33
bilimname XVI, 2009/1, 107-139 DEĞİŞEN TOPLUM-ÇEVRE İLİŞKİSİNİN BİR GÖSTERGESİ: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ İlkay ŞAHİN Dr., Erciyes Ü. İlahiyat F. [email protected] Özet Bu çalışma toplum-çevre ilişkisindeki dönüşümü temsil eden iklim deği- şikliğinin çevre sosyoloji bağlamında ele alınmasını kendisine konu edin- mektedir. Sanayi toplumlarının değişen değer ve dünya görüşünün tipik bir biçimde doğaya yansıyışı, söz konusu algının iklim değişikliği ile ilişki- liği ve iklim değişikliği eylem plânlarının bu algı biçimi etrafında şekille- nişinin gözler önüne serilmesi hedeflenmektedir. İklim değişikliği olgusu toplum-çevre ilişkisinin farklılaşmasını göstermesi açısından önem arz etmektedir. Böylesi bir konu ele alınmak suretiyle bir yandan toplumların algı biçimlerindeki farklılaşma ile iklim değişikliği arasındaki ilişkiye te- mas edilmek diğer yandan da iklim değişikliğinin toplumları etkileyen ya da etkileyecek boyutları değerlendirilmek suretiyle henüz gelişmekte olan çevre sosyolojisine küçük de olsa bir katkı sağlanacaktır. Öncelikle sanayi devrimiyle birlikte değişen doğa anlayışı kısaca ele alınacak, ardından in- san kaynaklı iklim değişikliğinin toplumsal yaşama da tesir eden mevcut etki ve sonuçları örneklerle bölgesel ve küresel düzeyde açıklanacaktır. İk- lim değişikliği ile mücadele eylem plânlarının ayrılmaz bir parçasını oluş- turan iklim değişikliği senaryolarına yine etki ve sonuçları düzeyinde de- ğinilecektir. Son olarak iklim değişikliği eylem plânlarının kronolojik bir sunumunun ardından eylem plânlarının toplumsal yaşamın çeşitli boyut- ları ile alâkalı temel karakteri değerlendirilecektir. Ayrıca iklim değişikliği ve eylem plânları bağlamında Türkiye’nin durumuna da değinilecektir. Giriş Sanayi toplumları kat ettikleri ekonomik ve teknolojik mesafeye paralel giden sosyal yapı ve değerler dünyasındaki dönüşümle insan ve doğa ilişkisinin yeniden

DEĞİŞEN TOPLUM-ÇEVRE İLİŞKİSİNİN BİR GÖSTERGESİ: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİisamveri.org/pdfdrg/D02237/2009_16/2009_16_SAHINI.pdf · 2015. 9. 8. · ve enerji kullanımı

  • Upload
    others

  • View
    3

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: DEĞİŞEN TOPLUM-ÇEVRE İLİŞKİSİNİN BİR GÖSTERGESİ: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİisamveri.org/pdfdrg/D02237/2009_16/2009_16_SAHINI.pdf · 2015. 9. 8. · ve enerji kullanımı

bilimname XVI, 2009/1, 107-139

DEĞİŞEN TOPLUM-ÇEVRE İLİŞKİSİNİN BİR GÖSTERGESİ: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ

İlkay ŞAHİN

Dr., Erciyes Ü. İlahiyat F.

[email protected]

Özet

Bu çalışma toplum-çevre ilişkisindeki dönüşümü temsil eden iklim deği-

şikliğinin çevre sosyoloji bağlamında ele alınmasını kendisine konu edin-

mektedir. Sanayi toplumlarının değişen değer ve dünya görüşünün tipik

bir biçimde doğaya yansıyışı, söz konusu algının iklim değişikliği ile ilişki-

liği ve iklim değişikliği eylem plânlarının bu algı biçimi etrafında şekille-

nişinin gözler önüne serilmesi hedeflenmektedir. İklim değişikliği olgusu

toplum-çevre ilişkisinin farklılaşmasını göstermesi açısından önem arz

etmektedir. Böylesi bir konu ele alınmak suretiyle bir yandan toplumların

algı biçimlerindeki farklılaşma ile iklim değişikliği arasındaki ilişkiye te-

mas edilmek diğer yandan da iklim değişikliğinin toplumları etkileyen ya

da etkileyecek boyutları değerlendirilmek suretiyle henüz gelişmekte olan

çevre sosyolojisine küçük de olsa bir katkı sağlanacaktır. Öncelikle sanayi

devrimiyle birlikte değişen doğa anlayışı kısaca ele alınacak, ardından in-

san kaynaklı iklim değişikliğinin toplumsal yaşama da tesir eden mevcut

etki ve sonuçları örneklerle bölgesel ve küresel düzeyde açıklanacaktır. İk-

lim değişikliği ile mücadele eylem plânlarının ayrılmaz bir parçasını oluş-

turan iklim değişikliği senaryolarına yine etki ve sonuçları düzeyinde de-

ğinilecektir. Son olarak iklim değişikliği eylem plânlarının kronolojik bir

sunumunun ardından eylem plânlarının toplumsal yaşamın çeşitli boyut-

ları ile alâkalı temel karakteri değerlendirilecektir. Ayrıca iklim değişikliği

ve eylem plânları bağlamında Türkiye’nin durumuna da değinilecektir.

Giriş

Sanayi toplumları kat ettikleri ekonomik ve teknolojik mesafeye paralel giden

sosyal yapı ve değerler dünyasındaki dönüşümle insan ve doğa ilişkisinin yeniden

Page 2: DEĞİŞEN TOPLUM-ÇEVRE İLİŞKİSİNİN BİR GÖSTERGESİ: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİisamveri.org/pdfdrg/D02237/2009_16/2009_16_SAHINI.pdf · 2015. 9. 8. · ve enerji kullanımı

108 İlkay Şahin

kurulduğu bir dönemi temsil etmektedir. Temel belirleyicileri yeniden oluşturul-

mak suretiyle toplumun değer ve dünya görüşüne göre şekillenen bu çevre-insan

ilişkisi sanayi devriminin üzerinden çok kısa bir sürenin geçmesinin ardından ilk

önemli olgusal sonuçlarını vermeye başlamıştır. Yeni toplumun değer ve dünya

görüşünü bir ölçüde temsil eden doğa-insan ilişkisinin en önemli sonucu ise iklim

değişikliği olmuştur. Bölgesel düzeyde farklılaşan yüzleri ile kendini hissettiren

iklim değişikliğinin en önemli özelliği ise insan belirlenimli oluşudur. Daha açık bir

ifadeyle sanayi devrimi ile birlikte toplumların sosyal yapı ve değerler dünyasında

meydana gelen değişiklikler çevre ile kurdukları bağları dönüştürmüş, sosyal hayatın

genelinde yaşanan farklılaşma ise çevreye yansıyan sonuçları doğurmuştur. İklim

değişikliği toplumsal yaşamda meydana gelen dönüşümlerin çevreye yansıyan bu

boyutlarından birisini temsil etmektedir.

Sanayi faaliyetleri bağlamında doğayı bir enerji ve hammadde kaynağı olarak

gören toplumların uzlaşma esasına dayalı olarak doğayla kurduğu bağlarını kopar-

ması iklim değişikliği olgusunu yaratmıştır. Ancak iklim değişikliğinin toplumsal

yaşamı doğrudan etkileyen sonuçlarıyla sınırlı düzeyde karşılaşılmış olması yaşanan

değişikliklerin sosyolojik bakış açısıyla sınırlı düzeyde ele alınmasını beraberinde

getirmiştir. Henüz toplumsal yaşamı doğrudan etkileyen sonuçlarıyla sınırlı düzeyde

karşılaşılsa da toplumların çevreyle ilişkisindeki bir dönüşümü tipik bir biçimde

temsil etmesi iklim değişikliğinin sosyolojik bir bakış açısıyla incelenmesini gerekli

kılmaktadır. Ayrıca olgusal sonuçlarla henüz karşılaşılmasa da insanın yeni doğa

algısının bu şekliyle devam etmesi halinde iklim değişikliğinin toplumsal yaşamı

etkileyecek sonuçlarıyla da çok kısa sürede tanışılacağı belirtilmektedir. Nedenleri

itibariyle toplumsal kökenli olsa da henüz yaşanan sonuç ve etkileri itibariyle daha

çok ekolojik neticeleri doğuran iklim değişikliği öyle görünüyor ki gelecekte yara-

tacağı toplumsal sonuçları ile doğrudan doğruya sosyolojinin bir konusu haline

gelecektir. Günümüzde özellikle kuraklıkla yüzünü gösteren iklim değişikliğinin

gelecekte görülmesi muhtemel küresel ve bölgesel etkileri bilimsel verilere dayalı

olarak kurulan değişkenler arası ilişki ile çeşitli iklim senaryoları bağlamında ortaya

konmaktadır. Söz konusu iklim senaryolarının değerlendirmeleri ise iklim değişikliği

ile mücadele eylem plânlarının temel dayanağını oluşturmaktadır. Ancak tıpkı insan

kaynaklı iklim değişikliği gibi eylem plânları da sanayi toplumlarının ekonomik ve

politik rekabetlerinin ortasında hayat bulmuş görünmektedir. Bu yönüyle yüksek

oranda sera gazı salmak suretiyle iklimi değiştiren aktör yani sanayi toplumları

eylem plânlarının da başrol oyuncusudur.

Bu çalışmada öncelikle çevre ve toplum ilişkisinin yeniden yapılanmasında bir

mihenk taşı olan sanayi toplumlarının doğa anlayışı ele alınacak; doğa anlayışlarını

ve doğaya yükledikleri anlamı farklılaştıran temel karakterlerine değinilecektir.

Page 3: DEĞİŞEN TOPLUM-ÇEVRE İLİŞKİSİNİN BİR GÖSTERGESİ: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİisamveri.org/pdfdrg/D02237/2009_16/2009_16_SAHINI.pdf · 2015. 9. 8. · ve enerji kullanımı

Değişen Toplum-Çevre İlişkisinin Bir Göstergesi: İklim Değişikliği 109

Sanayi toplumlarının temel karakterlerinin doğaya yansıyan boyutu ise iklim

değişikliği olgusu örneğinde ele alınacaktır. Bu bağlamda iklim değişikliğinin sanayi

toplumlarının enerji ve teknoloji üretim ve kullanımına bağlı niteliği ortaya konu-

larak kavramsal çerçevesi sunulacaktır. Toplumsal faaliyetlere bağlı temel neden ve

belirleyicilerinin vurgulandığı kavramsal analizin ardından, genellikle iklimbilimsel

verilere dayalı örnekler bağlamında iklim değişikliğinin toplumsal hayata yansıyan

sonuçlarına değinilecek, gelecekte yaşanacak ve sosyolojiyi doğrudan ilgilendirecek

etki ve sonuçlarına ise iklim değişikliği modelleri bağlamında değinilecektir. Son

olarak iklim modellerinin öngördüğü değişikliklerden toplumsal yaşamı koru-

mayı hedefleyen eylem plânlarının kronolojik bir değerlendirmesi sunulacak, söz

konusu eylem plânlarının sanayi toplumlarının ekonomi anlayışı ile ilişkisi ortaya

konulmaya çalışılacaktır

Sanayileşme Sürecinde İnsan-Doğa İlişkisindeki Kırılma

Çevre ve insan ilişkisi insanlığın yaşlı yerküre üzerindeki sosyal ve kültürel

yaşantısı boyunca önemli aşamalardan geçmiştir. Sanayi devrimi çevre ve insan

ilişkisinin farklı bir boyut kazandığı ve yeni bir sürece girdiği bu aşamalardan biri-

sini oluşturmaktadır. Daha açık bir ifadeyle çevre ve insan ilişkisindeki en büyük

kırılma, sağladığı teknolojik birikim ve endüstriyel gelişme ile sanayi devriminin

hemen ardından gerçekleşmiştir. Bu yönüyle çoğu zaman “gelişme”, “medeniyet”

ve “uygarlık” kavramlarıyla ifade edilen insanlığın sosyo-kültürel serüveni doğayla

ilişkisine yansıyan sonuçları beraberinde getirmiş, sanayi devrimi örneğinde olduğu

üzere toplumsal ve kültürel yaşamı teşekkül ettirmek adına atılan her bir adım doğa-

insan ilişkisinin yeniden gözden geçirilmesine neden olmuştur. Sanayi devrimi öncesi

toplumlar enerji anlayışları ve teknoloji kullanımları itibariyle doğayla uzlaşan bir

yaşam biçimini temsil ederken, sanayi toplumlarının doğa ve çevre anlayışı giderek

aşınmıştır. Söz konusu aşınma insan ve doğanın birbirinden tümüyle ayrıştırılışında,

doğanın rasyonel tekniklerle kontrol edildiği ve gelişme için bir araç ya da kaynak

olarak görüldüğü, doğadan ayrı ve bağımsız bir sosyo-kültürel yaşam tasarımında

somutlaşmıştır.

Sanayi devrimi ile birlikte temel nitelikleri farklılaşan çevre-insan ilişkisinin

temelinde insanın kendisini yerküre üzerinde konumlandırma ve toplumu buna

göre şekillendirme eğilimi yatmaktadır. Dolayısıyla sanayi devriminin ardından

çevre-insan ilişkisinde farklı bir dönüşümün yaşandığı bu süreç toplumların değer

dünyasındaki farklaşmanın doğal bir sonucudur. Ancak şunu da belirtmek gerekir

ki, kendi özbenliğine dair bir algı dönüşümünü yaşayan ve doğayla ilişkisini yeniden

oluşturan temel aktör geliştirdiği rasyonel stratejiler ile bir otorite haline gelen Batılı

insan ve Batılı toplumlardır. Nitekim çevre ve toplum ya da çevre ve insan ilişki-

Page 4: DEĞİŞEN TOPLUM-ÇEVRE İLİŞKİSİNİN BİR GÖSTERGESİ: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİisamveri.org/pdfdrg/D02237/2009_16/2009_16_SAHINI.pdf · 2015. 9. 8. · ve enerji kullanımı

110 İlkay Şahin

sindeki en büyük kırılma, enerji anlayışı, sağladığı teknolojik birikim ve endüstriyel

gelişme ile sanayi devrimiyle birlikte Batıda gerçekleşmiş, ardından Batının tek

bütün mekanik dünya görüşü ile örtüşecek biçimde tüm dünyaya yayılmıştır. Bu

yönüyle Batı’da yeşerse de tüm dünyayı etkisi altına alacak kadar güçlü sonuçları

doğuran ve sanayi toplumu gibi yeni bir toplum tipini insanlık tarihinin bir parçası

haline getiren sanayi devrimi oluşturduğu değer ve dünya görüşü ile insan ve doğa

ilişkisi için bir milat niteliğini taşımaktadır.

Değer ve dünya görüşünü kendi organik varoluşundan başlamak üzere tüm

diğer doğal ve organik bağları bir yana bırakarak düşünce temelinde şekillendirmeye,

hayata rasyonel bir gözle bakmaya başlayan insan, bu algı değişimini doğaya da

yansıtmış, tıpkı kendisi gibi evreni ve doğayı da mekanik bir sistem olarak görmeye

başlamıştır. Değer ve dünya görüşünü rasyonel temellere oturtan insan için doğa

sömürülebilecek mekanik bir sistem haline gelmiştir (Capra, 1992: 37–38). Rasyonel

bir algıyla doğanın sömürülecek mekanik bir sistem olarak görülüşü ise teknoloji

ve enerji kullanımı yani sanayi etkinliklerinde somutlaşmıştır. Bu yönüyle sanayi

toplumlarının teknoloji ve enerji için attığı her bir adım, insanlığın çevreyle ilişkisi

noktasında önemli dönüşümleri, hatta kırılmaları temsil etmektedir.

