütün artistler assolist olma telâşında. Müzik adına
“konuşan plaklar” diye doldurulmuş saçma sapan siyasi, cinsel içerikli seyyar
dondurmacı megafonlarından çoluk çocuğun diline düşmüş garip melodiler.
Bütün bunların yanında daha sonraları şöhret olunca arabeskin acısızını(!) deneyen çay bahçesi
sanatçısının türküleri nur nimetti. Her gece şans türkümüzü, şiirimizi yatağımızda dinleyerek tatlı rüyalara
dalardık.
Bir gece hepsini bastıran silah sesleriyle uyandık. İki üç dört diye sayarak fırladık yataktan. Bahçe
kapısından bakıyoruz, tüm komşular sokakta. Gecenin geç vakti, herkes uykulu. Merak, heyecan ve
telaştan yatak kıyafetleriyle gecelikli kadınlar, çocuklar; kimi erkekler beyaz
iç çamaşırları; şortlu, terlikli, yalınayak atmış kendini dışarı. “Kahveci Hakkı vurulmuş” dediler.
Büyükler birbirinin üstünü başını süzüp; kuş yuvasını andıran saçlar, çapaklı gözlerle gülüşen
çocuklara yalancıktan kızarak, kollarından çekiştire dürte üç beş dakika sonra dağıldılar. Çok olağan bir
şeymiş gibi sessiz sedasız herkes evine döndü, kaldığı yerden uykusuna devam etmeye.
Sabah karısı konu komşuya anlatırken duyduk. Kahveye gelen gençlerden biri ayağından
vurmuştu Hakkı’yı. İyiymiş, hastanedeymiş. Çenesi düşmüştü her zamanki gibi:
- Hakkı; etme, yapma. Çoluk çocukla uğraşmayı bırak. Kahvene gelenlerin hepsi okumayan, işsiz,
aylak, esrarcı, kumarcı, it kopuk takımı. Bir gün sana bir şey yapacaklar diye söylerdim, dinlemezdi. Ne
oldu? Az kalsın ölüyordu. Bana bir şey olmaz. Onlar çakal sürüsü; korkma yanıma yaklaşamazlar, yan
bakamazlar diyordu” diye dövünüp dururken öğrendik olayı yarım yamalak.
İşin aslını söylemiyordu laf kalabalığında. Kimse de fazla merak etmiyordu zaten. “Hakkı’da
matah biri değil, gençlere kötü örnek oluyor” diye düşünüyorlardı.
Kimsenin karısına kızına yan gözle bakmazdı ama mahalle ortasına, hiç olmayacak yere kahve
açmış, üstelik ne kadar “çakal” varsa toplamıştı başına. Mahalleden bir Allah’ın kulu, aklı başında tek kişi
kapısını açmamıştı kahvenin.
Kızlar, kadınlar çarşı pazara giderken tedirgin olurlardı oturanlardan; tipleri tip değildi çünkü.
Sokaktan geçemez, geceleri de kavga gürültüden uyuyamaz olmuştuk. Gün geçmiyordu polis baskını
olmadan. Ya silâh bulunuyordu tezgâh altında, ya da tuvaletlerde esrarlı sigara izmariti. Hadi Hakkı
kodese…
Karısına tembihlemiş “yatağımı alma hapishaneden” diye. Bir kat yatağı çarşafı dururmuş. Üç beş
bilemedin altıncı gün Hakkı içerde olurdu. Karısı o kapı senin bu kapı benim gezer, duyana
duymayana anlatırdı kocasının ne kadar masum(!) olduğunu. “İftira” derdi. Bir iki, hepsi mi? Kimse
inanmaz, ilgilenmezdi de “bize değmeyen yılan” misali…
Kahvenin arka tarafından evinin bodrumuna giriş vardı. Hemen kapısında da ağaçla çalı
benzeri garip bir bitki, kimsede görmediğimiz türden. Biz çocuklar Hakkı’nın bu ağaçtan uyuşturucu
ürettiğini, bodrumda gençlerle içtiğini uydurmuştuk. Ara sıra girip çıkarken evlerimizin damından
gözetlerdik heyecanla.
Öğrenci olayları, sağ sol çatışmaları henüz sokaklara inmemiş. Tek tük duyabildiğimiz cinayet ve
trafik kazalarının seyyar okuyucular tarafından destanlarının satıldığı, çoluk çocuk elden ele gezdirerek
her okuyuşta salya sümük ağlaştığımız dönemler.
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2017 SAYFA 9
Çok geçmedi, yine bir yaz gecesi, arka arkaya patlayan silah sesleriyle uyandık. Bu defa çekirge
sıçrayamadı; karısının sözleri yerini buldu. İt kopuk, çakal sürüsü, “işini bitirdi, defterini
dürdü” Hakkı’nın. Evinin bahçe duvarına gizlenen gençlerden biri kahveden çıkarken şarjörü boşaltıp
devirmiş, “dağ gibi” adamı.
Mahalleli de nefes aldı “su testisi suyolunda kırılınca”.
Şehir Dergisi/Ocak 2010
Fazilet Ünsal Eliaçık
SİNEMA TOPLULUĞU YÜZDE 12,29
Dernek bünyesinde, sinemaseverleri bir araya getirip birlikte film izlemek, filmleri ve yönetmenleri tanıtmak ayrıca oluşturulan kültürel ortamda mahalle sakinlerinin bir araya gelmesini sağlayarak Dernek-Üye ve komşuluk ilişkilerini güçlendirmek amacıyla etkinliklerine devam eden Çiğdemim
Derneği Sinema Topluluğu bu kez “Yüzde 12.29” adlı belgesel filmi birlikte izledi.
Yüzde 12.29, bedensel engelli bir grup tiyatrocunun hayatını bu düşüncelerden yola çıkarak izleyiciye sunuyor. Bedenlerinden çok dışarıdaki engelleri aşmak onlar için asıl mücadele alanı. Filmin yönetmeni Oktay Altunnar’ın da katıldığı gösterim sonrasında Altunnar filmin çekim sürecini ve yaşadıklarını anlattı. Sonrasında katılımcılarla söyleşti ve soruları cevapladı. Altunnar’a teşekkür belgesi ve çiçek ile Çiğdemim Derneğinin 20 yıllık öyküsünün anlatıldığı kitap hediye edildi.
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2017 SAYFA 10
ŞİİR KÖŞESİ
AYNALARIN CÜCESİ
Ellerim hiç
Savruk düşlerim Yıldızlara uzanır
Hiç gözlerim
Suların dansı Hoyrat
Tayfasız , kaptansız Dümeni yok
Gemiyim
Binbir gecenin şehrazatı Üşüyenlerin bilinci
Yetimiyim sevdaların
Dilsiziyim
Bakmazlardayım Çıkmazlardayım
Aynaların Cücesiyim
Söyleyin in / cin
Kimim bir / e Tapınan Ben ki
Şair /miyim Neyim
Dursun NADİR
PLASTİK TORBADAN VAZGEÇ!
BEZ TORBA KULLANMAYA ÖZEN GÖSTER,
GEREKTİĞİNDE PLASTİK POŞETİNİ DEFALARCA KULLANARAK SARFINI
AZALT.
BEZ TORBALAR ÇİĞDEMİM DERNEĞİNDEN 2.5 TL’YE TEMİN EDİNİLEBİLİR.
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2017 SAYFA 11
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2017 SAYFA 12
GEZİ NOTLARI
KUTSAL TOPRAKLARA YOLCULUK ( NİĞDE – KAPADOKYA )
29 Nisan Cumartesi sabahı derneğimizin önünden hareket ettik. Cenk her zaman ki gibi mutlu ve
heyecanlı. Üç günümüzü geçireceğiz güzel dostlarla birlikteyiz. Yeni yerler keşfetmenin merakıyla geçen
yolculuğumuzun ilk durağı Tuz Gölü oluyor. Gelin gibi karşımızda; büyülenmemek imkansız. Türkiye’nin
yüzölçümü bakımından ikinci büyük gölü olan Tuz Gölü, Kuzeyden güneye 80, doğudan batıya ise 60 km
boyutunda olduğunu
öğreniyoruz. Türkiye’nin tuz
ihtiyacının % 55’i Tuz Gölü’nden
karşılanmaktaymış.
Ziyaretçilerin bir kısmı çıplak
ayakla gölde yürümenin keyfini
yaşadıktan sonra Aksaray
rotasında yola devam ediyoruz.
