Upload
others
View
11
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
DÜNYA ve TÜRKİYE’DE HAYVANSAL ÜRETİM1
Prof. Dr. Numan AKMAN
A.Ü.Ziraat Fakültesi
Zootekni Bölümü
1. GİRİŞ
Tarımsal üretim insanlığın en önemli ve değerli buluşlarındandır. Bu buluşa kaynaklık
eden temel dürtü beslenme ihtiyacı ve besin güvenliği, yardım eden ana unsur da doğadır.
İnsanlık doğadaki olayları izleyip değerlendirerek avcılık ve toplayıcılıktan tarımsal
üretime geçebilmiş ve tarım toplumu ortaya çıkmıştır. Neredeyse 2-3 yüzyıl öncesine kadar
bu süreç egemen olmuş, daha sonraları da sanayi toplumu olarak adlandırılan dönem
başlamıştır. Sosyal ve ekonomik açıdan bütün dünyada oldukça sancılı yaşanan sanayi
toplumu sürecini, ABD, Japonya ve Batı Avrupa ülkelerinde 1950’li yıllardan itibaren
bilgi teknolojilerinin giderek artan bir şekilde kullanımıyla ortaya çıkan bilgi toplumu
dönemi izlemiştir.
Gerek sanayi toplumu gerekse bilgi toplumu olarak adlandırılan günümüzde artan makine
ve ekipman gücü ile bilgi hacmine bağlı olarak, sadece sosyal yaşam başta olmak üzere
doğrudan insana ilişkin hususlarda değil, tarımsal üretimin şekli ve yürütülüşü ile kapsam
ve büyüklüğünde de önemli değişiklikler olmuştur. Sanayi devrimi öncesinde tarımın
temel zenginlik kaynağı olması yanında insanların beslenme bilincinin gelişmesi ve birçok
sanayi kolunun hammaddesinin tarımdan sağlanması da bu değişimi yönlendirmiş ve
hızlandırmıştır. Bilgi artışına bağlı olarak sanayinin tarıma olan katkısının büyümesi
önemli tarım ürünlerinin kitlesel üretimini mümkün kılarken, tarım dışı alanlarda da,
üstelik tarımdan daha kolay ve hızlı zenginlik yaratılabilmesi, başka sektörlere yönelimi
teşvik etmiştir. Bunun doğal sonucu olarak tarım dışı alanlarda uğraşanların payı artmıştır.
Öyle ki günümüzde bazı gelişmiş ülkelerde tarımsal üretimle uğraşanların payı % 2-3
seviyesine inmiştir. Bu herkesin kendi besinini ürettiği bir dünyadan, birkaç kişinin
yüzlerce insan için üretim yaptığı bir dünyaya geçişin en somut ölçüsüdür. Ayrıca ulaşım,
ürün muhafaza ve besin işleme vb konularda gerçekleştirilen ilerlemeler ürünlerin dünya
üzerinde hareketini kolaylaştırmış, geçmişte hemen üretim bölgesi civarında tüketilen
tarım ürünlerinin, dünyanın hemen her yanına yayılabilmesi mümkün olmuştur.
Bir bölgede üretilen ürünün dünyanın birçok bölgesine taşınabilmesi, üretimde bulunan
kişilerin sayısının azalması ve dünya nüfusunun hızla artması tarımsal üretimde kalanları
daha fazla üretime zorlamaktadır. Bu zorlamaya ek olarak artan bilgi ve geliştirilen
teknolojilerin de etkisiyle üreticiler hem üretim birimi sayısını hem de bir üretim
biriminden ağlanan üretim miktarını artırmaya çalışmaktadırlar. Öyle ki yılda 10 ton süt
verebilen sığır sürüleri, altı haftada 2.5 kg canlı ağırlığa ulaşan tavuk genotipleri elde
edilebilmiştir.
Tarımsal üretim biçiminde meydana gelen değişmeler, toplumun diğer kesimleri yanında
özellikle tarımsal sanayi ve ticarete de etkili olmuştur. Tarımsal sanayinin hızla gelişmesi
ve işlenmiş ürünlere olan talebin kaçınılmaz biçimde artması, özellikle işleme ve
pazarlamada tekelleşme eğilimlerini güçlendirmeye başlamıştır. Buna ek olarak tarımsal
üretimin görece zorluğu, azaltılmaya çalışılsa da doğaya bağımlılığı ve başka sektörlerde iş
bulma imkanının yüksekliği, özellikle gelişmiş toplumlarda, tarımsal alanda çalışma
isteğini azaltmıştır. Fakat bu dönüşüm, yani ülkelerin tarım dışı alanlarda, örneğin sanayide
sağladıkları gelişme, tarımı dışlamalarına neden olmamış, aksine gelişmişlik düzeyi yüksek
1 A.Ü. Ziraat Fakültesi 2. Sınıfında okutulan “Hayvan Yetiştirme I” dersi için hazırlanmıştır.
Bu bölümün hazırlanmasında editörlüğünü Prof. Dr. Numan AKMAN’ın yaptığı “Cumhuriyetimizin 100. Yılında
Türkiye’nin Hhayvansal Üretimi,2006, Türkiye Damızlık Sığır Yetiştiricileri Merkez Birliği Yayaınları No:4, ISBN:975-
94093-3-X” isimli kitaptan da büyük ölçüde yararlanılmıştır.
2
ülkeler tarımsal faaliyetlerin devamlılığını sağlamaya daha fazla önem verir hale
gelmişlerdir. Söz konusu ülkelerde bu anlayışın gelişmesinde besin güvenliğini elden
bırakmama isteği en temel belirleyici olmuştur. Dünyada aç olarak nitelenen nüfusun
yaklaşık bir milyar olduğu ve gıda fiyatlarının 2007 ve 2008 yıllarında görüldüğü üzere
hızla artabildiği dikkate alınırsa bu isteğin ne ölçüde haklı ve gerekli olduğu daha kolay
kavranabilecektir.
Ülkelerin gelişmişlik düzeyi yükseldikçe, üretimin kitlesel nitelik kazanma eğilimi ve
tüketilen besinlerin işlenmişlik düzeyi de artmaya başlamıştır. Aynı süreçte tarımsal
üretimin sürekliliği ve yeterliliği kadar nitelikli ve düşük maliyetli olmasının da önemi
kavranmıştır. Bu durum insanları sadece gıda güvenliği değil, gıdanın güvenilirliğini ve
satın alınabilirliğini sağlama yönünde de yoğun çaba harcamaya sevk etmiştir. Bütün bu
değişimi yönetmek ve öngörülen amaçları gerçekleştirmek için çeşitli kurumlar kurulmuş,
analiz yöntemleri geliştirilmiş, destekleme politikaları oluşturulmuş, yasal düzenlemeler
yapılmıştır.
Gıda üretiminin sürekliliği ve üretilen gıdaların güvenilir olması yönündeki çabalar,
ülkelerin gelişmişlik düzeyi ile paralellik göstermektedir. Gerçekten de geri kalmış ülke ve
bölgelerde, insanların pek çoğu tarımla uğraşıyor olsalar da, onlar için sürekli ve güvenli
gıdadan söz etmek henüz mümkün değildir. Nitekim yeryüzünde açlıkla karşı karşıya olan
bir milyona yakın insanın yaşadığı bölgeler ve ülkelerin hemen tamamı bu nitelikte, yani
gelişmekte olan ya da geri kalmış ülkelerdir ( Şekil 1). Tarımsal üretim için gerekli ve
yeterli alana sahip olmayan bazı ülkeler, tarımsal ürün ithal etmek yerine başka ülkelerden
toprak satın alarak ya da toprak kiralayarak tarımsal üretim yapma gayretindedirler. Bunun
en yakın örneği Suudi Arabistan ve İsrail’in Türkiye’de tarımsal üretim yapmak için arazi
edinme istek ve gayretleridir.
Şekil 1. Dünya Açlık Haritası2
Özetle, pek çok yan işlevi olsa da, temel işlevi gıda üretmek olan tarım, öncelikle gelişmiş
toplumlar için, vazgeçilemez bir sektördür. Bu sektörü yaşatmanın, ayakta tutmanın o
2 http://www.fao.org/es/ESS/faostat/foodsecurity/FSMap/map14_en.htm
3
ülkelerin insanları için ne denli önemli olduğu hemen her kesimce bilinir. Bu hem
geçmişte yaşanmış savaşlar esnasında çekilen acılarla öğrenilmiştir, hem de günümüzde
açık ya da örtülü gıda ambargoları ve açlıktan ölen insanların hazin sonlarıyla akıllara
kazınmaktadır.
İnsan için uzun süreli açlık yaşam hakkını ortadan kaldıran bir felakettir. Bu felaketin
ortadan kalkması ancak yeterli düzeyde besin maddesinin kesintisiz teminiyle mümkün
olur. Kısaca, yeterli düzeyde ve sürekli besin maddesi üretiminin sağlanamadığı ve
garantilemediği alanlarda yaşayanlar, başka yollardan da besin maddsi elde edemezlerse,
açlığa karşı korumasız sayılırlar.
Temel besin maddeleri içerisinde hayvansal kökenli olanlar oldukça önemli bir yer tutar.
Bu önem; hem besin maddesi olarak niteliklerinden hem de hayvansal ürünlerin üretim
özelliklerinden kaynaklanır. Gerçekten de hayvanlardan çok farklı koşullarda, çok değişik
zamanlarda ve oldukça uzun süreler ürün elde edilebilir. Örneğin bir koyun sürüsünden
yılın her dönemi et sağlanabilir. Aynı şekilde, sığır ve keçiden yılın büyük bir bölümünde
süt elde etmek mümkündür.
Hayvansal kökenli besin maddelerinin beslenme kalitesi açısından pek çok üstün özelliğe
sahip oldukları bilinmektedir. Örmeğin yeterli ve dengeli bir beslenmeden söz edebilmek
için günlük protein ihtiyacının belirli bir bölümünün, hiç olmazsa % 40-50’sinin,
hayvansal kökenli besin maddelerinden sağlanması istenmektedir. Bir başka ifadeyle
dengeli ve yeterli beslenme için sadece toplam besin maddeleri tüketimi değil, toplam
tüketimin hangi kaynaklardan sağlandığının da önemi vardır.
Dünyada kişi başına günlük protein üretimi 75.7 gramdır ve bunun 29.1 gramını hayvansal
kökenli besin maddeleri oluşturur. Türkiye’de kişi başına günlük toplam protein üretimi,
dünya ortalamasının oldukça üstünde, 95 gr civarındadır. Buna karşılık Türkiye’nin kişi
başına hayvansal protein üretimi 24.8 gramla oldukça düşük seviyededir (Çizelge 1).
Kişi başına günlük hayvansal ve bitkisel protein üretimi bakımından ülkeler ve kıtalar
arasında önemli farklılıklar vardır. Bu farklılık genellikle ülkelerin veya kıtaların
gelişmişlik düzeyleri arasındaki farklılıkla paralellik göstermektedir. Hayvansal protein
üretimi söz konusu olduğunda bu ilişki daha da belirgindir. Gerçekten de gelişmiş
ülkelerde kişi başına günlük hayvansal protein üretimi 57.2 g iken, bu değer gelişme
yolundaki ülkeler için 21.5 g; geri kalmış ülkeler için de 9.7 g olarak verilmektedir.
Gelişmiş ülkelerle az gelişmiş (geri kalmış) ülkelerin günde kişi başına bitkisel protein
üretimi aynı iken, hayvansal protein söz konusu olduğunda farkın, gelişmiş ülkeler lehine
47 gram kadar fazla veya gelişmiş ülkeler üretiminin yaklaşık 6 kat daha yüksek olması
aslında gelişmişlik dahil bir çok şeyi açıklamaktadır.
Kişi başına günlük enerji tüketimi bakımından durum daha farklıdır. Türkiye'de kişi başına
günlük enerji tüketimi 3328 kalori iken, AB-25 ülkeleri ortalaması 3261 gramdır. Toplam
enerji ve protein tüketiminde hayvansal ürünlerin payı Türkiye için sırasıyla %11.6 ve
%25.8’dir. Bu değerler, yine aynı sıra ile, Fransa için %36.8 ve %64.9, AB-25 için %28.3
ve %55.8, Dünya için ise %17.0 ve %38.4’tür. Sonuç olarak Türkiye'de kişi başına günlük
protein tüketimi söz konusu olduğunda hem günlük miktar hem de bunda hayvansal
ürünlerin payı düşüktür. Enerji tüketiminde miktar olarak bir yetersizlikten söz edilemese
de, hayvansal ürünlerden sağlanan enerjinin payı oldukça aşağılardadır. Bu değerlere
bakıldığında Türkiye'de ülke nüfusunu yeterli seviyede besleyecek tarımsal üretimin
yapılmadığını kabul etmek gerekir. Buna bir de gelir dağılımındaki eşitsizlik ile hızlı ve
çarpık kentleşmenin olumsuzlukları eklenince yetersiz beslenen nüfusun büyüklüğü daha
açık biçimde ortaya çıkar. Özetle Türkiye'de nüfusun önemli bir bölümü yetersiz
beslenmektedir ve bu durum ülkeyi birçok soruna açık hale getirmektedir. Bu sorunlar
arasında ilk sırayı sosyal çalkantılar ile yetersiz beslemeye bağlı bedensel ve zihinsel sağlık
problemlerinin alması kaçınılmazdır. Hele açlığın kırsal kesimde daha hızlı yayıldığı
4
yönündeki bilgiler3 konuyu daha da hassas hale getirmektedir. Nitekim Türkiye İstatistik
kurumu (TUİK) verilerine göre 2006 yılında Türkiyede açlık sınırının altında yaşayan kişi
sayısı 539 000 olarak verilmiş, nüfusun %17.81’inin de yoksulluk sınırının altında yaşadığı
belirtilmiştir4. Aynı yıl için Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO)
kaynaklarında ise Türkiye’de açlıkla karşı karşıya kalaların sayısı iki milyon olarak tahmin
edilmiştir5.
Çizelge 1. Çeşitli ülke ve gruplar ile Türkiye’de kişi başına toplam protein ve enerji ve
bunlarda hayvansal ürünlerin payı(2003)6
Enerji, kalori/kişi/gün Protein, g/kişi/gün
Toplam Hayvansal
Toplam Hayvansal
Kalori % g %
Avrupa Birliği (25) 3261 924 28.3 98.8 55.3 55.8
Yunanistan 3666 829 22.6 117.2 62.4 53.2
Fransa 3623 1333 36.8 117.2 76.1 64.9
Bulgaristan 2885 684 23.7 90.2 44.5 49.3
Dünya 2809 477 17.0 75.7 29.1 38.4
Türkiye 3328 386 11.6 96.1 24.8 25.8
Asya 2696 395 14.7 70.4 22.6 32.1
Afrika 2437 178 7.3 61.1 12.8 20.9
Gelişmiş Ülkeler 3331 877 26.3 101.2 57.2 56.2
Gelişme yolundaki Ülkeler 2669 370 13.8 68.9 21.5 31.2
Az gelişmiş Ülkeler 2148 136 6.3 53.0 9.7 18.3
Protein üretimine katkı sağlayan hayvansal kökenli besin maddeleri et, süt ve yumurtadır.
