Upload
others
View
1
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
CO
Cum huriyet
Ç ocuğumu İst İyorum...İsmail Gökçe, öğrenciydi. On altı yaşına yeni basmıştı, tutuklandı. “Gözcülük”suçuyla 12yıl hapis aldı. Deniz Sirkeci de, 12 yıla çarptırıldı. Deniz ve İsmail cezaevinde büyüdü.■ 6 . S A Y F A D A
EYTANLA YAPILAN ANLAŞMAAfrika Barış Komisyonu, apartheid rejiminin insan hakları ihlallerini belgeleyen raporunu kamuoyuna sunacak. Ancak gerçeğin bedeli ağır: Kurbanlar haklarını arayamayacak... Bu nasıl bir barış olacak?■ 1 4 . S A Y F A D A
M ORUMANIN 'DAVACISI'...İki yıl içinde dört kez görev yeri değiştirilen Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu üyesi Mimar Oktay Ekinci bu kez Antalya’ya “atandı”...M 1 8 . S A Y F A D A
Mîna Urgan , ‘Hâlâ sosyalistim’ diyenlerden. Acılarla, direnişlerle geçen yaşamında umudunu hep korumuş. Urgan’ın “Bir Dinozorun Anılan” kitabının aylardır liste başı olması belki de bundan....
ORAL ÇALIŞLAR
Profesör Mîna Urgan, “Küçük Mutluluklar” adını verdiği kitaba, “Bir Dinozorun AnılarTnın ikinci bölümüne başladı. Üçte biri tamamlanan bu kitapta, Sabahattin Eyüboğlu’yla birlikte gerçekleştirdiği ve daha sonra bir gelenek haline dönüşen “Mavi Yol
culukların nasıl başladığını anlatıyor. Yakın arkadaşı Halet ÇambeFin Anadolu’daki kazılarının, ilgi alanlarından birisi haline dönüşmesini, 1930’lu yılların sonunda yabancı profesörlerin çok sözünü ettikleri Anadolu uygarlığını, bu topraklarda yatan büyük tarihsel mirasa ulaşmak amacıyla
çıktığı uzun yolculukları aktarıyor.İkinci kitabında da, çok ilginç anılarla yüzyüze gelece
ğimiz Mîna Urgan’ın “Bir Dinozorun Anılan” adlı kitabı, kendi beklentilerinin de çok üstünde bir ilgi gördü. Kitap, kısa süre içinde 25 baskı yaptı. Yayınlandığından bu yana en çok satanlar listesinin başında. Kitabı bu kadar ilginç kılan ne vardı? 80 yaşım geçmiş bir devrimcinin, bir entelektüelin, bir bilim kadınının, bir sosyalistin söylediklerinde ne vardı ki, toplumun bu kadar ilgisini çekiyordu? Toplumdaki çürümenin ileri boyutlara ulaştığı, çetelerin devlet içinde yuvalandığı, “köşeyi dönme” felsefesinin egemenlik kurduğu bir toplumda, Urgan ne Devamı 2. sayfada
CUMHURİYET DERGİ
Hep genç, hep sosyalist1. Sayfanın devamı
söylüyordu da bu kadar sempatiyle karşılanıyordu?
TV kameraları, gazetelerin kültür ve sanat sayfalan projektörlerini onun üzerine çevirdiler. Heyecanla bu “dinozor’un nasıl birisi olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. Cumhuriyetin kurucu kuşağından gelen bu aydın, bunca altüst oluşlara, yıkımlara, baskılara karşın, bu koca dönemi bir davaya bağlı kalarak, ilkelerini titizlikle koruyarak nasıl aşmıştı?
O, sosyalistti, Cumhuriyetin ilk yıllarındaki modernleşme atılanlarını yaşamış ve desteklemişti. Bugünün Türkiye’sinin o dönemin T ürkiye’siy le bir ilgisinin olmadığını da açıkça söylemekten geri durmuyordu. Koca bir Cumhuriyet kurucusu kuşak geçip gitmişti . Onların hemen yanıbaşında yaşamıştı. Siyasi Islamın, ırkçılığın adım adım nasıl
geliştirildiğine de tanık olmuştu. Cezaevlerinin kapıları onun yıllarca sosyalist dostlarını görmeye gittiği yerlerdi. Behice Boran okul arkadaşı ve sevdiği dostuydu. Sosyalistlerin birliğine hep önem vermişti. Sosyalist Birlik Partisi, Birleşik Sosyalist Parti ve bütün bu sürecin sonunda ortaya çıkan Özgürlük ve Dayanışma Partisi’nin kurucusuydu. Mîna Urgan’m kendisini de şaşırtan yazdıklarına yönelik bu ilgiyi onunla konuştuk. Ne olmuştu da, bu kadar ilgi görmüştü yazdıkları....
Mîna Urgan her zamanki alçakgönüllü- ğüyle cevapladı:
Doğrusunu istersen ben de bilemiyorum. Hiç böyle bir ilgi gösterilebileceğini tahmin etmemiştim. Birkaç kişi beğenecek zannettim. Halbuki genel bir beğenme oldu. Kitap boyuna basılıyor. Beğenenler okuyor. Okuyanlar beğeniyor falan. Ben açıklayamıyorum. Siznasılaçıklıyorsunuz?
