Upload
others
View
2
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
Anlamın Termodinamiğine Doğru ? Dücane Cündioğlu'nun Çabası
YasinAKTAY Selçuk Üniversitesi Sosyo! oj i Bölümü
Çağımızda Kur'an'ın en doğru bir şekilde anlaşılmasını kendine gerçek anlamda bir dert etmiş olan Dücane Cündioğlu bu dert ile düştüğü sonu gelmez yolda yürümüşlüğünün izlerini bırakmaya başladı. Bilgi için hiç bir yere koşuşturm:ıkt:ın üşenmeyen, kendisine bir ışık çakacak her bilgi kı
vıkımına büyük bir heyacanla yönelen, belki de bu yüzden elle tutulur, kavranabilir bir çerçeveye sığmayan veya bir türlü istediği çerçeveyi bulamamış, mevcut çerçevelere razı görünmeyen Cündioğlu'nun çabas ı, son eserine koyduğu baş
lıkl a adı konulabilir bir çerçeveye yakalanmış oldu da rahatladık.
Cündioğlu, kendisine Kur'an'ın an l aınuıın buharlaşmasına yol açan her türlü zemini hedef seçmiş görünüyor. O halde kendisi, Kur'an ayetlerinin muhtevasındaki anlamın katılığını (buharlaşmazlığını), esnemezliğini, sabitliğini, değişmezliğini, nesnelliğini savunuyor diyebilir miyiz? Eğer öyle diyebiliyorsak, insanların hayatla bağlarını Kur'an dolayımına sokrna girişimleri bir çeşit sözmerkezciliğin kısıtlayıcılığına maruz kalıp, insanın dünyadaki-zamansallığının hakkı ödenmemiş olmaz mı? Her şeyin hızla değişip, •yerini bıraktığı yeni şeylerin bile daha ıniadını doldurmadan eriyip" gittiği bu dünyada, Kur'an'ın anlamının buharlaşmadan korunması biraz da onu hayatın normaileşen hız sınırının altında bırakmaz
mı? Hem bu koruma nasıl sağlanacak? Kur'an'la muhatap olan insanlar yaşadıklan çağın atmosferini etkisi altına alan bir sıcaklığa karşı kendilerini koruyacak Idimalı ortamlar mı oluşturacaklar, yoksa kendileri bu klimalı ortama girmeksizin, Kur'an'ın, varsayılabilecek bir kendinde-serinliğini mi anıtlaştıracaklar? Eğer böyle yaparlarsa ve diyelim ki, bir soğutma dolabının içerisinde tutulan bir hayatın, bir kitabın mutad
JOURNAL OF ıSlAMI C RE SEARCH VOL, J!, NO, 1·2-3-4, 1996
-- 1-. -~· "*~
olarak ısısının bilimi yapılırsa bu, o hayatın tecrübesini iktis:ıb etmeye, o hayatın içindeki hakik::ıtin açılımını hissetmeye yetecek mi? Yoksa şu derecede yaşamanın nasıl bir şey olduğu konusunda varolan teorik bilgiler bize o ısıda yaşamanın ne demek olduğunu fazlasıyla öğretir mi?
Bunlar, herhangi bir 'anlamın buharlaşması' tartışmasında ilk elde sıralanabilecek, hermenötik bir soruşturmanın ilk soruları sayılabilir. Cündioğlu'nun, Uk elde, :ınbmın buharlaşmasına karşı direnişinde bu sorul:ırın ne kadarına karşılık vermiş olduğu sorulabilir. Yakınlarda yayınlanmış iki çalışması (Kur'an'ı Anlamanın Anlamı: Hermenötik Bir Deneyim I, 1995a ile Anlamın Buharlaşması ve Kur'an: Hermen6tik Bir Deneyim Il, 1995b) bu sorulara cevap arayışını değerlendirmek için vaktin henüz gelmemiş olduğu
izlenimini veriyor. Çünkü Cündioğlu, bu ç-.ı
lışmaları Kur'an ve Kur'an yorumları üzerine on risalelik daha büyük bir çalışınanın ilk iki adımı olarak görüyor. Bu yolun sonunun nereye çıkacağını beklemeden Cündioğlu'nun çalışmasının bir değerlendirmesine girişmek, acelecilik töhmetine yakalanabilir. Ben bu yolun, Cündioğlu'nun iki risalesiyle uğradığı iki duraktan kestirebildiğim sonu hakkında bazı öngörülerde bulunmak istiyorum.