Hasan Dağı tüm ihtişamıyla bizi
selamlıyor. Ana volkan konisini
oluşturan Büyük Hasan Dağı
(3268 m.); kuzeybatısındaki
Aksaray Ovası batısındaki
Obruk Platosu ve güneyindeki
Bor Ovası düzlüklerinden
aniden yükselerek kasvetli bir
doğal Abide görüntüsü
sunmaktadır. Oldukça taze ve
karakteristik volkan şekilleriyle ülkemizin en genç volkan dağları arasında bulunan Hasan Dağı volkanik
ünitesi tarihi çağlardan bu yana daldığı uykusuna devam etmektedir. Volkanik lavlar sonucunda oluşmuş
Ihlara Vadisi, içimizdeki doğa tutkusunu coşturuyor. Tatil olması sebebiyle hayli yoğun giriş
mücadelesinden sonra nihayet 394 basamağıyla bizi bekliyor. Giriş için Müze Kart geçiyor. Nefis hava
eşliğinde inişimizi gerçekleştirdik. Vadiyi doya doya keşfetmek ve kısa parkurda yürüyüş yapmak için en
az 3 saatinizi ayırmanız gerekli. Kanyon vadisi, bitki örtüsü, kilise ve şapelleriyle doğa, tarih, sanat ve
kültür olgusunun bir arada buluştuğu Ihlara Vadisi, Dünyanın ikinci büyük kanyonu olarak Kapadokya'nın
doğa harikasıdır. Melendiz Çayı, Ihlara Vadisi boyunca araziyi derin ve sarp bir biçimde yarmak suretiyle,
vadi boyunca görkemli ve çarpıcı
güzellikler meydana getirmiş. Ilısu ile
Selime arasındaki uzaklık kuş uçuşu 10
kilometre olmasına karşılık, akarsuyun
menderesler çizerek akması nedeniyle
gerçek uzaklık 18 kilometreyi
bulmaktaymış.Bizler 4 km.lik kısa
yürüyüşü tercih ettik..Umarım diğer
parkuruda yürüme şansımız olur. Bu
günlük Belisırma köyüne değin
yürüyüşümüz.
Ihlara Vadisi, içinde 5000 yerleşim
yeri, 105 adet kiliseyi barındırmakta
olduğunu güzel ve oldukça donanımlı
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2017 SAYFA 13
rehberimiz Fatma Şengül den öğreniyoruz.. Ancak bunlardan sadece 14 tanesi günümüze kadar
gelebilmiş ve 10 tanesi de halen canlılığını sürdürmektedir. Vadide yer alan kiliselerin hikâyeleri ise 6.
Yüzyıla kadar gitmektedir. Bölgenin geçmiş dönemlerdeki adı ise Peristremma’dır. Bu alanda yoğun
biçimde kiliselerin bulunmasının en önemli nedeni ise Hristiyan dünyası için için önemli bir dini merkez
olmasından dolayıdır. Din adamları olan Kesişler buralara gizlenerek ibadetlerini yapmış.Kök boyalarla
boyanan alçı sıvadan oluşan freskler maalesef yıpranmış olsa da renkleri hal etkileyici. Güzelyurt
Ordotoks mezhebinin kurulduğu yer olduğunu öğrenerek Ağaç altı Klisesi ve Yılanlı Kiliseleri ni gezdik
Batı duvarındaki yılanların
saldırısına uğramış dört çıplak
günahkar kadınla ilgili sahneden
dolayı kiliseye bu ad verilmiştir.
Sekiz yılanın saldırısına uğrayan
birinci kadına ait kitabe tahrip
olduğundan suçu
anlaşılmamaktadır. Yılanlar
ikinci kadını çocuğunu
emzirmediği için göğsünden,
üçüncü kadını yalan söylediği
için ağzından, dördüncü kadını
itaat etmediği ve söz dinlemediği
için kulaklarından ısırdıkları
rivayetini rehberimizden dinledik.
Yürüyüş de oldukça enerji
harcadığımız için Çatlak
restorant ta kiremitte nefis
alabalıkla kendimizi ödüllendirdik.Kısa mesafeden sonra Selime Katedraline ulaşıyoruz. Selime katedrali
ve manastırına çıkışta yüksek bir koridor karşımıza çıkar ki bu develerin çıkarıldığı kervan yolunun bir
kısmıdır. Selime’de kurulan pazar nedeniyle, kervanlar Selime'ye gelmekte ve kervanların güvenliği için
develer katedralin orta kısmına çıkarılmaktaymış. Bu kısmın üstüne de Selime katedrali ve manastırı
inşa edilmiş.Kayaların oyulmasıyla yapılan ve çoğu kiliseden oluşan yapılar Bizans sanatının izlerini
taşımakta. Delik deşik edilen dağ yerleşkeye çevrilmiş. kültür bakanlığı denetiminde olan bu güzel yere
mutlaka uğrayın. Aziz Gregorus tarafından ilk sesli ayinin yapıldığı yermiş ayrıca. Keyifli ve birazda
tehlikeli iniş ve çıkışlarla gezdiğimiz Selime’de duyduğumuz sesler ruhumuzu dinlendirdi adeta. Niğde’ye
doğru giderken yol boyu soğuk hava deposu olarak kullanılan kayaçların klimatik özelliğinden
yararlanılan oyukları gördük.
İç Anadolu’nun huzurlu şehri Niğde bekle bizi sana geliyoruz. Niğde’den çıkmış dillerden dile
dolaşan buraya özgü yaşanmış birde deyim var. Bor Niğde’ye yaklaşık 3 km mesafede bir ilçe. Bor
önceki dönemlerde kurulan pazarları ile meşhur bir ilçeymiş. Bir köylü eşeği ile pazara doğru
ilerliyormuş. Kasabanın yakınlarında ilerlerken su başında bir ağacın gölgesinde dinlenmeye başlar.
Yolculuğu erken saatlerde çıktığı için orada uykuya dalar. Uyandığında güneşin iyice battığını gören
köylü, acele olarak pazara doğru yola koyulur. Fakat pazar dağılmıştır. İşini bitirip pazardan dönen
köylüler bu durumu görünce ‘’Geçti Bor’un Pazarı Sür Eşşeği Niğde’ye’’ deyimi ortaya çıkar. O günden
bugüne bu deyim birçok şeyi anlatmak için kullanılır. Yoğun bir günün ardından şehrin tam göbeğinde ki
otelimize yerleşiyoruz. Yemeğe kadar dinlendikten sonra lezzetli sunumuyla günü taçlandırıyoruz.
İçimizde ki keşfetme duygusu yorgunluğumuzun önüne geçtiğinden yürüyüşe çıkıyoruz. Upuzun
caddesinin üzerinde neredeyse adım başı çekirdekçi görüyoruz. Sebebini anlamakta gecikmiyoruz.
Herkesin elinde çekirdek parklar dolu. Bizde Öğretmenler Parkına oturarak bu kültüre kolayca ayak
uyduruyoruz. Çıt çıt senfonisi eşliğinde dostlarla güzel bir akşamın ardından yeni güne hazırız.
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2017 SAYFA 14
Sabahın ilk saatlerinde aşkını taşa işlemiş Alaaddin Camisi’ne geliyoruz. Cami Selçuklu yapısı. Devir
Selçukluların hüküm sürdüğü altın bir devir. Yıllardan 1223. Niğde sancakbeyi Zeyneddin Beşere
Selçuklu hükümdarı 1. Alaaddin Keykubat adına, şimdiki caminin olduğu alana bir cami yapılması için
emir verir. Camiyi yapan taş ustası, sancakbeyinin kızına âşıktır ve aşkını dile getirecek imkânlardan
yoksundur. Neticede o bir taş ustası, sevdiği ise bir beyin kızıdır. O aşkını haykırmak istiyor fakat her
seferinde gerçeklerin taş gibi soğuk yüzüyle karşılaşmaya devam ediyordu. Fakat usta ne yapıp edip
aşkını bir şekilde ortaya koymaya bir kere karar vermişti artık. Bunu en iyi sanatıyla anlatabilirdi. Ve
usta sevdiği kızın yüzünü güneşle birlikte aydınlansın diye caminin giriş kapısına işledi. Artık aşkını
doğan güneş haykırıyor, taş dile geliyordu. Ümitsiz aşka tutulmuş ustanın yüreği böylece bir nebze olsun
felah buldu. Ve aşkı o kadar büyüktü ki bunu ancak güneş dillendirebilirdi… Rehberimizden hikâyeyi
dinledikçe büyülendik. Uygun güneş ışığının düşmesiyle kapıda beliren taç giymiş bir kız siluetinin ortaya
çıktığını görmek güzel bir duygu oldu bizlere. Kapısında ki Mukarnas süslemeler de ayrıca görmeye
değer.Rehberimizden kitabelerde mimarlarının adının yazılı olduğunu öğreniyoruz.Minaresinde ki
sekizgen kaide de İslami ruh tek tek işlenmiş üstelikte hiç tamir görmemiş.Yağmur suları için kullanılan
oyuklara çörlen denildiğini de bilgi dağarcığımıza katıyoruz.İçeriside oldukça etkileyici idi.Cenk her
zamanki gibi duasını ( yeni gezileri diliyor ) ettikten sonra çıktık.Ardından Sungurlu Bey Camisine
kadar kısa yürüyüşten sonra belediyenin kitap okuma salonuna giriyoruz.Tasavvuf Müziği eşliğinde
ikram edilen çaylarımızı içtikten sonra yola çıkma zamanı.İstikamet Gümüşler Manastırı.. Niğde’nin 17
km. güneyinde Adana-Kayseri yolunun 1 km. solunda, yeşilliklerle ve meyve ağaçları ile çevrili Bahçeli
Kasabasında Roma Havuzuna uğruyoruz. Havuz tamamen toprak altındayken, tesadüfen 1960’da
ortaya çıkarılmıştır. Antik mermerden yapılı olan havuz, Roma mermer sanatının 23x66x2,5 m.
boyutlarında olup çağının önemli örnek eserlerindendir. Rivayete göre tüm havuz sütle doldurularak
Cleopatra banyo
yapmış. Roma Havuzu
etrafındaki yeşil alan
bugün mesire yeri
olarak kullanılması
bence kötü olmuş.
