25

Cadı Kazanı Sayı 19

Embed Size (px)

DESCRIPTION

ASPEG derneğinin 2 ayda bir çıkardığı elektronik bültendir.

Citation preview

Page 1: Cadı Kazanı Sayı 19
Page 2: Cadı Kazanı Sayı 19

BBüülltteenn EEkkiibbiiCumhur ErşahinGülşen KüçükaliAhmet SomuncuEnder UsuloğluKKaattkkııddaa BBuulluunnaannllaarrHaldun Aydıngünİsmail Haydar AksoyBülent DemirEbru GüvenMehmet Ali KocataşRoaxana RoseataMesut ŞenKKaappaakk FFoottooğğrraaffEnder Usuloğlu, Parsık MağarasıAArrkkaa KKaappaakk FFoottooğğrraaffııMesut Şen

Anadolu Speleoloji Grubu DerneğiASPEGwww.aspeg­tr.orginfo@aspeg­tr.org© Tüm Hakları Saklıdır. Bülten İçeriği KaynakGösterilerek Ticari Olmayan AmaçlarlaKullanılabilir.

Fotoğ

raf:E

nder

Usulo

ğlu

Page 3: Cadı Kazanı Sayı 19

Bülten Ekibinden...Herkese Merhabalar !Bültenimizin bu mizanpajda son sayısıdır. 19. sayı ile 3. yılı geride bırakarak, 4.yılımıza yeni ekip ve mizanpajla gireceğiz. Speleosanat ve Speleokültür bölümleriniSpeleokültür olarak birleştiriyoruz. Biliyor muydunuz bölümü kalkarak yerine teknikmalzemelerle ilgili bölüm gelecek.Temmuz Ağustos ayları, mağaracılık açısından yoğun geçti. Türkiye'de sıralamaya 3tane ­500'ün altına inen yeni mağaralar eklendi; iki tanesi bitirildi biri devam ediyor.ASPEG olarak yeni projemize başladık. Aksaklıklara rağmen gayet başarılı geçti veseneye hazırlıklara şimdiden başladık. Resmi bir proje olduğu için ilk yılınsonuçlarından bahsedemiyoruz.Yeni arkadaşlarımızdan Bülent Demir, kanyonculukla mağarayı karşılaştırdı. HaldunAydıngün abimiz bizi eskilere götürdü ve eksik malzeme olduğundan neleryaptığımızı anlattı; Dağcılıkta. Mehmet Ali arkadaşımız, Parsığı anlattı bize. Hepsineteşekkürlerimizi sunuyoruz.İyi okumalar !

Bu Sayıda...Gezi ve Etkinliklerden Kısa Kısa 4Speleokültür 5Eskiden Dağ Malzemelerini Nasıl Alırdık? 9Speleo Sanat 16Biliyor muydunuz? 17Üstü Açık Mağaralar 18Parsık Mağarası 20Yaşadıklarımız 21İngilizce Özetler (Abstracts) 24

Page 4: Cadı Kazanı Sayı 19

Ω Ağustos ayı içinde ASPEG, projekapsamında Dedegöl dağlarına iki gezidüzenlemiştir.Ω 22 Ağustos'ta O'mag ve BUMADüyeleri, Bahçecik Subatanına /Yalova'yabir gezi düzenlemişlerdir.Ω 23 Ağustos'ta KMG Tozmandüdeni'ne günübirlik bir gezidüzenlemişlerdir.Ω BÜMAK­İTÜMAK­BUMAD,Kayseri'de Çem düdeni'ne Ağustosayında gezi düzenlediler. Çem düdeni­500 m'nin altına indiği ve devam ettiğigörüldü.Ω 13­14 Ağustos tarihlerinde, KMGCindi mağarasına bir etkinlik gezisidüzenlemişlerdir.Ω 6­7 Ağustos tarihlerinde, KMGCindi mağarasına bir etkinlik gezisidüzenlemişlerdir.Ω 2­3 Ağustos'ta yeni üyelerimizieğitmek için Parsık mağarasına gezidüzenledik.Ω BUMAD, ITUMAK ve O'mag üyeleriKeş dağı düdenine Temmuz ayında gezidüzenlemişlerdir. ­600 m'ye inenmağara devam etmektedir.Ω 25 Temmuz'da yeni üyelerineğitimi için İnönü yaylası ve mağarasınaASPEG olarak gezi düzenledik.Ω 18 Temmuz'da KMG Doğançayır'abir faaliyet düzenlemişlerdir.Ω MAD, Temmuz ve Ağustos başındaolmak üzere Yaylacık mağarasına iki gezidüzenlediler. ­600 m derinlikte veyaklaşık 6 km toplam uzunluğu ilemağara bitmiş etraftaki diğermağaralara bakılmıştır.

Ω 26­29 Ağustos tarihlerindeHÜMAK, Balatini ve Altınbeşikmağaralarına bir gezi düzenlediler.

Ω IZMAD­DEUMAK yaz aylarındaAntalya Güngörmüş'e bir gezidüzenlediler. Keşfi yapılan Dombramağarası ­240 m civarında ve devametmektedir.

GGeezzii vvee EEttkkiinnlliikklleerrddeenn KKııssaa KKııssaa......

Cadı Kazanı Sayı 19 (Temmuz­Ağustos 2011) sayfa 4

Fotoğraf: Hakan Erdemir, Yenicekale etkinliğinden

Page 5: Cadı Kazanı Sayı 19

Cadı Kazanı Sayı 19 (Temmuz­Ağustos 2011) sayfa 5

Son üç Balkan mağaracılar kampınakatıldım. Zamanım ve imkanlarımelverdiği ölçüde uluslar arası mağaracılıketkinliklerine, ufkumu genişletmek içinkatılmaya gayret ediyorum. İlk katıldığımBalkan kampı, Türkiye'de Antalya'da idi.Diğer ikisi sırasıyla Romanya veMakedonya'da oldu.Balkan Mağaracılar birliği, 2002 yılında 2Eylül, Bulgaristan'ın Vratza kasabasında,Bulgar, Yunan, Sloven, Makedon,Karadağ ve Sırp federasyonlarınınimzaları ile kuruldu. Kanunen,Yunanistan'da kayıtlı olan federasyonun,resmi posta adresi Bulgaristan'dadır.Kuruluş amacı aşağıdaki gibidir;1. Balkan ülkeleri arasında her türlümağaracılıkla ilgili bilgi ve işbirliğiniartırmak,2. Etkinlikler, eğitimler ve kurtarma içinkarşılıklı hem ulusal düzeyde hem dekulüpler bazında ekipler oluşturmak,3. Ortak ilgi doğrultusunda, karşılıklı veçoklu ekspedisyonlar yapmak,4. UIS'in yabancı ülkelerde yapılacaketkinliklerde izlediği mağaracılık ahlak

temel anlayış olarak alınacaktır,5. Protokolü imzalayan bütün ülkelerfederasyon ve kulüp bazında işbirliğineaçık olmak durumundadır gibi başlıcaamaçları vardır.Hafızam beni yanıltmıyorsa, Ali Yamaç veyardımcısı olarak ben TMB'nin genelsekreterliğindeyken bu protokolüimzaladık ve 2007 yılında bu birliğe dahilolduk. Dahil olduğumuz birliğin üyeülkelerindeki mağara kulüplerinin sayısıbelki çok bir şey ifade etmeyebilir tekbaşına ama en azından ülkelerin,nüfuslarını gözetmeden, mağaracılıkkonusunda ne kadar aktif olduğunugösterebilir.Kurulu Mağaracılık Kulüpleri /Nufüsa (2009) göre % mağaracılıkkulüpleriArnavutluk: 2/ 0,63/1,000,000Bosna Hersek: 14 /3,64/1,000,000Bulgaristan: 36 /4,75/1,000,000Hırvatistan: 40 /

SSppeelleeookküüllttüürrBSU Kampları VeDüşündürdükleri II Ender Usuloğlu / ASPEG

Page 6: Cadı Kazanı Sayı 19

Cadı Kazanı Sayı 19 (Temmuz­Ağustos 2011) sayfa 6

9,00/1,000,000Yunanistan: 21 /1,85/1,000,000Kosova: 3 /1,35/1,000,000Makedonya: 7/ 3,40/1,000,000Karadağ: 5 /7,89/1,000,000Romanya: 44/ 2.00/1,000,000Sırbıstan: 9 /1,23/1,000,000Slovenya: 47/ 23.00/1,000,000Türkiye: 21 /0,28/1,000,000Ortalama:4.9/1,000,000Sadece kurulu kulüplere bakarak,mağaracılıkta aktif başı çeken ülkelerinSlovenya, Romanya, Hırvatistan veBulgaristan olduğunu görüyoruz. Kulüpsayısını nufüsa oranladığımızda, sıraSlovenya, Hırvatistan, Karadağ,Bulgaristan şeklinde sıralanıyor. Yaniaktif olanlar BSU'yu kurmuşlar.