Türkiye, çok kötü günlerden geçiyor.
Daha önce hiç böylesini görmediğimiz bir çürümenin, bir vurdumduymazlığın, acımasızlığın içinde yaşıyoruz. Sizin yazdıklarınız buna bir tepki, bir meydana okuma. Sanırım ilgi buradan geliyor.
Böylesine bir çürümeyi daha önce yaşamadığımız, doğru.
Evet. Ama bu çü rü meye tepki de var ve çokyoğun bir tepki.-Eskiden tepki gösterilmeyen şeylere bugün daha büyük tepkiler gösterilebiliyor.
Bu tepkiler olmasaydı, Manisa’daki çocuklar hapislerde çürür ve kimsenin haberi olmaz, işkenceler örtbas edilirdi. Artık kokuşmuşluk had safhada. Buna tepki de başladı. Ve bu beni umutlandırıyor. Ben umutlu birinsanım. Umutsuz yaşayamamki.
Siz zaten hep umutlusunuz. Bu umut nereden geliyor? Acılar çektiniz. Umutsuzluklar dayaşadımz...
Umudum, Cumhuriyetin ilk kuruluş günlerini yaşamaktan geliyor. Cumhuriyet ilan
edildiği vakit ben yedi yaşındaydım, çocuktum ama kavrıyordum. Mesela tramvaylarda kadınla erkek arasında perde vardı. Ben o atılımlar sırasında anladım ki ütopyalar gerçekleşebiliyor. O günler çok umutlu günlerdi. Yıkılmış, ekonomik açıdan perişan olmuş, işgal altında itibarını yitirmiş bir devletten Cumhuriyet’e ulaştık. Birmucize oldu. Yani biz sizin gibi değildik. Türkiye, o zaman onurlu bir memleketti. Bağımsız ve onurlu. Ben bunu yaşadım. Onun için bu düşüncelere her zaman inandım.
Cumhuriyet kuşağının umutlu olması için nedenler vardı.
Evet. Sadece mizaç olarak umutlu olmak değil ki. Bence bir solcu umutlu olur. Umudunu yitiren bir sosyalist sosyalist değildir
>0)o£
artık.Neden umudunu yitirmemeli sosyalist
ler?Çünkü sosyalizm yapılması gerekeni söy
lüyor. Kimine göre ütopya, bence değil, bence şart. Bütün dünya tarihinde sosyalizm olmasa, ne olacak bunu kimse düşünmüyor. Globalleşme. Kapitalist globalleşme. Uçurum açılıyor. Bu sadece bizim memlekette değil. Amerika’da da bu uçurum var. Avrupa’da da var. Bunun çaresi nedir: Sosyalizm. Onun içinsosyalistumutluolmalı. Umudunu yitiren bir sosyalist mücadele edemez, teslim olur.
Anılarınızda, dikkat çeken şeylerden birisi, yakın çevrenizle, ailenizle ilgili çok fazla şey söylemiyorsunuz. Bunu niye tercih ettiniz?
Yakın çevrem mi?Mesela eşiniz. Kaybettiğiniz oğlunuz
hakkında...Bunlardan konuşamam ben. Bir şey var,
edep derlerdi eskiden. Sıkılırım, bunlar sadece beni ilgilendiren felaketler veya üzücü şeyler, yapamam.
Acılarınızı da toplumla paylaşamaz mıydınız?
Hayır. Yapamam. İlgilendirmez toplumu. Bubanaters geliyor.
Diyorsunuz ki bu acılar benim şahsi acılarım. Toplumsal acılarımı paylaşırım ama, kişisel olanları değil.
Toplumsal acılarımı nitekim paylaşıyorum. Yani 6-7 Eylül’ü anlatırken. Kanlı Pazar’ı anlatırken. 12 Eylül felaketini anlatırken paylaşıyorum. Ama ötekiler. Sadece beni ilgilendiriyor. Yabancılara söylenmez bunlar. Gereksiz.
Başka insanlar, anılarında sizden farklı bir yol izliyorlar, kişisel sıkıntılarını kişisel yaşamlarını da yazıyorlar, onları da okuyucularla paylaşıyorlar.
Şu da var ki ben zaten kişisel bir insan değilim. Bu, toplumsal bir kitap. Ben kendimi hiçbir zaman toplumdan ayırt edip düşünmedim. Böyle bir bireyciliğim olmadı.
Cumhuriyet kurucusu kuşağın neı dey- se tamamına yakınını, önde gelen bütün insanlarını tanıdınız. Zaten aileniz de o kuşağın içindeydi.
Ö sırada bir ekip var. Mustafa Kemal’in çevresinde toplanan bir ekip. O ekip olmasaydı, Mustafa Kemal bunları yapamazdı. Annem gibi hem çok Müslüman hem de ilerici insanlar, kadınla&olmasaydı, bu devrim başarılamazdı H ükümet ve o kuşak, bir ekip. Onlar seçkin insanlar topluluğuydu. Ama tabii esas güç Mustafa Kemal ’di.
Peki Mustafa Kemal bugün için ne anlam ifade ediyor?