Herşeyden önce şunu ifade etmek istiyorum ki, eğer Cündioğlu veya böylesine uzun bir projeyi bu tarzda götüren birisi, yolun sonunu şimdiden belirlemişse; uğrayacağı tüm duraklara son durağa kadar karar verınişse böyle bir çalışma tarzının benim şahsen umabileceğim yararını elinin tersiyle itmiş olur. Ki, aniayabildiğim kadarıyla Cündioğ\u'nun böylle bir tarzı benimsernesinin arkasında, tamamen belirleyici değilse bile, okuyucuyla diyalojlk bir tutum içinde ·olmanın faydasına, insanın bir seyir olduğuna olan inancı
225
226
var olsa gerek. Bu duruınd.ı, Cündioğlu'n:ı yönelecek eleştirilerin acelecilik ıöhmeti altında olmasının yanısıra, kendi çalışmasının henüz tamamlanmamış olmasından dolayı -özellikle eksiklik eleştirisine karşı- hazır bir savunma hakkı da bulunuyor: elinizdeki eser Kur'an'la ilgili anlama (veya hermenötik) deneyiminin en ris:ıle olması düşünülen kOliiyatının ilk (veya ikinci) cildi.
Şimdi tecrübemiz hermenötik bir tecrübe ol:ı.caksa 'ki bana göre esaslı bir hermenötik tecrübedir bu' on cilt sonrasının bütün nıevzuları şimdiden nasıl kestirilebilir ki? Kur'an'ın sesienişine
kulak vermenin adı dersek, hermcnötik bir tec· rübe on risale (bir ömOr içinde ne kadar zamana sıgar, ne kadar z:ımanda sa dır olur bilincıncz) son· rasının planını şimdiden yapabilecek bir teorik akletme potansiyelini tolere edebilir mi? Ya dördüncü risalenin tam ortasındayken insan birden bire susmanın daha hayırlı olacağına karar verirse? Veya şimdiye kadar bütün yazdıklarının hiç· kimseye izahı yapılamayacak kişisel bir takınıının ürünü olduğu keşfedilerek yakılınasına karar verilecek bir aurctya yakalanılırsa? .. O zaman bu kararı hangi ayeıin hangi objektif göstergesine bağlayarak insanların da susması gerektiğini; bütün yazdıklarını silbaştan etmeleri gerektiğini; insanların da tüm yapıp ettiklerinin işte bu takıntıyla alakah olduğunu göstcrebil<:ceksiniz? Sizin Kur'an'ın herhangi bır ayetinin "size kesin bir dille hitap et tiğini hissettiğiniz bir ayetin başka hiç bir ins:ına lı iç bir şey söylemediğini hiç hissetınediniz mi? Veya tersini? Kur'an üzerine, Kur'an'ın anlam örüntüleri Uzerine on tane risale yazmak ve bunları kamunun yararına sunm:ık, kanıuyu Kur'an'a ne kadar yakınlaşurır? Yazarı bundan ne kazanır? Kur'an Uzerine yazılar yazan biri, Kur'an'ı daha iyi anlama konusunda geri döndürülemez bir mesafe mi katetmiş olur? Aman Allah'ım, bir yazıyı yazarken, o yazının nasıl sonuçlanacağını bilmek o yazıyı ne kadar da sıkıcı yapıyor! Oysa, hangi birimiz yazmak üzere oturduğumuz bir yazıyı sonuna kadar, önceden hayal ettiğimiz bir rayın üstünde tutabilme maharetini gösterebiliyor? Şimdi Kur'an üzerine on tane risaleyi ka leme almak üzere uzun bir yola çıkacağını duyuran Cün· dioğlu'nun zengin bir yol azığına sahip olduğuna inanıyorum. Ama bu yol, eğer adı hermenötik tec-
A:oll..\,\I!N TERMODINAMICINE D0CRU?
rübe olank konulmuşsa, bir çok evresinde o yol azığının tamamını gereksiz veya geçersiz kı
labileceği gibi, insana derin vahaların başında çöl susuzluğu tecrübesini de yaşata bilir'
Evet, başta da belinıiğimız gıbi Cundioğlu, :ınlam ın buharlaşmasına selx:biyeı veren her ıuclü zemine karşı kendi hermenötık tecrübesini konuşl::ındırıyor. Şimdiye k:ıd:ırki Ilim çabasında derin arayışlarına şahit olduğumuz Cündioğlu'nun, son eserine koyduğu b:ışlıkl:ı bizi rah:ıtl:ıt:ın yanının sadece onun çabasına bir isim koyma kolaylığını s:ığ.l:ıması olduğunu bclirımeliyim. Bunu yaparken anlamın buharlaşması deyiminin yol açtığı bir ikili mücadelenin ş:ırtlarını bbul lenm iş görünüyor. Nedir bu şartlar? Kendisinden önce kurulmuş, rel:ıtivist ve objektivisı konum veya taraflan olan bir mücadelenin içinde objektivist (kendisi olmasa bile) bir tarafın sağladığı argümanlara sarı lıyor.