Bunlar farklı kaynaklardan elde edilmektedir. Örneğin sığır, koyun ve keçi süt ve et; tavuk
et ve yumurta; hindi ve balık da genellikle et üretimine katkıda bulunmaktadır. Bir bölümü
yukarıda sıralanan türlerin hayvansal üretime katkılarının hangi yolla yaptıkları ve bunun
miktarı ülkelere yada bölgelere göre farklılıklar göstermektedir. Örneğin etçi ırktan
sığırların yetiştiricileri sığırdan yalnızca et üretirken bazı ırk koyunlardan hem et hem de
süt elde edilebilmektedir. Bu tip farklılıkların şekillenmesinde söz konusu yöre yada
bölgelerin coğrafi koşulları ve doğal imkanları yanında iklim ve gelişmişlik düzeyinin de
payı vardır. Ülke ya da bölgelerin hayvansal üretim deseni ve bu desende yer alan unsurlar
değişmez veya değiştirilemez unsurlar değildir. Dolayısıyla ülkelerin bölgelerine uygun
üretim desenleri belirlemeleri bunları gerektiğinde değiştirebilmeleri, geliştirebilmeleri söz
konusu olabilir. Türkiye dahil pek çok ülkede bunun örneklerini görmek mümkündür.
Hayvansal üretimden elde edilen ürünlerin bir kısmı besin maddesi niteliği taşımaz. Bu
grupta yer alan yapağı, tiftik, işgücü, gübre, deri vb hayvansal ürünler de insanlık için
oldukça değerlidir. Besin maddesi niteliği olanlar da dahil bu ürünlerden bazılarının
ekonomik getirileri zaman zaman azalabilmektedir. Örneğin son yıllarda tiftik ve yapağı
dünyanın hemen her yerinde değer kaybetmektedir. Gelişmiş pek çok ülkede hayvanların iş
gücüne talep oldukça azalmış veya ortadan kalkmıştır. Buna karşılık pek çok ülkede spor
ve gösteri amaçlı hayvan yetiştiriciliği artarak sürdürülmektedir.
Hayvansal üretimin insanlığa katkısı hayvansal ürünlerle sınırlı değildir. Hayvancılık bir
tarım işletmesinin gelirini artırmaya ve o işletmenin kaynaklarının daha etkin
kullanılmasına da imkan sağlar. Örneğin işletmede elde edilen bitkisel ürünlerin bir
bölümünü değerlendirerek o ürünün işletmeye katkısını yükseltilebilir. Hayvancılık
3 http://www.tuik.gov.tr/VeriBilgi.do?tb_id=23&ust_id=7
4 (http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=626).
5 http://www.wfp.org/Country_Brief/Hunger_Map/map/hungermap_popup/map_popup.html
6 http://faostat.fao.org
5
işletmenin nakit ihtiyacını karşılamada da oldukça önemli bir seçenektir. Ayrıca
işletmelerin doğal afetler nedeniyle bitkisel üretimde uğrayacakları zararı azaltmaya katkı
sağlar. Çoğu kez de, arazi varlığının bir bölümümün hayvancılığa ayrılması, o bölümün
toplam gelire katkısını yükseltir. Burada belirtilen ve benzeri özellikleri dikkate alınırsa,
hayvansal üretimin, bitkisel üretimin sürekliliğinin sağlanmasına önemli katkıda
bulunduğu söylenebilir. Bu nedenle hayvansal üretimde meydana gelen olumsuzlukların
zamanla bitkisel üretimi de etkilemesi beklenir. Bunun doğal sonucu da, tüm unsurlarıyla
tarımsal faaliyetin tehlikeye girmesidir.
Son yıllarda iklimin istenmeyen yönde değişimi bitkisel üretimi olumsuz etkilemekle
kalmamış, özellikle yem fiyatlarındaki artış ile kuraklığa bağlı olarak çayır ve meralarda ot
veriminin düşmesi hayvansal ürünler üretimini de olumsuz etkilemiştir. Bunun doğal
sonucu olarak süt başta olmak üzere birçok ürünün fiyatı artmıştır.
Türkiye'de bir çok kesim tarım kelimesini sadece bitkisel üretim için kullanma gayretinde
de olsa, dünyanın ortak kullandığı literatürde; ‘bitkisel, hayvansal ve mikrobiyolojik
kaynakların ekonomik kullanımı ile bitkisel ve hayvansal ürünlerin üretimi, işlenmesi ve
pazara ulaştırılması faaliyetlerinin toplamı “tarım” kelimesi ile ifade edilir. Tarım
sektöründe çalışma koşulları oldukça zordur ve genellikle sektörde kar marjı da yüksek
değildir. Bu iki hususa ek olarak; iklime bağlılık, çevrenin olumsuz etkilenmesi, ürün
fiyatlarını düşürme yönündeki çabalar, denetim amaçlı çalışmaların yarattığı baskı ve
masraf gibi hususlar sektörde nüfus tutmayı zorlaştırmaktadır. Nüfusun büyük bir
bölümünün kırsalda yaşadığı, işsizliğin büyük boyutlarda olduğu Türkiye’de bile bu durum
geçerlidir. Yani fırsatını bulan ya da yaratanlar çiftçiliği, tarımsal üretimi terk etmeye
oldukça isteklidirler. Bu durum daha önceki yıllarda gelişmiş ülkelerde de yaşanmıştır.
Söz konusu ülkeler daha önce yaşanan bu değişimden olumsuz yönde çok fazla
etkilenmemek, yani sektörde müteşebbis tutabilmek ve tekelleşmeyi engellemek için
birçok önlem almıştır. Gelir garantisi sağlayan, işletmenin varlığını koruyan ve üretim
unsurunun nitelik kaybetmesini engelleyen politikaların hayata geçirilmesini bu önlemler
arasında saymak gerekir. AB ortak tarım politikaları temelde bu hedefleri gerçekleştirmek
için oluşturulmuş politikalardır. Topluluk içerisinde tarıma ilişkin mevzuatın fazlalığı ve
sık değişiyor olması da, ortak tarım politikasına konu olan ürünler başta olmak üzere,
tarımın değişken niteliği ve vazgeçilmezliğine bağlanabilir.
AB ülkelerinde, pek çok gelişmiş ülkede olduğu gibi tarımsal üretimden sağlanan toplam
gelirde hayvansal üretim önemli bir yer tutmakta ve payı %28-%68 arasında
değişmektedir. Yalnız bu değer toplam 27 ülkenin 23’ünde % 60’tan, 15’inde %50’den,
dokuzunda da %40’tan küçüktür. Türkiye için bu değer % 30-35 arasında tahmin
edilmektedir. Bu duruma bakılarak Türkiye’ye ilişkin bir değerlendirme yapmak pek kolay
olmaz. Örneğin çay ve fındık gibi özel ürünlere sahip olan, meyve ve sebze üretiminde
avantajlı sayılan Türkiye’nin toplam tarımsal gelirinde hayvansal üretimin payı çok
düşüktür de denemez. Nitekim bu değer İtalya’da %32.5, İspanya’da %38.8, Hollanda ve
Fransa’da %40, AB-27’de ise %43 civarındadır.
Tarımsal üretimin yapısı ile iklim ve doğal koşullar dikkate alınmadan, sadece bu
rakamlara dayalı olarak yapılacak değerlendirmeler eksik kalacaktır. Tarımsal yapı, toplam
tarımsal gelir ve toplan tarımsal gelirde hayvansal üretimin payı bir arada ele alındığında;
Türkiye'nin hem toplam tarımsal, hem de hayvansal üretim değeri bakımından AB ülkeleri
arasında 5.-7. sıralarda olduğu görülmektedir. Hem yüz ölçüm, hem de toplam ve tarımsal
üretimde çalışan nüfus göz önüne alındığında bu seviyede üretimin yetersiz olduğu
söylenebilir. Nitekim gerçekleşen hayvansal üretimin yarattığı değerin düşüklüğü bir yana,
nüfusun beslenmesine katkısı Çizelge 1’den izlenebilir. Bu çizelgede Türkiye ile bazı
ekonomik gruplar ve ülkelerin kişi başına toplam enerji ve protein tüketimleri ile bunda
hayvansal ürünlerin payı verilmiştir. Çizelgeden da anlaşılacağı üzere AB(25) ve
Türkiye’de kişi başına günlük toplam protein üretimi 100 g civarındadır. Fakat hayvansal
6
protein söz konusu olduğunda durum farklılaşmaktadır. AB(25)’te kişi başına günlük
hayvansal protein üretimi 55.3 g iken Türkiye'de bunun %45’i kadar, yani 24.8 gramdır.
Çizelge 2. AB ülkelerinde toplam tarımsal ve hayvansal üretim değeri ve toplam tarımsal
üretim değerinde hayvansal üretimin payı, 20067
Ülkeler
Üretim Değeri
(milyon € ) Hayvansal
Üretimin
Payı, %
Ülkeler
Üretim Değeri
(milyon € ) Hayvansal
Üretimin
Payı, % Toplam
Tarımsal
Hayvansal
Üretim
Toplam
Tarımsal
Hayvansal
Üretim
AB-27 317 458 135338 42.6 Macaristan 5 834 2146 36.8
AB-25 301120 130021 43.2 İrlanda 5 498 3762 68.4
AB-15 269595 115326 42.8 Avusturya 5 369 2784 51.8
Fransa 58 979 22737 38.6 İsveç 4 068 2198 54
İtalya 41 898 13611 32.5 Finlandiya 3 496 2012 57.6
Almanya 39 903 19484 48.8 Çekoslovakya 3 455 1648 47.7
İspanya 36 207 14065 38.8 Bulgaristan 3111 1109 35.7
Hollanda 21 982 8691 39.5 Slovakya 1 643 781 47.5
Birleşik Krallık 20 379 11773 57.8 Letonya 1 540 804 52.2
Polonya 16 036 7772 48.5 Slovenya 1 064 530 49.8
Romanya 13 227 4208 31.8 Litvanya 757 350 46.2
Yunanistan 10 039 2784 27.7 G.Kıb. R. Cum. 590 306 51.8
Danimarka 8 019 5024 62.7 Estonya 489 290 59.4
Belçika 6 797 3765 55.4 Lüksemburg 231 140 60.8
Portekiz 6 730 2496 37.1 Malta 117 70 60.0
Yukarıdaki açıklamalardan hayvansal üretimin; tarımsal üretim içindeki yeri, bitkisel
üretimle ilişkisi, bir işletme için önemi ve insanlık için değeri anlaşılmış olmalıdır. Bu
niteliklerin birçoğu hayvansal üretimin hemen bütün alt dalları için geçerlidir. Ne var ki bir
işletme içerisinde bitkisel üretimle ilişki tavukçulukta gerekli ve aranılır bir özellik
değilken, süt sığırı yetiştiriciliği, hatta koyunculukta oldukça önemlidir. Balık yetiştiriciliği
kendine özel koşullar talep ederken, Ankara keçisinin her yerde yetiştirilmesi
düşünülemeyebilir. Hayvansal üretime katkı sağlayan türler arasında gerek ürün gerek
arzuladıkları çevre bakımından var olan farklılıklar aslında insanlığın bir zenginliğidir. Bu
farklılıklar değiştirilemeyen ya da değiştirilmesi çok zor unsurlar olan iklim ve genel
anlamıyla çevreye uygun biçimde değerlendirilerek, hemen her alandan en etkin biçimde
yararlanma imkanı elde edilebilir. Kısaca üretim dışında tutulacak alanların azaltılması ve
üretimin hayvan, çevre ve iklim ile ekonomik koşullar dikkate alınarak planlanması hem
verimliliği yükseltecek, hem kaynakların korunması ve üretimin sürdürebilirliğine katkı
sağlayacaktır. Böyle bir ortam açlığın yeryüzünden kaldırılmasının en temel
güvencelerinden biri olacaktır.
Türkiye, daha önce de belirtildiği gibi kişi başına hayvansal üretimi düşük ülkeler arasında
yer almaktadır. Oysa ülkenin doğal imkanları ve nüfus yapısı, Türkiye’nin kendi nüfusunu
yeterli şekilde beslemek bir yana Dünya’nın önemli ihracatçılarından biri olabileceğini
düşündürmektedir. Bu imkanların göz ardı edilmesi ve potansiyelin değerlendirilmemesi
Türkiye’nin, başta gıda olarak değerlendirilenler olmak üzere, tarımsal üretimde tam olarak
dışa bağımlı hale gelmesine yol açacaktır. Bu durumu ülke için olumsuzluk olarak
algılayan, kendini Türkiye ve insanlığa sorumlu hissedenler bir yandan Türkiye’nin
tarımsal üretim kapasitesini artırmaya çalışırken, diğer yandan da mevcut kapasiteyi etkin
olarak kullanmanın yollarını bulmak ve uygulamak durumundadırlar.
7 http://ec.europa.eu/agriculture/agrista/2007/table_en/
7
Yukarıda belirtilen üretim eksikliği ve bunun yaşattığı olumsuzluklara rağmen zaman
zaman Türkiye’de, tarımı ülkeye zarar veren bir sektör olarak gösterme girişimlerine de
şahit olunabilmektedir. Üstelik bu iş, gelişmiş addedilen ülkelerin tarımı stratejik bir sektör
olarak ele aldığı ve tarımsal üretimi sürdürmek için her türlü çabayı sergilediği bir
dönemde ve o ülkeler örnek gösterilerek yapılmaktadır. Bu gayretlerin başarılı olması
Türkiye'de tarımın tasfiyesi anlamına gelecektir. Yalnız bu aşama Türkiye'de tarımsal
üretim yapılmayacağı anlamına da gelmemektedir. Her koşulda Türkiye'de tarımsal
faaliyet devam edecek, fakat ürün deseni büyük olasılıkla ülke ihtiyaçları öncelikli
olmayacak, üretim yapanların da Türkiye vatandaşı olması gerekmeyecektir.
2. DÜNYA ve AVRUPA BİRLİĞİNDE HAYVANSAL ÜRETİM
Bu bölümde yaklaşık son 30 yıllık dönemde Dünya hayvansal üretiminde, üretim miktarı
ve üretime katkıda bulunan türler itibariyle, ne tip değişiklikler olduğu özetlenecektir.
Dünya üretimi ilgili değerlendirmelerde Avrupa Birliği hayvansal üretimine de yer
verilmeye çalışılacaktır. Değerlendirmelerde bir örneklilik sağlamak amacıyla, zorunlu
olmadıkça, aynı kaynağa dayalı bilgiler kullanılacaktır. Türkiye’nin hayvansal üretiminde
meydana gelen değişimlerin boyutu ve değişimin nedenleri ile sonuçları ayrı bir bölüm
olarak inceleneceğinden, bu bölümde Türkiye’nin hayvansal üretimi konusunda ayrıntı
verilmemiştir.
2.1. Hayvan Varlığı
Hayvansal üretime, av hayvanları da dahil, pek çok tür katkı yapmaktadır. Bu çalışmada
bunların tamamı yerine sığır, koyun, keçi, manda, domuz ile tavuk ve hindi üzerinde
durulacaktır. Fakat hayvan varlığı incelenirken, yanıltıcı olacağı kaygısıyla, tavuk ve hindi
sayısına yer verilmeyecek, bunlardan sağlanan ürünler üzerinde durmakla yetinilecektir.
