97

Efor Dergi Özel Sayı

Embed Size (px)

DESCRIPTION

2015 Yılının İlk Spor Kültürü Temalı Dergisi

Citation preview

Page 1: Efor Dergi Özel Sayı
Page 2: Efor Dergi Özel Sayı
Page 3: Efor Dergi Özel Sayı
Page 4: Efor Dergi Özel Sayı
Page 5: Efor Dergi Özel Sayı
Page 6: Efor Dergi Özel Sayı

CİHAT LEVENT

“GENÇLERİ KÖTÜ ALIŞKANLIKLARDAN KURTARACAĞIZ”

Kalbi Galatasaray için atan, 1980’li yıllarda fırtına gibi esen, “Yenilmez Armanın” unutul-maz kadrosunda şampiyonluklar yaşayan ve adını Sarı Kırmızılı tarihe altın harflerle kazıyan bir basketbol aşığı Cihat Levent. 9 Eylül 1965 tarihinde Kızıltoprak’ta dünyaya gözlerini açan Cihat Levent, abisi sayesinde basketbol sevgisi kazanır ve başarılı bir kariyere ilk adımını atar.

Saint Joseph Erkek Lisesinde eğitimine devam ederken okul takımında basketbol oynamaya başlar. Levent, kısa sürede yıldız ve genç milli takımların formasını giyer.

Galatasaray’da oynarken talihsiz bir kaza ile profesyonel sporculuk yaşamı erken sonlanan Levent, basketbola hakem ve yönetici olarak hizmet etmeye başlar. Peşinden basketbol-cu yetiştirmekten çok; iyi sporcu yetiştirmeyi hedefler ve bu hedef doğrultusunda spor okul-ları açar. Ama Cihat Levent bununla yetinmez ve kötü ortamın düzelmesi için EDER’i (Ebedi Dostluk Ezeli Rekabet Derneği) kurar.

Levent, basketbol kariyerini noktaladıktan

sonra birçok profesyonel sporcunun yaptığı gibi oyuncu menajer ya da antrenör olmak istemez. Bunların yerine spor yöneticisi olmaya karar verir. Bu konuyla ilgili konuşan Levent, “O dönemde gördüğüm eksik bir nokta vardı ve o da Türk sporunda var olan spor yöneticiliği boşluğuydu. Ülkemizde sporcu ve tesis sayısı fazla ancak sporu doğru yöneten yönetici sayısı çok az. Bu eksikliği gördükten sonra spor yönet-icisi olmaya karar verdim’’ sözlerini kullanıyor-du.

Levent, ilk iş olarak bir basketbol okulu açar. Bu okul kısa sürede 9 ilde 17 şubeye ulaşır. Binlerce çocuk okula gelir, basketbol oynar. Levent, kari-yeri boyunca 6-17 yaş aralığında 40 bin çocukla çalışır. Bu çocuklar arasında 4 kişi profesyonel sporcu olur. Diğer çocuklardan da bahseden Levent:

“Sporla ilgilendikleri ve takım oyunu oynadıkları için hayata dopdolu hazırlandılar ve aynı amaç uğruna hareket etmeyi öğrendiler. Şu an çalıştığım çocukların her biri iş hayatında başarılı birer birey haline geldi. Hepsi sporun

YAZI: SEDAT İLTER@sedatilter

2 EFOR- ÖZEL SAYI

Page 7: Efor Dergi Özel Sayı

“GENÇLERİ KÖTÜ ALIŞKANLIKLARDAN KURTARACAĞIZ”

faydalarını iş hayatına taşıdılar. Ayrıca içlerin-den birçok antrenör, hakem ve spor yöneticisi çıktı. Bu gurur tablosunu gördükten sonra o gün yaptığım işlerin karşılığını bugün aldığımı görüyorum’’ diyerek ne kadar doğru bir plan içinde çalıştıklarını belirtiyordu.

SPORDA ŞİDDETE HAYIR DERNEĞİ!

Levent, bir sonraki aşama olarak özellikle sporun marka değerini korumayı amaçlayan, fair-play ruhuna uygun yeni nesil sporcuları çıkarmayı hayal eden, ülke ve dünya gençliğine olimpik ruhu aşılamak isteyen, sporda şid-dete ve ırkçılığa cephe alan bir sivil toplum örgütünü kurar. Ebedi Dostluk Ezeli Rekabet Derneği (EDER) olarak adlandırılan bu yeni oluşumun kurucusu ve başkanı olan Levent, derneğin kuruluşunu ve yaptıkları çalışmaları ise şu cümlelerle açıklıyor:

’’Rakip takımlara çamur atmak, rakipleri aşağılayarak onların üstüne çıkmak ve bir Ga-latasaraylı olarak hem tuttuğum takıma hem de diğer takımlara karşı yapılan haksızlıkları kabul etmiyorum. Bu haksızlıklara karşı sosyal medya aracılığıyla bir yazı paylaştım. Kısa süre içinde binlerce kişi tarafından beğenildi ve bu yolda yalnız olmadığımı fark ettim. Toplumu-

muzda genellikle birey kendisini tam olarak ifade edemiyor ve sürü psikolojisi ile hareket ediyor.

Ülkemizde hemen hemen herkesin bir projesi var. İnsanlar artık proje dinlemek yerine faal-iyet görmek istiyor. Ben de bunun farkınday-dım ve çok fazla göz önünde olmayıp amacımı tabana yaymağı hedefledim. EDER neredeyse 1 senedir faaliyet göstermekte ve artık eme-kleme aşamasını çoktan geçti. Çok kısa bir zaman içinde koşmaya başlayacak. En büyük destekçimiz de üniversiteli gençler olacak.’’

“TÜRKİYEDE HER ŞEY ÇATIDAN KURULUYOR”

Levent yapılan projelerle ilgili ise ’’Türkiye de projeler genellikle uzun soluklu olmuyor. Her şeyi çatıdan kurmaya çalışıyorlar ve bu da kısa zaman içinde çökmeye neden oluyor.

Önce temelin sağlamlaşması lazım. Bizlerde EDER ailesi olarak bunun farkındayız. Hem günümüz insanlarına hem de gelecek nesillere rehber olan altyapısı güçlü, sporda bizlere çağ atlatacak projeler sunmak istiyoruz. Yani en büyük amacımız önce spor sevgisi yaratmak” kelimelerini kullanıyor.