Doğa ve insan ilişkisinin yeni bir sürece girmesinde belirleyici olan ise sanayi

toplumlarının karakteristik özellikleridir. İnsanlığın meydana getirdiği sosyo-

kültürel birikimi “gelişme” olarak adlandıran ve bir toplumu oluşturan her bir ferdin

kullanabileceği enerji miktarının mevcudiyeti ya da fertlerin doğa güçlerini kendi

faydasına kullanabilme kabiliyetini sanayi toplumlarının ön koşulu olarak gören

Aron, böylece sanayi toplumlarının doğa anlayışındaki farklılaşmaya dolaylı bir

biçimde işaret etmektedir. Aron’un satır aralarında ima ettiği üzere çevre doğal

kaynaklardan çeşitli işlemlerden geçmek suretiyle elde edilen ve insanların yaşam-

larını rahatlıkla sürdürmelerine hizmet eden enerjinin kaynağıdır. Daha açık bir

ifadeyle sanayi toplumları için doğa, enerji elde etmek üzere kontrol edilen edilgin

bir nesnedir. Doğanın kullanılabilir bir enerji kaynağı olarak görülüşünün öbür

yüzünü ise teknoloji kullanımı oluşturmuştur. Aron’a göre teknolojik devrim insan-

lığın gelişmişlik adına attığı ve ateşin kullanımıyla başlayan sürecin en son adımını

oluşturmaktadır (Aron, 1974: 76–77). Teknoloji ve enerji kullanımı birbirine paralel

süreçsel tarihi bir seyri takip etmişse de sanayi toplumlarının teknoloji ve enerji

algısı doğayla ilişkisini yeniden gözden geçirmesine neden olacak şekilde büyük

oranda farklılaşmıştır. Önceki toplum tiplerinde teknoloji ve enerji çevrenin doğal

kaynaklarında önemli dönüşümleri meydana getirmeksizin geliştirilirken sanayi

toplumları ihtiyaç duydukları teknoloji ve enerjiyi doğal hammaddelerini güçlü

bir biçimde dönüştürerek elde etmiştir. Sanayi devrimine kadar geçen süreçte taş

ya da madenden yaptığı aletleri kullanan; bitki, hayvan, güneş, rüzgâr su, toprak

Page 5: DEĞİŞEN TOPLUM-ÇEVRE İLİŞKİSİNİN BİR GÖSTERGESİ: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİisamveri.org/pdfdrg/D02237/2009_16/2009_16_SAHINI.pdf · 2015. 9. 8. · ve enerji kullanımı

Değişen Toplum-Çevre İlişkisinin Bir Göstergesi: İklim Değişikliği 111

ve ateşten elde ettiği enerjiyle yaşamını sürdüren insanlar devrimden sonra doğal

kaynakları radikal bir biçimde dönüştürerek elde ettikleri teknoloji ve enerjiyi kul-

lanmaya başlamışlardır (Güvenç, 1999: 148, 185).

Bu yönüyle 18. yüzyılın ikinci yarısından 19. yüzyılın ilk yarısına kadar geçen

zaman diliminde İngiltere’de gerçekleşen ekonomik, teknolojik ve demografik deği-

şiklikleri ifade etmek üzere kullanılan sanayi devrimi öncelikle teknoloji ve enerji

anlayışı itibariyle farklılaşan bir toplumun habercisidir. Teknolojik ilerlemeye de bağlı

olarak enerji anlayışındaki dönüşümün bir göstergesi olarak sanayi toplumlarında

doğal enerji kaynakları güçlü enerjilere dönüştürülerek kullanılmaya başlanmıştır

(Marshall, 1999: 633). İhtiyaç duyduğu enerjiyi evcilleştirdiği canlı enerji transfor-

matörlerinden sağlayan insanlık, endüstri devriminin ardından ihtiyaç duyduğu

enerjiyi kendi yaptığı cansız yani mekanik transformatörlerden sağlar olmuştur.

Enerji kaynakları doğada bulunduğu şekliyle kullanılmamış verimlilikleri artırılacak

biçimde dönüştürülerek sanayi sektörüne aktarılmıştır. Endüstri devriminin geliştirdiği

makine ve motorlarda doğanın milyonlarca yıldan beri biriktirdiği odun ve kömür

gibi bitkisel, petrol gibi hayvansal enerji kaynakları ile su enerjisi kullanılmaya baş-

lanmıştır. İnsanların enerji tüketimindeki artışa bağlı olarak enerji üretimini artıracak

teknolojik araştırmalar hızlandırılmış, enerji dönüşümündeki kayıplar azaltılmaya

çalışılmıştır (Güvenç, 1999: 185–187). Böylece sanayi devriminin ardından enerji

kullanımı giderek ivme kazanmış, artan endüstriyel üretimle birlikte daha fazla

ve güçlü enerjiye ihtiyaç duyan toplumlar geliştirdikleri teknolojik donanımlarla

doğadan sağladıkları enerji hammaddelerini güçlü enerjilere dönüştürmüşlerdir.

Kırsal ve tarımsal üretimin baskın olduğu toplumdan kentli ve endüstriyel

üretimin baskın olduğu bir toplum tipine geçişi gözler önüne seren sanayi dev-

rimiyle birlikte bir yandan tarım sektöründe üretimi artıracak ve makineleşmeyi

hızlandıracak gelişmeler meydana gelirken diğer yandan da kentsel alanlara doğru

büyük demografik hareketlilikler yaşanmıştır (Marshall, 1999: 632). Tarımda maki-

neleşme tarım sektöründe yoğunlaşan nüfusun azalmasını ancak tarım alanlarına

duyulan ihtiyacın artmasını beraberinde getirmiştir. Toprak daha fazla kullanılmaya,

tarımsal üretim etkinliklerinde verimliliği artırmak üzere kimyasal maddelere daha

yoğun bir biçimde başvurulmaya, hatta geniş tarım alanlarına duyulan ihtiyacın

etkisiyle orman alanları tarım arazisi haline getirilmeye başlanmışlardır. Giderek

endüstriyel tarıma geçilmiş olması ise söz konusu sürece hız katmış, pazarlanabilir

üretimi artırmak uğruna yoğun bir biçimde kaynak kullanımına neden olmuştur.

Sanayileşmiş kentsel alanlar ise demografik hareketlerin çekim merkezleri haline

gelmiş, şehirleşme süreci hızlanmıştır.

Demografik hareketlilikler ve göç, sanayi toplumlarında görülen doğa-insan

Page 6: DEĞİŞEN TOPLUM-ÇEVRE İLİŞKİSİNİN BİR GÖSTERGESİ: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİisamveri.org/pdfdrg/D02237/2009_16/2009_16_SAHINI.pdf · 2015. 9. 8. · ve enerji kullanımı

112 İlkay Şahin

dengesindeki kırılmanın önemli adımlarından bir diğerini oluşturmuştur. Tarımsal

üretim fazlalığı ve ardından gelen endüstriyel toplum tipi göç hareketlerine ivme

katmış ve şehirleşme sürecini hızlandırmıştır. 18 ve 19. yüzyıllarda yaşanan demog-

rafik hareketlilikler büyük oranda endüstriyel üretim ve ekonomik faaliyetlerle ilişkili

sosyal bir olgu olarak ortaya çıkmıştır. Nitekim sanayi devrimini ve bu devrime

bağlı göç sürecini İngiltere’de tecrübe eden Ravenstein, The Laws of Migration

isimli eserinde sadece İngiltere’de değil tüm Avrupa’da maden ya da ekonomik

faaliyetlerin merkezi olan şehirlerin yoğun göç dalgalarına maruz kalışını, endüstri

ve ekonominin önemli bir çekim gücüne sahip oluşunu vurgulamıştır (Ravenstein,

1889: 249–250).

Yaşanan tüm bu dönüşümleri Avrupa dışındaki diğer bölgelere de yayacak

biçimde taşımacılık ve ulaşımda önemli değişiklikler meydana gelmiş, dahası bir

yandan kapitalist ekonomi için pazar yaratma, diğer yandan da yeni enerji ve ham-

madde kaynakları edinmek üzere sömürgeci faaliyetler başlamış, sömürgeci ülkeler

ortaya çıkmıştır (Marshall, 1999: 632). Sanayi ve ekonominin merkezlerine doğru

hareketlenen nüfus şehirlerde yığılmaya başlamış, endüstriyel Avrupa ülkeleri hem

bu artan nüfusa yeni alanlar bulmak hem yeni enerji ve hammadde kaynakları hem

de üretilen ürünlerin pazarlanacağı yeni pazarlar yaratmak üzere dünyanın farklı

coğrafyalarına yönelmiştir. Böylece bir yandan artan nüfusunu ihraç eden Avrupa,

diğer yandan da gelişen sanayisi için gereken hammadde ve enerji ile pazar ihtiyacını

karşılamıştır. Sanayileşmiş ülkelerin bu sömürgeci tutumları bir yandan yeryüzü

kaynaklarının hızlı bir biçimde tüketilmesi ve çevre-insan ilişkisinin sömüren

olarak insan ve kaynak olarak çevre temelinde yeniden kurulmasını, diğer yandan

da günümüzde tüm dünyayı küresel bir enerji kaynağı ve küresel bir pazar haline

getiren sürecin başlangıç noktasını oluşturmuştur. Sanayileşmiş ülkelerin yeni enerji

kaynakları bulmak ve ekonomik pazarlar oluşturmak üzere giriştikleri sömürgeci

faaliyetlerine enerji üretimi ve kullanımına ilişkin teknolojik gelişmelerin de eklen-

mesiyle birlikte insanlığın çevreyle ilişkisi diğer tarihi dönemlerde olduğundan çok

farklı bir yöne doğru ilerlemeye başlamıştır.

Endüstriyel ve teknolojik gelişmeye paralel olarak bilgi dağarcığına yenilerini

katarak yolunda ilerleyen insanoğlu 20. yüzyılın ortalarına gelindiğinde doğayla olan

milyonlarca yıllık ilişkisi bağlamında ilk defa doğayı evcilleştirdiği, kontrol ettiği

algısına kapıldığı yeni bir sürece girmiştir. Artık doğa doğal düzenine müdahale

edilemeyen, öfkesinden zarar görmemek için tanrılara başvurulan, bünyesindeki

ağaç, hayvan, bitki gibi ekosistem türlerinden biri varoluş kaynağı olarak görülüp

saygı duyulan, her bir mevsimsel dönümü için kutlamalar düzenlenilen, insan haya-

tının tüm evrelerinin, zamanın bu mevsimsel dönüşümlerle ölçüldüğü, bağımsız,

kutsal ve özerk bir şahsiyete sahip, boyun eğilmesi gereken varlık değildir. Tam

Page 7: DEĞİŞEN TOPLUM-ÇEVRE İLİŞKİSİNİN BİR GÖSTERGESİ: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİisamveri.org/pdfdrg/D02237/2009_16/2009_16_SAHINI.pdf · 2015. 9. 8. · ve enerji kullanımı

Değişen Toplum-Çevre İlişkisinin Bir Göstergesi: İklim Değişikliği 113

aksine doğa, bünyesinde bulundurduğu hammadde ve enerjisi kullanılan bir kaynak,

hatta evcilleştirilmiş doğal bir kaynaktır. Geliştirdiği teknolojik araçlarla doğaya

ilişkin bilimsel keşifleri artan, yerin en derin noktalarından petrol, kömür, doğal

gaz, su gibi enerji kaynaklarını bulup çıkaran, hava durumunu aylarca öncesinden

tahmin edebilen, uzaya gönderdiği uydularla yerkürenin her türlü hareketini takip

eden insanoğlu, tüm bu faaliyetleriyle doğayı tüketebileceği ve kirletebileceği tüm

koşulları da hazırlamıştır. Foster’in de belirttiği üzere tüm bu sanayileşme süreci ve

bu sürece koşut giden kapitalist ekonomi için doğanın belirleyici özelliği insanlığın

hizmetindeki bir kaynak olmasıdır (Foster, 2001:2).

Meydana getirdiği sonuçları ile sanayileşme tüm dünyayı etkisi altına alacak

kadar geniş bir alana nüfuz eder hale gelmiş, enerjiye duyulan ihtiyaç giderek artmış,

teknoloji kullanımı hayatın vazgeçilmez bir gerçeği haline gelmiştir. Artan nüfus ve

genişleyen kapitalist ekonomik pazara bağlı olarak arz-talep zinciri içinde doğanın

enerji kaynakları daha yoğun bir biçimde kullanılmaya başlanmıştır. Sadece enerji

kaynakları kullanılmakla sınırlı kalınmamış, enerji üretimi, teknolojik atılımlar

yoluyla tüketilen doğa bir yandan da kirletilmiştir. Söz konusu bu süreç teknolojik

ve endüstriyel gelişmişlik adına atılan her bir adımla daha da hızlanmış ve yoğun-

laşmıştır. Ancak sanayileşme, dünyanın tüm bölgelerinde aynı yoğunluk ve hızla

etkili olmamış, pek çok ülke Avrupa’da başlayan bu sürece uzun yıllar sonra dahil

olmuştur. Nihayetin de ise, Batı’da sanayileşme ile birlikte başlayan süreç tüm

dünyayı etkisi altına almış, doğayı tüketen aktörlerin sayısındaki artışa da bağlı

olarak doğa-insan ilişkisi küresel bir boyut kazanmış, söz konusu ilişki biçiminin

sonuçları ise “iklim değişikliği” olgusunda somutlaşmıştır. Böylece Sanayi devrimi-

nin ardından günümüze değin henüz yüz, yüz elli yıl gibi kısa bir süre geçmesine

rağmen insanlığın kendi kontrol ve denetiminde bir sosyal hayatı meydana getirme

teşebbüsü, doğanın iç düzeni ile çatışan sonuçları doğurmuş, insanlık yeryüzü hayatı

boyunca ilk defa doğanın dengesine müdahil bir aktör olarak yaşam sahnesindeki

yerini almıştır. Doğayla ilişkisini kendi eliyle düzenlemeyi deneyen insanoğlu artık

söz konusu ilişki biçiminin doğal bir sonucu; iklim değişikliği ile karşı karşıyadır.

İnsan müdahalesiyle sanayi devrimiyle birlikte oluşan ve değişen ya da bozulan

insan-doğa ilişkisinin somut bir göstergesi olan bu değişikliğin adı “insan eliyle

iklim değişikliği”dir.

Sanayi Toplumlarının Öbür Yüzü: İnsan Eliyle Değişen İklim

Dört buçuk milyarı aşan yaşamı boyunca yerkürenin iklimi büyük oranda

dengede kalmış, dengede kalan iklim ise yeryüzü hayatının devamlılığını sağlamıştır.

Buzul çağı örneğinde olduğu üzere, yerküre zaman zaman doğal dengesini bozma-

yan iklim değişiklikleriyle karşılaşsa da tüm bu değişiklikler iklimin özgün niteliğine

Page 8: DEĞİŞEN TOPLUM-ÇEVRE İLİŞKİSİNİN BİR GÖSTERGESİ: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİisamveri.org/pdfdrg/D02237/2009_16/2009_16_SAHINI.pdf · 2015. 9. 8. · ve enerji kullanımı

114 İlkay Şahin

katkı sağlamaktan başka bir sonucu doğurmamıştır. Yerkürenin doğal dengesini

sürdürdüğü tüm tarihi dönemler boyunca iklim güneş, dünyanın yörüngesinde

meydana gelen periyodik değişiklikler, atmosfer, okyanuslar, karalar, kutupların buzul

yapısı ve canlılar gibi “iklim sistemi” içindeki doğal etkenler tarafından belirlenirken

günümüzde yeni bir etken, yani insan aktör, sürece müdahil olmuştur. İnsan aktörün

iklim sistemine müdahil olmasıyla birlikte diğer tarihi dönemlerden farklı olarak

yapay bir iklim değişikliği meydana gelmiştir (Kellogg-Schware, 1982: 1076–1079).

İnsan aktörle birlikte yaşlı yerküre milyonlarca yıla yayılan doğal değişikliklerden

tümüyle farklı bir iklim değişikliğini sanayi devriminin ardından geçen yüz-yüz

elli yıl gibi kısa bir sürede yaşamaya mecbur kalmıştır. Tüm ekosistemleri etkisi

altına alacak kadar güçlü, olumsuz etkilerini giderek artan bir biçimde hissettiren

kapsamlı bu yapay iklim değişimi doğal iklim değişikliklerinden farklı olarak insanın

bir ürünüdür (Türkeş- Sümer- Çetiner, 2000:1). Bu yönüyle iklim değişikliği, toplum

kaynaklı ekolojik bir değişikliktir.

Yüz yıl öncesine kadar “iklim değişikliği” kavramıyla özellikle buzul çağına

referansla yerkürenin kendi içsel mekanizmalarıyla iklimde meydana getirdiği

değişiklikler kastedilmiştir. Ancak günümüzde artık bu kavram sanayi devriminin

ardından yaşanan toplumsal hayattaki dönüşümlere paralel olarak gerçekleşen

ekolojik değişikliklere ve yaratıcısına referansla olgusal durumla örtüşecek biçimde

tanımlanmaktadır. İklim değişikliği konusunda bilimsel bulgulara dayalı olarak

uluslararası düzeyde yasal ve algısal uzlaşmışlığın, kolektif bir kanaatin göstergesi

olan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) iklim

değişikliğini insan aktörün müdahalesine işaret ederek şöyle tanımlamıştır:

‘İklim değişikliği’, karşılaştırabilir zaman dilimlerinde gözlenen doğal iklim

değişikliğine ek olarak, doğrudan veya dolaylı olarak küresel atmosferin bileşimini

bozan insan faaliyetleri sonucunda iklimde oluşan bir değişiklik demektir (Arıkan,

2006: 9).

İklim değişikliğini insan eylemleriyle ilişkilendiren UNFCCC’nin aksine

geliştirdiği modeller ve gerçekleştirdiği bilimsel araştırmalar ile iklim değişikliği

konusunda tartışmasız bir otorite olan Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli

(IPCC) ise, ister doğal isterse de insan eliyle yapay olarak meydana getirilmiş olsun

uzunca bir süre boyunca iklimde meydana gelen değişikliklere işaret etmek üzere

iklim değişikliği kavramını kullanmaktadır. Bu kavramla “ortalama değerdeki değişim

ve/ya temel niteliklerinin değişkenliğinin istatistikî testler kullanılarak belirlendiği

ve çok uzun süre içinde meydana gelen iklim durumlarını” kastetmektedir (IPCC,

2007a: 30).