Çizelge 3.Dünya hayvan varlığının değişimi (1975–2003 arasındaki değerler 1970 yılı
hayvan varlığı 100 kabul edilerek hesaplanmıştır)
Türler 1970
(Milyon)
1970 hayvan varlığı =100 olduğunda 2007
(Milyon) 1975 1980 1985 1990 1995 2000 2005 2007
Arı Kovanı 46.0 103 111 126 130 122 128 136 158 72.6
Manda 107.3 105 113 127 138 149 153 163 189 202.4
Sığır 1081.6 110 112 116 120 123 121 127 128 1389.6
Keçi 375.9 107 123 129 156 176 193 223 226 850.2
Domuz 547.2 125 146 145 157 164 164 176 181 989.9
Koyun 1061.1 99 103 105 114 101 99 103 105 1112.5
Arı Kovanı
Manda
Sığır
Keçi
Domuz
Koyun
80
100
120
140
160
180
200
220
1970
1975
1980
1985
1990
1995
2000
2005
2007
Grafik 1. Dünya hayvan varlığının değişimi (1970=100)
8
Dünya hayvan varlığının yer aldığı çizelge 3 incelendiğinde 1970 yılından 2007 yılına,
koyunda en az olmak üzere incelenen türlerde hayvan sayının arttığı görülmektedir. En
hızlı artış keçide gerçekleşmiş ve son 37 yıllık dönemde dünya keçi varlığı bir kattan fazla
artarak ( 1.26 kat) 850 milyona ulaşmıştır. Aynı dönemde domuz sayısı % 81, manda sayısı
% 89, sığır sayısı da % 28 artmıştır.
Çizelge 3’te belirtilen değişimin daha kolay izlenebilmesi için bir grafik hazırlanmıştır
(Grafik 1). Grafikten çeşitli türlerde sayısal artışın farklı seyirler izlediğive artış hızının
zaman zaman değişebildiği anlaşılmaktadır. Koyun sayısındaki duraklama ile keçi
sayısındaki olağanüstü artışın aynı zaman diliminde gerçekleşmesi de dikkat çekicidir.
Dünyanın Türkiye’yi yakından ilgilendiren bölümlerinden birisi Avrupa Birliğidir. Avrupa
Birliği’ndeki hemen her değişim ve düzenleme Türkiye için oldukça önemli kabul
edilmektedir. Bu nedenle Avrupa Birliğinin 27 üyeli haline ait hayvan sayıları ve 1970
yılından 2007’ye hayvan sayısının değişimi Çizelge 4’te verilmiştir. Söz konusu değişimi
daha kolay izlemek için bir de grafik hazırlanmıştır (Grafik 2). Çizelgede AB(27)’de,
Dünyadan farklı olarak sığır sayısının azaldığı görülmektedir. Koyun sayısının değişimi
bakımından durum dünyaya benzerdir. AB(27) manda, keçi ve domuz sayısı, dünya kadar
hızlı olmasa da artmıştır. Yalnız en hızlı sayısal artışın gerçekleştiği manda da ulaşılan
hayvan sayısı 242.000’dır. Buna karşılık koyun sayısı 107 milyon, domuz sayısı da 161
milyon olmuştur.
Çizelge 4. Avrupa birliği (AB 27) hayvan varlığının değişimi (1975–2007 arasındaki
değerler 1970 yılı hayvan varlığı 100 kabul edilerek hesaplanmıştır)
Türler 1970
(Milyon)
1970 hayvan varlığı =100 olduğunda 2007
(Milyon) 1975 1980 1985 1990 1995 2000 2005 2007
Arı Kovanı 9.3 98 119 137 123 118 119 126 120 11.1
Manda 0.1 114 99 93 95 85 134 153 168 0.2
Sığır 106.8 110 109 108 101 93 91 85 84 89.7
Keçi 10.9 97 98 110 133 130 133 128 127 13.9
Domuz 114.3 118 133 137 139 136 140 140 141 161.0
Koyun 111.6 100 99 110 128 115 110 100 96 107.1
Arı Kovanı
Manda
Sığır
Keçi
Domuz
Koyun
75
100
125
150
175
1970
1975
1980
1985
1990
1995
2000
2005
2007
Grafik 2. AB hayvan varlığının değişimi (1970=100)
Az Gelişmiş ülkeler esas alındığında bütün türlerde hızlı bir sayısal artış dikkati
çekmektedir. Artış hızı keçi ve domuzda sırasıyla %149 ve %185, diğer türlerde de
%50’den fazla olmuştur (Çizelge 5).
9
Çizelge 5. Az Gelişmiş Ülkeler hayvan varlığının değişimi (1975-2007 arasındaki değerler
1970 yılı hayvan varlığı 100 kabul edilerek hesaplanmıştır)
Türler 1970
(Milyon)
1970 hayvan varlığı =100 olduğunda 2007
(Milyon) 1975 1980 1985 1990 1995 2000 2005 2007
Arı Kovanı 5.8 104 111 126 147 158 159 177 184 10.6
Manda 5.2 100 118 138 148 161 166 183 193 10.0
Sığır 146.1 101 107 110 114 128 143 157 162 236.2
Keçi 98.8 105 114 126 147 174 201 240 249 245.8
Domuz 9.4 98 118 142 160 190 205 264 285 26.7
Koyun 97.9 102 111 109 117 124 145 164 166 162.5
Dünya, AB (27), Az Gelişmiş Ülkeler hayvan varlığı ve hayvan varlığındaki değişme ile
Türkiye’nin durumunu karşılaştırmayı kolaylaştırmak için Çizelge 6 hazırlanmıştır.
Türkiye’nin 1970–2007 yılları arası hayvan varlığının yer aldığı Çizelge 6 incelendiğinde
bütün türlerde, oldukça önemli sayılabilecek azalma dikkati çekmektedir. Gerçekten de
2007 yılı sığır, koyun, keçi, ve manda varlığı 1970 yılı varlıklarının sırasıyla % 82, 70, 32,
9’u kadar oluştur. Bu denli hızlı bir düşüşün meydana getireceği üretim azalmasının
hayvan başına verimlerdeki artış ile karşılanması oldukça zor görünmektedir. Hayvan
başına verim ve sayıya yönelik istatistiklerin niteliği bu konularda daha kesin ifadeler
kullanmaya imkan verecek kalitede değildir. Fakat sayısal azalma ve üretimin yetersizliği
tüm açıklığı ile ortadadır.
Çizelge 6. Türkiye hayvan varlığının değişimi (1975-2003 arasındaki değerler 1970 yılı
hayvan varlığı 100 kabul edilerek hesaplanmıştır)
Türler 1970
(Milyon)
1970 hayvan varlığı =100 olduğunda 2007
(Milyon) 1975 1980 1985 1990 1995 2000 2005 2007
Arı Kovanı 1.8 110 124 144 183 218 238 256 285 5.1
Manda 1.2 87 88 46 36 26 14 9 9 0.1
Sığır 13.2 102 118 94 92 90 84 76 82 10.9
Keçi 20.3 92 93 65 59 47 38 33 32 6.5
Koyun 36.4 112 127 111 120 98 83 69 70 25.4
2.2. Hayvansal Ürünler Üretimi
Hayvan sayılarındaki azalma ve artış çoğu kez tek başına bir anlam ifade etmez. Özellikle
besin maddesi üretimi söz konusu olduğunda hayvansal üretimin hangi yönde ve ne
miktarda değiştiği önem kazanır. Bu bölümde besin maddesi niteliği olan önemli hayvansal
ürünlerin üretim değeri ve bundan meydana gelen değişim üzerinde durulacaktır.
Dünya üretimindeki değişimi incelemek için Çizelge 7 hazırlanmıştır. Çizelgeden de
görüleceği üzere 1970–2007 yılları arasında bütün ürünlerde üretim önemli ölçüde
artmıştır. Örneğin sığır eti üretimi yaklaşık 38 milyon tondan 62 milyon tona, kanatlı eti
üretimi 15 milyon tondan 87 milyon tona, toplam et ve süt üretimleri de sırasıyla 101
milyon ve 392 milyon tondan 284 ve 671 milyon tona ulaşmıştır.
Son 38 yıllık dönemde dünyada, başta tavuk olmak üzere kanatlı eti ile keçi eti üretiminde
oldukça hızlı artış meydana geldiği Çizelge 7’de açıkça görülmektedir. Sadece sığır ve
koyun eti üretimindeki artışlar 2007 yılı üretimini 1970 yılı üretiminin 2 katı yapacak
kadar hızlı olmamıştır. Buna karşılık aynı dönemde toplam kanatlı eti üretimi %475, keçi
eti üretimi % 300, domuz eti üretimi % 223, tavuk yumurtası üretimi %220 ve toplam et
üretimi de %184 artmıştır.
10
Çizelge 7. Dünya et, süt ve yumurta üretimi ( milyon ton)
Türler 1970
(Milyon ton)
1970 üretimi =100 olduğunda 2007
(Milyon ton) 1980 1990 2000 2005 2007 E
t
Manda 1.3 122 173 228 242 244 3.2
Sığır 38.3 119 139 148 159 161 61.9
Tavuk 13.1 174 269 449 546 565 74.3
Keçi 1.3 131 206 287 371 400 5.1
Domuz 35.8 147 195 252 289 323 115.5
Koyun 5.5 102 127 137 154 161 8.9
Hindi 1.2 168 304 414 468 481 5.9
Kanatlı 15.1 172 272 458 555 575 86.8
Toplam et 100.7 136 179 234 269 284 285.7
Süt
Manda 19.6 140 225 339 403 436 85.4
Sığır 359.3 118 133 137 151 156 560.5
Keçi 6.5 119 155 196 223 229 14.8
Koyun 5.5 124 145 154 168 167 9.1
Toplam Süt 391.8 119 138 148 165 171 671.3
Yumurta 19.5 134 180 265 304 320 62.6
Dünya süt üretimindeki artış et üretimindeki artıştan daha düşük gerçekleşmiştir. Toplam
süt üretimi yaklaşık %70 artmıştır. En düşük artış hızı sığır sütünde (% 56), en yüksek artış
hızı da manda sütünde (%336) gerçekleşmiştir (Çizelge 7). Toplam et üretimindeki artışın
daha yüksek olmasında kanatlı ve domuz eti üretimlerinin artış hızının çok yüksek
(sırasıyla %475 ve % 223 ) olmasının büyük payı vardır.
Tavuk yumurtası da hızlı artan hayvansal ürünlerden biri olmuştur. Sözü edilen dönemde
üretim 19.5 milyon tondan 62.6 milyon tona yükselmiş, yani %220 artmıştır.
Avrupa Birliğinin hayvansal üretimindeki değişim, dünya ile aynı doğrultuda olmamıştır.
Örneğin toplam süt üretimindeki artış % 18 ile sınırlı kalırken, sığır eti üretimi önce artmış,
sonra neredeyse 1970 yılındaki düzeyine gerilemiştir. En hızlı artış neredeyse 7 kata varan
bir değerle hindi eti üretiminde meydana gelmiştir. Aynı dönemde manda sütü ürerimi de
72 bin tondan 201 bin tona, tavuk yumurtası da 5.4 milyon tondan 6.5 milyon tona (%21)
yükselmiştir (Çizelge 8).
Çizelge 8. AB(27) et, süt ve yumurta üretimi (milyon ton)
Türler 1970
(Milyon ton)
1970 üretimi =100 olduğunda 2007
1980 1990 2000 2005 2007
Et
Manda 0.1 134 89 200 309 288 0.2
Sığır 7.8 121 126 107 103 103 8.1
Tavuk 3.4 160 180 240 249 241 8.3
Keçi 0.1 118 140 133 141 138 0.1
Domuz 11.7 143 161 187 185 188 21.9
Koyun 0.9 125 157 141 124 125 1.1
Hindi 0.2 283 508 811 737 682 1.6
Kanatlı 3.9 165 199 275 280 269 10.4
Toplam et 25.2 138 153 171 168 167 42.2
Süt
Sığır 124.5 121 118 121 120 118 147.0
Keçi 1.4 108 127 140 138 142 1.9
Koyun 2.2 107 125 125 128 121 2.6
Toplam Süt 128.1 120 118 121 120 118 151.7
Yumurta 5.4 119 116 123 123 121 6.5
11
Söz konusu son 38 yıllık dönemde hayvansal ürünlerin artış hızlarında dikkat çekecek
kadar büyük farklılıklar vardır. Örneğin hem dünya hem de AB’de kanatlı eti ve yumurta
üretiminin oldukça hızlı bir şekilde arttığı görülmektedir. Bunda hem kanatlıya dayalı
üretimin bilgi ve teknoloji kullanımına daha uygun olması hem de insan sağlığı
konusundaki kaygıların rolü olduğu düşünülebilir. Yalnız bu yaklaşım Dünya ve AB
(27)’de mandaya dayalı üretimin artmasını açıklamaz. Mandaya dayalı üretimin
bakımından Avrupa Birliğindeki değişimde, sığır etinden kaçış ile manda vb türlere özel
desteklerin uygulanıyor olmasının payı vardır. Buna karşılık dünya üretiminde manda eti
ve sütünde görülen artış ise, özellikle Asyada, kalkınmakta olan ülkelerin tüm kaynaklarını
etkin biçimde kullanma çabasından kaynaklanmış olabilir.
3.TÜRKİYE’NİN HAYVANSAL ÜRETİMİ
Herhangi bir hayvansal ürün için yıllık üretim değeri, hayvan sayısı ve hayvan başına
verimin bir fonksiyonu olarak hesaplanır. Bu nedenle bir ülkede hayvansal üretimdeki
değişmeyi bu iki temel unsuru ele alarak değerlendirmek daha uygundur. Tür için
yapılacak değerlendirmede bu anlayışa sadık kalınacaktır.
3.1.Türkiye Hayvan Varlığı
Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze Türkiye hayvan varlığı önemli değişimlere
uğramıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarından ikinci dünya savaşına kadar önemli bir sayısal
artış yaşanmıştır. Savaş yıllarında artış hızı düşmüş, hatta bazı türlerde azalma meydana
gelmiştir. Savaşın bitmesini takip eden dönemde sayısal artış hızlanmış, türlere bağlı
olarak en yüksek sayısal değerlere 1960-1980 yılları arasında ulaşılmıştır. Özellikle 1980’li
yıllarda hemen bütün türlerde hayvan sayısı hızla azalmaya başlamıştır (Çizelge 9).
Çizelge 9.Yıllar itibariyle Türkiye hayvan varlığı8 (1000 baş)
YIL Sığır Koyun Ankara
Keçisi
Kıl
Keçisi Manda
1928 6934 13632 3170 8936 795
1940 9759 26272 5501 11395 947
1950 10123 23083 3966 14498 948
1960 12435 34463 5995 18636 1140
1970 12756 36471 4443 15040 1117
1980 15894 48638 3658 15385 1031
1984 12410 40391 1973 11127 544
1990 11377 40553 1279 9698 371
1995 11789 33791 714 8397 255
2000 10761 28492 373 6828 146
2005 10526 25304 233 6285 105
2006 10871 26617 210 6434 101
2007 11037 25475 191 6095 85
1995/1984 95.0 83.7 36.2 75.5 46.9
2007/1995 93.6 75.4 26.8 72.6 33.3
2007/1984 88.9 63.1 9.7 54.8 15.6
Daha önce çizelge 6’da verilen değerler ile çizelge 9’da yer alan bilgiler özellikle 1980
yılından günümüze bütün türlerde ciddi bir sayısal azalma olduğunu göstermektedir. Bu
dönemdeki değişimi biraz daha ayrıntılı incelemek için Türkiye’nin 1984 yılında
8 http://www.tuik.gov.tr ve DİE’nin geçmiş yıllara ait istatistikleri ve bu kurumdan sağlanan bilgilerden
yararlanılmıştır.