EFOR - ÖZEL SAYI 3

Page 8: Efor Dergi Özel Sayı

“İNSANLAR ÖLÜM ANINDA BİLE YAŞAMA GÜCÜ İLE AYAKTA KAL-ABİLİYOR”

Röportajımızı yarılamışken söz arasında kitap çıkaracağını söyleyen Levent: ’’1989 senesinde bir trafik kazası geçirdim. Kazanın etkisiyle bir süre nefes alamadım ve kalbim atmadı. Hatta benim için bir müddet öldü denildi ve adeta bil-imkurgu filmlerini aratmayan bir olay yaşadım. Bu olay beni çok etkiledi ve bana farklı bir hayat deneyimi kazandırdı. Ölüm anında bile insanlar yaşam gücüyle ayakta kalabiliyor. Kitabım önce o ölüm deneyimiyle başlıyor sonrasında ise spor tecrübemi ve yaşamımı birleştiren bir yaşam felsefe kitabı olacak’’ sö-zlerini kullanıyor.

“YAPILMASI GEREKEN SEYİRCİYİ EĞİTMEK”

Günümüzde var olan passolig uygulamasını ve seyirci sayısının azlığı ile birlikte, kulüplerin aldığı cezaların nedenini sorduğumda, ’’Türkiye futbolunda marka adeta şiddete dönüştü. Bu sebeple maçlara ne seyirci gidiyor ne de sporcu yetişiyor. Başarıda devamlılık bu yüzden sağla-namıyor. Dünya üçüncüsü ülkeden eser yok şimdi.

Tribün hareketlerine baktığımızda passolig uygulamasını çok doğru buluyorum. Herk-es ‘Acaba fişleniyor muyuz?’ diye düşünüyor ancak böyle bir şey söz konusu değil. Çünkü herhangi bir yere başvuru yaptığınızda veya bir yerde hesap açtığınızda TC kimlik numaranız orada kayıt altına alınır, ki bu da bilgilerinize ulaşma imkânı verir.

Bu nedenle herhangi bir fişlenme söz konusu değil. Passolige gerek duyulmasının nedeni ise provokatörler ve futbola zarar kişileri tespit edip engellemek. Ancak seyircileri kulüplerle ve passoligle belli bir yere kadar kontrol edebil-irsiniz. Yapılması gereken ise seyirciyi eğitmek ve tribünde otokontrolü sağlamak’’ cevabını alıyorum.

“SPOR KÜLTÜRÜNÜN GELİŞMESİ LAZIM”

Kendisine spor kültürü hakkındaki düşünceler-ini sorduğumda, ’’Spor kültürünün çok küçük

yaşlardan itibaren anlatılması lazım. Çocuk-lara en baştan spor müsabakası izletilmeli. Maçlardan keyif alınması sağlanmalı. Çocuk-lara bu oyunu kazanmak üzerinden değil de bir oyun olarak bakmalarını sağlamalıyız ve spo-run farklı branşları ile çocukları tanıştırmalıyız. Çünkü bizim toplumumuz sporu futbol merke-zli görüyor. Bunu yıllardır beden eğitimi der-slerinde görmekteyiz. En önemlisi ise Olimpik sporları sevdirmeliyiz.

Örnek vermek gerekirse ülke olarak olimpiyat-lara katıldığımızı varsayalım. Ancak atletizm, cirit, disk atma gibi spor dallarına ülke halkı ilgi duymuyor. Bu da bizim spor kültüründen yoksun olduğumuzu göstermekte. Sonuç olar-ak bütün sporların ana malzemesi insandır. Eğer insana yatırım yapmazsanız, eğitim ver-mezseniz ne kadar çok tesis yaparsanız yapın hep bir eksiklik hissedilir’’ yanıtını alıyorum.

“ GÜÇLÜ BİR SPOR HAREKETİ BAŞLATACAĞIZ”

Keyifle yaptığım röportajın son anına gelin-irken Cihat Levent’e EDER olarak hayal ettiği noktayı sordum. ’’Bunun için gençlere yönelik bir spor hareketi başlatmayı düşünüyoruz. Bu adımı ilk olarak Güneydoğu Anadolu Bölgesinde başlatmak istiyoruz. Hem gençleri kötü alışkanlıklardan kurtarmak hem de oralarda bulunan tesislere bir hareketlilik get-irmek amacındayız’’ cevabını alarak sohbetimi-zi sonlandırdık.

4 EFOR- ÖZEL SAYI

Page 9: Efor Dergi Özel Sayı

ESİN HANDAL

YAZI: SALİH ARASMAİL: [email protected]

GENEL MÜDÜRLÜKTEN KAZBEK DAĞINA UZANAN

BİR ÖYKÜ

Bir kadın düşünün ki genel müdürlükten dağcılığa, dağcılıktan latin danslarına, danstan tiyatro oyunculuğuna, organizatörlüğe kadar her şeyi başarabilsin. Kazbek Dağı’nın zirvesine tırmanan ilk Türk kadın dağcımız Esin Handal Marmara Üniversitesi işletme Fakültesi mezunu. Henüz ikinci sınıftayken ünlü bir firmada stajyer olarak işe başlayan Esin Handal, işinin ikinci ayında genel müdürlük kadrosuna alınıyor ve okulunu sadece sınavlarına giderek bitiriyor.

Aslında her şey çalıştığı firmanın 29 Ekim gününde çalışanlarını tatile götürmesiyle başlıyor: “Çalıştığım firma tatil amaçlı çalışan-larını Ilgaz Dağı’na götürüyordu. Biz de gittik. Orada isteyenlere ufak bir tırmanış eğitimi verip dağa tırmandırıyorlardı. İlk tırmanışım o gün Ilgaz Dağı’na oldu. ‘Böyle güzel bir hayatda varmış.’ dedim kendi kendime. İş yerine döndüğümde istifamı verdim.”