Tyana antik kentini ve
su kemerlerini görmek
için yola devam
ediyoruz. Ünlü bilge,
Tyanalı Apollon’un
doğduğu yer
Kemerhisar ‘da.
Kesinlikle görülmesi
gerekir. Bolca fotoğraf
çektikten sonra
Gümüşler kasabasına
geliyoruz. Kapadokya
ya gelecekseniz
buraya da gitmelisiniz.
Dünyada tek olan gülümseyen Meryem Ana" ikonunu görebilirsiniz. Büyük bir kaya kilisenin içine oyulan
manastır Kapadokya bölgesindeki günümüze iyi korunarak gelmiş ve en büyük manastırlardan birisi
fakat gerek müze girişinde gerekse de müzenin içerisinde yeteri kadar bilgilendirme mevcut
değil. Ülkemizde adını yeterince duyuramamış olsa da halen daha çözülememiş esrarengiz yapıtları ve
muhteşem mimarisiyle keşfedilmeyi bekliyor. Güzel bir günün ardından otelimize dönüyoruz.
Yeni gün Kapodokya ‘ nın en güzel seyir terası Uçhisar Kalesi ile başlıyor. Perslerin Kral Yolu ve
Selçukluların İpek Yolu üzerine kurulmuş Uçhisar, bölgenin en stratejik noktası. Zeminden gökyüzüne
tüm görkemiyle yükselen Uçhisar Kalesi, Roma döneminden bu yana, yöre halkı tarafından oyularak çok
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2017 SAYFA 15
sayıda oda, ev, sığınak, depo, sarnıç, mezar, mahzen, yapılmış. Zirveden vadiye kadar yedi kat
yerleşimiyle ilginç bir yer altı şehri aslında burası. Uçhisar Kalesi, birbirine yakın iki dev peribacasından
oluşuyor. Yöre halkı büyüğünü “Ağanın Kalesi”, küçüğüne “Çavuşun Kalesi” olarak adlandırmış. Kale
güneyden 50 metreyi, kuzeyde vadi tarafından ise 100 metreyi aşan bir yüksekliğe sahip. Uçhisar
Kalesi’ne çıkmak için onlarca basamağı göze almanız gerekiyor, ancak merdivenler öyle çok dik değil.
Dinlene dinlene çıkmak ve her bir noktada manzaranın keyfini çıkarmak mümkün. İlk önce birkaç tünel
ve mağaradan geçiyorsunuz, daha sonra dış kısımdan yükselen merdivenler bulunuyor. Soluklanarak
veya fotoğraf molası vererek zirveye çıktığınızda ise önünüze üç yüz altmış derece nefis Kapadokya
coğrafyası sizi karşılıyor. Kalenin zirvesine ulaştığınızda, güneyde Güvercinlik Vadisi’nden kuzeyde
Avanos’a, doğuda Ortahisar Kalesi’nden, Göreme Milli Parkı’na kadar Kapadokya coğrafyasının enfes
manzarası sizi bekliyor. Tüm görkemliyle sizi selamlayan Erciyes’ten Hasan Dağları’na kadar, göz alıcı
renklere boyanmış Kapadokya vadilerinin tüm güzelliği gözlerinizin önünde. Tüm bu güzelliklere ulaşmak
çok da kolay olmadı. Hem
rüzgarın aşırı engeline hem de
merdivenlere yenik düşmedik…
Daha sonra kuş sesleri eşliğinde
saatlerce seyredebileceğiniz ve
fotoğraf çekmek için ideal yer
olan Güvercinlik Vadisine ne
geliyoruz.
Uçhisar ve Göreme arasındaki
bu geniş vadi, adını gerçekten
de güvercinlerden alıyormuş.
Rivayete göre, 9. Yüzyılda
başlayan güvercin
yetiştiriciliği ile beraber burada
yaşayanların dikkatini çeken
üzüm yetiştiriciliğinde güvercin
gübresinin çok faydalı
olduğudur. Bu nedenle bugün
de göze çarpan kayadan oyma
yuvalar, tarım işçilerinin verimini
artırabilmek adına, evler yerine vadiyi seçmesiyle oluşur. Sadece tarımda değil, aynı zamanda kilise
duvarlarını renklendiren çizimlerin ve desenlerin renklerini koruyabilmek, fresklerin sağlam kalmasını
sağlayabilmek adına da güvercin gübrelerinin verimli olduğu için kullanıldığı söylenir.
Vadiden sonra Göreme Açık Hava Müzesi ‘ne geldik. Oldukça yoğun girişten sonra içerdeyiz. Bu
bölgeye gelmeyi düşünürseniz kesinlikle müze kart çıkarmalısınız.Yoksa girişler oldukça pahalı Bölge,
1985’den bu yana doğal ve kültürel varlık olarak UNESCO’nun Dünya Mirası Listesi’nde yer
alıyor. Coğrafi oluşumlar olağanüstü. Vadinin hikâyesi M.S. 4. Yüzyılda, İlk Hıristiyanlık dönemlerinde
başlamış. Kayseri Piskoposu Aziz Basil’in bölgeye gelerek öğretilerini yaymaya, öğrenci yetiştirmeye
başlamasıyla manastır hayatı vadiye hakim olmuş Kapadokya’ya gelip de görmeden gitmenin eksik
bırakacağı, Aziz Basil’in ilham kaynağı, gelmiş geçmiş binlerce keşişin düşüncelerini kayalara kazıdığı
Göreme Açık Hava Müzesi’nin içinde, gezilesi görülesi onlarca manastır kilise ve şapel bulunuyor. .
Kızlar ve Erkekler Manastırı, Aziz Basileus Kilisesi, Elmalı Kilise, Aziz Barbara Kilisesi, Yılanlı Kilise,
Karanlık Kilise, Çarıklı Kilise ve Tokalı Kilise gezilebiliyor. Kliselerde amaç öğreti ve ibadet olsa da, her
birine sanki farklı mistik rüzgârların esintisi değmiş, devirden devire götüren apayrı duraklar haline
getirmiş. Çoğunlukla Hazreti İsa’nın ve İncil’in hikâyelerini anlatan freskler ise, hala o dönemlerin
kokusu geçmemiş, renklerinin feri sönmemiş, ‘bir zamanlar bizler de yaşadık’ diyen enerjisi tükenmemiş
halde ziyaretçilerini bekliyor benden söylemesi.
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2017 SAYFA 16
Şapkalı peri bacalarının sıklıkla küçüklü, büyüklü enteresan örneklerini görebileceğiniz ilginç ama
bir o kadar güzel bir yer olan Paşa bağların da ki peribacaları ile bolca fotoğraf çekerek kısa süreli ziyaret
ediyoruz. Üç Güzeller efsanesine göre; Kapadokya’da bir kral, bir de prenses yaşamaktadır. Kralın kızı
olan prenses bir çobana aşık olur ve evlenmeye karar verip evlenirler. Ancak prensesin ve çobanın
evlenmesinde kralın onayı bulunmamaktadır.
Bu prenses ve çobanın bir de çocukları olur. Prenses, kral torununu görürse belki yumuşar ümidiyle
babasını ziyaret eder. Fakat acımasız kral prenses, çoban ve çocuklarının peşlerine asker gönderir. Kral
tarafından yakalanıp öldürülmeleri emredilmiştir. Üç Güzeller efsanesine göre artık kaçmaları imkânsız
olan prenses, çoban ve çocukları için prensesin ‘Allah’ım, bir mucizeni göster, bizi bu eziyetten kurtar’
şeklinde yakarışta bulunur. Prensesin sesinin Allah tarafından duyulduğuna inanılan Üç Güzeller
efsanesinde prenses, çoban ve çocukları birer taşa çevrilmiştir. Efsaneye göre en önde duranın çoban,
arada duranın çocuk, en arkada duranın da prenses olduğuna inanılmaktadır. Hem efsaneleri dinlemek
hem de oraları görmek keyfimizi arttırıyor.