12
gerçekleştirdiği ilk ve tek hayvan sayımından günümüze kadar olan dönem ayrıca ele
alınmıştır. Söz konusu dönem içerisinde değişim hızı ve yönünde bir farklılaşma olup
olmadığını anlamak için 23 yıllık bu periyot için üç farklı değer hesaplanmış ve Çizelge
9’da verilmiştir. Bunlar 1984-1995, 1995-2007 ve 1984-2007 dönemleridir. Ayrıca
değişim hızının tarımsal bölgeler bazında farklı olup olmadığını ortaya koymak için de,
değerlendirme dokuz tarımsal bölge esas alınarak yapılmıştır (Çizelge 10). Bu çizelgede
2005 yılına kadar olan dönem değerlendirilmiştir. Hayvan sayısı ile ilgili çizelgelerin en
belirgin ve tartışmasız sonucu Türkiye koyun, keçi, manda ve sığır varlığının tüm
peryotlarda azalmasıdır. İlk dönem (1984-1995) azalma hızı, özellikle Ankara keçisi ve
manda için oldukça yüksek olmuştur.
Hayvan sayısındaki azalma hızı tarımsal bölgelerin hepsinde de aynı değildir. Örneğin
1984-1994 döneminde sığır sayısı en hızlı azalan tarımsal bölge % 31.3 ile Kuzeydoğu
Anadolu olurken, Marmara bölgesinde sığır sayısı artmıştır (%12.9). İkinci dönemde, yani
1994-2005 yılları arasında ise sığır sayısında düşüşün en hızlı olduğu bölgeler % 27.5 ve %
26.6 ile Karadeniz ve Ortadoğu Anadolu tarımsal bölgeleri olurken, Ege Bölgesi,
Kuzeydoğu Anadolu ve Ortagüney Anadolu tarımsal bölgelerinde sığır sayısı artmıştır.
Tarımsal politikaların belirlenmesinde bu değişim farklılıkları ve sonuçlar, dikkate
alınmalıdır.
Çizelge 10. Tarımsal bölgelerde sığır, koyun ve kıl keçisi sayısının değişimi
Tarımsal Bölgeler
1984 yılı sayısı 100 kabul
edildiğinde 1994 yılı hayvan varlığı
1994 yılı sayısı 100 kabul
edildiğinde 2005 yılı hayvan varlığı
Koyun Kıl keçisi Sığır Koyun Kıl keçisi Sığır
Ortakuzey 56.3 34.5 77.9 64.3 125.2 87.2
Ege 70.5 70.8 97.1 79.3 73.2 112.5
Marmara 66.3 56.9 112.9 63.4 78.4 78.9
Akdeniz 109.5 76.3 80.9 68.9 70.5 80.0
Kuzeydoğu 68.9 44.9 68.7 65.3 80.5 103.8
Güneydoğu 79.1 59.2 73.9 87.5 70.1 90.3
Karadeniz 60.0 27.4 77.9 56.1 59.4 72.5
Ortadoğu 72.4 38.3 85.0 53.2 60.8 73.4
Ortagüney 69.9 61.3 91.1 67.6 68.6 102.5
Türkiye 71.4 59.2 81.9 71.0 71.7 88.5
3.2.Türkiye Hayvansal Üretimi
Türkiye koyu, keçi ve sığır varlığının azalmasına bakarak, daha önce de belirtildiği gibi,
hayvansal üretim miktarı hakkında net bir şey söylenemez. Üretim miktarı için hayvan
sayısı yanında sağılanların oranı9, kasaplık güç
10 ve hayvan başına et ve süt verimine de
bakmak gerekir. Gerçi TÜİK yayınlarında kasaplık gücü doğru olarak tahmine imkan
verecek bilgiler yer almamaktadır. Buna karşılık sağılanların oranı son yıllarda değişmiş
veya değiştirilmiştir. Örneğin koyun, keçi ve kültür ırkı sığırlar için sağılanların oranı 1991
yılında sırasıyla %57.4, %55.1ve %51.9 iken, 2007 yılında %39.7, %35.9 ve % 39.4
olmuştur. Aynı dönemde sağılan hayvan başına ortalama süt verimine ait değerler de
değişmiştir. Örneğin sağılan koyun başına süt verimi 1991 yılında 48.9 kg iken, 2007
yılında 77.4 kg’a yükseltilmiştir. Kıl keçi için bu değerler 61.1 kg - 107.2 kg, kültür ırkı
sığır için de 2940.4 kg- 3885.8 kg olarak hesaplanabilmektedir (Çizelge11).
9 Bir populasyonda bir yıl içinde sağılmaya başlananların yılbaşı hayvan sayısına oranı
10 Bir populasyondan bir yıl içerisinde et üretim amaçlı kesilen hayvanların yılbaşı mevcuduna oranı
13
Çizelgedeki durum TÜİK kayıtlarında sağılanların oranındaki azalmaya bağlı olarak
sağılan hayvan başına süt veriminin artırıldığı ve böylece sayısal azalmadan
kaynaklanabilecek üretim düşüşünün saklanmaya çalışıldığını düşündürmektedir.
Gerçekten de bütün genotiplerde hem toplam hayvan sayısı azalmakta hem de sağılanların
oranı %38-40 civarına indirilmekteyken ülke süt üretim seviyesinin korunabilmesi ancak
birim başa verim hızlı biçimde artırılmasıyla sağlanmıştır. Nitekim koyun ve keçi gibi
hemen hiç ıslah faaliyeti yapılmayan türlerde bile hayvan başına süt veriminde önemli
artışlar izlenmektedir. Örneğin sağılan koyun başına süt verimi uzun yıllar değişmemişken
2002 yılından 2003’e % 28, 2003 yılından 2004 yılına da % 26 artırılırmış, kıl keçisi için
aynı değerler % 51 ve % 17 olmuştur. Bu durum süt üretimi ile ilgili istatistiklerin özellikle
2002-2005 yılları arası için olan bölümünün sorgulanmasına yol açmalıdır. Eğer bu
bölümde yazılanlarlar doğruysa bunun nasıl gerçekletiği de açıklanmalıdır.
Çizelge 11. TÜİK kayıtlarında sağılanların oranı ( % ) ve süt veriminin (kg) değişimi11
YIL
Koyun Kıl Keçi Sığır
Kültür Irkı Melez Yerli
Sağılan
Oranı
Süt
Verimi
Sağılan
Oranı
Süt
Verimi
Sağılan
Oranı
Süt
Verimi
Sağılan
Oranı
Süt
Verimi
Sağılan
Oranı
Süt
Verimi
1991 57.4 48.9 55.1 61.1 51.9 2940.4 51.7 2006.9 50.6 743.7
1992 56.8 48.9 53.8 60.7 52.2 2958.1 51.4 1994.4 50.1 743.0
1993 57.3 49.0 54.3 60.9 52.0 2962.6 51.0 1986.3 50.1 744.3
1994 57.5 48.7 54.4 60.5 51.6 2962.4 50.8 1986.2 51.2 746.2
1995 57.0 48.9 54.1 59.3 51.1 2966.6 50.1 1985.7 49.4 740.7
1996 57.1 49.1 53.1 59.0 51.3 2960.2 50.1 1964.2 50.0 738.9
1997 56.8 48.5 53.0 59.1 51.3 2947.5 50.2 1947.3 49.4 735.1
1998 57.0 48.9 53.0 60.2 50.8 2927.9 50.0 1955.0 49.2 737.7
1999 54.4 49.3 52.8 60.2 50.7 2897.7 50.2 1947.8 49.7 735.3
2000 55.9 49.1 52.8 60.0 50.1 2916.6 49.3 1966.4 48.4 736.0
2001 55.0 49.2 53.8 60.1 49.2 2915.7 48.7 1961.3 47.2 736.8
2002 54.2 48.7 52.3 60.5 45.7 2900.9 45.2 1961.5 43.8 735.7
2003 49.1 62.3 46.0 91.5 53.3 3107.7 52.2 2042.4 49.6 978.0
2004 39.2 78.8 37.3 107.4 39.5 3880.7 38.7 2711.1 37.7 1317.4
2005 40.1 78.7 37.1 107.3 39.3 3885.0 37.8 2705.9 37.3 1315.9
2006 38.5 77.6 36.3 107.3 39.9 3881.3 38.3 2714.6 37.6 1316.3
2007 39.7 77.4 35.9 107.2 39.4 3885.8 38.0 2712.9 37.6 1316.2
Hayvan başına verimin artırılması ve sağılan oranının değiştirilmesinin etkisini bir arada
görebilmek için sağılan hayvan başına değil de, populasyondaki hayvan başına süt verimi
hesaplanmıştır. Bu amaçla sağılanların oranını süt verimi ile çarparak 100’e bölme yolu
tercih edilmiştir. Bunun sonucunda koyun, keçi ve yerli ırktan sığırlar için 2002 yılında
populasyonda yer alan hayvan başına sırasıyla 26.4, 31.7 ve 322.1 kg olan süt veriminin
2004 yılında 30.9, 40.1 ve 496.7 kg’a çıktığı hesaplanabilmektedir. Kısaca bu dönemde
populasyonda yer alan hayvan başına süt verimisöz konusu gruplar için sırasıyla %17,
%26.5 ve %54.2 artmıştır. Daha sonraki yıllarda da bu değerler önemli ölçüde
değişmemiştir. Hem bu durum, hem hayvan başına verimlerdeki artış hızı hem de söz
konusu türlerle yapılan iyileştirme çalışmalarının seviyesi süt verimi ile ilgili istatistiklerin
ve süt veriminin unsuru olan değerlerin güvenilirliğini tartışmalı kılmaktadır.
11
http://www.tuik.gov.tr’den elde edilen verilerden hesaplanmıştır.
14
3.2.1.Türkiye’nin Et Üretimi
Türkiye et üretimi tartışılırken kullanılan veriler de yeterince doğruyu yansıtmaz. Azından
bu durum söz konusu değerlerin sadece mezbaha kesimlerini yansıtmasından kaynaklanır.
Mezbaha dışı kesimler dikkate alınamadığı için TÜİK kayıtlarında yer alan özellikle
kırmızı et üretimi gerçeğinden daha düşüktür. Bunu TÜİK verilerini kullanarak hesaplanan
kasaplık güç değerlerinden anlamak da mümkündür. Nitekim koyun, keçi ve sığır için
TÜİK tarafından verilen sayılara dayalı olarak hesaplanan kasaplık güç değerleri 1991-
2007 döneminde % 8.2-26.8 arasında değişmektedir. Büyük olasılıkla kesilen hayvanların
tümünün istatistiklerde dikkate alınmanası veya alınamamasından kaynaklanan bu değerler
biyolojik gerçeklere de uygun değerler değildir.
Çizelge 12. Türkiye'nin çeşitli hayvansal ürünler üretimi, ton
1980 1990 2000 2005 2007 2007
Hesaplanan
ET
,ton
Sığır2 130.380 360.704 354.636 321.681 43 2406 600.000
1
Manda2 10.660 11.445 4.047 1.577 1 989 3 400
1
Koyun3 239.400 304.000 321.000 272.000 272 000 200 500
1
Keçi3 52.600 66.000 53.000 43.000 45 000 38 221
1
Toplam
(Kırmızı Et) 433.040 742.149 732.683 640.258 751 395 834.649
1
Tavuk3 240.163 401.658 643.457 936.697 1 068 453 10 500 000
Hindi 6.500 9.000 11.800 42709 31 467 50.0002
Kanatlı (tavuk
hindi vd) 250.000 415.000 660.916 952.953 1 100 000 1.100.000
Toplam Et 683.040 1.157.149 1.393.599 1.594.965 1 666 365 1.934649
SÜ
T, to
n2 Sığır 7.710.600 7.960.640 8.732.041 10.026.202 11 279 340
Keçi 483.000 337.535 220.211 253.759 237 487
Koyun 1.147.395 1.145.015 774.380 789.877 782 587
Manda 273.905 174.225 67.330 38.058 30 375
Toplam
9.614.900 9.617.415 9.793.962 11.107.896 12 329 789
Tavuk Yumurtası2, t 206.736 384.930 756481 674.937 710 720
Bal, ton 25.170 51.286 61.091 82.336 73 935
Yaş İpek Kozası 1.707 2.171 60 157 125
Yapağı 61.285 60.559 43.139 46.176 46 774
Kıl 9.275 4.070 2.697 2.654 2 536
Tiftik 5.875 1.495 421 302 237 1)Kasaplık Güç: Sığır=% 30, Manda =% 21, Koyun=% 43 ve Keçi (Kıl+Ankara )i=% 32,
Karkas Ağırlığı: Sığır ve Manda=190 kg, Koyun=18.3 kg, Keçi (Kıl+Ankara)=19 kg, kabul edilerek tahmini et miktarı hesaplanmıştır.
2)Tüik verileri, 3) FAO verileri, 4) Kaz ve ördek eti eklenmiştir. 4) Ortalama yumurta ağırlığı 56 g kabul edilerek hesaplanmıştır.
Gerek et gerekse süt üretimi için bir takım önemli kusurları olmasına rağmen TÜİK
tarafından ifade edilen kırmızı et ve süt üretimi Çizelge 12’de verilmiştir. Çizelgenin son
sütünunda ise kırmızı et üretimi için de TÜİK kayıtlarında yer alan hayvan sayıları ile
çizelgenin altında verilen değerler (kasaplık güç ve ortalama karkas ağırlıkları) kullanılarak
daha gerçekçi olduğu ileri sürülebilecek üretim değerleri hesaplanmıştır.
Çizelge 12 dikkatlice incelendiğinde, Türkiye'de kanatlı eti ve bal dışında kalan ürünlerde
önemli bir artış sağlanamadığı, hatta pek çoğunda önemli azalma meydana geldiği
görülmektedir. Süt üretimi, daha önce değinilen hususlar nedeniyle bu gruba dahil
edilmemiştir. Gerçekten de süt üretimi ile ilgili olarak hazırlanan ve son 8 yıllık dönemi
(2000-2007) içeren değerler bu kararı haklı kılacak dalgalanmalar göstermektedir. Örneğin
15
sığırlardan sağlanan süt üretimi 2002 yılından 2003 yılına 2 milyon ton (2002 yılı
değerinin %27’si kadar) artırılmıştır.
Türkiye’nin et üretimi esas alındığında dikkati çeken diğer bir husus üretime katkı yapan
kaynakların payında meydana gelen değişimdir (Çizelge 13 ve Grafik 5-8). Çizelge 13 ve
Grafik 5’te görüldüğü gibi et üretimi söz konusu olduğunda en büyük değişim tavuk,
koyun ve keçi etinde meydana gelmiştir. Toplam et üretimi içerisinde tavuk etinin payının
% 55 civarına yükselmesi, buna karşılık keçi, koyun ve sığır etinin payının hızla düşmesi
üzerinde düşünülmesi gereken sonuçlardır. Aynı dönemde AB (27) ve dünya et üretiminde
çeşitli türlerin yapında meydana gelen değişim de aynı yıllar esas alınarak Grafik 6 ve
Grafik 7’de sunulmuştur.