M. Kemal’e 1928 yılına kadar büyük değer veriyorum.
Neden 1928’e kadar?Devrimci. İnkılâp, falan filan diyorlar.
Yaptığı devrim. Her şeyi değiştirdi. Rejimi değiştirdi. Hükümet tarzını değiştirdi. Sosyal kurumlan değiştirdi. Ben bunları yaşadım. Şimdi Mustafa Kemal demokratik de-
23 AĞUSTOS 1998. SAYI 648
ğil diye eleştiriyorlar. Çok saçma. 1923’te kim demokrasi yapmış...
Hangi ihtilal demokrasiyle, olmuş diyorsunuz?
Evet. 1933’te Almanya gibi kültürlü gelişmiş bir ülke. O büyük müzisyenleri yaratmış. O kültürü yaratmış insanlar, Hitler’i serbest seçimle iktidara getirdiler. Bunu millet unutuyor. Hitleriktidara geldi. Programı biliniyordu. Buna rağmen Almanlar onu serbest seçimle iktidara getirdiler. Böyle bir dönemde Mustafa Kemal daha fazla yapamazdı. O zaman İtalyan ve Alman faşistleri Türkiye müttefik olsun diye can atıyorlardı. Türkiye’nin faşizme yönelmesini istiyorlardı. Mustafa Kemal bu hatayı da yapmadı. Mustafa Kemal demokrasiyi kurmak istedi. Bir demokrasi atılımı yapmak istedi. Onun için ikinci cumhuriyetçilerle anlaşamıyorum. Evet yapmak istedi. Sonra baktı ki henüz Türkiye buna hazır değil. 1950’de Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle ne olduğu ortaya çıktı.
Tarihe geri dönelim. Son dönemde yeniden tartışılan birkaç konu var. Birisi Varlık Vergisi.
Ben çok utandım Varlık Vergisi döneminde. T ürk olmaktan utandım ve gayrimüslim olmadığım için çok utandım. Müslüman kökenli olduğum için.Çünkü çok büyük birta- lan bu. Zaten gerçek bir varlık vergisi değildi ki. Azınlıklardan çok paralar alındı. Mallarına el konuldu sürgüne gönderildi. Gayn- müslümler için bu çok büyük bir yıkımdı. Üzerinde çok durduğumuz mozaik böyle mi gerçekleşecek? Rumlar, Ermeniler, Yahudi- ler. Onlar bizim bir parçamız. Osmanlı devrinde bunlar asimile edilmiş. Ve biz bunları asimile edeceğimize bu Varlık Vergisi’yle hepsini ürküttük. Ben biliyorum, Yahudile- rin M. Kemal için nasıl matem tuttuğunu. Rumların, Ermenilerin nasıl matem tuttuğunu biliyorum. On lan ayırdık, attık aramızdan. Mozaikçok kötü duruma geldi.
6-7 Eylül...6-7 Eylül korkunç bir patlamaydı. Aç be
yinli insanlann bir patlamasıydı. Zenginlik düşmanlığıydı. Adam 50 yaşında çikolata yiyor. Yereoturmuş. Vediyorkibenbumere- ti ömrümde ilk defa yiyorum. Bir adam 50 yaşına kadar gelir de çikolata yiyemez. Korkunç birşeybu. Yıktılarmemleketi,6-7Eylül ’de. Bence Demokrat Parti yöneticileri de böyle şey ler beklemiyordu. Ufak tefek birkaç gaynmüslümün dükkânı yıkılacak diye
Yapı KrediYayınlan’ndan çıkan İlk kitabı “Bir Dinozorun Anılan” yirmi beş baskı yapan Mîna Urgan, ikinci kitabının yazımını sürdürüyor. Anılannda Cumhuriyet’in siyasi ve entelektüel tarihinin tanıklığına yer veren Urgan, yakın çevresini anlatmamasının nedenini şöyle açıklıyor: “Eskiden edep derlerdi, sıkılınm.”
Mîna Urgan ’ın babası Tahsin Nahit
“Annem Şefika bir fenomendi...”
düşünüyorlardı.Anneniz Şefika Hanım?Annem bir fenomendi. Şefika solcu değil
di ama ilericiydi. Gerçekten Kemalist’ti. Devrimleri içtenlikle benimsemişti, hiçbir solcu yanı yoktu. İnanmış bir Müslümandı, ama ilericiydi. Bütün dinlere saygısı vardı. Ama derdi ki son din olduğu için, en kusursuzu Müslümanlık. Ama bunu empoze etmezdi. Bana da empoze etmedi. Kendi görüşlerini zor kullanıp, ki onda o güç vardı. Ama kullanmadı. Ablama karşı da kullan
madı.Bir gün demedi ki, namaz kıl, ibadet et.
Ama benim ateist olmama üzülürdü. Mesela çocuklar hasta oluyor. Annem diyordu ki Allah büyüktür bir şey olmaz. Ben de doktor Necibe Hanım büyüktür diyordum, çünkü iyi doktordur. Allaha inanmayan bir insanın hayata karşı direnişi bence çok daha güçlü.
Yakın tarihimize dönersek. Orhan Veli, Sabahattin Ali’yle ilgili anılarınızı dinlesek, örneğin Orhan Veli.