Kavramsal açılımlardan da anlaşılacağı üzere sanayi devriminden sonra yaşanan

Page 9: DEĞİŞEN TOPLUM-ÇEVRE İLİŞKİSİNİN BİR GÖSTERGESİ: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİisamveri.org/pdfdrg/D02237/2009_16/2009_16_SAHINI.pdf · 2015. 9. 8. · ve enerji kullanımı

Değişen Toplum-Çevre İlişkisinin Bir Göstergesi: İklim Değişikliği 115

iklim değişikliği ne hava durumu gibi kısa süreli ve bölgesel etkileri yaratan atmosfer

olayları ne de milyonlarca yılda meydana gelen ve geniş çaplı etkiler yaratan doğal

iklim değişimiyle ilişkilendirilebilecektir. Tam aksine yerkürenin yaşadığı tüm diğer

doğal iklim değişikliklerinden farklı yapay bir değişimdir. Söz konusu değişikliğe

yapaylık atfedilmesine neden olan ise binlerce hatta milyonlarca yılda meydana

gelen doğal iklim değişikliklerinin aksine 19. yüzyıldan sonra yaşananların etkisini

15–20 yılda artırarak yüz yıllık bir süre içinde göstermesi, bölgeleri değil tüm dün-

yayı ve dünya üzerindeki ekosistemlerin tamamını etkileyen sonuçları doğurması

ve insanın müdahalesiyle meydana gelmiş olmasıdır. Bu yönüyle “iklim değişikliği”

ifadesi 19. yüzyıldan sonra insan aktör etkisiyle iklim sistemlerinde yaşanan güçlü

ve küresel değişikliğe işaret etmekte, insan aktör belirlenimliğini vurgulamak üzere

söz konusu değişiklikler antropojenik olarak kavramlaştırılmaktadır. Yeryüzünün

günümüzde yaşadığı antropojenik iklim değişimi sürecinin oluşumuna pek çok

etken katkı sağlamıştır. En büyük etken olarak toplumların enerji anlayışındaki

dönüşümünün bir işareti olan sera gazlarının yüksek oranlarda atmosfere salınması

gösterilmektedir.

UNCFFF’nin “Hem doğal, hem de insan kaynaklı olup atmosferdeki, kızıl

ötesi radyasyonu emen ve tekrar yayan gaz oluşumları” (Arıkan, 2006: 9) şeklinde

tanımladığı bu gazların sanayi devriminden bu yana artan oranda salımı kabaca

kısa dalgalı güneş ışınımı ile yerkürenin sıcak yüzeyinden salınan uzun dalgalı ışın-

ların yeryüzü ve atmosferde emildiği ısı dengesini düzenleyen bir süreci ifade eden

atmosferin “doğal sera etkisini” güçlendirmekte, enerji kullanımındaki artışa bağlı

bu durum ise iklimi değiştirecek biçimde yeryüzünün ısınmasına neden olmaktadır

(Türkeş-Sümer-Çetiner, 2000: 3–4). Sera gazları atmosferin kimyasal yapısını bozarak

küresel enerji dengesini bozmakta ve iklimi değiştirmektedir (Morison, 1996: 24).

Yüz yıllarla ifade edilen çok uzun zaman boyunca varlıklarını devam ettirebilmeleri

ise sürecin kalıcılığını giderek artırmaktadır (IPCC, 1995: 4).

Doğal sera etkisini artıran sera gazlarından karbondioksit, metan ve diazot

monoksit, 1750–1992 yılları arasında sırasıyla %30, %145 ve %15 oranlarında art-

mıştır (IPCC, 1995: 21). Artan sera etkisinin oluşumunda %55 oranıyla en büyük

paya sahip olan karbondioksitin salım oranı 1970 ve 2004 arasında %80 civarında

artmış, en düşük artış konut ve ticari yerleşim birimleri, orman ve tarım sektörle-

rinde, en büyük artış enerji üretimi, taşıma ve endüstri alanlarında gerçekleşmiştir

(IPCC, 2007a: 36). Karbondioksit örneğinde verilen tüm bu oransal artışlar gös-

termektedir ki çok uzun zamanda meydana gelebilecek bir değişim yüz, yüz elli yıl

gibi kısa bir zaman içinde insan eliyle gerçekleştirilmiş, on bin yılda oluşabilecek

bir dönüşüme sadece yüz yılda ulaşılmıştır. Yaşanan artışın insan eliyle meydana

geldiğini gösteren veri ise dünya genelinde karbondioksit salımının %50 ve metan

Page 10: DEĞİŞEN TOPLUM-ÇEVRE İLİŞKİSİNİN BİR GÖSTERGESİ: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİisamveri.org/pdfdrg/D02237/2009_16/2009_16_SAHINI.pdf · 2015. 9. 8. · ve enerji kullanımı

116 İlkay Şahin

salımının %13’ünün insan etkinliklerine özellikle de endüstriyel faaliyetlerine bağlı

olarak oluşmasıdır.1 Bu yönüyle sera gazlarının oransal artışı tümüyle antropojenik

bir karakter taşımaktadır (IPCC, 1995: 21).

Artan sera etkisi vasıtasıyla iklim değişikliğini hızlandıran insan kaynaklı

etkenler ise sosyal hayatın dönüşümünü işaret edecek biçimde fosil yakıtların

kullanımındaki artış ile orman ve tarım alanlarının miktar ve işlenmesindeki

farklılaşma olmak üzere genel olarak iki başlık altında ele alınabilir. Söz konusu bu

etkenler bölgelerin sanayileşmişlik düzeylerine göre farklılık göstermekte, genel

olarak bakıldığında sanayileşmiş ülkeler yüksek endüstriyel karbon üretimleri ile

sanayileşme sürecini tamamlamamış ülkeler ise daha çok arazi kullanımı ile bu

probleme katkıda bulunmaktadır (Kadıoğlu, 2007: 49). Doğal kaynakların yoğun

bir biçimde kullanımı, tarım için açılan alanlar ve buna bağlı olarak giderek artan

ormansızlaşma ve çölleşme süreci atmosferde biriken sera gazlarının miktarının

armasına neden olmaktadır. Tarımsal üretimin vazgeçilmez kaynaklarından olan

toprak ve su yoğun kullanıma bağlı olarak söz konusu üretimden olumsuz bir biçimde

etkilenmektedir. Yeryüzünün artan nüfusu birim alandan daha fazla ürün elde etme

isteğini beraberinde getirdiğinden kimyasal maddelere de başvurarak toprağın ve

suyun yoğun bir biçimde kullanılması sonucunu doğurmaktadır (Şahin-Atış-Miran,

2008: 15). Daha fazla tarım alanı elde etmek uğruna ormanların yok edilmesi ise

arazi kullanımına bağlı sorunlara yenilerini eklemekte, yeryüzü bitki dokusunun

ve doğal dengesinin bozulmasına neden olmaktadır. Günümüzde yeryüzünün

yaklaşık %30’u ormanlarla kaplı olmasına ve yaklaşık üçte biri de ekili alanlardan

oluşmasına rağmen orman miktarı özellikle de tropik alanlardaki ormanlar giderek

azalmaktadır (Mcguffie-Henderson Sellers, 2001: 1099). Artan nüfusun ihtiyaçlarını

karşılamak uğruna arazi kullanımında yaşanan bu türden farklılaşmaların ötesinde

nüfusun yoğunlaştığı şehirler de iklim değişikliği ile sonuçlanan sera gazı salımını

artırmakta etkili faktörlerdendir.

Halen dünya nüfusunun yaklaşık %47’si şehirlerde yaşamaktadır. Ancak gelişmiş

ülkelerde şehirli nüfusun %76 civarında oluşuna karşın gelişmekte olan ülkelerde

%41 civarında kalması şehirli nüfus oranının önümüzdeki günlerde artacağına

işaret etmektedir. Nüfus artışı ve şehirlileşme ise iklimi değiştiren antropojenik

faktörlerdendir. Nitekim Ezber ve arkadaşlarının İstanbul örneğinde yaptıkları bir

çalışma şehirlileşme ve iklim değişimi arasındaki ilişkiyi gözler önüne sermektedir.

Buna göre İstanbul’un nüfusunun arttığı 1970 ve 1980’de özellikle de yaz ayında

sıcaklık değerlerinde önemli değişiklikler yaşanmış, şehirlileşme sürecinin ve nüfus

hareketlerinin arttığı 1951–2004 arasında sıcaklık genel olarak artmıştır. Toplumsal

1. Enerji Sektöründe Sera Gazı Azaltımı Çalışma Grubu Raporu, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Enerji İşleri Genel Müdürlüğü Ankara – 2005, s.32

Page 11: DEĞİŞEN TOPLUM-ÇEVRE İLİŞKİSİNİN BİR GÖSTERGESİ: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİisamveri.org/pdfdrg/D02237/2009_16/2009_16_SAHINI.pdf · 2015. 9. 8. · ve enerji kullanımı

Değişen Toplum-Çevre İlişkisinin Bir Göstergesi: İklim Değişikliği 117

yaşamdaki dönüşümün bir göstergesi olan nüfus yoğunluğu ve şehirlileşmeye koşut

giden İstanbul örneğindeki bu sıcaklık artışı ise şehirleşmenin iklime etkisini gözler

önüne seren örnek bulgulardan sadece birisidir (Ezber-Şen-Kindap ve Diğerleri

2007: 667).

Şehirlileşme sürecinin iklimi etkileyen niteliği şehirde yoğunlaşmış nüfusun

artan ihtiyaçlarının karşılanabilmesi içinde daha fazla sanayi üretiminin yapılması,

dolayısıyla daha yüksek oranlarda enerji kullanımı ile ilişkilidir. Zincirleme bir

biçimde artan tüketim artan üretimi doğurmakta, üretim ve tüketim zincirindeki

bu yükseliş ise kaynakların aşırı kullanımı ile sonuçlanmaktadır. Şehirlileşmeye

bağlı olarak özellikle sanayi ve yerleşim bölgelerinden çıkan sera gazları çevre ve

atmosferi kirletmekte, küresel ve bölgesel düzeyde havanın ısınma eğilimi artmak-

tadır. Doğanın dengesinin bozulması ise kentlerin iklimini değiştirmekte, su, kara

ve havadaki yaşamı tümüyle tehdit eden önemli çevre sorunlarını yaratmaktadır

(Kadıoğlu, 2007: 47).

İklim Değişikliğinin Mevcut Ekolojik ve Toplumsal Göstergeleri

Uzun yıllar iklimin gerçekten değişip değişmediği, eğer değişiyorsa bu değişimin

doğal mı yapay mı olduğu tartışılmışsa da çeşitli toplumlarda farklı yoğunluklarda

türlü yüzlerini göstermesine rağmen olgusal örneklerden hareketle iklimin top-

lumların endüstriyel faaliyetlerinin neticesi olarak değiştiği noktasında neredeyse

genel ve ortak bir kanaat oluşmuştur. Söz konusu kanaatin oluşmasında etkili bir

diğer faktör ise teknolojidir. Hassas ölçüm araçlarının geliştirilmesi iklim verilerinin

kaydedilebilmesi ve karşılaştırılabilmesine imkân tanımış, böylece iklim değişikliği-

nin olgusal örnekleri bilimsel olarak ortaya konabilmiştir. Özellikle 1850’li yıllardan

itibaren sıcaklık ve yağış değerleri aletlerin yardımıyla ölçülmeye ve kaydedilmeye

başlanmıştır (IPCC, 2007a: 30). Aletli ölçümlerin de etkisiyle, yaşanan iklim olay-

larının bir iklim değişikliği olduğu konusundaki kanaat giderek güçlenmiş, iklim

değişikliğinin gerek kamuoyunda gerekse de akademik dünyada genel bir kabulle

karşılanmasına neden olmuştur. Dünya kamuoyunu iklim değişikliğinin gerçek bir

durum olduğuna ikna eden en önemli husus küresel ısınma olmuştur. Artan sera

etkisinin bir sonucu olarak dünyanın yüzey sıcaklığı tüm iklim sistemi ve ekosis-

temleri etkileyecek bir biçimde yükselmiş, toplumsal yaşama yansıyan sonuçları

ile küresel ısınma seksenli yıllardan itibaren hissedilir boyutlara ulaşmış, doksanlı

yıllarda ise rekorlar kırmıştır (Türkeş-Sümer-Çetiner, 2000: 1, 5). Kadıoğlu’na göre

artan sera etkisinin potansiyel sonuçlarından sadece birini gözler önüne seren

“küresel ısınma” yapay iklim değişiminin en belirgin semptomuna yani ısınmaya

işaret etmektedir (Kadıoğlu, 2007: 49).

Page 12: DEĞİŞEN TOPLUM-ÇEVRE İLİŞKİSİNİN BİR GÖSTERGESİ: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİisamveri.org/pdfdrg/D02237/2009_16/2009_16_SAHINI.pdf · 2015. 9. 8. · ve enerji kullanımı

118 İlkay Şahin

İklim değişikliğinin yaşanan etki ve sonuçlarını küresel ve bölgesel düzeydeki

örnekler bağlamında açıklamayı hedefleyen Tablo-1’den de anlaşılacağı üzere

iklim değişikliğinin sosyal yaşama doğrudan etkilerine dair kesin bulgulara henüz

ancak sınırlı düzeyde ulaşılabilmektedir. Toplumlar genellikle sıcaklık artışı ve yağış

rejimindeki değişikliğe bağlı kuraklık, sel gibi felaketlerin sonucu olarak ekonomik

sorunlar ile göç gibi demografik hareketliliklerle karşı karşıya kalmaktadır. Dün-

yanın genelinde olmasa bile bazı bölgelerde toplumsal yaşamda göç gibi önemli

değişiklikleri beraberinde getirmiş, çevre felaketleri nedeniyle pek çok insan kendi

yaşam alanını terk etmeye mecbur kalmıştır. Bu anlamda iklim değişikliğine bağlı

uç iklim olayları ve çevresel felaketler göç için önemli bir itici güç oluşturmak-

tadır. Bu türden doğal felaketler çoğu zaman insanları kırsaldan kentlere doğru

itmektedir. Ancak çevre felaketleri karşısında yaşanan göçler geçici olduğu, yani

kişilerin geçici bir süreliğine yerlerini terk etmeleri anlamına geldiği için genellikle

doğrudan doğruya göç olarak adlandırılamamaktadır. Bununla birlikte insanların

çevresel felaketler karşısında zorunlu, gönüllü ya da sürekli göç olmak üzere çeşitli

hareketlilik biçimlerini sergiledikleri son yıllarda yaşanan doğal felaketlerle birlikte

aşikâr bir hal almıştır (Hunter, 2005: 283–285). Yaşanan çevresel felaketler dünya

kamuoyunu yeni göçmen tipleriyle tanıştırmıştır. Çevresel koşullar nedeniyle

istemeden de olsa göçmeye mecbur kalan kişiyi ifade eden “çevresel sığınmacılar”

kavramına ilave olarak zorunlu ve gönüllü çevresel göçmen olmak üzere iki tip

göçmenden daha bahsedilmektedir (Bates, 2002: 465–468).Tablo 1 İklim Değişikliğinin Etki, Sonuç ve Örnekleri2

Etk

iler

i

Son

uçl

arı

Örnekler

Ekol

ojik

S�ca

kl�k a

rt���

Yeryüzünün küresel �s�s� 19. yüzy�l�n sonundan itibaren 0.3–0.6°C artm��t�r.

Aletli ölçümlerin yap�lmaya ba�land��� 1850 y�l�ndan buyana görülen en s�cak 20 y�l�n 19’u 1980’den sonra ya�anm��, 1998 en s�cak y�l olmu�, son bin y�l�n en s�cak y�l� olan 1998’i en s�cak ikinci y�l olarak 2002 takip etmi�tir.

Son 50 y�l 6,000 y�lda gözlenen en s�cak yar�m yüzy�l olmu�tur.

1961’den bu yana okyanuslar�n s�cakl�k ortalamalar�ndaki art�� 3000 m derinliklerine kadar ula�m��t�r.

Son k�rk y�ld�r Avrupa’n�n genelinde s�cakl�k de�erleri k�� ve bahar aylar�nda belirgin bir biçimde yükselmi�, Orta Avrupa ve Akdeniz’de yaz s�cakl�klar� atm��t�r.

2. İklim Değişikliğinin etki ve sonuçlarının örneklerle izah edilmeye çalışıldığı bu tablo: (IPCC, 2007a:30);

(IPCC, 1995:22); (Kadıoğlu, 2007: 49-52); (Kobayashi, 2004:153); (Türkeş-Sümer-Çetiner, 2000:8,

10-11); (Türkeş, 1998: 649-650); (Casty-Raible-Stocker ve Diğerleri, 2007:791); (Loukas-Vasiliades-

Tzabiras, 2008:23-24); (Hunter, 2005:283-285)’den faydalanılarak geliştirilmiştir.