Türkiye'deki BSU KampıGenelde Temmuz ayında düzenlenen BSUkamplarına ilk katılımım ülkemizdeki

organizasyondu. 2009 yılında, Antalya'dagerçekleşen kampa katılım yüksekolmakla beraber organizasyonda orta birperformans sergiledik. Kampın yeri güzelolduğu için (Kadir'in yeri ve plaj)mağaracılar sosyal anlamda kaynaşmaimkanını bol bol buldular. Bilgi transferi,sunumlarla bir yere kadar yapıldı amazaten tatil havasında olduğu için birçokinsan sunumlara katılmadı. Kampın yerigüzel olmakla beraber mağaralara uzaktıve zaten gidilen mağaraların çoğu yatayveya turistikti. Halbuki, mağaracılarınkaynaşacağı, tanıyacağı yerlerden biri demağaralar olması gerekir diyedüşünüyorum.Romanya'daki BSU Kampı2010 yılında Temmuz ayında gerçekleşenkamp, Romanya'nın Macar sınırına yakınmağaraların tam ortasındaydı. Kamp yeri(nefis ormanlar içinde) her açıdan tatminediciydi. Organizasyon, bir ulaşımharicinde iyiydi. Bu sefer sunumlar azolmakla beraber, ortak kurtarmatatbikatının bir mağarada yapılması,gerçek mağaracılık bilgi ve tecrübetransferi ve mağaracıların kaynaşması

açısından oldukça iyiydi. Bol bol herkesmağaraya girdi ve mağarada dostluklarkuruldu. Hem dikey hem de yataymağaralar olması, herkese hitap etmesi

Fotoğ

raf:R

oxan

aRos

eata,

BSUK

ampı

Page 7: Cadı Kazanı Sayı 19

Cadı Kazanı Sayı 19 (Temmuz­Ağustos 2011) sayfa 7

açısından iyiydi. Bununla birlikte,herkesin ağırlıkla kendi grubuylatakılması dikkat çekiciydi.

Makedonya'daki BSU Kampı2011 Temmuz ayında gerçekleşen kamp,Makedonya'nın orta yerinde mağaralarayakın bir bölgedeydi ve kamp yerikoşulları gayet iyiydi. Organizasyoniyiydi. Tek problem en azından kendiaçımdan mağaraların yatay ve küçükolmasıydı. Bizim zorlamamızla, Türk ekibibir tane dikey obruk'a girdik. Songündeki büyük veda yemeği ve partisigüzeldi. Fotoğraf yarışmasındanfotoğraflarla sergi açılmasıda oldukçagüzel bir aktiviteydi. Bununla birlikte 3yıldır gelenlere baktığımda hep aynıinsanları görmeye başlamıştım. Bu da,insanların çoğunun etkinliğin yapılanülkeyi görmek ve bazı insanların hepberaber takılmak istediği gibi bir izlenimuyandırdı bende. Sonuçta bende hemMakedonya'yı hem de göremediğiminsanları görmek için ordaydım. Bizimzorumuzla sunumlar yapıldı. Ufkum

genişledi mi? Pek değil.Elimde veri olmadığı için sadece

gözlemlere göre yorum yapmakdurumundayım. BSU ve düzenlediğikamplar birinci amaç olan insanlarıntanışması ve kaynaşmasına ön ayakolmuştur. İnsanlar, milliyetçiliğin (kiUluslar arası organizasyonlardanormaldir) elverdiği ölçüde kaynaşmıştır.Romanya'daki kurtarma tekniklerininortak bir zeminde yapılması ve dikeymağaraların olması vesilesiyle Tek İpTekniğindeki farklılıklar gözlemlenmiştir,bilgi ve teknik tecrübe kaynaşmasıolmuştur. Bununla birlikte, BSUkamplarından kişisel beklentim birazdaha farklı. İnsanların birbirini tanıması,kaynaşması, partilerle ve yemeklerlebiraraya gelmesi güzel bir şey ama BSUdediğimiz çatının, teknik tecrübe ve ortaketkinlikleri artırmasını bekliyorum.Bulgaristan, Romanya, Hırvatistan veSlovenya hariç diğer Balkan ülkelerindeve Türkiye'de bir sürü araştırılmamışbölgeler ve mağaralar var. BSU kampları,

Fotoğ

raf:G

ülşen

Küçü

kali,

BSUK

ampı

Page 8: Cadı Kazanı Sayı 19

Cadı Kazanı Sayı 19 (Temmuz­Ağustos 2011) sayfa 8

araştırmaya yönelik kamplara dönmesibence çok iyi olur. Bu hem gidilenbölgedeki mağaraların araştırılması, buaraştırmaların yapılırken, sadecepartilerle değil de mağaracılık yapılarakkaynaşılması yerinde olur. Bu bölgedekimağaraların devam etmesi durumunda,ortak etkinlikleri beraberinde getirecektir.Ayrıca bu kamplarda her ülkeyi temsilen(bu federasyon başkanları veya temsilcisiolabilir) bir mağaracı, o ülkede geçen biryılda neler yapıldı bunları sunumlapaylaşmalıdır. Birbirimizden haberdarolmak istiyorsak, neler yaptığımızıbilmemiz en doğru yaklaşımdır. Yine,kampın yapıldığı zamanda, mesela bazıkonularda bilgiyi ölçmek ve transferiyapmak için bir mağaranın haritasınınölçümü veya çizimi ilginç bir etkinlikolabilir. Veya kamplardan birinde Balkanmağaracılık sempozyumu da eklenebilirprograma. Kısacası, son kampta etrafımabaktığımda, gelen insanların hemenhemen aynı olduğunu görüyorum vegelenlerin çoğuda mağaradan çok oülkeyi görmek istemesinden hem dekendi grubundan veya daha evveldentanıştığı insanlarla biraraya gelmekistediği için geliyor.

Bu tabii ki kötü bir şey değil ama birliğinkamplarından beklentim biraz daha fazlao kadar.Fo

toğraf

:End

erUs

uloğlu

,BSU

Kamp

ıFo

toğraf

:End

erUs

uloğlu

,BSU

Kamp

ı

Page 9: Cadı Kazanı Sayı 19

Cadı Kazanı Sayı 19 (Temmuz­Ağustos 2011) sayfa 9

1980 yılında Boğaziçi Üniversitesinden dörtarkadaş Kaçkar'a gidip, buzulu çıkmaya kararvermiştik. Ancak küçük bir sorunumuz vardı...Uzun araştırmalardan sonra bulmuş olduğum vede hacı olduğu çember sakalından belli olandemirci yada nalbant ustası, yazları taşındığımızBüyükçekmece ilçesinin içlerinde bir yerde,kulübün yegane Avrupa kazmasını elinde eviripçeviriyordu. Ben de dikkatle adamın ağzındandökülecek sözleri bekliyordum. Efsanelerdenöğrendiğimize göre Kırmızı Stubai metal saplıkazma, kulübü ilk kuranlardan Taflan'ındı. Çokkaliteli ve güzeldi, ama bir kusuru vardı; sadece"bir taneydi". Halbuki bir ay sonra yapacağımızKaçkar gezisi için en az dört tane kazmayaihtiyacımız olacaktı.İçinde sineklerin uçuştuğu ortaçağ kalıntısıdemirci dükkanına gelene kadar bir kaç adetdökümcü ve makine parçası üreticisi dolaşmıştım.Hepsi de bu hacı bey gibi uzun uzun bakmışlar veeğer on bin adet türünden bir sipariş verebilirsemistenen kazmanın çok rahat yapılabileceğinisöylemişlerdi.Hacı Bey başını ağır bir edayla bana çevirip tanetane talimatlarını vermeye başlamıştı.­ Sen şimdi git Perşembe Pazarından ST­50 çeliğial, bir de gül ağacından dört tane balta sapı.Dede Korkut'dan değilse bile Ergenekondestanından çıkmış gibiydi.­ Neden?­ Biz bu kazmanın orijinal kalıbını yapamayız.Olsa olsa normal amele kazmasına benzeyen birsapa önündeki bıçağı ve arkasındaki kaşığıekleriz.­ Sağlam olur mu?­ Dediklerimi alırsan olur.Gül ağacı çok esnek ve dayanıklıymış. Perşembepazarında bu ağaçtan dört tane kazma sapıbulmam çok kolay oldu. ST­50 çeliği de yumuşakbir çelikmiş. Hacı Bey'in söylediğine göre diğer

normal çelikleri kullanırsa, yapacağı kaynaklarsıfırın altındaki derecelerde atabilirmiş, sadece buçelik dayanabilirmiş. Dört yıl sonra mühendisçıkacaktım ve ilk metalürji bilgilerimi tozlu birdemirci dükkanında alıyordum.İki gün sonra istemiş olduğu çelikleri almışgelmiştim. Bir hafta sonraysa kazmalar hazırdı.Sapa bağlantı şekli dışında Stubai'nin aynısıolmuşlardı. Sadece kalın gül ağaçları biraz çirkinduruyordu. Yazlık evimizin altındaki küçükmarangoz atölyesinde hepsini biraz inceltip,vernikledim. UIAA testlerini bilmiyordum amagene de bir deneme yapabilirdim. Kazmayı ikisandalye arasına koydum. Sonra da üzerinekorka korka çıktım. Sap aşağı doğru bel verdiama kırılmadı. Ellerimi bırakıp tüm ağırlığımıortası boşta kalan sapa yükledim, gene bir şeyolmadı.Tamam! kazmam testi geçmişti. Daha sonrakiaylarda benzer testleri kulüp odasında dayapacak ve pek çok arkadaşın takdirinikazanacaktım. Çünkü o günlerde Dağcılıkfederasyonun yaptırmış olduğu bir takımkazmalar bu kadarlık bir zorluğa bile dayanacakgüçte değildiler. Efsanevi Erciyes çıkışlarınınbirinde (19 Mayıs 1978 tarihli olduğu rivayetedilir.) Hörgüç kayadan kopan bir taşın kazmanınsapının "içinden" geçip gittiğini, zavallı dağcınında elinde kazmanın üst demiriyle kala kaldığınıçok dinlemiştim. Anlatıldığına göre, gene aynıgezide zirve defterini bulmak için kayanın altınasokulan bir başka kazmanın sapı da "Çıt!" diyekırılıvermişti. Bu olaylara şahit olmadımsa da adıgeçen kazmaları elime aldığımda, ağacın verdiğihis (Her ne demekse?) duyduklarımı doğrularnitelikteydi.Sapı halletmek yetmiyordu. Kısa süredepaslanacak olan metal kısımlara da bir şeyleryapılması gerekiyordu. Evde bulunan özel birmotor boyasından sürdüm. Artık dört tane pırılpırıl kazmamız olmuştu. Kaçkar buzulu bizdenkorkmalıydı.Dağcılığa başladığım 70'li yıllarda, sonradan