Orhan Veli benim tanıdığım tek edepli sarhoş. Müeddeb, terbiyesini bozmayan, taşkınlık, bir tek saçmalık yapmayan, tanıdığım tek sarhoş. Sürekli içerdi. Bir taşkınlık yaptığını birisine kötü bir laf söylediğini duymadım. Fakat şunu düşünüyorum. Orhan, 36 yaşmda öldü. Acaba bu tempoyla içseydi, 46 yaşında, 56 yaşmda böyle bu kadar müeddep olabilecek miydi? Çünkü alkolün yaptığı bir birikim var beyninin üzerinde. Y ıpratıcı bir etkisi var. Çok mizah duygusu olan bir insandı. Şiirlerinden de belli. Çok sevimli, çok cana yakındı. Gülmece yeteneği çok gelişmiş bir insandı. Onun için hiç sıkıntı vermezdi insana. Kendini beğenmiş değildi. Bizde sanatçı kendini beğenir. Toz kondurmaz.
Ahmet HamdiTanpmar da farklıydı. Üniversitede ikide birde bana gelir, Birinci Yeni, Garip Akımı tipinde şiirler üretirdi. Keşke saklasaydım onları, keşke not etseydim... Hatırladıklarımı, Orhan ’a söylerdim, “Sizin ekolden Ahmet Hamdi Tanpınarbak ne dedi” diye... Orhan Veli kahkahalar atardı, hiç gocunmaz, alınmazdı, hoşgörülü bir insandı.
Ahmet Hamdi o türe hiç yatkın birisi değildi...
Ama yapardı. Bak şimdi sana bir manzume söyleyeceğim derdi. Serbest vezinli küçük bir Garip şiiri okurdu. Ne yazık ki not etmedim onları.
Ahmet Hamdi’yi anlatmak isterseniz. Değeri az bilinen birisi diye bugün tartışılıyor.
Yo, değerini artık herkes biliyor. Yani Ahmet Hamdi’nin değeri yadsınmaz. Ahmet Hamdi meslektaşımdı fakültede. Çok sevimli bir insandı. Mesela o mebus olduğu vakit ben ona bağırdım çağırdım yerden yere vurdum. Gerçi şimdi yapamam, gençliğin etkisiyle saldırdım. Senkendini sattınfalan dedim. Demokrat Parti’den milletvekili seçilmişti . Gülerdi. Bakan olduğum vakit seni müsteşarım yapacağım derdi. Kahkaha- «•“
3
DERGİDEN
Merhaba,Anı kitapları farklı bir sıcaklık içerir. Okuyucuyu çeken bir büyü gezinir satırlarında. Bu kitaplar özeldir, yazanla okur arasında bir duygu köprüsü oluşturur. Kimi anı kitapları yıllar sonra farkedilir. Tozlanmış raflardan indirilip okunmamış sayfaları geç kalmış bir merak duygusuyla açılır. Mîna Urgan 'ın anıları ise ilk günden keşfedilip çok okunan bir kitap oldu. Birkaç ay içinde 25 baskı yapması, yaygın bir biçimde ikili üçlü sohbetlere konu olması çoğu kişiyi şaşırttı. Çünkü Mîna Urgan merak edilen medyatik bir isim değil, anlattıkları da “ilk kez açıklanıyor” tiz sesiyle duymaya alıştığımız senaryolardan değil. Bu haftaki kapağımızı, merakla okunan anıların ikinci kitabını neredeyse yarılayan Mîna Urgan ’a ayırdık. Derğmizdeki ilginç yazılardan biri de kadın cinsel organı üzerine yapılan yeni araştırmalar üzerine. Avustralya da Melbourne de yürütülen çalışmalar, klitoris üzerine bugüne dek bilinen neredeyse her şeyin eksik ve yanlış olduğunu ortaya çıkartmış. Klitorisin büyüklüğü yanlış saptandığı için bu güne dek yapılan histerektomi-rahim alma- ameliyatlarının da doğru yapılmadığm... 21. yüzyıla girerken kadın bedeninin hâlâ sayısız meçhul yanı olduğunu farketmek ilginç bir duygu.Cumhuriyet D erğ ’yi elinize aldığınızda bütün gününüzü alt üst edecek yazılarla doldurmamaya çalışıyoruz. Ama tamamen yaşananlar dışında bir dünya sunmamızı beklemediğinizi de biliyoruz. Die Ziet Dergisi ’nden aktardığımız “Şeytanla Yapılan Anlaşma ” başlığnı taşıyan röportaj kolay kolay unutulmayacak kadar acı. Kötülüğün, ırkçılığın bu denlisini hayal etmek bile zor geliyor. Dilerseniz bu yazıyı yarına bırakıp bugünü kurtarabilirsiniz.Ama sayfalarımıza, dergiyi atmadan önce mutlaka okumanız için aldığımızı hatırlatalım.Önümüzdeki hafta yeni bir dergide buluşmak umuduyla...