Page 13: DEĞİŞEN TOPLUM-ÇEVRE İLİŞKİSİNİN BİR GÖSTERGESİ: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİisamveri.org/pdfdrg/D02237/2009_16/2009_16_SAHINI.pdf · 2015. 9. 8. · ve enerji kullanımı

Değişen Toplum-Çevre İlişkisinin Bir Göstergesi: İklim Değişikliği 119

Ekol

ojik

Yery

üzü

su D

enge

sinde

bo

zulm

a Küresel deniz seviyesi son yüz y�lda 10 ile 25 cm aras�nda yükselmi�tir. Küresel deniz seviyesi 1961 ile 2003 y�llar� aras�nda 1.3-2.3 aras�nda bir art��la her y�l ortalama 1.8 mm oran�na eri�irken, 1993-2003 y�llar� aras�nda deniz seviyesindeki ortalama yükseli� 3.1 mm’ye ula�m��t�r.

1978 y�l�ndan bu yana kutup buzullar� her on y�lda %2.7 oran�nda kaybolmu�tur.

Kuzey yar�mkürede 1900’den beri buzla kapl� alanlar�n %7’si ortadan kalkm��t�r.

�Ya

��� or

an�nd

adeğiş

iklik

Küresel ba�lamda ya��� oranlar� genel olarak azalm��t�r.

1900’den 2005’e kadar Sahel, Akdeniz, Güney Afrika ve Güney Asya’n�n bir k�sm�nda ya���lar azal�rken Kuzey ve Güney Amerika, Kuzey Avrupa, Kuzey ve Orta Asya’da ya��� oranlar� artm��t�r.

Ya��� miktarlar�nda altm��l� y�llardan itibaren Afrika’dan Endonezya’ya uzanan ku�akta azalma gözlenmi�tir.

Ya���lar�ndaki ani azalma, 1970’li y�llarla birlikte Orta ve Do�u Akdeniz Havzas�’nda ve Türkiye’de de etkili olmaya ba�lam��t�r.�

Kura

klık

S�cakl�k de�erlerindeki art��a ba�l� olarak göl, akarsu ve topra��n nemindeki dü�ü� ile ya��� oranlar�ndaki azalma büyük çapl� kurakl�klara neden olmu�tur. Küresel düzeyde kurakl�ktan etkilenen alanlar 1970’den bu yana belirgin bir biçimde artm��t�r.

Akdeniz ülkelerinde yetmi�li y�llardan itibaren �iddetli ve uzun süreli, geni� bölgeli kurakl�klar meydana gelmeye ba�lam��t�r. 1976–77 y�l�ndaki kurakl�k Güney ve Bat� Avrupa’y� etkilemi�, 1988–1991 y�l�nda ise Akdeniz bölgesinin genelinde bir kurakl�k ya�anm��t�r. Yunanistan, �talya, Balkanlar, Güney ve Orta Avrupa’da �iddetli kurakl�klar meydana gelmi�, 2000–2001 y�l�nda Balkanlar� ve Orta Avrupa’y� etkileyen güçlü bir kurakl�k ya�anm��t�r.�

Afe

tler Seksenli ve doksanl� y�llardan itibaren do�al afetler daha s�k görülmeye ve daha etkili olmaya

ba�lam��,1998 y�l�nda 240 kuvvetli f�rt�na, 170 ta�k�n ve 190 orman yang�n� ya�anm��t�r.

Sosy

oloj

ik Kura

kl�k v

e sell

ere

ba�l�

göç

Ya��� oran�ndaki azalma, akarsu ve göl seviyelerine ve toprak nemine etki etmi�, subtropikal ku�akta ve özellikle Afrika’n�n Sahel bölgesinde 1960’l� y�llarda ba�layan �iddetli kurakl�klar neticesinde on binlerce insan göç etmek zorunda kalm��, milyonlarca hayvan ölmü�tür.

Afrika’da ya�anan çevre olaylar�na ba�l� olarak milyonlarca insan göç etmi�tir.

Ya��� ve sellerin periyodik olarak meydana geldi�i Banglade�’te büyük çapl� göçler ya�anm��t�r.

Ekon

omi

Afetler özellikle sigortac�l�k alan�nda olmak üzere pek çok sektörde önemli ekonomik sorunlara neden olmu�tur.

1990’larda afetlerin neden oldu�u küresel ekonomik kay�plar 608 milyar dolar� a�m��t�r.

1988–1991 y�l�nda Akdeniz bölgesinde ya�anan kurakl�k 2.1 milyon Euro’dan fazla ekonomik zarara yol açm��t�r.

Tablonun söylediği bir diğer önemli husus ise; iklim değişikliğinin etki ve

Page 14: DEĞİŞEN TOPLUM-ÇEVRE İLİŞKİSİNİN BİR GÖSTERGESİ: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİisamveri.org/pdfdrg/D02237/2009_16/2009_16_SAHINI.pdf · 2015. 9. 8. · ve enerji kullanımı

120 İlkay Şahin

sonuçları toplumları farklı yoğunlukta etkilemekte, bölgesel düzeyde çeşitlilik

göstermekte, süresi ve boyutu itibariyle bölgesel hatta yerel düzeyde farklılaşa-

bilmektedir. Bu yönüyle son yüzyıl boyunca gözlenen sıcaklık artışları, yağış reji-

mindeki değişiklikler, küresel düzlemde tekbiçimli olmayıp, mevsimlere duyarlı,

gecelik ve günlük olarak asimetrik bir nitelik taşımakta, kara ve denizler düzeyinde

farklılaşmaktadır (Weber-Talkner-Auer ve Diğerleri, 1997: 327). Bu yönüyle sıcaklık

artışları zamansal, mevsimsel ve bölgesel farklılık göstermiş, gece sıcaklığı gündüz

sıcaklığından daha fazla, sıcaklıklar kıtaların orta kesimlerinde kış ve ilkbaharda,

yağışlar ise kuzey yarım kürenin yüksek enlemlerinde özellikle soğuk mevsimlerde

artmıştır (IPCC, 1995: 22). Karasal alanlar okyanuslardan daha hızlı ısınmıştır.

Kuzey kutbundaki sıcaklık artışı yüz yıllık küresel ısınmanın ortalama değerinin

iki katı civarındadır (IPCC, 2007a: 30). Sadece sıcaklık dengesi değil aynı zamanda

yağış dengesi de bozulmuş, yağış oranlarındaki ani düşmeler veya artmalar şeklinde

yeryüzü ekosistemini tümüyle etkileyen pek çok dönüşüm oluşmuştur (Kobayashi,

2004: 153). Genel olarak yağış oranlarındaki düşüş ile sıcaklık değerlerindeki artışın

birbirine paralel gitmesi ise şiddetli kuraklıkların, orman yangınlarının yaşanmasını

beraberinde getirmiştir. Esasında günümüzde yaşanan iklim değişikliğinin insanlara

ve mallarına olan mevcut zararları doğrudan doğruya sıcaklık ya da yağışlardaki

aşamalı değişimle değil kuraklık ya da sel baskınları gibi bu türden uç doğa olayları

ile ilişkilidir (Türkeş-Sümer-Çetiner, 2000: 10–11).

Küresel ısınma ve iklim değişikliği farklı coğrafyalarda farklı yüzleriyle hissedilse

de genel olarak bir ısınma eğiliminin olduğu Türkiye örneğinde belirgin bir biçimde

görülmektedir. Bulunduğu coğrafyanın iklim değişimi tecrübesiyle örtüşecek biçimde

Türkiye’nin sıcaklık değerleri genel olarak artmakla birlikte belirli aralıklarla soğuma

eğilimini de sergilemiştir. 1946–1975 yılları arasında kuzey yarım küre soğurken güney

yarım küre ısınmış, 1976–2000 yılları arasında dünya genelinde sıcaklık değerleri

artmışsa da (Türkeş-Sümer-Demir, 2002: 947) 1939’dan 1989’a kadar ısınma eğili-

minde olan Türkiye 1955’den 1989’a kadar yüzey sıcaklığında bir soğumayla karşı

karşıya kalmıştır. 1939–1949 yılları arasında düşen yüzey sıcaklıkları, 1950’den 1970’e

kadar artmış, 1980’de de yükselmeye devam etmiştir. Şehirleşme nedeniyle kentlere

göçün artması ve konutlarda kömürün kullanılmasına bağlı olarak ortaya çıkan sera

gazları sıcaklığın ilkbahar mevsiminde gece sıcaklıklarının artması şeklinde kendini

göstermesine neden olmuştur (Kadıoğlu, 1997: 511, 515–516). Dolayısıyla 1960–1990

yılları arasında uzun süreli ortalama sıcakların daha düşük ve soğuk seyrettiği, yaz

sıcaklıklarında belirginleşecek bir biçimde ortalama yüzey sıcaklığının genel olarak

azalma eğiliminde olduğu Türkiye’de son on yıl içinde yaz ve bahar sıcaklıkları art-

maya başlamış, ortalama ve maksimum sıcaklık serisindeki soğuma eğilimi giderek

zayıflamıştır (Türkeş-Sümer-Demir, 2002: 948).

Page 15: DEĞİŞEN TOPLUM-ÇEVRE İLİŞKİSİNİN BİR GÖSTERGESİ: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİisamveri.org/pdfdrg/D02237/2009_16/2009_16_SAHINI.pdf · 2015. 9. 8. · ve enerji kullanımı

Değişen Toplum-Çevre İlişkisinin Bir Göstergesi: İklim Değişikliği 121

Küresel ve bölgesel düzeyde yaşanan bu tür örneklerinden hareketle bir

yandan iklim değişikliğinin olgusal bir durum olduğu kanaatine ulaşılırken diğer

yandan da gelecekte yaşanması muhtemel iklim değişikliklerinin tespiti, muhtemel

toplumsal etki ve sonuçlarını ön görmenin mümkün olup olmadığı sorusuyla karşı

karşıya kalınmıştır.

İklim Modellerinin Öngördüğü Toplumsal ve Ekolojik İklim Deği-

şiklikleri

Son yıllarda cereyan eden atmosferik olaylar ile bu olayların toplumsal etkileri

üzerinde konuşmak kaydedilmiş ve biliniyor olmalarına bağlı olarak mümkün olsa

da geleceğe ilişkin bu tür yorum ve analizler yapmanın güçlüğü aşikardır. İklim

değişikliğinin etki ve sonuçlarına özellikle de toplumsal olanlarına dair doğrudan

ve somut olaylarla bazı toplumlarda henüz hiç karşılaşılmaması, bazı bölgelerde

yeni yeni karşılaşılıyor olması, yaratacağı etki ve sonuçlar üzerinde konuşabilmenin

önündeki belirsizlikleri oluşturmaktadır. Ayrıca iklim değişikliğinin ekolojik etki ve

sonuçları tespit edilse de toplumsal etkilerine ilişkin tahminlerde bulunmak oldukça

zor görünmektedir. Tüm bu belirsizlik ve güçlüklere rağmen günümüzde yaşanan

iklim değişikliğinin temel nedenleri, özellikle de sera gazlarının salımının kaçınılmaz

olarak devam edeceği varsayılarak gelecekte yaşanabilecek iklime ilişkin öngörülerde

bulunulmaktadır. Dolayısıyla iklim değişikliğinin insana ve toplumsal hayata bağlı bir

sonuç oluşu göz önünde bulundurularak bir mantık önermesiyle insanın aynı hızla

sürece neden olan faaliyetlerini sürdürmesi halinde iklim değişikliğinin önümüzdeki

yıllar boyunca da güçlenerek etkisini hissettireceği varsayılmaktadır. Dahası iklim

değişikliğinin birinci sebebi olarak görülen ve insan aktör eliyle atmosferde biriken

sera gazlarının derhal ve tümüyle durdurulması halinde bile söz konusu gazların

uzun ömürlü olması nedeniyle yaşanan değişikliklerin önümüzdeki yıllarda dünyayı

etkilemeye devam edeceği belirtilmektedir. Sera gazı salımına ilave olarak gelecekte

yaşanacak değişiklikler nüfus büyümesi, ekonomik ve teknolojik gelişme, arazi

ve fosil yakıt kullanımı ve son olarak gaz oranlarını düzenleyecek ya da azaltacak

politik girişimler gibi toplumsal faktörlere bağlı görülmekte ve bu çerçevede çeşitli

senaryo ve modeller geliştirilmektedir (Morison, 1996: 24).

Anlaşılacağı üzere insan eylemlerinin iklimi değiştiren yönünün olgusal örnek-

lerle ortaya konulmasının yani iklim değişikliğinin tespitinin ardından geçerli iklim

öngörülerine duyulan ihtiyaç belirgin bir biçimde kendini hissettirmiş, buna bağlı

olarak ayrı bir disiplin haline gelecek biçimde 1960’lı yıllardan bu yana yaklaşık

kırk yıldır iklim modelleri geliştirilmeye başlanmıştır. İklim sistemlerinin karmaşık

doğası farklı değişkenlerden hareket eden pek çok modelin oluşturulmasına neden

olmuştur. Geliştirilen modeller güçlü hesaplamalardan edinilen ve değerlendirmesi

Page 16: DEĞİŞEN TOPLUM-ÇEVRE İLİŞKİSİNİN BİR GÖSTERGESİ: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİisamveri.org/pdfdrg/D02237/2009_16/2009_16_SAHINI.pdf · 2015. 9. 8. · ve enerji kullanımı

122 İlkay Şahin

bilgisayar ortamında yapılan ortalama değerlere dayanmaktadır. İklim sistemlerinin

çok yönlülüğü doğrudan ve açıkça hesaplanamayan süreçlerin teknolojik araçlar,

küresel gözlemler ve yenilikçi parametrelerle büyük ölçüde varsayımsal olarak

ortaya konmasını gerekli kılmış, işte bu bağlamda olmak üzere iklim senaryoları ve

modelleri geliştirilmiştir (Mcguffie, Henderson Sellers, 2001: 1067, 1075). Model ve

senaryolar gelecekte iklimde meydana gelecek değişikliklere dair basit tahminlerden

daha ziyade içsel olarak tutarlı ve birbirleriyle doğrudan ilişkili anahtar varsayım-

lardan meydana gelen ve yaşanacak değişikliklerin koşullara bağlı bir simülasyonu

ya da yansıtması niteliğini taşımaktadır (Hulme-Viner, 1998: 145).

İklim değişikliğinin yaşanmaya devam edeceği noktasında kesine yakın bir

kanaat oluşmasına rağmen asıl sorun ne tür değişikliklerin yaşanacağı ve hangi

toplumların, nasıl etkileneceği noktasında düğümlenmektedir. İşte bu soruların

cevabı iklimi öngörmek üzere oluşturulan model ve senaryoların verilerine dayan-

maktadır. Çeşitli bilimsel ön koşulları dikkate alarak tasarlanan iklim modelleri

bağlamında bölgesel ve küresel iklim değişikliği ve buna bağlı toplumsal sonuçlar

hakkında çeşitli öngörülerde bulunulmaktadır. İklimi etkileyen değişkenlerin mevcut

durumları esas alınarak söz konusu değişkenlerle iklim arasında kurulan ilişkiye

dayalı sonuçlar niteliğini taşıyan iklim modelleri ve senaryolarının öngörülerinin

sunulduğu Tablo-2’de belirli hususlar özellikle dikkat çekmektedir.

Öncelikle iklim değişikliklerinin gelecekte yaşanmaya devam edeceği noktasında

genel bir kabulün varlığı dikkat çekmektedir. İklim değişikliğinin kaçınılmaz etki

ve sonuçları ise genellikle sıcaklık artışları ve yağış rejimindeki değişikliklere bağlı

olarak açıklanmaktadır. Ancak bu noktada dikkat çeken husus iklim değişikliğinin

halen yaşanan etki ve sonuçları gibi gelecekte yaşanacakların da tek ve homojen bir

dağılım göstermeyeceği vurgusudur. Buna göre günümüzde olduğu üzere gelecekte

de iklim değişikliği homojen bir coğrafi dağılımı sergilemeyecek, sadece küresel

düzeyde genel olarak iklim ortalamalarına ve deniz seviyesine etki etmekle sınırlı

kalmayacak, birbirleriyle zıt bölgesel sonuçları da beraberinde getirecektir. Bazı

bölgelerde sıcaklıklar yıllarca yükselmeyecek, yağmur sezonları değişebilecektir

(Hulme-Viner, 1998: 145). Yine bu öngörülere göre bazı toplumlar su baskınları ve

sellerle boğuşurken bazı toplumlar kuraklıkla mücadele etmek zorunda kalacak,

tarımı da etkileyecek biçimde küresel ve bölgesel düzeyde su dengesi bozulacaktır

(Wang, 2005: 739, 752). Örneğin İngiltere gibi ülkeler sık sık nehir taşkınları ve

su baskınlarıyla karşı karşıya kalacaktır (Wilby-Beven-Reynard, 2008: 2515). En

yükseği Doğu Avrupa’da olmak üzere Avrupa’nın genelinde 3-5 derecelik sıcaklık

artışları yaşanacaktır (Rowell, 2005: 839-841). Kuzey ve Orta Amerika, Akdeniz,

Avustralya, Güney Afrika’da genel olarak tüm mevsimler boyunca; Amazonlar

Page 17: DEĞİŞEN TOPLUM-ÇEVRE İLİŞKİSİNİN BİR GÖSTERGESİ: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİisamveri.org/pdfdrg/D02237/2009_16/2009_16_SAHINI.pdf · 2015. 9. 8. · ve enerji kullanımı

Değişen Toplum-Çevre İlişkisinin Bir Göstergesi: İklim Değişikliği 123

ve Batı Afrika ile Sibirya yaz aylarında; Asya’nın muson bölgesinde ise kıtlıklara

neden olacak biçimde kış aylarında büyük çaplı kuraklıklar yaşanacaktır (Wang,

2005: 739, 752).