Güzel rehberimiz peri bacalarının oluşumunu anlatıyor. O bölgede bulunan üç yanardağın
faaliyetiyle oluşan küf tabakası havayla temas ettiğinde kayaç oluşuyormuş.Nehirler ve hiç bitmeyen
rüzgarların aşındırması ile çapları 1 -1.5 m. Ye kadar olan peri bacaları oluşmuş.Şapkalarında da bazalt
oranı fazla olduğu için daha sert ve silindirik oluşumlar gerçekleşmiş.
Yerleşik hayata geçilmesi ile seramik sanatı ve çömlekçilik gelişmiş. İyi bir usta olabilmek için en az
on yıl emek verilmesi
gerektiğini öğrendiğimiz
Avanos’tayız. Avanos
toprağın sanata dönüştüğü
yer. Kızılırmak kıyısına
kurulmuş olan Avanos
Kapadokya gezimizin
en keyif aldığımız
noktalarından
birisi. Çömlekçide önce nasıl
yapıldığına tanık oluyoruz.
Nilgün Ablamın da hünerini
gösterme fırsatını keyifle
izliyoruz. Rapido kalemiyle
seramiklerin nasıl
süslendiğini gördükten sonra
ellerimizde poşetlerle oradan
ayrılıyoruz. Ve bir gezinin
daha ardından yollara düşüyoruz… “Bir yolculuğun en iyi ölçüsü kat ettiğin kilometreler değil, yolculuk
sırasında edindiğin arkadaşlardır.” Sözünü bir kez daha doğrulayarak güzel dostluklar ve paylaşımlarla
dopdolu evimize dönüyoruz. Elbette sonraki rotanın heyecanıyla. İzlerin peşinden değil de kendi
izlerimizi bırakarak gezilerde buluşmak dileğiyle…
Müjdem Demet Yücelgen
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2017 SAYFA 17
ANADOLU’DA BİR AMERİKALI SARIKIZ; KİRBY
Fay Kirby 1926’da Amerika’da doğmuş, yüksek öğrenimini Cornell ve Columbia Üniversitelerinde tamamlamıştır. Kirby, 1947-1950 yılları arasında Türkiye’de öğretmenlik yapmış ve 1951’de tekrar geldiği ülkemizde 1954 yılına kadar kalarak Köy Enstitüleri”ni incelemiştir. Bu inceleme esnasında Türkiye’nin neredeyse tüm illerini dolaşan Kirby, 1954’te bu çalışmaya esas oluşturan doktora tezini tamamlamıştır. Kirby, 1962 yılından sonra Türkiye’ye yerleşmiş. İzmir dolaylarında bir tarım işletmesi kurmuş ve burayı çalıştırmış. Niyazi Berkes ile evlenmiş, bu evlilik bittiğinde Niyazi Berkes Kanada’ya, Kirby ise Ankara’ya yerleşmiştir. Bundan sonra yaşamını İngilizce dersleri vererek sürdüren Kirby, 1990 yılında Ankara’da yaşamını yitirmiştir. “Tezde varılmış sonuçlardan anlaşılacağı gibi bir eğitim hareketi olarak Köy Enstitüleri’nin toplumsal gelişim ve değişim sürecini hızlandırmaktaki etkinliğinin evrensel boyutlarını kavrayan, kendi deyimi ile ‘dünya ölçüsündeki değerini anlayan’, bunu bilimsel yöntemlerle irdeleyip değerlendiren, bu alanda bugün bile aşılamamış en kapsamlı ve özgün araştırmayı yapan ilk eğitimbilimci Fay Kirby olmuştur. “ Kaynak; Öğretmen Dünyası Dergisi Mayıs 2017 Eki. Fay Kirby kitabının önsözünde şöyle der; Türkiye Halkı, Kemalizm devrimciliğine dönerek güvenle yürümek için, eğitim işlerini yönetecek olanların çok daha fazla gerçekçi olmaları, halkın da gerçekleri eskisinden daha iyi kavraması gereklidir. Bu incelemede görüleceği gibi, Kemalizm’i benimsemiş görünen birçok kişinin gösterdiği kararsızlık, korkaklık ya da kendi çıkarlarını koruma eğilimleri, Türk olan her şeyin en Türkü, yerli olan her şeyin en yerlisi olan bir eseri, kökü dışarıda ve toplum yıkıcısı olarak gösteren hilebazlara müthiş kolaylık hazırlamış, buna birçok vatandaşın gözü bağlı inanmasına neden olmuştur. Bu durumun gelecekte yinelenmemesinin bir güvencesi yoktur. Geçmişin deneyimlerine bakarak, bu tür girişimlere karşı uyanık olmak, yalnızca Türk eğitiminin önderlerinin değil, Türk Ulusu'nun ve Devleti'nin bağımsız yaşaması ve yükselmesi ülküsüne bağlanmış her insanın görevidir.
Fay KIRBY (Temmuz 1961, Kanada)
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2017 SAYFA 18
SÜS TAŞLARI
SEDEF
Süs taşlarıyla ilgili ilk yazımda, mineralleri anlatırken, hatırlarsanız sıcaklar başladığında, sizlere
deniz kenarında gezmeyi teklif etmiştim. Bu günlerde o sıcaklar başlayınca, sizlerle biraz denize girecek,
biraz deniz kenarında yürüyecek ve biraz da deniz kabuğu toplamaya çalışacağız. Bu seferki gezimizin
nedeni, sedefin nasıl oluştuğunu sizlere anlatmak...
Bu güne kadar deniz kenarında yürüyüp de, deniz
kabuğu toplamayan yoktur sanırım. Çünkü deniz
kabuklarının gizemi herkesi büyüler. Ayrıca, deniz kabuğu
peşinde geçirilen zaman, tatilin en zevkli anlarından
biridir. Sedefin de ana malzemesi, bildiğiniz gibi deniz
kabuklarıdır. Peki, nedir sedef ve deniz kabuklarını
yaratan bu gizemli oluşum.?
Her deniz kabuğu, ait olduğu canlının yaşam
biçimine uygun özel bir evdir. Bizler nasıl kendimize
uygun evler yapıyorsak, o kabukların içinde yaşayan hayvanlar da, evrimin izin verdiği ölçüde evini
yapar. Deniz kabuklarının içinde yaşayan hayvanlara “yumuşakça“ adı verilir... Adından da anlaşılacağı
gibi bu hayvanlar, kemiksiz ve de yumuşak yapılı olduğundan, derilerini daha doğrusu vücutlarını
korumak için, kendilerine özgü bazı evlerin, yani kabukların içinde yaşarlar...
Eğer insanların, yumuşakçalar gibi iskeleti olmasaydı, herhalde ayakta durmakta zorlanırdı.
Denizin içinde bizi, bir oyana bir bu yana savuran dalgalarla mücadele etmek zorunda kalırdık. Ama sert
bir kabuk içinde, güvende olurduk değil mi? İşte yumuşakçalar da bu yolu seçerek, sert bir kabuk
tarafından korunmanın yolunu bulmuşlar. Sedeften oluşan bu kabuklar, onları sadece dalgalardan değil,
başka hayvanlara akşam yemeği olmaktan da korumaktadır. Yumuşakçalarda kii bu kabukla korunma
içgüdüsü zamanla gelişerek, onları kabuklarını daha sağlam ve daha kalın yapmaya yöneltmiştir...
Yumuşakçalar yumurtadan ince kabuklu ve gelişmiş olarak çıkar. Hayvan büyüdükçe, kabuk da
onunla birlikte büyür. Kabuğu oluşturan malzeme yani kalsiyum karbonat (CaCO3), yumuşakçanın
vücudu tarafından salgılanır. Salgılanan bu malzeme sertleşince, sedeften kabuğu oluşur. Zamanla bu
kabuk büyür ve gelişir.
Bu hayvanların kabukları altında bulunan iç organlarını, bir arada tutan örtüye ise “manto” denir.
Yumuşakçaların kanında, bol miktarda kalsiyum vardır. İşte yumuşakçaların kanından ayrılan bu
kalsiyum, mantonun bazı noktalarından dışarıya doğru salgılanarak, manto üstünde kalsiyum karbonat
kristalleri oluşur... Bu kristaller çoğaldıkça ve yan yana dizildikçe, sert bir kabuk oluşmaya başlar...
Manto, kalsiyum kristallerinden oluşan bu salgıyı, kabuk istediği kalınlığa ulaşıncaya kadar salgılamaya
devam eder...