İpek Çalışlar
CUMHURİYET DERGİİMTİYAZ SAHİBİ: BERİN NADİ ■ BASAN VE YAYAN: YENİ GÜN HABER AJANSI BASIN VE YAYINCILIK AŞ. «GENEL YAYIN YÖNETMENİ: ORHAN ERİNÇ ■ GENEL YAYIN KOORDİNATÖRÜ: HİKMET ÇETİNKAYA ■ YAZIİŞLERİ MÜDÜRÜ: İBRAHİM YILDIZBSORUMLU MÜDÜR: FİKRET İLKİZ «YAYIN YÖNETMENİ: İPEK ÇALIŞLARI GÖRSEL YÖNETMEN: AYNUR ÇOLAK« REKLAM: MEDYA C
KAPAK FOTOĞRAFI: ERZADE ERTEM
m- laratardı.Odahoşgörülüydü. Vemizah duygusu vardı. Tanpınar çok şirin, sevimli bir insandı. Tabii çok iyi bir romancı.
Halide Edip...Halide Edip’i eleştirmek haddime düşmez
ama, İngiliz edebiyatı okumamıştı. Onun kabahati değil. Okumamış ama İngiliz Edebiyatı bölümümün başına tayin edilmişti. Halide’nin, her şeyi yaparım diye kendine gereksiz bir güveni vardı. Hoca-asistan olarak ilişkilerimizkötüydü. Torun, büyükanne ilişkilerimizde biraz fırtınalıydı. Ben asi torun, o ise sert büyükanne durumundaydı. Birde kadın kadına ilişkilerimiz vardı. Onda daha çok anlaşırdık. Halide Hanım müstesna bir insandı. Ama keşke İngiliz Edebiyat hocalığı yapmasaydı. Önemli yazarları Amerika’da da üniversiteye çağırıp ders verdiriyorlar. Ama kürsülerin başına getirmiyorlar. Bizim Halide Edip’ten öğreneceği
miz çok şey vardı. Ama bu İngiliz Edebiyatı alanına girmiyordu. Bu yüzden aramızda çatışmalar çıktı .. Ama bana hiçbir zaman kal- leşlikyapmadı. Her zaman korudu, solcu diye tayin etmediklerinde bana sahip çıktı.
Büyükadalı olduğunuzu biliyoruz...Annemin babası adaya yerleşen ilk Müs
lüman. Gençliğimde yaşlı Rumlar dedemi, biraz çatlak bulurlardı. Çünkü o, çocuklarının yüzmesine izin verir onları denize girmeleri için teşvik ederdi. Rumlar bu yüzden dedemin deli olduğunu düşünürlerdi.
O zamanın Anadolu Kulübü nasıldı?Yazlan orda kalırdık. Hatta çocuklu aileler
için başka bina vardı. Ben yat kulübünde oturmaz, sokaklarda oynardım. Futbol oynardım. Demokrat bir solcu yanım o zaman da varmış ki zengin çocuklanyla dostluk etmezdim. Tenis kortlarına gitmezdim. Sokaklarda yoksul çocuklarla futbol oynardım.
O günlerin adası nasıl bir adaydı? Daha sonra gidip gördüğünüzde ne gibi farklı- bklar gördünüz?
Bir defao günlerin adası Rum adası. Müthiş bir yaşama sevinci vardı. Yaz günleri Rum gençleri sokaklarda gitar ve mandolin çalar, gezinirlerdi. Bambaşka bir yerdi. Ada güzeldi ama Rumlar varken daha güzeldi. Rum neşelidir. Yaşama sevinci vardır. Çokgüzeldi Rumlarla Ermenilerle ilişkilerimiz.
Yakın dönemin insanlarına dönelim. Aziz Nesin’e, Mehmet Ali Aybar’a. Sinan Cemgil’le ilgili bir şeyler anlatmak istersiniz belki.
Sinan’ı bebekliğimden beri bilirdim. Annesi babası yakın arkadaşımdı. Bebekliğinden beri tanıdığım bu çocuğun ölümünün felaketini ben onun annesi ve babasıyla yaşadım.
Adnan Cemgil, Nazife Cemgil de bu ülkede büyük acılar çeken aydınlarımızdan...
Nazife Hanım son derece ciddi bir insandır. Adnan, taklit ve rol yeteneği çok gelişmiş birisi. T ürk tiyatrosu, onun tiyatroya girmemesiyle büyük bir kayıp yaşadı bence. Çünkü birinci sınıf bir komedyen.Bir defa, bakkal dükkânı açmıştı. Onun öyküsünü çok güzel anlatırdı. Nasıl yılbaşında hediyeler göndermişti müşterilerine, sonunda nasıl iflas etmişti. Bakkallık yapıyor, çünkü işinden atıyorlar.Felsefe öğretmeni adamı işinden atıyorlar. Karısını sürüyorlar Yozgat’a. Adnan anlattı anlattı bunları. Şimdi baktım yüzü ağır ağır morarıyor, evyah dedim ne oldu. Gül- mektenmiş meğer. En trajik şeyleri bile çok komik anlatırdı. Ama tabi Sinan’ın ölümünden sonra, o neşesi kalmadı.
Türkiye’de aydınlara yönelik acımasızlıklara, Türkiye’yi yönetenlerin gerici tercihlerine yakından tanık oldunuz. Bunun sonucu olarak sosyalizme daha çok inandınız.