İklim değişikliği senaryolarının söylediklerinde dikkat çeken bir diğer önemli

husus da küresel, özellikle de bölgesel düzeyde birbirleriyle uzlaşmayan farklı tahmin

ve öngörülerin bulunmasıdır. Modellerin genellikle güncel ekolojik ve toplumsal

verileri esas alarak bilimsel öngörülerde bulunması geleceğe ilişkin tahminlerin

yenileriyle değiştirilmesi ya da bölgesel olarak farklılaşması sonucunu doğurmakta,

tahminler kolaylıkla değişebilmektedir. Örneğin, IPCC ikinci değerlendirme

raporunda 2100 yılında 1990 yılına nispetle sıcaklıklarda 1-3.5°C arasında bir artış

meydana geleceğini belirtirken (IPCC, 1995: 5), Üçüncü Değerlendirme Raporu’nda

dünyanın ortalama sıcaklığının giderek arttığını ve 1990–2100 yılları arasındaki

tahmini sıcaklık artışının 1.5-6.0 °C arasında olacağını belirtmiştir (Kobayashi,

2004: 153). İklim modellerinin ayrı değişkenleri esas alarak tahminde bulunmasına

dayalı farklılaşan öngörülerle Türkiye’nin de içinde değerlendirildiği Orta Doğu’nun

iklim senaryoları bağlamında da karşılaşılmaktadır. Bu senaryolardan birine göre

dünya genelinde 2020 yılına kadar geçen süreçte kutuplara doğru artacak biçimde

bir derecelik sıcaklık bir derece yükselecektir. Sıcaklıktaki yükselme ile birlikte bazı

bölgelerin nemlilik düzeyleri artacak ve buna bağlı olarak bitki örtüsü ve tarımsal

alanların genel dağılımı değişecek, bazı çöller tarımsal alan haline gelebilecektir.

Sahra çölü çöl olmaktan çıkacak ve çayırlık bir alan, Kuzey Afrika ve Orta

Doğu tarım için daha elverişli bir duruma gelebilecektir (Kellogg, Schware, 1982:

1084–1087). Ancak bu modelin aksine genel olarak Orta Doğu iklim modelleri

bölge için toplumsal yaşamı tümüyle etkileyecek biçimde geniş çaplı ve etkin bir

kuraklığı öngörmektedir. Buna göre bölgede 21. yüzyılın sonuna kadar sıcaklık-

lar dört derece artacak, en düşük sıcaklık artışı Karadeniz, Akdeniz’in de içinde

bulunduğu büyük su kaynaklarının yakınındaki alanlarda, en büyük artış ise bu su

kaynaklarından uzaktaki kısımlarda gerçekleşecektir. Bölgenin güneyinde yağış

oranlarında küçük bir artış meydana gelecek, en büyük yağış düşüşü Güney Batı

Türkiye’de gerçekleşecek, mevcut yıllık yağış miktarının %25’ine yakın bir düşüş

yaşanacaktır. Yağış oranlarındaki toplam düşüş yiyecek üretimi açısından önemli

olumsuzlukları beraberinde getirecek, yüzyılın sonuna kadar ekilebilir tarım alanında

170,000 km2 azalma olacaktır. Maksimum yağış zamanlarındaki değişiklik ürün

yetiştirme mevsimlerini etkileyecek, ekim stratejilerinde ve ürün tiplerinde önemli

değişiklikleri beraberinde getirecektir. Kuraklık nüfus artışıyla kesişince bölgede su

stresinin artması kaçınılmaz bir sonuç olacaktır (Evans, 2008: 2, 11–12, 15).

Page 18: DEĞİŞEN TOPLUM-ÇEVRE İLİŞKİSİNİN BİR GÖSTERGESİ: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİisamveri.org/pdfdrg/D02237/2009_16/2009_16_SAHINI.pdf · 2015. 9. 8. · ve enerji kullanımı

124 İlkay Şahin

Tablo 2 Gelecekte İklim Değişikliğinin Etki, Sonuç ve Örnekleri

Etkileri Sonuçları Örnekler

Ek

olo

jik

Sıc

aklı

k a

rtış

ı

2100 yılında sıcaklıklarda 1-3.5°C artışı öngören IPCC, karbon gazları emisyonlarının bu şekliyle devam etmesi halinde artışın 1.5-6.0 °C oranına ulaşacağını belirtmektedir.Sıcaklıklar özellikle karalarda ve kuzey enlemlerinde en yüksek değerlerine ulaşacak, Antarktika yakınlarındaki Güney okyanusu ve kuzey kutbunun kuzeyinde en düşük değerine sahip olacaktır.Çöller daha güçlü sıcaklıklara sahne olacak, kuraklık ve erozyona bağlı olarak çölleşme artacaktır.

Yer

yüzü

su

d

enge

sin

de

bo

zulm

a

Göl ve nehir sularında çekilmeler yaşanacak,Isınmaya bağlı olarak kutuplardaki buzul erimeleri devam edecek ve 21. yüzyılın sonunda kuzey yarım küredeki yaz buzulları neredeyse tümüyle yok olacaktır. Deniz seviyesi 2100 yılına kadar 15–95 cm arasında yükselecektir. Avrupa’da dağlık alanlarda buzullar eriyecektir.

Yağ

ış

ora

nı Sıcaklık ve yağış oranlarına bağlı olarak yağışlı alanların genel dağılımında

değişiklikler olacaktır. Yağış oranları hızla azalacak, buharlaşma artacaktır.

Ku

rak

lık

Afrika’da 2080’da kurak ve yarı kurak alanların miktarındaki artış %5-8’e erişecektir.2050’da Orta, Güney, Doğu ve Güney Doğu Asya’da taze su potansiyeli hızla azalacaktır. Güney Avrupa’da yüksek sıcaklık ve kuraklıklar görülecek, su kaynakları azalacaktır. Amerika kıtasında yağış oranlarındaki azalma ve buzulların erimesi su kaynaklarını azaltacaktır.

Afe

tler

Uç hava olaylarına bağlı su taşkınları, seller, kuraklık ve çölleşme gibi afetlerin şiddet, sıklık ve yoğunluğu artacaktır.Deniz seviyesindeki yükselmeye bağlı olarak 2080 yılına kadar erozyonla karşı karşıya kalan kıyı bölgeleri risk altında kalacak, sel tehlikesi artacaktır.Özellikle Güney, Doğu ve Güney Doğu Asya’da yoğun nüfus oranına sahip kıyı alanları deniz ve nehirlerden kaynaklanan su baskınları ve sellere maruz kalacaktır. Avrupa’nın iç kesimleri su baskınları, kıyılar ise sel ve erozyonla mücadele edecektir.

Bit

ki/

hay

van

lar

Küresel sıcaklık değerlerinin 21. yüzyılda 1.5 ile 2.5 arasında artması halinde hayvan ve bitki nesli %20 ile %30 oranında yok olacak, türlerin ekolojik etkileşimi ile coğrafi dağılımı, biyolojik çeşitlilik tümüyle değişecektir.Artan sıcaklık ve toprağın azalan nem oranı nedeniyle Doğu Amazonda tropikal ormanların yerini çayırlık alanlar, yarı kurak iklimin ürünlerinin yerini ise kurak iklim ürünleri alacaktır.Tropikal Latin Amerikanın biyo-çeşitliliğinde azalma olacak pek çok tür ortadan kalkacaktır.

Page 19: DEĞİŞEN TOPLUM-ÇEVRE İLİŞKİSİNİN BİR GÖSTERGESİ: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİisamveri.org/pdfdrg/D02237/2009_16/2009_16_SAHINI.pdf · 2015. 9. 8. · ve enerji kullanımı

Değişen Toplum-Çevre İlişkisinin Bir Göstergesi: İklim Değişikliği 125

So

syo

loji

k

Ku

rak

lık

/ se

ller

ebağ

lı s

osy

al o

run

lar Sel ve erozyon nedeniyle kıyı bölgelerinde yaşayanlar göç edecek, yaklaşık 46 milyon insan her

yıl fırtına nedenli sel baskınlarıyla uğraşacak ve göç etmek mecburiyetinde kalacaklardır. Bu sayı deniz seviyesinin 50 cm yükselmesi halinde 92 milyona, 1 metreye yükselmesi halinde ise 118 milyona ulaşacak, Deniz seviyesindeki yükseliş Çin ve Bangladeş’te yetmişer milyon insanı etkileyecek,Deniz seviyesindeki bir metrelik bir yükselme özellikle küçük adalar, deltalar ve deniz seviyesi ya da deniz seviyesinin altındaki ülkeler için hayati bir tehdit oluşturacak, deniz seviyesinin bu oranla yükselmesi halinde Uruguay %0.05, Mısır %1, Hollanda %6, Bangladeş %17.5 ve Marshall adaları %80 oranında toprak kaybına uğrayacaktır.Afrika’da deniz seviyesindeki yükselme 21. yüzyılın sonunda alçak kıyısal alanlarda geniş bir nüfusu etkileyecek,Afrika’da 2020 yılına kadar 75 ile 250 milyon insan iklim değişikliğinin neden olduğu su stresini yaşayacak,

Sağ

lık

Ani ve yüksek sıcaklık dalgaları ölümlere neden olacak, termal stres, Güney Avrupa’da sıcak dalgaları ve sürekli sıcaklıklar nedeniyle hastalık riski,Kuzey Amerika’da şehirler sıcaklık artışlarını süre ve yoğunluk olarak güçlü bir biçimde tecrübe edecek ve buna bağlı sağlık sorunları, Asya’da sel ve kuraklığa bağlı salgın hastalık ve ölümler artacaktır. 2100 yılında sıcaklığın 3–5 °C artması halinde sıtma dünya nüfusunun %60’ını etkileyecektir. Gıda ve su kaynaklı hastalıklar; ateşli hastalıklar, sarılık, viral iltihaplar gibi vektörel enfeksiyonlar artacak, sıtma özellikle tropikal ve alt tropikal bölgelerde 500 milyon gibi rakamlara ulaşacaktır. Zehirlenme ve kolera gibi taşıyıcıların neden olduğu hastalıklar artan sıcaklık ve sellerle birlikte hızla yayılacaktır.Böcek ve kuş türerinin popülasyonundaki değişiklik çeşitli bulaşıcı hastalıkları beraberinde getirecektir.Taze su kaynaklarının ve besinin sınırlılığına ilave olarak hava kirliliğinin ağırlaşması insan sağlığını tehdit eder hale gelecek, solunum hastalıkları ve alerjik sorunlar, Kentlerde yeryüzü seviyesindeki ozon yoğunluğundaki artışa bağlı olarak kalp ve solunum hastalıkları,Milyonlarca insan yetersiz beslenme sorunuyla karşılaşacak, buna bağlı ölüm ve hastalık oranları hızla artacaktır.

Ek

on

om

i

Deniz seviyesinin yükselmesi nedeniyle kıyısal kesimler tuzlu suyun içeri girmesine bağlı önemli ekonomik sorunlara maruz kalacaktır. Deniz seviyesindeki yükseliş nedeniyle pek çok ülke gayri safi milli hâsılalarının %10’undan fazlasını kaybedecektir. Güney Avrupa’da yaz turizmi ve ürün üretimi sıcaklık ve kuraklıktan belirgin bir biçimde etkilenecektir.

Güney Avrupa ve Alpler örneğinde olduğu üzere pek çok yaz ve kış turizm merkezi bu niteliğini kaybedecektir. Deniz yükselmesi balıkçılık sektörünü etkiyecek. Turizm ve balıkçılık sektöründe çalışan insanlar göç etmeye mecbur kalacaklardır. Afetlerin nicelik ve niteliğindeki artış büyük ekonomik kayıpları beraberinde getirecek, 2050 yılına kadar afetlerin neden olduğu küresel ekonomik kayıplar yılda 300 milyar dolara erişecektir.

Tar

ım

Buzul ve kar düzeyindeki azalma tarım ve elektrik üretimi için gereken nehir ve su kaynaklarını etkileyecek, bazı bölgelerde tarımsal üretim artarken bazı bölgelerde özellikle de tropik bölgeler ile alt tropikal bölgelerde azalacak, kıtlık ve açlık artacaktır.Afrika’da bazı ülkelerde yağmura bağlı tarım %50 oranında düşecek, kötü beslenenlerin oranı hızla artacaktır.

Sıcaklık artışları su ve yiyecek kaynakları açısından olumsuz sonuçlar meydana getirecektir. Ürün üretiminde orta ve kutuplara yakın enlemlerde hafif bir artış olurken diğer bölgelerde azalma, ekvatora yakın bölgelerde özellikle de kurak ve tropik alanlarda ise düşme yaşanacaktır.

Page 20: DEĞİŞEN TOPLUM-ÇEVRE İLİŞKİSİNİN BİR GÖSTERGESİ: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİisamveri.org/pdfdrg/D02237/2009_16/2009_16_SAHINI.pdf · 2015. 9. 8. · ve enerji kullanımı

126 İlkay Şahin

Model ve senaryoların en dikkat çeken özelliği ise ister küresel isterse de

bölgesel düzeyde olsun yaşanacak değişikliklerin sosyal yaşamda yaratacağı etki ve

sonuçlara mutlaka işaret ediyor olmalarıdır. İklim değişikliğinin olması beklenen

etki ve sonuçları genellikle ekolojik ve toplumsal olmak üzere iki başlık altında ele

alınmaktadır. Ancak her ikisinin de birbirini etkileyen zincirleme bir sürecin parçası

oluşu da mutlaka vurgulanmaktadır. Bu çerçevede olmak üzere sıcaklık artışları,

yağışların azalması ve kuraklık, fırtına, sel ve kasırga gibi iklim değişikliğinin eko-

lojik etki ve sonuçları ile tarım, sağlık, ekonomi, turizm, nüfus, göç gibi toplumsal

sonuçları üzerinde durulmaktadır. İklimin değiştiğinin ve değişeceğinin en önemli

göstergesi olarak kabul edilen sıcaklık artışı örneğinde bakılacak olursa modeller

bağlamında sıcaklık artışlarının yeryüzünde yaratacağı kuraklık, çölleşme, sel riski

gibi ekolojik etki ve sonuçlarına işaret edildikten sonra söz konusu değişikliğin

demografik yapı, tarım, sağlık, ekonomi, beslenme gibi toplumsal hayatla ilişkili etki

ve sonuçlarına temas edilmektedir. Böylece iklim değişikliğinin ekolojide yarattığı

etki ve sonuçların mutlaka toplumsal hayata ve insan yaşamına etki edeceği vur-

gulanmakta, ekolojik değişiklikler ile toplumsal yaşama etkilerinin zincirleme bir

sürecin parçaları olduğu gösterilmektedir. Ekolojik ve toplumsal yaşama yönelik

etki ve sonuçlarının zincirleme bir sürecin parçaları olarak modeller bağlamında

sunulması ise iklim değişikliği eylem plânlarının zeminini oluşturmaktadır. İklim

değişikliği senaryo ve modellerinin artan toplum vurgusu eyleme vuruk boyutla-

rını gözler önüne sermekte, söz konusu modellerin oluşturulma amacını da ortaya

koymaktadır.

İklim değişikliği senaryo ve modellerinin temel amacı bilimsel analizlerle

geleceğe ilişkin öngörülerde bulunmanın ötesinde iklim değişikliğini önlemek ve/

ya değişen iklime toplumların uyumunu sağlamaktır. Söz konusu bu amaç her şey-

den önce iklimin ne yönde değişeceğinin belirlenmesini ardından da toplumların

bu değişikliklere uyum sağlama kapasitelerinin geliştirilmesini gerektirmektedir.