Eskiden Dağ Malzemelerini Nasıl Alırdık?Haldun Aydıngün

Fotoğ

raf:E

nder

Usulo

ğlu,D

olomi

tler

Page 10: Cadı Kazanı Sayı 19

Cadı Kazanı Sayı 19 (Temmuz­Ağustos 2011) sayfa 10

tamamen unutulacak olan pek çok da kavramvardı. Bunlardan bir tanesi de "Tam tozluk ­yarım tozluk" ayrımıydı. Bugün bizim bildiğimiznormal tozluklara o günlerde "yarım tozluk"derdik. Nedeni de altlarının olmaması, yanigerçekten de "yarım" olmalarıydı.Kullanılmalarıysa büyük ayrıcalıktı. Vibram tabanlıgerçek dağ ayakkabılarınızın olduğu anlamınageliyordu. Hem de pırıl pırıl kırmızı bağcıklıcinsinden.Tam tozluklar ise normal dağcıların kullandıklarıtürdü. Kısaca açıklamak gerekirse, dev bir bebekpatiği yapılıyor sonra ayakkabının üstünegiyiliyordu. Önüne konan iğreti bağcıklar ne kadarsıkılırsa sıkılsın yürürken iki de bir düşüpduruyorlardı. Bu tozlukların su geçirmezliğininsağlanması da başlı başına bir olay ve törendi.­ Ağbi kız yurdundan ütüyü getirdiniz mi?­ Getirdik, getirdik.­ Parafin nerde?­ O da burda.­ Tamam o zaman, başlıyabiliriz.Kulüp odasında toplanmış, elimizdeki ütüye ilkelçağların bir kurban bıçağıymış gibi titreyerekbakıyoruz.­ Kıza ne dediniz?­ Hiç! Biraz kullanıp vereceğiz dedik.­ Yazık! Yandı gariban.Masanın üzerine tozluklar seriliyor, birisi elindekiparafinden çakıyla küçük yongalar kesip tozluğunbrandasının üzerine ufalıyor. Sonra da sıcak ütübastırılıp, parafin kumaşın dokularının arasınanüfuz ediyor. Aynı anda ütünün de tüm buharkanalları bir daha açılmamak üzere söz konusumaddeyle doluyor.Normal şehir postalıyla Şubat ayında 3900metreye çıkmak istiyorsanız ayağınızı çok iyikorumak zorundaydınız. Bu da ancak ayakkabınınüzerine giyilen ve kesinlikle su geçirmeyecek birüst patikle sağlanıyordu. Faaliyet öncesigecelerde, buna benzer ütü törenleri sabahlarakadar sürerdi. Ayrıca sanki çok kıymetli birmalzemeymiş gibi tüm İstanbul dağcılarının ortakkullandıkları bu tozlukları her seferinde yamamakda gerekirdi. Bir önceki tırmanışta liğme liğme

olmuş tabanları iyice elden geçerdi. Yoksa, elgirecek büyüklükte bir deliği olan tozluğa beştane ütü kurban etseniz hiç bir sonuçalamıyordunuz. Neyseki kısa süre sonra kenditozluğumu yaptığım için bu tür dertlerdenkurtulmuştum. Parafin eritmek yerine de sabırlamum sürüp aynı sonucu alabiliyordum.Dağcılığa başladığım 1978 senesinde İstanbul'dailginç bir uygulama vardı. İstanbul Dağcılıkajanlığının elinde bir miktar malzeme bulunuyor,yapılan toplantılarda alınan kararlardoğrultusunda bu malzeme herkes tarafındankullanılıyordu. Sorumlusu ise o günlerde bile eskibir izci olan Çelebi Akçura idi. Bizden öncekilerkışın beş kişiyi iyi kötü (Daha doğrusu bu günküstandartlarla çok kötü) donatacak ekipmanı ve birmiktar kaya malzemesini bir araya getirmişlerdi.Başka seçenek olmadığı için harika bir olanaktı.Ancak tek sorun Şeker Bayramı, Kurban Bayramıtüründen uzun tatillerin tüm kulüplere yaklaşıkaynı günlerde gelmesiydi. TED'in şimdi yıkılıp otelolan Taksim'deki lokalinde toplanırdık. Bizdağcılar özellikle sefil bir tür müydük? YoksaTED'in daimi müdavimleri o zaman da mı çoközenliydiler? Kimseye gözükmemeye çalışarak birüst kattaki küf kokulu odaya utana sıkıla çıkar,merdivenlerde yada girişte karşılaştığımızinsanların şaşkın bakışlarından bir an öncekaçmaya çalışırdık. Toplantı başladığındagenellikle İTÜ, TED, DGSA (Şimdiki Mimar SinanÜniversitesi) ve BÜDAK Bayramda yapacaklarıgezi için malzeme paylaşmaya başlarlardı. En altdüzeyde aritmetik eğitimi almış kişi bile kulüpbaşına sadece 1.25 kişilik malzeme düşeceğinihesaplayabilir. Biraz kafasını çalıştıranlar da bukadarla hiç bir halt edilemeyeceğini. Dağcılıkaçısından bir facia olan bu toplantılarda ileriki işyaşantımda kullanacağım en önemli ilkeleri vekonuşma yöntemlerini öğreniyordum.Problem gayet açıktı: Ortada paylaşılacak azmiktarda olanak vardı. Kendi ihtiyaçlarımızbelliydi ve toplantıyı oluşturan insanları kırmadanincitmeden isteklerini sağlamak gerekiyordu. Herzaman çok başarılı olduğum söylenmese de bugün aynı insanlarla hala dost olup, hala dağcılığadevam ettiğime göre bir takım noktaları doğruyapmış olmalıydım.TED'deki bölge toplantılarının bana gösterdiği en

Page 11: Cadı Kazanı Sayı 19

Cadı Kazanı Sayı 19 (Temmuz­Ağustos 2011) sayfa 11

önemli konu, kulüp ve kişiler olarak hızlamalzeme edinmemiz gerektiğiydi. Bunu yaparkende okuldan bir kuruş alamayacak, günümüzün çokpopüler sözcüğü "Sponsorluk" sisteminin adınıbile anmayacaktık. Yani ne halt edersek kendibaşımıza edecektik.Yetmişlerin sonunda Türk dağcıları için yazındağların sayısı şimdikinden çok daha fazlaydı.Yeni neslin adını bile duymamış olduğu HakkariCilo'ların Reşko zirvesine (4170 metre) Ağrı yadaErzincan dağlarına gidiliyordu. Aslında o günlerdede bu saydığım yöreler pek neşeli değildi amagene de gidenler vardı. Kışın ise dağların sayısışimdiyle karşılaştırıldığında inanılmaz ölçüdeküçülüp, "bire" düşmüş oluyordu. Çok ender bazıfaaliyetleri saymazsak Erciyes'ten başka dağa pekgidilmiyordu. Çünkü orada hasbel kader yapılmışbir dağ evi 2150 metrede, Tekir yaylasında,yükseldiği için kamp yapmadan zirveye ulaşmakmümkün oluyordu, ayrıca o günlerin yaygıninancına göre Erciyes'te kaza olmayacağı içinteknik bir zorluk da yok sayılıyordu. Aslınabakılırsa tüm kış dağcılığını Erciyes'le sınırlamakson derece yerinde bir karardı. Çünkü herhangiciddi bir kış kampını çıkaracak malzeme kimsedepek yoktu. Ayrıca kış kampçılık eğitiminden desöz edilemezdi.Kulübe girdikten birkaç ay sonra durumunvahametinin farkına varıp, hatır gönül ilişkilerinikullanarak kulüpten ben dahil beş kişiyi EğridirDağ Komando okuluna 79 senesi şubat tatili içinaldırdım. Orada görevli pek çok kişinin canınısıkmakla birlikte kış dağcılığı ve barınmateknikleri hakkında oldukça fazla bilgi edindik. 4Mart 79'daysa Bolu Kartal otelin karşısında, otelinyetkilisi amcam Reşit Aydıngün'ün deyardımlarıyla büyük bir kar bloğuna kazma kürekgirişmiştik.5 Mart 79 sabahı gözlerimi açtığımda her yanımmavi bir beyazlık içindeydi. Garip bir sessizlik vetarifi zor ama fazla da rahatsız edici olmayan birkoku hemen dikkati çekiyordu. İlk kez bir karmağarasında yatmış, bundan da büyük keyifduymuştum. Tulumlardan çıkmak çok zordu.Neyse zar zor hareketlenip girişe ördüğümüz karbloklarının yanına geldim. Gecenin soğuğundaiyice donan karlar gerçek Ytong tuğlası sesleri