Daha çok inandım. Türkiye’de kepazelikler arttıkça benim sosyalizmim de o kepaze- liğeparalel olarak artıyor. Kültürsüzlük beni perişan ediyor. Düşünün Özal, ben Red Kit okurum diyor. Belki onu bile okumuyor. Kültürsüz bir toplum yaratmak istiyorlar. Sadece köşe dönmek, sadece para.
Sizin yaşadığınız 1940’larda da Behice Boran’ların, Pertev Nali Boratav’ların ve birçok aydının tasfiyesi var. Sola yönelik acımasız baskılar var.
Sol kâbusu hep vardı. Onların kadrolarını dağıttılar. Mahkemeye gittiler, beraat ettiler. Ama ondan sonra kadrolarını vermediler.
Önemli olan namuslu olmak, kültürlü olmak, memlekete yarayacak işler yapmak de- ğil. Önemli olan para sahibi olmak. Küçük Amerika’yı DP döneminde kabul edilir bir model olarak önümüze koydular. Hiçbir doğru dürüst Amerikalı bu modeli kabul etmiyor. Bu yüzden Amerika’yı terk ediyor, dağlara kaçıyor. Biz tutuyoruz bunu kendimize model yapıyoruz küçük Amerika’yı.
Behice Boran’ı çok sevdiğiniz, çok değer verdiğiniz anlaşdıyor. Behice Boran’la çokuzundostluğunuzoldu herhalde.
Evet çok çok.Daha sonra 12 Eylül geldi. Behice Bo
ran yurtdışına kaçtı. Ondan sonra hiç temasınız oldu mu?
Oldu. Brüksele gittim. Bir hafta kaldım. Sırf Behice’yi görmek için. Tabii çocukluğumdan, kolejden tanıyorum. Benden dört yaş büyüktü. Çok severdim. Çok vefalı bir dosttu. Dostluğu birinci sınıftı.
Yakından tanımayanlar Behice Boran’ı çoksertve kari görürler...
Hayır katılmıyorum. Katı değildi. Yalnız ikiyüzlülüğe tahammül edemezdi. Bana dedi ki gir Barış Demeği’ne. Yıl 1950, oğlum
yeni doğmuş, Behice ben korkarım dedim. Demek siyasi sayılacak, kapatılacak, ben üniversiteden kovulacağım dedim. Üniversiteden kovulursam benim oğlum, annem, dadım aç kalır. Ben korkanm dedim. Behice dedi ki, benim de oğlum var. Ben de senin gibi mesleğime bağlıyım. Dedim sen bu cesareti gösterdin. Ben gösteremem. Ve zannettim ki Behice küstü. Tamamiy le benden kopacak. Aa baktım bir hafta sonra Behice geldi. Gene anlattı kimler girdi, ne oldu falan. Ve bundan yıllarca sonra ben
147’ük olduğum vakit 27 Mayıs’tan sonra beni, o yıkıntı evine götürdü. Armutlu’da, elektrik yok, gaz, su yok falan. Orada onbeş gün bana baktı. Ve o sırada bana şöyle dedi:‘ Seni severim. Çünkü sen ikiyüzlü değilsin. Bana, Behice ben üniversitede kalırsam daha hayırlı olur. Sosyalist olarak daha işe yararım demedin. Bana düpedüz korkanm, çoluk çocuğum aç kalır dedin. Ben seni onun için severim.’ Bunu, bu olaydan 11 sene sonra söyledi. Böyle bir insan katı olamaz. Fakat Behice, dalavarecilik, ikiyüzlülük görünce katı olur.
Behice Boran’la Mehmet Ali Aybar arasındaki ayrılık konusunda hoş bir öykünüz var...
İkisi de sosyalizm diyor. Bir toplantıda dinlemiştim, ikisi de çok güzel konuşmuştu bana göre. Politikanın inceliklerini anlatıyorlardı. Meğer birbirlerine girmişler. Ben
Urgan, oğlu ve kızıyla. 1956.
23 AĞUSTOS 1998. SAYI 648
ikisini de çok beğenmiştim, ikisini de alkışladım. Herkes bana bu kadın geri zekâlı diye bakıyor çıkışta, ikisine de güzel konuştunuz diyorum. Ayrılığın farkında değilim.
Mehmet Ali Ay bar’la ilgili neler anlatabilirsiniz?
M. Ali güç bir insandı. Sosyalizm uğruna çok parlak olacak olan kariyerini de tepti. Üniversiteden ayrıldı. Her şeyi göze aldı. BirbakımaBehi- ce’den daha doğru yoldaydı.Çünkü Sovyetler ’ e bel bağl a- mamıştı.