İlk istifasıydı Esin Handal’ın ama bundan son-ra istifalar peşini bırakmayacaktı. İstifa ettik-ten sonra: “Bizi Ilgaz Dağı’na götüren turizm şirketinde tur rehberi oldum ve bir GAP turu düzenledim. Turun gerçekleşebilmesi için en az 10 katılımcı gerekiyordu ve ben 9 kişi bulabilm-iştim. Bu yüzden şirketin patronu turu iptal etti. Sinirlenip oradan da istifa ettim! Ve GAP turunu tek başıma yaptım.”

HUZURU DAĞDA BULDU

Turdan döndükten sonra dansçılık ve tiyatro oyunculuğu yapan Handal, Yelken sporu ve tır-manış hakemliği de yapmış. Hatta bir süre kafe bile işletmiş: “Bir süre sonra ciddi anlamda para kazanmam gerekti ve bir otomobil firmasında işe başladım. Ancak bu işi yapmak istemiyordum. Uzun zamandır aklımda olan bir kafe işletme isteği vardı. Epeyce para biriktirdikten sonra

EFOR- ÖZEL SAYI 5

Page 10: Efor Dergi Özel Sayı

işten istifa ederek bir arkadaşımla İstanbul’un Maltepe ilçesinde kafe açtım. 2 yıl kafeyi işlettik-ten sonra ortağımla anlaşamadım ve kafeyi ona bırakarak işten ayrıldım.”

22 yaşında dağcılığa başlayan ve hangi işi yapar-sa yapsın aradığı huzuru dağda bulduğunu belirten Esin Handal, bu istifadan sonra koyun ve arı besleyerek geçimini sağlıyor, kendini ta-mamen dağcılığa ve gezmeye adıyor: “14 sene-dir dağcılık yapıyorum. Kafe işletirken de dağa tırmanıyordum fakat ilk ciddi tırmanışım 3000 metre üstü yükseklikte olan Aladağlar’aydı.”

BABASINI İKNA ETTİ

Bir kadın olarak Türkiye’de dağcılık yapmak nasıl bir duygudur diye soruyorum; önce ken-dime daha sonra ona: “Dağcılık sporu yaptığım için insanlar kötü gözle bakıyor ve ‘Ne işin var dağda, dağa çıkıyorsun da ne oluyor?’ gibi ters tepkiler alıyorum. Bu tür tepkilerin aksine ailemden olumlu yönde eleştiriler alıyorum ve beni destekliyorlar. Aslında babam da başlarda ‘Artık yaşın geçti, düzgün bir işe gir ve çalış.’ gibi

söylemlerde bulunuyordu.

Matterhorn Dağı’nın zirvesine çıktığım zaman aileme bir sürpriz yaptım. ‘Esin ailesi sizi çok seviyorum.’ yazılı bir pankart açtım. Bu pankart ve zirve tırmanışımı basından takip eden babam, benimle çok gururlandığını ve sonuna kadar arkamda olduğunu söyledi.”

Dağcılık bedensel güç isteyen bir spor. Bir kadın olarak dağcılık yapmak zor olsa gerek: “Elbette kolay değil. Fakat dağcılık erkeklere özel bir spor değil. Kadınlar da çok rahat yapabilir. Şimdi

kadınlar bana kızabilir ama özellikle Türk kadın-ları çok mızmız. Çantası biraz ağır olsun hemen size taşıttırır. Veya arabadan inerken kapıyı açmanızı bekler. Sonra da ben güçsüzüm diye oturup ağlar!”

“DAĞCILIK BAĞIMLILIK YAPI-YOR”

Elimde olmadan gülmeye başlıyorum, Esin Hanım da gülüyor: “Öyle ama. Dağ insana neler yapabileceğini gösteriyor. Orada bir çantan var

6 EFOR - ÖZEL SAYI

Page 11: Efor Dergi Özel Sayı

ve senden başkası taşımayacak. Tek başınasın ve kendi hayatından kendin sorumlusun. Dağda bir kadın olarak kendi gücünü göre-biliyorsun. Tamam, erkekler bedensel olarak bizden daha güçlü. Ama bu bizim küçük işler yapacağımızı göstermez. Kadınlar da en az erkekler kadar güçlü fakat farkında değiller. Bu sebeple dağa çıkan insan kendi gücünün farkına varıyor diyebilirim.”

Bugüne kadar 80 ile 100 arasında tırmanış gerçekleştirdiğini belirtiyor Handal. İyi de bu işin olumsuzluğu yok mu? “Dağ insanın dizlerini çok yıpratıyor. Dağa çıkan bir insan er ya da geç menisküs olur veya dizinden rahatsızlanır. Benim de belimin iki tarafında fıtık var. Sonuçta ağır çantalar taşıyorsunuz ve bunun zararı oluyor. Ama bu spor bağım-lılık yapıyor ve ben bu işten vazgeçmeye-ceğim.”

“YA ÖLÜMÜ BEKLEYCEKSİN YA DA YOLUNA DEVAM EDECEK-SİN”

Gözlerimi büyütüp soruyorum: Ayağınıza kramp falan girerse? “Değil kramp ayağın dahi kırılsa tek başınasın, ya orada ölümü bekleyeceksin ya da yoluna devam edecek-sin! İşin sevdiğim kısmı da bu! Vücuduna söz geçirebiliyorsun ve dağcılık sana kendi gücünü gösteriyor.”

Bu kadının cesaretine hayran kalıyorum. Fakat belli başlı önlemler alıyorsunuzdur: “Dağa çıkarken 28 kiloluk çanta taşıyoruz. Kışın çantada kartuş ve benzin bulunduruy-oruz çünkü hem benzinli ocak götürüyoruz hem kartuş götürüyoruz. En az iki ocakla gidiyoruz ki ocak bozulursa ne yemek yapa-biliriz ne soğuğa dayanabiliriz. Yiyecek olarak bulgur, peynir, zeytin ve makarna bulun-duruyoruz. Ayrıca kıyafetler oluyor ama

yedek kıyafet taşımıyoruz çantada, yalnızca yedek çorap ve kaz tüyü montumuz oluyor.”

“ERCİYES’TEKİ DAĞ EVİNİ KAFE GİBİ İŞLETİYORLAR”

Zirvedeyken birçok fotoğrafınız var, siz don-ma tehlikesi geçirirken teknolojik aletleriniz donmuyor mu? “Telefon ve fotoğraf makine-lerimizi vücudumuzla temas halinde tutuy-oruz. Eğer vücut ısısı olmazsa donuyorlar ve zirveye çıktığımız zaman bir fotoğraf çekip tekrar vücudumuza koyuyoruz. 15 dakika bekledikten sonra bir daha çıkartıp çekim yapıyoruz. Aksi halde makinelerimiz donuy-or.”

Her röportajın sonu gibi son olarak diye giriyorum cümleye. Henüz Türkiye demişken açıyor ağzını yumuyor gözünü: “Ülkem-izde dağcılık spor olarak görülmüyor. Çünkü bu sporun seyircisi yok. Ülkemizle karşılaştırdığımızda Avrupa’da dağcılık çok gelişmiş durumda. Dağ evlerine rezervasyon yaptırıp gidiyorsunuz. Otel kalitesinde hizmet veriyorlar.

Ayrıca orada tırmanış gerçekleştirirken bir sorun yaşayacak olursanız elinizi kaldırmanız yeterli. Helikopterle gelip sizi kurtarıyorlar. Ülkemize döndüğünüzde Erciyes’te dağ evi gibi bir şey var. Ancak rotanın üzerinde bile değil. Kafe gibi işletiyorlar. Ağrı Dağı’na da dağ evi yaptılar. Ancak ne penceresi var ne de kapısı! Hava patladı, fırtına koptu girip sığın diye yapmışlar. Bu durum çok üzücü.”

Neyse ki umutlu bitiriyoruz röportajı: “Fakat Dağcılık sporuna Üniversite gençleri sahip çıkıyor; ODTÜ dağcıları meşhurdur. Yıldız Teknik Üniversitesi ve İstanbul Üniversitesi de dağcılık faaliyeti yapan üniversitelerden. Gençler gümbür gümbür geliyor.”

EFOR- ÖZEL SAYI 7

Page 12: Efor Dergi Özel Sayı

Sistem, program, organizasyon ve rekorların birleşimi ile oluşan spor tanımı kimi zam-an yanına amatör kavramını alır. Amatör, dendiğinde akıllara hemen toprak sahada oy-nanan sahalar, üstü başı çamurda kalmış fut-bolcular, paranın arka planda olduğu, sahada sadece ruhuyla mücadele eden sporcu topluluğu gelebilir.

Bu kavramlar genelde futbol için kullanılıyor. Ama öteki tarafa geçtiğimizde amatör sporlar karşımıza çıkıyor. Bu sporcuların da kazanmak için mücadele verdiklerini, yaptıkları sporlarda farklı bir felsefe kazandıklarını, psikolojik olar-ak gelişim kaydettiklerini bilmek gerekiyor.

İnsanlar da burada mücadele ediyorlar, yeri geliyor terliyor, yeri geliyor kazanıp mutlu oluyor, yeri geldiğinde ise kaybedip üzülüyorlar. Çünkü onlar da mücadele ettikleri spor branşın-da hedeflerini gerçekleştirmek için ellerinden gelenin fazlasını yapmaya çalışıyorlar. Ama ne yaparsa yapsınlar ne başarı kazanırsa kazansın-lar genelde görmezden geliniyorlar.

Bizde genel olarak amatör spor kavramını incelemek üzere uzun ince bir yola çıkıyor ve Ahmet Gülümseyen ile buluşuyoruz. Röportajın sonunda anlıyoruz ki ne kadar çok amatör spor branşları gelişirse ülkede o kadar spor kültürü üst seviyeye çıkar.

1969 senesinde Bayburt’ta dünyaya geldi, Gülümseyen. Çocukluktan itibaren sporla iç içe

bir yaşam sürmüş, öğrenim hayatını İstanbul’da geçirmişti. Lise yıllarında basketbol oynayan Gülümseyen spor muhabiri olmak isterken bir anda kendini Topkapı’da ticaretle uğraşırken bulmuştu. Yazgısı değişmiş, ama içinde bir ukde kalmıştı. Spor muhabiri olmak istiyordu.

Hayalleri uğruna istediğini elde etmek istey-en Gülümseyen, ticaretle uğraşırken ayrıca Fotomaç Gazetesi’nde muhabirlik yapmaya başlamıştı. Muhabirliği döneminde Zeytinbur-nu, Bakırköy ve Kasımpaşa gibi kulüpleri izle-mek için yoğun çaba harcayan Gülümseyen, bu sırada spora bilimsel olarak yaklaşması gerek-tiğini anlamıştı.

BİRÇOK BRANŞTA HAKEMLİK YAPTI

Bu nedenle gazeteden hocası Necmi Perekli vasıtası ile Marmara Üniversitesi’nde Beden Eğitimi Yüksek Okulu Bölümü’nde öğrenimine devam eden Gülümseyen, ayrıca hentbol, masa tenisi, izcilik, tenis, basketbol, badminton ve squash gibi branşların eğitimlerine katılmış ve antrenörlük belgeleri almıştı.

Antrenörlük ile beraber hakemlik kurslarına da katılmıştı, Gülümseyen. Futbol, masa tenisi, atletizm, çim hokeyi, halter, hentbol, goalball gibi spor branşlarında hakemlik eğitimi almıştı. “ Eskiden sporla ilgilenen fazla kimse yoktu. Futbol hakemliği kursuna katıldığım dönemde

YAZI: EMRULLAH ECER@emrullahecer

8 EFOR- ÖZEL SAYI

Page 13: Efor Dergi Özel Sayı

İl Müdürlüğü Bayburt’tan 10-15 kişi toplamıştı. Ben o dönemler lise mezunu olmama rağmen B Kursuna katılmıştım. Hentbolda ise 2, atletizm-de ve masa tenisinde 10 yıllık hakemlik yaptım. Bu bir kültür, gazeteci isek sporun tüm alan-larının kurallarına hâkim olmalıyız.”

GARDİYANLARLA KURSA KATILDI

Gülümseyen, spor kültürünü geliştirmek, spor-cuların psikolojilerini öğrenmek için farklı branşlarla ilgilenmişti ama aralarında yer alan squash ilgimi daha çok çekmişti. “Üniversitede raket sporlarını sevdim. Teniste bütün vücut, masa tenisinde bilek, badmintonda dirsek, squashda da bedenin tamamı çalışıyor. Ben gar-diyanlarla squash kurslarına katıldım. Çünkü gardiyanların mahkûmlarla etkileşimi, squash sayesinde artıyor ve mahkumlar böylelikle re-habilite edilebiliyor. Squash Avrupa’da ise çok yaygın. Orada doğayı sevdiren bir spor olarak görülüyor.”

Gülümseyen, sporu bilimsel olarak öğrendikten sonra özel okullarda beden eğitimi öğretmen-liği yapmıştı. Türkiye’de beden eğitimi dersine farklı yaklaşıldığı için beden eğitimi dersinin düzenli işlenmesi için neler yapılması gereki-yor? Sorusuna aldığım yanıt şöyleydi:

“insanların öncelikle beden eğitimi dersinin faydalı olup olmadıklarını bilmeleri lazım. Zaten öğrenciler diğer derslerde yeterince teorik bilg-iler kazanıyorlar. Yoğun ders programı arasında beden eğitimi dersleri çikolata etkisi gösteriyor ve mutluluk hormonu salgılıyor. Bunun için de tesisleşmek önemli. Okullara, spor salonları yapılmalı. Bunun için çalışmalar devam ediyor ama spor salonlarının sayısı daha da artmalı.”

AİLELERE BÜYÜK İŞ DÜŞÜYOR

Röportajın ortasına gelinirken amatör spor-lar ve tesisleşme konusunu yarıda bırakıp spor kültürünü konuşmaya başlıyoruz. “Spor kültürü, ailelerin çocuklarına sporu sevdirmesi ile oluşur. Benim çocuğum henüz küçük olması-na rağmen tenis oynamasına teşvik ediyorum. Böylelikle oğlum ileride çocuğuna sporu sevdi-recek. Sonuç olarak da spor kültürü gelişecek.”

Spor kültürünün gelişmesi için aile fertlerine önemli işler düşüyor. Çocuklara farklı spor branşlarını tanıtmaları, onlarla farklı spor branşlarından oyunlar oynamaları galiba bura-da kilit nokta. “Öğretmenlik yaparken ilkokul 4’e giden bir kız çocuğu vardı. Ona, hentbol topunu attığımda kaçıyordu. Annesini çağırdım. Çocuğunun durumunu anlattım. Ondan sonra birkaç kez daha çocuğa hentbol topunu attım ve o günden sonra küçük kız hentbolu sevdi. Kızın ilk önce çekingen olma sebebi de hem an-nesi hem babası doktor olduğu için çocuklarını bakıcıya bırakıyorlardı. Kız ailenin tek çocuğu olduğu için de yorulmamasını istiyorlardı ve spor yaptırmıyorlardı. O günden sonra anne-si yanıma geldi ve ‘Kızıma ne yaptınız?’ dedi. Biz de ‘İçindeki cevheri ortaya çıkardık’ diye yanıtladık. Kızın kişiliği üzerinde bu çok olum-lu etkiler bıraktı. İşte spor kültürü bu şekilde gelişir.”

“AVRUPA’DAKİ SPOR OKULLARI EĞİTİMLİ HOCALARA EMANET”

Türkiye’de bir diğer problemde spor okulların-da yaşanıyor. Ülkede her geçen gün spor okulu açılmasına rağmen aynı oranda ne kaliteli ant-renörler ne de kaliteli sporcular çıkıyor.

EFOR - ÖZEL SAYI 9

Page 14: Efor Dergi Özel Sayı

“Avrupa’daki spor okullarında eğitim veren hocalar genelde çok iyi eğitim almış kişiler oluyorlar. Ayrıca çocuklara güvenli bir ortam yaratıyorlar. Bizde ise durum biraz daha farklı işliyor. Aileler, çocuklarını futbolcu ve basket-bolcu görmek istiyorlar. Bu nedenle çocuklarını büyük kulüplerin okullarına gönderiyorlar.”

SOSYAL MEDYA BAŞARI GETİRDİ

Türkiye’de son günlerde engelli sporunun geldiği nokta göz kamaştırıcı. Şu an ayrıca Görme Engelliler Federasyonu Kurul Üyesi olan Gülümseyen, bu soruyu yanıtlayacakken bulun-duğumuz yere Kerem Arda gelmişti. Arda da Bedensel Engelliler Federasyonunda çalışıyor ve bu soruya o, cevap veriyordu:

“Öncelikle insanlar arasında bir farkındalık yarattık. Sosyal medyada bir etkileşim sağladık. Örneğin Finlandiya’daki engelli körling takımını görüp Erzurum’da körling takımı kurduk. Ya da Sırbistan’da bir engelli yüzücü görüp, o model-de sporcular yetiştirdik. Ayrıca engelliler, hak-larını savunmaya başladılar. Evlerinden çıktılar. Başarılar gelince de antrenörlerin seviyesi arttı. Böylece sponsorlar işin içine girdi. Sporcular da başarıya aç oldukları için büyük başarılar geldi.”

Arda engelli sporcuların gelişimini bu cüm-lelerle anlatırken, araya tekrar Gülümseyen giriyordu: “Muhammet Ali Aydın adında bir sporcumuz var. Bir ayağı ve bir kolu yoktu ama antrenörlerimiz onu keşfettiler. Muhammet de 5 ay sonra yüzmede Avrupa barajını geçti. Şim-di de uluslararası alanda yarışıyor.”

“DEVŞİRME SPORCULAR ÖRNEK OLMALI”

Türkiye’de bir diğer sorun da devşirme sporcu-larda görülüyor. Özellikle masa tenisi ve at-letizmde sıkça Türk olmayan simalar gözümüze görünüyor ya da farklı isimler karşımıza çıkıyor. Oysaki 70 milyonluk nüfusumuzdan neden sporcu çıkmıyor ya da devşirme sporcular bir sorun yaratıyor mu?

“Ülkemize devşirme sporcular gelebilir. Ancak bu sporcular hem özel hayatlarında hem de sporculuk yaşamlarında alt yapıdan gelenlere rol model olmalılar. Alt yapıdaki sporcular, devşirme sporculardan çok şey öğrenmeliler. Bunun için alt yapıya önem vermek gerek. Aksi halde sadece günü kurtarırız. Bunun da bir değeri olmaz.”

10 EFOR- ÖZEL SAYI

Page 15: Efor Dergi Özel Sayı
Page 16: Efor Dergi Özel Sayı
Page 17: Efor Dergi Özel Sayı
Page 18: Efor Dergi Özel Sayı
Page 19: Efor Dergi Özel Sayı
Page 20: Efor Dergi Özel Sayı
Page 21: Efor Dergi Özel Sayı
Page 22: Efor Dergi Özel Sayı
Page 23: Efor Dergi Özel Sayı
Page 24: Efor Dergi Özel Sayı
Page 25: Efor Dergi Özel Sayı
Page 26: Efor Dergi Özel Sayı
Page 27: Efor Dergi Özel Sayı
Page 28: Efor Dergi Özel Sayı
Page 29: Efor Dergi Özel Sayı
Page 30: Efor Dergi Özel Sayı
Page 31: Efor Dergi Özel Sayı
Page 32: Efor Dergi Özel Sayı
Page 33: Efor Dergi Özel Sayı
Page 34: Efor Dergi Özel Sayı
Page 35: Efor Dergi Özel Sayı
Page 36: Efor Dergi Özel Sayı
Page 37: Efor Dergi Özel Sayı
Page 38: Efor Dergi Özel Sayı
Page 39: Efor Dergi Özel Sayı
Page 40: Efor Dergi Özel Sayı
Page 41: Efor Dergi Özel Sayı
Page 42: Efor Dergi Özel Sayı
Page 43: Efor Dergi Özel Sayı
Page 44: Efor Dergi Özel Sayı
Page 45: Efor Dergi Özel Sayı
Page 46: Efor Dergi Özel Sayı
Page 47: Efor Dergi Özel Sayı
Page 48: Efor Dergi Özel Sayı
Page 49: Efor Dergi Özel Sayı
Page 50: Efor Dergi Özel Sayı
Page 51: Efor Dergi Özel Sayı
Page 52: Efor Dergi Özel Sayı
Page 53: Efor Dergi Özel Sayı
Page 54: Efor Dergi Özel Sayı
Page 55: Efor Dergi Özel Sayı
Page 56: Efor Dergi Özel Sayı
Page 57: Efor Dergi Özel Sayı
Page 58: Efor Dergi Özel Sayı

DÜNYANIN EN ZOR TAKIM

OYUNU

yaklarına keskin bıçaklar takmış 12 kişinin, buz üstünde mücadele ettiği bir takım oyunu hayal edin; üstelik bu oyun, dünyanın en hızlı takım oyunu... Buz Hokeyi, ülkemizde hak ettiği ilgiyi göremese de takdir edilmesi gereken bir çabayı içinde barındırıyor. Buz Hokeyi’ni, ‘çim hokeyinin buz üzerinde oynanan versiyonu’ şeklindeki kabaca bir tanıma sığdıramayız. Zira hokey gibi sert bir oyunu, buz üstünde oyna-maya çalışmak bile oldukça büyük bir efor gerektiriyor.

Bu oyunda gol; kıvrık uçlu bir sopayla, sert bir lastikten üretilen ve puck (pak) denilen diski rakip takımın kalesine sürüp, kaleye sokmak-la gerçekleşir. Oyun her biri 20 dakika olmak üzere üç devreden olu-şur. Her devre sonunda takımlar kale değiştirir.

Oyunda her iki takımda biri kaleci olmak üzere 6’şar oyuncudan olu-şur. Takımlar bir kaleci, iki savunma oyuncusu ve üç ileri alan oyuncu-su düzeninde oynar. Aşırı yorucu bir oyun olduğu için, her birkaç daki-kada bir oyuncu değiştirilir. Bir oyuncunun buz üzerinde iki dakikadan fazla kaldığı pek görülmez. Oyuncular; özel patenler, kalın eldivenler ve yastıklarla beslenmiş koruyucu özel formalar giyer ve koruyucu başlık takarlar.

A

YAZI: GÜLÇİN ŞİMŞEK [email protected]

54 EFOR- ÖZEL SAYI

Page 59: Efor Dergi Özel Sayı

OFFSİDE SADECE FUTBOLA ÖZGÜ DEĞİL

Buz hokeyinin oynandığı 61 metre uzunluğunda-ki ve 30 metre genişliğindeki dikdörtgen sahaya “rink’’ denir. Oyun alanında, alanı iki eşit parçaya bölen kırmızı bir orta çizgi ve üç eşit parçaya bölen iki mavi çizgi, bir orta yuvarlak ve her iki yarı alanda ikişer başlama yuvarlağı çizilidir. İki mavi çizgi arasındaki alan tarafsız bölge, kaleyle önün-deki mavi çizgi arasındaki alan savunma bölgesi, öbür mavi çizgiyle rakip kale arasındaki alan da saldırı bölgesi olarak adlandırılır.

Öte yandan buz hokeyinde de futboldaki offside kuralının bir benzeri vardır. Hücum eden takımın oyuncuları paktan önce hücum sahasına gire-mezler. Pak kale sahasının içinde değilse, hiçbir hücum oyuncusu kale sahasının içinde veya kale sahası çizgisi üzerinde duramaz veya sopasını bu sahanın içine sokamaz. Eğer bu durumlardan biri varsa; pakın kaleye girmesi ile gol olmaz ve oyu-na tarafsız sahada, bu kuralı ihlal eden takımın hücum sahasına en yakın başlama noktalarından birinde başlanır.

4000 YIL ÖNCESİNE DAYANAN BİR TARİH

Tarihine baktığımızda; eğimli sopalarla bir nes-neye vurularak oynanan oyunların tarihinin, çok eski çağlara dayandığını görüyoruz. Mısır’daki dev tapınaklarda bulunan 4000 yıllık çizimler hokeye benzeyen bir sporu anlatmıştır. İrlanda’da çıka-rılan 1527 Galway Kanunları’nda, küçük bir top ve sopa ile oynanan bir oyundan söz edilmiştir. Fransızca “hoquet” (çoban değneği) kelimesinden türediği sanılan hokeyi, Amerika kıtasına getiren-ler de Avrupalılar olmuştur.

Birçok kaynak, bize buz hokeyinin modern an-lamda 17.yy’dan itibaren oynandığını gösteriyor. Ancak kayda geçen ilk hokey maçları, Kingston’da İngiliz subayları arasında 1850’li yılların ortaların-da oynanmıştır. 1870’lerin başında, bilinen ilk buz hokeyi kuralları da Montreal’deki McGill Üniversi-tesi öğrencileri tarafından yazılmış ve bunlar tari-he geçen ilk 7 kural olmuştur. Bu kurallar oyuncu sayısını takım başına 9 kişi olarak belirlerken, top yerine kare şeklinde bir pak getirmiştir.

YAZI: GÜLÇİN ŞİMŞEK [email protected]

EFOR - ÖZEL SAYI 55

Page 60: Efor Dergi Özel Sayı

İlk buz hokeyi kulübü de McGill Üniversitesi Buz Hokeyi Kulübü adıyla 1877 yılında kuruldu. Oyun ilk başta öyle popülerleşti ki buz hokeyinin ilk şampiyonası Montreal’de her yıl düzenlenen Kış Festivali’nde düzenlendi ve McGill takımı “Festi-val Kupası”nı kazandı.

Dünyanın en iyi ligi, buz hokeyi oyuncularının oynamak için can attığı, NHL’in kuruluş öyküsü de o tarihlerde başlıyor. 1888 yılında Kanada Devlet Başkanı Lord Stanley, Montreal Kış Fes-tivali’ne katılır. Stanley’nin oğulları ve kızı, bu festivalden sonra hokeyi çok severler ve Stanley de hokey oyunundan çok etkilenir.

1892 yılında Kanada’da en iyi takımı belirlemek için herhangi bir organizasyon olmadığını da göz önünde bulunduran Stanley, bu amaçla kâse şeklinde bir kupa alır. Daha sonra Stanley Cup olarak üne kavuşan “The Dominion Hockey Chal-lenge Cup” ilk defa 1893 yılında AHAC şampi-yonu olan Montreal Hokey Kulübü’ne verilir. Bu kupa günümüze kadar verilmeye devam etmiş, günümüzde ise NHL’de (National Hockey Lea-gue) şampiyon olan takımlara verilmektedir.

ABD ve Kanada takımlarının yer aldığı NHL’de Doğu Konferansı(Eastern Conference) ve Batı Konferansı (Western Conference) adlarıyla 15’er takımlık iki alt lig vardır.

İLK MAÇI 200 KİŞİ İZLEDİ

Buz hokeyinin Türk sporcular tarafından oynan-maya başlanması; 1980’li yılların başlarında An-kara’da Atatürk Buz Pisti’nde, Gençlik Parkı’nın donmuş havuzlarında ve İstanbul’da Korukent Buz Pisti’nde olmuştur.

Ankara’da Amerikalı Subay Glenn Brown’un ve İstanbul’ da Sinisha Tomic’in antrenörlüğün-de, son derece kısıtlı malzeme imkânlarıyla buz hokeyi oynamaya başlayan Ankaralı ve İstanbul-lu iki grup genç, ilk kez 9 Ocak 1988 tarihinde, Ankara Atatürk Buz Pistinde, yaklaşık 200 se-yirci önünde, -15 derece sıcaklıkta karşı karşıya gelerek, buz hokeyi maçı yapmışlardır.

Buz hokeyi branşı 1991 yılında Türkiye Buz Spor-ları Federasyonu’nun kurulmasıyla, Türkiye Ka-yak Federasyonu’ndan ayrıldı ve artistik patinaj branşı ile birlikte yeni kurulan federasyonun çatı-sı altında toplandı. Türkiye aynı yıl Uluslararası Buz Hokeyi Federasyonu’na (IIHF) üye oldu.

Türkiye Buz Hokeyi Süper Ligi, Türkiye’nin en üst düzeydeki buz hokeyi ligidir. Süper Lig, Türkiye Buz Hokeyi Federasyonu’na bağlıdır. Bu ligde; Ankara, İzmit, İstanbul, İzmir ve Erzurum olmak üzere beş şehrin takımlarının üstünlüğü söz konusudur.

UMUT VAR

Buz Hokeyi Dünya Şampiyonası 3’üncü Klasman maçları, bu yıl İzmir’in ev sahipliğinde düzenlen-di. Şampiyonada, buz hokeyi konusundaki başa-rımızı ortaya koyan milli takımımız, final ma-çında Kuzey Kore’ye yenilerek 2.’likle yetinmek zorunda kaldı. Ancak Türkiye’nin böyle bir orga-nizasyona kapılarını açması bile, buz hokeyinin ülkemizdeki gelişimi için umut verici niteliktedir.Öte yandan, medyanın da şampiyonayı canlı olarak vermesi Buz Hokeyi’ne ilgiyi arttırmıştır. Medya, futbol dışındaki sporlara yer verdikçe, ülkemizin de başka sporlara yönlenerek spor ufkunu genişletmesi sağlanabilir.

56 EFOR- ÖZEL SAYI

Page 61: Efor Dergi Özel Sayı
Page 62: Efor Dergi Özel Sayı

İŞ DÜNYASININ SPORU

ir spor düşünün, tarihi 1000 yıl öncesine dayansın ve bu 1000 yılın sonunda dünyada en fazla oynandığı yer, ilk oynandığı gün varlığı bilinmeyen bir kıta olsun. Hatta ilk defa kimler tarafından, tam olarak ne zaman oynandığı bilinmesin. Bahsettiğimiz sporun adı, Latince kökenli ‘’çöküntü’’ anlamındaki ‘’colpus’’ kelimesinden türeyen golf. Golf, 1100’lü yıllarda ilk kez İngiltere’nin yönetimindeki İskoçlar tarafından oynandı. Golf hakkındaki ilk yazılı belge de yine İskoç Krallığı’na aitti. 1457 yılında İskoç Kralı II. James, krallık koruyucula-rının okçuluk çalışmalarını aksattığı gerekçesiyle yayınlattığı bildiride futbolla birlikte golfü de yasaklamıştı.

Golf, 1600’lü yılların ortasına kadar sadece Avrupa’da oynanıyordu. Amerika kıtasının keşfinin ardından yeni kıtaya götürülen kültürler-den biri de golf oldu. 1659’da Amerika kıtasına ilk adımını atan bu spor, aradan geçen yüzyılların ardından bugün 60 milyondan fazla oyuncuya sahip. Ve bu oyuncuların yarısından fazlası ABD’li.