Çizelge 13. Yıllar itibariyle Türkiye et üretimi (000 ton) ve toplam et üretiminde çeşitli
grupların payı, %
Yıllar Koyun Kıl Keçi Ankara
Keçisi Manda Sığır
Kırmızı
et Kanatlı Eti
(Tavuk+Hindi) Toplam
Üretim (000 ton)
1991 282.1 50.1 5.4 11.3 519.1 868.0 238.8 1106.8
1995 270.1 45.0 3.4 8.5 563.2 890.2 417.5 1307.7
2000 222.8 40.2 1.7 5.3 568.9 838.8 752.4 1591.2
2003 193.9 39.5 1.3 4.3 557.7 796.6 853.3 1650.0
2006 196.8 36.2 0.9 3.9 639.0 876.9 1031.8 1908.6
Toplam et üretiminde çeşitli grupların payı, %
1991 25.5 4.5 0.49 1.02 46.9 78.4 21.6 100
1995 20.7 3.4 0.26 0.65 43.1 68.1 31.9 100
2000 14.0 2.5 0.11 0.33 35.7 52.7 47.3 100
2003 11.7 2.4 0.08 0.26 33.8 48.3 51.7 100
2006 10.3 1.9 0.05 0.20 33.5 45.9 54.1 100
Türkiye et üretimine çeşitli kaynakların katkısını daha ayrıtılı görebilmek için Çizelge
13’te 1991-2006 yılları arası için her grubun topğlam üretimdeki payları verilmiştir.
Çizelgede görüldüğü üzere 1991 yılında Türkiye et üretiminin yaklaşık %25’ini sağlayan
koyunun payı 2006 yılındfa %10’a gerilemiştir. Benzer bir azalma keçi ve manda için de
geçerlidir. Aynı dönemde sığırın toplam üretimdeki payı da yaklaşık % 46.9’dan %33.5’e
inmiştir. Bu süreçte hemen tamamını tavuk etinin oluşturduğu kanatlı etinin toplam
üretimdeki payı ise %21.6’dan %54.1’e yükselmiştir.
Grafikte 6’da görüleceği üzere dünya et üretiminde sığır ve koyunun toplam üretimdeki
payı düşmüştür. Toplam üretime en yüksek katkıyı yaklaşık % 40 ile domuz yaparken,
tavuğun payı % 27’ye yükselmiştir. Bu eğilim AB (27)’de de görülmektedir. AB(27) de
sığırın toplam üretime katkısı yaklaşık %30’dan % 19’a gerilemiş tavuğun payı ise %
20’ye yaklaşmıştır. Aynı dönemde hindi etinin toplam üretimindeki payı % 1 den % 3.8’e
çıkmış, koyun ve keçide az da olsa bir düşme meydana gelmiştir.
16
0%
10%
20%
30%
40%
50%
60%
70%
80%
90%
100%
1991
1992
1993
1994
1995
1996
1997
1998
1999
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
Koyun+Keçi Sığır+Manda Kanatlı
Grafik 5.Türkiye et üretiminde çeşitli türlerin payının değişimi
Dünya, AB (27) ve Türkiye’de et üretimine katkıda bulunan türler esas alındığında en
temel farklılığın Dünya et üretiminde % 40’tan, AB (27) et üretiminde % 50 den fazla payı
olan domuzun Türkiye üretimine katkısının olmamasıdır. Bunun dışındaki bir başka
önemli fark da Türkiye et üretiminde tavuğun payının neredeyse % 60’a yükselmesi, 1970
yılında toplam et üretimindeki payı % 58 olan koyun ve keçinin payının % 12 civarına
gerilemesidir. Sığırın et üretimine katkısında da bir istikrar sağlanamamış olması da dikkat
çeken hususlardandır.
0%
20%
40%
60%
80%
100%
1991
1992
1993
1994
1995
1996
1997
1998
1999
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
Domuz Sığır+Manda Kanatlı Koyun+Keçi
Grafik 6. Dünya et üretiminde çeşitli türlerin payının değişimi
0%
20%
40%
60%
80%
100%
1991
1992
1993
1994
1995
1996
1997
1998
1999
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
Domuz Sığır+Manda Kanatlı Koyun+Keçi
Grafik 7. AB(27)et üretiminde çeşitli türlerin payının değişimi
17
Türkiye’nin et üretim deseninin AB ve dünya et üretim desenine benzemesi, özellikle
domuza dayalı üretim olmadığı için beklenmez. Fakat yine de Türkiye üretim deseninin
Dünya ve AB üretimi deseninden bu denli büyük farklılık göstermesine gerçekçi nedenler
bulmak mümkün değildir. Örneğin Türkiye kanatlı etinin payının bu denli yüksek olmasına
neden olacak özel avantajlara sahip görünmemektedir. Azından yem hammaddeleri, aşı
ilaç hayvan gibi temel üretim unsurlarının ithal edildiği göz önüne alınırsa bu
değerlendirmenin geçerli olduğu düşünülebilir.
Türkiye de domuz eti üretiminin olmamasından kaynaklanan açığın tavuk eti ile
kapatılabileceği düşünülerek, tavuk etinin toplam üretimdeki payının bu denli yüksek
olduğu ileri sürülebilir. Böyle bir değerlendirmeye veri sağlamak için domuz eti dışarıda
tutularak elde edilen toplam üretimde çeşitli türlerin payları hesaplandığında dünya
üretiminde kanatlı etinin payının yaklaşık % 50 olduğu görülmektedir. Bu husus ve üretim
miktarı bir arada düşünülürse; kanatlı eti üretiminin payının yüksekliğine şaşmamak
gerektiği söylenebilir. Ama esas önemlisi mevcut üretim seviyesi Türkiye’nin hiçbir
kaynağını ihmal edecek durumda olmadığı göstermektedir. Özellikle geçmiş yıllar üretimi
daha yüksek olan koyun ve keçi eti üretimini artırmaya önem verilmelidir.
3.2.2.Türkiye’nin Süt Üretimi
Dünya süt üretiminde temel unsur, halen dünya süt üretiminin yaklaşık % 85’ini sağlayan
sığır olmuştur. Fakat 1970–2003 arasındaki dönemde sığırın payında bir düşme (% 92’den
% 84’e), buna karşılık mandanın payında bir artış (% 5’den % 13’e) olduğu dikkat
çekmektedir. AB (27) söz konusu olduğunda durum biraz değişmekte neredeyse süt
üretiminin tamamı (% 97) sığırdan elde edilmektedir. Türkiye süt üretimi Çizelge 14’te de
görüleceği üzere 12.3 milyon ton kadardır. Bunun % 91.5’i sığırdan sağlanmaktadır.İkinci
sırayı ise % 6.3 ile koyun sütü almaktadır.
Çizelge 14. Çeşitli türlerden sağlanan süt üretimi12
, ton
YILLAR Koyun Keçi Sığır Manda Toplam
2000 774 380 220 211 8 732 041 67 330 9 793 962
2001 723 346 219 795 8 489 082 63 327 9 495 550
2002 657 388 209 622 7 490 634 50 925 8 408 568
2003 769 959 278 136 9 514 138 48 778 10 611 011
2004 771 715 259 087 9 609 326 39 279 10 679 406
2005 789 878 253 759 10 026 202 38 058 1 107 897
2006 794 681 253 759 10 867 302 36 358 11 952 100
2007 782 587 237 487 11 279 340 30 375 12 329 789
Son yıllarda Türkiye süt üretimine katkıda bulunan türlerin payında da büyük değişiklikler
olmuştur. Sığırın toplam süt üretimindeki payı % 80’lerden % 91.5’e çıkarken koyun, keçi
ve mandanın payı % 20’lerden % 8.5’e gerilemiştir. İlk bakışta bu değişim olumlu
algılanıp, koyun ve keçinin et üretimine kaydırıldığı düşünülebilir. Fakat hem hayvan
sayıları, hem de et üretimi ile ilgili değerlendirmeler hatırlanırsa, bu türlerden sağlanan her
türlü üretimin düştüğü, yani bunların üretimden dışlandığı gibi bir sonuca varılır ki, bu
ülke için oldukça üzücü ve tehlikeli bir durumdur.
12
http://www.tuik.gov.tr
18
4. TÜRKİYE’DE HAYVANSAL ÜRETİM UNSURLARI
Daha önceki bölümlerde verilen bilgiler ve yapılan mukayeselerden Türkiye’nin
hayvancılığa büyük önem veren ve büyük ölçüde hayvansal üretim yapan bir ülke
olmadığı, hatta hayvancılık sektörünün gerçekleştirebildiği protein üretiminden kişi başına
düşen miktarın giderek azaldığı anlaşılmış olmalıdır. Bu değişimde şüphesiz birim başına
verimlerde sağlanan artışın, nüfus artış hızı ve hayvan varlığındaki azalmadan ortaya çıkan
kaybı karşılayacak düzeyde olmamasının payı vardır. Öyle ki, özellikle son 20 yılda, başta
koyun ve keçi olmak üzere birçok türde mevcut durum bile korunamamıştır. Hayvan
varlığının düşmesi, yani sayısal azalmanın şekillenmesi, değişik nedenlere bağlanabilir.
Bunlar; ülke politikalarını belirleme sorumluluğu taşıyanların bazı alanları yok sayma
eğiliminde olmaları, ülke kaynaklarını yeterince tanımamaları, bu kaynakları geliştirmek
yerine genellikle daha kolay sonuç vereceği varsayılan yolları tercih etmeleri ve kısa süreli
politik kaygılara öncelik vermeleri ile tarımsal ve sosyal yapıdaki değişimin doğru
algılanmaması şeklinde sıralanabilir.
Türkiye hayvansal üretiminin önemli bir bölümü bitkisel üretimle hayvansal üretimin iç içe
olduğu işletmelerde gerçekleştirilmektedir. Hayvansal üretimin doğası ve Türkiye’nin
sosyo-ekonomik gerçeklerinin bir sonucu olarak ortaya çıkan bu yapının büyük ölçüde
değişmesi de beklenmemelidir. Toprağa bağımlılığı son derece az ve entansifleşmeye
yatkın üretim kollarından biri olan tavukçuluk ve Türkiye'deki haliyle sığır ve koyun
besiciliği ile hindicilik bu öngörünün dışında tutulabilir. Gerçi besicilikte de, çok hızlı
olmasa da, hayvanı ve yemi gerçek üreticilerden satın alarak bir araya getirenlerin bir
bölümü işi bırakmaktadır. Buna karşılık bu iki unsurdan, hayvan ve yemden, en az birini
üretebilen besiciler yaygınlık kazanmaktadır.
Süt sığırı ile koyun ve keçi yetiştiriciliği yapanların çoğu, süt sığırcılığında daha fazla
olmak üzere, şu ya da bu ölçüde bitkisel üretim yapmak durumundadırlar. Yakın gelecekte
bunların yem üretimine ayıracakları kaynakların da artması beklenmelidir. Son yıllarda süt
sığırı yetiştiricileri sulu kaba yem üretiminde ciddi sayılabilecek ilerlemeler sağlamışlardır.
Türkiye’de hayvancılık sektöründen sağlanan üretimde küçük aile işletmelerinin payı
oldukça fazladır. Çok uzun sayılmayacak bir sürede bunların sayısı azalacak, buna paralel
olarak orta ve büyük işletme sayısı dolayısıyla da buralardan sağlanan üretim artacaktır.
Bunun belirtilerini şimdiden görmek mümkündür. Özellikle arazi varlığı ile yatırım ve
işletme sermayesi yetersiz olan üreticilerin sektörden ayrılmasına neden olacak bu değişim,
istihdam bakımından önemli sorunlara yol açma potansiyeli taşımaktadır. Gerçi diğer
sektörlerde istihdam kapasitesi yaratılmadan böyle bir değişimin ortaya çıkması da zor
görünmektedir. Fakat buna rağmen bu yönlü bir değişim olursa, yani sanayi ve hizmet
sektöründe istihdam yaratılmadan küçük işletmeler kapanırsa, Türkiye’nin bazı sosyal
çalkantılarla karşı karşıya kalma ihtimali söz konusu olabilir.
Yukarıdaki kısa açıklamalardan anlaşılacağı üzere hayvansal üretim birbirleriyle ilişkili
çok sayıda unsurun ortak etkisiyle gerçekleştirilmektedir. Bir başka ifadeyle, hayvansal
üretimi etkilediği düşünülen bir unsur aynı zamanda bir başka unsuru da etkilemekte ya da
bir başka unsurdan etkilenmektedir. Bu ilişkiler yumağı yeterince kavranmadan üretim
sistemini tanımlamak ve tanımak, sistemi tanımadan da etkili çözüm önermek pek
mümkün değildir.
Aşağıda üretimi etkileyen unsurlardan Türkiye için önemli görülenlerin bir bölümüne
ilişkin kısa açıklamalara yer verilmiştir. Büyük çoğunluğu çevre olarak nitelenen bu
unsurların tamamına yakını hayvanın ihtiyaçları ve üretim koşullarıyla ilgilidir. Üretimin
diğer önemli unsuru olan hayvan üzerinde de ayrıca durulacaktır.
19
4.1.İşletme Yapısı ve Sayısı
Türkiye'de tarım dışı sektörlerin gelişme hızının düşüklüğü, nüfus artış hızının yüksekliği
ile miras hukuku ve gelenekler gibi unsurlar, işletmelerin parçalanarak zamanla
küçülmesine yol açmıştır. Çizelge 4.1’de yer alan 1950, 1963, 1970, 1980, 1991 ve 2001
yılları işletme sayıları ile ortalama işletme büyüklükleri, bu saptamanın doğruluğunu
ortaya koymaktadır.
Çizelge 4.1. Türkiye'de tarımsal işletme sayısı, ortalama işletme büyüklüğü (da) ve işletme
tiplerinin payı, (%)
YILLAR İşletme
Sayısı
İşletme Tiplerinin Payı* (%) Ortalama arazi
varlığı (da) 1 2 3
1950 2 527 000 - - - 77,0
1963 3 100 900 - - - 55,3
1970 3 058 900 83,30 9,40 7,30 55,8
1980 3 650 900 86,03 2,52 11,45 62,3
1991 4 091 530 72,14 3,43 24,43 52,7
2001** 3.075.516 67,42 2,36 30,22 61,0
*) 1:Bitkisel ve hayvansal üretimi bir arada yapan işletmeler
2:Yalnız hayvansal üretim yapan işletmeler
3:Yalnız bitkisel üretim yapan işletmeler
**) 2001 Genel Tarım Sayımı Tarımsal İşletmeler (hane halkı) Anketi geçici sonucu olan bu değerler bütün
köyler ile nüfusu 5.000’in altında olan yerleri kapsar. Bütün köyler ile nüfusu 25.000’in altında olan il ve
ilçelerde tarımla uğraşan hane halkı sayısı 4.106.983. adet olarak bildirilmiştir.
Çizelgede görüldüğü üzere yaklaşık 50 yıl içerisinde tarımsal işletme sayısı artmış,
ortalama işletme büyüklüğü 77 dekardan 61 dekara gerilemiştir. Türkiye'de yalnızca
hayvancılıkla uğraşan işletmelerin toplam tarımsal işletme içerisindeki payı 1970 yılında
%9,40 iken, 2001 yılında ise %2,36 olmuştur.