Aziz Nesin...Aziz Nesin bir şekerdi, yedi
yaşmda tombul bir oğlandı.Ben onu hep öyle görürdüm.O kıvırcık saçlar, fildir fıldır gözler. Görünce kendimi tutamaz, yanaklarından makas alırdım. Saçını karıştırırdım falan. O büyük zekânın böyle çocuksu sevimli bir yanı vardı. Hepimizin düşünüp söyleyemediğini o söylerdi. Vakfı öteki vakıflar gibi sponsorlar bularak, ticaret yaparak kurmadı. O 100 küsur kitabından kazandığı paraylakurdu. Aynı yaştaydık. Aziz Nesin benim için örnek bir insandı. Bir edebiyatçı olarak milletin gönlünde yer etti. Halk, sadece onun mizah kitaplarını okuyor. Bir şiirsel otobiyografisi var:‘Böyle Gelmiş Böyle Gitmez.’ Sonra avangart tiyatro oyunları yazdı. Çok değişik, hiçbir komik yanı olmayan kitaplar kaleme aldı: ‘Sumame.’Gerçekten çok büyük bir taşlama ustasıydı.
Bugünün genç edebiyatçıları içinde parlak gördüğünüz değer verdikleriniz var mı?
Tabii. Oğuz Atay ye Orhan Pamuk. Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ı ve öyküleri de başyapıt sayılacak türden.
Orhan Pamuk’u nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çok şey bekliyorum. Çünkü o ‘Kara Ki- tap’ı yazdı. Öteki kitapları da güzel. Daha çok genç. Çok umutluyum. Türk edebiyatında yepyeni bir şey yaptı, Tutunamayanlar ve Kara Kitap.
Yaşamınızı gözden geçirdiğinizde, kendi kendinize bir muhasebe yaptığınızda neler hissediyorsunuz?
Benim büyük felaketlerim oldu. Anne bir kardeşimin, Halil’in akıl hastalığı. Çünkü o benim oğlumdu bir bakıma. Ondan yedi yaş daha büyüktüm. Oğlumun ölümü. Mutsuz evlilik yaşamım. Başkabirtakım felaketlerim oldu. Ama mesleğimde çok mutluydum, yani sevdiğim işi yapıyordum. Çünkü çok az insan sevdiği işten para kazanabiliyor. Beni ayakta tutan asıl inanç, sosyalizm inancı. Bence bu felaketlere onun için göğüs gerebildim. Bu toplumda büyük mutluluklaryok. Böyle bir toplumda ben mutluyum demek için küçük mutluluklardan tat almak gerekiyor. Mesela gece çok üzüntülüyken, Göko- va’da bir köyde uyuyamıyordum. Bunaldım. Bir kaval sesi duydum. Burada kaval çalan biri olamaz diyorum. İnşaatlarda çalışan bir işçi sabahın üçün-
Soldan sağa, Mücap Ofluoğlu, Urgan, S. Alışık ve C. Irgat
de kaval çalıyor. Sanki umut vermek, sen yaşamaya, umutlu olmaya devam et demek için çalıyor. Küçük mutluluklar dediğim bunlar.
Duvarınızda Lenin resmi asılı...Sovyet Rusya’da benim istediğim komü
nizm kurulamadı. Ama tabiibuLenin’inka- bahati değil, yaşasaydı belki bambaşka olurdu. Lenin’ebüyükbir hayranlığım var. Sta- lin gelmeseydi belki başka durumlar olacaktı. Sonukötü oldu ama Rus ihtilali çok güzel başladı. Mao da büyük bir adam. Orada da aşırılıklar oldu, kızıl muhafızlar falan çok aşırılıklar yaptılar. Onun temelinde de iyi bir şey vardır da, tatbikat bozdu.
Partili bir sosyalistsiniz. ÖDP’nin, Sosyalist Birlik Partisi’nin kurucususunuz. ÖDP için ne düşünüyorsunuz?
ÖDP’den umutlu olmasına umutluyum, kurucu üyesiyim yoksa partili olmazdım. Benim tezim, sosyalizmin üstünde daha çok
durulması. Gerçi Genel Başka- nımız Ufuk Uras duruyor. Öteki partililer bilmiyorlar mı ki, sosyalizm; femimizmi de, çevreciliği de, insan haklarını da kapsar...
Cumhuriyet okurlarına ne söylemek istersiniz? Sizin çok sıkı bir Cumhuriyet okuru olduğunuzu biliyoruz.
Cumhuriyet okumaya devam etsinler, her şeyden önemlisi o. Ve ellerinden gelen desteği ver- sinler Cumhuriyet’e. Çünkü tek namuslu gazete, benim etik kavramlarıma, hayat görüşüme uygun tek gazete. Onun için bu gazete yaşatılmalı. Ve nasıl yaşatılacak, tabii ki okuyucuları sayesinde. Peşinde sermaye
Mîna Urgan. Yıl:I929 yokki...-^
Mîna Urgan, Yaşar Kemal’le Paris’te...
5
BAŞKENT GÜNLERİ
Dünyaya selamMÜŞERREF HEKİMOĞLU_________
evda Şener’i çok sever,|| dostluğundan mutluluk duyarım.