. 1
Cündioğlu'nun çalışm:ısını değerlendirirken,
öncelikle bu anlamın buharlaşması' tabirini kullandıran vasat üzerine konuşmak gerekiyor. Posımodem bir çağda yaşadığımız iddia ediliyor. Posımodemlik ise, meta-anlat~ann çökilşilyle nitelendiriliyor. Modemlik bilindiği gibi anlaıısal
bilginin yerini bilirnsel-nesnelci bilgi idealinin aldığı, bizzat bu bilginin aniatı değeri kazandığı bir vasatla karakterize edilir. Bu bilgmin aniatı değeri kazanmasının işlevsel bir anlamı vardı. Hay:ıu :uılaulardan soyutladığınız zaman onu nasıl meş- • rulaşııracaksınız? Zira anl:ıtıl:ınn bir meşrulaştırıcı işlevi vardır. Postmodem durumda ise bu büyük nesnelci aniatı da d:ıhil olmak üzere tüm büyük aniatıların son bulduğundan sözediliyor. Yani, insanlar için hayatı genel anlamda anlarrılı kıl:ın, yaşanılabilir kılan ve gOndelik veya ömürlük varol~a: bir meşruiyet sağlayan ideallerin artık hiç b ir anlamının kalmamış olmas ı ndan. Yaş:ıdığımız
herhangi bir olaya, okuduğumuz herhangi bir metne ne anlam verirseniz "gider". Bunu denetleyebilecek ve yanlışlığını gösterecek, sizin de paylaşmak zorunda olduğunuz, veya herkesi bağlayan hiç bir birleştirici temel, kurucu ilke kalmamıştır artık. Bir çeşit (postomdernizm analizcilerinin büyük indirgemesiyle) relaıivizmin 1
zaferi yani.
ıstJ.Ml ARAŞTIRMAJ.ARdLT: 9, SAYI: 1·2·3-'1, 1996
ı ı ı
YAS(NAKTAY
Aslında inançların, değerlerin , oıurmu~ y:ış:ım
biçimlerinin, küiWrün bu tür sosyolojik zeminler üzerinde hızlı bir değişim-tükı:ıim düzenine tabi olmasının adını 'buh:ırl:ışma• ol:ırak ilk koyan biz· zat M:ırx'ın kendisidir. Onun Komanist Manljestdda (1955: 13) geçen meşhur "kaıı ol:ın her şey buh:ırlaşır" ifadesi, çok sonraları, modernliğin
vey:ı postmodernliğin bu düzenini tahlil etmenin başlangıç noktalarından sayılmış, o ıfadesi bu konuda son zamanlarda yazılmış en iyi kiıaplard:ın birinin adı olmuştur (Berman, 1982). Yani olgu bir çeşit sosyolojik bir olgu; kavram sosyal bir durumun sonuçlarını tasvir etmek üzere kullanılmış; dobyıs ıyla bu olgunun anlam üzerindeki tesiri, anl:tmı etkisi altına alan ısısının tesbiti, bir miktar sosyolojik ilg iyi haketmenin ötesinde, bu ilgiyi gerekli kılıyor. Cundioğlu'nun çabasınd:ı bu vurguyu bundan sonraki risalelerde görecek miyiz acaba?