çıkarıyorlardı. İteleyince açıldılar. Kırmadanitinayla kenara koyup dışarı çıktım. Mutfağımızkar mağarasının solundaydı. Aygaz pikniktüpünün başına gittim. Hava çok sakin olmasınarağmen, tüpten çıkan alev belli belirsizdi. Karıniçine gömdüğümüz piknik ocağımızla herhangi biryiyecek ısıtmamız nerdeyse imkansız gibiydi.Halbuki bu ocağı götürmek şehirdeyken çok iyi birfikir gibi gözükmüştü. Ayrıca başka birseçeneğimiz de yoktu. Yazın kullandığım,anneannemin gençliğinden kalma fitilli ispirtoocağı Bodrum sıcağında bile zor ısıttığı için onugetirmeyi hiç düşünmemiştim.Dediğim gibi, 79 yılı Mart ayında herhangi birbayram yada toplu tatil olmadığı için İstanbulbölgesinin malzemelerini almak hiç de zorolmamıştı. Hepimizin altında bölge tarafındanyaptırılmış özel sünger matlar vardı. Çok büyükve ağır olmaları, su geçirmeleri ve fazla sıcaktutmamaları dışında fazla bir sorunları yoktu. Üçgece yattığımıza göre çok feci olamazlardı. Sırtçantası olmayanlar da bölgenin elinde bulunangerçek demirden çatılı muşamba kumaşlıçantaları kullanıyorlardı.Bölgenin malzeme deposunda her ihtiyaca yanıtverecek malzeme yoktu. Örneğin karda yürürkenkullanmak üzere güneş gözlükleri gerekiyordu.Bende vardı ama ekibin bazı üyelerindebulunmuyordu. Hemen eski askeri kitaplardakibazı uygulamaları hatırladık ve yanımızdagetirdiğimiz rimelleri tamamı erkek ekibimizinüyelerine sürmeye başladık. İster inanın isterinanmayın, bu teknik gerekirse ateş sonrası islebile yapılarak, survival kitaplarına geçmiş. Gözkapakları tamamen siyah olursa kuvvetli ışıkaltında gözü koruması çok daha kolaylaşıyormuş.Bütün gün ışıl ışıl karda yürüdük. Hiç birimizde dekar körlüğü olmadı, ama şimdi o günkü resimlerebaktığımda bir gurup travesti dağı basmış gibigözüküyor.Ayağımda normal tahta topuklu asker postalı,sırtımda her zaman giydiğim kadife parkam. O kışfaaliyetinden büyük keyif almıştım. Kıçımızda donbile yoktu ama dağda olmaktan büyük zevkalıyorduk. Belki de bugün bir sürü teknik ıvırzıvırın içine boğulmuş yeni neslin kaçırdığı bazıduyguları yaşayabiliyorduk.

Page 12: Cadı Kazanı Sayı 19

Cadı Kazanı Sayı 19 (Temmuz­Ağustos 2011) sayfa 12

Aslına bakılırsa 79 kışında yaptığımız etkinliklersonunda berbat eşyalarla bile kışın dağa gidip,rahatlıkla barınabileceğimizi görmüştük.1981 Şubat faaliyeti ise Aladağlar'daSarımemetler'deydi. Yanımızdaki yazlık üçgençadırları itinayla kelerlerin içine kurduk. Yazın bileilk ciddi rüzgarda katlanıp başımıza çöken buçadırlarla kışın Aladağlar'a gitmek belli birbaşkaldırı gibi duruyordu. Gene de kendimizi çokbilinçli, çok tedbirli hissediyorduk. Elimizdekiolanaklarla ilgili hiç bir hayale kapılmadığımız için,gereksiz en ufak bir riski bile almamayaçalışıyorduk. Kaldığımız bir hafta içinde iki sıkıfırtına oldu. Kelerin kapısından savrulan karlardançadırlar yamuldu. Ara sıra çıkıp temizlemekgerekti. Faaliyet bittiğinde kendimizi gerçekten debir şeyler başarmış gibi hissediyorduk. O kış dağaulaşan bir kaç ekipten biriydik. On beş yıl sonraaynı mevsimde kuzey duvarlarını çıkmaya kışınTürk dağcıları akın akın geleceklerine katiyendüşünemezdik.Dağcılık, yada herhangi başka bir disiplin,insanların yavaş yavaş yaptıkları birikimlerüzerine kuruluyor. Bu süreç yaşanırken farkınavarmıyorsunuz ama bilinçsizce yaptığınız doğruhareketler bile bir yerlerde eklenip geleceğeköprüler oluşturuyor. İstanbul bölgesinin elindekimalzemeyle dalga geçiyorduk ama ilk kuş tüyüanorağı, kazmayı, kramponu, kermantel ipleriorası sayesinde görmüştük. Pek çok kişi oradakimalzemeler olmasa kesinlikle dağcılığabaşlayamazlardı. Yetmişli yıllarda yapılanfederasyon faaliyetleri de aynı şekildeydi. Devletinverdiği paralarla bir takım çapulcu kılıklı insanlarbir araya gelir, dağa gidilir, sürüler halindezirvelere çıkılır sonra da herkes geldiği yere,dönmemek üzere dağılırdı. Bu faaliyetlerle ogünlerde çok dalga geçmiş, eleştirmiştik. A'danZ'ye de haklıydık ama unuttuğumuz bir nokta daBÜDAK'ı 74 yılında kuran Zafer Yamaner de bu türfederasyon faaliyetleri sayesinde dağcılığabaşladığıydı. O olmasa ben başlayamayacaktım,benim başlatacaklarım gelemeyecek, onlarınbaşlatacakları da bu işlerden hiç haberdarolamayacaklardı. Bugün artık isimleri pekanılmayan bir dönem dağcılar hep bu iğrençkamplardan geçmiş, kendileri çekip gitmeden

önce de daha soluklu kişilere el verebilmişlerdi.Malzeme konusu gündemin hep ilk sıralarındakalıyordu. Topkapı'da surların dibinde kurulanPolonya pazarları gerçek bir "Outdoor" cennetiydisanki. Aklınıza gelebilecek en iğrenç metal çatılısırt çantaları, akıl almaz hacimlerine karşınkesinlikle ısıtmayan çiçek desenli uyku tulumlarıhep oradaydı. Bir de Sultanahmet vardı. Bazıdükkanların en fazla iki haftada bir ziyaretedilmesi şarttı. Avrupa yada Amerikan bir çanta.Mumya bir uyku tulumu bir anda gözüküpkayboluveriyordu. Bir kaç kez de İstanbul'undağcılık cemaatine bomba gibi bir haber düştü."Yabancı bir dağcı ekip, malzemelerini satmış!"Kapalıçarşı'da hangi dükkan olduğu kulaktankulağa söylendi. Millet gidip alabilmek içinbirbirleriyle yarıştı. En hızlı hareket edenler hariçherkes de avucunu yalardı.1982 Şubat tatilinde gene Bolu Kartalkaya'da,gene aynı bloğun içine kar mağarası oyuyorduk.Bu kez dokuz kişiydik ve yedi gece geçirecektik.Amacımız kar barınması öğrenmek değil, turkayağına başlamaktı. Aile ilişkilerim sayesindeotelden yeterince anlayış görüyor, liftlerikullanmamıza da ses çıkarılmıyordu. Şimdi olsagezi sponsoru "Kartal Otel" diye yazmamızgerekecekti.Geziye çıkmadan önce bir kaç temel eksiklekarşılaştık. Bunlardan en önemlisi hiç birimizinkayağı olmamasıydı. Araştırmaya başladık. Benbir tane aile büyüğünden buldum. Bir çift kayakda Sultanahmet'te eski kitaplar satan birdükkandan çıktı. Ardından eskiden Uludağ'dakayak kiralayan ama artık çok yaşlandığı içinhurda kayaklarıyla birlikte bir köşeye çekilmiş biradam tespit ettik. Gerçek Vefa bozacısının çokyakınındaydı. Elinde kalan tel bağlamalı, ogünlerde bile sadece bazı kebapçı duvarlarına süsdiye konan kayaklardan yeterince alıp diziyitamamladık. Çok iyi tulumlar gerekmiyordu.Çünkü bir kar mağarasının içi hiç bir zaman çoksoğuk olmuyor, dışarısının eksi 20 olduğu gecedebile içerde sular donmuyordu. Ama yerdengelecek olan soğuk önemliydi. Dokuz kişidesadece iki adet Karrimat vardı. (O dönemde MAT