Türkiye’de nüfusu 5000’in altında olan yerleşim birimlerinde tarımsal faaliyette bulunan
aile sayısı 3 milyon civarındadır. Söz konusu işletmelerden sadece hayvancılıkla
uğraşanların payı % 2.34 olup, bunların büyük bir çoğunluğunu da bitkisel üretime elverişli
araziye sahip olmayan topraksız çiftçiler oluşturmaktadır. Söz konusu 75 000 civarındaki
işletmenin yaklaşık %27’sini Güneydoğu Anadolu’daki topraksız köylülerin sahip oluğu
koyun-keçi sürülerinin oluşturması da bu yargıyı doğrulamaktadır.
Tarımsal işletmelerin % 67.4’ünde bitkisel ve hayvansal üretim bir arada
gerçekleştirilmektedir. Bunların ortalama arazi varlığı ve tarımsal bölgelere dağılımı
Çizelge 14’te verilmiştir. Çizelgede görüldüğü üzere Türkiye ortalaması olarak ortalama
arazi varlığı 64.3 dekar, işletme başına büyükbaş hayvan sayısı (tamamı sığır kabul
edilebilir) 5.2, küçükbaş hayvan sayısı da 12 baştır.
Türkiye tarımı ile ilgili yapısal sorunlar denildiğinde hemen her kesim; işletmelerin küçük
ölçekli olması, işletme sayısının çokluğu ve tarımda çalışan nüfusun fazlalığını ileri
sürmektedir. Büyüklük konusunda henüz bir değer telaffuz edilmemekte, neredeyse “ne
kadar büyük olursa o kadar iyi olur” anlayışı tek doğru sayılmaktadır. Bu
değerlendirmelerin haklılığını göstermek için de hemen, diğer alanlarda olduğu gibi, AB
ve ABD’nden örnekler verilmektedir. Bu örnekler sunulurken de hemen her zaman
ortalama değerler üzerinden hareket edilmektedir.
20
Çizelge 14. Bitkisel ve hayvansal üretimi bir arada yapan işletmelerin ortalama arazi
varlığı ve hayvan sayısı
İşletme
sayısı
İşletme başına
Arazi varlığı
da
Büyükbaş hayvan
sayısı, baş
Küçükbaş hayvan
sayısı, baş
Türkiye 2 073 600 64.3 5.2 12.0
Orta Kuzey 240 207 92.9 6.0 11.3
EGE 354 692 42.4 5.2 10.9
MARMARA 154 019 64.5 5.7 10.6
AKDENİZ 206 529 50.2 3.3 10.5
KUZEYDOĞU 152 515 79.3 8.9 12.8
GÜNEYDOĞU 221 958 92.8 4.2 25.2
KARADENİZ 367 564 34.5 4.9 4.2
ORTADOĞU 204 834 61.5 5.8 10.7
ORTAGÜNEY 171 282 103.9 4.0 19.5
http://www.tuik.gov.tr’dan sağlanan bilgilerden hesaplanmıştır.
AB ülkelerine ait bazı bilgiler Çizelge 15’te sunulmuştur. Çizelgeden de anlaşılacağı üzere
AB (27) deki yaklaşık 14.5 milyon işletmenin % 71.5’inin arazi varlığı 50 dekarın
altındadır. Bu değer yani 50 dekardan daha az araziye sahip işletmelerin oranı Türkiye için
% 64.8, İtalya için % 73.6’dır. Dünya süt üretiminin yaklaşık % 11’ini AB(27) süt
üretiminin de yaklaşık yarısını üreten Fransa, Almanya ve İngiltere’nin toplam işletme
sayısı 1.25 milyon civarında olup 50 dekar ve daha küçük arazisi olan işletmelerin payı
sırasıyla % 26.0, % 22.6 ve % 37.3’tür. Bu değerlerden anlaşılacağı gibi işletme büyüklük
grupları ülkeden ülkeye oldukça fazla değişmektedir. Bu değişimi göz ardı ederek işletme
büyüklüğü açısından Türkiye’de önemli bir olumsuzluk olduğunu ileri sürmek ve gerekli
işlerin yapılması için bu sorunun çözülmesini beklemek anlamsızdır.
Sorunların çözümünün koşulu işletmelerin ortalama arazi büyüklüğünü artırmak olarak
görülüyorsa, bu iki yolla sağlanabilir. Bunlardan ilki yeni tarım alanları açmaktır. Bu yol
artık dünya için yapılabilir ve geçerli bir yol değildir. Bir ülkede işletme başına arazi
varlığını artırmanın ikinci yolu ise işletme sayısının azaltılması, fakat tarımdan
vazgeçenlerin arazilerinin tarımda kalanlarca kullanılabilmesinin sağlanmasıdır. Bunun
Türkiye için doğru ve uygulanabilir bir yol olup olmadığı tartışılmalıdır. Yalnız bu
tartışmalardan önce örneğin AB27’de 500 dekardan daha fazla araziye sahip işletmelerin
oranının %4.8 olduğu fakat bunların toplam arazinin yaklaşık %61.4’ünü kontrol ettiği
unutulmamalıdır. Türkiye'de 500 dekardan daha fazla araziye sahip işletmelerin oranı %1
civarında, işledikleri alan da toplam alanın %11’i kadardır. Türkiye’deki durumu AB27’ye
yaklaştırmak ancak ciddi ölçülerde mülkiyet kaydırılmasıyla gerçekleştirilebilir. Bu
durumu hem AB27’de hem de Türkiye'de yeni tip toprak ağalığının ortaya çıkması olarak
değerlendirmek de mümkündür. Kaldı ki arazisini büyütmek için toprak satın alacak
kişilerin sermayelerinin olması yanında toprak satma isteği taşıyanların da bulunması
gerekir. Bunlar ancak geleceği tanımlanmış bir ekonomik sistem söz konusu olduğunda
yapılabilir. Yoksa arazi satın alacak kişi tarımın, arazi satancak kişi de tarım dışı
sektörlerin yarınından kuşkulu ise mevcut durum değiştirilemeyecektir. Ülke tarımının
geleceğini olması zor görünen değişikliklere bağlamak yerine, küçük ölçekli işletmelerde
de tarım yapmanın pek ala mümkün olduğunu bilmek ve bunu sağlayacak politikalar
üretmek gerekir. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı başta olmak üzere kamu kurumlarının pek
çoğunun görevi de budur. Bu görevi yerine getirmekle yükümlü olanların kamu arazilerini
ve kamu imkanlarını bir kaç firmanın emrine sunup Suudi Arabistan benzeri işletmeler
kurdurmaları doğru, haklı ve gerçekçi bir yaklaşım değildir.
21
Çizelge 15. AB ve bazı ülkelerde itarımsal işletme sayısı, işletmelerin ortalama arazi
varlığı (da) ve çeşitli arazi büyüklük gruplarının payı, % ,2005 yılı
Ülkeler
İşletme
Sayısı
(1000)
İşletme
başına
alan (da)
>500 da olan
işletmelerin
denetlediği alan,
%
İşletme büyüklük gruplarının işletme
sayısındaki payları
0-49 50-99 100-
199 200-499 500+
AB-15 5843 214.0 67.2 54.6 12.9 10.7 11.3 10.6
AB-25 9688 160.0 63.0 61.6 13.3 9.9 8.3 6.9
AB-27 14479 119.0 61.4 71.5 10.9 7.1 5.7 4.8
Belçika 52 269.0 52.1 26.6 13.0 16.1 27.8 16.5
Bulgaristan 535 51.0 79.1 95.6 1.9 0.9 0.5 1.0
Çekoslovakya 42 842.0 92.6 53.0 11.1 10.4 10.4 15.1
Danimarka 48 536.0 77.0 3.1 19.9 18.6 25.3 33.1
Almanya 390 437.0 72.7 22.6 14.4 18.6 22.7 21.7
Estonya 28 299.0 73.2 45.5 20.2 15.9 10.8 8.3
İrlanda 133 318.0 45.6 6.9 13.9 22.7 38.6 17.8
Yunanistan 834 48.0 15.9 76.3 13.1 6.4 3.4 0.8
İspanya 1079 230.0 69.6 53.5 15.3 11.7 10.3 9.2
Fransa 567 486.0 81.1 26.0 9.2 10.2 19.3 35.2
İtalya 1729 74.0 38.9 73.6 11.9 7.6 4.7 2.2
Güney Kıb.R.Kes. 45 34.0 25.1 87.2 6.9 3.3 1.8 0.9
Litvanya 129 132.0 42.9 47.3 23.6 17.3 8.4 3.4
Letonya 253 110.0 36.8 51.4 26.1 14.4 5.9 2.3
Lüksemburg 2 527.0 84.4 20.8 8.3 8.3 16.7 45.8
Macaristan 715 60.0 71.0 89.7 4.1 2.7 2.0 1.6
Malta 11 9.0 0.0 97.3 1.8 0.0 0.0 0.0
Hollanda 82 239.0 44.8 28.9 14.4 15.9 27.9 13.1
Avusturya 171 191.0 39.4 32.2 18.8 22.7 20.0 6.4
Polonya 2477 60.0 23.5 70.7 14.9 9.6 3.9 0.8
Portekiz 324 114.0 63.3 74.8 11.4 6.6 4.0 3.2
Romanya 4256 33.0 40.0 90.9 6.8 1.5 0.4 0.3
Slovenya 77 63.0 9.8 59.3 25.6 11.4 3.1 0.4
Slovakya 69 274.0 94.2 90.1 2.8 1.8 1.6 3.8
Finlandiya 71 321.0 48.6 9.2 12.3 22.5 37.1 18.8
İsveç 76 421.0 71.4 14.8 17.7 19.5 23.2 24.8
BirleşikKrallık 287 554.0 85.4 37.3 9.8 10.7 16.3 26.0
Türkiye* 3075.5 61 11.3 64.8 18.4 10.8 5.1 0.9
http://www.europa.eu.int, * http://www.tuik.gov.tr’
Özetle ortalama işletme büyüklüğünün artırılmasının mülkiyet kayması ve temel üretim
aracı olan toprağın belirli ellerde toplanması anlamına geleceği akıldan çıkarılmamalıdır.
Kaldı ki, yıllardır uygulanan politikalar ve tarımsal üretimin tabiatı zaten tarımda nüfus
tutmayı ciddi anlamda güçleştirmektedir. Bu sadece Türkiye için değil dünyanın gelişmiş
ve gelişme yolunda addedilen pek çok ülkesi için de geçerlidir. Eğer bu gerçek göz önünde
tutulursa Türkiye'de “tarımda fazla nüfus var tekerlemesi” nin yerini “tarım dışı sektörlerin
işgücü talebi yetersiz” ifadesi alır. Mesele böyle ele alınınca da tarımda fazla nüfusu
tarımın bir sorunu olarak değil ülkenin tarım dışı sorunu olarak görmek gerekir.
4.2.Çayır ve Mera
Çayır ve meralar hayvancılık için ucuz ve sürdürülebilir yem kaynağı olarak
düşünülegelmiş, geniş çayır meralara sahip olduğu varsayılan Türkiye uzun yıllar bir
hayvancılık cenneti olarak nitelenmiştir. Bu hatalı değerlendirme hem meraların daha da
kötüleşmesine zemin yaratmış, hem de hayvancılık için olmazsa olmaz değerdeki yem
bitkileri üretiminin savsaklanmasına neden olmuştur.
Türkiye’nin çayır ve mera varlığı ile ilgili birbirinden farklı verilere rastlanmaktadır. Belki
bu nedenle yayınlarında tarla, sebze vb. ekilen alanlar ile orman alanlarını veren TÜİK,
22
çayır ve mera alanlarına değinmemeyi yeğlemektedir. Buna rağmen, bazı kaynaklarda
yıllar itibarıyla mera varlığı Grafik 4.1’deki gibi ifade edilmektedir. Bu grafikte yer alan
değerler 1935 yılından günümüze mera alanlarının yaklaşık üçte ikisinin kaybedildiğini
göstermektedir. Genel Tarım Sayımı geçici sonuçlarında 2001 yılı mera varlığı 146 milyon
da olarak yer almaktadır. Son yıllardaki farklılık büyük olasılıkla mera tanımlamasındaki
ayrılıktan kaynaklanmaktadır. TÜİK kayıtlarında daha sonraki yıllar mera varlığında bir
değişiklik görülmemektedir.
Grafik 4.1.Türkiye mera varlığı (milyon da)
Çayır mera alanlarının azalması hayvansal üretim için ciddi bir sorun olmakla beraber,
mera tahribatının getireceği problemler de göz ardı edilmemelidir. Tahribatın temel nedeni
meraya karşı hiçbir sorumluluk duyulmadan erken ve aşırı, bir başka ifadeyle, kontrolsüz
otlatmadır. Mera olarak nitelenen alanların bölgelere göre ancak %15-50’sinin bitki ile
kaplı olduğu ve bu alanların kuru ot veriminin 45–100 kg/da arasında değiştiği tahmin
edilmektedir. Nitelikleri bu düzeye inmiş alanları, öncelikle mera olarak değil, erozyondan
korunması gereken alanlar olarak düşünmek daha doğru olur. Buna rağmen bu alanları
hayvancılığın hizmetine hazırlamak için mera ıslahına ciddi olarak eğilmek, sorunun
büyük ve önemli olduğunu kabul etmek gerekir.
4.3. Yem Bitkileri Üretimi
Yem bitkileri tarımı, çayır ve meralardan daha sürekli ve güvenli kaba yem üretiminin tek
yoludur. Türkiye'de nitelikli kaba yem üretimi için tarımı yapılan bitkilerin en önemlileri
yonca, korunga ve mısır (hasıl) dır. Söz konusu yem bitkilerinin 2004 yılı ekim alanı ve
üretim değeri Çizelge 4.2’ de gösterilmiştir.
Çizelge 4.2. Türkiye'de yonca ve korunga otu ile silajlık mısır ekim alanı (1000 da) ve
üretimi (1000 t)
Yıllar
Korunga Mısır Yonca
Ekilen Yeşil
ot
Kuru
ot Ekilen Hasıl Silaj Ekilen
Yeşil
ot
Kuru
ot
2004 1 070 270 330 1 550 600 6 200 3 200 2 300 2 000
2005 1 100 250 420 2 000 460 7 600 3 750 2 100 2 400
2006 1 176 125 496 2 599 433 10
070 4 440 1 815 2 820
443
442
432
378
310
286
280
261
217
217
211
128 14
6
5
105
205
305
405
505
1935
1940
1945
1950
1955
1960
1965
1970
1975
1980
1991
1996
2001
23
Çizelgede görüldüğü gibi yoncadan sağlanan yeşil ot miktarı 1815 bin ton, mısırdan
sağlanan silaj miktarı da 10700 bin ton civarındadır. Özellikle son yıllarda görülen üretim
artışında hayvancılığın desteklenmesi kararı uyarınca gerçekleştirilen yem bitkileri ekimini
destekleme programının önemli katkısı olduğu düşünülmektedir. Bu programın
sürdürülmesi ve hayvansal ürün fiyatlarında istikrar sağlanması üreticilerin yem bitkisi
üretimini daha ciddi bir biçimde ele almasına ve yem bitkileri üretiminin arzulanan
seviyelere taşınmasına katkı sağlayacaktır.