Sonunda kalın ve sağlam bir kabuk ortaya çıkarır. Bazı kabukların üzerinde ki diken, damar ve
çukur gibi süsleri, bu aşamada gerçekleştirir. İncinin de, sedeften oluşan bir süs taşı olduğunu yeri
gelmişken hatırlatmak isterim... Başka bir yazımda, sizlere incinin oluşum hikayesini ve sahte incilerin
ise, nasıl anlaşılacağını anlatmaya çalışacağım...
Mantonun bir diğer özelliği ise, kabuğun rengini yaratmaktır. Bunu da içindeki özel hücreler
yardımıyla, yiyeceklerdeki boya maddelerini toplayarak yapar..! Toplanan bu boya maddelerini yeri
geldiğinde kullanır. Nasıl mı? Kalsiyumu mantodan dışarıya salınırken, renk hücrelerini de birlikte
salınarak kabuktaki renklenmeyi sağlar... Bu aşamada Yumuşakçanın kabuğu büyürken, renk hücreleri
de aynı zamanda ve aynı yönde kabuk yüzeyine salınırsa, renkli düz bir çizgi oluşur. Eğer renk
hücrelerinin salınması aralıklarla olarsa, bu defa da yüzeyde düzenli nokta ya da çizgilerden oluşan ilginç
desenler ortaya çıkar...
Yumuşakçaların sedeften oluşan kabuklarının, yüzlerce hatta binlerce türü olduğunu,
televizyonlardaki belgesellerden biliyoruz. Bunların farklı büyüklükte, şekilde ve renkte kabuklar
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2017 SAYFA 19
oluşturduğunu deniz kenarında gezerken görmüşsünüzdür. Bu kabuklar genellikle dondurma külahı, Çinli
şapkası, minare, topaç ve küreği andıran şekillerde oluşur. Bunlardan bazıları midye gibi çift kabuklu,
bazıları ise şeytan minaresi gibi tek kabuklu olur. Boylarıysa farklı boyutlarda olabilir. Bazı yumuşakçalar
1,5 metre boyunda, 250 kilo ağırlığında çift kabuklu dev bir deniz tarağı olabilirken, en küçüğü ise, pirinç
tanesi kadar küçük bir deniz tarağı olabilmektedir...
Bu bilgileri aktarırken, umarım sizleri sıkmadım. Ama yumuşakçaların bu özelliklerini anlatmadan,
sedefin nasıl oluştuğunu sizlere anlatamazdım. Bu nedenle yumuşakçalardaki kabuk oluşumunu
anlatarak, sedefi daha iyi tanımanızı sağlamaya çalıştım. Bu çabam sonrasında, yumuşakçaların
korunmak için oluşturduğu kabukların, içlerinin inci parlaklığında, dışlarının ise renkli desenlerle
süslü, girintili çıkıntılı ve sedeften yapılmış evler olduğunu, böylece öğrenmiş olduk…
Cengiz KARAKÖSE
Jeoloji Yüksek Mühendisi
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2017 SAYFA 20
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2017 SAYFA 21
KARADENIZ'DE ORMAN KATLIAMI
Trabzon'un Sürmene İlçesini bilir misiniz? 1989 yılında ilk defa Karadeniz'e Artvin- Hopa'ya gittiğim zaman buradan geçmiştim. Birçok kişi buranın önemini bilmez. Sürmene'den sonra Karadeniz Teknik Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesinin bulunduğu mevkii ye Kastel adı verilir.
Burası bir köydür, Sarı Çam Ormanlarının Karadeniz'de denize sıfır indiği yerdir. Dünya da nadir görülen bu duruma önem verilmediği maalesef görülmektedir. 1989- 1990 yıllarında Bakır sondajları için Hopa- Arhavi Peronit ve Sürmene- Çamardı mevkiinde çalışmıştım. İşyeri açmak için gittiğim devlet dairelerindeki görevliler bundan söz ettiklerinde öğrenmiş ve bana çok ilginç gelmişti.
Karadeniz’deki birçok akarsuya Hidroelektrik santral lisansı verenler, daha sonra Fırtına vadisine ve Artvin’de yine Hidroelektrik santral yapmaya başlamışlardır. Buradaki küçük toprak parçalarında yetişen güzelim meyve ve sebze bahçeleri yok oldu. Daha sonra iç turizm diye yaylalara binalar yapıldı. Uzun göl etrafına beton yaya yolu yapıldı. Verimli arazi toprağımız Çoruh nehriyle Batum’a gitmektedir. Orada verimli deltalarda karpuz ve şeftali yetiştiğini görmüştüm, hatta 2010 yılında gittiğim zaman satın alıp yemiştik. Karadeniz sahil yolu ve bol miktardaki tüneller ile doğanın dengesi zaten bozulmuştu. En son yapılan da “Yeşil Yol” projesi uygulamaya konmaya çalışıldı. Halkın direnişi bakalım ne kadar gidecek. Menfaat için inşallah sağır- dilsiz olunmaz diyeceğim. Karadeniz bölgesine ve halkına yapılan bu kadar zulüm sonrası halkın tepkisi ne olacaktır… Merak edilmektedir…
Turhan Demirbaş
DERNEĞİMİZ ve KÜTÜPHANEMİZ HER GÜN
11:00– 17:00 SAATLERİ ARASINDA AÇIKTIR. KÜTÜPHANEMİZDE GÖNÜLLÜ
OLARAK GÖREV ALMAK İÇİN BİZİ ARAYABİLİRSİNİZ.
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2017 SAYFA 22
KÜTÜPHANE’DE ŞAİR VAR…
Attila İlhan, 15 Haziran 1925’te İzmir’in Menemen İlçesi’nde doğdu. 11 Ekim 2005 yılında, 80 yaşındayken son nefesini verdi. Sadece roman ya da şiir yazmamış, aynı zamanda sanat eleştirmenliği ve senaristlik de yapmıştır. Attila İlhan, henüz lise 1. sınıfta okurken, âşık olduğu kıza Nazım Hikmet’in şiirlerini armağan etmeye başlamıştı. Bu sebepten dolayı hem okuldan uzaklaştırıldı hem de gözaltına alındı. Yaklaşık 3 ay hapis yattı. Hakkında, “Türkiye’de hiçbir okulda okuyamaz raporu” verildi. Daha sonra hapisten çıktı. Bunun üzerine kendisi hakkında verilen bu karara itiraz etmek için Danıştay’a gitti. Bu karar orada bozulunca, tekrar eğitim ve öğretim
hayatına başladı. Önce Işık Lisesi’ne kaydoldu ardından İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni kazandı. Gazetecilik yaptı. Paris’te kaldığı sürede Fransızca öğrendi. Başlıca şiir kitapları; Yağmur Kaçağı, Tutuklunun Dünyası, Korkunun krallığı, Ayrılık Sevdaya Dâhil, Böyle Bir Sevmek, Kimi Sevsem Sensin, Bela Çiçeği, Ben Sana Mecburum, Elde Var Hüzün, Duvar, Sisler Bulvarı, Yasak Sevişmek.
Hasan Hüseyin; 1927'de Sivas'ın Gürün ilçesinde doğmuştur. Hasan Hüseyin, Adana Erkek Lisesi'ni 1948'de, Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü'nü 1950'de bitirdi. Öğretmenliğe Göksun'da başladı. Siyasi eylemleri gerekçesiyle öğretmenlikten atıldı, tutuklandı, hüküm giydi. Şair 1983'te beyin kanaması geçirdikten sonra bir yıl bitkisel hayatta yaşadı. 26 Şubat 1984'te evinde yaşama gözlerini yumdu. Ayrıca Hasan Hüseyin Korkmazgil'in eşi Azime Korkmazgil'den "Bir Oğlum Olacak Adı Temmuz" şiirinde adı geçen Temmuz Korkmazgil (1965) isimli bir oğlu vardır. Şiirleri; Kavel, Temmuz Bildirisi, Kızılırmak, Kızılkuğu, Ağlasun Ayşafağı, Oğlak, Acıyı Bal Eyledik, Kelepçemin Karasında Bir Ak Güvercin, Koçero Vatan Şiiri, Haziran'da Ölmek Zor Filizkıran Fırtınası, Acılara Tutunmak, Işıklarla Oynamayın, Tohumlar Tuz İçinde, Kandan Kına Yakılmaz.