Bu yönüyle modeller, Niemeyer ve arkadaşlarının da belirttiği üzere ekolojik

değişikliklerden toplumların etkilenme biçim ve düzeyi yaşanacak değişime ve

toplumların uyum sağlama kabiliyetine bağlı olduğundan (Niemeyer-Petts-Hobson,

2005:1443) iklimin ne yönde değiştiğini gösterdikten sonra bir yandan toplumların

uyum sağlama potansiyelini tespit diğer yandan da bu potansiyeli artırmak üzere

küresel girişimlerde bulunma hedefine dönüktür. Sözü geçen model ve senaryolar

toplumların ekonomiden tarımsal faaliyetlere, sağlıktan turizme kadar çok geniş

bir alanda iklim değişikliğine nasıl uyum sağlayacağı sorusunun cevabını vermek-

tedir. Tarım ve beslenme örneğinde bakılırsa artan sıcaklıklar nedeniyle kuraklığa

dayanıklı bitkilere ağırlık verilmesinin, insan beslenmesinde yaprak, sap ve kökle-

rinden faydalanılan bitkiler ile bu kısımlarla beslenen hayvanların öne çıkmasının

Page 21: DEĞİŞEN TOPLUM-ÇEVRE İLİŞKİSİNİN BİR GÖSTERGESİ: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİisamveri.org/pdfdrg/D02237/2009_16/2009_16_SAHINI.pdf · 2015. 9. 8. · ve enerji kullanımı

Değişen Toplum-Çevre İlişkisinin Bir Göstergesi: İklim Değişikliği 127

gerekliliği vurgulanmaktadır (Ünay-Başal, 2005: 15). Bu yönüyle iklimin ne yönde

değişeceğini küresel ve bölgesel örnekleriyle ortaya koyan senaryo ve modeller iklim

değişikliğinin önlenmesine yönelik küresel politikaların geliştirilmesinde de etkin

rol oynamaktadır. Bilimsel yöntemlerle iklimin nasıl değişeceğini ve toplumları ne

yönde etkileneceğini ortaya koymaya çalışan modeller böylece alınması gereken

önlemlerin, küresel ve bölgesel düzeyde yürütülecek girişimlerin de kapısını ara-

lamaktadır (Rowell, 2005: 837).

Doğayı Toplumdan, Toplumu Doğadan Korumak: İklim Değişik-

liği Eylem Planları

İklim değişikliği her ne kadar ilk elden insan aktör özellikle de enerji ve fosil

yakıt kullanım oranlarına bağlı olarak sera gazı salımı yüksek sanayileşmiş ülkeler

kaynaklı bir dönüşüm olsa da bölgesel ve küresel düzeydeki ekolojik etki ve sonuç-

larının da işaret ettiği üzere tüm toplumları etkileyecek ölçüde güçlü ve geniş çap-

lıdır. Bu yönüyle farklı toplumlarda farklı yoğunluk ve biçimleriyle hissedilse ya da

henüz bazı toplumlarda hissedilmese de beraberinde getirdiği ekolojik ve sosyolojik

sorunlar ile artık insanlığın görmezden gelinemeyecek bir gerçeği haline gelmiştir.

Yeryüzünün tümüne tesir eden zincirleme ekolojik etkiler yaratma niteliği ise böl-

gelerle sınırlı kalmayan bu zincirleme neden ve reaksiyonlar ile topyekun küresel

girişimlerle mücadele edilmesi sonucunu doğurmuştur. Bu kapsamda olmak üzere

küresel işbirliği sağlanarak iklim değişikliğinin yıkıcı etkilerinin yok edilmesi, dur-

durulması ya da bu etkilere uyum sağlanması için önlemler alınmasının gerekliliği

vurgulanmaya başlanmıştır. Küresel bir sorunun küresel işbirliğini gerektirdiğine

referansla yetmişli ve özellikle de seksenli yıllardan itibaren akademik alanda iklim

değişikliğinin geçmiş jeolojik dönemlere ait bir durum olmadığı fikrinde uzlaşıl-

mıştır. Ancak iklim değişikliğinin toplumsal yaşama doğrudan yansıyan etkilerinin

sınırlılığı diğer pek çok akademik disiplinin aksine sosyolojinin iklim değişikliği

olgusuna yeni yeni eğilmesi sonucunu doğurmuştur.

Modern ve sanayileşmiş toplumların bilimi olarak görülen ve sosyal sorunlarla

olgusal düzeyde ilgilenen sosyolojinin iklim ve çevre konularına ilgi göstermesi iklim

değişikliğinin toplumsal yaşama somut bir biçimde yansımaya başladığı dönemlere

denk gelmiştir. Daha öncesinde pek çok sosyolog çevre olgusuna ilişkin değerlen-

dirmelerde bulunmuşsa da sosyolojinin çevreyle olan ilişkisi özellikle 1980’lerden

sonra bir evlilikle sonuçlanmıştır. Endüstrileşmenin çevrenin bozulmasına etkisini,

çevre hareketlerinin yapısal ve toplumsal kökenlerini, yeşil politikalar, kentleşme ve

küreselleşmenin çevreye olan yansımalarını, sürdürülebilir kalkınmanın sağlanması

gibi problemleri kendine konu edinen bir ekososyoloji ya da çevre sosyolojisi ortaya

çıkmıştır (Marshall, 1999: 116). Çevre ve toplum ilişkisinin çoğu zaman diyalektik

Page 22: DEĞİŞEN TOPLUM-ÇEVRE İLİŞKİSİNİN BİR GÖSTERGESİ: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİisamveri.org/pdfdrg/D02237/2009_16/2009_16_SAHINI.pdf · 2015. 9. 8. · ve enerji kullanımı

128 İlkay Şahin

hatta çatışmacı bir biçimde, evrimci bir yaklaşımla ele alındığı genel sosyolojik

bakış açısı bir yana sosyoloji alanında kapitalizm ve ekonomisinin çevre sorunlarını

yaratma eğilimi (Foster, 2001: 2), sanayi ve teknolojinin doğayı tüketme niteliği

vurgulansa da iklim değişikliği ve çevre sorunlarının da yine teknolojik gelişmeyle

çözülebileceğine dair yaklaşımlar geliştirilmiştir. Pek çok bilim dalında olduğu üzere

sosyoloji alanında da çoğunlukla endüstrileşme ve teknolojik gelişmenin çevre

üzerindeki olumsuz ve yıkıcı etkileri ve söz konusu etkilerin toplumlar üzerinde

yarattığı sonuçlar üzerinde durulmasına rağmen son yıllarda çevre sosyolojisi

bağlamında gelişmiş bir dünyada ekolojik krizlerden kaçmanın ancak yine daha

fazla teknolojik ilerleme ile mümkün olacağını savunan eğilimler ortaya çıkmıştır

(Fisher-Freudenburg, 2001: 702).

Ekolojik modernleşme adlı bu yaklaşım çerçevesinde endüstri devriminden

bu güne değin eğer günümüzdeki mevcut teknolojik gelişmeye erişilmemiş olsaydı

daha fazla hava kirliliği olacağı ve çevresel krizlerin artacağı vurgulanmaktadır.

Bu durum için somut örnekler verilmekte ve yetmişlerden bu yana araba motor

teknolojisindeki gelişmelerin araba motorlarının hava emisyonlarını 20 faktör yani

%95 oranında azalttığına işaret edilmekte (Orsato-Clegg, 2005: 261), iklim deği-

şikliğinin nedenlerinden olan teknolojik gelişmenin çözüm yollarının da başında

geldiği belirtilmektedir. Ancak daha önce de işaret edildiği üzere iklim değişikliğinin

halen yaşanan olgusal sonuçlarının sınırlı düzeyde kalması, gelecekle ilgili karamsar

öngörülerden öteye geçemeyişi olguların bilimi olan sosyolojinin iklim değişikliği ile

ilgilenmesinin önündeki en büyük engeli oluşturmaktadır. Şimdilik iklimbilimcilerin

mevcut ve gelecekte yaşanacak iklimsel dönüşümlere ilişkin yoğun araştırmalarına

konu olan iklim değişikliğinin -yine bir mantık çıkarımı ile şayet iklimbilimsel

öngörüler gerçekleşirse- başta sosyoloji, psikoloji, ekonomi, tıp gibi pek çok bilimin

araştırma konularından birisi haline gelmesi muhtemel görünmektedir.

Küresel bir sorunun küresel işbirliğini gerektirdiğine referansla yetmişli ve

özellikle de seksenli yıllardan itibaren akademik alanda iklim değişikliği olgusuna

belirgin bir yönelimin oluşmasının ötesinde akademik bulgulara dayalı olarak devletler

düzeyinde de iklim değişikliği ile mücadele eylem plânları oluşturulmaya başlanmıştır.

1970 ve özellikle de seksenli yıllara kadar tarih öncesi dönemlere ait bir mit olarak

görülen iklim değişikliğinin etkilerini giderek artan bir biçimde hissettirmesine bağlı

olarak bilimsel araştırmalara kulak verilmeye ve yaşanan değişikliklerin aslında bir

mit değil güncel bir olgu olduğu fikrine ulaşılmıştır. Yetmişli ve seksenli yıllardan

itibaren ivme kazanan eylem plânları doksanlı ve iki binli yıllarda uluslararası

düzeyde yasal bağlayıcılığı olan sözleşmelerin yapılmasıyla sonuçlanmıştır.

Eylem plânlarının önemli adımlarından biri ekonomik büyümenin çevre kir-

Page 23: DEĞİŞEN TOPLUM-ÇEVRE İLİŞKİSİNİN BİR GÖSTERGESİ: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİisamveri.org/pdfdrg/D02237/2009_16/2009_16_SAHINI.pdf · 2015. 9. 8. · ve enerji kullanımı

Değişen Toplum-Çevre İlişkisinin Bir Göstergesi: İklim Değişikliği 129

lenmesi ve ekolojik dengenin bozulmasına yol açan yönüne işaret eden 1972 yılında

Roma Kulübü tarafından yayınlanan bir raporla atılmıştır. Ekonomik ve endüstriyel

büyüme hedefinden vazgeçmeksizin çevre sorunlarıyla nasıl ilgilenileceği yine 1972

yılında Stockholm’de düzenlenilen Birleşmiş Milletler İnsan Çevresi Konferansı’nda

gündeme getirilmiştir (Dağdemir, 2005: 50–51). 1979 yılında düzenlenen Birinci

Dünya İklim Konferansı insan faaliyetlerinin iklim üzerindeki etkilerine dikkat

çekmesi yönüyle iklim değişikliği ile mücadele hususunda önemli bir girişim olarak

çevre sözleşmeleri kronolojisindeki yerini almıştır (UNFCCC, 2003: 3). Seksenli yıllar

çevre sorunlarına yönelik duyarlılığın giderek arttığı yıllar olmuş, 1980 yılında çevre

sorunları ile mücadelede ortak bir eylem plânının eksikliğinin vurgulandığı Brand

Komisyonu Raporu yayınlanmıştır. İki öncelikli konu yani endüstriyel ve ekonomik

büyüme ile çevrenin korunmasına dair faaliyetlerin uzlaştırılmasının gerekliliğine

ilişkin bir diğer önemli adım Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu tarafından 1987

yılında yayınlanan Ortak Geleceğimiz başlıklı raporla atılmıştır (Dağdemir, 2005:

51–52). Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 1988 yılında “küresel iklimin, insanlığın

bugünkü ve gelecekteki kuşakları adına korunması” çağrısında bulunmuş, iklim

değişikliğini insanlığın ortak kaygısı olarak tanımlamıştır (UNFCCC, 2003: 3). Ancak

tüm bu eylem plânlarının faaliyete geçirilmesi ve yenilerinin oluşturulabilmesi

yani iklim değişikliğinin önlenmesi ve toplumların değişen koşullara uyumunun

sağlanabilmesi için küresel ve bölgesel etkilerinin tespit edilmesi eylem plânlarının

öncelikli bir parçası olarak ortaya çıkmıştır.

Özellikle gelecekte yaşanacak değişikliklerden öncelikle etkilenecek bölgelerde

hızlı ve geniş çaplı önlem ya da uyum stratejilerinin geliştirilebilmesi için küresel

ısınmanın mevcut etkileri ile gelecekteki etkilerinin tespitine yönelik girişimler eylem

plânlarının önemli bir kısmını oluşturmuştur (Evans, 2008:1). Bu çerçevede olmak

üzere eylem plânlarına ışık tutması ve yönlendirici etkide bulunması için günümüzde

mevcut ve gelecekte yaşanacak değişikliklerin tespitine yönelik kurumsal oluşumlara

gidilmiştir. Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) iklim değişikliğine

ilişkin öngörüleri ile eylem plânlarında yönlendirici etkiye sahip olacak şekilde

oluşturulmuş bu kurumlardan birisidir. IPCC insanoğlunun neden olduğu iklim

değişikliğini anlamaya imkân sağlayacak şekilde bilimsel, teknik, sosyo-ekonomik

verilere ulaşmak ve bu verileri değerlendirmek üzere1988 yılında Dünya Meteo-

roloji Örgütü (WMO) ve Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) tarafından

kurulmuştur. İklim değişikliğine ilişkin belirsizlikleri açığa çıkarmak, sonuçlarına

dair değerlendirmeler yapmak, dünya kamuoyunun bilgi dağarcığındaki boşlukları

doldurmak üzere iklim değişikliği eylem plânı hazırlanmak IPCC’nin amaç ve faaliyet

alanını oluşturmaktadır. İklim değişikliğine ilişkin bilgi birikiminin güncellenmesi

eylem plânları ve ilgili stratejilerin değerlendirilmesini gerekli kıldığından sera

Page 24: DEĞİŞEN TOPLUM-ÇEVRE İLİŞKİSİNİN BİR GÖSTERGESİ: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİisamveri.org/pdfdrg/D02237/2009_16/2009_16_SAHINI.pdf · 2015. 9. 8. · ve enerji kullanımı

130 İlkay Şahin

gazlarına ilişkin ulusal ve uluslararası politikaların gözden geçirilmesi, bu gazların

etkilerinin değerlendirilmesi, sosyo-ekonomik politikaları ve çevre programları

bağlamında dikkate almaları için söz konusu bu değerlendirmelerin hükümetlere

ve ilgili organizasyonlara iletilmesi de IPCC’nin faaliyet alanlarını oluşturmaktadır

(IPCC, 2007b: 118).

IPCC, UNEP ve WMO’nun tüm üyelerine açık bir oluşum olarak tasarlan-

mıştır. IPCC üç Çalışma Grubundan ve bir Özel Kuvvet’den meydana gelmektedir.

Çalışma Grubu I (WGI) iklim değişikliği ve iklim sistemlerini, Çalışma Grubu II

(WCII) ve üç (WGIII) toplumsal yaşam ile doğal sistemin iklim değişikliğine yatkın-

lığı ve uyumunu bilimsel olarak değerlendirmekte, sera gazlarının emisyonlarının

sınırlandırılmasına yönelik stratejiler geliştirmektedir. Özel Kuvvetler ise IPCC’nin

Ulusal Sera Gazı Envanterleri Programı’nın yürütülmesinden sorumludur. IPCC

şimdiye kadar çalışma grupları tarafından gerçekleştirilmiş dört iklim değişikliği

değerlendirme raporu yayınlamıştır (IPCC, 2007b: 118). Çalışmaları ve yayınladığı

bu raporlar iklim değişikliği ile mücadele eylem plânlarına öncülük etmiş, yasal bağ-

layıcılığı olan sözleşmeler için temel oluşturmuştur. İklim değişikliğinin yadsınamaz

bir gerçek olduğunu ilan ettiği ve 1990 yılında yayınladığı Birinci Değerlendirme

Raporu İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC), İkinci Değerlendirme

Raporu (1995) ise Kyoto Protokolü görüşmelerine katkıda bulunmuştur. Böylece

uluslararası düzeyde bağlayıcılığı olan eylem plânlarının oluşturulması için giri-

şimlerde bulunulmaya başlanmıştır.

Bu çerçevede olma üzere 1990 yılında Cenevre’de toplanan İkinci Dünya İklim

Konferansı iklim değişikliği konusunda küresel ölçekte bir anlaşmaya gidilmesi

çağrısında bulunmuştur. Genel Kurul bir sözleşme için görüşmelerin resmen baş-

lamasına, bu görüşmelerin Hükümetlerarası Müzakere Komitesi (INC) tarafından

yürütülmesine karar vermiştir. INC ilk toplantısını 1991 yılı Şubat ayında yapmış,

bünyesinde yer alan hükümet temsilcileri Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve

Sözleşmesi’ni 9 Mayıs 1992 tarihinde kabul etmiştir. Birleşmiş Milletler tarafından

Rio de Janerio’da Haziran 1992’de düzenlenen Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma

Konferansı’nda (UNCED) ise sözleşme imzaya açılmış, 21 Mart 1994 tarihinde

yürürlüğe girmiştir (UNFCCC, 2003:3). İklim değişikliğine ilişkin yasal düzenleme

ve politikaları oluşturan (IPCC, 2007b:118) ve yeryüzündeki iklim değişikliğinin

insanlığın ortak kaygısı olduğunu vurgulayarak işe başlayan UNFCCC atmosferdeki

sera gazı yoğunluğunun insan faaliyetlerinin, özellikle de sanayileşmiş toplumların

bir eseri olduğunu, artan sera gazlarının doğal sera etkisini güçlendirdiğini, bu

durumun ise yeryüzünde sıcaklık artışlarını beraberinde getirdiğini ve getireceğini

beyan etmektedir (Arıkan, 2006: 7).