4.4. Karma Yem
Tavukçulukta daha fazla olmak üzere, karma yemin hayvansal ürünlerin üretim
maliyetindeki payı çoğu kez %60-70 düzeyindedir. Türkiye'de yem sanayinin kuruluşuna
yönelik ilk girişim 1955 yılında özel teşebbüs tarafından başlatılmıştır. Daha sonra Yem
Sanayi Türk A.Ş. bir yandan hayvan yetiştiricilerine karma yemi tanıtmaya ve
benimsetmeye çaba harcarken, diğer yandan da özel girişimciler ve kooperatifler ile ortak
fabrikalar kurmuştur. Özelleştirme çalışmalarının ilk yıllarında ortak şirketlerindeki
hisselerini elden çıkaran Yem Sanayi Türk A.Ş., daha sonra kendine ait fabrikaları da
satmış ve devlet bu sektördeki üretim faaliyetine son vermiştir. Halen 500 civarında
fabrikanın faaliyet gösterdiği sektörün yıllık karma yem üretimi, yarısına yakını tavuk
yemi olmak üzere, 7 milyon ton kadardır. Sektörün teknoloji ve bilgi kullanım düzeyi
artmakta, rekabet yükselmektedir. Bunun yanında pek çok işletmede de karma yemin
işletme içinde üretilmesi düşüncesi dile getirilmektedir.
4.5. Sermaye
Bir tarım işletmesinin üretimde kalması, daha verimli ve üretken bir yapıya kavuşturulması
için öncelikle işletme sermayesinin yeterli olması gerekir. Türkiye'de tarım işletmelerinin
çok büyük bir bölümü henüz pazar hedefli üretime geçememiştir. Geçtiği varsayılanların
pek çoğunun da alt yapısı yetersizdir. Özellikle bu açıdan arzulanan dönüşümü başlatmak
ve hızlandırmak için, öncelikle işletmelerin sermaye eksikliği ortadan kaldırılmalıdır.
İşletmelerin sermaye edinmesine katkı sağlayacak unsurlardan ilki ve en önemlisi
üretimlerinden sağladıkları artı değerdir. Ne var ki Türkiye'de işletmelerin büyük bir
kısmı için, çoğu kendilerine bağlı olmayan nedenlerle, henüz bu kaynak sermaye
birikiminin yeterli düzeye gelmesini sağlayacak seviyeye ulaşmamıştır. Bu durumda
sermaye eksikliğini gidermek için akla gelen bir başka yol kamu kaynaklarının devreye
sokulmasıdır. Fakat çok değişik nedenlerle bu kaynak da etkin olarak kullanılamamıştır.
Kısa bir sürede olumlu sayılabilecek değişiklikler olma ihtimali de pek yüksek değildir.
Özel finans kurumları, fiyat ve üretim miktarlarının kestirilememesi söz konusu oldukça,
tarıma kaynak sağlamaya istekli olmayacaklardır. Özetle; tarım işletmelerinin üretim
deseni ve biçimi ile işletmenin yapısını değiştirmeye yetecek ölçüde sermaye birikimi
sağlaması bugüne kadar izlenen politikalarla mümkün olamadığından ve yeterli finansmanı
sağlayacak bir sistem oluşturulamadığından sektörün sermaye yetersizliğine bağlı sorunları
devam etmektedir. Bu eksiklik giderilmedikçe, ki bunu gidermenin yollarından biri düşük
fiyatın önlenmesi diğeri de fiyat istikrarıdır, hayvansal üretimin boyutu, niteliği ve üretim
maliyetlerini olumlu yönde etkileyecek değişimi sağlamak mümkün olmayacaktır.
4.6. Müteşebbis
Türkiye'de 1923’ten itibaren sayısal olarak devamlı artan ve 1980 yılında 25 milyona
yükselen tarımsal nüfus azalma sürecine girmiş ve 1990 yılında 23,1, 2000 yılında da 23,8
milyon olmuştur (Çizelge 4.3). Bunun önemli nedenlerinden biri, ekstansif tarımsal
üretimde yer alan işgücünün bir bölümünün bu alandan çekilmesidir. Çünkü kırsal
kesimde, başta koyun ve keçi yetiştiriciliği olmak üzere, tarımsal faaliyette bulunmak
gençler için cazibesini yitirmiştir. Önceleri bu işlerle uğraşanlar da, başta yaşlılık olmak
üzere, çeşitli nedenlerle işi bırakmıştır.
24
Kısaca kırsal kesimde yaşamayı sürdüren nüfus, tarımsal faaliyette bulunmadan ya da
tarımsal faaliyetinin boyutunu küçülterek, yetersiz de olsa gelir sağlama çabasındadır. İşi
bırakma ya da faaliyet çapını küçültme sürecinde, bitkisel üretime nazaran daha sürekli ve
fazla işgücü gerektiren hayvansal üretim ilk sırayı almıştır. Köylerdeki işgücü kaybı ve
hayvan sayısındaki azalma da bu görüşü destekler nitelikteki gelişmelerdir. Bu durumun
sektöre, üretim koşullarını geliştirme ve buna uygun yetiştiricilik sistemlerini hayata
geçirmede başarılı olacak yeni müteşebbisler katılıncaya kadar devam etmesi
beklenmelidir.
Çizelge 4.3. Şehir ve köy nüfuslarının değişimi (1000 kişi)
Yıllar Şehir Nüfusu Köy Nüfusu Toplam
Nüfus Kişi % Kişi %
1940 4 348 24,4 13 474 75,6 17 820
1950 5 244 25,0 15 703 75,0 20 947
1960 8 860 31,9 18 895 68,1 27 755
1970 13 691 38,4 21 914 61,6 35 605
1980 19 645 43,9 25 092 56,1 44 737
1990 33 326 59,0 23 147 41,0 56 473
2000 44 066 64,9 23 797 35,1 67 863
2007 49 748 70.5 20 838 29.5 70 586
Adrese dayalı nüfus kayıt sistemine göre Türkiye'nin nüfusu 2007 yılı sonu itibariyle
70586256 kişi olarak tespit edimiştir. Bu nüfusun yaklaşık 1 milyonu köy, 50 milyonu da
şehir nüfusudur. Bir başka ifadeyle nüfusun %29.5’i köyde, geri kalan %70.5’i de şehirde
yaşamaktadır.
4.7. Hayvancılık Politikaları
Türkiye’de hayvancılık politikaları hemen tamamen kamu tarafından belirlenmektedir.
Tarımsal üretimin her aşamasında, denetleyici, yol gösterici, destekleyici, vergi tahsil edici
ve dış piyasa ile ilişkileri belirleyici olarak görev üstlenme iddiasında olan kamu örgütü
veya örgütleri, üreticileri ve üretimi ciddi boyutlarda etkilemektedir.
Cumhuriyetin ilk yıllarında, ülkenin yapısı ve imkanları gereği, doğrudan üretim yapma
düzeyine kadar üretimin içine giren kamu son yıllarda daha üst seviyede hizmetlere talip
olma eğilimindedir. Ne var ki tarımsal üretimde üst-alt hizmet gruplarının ayrımında
karışıklıklar yaşanmaktadır. Bu karışıklıkların ortaya çıkmasında, bürokrasinin geçmişten
gelen alışkanlıkları ve beklentileri ile tarımı bir bütün olarak algılamadaki eksikliklerin de
payı vardır. Bunlara ek olarak, zaman zaman siyasi kaygılar ve bazı etkili çevrelerin
yönlendirmesiyle yapılan düzenlemeler de kamunun etkisini gereğinden fazla artıran
yada azaltan sonuçlar doğurmaktadır. Bu tip sonuçlara yol açan uygulamaların sıklıkla
ortaya çıkmasında, düzenleme ve yönlendirme yapma yetkisi olan kamu birimlerinin
birbirleri ile idari bağının zayıf, dolayısıyla koordinasyonun zor olması da etkilidir. Bu
eksikliklerin farkında olunmalı ki, Cumhuriyetin ilanından günümüze, faaliyet alanında ve
iş görme şeklinde ciddi değişiklikler olmadığı halde, tarıma hizmet veren bakanlığın adı
bile defalarca değiştirilmiştir. Her değişiklik yeni masraflara ve yeni değişiklik
beklentilerine yol açmış, fakat örgütün etkinliği arzulanan düzeye yükseltilememiştir.
Türkiye’de çeşitli Bakanlıklar ve sivil örgütler yanında İl Özel İdaresi ve Belediyeler
tarafından da yer yer hayvansal üretime dönük çalışmalar yapılabilmektedir. Özellikle İl
Özel İdareleri hayvansal üretim ile ilgili projeler geliştirip uygulamaya aktarma çabası
içerisindedirler.
Türkiye’nin uygulayageldiği politikalarda ihracata gereken önem verilmemiş, ihracatın
koşullarının gerçekleştirilmesi bir yana zaman zaman yasak ve kısıtlamalar getirilmiştir.
AB ve hayvancılığı gelişmiş ülkelere bakıldığında ihracata önem vermenin gereği ortaya
25
çıkmaktadır. Dünyada üretim yapılan sektörler incelendiğinde de ihracatın amaçlanmadığı
sektörlerin genellikle başarılı olamadığı görülmektedir.
Hayvancılıkla ilgili politikaların belirlenmesi ve öngörülen politikaların benimsenmesinde
yetiştiriciler tarafından kurulan örgütler henüz önemli bir işlev üstlenememişlerdir. Oysa
üretici örgütlerinin politikalara etkili olabilmesi Türkiye açısından oldukça önemlidir.
Çünkü, Türkiye’de yaygın olan küçük ölçekli işletmelerin hem ürün satışı hem de girdi
temininde pazarlık güçleri yetersizdir. Bu durum öncelikle üreticileri, ürünlerini düşük
fiyata satmaya, girdileri de yüksek fiyata almaya mecbur bırakmaktadır. Bu temel
olumsuzluğa ek olarak küçük işletmeler; teknoloji yenileme, ürün çeşitlendirme, ürün
kalitesini yükseltme ve ürünlerini az da olsa işlenmiş ürüne dönüştürme faaliyetlerine de
girememektedirler. Ayrıca, bir araya gelerek ortak hareket imkanına kavuşamamış olan
üreticilerin temel politikalara etkili olma şansları, dolayısıyla çıkarlarını koruyabilme
imkanları da yeterince gelişmemiştir.
Türkiye'de hayvancılıkla ilgili sivil örgütler arasında sayılabilecek kooperatif, dernek ve
birliklerin kurulup yaşatılmaya çalışıldığı bilinmektedir. Daha çok kooperatif ve yetiştirici
birliği niteliğinde olan bu örgütler son yıllarda kısmen etkinlik kazanmaya başlamışlardır.
Fakat katılımcıları ve sayıları az olan bu örgütlerin kalıcı bir yapıya ulaşmaları zaman
alacak gibi görünmektedir. Gelişmiş ülkelerde, bir ırkı geliştirmek ve onu yetiştirenlerin
çıkarını korumak amacı ile oluşturulmuş, ülke çapında örgütlenebilmiş dernek ve
birliklerin geçmişinin 100-150 yıl geriye uzandığı dikkate alınırsa, bu yeni oluşumların
desteklenmeleri ve güçlendirilmeleri zorunluluğu daha iyi anlaşılır. Yalnız bu süreçte
sektörde yanlış anlamalar ve karışıklıklara yol açabilecek düzenlemeler yapmaktan da
kaçınılmalıdır.
Sonuç olarak; ülkemizde pazarlama, girdi temini ve ıslah amaçlı yetkin sivil
örgütlenmelere ihtiyaç vardır. Örneğin, yeterli olmasa da, özellikle süt sığırcılığında
gözlenen bu yönlü çabalar ümit vericidir. Üreticilerin örgütlenme hızını artırma ve
örgütlerin etkinliğini yükseltme amacına hizmet edecek politikaların belirlenip bir an önce
etkin biçimde uygulanmasına özen gösterilmelidir.
Türkiye’de tarım devlet müdahalesi ile en fazla karşı karşıya olan sektörlerden biridir.
Tarımın alt kollarından olan hayvansal üretim de, doğal olarak sık sık devlet müdahalesine
maruz kalmaktadır. Kamunun yönlendirme ve destekleme amaçlı politikalarda en fazla
başvurduğu araçlar teşvik ve sübvansiyon olmuştur. Müdahalelerde çoğunlukla ya gıda
sanayinin hammadde ihtiyacını karşılama ya da tüketiciyi koruma amacı öne çıkarılmıştır.
Oysa üretim yetersizliği olan ülkelerde, devlet müdahalesinin temel amacı; üretimde
sürekliliği sağlamak, üreticiyi korumak, üretimi artırmak ve maliyetleri düşürmek
olmalıdır. Böylece diğer paydaşların da olumlu etkilenmesi sağlanabilecektir.
Bu güne kadar çeşitli isimler altında uygulanan ve hedefi genellikle üretim artışı sağlamak
gibi gösterilen müdahaleleri iki genel grupta incelenebilir:
1. Girdi ve ürün bazında sübvansiyonlar,
2. Taban fiyatı uygulamaları, destekleme alımları ve teşvik primleri,
Günümüzde, gelişmiş ve liberal ekonomiyi benimsemiş ülkeler de dahil, tarımda destek ve
sübvansiyonlar önemli bir yer tutmaktadır. Türkiye'de şimdiye kadar uygulanan belli başlı
teşvik ve sübvansiyonlar;
karma yem sübvansiyonu,
süt teşvik primi
damızlık hayvan teminindeki teşvik ve destekler
et teşvik primi
kaynak kullanımını destekleme
26
yem bitkileri üretimini teşvik
yapay tohumlama uygulamalarını teşvik
buzağı primi
faiz indirimi,
ilaç sübvansiyonu
elektrik sübvansiyonu
doğrudan gelir desteği
hayvan başına destek
bazı hastalıklara karşı aşılama desteği
mazot desteği vb. başlıklar altında toplanabilir.
Kamu, hayvancılıkla ilgili politikalarını bütün türleri aynı önemde görerek ya da türlerin
ekonomik katkılarını dikkate alarak belirlememektedir. Örneğin, hayvancılık denildiğinde
genellikle sığır anlaşılmakta ve uygulamaların pek çoğunda sığır esas alınmaktadır. Bu
anlayışın devam etmesi, gereksiz ve yanlış müdahalelere neden olduğu için, sığırcılık
sektörüne de beklenen yararı sağlamamaktadır.
4.8. Hayvan Sağlığı
Hayvansal üretimin sürekliliği ve karlılığını belirleyen temel unsurlardan biri de hayvan
sağlığıdır. Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze hayvan sağlığı konusunda ciddi
ilerlemeler kaydedilmiş olmasına rağmen, gelinen noktayı yeterli bulmak mümkün
değildir.
Türkiye özellikle salgın hastalıklar konusunda oldukça fazla deneyime sahiptir. Sığır
vebası, Şap, Ruam, Tüberküloz vb. salgınlar ile başarılı mücadeleler vermiştir. Bu
başarılara rağmen, Türkiye henüz bu hastalıklardan bile ari bir hale getirilememiştir.