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2017 SAYFA 23
Ataol Behramoğlu; Ataol Behramoğlu, 13 Nisan 1942’de, Azerbaycan kökenli bir ailenin çocuğu olarak babasının yedek subaylığı sırasında Çatalca’da doğdu. Çocukluk ve ilk gençlik yılları, ziraat müdürü olan babasının görevi nedeniyle Türkiye’nin çeşitli yörelerinde geçti. İlkokul üçüncü sınıfa kadar Kars’ta öğrenim gördü. İlk, orta ve lise öğrenimini Çankırı’da tamamladı. Bir süre Ankara Hukuk Fakültesi’ne devam etti, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümü’nün derslerini izledi, aynı fakültenin Rus Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi (1966) . Şiir Kitapları; Bir Ermeni General, Bir Gün Mutlaka, Yolculuk Özlem Cesaret ve Kavga Şiirleri, Ne Yağmur... Ne Şiirler... Kuşatmada, Mustafa Suphi Destanı, Dörtlükler, İyi Bir Yurttaş Sevgilimsin, Aşk İki Kişiliktir, Yeni Aşka Gazel, İki Ağıt, Beyaz İpek Gibi Yağdı Kar, Okyanusla İlk Karşılaşma, Hayata Uzun Veda, Beyaz İpek Gibi Yağdı Kar.
2017 Oğuz Tansel Çocuk Yazını ödülü Yalvaç
Ural’a verildi. Çiğdemim Derneği
Kütüphanesine ismini veren Oğuz Tansel’i
saygıyla anıyoruz.
“Kendini Akıllı Sanan Tilki”, “Mızmız Sırtlan”,
“Komutan Tilki”, “Yoksul Eşek”, “Kapı Soytarısı
Maymun Bey”, “Yuvasız Yaban öküzü” ve
diğerleri... Binlerce yıl önce Kenger yazmanlar
tarafından derlenen ve çivi yazısıyla kil
tabletlere yazılan bu masallar, insanlık tarihinin
ilk yazılı hayvan masalları, Sümer sözlü
anlatım döneminin ilk edebi ürünleri.
Çocuk Edebiyatı’nın usta kalemi Yalvaç
Ural’ın, iki yıllık bir çalışmanın ardından Sümer
Hayvan Masalları / Yaban öküzü Boynuzlu
Tilki başlığı altında topladığı kırk altı Sümer
masalı ise dünyada bu güne dek fabl olarak
yazılmış ilk ve tek kapsamlı örnek.
Sümerlerden kalan kaba kurguları,
atasözlerini, deyimleri ve kırık tabletlerin eksik
çevirilerini yazar gözüyle tamamlayan Ural’ın
bu özgün çalışmasını, Erdoğan Oğultekin’in
dönemi yansıtan, özenli çizgileri tamamlıyor.
Bir zamanlar Sümer’de
Ne aslan varmış, ne sırtlan.
Ne kurt, ne yabanıl köpek;
Ne korku, ne kaygı, ne endişe,
Ne de Kenger’in bir düşmanı.
Kaynak; Çağdaş Türk Dili Dergisi Mayıs 2017
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2017 SAYFA 24
OKULÖNCESİNDE NEDEN SATRANÇ
Satranç her yaşta oynanabilen ve her yaşta öğrenebilen bir oyundur. Yalnız çocukların zihinsel gelişimi düşünüldüğünde, satranca erken yaşlarda başlamak önemlidir. Satranç oyunu bir düşünce sporudur.Çocuğun bir spora yatkınlığının gelecekteki başarısı için önemli olduğu göz önünde bulundurulursa, satranca başlama yaşı 4 ile 6 yaş arasında olmalıdır. Okulöncesi kurumlarda oyunlarla eğlenerek satrancı sevdirmek ve öğrenmesini sağlamak her açıdan gelişimine destek olur. Satrancı sadece bir oyun olarak değil, öğrenmeyi öğretme aracı olarak da kullanmalıyız. .Çocuk bir satranç oyununda zihnini ancak sahip olduğu satranç bilgisi oranında zorlayabilecektir.Bu yüzden zeka ve kişilik gelişiminde satrançtan en yüksek oranda yararlanabilmek için sabırlı olunmalı ve uzun süreli bir satranç eğitimi göze alınmalıdır. Böylece ezbercilikten uzak düşünen, sorgulayan, zorluklar karşısında yılmayan, mücadeleci bir ruh yapısının gelişmesini sağlar. Satranç "Gerçek hayatın küçük bir modelidir" bireyi çok küçük yaşlarda gerçek hayata hazırlar. Akıl oyunları içerisinde diğerlerinin dar kapsamlı önceden belli olan bir sonuç yerine satrançta aktif bir bilinç vardır. Ayrıca kişilik gelişimine katkısı olan bütün dünyada kabul görmüş bir eğitim aracıdır. Erken yaşlarda satranç eğitimi ilkokula hazırlık olarak tüm bu yararlarıyla dinamik düşünen mantık yürüten derslerde zaman kontrolu ve dikkati toplama, odaklanma becerisini kazandırması yönüyle de okul başarısını artırmaktadır. Satrançta çocuğa kazandırılan problem çözme becerisi, matematiksel düşünme becerisi ve akılda tutma becerisi kazandırır ve bu durum ilkokuldaki derslerdeki başarısını artırır. Satranç;Kurallara uyma,dostça oynama,kaybetmeyi hırçınlaşmadan kabullenebilme ve kazananı kutlayabilmeyi öğretir. Satrancın Down sendromlu, Hiperaktif, kendini ifade etmekte güçlük çeken, içe kapanık çocukların davranışlarında onların sosyal bir birey olarak yaşamlarını devam ettirmelerinde büyük katkıları vardır.
Bir spor olarak kabul edildiğinden lisans çıkartılarak 6 yaştan itibaren elit bir spor dalı olarak da belli dönemlerde düzenlenen turnuvalara katılarak süreklilik sağlanabilir. Bu açıdan bakıldığında satranç sosyalleşme adına da bir araçtır.
Satranç Öğretmeni TSF Satranç Antrenörü ve Ulusal Hakem
Hatice Caymaz
ATIK PİLLERİ, BİTKİSEL YAĞLARI VE HER TÜRLÜ ATIĞI
DERNEĞİMİZDE TOPLUYORUZ.
HER TÜRLÜ KAĞIT VE PLASTİK KAPAKLARI DA DERNEĞİMİZE
GETİREBİLİRSİNİZ.
LÜTFEN DERNEĞİMİZE GETİRDİĞİNİZ ATIKLARI BİRBİRİ İLE
KARIŞTIRMAYIN.
PLASTİK KAPAKLARIN YANINA KONAN PİLLER AYRIŞTIRMA
AŞAMASINDA OLUMSUZ SONUÇLARA YOL AÇMAKTADIR.
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2017 SAYFA 25
MAHALLE SAKİNLERİNDEN PORTRELER
Sıdıka ve Muzaffer TEKEL
Çiğdemim Derneği’nin tiyatro, konser ve gezilerine fırsat bulduklarında katılan Tekel çifti mahallemizin sevilen ve sayılan kişilerinin arasındadırlar. Aile bağlarının çok kuvvetli olduğu tavır ve davranışlarından belli olan çiftimizin bir kızı ve bir oğlu vardır. Çocuklarına ve torunlarına çok özen gösterdikleri bilinmektedir. Muzaffer Bey; Türk Sanat Müziği aşığı, son aylarda Başkent Üniversitesi Klasik Batı Müziği konserlerine giderek, müzik zevkini zenginleştirmeye başladı. Bu arada tam bir kitap kurdu, seçici davranması kendisinin okuma zevkinin olduğunu anlamış olmaktayız. Muzaffer Bey, 45 yıl devlet hizmeti sonunda Sayıştay’dan emekli oldu. Sıdıka Hanım ile beraber gittiğimiz, Pembe Köşk Müze gezimizde İnönü’nün kızı Özden Hanım nereden geldiğimizi sorduğunda, Sıdıka Hanım düzgün bir şekilde öğretmenliğin verdiği tecrübe ile Çiğdem Derneğini çok güzel anlattı. Sıdıka Hanım; 1970 yılında Kız Teknik Yüksek Öğretmen okulunu bitirdi. Sandıklı ve Şereflikoçhisar Kız Meslek liselerinde müdürlük yaptı. 1977 yılında Kız Teknik Yüksek okuluna atandı. 1989 yılında “Sanatta Yetkinlik” unvanı aldı. 1993 yılında “Yardımcı Doçent” olarak atandı. Yayınlanmış “İç Giyim” isimli kitabı, proje çalışmaları ve makaleleri bulunmaktadır. İstanbul’da El Sanatları fuarı, Ankara, Kastamonu, Afyon, Çorum ve Kırşehir’de karma sergi ve defilelere katıldı. Gazi Üniversitesi Mesleki Yaygın Eğitim Fakültesinden Öğretim Görevlisi olarak emekli oldu. Mahallemizin değerli insanları Tekel çiftine sağlıklı ömürler dileriz.
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2017 SAYFA 26
MUHTARIMIZDAN
Sevgili Komşularımız, 19.Paylaşımımız mahallemizle ilgili bilgileri içirmektedir. Öncelikle bütün komşularımıza hayırlı Ramazanlar diliyoruz.