Page 13: Cadı Kazanı Sayı 19

Cadı Kazanı Sayı 19 (Temmuz­Ağustos 2011) sayfa 13

demez, bunu icat eden firma Karrimor'un markaismiyle konuşurduk.)Mobilya levazımatı satan dükkanlara gidip 3 cmkalınlığında ve 240 x 140 ölçülerindeki süngerplakalardan alıp 50 x 140 ölçülerine yakınkesmeye başladık. Üç cm sünger sıkı biryalıtkandı ama içindeki gözenekler açık olduğuiçin suyu "sünger gibi" emiyordu. Herkes iki adetelbise naylonu edindi. Süngerin her iki yanındanbu naylonlara sokunca suya karşı da korumuşolduk.Kamp çok unutulmaz geçti. Zengin ve şık otelmüşterileriyle öylesine bir tezat oluşturuyorduk ki,herkesin dikkati bizde oluyordu. Hatta otelinsoğuk olduğundan şikayet edenlere müdüriyet bizigösterip beterin de beteri olduğunu anlatıyordu.Yaşları kırkın üzerindeki hanımlar (Büyük olasılıklabize akran çocuklar vardı) her sabah kapımızaördüğümüz kar bloklarını açıp dışarı çıkmamızıkorku ve heyecanla bekliyorlardı.Ne Polonya'lıların getirdiği, ne de turistlerdenkalan uyku tulumları yeterince iyi değildi. Aceletarafından kendimiz tulum üretmeliydik. Hem dekuş tüyünden. 79 ­ 80 yıllarında bu konu üzerindeciddi ciddi düşünmeye başladım. Herkesin hementahmin edebileceği gibi, kuştüyü tulumların enönemli iki hammaddesi kuştüyünün kendisi vekumaşdı. Bunların her ikisi de bulunmuyordu.Sultanhamam'ı arşınlamaya başladım.Dükkanlarda harika impertex kumaşlar görüyor,içeri girdiğimdeyse kaç top istediğim soruluyordu.İmpertex denen nane amerikan bezi yada pazengibi metre metre satılmıyordu. Sonunda birisiSultanhamam Havuzluhan'da böyle bir dükkanolduğunu fısıldadı. Gidip buldum. Sanki değişiktoptancılardan arta kalan top sonlarının ve defolukumaşların değerlendirildiği berbat bir dükkandadeğil, Kırkharamiler'in meşhur mağarasındaydım.Ayrıca 100 nesildir ticaretle uğraşan musevidükkan sahibi de bana gayet güler yüzledavranıyor, başka yerlerde karşılaştığım "berbatve sefil talebe" muamelesini yapmıyordu.90 cm eninde, sık dokulu, incecik harika birkumaştı. 10 metre kestirdim. Kumaş sorunuçözülmüş gibi dururken tüyde de bir gelişme oldu.Tavus Kuştüyü Sanayi adında bir şirketin izinibulduk. Kulüpten arkadaşlarla kalkıp gittik. Bir

kaç torba tüyle geri döndük.Artık herşey tamamdı. Tulumu beraberKaçkar'lara gideceğimiz Nuri Bilge Ceylan'adikecektik. Uzun geometrik çalışmalardan sonra,her yanı duvar dikişli, yani iç ve dış yüzeylerinbirbirlerine hiç değmediği, son derece modern birtasarımla ortaya çıktım. NBC'nin Bakırköy'dekievine kapanıp, sıcak bir yaz günü dikmeyebaşladık. Saatler sonra tulumun dikişleri bitmiş,en zor noktaya gelmiştik. Torbaları açıp,hazırladığımız tulum gözlerine tüyleridolduracaktık. Attıkça tüyler taş gibi düşüyordu.Neyse epey bir uğraştan sonra tulum doldu.Havada kılcal tüyler uçuşuyor, nefes almayızorlaştırıyordu. Ama çabamıza değmişti doğrusu.Mumya tipinde, harika bir uyku tulumu ortayaçıkmıştı.Muzaffer bir edayla evime döndüm. Kışdağcılığında önümüze çıkan en sert sorunuçözmüştüm. Çünkü maliyeti de çok düşüktü. Nasıldikildiğini de gayet iyi biliyorduk. Artık heristeyen bunlardan bir tane kendine yapabilecekti.Bir kaç gün sonra müjde geldi... Tulumun heryanından tüyler fışkırmaya başlamış. NBC'ninanlattığına göre evlerinde kıyamet kopuyormuş.Annesi evi tavuk kümesine çeviren bu ucubedenbir an önce kurtulmak için her şeyi yapmayahazırmış. Sonunda NBC dayanamayıp tulumuokuldaki fotoğraf kulübünün karanlık odasınatıkaladı. Gece geç vakitlere kadar çalışanlarsabahı bu tulumun içinde etmeye başladılar. Butulum macerasından sonra öğrendik ki, kuştüyüiçin çok özel, çok sık dokulu kumaşlargerekiyormuş. Tüylerin ucundaki incecik, sipsivrinokta her türlü dokumaya saplanıyor, bir kere uçgirdikten sonra da, tüyün yapısından ötürü hepaynı yönde ilerliyorlardı. Hasan Bostancı ise buözellikte bir kumaş bulduğunu düşünerek işegirişmişti. Sultanahmet'te bir turistten aldığıçadırı keserek harika bir tuluma dönüştürdü. Nede olsa bizim anlattıklarımızdan deneyimkazanmış olduğu için tüy doldururken evin nasılbattığı hakkında da az çok bilgisi vardı. Sıcak biryaz günü, dikişi bitmiş tulum ve bir torba tavuktüyüyle kendini elbise dolabına kapattı. İki saatsonra dışarı çıktığında eski batıda yakalanankumarbazlara benziyordu ama hiç olmazsa evbatmamıştı. Hasan bu tulumla bir çok faaliyete

Page 14: Cadı Kazanı Sayı 19

Cadı Kazanı Sayı 19 (Temmuz­Ağustos 2011) sayfa 14

katıldı. Hiç üşümedi, biz de çadırlarımızı hiçtemizleyemedik. Her yanımız tüy oluyordu.Malzeme yönünden iç böğürtecek kadar kötüdurumda olmamıza karşın, dağcılığın edebiyatıylailgili hiç de fena sayılmazdık. BÜ kitaplığının796.512 kodlu kitapları tamamen bize ayrılmışgibiydiler. İçlerinde de çok güzel yapıtlar vardı.Okudukça Amerikalıların bize bu konuda fazlacabenzediklerini fark etmeye başlamıştık. İnsanlarkendi çantalarını, kendi tulumlarını üretiyorlar,delişmen kış kamplarına "gık!" demedengidebiliyorlardı. Avrupa dağcılarıysa asırlıkAlpinizm geleneğinin esiriydiler. Kavram olarak dabizden çok uzaktaydılar. Ufacık sırt çantalarıylabir dağ kulübesinden diğerine koştururken, bizimkoşullarımızda işe hiç yaramayacak bir dolu bilgiveriyorlardı.Gore­tex'mi What is this?Bizi etkisine alanlar sadece kitaplar değildi,kulübe alınan ingiliz Climber and Rambler dergileride çok tesirliydi. Elimizden düşürmediğimiz buyayınlarda tam sayfa resimli Himalaya çıkışlarıyla,aynı özelliklerdeki malzeme reklamlarınabayılıyorduk. Bu kutsal kitaplarda tanrısalözellikler taşıyan Gore­Tex kumaşlardan sözediliyordu. Aramızda gerçeğini gören henüzyoktu. Bölgedeki ödünç malzemelerle dağagidenler, brandadan yapılmış kapişonlu bir takımanorakları, diğerleriyse ellerine ne geçerse onukullanıyorlardı. Benim yıllarca kullandığımrüzgarlığı Havuzluhan'dan aldığım kumaşla annemdikmişti. Aldığımda kumaşın üzerinde "hışır hışır"duran sözümona silikon apre ilk yağan yağmurun,birinci yarım saatinde tamamen akıp gitmiş,geride her koşulda harika nefes alan bir rüzgarlıkbırakmıştı. özellikle sıcaklığın sıfırın altına düştüğüortamlarda çok iyi netice veriyordu.Yağmura karşı en iyi korunmamız ise şemiye idi.Annemim evlenmeden önce almış olduğu, sonbahar çiçekli deseniyle, nadide bir parçayıkendime malzeme edinmiştim. Katlanmıyorduama küçüktü, Sultanahmet malı çantamın yanborularına çok güzel bağlıyordum. Bolu ormanıbenzeri yerlerdeyse yağmur hep dik yağdığı için(Ormanın içinde rüzgardan fazlaetkilenemezsiniz.) çok da işe yarıyordu. Aslında

