29
HAFTASONU Hükûmet, ihracatı kâğıt üzerinde artırmanın yolunu buldu. Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) bünyesin- deki bazı birlikler kapatılacak, Hiz- met İhracatçıları Birliği tesis edile- cek. Turizm ve yurt dışı müteahhitlik gelirleri kurulacak birliğin rakam- larında gösterilecek. Artık Hakan Fidan’la ilgili makas ta- mamen kapanmak üzere. Hakkında oluşan istifhamları normal yollardan dağıtması mümkün değil. Bundan sonra hakkındaki sorulara vereceği her bir cevap itiraf niteliğinde ola- cak. O yüzden de şimdiye kadar kaçı- nılmaz olarak susmayı tercih etti. Şimdi sen 168 tane generali örgüt suçlamasıyla görevden alacaksın, 1000’e yakın kurmay subayın 900 tanesini ordudan atacaksın yani or- duya işte bu kadar sızdığını söyledi- ğin yapı, Kozmik Oda’da ne olduğunu öğrenmek için bu kadar toz kaldıra- cak, öyle mi? SEMIH ARDIÇ’IN ANALIZI 6’DA AHMET DÖNMEZ YAZDI, 8’DE BARBAROS J. KARTAL’IN YAZISI 10’DA Darbeyi Erdoğan’a bir ay önce haber veren binbaşı ne anlattı, ne oldu? İhracat artışına yerli ve millî formül Peki, Fidan darbeyi kimden öğrendi? Kozmik Oda’nın dili olsa da konuşsa... 1 A 5 Temmuz’un öncesinde bunca ifşaatı yapanların olayla irtibatlarını, bu açıkla- malarına kaynaklık edenleri sorgulayan savcı hakim duy- dunuz mu? Ben duymadım. Ancak temel soruyu sorarak tarihe not düşelim. 15 Temmuz darbe girişimi biliniyor muy- du? Darbe bekleniyor muydu? Evet. Kimler biliyordu? Tayyip Erdoğan, Hulusi Akar, Hakan Fidan, Şirin Ünal, Ahmet Al- bayrak, Doğu Perinçek, Hasan Atilla Uğur, Fuat Uğur, Mustafa Dönmez... Ergenekon ile nikah kıyan Erdoğan’ın bu ekiple iş kotarmaya devam ettiğini de üstüne koyunca fotoğraf net- leşiyordur sanırım. Buyurun hep birlikte kontrollü 15 Tem- muz’un 11 Haziran’dan bugüne uzanan somut delillerinin bir kısmı beraber inceleyelim... vrupa bir taraftan ırkçılıkla mücadele ederken diğer taraf- tan, popülist siyasiler yabancı düş- manlığını köpürterek oy devşirme peşindeler. Irkçı saldırı ve hakaret- lere en fazla siyahiler, Arap köken- liler ve Müslümanlar maruz kalıyor. Avrupa Konseyi İnsan Hakları ko- miseri Nils Muiznieks’in siyahilere yönelik ırkçılığı konu alan “Afrop- hobia” isimli raporu bu durumu net bir şekilde ortaya koyuyor. GÜNLÜK E-GAZETE — SAYI: 244 29-30 TEMMUZ 2017 HAFTASONU Bankacılıkta deniz bitiyor mu? Faşizmden İslamofaşizme, Varlık Vergisi’nden haydutluğa Almanlar futbolda da ‘hasbelkader’ başarılı olmuyor MEHMET DINÇ’IN ANALIZI 13’TE AKIF UMUT AVAZ YAZDI, 18’DE DR. CEM ÜNAL’IN YORUMU 16’DA EFE YIĞIT’IN DOSYASI 19’DA Pek gündeme gelmedi ama Türk ekonomisini yakından il- gilendiren çok önemli gelişme- ler yaşanıyor. Şimdilik sadece uzmanları ve bankacılık sek- törü gelişmenin farkında. Peki bankacılık sektöründe neler oluyor? AKP’nin sessiz sedasız yaptığı köklü değişiklikler neyin habercisi? WWW.TR724.COM — @TR724COM ERMAN YALAZ’IN ANALIZI 2, 3, 4 VE 5’TE Eyyyy Görmez, açıkça soruyorum! BEKIR SALIM’LE BABACANLAR 24’TE AVRUPA’DA SIYAHLARIN DURUMUYLA ILGILI RAPOR: ‘Avrupa sömürgecilik ve köle ticareti tarihiyle yüzleşmeli’

EFE YIĞIT’IN DOSYASI 19’DA Darbeyi Erdoıan’a bir ay önce ...ra Emniyeti Terörle Mücadelesi Şubesi’nce ifa-desi alınan Astsubay Hüseyin Gürler’in verdiği bilgiler

  • Upload
    others

  • View
    2

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

HAFTASONU

Hükûmet, ihracatı kâğıt üzerinde artırmanın yolunu buldu. Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) bünyesin-deki bazı birlikler kapatılacak, Hiz-met İhracatçıları Birliği tesis edile-cek. Turizm ve yurt dışı müteahhitlik gelirleri kurulacak birliğin rakam-larında gösterilecek.

Artık Hakan Fidan’la ilgili makas ta-mamen kapanmak üzere. Hakkında oluşan istifhamları normal yollardan dağıtması mümkün değil. Bundan sonra hakkındaki sorulara vereceği her bir cevap itiraf niteliğinde ola-cak. O yüzden de şimdiye kadar kaçı-nılmaz olarak susmayı tercih etti.

Şimdi sen 168 tane generali örgüt suçlamasıyla görevden alacaksın, 1000’e yakın kurmay subayın 900 tanesini ordudan atacaksın yani or-duya işte bu kadar sızdığını söyledi-ğin yapı, Kozmik Oda’da ne olduğunu öğrenmek için bu kadar toz kaldıra-cak, öyle mi?

SEMIH ARDIÇ’IN ANALIZI 6’DA AHMET DÖNMEZ YAZDI, 8’DE BARBAROS J. KARTAL’IN YAZISI 10’DA

Darbeyi Erdoğan’a bir ay önce haber veren binbaşı

ne anlattı, ne oldu?

İhracat artışına yerli ve millî formül

Peki, Fidan darbeyi kimden öğrendi?

Kozmik Oda’nın dili olsa da konuşsa...

1

A

5 Temmuz’un öncesinde bunca ifşaatı yapanların

olayla irtibatlarını, bu açıkla-malarına kaynaklık edenleri sorgulayan savcı hakim duy-dunuz mu? Ben duymadım. Ancak temel soruyu sorarak tarihe not düşelim. 15 Temmuz

darbe girişimi biliniyor muy-du? Darbe bekleniyor muydu? Evet. Kimler biliyordu? Tayyip Erdoğan, Hulusi Akar, Hakan Fidan, Şirin Ünal, Ahmet Al-bayrak, Doğu Perinçek, Hasan Atilla Uğur, Fuat Uğur, Mustafa Dönmez... Ergenekon ile nikah

kıyan Erdoğan’ın bu ekiple iş kotarmaya devam ettiğini de üstüne koyunca fotoğraf net-leşiyordur sanırım. Buyurun hep birlikte kontrollü 15 Tem-muz’un 11 Haziran’dan bugüne uzanan somut delillerinin bir kısmı beraber inceleyelim...

vrupa bir taraftan ırkçılıkla mücadele ederken diğer taraf-

tan, popülist siyasiler yabancı düş-manlığını köpürterek oy devşirme peşindeler. Irkçı saldırı ve hakaret-lere en fazla siyahiler, Arap köken-liler ve Müslümanlar maruz kalıyor. Avrupa Konseyi İnsan Hakları ko-miseri Nils Muiznieks’in siyahilere yönelik ırkçılığı konu alan “Afrop-hobia” isimli raporu bu durumu net bir şekilde ortaya koyuyor.

GÜNLÜK E-GAZETE — SAYI: 244 29-30 TEMMUZ 2017 HAFTASONU

Bankacılıkta deniz bitiyor mu?

Faşizmden İslamofaşizme, Varlık Vergisi’nden haydutluğa

Almanlar futbolda da ‘hasbelkader’ başarılı olmuyor

MEHMET DINÇ’IN ANALIZI 13’TE

AKIF UMUT AVAZ YAZDI, 18’DE

DR. CEM ÜNAL’IN YORUMU 16’DA

EFE YIĞIT’IN DOSYASI 19’DA

Pek gündeme gelmedi ama Türk ekonomisini yakından il-gilendiren çok önemli gelişme-ler yaşanıyor. Şimdilik sadece uzmanları ve bankacılık sek-törü gelişmenin farkında. Peki bankacılık sektöründe neler oluyor? AKP’nin sessiz sedasız yaptığı köklü değişiklikler neyin habercisi?

WWW.TR724.COM — @TR724COM

ERMAN YALAZ’IN ANALIZI 2, 3, 4 VE 5’TE

Eyyyy Görmez, açıkça soruyorum!BEKIR SALIM’LE BABACANLAR 24’TE

AVRUPA’DA SIYAHLARIN DURUMUYLA ILGILI RAPOR:

‘Avrupa sömürgecilik ve köle ticareti tarihiyle yüzleşmeli’

“...Edindiğim tüm bilgi ve belgeleri 2 yıl önce kendisi ile tanıştığım, Ankara GATA’da görev yapmakta olan Tabip Binbaşı Eray Serdar Yur-dakul isimli şahıs ile de paylaştım. Bu şahıs beni AK Parti İstanbul Milletvekili Emekli Tümgene-ral Şirin Ünal ile görüştürdü. Bu bilgi ve bel-geleri kendisine de ilettik. Darbe yapılacağı-na dair bilgiyi aldıktan sonra da özellikle Sayın Cumhurbaşkanımıza ulaşmanın yollarını ara-dık. Eray Bey’in girişimleri vasıtası ile Ahmet Albayrak ile İstanbul’da yaptığımız görüşme neticesinde gerek Eray beyin gerek benim tüm bilgi ve belgeler sayın Cumhurbaşkanı-mıza 11 Haziran 2016 tarihinde İstanbul Top-

kapı Sarayı’nda Eray Bey tarafından arz edil-miştir.”

2 Eylül 2016 tarihinde gece 1 sularında Anka-ra Emniyeti Terörle Mücadelesi Şubesi’nce ifa-desi alınan Astsubay Hüseyin Gürler’in verdiği bilgiler bunlar. Mahkeme dosyalarına ve sav-cılık soruşturmasına girmiş bir resmi tutanak ve belge. Belki de 15 Temmuz kontrollü dar-be girişiminin ‘bilindiğini açığa çıkaran’ ve bü-tün kronolojisi ile resmi söylemini alt üst eden en önemli belge. Gazeteci Ahmet Nesin’in Artı TV’de röportaj yaptığı bir komutan tarafından gündeme getirildi. Belge, darbe girişimi ve id-dialarından Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın anlattığının aksine o gün değil, 34 gün önce-den haberdar olduğunu gösteriyor.

Bir araştırmacının ‘istihbaratın yüzde 80’i açık bilgidir, kalanı analizdir, diğer bağlantıların araştırılmasıdır’ sözünü hiç unutmam. Ben de merak edip darbe öncesi Erdoğan ve Genel-kurmay Başkanı Hulusi Akar’ın neler yaptığını, nasıl görüştüğünü, söz konusu tarihlerde neler yaşandığını geriye dönük olarak gözden geçir-dim. İlginç noktalar ve yeni bilgiler ortaya çık-

Darbeyi Erdoğan’a1 ay önce haber veren

ERMAN YALAZ [email protected]

0029-30 TEMMuZ 2017 hAfTAsoNu hABER İNCELEME

BİNBAşı NE ANLATTı, NE oLdu?merak edip darbe öncesi Erdoğan ve Genelkurmay Başkanı

Hulusi Akar’ın neler yaptığını, nasıl görüştüğünü, söz konusu tarihlerde neler yaşandığını geriye dönük olarak gözden ge-

çirdim. İlginç noktalar ve yeni bilgiler ortaya çıktı.

. SAYFADAN DEVAM

tı. Belki 15 Temmuz’u gerçekten araştırmak is-teyen savcılar hakimler çıkarsa ileride işe yarar.

ERDOĞAN O GÜN DENİLEN YERDEYDİÖnce bir soruyla başlamalıydı. Darbe soruştur-malarına girdiği söylenen yukarıdaki belgede-ki iddialar doğru mu? Örneğin Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan 11 Haziran 2016 günü neredeydi? O gün yani 11 Haziran’da Erdoğan, Birlik Vakfı’nın iftarındaydı. İstanbul’daydı. Amerika’dan Mu-hammet Ali’nin cenazesinden dönmüş ve Bir-lik Vakfı’nın Sultanahmet mahallesi Torun so-kak 13 numaradaki mekanında iftardaydı. Yani Topkapı’da ve Sultanahmet’teydi. TBMM Baş-kanı İsmail Kahraman ile bakanlar, milletvekil-lerinin de hazır olduğu bu iftarda Ahmet Albay-rak ile Tabip Binbaşı Eray Serdar Yurdakul’un ve Erdoğan’ın buluşmuş olma ihtimali açık-ça ortaya koyuyor. (Ahmet Nesin’in yorumu ve benim yazdığım gibi buluşma yeri Dolmabah-çe değil. Topkapı. Bu bölgenin literatürdeki adı böyle) Erdoğan da o gün orada. Cumhurbaş-kanlığı resmi internet sitesinde görüntü ve fo-toğraflarıyla bu bilgi yer alıyor. (https://www.tccb.gov.tr/videogaleri/18/#Video) Astsubay Hüseyin Gürler’in söyledikleri doğru yani.

BİNBAŞININ ANLATTIKLARINI AKAR A’ AN-LATTI MI?Peki Tabip Binbaşı Yurdakul’un aktardığı bu bilgilerle ilgili takibat, işlem, icraat yapıldı mı? TSK’da darbe olacağına dair çok detaylı bilgi getirilen Tabip Binbaşı dikkate alınmadı mı? Alındı ise, 15 Temmuz kontrollü darbe girişi-mi bu bilgilerin ardından mı piyasaya sürüldü? Neler yaşandı? Hulusi Akar ile Erdoğan bu ta-

rih öncesi ve sonrasında rutin dışında görüştü mü?

ERDOĞAN’IN KONUŞMASINA AĞLAYAN GENELKURMAY BAŞKANIAçık kaynak bilgileri şöyle... Erdoğan ve Akar ikilisi Haziran ayı boyunca rutinin çok ötesin-de birçok kez buluştu. Erdoğan 7 Haziran’da Akar ile Saray’da Şehit ve Gazi Yakınları ifta-rında buluştu.

Erdoğan, Akar’ın daha önce kendisine anlattı-ğı bir Güneydoğu gazisinin hatıratını anlatır-ken Genelkurmay başkanı kameraların önünde duygulanarak ağlamıştı. Sümeyye Erdoğan’ın nikah şahitliğinden sonra Paşa’nın görüntüle-ri duygusal manşetlerle yine haber olmuştu. 8 Haziran’da ikili tekrar buluştu. GATA’da tedavi gören o gazi Binbaşı Tekin’in ziyaretine gittiler birlikte. Erdoğan daha sonra Amerika’ya Mu-hammet Ali’nin cenazesine katılmak üzere gidi-yor. Dönüştü ilk katıldığı program Topkapı’daki iftar olmuştu.

‘SIRTLANLAR, AKBABALAR...’İki programlı iftarı daha vardı Erdoğan’ın. 12 Haziran’da MÜSİAD iftarına katıldı. “Çevremiz-de sırtlanlar, üzerimizde akbabalar dolaşırken biz kendi aramızda kavgaya tutuşamayız” söz-leri dikkat çekmişti. Belki bir gün önce öğrendi-ği bilgilerin tesirindeydi kendisi. 13 Haziran’da ise Beştepe’de AK Parti milletvekillerine if-tar verdi. Birgün sonra ise, yani 14 Haziran’da çok konuşmak istediği Genelkurmay Başka-nı Akar’ı da yanına alarak Mardin’e uçtu Erdo-ğan. Kızıltepe’de 70. Mekanize Piyade Tugayı

0000

29-30 TEMMuZ 2017 hAfTAsoNu hABER İNCELEME

14 haziran 2016 Erdoğan ve Hulusi Akar Mardin’de iftarda.

. SAYFADAN DEVAM

Komutanlığı’nı ziyaret etti. Yandaş medya bile bu buluşma ve ziyarete ‘sürpriz iftar’ başlıkla-rıyla haberleştirmişti.

AKAR SERİ vE UZUN GÖRÜŞMELER; BİR AYDA 6 BULUŞMAErdoğan, Akar’ı yakına almıştı? Peki ne konuş-tular? Şimdilik bunların cevabı ikili arasında. An-cak Erdoğan-Akar ikilisi çok geçmeden tekrar buluştu. 23 Haziran Perşembe günü Erdoğan, Akar’ı Beştepe’de kabul etti. Kabul akşam sa-atlerindeydi. Üç saat sürdü. İki gün sonra bu kez 25 Haziran’da yine bir iftar buluşma ger-çekleşti. Bu kez ikili Şırnak’taydı. Şırnak Cizre’de bulunan 172. Zırhlı Tugay Komutan Yardımcılığı 3. Tank Taburu Komutanlığı’ndaki iftar da saat-lerce birlikte olundu. Beş gün sonra olağan gö-rüşme adıyla 30 Haziran’da Akar’ı Beştepe’teki Saray’a tekrar çağırdı Erdoğan. Böylece Erdo-ğan ve Akar bir ayda 6 kez buluştu.