Katı olan her şeyin buharlaştığının iddia edildiği kültürel yasatta relativisı bir irade büyük bir basınç uygulayarak, bütün ç:ıbaların relativist bir merkez etrafında dönmesini sağlar. Bunun anlambilim veya dilbilimindeki karş~ığı da herhangi bir ifadenin hiç bir sabiılenebilirliğinin olmamasıdır. Özellikle bu kUl türe! vasatın en radikal düşünüiii olan Derrida'nın yapıçözlimcOiiik ve sözmerkezcilık-karşıılığına göre anlamı burada ve şimdi (presenı) b:ığl:ınmasını gerekıiren hiç bir neden yoktur. Herhangi bir ifadeyi alın, onun göndergesi (yansııtığı veya temsil euiği söylenen •şey'in kendisine deAil, mutlaka o "mevhum• şey hakkındaki) yine başka bir if:ıdcyedir; gönderdiği ifade başkasına, o da başkasına gönderir. Böylece amam sonuna kadar yayılır (dtssemtnate) gider. O zaman metinden yola çıkarak insanlara bir doktrin aşılamasına gitmek ancak bu yolla bir iktidar tesis etme istek ve iradesiyle melindeki anlam yayılmasının kendiliAindenliğine bir ke t vurmak, metnin anlam aAını istediAlniz gibi hiyerarşize et· mekle mümkün olur. Zira bir metnin sizin anlam:ınızı şu veya bu şekilde yönlendirme imkanı yoktur (Derrida, 1978). Ayrıntılarına bu sayının başka bir makalesinde girdiğimiz Derrida'nın bu yapıçözümcü analizleri tam da Cündioğlu'nun bahseuiği türden bir anlamın buharlaşmasına en elverişli ısıyı veriyor. Cündioğlu ise, Aristo'dan okumadan önce kendisinin de düşündüğü ve eser-
JOURNAL OF ISLAMJC RESI!ARCH VOL: 9, NO' 1·2·3-•, 1996
227
lerinin ı:ımamına hakim bır if:ıdeyc başvuruyor
•eğer bir söz, bir ifade her anbm:ı gclebiliyorsa, asimda o hiç bir :ınl:ıma gelmiyordur.• Oysa AU:ıh'ın bize seslenmiş olduğun:ı ve mutbk:ı bir şeyler söylemekte olduğuna "inanan• biri olarak Cündioğlu'nun, veya herhangi birinin, "her şeyi söyleme• konumuna indirilen bir metinde hiç bir kuısaUık, hiç bir :ınl:ım, hiç bir ker:ımeı bu· l:ımayac:ığı açıktır. Anc:ık, devir rclaıivizm devridir ve o meş'uın bunaltıcı, bulıarl:ışıırıcı hav:ı her y:ını sarmıştır. Bu arad:ı Kur':ın'l:ı ilgili, All:.ıh'ın sözleriyle ilgili yoruınl:ırı da etki ::ıltın:ı :ılm:ıy:ı baş
lamıştır. İl::ıhiyaı kürsüleri Allah'ın sözünden muradın 'acaba ne?" olduğunu soran ins:ınl:ırl:ı ctolınuşıur. Islami çevrelerde Allah'ın sözlerinin "her anlama" gelebileceği yönlinde istcğe k:ıd:ır
var:ın tuhaf bir beklenti h:ıkim olmuştur. Kur'an'ın veya insanın ı:ırilıselliği ı:ırtışması almış başını git· miş her dem insanı b:ışt:ın çıkarıcı bir role soyunmuş. Bu havada yapılabilecek en zor olanı yapıyor Cündioğlu. Bir büyük uyl:ışımı (coııvention) bozuyor (aslında, bu nasıl bir relativi:lmdir ki bir biiyük uyl:ışımla :ıy:ıkı:ı duruyor?). Rel:ıtivizıne ve rel:ııivizmin ürettiği l:ikayt tutuma karşı bir cephe açıyor. (Bu söz güzel oldu, belki de Cündioğlu'na ve bu durumclıki her 'inanan•a yapmayı yakışurdığım şey 'bir cephe açm:ık•, anı:ı korkarım biz çoğu kez •açılmış cepheler"de elimize tutuşturul:ın sil:ıhl:ırl:ı s:ıvaşıyoruz.) Allah'ın sözlerinin relalivizmin buğulu, rutubetli sıcaklığı içerisinde kaybolup gitmesine, buh:ırl:ışmasına k:ırşı
koymaya karar veriyor. Bu savaşında g;ız:ısını tebrik etmek düşer bana. Anc:ık burada rel:ııivizmin oluşturduğu manyetik basıncın bir k:ırşıun:ı in· dirgenme; objektivisı bir tuz:ığ:ı yakalanma tehlikesine karşı Cündioğlu'nun (henüz) hazırlıklı olmadığını düşünüyorum. İyice emin oldu~um bir şeyi söylüyorum, ne relativizm objektivizmin üstesinden gelmenin bir yoludur, ne de objcktivizm anlamı buharlaşmaya karşı koruyac:ık bir hava yarat:ıbilir. Bu ikisi birbirini gerektirir. Objckıivist bir konumu lahkim ettikçe relaı ivizme beslenme kapısı açmış olursunuz, veya tersi.