bakılırsa çok soğuk olmayan bir ormanyürüyüşünde sıkı bir yağmuru şemsiyeylesavuşturmak, insanı cendere gibi saran bir Gore­Tex anorakla yaşamaktan çok daha rahat vesanırım çok daha da sağlıklı.Bu şemsiye kullanımı sadece Bolu ormanlarıylasınırlı kalmıyordu. Aladağlar'a, Kaçkar'lara, yanigittiğim her yere onla gidiyordum. Zirve çıkışlarıdışında da çok rahat kullanıyordum. Dediğim gibi,gerçek Gore­tex'leri, yada benzerlerinigörmemize daha uzun seneler olduğu içinelimizdekilerle yetinmek zorundaydık.Ancak elimizdekilerini her cephede ilerletmeyehala çaba sarfediyorduk. Uyku tulumlarıkonusunu kuştüyleriyle çözemediğimizden,sentetik dolgu maddeleri üzerine kafa yormayabaşlamıştım. Piyasada elyaf diye sattıklarınesneleri bir türlü gözüm tutmadığı için yenitanışmış olduğumuz sünger plakalarlaoynaşıyordum. Sonunda dışı imperteks, içipamuklu amerikan bezi, dolgu olarak da 1 cmkalınlığında sünger kullandığım bir tulumla 81Eylül'ünde Uludağ göllerine gittim. Tulum 1100 grağırlığında (Bakkalda tartmıştım) ve oldukçaküçük hacimdeydi. Son derece iyi netice verdi. +4 derecede yattık. Hiç bir rahatsızlık hissetmedim.82 Bahar aylarında da 2 cm kalınlığında süngerdolgulu bir tulumla Bolu yaylalarındayürüyüşteydik. 23 kişilik ekibimizle yolumuzukaybetmiş, ormanda uyumaya çalışırken + 2derecede yağmur altında kalmıştık. Yanımızdaçadır yada bivak yoktu ve etrafımız karparçalarıyla doluydu. Tulumun içinden uzanan birelle şemsiyeyi tutmaya çalışırken, bir yandan dauyukluyordum. Tulumun alt bölümü tamamen suiçinde kalmıştı ve ayaklarımı hareket ettirdikçesuların şapırdadığını duyuyordum. Süngertulumun en önemli özelliği yalıtkanın havakoşullarından etkilenmeden hep aynı kalınlıktakalmasıydı. Tamamen ıslak olması sadece yalıtımkat sayısını değiştirmişti. Ayaklarımı saran sıcacıksudan hiç rahatsız olmadan sabahı etmiştik.Sünger tulumların şahını, bir yanlış anlamasonucu Oğuz Arık adlı arkadaşımız yaptırdı.Verdiğimiz tarifteki sayıları karıştırınca 3 cmsünger kullanılan devasa bir mumya tuluma sahipoldu. Çok ağır değildi. Ancak çantaya sığdırmakbelli bir deneyim ve oldukça çok miktarda da güç

Page 15: Cadı Kazanı Sayı 19

Cadı Kazanı Sayı 19 (Temmuz­Ağustos 2011) sayfa 15

istiyordu. Birlikte çıktığımız Doğu Anadolugezisinde Süphan dağının 4000 metreyi geçenzirvesinde yattılar. Yanındakiler anoraklarınakarşın Amerikan ordu tulumlarında titrerlerken,Oğuz don gömlek terlediğini söylüyordu.Üniversitelerin birinci sınıf fizik derslerindeöğrettiklerine göre 3 cm kalınlığında durağanhava katmanı inanılmaz derecede güçlü bir yalıtımsağlıyormuş.Sentetik tulum imalatında 84 yılına geldiğimizdeCihan Çetinel son bir atak yaparak, o tarihlerdeyeni çalışmaya başladığım iplik fabrikasındangetirdiğim akrilik elyafıyla nefis bir uyku tulumuüretti. Kendi çabalarımızla meydana getirdiğimiztulumların da sonuncusu oldu.Sırt ÇantalarıHepimizin iyi kötü birer çantası vardı ama buhantal ürünler zirve çıkışlarında yada günlükyürüyüşlerde pek faydalı olmuyorlardı. İlk yıldanitibaren bir takım küçük çantaları elde dikmeyebaşlamıştım. Havuzluhan sağolsun kumaşbuluyorduk. Ama en küçük modeller dışında birşeyler üretmek piyasada bulunmayan pek çokmalzemeyi gerektiriyordu. Örneğin artık herçantada bulunan perlon bantların esamesi yoktu.Uzun aramalardan sonra yeterince sağlamperlonları pancur imalatçılarında tespit ettik.Hatta o kadar sağlam olduklarını düşündük ki,bazı tırmanışlarda uzatma perlonu olarak bilekullanmaya başladık.Tokalar ayrı bir sorundu. Mercan'da satılan azsayıdaki avcı çantasında hala pantalon kemerleriniandıran deri kayışlar kullanılıyordu. Halbuki iyi birtoka kendi başına çantayı taşımalı, perlonu birucundan çekince rahatça gerilmeli, istendiğindede aynı kolaylıkla gevşetilmeliydi. Bunun içinperlonun tokanın içine belli bir açıyla girmesigerekmekteydi. Kadıköy Altıyol'da annemintavsiyesine uyarak Sezar adlı bir tuhafiyeciyegittim. Adamın Türkiye'de sezaryenle doğan ilkbebek olması dışında bir özelliği de yaptığı işi çoksevmesiydi. Bir sürü kadının doldurduğu küçükdükkanda tek erkek ikimizdik. Ona erkek erkeğederdiğimi anlattım, o da gayet güzel anladı. Eskikutuları açtı, kenarda köşede kalmış bir sürü ıvırzıvırı karıştırdı. Sonunda dört tane istenen açıyasahip toka buldu. Büyük olasılıkla uzun yıllar önce

kadın kemeri tokası olarak yapılmışlardı ama artıkbenimle dağlara gideceklerdi. Bütün ısrarlarımarağmen para almayı da reddederek beni kapınınönüne koydu. Cebime koyduğum dört kıymetlitokayla eve doğru yürümeye başladım. Dilekolay, dört metal parçası iki adet çanta demekti.Bu çantaları yapınca aynı Climber and Rambler'degördüğümüz dağcılara benzeyecektik.Kapağı tutturduğum diğer iki toka ise kolontokaları kadar yük altında kalmadıkları için dahabaşka yoldan elde edilebilmişlerdi. Her birini kalıngalvaniz telden bükmüş, konserve kutularındakestiğim tenekelerle tamamlamıştım. Bugün halaçok iyi çalışıyorlar.İşte böyle, o günlerde alınan her malzemenin özelbir öyküsü oluyordu. Hatta Avrupa'dan gelenender gerçek ürünlerin yıllar içindeki akıbetleribile takip ediliyordu.­ Levent Hekimoğlu'nun tulumu kimde?­ İskender Erbil satın aldı.­ Ya ayakkabıları?Konuşmalar bu şekilde devam ediyordu. İşinilginci, çoğumuz bu malzemelerin nereleregittiklerini hala hatırlıyor.

Editör notu: Haldun Aydıngün'e yazısını bizimlepaylaştığı için teşekkür ederiz.Kaynakça http://www.zirvedagcilik.net/eskiden­dag­malzemelerini­nasil­alirdik­p­152.html

Page 16: Cadı Kazanı Sayı 19

Cadı Kazanı Sayı 19 (Temmuz­Ağustos 2011) sayfa 16

Deniz MağaralarındaDeniz mağaralarındabir susuzluk vardır, bir aşk vardırbir esrime vardırhepsi de kavkı gibi serttirtutulabilir avuç içinde.Deniz mağaralarındagünlerce baktım gözlerineve ne ben tanıdım seni ne de sen beni.

Yorgo Seferis (1900­1971)Çeviren: İsmail Haydar Aksoy---------------------------------------------------

In The Sea Cavesby Giorgos SeferisIn the sea cavesthere's a thirst there's a lovethere's an ecstasyall hard like shellsyou can hold them in your palm.In the sea cavesfor whole days I gazed into your eyesand I didn't know you nor did you know me.

(translated by Edmund Keeley & Philip Sherrard)

Speleosanat

Page 17: Cadı Kazanı Sayı 19

Cadı Kazanı Sayı 19 (Temmuz­Ağustos 2011) sayfa 17

Biliyor muydunuz?DÜNYANIN EN BÜYÜK SUALTINDAKİ JİPS MAĞARASI NEREDEDİR?Rusya'dadır. Ural dağlarındaki Perm bölgesindeki mağaranın adı Orda'dır.Yaklaşık 5 km uzunluğunda olan mağara tamamen sualtındadır ve susıcaklığı 0'ın altındadır. Suyun içindeki mineralden dolayı su çok nettir.

Fotoğr

af:Vic

torLya

gushk

in

Page 18: Cadı Kazanı Sayı 19

Cadı Kazanı Sayı 19 (Temmuz­Ağustos 2011) sayfa 18

Kafa fenerinizi çıkartıp gökyüzündeki birkarabinaya astığınızı düşünün ve sonrabinlerce metre yükseklikteki kayaduvarını bıçak gibi kesen buz gibi suyunrehberliğinde bir vadi canlandırınbelleğinizde, işte o beliren resimkanyonun resmidir.Bazılarımız kanyonu “üstü açık mağara”olarak adlandırır. Gerek malzeme gereksekullanılan yöntemlerin benzerlikgösteriyor olması bu iki spor dalınıaraçlar yönünden biribirine yaklaştırır.Buradaki en büyük ayrım; mağaracılıktakullanılan bilimsel teknik ve keşfetmegüdüsünün varlığıdır.Kanyon sporunun mağaracılıktaki gibibilimsel bir amacı yoktur. Bazı basitharitalama çalışmaları yapılmış olsa dabunların hangi metodoloji çatısı altındaele alındığı, kimlere aktarılması veyaaktarılmaması gerektiği ve haritanınoluşturulduğu dönemdeki su seviyesi vedebi açık değildir. Biyolojik açıdan dakanyon içindeki canlı yaşamını şimdiyekadar inceleyerek yapılmış bir bilimselçalışma önümüze konmamıştır.“Bir kanyonu keşfetmek” oldukça fazlacakarşılaştığımız bir kavram olmasınakarşın sığ ve hatalıdır. Kanyon zatenkeşfedilmiştir, nasıl ki bir dağın zirvesinikeşfedemezseniz gözlerinizin önünde,duran kanyonu da keşfetmek hatalı birifade şeklidir. Kanyon sporunda “keşif”yerine “geçiş” kelimesinin kullanılmasıdaha doğru bir ifade tarzıdır. Keşif; varolduğu bilinmeyen bir şeyin ortayaçıkarılmasıdır.*Kanyon sporunu çekici kılan, onuadrenalini ve riski yüksek bir spor dalıyapan nedir ? Bu soruya verebileceğimtek yanıt “karşı koymak, sınırlarızorlamak” ‘dır. Suya, zamana, şelalelereve dahası kendinizle olan mücadelenizdirbu. Çoğu zaman geriye dönmek veya