Klasik ancak mühim soruya tekrar dönelim. 15 Temmuz’u ya da bir darbe olabileceğini daha önceden bilen var mıydı? Cevap artık çok net. Evet. Kesinlikle. Hem o gün, hem öncesinde dar-be biliniyordu. Erdoğan da, Akar da, MİT Müs-teşarı Hakan Fidan da biliyordu bunu. Sadece olayların istedikleri kıvama gelmesi, yani şartla-rın olgunlaşması/olgunlaştırılması ve kontrollü patlatılması gerekiyordu!

PERİNÇEK vE İKTİDAR PSİKOLOJİK HARPÇİ-LERİ DE BİLİYORPeki bu hususta yazılıp çizilenler nelerdi? Baş-ka kimler biliyordu ‘kontrollü darbe’yi? 15

Temmuz’dan hemen sonra iki isim gündeme gel-di. Biri Ergenekon sanığı Doğu Perinçek’in ada-mı Hasan Atilla Uğur ki, Yeni Şafak’a yani Ah-met Albayrak’ın sahibi olduğu medya kurumu-na gelip 15 Temmuz’da röportaj verdiğini anlat-tı. MİT’çi Mehmet Eymür’ün tabiriyle ‘fabrikatör ve ekibi’ Perinçek ve Aydınlıkçılar darbeyi bili-yordu. İkinci isim iktidarın psikolojik harpçi ka-lemlerinden Türkiye Gazetesi yazarı Fuat Uğur. Onun da 15 Temmuz’dan 3 ay önce 2 Nisan ve 21 ve 24 Nisan’da yazdığı yazılar delil gösteri-liyor. Uğur’un 2 Nisan’da yayımlanan ilk yazı-sı, “Cemaat’in ‘Hususiler’i darbe için Ankara’da toplandı” başlığını taşıyordu. TSK’ya sızmış giz-li hücrelerin uyandırılması için cemaat abilerinin Ankara’yı üstlendiğini yazıyordu.

TÜRKİYE YAZARINDAN DEvLET TSK’DA TE-MİZLİK YAPACAK YAZISI‘Cemaatçi askerlere son uyarı: Tavuk ‘tar’da sa-yılır!’ başlıklı 21 Nisan tarihli yazısı daha ilginçti. “Devlet ve komuta kademesi her şeyi biliyor ve suç işlemeye teşebbüs etmenizi bekliyor” yaz-mıştı. Ardından tavuk tar’da (tavukların tünedi-ği tahta) sayılır deyip şöyle diyordu: “Devlet de onların zaten hizalanmasını beklemektedir ve büyük temizliğe başlar.” Yani, Uğur’un yazdığına göre zaten cemaatçi denilen subay ve TSK men-suplarına temizlik başlatılacaktı.Bunu darbe-yi bildi diye sunanların yazılara bir daha bakan-lar bugün, Erdoğan ve anlaştığı ekibin TSK’daki tasfiyelerini yazmış diyeceklerdir.

CÜBBEDEN SUBLİMİNAL MESAJ ÇIKARAN-LAR, KUMPASA ODUN TAŞIYORFuat Uğur’un ‘24 Nisan’da yazının başlığı ‘Gülen’in yeşil cübbesinin sırrı’ idi. Malum bu saçmalık daha sonra birçok iddianameye de gir-di. Fethullah Gülen’in milyonlara ulaşan bir va-azında subliminal mesaj vermek için ‘yeşil cüb-be’ giydiğini iddia ediyor, buradan darbe talima-tı verildiğini kaleme alıyordu. Uğur, haber kay-nağını iftiralarıyla tanınan ve daha önce cema-atte bulunmuş bir isim diye takdim edilen Ümit Akdemir’i gösteriyordu.

Hem Perinçek ekibi hem Fuat Uğur, muhteme-len darbe kurgusu içinde olacak başka ekiple-ri de yakından bildiklerinden kaynaklarından al-dıklarını çevrelerine satmaya başlamıştı. Erdo-ğan ve ekibinden rol çalıp, darbe girişimi günü olayı durduran komutanların bile darbeci ola-rak hapsedileceği kumpasa odun taşımaya er-ken başlamışlardı...

0000

29-30 TEMMuZ 2017 hAfTAsoNu hABER İNCELEME

. SAYFADAN DEVAM

ZİR vADİSİNDE ERGENEKON BOMBALARIYLA YAKALANAN YARBAYIN YAZISIBir isim daha darbeyi yazdı. Ancak dikkat çek-medi. Yarbay Mustafa Dönmez. Ankara Zir Vadisi’nde cephaneliklerle yakalanan ve Erge-nekon sanığı olarak yargılanan subay. Dönmez, Cumhuriyet Postası isimli internet sitesinde 7 Haziran 2016 tarihinde “Hulusi Akar, takiyye ve darbe” başlıklı kısa bir yazı yazmıştı.

Akar’ın Mustafa Kemal’den ve onun ideallerini taşıyan subaylardan nefret ettiğini, Kara Harp Okulu komutanı olduğu dönemde bu nedenle bir çok öğrenciye ağza alınmayacak küfürler et-

tiğini iddia etti. Eski Genelkurmay Başkanı Nec-det Özel’in emekliliği ve Akar’ın göreve geliş sü-recinden Sümeyye Erdoğan’ın düğününde ni-kah şahitliği yapmasına değin bir çok konuda da önemli iddialarda bulunan Dönmez, Akar’ın zamanı geldiğinde ‘Erdoğan’ın celladı‘ olacağını öne sürüyordu.

AKAR, RTE vE ŞÜREKASININ CELLADI OLA-CAK!Yarbay Dönmez, Erdoğan ve Akar’a ateş püskü-rüyordu. Yazı şu satırlarla sona eriyordu : “RTE, Fethullahcı olduğu bilinen Hulusi Akar’ı ABD diretmiş bile olsa genelkurmayın başına ge-tirmeyecekti. Arap asıllı Necdet Özel’in genel-kurmay başkanlığını bir yıl uzatarak onu emek-li edecekti. Genelkurmay başkanlığının son ay-larında N.Özel’in korkudan sedef, behçet has-talığı tedavileri görmesinin nedeni budur. Yüz kızartıcı kasetinin ortaya çıkmasını istemeyen N.Özel şantaja boyun eğerek emekli olmayı is-tedi. Hulusi Akar mecburen atandı… TSK’de ki NATO paşalarının ciğer röntgenini elinde olan RTE’nin kızının düğününde onu hısım yaparak kamuoyunda yıpratması, Şırnak’ta terörle mü-cadele eden askerlerin siyasi pankart açma-sı boşuna değildir. Şimdi de Milletin vatan sa-vunması için askere gönderdiği yüzlerce aske-ri, Fatih Sultan Mehmet kutlaması adı altında

AKP’nin siyasi projelerinde kullanılmasına mü-saade etti. Tanıdığım Hulusi Akar takiye üsta-dıdır. Şu ana kadar TSK içinde kimliği açığa çık-mış tek bir Fethullahcıyı vermemesi, Amerika’yı arkasına alarak sahneye çıkmak için zamanını bekliyor olmasına bağlıyorum…

Sorular ve olgulardan çıkardığım temel düşün-ce; Onun zamanı geldiğinde RTE ve şürekasının celladı olacağı ve bunu kamuoyuna Atatürkçü-lük diye servis edeceğidir…”

ÖZEL’E ŞANTAJ YAPAN, NATO’CU SUBAYLA-RIN CİĞERİNİ BİLEN KİM?Dikkatinizi çekmiştir. Ergenekon sanığı Perinçek ve ekibinde olduğu gibi Yarbay Dönmez de 5 yıl hapis yatmış ve Ergenekon silahlarıyla yakala-nıp cezaevinden çıkmış olmasına karşın gayet derin bilgilere sahip biri olduğunu gözler önü-ne serivermişti. NATO’cu paşaların ciğer röntge-ninden kastı neydi? Eski bir genelkurmay baş-kanının hangi hatası olabilirdi? Özel’e kim şan-taj yapmıştı? Sorular sürer gider. Belki bir kıs-mı manipülasyon olan bu yaklaşımlarda hakikat payı olan şeyler de var. O da bu darbe ve girişi-minin bilindiği, daha doğrusu şimdi F...ö’cü, dün cemaatçi denen askerlere bilenen bir derin dev-let ve Ergenekon kadrosunun varlığını gösteri-yor. Belki 15 Temmuz darbe girişimi içinde oldu-ğu söylenen bir avuç subayı ve rütbeliyi de bu ekip işin içine çekmiştir.

DARBEYİ ÖNCEDEN BİLENLER LİSTESİ15 Temmuz’un öncesinde bunca ifşaatı yapan-ların olayla irtibatlarını, bu açıklamalarına kay-naklık edenleri sorgulayan savcı hakim duydu-nuz mu? Ben duymadım. Ancak temel soru-yu sorarak tarihe not düşelim. 15 Temmuz dar-be girişimi biliniyor muydu? Darbe bekleniyor muydu? Evet. Kimler biliyordu? Tayyip Erdoğan, Hulusi Akar, Hakan Fidan, Şirin Ünal, Ahmet Al-bayrak, Doğu Perinçek, Hasan Atilla Uğur, Fuat Uğur, Mustafa Dönmez...

Ergenekon ile nikah kıyan Erdoğan’ın bu ekiple iş kotarmaya devam ettiğini de üstüne koyunca fotoğraf netleşiyordur sanırım. İşte kontrollü 15 Temmuz’un 11 Haziran’dan bugüne uzanan so-mut delillerinin bir kısmı böyle.... Bu konuyu in-celemeye ve araştırmaya devam edeceğiz. Ya-zık ki, kendi emelleri için bu kanı akıtan bu isim-ler hala devlet yönetiminde. Tarih te bu oyunun gerçek yüzünü her gün yeni bir sayfayla deşif-re ediyor/edecek. Olan 249 masumun ölümü-ne, bugün bu bahaneyle tutuklanan, işsiz kalan on binlerce masum insana oldu.

0000

29-30 TEMMuZ 2017 hAfTAsoNu hABER İNCELEME

Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) 2023’te Türkiye’yi dünyanın en büyük 10 ekonomisin-den biri haline getireceğini, bu minvalde ihra-catı 500 milyar dolara çıkaracağını ilan ettiği 2010 senesinin üzerinden yedi sene geçti.

O tarihte tespit edilen hedeflere göre ihra-cat 2016 sonunda 300 milyar doları aşacaktı. Oysa 2016 sonunda 142,6 milyar dolarda kal-dı. Hâlâ öyle bir hedefin kalıp kalmadığı bel-li değil.

2023 HEDEFLERİNE HÜKÛMET BİLE İNANMIYORZira 2023’ü millette bir saplantı haline getir-meyi başaran Recep Tayyip Erdoğan bile ken-di ilan ettiği hedefleri eskisi kadar sık ağzına almıyor. Mevcut şartlarda millî gelir (2 trilyon dolar), fert başına gelir (25 bin dolar), ihra-cat, işsizlik ve enflasyon (yüzde 5) gibi nice kalemde 2023 hedeflerinden bahsetmenin imkânı kalmadığını hükûmet de kabullenmiş olabilir mi?

Erdoğan gibi başbakan ve bakanlar da sözü 2023’e getirmemeye ihtimam gösteriyor. Ka-bineyi bilemem, fakat Erdoğan mevzu bahis ise buna ihtimal vermem. Muvakkat bir ses-sizlikten bahsetmek daha doğru olur. Sahada kaybedip masa başında kazanmayı fıtrat ha-

line getiren Erdoğan için 2023’e dâir sarf etti-ği o kadar iddialı cümleyi yiyip yutmak kolay olmaz. Rakamlar yerlerde süründüğüne göre hedeflerden nasıl bahsedilecek?

TÜİK’İN GECE YARISI DEĞİŞİKLERİ İHRACA-TA DA İLHAM VERDİBütün müesseselerin Saray’ın tebasına dö-nüştüğü Erdoğan Türkiyesi’nde çareler tü-kenmez. İhracat hakikatte artmıyorsa formül değiştirilir, kitabına uydurulur, olur biter.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), millî gelir (GSYH) hesaplama formülünü değiştirerek herkesi bir gecede 1.750 dolar zengin ettiğin-de biraz gürültü koptu elbette. İşsizlik yüz-de 13’e çıkarken, sanayici tefecinin elinde re-hin kalmışken, bir senede 104 bin esnaf ke-penk indirmişken, batık krediler 80 milyar li-rayı aşmışken ekonominin yüzde 5 nasıl bü-yüdüğü Nobellik bir araştırma mevzuu olarak kenarda dursa da neticede herkes TÜİK veri-sini esas alıyor. Birkaç gün birileri söylendi, akabinde unutuldu gitti.

İhracat artışınayerlİ ve mİllî formül

Semİh arDıÇ[email protected]

0629-30 temmuz 2017 haftaSonu ekonomİ

Hükûmet, ihracatı kâğıt üzerinde artırmanın yolunu buldu. Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) bünyesindeki bazı birlikler kapatılacak, Hizmet İhracatçıları Birliği tesis edilecek. Turizm ve yurt dışı müteahhitlik gelirleri kurulacak birliğin rakamla-rında gösterilecek. Böylece beş senedir 140 milyar dolar civa-

rında takılıp kalan ihracat bir anda 190 milyar dolara çıkacak.

İHRACAT ÜÇ SENEDİR EKSİ SENE TUTAR (Milyar dolar)2008 132,12009 102,12010 113,82011 134,92012 152,42013 151,82014 157,62015 143,82016 142,6

SENE TUTAR (Milyar dolar)

. SAYFADAN DEVAM

İhracatı kâğıt üzerinde artırmanın mutaba-kat zemini TÜİK’ten mülhem böyle hazır edil-di. Her ay ihracat verisi açıklayan Türkiye İh-racatçılar Meclisi’nin (TİM) yapısı tamamen değiştirilecek. Sektörlerin bölgesel birlikleri olamayacak, her sektör tek çatı altında topla-nacak. Böylece ihracatçı birliği sayısı 60’tan 42’ye inerken sektör sayısı 26’dan 42’ye çı-kacak.

HİZMET, İHRACATIN ŞAMPİYONU OLACAKBütün bu teferruatın içinde dikkat çeken bir birlik kurulacak. Halihazırda İstanbul Maden ve Metaller İhracatçı Birlikleri Genel Sekre-terliği uhdesinde faaliyet gösteren İstanbul Elektrik-Elektronik, Makine ve Bilişim İhra-catçıları Birliği’nin unvanı Elektrik Elektronik ve Hizmet İhracatçıları Birliği olarak değişti-rilecek.

Turizm gelirleri de Hizmet İhracatçıları Birliği’nin verisi olarak açıklanacak. Böylece turizm ve yurt dışı müteahhitlik gibi kalemler-den elde edilen gelirler de ihracat rakamı için-de görülecek.

Bu şekilde hesaplamanın altında yatan niyet çok açık. 2016’da ihracat 142,6 milyar dolar-lık mal ticaretine 47,5 milyar dolarlık turizm ve bazı başka hizmet gelirleri ilave edilecek ve toplamda ihracat rakamı 190 milyar dolar olarak gözükecek.

BİRLİK BAŞKANLARININ HABERİ YOKÜstelik sektörü birebir alakadar eden hazır-lıklardan ne birlik başkanlarının ne de turizm-cilerin haberi var. Ekonomi Bakanı Nihat Zey-bekci ile TİM Başkanı Mehmet Büyükekşi’nin haricinde mevzuya vakıf kişi sayısı mahdut. Devlet sırrı gibi saklanan bu değişiklik ka-bul edildiğinde ihracatın şampiyonu ‘Hizmet’ olacak.

Turizm de dahil hizmet ihracatı toplamı 47,5 milyar dolar olduğu için yeni dönemde ihra-catta lider sektör hizmetler olacak. Onu 24,3 milyar dolarla otomotiv takip edecek. En faz-la ihracat yapan 3’üncü birlik ise 13.1 milyar dolarlık toplam ihracatla Konfeksiyon İhra-catçıları Birliği olacak.

GERÇEK MAL İHRACATI İLE TURİZM AYNI SAHADA!Dış Ödemeler Bilançosu bir devletin ekono-misinin diğer ekonomilerle olan ticarî bağ-

lantılarını sistematik olarak gösteren bir cet-veldir. Bu bilançoda millî ekonomi ile diğer ekonomiler arasındaki gerçek mal ve hiz-metlerin karşılıklı olarak akışı ve malî öde-meler teferruatıyla gösterilir.