Page 25: DEĞİŞEN TOPLUM-ÇEVRE İLİŞKİSİNİN BİR GÖSTERGESİ: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİisamveri.org/pdfdrg/D02237/2009_16/2009_16_SAHINI.pdf · 2015. 9. 8. · ve enerji kullanımı

Değişen Toplum-Çevre İlişkisinin Bir Göstergesi: İklim Değişikliği 131

Tarafların ortak fakat farklı sorumluluklarının olduğuna işaret eden UNFCCC,

gelişmiş ülkelerin iklim değişikliğinin tüm zararlı etkileriyle savaşılmasında öncülük

etmesini gerekli görmektedir. Ek I ve Ek II olmak üzere farklı sorumluluk esasına

dayalı iki ayrı taraflar listesinin meydana getirildiği sözleşmede gelişmiş ülkeler Ek

II, gelişmekte olan ülkeler ise Ek I listesinde yer almıştır. Sözleşmede özellikle insan

kaynaklı sera gazı salımının azaltılması üzerinde durulmuştur. Tarafların insan

kaynaklı sera gazı salımlarını sınırlandırmalarının yanında sera gazı yutaklarını

ve haznelerini3 korumak ve geliştirmek suretiyle iklim değişikliğini azaltmak için

ulusal politikalar benimsemeleri ve uygun önlemler almaları şart koşulmuştur

(Arıkan, 2006: 12, 28). Bu yönüyle küresel iklimi korumaya ve sera gazı salımlarını

azaltmaya yönelik genel ilke, eylem, strateji ve yükümlülükleri düzenlemek için

UNFCCC ülkeleri ilki küresel ısınmayı önlemek amacıyla sera gazı salımını azaltıcı

politikalar uygulamakla (Ek I), diğeri sera gazı azaltımının yanında gelişmekte olan

ülkelere iklim değişikliğinin önlenmesi konusunda maddi ve teknolojik destek sağ-

lamakla yükümlü (Ek II) olmak üzere iki kategoride ele almıştır. Şu an itibariyle 188

devlet ve Avrupa Birliği tarafından onaylanması bakımından çevreyle ilgili olarak

uluslararası anlaşmalar arasında en geniş katılımlı sözleşme olma niteliğini taşıyan

UNFCCC ile gelişmiş ülkeler insan kaynaklı sera gazı salımlarını 2000 yılına kadar

1990 düzeylerinde tutmayı üstlenmişlerdir. Anlaşma bağlamında coğrafi konumları

nedeniyle iklim değişliğinin etkilerine öncelikle açık ve ekonomisi fosil yakıt satımına

bağlı olduğundan alınacak önlemlerden ekonomik olarak etkilenecek ülkeler de Ek

I Dışı ülkeler kategorisinde değerlendirilmiştir (UNFCCC, 2003: 3, 5, 6).

1997 yılında Kyoto’da gerçekleştirilen UNFCCC 3. Taraflar Konferansı’nda

kabul edilen Kyoto Protokolü ise, Sözleşme’nin amacına ulaşması için tasarlanmış

ilk somut adım olarak 16 Şubat 2005 tarihinde yürürlüğe girmiştir (Arıkan, 2006: 5).

Sera gazlarını kontrol etmek üzere başlayan uluslararası çabalar çerçevesinde sera

gazı salım oranlarını düşürmeyi hedefleyen UNFCCC’nin bu amacı düşürülecek

oranların hükümetlerin kendi inisiyatiflerine bağlanması nedeniyle başarısızlıkla

sonuçlandığından Kyoto Protokolü’ne resmi olarak belirlenmiş oranlarda sera gazı

salımı azaltılması şartı konulmuştur (Foster, 2001: 5). Kyoto Protokolü Ek-I liste-

sinde yer alan Tarafların 2008–2012 yılları arasında insan kaynaklı karbondioksit

eşdeğeri salımlarını 1990 yılındaki düzeyinin en az %5 aşağısına indirmeleri ve bu

oranları aşmamaları yasal olarak şart koşulmuştur (Arıkan, 2006: 31). Protokolde

sera gazlarının salımının 1990 düzeyinin en az %5 azaltılması kararı Avrupa birliği-

3. “Hazne”, sözleşme bağlamında “bir sera gazının veya bir sera gazının oluşumunda rolü bulunan

bir öncü maddenin depolandığı iklim sisteminin bir unsuru veya unsurları anlamına gelir.” şeklinde

tanımlanırken “yutak”, “bir sera gazını, bir aerosolü veya bir sera gazının oluşumunda rolü bulunan

bir öncü maddeyi atmosferden uzaklaştıran herhangi bir işlem, faaliyet veya mekanizma anlamına

gelir.” şeklinde tanımlanmaktadır (Bkz. Arıkan, 2006:10)

Page 26: DEĞİŞEN TOPLUM-ÇEVRE İLİŞKİSİNİN BİR GÖSTERGESİ: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİisamveri.org/pdfdrg/D02237/2009_16/2009_16_SAHINI.pdf · 2015. 9. 8. · ve enerji kullanımı

132 İlkay Şahin

nin sera gazı salımlarını %8, Amerika’nın %7, Japonya’nın %6 oranında indirmesini

gerektirmiştir (Foster, 2001: 5). Tarım toprakları, orman alanları ve arazi kullanımına

bağlı olarak sera gazlarının bu kaynaklarca salımı ve yutaklarca uzaklaştırılmasından

kaynaklanan insan etkin oransal değişikliklerin Ek-I Tarafları için ayrılmış miktarlara

ne şekilde ekleneceği ya da çıkarılacağı ise protokol tarafından belirlenecek usul ve

yöntemlere bağlanmıştır (Arıkan, 2006: 31–32). Ancak protokolde sera gazı emisyon

azaltımına ilişkin bu koşullar uygulanışına dair ayrıntılara girilmeden ana ilkeleri

ile belirlendiğinden pek çok tartışmayı beraberinde getirmiştir.

Kyoto Protokolü’nün uygulanmasına ilişkin bu tartışmalar iki noktada düğüm-

lenmiştir. İlkini satılabilir emisyon izinleri oluştururken diğerini karbon yutaklarının

da emisyon oranlarına dahil edilmesi konusu oluşturmuştur. Satılabilir emisyon izni

sanayileşmekte olan ülkelere tanınan emisyon izninin bu ülkelerden emisyon düşürme

yükümlülüğü bulunan ülkeler tarafından satın alınması anlamına gelmektedir. Bu

iki husus 2000 yılında Lahey’de yapılan 6. Taraflar Konferansı’nda öneri olarak

sunulmuş ve önemli tartışmalara neden olmuştur. Avrupa birliği karbon emisyon

oranlarını düşürmekteki başarısızlığı gizlemenin bir yolu olarak değerlendirdiği her

iki öneriyi de kabul edilemez bulmuş ve şiddetle karşı çıkmıştır. Amerika, Japonya,

Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda ise öneriye sıcak bakmış ancak görüşmeler

sonucunda bir uzlaşmaya varılamamış, görüşmelere ara verilmiştir. 2001 Temmuzda

6. Taraflar Konferansı’nın bir devamı olmak üzere Bonn’da yapılan görüşmelerde

emisyon azaltımında tarım alanları ile ormanlar “karbon kuyusu” olarak tanım-

lanmış ve emisyon düşürme oranlarına dahil olmadığı karara bağlanmıştır. Ayrıca

Japonya, Kanada ve Avustralya gibi sera gazı emisyonları 1990 yılından itibaren

artan ülkelere Rusya gibi karbon emisyon oranları 1990’dan beri düşmekte olan

ülkelerden emisyon izinlerini satın alma yetkisi verilmiştir. Tüm bu esnekliklere

rağmen dünyadaki sera gazı emisyonlarının büyük bir bölümünden sorumlu olan

Amerika ekonomisi üzerinde oluşturacağı olumsuz etkileri ve Hindistan, Çin gibi

yüksek emisyon düzeyine sahip gelişmekte olan ülkelerin emisyon azaltımıyla

yükümlü tutulmayışını, her ülkenin ikilim değişikliği ile ilgili mücadelesini kendi

koşul ve imkânlarına uygun olarak bölgesel bir biçimde yürütmesinin gerekliliğini

gerekçe göstererek Kyoto Protokolü’nü imzalamayı reddetmiştir (Foster, 2001: 5–8).

Amerikanın imzalamaktan vazgeçmesi ve çekilmesi ise Kyoto Protokolü’nün gele-

ceğini tehlikeye düşürmüştür. 2003 yılına kadar 106 ülke anlaşmayı imzalamışsa da

anlaşmanın küresel sera gazlarının emisyonunun %55’inden sorumlu ülkeler tara-

fından kabul edilme ön koşulu yürürlüğe girmesine engel olmuş, ancak Rusya’nın

2003’de anlaşmayı imzalamasıyla birlikte bu orana ulaşılmış ve Kyoto Sözleşmesi

yürürlüğe girmiştir (Brechin, 2003: 123).

Kyoto Protokolü imzalansa da karbon emisyonunu önlemek için gereken

Page 27: DEĞİŞEN TOPLUM-ÇEVRE İLİŞKİSİNİN BİR GÖSTERGESİ: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİisamveri.org/pdfdrg/D02237/2009_16/2009_16_SAHINI.pdf · 2015. 9. 8. · ve enerji kullanımı

Değişen Toplum-Çevre İlişkisinin Bir Göstergesi: İklim Değişikliği 133

teknolojik aletlerin gelişmiş ülkelerden alınacak olması gelişmekte olan ülkeler

için ekonomik bir dezavantaj olarak ortaya çıkmış, ayrıca gelişmekte olan ülkelerin

büyük karbon potansiyelleri de endişe verici bir sorun olarak akıllarda kalmıştır.

Anlaşmanın karbon emisyonunun azaltılmasını öngörmesi getireceği ek külfet

ve maddi harcamalar nedeniyle de eleştirilmiştir. Özellikle Amerika anlaşmanın

getirdiği yükümlülükleri ve neden olacağı ekonomik kayıpları şiddetle eleştirmiştir.

Amerika’nın eleştirileri gelişmekte olan ülkelerin karbon emisyonlarını azaltma-

yışına karşın gelişmiş ülkelerin emisyon azaltımında bulunmak zorunda olmaları

noktasında yoğunlaşmıştır (Grubb, 2000: 112–113). Ancak emisyon azaltmak için

gereken teknolojik araçların büyük çoğunun gelişmiş ülkelerde bulunduğu, diğer

ülkelerin ise büyük bir karbon potansiyelini barındırdığı göz önünde bulundurul-

duğunda başta Amerika olmak üzere sanayileşmiş ülkelerin ısrarla gelişmekte olan

ülkelerin de emisyon azaltımında bulunmasını talep etmelerinin altında emisyon

azaltımı ile uğradıkları zararı çevre teknolojisi ihraç ederek telafi etme isteklerinin

yattığı anlaşılacaktır. Dolayısıyla Amerika’nın Kyoto Sözleşmesi’ni imzalamaması-

nın altında küresel bir yeşil pazar oluşturma ve bu pazardan emisyon azaltımı ile

uğrayacağı zararın çok üstünde karlar elde ederek pay alma, ve bu pazara hakim

olma küresel politikası yatıyor gözükmektedir. Bu durum Atmosfere saldıkları

sera gazlarıyla iklim değişikliğinin temel aktörleri olan sanayileşmiş ülkelerin iklim

değişikliği ile mücadele eylem plânlarına öncülük edişlerinin önemli bir boyutunu

da gözler önüne sermektedir.

Sanayileşmiş ülkelerin iklim değişikliği eylem plânlarının oluşturulmasına öncü-

lük edişleri iklim değişikliğinden etkilenme düzeyleri ve halen yaşanan ve yaşanacak

olan iklim değişikliğini tespit edecek gelişmiş teknolojik donanıma sahip oluşlarıyla

ilişkili görülebileceği gibi küresel ekonomik ve politik güçlerini koruma ve devam

ettirme, küresel önderlik politikalarını sürdürme istekleriyle de ilişkilendirilebilir. Bu

doğrultuda olmak üzere Janicke, çevre politikaları ve iklim değişikliği ile mücadele

eylem plânlarının dünya piyasasının gerekleri ve gelişmiş ülkelerin başını çektiği

ulus devletlerin kolektif tutumlarından etkilendiğini vurgulamaktadır. Janicke’e

göre iklim değişikliği eylem plânlarını gelişmiş lider devletler oluşturmakta diğer

ülkeler ise uygulamaktadır. Bu yönüyle yüksek karbondioksit emisyon oranlarına

sahip öncü ülkeler uluslararası düzeyde çevre politikalarının temel aktörleridir

(Jänicke, 2005: 129, 130–135). Başka bir ifadeyle sanayileşme devrimiyle birlikte

doğayla ilişkilerini yeniden biçimlendiren ve doğa-toplum ilişkisindeki kırılmanın

temel aktörü olan sanayileşmiş Batı dünyası iklim değişikliği eylem plânlarının da

ilginç bir biçimde baş aktörü olmuştur.

İklim değişikliği politikalarının uygulanması bağlamında öncü ülkelerin konumu

duruma göre değişirken diğer ülkelerin konumu sabit kalmakta, öncü ülkeler etkin

Page 28: DEĞİŞEN TOPLUM-ÇEVRE İLİŞKİSİNİN BİR GÖSTERGESİ: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİisamveri.org/pdfdrg/D02237/2009_16/2009_16_SAHINI.pdf · 2015. 9. 8. · ve enerji kullanımı

134 İlkay Şahin

diğer ülkeler ise edilgin bir rol üstlenmektedir. Öncü ülkeler tarafından geliştirilen

politikaların diğer devletler tarafında uygulanması kendi toplumsal kapasitelerine;

kurumsal, ekonomik özelliklerine bağlıdır. Kyoto Protokolü bağlamında Amerika

örneğinde görüleceği üzere öncü ülkelerin iklim değişikliği ile mücadele eylem

plânlarındaki yönlendirici rollerinden vazgeçmeleri de global düzeydeki politik

yönlendiricilikleri ve ekonomik konumlarıyla ilişkilidir. Zira bu öncü ülkeler çevre

politikalarındaki yönlendirici etkileri bir yana özellikle ekonomik ya da teknolojik

alanlarda küresel düzeyde öncü ve liderdirler. Politik küreselleşme ve özellikle de

çevresel politikaların küreselleşmesi özerk devletlerin öncülük şansını azalttığı gibi

ekonomik küreselleşme de çevresel politikaları etkilemekte, uluslararası pazar ve çok

uluslu şirketler ulus devletler üzerinde baskı kurabilmektedir. Ekonomik rekabet bir

pazarı, politik rekabet politikalar alanını gerekli kılmakta ve böylece küreselleşme

öncü devletler için politik bir arena yaratmaktadır. Janicke, OECD ve UNEP gibi

uluslararası kuruluşların ise küresel çevre politikaları için rekabetin temellerini

sağladığını belirtmektedir. Janicke’e göre çevresel politikaların oluşturulması ve uygu-

lanması ülkelerin ekonomik, politik ve teknolojik rekabetleri ile doğrudan ilişkilidir.

Öncü ülkelerin gelişmiş ve rekabetçi ekonomilere sahip oluşu, çevresel teknolojik

yeniliklerin ise çevresel ya da küresel ihtiyaçlarla ilişkililiği çevre teknolojileri için

küresel düzeyde bir pazar potansiyelini gerektirmektedir. Janicke’e göre küresel

ekonominin akademik bulguların aksine çevre sorunlarına umutsuzca bakmayışı

iklim değişikliğinin yarattığı bu yeni çevre pazarıyla ilişkilidir. Ulus devletler işte

bu küresel “yeşil” pazarın imkânlarını kullanabilmek için çevre politikaları ve iklim

değişikliği eylem plânlarında aktif rol oynamaktadırlar (Jänicke, 2005: 129, 130–135).

Holcombe ise sadece eylem plânlarının değil bilimsel öngörülerin de sanayileşmiş

ülkelerin politik ve ekonomik bağlamından etkilendiğini belirtmektedir. Holcombe

otuz yıl önce soğuk savaş döneminde bilim adamlarının iklim değişikliği ile küresel

bir soğumayı, günümüzde ise insan yapımı sera gazlarının yarattığı küresel bir ısın-

mayı kastedişlerini akademik dünyada iklim değişikliği olgusuna yansıyan politik

etkiye örnek olarak vermektedir. Soğuk savaş döneminde nükleer savaş olacağı

ve dünyanın soğuyacağına dair bir yönlendiricilikte bulunan küresel politikalar

günümüzde ısınmayı işaret etmektedir (Holcombe, 2006: 287).