yardım almadan kanyonu dilediğinizyerde bırakıp gitmek mümkün değildir.Kanyona girmeden önce yapılacakorganizasyon mağaracılıkla neredeysebire bir aynıdır. Hava raporları, yetkilimercilere bildirimde bulunmak, ekiptekikişilerin alacakları sorumluluk vegörevler, kamp, yemek...liste uzar gider.Disiplin ve koordinasyon kanyonsporunun olmazsa olmazlarındandır.Geriye dönüşü olmayan bir yoldayapılacak bir hata veya unutulacak birmalzeme telafisi olmayan sonuçlara yolaçabilir. Özellikle ülkemizdekikanyonlarda geriye dönmek mümkündeğildir. İp döşeyerek bırakma fikri ilkbaşta mümkün gözükse de iniş sayısınınveya yüksekliğin fazla olduğu birkanyonda yüzlerce metre ip taşımak pekolası değildir.Dağcılık tekniklerinden çok mağaracılıktekniklerinin kullanılmak zorunda olmasımağaracıları kanyona çeken faktörlerinbaşında geliyor olabilir. Dağcıların biradım daha geride bu spora başladığınısöylemek sanırım pek yanlış olmaz. İyiyüzme bilen mağaracıların kolaylıklayapabileceği bir spordur.Kanyonlar; su seviyesi, teknik zorluk,zaman bakımından dünyada bazısınıflandırmalara tabi tutulmuştur.Fransız ve Amerikalı ‘ların farklısınıflandırmaları olsa da temelde aynınoktada birleşirler.Kuru bir kanyona girmiyorsanız tercihedeceğiniz giyim balıkadam giysisiolmalıdır. Kapalı hücre sistemine sahipyapısı sayesinde içine aldığı bir miktarsuyu vücut ısınızla dengeleyerekhipotermiye yakalanmanızı önler.Kalınlığı 3.5mm – 5mm arasında olanlaryeter gelecektir.İp inişlerinde desandör yerine daha hafif

Üstü Açık Mağaralar ? Kanyon Bülent Demir (ASPEG)

Page 19: Cadı Kazanı Sayı 19

Cadı Kazanı Sayı 19 (Temmuz­Ağustos 2011) sayfa 19

ve pratik kullanımı ile; sekizli, piranaveya atc tercih edilir. Suya indikten sonraipten çıkarak hızla yüzmek önemlidir.Kanyon için özel olarak polipropilenmalzemeden üretmiş, özgül ağırlığı 1 ‘inaltında olduğu için suda yüzen iplerintercih edilmesi önemli bir avantaj sağlar.Suda yüzen ip batmaz, su altında birçıkıntıya takılmaz, genellikle floresanrenklerde üretildiği için suda kolaycafarkedilir. Burada önemli bir noktayıbelirtmeden geçemeyeceğim; polipropileniplerin ısı direnci ve mukavemetimağaracılıkta kullanılan polyamidiplerden daha düşüktür. Hızlı bir inişte,iniş aletinin ısınarak ipi kopartmasıolasıdır. Bu yüzden de kullanılmadanönce ıslatılır ve yavaş iniş yapılır. Dahaçok Amerikada bulabileceğiniz yüksekmukavemetli polietilen (spectra,dyneema), polipropilen ve polyamidegöre bir çok artıyı beraberinde getirir.Koşum olarak pedli modeller tercih edilir.Bunun sebebi kayalardan oturarakkayarken neoprene ‘in arka kısmınınaşınmamasıdır. Ayrıca malzeme askılarıdaha sağlamdır.Ülkemiz haricinde tüm dünyada yalnızcadrybag ile kanyon geçişi görülmüşdeğildir. Daha çok suyu tahliye edendelikli çantaların içine drybagyerleştirilmesi veya su geçirmeyen kapalıkutuların tercihi daha mantıklıdır.Yüzlerce litre büyüklüğündeki drybag ‘indelinmesi sizi zor durumda bırakır. Ayrıcaabartıp günlük bir geçişte bile yüzlercelitrelik çanta kullanımı hatalıdır, hareketve dengeyi olumsuz yönde etkiler.Günlük yürüyüşe çıkmış birinin sırtında100 litre çanta taşıması ne derecemantıklı ise bu da o kadar mantıklıdır.Kanyon için özel olarak üretilmiş olanayakkabılar maalesef ülkemizdebulunmamaktadır. Bu sebeple suyu hızlatahliye eden, dayanıklı ayakkabılarıntercih edilmesi iyi bir seçim olacaktır.Diğer malzemeler; can yeleği, ilk yardımçantası, kask, küçük bir kafa lambası,

cumar, oval karabina, yardımcı ve yedekip, bolt takımı, perlon, çakı. Kanyondabırakmak zorunda kalacağınızmalzemelerin doğayı kirletmeyeceğindenemin olun. Özellikle paslanan, emniyetaçısından risk doğuracak malzeme vekullanımlardan kaçının.Eğer kanyon daha önce geçilmiş ise bazınoktaların bilinmesi avantaj sağlar; kaçiniş olduğu, en uzun iniş, konaklamayerleri, geçişin yapıldığı mevsim ve suseviyesi. Bir çok kişi geçişlerini raporlarveya fotoğraflarken kanyon içindekidurumu ve yaşananları anlatır. Oysa girişve çıkıştaki su durumu hakkındaki bilgilerde en az kanyonun içinde bilgiler kadarönemlidir.Hızla akan su sebebiyle kişilerin birbiriniduyması oldukça güçtür. Bu yüzden dekanyonda düdük ve el­kol işaretlerikullanılır. Kanyona girmeden öncebunların çalışılmasını tavsiye ederim.İletişim demişken bir de kanyon sporunubirlikte yaptığınız kişiler ile olaniletişimize değinmek istiyorum.Disiplinden uzak, güvenliği ön plandatutmayan, siz iş yaparken çalışmaktankaçan, sürekli kendini öven, yapıcı yerinekırıcı, doğaya saygısı olmayan kişilerdenuzak durun. Su ve yüksek ses bir zamansonra sinirlerinizi gerer, olumlu olmakhem sizin hem de grubunuzun geçiştenzevk almanızı sağlar.Son olarak; kanyon sporu, teknik yöndenmağaracılığa benzese de bilimsel amaçlaryönününden ayrılırlar. En azından buspor dalında kendinize ait bir felsefeedinin. Size kaç kanyon geçtiğini kibirleanlatacak insanlar karşınıza çıkabilir,bunun bir önemi yoktur. Önemli olankanyonu; kiminle, niçin, nasıl, ne zamangeçtiğinizdir.

* Türk Dil Kurumu

Page 20: Cadı Kazanı Sayı 19

Cadı Kazanı Sayı 19 (Temmuz­Ağustos 2011) sayfa 20

Doğa macerama yürüyüşle başlamıştım.Sonra dağcılık. Ardından kaya tırmanışıve sonrasında dalış. Hepsi de ayrı ayrıgüzel. Fakat hepsi için ayrı ayrı ortamlargerekiyor. Hepsini aynı andauygulayabileceğim bir ortam yoktu benimiçin; mağaraları keşfedene kadar...Galiba beni mağaralara çeken de bu.Merak, keşif, bilinmeyenler, bildiklerimlebilinmeyenleri keşfetmek.Mağara sözcüğü ilk başta insanaürkütücü geliyor. İçi karanlık, içinde neolduğu bilinmeyen bir ortam. Bu yüzdende çoğu insan korkar ve bu nedenle hepuzak dururlar. Peki ya acaba gerçektende öyle miydi? Mağaralar gerçekten dekorkulacak yerler mi? Bunun cevabınıöğrenebilmek için bir kere mağarayagitmeniz yeterli. Suyla taşların birarayagelip nasıl bir ortamı gelin gibisüslediklerine tanık olmak. İnsan elideğmemiş, kendisini hep insanlardansaklamış bir doğa harikası. Hele helebiraz da çocukluk merakınız varsa,bilinmeyene yolculuk yapmak hoşunuzagidiyorsa, suyla oynamayı daseviyorsanız değmeyin keyfinize. Böylegüzel bir ortamda korkmak bir yana insanfazlasıyla mutlu ve huzurlu oluyor.Mağaraya giderken her türlü yiyecek,içecek ve malzemenizi yanınızdataşımanız gerekiyor. Kolay değil elbette,onca yük ve eziyete katlanmak ama doğasize bunun karşılığını emin olun kifazlasıyla verecektir. Buna şahit olduğumilk profesyonel mağara deneyimim ParsıkMağarası oldu. İstanbulun yanı başında eldeğmemiş bir doğa harikası. Hem eğitimiçin hem de gezip görmek için çok fazlanedeni var. İlk tecrübem için oldukça zorbir mağaraydı diyebilirim fakat bu zorlukbenim için tam bir eğlenceydi. Aktiviteboyunca çocukken yapmayı istediğimizama büyüklerimizin kızdığı, büyüyüncede millet ne der diye yapamadığımız