1. Çankaya Belediyesi daha önceden sözünü verdiği ‘Çiğdem mahallemize yüzme havuzu yapacağız’ sözünü yerine getirerek 1549-1557 caddenin kesişme noktasında bulunan alana yüzme havuzunun temelini 20.05.2017 tarihinde komşularımızla birlikte atmıştır. Bu hizmetinden dolayı başta Belediye Başkanı Alper Taşdelen olmak koşuluyla tüm belediye çalışanlarına teşekkür ederiz.
2. Hasan Ali Yücel Sosyal Bilimler lisesi’ne çıkan yolun Çankaya Belediyesi ekiplerince asfaltlanması tamamlanmıştır.
3. Malesef, Enerjisa tarafından mahallemizde 1564-1575-1577-1586-1589 ve 1588 sokak ve caddeleri kapsayan bir kazı yapılmış Atatürk hastanesi arkasında yapılmaya devam eden şehir hastanesinin enerjisi mahallemizde bulunan yeni dağıtım merkezinden götürülmüştür. Umarım kısa zamanda kazılan yerlerin asfaltlaması tamamlanır.
4. Mahallemizin devlet okulu olan Ahmet Barındırır okulumuzun başarıları;
Ankara İl Genelinde düzenlenen “Tüketici Hakları” konulu karikatür yarışmasında, Elif Tuğba
Kanar birinci ve Nezih Emir Tekeli üçüncü olmuştur.
TÜBİTAK 11.Dönem Ortaokul Öğrencileri arası proje yarışmasında Ayça Çaylı üçüncü olmuştur.
Çankaya Okulları arası “Sevgili Peygamberimizin yolunda Temel İslami Bilgiler” konulu bilgi
yarışmasında Elif Tuğba Kanar, Yusuf Furkan Yenikomşu, Zeynep Sevim Kanar’dan oluşan ekip
birinci olmuştur.
1. dönem TEOG sınavında Fatma Arza Altınsoy, 2.Dönem TEOG Sınavında Kayra Güçlü, Yusuf
Furkan Yenikomşu, Bahar Nur Bahçeli, Burak Emet ve Dilara Dallı Tam puan almışlardır.
Ankara ili genelinde salon futbolu (FUTSAL) dalında birinci olmuştur.
Yavrularımızı başarılarından dolayı kutluyor geri kalan yaşamlarında başarılarının devamını diliyoruz.
5. İşçi blokları mahallesinde bulunan Pazar yerimiz Çankaya Belediyesi tarafında yenilenerek tekrar kullanıma açılmıştır.
6. Büyükşehir Belediyesi ilaçlama ekipleri öncelikle Şirindere bölgesi olmak koşulu ile ağaçlık ve sulak alanları sinek oluşumuna karşı ilaçlama çalışmalarına devam etmektedir.
7. Çankaya Belediyesi Park ve Bahçeler Müdürlüğü ekipleri Parkları ilaçlama ve çimenleri biçme işlemine devam etmektedir.
8. Çankaya Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğünün düzenlediği kültür gezilerinden bir tanesi olan Amasra gezisini, mahallemizde bulunan bina çalışanlarının katılımıyla gerçekleştirdik. Olanakların elverdiği oranda diğer komşularımızla bu gezilere devam edeceğiz.
Hasan Hüseyin Aslan 0533 653 90 60 - 287 73 78
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2017 SAYFA 27
ÇOCUKLARLA EDEBİYAT
Her ay edebiyat ile ilgilenen komşularımızla toplanıp o aya konu olan yazarın, romanı veya şiirlerini okuyarak üzerinde konuştuğumuz edebiyat akşamları gerçekleştiriyoruz.
Bizim keyifle gerçekleştirdiğimiz bu etkinliğe çocukları nasıl katarız düşüncesinden yola çıkarak, çocukları kendileri için yazılan kitapların yazarları ile bir araya gelmelerini sağlayarak durumu onlar için daha eğlenceli ve ilgi çekici hale getirmek istedik.
Çocuk kitapları yazarı Pelin Güneş’i Ahmet Barındırır İlkokulu 2. sınıf öğrencileri ile daha önce belirlenen Elma Yayınevinden çıkan “Momo’nun Sarayı” ve “Kalbinaz Beklerken” kitaplarını konuşmak üzere 11 Mayıs 2017 ve 22 Mayıs 2017 tarihlerinde Oğuz Tansel semt Kütüphanesinde bir araya gelmelerini sağlayarak çocuklar için oldukça eğlenceli ve keyifli yazar ile tanışma ve okuma günleri gerçekleştirdik. Kitap ile ilgili konuşmaktan çok keyif alan çocuklar yazara kitaplarını imzalatmanın mutluluğu ile söyleşiden ayrıldılar. Söyleşi sırasında bizler de parkta veliler ile sohbet etme fırsatı bulduk, etkinlikten oldukça memnun olan veliler, etkinliğin devam ettirilmesini istediklerini ve bu konuda kendilerinin de destek olabileceklerini dile getirdiler.
Haziran ayında yayınevinin daveti üzerine çocuklar Elma Yayınevini ziyaret ederek, yazarın hayalinden kitapçı rafına gelene kadar kitapların geçirdiği sürece tanık olacaklar. Bu deneyimin onların dünyasında önemli bir yer tutacağını düşünüyoruz. Birlikte çocuklar ve gençler için daha güzel projelerde ve etkinliklerde bir araya gelmek dileği ile…
Zuhal YÜKSEL
YENİ ÜYELERİMİZ
Geçtiğimiz ay içerisinde üyelik başvurusunda bulunan ve Yönetim Kurulumuz tarafından üyeliği onaylanan Sayın, Nimet Ercan, İhsan Akşehirli ve Meşerret Emine Baydar’a
aramıza hoş geldiniz diyor ve bu gönüllü desteklerinden dolayı teşekkür ediyoruz. Henüz üye olmayan komşularımızı da aramızda görmek istiyoruz. Üye formunu
doldurup bir fotoğraf vermeniz yeterli. Yıllık üyelik aidatımız 25 TL.dir.
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2017 SAYFA 28
ASLI ERDOĞAN
Yazar, Mühendis, Fizikçi, Balerin ve Dansçı… Hürriyet Gazetesi İnternet sayfasında
tutuklandığını görünce şaşırmıştım. Cern teknolojisi üzerine iki yıl Cenevre’deki merkezinde
çalışan ilk Türk olarak bilinmekteydi. 135 gün tutuklu kalıp serbest kalmış, bir gazetenin
(Özgün Gündem) danışmanlığı yüzünden bu cezaya çarpıtılmış. Cenevre’de çalıştığı sıralarda
Karayip Adalarında Fizik Konferansına katıldığı sıralarda yaşadıklarını yazdığı “Kabuk Adam”
kitabını Çiğdemim kütüphanesinden aldım ve okudum.
Kitapta Tony adında yerli bir adam ile tanışır. Bu adam ona Rastafari felsefesinden söz eder.
Tony; Karayip mercan masiflerine dalıp deniz kabuğu çıkararak yaşayan ve küçüklüğünde
cinsel tacize uğramış bir insan.
Rastafari; Afrika’nın
zenginliğine dönüş
anlamına gelen bir felsefi
görüştür. “Marihuana”
içenlerin bir araya geldiği
Rasta felsefesi olarak
düşünülen Rastafari,
aslında pek de bu kadar
basit bir şey değil. Dini
bir inanç olmadıklarını
her yerde dile getirmeye
çalışan Rastafari akımı,
aslında müziğin kanatları
altında evrensellik,
kardeşlik, sevgi, saygı,
barış gibi temaların
harmanlanıp “bir” olduğu ırksal düşmanlığa, dünya barışına karşı olanlara bir başkaldırıdır.
Ritüel, din, evrensellik, sevgi, barış gibi tanımları müzik çatısı altında toplamış bir akım,
Rastafari hakkında bilinmeyenler! Rastafari, söz konusu dini inanç olunca, İncil’in doğruluğuna
güveniyor. Rastafari üyeleri, evlerinden, memleketleri Afrika’dan götürülmek zorunda bırakılan
atalarından bu yana, cehennemde ya da Araf’ta oldukları inancına sahip.
Sarı; memleketleri Afrika’nın zenginliğini simgeler. Kırmızı; Jamaika tarihi genelinde siyahî ırkın çektiği işkenceler, şehitlikler, acılar boyunca döktüğü kanı simgeler. Siyah; Köklerine dönmek için Rastafari akımını başlatan siyahî insanları simgeler. Yeşil; Her şeyi doğal olan memleketlerinin bitkisel zenginliğini ve zulmün sona ermesini simgeler.