Dış Ödemeler Bilançosu, 1) Cari Hesaplar, 2) Sermaye Hareketleri ve 3) Altın Rezervleri-nin Hareketleri olarak üç bölüme ayrılır. Cari Hesaplar da ‘Ticaret Dengesi ve Görünmez Kalemler’in hareketleri olarak ele alınır. Tu-rizm hareketleri, Sigortacılık, Bankacılık ve Gemi Taşımacılığı gibi Görünmez Kalemler’in arasında yer almaktadır. Adından da anlaşı-lacağı gibi ‘Görünmez Kalemler’de geçen tu-rizm gelirleri, doğrudan ihracat geliri olarak gösterilecek.

İKTİSATÇILAR BUNU FARK ETMEYECEK Mİ?Türkiye ekonomisi üzerine çalışan iktisatçılar, TİM’in yapısının değişmesini müteakip ihra-cat rakamlarında görünen 50 milyar dolara yakın tutarın ihracatla alakası olmadığını bil-meyecek kadar cahil olamaz. Dolayısıyla o fazlalık beyne’l-milel camiada dikkate alın-mayacağına göre kendi kendimize hamaset nutukları atmak için bu kadar emek, serma-ye ve parayı israf etmek doğru mudur?

Dünyadaki dış ticaretten aldığı payı artırmak için daha kaliteli, rekabetçi ve yenilikçi bir sa-nayi tesis etmek yerine kâğıt üzerinde al tak-ke ver külah numaralarıyla sadece kendimizi kandırırız. Kelime oyunları, formül değişik-likleri ya da turizm gelirini ihracata dahil et-mekle millî gelir artmaz.

İhracatı artırmak üzere kurulan Ekonomi Ba-kanlığı ve TİM, bir kilo ihracattan Almanya 4,1 dolar kazanırken Türkiye’nin aynı miktar-da mal mukabili niçin 1,3 dolar ile iktifa etti-ğine kafa yorsaydı keşke! O takdirde memle-kete daha fazla katkı sağlamış olurlardı.

0706

29-30 temmuz 2017 haftaSonu ekonomİ

Türkiye ekonomisi üzerine çalışan iktisatçılar, TİM’in yapısının değişmesini müte-akip ihracat rakamlarında görünen 50 milyar dolara ya-kın tutarın ihracatla alakası olmadığını bilmeyecek kadar cahil olamaz.

Gün geçmiyor ki, 15 Temmuz’la ilgili yeni bir ger-çek daha ortaya çıkmasın. Hürriyet yazarı Ab-dülkadir Selvi, bir algı operasyonuna malzeme taşırken farkında olmadan önemli bir eksik par-

çayı daha tamamladı. O akşam MİT Müsteşa-rı Hakan Fidan’ın Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’le görüştüğü ve salaların orada prog-ramlandığı iddiası hep vardı ama daha çok spe-külasyon muamelesi görüyordu. Sağolsun Selvi,

bu iddialara bir aleniyet kazandırdı ve somut-laştırdı.

Artık Hakan Fidan’la ilgili makas ta-mamen kapanmak üzere. Hakkında oluşan istifhamları normal yollardan dağıtması mümkün değil. Bundan sonra hakkındaki sorulara vereceği her bir cevap itiraf niteliğinde ola-cak. O yüzden de şimdiye kadar ka-

çınılmaz olarak susmayı tercih etti.

Fakat biz yine de sormaya devam ede-ceğiz. Şimdi gelinen noktada bir ara

toplam yapacak olursak: Cumhurbaş-kanı darbeyi eniştesinden haber almış.

Başbakan kimseden haber alamamış. Ge-nelkurmay Başkanı, derdest edildiği esnada

fark etmiş. Hava Kuvvetleri Komutanı eşin-den öğrenmiş. Diyanet İşleri Başkanı da aynı şe-kilde eşinden öğrenmiş. Ne zaman? Fidan ile MİT Müsteşarlığı’nda yemek yediği esnada. Saat kaç? 22.30 civarı. O sırada Fidan’ın haberi yok(muş).

FİDAN’I HİÇBİR ŞEY UYANDIRAMIYORPeki Fidan darbe girişimini ne zaman,

kimden öğrenmiş?

8 saat öncesine gidelim…

Saat 14.20’de bir pilot bin-başı müsteşarlığa gelmiş. Yaklaşık 1 saat sonra ilgi-

Peki, Fidan darbeyikimden öğrendi?

aHmeT dönmeZ

[email protected]

@ahmettdonmez

0829-30 TemmuZ 2017 HaFTasonu Haber analiZ

Cumhurbaşkanı darbeyi eniştesinden haber almış. Başbakan kimseden haber alamamış. Genelkurmay Başkanı, derdest edil-diği esnada fark etmiş. Hava Kuvvetleri Komutanı eşinden öğ-renmiş. Diyanet İşleri Başkanı da aynı şekilde eşinden öğren-

miş. Ne zaman? Fidan ile MİT Müsteşarlığı’nda yemek yediği es-nada. Saat kaç? 22.30 civarı. O sırada Fidan’ın haberi yok(muş).

. SAYFADAN DEVAM

li müsteşar yardımcılarına darbeyi haber vermiş. Fakat o müsteşar yardımcıları durumu kavraya-mamış(!). Bilgiyi Fidan’a iletmişler, o da anla-mamış(!). Sonra o Fidan, Genelkurmay’a gitmiş, “Askerler beni kaçıracakmış” demiş. Ne Genel-kurmay Başkanı Akar ne 2. Başkan Yaşar Güler ne de Kara Kuvvetleri Komutanı Salih Zeki Ço-lak uyanmış. “Ne olur ne olmaz” diyerek uçuşla-rı yasaklamışlar.

Fidan epey bir rahatlamış olacak ki Müsteşarlı-ğa dönerek rutin programına devam etmiş. Su-riyeli muhalif liderlerden Muaz el-Hatib ile ran-devusu var. Fakat nedendir bilinmez, o görüş-meye Diyanet İşleri Başkanı’nı da dahil etmiş-ler. Hem de resmi programda görünmemesine rağmen…

O sırada Genelkurmay’da kıyamet kopuyor; ko-mutanlar bir bir gözaltına alınıyor.Yalnız MİT Müsteşarımız o kadar da boş değil, yemeğin başında misafirlerine, “Ciddi bir ihbar söz konusu. Sizinle görüşmemi tamamlayama-yabilirim” diyor. Yahu ne oldu ki, niye tamamla-yamıyorsunuz? “Birazdan gelip beni kaçırabilir-ler” diye düşünüyor olmalı.Gerçekten de Müsteşar Bey’in müthiş ‘öngörüsü’ tutar ve henüz yemeğinden bir iki kaşık almış-tır ki gelen bir haberle yerinden fırlar. Fakat hala darbeden haberdar değildir(!).

BOMBALAR PATLIYOR AMA FİDAN HALA UYANAMIYORBirazdan içeri giren MİT görevlileri, konuklara “Sizi sığınağa alacağız” derler. Sığınağa gider-lerken bir patlama olur. O sırada saatler 22.00’yi geçmiştir. Tam olarak kaç bilmiyoruz ama akışa bakılırsa 22.30 civarı olsa gerek. Görmez’in eşi Hatice Hanım arayıp, “Mehmet darbe oluyor” der. Haliyle Diyanet İşleri Başkanı Fidan’a bakar. Fakat onun da hiçbir şeyden haberi yoktur (!), “Valla ben de bilmiyorum” demiş olacak ki Gör-mez de “Ben bu işi önce haber alacak bir yerde-yim, onlar öyle bir şey demedi” der eşine.

Bu sırada Cumhurbaşkanı cayır cayır Fidan’a ulaşmaya çalışıyor ama bir türlü başaramıyor-dur (!).

Onlar sığınaktayken ikinci bir patlama daha olur. Görmez büyük bir kıvraklıkla, o an darbe olduğunu anlar. Fakat Fidan hala anlamamış-tır(!). Nereden biliyoruz? Bizzat Başbakan Bina-li Yıldırım’dan. Geçen hafta Fikret Bila yazmıştı: Yıldırım saat 22.40 civarında Fidan’la konuştu-

ğunu ama onun kendisine “Darbe oluyor” deme-diğini söylüyor. O sırada ikinci patlama da olmuş ve Görmez “Tutmayın beni, yapacak çok önemli işlerim var” diyerek çıkıp gitmiştir.

‘GÖRMEZ BİLE DARBE OLUYOR DEDİĞİNE GÖRE BİR BİLDİĞİ OLMALI’İçişleri Bakanı Efkan Ala ise saat 23.00 civarın-da Esenboğa Havalimanı’na indiğini, bu sırada Fidan’ın kendisini aradığını ve “Efendim darbe oluyor, bizi bombalıyorlar” dediğini aktarıyor.Peki o arada Fidan darbeyi kimden öğrenmiş olabilir? Onu da mı eşi aradı? Daha 20 dakika önce Başbakan’a, “Darbe oluyor” demeyen Fi-dan, ne oldu da Efkan Ala’ya böyle söyledi? İh-barcı binbaşı gelip her şeyi söylemiş, anlama-mış. Genelkurmay’daki toplantılarda da duruma uyanamamış. Yemekteyken bir haber gelmiş, yerinden fırlayıp gitmiş yine anlamamış. Birin-ci bomba patlamış, hala farkında değil. Derken ikinci bomba patlıyor, Görmez bile darbe oldu-ğunu anlıyor ama Fidan hala saf saf etrafa ba-kıyor(!).

Ancak Görmez gittikten sonra ne oluyorsa olu-yor. Herhalde “Yahu koskoca Diyanet İşleri Baş-kanı böyle diyorsa vardır bir bildiği” demiş olsa gerek. Ama yine de tedbiri elden bırakmıyor, ne Cumhurbaşkanı’nı ne de Başbakan’ı arıyor. Sa-dece İçişleri Bakanı’nı arayıp söylüyor.

‘GECENİN HÜKMÜ SABAHA KADARDIR’Buraya kadar bol ünlemli devam eden yazı, el-bette Fidan’ın bu kadar saf bir insan olduğunu ima etmiyor. Aksine, hepimizi aptal yerine ko-yan bu senaryoların ne kadar çürük, ne kadar tabansız ve komik olduğunu anlatmaya çalışı-yorum.

Birileri karşımıza geçip adamakıllı şu işin gerçe-ğini anlatabilir mi artık lütfen? Şunu bilin ki, han-gi çuvala sokmaya çalışırsanız çalışın mızrak hiç-birine sığmıyor.

Sonra da kalkıp, “Dünya niye bize inanmıyor?” diyorsunuz. Benim asıl merak ettiğim, size ina-nanlar nasıl hala uyanamıyor?

Çünkü uyanmak istemiyorlar. Uyandıklarında görecekleri manzara hepsini dehşete düşüre-cek çünkü. Ama daha fazla kaçamazsınız. Do-ğanın bir kanunu var: “Gecenin hükmü sabaha kadardır”

NOT: İstifa beklemiyorum!

0908

29-30 TemmuZ 2017 HaFTasonu Haber analiZ

10 HABER YORUM

CNN TÜRK’TE her akşam aynı kişilerin katıldığı ve konu başlığı ne olursa olsun aynı şeylerin konuşul-duğu, FETÖ KJ’sinin standart olduğu Ahu Özyurt ya da Şirin Payzın’ın mış mış yaparak yönettiği tartışma programlarının birinde bir konuk -ki bir zamanlar Cihan Haber Ajansı’nda çalışmıştı- Er-genekon, Balyoz tamam da Kozmik Oda’ya neden giriyorsun mealinde bir şeyler söyledi. Hemen karşılarındaki temsili askeri ve sol kanat heyecan-lanarak bilinen şeyleri tekrar etti. Bir akademisyen de “MİT’in operasyon izni olsa 15 Temmuz’u durdururdu” gibi akla ziyan bir tespitte bulundu. Kılıçdaroğlu da, zamanında ga-zeteci Tuncay Özkan’ın döne-min Kara Kuvvetleri Komutanı Başbuğ’a verdiği -ki bu ayrı bir skandal- bir fişleme listesini 10 yıl sonra bu kez savcılığa gö-türeceğini söylediği konuşma-sında Kozmik Oda’ya değindi. Oda’nın terör örgütüne açıldı-ğını falan söyledi. CHP’li Bü-lent Tezcan da ondan önce bir basın toplantısında aynı şeyle-

ri söylemişti. Fox TV’de katıldığı canlı yayında Başbuğ, Kozmik Oda ile ilgili konuştu ve kendisinin ve Işık Koşa-ner’in itirazlarına rağmen dönemin Başbakanı Er-doğan’ın Kozmik Oda’ya girilmesi konusunda ısrar ettiğini ve kararın o şekilde alındığını söyledi. Baş-buğ’un Erdoğan’ın kararı ile Kozmik Oda’ya giril-diğini söylerken durup durup düşünmesi “Şimdi söylesem bir dert söylemesem bir dert” şeklinde

mıy mıy ederek lafı ağzında gevelemesi dikkat çekici idi za-ten. Sonra topu hemen Necdet Özel’a atarak konuyu kapat-tı. Ankara’da herkesin bildiği bir gerçek var, “Başbuğ neden hala tutuklanmadı?” diye biri-leri masa sandalyeleri tekme-liyordu. Nereden nereye… Bu kirli ittifakın ne üzerine olduğu ileride çarşaf çarşaf dökülecek kimsenin şüphesi olmasın. Er-genekoncu ve ulusalcı yazar-ların düzenli aralıklarla Kozmik Oda’ya değindiklerini vurgula-maya gerek yok.

Kozmik Oda’nın dili olsa da konuşsa...

BARBAROS J. KARTAL [email protected]

Ankara’da herkesin bildiği bir gerçek

var, “Başbuğ neden hala tutuklanmadı?”

diye birileri masa sandalyeleri

tekmeliyordu. Nereden nereye… Bu kirli

ittifakın ne üzerine olduğu ileride çarşaf

çarşaf dökülecek kimsenin şüphesi

olmasın.

29-30 TEMMUZ 2017 HAFTASONU

11 HABER YORUM10. SAYFADAN DEVAM

29-30 TEMMUZ 2017 HAFTASONU

İKTİDARLA ÇATIŞMA, ONU YANINA ALErgenekoncu ve onların asker ve sivil kökenli uzantıları şunu gördü: Erdoğan’la daha doğrusu hükümetle doğrudan savaşmanın bir yararı yok. Karşılarına almaktan ziyade yanlarına almaları-nın gerektiğinde ittifak ettiler. Eskinin stratejileri ve provokasyonları işe yaramıyordu. Zaten elleri-ne yüzlerine bulaştırıyorlardı. Ne zaman bir plan yapsalar ya Emniyet tepelerine biniyordu ya da Erdoğan elinde belgeler “Ne yaptığınızı biliyo-rum” diyordu. Ergenekoncular bunun sebebinin Cemaat olduğundan kuşku duymuyorlardı. Erdo-ğan da Cemaate bayılmıyordu tabii ki. Ama Ce-maate ihtiyacı vardı. Cemaat derken açmak lazım. Emniyet ve askeri-yede Ergenekoncuların yani derin devletin elema-nı olmayan, olmayacak ya da satın alamayacak-ları herkes onlar için Cemaatçi demekti. Cemaate sempati duysun duymasın. Son tasfiyelerde be-nim Cemaatle ne alakam var diyenlerin bile işlerinden olma-sı buna örnek. Devşirdikleri ve zaten elemanları olan adam-larla Erdoğan’a artık Cemaat varken muktedir olamayacağı, devleti yönetemeyeceğini çok güzel işlediler. ‘Ortak düşman: Cemaat’ planını devreye sok-tular. Özelikle dershane ve Bank Asya ile Cemaatin insan ve sermaye kaynağının kurutu-lacağına ikna eden Ergene-kon’un bu devşirme ekibidir.

İsim isim de bilinir. Erdoğan’ın gemlediği Cemaat nefretinin gün yüzüne çıkmaya başlaması ile işler çorap söküğü gibi gelmeye başladı. İllegal işlere ve yolsuzluğa bulaşmış olmanın verdiği suçluluk duygusu ile Cemaatten kurtulmak da şarttı. Önce paralel planını sahneye koydular. Devlet içinde devlet olmaz gibi sureti haktan laflar etmeye baş-ladılar. Halbuki bugün aldatıldık kandırıldık diye söyledikleri her şeyin emirlerini kendileri vermişti. Uzatmayalım ondan sonra nelerin yaşandığını gün be gün izledik. 15 Temmuz bu tasfiyenin altın vu-ruşudur. İYİ DE, KOZMİK ODA’YA GİRİLMEDİ Kİ!Tekrar Kozmik Oda’ya dönersek. İddiaya göre TSK’nın çok önemli sırlarının olduğu odaya giril-miş. Cemaat bunu dış güçlere vermek için yapmış ve oradaki bilgiler yabancı istihbarat ajanslarına verilmiş falan filan. Kozmik Oda’ya hiçbir zaman

girilmediğini, yıllar sonra bir-kaç önemsiz belgenin mahke-meyi susturmak için verildiğini hatırlatıp devam edelim. Bu tezler bu arkadaşların yıl-lardır anlattıkları ile tamamen çelişiyor. Şimdi sen 168 tane generali örgüt suçlamasıy-la görevden alacaksın, 1000’e yakın kurmay subayın 900 ta-nesini ordudan atacaksın yani orduya işte bu kadar sızdığını söylediğin yapı, Kozmik Oda’da ne olduğunu öğrenmek için bu kadar toz kaldıracak, öyle mi?

Şimdi sen 168 tane generali örgüt

suçlamasıyla görevden alacaksın, 1000’e

yakın kurmay subayın 900 tanesini ordudan

atacaksın yani orduya işte bu kadar sızdığını

söylediğin yapı, Kozmik Oda’da ne

olduğunu öğrenmek için bu kadar toz

kaldıracak, öyle mi?

12 HABER YORUM11. SAYFADAN DEVAM

29-30 TEMMUZ 2017 HAFTASONU

Ya sizin askeri planınız nedir ya? İki tane eskort kız sizin bütün planlarınızı NATO belgeleri dahil bir yılda topladı. Kışlada bir içtima almadığı kal-dı. Hangi askeri plan? PKK aynı karakolu 10 kere bastı. Yüzlerce şehit verdik. Muzaffer komutanlar gibi endam etmiyorlar mı bir de, insanın çıldırası geliyor. Kozmik Oda’da TSK’nın bir işgal sırasında sivil halk dahil nasıl organize olacağı gibi bilgiler varmış. Bu, halka anlatmanın ambalajı. ‘Vay be düşman işgalinde neler yapılacağını sızdırmışlar’ densin diye. Kendilerinden daha zeki yok çünkü. Kozmik Oda diye yere göğe sığdıramadıkları yer Sefer-berlik Tetkik Kurulu yani Özel Kuvvetler yani Özel Harp Dairesi. Yıllarca devleti yönetmiş Rahmetli Ecevit’in bile şans eseri öğrendiği yer. Buradaki en mahrem bilgiler askerin devşirdiği ya da zaten me-muru olan ama herkesin sivil sandığı kişiler. Kendi milletine karşı operas-yon ve ajanlık faaliyeti yapan birim diyeyim siz anlayın. Kontgerillanın merkezi. Her gün yazılarını oku-duğunuz ya da televiz-yonda izlediğiniz kişile-rin aslında bağlı oldukları birim. Cumhuriyet mi-tingleri zamanında ey-lemlere katılıp halkı gaza getirenlerin fotoğrafları-nı emniyet çekmiş, sonra bunların epey miktarının asker olduğu anlaşılmış ve bunların fotoğraflı üniformalı bilgileri as-kerin önüne konduğu zaman da kem küm et-mişlerdi. Arınç’ı katıldığı bir şehit cenazesinde yuhalayan ve tükürenlerin kimler tarafından or-ganize edildiği yine fotoğraflandığında da aynısı yaşanmıştı. BİR UMUT: İNŞALLAH BİRBİRLERİNİ YOK EDERLER28 Şubat zamanında bu sivil görünümlü ekiplerin ne kadar görev aldığının birazı basına da sızmış-tı. Tarikatlara soktukları adamların kendi araların-daki oruç, namaz üzerine nasıl geyik çevirdikleri şimdilerde unutuldu. Bugünlerde valinin makamına giderken tekbir çe-kenleri görünce yine bu ekiplerin sahnede olduğu

hissine kapılıyor insan. 15 Temmuz’dan sonra as-kerin klasik bir darbe yapması mümkün değil. 15 Temmuz linç görüntülerinden sonra kimse askeri kolay kolay sokağa çıkaramaz. Bunun için şartla-rın olgunlaşması gerekecek. İşte bu noktada hal-ka yeter artık biri bizi kurtarsın dedirtene kadar karışıklıkların yaşanacağını tahmin ediyorum. İs-lamcı-faşist bir diktatörle karanlık derin devletin kapışmasına doğru adım adım ilerliyoruz. Kim kazanırsa kazansın Türkiye kaybedecek. Kapkara bir tünele giriyoruz. Tek umut, inşallah birbirlerini yok ederler… Kozmik Oda’yla başladık Kozmik Oda’yla ilgili bir alıntıyla bitirelim. “Ankara Seferberlik Bölge Başkanlığı'na ait 11 numaralı odada bulunan fotoğraf makinesi ha-fıza kartında bir apartmanın girişinin kapı zilleri-

nin bulunduğu bölümün fotoğrafı görüldü. 15 numaralı dairede yazar Nuri Pakdil ikamet edi-yordu.Dönemin Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un bilgisi dahilinde, Ankara Seferberlik Bölge Baş-kanlığı'ndaki iki subay, Albay Baki Kaya'yı iz-liyordu. Baki Kaya, şa-ir-yazar Nuri Pakdil'i zaman zaman evinde ziyaret ediyordu. Takip tutanaklarında, Albay Kaya'nın, Pakdil'le bir-likte alış-veriş merkezi-ne birlikte gidip yemek yedikleri de yer alıyor, telefon HTS kayıtları da

bunu doğruluyordu. Kaya'dan şüphelenilmesi-nin nedenlerinden biri de, Pakdil'e bilgi-belge aktardığıydı. (….) Soruşturma sonunda Albay Baki Kaya'nın herhangi bir belge sızdırmadığı, askeri usullere aykırı olarak izlendiği sonucuna varıldı. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar'ın, MİT Müsteşarı Hakan Fidan'la birlikte Atatürk aleyhindeki söylemleriyle bilinen Nuri Pakdil'in evine gitmesi, ‘kozmik oda’ günlerini hatırlattı. Hepsi bu kadar…” (Sözcü, 3 Şubat 2017).

28 Şubat zamanında bu sivil görünümlü ekiplerin ne kadar görev aldığının birazı basına

da sızmıştı. Bugünlerde valinin makamına giderken

tekbir çekenleri görünce yine bu ekiplerin sahnede olduğu

hissine kapılıyor insan.

Avrupa bir taraftan ırkçılıkla mücadele ederken di-ğer taraftan, popülist siyasiler yabancı düşmanlığını köpürterek oy devşirme peşindeler. Futbol sahala-rında, parlamentolarda, polis kontrollerinde ya da iş başvurularında ırkçılık toplumları ayrıştırmaya de-vam ediyor. Irkçı saldırı ve hakaretlere en fazla siya-hiler, Arap kökenliler ve Müslümanlar maruz kalıyor.

Avrupa’nın ırkçılıkla mücade-le kurumu ECRI de son rapo-runda bu konuya değinmiş ve en fazla başörtülü kadınla-rın ırkçı saldırılara maruz kal-dığını belirtmişti. Son olarak Avrupa Konseyi İnsan Hakla-rı komiseri Nils Muiznieks te-melde siyahilere yönelik ırk-çılığı konu alan “Afrophobia” sorununu raporlaştır-dı. Avrupalı devletlerin tarihleriyle yüzleşmeleri ge-rektiği, kölelik ve sömürgecilik tarihini kamusal ola-rak kabul ederek bu sorunla mücadele edilmesi ge-rektiğini ifade etti.

Birçok ülkede ırkçılık eski ve yeni form-larıyla devam ediyorİnsan köleleştirmesi ve köle ticareti, Avrupa’da hala

izleri devam eden insanlık tarihinin korkunç traje-dilerdi arasında yer alıyor. Sömürgecilik, milyonlar-ca erkek, kadın ve çocuğun kaderini kötü etkiledi ve dünyamızda silinmez bir iz bıraktı. Avrupa toplum-larını yüzyıllardır şekillendiriyor, derin önyargılara ve eşitsizliklere yol açtı. Korkunç sonuçları ise gü-nümüzde hala göz ardı ediliyor ya da reddediliyor.

İnsan hakları komiserine göre, birçok ülkede, azınlık-lara karşı ırkçılık ve ayrımcı-lık eski ve yeni biçimleri ile endişe verici boyutlarda de-vam ediyor. Özellikle savun-masız siyahi insanlar, gün-lük yaşantılarının büyük bö-lümünde ırkçılığa ve hoşgö-

rüsüzlüğe maruz kalıyor.

fransız polisler ten rengi koyu olanları 20 kat daha fazla kontrol ediyor2014 yılında Fransa’da insan hakları savunucusu bir kurumun yaptığı araştırmaya göre ten renkle-ri koyu olanlar özellikle siyahiler, polis kontrollerin-de diğer vatandaşlara göre 20 kat daha fazla kont-rolden geçiyorlar. Aşağılama, hakaret veya kötüler

AVRUPA’DA SİYAHLARIN DURUMUYLA İLGİLİ RAPOR:

MEHMET DİNÇ, STRAZBURG [email protected]

1329-30 TEMMUZ 2017 HAfTASoNU ANAlİZ

‘AvRUpA SöMüRGEcİlİk vE kölE TİcARETİ TARİHİylE yüZlEşMElİ’

İnsan hakları komiserine göre, birçok ülkede, azın-

lıklara karşı ırkçılık ve ayrımcılık eski ve yeni bi-

çimleri ile endişe verici boyutlarda devam ediyor.

. SAYFADAN DEVAM

muameleye maruz kalıyorlar. Siyah veya Arap genç erkekler, nüfusun geri kalanına göre daha fazla po-lisle muhatap oluyor.

Muiznieks bu konuya dikkat çekerek, 2014 yılından bu yana pek fazla değişiklik olmamasını üzücü ola-rak nitelendiriyor. Komisere göre, devletler veya kolluk kuvvetleri ‘ırkçı profilleme’ yapıyor. Özellikle siyahi vatandaşlar ve diğer azınlıklar kolluk kuvvet-lerinde yapılan ırkçı profilleme ile orantısız derece-de yüksek sayıda kimlik kontrolünden geçiyor. Ge-nellikle polis kimlik kontrolleri nedenlerini açıkla-maz. Bu denetimler sırasında polis, bazen, acıma-sızca, hakaret veya şiddet uygulayabiliyor.

kenara itilmişlik ve ırkçı uygulamalar toplumsal ayaklanmaları tetikliyorFransa’da sosyal ayaklanmaları en derinden hisse-den Avrupa ülkelerinin başında geliyor. Göçmen-lerin, sosyal konutlar adı verilen bölgelerde Fran-sız vatandaşlardan ayrı yasamaya itilmesi, fiziksel ayrılığın yanında, kamu kuramlarında da ayrımcı-lığı hissetmeleri öfke birikmesi ve ardından öfke patlamasına yol açıyor. Muiznieks’in “ırkçı profille-me” tabiriyle yoğun baskı altında olduklarını hisse-den göçmen gençler, orantısız güç kullanımı anın-da patlayabiliyor. Nitekim 2005, 2010 ve 2017 yıl-larında polisin göçmen gençlere orantısız müda-halesiyle yaşanan ölümler ve yaralamalar, olayla-rın patlamasına sebep oldu. Haftalarca durdurula-mayan olaylar, arkasında, maddi, manevi ve sosyal olarak derin yaralar bıraktı. Bunun üzerine Fransa, konut politikası olmak üzere birçok uygulamasını gözden geçirme ihtiyacı hissetti. Komiser raporun-da bu konuya yer vererek “Küfürlü ve hakaret içe-ren uygulamalar nedeniyle oluşan öfke ve bu öfke-nin polise doğru yönelmesi, yoksul semtlerde işsiz-lik ve ayrımcılık fikri ile birleşince, bazı Avrupa şe-hirlerinde ayaklanmaların düzenli şekilde patlama-sına katkıda bulunuyor” tespitinde bulunuyor.

Bu sorunun çözümü için muiznieks’in Bazı önerileri var:- Avrupa devletlerine, ırkçılık ve ırk ayrımcılığı-na karşı polislikle mücadele konusundaki Irkçılık ve Hoşgörüsüzlükle Mücadele Ulusal Komisyonu (ECRİ) tarafından hazırlanan 11 No’lu Genel Politika Tavsiyesi tarafından rehberlik etmeli,

- Özellikle ırkçı profillerin kanunla açıkça tanımlan-ması ve yasaklanması, ırksal profil oluşturma ve polis faaliyetlerinin izlenmesi için araştırma yapıl-ması,

- Polis faaliyetleri için makul bir şüphe standardı getirilmeli ve ırk profili oluşturma ve makul şüphe

standardı kullanımı konusunda polisler eğitilmeli,

- Şikâyetçilerin, polis tarafından ırk profilinin kur-banı olduklarını ispatlamada karşılaştıkları zorluk-lar göz önüne alınarak, ırk profillemesi iddialarında ispat yükümlülüğün değiştirilmesi göz önüne alın-malıdır;

- Bu bağlamda hazırlanacak güvenilir istatistikler, ayrımcılığın önüne geçmek için kilit önem taşır;

- Polis tarafından ayrımcı uygulamaların iddialarını incelemek üzere bir mekanizma bağımsız ve etkin bir şikâyet, kötüye kullanımı önlemek ve insanların polise güven sağlamak için esastır.

siyahlara karşı nefreti teşvik hala avrupa’nın Bir gerçeği olarak duruyorBirkaç Avrupa ülkesinde özellikle siyasiler ve par-tilerin nefret söylemi kaygılandırıyor. Ne yazık ki bazı siyahi politikacılar, meslektaşları tarafından ırkçı hakaretlerin kurbanı oldular. En sarsıcı olan-lar ise 2013 yılında iki eski bakanın, Fransa’da Ba-yan Kyenge ve İtalya’da Bayan Taubira’nın yaşadı-ğı olaylar. Bu gibi istismar örnekleri yalnızca politi-kacıları etkilemekle kalmıyor, aynı zamanda sosyal barış ve bütünlük üzerinde yıkıcı etkiler oluşturu-yor. Çeşitliliğin ortadan kalkması, siyasete katılan-lar üzerinde de potansiyel bir caydırıcı etki oluştu-ruyor, bu nedenden ötürü siyahilerin ulusal ve Av-rupa düzeyinde siyasette temsilleri giderek azılı-yor. Politikacılar, gazeteciler ve düşünürler hoşgö-rüsüzlüğe ve nefretin çoğalmasına izin vermeye-rek, toplum için çok önemli bir rol oynayacaklardır.

spor, ırkçı saldırı ve hakaretlerden kurtulamadıNe yazık ki sadece Avrupa’da değil dünyanın bir-çok ülkesinden spor sahalarında ırkçı saldırı ve ha-karetler yaşanıyor. Ulusal ve uluslararası kuruluşlar cezai müeyyideler uygulasa da, medya veya siyasi-lerin söylemleri gibi faktörlerden dolayı sorun he-nüz kökten çözüme ulaşmadı. Muiznieks de rapo-runda bu konuya değindi:

“Spor toplumumuzda pozitif değerlerin yaygınlaş-tırılması önemli bir rol oynar ve gençler üzerinde güçlü bir etkiye sahiptir. Yakın tarihte, İtalya’da oy-nayan Sulley Muntari rakip takım taraftarlarının ırk-çı saldırılarının kurbanı olmuştu. Muntari, taraftar-ların tutumunu şikâyet edince, hakem onu korumak yerine oyundan çıkarmak zorunda kaldı. Bu örnek, maalesef ırkçılığın hâlâ sporu ve özellikle futbolu rahatsız ettiğini gösteriyor. Hakaretler, sloganlar, semboller, jestler ve ırkçı tezahüratlar stadyum ve çevresinde yer alamaz. Avrupa ülkeleri bu olayları önlemeli ve bunlarla mücadele etmeli, mağdurları

1413

29-30 TEMMUZ 2017 HAfTASoNU ANAlİZ

. SAYFADAN DEVAM

korumalı ve failleri cezalandırmalıdır. Özellikle Av-rupa Konseyi Bakanlar Komitesinin ırkçılık, yaban-cı düşmanlığı ve sporda ırkçı hoşgörüsüzlüğe kar-şı önerileri hakkında tavsiyede bulunan yönergele-ri dikkate alınmalıdır.”göç Bağlamında yaygın ırkçılık ve ayrımcılıkDünyadaki en büyük insanı krizlerine ev sahipli-ği yapan Afrika’dan göç akımlarının nedenleri üze-rine ciddi tartışmalar ve yüzleşmeler olmuyor. Avrupa’da, göçmenler sıklıkla medya ve politikacı-lar tarafından güvenlik tehdidi ve uzun vadede kül-türlere ve toplumlara yönelik doğrudan bir tehdit olarak tasvir ediliyor. İspanyol makamlarının, Sahra Altı Afrikalıları Ceuta ve Melilla’nın İspanyol şehirle-rinden Fas’a geri gönderme uygulaması, bu yakla-şımın bazı tehlikelerini göstermektedir. Muiznieks, Sahra Altı Afrika’dan gelen göç akımlarının çok yön-lü olduğunu ve korunmaya muhtaç olanların içer-diklerini göz ardı edildiğini söylerken, göçmenlerin Avrupa’ya vardığında mülteci veya iştirak koruması statüsüne sahip olmaları gerektiğini belirtiyor.

avrupa’da, afrika kökenliler sosyal ve ekonomik eşitsizliklere uğruyorAvrupa ırkçılıkla mücadele kurumu “ECRİ”, 2014 ve 2015 yıllık raporlarında, Avrupa çapında siyahi ki-şilerin, cilt renginden dolayı istihdam edilme veya konut kiralama ihtimalinin çok daha düşük olduğu-nu belirtti. Ulusal insan hakları kurumları, savun-masız azınlık gruplarının insan haklarının korun-ması adına hayati bir rol oynamakta.

Devletler, özellikle siyahî azınlıkların durumunun tam olarak ortaya çıkarılması için uzmanlardan yar-dım istemeli ve bu yönde politikalar belirlemelidir. Hassas verilerin toplanması gönüllü olarak yapıl-malıdır ve azınlık gruplarının üyelerinin özel hayata saygı hakkını korumak için gerekli güvenlik tedbir-leri altında yürütülmelidir.

avrupa devletleri pro-aktif Bir yaklaşım BenimsemelidirMuiznieks’in ciddiyetle üzerine durduğu konu, Av-rupa ülkelerinin geçmişlerini kamusal olarak kabul ederek bu sorunla mücadeleye başlamaları. Avru-pa devletleri, özellikle Almanya bu uygulamaya ya-bancı değil. İkinci dünya savaşı yıllarında Yahudi-lere karşı yürütülen korkunç soykırım dönemi hala hafızalarda. Almanya, ülke ve toplum olarak bunu

baştan kabul edip yüzleştiği için ayrımcılık ve ırkçı-lıkla mücadelede daha etkin çözümler üretebiliyor. Geçtiğimiz ay Avrupa Parlamentosu’nda Alman ve-kil Rebecca Harms’ın, Türkiye’de Gülen hareketine karşı yürütülen sosyal soykırıma içtenlikle dikkat çekmesi bu tecrübelerin bir yansıması. Harms’ın, “Benim ülkem bu utanç verici toplu cezalandırma-yı Avrupa’ya getirdi, dolayısıyla sırf Gülen Hareke-tiyle alakası olduğu için insanlar toplu şekilde ce-zalandırılamaz” haykırışı bu ayrımcılığın gideceği-ni noktayı daha iyi görmesindendir.

yol haritasıİnsan hakları komiseri Muiznieks son olarak, “Avrupa’da, siyahların topluma dahil edilmesi ve eşitliği gibi konulara daha çok önem vererek yatı-rım yapmak için zamanı geldi” cümleleriyle muha-tap devletlere yol haritası sundu;

- Doğal olarak çoğulcu bir kıta olan Avrupa’ya, si-yahların daha fazla katkı yapabileceği bir ortam sağlanmalıdır.

- Siyahlara karşı nefret söyleminin bütün biçimle-rine karşı kararlılıkla hareket edilmeli, siyaset ve sporda ırkçılığa karşı mücadelede özellikle dikkat edilmeli.

- Etnik ve ırksal gruplar üzerinde, gönüllülük esası-na dayalı veriler toplanmalı.

- Her türden okul, ayrımcılığının yasaklanması ko-nusunu ve bazı okullarda siyah çocukların temsili konusunu ele almalı.

- Polislikle ilgili her türden ırk profili yapılmasının yasaklanması, şikayetler için etkili ve şeffaf bir me-kanizma oluşturulması.

- Sağlık hizmetlerinde, konut ve istihdama erişim-de ayrımcılığı yasaklayan mevzuat güçlendirilmeli, kurbanların kendilerini ispat etme konusunda çeki-len zorlukların ortadan kaldırılması için “ayrımcılık testi” kullanmalı.

- Siyahların ve diğer etnik azınlıkların ulusal ve ye-rel politik hayatta, yönetimde ve karar alma süreç-lerinde katılımlarını artırmak için fırsatlar oluştu-rulmalı.

- Siyasiler veya toplum önünde bulunan kişiler ne-gatif kalıplaşmadan kaçınmalı, temel hakları baz alan değerleri yükseltmeye teşvik etmelidir.

- Eski veya yeni göçmen olduğuna bakılmaksızın si-yah insanların Avrupa’daki konumu güçlendirilmeli.

1514

29-30 TEMMUZ 2017 HAfTASoNU ANAlİZ

ECRİ raporları, Avrupa çapında siyahi kişilerin, cilt rengin-den dolayı istihdam edilme veya konut kiralama ihtimalinin

çok daha düşük olduğunu belirtti.

İktidarın tüm sermaye, mesai ve enerjisini 15 Temmuz kutlamalarına ayırması nedeniyle pek gündeme gelmedi ama Türk ekonomisini yakın-dan ilgilendiren çok önemli gelişmeler yaşanıyor.

Şimdilik sadece uzmanları ve bankacılık sektö-rü gelişmenin farkında. Toplumun geri kalan kıs-mının duyması ise en basitinden ‘bankacılık kri-zi’ demek olacak.

Peki bankacılık sektöründe neler oluyor? AKP’nin sessiz sedasız yaptığı köklü değişiklikler neyin habercisi?

BDDK İKTİDARIN APARATI HALİNE GELDİCHP’nin gündeme getirmesi ile BDDK yine eleş-tiri konusu oldu.

BDDK’nın yaptığı son düzenleme ile batık kre-di nedeniyle bankaya devredilen gayrimenkul-lerin beş yıl sonra özsermayeden düşüleceğine dair yönetmelik maddesi, yürürlükten kaldırıldı. CHP’nin bu mevzuat değişikliğine tepkisi ger-çekten çok sert oldu.

CHP bu düzenleme ile:

- Türkiye’nin AKP iktidarı tarafından dünyadan kopartıldığını ve bankacılık sisteminin ulusla-rarası kurallara veda ettiğini‚- Türkiye için Basel kurallarının bittiğini‚- Bankaların özkaynak hesaplamalarında ol-mayan varlıklarını artık hesaba dahil edebile-ceklerini‚- Bankaların özkaynaklarını sanal olarak arttı-rabileceklerini‚- Banka bilançolarının makyajlandığını ifade ederek finansal sistem bozulursa tüm ekono-minin alt üst olacağını vurguladı.

Peki yeterli finansal okur yazarlığı olmayan biz-ler BDDK’nın bu teknik değişikliğini nasıl okuya-biliriz‚ yorum yapabiliriz. Her zaman olduğu gibi teknik detaylara girmeden‚ herkesin anlayabile-ceği şekilde bu değişikliği beraber analiz edelim.

ÖzKAyNAK KAvRAmIÇok basit olarak özkaynak banka ortaklarının nakit olarak bankaya getirdiği sermaye ve/veya bankadan elde ettiği karın banka bünyesinde bı-rakılmasından oluşmaktadır. Banka için öncelik-le krizlere ve risklere karşı bir “koruma tamponu” gören özkaynak‚ gerek BDDK tarafından gerek-se de Basel gibi uluslararası kurumlar tarafından çok ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Otoritelerin bankalardan beklediği‚ özkaynaklarının sağlam‚ güvenilir ve gerçekçi kaynaklardan oluşmasıdır.

ÖzKAyNAKLAR NEDEN ÖNEmLİDİR?En sonda söyleyeceğimizi en başta söyleyelim: Özkaynaklar bankalar tarafından verilecek kre-dinin ana kaynağı olduğu için çok önemlidir. Türkiye’de bankalar BDDK tarafından %12 olarak belirlenen sermaye yeterlilik oranını tutturmak zorundadırlar. Bu oran özkaynaklara eklenen her 1 TL’nin yaklaşık 8 TL’lik kredi verebilmesi anla-mına gelmektedir. Yani bankalar özkaynakları-nı ne kadar arttırırlarsa o kadar fazla kredi ve-rebilirler. Dolayısıyla bankacılık sektöründe öz-kaynak üretimi ve kullanımı, ekonomik büyüme üzerinde doğrudan ve güçlü bir etkiye sahiptir.AKP’nin hiçbir makul ve gerçekçi projeksiyon ol-madan belirlediği “hayali 2023 hedefleri”ne ula-şabilmesi için bankacılık sektörü stratejik bir öneme sahiptir. Bu kapsamda Türkiye ekonomi-sinin büyüme ihtiyacı, bu büyümenin kaynağı olarak banka kredilerinin önemi‚ sermaye mali-yetinin düzeyi ve risklerin yükseldiği dönemler-de finansal istikrarın sürdürülmesindeki rolü dik-

BANKACILIKTA ARTIK DENİZ BİTİYOR MU?

DR. CEM ÜNAL

1629-30 TEMMUZ 2017 hAfTAsONU KONUK YAZAR

. SAYFADAN DEVAM

kate alındığında banka özkaynaklarının güçlü ve sermaye yeterliliğinin yüksek olması gerekmek-tedir. Aksi durumda bankacılık sektörünün bü-yümenin finansmanına olan katkısı yetersiz ola-cak daha da önemlisi daralan ekonomi daha da içinden çıkılamaz bir yöne gidecektir.

BANKACILIKTA mAKyAJ DÜzENLEmELERİBDDK eleştirilere konu olan son düzenlemesi ile esasen 2 amacı hedeflemiştir:

1- Suni (fiktif) Özkaynak Artışı: Özkaynaklar ya o yıl elde edilen karın banka bünyesinde bıra-kılarak ya da dışarıdan nakit sermaye getirile-rek arttırılır. Her iki durumda da konulan serma-yenin bir maliyeti vardır. Normal yollar ile arttı-rıldığında bankaları sermaye maliyet nedeniyle ciddi olarak olumsuz etkileyeceği için‚ BDDK bu düzenleme ile özkaynakların suni olarak artışı-na göz yummuştur. Bu düzenleme ile kâğıt üze-rinde artmış gibi gözüken özkaynakların ne ka-dar dayanaksız olduğu‚ bankacılık sektöründe yaşanacak ilk kriz ile görülecektir. Bu bir iddia değil‚ daha önce global bazda da gözlemlenmiş tecrübelerdir. Örneğin‚ 2008 yılında ortalığı ka-sıp kavuran global finansal kriz ortaya çıkarken Lehman Brothers’ın özkaynakları kâğıt üzerin-de muazzam düzeyde idi. Nitekim Lehman Brot-hers iflasından 5 gün önce Eylül 2008‟de, öz-kaynaklarının mevzuata göre olması gereken as-gari orandan yaklaşık üç katı olması ile övünü-yordu. Kriz başlayınca bu kâğıt üzerinde var gibi gözüken özkaynakların nitelik olarak içeriğinin boş olduğu anlaşıldı. Riskler realize olup ban-ka bilançosunu etkileyince‚ bir koruma tamponu vazifesi görmesi beklenen özkaynaklar bu fonk-siyonunu yerine getiremeyince de maalesef kos-koca Lehman Brothers kapısına kilit koymak zo-runda kaldı. BDDK’nın bu “makyajlama düzenle-mesi” ile bu tür hikayelere maruz kalma ihtima-limiz oldukça yükselecektir.

KAmU BANKALARININ DENETİmİ İmKÂNSIz HALE GELDİ2- Kamu Bankalarını Kurtarma: BDDK son 3 yıl-dır denetim fonksiyonunu artık kaybedip AKP hükümetine bağlı bir ajans gibi hareket etmek-tir. AKP BDDK’yı sermaye sahipleri üzerinde “Demokles’in kılıcı” gibi kullanmakta ve onları hizaya getirmekte çok etkin olarak kullanmak-tadır. Bank Asya’ya yapılanlar tüm bankaları ve sermaye sahiplerini ciddi olarak ürkütmüş du-rumdadır. Dolayısıyla BDDK açısından banka-ların teknik yoğun bir biçimde denetiminin ya-pılıp yapılmadığı çok da önemli değildir. AKP

talimatlarının yerine getirilmesi yeterli olmak-tadır. Bu ortamda kamu bankalarının deneti-mi daha da imkansızdır. Her zaman siyasi des-teği arkasına alan kamu bankalarının denetimi ve yönetimi bu dönemde daha vahim durum almıştır. Kamu bankaları cumhuriyet tarihi bo-yunca hiç bu adar hoyratça ve açık açık politik amaçla kullanılmamıştı. Zira geçmiş hükümet-ler döneminde de siyasi amaçlarla kötü kullanı-ma maruz kalan ve zarar ettirilen kamu bank-larının yöneticileri hakkında birçok raporlar ya-zılmış ve dava edilmişlerdir (Engin Civan‚ Halk-bank). Bu dönemde kamu bankalarının kılına bile dokunulmamaktadır. Bu “rahat ortam”da yandaşlara rahatça dağıtılan krediler de ardı ardına batmakta ve sorunlu kredi haline gel-mektedir. Esasında geri ödenmeyen ve sorun-lu kredi haline gelen her “batık kredi”‚ banka-nın sermayesinden tüketmektedir. Batık kredi-ler nedeniyle her geçen gün zayıflayan banka özkaynaklarının takviye edilmesi gerekmekte-dir. Zira bankalar ancak güçlü ve nitelikli özkay-naklar ile bankacılık faaliyetlerini devam ettire-bilirler. Ancak özellikle son 4 yılda kamu ban-kalarında özel bankalara göre çok yüksek tutar-da batık kredi olmasına rağmen‚ sermaye/öz-kaynak artırımı olamamaktadır. Bunun nedeni de zaten kamu açığı tarihi sınırlarına ulaşan ve kamu bankalarının “patronu” olan Hazine’nin sermaye artırımı için fon/kaynak bulamıyor ol-masıdır. Kamu bankalarının eriyen özkaynakla-rı “gerçek” anlamda arttırılamayınca da bu kez “fiktif” yollarla özkaynakların artırılması gün-deme gelmektedir. Bu nokta da‚ AKP’nin “emir kulu” olan BDDK girmekte ve söz konusu dü-zenlemeyi yapmaktadır. Bu “makyajlama dü-zenlemesi” ile kamu bankaları gerçekte arttıra-madığı özkaynaklarını kâğıt üzerinde arttırma imkanına kavuşmaktadır.

Halbuki bu yöntem daha önceden başarı hika-yesine bütün dünyanın hayran kaldığı BDDK’nın düzenleme politikasına taban tabana ters bir du-rumdur. Zira BDDK‚ global muadilleri ile karşılaş-tırıldığında her zaman ihtiyatlı bir düzenleme po-litikası gütmüştür. Zaten bu ihtiyatlı düzenleme ve denetim politikası sayesinde krizlerden etki-lenmemiş ve sağlıklı bir bankacılık sektörüne sa-hip olabilmiştir. Ancak son yıllardaki politikası ile “cepten yiyen” bir BDDK izliyoruz. Geçmiş kaza-nımlar belli bir yere kadar idare eder ancak unu-tulmaması gerekir ki “denizin de bir sonu var-dır”. Hele sorumsuzca test edilen düzenlemele-rin konusu bankacılık ise daha da dikkatli olun-ması gerekir.

1700

29-30 TEMMUZ 2017 hAfTAsONU KONUK YAZAR

2011 YILINA kadar izlediği AB hedefleri, demok-ratikleşme, komşularla sıfır sorun politikalarıyla güç devşiren Erdoğan, 12 Haziran 2011 seçimlerin-de aldığı muazzam destek sonrası yönünü değiş-tirmiş, bu halk desteğinin ve vesayetçi yapıların belinin kırılmakta olmasının oluşturduğu imkan-ları şahsi ihtirasları ve siyasal İslamcı hedeflerine yönelmek için fırsata çevirmişti. Siyasal İslamcılı-ğın sorunlu genetiğine ve hedeflerine oldum olası mesafeli duran Hizmet Hareketi ise sivil toplum, medya ve bürokrasideki gücüyle Erdoğan’ın fab-rika ayarlarına dönerek koyduğu bu yeni hedef-lere soğuk durmuş ve tavır almıştır. Bunun üze-rine Erdoğan, önce terör örgütü PKK ile giriştiği pazarlıklar üzerinden Kürtlerle bir ittifak kurmayı denemiştir. Ancak, 17/25 Aralık 2013 yolsuzluk ve rüşvet skandalında ailesiyle birlikte suçüstü yaka-lanınca devlette de ağırlığı bulunan pazarlığa açık yeni ve kirli ortaklar bulma arayışına girmiştir.

Böylece siyasal İslamcı tek adam rejimine al-ver ilişkisi üzerinden Kürt desteği devşirmekten vaz-geçmiş, o güne kadar maslahat gereği sürdürdüğü “Çözüm Süreci”ni sona erdirmiştir. Gecikmeden, müstakbel ortaklarını memnun edecek şekilde çatışma zeminini yeniden ateşlemiştir. Daha düne kadar aynı masada oturduğu Kürt siyasal hareketi-

ni ve siyasal İslamcı aşırılıklarına tavır alan Hizmet Hareketi’ni yoketmek için ihtiyaç duyduğu deste-ği asker/sivil bürokrasi, sivil toplum ve medyadaki varlıklarıyla geleneksel milliyetçiler ve Avrasyacı ulusalcılardan bulmaya çabalamıştır.