Sadeliğin güzelliğini kanıtlayan özel bir insan. Saatler çabuk geçer buluştuğumuz zaman. Ören’den döndü Karadeniz’e gitti. Şadan Karadeniz ile birlikte. Kimbilir kaç çevirisi var ama Şadan’ı “Gülün Adı” çevirisiyle tanıyor çok kişi. Umberto Eco'yu ülkemize o tanıttı gerçekten. Çeviri çalışmaları sürüyor, son kez Pirandello’dan “Biri Hiçbiri Binlercesi" diye bir kitabı var. Ben önce bir çevirmenim, Şadan Karadeniz'in güncesini okuyacağım, adı “Uçan Sözcüklerin Ardında” . Ören’deki balkonda okuyabilmeyi umut ediyorum. Karşıda mavi deniz, yanda bilge dostum Ida, uçan sözcükler ardında bir gezi düşlüyorum. Sevda Şener de çok beğeniyor.Karadeniz yolculuğuna katılamadığım için üzgünüm, belki gelecek yıl, Beşikdüzü’ne giden uzun göle de uzanırız. Bu aralık gidilemiyor. Yollar çok bozuk dedi Washington Kale’deki dostlar.Şadan Karadeniz’in eski bir evi var Beşikdüzü’nde, baba ocağı, çevresel çizgileri koruyan bir ev. Raif Karadeniz’in kızı da arada bir gidiyor, çocukluk dönemine dönüyor o evde. Dağlara tırmanıyor, fındık bahçelerinde dolaşıyor, doğasını yaşamanın sevincini duyuyor.Yolculuktan önceki akşam Washington Kale’de yemek yedik. Gökte ay, aşağıda başkentin ışıkları, ne güzel söyleşiler yaptık. Elbet anımsayanlar var,Beşikdüzü’nde bir Köy Enstitüsü var vaktiyle. Masalını Hurrem Arman’dan dinledim. Hamsinin masalı, Köy Enstitülerinin gerçeğini yansıtan bir olay yaşanıyor Karadeniz'de. Balığın tadını bilmeyen köyler fosfora bulanıyor. Ağlar balıkla doluyor hamsi zamanı. Ankara’ya rapor veriliyor her gün. Dün beş ağ dolusu balık avladık, bugün on ağ. Ankara yeterli bulmuyor hiç. O zaman soğuk hava depoları yok, ama iş içinde eğitimle balıkları toprağa gömerek saklamaya, tuzlamaya yöneliyor Karadenizliler. Dahası kamyonlarla başka enstitülere yollanıyor hamsiler. Orta Anadolu, Güneydoğu çocukları da fosforlanıyor.Dursun Akçam da bu olayı anımsar sanırım. Sevdiğim, saygı duyduğum bir dost, Köy Enstitü kökenli değerli bir yazar. Ama “Tantana” başlıklı yazısına üzüldüğümü belirtmek zorundayım. Bilkent Müzik Fakültesi’nin düzenlediği Anadolu Festivali’nin ekrana yansıyabilen kadarı da
sevindirici bir olay. Gürer Aykal seslendi Şırnak’tan, orkestra eşliğinde halk dansları yapıyor, şarkılar söylüyor Şırnak çocukları. İçlerinden biri ya da birkaçı müzik öğrenimi yapmak olanağına kavuşursa yeteneği gelişir, müzik dalında güzel çiçekler açabilir. CSO’da, Basso’da da Anadolu çocukları var değil mi? Üniversite döneminde Hasanoğlan’da bir Bethoven konseri dinlediğimi anımsıyorum.Belki de yaşlanıyorum, Dursun Akçam’ın tepkisine saygı duysam da güzel çabalan görmezlikten gelmeyi içime sindiremiyorum. Kale’den dönünce ekranda mimar dostum Ragıp Buluç çıktı karşıma. O da Washington lokantasından söz ediyor. Kalenin, Anadolu Uygarlıkları Müzesi’nin başkent Ankara’da çok sevdiği bir köşe olduğunu anlatıyor. Ekranda bir mimar, her gün kanaldan kanala gezen, durmadan aynı şarkıyı söyleyen, hiçbir yankı yapamayan sözcülerden başka bir kişiyi dinlemek güzel bir olay doğrusu. CTV’yi kutluyorum, bir başkent gecesinin gündemi güzel boyutlandı o söyleşiyle. Sorular, yanıtlarla başkentten söz ederken
- ..y ;
ülke sorunları da geliyor gündeme. Genelde güzel sözler, övgülerle selamlanıyor Ragıp Buluç. Özelde bir mimarın dünyasına açılıyor yollar. Lizbon’daki Türk fuarından hayran sözediyor görenler. O da acıyla gülümsüyor, çünkü Lizbon projesinin hayli sancılı öyküsü var. Ancak sonuç ortada, fuarın en güzel köşesi Türk pavyonu. Çağdaş bir mimarımızla selam dünyaya. Çirkinliklere karşın güzellikler üretenlerin varlığını kanıtlıyor.Ragıp Buluç da onlardan biri. Kimi zaman arı kovanına (bu onun deyimi) sokuyor elini, kimi iğnesini batınyor, kimi vızıldıyor ama arılara karşı umudunu yitirmiyor.Bir mimar umutsuz olamaz değil mi? Geçmişi geleceğe taşıyor, gelecek kuşakların yaşamını biçimlendiriyor çizgileriyle. Gizemi burada mimarlığın, doğayı, insanlan, geçmişi, geleceği, düşü, gerçeği birlikte kucaklıyor.Bu kucaklamada yer alanların desteğiyle soluklanıyor.-^
Lizbon ’da çok beğenilen ve güncesi giizel sözcüklerle parlayan Türk pavyonu.
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi