19

Editör’den - Somuncu Baba Dergisi · 2017-10-16 · setmekle yetinmemiş, tedavi yöntemleri ve şifalı bitkiler-den oluşan ilaçlar da tavsiye etmiştir. Zira nebevî tıpta

  • Upload
    others

  • View
    13

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: Editör’den - Somuncu Baba Dergisi · 2017-10-16 · setmekle yetinmemiş, tedavi yöntemleri ve şifalı bitkiler-den oluşan ilaçlar da tavsiye etmiştir. Zira nebevî tıpta
Page 2: Editör’den - Somuncu Baba Dergisi · 2017-10-16 · setmekle yetinmemiş, tedavi yöntemleri ve şifalı bitkiler-den oluşan ilaçlar da tavsiye etmiştir. Zira nebevî tıpta

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), sağlık ve teda-vi konusunda fevkalade bir bilinç oluşturmuş, derdi de devayı da verenin Allah (c.c.) olduğunun bilinmesini, sıkıntılar karşısında sabredilmesi ge-rektiğini etrafına hatırlatmıştır.

Hadis-i şeriflerinde, mü’minin başına gelen herhangi bir bela veya rahatsızlığın onun günahlarına kefaret ola-cağını belirtmiştir. Hatta Enes b. Mâlik’le birlikte, gözünden rahatsız olan Zeyd b. Erkam’ı ziyarete gittiklerinde, “Eğer gözündeki bu rahatsızlık devam eder de sen de sabredip karşılığını Allah’tan beklersen, kesinlikle Yüce Allah’a günahsız bir şekilde kavuşursun.” müjdesini vermiştir. Hastalıklar hususunda, “Te-davi olun.” buyurmaktadır. “Tedavi olmasak bize günah olur mu?” diye soran insanlara şu cevabı vermiştir: “Allah’ın kulları! Tedavi olun. Zira Yüce Allah, yaşlılık dışında bir dert ver-diyse, mutlaka beraberinde şifa(sını) da vermiştir.”

Rasûlullah’ın sünnetine uygun bir yaklaşımla hayata bakmayı öğrenenler, hastalığı ni-mete dönüştürebilirler. Ziyaretçiler ve yakınları hastaya verecekleri moral ve pozitif bakış açısıyla onun kendisini toparlamasını, hastalığı yenmesini sağlayabilirler. Yine hasta ya-kınları, dua edip iyileştiğinde yapabileceği hayırlı işleri ona hatırlatmak suretiyle, sonraki hayatına yön verebilir, güzelliklere teşvik edebilirler. Ölümü temenni etmemesini tavsiye etmek suretiyle hastayı hayata tutunmaya özendirmek de çok önemlidir. Sahabî Habbâb b. Eret, kendisini ziyarete gelen Hârise b. Mudarrib’e; “Hastalığım çok uzadı. Ben Rasûlul-lah’ı, ‘Ölümü istemeyin.’ derken duymasaydım, (kurtulmak için ölmeyi) isterdim.” demiştir. Bu nedenle, karşılığını Allah’tan bekleyerek teslimiyeti ve sabrı tercih etmeyen huysuz hastalar Hz. Peygamber (s.a.v.)’i rahatsız etmiştir. Peygamberimiz’in kendisi, sağlık alanın-daki bilgi ve birikimiyle, tedavi yöntemlerine ilişkin çeşitli uygulama ve tavsiyelerde bulun-muştur. Allah Rasûlü’nün tavsiyelerini dikkate alan sahabe de gerek onun döneminde ge-rekse sonrasında kimi zaman onun yöntemlerini uygulamış, kimi zaman da tedavi olmak için hekimlere müracaat etmiştir.

Hz. Peygamber (s.a.v.), tedavi olmanın gerekliliğinden bah-setmekle yetinmemiş, tedavi yöntemleri ve şifalı bitkiler-den oluşan ilaçlar da tavsiye etmiştir. Zira nebevî tıpta tedavi maksadıyla ilaç kullanmanın önemli bir yeri vardır. İlaçlı tedavi, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in pek çok uygulamasına konu olmuş, sözlü mesajına da yan-sımıştır. Peygamber Efendimiz; “Tedavi olduğunuz şeylerin en iyisi, buruna damlatılan ilaç, ağza yapılan gargara, kan aldırmak ve müshildir.” buyurmuşlardır.

Editör’den...

Page 3: Editör’den - Somuncu Baba Dergisi · 2017-10-16 · setmekle yetinmemiş, tedavi yöntemleri ve şifalı bitkiler-den oluşan ilaçlar da tavsiye etmiştir. Zira nebevî tıpta

Aile EkiYıl: 3 Sayı: 34

Somuncu Baba Dergisi’nin Ücretsiz Ekidir.

İmtiyaz Sahibi ve Genel Yayın YönetmeniBekir AYDOĞAN

Sorumlu Yazı İşleri MüdürüM. Hulusi ERDEMİR

Yayın EditörleriM. Nazmi DEĞİRMENCİ

Musa TEKTAŞ

Yayın KuruluProf. Dr. Nihat ÖZTOPRAK, Prof. Dr. Ali YILMAZ

Prof. Dr. Sebahat DENİZ, Prof. Dr. Bilal KEMİKLİProf. Dr. Abdullah KAHRAMAN,

Prof. Dr. Ali AKPINAR

Grafik Tasarım ve Uygulamaİrem BAYRAKTAR

Yapım

www.grafiturk.com.tr

Baskıİhlas Gazetecilik A.Ş.Tel: 0 (212) 454 30 00

Basım-Yayım-Dağıtım-PazarlamaVİSAN İktisadi İşletmesi

Zaviye Mah. Hacı Hulûsi Efendi Cad.No: 71 (44700) Darende / MALATYA

Tel: (422) 615 15 00 Faks: (422) 615 28 79

EKİM 2017 / YIL: 24 - SAYI: 204

04

08

12 1822 28

1420

26 30

Doğal Tedavi

Duygu Yoğunluğunda Karar Vermede İstişare

“Derman Arardım Derdime”

Rabb’ime Aşk ile Yoğrulan Ömürler

Ümmü Atiyye (r.anhâ)

Gösteriş Yüklü Her Amel, Helal Duyarlılığını Dinamitler

Osmanlı’da Ailenin Kutsiyeti Şifa Allah’tandır

Tıbb-ı Nebevî Şifa KaynağıZeytinyağıSümeyye Büşra YILDIZ

Zühal ÇOLAK Emine Büşra YÜKSEL

Cansever DOKUZ

Nesibe AYDIN

M. Emin KARABACAK

Halide YENEN

Hilal OTYAKMAZ

N. Nida DURAN

Nilfer Z. AKTAŞ

Page 4: Editör’den - Somuncu Baba Dergisi · 2017-10-16 · setmekle yetinmemiş, tedavi yöntemleri ve şifalı bitkiler-den oluşan ilaçlar da tavsiye etmiştir. Zira nebevî tıpta

DOĞAL TEDAVİ Sümeyye Büşra YILDIZ

Sağlık, Rabb’imizin bizlere bahşettiği en büyük nimetlerden biri. Hastalık gelmeden önce gereken tedbirleri al-

mamızda son derece önemlidir. Koruyucu hekimlik günümüzde büyük önem arz et-mektedir. İlaç tedavileri yanında doğal teda-vilere de ihtiyaç olduğunu görüyoruz.

Tıbb-ı Nebevî’nin, Peygamberimiz’in bes-lenme ve hayat tarzı olduğunu biliyoruz. Hz. Muhammed (s.a.v.) ortaya koyduğu gerek beslenme, gerekse temizlik anlayışıyla koru-yucu sağlık konusunda çok önemli adımlar atmıştır. Müslümanlar olarak bize sadece uygulamak kalıyor.

Tıbb-ı Nebevî’nin özü, aslında bir yaşam biçimidir. Rasûlullah’tan önce Hz. İbrahim (a.s.) döneminde, Hanif dinine göre beslen-mek şeklinde bilinen, Rasûlullah’tan sonra da bizde İslâm tıbbı olarak adlandırılan bir hayat tarzıdır. Bu hayat ve beslenme tarzının, arınmak ve bağışıklık sistemini güçlendirmek şeklinde, iki ayağı vardır. Tabiî bu kanun ve kuralların önderi, sahibi Rasûlullah’ın vefatı-nın üzerinden bin dört yüz yıl geçti. Bugün tıp, koruyucu hekimliğin yapılabilmesi için temel unsur olan arınmanın ve bağışıklık sistemini güçlendirmenin gerekliliğine inan-maya başladı. Ve bin dört yüz yıl gecikmeli de olsa bir kısım insanlar Peygamber Efen-dimiz’i bu konuda tasdikleşmiştir. Bin dört yüz yıl önce bu kadar isabetli sözler nasıl söylenmiş olabilir, diyerek hayranlıklarını giz-leyememiştir.

Bugünkü bilim insanlarının tamamı için bunu iddia edebiliriz. Tıbb-ı Nebevî’de, yer-

yüzünün enerji kaynağı olan güneşten dün-yanın merkezindeki magmaya kadar tüm enerji kaynaklarının insan üzerindeki etkile-rine dair muazzam tavsiyeler var.

İlk olarak okurlarımızın daha çok ilgisini çekebilecek ve onların daha çok istifadesine vesile olacak beslenme usulünden bahsede-biliriz. İnsanlara, mizaca, karaktere, fizyoloji-ye, hastalıklara göre bir beslenme usulünün olması gerektiğini bilim dünyası yeni fark etmiş durumda. Oysa Peygamberimiz’in bin dört yüz yıl önce kendisine gelen hastalara ayrı ayrı tavsiyeleri olmuş.

Değişik yöntemler kullanılmıştır. Mesela; bunlardan biri fitoterapi, yani bitkilerle teda-vi. Bal, çörek otu, kekik vb. gıdaların tedavide bir unsur olabileceğini Peygamber Efendi-miz’den öğrendik. Daha sonraki bütün İslâm tıp âlimleri ve bugünkü bilim gıdanın tedavi yöntemi olabildiğini bize tüm detaylarıyla, ispat etmiştir.

“Tıbb-ı Nebevî’nin, Peygamberimiz’in beslenme ve hayat tarzı olduğunu biliyoruz. Hz. Muhammed (s.a.v.) ortaya koyduğu gerek beslenme, gerekse temizlik anlayışıyla koruyucu sağlık konusunda çok önemli adımlar atmıştır. Müslümanlar olarak bize sadece uygulamak kalıyor.”

6 7

Page 5: Editör’den - Somuncu Baba Dergisi · 2017-10-16 · setmekle yetinmemiş, tedavi yöntemleri ve şifalı bitkiler-den oluşan ilaçlar da tavsiye etmiştir. Zira nebevî tıpta

İkinci bir yöntem; sadaka ile tedavi et-mektir ki bu da çok önemlidir. Beşere hizmet etmek topluma hizmet etmektir. Toplum sağlığını düşünüyorsanız, bunun size ruhsal olarak müthiş bir dönüşü olur. Komşunuz açken sizin vicdanınızın rahat olması müm-kün olmadığı gibi; bu, birkaç yıl sonra olsa da, ruhunuzda travmalara sebep olacaktır. Bu durumda bugün depresyon dediğimiz hastalıkların çıkması mümkün olabiliyor. Peygamberimiz’in ikinci yöntem olarak ısrar-la tavsiye ettiği yöntem olan sadaka ile tedavi etmeye toplumumuz sahip çıkmalıdır.

Aşı yöntemine, farklı koruyucu yöntem-lere, sağlık sigortalarına müthiş paralar ya-tırıyoruz; ama bir İslâm toplumu olmamıza rağmen, Peygamberimiz’in sahih hadisi ol-masına rağmen, sadaka tedavisi nedense hiç aklımıza gelmiyor. Bu biraz geriye itilmiş, hafife alınmış ve bu hafife alınmışlığın bedeli olarak, geçtiğimiz yıl otuz milyon kutu an-tidepresan satılmış. Bu durum, toplumdaki travmanın ne olduğunu bize çok net bir şe-kilde izah ediyor.

Üçüncü bir yöntem olarak; Peygamber Efendimiz’in “Ben ve ashabım hasta olmayız.” dediği bir sır var. Farklı mekânlarda Peygam-ber Efendimiz’e bunun sırrını sorduklarında, “Biz yılda en az bir defa hacamat yaptırırız,

acıkmadan yemek yemeyiz, doymadan kal-karız. Şifa hazımdadır. Midenin üçte biri gıda, üçte biri suyla doldurulmalı geri kalan kısım hazım için boş bırakılmalı.” buyuruyor. Bu bir arınma yöntemidir.

Amerika’da, Çin’de en eski topluluklarda bile “kupa terapisi” adı altında Peygamber Efendimiz’in tavsiye ettiği yöntemlerden biri olan hacamat uygulanmıştır. Hacamatın öne-mini artık tüm dünya, bilim fark etmiş durum-da. Toplumun buna ciddi bir şekilde ihtiyacı var. Tıbb-ı Nebevî’nin insanlık için bir reçete olarak sunduğu tedavi yöntemlerinden üçün-cüsü hacamattır, diyebiliriz.

Belki dördüncü bir yöntemden de bah-sedilebilir. Bu da artık günümüzde bütün dünya tarafından kabul edilen ve bir arınma yöntemi olarak uygulanan açlıktır. Buna biz oruç diyoruz. Maddî-manevî arınmanın bir yolu olarak orucu görüyoruz.

Kısaca bitkisel tedavi hakkında bilgi vere-cek olursak, bilindiği gibi, ilk kimyasal ilaçlar 1900’lü yılların başında insan sağlığı için kul-lanılmaya başlandı. Geçirilen bir yüzyıldan sonra özellikle şeker, depresyon, romatizmal problemler, astım, hipertansiyon, kalp-da-mar sistemi, migren sorunları gibi birçok kro-nik hastalığın inanılmaz şekilde artışı, bütün sağlık profesyonellerini yeni arayışlara itmiş-tir. Bu bağlamda, doğanın iyileştirici gücü ge-rek bitkilerle ve gerekse de bütün doğal te-davi yöntemleriyle tekrar gündeme gelerek, insanlığın bu kadim tedavi metotları , tekrar hastalıkların tedavisinde kullanılır bir hale gelmiştir. Sadece Almanya’da 10 hastanın 7’sinin tedavide bitkileri ve doğal yöntemleri tercih etmesi, bütün dünyadaki ivmenin de-recesini yeteri kadar göstermektedir.

Bugün tüm dünyada hekimler tarafından hastalara bitkisel ürünler reçete edilmekte

ve sentetik ilaç kullanımı özellikle belli hasta-lıklarda tercih edilmemektedir. Üst solunum yolu enfeksiyonlarında, istisnalar dışında ke-sinlikle antibiyotiğe başlanmamakta, bunun yerine bağışıklık sistemini güçlendiren bitki-ler reçete edilmektedir.

Dünya Sağlık Örgütü WHO, tüm ülkelere genelde doğal tıp özelde fitoterapi konusu-na daha fazla eğilmeleri çağrısında bulun-muştur. Özellikle Avrupa ve Amerika’da bu-lunan üniversiteler ve enstitülerde yüzlerce tıbbi bitki konusunda araştırmalar ve klinik çalışmalar yapılmış ve yapılmakta olup ulaşı-lan sonuçlar tüm dünyayla paylaşılmaktadır.

Aslında, tarihte tüm dünyaya doğal teda-vileri öğreten bizim medeniyetimiz olmasına rağmen, ülkemizde tıp fakültelerinde halen bu yöntemlerin öğretilmiyor olması bizim ayıbımız ve utancımızdır. Dolayısıyla mevcut boşluğun tıp misyonuna sahip olmayan ak-tarlar ve şifacılar eliyle doldurulması da tabii ki kaçınılmaz bir sonuçtur.

Hiçbir medeniyetin İbni Sina’sı, Lokman Hekimi, Merkez Efendi’si, Akşemseddin’i yoktur; Akşemseddin sadece din adamı de-ğil aynı zamanda ikinci İbni Sina denilen bir hekimdir. Batılıların “Avicenna” ismiyle an-dıkları ünlü Türk bilginimiz İbni Sina’nın eseri “Tıp Kanunu”, yakın tarihimize kadar Batı’da-

ki birçok tıp fakültesinde ders kitabı olarak okutulmaktaydı! Tarihimizin bu önemli şah-siyetlerini tüm dünya örnek alarak hayli yol almışken ülkemizin durumu ortadadır. Öğ-retir halden öğrenir hale geldik, başka söze ne hacet…

Sentetik ilaçlara benzer şekilde, biyoak-tif etken maddeler içeren bitkilerin ya da bu bitki özlerinin kullanılması esasına dayanan fitoterapinin bitkilerden elde edilen ilaçlarla yapılan tedaviden farkı; bitkinin içerdiği tek bir etken maddenin değil, bitki özündeki tüm biyokimyasal içeriğin kullanılmasıdır. Bu fark, bitkisel tedavilerin kimyasal ilaçlara göre çok daha az yan etkiye sahip olmasının da temel nedenidir. Buna rağmen bitkisel tedaviler, hiç yan etkisi olmayan yöntemler değildir. Zehirli bitkilerin kullanımı, yanlış doz ya da birlikte alınmaması gereken ilaçlarla beraber kulla-nılması sonucunda istenmeyen ve tehlikeli olabilecek yan etkiler oluşabilir. Bu yüzden bitkisel tedavilere ciddiyetle bakılmalı ve amatör yaklaşımlardan kaçınılmalıdır.

Fitoterapi, bağışıklık sistemine bağlı, özellikle kronik hastalıkların tedavisinde ba-şarıyla kullanılmaktadır. Rabb’im bizlere ba-siret versin de değerlerimize sahip çıkalım. Rabb’im bizlere, sağlıklı, mutlu ve huzurlu bir ömür versin. Âmin...

“Sentetik ilaçlara benzer şekilde, biyoaktif etken maddeler içeren bitkilerin ya da bu bitki özlerinin kullanılması esasına dayanan fitoterapinin bitkilerden elde edilen ilaçlarla yapılan tedaviden farkı; bitkinin içerdiği tek bir etken maddenin değil, bitki özündeki tüm biyokimyasal içeriğin kullanılmasıdır.”

8 9

Page 6: Editör’den - Somuncu Baba Dergisi · 2017-10-16 · setmekle yetinmemiş, tedavi yöntemleri ve şifalı bitkiler-den oluşan ilaçlar da tavsiye etmiştir. Zira nebevî tıpta

İstişare; bir konu hakkında doğruya ulaş-mak için fikir alışverişinde bulunmaktır. Başka bir ifadeyle, bir işi yaparken o işin

ehli olan kimselerin görüşlerini almaktır.

İstişarenin Müslümanlar için ne kadar

önemli olduğuna dikkat çekmek için Cenab-

ı Hak Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:

“Yapacağın işi önce meşveret et!”1, “Onların

işleri, aralarında danışma iledir.” 2

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de hakkın-

da nas olmayan konularda ashabıyla hep

istişare etmiştir. Yani Peygamber Efendimiz

(s.a.v.) önemli kararlarda, karar vermeden

önce ashabına da fikirlerini sorar, önemli

olanları dikkate alır ve sonucu için de Allah’a

tevekkül ederdi. Bedir Savaşı’nda karargâ-

hını değiştirmesi, Uhut Savaşı’nda Medine dışına çıkılması düşüncesi olmamasına rağ-men Uhut’a çıkılması, Hendek Savaşı’nda hendek kazılması hep istişare ile olmuştur. Bunun için de Ebu Hureyre (r.a.): “Ben Rasû-lullah’tan daha fazla arkadaşları ile meşveret eden birini görmedim.”3 demiştir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in istişare konusundaki bir örneği de Hudeybiye Ant-laşması sonrasında yaşananlardır. Yukarıda anlattığımız Hudeybiye Antlaşması’ndaki gibi Peygamber Efendimiz (s.a.v.); sıkıntılı zamanlarda yaşanan duygu yoğunluğunda nasıl hareket edilmesi gerektiğini yaşantısıyla göstermiştir. Burada Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Ümmü Seleme annemizle istişare et-miş ve onun dediklerini uygun bulup hemen uygulamaya geçirmiştir. Özellikle duygu yoğunluğu yaşandığı zamanlarda duygusal olarak hareket etmek yerine istişare yapılma-sı ve fiilî hareketlerin sözlerden daha etkili olduğunu göstermiştir.

İnsanların bireyselleşip istişarenin ikinci plana atıldığı günümüzde, özellikle de ço-cuk eğitiminde istişarenin üzerinde daha fazla durulması gerekir. Anne babaların, aile

M. Emin KARABACAK

DUYGU YOĞUNLUĞUNDA

KARAR VERMEDE İSTİŞARE

“İnsanların bireyselleşip istişarenin ikinci plana atıldığı günümüzde, özellikle de çocuk eğitiminde istişarenin üzerinde daha fazla durulması gerekir. Anne babalar, aile içinde istişare ortamları oluşturarak, istişareyi ailenin vazgeçilmezlerinden yapmaları gerekir.”

10 11

Page 7: Editör’den - Somuncu Baba Dergisi · 2017-10-16 · setmekle yetinmemiş, tedavi yöntemleri ve şifalı bitkiler-den oluşan ilaçlar da tavsiye etmiştir. Zira nebevî tıpta

içinde istişare ortamları oluşturarak, istişa-

reyi ailenin vazgeçilmezlerinden yapmaları

gerekir. Özellikle anne babalar, çocukları

ilgilendiren konularda istişare adına çocuk-

ların fikirlerini almalıdırlar. Çünkü çocukla-

rın görüşleri alınmadan verilen birçok karar,

çocuklar tarafından benimsenmeyeceği için

uygulama konusunda da es geçilecektir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in istişare

sünnetini bugün evlerimizde çocuklarımızla

uygulamış olsaydık çocuklarla ilişkilerimiz

bugünkünden çok daha farklı olacaktı. Bu-

gün çocukların söz dinlememe davranışları

ve düşük benlik saygılarının temelinde de

istişare yap(a)mama yatmaktadır.

Nedir Bu Düşük Benlik Saygısı?

Düşük benlik saygısı; kendine güvenme-

mek, sorumluluk almaktan korkmak, yete-

neklerinin altında başarı göstermek demek-

tir.

Aileyi ilgilendiren konularda çocuklarla isti-

şare edilmediği takdirde, çocuklar karar verme

ve sorumluluk alma konusunda kendilerine

güvenemeyeceklerdir. Kendine güvenemeyen

bu çocuklar, büyüdükleri zaman da kendi ka-

rarlarını vermekte zorluk çekeceklerdir.

Yine çocukları ilgilendiren konularda

çocuklarla istişare etmek yerine, “Sen daha

çocuksun, anlamazsın!” ya da çocukların en

küçük olumsuz davranışlarına karşı “Koca-

man oldun, ama hâlâ çocuksu hareketlerin

var!” denilerek çocuklar ikilem içinde bırakıl-

maktadırlar.

İstişare edilmeden büyüyen çocuklar,

uygun model edinemedikleri için de ileride

ne eşiyle ne çocuklarıyla ne anne babasıyla

ne de bir başkasıyla istişare etmeyecektir. Sı-

kıntılı zamanlarında da “Sıkıntı var mı?” diye

sorulduğu zaman, “Bir şey yok, önemli de-

ğil!” diye birçok şeyleri geçiştirecektir. Oysa

duygu yoğunluğu yaşandığı zamanlarda

kararlarını istişare ederek veren aile bireyle-

ri, olası hataların önüne geçmektedirler. Bu-

nun yanında, istişare sayesinde birbirlerinin

değerli olduklarını, birbirlerinin görüşlerini

önemsemelerinin yanı sıra çocukların karar

verirken kendilerine güvenlerini geliştirme-

lerini ve olaylara farklı açıdan da bakmalarını

sağlayacaktır.

Hz. Ali (r.a.)’nin şu sözleri çocuklarla isti-

şarenin önemini çok güzel ifade etmektedir:

“Çocuklarınızla yedi yaşına kadar oynayın,

on beş yaşına kadar onlarla arkadaş olun, on

beş yaşından sonra da onlarla istişare edin.”

SabırSabır kula düşen büyük nimettir,Mayası hüzündür gül ister senden.Açarsan gönlünü bir ganimettir,Yalçın kayalıkta yol ister senden.

Dünya debdebesi üstüne biner,Neden niçin dersen ışığın söner,Gücün yetmez, devran hep böyle döner,Karalar içinde al ister senden.

Dillere destandır Eyyub’un sabrı,Zindandan sultana, Yusuf’un sabrı,Kulu Mecnun eder âşığın sabrı,Acılar içinde bal ister senden.

Çekersin sineye olup biteni,Yeterli görürsün bezi keteni,Verirsin karşıya ipek sateni,Yine taze sürgün dal ister senden.

Sabır zorlu ağaç meyvesi tatlı,Yolu engebeli çıkışı atlı,Elem yedi başlı yedi kanatlı,Hakk’ın rızasında kal ister senden.

Ne gün doğacaktır bilinmez çile,Altın eşik olsa alınmaz ele,Dua Hakk katından düşünce dile,Şükür nimetini bol ister senden.

Rabia BARIŞ

Dipnot

1- 3/Âl-i İmran, 159. 2- Şura, 38. 3- Tirmizi, Cihat, 35.

12 13

Page 8: Editör’den - Somuncu Baba Dergisi · 2017-10-16 · setmekle yetinmemiş, tedavi yöntemleri ve şifalı bitkiler-den oluşan ilaçlar da tavsiye etmiştir. Zira nebevî tıpta

ları, aile içi ilişkileri, ailenin bireyin hayatında oynadığı rol açısından, ister Tuna köyündeki köylere ve şehirlere, ister Fırat havzasına gi-din, ister Kafkasya kıyılarında olun, isterseniz Necef Çölünde, pek farklılık görmezsiniz.” tespitiyle ortaya koymaktadır.

Fransız yazar A. Brayer’ın, 19. yüzyıl Os-manlı (İstanbul) toplumunu gözlemleyerek ailevî özellikler ve münasebetlerle ilgili, Batı toplumlarıyla mukayeseli olarak verdiği şu bil-giler yukarıda ana çerçevesini çizmeye çalıştı-ğımız tespitleri kuvvetlendirmektedir:

“Erkeklerde de kadınlarda da evlat sevgisi çok barizdir. Türklerin hafta tatiline tesadüf eden Cuma günü, bilhassa Ramazan ve Bay-ram günleri sokaklarda Müslüman Türk’ün göğsünü kabartan, oğlunun elinden tutup ağır ağır gezdirdiği, çocuk yorulunca kucağı-na aldığı, daima devam ettiği kahvede yanına oturtup şefkatle hitap ettiği, evladına tam bir ana özeniyle baktığı, ihtiyarlarından gençleri-ne kadar bütün diğer Müslüman Türklerin de çocuğa alakayla baktıkları ve ilerde ihtiyarlık desteği olacak bir oğul sahibi olduğu için baa-yı tebrik ettikleri görülür...

Bu şefkat tezahürlerine başka memleket-lerde de tesadüf edilir; fakat arada dağlar ka-dar fark vardır. İşte bundan dolayı Türkiye’de çocuklar yetişip adam oldukları zaman anala-rıyla babalarını yanlarında bulundurmakla ifti-har ettikleri ve küçükken onlardan gördükleri şefkate mukabele etmekle bahtiyar oldukları halde, başka memleketlerde çok defa çocuk-lar olgunluk çağına girer girmez analarıyla babalarından ayrılmakta, mali menfaatleri hususunda onlarla çekişe çekişe münakaşa etmekte ve hatta bazen kendileri refah içinde yaşadıkları halde onları sefalete yakın bir ha-yat içinde bırakmakta ve zavallılara karşı ade-ta yabancılaşmaktadırlar.”

Fransız yazar Jean Jacques Elisée Reclus de, Osmanlıların aile bağlarını korumaya ver-dikleri değer ve özen bakımından Batı top-lumlarından ayrıldığında hemfikirdir: “Türk, namuslu ve iffetlidir. Yakınlarına çok bağlıdır; elinde bulunan her şeyi onunla paylaşır; karşılı-ğında da hiçbir şey talep etmez. Aile içinde âdil ve müşfiktir. Umumiyetle aile ve izdivaç bağla-rına Avrupalılardan çok daha hürmetkârdır.” Fransız tarihçi yazar J. H. Abdolonyme Ubici-ni, Brayer ve Reclus gibi Osmanlı aile yapısının Batı’dakinden çok farklı olduğu kanaatini des-teklemekte ve temel farklılığı, Osmanlıların dini salâbetlerini korumalarına dayandırmakta:

“Türkiye’de aile hayatının Avrupa’daki an-lamıyla mevcut olmadığı muhakkak. Orada aile, modern cemiyetlerdekilerden ziyade eski çağlardaki düzene benzemektedir. Doğu, bir-çok açılardan Peygamberler devrinde olduğu gibi kalmıştır. Ama unutmamak gerekir ki, o devirlerde aile daha sağlam kurulurdu; hem de cemiyetin temeli olarak değil, cemiyetin ta kendisiydi.” Alman Mareşal Helmut von Moltke ise, Osmanlılarda nişan, nikâh ve ev-lilik akitlerinin önemsendiğine, insan ve top-lum içi ilişkilerde meşruiyet esasına riayette hassas olunduğuna ve Batıdaki uygulamanın aksine evlilik müessesesinin Osmanlı kadınını yücelttiğine şöyle dikkat çekiyor:

“İtiraf etmeliyiz ki, bizde bir genç kız nişan-lılıktan evliliğe geçmekle bir derece daha iti-bardan düşer. Şarkta ise evlilik kadını yüceltir.”Devletin ve toplumun en temel ve sağ-

lam yapı taşı olan aile müessesesi, Osmanlı’da çok önemli ve kutsaldı.

Aile bağları ve ilişkilerinin sıhhati, kuvveti ve devamlılığı, Osmanlı toplumunu diğer top-lumlardan ayırt eden en dikkat çekici unsur-lardan, karakteristik özelliklerdendi. Anne, baba, çocuklar ve yaşlılardan oluşan geniş aile yapısı içerisinde, birkaç neslin bir arada yaşadığı Osmanlı ailesinde, fertler arasında

münasebetleri sağlam ve devamlı kılan iksirler ise şunlardı: Sevgi, şefkat, hürmet, sadakat ve vefa...

Tarihçi İlber Ortaylı, Osmanlıların, Tu-na’dan Fırat’a, Kafkasya’dan Necid Çöllerine değin hükmettikleri büyük coğrafyanın he-men her yerinde muhkem ve yeknesak bir aile müessesesi kurmaya muvaffak olduklarını; “Aile, bu toplumda bir yeknesaklık arz eder. O kadar ki, insanların aile hakkındaki mefhum-

OSMANLI’DA AİLENİN KUTSİYETİ

Zühal ÇOLAK

Kaynakça

Edward Raczynski, 1814’de İstanbul ve Çanakka-le’ye Seyahat, İstanbul, 1980.

A. Ubicini, 1855’de Türkiye, c.2, İstanbul, 1977. İlhan Pınar, 19. Yüzyıl Anadolu Şehirleri, İzmir,

1998.İlber Ortaylı, Osmanlı’yı Yeniden Keşfetmek, İstan-

bul, 2007.Helmut von Moltke, Türkiye Mektupları, Çeviren:

Hayrullah Örs, İstanbul, 1969.

14 15

Page 9: Editör’den - Somuncu Baba Dergisi · 2017-10-16 · setmekle yetinmemiş, tedavi yöntemleri ve şifalı bitkiler-den oluşan ilaçlar da tavsiye etmiştir. Zira nebevî tıpta

DERMAN ARARDIM DERDİME

Halide YENEN

Niyazi Mısrî’nin “Derman arardım derdime, derdim bana derman imiş” dizesini bilmeyenimiz nere-

deyse yoktur. Dilimize pelesenk olmuştur

kimi zaman. Ben Mevlâna’nın şu dizeleriyle

karşılaşmadan önce bu dizeyi anlamakta

zorlanıyor, “Dert insana nasıl derman olur?”

sorusuna bir türlü cevap bulamıyordum.

Mevlâna, Şems-i Tebrizî Divanı isimli ese-

rinde diyor ki:

“Peki, diyorsun, orası ne taraf? Aranıp

durulan taraf. Diyorsun ki ne yana döneyim

yüzümü? Şu başın geldiği yana.

O yana ki meyvelere bu olgunluk oradan

gelmekte. O yana ki taşlara mücevher vasfı

oradan ihsan edilmekte.

Kâfir de dara düşünce o yana yüz çevirir. Bu yandan bir dert gördü mü o yana inanır.

Dertli ol da dert sana kılavuz olsun, o yana götürsün seni. O yana ki dertten buna-lan görür o yanı.”1

İşte bu dizeleri okuduğumda hiçbir has-talığın, fakirliğin, evlat, mal, can kaybının in-san için gerçekte dert olmadığını anlamaya başlamıştım. İnsanın başına gelen en ağır belalar, çaresiz hastalıklar dermanın kendisi oluyordu aslında.

Kur’an-ı Kerim’de, fırtınaya tutulan gemi metaforu vardır.2 Gemi, denizin ortasında fırtınaya tutulup dağlar gibi dalgalar arasın-da kaldığında, kurtuluş için hiçbir çare kal-madığında yolcular ihlasla, can u gönülden Allah’a yalvarıp yakarırlar.

“Hastalar için moral, ilaç kadar etkilidir. Bu sebeple hastaların morali daima yüksek tutulmalıdır. Hasta ziyaretleri, Peygamberimiz’in güzel sünnetlerindendir ve hastanın sevenleri tarafından ziyaret edilmesi, hastanın moralini artırır.”

“Bize düşen hastalıklarımızın, sıkıntılarımızın, sorunlarımızın üstesinden gelmeye çabalarken aynı zamanda onların nasihatine kulak verip öğrencisi

olabilmek. İhmallerimizi, hatalarımızı gözden geçirmek.”

16 17

Page 10: Editör’den - Somuncu Baba Dergisi · 2017-10-16 · setmekle yetinmemiş, tedavi yöntemleri ve şifalı bitkiler-den oluşan ilaçlar da tavsiye etmiştir. Zira nebevî tıpta

Bütün çaresiz dertler böyle değil midir?

“Allah’ım!” dedirtmez mi insana? “Tanrım!”

dedirtmez mi ateiste bile? Hem o andaki yö-

nelişin, yakarışın bir benzerini hangi sıklıkla

yaşarız hayatımızda?

Bu öyle bir yakarıştır, öyle bir yöneliştir ki

Allah’tan başka kurtaracak, şifa verecek, ko-

ruyacak, zararı giderecek hiçbir varlığın bu-

lunmadığını bütün varlığımızda hissederiz.

Bu yakarışa şirkin zerresi bile sızamaz. Başka

kapı yoktur; başka kudret, başka irade, başka

tabip, başka hiçbir şey yoktur. O vardır sade-

ce ve biz O’na sesleniriz, “Allah’ım!” deriz ve

her yer O’nunla dolar. Yegâne hakikat de bu

değil midir zaten?

İşte böyle dermana dönüşüyordu dert.

Derdimiz bize rehberlik ediyor Rabb’imizi

bulduruyordu. Bütün ömrümüz boyunca

arayıp durduğumuz O değil midir? O hedef-

ten bu hedefe, o işten bu işe, o arzudan bu

arzuya, o hazdan bu hazza koşup durmaz

mıyız? Bütün tatminsizliklerimiz asıl mak-

sudumuza ulaşamamaktan, Allah’ı bulama-

maktan kaynaklanmaz mı?

Allah’ı unutmak, Allah yokmuş gibi yaşa-

mak bir insanın başına gelebilecek yegâne

afettir, gerçek musibettir aslında, bir bilebil-

sek! Bunu idrak edebildiğimiz zaman diğer

hastalıkları, dertleri, sıkıntıları, kederleri bela

olarak görmekten vazgeçebilir, imtihan dün-

yasında yaşadığımızın bilincine erebiliriz.

Mustafa Ulusoy’u dinlemiştim bir sem-

pozyumda; “Depresyon, dünyayla ilişkimizi

dengeler.” demişti.

Ne kadar güzel bir bakış açısı! Hastalık-

lardan tutun afetlere kadar başımıza gelen

her şeyin öğreteceği ne çok şey var bize

dünyanın ve bizim hakikatimize ilişkin.

Peygamberimiz, bir yolculuk esnasında

ağaç altında dinlenirken ashabına hasta-

lıklardan ve dertlerden bahseder ve şöyle

buyurur: “Mü’mine bir hastalık gelir, sonra

Allah onun hastalığını giderir ve sıhhat verir.

Bu hastalık müminin geçmiş günahlarına ke-

faret, gelecek hakkında da ona bir nasihattir.

Hastalanıp sonra iyileşen bir münafık ise de-

veye benzer. Hastalanınca sahipleri deveyi

bir yere bağlar, iyileşince de salarlar. Deve

niçin bağlandığını bilmediği gibi niçin salın-

dığını da bilmez.”3

Bize düşen; hastalıklarımızın, sıkıntıları-

mızın, sorunlarımızın üstesinden gelmeye

çabalarken aynı zamanda onların nasihatine

kulak verip öğrencisi olabilmek. İhmallerimi-

zi, hatalarımızı gözden geçirmek. Hedefle-

rimizi, amaçlarımızı sorgulamak. Dünyanın

her şeyinin geçici, tutum ve davranışlarımı-

zın bir hesabı olduğu şuuruyla istikametimizi

belirlemek. Dönüş Allah’adır, başka sığınak

yok.

Çörek otu, latincede nigella sativa olarak bilinen, Akdeniz ülkelerinde, Suudi Arabistan, Afrika ve Asya nın

bir bölümünde yetişen bir bitkidir. Çörek otu, içerisinde insan vücudu için gerekli olan pro-tein, karbonhidrat, yağ asitleri, kalsiyum, po-tasyum, çinko, demir, magnezyum, selenyum, A, B ve C vitaminleri gibi birçok temel besin elamanlarını içermektedir. Ayrıca, bileşiminde bulunan thymoquinone ve nigellone madde-leri şu ana kadar tespit edilmiş ve çörek otu-nun tedavi edici etkilerinden sorumlu olduğu belirlenen maddelerden bazılarıdır. Âlemlerin Efendisi (s.a.v.),

“Şu çörek otunu kullanmaya devam edin, çünkü onda ölümden başka her hastalığa şifa vardır.”, “Muhakkak ki kara habbede samdan başka her derde bir şifa vardır. Sam, ölümdür. Kara habbe ise kendisine şuniz denilen çörek otudur.” hadis-i şerifleriyle çörek otunun öne-

mine 14 asır önce dikkat çekmiş ve günümüz bilimine ışık tutmuştur. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), çörek otunu bizzat kendisi kullanmış ve ashab-ı kirama da değişik vesilelerle tavsi-ye etmişlerdir. Hz. Enes (r.a.), “Allah’ın Elçisi (s.a.v.), hastalandığı zaman, bir avuç çörek otu alıp, onu su ve bal ile karıştırıp içerdi.” şek-linde rivayet etmiştir. Yine başka bir hadis-i şeriflerinde Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.),

Hz. Ali (r.a.) ye “Ya Ali! Yemeklere çörek otu koy. O, ölüm hâriç her derde devâdır.” buyurmuştur. Âlemlere rahmet olarak gön-derilmiş olan Peygamber Efendimiz (s.a.v.), bütün insanlığı her konuda aydınlatmış ve yol göstermiştir. Çörek otunun insan sağlığı için olan önemini de günümüzdeki bilimsel imkan ve araştırmaların olmadığı bir dönemde belirt-mesi ve insanlara tavsiye etmiş olması bunun sadece çok küçük bir örneğidir.

ÇÖREK OTUNUN FAYDALARIBurcu DURMUŞ

Dipnot

1- Mevlâna, Şems-i Tebrizî Divanı, no: 2400, 2402, 2405, 2406.

2- 31/Lokman, 32.

3- Kütüb-i Sitte Muhtasarı, trc. ve şerh: İbrahim Canan, Akçağ Yayınları, c. 7, no: 1993; ayrıca bakınız: http://www.manevibakim.com/bilim_alanlari/tibbi_nebevi/makale_02.asp

“Allah’ı unutmak, Allah yokmuş gibi yaşamak bir insanın başına gelebilecek yegane afettir, gerçek musibettir aslında bir bilebilsek!”

18 19

Page 11: Editör’den - Somuncu Baba Dergisi · 2017-10-16 · setmekle yetinmemiş, tedavi yöntemleri ve şifalı bitkiler-den oluşan ilaçlar da tavsiye etmiştir. Zira nebevî tıpta

ŞİFA ALLAH’TANDIR Emine Büşra YÜKSEL

İnsanlar, ömrünün belli safhalarında çe-şitli sebeplerden kaynaklanan birtakım hastalıklara yakalanırlar. Hiç kimse maruz

kaldığı hastalık sürecini çaresiz bir şekilde geçirmez, çareler arar. İnsanlar, ilk çağlarda tecrübe ile tespit ettikleri bazı bitkilerle teda-vi olmayı denediler. Orta Çağlarda iksir de-nilen ilaçlar yaygındı. İksir; bitki, sıvı, hayvan, maden ve minerallerden elde edilen, her tür-lü hastalığı iyi edeceğine hatta ölümsüzlü-ğü getireceğine inanılan bir içecek türüdür. Yeni Çağ’da ilaçlar bir takım kimyasallardan elde edilmeye başlandı. Son yıllarda insanlar yeniden bitkisel ilaçlara meyletmeye başladı.

Hastalık, aynı zamanda ilahi bir imtihan-dır. Hastalık da Allah katındandır. Allah, yaş-lılık ve ölüm dışında her türlü hastalığın de-vasını da yaratmıştır. Peygamberimiz (s.a.v.), bir hadis-i şeriflerinde “Ey insanlar! Allah, hastalığı da ilacı da yaratmıştır. Öyleyse te-davi olun ancak haram olan şeylerle tedavi olmayın.”1 buyurmuştur. Eskiden insanlar uyuşturucu etkisi sebebi ile şarabı ağrı kesici olarak da kullanıyordu. Bu durum Hz. Pey-gamber (s.a.v.)’e sorulduğunda, “İçki deva değil bilakis hastalık vericidir.”2 buyurmuştur.

Her çağda, o günün ilmî verileri ve tec-rübeleri doğrultusunda çeşitli ilaçlar kulla-nılmıştır. Her ilacın tesiri, kişiye ve hastalığın düzeyine göre farklılık arz eder. Bir kişide olumlu tesir icra eden bir ilaç, bir başkasında aynı etkiyi göstermeyebilir. Peygamberimiz (s.a.v.) de, rahatsızlandığında devrinin he-kimlerine tedavi olmuş ve tedavi olunmasını tavsiye etmiş, “Allah, devasını yaratmadığı hastalık vermemiştir.” buyurmuştur.3

Allah’ın bir sıfatı da eş-Şafi’dir. Bütün hastalıkların ve dertlerin şifası Allah katın-dandır. Hekimin muayenesi ve ilaç tedavisini şifa arayışında bir vesile olarak görmek gere-kir. Bir kimsenin beni filan doktor iyileştirdi,

hayatımı kurtardı; şu ilaç sayesinde iyileştim demesi, şirke kadar götüren yanlış bir düşün-cedir. İnsanı yaratan, yaşatan, gerekmesi ha-linde canını alan Allah’tır.

Hastalar için moral, ilaç kadar etkilidir. Bu sebeple hastaların morali daima yüksek tutulmalıdır. Hasta ziyaretleri, Peygamberi-mizin güzel sünnetlerindendir ve hastanın sevenleri tarafından ziyaret edilmesi, hasta-nın moralini artırır.

Koruyucu hekimlik denilen hastalıklara karşı önlemler, tedavi arayışlarından daha kolay, masrafsız ve etkilidir. Şöyle ki, hasta-lanan kişi, bir taraftan hastalığın ıstırabını çeker, masraf yapar, bu durum çevresindeki insanları da meşgul eder ve üzer. Oysa has-talıklardan korunmak için, beslenmeye, ye-terli vitaminlerin alınmasına, hijyene, iklime ve coğrafi şartlara dikkat edilmesi halinde hastalık ya hiç isabet etmez ya da teğet ge-çer. Koruyucu hekimlikle ilgili anlatılan şu hikâye oldukça anlamlıdır:

Zamanın birinde elim bir hastalığa tutul-muş bir kişi, tavsiye üzerine iyi bir hekime gi-der. Hekim hastasına bakar, birkaç ilaç verir ve der ki ileride yürüme mesafesi ile bir gün-lük yolun sonunda benden daha iyi bir he-kim var. O, hastalığı hastanın gözüne bakar bakmaz teşhis ediyor ve hemen tedavi uygu-luyor. Hasta adam, bir umutla o hekime gi-diyor. Uzman hekim hastaya bakıyor, teşhisi koyuyor ve diyor ki ileri de, bir günlük yürü-me mesafesinde bir hekim meslektaşım var. Sen bir de ona görün, zira o insanlara hasta olmamayı ve hastalıktan korunma yollarını öğretiyor. “Allah bir sıfatı da eş-Şafi’dir. Bütün hastalıkların ve dertlerin şifası Allah

katındandır. Hekimin muayenesi ve ilaç tedavisini şifa arayışında bir vesile olarak görmek gerekir. ”

Dipnot

1. Ebu Davud, Tıb, 11.2. İbn Mace, Tıb, 27.3. Tirmizi, Tıb, 2.

20 21

Page 12: Editör’den - Somuncu Baba Dergisi · 2017-10-16 · setmekle yetinmemiş, tedavi yöntemleri ve şifalı bitkiler-den oluşan ilaçlar da tavsiye etmiştir. Zira nebevî tıpta

Allah’tan sağlıklı ve bereketli bir ömür ge-çirmeniz dileğiyle...

RABB’İME AŞK İLE

YOĞRULAN ÖMÜRLER Hilal OTYAKMAZ

“Haram-helal dengesini en iyi yaşanmış örnekler anlatır.

Her ibretlik olay nefsimizi muhasebeye çekmek için

vesiledir. Bu sebeple sizleri, Güzeller Güzeli İnci Tanemiz (s.a.v.)’in yakın arkadaşları ile

baş başa bırakıyorum.”

Rabb’imden korkmadığın, utanmadı-ğın müddetçe her şeyi yapabilirsin! Rabb’imiz, Kur’an-ı Kerim’de emir ve

yasakları net hükümler ile ortaya koymuştur.

Yaratan, yarattığını en iyi bilendir. Kulunu,

‘yapma’ yerine ‘yaklaşma’ ikazı ile öncesinde

uyarır. Rabb’imizin emanet olarak verdiği ha-

yat maratonunu, O’nun emir ve yasaklarına

takva derecesinde yani şüphelilerden sakı-

narak geçirmek için daimi nefsin haram-helal

dengesini iyi bilmemiz gerekmektedir. İnsan,

Rabb’ini hakikat ile bilmeyi, Rabb’inin emir ve

yasaklarını marifet ile öğrenmeyi, bu güzel-

likleri yaşamayı, zahîrden batına/ bedenden-

ruha doğru yerleştirdikçe Rabb’e olan sevgisi

zamanla aşka döner. Dikeninin batmasından

öte, dikenli yere girmeye dâhi çekinir hâle

gelir. Rabb’e aşk ile bağlılık yolculuğu burada

başlar işte.. Kulunda bu hikmetleri olduran

şüphesiz Rabb’imizdir. O dilediğine verir.

Bizlerde de dilemesi için sürekli çabalamaya

devam etmeli, nefis ile mücâhedeyi yoğun-

laştırmalıyız. Güzel okuyucum! Bu yazılanlar

önce nefsimedir, bilesin…

Haram-helal dengesini en iyi yaşanmış

örnekler anlatır. Her ibretlik olay nefsimizi

muhasebeye çekmek için vesiledir. Bu se-

beple sizleri, Güzeller Güzeli İnci Tanemiz

(s.a.v.)’in yakın arkadaşları ile baş başa bırakı-

yorum. Rabb’im bizleri, salih zürriyetlerimizi,

Onların yolunda daim-baki eylesin. Amin.

Bir de hayâ abidesi Hz. Osman Efendi’mi-

ze bakalım:

Hz. Osman Efendimiz (r.a.), bir gün Pey-

gamber Efendimiz’in kızı Hz. Rukiyye ile

evinde otururlarken cariyelerden biri yemek

getirdi. Hz. Osman, yemekle gelen cariye-

nin yüzüne baktı. Hz. Rukiyye bunu gördü.

Huzursuz oldu. Hz. Osman (r.a.), Onun bu

huzursuzluğunu görünce: “Ya Rukiyye, ben

o cariyenin yüzüne istekle bakmadım. Allah

benim niyetimi bilir ki kasıtlı olarak bakma-

dım.” buyurdu. Validemiz, onun bu sözüne

itimat etti, teselli buldu. Barıştıktan sonra,

Hz. Osman (r.a.), Rasûlullah (s.a.v.)’ın kızı-

nı incitmiş olabilirim diye, yüz köle azat et-

miştir. Hz. Osman (r.a.)’dan melekler dahi

utanırdı, çünkü helal-haram noktasında çok

hassastı. Hz. Osman Efendimiz daima şu

duayı okurmuş: “Allah’ım! Dinimi, İslâm’ımı,

emanetimi, imanımı, avret yerimi sen mu-

hafaza eyle.” Rabb’imin varlıkları adedince

amin, amin, amin. Rabb’im bizlerin diline de

daim nasip etsin.

Onlardaki haram korkusu ve helali incit-

me telaşı bu kadar hassas idi. Rabb’im cüm-

lemize bu güzellikleri daim ihsan eylesin.

Âmin. Vesselam…

Kaynakça

Menkıbeler, ‘Şemseddin Sivasi Hazretleri’nin Dört Halifenin Menkıbeleri’ adlı kitabından alınmıştır. Sufi Kitap- İst.-2016.

22 23

Page 13: Editör’den - Somuncu Baba Dergisi · 2017-10-16 · setmekle yetinmemiş, tedavi yöntemleri ve şifalı bitkiler-den oluşan ilaçlar da tavsiye etmiştir. Zira nebevî tıpta

Cansever DOKUZ

TIBB-I NEBEVÎ

Bir gün Peygamberimiz (s.a.v.)’e bir hekim gelerek herhangi bir hastalık durumunda ilaç ve tedaviye müracaat edilip edilemeyeceği konusunda soru sorunca, Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Sübhânallah! Acaba te-davisini ve ilacını yaratmadan, Yüce Allah, şu yeryüzünde herhangi bir hastalık yaratmış mıdır? Onu bilen bilir. Şayet sen hastalığa tam ve kesin tedavi olan ilacı bulmuşsan, Al-lah’ın takdir ve emriyle, iyileşme gerçekleşir.”1

Başka bir hadis-i şerifte Üsâme b. Şerîk’ten şöyle söylediği rivayet edilmiştir: “Peygamber (s.a.v.)’in yanına vardım. Selam verip oturdum. Bu arada çeşitli bölgelerden bedevîler geldi. ‘Ey Allah’ın Rasûlü, tedavi olabilir miyiz?’ diye sordular. Hz. Peygamber (s.a.v.) de; ‘Tedavi olun. Çünkü Yüce Allah her hastalıkla birlikte şifasını da yaratmıştır. Ancak bir hastalık müs-tesna, o da ihtiyarlıktır.’ buyurdu.”2

Hz. Peygamber (s.a.v.), yaşadığı toplu-mun ulaştığı tıp ve tedavi kültürü ve o coğraf-yanın sunduğu imkânlar çerçevesinde hasta-lıklar ve tedavileri ile ilgilenmiş ve bunlardan İslâm inancına uygun olmayanları ümmetine yasaklamış veya kısıtlamıştır. Bu çerçevede O’nun tıp ile ilgili ilkelerini şöyle özetlemek mümkündür:

Bunlardan ilki, hastalık gelmeden önce

sağlığın kıymetini bilmek yani bugün koruyu-

cu hekimlik denilen şeydir. Bunun için Efen-

dimiz (s.a.v.), yiyip içmesinden uykusuna,

pek çok konuda dengeyi korumaya dikkat

etmiş ve ümmetine bu konuda hem örnek

olmuş hem de tavsiyelerde bulunmuştur.

Mesela bir yandan sağlık için az yemenin,

insanın sofradan daha yemeye isteği varken

kalkmasının önemine işaret ederken; bir yan-

dan da çok fazla oruç tuttuğu için bitkin dü-

şen bir sahabeye; “Kendine işkence etmeni

sana kim emretti?” diyerek onu uyarmıştır.

Bu konuda Peygamber Efendimiz

(s.a.v.)’in önem verdiği bir diğer husus, ehil

olmayanların insanların sağlığıyla oynama-

malarıdır. Bugün tıpçıların; ‘Primum non no-

cere (Önce zarar verme!)’ dedikleri şey bu-

dur. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) tıp bilgisi

olmadığı için yanlış müdahale ile zarar veren

bir kimsenin bu zararı tazmin etmesi gerekti-

İnsan bu dünyaya imtihan için gönderil-miştir. Allahu Teâlâ insanoğlunu, bazen verdiği nimetlerle bazen de vermediği

veya önce verip sonradan elinden aldıklarıyla imtihan eder.

Yüce Allah’ın bu dünyada insana verdiği en büyük nimetlerden biri de sağlıktır. İnsan sağlıkla da hastalıkla da imtihan edilir. Sağ-lıkla imtihanın kazanılması, nimeti vereni bilip O’na şükrünü eda edebilmekle müm-kün olur. Bu da kişinin gücü yettiğince hasta olana şifa, yarası olana merhem, eli olmayana el, gözü olmayana göz, ayağı olmayana ayak

olabilmesidir. Hastalık imtihanının kazanıl-ması ise, kimden geldiğini bilip, isyan etme-den, tam bir teslimiyet ve aktif bir sabırla der-din dermanını aramakla mümkündür. Rasû-lullah (s.a.v.)’in ümmetine emir ve tavsiyeleri de bu yönde olmuştur.

“Hz. Peygamber (s.a.v.) yaşadığı toplumun ulaştığı tıp ve tedavi kültürü ve o coğrafyanın sunduğu imkânlar çerçevesinde hastalıklar ve tedavileri ile ilgilenmiş ve bunlardan İslâm inancına uygun olmayanları ümmetine yasaklamış veya kısıtlamıştır.”

24 25

Page 14: Editör’den - Somuncu Baba Dergisi · 2017-10-16 · setmekle yetinmemiş, tedavi yöntemleri ve şifalı bitkiler-den oluşan ilaçlar da tavsiye etmiştir. Zira nebevî tıpta

O bayram bana ayakkabı almaya karar verdiler. Hazır ayakkabı satan ma-ğaza yoktu şehirde. Tek ayakkabı

yapan dükkânında ayakkabıcı çıplak ayağımı bir kartonun üzerine koydu, iyice basmamı söyledikten sonra ağzındaki kurşun kalemi eline alıp ayağımın çevresini çizdi.

O ayağımın çizildiği karton benim ayakka-bı numaramdı. Günlerce yeni ayakkabılarımın hayalini kurdum. Babamın anlattığına göre, ayakkabılarım siyah ve bağcıklı olacaktı. Ka-pının her çalınışında koştum. Ayakkabılarım bayramdan bir gün önce geldi, siyah bağcıklı. O gün onları giymedim. Bayram gecesi yata-ğımın altına yerleştirdim yeni ayakkabılarımı. Arada bir kalkıp kutusundan çıkartıyor, yere koyuyor, yukarıdan, yandan, önden bakıp duruyordum. Parlak ve yuvarlak burnunu ge-cenin karanlığında kim bilir kaç kez okşadım. Uyku girmedi gözüme.

Sabahleyin ev ahalisi kalktığında, ayakkabı kutusu kucağımda sandalyede oturuyordum ben. Ayakkabımı babam giydirdi. Ayağıma olmamıştı ayakkabılarım, dardı ve canımı yakmıştı. Ama bunu babama söylemedim. O “Sıkıyor mu?” diye sordukça “Hayır.” yanıtını

veriyordum. “Dar, ayağımı acıtıyor.” desem, geri gidecekti ayakkabılarım ve ayakkabıcının hemen yeni bir ayakkabı yapması olanaksızdı.

O bayram sabahı canım yana yana yürü-düm. Bir süre sonra acı dayanılmaz oldu.

Dişimi sıktım. Topalladım. Soranlara “Di-zimi vurdum.” dedim, ama ayakkabılarımın ayağımı sıktığını kimseye söylemedim. Doğ-rusunu isterseniz yaşam da dar ayakkabıyla yürümektir. Kimi zaman dar bir maaş, kimi zaman sevimsiz bir iş...

Kimi zaman bir mekân dar ayakkabı olur bize, kimi zaman bir çevre, Kimi zaman bir sokak, ya da bir şehir... Kimi zaman dostluklar, arkadaşlıklar, beraberlikler bir dar ayakkabıya dönüşür. Kimi zaman zamandır dar ayakkabı, geçmek bilmez.

Kimi zaman zenginlik, kimi zaman başınızı koyduğunuz yastık... Canınız yanar. Topallaya topallaya gidersiniz.

Sonradan öğrendim...

Aslında yaşamın; dar ayakkabı ile yürüme sanatı olduğunu...!

Dipnot

1. Tirmizî, Tıb, 21.2. Ebû Dâvûd, Tıb, 1.3. İbn-i Mâce, Sıyâm, 43.4. Ebû Dâvûd, Tahâret, 125.5. Ebû Dâvûd, Tıb, 11.6. Tirmizî, Tıb, 22.7. Hadislerle İslam, DİB, 7/332 v.d.

DAR AYAKKABISema KORKMAZ

ğini bildirmiştir. Bir defasında yaralı olan ve vü-

cuduna su değmemesi gereken bir sahabeye,

ihtilam olduğu için mutlaka gusletmesi gerek-

tiğini söyleyen ve onun ölümüne sebep olan

kimseler hakkında; “Onu öldürdüler! Allah’da

onları öldürsün! Cehaletin şifası sormak değil

miydi?” buyurarak öfkesini bildirmiştir.

Peygamberimiz, hasta olan sahabelerin

zamanın hekimlerine müracaat ederek te-

davi olmalarını emrettiği gibi, kendisi de bazı

tavsiyelerde bulunmuştur. Coğrafyanın sun-

duğu bazı şifalı bitkiler (çörek otu, kına, öd

ağacı tozu, sinameki, sürme); insanlığın tıp

bilgisi seviyesinde oluşturduğu bazı ilaçlar

(müshil, gargara, burun damlası); bazı yiye-

cekler (bal, zeytinyağı, arpa ve bazı baha-

ratlar karıştırılarak yapılan telbîne bulamacı

vb.); hacamat, perhiz, hava değişimi ve kan

aldırma tıbb-ı Nebevî’de başvurulan tedavi

yöntemlerinden bazılarıdır. Kur’an okumak,

rukye (okuyarak tedavi) ve dua Peygamber

Efendimizin tedaviyi manevi yönden destek-

lemek açısından başvurduğu yöntemlerdir.

O’nun tedavi ilkeleri arasında bazı kısıtla-

malar da vardır. Mesela şarabın tedavi amaçlı

olarak kullanılmasında ısrarcı olan kimselere;

“O, şifa değil, bilakis hastalıktır. Tedavi olun

fakat haramla tedavi olmayın.”5 diyerek kar-

şı çıkmıştır. Ateşle dağlayarak tedavi etmeyi

hoş karşılamamış; zehir türünden bir ilaçla

tedavi olmak isteyen birine bunu yasakla-

mıştır. Ayrıca içerisinde İslam inancıyla uyuş-

mayan unsurların bulunduğu, eski kültürler-

den kalma yöntemlere yönelmeyi; Allah’tan

başka güçlerden şifa dilemeyi yasaklamıştır.

Muska, nazar boncuğu, efsun gibi şeylerle

tedavi olmayı yasaklamış; “Kim (kendisini ko-

ruması için nazarlık gibi) bazı şeyler takarsa,

(Allah’ın himayesinden çıkarak) o taktığı şey-

le baş başa bırakılır.”6 buyurmuştur.

Nebevî tıbbın bir ilkesi de hastalık ânında

sabırsızlık göstermemek, isyana düşmemek ve

ümidini hiç kaybetmemektir. Bunun bir imti-

han olduğunun ve mü’minin ayağına batan bir

dikenin bile ahirette günahlarının bağışlanma-

sına vesile olacağının bilincinde olmaktır.

Netice olarak belirtmeliyiz ki; yukarıda

saydığımız ilaç ve tedavi yöntemleri, Pey-

gamber Efendimiz (s.a.v.)’in yaşadığı dö-

nemde insanların tıp bilgisi çerçevesinde

ulaştığı, o coğrafyanın sunduğu imkânlar

ve insanlığın ulaştığı tıp bilgisiyle geliştirilen

tedavi yöntemleridir. Peygamber Efendimiz

(s.a.v.)’in bu metotları kullanmış olması, in-

sanların başka çağlarda ulaştıkları tıp dene-

yimleri çerçevesinde elde ettikleri yeni ve

değişik tedavi yöntemlerini kullanmalarına

engel değildir.7

26 27

Page 15: Editör’den - Somuncu Baba Dergisi · 2017-10-16 · setmekle yetinmemiş, tedavi yöntemleri ve şifalı bitkiler-den oluşan ilaçlar da tavsiye etmiştir. Zira nebevî tıpta

ÜMMÜ ATİYYE (R.ANHÂ)N. Nida DURAN

Ümmü Atıyye, Medine’de Müslüman ha-nımların cenazelerini yıkamakla ün salmıştı. Peygamberimiz’in ilk kızı, Hazreti Zeyneb vefat edince, cenaze yıkama ve defin hizmeti ona verilen ve bu şerefe nail olan bahtiyar bir hanım sahabiydi.

Kendisinden rivayet edildiğine göre, Rasûlullah (s.a.v.) kızı Zeyneb (r.anhâ)’yı yı-kayacak kadınlara şöyle buyurdu:

“Sağ tarafından ve abdest organlarından başlayın.”

Ciğerparesi kızını bol su ile ve üç, beş, hatta gerekirse daha fazla yıkamalarını istedi.

Yıkama sonunda güzel bir koku kullan-malarını istedi. Yıkama işlemi bitince haber vermelerini söyledi.Yıkama bitince haber ver-diler ve Peygamberimiz izârını onlara vererek; “Bunu kızıma iç gömleği yapınız.” buyurdu.

Ümmü Atıyye (r. anhâ) sabır ehli bir ha-nımdı. Ölüler için matem tutmazdı. Arkasın-dan feryad ü figan ederek gözyaşı dökmezdi.

Kendi erkek evladının vefatından üç gün sonra koku sürünerek insanların içine çık-mıştı. Bu davranışını garip karşılayanlara Pey-gamberimiz’den naklen şu haberi vermişti:

“Bir kadının kocasından başka bir kimse için üç günden fazla matem havasına bürün-mesine müsaade edilmemiştir.”

Kırk kadar hadis-i şerif naklettiği rivâyet edilmiştir. İki tanesi şöyledir:

“Hanım olarak bizler cenazenin peşini ta-kipten men olunduk.”

“Rasûlullah (s.a.v.) bizimle bey’at yapar-ken; feryad ederek ağlamamak üzere bizden söz aldı.”

Hazreti Peygamber (s.a.v.) Efendi-miz’le yedi gazvede bulunma şe-refine nail olan bir hanım sahabi!...

Müslüman kadınların cenazelerini yıkama hizmetiyle ün salan, ashâb-ı kiramın fakihle-rinden sayılan ilmiyle âmil bir sahabi… Rasû-lullah’ın ilk kızı Hazreti Zeynep (r.anhâ)’nın cenazesini yıkama vazifesini yapan ve bu vazifenin kendisine verilmesinden büyük şe-ref duyan bir hanım… Asıl ismi Nesibe binti Haris’dir. Ümmü Atıyye onun künyesidir. Ha-dis rivayetlerinde bu künyeyle ün salmıştır. Peygamberimiz’in hicretinden sonra, huzu-runa varıp biat etmiş İslâm’la şeref bulmuş

hanımlardandır. Rasûlullah Efendimiz’le yedi gazveye iştirak eden Nesibe (r.anhâ) Müs-lüman mücahidlerin hizmetinde bulunmuş; yemeklerini pişirmiş, yaralı olanlarının iyileş-mesi için bütün gayretiyle çalışmış, yaralarını sarmıştır.

Ümmü Atıyye (r. anhâ) dinî emirlere bağ-lı, samimi ve ihlas sahibi olgun bir hanımdı. Şefkat ve merhamet dolu bir gönle sahipti. Allah Rasûlü’ne sadakatinden dolayı bir ana gibi sevilirdi. O herkese hizmet etmeyi sever; hayvanata varıncaya kadar şefkat ve merha-met eder, onlara acırdı.

28 29

Page 16: Editör’den - Somuncu Baba Dergisi · 2017-10-16 · setmekle yetinmemiş, tedavi yöntemleri ve şifalı bitkiler-den oluşan ilaçlar da tavsiye etmiştir. Zira nebevî tıpta

ŞİFA KAYNAĞI ZEYTİNYAĞI

bir ağacın meyvesinden çıkartılmaktadır.” buyurmuştur. Hadiste zeytinyağını sadece yememiz değil sürünmemiz de ayrıca tavsi-ye edilmiştir. Aradan 14 asır geçmesine ve kozmetik olarak bin bir türlü merhem, jel ve likit ortaya çıkmasına rağmen, zeytinyağı yine revaçtadır, üstelik değeri giderek daha da artmaktadır.

Son yıllarda yapılan araştırmalar, zeytinin yalnızca lezzetli bir gıda değil, bunun ya-nında yüksek kaloriye sahip önemli bir be-sin kaynağı olduğunu da ortaya koymuştur. Zeytinin yanı sıra, zeytinin yağı da, önemli bir besin kaynağıdır.

Kur’an’da, zeytin ağacının yağına şu ayet-le dikkat çekilmiştir: “Allah, göklerin ve yerin nurudur. O’nun nurunun misali, içinde çerağ bulunan bir kandil gibidir; çerağ bir sırça içe-risindedir; sırça, sanki incimsi bir yıldızdır ki, doğuya da batıya da ait olmayan kutlu bir zey-tin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç ki) ne-redeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir. (Bu) Nur üstüne nurdur. Allah, kimi dilerse onu Kendi nuruna yöneltip iletir. Allah, insan-lar için örnekler verir. Allah, her şeyi bilendir.”

Yukarıdaki ayette, “mubareketin zeytune-tin” ifadesiyle, zeytin “bereketli, kutlu, uğurlu, sayısız yarar sağlayan” anlamlarına gelen mü-barek sıfatıyla nitelendirilmiştir. “Zeytuha” ifa-desiyle bildirilen zeytinyağı, tüm katı yağların

aksine, tüm uzmanlar tarafından başta kalp ve damar sağlığı için olmak üzere en çok tav-siye edilen yağ türü olarak bilinmektedir.

Zeytinin ve zeytinyağının sağlık açısından faydalarından bazılarını şöyle sıralayabiliriz: Zeytinin besleyici değeri yüksektir. Yüksek oranda protein, bitkisel yağ, A, C, E vitamin-leri, kalsiyum, fosfor, kükürt, klor ve magnez-yum mineralleri içerir. Kalp ve damar sağlığını korur. Cildi yaşlanmanın etkilerinden korur, cilt hastalıklarının oluşumunu önler ve cildi güzelleştirir. Sağlıklı yağlar, skualen (insan cildinin başlıca bileşenlerinden), oleik acidas (kalp, damar ve cilt sağlığına faydalı bir doy-mamış iç yağdır), fenolik antioksidanlar ve vitaminler içerdiği için cilde, metabolizmaya çok faydalıdır. Zeytin ağacının yaprağı ve göv-desi de % 5 çay halinde idrar söktürücü, iştah açıcı ve ateş düşürücü özellik taşır. Zeytinin tansiyon düzenleyici ve şeker hastalığını azal-tıcı etkisi vardır. Zeytinyağı; saç derisini bes-ler, saç dökülmesinin ve kepeğin önüne geçer, saç derisindeki deformasyonları giderir ve yeni saç oluşumunu destekler. Zeytin ve zey-tinyağı düzenli olarak tüketildiğinde sindirim ve bağışıklık sistemlerinin işlevlerini düzenler.

Kalp ve damar sağlığı üzerinde de birçok faydası olan zeytinyağı alternatif tıpta pek çok hastalığın tedavisinde kullanılır.Zeytin… Sahip olduğu besin değeri ile

insan sağlığını koruyan bir mucize… Çok eski çağlardan bu yana tüke-

tilen zeytin, zamanla önemini daha da art-tırmış, sofralardaki daimi yerini alarak insan sağlığının önemli bir koruyucusu olmuştur. Besin değeri oldukça yüksek olan zeytin, aynı zamanda yağıyla da sağlığa olan katkı-sını arttırmaktadır. Sağlığa olumsuz hiçbir etkisi olmayan zeytinyağı, içerdiği antioksi-danlar sayesinde kalp-damar hastalıkları ve kansere karşı da koruyucu bir etki gösterir. Özellikle günümüzde kalp ve damar şikâyet-lerinin çoğalması, bu mucizevi besinin insan

sağlığı açısından önemini daha da artırmak-

tadır. Allah, zeytinle ilgili olarak ayetlerde

şöyle buyurmaktadır:

“Sizin için gökten su indiren O’dur; içe-

cek ondan, ağaç ondandır (ki) hayvanlarınızı

onda otlatmaktasınız. Onunla sizin için ekin,

zeytin, hurmalıklar, üzümler ve meyvelerin

her türlüsünden bitirir. Şüphesiz bunda, dü-

şünebilen bir topluluk için ayetler vardır.”

Peygamberimiz (s.a.v.) de; “Zeytinyağı

yiyin ve onunla yağlanın! Zeytinyağıyla teda-

vi olun! Çünkü o, bereketi bol ve mübarek

Nesibe AYDIN

Dipnot

1. 11/Nahl, 10-11.2. 24/Nur Suresi, 35.

30 31

Page 17: Editör’den - Somuncu Baba Dergisi · 2017-10-16 · setmekle yetinmemiş, tedavi yöntemleri ve şifalı bitkiler-den oluşan ilaçlar da tavsiye etmiştir. Zira nebevî tıpta

Helal haram sınırında helale kaçış hic-rettir. Nefsimize hoş gelen sınırlar vardır, çok ince. Bir adımlıktır bazen.

Bahsettiğim nokta bu…

Şüpheli durumların arttığı şu süreçte

helali takip etmek, Hz. Ömer’in takva tanı-

mındaki gibidir: “Dikenli bir yolda eteklerini

toplayarak yürümeye çalışmaktır.” haramdan

kaçınırken. Takva sahibi olmak, helal haram

duyarlılığında önemli bir kalkandır.

Her siretin güzergâhında pişiren köşe ta-şıdır takva. En iyisine ulaşma çabasıdır.

Şüpheli şeylerden kaçınmak da hicrettir. “Korkulu rüya görmektense uyanık kalmak iyidir.” diyen atalarımızın sözüyle özdeştir bu sınır. İçimizi rahatsız eden tüm fiillerden kaçınıp, şüphe arz eden konuda tartışmak yerine ondan uzak kalmak.

Tesettür, yeme içme, alışveriş mahallin-den tutun da; eğitim, sağlık alanına kadar yansımıştır nice şüpheli ahval.

“Var mı, yok mu?” şüphesi yerine, içinde-kilerden emin olmadığın gıdayı tüketmeme helal haram duyarlılığına bir örnektir. Dikenli tellerin yanında gezdirmemektir sürüyü, de-ğilse öyle ya da böyle takılacaktır yünleri.

Helal lokma yemek ve yedirmek, neslin selameti içinde önemlidir. Alın teri helal ka-zanç ile birlikte içerisinde haram bulunma-yan yiyeceklerden yedirmek ve buna çok dikkat etmek bizi helal çizgisinde tutar. Helal olmayan gıdayla beslenen nesillerden hayırlı işler yapmasını beklemek de çok normal bir durum değildir.

Nilfer Z. AKTAŞ

GÖSTERİŞ YÜKLÜ HER AMEL,HELAL DUYARLILIĞINI DİNAMİTLER

“Şüpheli şeylerden kaçınmak da hicrettir. ‘Korkulu rüya görmektense uyanık kalmak iyidir.’ diyen atalarımızın sözüyle özdeştir bu sınır. İçimizi rahatsız eden tüm fiillerden kaçınıp, şüphe arz eden konuda tartışmak yerine ondan uzak kalmak.”

32 33

Page 18: Editör’den - Somuncu Baba Dergisi · 2017-10-16 · setmekle yetinmemiş, tedavi yöntemleri ve şifalı bitkiler-den oluşan ilaçlar da tavsiye etmiştir. Zira nebevî tıpta

Bir hadis-i şerifte, Buhari’den şöyle nakle-dilir: “Hiçbir kimse el emeğinden daha hayırlı bir yiyecek yememiştir. Hz Davut da el eme-ğini yerdi.”

Şüphe barındıran her şeyden uzak dur-mak gerekir. Rasûlullah’ın yaşantısı bize reh-berlik eder bu hususta. Haramı helal saymak bizi küfre götürür. Helali haram saymaya kal-kışmak da Rabb’in nimetlerine karşı gelmek, günahın başka boyutudur. Niyet ne kadar salih olursa olsun, hakikat üzere olmayan her iyi niyet boşa çabadır. Zaruret halleri el-bette buna dâhil edilmemiştir.

“Dillerinizin uydurduğu yalana dayanarak ‘Bu helâldir, şu da haramdır.’ demeyin. Çünkü Allah’a karşı yalan uydurmuş oluyorsunuz. Şüphesiz Allah’a karşı yalan uyduranlar kur-tuluşa eremezler.” (16/Nahl, 116)

Günümüz şartlarında tüketim çılgınlığı içerisinde şüpheli denilebilecek çok şey arka plana atıldı.

“Deniz kıyısında dahi olsa suyu israf et-meyin.” hadisi şerifine binaen zikredilir ise, 2 yılını doldurmadan atılan eşyalar, dolaplar-

da yılda bir kere ancak sıra gelip giyilen, istif edilen kıyafetler fazlaca alınıp bayatlayınca çöpe atılan nice gıda, bu hadisin muhata-bı değil midir? Zahir olanları, harama dâhil etmeyiz burada. Görünürde bir şey yoktur. Günah çerçevesinde olan birçok şeyin de farkında değiliz.

Bizim yaşamımızın Rasûl’ün yaşamıyla özdeş olması gerekmiyor muydu ? Onun ka-çındığı her şey haram sınırımızdadır, duyar-lılığımızı ne kadar sorgulayabiliyoruz acaba? Kitabımızı okuyup öğrenirken Rasûl’ü anla-mak ve tanımak ve hayatımızın her alanın-da… Çalışmalarımız da bu eksende olacaktır işte o zaman…

Birtakım sosyal projelerle, dernekler va-kıflar aracılığı ile bazı hususlarda duyarlılığı-mızı korumaya çalışıyoruz. Mesela suya dair yapılan projeler bunlardan biri. Çocuklarımı-za küçüklükten kazandırmaya çalıştığımız helal haram duyarlılığı... Bu çalışmalar çoğal-tılmalı elbet…

Gösteriş yüklü her amel helal duyarlılığını dinamitler. Aşırı israfa yol açandır şatafat…

İsrafa giren her şey bu sınırı ihlale zemin-dir.

Rüşveti zamanın gereksinimi, ölçü tartı-nın hilesini akıllılık, kârın olması gerekenin üstünde alınmasını ticari zekâ olarak görüp çoğaltan toplumlarda harama alışılmıştır ve bu da peşinen diğer haramları normalleştirir.

İlim sahibi olmak, helal haram sınırında-ki hicretimizi kolaylaştırır. Okuyan araştıran olmak, ilmî nimetlerden istifade edilecek or-tamlarda bulunmak da nefsin terbiyesinde helalce yol almaya imkân verir.

Beden ve zihnimizin afiyeti, neslin se-lameti için; bu duyarlılıkta daim olmak bir ömür niyazımız olsun.

34

Page 19: Editör’den - Somuncu Baba Dergisi · 2017-10-16 · setmekle yetinmemiş, tedavi yöntemleri ve şifalı bitkiler-den oluşan ilaçlar da tavsiye etmiştir. Zira nebevî tıpta