Iyi de, Cündioğlu'nu relativizme karşı konurruandırınca, dolayısıyla, ona objekıivist bir yakıştırmada bulunma zorunluluğu nereden, salı bu kavramsal ikicilliğin gerektirmesinden mi ileri ge-
228
liyor? Eminim, Cündioğlu böyle bir yaftalamayı kabullenmeyecekıir. Çünkü istediAi bir şey değildir. Ancak, benim CündioAiu'nun genel çabasında gördüğüm, ve takdir ettiğim (kesinlikle aynı kaygıları t:ışıdığım) Allah'ın 'işitip itaat edilecek• sö:ı:lerinin •acaba ne murad eui~i' nin laub:ıli y:ıklaşınıına terkedilmesine karşı duyduğu soylu h:ıssasiyetin, ona anlamı koruyacak araçl:ıra (hermenöıik bir ça: b:ının ortasına şu mcş'um ifade de nereden girdi: 'araç'?) başvurmasını sağl:ım:ıya yetmemiş olmasıdır. Onun bir araç olarak dile veya dilbilime, sem:ıntiğe müracaaıı, dili bir kodlama sistemine indirgemiş klasik temsilci dil :ınl:ıyış ına dayanıyor.
Cündioğlu'nun, zengin ömeklemeleri, örnekleme teknikleri, bu yöndeki argüm:ınl:ırının her biri hakkında tek tek bir şey söylemiyorum. Eu konuda Cündioğlu'nun titiz araştırma ve muh:ıkeme k:ı
biliyeti bu konuda ban:ı laf düşürme:ı:. Ayrıca d:ıha uzun bir değerlendirıne bu konuda da değinmeyi gerekıiren bir kaç şey bul:ıbilirdi belki, :ıma şimdi yapmakla yeıinece~im şey, Cündioğlu'nun dilbilim veya semanıiğe müracaatının onu kendisinin istediği yere götürmeyeceğini vurgulamak (garip bir içgüdüyle 'göstermek' demeyi çok isterdim).
Temsilci (represe111atwe) bir dilbilimi anlayışıyla Kur'an'ın ifadelerine y:ıkl:ışıldığında, bir ifadenin birc-bir tekabül edeceği anlamlar, mantıksal formül:ısyonlar içerisinde gösterilebilir. Temsilci dil anlayışına karşı yöneltilen en önemli eleştiri (sözmerkezcilik 'logostıntrlzm • eleştirisO olan anlamın dilden önce kurulmuş olduAu; okunacak meınin kendinde bir anlamının olduğu; bize düşenin o anlamı nesnel bir biçimde bulup ortaya çıkarmak olduğu varsayımına dayanıyor olması eleştirisini bir kenara bıraksak bile (ki, bunu biz bıraksak bile Cündioğlu'nun bununla hesaplaşması gerekiyor), böyle bir temsilci anlayışın anlam termostatiğin i n, Kur'an'ın o veciz, bellğ, büyüleyici, etkileyici tesirlerini hangi kodlamalada göstermiş olduğunu, veya gösterip gösteremeyeceğini sormak gerekiyor. Belki de bu soruyu sormak için vakit henüz erken, belki de Cündioğlu on risalenin birini, sözgelimi edebi metinlerio tabiatı üzerine bir düşünüme ayırarak, Kur'an'ın da dilin temsil sınırlarını aşan edebi yönüne bir vurgu yapmayı düşünüyordur. Ama kendi başına ele alınacaklarsa bu iki risalede bu
ANLAMlN 11!RMODINAMI~INE 00CRU?
vurgunun eksik olduğunu, hem de kendi önünü k:ıp:ıurcasına eksik olduğunu söylemek zorundayız. Edebi metinler veya tüm metinlerio edebi veya sanatsal boyutu hermenötik ilginin en yoğun dikk:ıtini celbetmiş unsurlardır. Çünkü temsil düşüncesinin karşısına rel:ıtivizm korkulu~unu çıkarmaksızın, orada bir insanın varoluş tecrübesinin hayati bir y:ını ol3r:ık •anlamanın• tezalıürüne fırsat tanır:
• ... söylem ve kategorilerin, edebi metinlcre gelince özel bir zorluk oluşrurdukl:ırını .. (görürüz) Bu zorluğun en öncrrıli bir boyutu, tüm metinlerde bulunan zamansallık boyutunun edebi metinlerde feshedilmiş ol· mas ıdı r. Edebi metinlerle alak:ılı ol:ırak blr şimdilikten (bulunuşran - pt-es1mce), ı hatta şiirin kendini-t:ıkdiminden (se(fpresence) bahsedilebil ir. Ancak burada böylesi bir şim· d iliğin (bulunuşun) el-de-~vcut (present at band • das Vorlıandeıum)2 olarak meıafızi~in dili veya nesnelleşıirile-bilirlik kavramıyla anlaşılabileceğini dQşUnmek yanlış
olur .. •
'Edebi meUn yalnızca söylediği veya söyleyebileceği herhangi bir şey dolayısıyla
'doğru• veya 'haklı' değildir, f:ıkat onun kendisini bir sanat eseri olarak ayırdettiren özgül bir haklılık ıarzı vardır. Her sö:ı:cOk, bu sanat eserinin içinde hiç bir şekilde yerinden oynııtılamayacak ve yerine başkası ikame edilemeyecek gibi durur. MeUn tüm bO-
ı Presntce, Denida'nın meFıur k3vr;ırm Dl.ff•rrmc•'ı Oretebiltnek için geliıtirdiği ve bütün bir Batı seleqe~ine aıfctt~l me12flıiAin adı. Sözmerkezeilikle y;ıfuılanan Batılı mcıaflzik, 'söz'On yOntendirilebilir ve anlamının hemen ve bur:ıda (pTYJSDttt) baj!laruıbildiği v•rsayımıyla yüklüdür (bkz. ·Ricour, 1990). Derrlda Ise anlamın hiç bir ıamon bu mevcuıluk12 (pros.,tn.ss) otmadıj!ınt
sös<ermek Için hem zaman olorak erteleme (~Imdi deAII) hem de mekan olarak öıelemek (burada dej!il) anlomlarını prosmlleklylc aynı biçimde içerdiği için anlamın özUnde bir dlfl'eranee o ldu{iu Uıcrinde durur. Batılı meuOzll!lnse bu onlamı durguntaşıınna ça· basını bulunuş (JırosenC<I)meıafızli!l olarok niıelendlrit. Bii bu ke· Hmeyi Türkçe'de "huzur meuOziği' olarak karşıi>moyı ıerclh eı· ml~ik (Göka, Topçuoğlu, Akı.ay, 1996: 212-214). 2 Bu kavr:ımın teknolojik boyutuyla bgili bu .. ytdakt y:ızımda Heldegge(le Ugili dipnotu bir de~lnide bulunuyorum. Heidegger'in bu kavr:ımı Derrlda'nın J>uı~r meufızljll nitelemesine etimotojik bir kaynaklık eımiş olduğuruo dikkat cdUmetl. Ayrıca dUde çokça eleştirilen 'teıruU' kavramılıın lngillzc:e'sinln, bu hu· ıunın tekerrürünü veya sOreklili#inl çolırışuran bir ~y otdu{iuna d2 dikkat edilmelidir: re-prcsent-a-tion. ,
1Sı.AMJ ARAŞllRMAt.AJI. ClLT: 9, SAYI : 1-2·~. 1996
4 ,
. .. ~ .
' ..
YASINAKTAY
ıünlü~yle karşımızda du!\Jr ve her an yeniden okutur kendisini. Normaıif bir baskı unsu!\1 oluşru!\Jr. Üstelik bunu kendi anlamının ıaşıyıosı olarak yavarkcn muhtemel •kelime oyunlarının• birlık ve bOtOnlüğünü bozucu cıkllerine karşı tedbin;iz değildir.
Hermenötik bir ilke, herhangi bir edebt sözeük hakkında bir ihıil:ıf vukQ bulduğu
zaman, daha geniş olan bağlamı hakem kılar. Çünkü her çifıe yonımıama bir kabahanir eserde.'
Gadamer' in Derrid:ı'yl:ı olan tartışmasında (gerçekten de metinde konuş:ın ın, hitab edenin, kastettiği anlamı korum:ıya ç:ıl~ırken bir örnek ol:ırak, (q:ıdamer, 1989: 45-47)] b:ışvurduğu lfadelerin bu geniş özeti (Göka, Topçuoğlu, Aktay, 1996: 242) anlarnın hakikatini korum:ının başka bir güzerg:ihına işaret ediyor. Du güzerg:ihta dilin temsil edici ruhsuzluğuna c:ın verilir. Temsil makamı bir kelimenin en kol:ıy alaşağı edileceği makamdır. Oysa edebi metinler, hiç kimsenin yerinden oyna[arnayacağı bir mak:ımı kendileri için yaraurlar. Üstelik bunun başk3 bir ifadeyle temsil edilebilir bir y:ını da olm.ız. Yuk:ırıdaki alınııda sözkonusu edilen edebi meunlere özgü anlamın huzurunun (kesinliği, şimdıliği, z:ım:ıns:ıllığı, nesnelliğinin) önermesel bir ışleme tiibi olmadığına dikkat edilmelidir.