Tıpkı Amerika gibi Kyoto Sözleşmesi’ni imzalamayan Türkiye ise sanayileşme

ve ekonomik gelişmesini sürdürme isteğine sahip gelişmekte olan ülkelerin Kyoto

Sözleşmesi’ne karşı çıkmasına ilişkin tipik bir örnektir. Küresel ekonomi ve politi-

kalarda söz sahibi olmaktan daha ziyade ulusal ve bölgesel kalkınmasını sürdürme

isteği Türkiye’yi önce UNFCCC’yi ardından da Kyoto Sözleşmesi’ni imzalamamaya

yönlendirmiştir. Ek I ve Ek II listelerinin her ikisinde de yer alan Türkiye sera gazı

emisyonlarını azaltmaya sıcak bakmakla birlikte gelişmekte olan ülkelerin iklim

Page 29: DEĞİŞEN TOPLUM-ÇEVRE İLİŞKİSİNİN BİR GÖSTERGESİ: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİisamveri.org/pdfdrg/D02237/2009_16/2009_16_SAHINI.pdf · 2015. 9. 8. · ve enerji kullanımı

Değişen Toplum-Çevre İlişkisinin Bir Göstergesi: İklim Değişikliği 135

değişikliği ile mücadelelerine teknik ve finansal destek sağlamaya karşı çıkmış, böyle

bir sorumluluğu yerine getiremeyeceğini belirterek Ek II ülkeleri listesinden çıkma

isteğini beyan etmiş ve UNFCCC’ye 1992 Rio Konferansı’nda imza atmamıştır. 1997

yılında Kyoto konferansına katılan ancak koşulları kabul edilmeyen Türkiye, Kyoto

Protokolü’ne de taraf olmamıştır. 2000 yılında toplanan Lahey Konferansı’nda Ek

II ülkeleri grubundan çıkartılma ve sorumluğunun sera gazı emisyonunu azaltımı

ile sınırlandırılması koşulunu karara geçirtmiştir. Türkiye’nin bu teklifi 2001 yılında

Marakeş’de düzenlenen 7. Taraflar Konferansı’nda kabul edilmiştir. Türkiye, ilgili

kanunun 16.10.2003 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanmasının ardından, 24 Mayıs

2004 tarihinde Sözleşme’ye taraf ülke haline gelmiştir. UNFCCC’ye imza atan

ve taraf olan Türkiye bu sözleşmede belirsiz kalan sera gazı indirim hedeflerini

ve takvimini belirleyen Kyoto Protokolü’ne henüz taraf olmadığından sera gazı

emisyonlarını azaltma konusunda taahhüt altına girmemiştir (Dağdemir, 2005: 53).

Tüm direnişlerine rağmen Avrupa Birliği’ne üye olma politikalarının bir parçası

olmak üzere Türkiye Kyoto Sözleşmesi’ni imzalayacağını 30 Mayıs 2008 tarihinde

resmen açıklamış ve 5 Haziran 2008 tarihinde Protokol’ün imzalanmasına ilişkin

tasarıyı Meclis’e sunmuştur.

Anlaşılacağı üzere mevcut iklim değişikliğiyle mücadele eylem plânlarının

sunulan kronolojik gelişimi ve içeriği, eylem plânlarının, her ikisi de teknolojik

desteği gerektiren iki temel politikadan hareketle şekillendiğini göstermektedir.

Bunlardan ilki sera gazlarının emisyonunun azaltılması suretiyle iklim değişikliğinin

önlenmesi ya da yok edilmesidir. İkincisi ise toplumların değişen iklime uyumunu

sağlama ya da başka bir ifadeyle sürdürülebilir kalkınma plânlarını hazırlamaktır.

Bu doğrultuda olmak üzere Rio ve Kyoto’da düzenlenen küresel toplantılarla sera

gazı emisyonu ve çevre kirliliğine ilişkin bağlayıcılığı yüksek kararlara varılmıştır.

Tüm bu anlaşmalar çerçevesinde sürdürülebilir enerji sistemleri ve teknolojilerinin

uygulanması, yenilenebilir enerji kaynağı olarak adlandırılan enerji üretim yöntem-

lerine yönelim sağlanmak suretiyle yeni enerji politikalarının izlenmesinin önemi

vurgulanmaya başlanmıştır.4 Yenilenebilir enerji anlayışının yanında sürdürülebilir

kalkınma ve sürdürülebilir tarım politikaları da desteklenmeye başlanmıştır. İklim

değişikliğinin su kaynaklarının kullanımı ve plânlanması, tarım, ekonomi, karasal

ekosistemler üzerindeki etkileri konusunda önlemler alınmasının gerekliliği vur-

gulanmıştır (Wang, 2005:739, 752). Böylece seksenli yıllardan itibaren iklim deği-

şikliğinin hissedilir boyutlara ulaşmasıyla birlikte enerji, ekonomi ve çevre birlikte

anılmaya ve sürdürülebilir kalkınmadan söz edilmeye, iklim değişikliğini küresel

düzlemde alınan tedbirlerle kontrol etmenin yolları aranmaya başlanmıştır. Tüm

4. Enerji Sektöründe Sera Gazı Azaltımı Çalışma Grubu Raporu, Enerji Ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Enerji İşleri Genel Müdürlüğü Ankara – 2005, s.33-34

Page 30: DEĞİŞEN TOPLUM-ÇEVRE İLİŞKİSİNİN BİR GÖSTERGESİ: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİisamveri.org/pdfdrg/D02237/2009_16/2009_16_SAHINI.pdf · 2015. 9. 8. · ve enerji kullanımı

136 İlkay Şahin

bu küresel çevre politikaları bağlamında bir yandan çevre korunmaya diğer yandan

da ekonomik ve endüstriyel etkinlikleri sürdürmenin yolları aranmaya, endüstriyel

atılımların ve ekonomik büyümenin önü kesilmeden çevre sorunlarıyla nasıl başa

çıkılacağı üzerinde durulmaya başlanmıştır.

İklim değişikliğine karşı geliştirilen tüm bu eylem plânları; iklim değişikliğinin

önlenmesi ve değişen iklim koşullarına uyumun sağlanması, toplum-doğa ilişkisini

düzenleyen kolektif davranış biçimleriyle ilişkilidir. Bir anlamda iklim değişikliğinin

azaltılması doğanın toplumdan korunmasına, değişen iklim koşullarına uyum sağlan-

ması ise toplumun doğadan korunmasına yönelik eylemleri temsil etmektedir. Ayrıca

iklim değişikliğine karşı yürütülen eylem plânları sadece yerkürenin ikliminin değil

aynı zamanda insan gruplarının fiziksel ve sosyal çevrelerine yönelik tutumlarında

da kültürel değişikliklerin meydana geldiği, iklim değişikliğinin çevresel bileşenlere

sahip sosyal bir problem olduğu, toplumsal yaşamın ürünü sera gazlarının kontrol

edilmemesi halinde iklim değişikliğinin geçmişte ve halen yaşandığı gibi gelecekte de

etkili olacağı ve toplumsal hayatı güçlü bir biçimde etkileyeceği, sosyal, ekonomik,

demografik ve politik değişikliklerin gelecekte yaşanacak iklim değişikliklerine etki

edeceği algısını gözler önüne sermektedir (Stehr-Storch, 2005: 538). Tüm bu hususlar

aslında toplumların doğa ve çevreyle olan kültürel ilişkileri ve doğa anlayışlarının

iklim değişikliğinin yaratılması ve önlenmesi sürecini belirlediğini ve etkilediğini

gözler önüne sermektedir.

KAYNAKÇAArıkan, Yunus (Haz.) (2006). Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi

ve Kyoto Protokolü Metinler ve Temel Bilgiler, Bölgesel Çevre Merkezi REC Türkiye, Ankara.

Aron, Raymond (1974). Sanayi Toplumu, Çev. Agah Oktay Güner, Boğaziçi Yayınları, İstanbul.

Bates, Diane C. (2002). “Environmental Refugees? Classifying Human Migrations Caused by Environmental Change”, Population and Environment, Vol. 23, No.5, (465–477)

Brechin, Steven R. (2003). “Comparative Public Opinion and Knowledge on Global Climatic Change and the Kyoto Protocol: The U.S. versus the World?”, International Journal of Sociology and Social Policy, Vol. 23, No. 10, (106-134).

Capra, Fritjof (1992). Batı Düşüncesinde Dönüm Noktası, Çev. Mustafa Armağan, İnsan yayınları, İstanbul.

Casty, Carlo- Christoph C. Raible-Thomas F. Stocker ve Diğerleri (2007). “A European Pattern Climatology 1766–2000”, Climate Dynamics, 29, (791–805).

Dağdemir, Özcan (2005). “Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ve Ekonomik Büyüme: İklim Degişikliği Politikasının Türkiye İmalat Sanayii

Page 31: DEĞİŞEN TOPLUM-ÇEVRE İLİŞKİSİNİN BİR GÖSTERGESİ: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİisamveri.org/pdfdrg/D02237/2009_16/2009_16_SAHINI.pdf · 2015. 9. 8. · ve enerji kullanımı

Değişen Toplum-Çevre İlişkisinin Bir Göstergesi: İklim Değişikliği 137

Üzerindeki Olası Etkileri”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 60-2, (49-70).

Evans, Jason P. (2008). “21st Century Climate Change in the Middle East”, Climatic Change, DOI 10.1007/s10584-008-9438-5.

Ezber, Yasemin-Omer L. Sen-Tayfun Kindap ve Diğerleri (2007). “Climatic Effects of Urbanization in Istanbul: A Statistical and Modeling Analysis”, International Journal of Climatology, 27, (667–679)

Fisher, Dana R.-William R. Freudenburg (2001). “Ecological Modernization and Its Critics: Assessing the Past and Looking Toward the Future”, Society and Natural Resources, 14, (701–709)

Foster, John Bellamy (2001). “Ecology Against Capitalism”, Monthly Review, 53, No.5, (1-15)

Grubb, Michael (2000). “Economic Dimensions of Technological and Global Responses to the Kyoto Protocol”, Journal of Economic Studies, Vol.27 No.1/2, (111-125).

Güvenç, Bozkurt (1999). İnsan ve Kültür, Remzi Kitabevi, İstanbul.

Holcombe, Randall G. (2006) “Should We Have Acted Thirty Years Ago to Prevent Global Climate Change?”, The Independent Review, Vol. XI, No. 2, (283-288)

Hulme, Mike-David Viner (1998). “A Climate Change Scenario for The Tropics”, Climatic Change, 39, (145–176).

Hunter, Lori M. (2005). “Migration and Environmental Hazards”, Population and Environment, Vol.26, No.4, (273-302).

IPCC (1995). IPCC Second Assessment Climate Change 1995 A Report Of The Intergovernmental Panel On Clımate Change, (http://www.ipcc.ch/pdf/climate-changes-1995/ipcc-2nd-assessment/2nd-assessment-en.pdf)-05.01.2009.

IPCC (2007a). Climate Change 2007: Synthesis Report. Contribution of Working Groups I, II and III to the Fourth Assessment Report of the Intergovernmental Panel on Climate Change, [Core Writing Team, Pachauri, R.K and Reisinger, A. (eds.)]. IPCC, Geneva, Switzerland.

IPCC (2007b). Climate Change 2007: The Physical Science Basis. Contribution of Working Group I to the Fourth Assessment Report of the Intergovernmental Panel on Climate Change, [Solomon, S., D. Qin, M. Manning, Z. Chen, M. Marquis, K.B. Averyt, M. Tignor and H.L. Miller (eds.)]. Cambridge University Press, Cambridge, United Kingdom and New York, NY, USA.

Jänicke, Martin (2005). “Trend-Setters in Environmental Policy: the Character and Role of Pioneer Countries”, European Environment, 15, (129–142).

Kadıoğlu, Mikdat (1997). “Trends in Surface Air Temperature Data Over Turkey”, International Journal of Climatology, Vol. 17, (511–520).

Kadıoğlu, Mikdat (2007). “İklim Değişiklikleri ve Etkileri: Meteorolojik Afetler”, TMMOB Afet Sempozyumu içinde (47-55), Mattek Matbaacılık.

Kellogg, William W.-Robert. Schware (1982) “Society, Science and Climate Change”, Foreign Affairs, Summer, Vol. 60 Issue 5, (1076-1109).

Kobayashi, Hayato (2004). “Climate Change and Future Options for Carbon Sequestration”,

Page 32: DEĞİŞEN TOPLUM-ÇEVRE İLİŞKİSİNİN BİR GÖSTERGESİ: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİisamveri.org/pdfdrg/D02237/2009_16/2009_16_SAHINI.pdf · 2015. 9. 8. · ve enerji kullanımı

138 İlkay Şahin

Foresight, Vol. 6, No. 3, (153-162).

Loukas, A.-L. Vasiliades- J. Tzabiras (2008). “Climate Change Effects on Drought Severity” Advances in Geosciences, 17, (23–29).

Marshall, Gordon (1999). Sosyoloji Sözlüğü, Çev. Osman Akınhay, Derya Kömürcü, Bilim ve Sanat, Ankara.

Mcguffie, K.-A. Henderson Sellers (2001). “Forty Years of Numerical Climate Modelling”, International Journal of Climatology, 21, (1067–1109).

Morison, James I.L. (1996) “Climate Change and Crop Growth”, Environmental Management and Health, 7/2, (24–27).

Niemeyer, Simon-Judith Petts-Kersty Hobson (2005). “Rapid Climate Change and Society: Assessing Responses and Thresholds”, Risk Analysis, Vol. 25, No. 6, (1443-1456).

Orsato, Renato J.-Stewart R. Clegg (2005). “Radical Reformism: Towards Critical Ecological Modernization” Sustainable Development, 13, (253–267).

Ravenstein, E. G. (1889). “The Laws of Migration”, Journal of the Royal Statistical Society, Vol.52, No.2, (241-305).

Rowell, David P. (2005). “A Scenario of European Climate Change for the Late Twenty-first Century: Seasonal Means and Interannual Variability”, Climate Dynamics, 25, (837–849).

Şahin, Ahmet-Ela Atış-Bülent Miran (2008). “Daha Etkin Tarım-Çevre Politikaları İçin Homojen Alanların Belirlenmesi: Ege Bölgesi Örneği”, Ekoloji, 17, 67, (15–23).

Stehr, Nico-Hans von Storch (2005). “Introduction to Papers on Mitigation and Adaptation Strategies for Climate Change: Protecting Nature from Society or Protecting Society from Nature?”, Environmental Science & Policy, 8 (537–540).

Türkeş, Murat (1998). “Influence of Geopotential Heights, Cyclone Frequency and Southern Oscillation On Rainfall Variations in Turkey” International Journal of Climatology, 18, (649–680).

Türkeş, Murat-U. M. Sümer-G. Çetiner (2000). “Küresel İklim Değişikliği ve Olası Etkileri”, Çevre Bakanlığı, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi Seminer Notları (13 Nisan 2000, İstanbul Sanayi Odası), 7–24, ÇKÖK Gn. Md., Ankara.(http:// www. meteor. gov.tr/ FILES/ iklim/ iklimetkileri.pdf ) 05. 01. 2009

Türkeş, Murat-Utku M. Sümer-İsmail Demir (2002). “Re-Evaluation of Trends and Changes in Mean, Maximum and Minimum Temperatures of Turkey for the Period 1929–1999”, International Journal of Climatology, 22, (947–977).

Ünay, Aydın-Hüseyin Başal (2005). “Iklim Değişiklikleri ve Pamuk”, ADÜ Ziraat Fakültesi Dergisi, 2(1), (11–16).

UNFCCC (2003). İklime Özen Göstermek, İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ve Kyoto Protokolü için Kılavuz, Joanna Depledge, Robert Lamb, (eds), İklim Değişikliği Sekreteryası (UNFCCC), Bonn. (www.unfccc.int)-05.01.2009.

Wang, Guiling (2005). “Agricultural Drought in a Future Climate: Results from 15

Page 33: DEĞİŞEN TOPLUM-ÇEVRE İLİŞKİSİNİN BİR GÖSTERGESİ: İKLİM DEĞİŞİKLİĞİisamveri.org/pdfdrg/D02237/2009_16/2009_16_SAHINI.pdf · 2015. 9. 8. · ve enerji kullanımı

Değişen Toplum-Çevre İlişkisinin Bir Göstergesi: İklim Değişikliği 139

Global Climate Models Participating in the IPCC 4th Assessment”, Climate Dynamics, 25, (739–753).

Weber, Rudolf O.-Peter Talkner- Ingeborg Auer ve Diğerleri (1997). “20th-Century Changes of Temperature in the Mountain Regions of Central Europe”, Climatic Change 36, (327–344).

Wilby, R. L.-K. J. Beven- N. S. Reynard (2008). “Climate Change and Fluvial Flood Risk in the UK: More of the Same?”, Hydrological Processes, 22, 2511–2523.

______ Enerji Sektöründe Sera Gazı Azaltımı Çalışma Grubu Raporu, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı Enerji İşleri Genel Müdürlüğü, Ankara 2005.