yürüme, emekleme, sürünme, çamuruniçime yatıp yuvarlanma gibi her türlütekniği uyguladık. İp inişi, kaya inişi vetırmanışı da bir sonraki sefere yapacağızinşallah.Mağara hakkında bilgi vermek gerekirseşunları söyleyebiliriim. Mağaranın ikifarklı girişi bulunuyor. Üst giriş yaklaşık70­80 metre yüksekliğinde dikey bir inişimevcut. Alt giriş ise yaklaşık 500­600metre uzunluğunda yatay bir parkur. Üstgiriş teknik beceri gerektirdiğinden bizyatay parkurdan giriş yapıyoruz. Girişinsol tarafında bir kanyon mevcut. Yazdönemi olduğu için su yoktu. Kışın büyükolasılıkla akan bir dereyle karşılacaksınız.Girişin hemen dibinde taştan yapılmışduvarlar var. Mağaradan gelen soğukhava buharını da hesaba katarsakburanın eski dönemlerde soğuk havadeposu şeklinde kullanıldığınıdüşünüyoruz.Mağaraya girdikten 20­30 metre sonradefinecilerin yapmış olduğu talanı(kazıları) görüyorsunuz. (Neyse ki butarz kişiler mağaranın çok fazla ilerisinegidememekte ve doğal güzelliklere zararverememekte) Daha 40­50 metreilerlemeden mağaranın tavanı alçalıyorve emekleyerek yürümeye başlıyorsunuz.Burada parkur kenarlarında üstü çamurlakaplı traverten oluşumları kendinigösteriyor. Yaklaşık 200 metre toprak veçamur kaplı susuz zeminde yürüyüpçamura bulandıktan sonra genişçe biralana çıkıyorsunuz ve suyla ilkbuluşmanız burada gerçekleşiyor. Mağaragirişinden bu bölüme kadar ölçümlerimizialıyor ve harita için kaydediyoruz.Benim için asıl macera ise bu noktadanitibaren başlıyor. Su yatağını takipederek ilerlemeye başlıyorsunuz fakatyürüyerek değil, emekleyerek. Yaklaşık100 metre civarında ilerledikten sonraparkur emeklemenize de izin vermiyor ve

Parsık Mağarası Mehmet Ali Kocataş (ASPEG)

Page 21: Cadı Kazanı Sayı 19

Cadı Kazanı Sayı 19 (Temmuz­Ağustos 2011) sayfa 21

Yaşadıklarımız

ASPEG mağara sifon dalış etkinliklerinden bir görüntü :)

Fotoğraflar: Gülşen Küçükali, Ebru Güven, Ender Usuloğlu

Metin, mağara dalış güvenlik dersi verirken :) Bu yılki mağaracı bayan giyim modasıPaero ve kask beyazı birbiriyle uyumlu :)

Metin gene eğitim veriyor, ip yıkamadan sonrawetsuit'li mağaracı nasıl yıkanır nelere dikkat edilir !

Anlamayanı dövüyor, kaçın....Milli güvenlikdersi bir daha iyidir :)

Mehmet Ali, sürünürken..Askerde bile böyle sürünmediğini yazmıştı :)Ah keşif vah sen neymişsin sen!

Page 22: Cadı Kazanı Sayı 19

Cadı Kazanı Sayı 19 (Temmuz­Ağustos 2011) sayfa 22

suyun içine yatıp sürünmeyebaşlıyorsunuz. Kafanızı kaldıracakkadar yükseklik bile yok. Ortalama 50cm yüksekliğinde ve yaklaşık 100metre sürünerek ilerlemenizgerekiyor. Arada sadece 3 taneoturulabilinecek nokta var. Buralardada nefeslenip yolunuza devamediyorsunuz. Askerde bile bu kadarsürünmemiştim diye düşünüyorumkendi içimden.Bu bölümü bitirince mağara sizeödülünüzü hemen veriyor. Mağaratavanı yükseliyor ve etrafınızıbembeyaz travertenler kaplıyor.Pamuk tarlasının içinden geçer gibiilerledikten sonra sizi yaklaşık 3metrelik bir şelale karşılıyor.Mağaraya girmeden önce bizesöylenen şelalenin bu olduğunudüşünüyoruz (30­40 metrelik şelalebu muydu diye de hayıflanıyoruz) vebir süre keyfini çıkarıp etrafıDevamı sayfa 22'de..inceliyoruz. Mağaranın sağ tarafınadoğru uzanan yaklaşık 100 metreuzunluğunda ve 40­50 metreyüksekliğinde fay çatlağı olduğunudüşündüğümüz bir yarık mevcut.Yerde yarasa pisliklerinin olması bubölgede yukarı bir çıkışın olduğunudüşündürüyor. (Araştırılması gerekenbir nokta) Belli bir müddet civardakitraverten ve oluşumlarıgözlemledikten sonra geldiğimizparkuru izleyerek geriye dönüyoruz.Ertesi gün mağaranın kalan kısmınıölçümlemek için ve asıl büyük olanşelaleyi (30­40 m) gözlemlemek içinmağaraya tekrar giriş yapıyoruz. Busefer ölçüme sürünme bölümündenbaşlayıp ilk şelaleye kadarölçümlüyoruz. Buradan sonra nasılgideceğimizi düşünürken Ender Abidirek şelaleden tırmanmaya başlıyor.Olur mu olmaz mı diye düşünürkenkendimi bir anda şelaleye tırmanırkenbuluyorum. Hayatımdaki yapmayıistediğim şelale tırmanışlarının ilkini

de bu sayede yapmış oluyorum.Bundan sonra travertenlerdenoluşmuş menderesler yapan birkanyonun içerisinde büyük şelaleyekadar yol alıyoruz. Şelaleyevardığımızda kafamı kaldırıp yukarıbakıyorum fakat şelalenin ucugörünmemekte. Yaklaşık 40­50metrelik bir şelale. Burada şelaleninaltına geçip şelalenin tadınıçıkardıktan sonra geri dönüyoruz.Dönüş yolunda mağaranın yankollarını da incelemek istiyoruz fakatyeterli vakit kalmadığı için belli birnoktaya kadar ilerleyebiliyoruz. (Dahasonra tekrar araştırılacak)Bir sonraki gelişimizde teknikbecerilerimizi de geliştirerekmağaranın üst bölümünden girişyapmaya çalışacağız. Bu şekildemağaranın dikey iniş kısmının daölçümlerini tamamlayarak tümmağaranın haritasını çizmeyeçalışacağız.Parsık mağarası benim için ilkprofesyonel deneyim olması ile birlikeilk mağara haritacılığına dabaşladığım mağara oldu. Ben deherkes gibi bugüne kadar hiçgidilmemiş bir yere gidip orayıkeşfetmeyi hayal ederdim. Mağaracılıkbana bu imkanı sağlayan en güzel veeğlenceli spor oldu. Bilinmeyen biryeri araştırarak insanların yararınasunmak da beni son derece mutluediyor. Kendimi bir Kristof Colomb yada Neil Amstrong kadar olmasam daonlarla kendimi aynı yoldagörüyorum. Onlar da insanların hiçgitmedikleri yerlere gidip ilklerigerçekleştirmişlerdi. Ben de bunumağaracılık sayesinde yapabiliyorolacağım.

Fotoğ

raf:M

esut

Şen

Page 23: Cadı Kazanı Sayı 19

Cadı Kazanı Sayı 19 (Temmuz­Ağustos 2011) sayfa 23

Page 24: Cadı Kazanı Sayı 19

ABSTRACTSSpeleoculture page 4This article is about the impressions of the writer who attended the last threeconsecutive Balkan cavers Union camps. The writer is generally expecting more out ofthis camps and suggests some ideas for better cooperation and exchange ofexperiences like; mapping competition, every 2 years a symposium is attached to thecamping organization and also programme the excursions to undiscovered caves andchoose the camp site according to unexplored areas of the organised country.How we bought our equipments when we were mountaineering ? page 9Our big brother, Haldun Aydıngün who also from time to time do caving, explains howthey produce and find, finance their mountaineering equipments from producingsleeping bags to ice axes. He explains it in details and in enjoyable style.Speleoart page 16In this section we have a poem called " In the Sea Caves" by Georgio Seferistranslated to Turkish by contemporary poet İsmail Haydar AksoyDid You Know? page 17A brief knowledge about the longest underwater gypsum cave in the world: Orda cavein Ural mountains, Russia.Canyons: An open cave? page 18Bülent Demir, who is a canyonist also started caving and wrote an article comparingthe two environments which looks a like in some ways but very different.

Parsık Cavepage 20­22Our newest member, Mehmet Ali shares his thoughts and first time experiences ofcaving in Parsık cave with us. Parsık cave is a traverse cave with ­160 m depth andlong passages with very tight ones that can strech to 200 meters.Our Lives page 21Collection of some photos from july and august expeditions and trips.

Fotoğ

raf:M

esut

Şen

Page 25: Cadı Kazanı Sayı 19