Cündioğlu'nun çalışmalarının tamamma serpişlirilmiş olan genel iddıa, Kur':ın'ın, fılolojik ve sernantık şifrelerinin çözülmesi anl:ımında, tüm anlam içerikleri çözüldüğü taktirde hiç kimsenin anlamazlık etmcyeceği yönilndedir. Ilk indiği dönemde insanların Kur'an'la ilgili hiç bir anlamiletişim sorunu çekmemiş oldukları kesinlikle doğrudur. Hatta Kurian'da sözkonusu edilen müteşabih olgusunun bile herhangi bir ayet için vaki olmuş olduğuna dair en ufak bir işaretin bulunmamış olması, Kur'an'ın nüzülü esnasında, belki de Derrida'nın inanamıyacağı kadar, bir huzurla (pcresence) muhataplarını buluyor olduğunu gÖSteriyor. Ancak, aynı Kur'an'ın bize veya çağımızın insanına hitap ederkenki, çokça yakındığımız, anlama sorununun fılolojik engellerden kaynaklan ıyor olduğuna çokça bel bağlanmaması gerektiğine kaniyim. Zira orada sadece fılolojik olmayan bir sorun vardır ve tüm fi-
jOUR.'UL OF ISLAM lC RI!SI!ARCH VOl. 9, NO: 1-~. ı996
229
lotojik engeller kaldınldığınd:ı bile o sorun varolm;ıya devam eder gider. Kuşkusuz tüm k!ifirler Kur'an'a muhatap olduklarında (tabii ki inatbnnı
bir an için bir kenara bırakarak, ne diyor kasuyla yaklaştıkl:ırında) anlam içeriğini , içerdiği önermderin ne anlama geldiğini çok iyi biliyorlardı.
Fakat ne demektir bu 'bilmek'? Önermesel içerik olarak bilgiye indirgendiğinde, onl:ırın kendi dünyalarından neler alıp neler götürüp neler getirdiğinin hesabını iyi biliyorlardı. Anl:ıma buysa eğer, bunun Kur'an açısından ne değeri; ve/ya bunu insanlara isp:ıtl:ım:ının ne önemi vardır? Hermenötikler arasında bir ayırım y;ıpıldığında bu olsa olsa Betti'nin nesnelci, fakat hermcnötiği bir dil oyununa indiegeyen yakl:ışımına yakın bulunabilir. Bur:ıd:ıns:ı anbmın ancak önermesel içeriğine vakıf olunabilir. Peki nerede kaldı hayat? Kur'an bir hay:ıt kitabıysa eğer, onu anlamanın hayatla doğrudan bağını kumı:ıyı dışlayan hiç bir yolu yoktur. Kur'an bir hayatın içinden anlaşılır, bir hayata konuşur, bir hayatı hayat (ihy:ı) eder. Kur'an bir kıhvuzdur, yol gösterici, hidayeuir. Ama bizzat Kur'an'ın da dediği gibi, herkese değil, Allalı'tan korkup s:ıkınan, gaybe im:ın eden, namazı kılıp zekatını verenlere. Gerisine ne söyler? Kuşkusuz buna göre onlara yol göstermez. Demek ki metnin kendisi her zarn.ın herkese bir ve aynı şeyi söylemiyor. Kdavuzluk özelliğini kabul etmeyenlerin kılavuzla ilişkileri, kılavuz:ı bakışları,
onıolojik olarak farklı bir v:ırlık al:ının:ı ait olacakur. Hermenöıiğin ontolojiyi dikkate al:ın ve Heidegger ve Gadamer çizgisinde gelişen tcımyülü, bu farkı vurgular. Zannedildiğinin aksine böyle bir farkı vurgulamanın relativizme götürücü, anlamı buharlaştıncı bir etkisi yoktur. Tam tersine, bu çizgi, Hristiyan llahiyatının, modem dünyanın keşmekeşinde (çok fazla tel:ıffuı edilmemiş bile olsa) dini iddialarıyla tutunmak için başvurduğu ve relativiım veya objektiviım ikileminin dışında ifadesini bulmaya çalıştığı bir yoldur.