ÜÇ SAC AYAKLI ZEHİRLİ BİLEŞİM: İSLAMOFAŞİZMBu çabalarından sonuç almış ve safi siyasal İslamcı hedeflerle koyulduğu yolda ırkçı, faşizan eğilimleri de temsil eden milliyetçi/ulusalcı/Avrasyacı ideo-lojik çevrelerle pragmatik bir işbirliği ve ideolojik bir sentez kurma yoluna gitmiştir. Gelinen nokta-da Erdoğan rejimi siyasal İslamcı, aşırı milliyetçi ve ulusalcı/Avrasyacı (Ergenekon) sac ayakları üzerine oturmuştur. Bu üç zehirli unsurun bileşi-minden, sözkonusu denkleme dahil olmayanlar açısından ölümcül bir rejim ortaya çıkmıştır. Özel-likle, Batı, Hristiyan ve Yahudi karşıtlığının yanısıra Kürt ve Gülen Hareketi düşmanlığında birleşen bu üç sac ayağı Erdoğan’ın İslamofaşist rejiminin ana unsurlarını oluşturmuştur. Bu üç sac ayağı arasın-da zaman zaman sürtüşmeler görülse de itilafları ve ideolojik uyum süreçleri şu ana kadar sorunsuz şekilde yürütülebilmiştir.

Bu üç sorunlu ideolojik yapının bileşiminin oluştur-

YORUM18

Faşizmden İslamofaşizme, Varlık Vergisi’nden

haydutluğa

AFPAKIF UMUT AVAZ [email protected]

29-30 TEMMUZ 2017 HAFTASONU

YORUM1929-30 TEMMUZ 2017 HAFTASONU

18. SAYFADAN DEVAM

duğu zehirli yapının üzerine taht kuran Erdoğan, bütün tek adam rejimlerinde yapıldığı gibi ken-dine göre yeni bir millet kurgusuna ve toplumsal mühendisliğe soyunmuştur. Faşizan ortaklarının istediklerini vermekte ve onları tatmin etmekte mahir bir mafyatik tüccar gibi davranan Erdoğan, yanına alamadıklarını ise karşısına koymuş ve yok edilecek düşmanlar olarak görmüştür.

Tıpkı, Milli Şef döneminde olduğu gibi Erdoğan da, kül-türden, ekonomiye, dinden, eğitime uzanan bir yeniden yapılandırma sürecine gir-miştir. Sadece kamuda 160 bine yakın insanı işlerinden etmiş, yüzlerce yayın organı-na kilit vurmuş, binlerce şir-kete ve işyerine el koymuş, on binlerce özel mülkü gas-petmiş, tarihin gördüğü en büyük servet transferlerin-den birini gerçekleştirmiştir.

DEVLET KILIĞINA GİRMİŞ HAYDUTLUKErdoğan bu yaptıklarıyla 2. Dünya Savaşı koşullarını fırsat bilip gayimüslim vatandaşlarını ahlaksızca soyup soğana çeviren, mallarını mülklerini alçakça talan eden lanetli Milli Şef dönemini mumla aratır hale gelmiştir. Tarihe ve insanların vicdanına da tıpkı o devrin devlet kılığına girmiş alçak haydutları ve despotlarının anıldığı gibi geçmeyi fazlasıyla hak etmiştir. Mağdurları her kim olursa olsun zalimleri her fırsat bulduğumuzda hatırlamak, hatırlatmak ve lanetleyip yüzlerine tükürmek boynumuzun borcu olsun.

Despot Erdoğan’ın zulümleri açısından duble ze-hirli İslamofaşist rejimine benzemekle birklikte faşizmin tek kanatlı bir modelinin (ırkçı) üzerine kurulu olan Milli Şef rejiminin, 2. Dünya Savaşı’nın devam etmekte olduğu 11 Kasım 1942 tarihinde 4305 sayılı kanunla koyduğu olağanüstü servet vergisi, bugün Türkiye’de yaşananlara benzer şe-kilde, büyük trajedilere yol açmıştı. Varlık Vergi-si kanununun resmi gerekçesi, “olağanüstü savaş koşullarının yarattığı yüksek kârlılığı vergilemek” olarak dile getirilmiş ve herhangi bir dini veya et-nik grubu hedef almadığı duyurulmuştu. Ancak, CHP grup toplantısında dönemin başbakanı Şük-rü Saracoğlu’nun vurguladığı gerekçeler farklıydı: “...Bize ekonomik bağımsızlığımızı kazandıracak bir fırsat karşısındayız. Piyasamıza egemen olan

yabancıları böylece ortadan kaldırarak Türk piya-sasını Türklerin eline vereceğiz.”

1942 yazı boyunca, tıpkı bugün uydurma haberler-le Gülen Hareketi’nin hedef alındığı gibi, Türk ga-zetelerinde hırsızlık, karaborsacılık, vurgunculuk ve ihtikârla ilgili haber ve yazılar ön plana çıkarıl-mıştı. Hemen her gün ve her gazetede “karaborsa-

cı Yahudi” tiplemesini içeren karikatürler yayınlamaktaydı. Tıpkı bu dönemin eli kalem tutan, ağzı laf yapan milliyet-çi-muhafazkar, siyasal İslam-cı alçakları gibi o dönemin eli kalem tutan, ağzı laf yapan ırkçı alçakları da, belki parsa-dan bir pay kapma umuduyla bu gasp, talan va vahşete öv-güler dizmiş ve utanmazlığın, hayasızlığın tarihini yazmış-lardı. Mesela, meşhur ‘Hece-ci’ şairlerimizden(!) Orhan Seyfi Orhon, Akbaba’da 24 Eylül 1942 tarihindeki yazı-sında iktidar yardakçılığının, yalakalığının tarihe geçen şu örneğini vermişti:

“ONUN MÜLEVVES PİS KAFASININ BİR ÇÜRÜK KAVUN GİBİ...”“Kelle İstiyorum! Ben ki bir tavuk bile kesilirken bakamam; karıncaları, sinekleri öldüremem, kel-le istiyorum. Yumruklarım sıkılmış, dişlerim kısıl-mış, at meydanında kazan kaldıran yeniçeriden daha hiddetli bir sesle kelle istiyorum, vurguncu-nun kellesini! Onun, mülevves (pis) kafasının bir çürük kavun gibi önümde yuvarlandığını görsem ferahlıyacağım. Onun, iğrenç vücudunun boş bir çuval gibi karşımda süründüğünü görsem rahat-lıyacağım. Böyle, dünyayı sarmış bir ölüm kalım mücadelesi içinde ben, vurguncuya karşı merha-met tanımam, şefkat tanımam, adalet tanımam, kanun, nizam, usul, hiç bir şey tanımam! Bence onun cezası, para değil, hapis değil, dükkân ka-pamak değil, neyif (sürgün) değil; müsadere, yağma, falaka, işkence, zindan veya ölüm olmalı!

İktisat prensipleri bana vız gelir! İster misiniz gizli mahzenlerin aralıklarından pirinç kazevile-ri (sepet), şeker sandıkları, un çuvalları, yağ te-nekeleri sürüyle meydana çıksın? İster misiniz apartmanların balkonlarından top top elbiselik kumaşlar, ipekliler, yünlüler, pamuklular sarksın? İster misiniz makarnalar serpantinler gibi sokak-lara yayılsın, bisküviler konfetiler gibi caddelere

1942 yazı boyunca, tıpkı bugün uydurma

haberlerle Gülen Hareketi’nin hedef alındığı gibi, Türk

gazetelerinde hırsızlık, karaborsacılık,

vurgunculuk ve ihtikârla ilgili haber ve yazılar ön plana çıkarılmıştı. Hemen her gün ve her

gazetede “karaborsacı Yahudi” tiplemesini içeren karikatürler yayınlamaktaydı.

YORUM2029-30 TEMMUZ 2017 HAFTASONU

19. SAYFADAN DEVAM

dağılsın? İster misiniz eşya fiyatları durup durur-ken hiç yoktan yükselmesin? Pirince kum, una toprak, süte su, yağa müzahferat (parlak boya) karıştırılmasın? İster misiniz müstehlikin (tüke-ticinin) verdiği az farkla müstahsilin (üreticinin) eline geçsin? Altın spekülasyonu, on misline arsa alışlar, apartıman satışlar, villa yaptırışlar olma-sın? Öyleyse siz de benimle beraber olun! Gelin, yakalanıp cezasını çekecek vurguncunun arka-sından -eski devirlerde olduğu gibi- gülbank çe-kelim: -Vur vuranın, kır kıranın, destursuz bağa girenin, karaborsa fiyatına mal sürenin, el altın-dan iş görenin, memlekete zarar verenin hali bu-dur, hey!”

Başbakan Refik Saydam 7 Temmuz 1942 gece-si aniden ölünce 9 Temmuz 1942 günü hüküme-ti kurmakla görevlendirilen Şükrü Saraçoğlu’nun ilk icraatı, Milli Korunma Kanunu’nun yerini alacak Varlık Vergisi Kanunu’nu çıkarmak oldu. 11 Kasım 1942 tarihinde TBMM’de oturumda hazır bulunan 350 milletvekilinin oybirliğiyle kabul edilen kanu-na göre bazı varlıklı kesimlerden bir defalık ola-ğanüstü servet vergisi alınacaktı. Yasadan önce verginin hazırlıkları yapılmıştı bile. Çünkü, 12 Eylül 1942’de Maliye Bakanlığı savaş dolayısıyla fevka-lade kazanç elde ettiğini ileri sürdüğü kimselerin fişlenme-sini istemişti. Müslümanlar M, gayrımüslimler G, dönmeler D harfiyle, ecnebiler E harfiy-le işaretlendi. Gerçekte bu lis-teler son üç grupta toplanan (G, D, E) azınlıkların saptan-ması ve malvarlıklarının orta-ya çıkarılması çalışmasından ibaretti.

Bu dönemin havuz medya-sında kendilerine köşeler açıl-mış MİT’çi yazarlarının yaptı-ğını o günün derin devletinin adamları da yaptı. Eski Teşki-lat-ı Mahsusa’da “Enis Avni” adıyla çalışan Aka Gündüz, 13 Kasım 1942 tarihli Yeni Sabah’taki “Reyler ittifakla verildi” başlık-lı yazısında, güya memleketin yedi bölgesini do-laştığını, yarenlikler çerçevesinde yaptığı gizli ve açık ankette vatandaşlara ‘vurguncu hakkında ne düşünüyorsun?’ diye sorduğunu anlattıktan sonra aldığı cevapları paylaşıyordu. Belli ki vazifesi ge-reği yangına körükle gitme işini bil hakkın yerine getiriyordu. Üstelik yazısını, Erdoğan dikta rejimi-nin alçakça gasplarına, zulümlerine “Zarar-ı âmmı def’içün zarar-ı hâss ihtiyar olunur. (Kamuya ait

zararı önlemek için bir şahıs, bölge veya gruba ait zarar göze alınır, sineye çekilir) diyererek cevaz veren dinbaz Hayrettin Karaman’ın benzeri bir fetvayla da bitiriyordu.

“ASMALI, KESMELİ, KUŞBASI DOĞRAMALI...”“Mütalealar, fikirler tümen tümendi: Asmalı. Kesmeli. Kuşbaşı doğramalı. Kıymasını iki çek-meli. Gırtlağına erimiş kurşun akıtmalı. Malını mülkünü millet hazinesine almalı. Bir çınarın al-tına kazık çakmalı, sağ bacağını bu kazığa, sol bacağını da çekip yere indirilen çınar dalına bağ-lamalı, sonra dalı birdenbire bırakarak gövdesini eşek pastırması gibi ikiye ayırmalı. İşkembesine zift doldurup güneşe asmalı. İki gözünü oyup bir avucuna vermeli. Kırk katırın kuyruklarına bağla-dıktan sonra kırkına birden kırbaç atmalı. Harbin sonuna kadar her gün yedi yerinden cımbızla-yıp koparmalı. Temmuz ortasında çırılçıplak edip çöplükteki sineklere peşkeş çekmeli. Vesaire, ve-saire... Bu kanunun mucip sebepleri de bir nok-tada toplanıyordu: Sekiz milyonun selameti için bin sekiz yüz kişi feda edilebilir. Bu kanun ve bin sekiz yüz üzerinde reyler ittifakla verildi.”

Varlık Vergisi kanunu her il ve ilçe merkezinde ki-min ne kadar vergi ödeyece-ğini belirleyecek servet tes-pit komisyonları kurulmasını, komisyon kararlarının nihai ve kati olmasını, vergi öde-me süresinin 15 gün olmasını, tahakkuk eden vergiyi 15 gün içinde ödemeyenlerin mal-larının haczedilerek icra yo-luyla satılmasını, buna rağ-men borcunu 1 ay içerisinde ödemeyen mükelleflerin ise bedeni kabiliyetlerine göre genel hizmetlerde çalıştırıl-masını öngörüyordu.18 Kasım 1942’de vergi liste-leri yayımlandığında görüldü ki, Varlık Vergisi’nin yüzde

70’i İstanbul’daki mükelleflere tahakkuk ettirilmiş. Tahakkuk eden bu vergilerin yüzde 87’si gayri-müslimlere, yüzde 7’si Türklere çıkarılmıştı. Kalan yüzde 6’lık grup ise Beyazruslar gibi diğer küçük azınlıklardı. Gayrimüslimlerin mali güçleri ile uy-gulanan vergi oranları Müslümanlara uygulanan-lara göre yüzlerce kat ağırdı. Gayrimüslimler ara-sında da Ermenilerin vergisi en yüksek orandaydı. 1 milyon TL’nin üstünde vergi ödeyecek 11 mükel-leften 9’u gayrimüslim grubuna, 2’si dönme gru-buna aitti. Aralık 1942-Ocak 1943 arasında, yani 2

Yasadan önce verginin hazırlıkları yapılmıştı

bile. Çünkü, 12 Eylül 1942’de Maliye Bakanlığı

savaş dolayısıyla fevkalade kazanç elde

ettiğini ileri sürdüğü kimselerin fişlenmesini istemişti. Müslümanlar

M, gayrımüslimler G, dönmeler D harfiyle, ecnebiler E harfiyle

işaretlendi.

YORUM2129-30 TEMMUZ 2017 HAFTASONU

20. SAYFADAN DEVAM

ay içerisinde, İstanbul’da gayrımüslimlere ait bin-lerce mülk el değiştirdi. Satılan mülklerin yüzde 67 kadarı Müslüman Türkler, yüzde 30 kadarı res-mi kurum ve kuruluşlar tarafından alındı. MAZLUM MİLLETE KURT, YABANCI GÜÇLERE KUZUVarlık Vergisi’ni ödeyemedikleri için 1,400 gay-rimüslim vatandaş çalışma kamplarına yollandı. Bunlardan 1,229’u İstanbul’dan, kalanı İzmir ve Bursa’dandı. Çalışma kampının bulunduğu Aşka-le’ye gönderilenlerden 21’i (bir kaynağa göre 25’i) kötü hayat şartları yüzünden hayatını kaybetti. Ruh ve beden sağlığını veya üzüntüden dolayı ya-kınlarını kaybedenler de oldu. Aşkale sürgünleri evlerine ancak İsmet İnönü’nün ABD Başkanı Ro-osevelt ve İngiliz Başbakanı Churchill’le görüşmek üzere Kahire’ye gitmesinin arifesinde, 17 Aralık 1943’te dönebildiler. Varlık Vergisi, ABD’nin Tür-kiye’ye baskıları ve Nazilerin yenileceğinin anla-şılması sayesinde 15 Mart 1944 tarihinde kaldırıldı.

Varlık Vergisi listelerinde toplam 114.368 kişi var-dı. Devlet bunlardan 314,9 milyon TL toplamıştı. Bu tahsilat, 394 milyon TL olan 1942 devlet bütçe-sinin yüzde 80’ini buluyordu.

Varlık Vergisi, Türkiye’deki Rum, Musevi ve Ermeni vatandaşların hak ve hukuklarını yok saymış, tica-ret ve sanayideki etkinliklerini kırmış, onlara ait ti-cari inisiyatif, servet ve sermayenin Türklere akta-rımında kullanılmış ve azınlıklar açısından tam bir yıkım, tam bir ekonomik soykırım olmuştu. 1935 sayımında Türkiye nüfusuna oranı yüzde 1.98 olan gayrımüslim azınlık-lar, vergiden sonra başlayan göç nede-niyle 1945’te yüzde 1.56’ya ve 1955’te yüzde 1.08’e düş-müştü.Madalyonun, tıpkı bugün olduğu gibi, devlet kılığına girmiş zalim, gaspçı, hara-mi, haydut yüzünün hikayesi özetle böy-leydi. Bir de madalyo-nun öteki yüzü vardı. Mağdur, mazlum, hak-ları gaspedilmiş, aşa-ğılanmış, zulmedilmiş masum insanları an-latan yüzü. Bu yüksek vergileri ödeme süresi

20 Ocak 1943 günü bitecek ve ertesi gün haciz-ler başlayacaktı. Hacizlerin nasıl yapıldığını artık yayımlanmayan Rum gazetesi Apoyevmatini’nin Yayın Müdürü Mihail Vasiliadis gazeteci Celal Baş-langıç’a şöyle anlatmıştı:

“KARŞIMDAKİ HAMALIN GÖZÜNDEKİ YAŞI GÖRDÜM”“Beyoğlu Karakolu’nu biliyorsunuz? Kalyoncu-kulluk Sokağı ile Tarlabaşı Bulvarı’nın kesiştiği yerde, karakolun tam karşısındaydı benim doğ-duğum ev. Babam Aristodumas diş hekimiydi. Ben doğmadan 10 gün önce beyin kanaması ge-çirmiş. Yatalaktı. Eve memurlar geldi. Yanlarında bir hamal vardı. Babamı yatağından tutup yerde-ki şilteye indirdiler. Yatağı alıp gittiler. Giderler-ken de ‘İyi ki böylesin, Aşkale`ye gitmeyeceksin’ dediler. Babamın muayenehanesi evimizin karşı odasıydı. El koydukları eşyaları o odaya tıktılar, kapıyı da mühürlediler. Daha doğrusu gelen me-mur, yanındaki hamala, ‘Kapıyı kapa ve mühür-le’ diye emir verdi. Zavallı bir adamdı hamal. Pa-bucunun arkası basık, topuğu kalkık, pantolonu yamalı, üstü başı ter kokan fakat nur yüzlü bir adamdı. Oyuncağımı bile aldılar. Bu arada oda-ya tıkılan eşyaların arasında benim de sallanır bir oyuncak atım vardı. Tam kapıyı mühürlerken, ‘Oyuncak atım’ dedim. Adam anladı. Bağladığı ipi kapıdan çözdü. Bana kapıyı açtı. Atımı aldım. At kucağımda, adamın yüzüne bakıyorum gü-lerek. Adam da bana gülümserken birden yüzü dondu. Çünkü arkamdaki memur bağıra bağıra oyuncağımı koparırcasına elimden çekti, mühür-lenmek üzere olan kapıyı açtı, içeri fırlattı oyun-

cağımı ve ‘mühür-le’ dedi. Karşımdaki hamalın gözündeki yaşı gördüm. Fakat ben ağlamamam ge-rektiğini düşündüm. O adamın çirkinliği, öteki hamalın nur yüzü hâlâ gözlerimin önünde.”

Aleksandra Lambri-nos ise, 1994’te dü-

zenlenen “Tarihe Ta-nıklık Edenler” panel dizisinde 12 yaşında iken babasının Sivrihi-sar’a gönderilmesinden önce yaşadıklarını şöyle anlatmıştı: “Kurtuluş’ta bakkal dükkânımız var-

Varlık Vergisi’ni ödeyemedikleri için 1,400 gayrimüslim

vatandaş çalışma kamplarına yollandı. Çalışma kampının

bulunduğu Aşkale’ye gönderilenlerden 21’i kötü hayat

şartları yüzünden hayatını kaybetti.

YORUM2229-30 TEMMUZ 2017 HAFTASONU

21. SAYFADAN DEVAM

dı. 5 bin lira vergi istenmişti, ödeyecek durumda değildik. Okuldan geldiğimde annem, götürülen dolabın arkasındaki tozları tavan süpürgesiyle te-mizliyordu. Okula gidince ağladım. Dükkân mü-hürlenmişti. Kedi içerde kaldı, devamlı bağırıyor-du. Babam delireceğim bu sesten diyordu. Bütün eşyalarımızı bir odaya koyup mühürlediler. Yer muşambaları, perdeler, karyolalar dâhil. İçerden saatin sesi geliyordu. Kapının önünden geçerken duyuyorduk…”

Ali Sait Çetinoğlu,“Varlık Vergisi 1942-1944” adlı kitabında bugün Yunanistan’da yaşayan bazı İs-tanbul Rumlarının tanıklıklarına yer verdi. Bunlar-dan bazıları şöyleydi:

Dr. Yeoryiu Topaloğlu: “İstanbul’da doğdum ve okula gittim. Sonradan peynir tüccarı oldum ve bilinen Ticaret Odası’nda kayıtlıydım. Dükkânım Eminönü’ndeydi; orda babam İosif bana yardım-cı oluyordu. 1943’ün Ocak ayında bize toplam 105.000 lira vergi tarhedildi Varlık Vergisi altın-da. Tanıdığımız bir Türk’e baba emaneti evimizi iki bin liraya satmak zorunda kaldık, Türk devleti bizi mecbur etmeden evvel. Fakat bize tarhedi-len vergi çok büyük olduğu için ve verebilecek durumda olmadığımız için Şubat 1943 tarihinde polis babamı tutukladı; 72 yaşındaydı o zaman ve Aşkaleye tehcir oldu. Bir buçuk ay sonra, 32 yaşındayken beni de tutukladılar – hasta ve 40 derece ateşim olmasına rağmen... Hayvanların taşındığı vagonlara topladılar ve birçok gün sü-ren seyahatten sonra bizi bir istasyona indirdiler. Bu istasyon Aşkale toplama kampına yürüyerek 8 saat mesafede idi. Orada ça-dırda -25 derecede ve ısıntısız kaldık. Büyük yaşta olanlar ça-lısmıyorlardı, biz gençleri ise yoldan karları temizlemeye ve rayların üstündeki buzları par-çalamaya mecbur ediyorlardı. Beslenme olarak sefil kalitede karavana vardı ve günde bunun için 70 kuruş borçlanıyorduk. Biz aramızda para toplayıp bir sürgün yoldaşa yemek pişir-mek görevi verdik. Ödeyecek durumda olmayanlar için di-ğerleri paylaşıyordu.

“İSTANBUL’A ELBİSESİZ VE AÇ VARDIM”Sonradan bizi Sivrihisar’a sevk ettiler. Babam gırtlak kanseri oldu ve birkaç gün sonra öldü. Ben başka kampta olduğumdan kendisini göreme-dim. Ama son günlerinde memleketlim Kostas

Andoniadis görmüştü; zaten bana bildiren oydu. (…) Babamın vefatından bir ay sonra kamptan kaçtım ve çok serüvenli bir seyahatten sonra el-bisesiz ve aç İstanbul’a vardım ve Ayios Nikolas gününde, 6 Aralık 1943 tarihinde, babamın anısı-na dua okunulan güne yetiştim.

Biraz sonra eziyetler durduruldu ve diğer sür-günler de evlerine döndüler. Hayatım, bu fela-ketten sonra bir çok yıl normalleşmemişti. Bizim dükkânın işletmesini üstüne alan Türk hamal Ha-lit Özgal bizim döndüğümüzü öğrenir oğrenmez kasayı boşaltıp ortadan kayboldu.Aynı devirde kızkardeşim Elda’nın da sıkıntısından kanseri oldu ve 1945’te öldü…”

Marika Şişmanoglu: “Bakırköy’de doğdum ve hayatımın ilk yıllarını geçirdim. Babam Grigori-os tüccar ve beyaz eşya ithalatçısı idi. Dükkânı da Eminönü’ndeydi. 1943’un başında 30 bin lira Varlık vergisi tarhedildi. Bu miktar dayanılmazdı. Düşünün aynı durumda bölgede en iyi dükkâna sahip Türk tüccara yalnız 800 lira vergi tarhedildi. İki evimiz vardı, bunlardan 10 odalı olan ev 7 bin liraya satıldı. Babam her iki evi ve dükkânı sat-maya mecbur kaldı ama borcunu ödemeye mu-vaffak olamadı. Böylece tutuklandı ve Aşkale’ye sürüldü. Henüz 1941’de kadın elbiseleri imalat fabrikası açan amcam Yeorgio Şişmanoglu’na büyük vergi tarhedildi ve mâli açıdan mahvoldu. Aşkale’ye sürüldü ve hemen hemen bir yıl sonra kötü bir durumda geri döndü.

Aşkale’de karlardan yolları temizliyorlardı. Bize babamın 1943’ün Haziran’ında gönderdiği fotoğrafta tanıya-madım. Çok kilo vermişti. Sonra-dan Sivrihisara sevk edildi. Orda bir sabah 57 yaşında kalp kri-zi geçirip öldü. Ben o zaman 16 yaşında idim ve annemle dayım Hristo Aravanopulu’nun evine taşındık. O da 1943’te Aşkale’ye sürülmüştü. Dayım babamı bir tarlada ağacın altında bir şişe-ye ismini koyarak gömdüklerini söyledi. Aynı tarlada başka kişi-lerin gömüldüğü için, eğer me-

zardan çıkarılırsa tanınabilsin diye…”

Anastasiu İ. Antoniadi: “Babam İsaak, un tüccarlı-ğı ile uğraşıyordu. 1943’te 100 bin lira Varlık ver-gisi tarhedildi. Bu miktar elinde olmadığından ve likidite edebilecek herhangi bir gayrimenkulu olmadığından 6 Ağustos 1943 tarihinde, 68 ya-

Dayım babamı bir tarlada ağacın

altında bir şişeye ismini koyarak gömdüklerini

söyledi. Aynı tarlada başka kişilerin

gömüldüğü için, eğer mezardan çıkarılırsa

tanınabilsin diye…”

YORUM2329-30 TEMMUZ 2017 HAFTASONU

22. SAYFADAN DEVAM

şında tutuklandı ve Sivrihisara gönderildi. Orada, 24 gün sonra soğuktan çadırın içinde öldü. Yanı-na bir de şişe gömmüşler ismiyle, eğer mezardan çıkarılırsa tanınabilsin diye. Ben Türk Ordusu’nda Ankara yakınlarında bir kampta askerlik hizme-timi yapıyordum. 10 Eylül’de izin alıp asker arka-daşım Mosho Dimitradi ile babalarımızı görmeye gittik. Maalesef benim babam zaten ölmüştü.”

“BÜTÜN EŞYALARIMIZ SATILDI, ÜÇ YIL ZEMİNDE UYUDUK”Konstandinou V Konstandinidi: “Babam Vasili-os’un beyaz eşya dükkânı vardı. 1943’te 70 bin lira Varlık Vergisi tarhedildi. Sahibi olduğumuz evimiz yoktu. Babam dedemin lahana tarlasını ve bütün eşyaları satmak zorunda kaldı. Üç yıl ze-minde uyuduk. Topladığı paralar vergiyi verme-ye yeterli değildi. Böylece 1 Mayıs 1943 tarihinde tutuklandı, bir kaç gün Demirkapı’da tutulduktan sonra Erzurum’a tren vasıtası ile sürüldü. Kalp ra-hatsızlıgı vardı... Fakat jandarmalar çalışmak zo-runda olduğuna ısrar ediyorlardı. Rahatsızlandı, 67 yaşında kalp krizinden öldü. Erzurum’da bir Rus manastırının bahçesinde, Kostandino İatru ile birlikte gömüldü.”

Anastasiu K. Iatru: “Babam Konstandinos’un bahriye akse-suar dükkânı vardı. 90 bin lira vergisi tarhedildi. Evimizi, eş-yalarla birlikte ve dükkânı sattık ancak [toplanan] paralar vergi-yi ödemeye yeterli değildi. Böy-lece 9 Mart 1943 tarihinde ba-bamı tutukladılar ve bir birkaç gün Demirkapı’da tutulduktan sonra 16 Mart tarihinde Aşka-le’ye sürüldü. Ben o zaman An-kara’da askerdim, izin alıp istas-yona indim, babamı orda görüp elini öptüm. Bu onu son gorü-şüm oldu. Kardeşim Meletios o zaman İsmet İnönü’nün baş doktoru idi. Babamın serbest bırakılması için çok uğraştı ama boş yere. 3 Mayısta 68 yaşında öldü ve Erzurum’da bir Rus ma-nastırının bahçesinde gömüldü. Sonradan naaşını İstanbul’a getirmeye çalıştık ama bize “önce bor-cunuzu ödeyin sonra bakarız” dediler.

“BANA SÖZ VERİRSEN GÖZÜM ARKADA KALMAZ”7 Kasım 1997 tarihli Agos gazetesinde Yervant Özuzun’un aktardığı bir başka dram hikayesi: “Ar-

menak Baba çevresinde çok sevilen av meraklısı, Türk müziğinden anlayan, temiz, dürüst, neşeli, hoşsohbet birisiydi. Kadıköylü avcılar kendisine ‘üstad’ derlerdi. Varlık Vergisi’nin İstanbul’da en yetkilisi Faik Ökte yıllardır av arkadaşıydı. Çok yakındılar. Bir sabah çekinerek, ezilerek defter-darlıkta onun odasına gitti. Ökte oturması için yer gösterdi. Kahve ikram etmek istedi. Armenak baba bitkindi, güçlükle kendini toparladı. Büyük nezaketle ve kelimeleri boğazında düğümlene-rek ‘Dışarıda bunca insan sizi görmek için sıra bekliyor, ben de saatlerce bekledim, oturmaya hakkım yok’ dedi ve ‘senden bir ricaya geldim’ diyerek geliş nedenini şöyle anlattı. ‘Beni tanır-sın, bilirsin, küçük bir çivi dükkanım var, mıhla-yıcı (kuyumcu) diye vergi saldılar. Bende bunun onda biri bile yok. Dükkanımı satsanız bile bor-cumu ödeyemeceğim için beni yine de Aşkale’ye göndereceksiniz. Kural böyle. Senden şunu rica ediyorum, karım ihtiyar, üstelik yatalak. Kimimiz kimsemiz yok. Bir tek ahşap evimiz var. O da ver-gimize yetmez. Onu da satıp karımı sokağa attır-mamaya çalış. Bana söz verirsen gözüm arkada kalmadan Aşkale’nin yolunu tutacağım.’ Ökte, Armenak babanın evini biliyordu. Ak saçlı hasta karısını da. İçinde bir şeylerin kırıldığını hisseti.

Varlık Vergisi bu olmamalıy-dı. Tunç kalıplar yüzünden zu-lüm yapılıyordu. Armenak’a söz verdi, evini sattırmayacaktı. Ar-menak baba artık rahattı. Gözü arkada kalmadan Aşkale’ye gi-debilirdi. Odadan çıkarken göz-lerinde süzülüp kocaman bur-nundan damlayan iki damla yaşı siliyordu.”

Belki şu an Türkiye’nin her kö-şesinde buna benzer dramların yüzlercesi, binlercesi yaşanıyor. Dini, bayrağı, Türklüğü kendisine sütre yapıp devlet kılığına girmiş bir dinbaz haramiler çetesinin elinde kim bilir kaç mazlum ve mağdur ne büyük acılar, ne kor-kunç trajediler yaşıyor. İyi ki ahi-ret var! İyi ki cehennem var! Dü-

nün ve bugünün harami zalimleri ve bu zulümleri karşısında sessiz kalan dilsiz şeytanlar için yaşa-sın Cehennem demekten başka elimizden bir şey gelmiyor. İnsanı asıl kahreden de zaten bu!--Not: Anlatımlar, Ayşe Hür’ün 10 Mayıs 2015’te Radikal’de yayınlanan “1942 Varlık Vergisi Ka-nunu” başlıklı yazısından alınmıştır.

Belki şu an Türkiye’nin her köşesinde buna

benzer dramların yüzlercesi, binlercesi

yaşanıyor. Dini, bayrağı, Türklüğü

kendisine sütre yapıp devlet kılığına girmiş bir dinbaz haramiler çetesinin elinde kim bilir kaç mazlum ve

mağdur ne büyük acılar, ne korkunç trajediler yaşıyor.

24 BABACANLAR

@bekirsalimBEKIR SALIM [email protected]

BU ŞIIRIMI kayıtlarda göremediğim için paylaşı-yorum. Zaten hâlâ güncel…

Kur’an’ın her âyetine mânâsını anlamasak da, tâ yürekten “amenna ve saddakna”… Ben “belhüm adal”ı “esfele safilin”i okurdum ama, bir türlü an-layamazdım. İnsan nasıl olur da hayvandan aşağı bir derekeye iner? “Sümmün bükmün ümyün…” ayetini çocukluğumdan beri ezbere bilirdim, lâkin, idrakinden acizdim… Bu süreç benim bu ve ben-zeri ayetleri çok az da olsa kavramama vesile oldu. Zira numunelerini gözle görmeye başladım…

Diyanet İşleri Başkanları, bidayetinden beri, genel itibarıyla, uyumlu(!) zâtlardan olagelmiş… Ata-türk döneminde Rahmetli Rıfat Börekçi… Az bir şey “gak guk!” ettiğinde “Hoca Hoca! Dediklerimi yap, yoksa keyfini bozarım!” tehdidine muhatap olunca, garibim, ne yapsın, bakmış pabuç paha-lı, kendini “müskirat-ı muzırra”ya verip aklını iptal ederek her şeye “eyvallah” demiş. Herkesin iftar açtığı bir anda, onun o zararlı şişenin kapağını aç-makla uğraşması bana çok hazin gelir…

Ömer Nasuhi Bilmen gibi “eyvallah” demeyip is-tifa eden kaç Diyanet İşleri Başkanı tanıyorsunuz?

Bu uğursuz süreç başladığı günlerde Diyanet per-soneline dönemin Başbakanı kendine yakışan bir konuşma yapmıştı. Hatırlarsınız; “sahte peygam-ber, içi boş din âlimi, âlim müsveddesi…” gibi daha ne hakaretler… Salonu dolduran yüzlerce imam, müezzin ve sair diyanet çalışanı alkıştan kulakla-rımızı sağır etmişlerdi. (Onların ardında kıldığım namazları iade etmezsem…Neyse…) Gözüm en

önde oturan Mehmet Görmez’de idi… Evet, o al-kışlamıyor, hatta konuşulanları memnuniyetsiz bir yüz ifadesiyle dinliyordu. Saflık işte, sandım ki birazdan kalkacak, “ben böyle iftiraları kabul edemem” deyip sarığını, cüppesini orada koltuğa koyup salonu terk edecek…

Yapmadı… Ben de o anki hissiyatımla, hâlâ hüsn ü zannım üzerimde, sitem ettim:

Ne olur cevap ver Allah aşkına,Şimdi bu yapılan iş midir Hocam?

Seyretmez olaydım, döndüm şaşkına,Bunlar hâyâl midir, düş müdür Hocam?

Biri “Bismillah” der, sohbete(!) başlar.Bir kere kaynamış; herkesi haşlar.

Iyi de, “Diyanet” niye alkışlar,Sence bu manzara hoş mudur Hocam?

Hakareti duyan hayrette midir?“Sahte peygamberlik” son radde midir?

lim mi, veli mi, “müsvedde” midir?Sen söyle, içi de “boş” mudur hocam?

Gördük âlimlerin yücelerini(!)Bilmezler ‘elif’in hecelerini.Üst üste koysalar nicelerini,

Bir “Zümrüt Tepe”ye eş midir Hocam?

Salim der, birkaç söz beklerdim senden,Hakperest bir âlim kıvırmaz yandan.Susan daha mücrim alkışlayandan,Yürekler bu kadar taş mıdır Hocam?

29-30 TEMMUZ 2017 HAFTASONU

EYYYYY GÖRMEZ, AÇIKÇA SORUYORUM!

25 BABACANLAR29-30 TEMMUZ 2017 HAFTASONU

24. SAYFADAN DEVAM

Meğer bunlar iyi günlerimizmiş… O sıralarda bel-li ki, “ne olur ne olmaz” duygusuyla sessiz kalan Denâet İşleri Başkanı, gücün ibresi az buçuk sabit-lenince, tarafını tam anlamıyla netleştirip susma modundan kusma moduna evrildi. Evrilme değil devrilme… Hem de, sayısı milyonlara ulaşan, bütün dünyanın hayranlık duyduğu bir gönüllüler hare-ketine “firak-ı dâlle” diyecek kadar derin, karanlık bir çukura devrilme… Evet… Çok “satılan” malum gazetenin birinci sayfasını tamamen kaplayan bu mahlûka ait sarıklı kocaman bir kafa… Üstünde de en büyük puntolarla “Bu cemaat firak-ı dâlledir.” iftirası… Cevap vermek zorundaydım:

“Aynayı çevir yüzüne, ‘firak-ı dâlle’ye bak.Hem bir adet taylasanlı içi boş kelleye bak!”

Daha fazlasını da derdim ama, Hocaefendi’den ve arkadaşlarımdan utandım…

Yahu! Sünnete tabi olma noktasında bu cema-atin en yavan adamı benim. Bırakın farzı, vakit namazlarının sünnetlerini, ben size, akşam na-mazından sonra iki veya üç kere evvabin nama-zı kıl(a)madığım için bana bir saat nasihat eden arkadaştan bahsedeyim… İsterseniz, daha genç yaşında paraya ve şöhrete kavuştuğu halde dünyayı kalben terk edip teheccüd namazlarını hiç kaçırmayan delikanlıyı anlatayım. Veya kırk senedir tanıdığım, Efendimizin(SAV) ismi her anıldığında saygı ve heyecandan ayağa kalkıp oturan, “Gecede yüz rekât nafile namaz acaba az mı?” diye sorgulayan, her nefesini Kur’an’a ve sünnete muvafık olarak alıp veren, Peygam-

ber âşığı o güzel insanı bir kere daha dikkatlere sunayım…

Ama kime? Görmeyene, kalbi taş kesilmişlere ne anlatacaksın ki! Şair Osman Sarı “Taş Gazel”inde diyor ya:

“Bir katılıktır dinamit söker mi yürekleri, Başın bir kez bu kalbe çarpmasın ey taş senin…”

Bu namussuzlar kendilerinde ne varsa başkalarına yıkarak rahatlamaya çalışıyorlar… Bir de pişkinler ki sormayın… Geçenlerde demesin mi; “Başkala-rına ait mülkiyeti gasp etmek İslâm’ın reddettiği bir husustur.” Ben de dayanamadım artık ne ya-payım:

“Madem ki, a be gafil, gasp İslâm’da merduttur; Sizin dininiz nedir, kıbleniz hangi puttur!”

İnsan hakikaten şaşırıyor, şüpheleniyor… Şimdi de bir rapor hazırlamışlar ki, neresinden tutsan elin-de kalıyor. Kalpsizlik, ilim fukaralığı zaten baki… Hadsizlikle kötü niyet de tuz biber olunca ortaya böyle nesebi gayri sahih bir düzmece çıkıyor…

Yahu Eyyyyy Görmez! Açıkça soruyorum: Bu hâ-linin sebebi bir Mercedes otomobil ya da koltuk sevdası olamaz. Gafletinden, “-Kör-mez”liğin-den midir bütün bunlar, yoksa korkudan mı? Ya da İslâm’ın yüzünü kara göstermek için bilinçli hareket eden bir proje misin?

Nesin sen yahu!

26 SPOR DOSYA

DÜNYA VE AVRUPA şampiyona-sının olmadığı bu yaz futbolsuz geçti gibi gözükse de iki ulusla-rarası turnuva gerçekleşti. Bun-lardan biri Konfederasyon Kupası diğeri U21 Avrupa Şampiyonası. Konfederasyon Kupası katılımcı ülke sayısının azlığı, bazı takımla-rın zayıf olması gibi sebeplerden dolayı pek dikkat çekmezken, U21 Avrupa Şampiyonası geleceğin yıldızlarının mücadele alanı olma-sından dolayı daha çok teknik adam ve kulüp yö-neticilerinin dikkatini çekti.

Her iki turnuvayı Almanya’nın kazanması İngi-liz ünlü futbolcu Gary Lineker’in “Futbol basit bir oyundur. 22 kişi 90 dakika bir topu kovalar ve so-nunda hep Almanlar kazanır” sözünü hatırlattı. Gerçi son yıllarda Almanlar bu sözün gereğini ye-rine getirmekten uzaktılar ancak biz şimdi neden Almanların kazandığına yakından bakalım.

TEKNIK ADAM KALITESI: Almanlar makine gibi işleyen insanlar olarak tanınır. Çok çalışmayla ba-şarıya ulaşırken, oyunun kurallarını yerine getiri-

yor. Sadece saha içinde iyi oynayan oyunculara sahip değiller saha ke-narında çok iyi teknik adamları var. Almanya genelinde 34 bin 940 ant-renör bulunurken, bu rakam İngilte-re’de 2 bin 769.

GENÇ AKADEMILERI: Alman kulüp-lerinde A takımlara kaynaklık eden genç akademileri laf olsun diye de-ğil bir zorunluluktan dolayı var. Genç akademileri olmayan kulüpler lisans

alamıyor. Akademilerin mecburiyetinden dolayı birçok kulüp sadece altyapı ile ilgilenip, ülke ge-nelinde yetenekli isimleri keşfedecek ünlü teknik adamları göreve getiriyor. Böylece futbol yetene-ği olan gençler kaybolmadan ülke futboluna ka-zandırılıyor.

GENÇ OYUNCULARA ŞANS VERILIYOR: Bun-desliga kulüpleri en iyi isimlere karşı mücadele edecek genç oyuncularına şans vermekten kork-muyor. Örneğin 20’li yaşların daha başında olan Niklas Süle, Max Meyer, Timo Werner ve Maximil-lian Arnold gibi isimler Bundesliga’da daha şimdi-den 100’ün üzerinde maçta forma giydiler.

29-30 TEMMUZ 2017 HAFTASONU

EFE YIĞIT [email protected] AFP

Almanlar makine gibi

işleyen insanlar olarak tanınır. Çok çalışmayla

başarıya ulaşırken, oyunun

kurallarını da yerine getiriyor.

Almanlar futbolda da ‘hasbelkader’ başarılı olmuyor

ALMAN TAKIMLARINDA DAHA ÇOK ALMAN: Av-rupa futbolunda yabancı oyuncu sınırını kaldıran Bosman Kuralı’ndan sonra takımlarda yerli oyun-cu görmek giderek imkansızlaşırken, Almanlar bu konuda akıntıya karşı kürek çekmeye devam edi-yor. 2016-17 sezonunda Bundesliga’da 470 oyun-cu ter dökerken, bunun yüzde 47’si olan 270 isim Almandı. İngiltere Premier Lig’de forma giyen İn-giliz oyuncu oranı yüzde 30’larda.

MEVKILERDEKI REKABET: İyi teknik adamlara sahip Almanlar, her mevki içinde en iyi oyuncuları takıma kazandırıyor. İlk 11’de sahaya çıkmak için birbirlerine karşı verdikleri mücadele hem oyun-cunun hem de takımın kalitesine pozitif katkı sağ-lıyor. Yani forma aslanın ağzında değil karnında bulunuyor.

DAHA UZUN DEVRE ARASI TATILI: Bundesli-ga takımları diğer büyük liglere göre devre arası tatilini bir hafta daha uzun yapıyor. Bu planlı bir durum. Böylece oyuncuların dinlenmesini temin ederken, yaz aylarında düzenlenecek turnuvalara da daha zinde katılmaları hedefleniyor. Bunda da gayet başarılı oluyorlar.

FIZIK GÜCÜ DEĞIL TEKNIK: Sa-hada 90 dakika bir makine gibi işleyen Alman oyunculardan fizik gücü yüksek olmayanlar bunu tek-niklerini geliştirerek kapatıyor. Jos-hua Kimmich (176 cm), Max Meyer (173 cm) ve Serge Gnabry (173 cm) gibi kısa sayılacak oyuncular tek-nik kapasiteleriyle rakiplerine karşı sahada üstünlük kuruyorlar. Teknik yönü güçlü Almanlar rakiplerinden

daha önce topa müdahale ederken, topu ayakla-rına aldıklarından ise rahatlıkla oyuncu eksiltebili-yorlar.

ISTIKRAR: Alman başarısının anahtarı her yaş gru-bundaki altyapı oyuncularının 4-2-3-1 oyun siste-miyle oynamalarıdır. Aynı sistemi Joachim Löw 11 yıldır milli takımda uyguluyor. Sisteme daha küçük yaşta adapte olan oyuncular yollarına istikrarlı bir şekilde devam ediyor.

TARAFTAR DESTEĞI: Alman takımları her hafta dolu statlara karşı futbol oynuyor ve oyuncular henüz genç yaşta seyirciyi memnun etmenin tadı-nı alıyor. Ortalaması 40 bin taraftar olan ligde, her Alman futbolcu kulübünün ve taraftarının mutlu-luğu için çalışıyor. O desteği ve bazen de baskıyı sürekli üzerinde hissediyor.

PLANLAMA: Hayatlarında ‘hasbelkader’ olayı ol-mayan Almanlar bunu futbola da yansıtıyor. Çok basit gibi gözüken bazı detayların üzerinde ciddi bir planlama yapılmış olduğunu görüyoruz. Örne-ğin 2014 Dünya Kupası’nda Almanya şampiyon olurken, teknik patron Löw takım için aynı kamp

yerini kullandı. Futbolcular tek ki-şilik odalarda değil birkaç oyuncu-nun birlikte kalacağı şekilde kalır-ken bu takım ruhunu canlı tuttu. Yine örneğin Almanya, Kazakistan gibi saat farkının olduğu ülkelerle maç yaptığında günlük yaşamını gittiği ülkeye göre değil Almanya yerel saatine göre yaşamaya de-vam ediyor. Bu durum oyuncuların formlarını korumalarına yardımcı oluyor.

2729-30 TEMMUZ 2017 HAFTASONU

22. SAYFADAN DEVAMSPOR DOSYA

Sahada 90 dakika bir

makine gibi işleyen Alman oyunculardan

fizik gücü yüksek olmayanlar bunu

tekniklerini geliştirerek kapatıyor.

KÜNYE

Bir grup gazeteci tarafından kendi imkânları ile yayın hayatına başlattığı Tr724.com Basın Meslek İlkeleri ve uluslararası medya etik kurallarına uygun habercilik yapmaktadır. Yayınlanan makale ve yorumlardan yazarları sorumludur. Tr724’de yayımlanan tüm haber, yazı, yorum ve analizler kaynak gösterilerek kullanılabilir.

GENEL YAYIN YÖNETMENİ Selim GÜNDÜZ | [email protected]

HABER DİREKTÖRÜ Sefer CAN | [email protected]

YAYIN KOORDINATÖRÜ Ali Mirza YAZAR | [email protected]

YAZIİŞLERİ MÜDÜRÜ Erman YALAZ (Web) | [email protected] Kemal AY (e-gazete) | [email protected]

TASARIM Alper UYANIK | [email protected] Zülfikar ALİ | ZulfikarAli@ Tr724.com

SOSYAL MEDYA EDİTÖRÜ Ömer Özdemir | [email protected]

İMTİYAZ SAHİBİ TEMSİLCİSİ VE HUKUK DANIŞMANI Mehmet YILDIZ | [email protected]

REKLAM | [email protected] E-GAZETE | [email protected]

@[email protected] /Tr724comegazete.Tr724.com www.Tr724.com

GÜNLÜK E-GAZETE 29-30 TEMMUZ 2017 HAFTASONUSAYI: 244

ARKA SAYFA

CAMİLERDEKİ HAT İŞLEMELERİ SÜSLEMEDEN İBARET;

Ne okuyan var ne okuyabilen!SELÇUKLU, OSMANLI ve günümüz mimarisiyle yapı-lan camileri, hat sanatıyla yazılan Kur’an-ı Kerim’den ayetler ve Hadis-i Şerifler süslüyor. Günümüz camile-rindeki yazılar, özellikle Osmanlı hat üstatlarının asır-lar içinde bütün yetenek ve zevklerini ortaya koyuyor. Ayet ve hadisler çoğunlukla celî sülüs veya celî ta’lik hattıyla levhalaştırılıyor. Bu yazılardan camilerin kıble duvarının sağ ve sol tarafında yer alan “Allah” Lafza-i Celali ile “Muhammed” ismi şerifi, bütün cami cema-atinin aşina olduğu levhaların başında geliyor. Ancak diğer levhalar ise Kuran-ı Kerim okumayı bilen çoğu cemaat tarafından bile okunamıyor.

MİHRAPTA AYET-EL KÜRSİ...Çoğu camide imamın namaz kıldırdığı mihrap çev-resinde yine hat sanatıyla duvar ya da süslü fayansa işlenmiş ayetler göze çarpıyor. Burada da Bakara Sü-resi’nin 144. Ayetlerinden oluşan Ayet-el Kursi Süresi ya da l-i İmrân suresi 37 veya 39. ayetleri yer alıyor. Ayet-el Kursi’nin daha fazla yer alması, bu surenin Allah’ı anlatan bir sure olmasına bağlanıyor. Mihrabın hemen üstünde ise “Yönünü Mescidi Haram (Kabe) tarafına çevir” mealindeki “Fevelli vecheke şatral

Mescidil Haram” Ayet-i bulunuyor. Yine caminin ge-nişlik ve mimari yapısına (kubbeli veya düz tavanlı) göre, Kelime-i Tevhid, Kelime-i Şehadet ve seçilen bazı hadis-i şerifler de levha veya kitabe şeklinde ca-mileri süsleyen hat yazıları arasında bulunuyor.

Camilerin sağ duvarında dört halifeden “Hz. Ebu Be-kir” ve “Hz. Osman” ile sol duvarında “Hz. Ömer ve “Hz. Ali”nin isimleri yer alıyor. Ayrıca caminin geniş-liği ölçüsünde peygamber efendimizin torunları “Hz. Hasan” ve “Hz. Hüseyin” ile ilk müezzin “Hz. Bilal”in isimleri de duvarları süsleyen yazılar.

OSMANLI’DA HAT, CUMHURİYETTE ÇİNİÇoğunluğu ayetlerden oluşan hat levhalarının cami-lerde ilk olarak ayakta kalan Selçuklu öncesi Müslü-man devlet ve beylikler dönemi camilerinde karşımıza çıkıyor. O dönemde genellikle duvara kazınan yazılar, mimarinin değişmesiyle birlikte levha ve düz duvara boyama şekline dönüşmüş. Camilerdeki hat yazıları, Osmanlı dönemiyle zirve yaptı. Cumhuriyet dönemi günümüz camilerinde de özellikle mihrap süsleme-sinde çini görünümlü fayans üzeri yazılar revaçta.