Salgın hastalıklarla mücadelede başarısızlıkta idari, ekonomik, coğrafi vb. pek çok faktör
bakımından olumsuzlukların etkisi olmuştur. Örneğin, şimdiye kadar ne Türkiye'ye kaçak
hayvan girişini engellemek ne de Türkiye içerisinde hayvan hareketlerini izlemek ve bir
düzene sokmak mümkün olabilmiştir. Özellikle, hastalıklarla mücadelede Türkiye'den geri
olan Doğu ve Güneydoğu komşularımızdan hayvan girişinin engellenememesi, hastalık
tehdidini sürekli hale getirmiştir. Nitekim Türkiye'de ciddi salgınların başlangıç noktası
genellikle bu ülkelere komşu bölgelerde olmaktadır. Bütün bu olumsuzluklara rağmen
salgın hastalıklarla mücadelede stratejisinin, hastalıkları tespit ve önleme hedefinden
Türkiye'yi hastalıklardan ari hale getirmeye değiştirilmesi uygun olacaktır.
4.9Yasal Düzenlemeler
Hayvancılığı doğrudan ilgilendiren ve hazırlıkları uzun zamandır devam eden iki temel
yasa uzun uğraşlardan sonra çıkarılabilmiştir. Bunlardan ilki mera yasasıdır ve bu yasanın
gerekleri yerine getirilmeye çalışılmaktadır. Diğeri, 2001 yılı içerisinde yürürlüğe giren
hayvan ıslahı yasasıdır. Hayvansal üretimi de etkilemesi mümkün görülen üretici birlikleri
yasası ise 2004 yılında yürürlüğe girmiştir. Bu aşamadan sonra, bir yandan değişen
koşullara uygun yasal alt yapı güçlendirilirken, diğer yandan da yürürlükteki yasalarla ilgili
tüzük, yönetmelik ve benzeri düzenlemeler çağa uygun ve günün ihtiyaçlarını karşılayacak
şekle getirilmelidir.
4.10. Genotip (Irk, Tip)
Bu bölümde herhangi bir verimin şu ya da bu seviyede ortaya çıkmasının iki ana
unsurundan biri olan hayvan (genotip) üzerinde durulacaktır. Burada anlatılacak hayvan
unsuru ile bundan önceki bölümde anlatılan ve çevre genel adı altında toplanabilecek
unsurlar arasında birbirlerinin katkısını artırıcı veya sınırlayıcı bir etki söz konusudur.
Örneğin, ithal edildikleri ülkelerde 5-7 ton süt verebilen sığırlardan Türkiye’de 2-3 ton süt
(bazı işletmeler hariç) alınabiliyor olması bu durumun bir sonucudur. Aynı şekilde
sağlayabildiği çevre koşulları çok iyi olan bir işletmenin, genetik kapasitesi düşük
bireylerin oluşturduğu bir sürüden yüksek verim elde etmesi de mümkün değildir.
27
Sürüsünün verim seviyesini artırmak isteyen üretici, çevre ve genotipik seviyeyi birbirine
uygun hale getirmeli ve bunları birbirine uygun biçimde ve bir arada yükseltecek yollar
bulmalıdır. Yoksa işletmenin üretimi ekonomik olmaktan çıkacak ve bu durumun devam
etmesi işletmenin üretimden çekilmesine yol açabilecektir. Türkiye’de bunun örneklerini
her alanda görmek mümkündür.
Cumhuriyetin ilk yıllarında hayvanlarımızın durumlarını belirleme ve verimlerini artırma
yönünde yoğun çaba harcanmıştır. Daha sonra Türkiye'nin yerli genotiplerinin verimlerinin
düşük olduğu kanaati yaygınlaşmış, hatta anavatanı Türkiye olan Ankara keçisi de bu
gruba dahil edilmiştir. Bu kanaat doğrudan yerli ırkları hedef alan ıslah çalışmalarına
ilgisiz kalınmasına, bunun yerine ithalat ve melezlemenin öne çıkmasına yol açmıştır.
Aşağıda cumhuriyetin kuruluşundan günümüze kadar gösterilen genotipi iyileştirme
çabalarına, türler bazında kısaca değinilecektir.
Sığır
Herhangi bir bölge ya da yörede uzun yıllar yaşayarak belirli özellikler kazanmış ırklara
“yerli ırklar” denilmektedir. Yerli ırkların oluşum sürecinde insan müdahalesi yok denecek
kadar azdır. Türkiye'nin yerli sığır ırkı olarak kabul edilenler; Boz Irk, Yerlikara, Doğu
Anadolu Kırmızısı ve Güney Anadolu Kırmızısı’dır. Bunlardan Boz Irk hemen hemen
ortadan kalkmış, Güney Anadolu Kırmızısı da (Kilis) oldukça azalmıştır. Yerlikara ve
Doğu Anadolu Kırmızısı’nın ise saf örneklerinin bulunması gün geçtikçe zorlaşmaktadır
Oldukça düşük verimli olan yerli ırkların kendi içlerinde ıslahı çabaları bir müddet devam
ettirilmiştir. Fakat sağlanan gelişmenin özellikle koşulları iyileştirebilen işletmelerin
ihtiyacını karşılamaktan uzak olduğu anlaşılınca, tamamı devlet işletmelerinde yürütülen
yerli ırkların ıslahı çabalarına son verilmiştir. Bu anlayışın gereği olarak, Güney Anadolu
Kırmızısı hariç, diğer ırklardan sürüler ya dağıtılmış ya da Esmer ırkla melezlenmiştir.
Esmer ırkın Türkiye'ye getirilişi cumhuriyetin ilk yıllarında (1925) olmuş, diğer ırkların
ithaline ise bundan yaklaşık 35 yıl sonra başlanmıştır. Ülkede en fazla talep edilen Siyah
Alaca’nın (Holstein Friesian) getirilişi 1958 yılına rastlamaktadır. Aynı yıl bu ırkın
yanında, sütçü bir ırk olarak kabul edilen Jersey ile etçi ırklardan Aberdeen-Angus ve
Hereford da ithal edilerek kamuya ait birkaç işletmede yetiştirilmeye başlanmıştır. Bu
tarihten yoğun ithalatın başladığı 1987 yılına kadar olan yaklaşık 30 yıllık dönemde,
Siyah-Alaca ve Esmer ırka ek olarak, az sayıda Angler ve Simental’in ithali yoluna da
gidilmiştir. Genellikle ithal edilenlerin saf yetiştirilmeleri amaçlandığından bu ırklar
başlangıçta devlet işletmelerinde tutulmuşlardır. Fakat zamanla uygulamanın etkisiz ve
yetersiz kaldığı anlaşılmış ve Türkiye'de damızlık nüve işletmeler tesis edip geliştirme
amacını gerçekleştirecek bir Genel Müdürlük (Hayvancılığı Geliştirme Genel Müdürlüğü)
bile kurulmuştur. Ne var ki bütün bu çabalar hala arzulanan sonucu ortaya çıkaramamıştır.
Saf yetiştirme çalışmalarının populasyona etkisinin düşük olduğu anlaşılınca, bu çabalara
ek olarak, geç de olsa, melezleme çalışmaları yaygınlaştırılmıştır. Melezlemede, kültür ırkı
boğaların doğrudan kullanımı yanında, suni tohumlamadan da yararlanılmıştır. Hangi araç
kullanılırsa kullanılsın, melezleme çalışmaları devlet eliyle yürütülmüştür. Fakat özellikle
1986-1995 yılları arasında söz konusu çalışmalar hız kaybetmiş, bunun yerine bütün
kaynaklar tekrar kültür ırkı gebe düve ithalatına yönlendirilmiştir.
Türkiye'ye 1986-1995 yılları arasında şimdiye kadar sözü edilenlerin dışında ırklar da
(Montbeliard, Limousin vb) getirilmiştir. Etçi ırklar yaygınlık kazanmamış, besiye uygun
olmayan Jersey ırkı da, birçok yerde kombine verimli ırklar ile rekabete dayanamamıştır.
Kültür ırkı ve kültür ırkı melezlerinin toplam sığır varlığı içerisindeki payları Çizelge
4.4’te gösterilmiştir.
28
Çizelge 4.4. Yıllar itibarıyla sığır varlığında çeşitli genotiplerin payı, (%)
Yıllar Kültür Irkı Kültür Irkı Melezi Yerli Irk
1990 8,90 32,26 58,84
2000 16,78 44,03 39,19
2004 20,96 43,64 35,40
2007 29.86 40.46 29.68
Çizelgede görüldüğü gibi Türkiye’de kültür ırkı ve kültür ırkı melezleri toplamının 1990
yılında yaklaşık %40 olan payı 2007’de%70’i geçmiştir. Bugünkü seviyenin ortaya
çıkmasında hem saf yetiştirme hem de melezleme çalışmalarının önemli rolü olmuştur. En
yoğun şekilde 1986-1996 yılları arasında gerçekleştirilen gebe düve ithalatının da, özellikle
kültür ırkı sığır oranının artışına katkısı olduğu düşünülebilir. Çünkü bu dönemde ithal
edilen gebe düve miktarı 275.000 başı geçmiştir. Buna rağmen Türkiye'de sağılan kültür
ırkı inek sayısının hâlâ bir milyon baş civarında olması dikkat çekicidir.
Koyun
Daha önce ifade edildiği gibi, Türkiye’de hayvancılığın iyileştirilmesi ve ıslah çalışmaları
denildiğinde genellikle sığır dikkate alınmıştır. Hem bu anlayış hem de koyunculuğun
yapısı, sığıra göre daha kolay görünmesine rağmen koyun ıslahında ciddi bir başarı elde
edilmesini engellemiştir. Özellikle melezlemeye yönelik çalışmaların yaygınlık
kazanmamasında Türkiye koyun ırklarının büyük çoğunluğunun yağlı kuyruklu olmasının
payı olduğu düşünülebilir. Çünkü yağlı kuyruk, hemen tamamı ince kuyruklu olan kültür
ırklarının doğal aşımını engellemektedir. Bu durumun olumsuz etkisini azaltmak için yerli
koyunların kültür ırklarından gebe bırakılmasında suni tohumlamaya başvurmak
gerekmektedir. Ne var ki, bu konuda önemli bir başarı sağlanamamış, 1934 yılında
başlatılan Merinosla melezleme çalışmaları ve daha sonraki yıllarda yapılan çalışmalar
sonucunda merinos ve melezlerinin payı günümüzde ancak %3-4 seviyesine
ulaştırılabilmiştir. Yapay tohumlama çalışmalarından da tamamen vazgeçilmiştir.
Merinoslaştırma çabaları sonuçsuz kalınca, 1986 yılında etçi ırkların ithali gündeme gelmiş
ve tanınmış etçi ırklardan koç ve koyunlar Türkiye'ye getirilmiştir. Birçok bilimsel
çalışmaya da konu olan bu çabaların bu güne kadar yaygın bir etkisi ortaya çıkmamıştır.
Bunda, çalışmaların izlenmemesi ve üreticiye bu çalışmaların herhangi bir ürününün,
üretimin sürdürülebileceği koşullar sağlanarak sunulamamasının da payı olduğu
düşünülmelidir. Türkiye'de, pek etkili olmasa da, yeni ırk ve tipler geliştirmeye yönelik
çabalar devam etmektedir. Elde edilen yeni genotiplerden bir bölümünün, henüz pek
yaygınlık kazanmamış olsalar da, gelecekte etkili olacakları beklenmelidir.
Keçi
Türkiye keçi populasyonu esas itibarıyla iki grupta incelenebilir. Bunlardan ilki esas verimi
tiftik olan Ankara keçisi, diğeri de et ve süt üretiminden yararlanılan kıl keçileridir. Ancak
kıl keçileri içerisinde sayıları çok az da olsa Kilis, Malta, vb. sütçü keçi ırklarının varlığı
bilinmektedir.
Türkiye'de sahayı etkileyecek ölçüde yaygınlık kazanan ıslah edilmiş keçi genotipinden
söz etmek mümkün değildir. Çünkü keçi ıslahına yönelik çalışmalar (ister saf yetiştirme ve
seleksiyon, ister melezleme) yeni yeni devlet işletmeleri dışına çıkmaya başlamıştır. Daha
önceden de vurgulandığı gibi, AB ülkeleri de dahil, pek çok ülkede keçi üretiminin önemi
artmaktadır. Ama Türkiye’de Çevre ve orman Bakanlığı öncülüğünde Kıl keçisi
yetiştiriciliğinin tamamen ortadan kaldırılmasını hedefleyen uygulamaların ülke
politikaları haline getirilmesine çalışılmaktadır. Bu son derece yanlış ve yanlı bir anlayıştır.
29
Yıllardır çeşitli yönetimlerin göz yumması sonucu, insanlar tarafından yok edilen orman
katliamlarının sorumlusu keçiler değildir.
Ankara keçisi, dünyaya Orta Anadolu'dan yayılmış bir ırktır. Önceleri ancak birkaç ülkede
ciddi anlamda yetiştiriciliği yapılabilirken, günümüzde Avrupa ülkeleri de dahil, pek çok
ülke Ankara keçisi yetiştiriciliğine eğilmiştir. Fakat bu süreçte Türkiye'de, hem
yetiştiricilik düzeyinde hem de Ankara keçisi sayısında telafisi zor gerilemeler meydana
gelmiştir. Şayet bu ilgisizlik ve aldırmazlık devam ederse, yakın gelecekte Türkiye'de
Ankara keçisi yetiştiriciliği ve Ankara keçisi ortadan kalkacaktır. Hiç iç açıcı olmayan bu
öngörünün gerçekleşmemesi için gerekli önlemlerin alınması tüm kesimlerin görevi
olmalıdır.
Manda
Türkiye’de özellikle eti ve sütü özel ürünlere işlenen manda türü neredeyse yok olma
sürecine girmiştir. Öncelikle bu tür belirli yörelerde muhafaza altına alınmalı, zamanla da
uygun özel ürünleri ön plana çıkarılmalı ve yetiştiriciliği desteklenmelidir.
Tavuk
Teknik parametreleri bakımından dünyanın gelişmiş ülkeleri ile benzer değerlere sahip
olan tavuk yetiştiriciliği, Türkiye’nin hayvansal üretimine ciddi katkılar sağlamaktadır.
Son yıllarda toplam et üretiminde hindi türünün de kervana katılması, başta tüketici ve et
sanayicisi olmak üzere pek çok kesime yarar sağlamıştır. Damızlık ve yem gibi girdileri
bakımından dışa bağımlılığı yüksek olan tavuk ve entansif hindi eti üretiminde öncelikle
pazar ve damızlık sorunu üzerinde durulmalı, özellikle aşırı fiyat dalgalanmaları ile düşük
fiyata dayalı sorunlar aşılmaya çalışılmalıdır. Bu noktada ihracatın çok önemli bir seçenek
olduğu unutulmamalıdır.
Hindi
Son yıllara kadar hindicilik; birkaç kamu işletmesinden dağıtılan Amerikan Bronz
genotipinden palazlar ile genellikle köylerde hindiye dayalı olarak gerçekleştirilen kuluçka
işlemi sonucu elde edilen hayvanlara dayalı olarak yürütülmüştür. Son yıllarda Türkiye
hindicilik sektörü hemen tamamen entansif nitelik kazanmıştır. Kamu işletmelerinde
gerçekleştirilen üretim durdurulmuştur. Sektör, tavukçulukta olduğu gibi, damızlık
temininde tamamen dışa bağımlıdır. Bu durumun yakın zamanda değişmemesi
beklenilmemelidir.