Şimdi tarihsel ve fılolojik müracaatla Biblical hermenötiğin Bulıman'la gelişen d_insel metinleri mitolojilerden arındırma işleminin genelde atbaşı gitmiş olduğu yönünde bir hatıriatmayı nedense gerekli görüyorum. Ama bu hiç bir şekilde Cündioğlu'nun çabasında da bu paralelliğin olmasını
gerektirdiğini söylemeye gelmez.
ı,
n
30
Cilndioğlu'nun hoşgörilsüne güvenerek yapığını, aslında yazıyı yazmaya başlarken hiç um· nadığım bir gilzergaha silrilklenmiş olan, yazıdaki ıazı mülahazaların vurgusunun yitmemesi için ekrar ol:ırnk söylemek istiyorum. Bu yazı Cünlioğlu'nun kendi çizdiği semantik ve fılolojik ala
ıındaki çabasını değerlendiren bir y:ııı değil. O :onuda takdir edilecek bir gayret ve yetkinlik içe· isinde olduğunu düşünüyorum. Dahası bu alana arılmasını sağlayan, anlamın buharlaşmasına ve ıunun sonucu Kur'an'ın anlamının ıam bir ka· abalığa getirilmesine karşı duyduğu tüm has· asiyete kaıılıyorum. Ben şahsen yine bu has· asiyetle sevk edildiğimi hissediyorum. Ancak bir
ANLAMlN TERMODlNAMIC!NE DOGRU?
şeyi vurgulamak .L~tedim (Cündioğlu'nun on ri· s:ılelik programında buna d:ı belki bir yer vardır) hermenötiğin dile olan vurgusuyla filolojinin veya sernanliğin dile olan vurgusu farklı farklıdır. Fi· lolojinin veya sem.'lntiğin dil analizleriyle yak· taşıldığ ı ve anlamın bir şekilde sabitlenmesine karşı konulduğunda, sonuçta anlamı koruyan bir şey y;ıpmış olm:ızsınız. O taktirde rel:ııivizmin, şu anl:ıın düşınanının (ateşinin), hepsi de kolay savuşıurul:ımayacak olan tüm saldırılarına cepheden maruz kalırsınız. Kaldı ki, metaforunu biraz daha ileri götürüp, bu kez daha canlı ve <hıha taze bir biçimde tekrar, f:ık:ıt bu kez hepimizin üstüne yağmak suretiyle geri döneceğini umarak, anlamın buharlaşmasını çok da kötü görmeyebil i riz.
REFERANSLAR
IERIV!AN, M. (1982), All T1ıal is Solid Me/ts /?ıto Ait; New York: Simon & Schuster. O"ürkçesi, Bülent Peker, Ümit Alıug, Katı Olan Her Şey Buhar/aşıyor; ls· l3nbul, iletişim)
:ONO!OÖLU, O. (1995a) Kur'an'ı Aniarnanın Arı/arnı: Hennenötik Bir Dı<neyim l, Istanbul: Tibyan.
:ONDIOGLU, O. (1995b) Anlaınııı Buharkışması ve Kur'an: Hermenötik Bir Deneyim II, Istanbul: Tibyan.
lE.lUUOA, J. (1978) trrriting and DiJlference, Alan Boss: University of Chicago Press.
GAOAMER, H. G. (1989) Texı 3nd !nıeıpreıation, Dialogue and Dt:eons/11Jcti<m: Tbe Gadanıer-Derrida En· coumer, D. P. Michclfelder & R. E. Palmer (ed.) New York: Sıate University of New York Press.
GÖKA, E., TOÇUOGLU, A., AKTAY, Y. (1996) 6nce Söz Vardı: Yorumsamacılık Ozmrıe Bir Deneme, An· kara: Y3di.
MARX, K., ENG!lLS, F. (1955) 17Je Commımisı Manifcsto, (Samuel, H. Beer ed) New York: Appleıon-Cemury-Crofis ·
RICOEUR, P. (1990) Anlamlı ·Eyleıni bit Metin Gibi Görmek, Toplumbilimlerinde Yorumcu Yaklaşım (P. lbbinow & W. SuUiV<~n eds.) Istanbul: Hücriyeı VakfL
ISLi.MI ARAŞTlR!v!ALAR ClLT: 9, SAYI : l-2-3-4. 1996
\ ı
..
..
~
Sı
Se Dı
lu! ol: ki ı bil bt ge Kı
!ış
ol· d~
kG kc zc
İsi ay m·
ka kı: bi:
m re bi ya nt
lü g il Yi ha
ı o·