Turhan Demirbaş
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2017 SAYFA 29
SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ
24 Nisan 2017 ‘de Edebiyat Akşamında, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü kitabını söyleştik.
Ahmet Hamdi Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü kitabında, Osmanlının son dönemi ile cumhuriyetin ilk yıllarına, insan ilişkileri ve sosyal hayatı anlatarak ışık tutmaya çalışmıştır.
Yazar, Hayri İrdal karakterinin hayatını anlatırken, dönemleri de anlatmaya çalışmıştır.
Sanayileşmeyi saat, çalışmayı da zaman imgesiyle anlatmaya çalışan Tanpınar, doğululuktan çıkmanın batılı olmak anlamına gelmediğini, Halit Ayarcı ile Hayri İrdal’ın karşılaşmalarından sonraki olaylar örgüsü ile anlatmıştır.
Hayri İrdal için, Halit Ayarcı ile karşılaşması miladtır. Hayri İrdal’ın bilgisi Halit Ayarcının ‘’ Her şeyi mantığın dışına çıkarmak için ona biraz dikkat etmek gerekir’’ becerisi ile birleşince para ve şöhretin ışıltılı dünyası kapılarını açmıştır.
İşe saatleri ayarlamakla başlanır. Şehirdeki saatler, kollardaki saatler, ceplerdeki saatler özenle ayarlanır. Geç kalan saatlere ceza kesilir. Ayarlanacak saat çoktur. İsveç saatlerinin en iyi müşterisi Müslümanlar, Müslüman ülkeler arasında da Türklerdir.
Enstitü, Saat ustası tasavvufçu Nuri Efendi’nin felsefi sözleri ve düşünce sisteminden yola çıkılarak oluşturulmuş olsa da bolca yalan ve hayal üzerine kurulmuştur.
Yapılan iş her ne kadar Hayri İrdal’ın vicdanını zaman zaman rahatsız etse de sağladığı imkanlar vazgeçmesini engellemiştir.
Kitapta, Nuri Efendi ve İrdal’ın oğlu Ahmet’den çok az bahsedilse de olay örgüsünde bir denge sağlamaktadırlar. Bu karakterler; Etik değerleri olan, üretmeyi esas alan, dolduruşa gelmeyip yaşamlarını kendilerinin çizdiği yolda sürdürmeye çalışan insanlardır. Diğer karakterlere baktığımızda ise( Sayıları oldukça çok) üretmeden yaşayan, başkalarının zaaflarını ve imkanlarını kullanarak yaşamaya çalışan insanlar olarak görürüz.
Enstitü her tökezlediğinde, Hayri İrdal’ın bulduğu çözümleri, müthiş bir propaganda ya dönüştüren Halit Ayarcı kurumu ayakta tutmayı başarmıştır. Ancak, kurum çalışanlarını ev sahibi yapmak için kurulan kooperatif, kurumu iflas ettirmiştir. Çünkü, hayal ile gerçek ilk kez karşı karşıyadır. Çalışanlar ilk kez sorumluluk alacaktır. Bu durumda Halit Ayarcı çaresiz kalmış ve kurumdan ayrılmıştır. Alt kadronun işine son verilse de üst düzeydekiler Tasfiye Komisyonu adıyla işlerine devam etmişlerdir.
1961 yılında yayınlanan bu romanda, Ahmet Hamdi Tanpınar Osmanlı’dan cumhuriyete geçişi, koşulların insan karakterleri üzerine etkisini alaycı imgelerle oldukça da derinlemesine tahlil etmiştir.
Mübehher Özbek
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2017 SAYFA 30
SİNEMA AKŞAMINDAN
Mayıs ayında sinema etkinliğimizde İstanbul doğumlu
Elia Kazan’ın yönetmenliğini yaptığı Rıhtımlar Üzerinde
(On The Waterfront) filmini izledik. 1955 yılında 8 dalda
Oscar, 4 dalda Altın Küre, Bafta gibi ödülleri toplayıp
götürmüş bol ödüllü bir filmdi.
Film, gözden düşmüş bir boksörün sevdiği kızın ve
pederin, baskı ve teşvikiyle vicdan muhasebesi
yaparak liman sendikasını yöneten mafya
bozuntularının cezalandırılmasını sağlamasını,
karşılığında ödediği ağır bedeli, işçilerin durumunu ve
duruşunu anlatıyor. Ne kadar yazık ki filmin 1954 yılında çekilmesine rağmen
güncelliğini hala korumakta olduğunu düşünmeden duramıyorsunuz.
Filmin çok ünlü,100 yılda 100 replik listesinde üst sıralarda yer alan ‘Taksi
Sahnesi’nde abi kardeşin
konuşmaları ve kardeşin isyanı:
… Biraz havam olabilirdi!
Mücadeleci olabilirdim. Kişilik
sahibi olabilirdim. Serseri
olacağıma. Ben birileri
olabilirdim…” repliği bizleri de
etkiledi ve düşündürdü.
Filmi izledikten sonra aramızda
yaptığımız sohbet, fikir
alışverişi, filmin çekimi sırasında yaşananların paylaşımı gibi etkenler yüzünden
burada gerçekleşenin filmi birlikte izlemenin çok daha ötesinde bir şey olduğunu,
çok daha fazla keyif aldığımızı fark ederek ayrılıyoruz dostlarımızdan.
Bir sonraki filmde buluşmak dileğiyle,
M. Sema Gönenç
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2017 SAYFA 31
AMASRA GEZİSİ
Çankaya Belediyesinin kültür gezileri kapsamında düzenlediğimiz Amasra Gezisine büyük çoğunluğu mahallemizdeki apartman görevlileri ve ailelerinden oluşan 40 kişiyle katıldık. Rehber eşliğinde Kale, Ağlayanağaç, Boztepe, Kaleiçi evleri, Fatih camii ve Küçük Kilise’yi dışarıdan görüp gezdik. Daha sonra yöreye özgü tahta oymacılığı ve el sanatlarının satıldığı Çekiciler sokaktaki çarşıda alışveriş molası verildi. Öğlen salata-balık menüsüyle yemeğimizi yedik. Akşam dönüş öncesinde Öğretmenevinde akşam yemeğimizde vardı. Katılımcılara ve Çankaya Belediyesine teşekkürler.
Aynı kapsamda 20 Haziran 2017 Salı günü, 65 Yaş üstü komşularımızla Konya Gezisi düzenleyeceğiz. Ücretsiz gezi için, muhtarlıktan ikametgah alıp derneğimize kayıt yaptırabilirsiniz.
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2017 SAYFA 32
ÇİĞDEM’DE BAHAR ESİNTİLERİ KONSERİ
Derneğimiz Yavuz Ahmet Demirden Türk Sanat Müziği Korosu “Çiğdem’de Bahar Esintileri” konseriyle komşulara güzel bir akşam yaşattı. Başkent Üniversitesi Kolej Ayşeabla Okulları salonunda gerçekleşen muhteşem konserde koro; Hüzzam ve Muhayyer Kürdi eserlerden oluşan repertuvarıyla izleyicilerden tam not aldı.
Şef Aziz Çağatay yönetiminde gerçekleşen konsere misafir sanatçı olarak katılan, TRT Sanatçısı, Güliz Çağatay muhteşem yorumuyla katılımcıları büyüledi. Koronun ve solistlerin okudukları parçalara izlemeye gelen 300’e yakın konuk da yer yer iştirak etti.
“ÇİĞDEMİM RESİM TOPLULUĞUNDAN
YÜREĞİMİZDEKİ
RENKLER SERGİSİ”
Mahalle sakinlerine resim
yapmayı sevdirmek ve bunu
yaparken de sosyal ilişkileri
güçlendirmek amacıyla
çalışmalar yürüten Çiğdemim
Resim Topluluğu üyelerinin
bu dönem çalışmalarından
oluşan resim sergisi açıldı.
TAURUS AVM’de açılan ve
“Yüreğimizdeki Renkler” adı
verilen serginin açılışında
mahalle sakinleri bir araya
geldi.
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2017 SAYFA 33
47.KROMOZOM
Çiğdem Mahallesinde
Yaşam Engel Tanımaz
projemizin kapanışını
Çankaya Belediyesinin
Engelliler Haftası nedeniyle
düzenlediği etkinliklerin
açılışında 47.Kromozom
adlı oyunu sayın Tutku
Gül'ün başarılı
performansını izleyerek
yaptık. Oldukça duygusal
anların yaşandığı etkinlik
için Çankaya Belediyesine
ve emeği geçen herkese
teşekkürler.
Aynı etkinlikler çerçevesinde “Hayata Farklı Bakış” adlı fotoğraf sergimiz Çağdaş
Sanatlar Merkezinde yeniden sergilendi.
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2017 SAYFA 34
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2017 SAYFA 35
ÇİĞDEMİN SESİ HAZİRAN-2017 SAYFA 36