PATRONLAR GOLFÜ SEVDİ

İlk yazılı kuralları 1754 yılında belirlenen golfün günümüze olan yol-culuğunda hitap ettiği kitlenin standardı giderek yükseldi. Bugün iş dünyası tarafından en çok tercih edilen spor konumundaki golf, Ja-ponya’da yöneticilikte terfi etmeye dahi etki ediyor.

B

YAZI: EDİPCAN ERTUĞRUL@ edipcanertugrul

57 EFOR- ÖZEL SAYI

Page 63: Efor Dergi Özel Sayı

ABD’de de iş dünyası için büyük bir yer edinen golfün bu kadar önemli görülmesinde iş ilişkileri üzerine kurulu bir dal olmasının etkileri öne sürü-lüyor. Ünlü CEO’ların bulunduğu gruba göre golf oynayabilme kabiliyeti, oyunun doğasında bulu-nan etiği anlayarak ve oyunun geleneğine saygı göstererek bir kariyeri geliştirebilir.

Golf, rahatlatıcı, huzur dolu bir ortamda oynanır. İş dünyasındaki yoğun temponun yorgunluğunu doğa ile barışık bir ortamda beceri ile buluştur-mak isteyen iş adamları, bir taraftan stres atarken diğer taraftan aynı anda sahada yarıştıkları rakip-lerinin riske, strese, başarıya ve başarısızlığa karşı nasıl bir tutum sergilediklerine dair fikir edinebi-lirler.

SADECE SPOR DEĞİL AYNI ZAMANDA TURİZM

İş dünyasından birçok iş adamını kendisine çeken bu sporun, spor turizmi açısından ülkelere katkısı da şüphesiz farklı bir profil çizer. Golf turistlerinin yapmış oldukları ortalama turizm harcamaları, genel turistlerin ortalama harcamasından daha yüksektir.Türkiye’de golfün yükselişe geçmesinde, işte bu turizm fırsatlarını değerlendirmek amacı öne çıktı.

İLK GOLF KULÜBÜ ÜÇ BÜYÜKLERDEN ÖNCE KURULDU

Bugün golfte söz sahibi olan birçok ülkeden çok daha eskilere dayanan bir golf tarihi olan Türki-ye’de ilk golf kulübü 1895’te ‘’Costantinopole Golf Club’’ adıyla kuruldu ve bugün İstanbul Golf Kulü-bü adıyla faaliyetlerini hâla sürdürüyor. Böylesine eski bir tarihe sahip olan Türkiye golfü, 1980’lerde çöküşe uğradı.

1990’larda Türkiye Golf Federasyonu’nun ku-rulmasıyla düşüşüne son veren spor, 2000’lerde turizmdeki atılımlar ve kanunlarla birlikte golf tu-rizminin ekonomideki yarattığı etkilerin fark edil-mesiyle Türkiye’de hatırı sayılır noktalara geldi.Öyle ki Uluslararası Golf Tur Operatörleri Birli-ği Belek Bölgesi’ni 2008 yılının Avrupa’daki en iyi golf bölgesi seçti. Ayrıca Türkiye, 2012 Dünya Amatör Golf Şampiyonası’na ev sahipliği yapma hakkını da kazanarak yabancıların Türkiye’deki turnuvalara gösterdiği ilginin arttığını gösterdi.

TURİSTLERİ ÜLKEYE ÇEKEMİYORUZ

Türkiye’de golfe yapılan yatırımla öne çıkan An-talya Belek Bölgesi, uygun şartlarıyla Amerika haricinde hiçbir ülkede olmadığı kadar yoğun golf sahalarına sahip. Belek, uygun ikliminin yanı sıra, havalimanına yakınlığı ve çevredeki otellerin ye-terliliğiyle spor turizmi için büyük fırsatları içinde barındırıyor.

Tüm bunlara rağmen Türkiye’nin üst düzey gelir seviyesine sahip turistleri ülkeye çekmek konu-sunda yetersiz kalıyor. Bunun sebepleri olarak da ulaşımdaki sıkıntılar öne çıkıyor. Eylül-Ocak ve Şubat-Haziran aylarındaki golf sezonunda Antalya’ya direk uçak seferinin azalması, Antal-ya’ya ulaşımın İstanbul aktarmalı olmasına sebep oluyor.

Bu durumun yüksek gelirli turistlerin bölgeye gel-mesini engellediği düşünülüyor. Böylesine uygun imkanlara sahip Türkiye’nin bu gibi sorunları çöz-mesi halinde, önümüzdeki yıllarda golfün Avru-pa’daki merkezi haline dönüşebileceğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

YAZI: EDİPCAN ERTUĞRUL@ edipcanertugrul

EFOR - ÖZEL SAYI 58

Page 64: Efor Dergi Özel Sayı
Page 65: Efor Dergi Özel Sayı
Page 66: Efor Dergi Özel Sayı
Page 67: Efor Dergi Özel Sayı
Page 68: Efor Dergi Özel Sayı
Page 69: Efor Dergi Özel Sayı
Page 70: Efor Dergi Özel Sayı
Page 71: Efor Dergi Özel Sayı
Page 72: Efor Dergi Özel Sayı
Page 73: Efor Dergi Özel Sayı
Page 74: Efor Dergi Özel Sayı
Page 75: Efor Dergi Özel Sayı
Page 76: Efor Dergi Özel Sayı
Page 77: Efor Dergi Özel Sayı
Page 78: Efor Dergi Özel Sayı
Page 79: Efor Dergi Özel Sayı
Page 80: Efor Dergi Özel Sayı
Page 81: Efor Dergi Özel Sayı
Page 82: Efor Dergi Özel Sayı

DÜNYANIN EN İYİ YÜZÜCÜSÜ

22 Olimpiyat Madalyası ile tüm zamanların en çok olimpiyat madalyası sahibi sporcusu. O, Olimpiyat tarihinin en çok altın madal-ya kazanan sporcusu. O, 2008 yılında Pekin’de kazandığı sekiz altın madalya ile bir olimpiyatta en fazla birincilik kazanan sporcu. O, üç olimpiyatta üst üste en başarılı olan sporcu. O, aynı gün içinde iki dün-ya rekoru kıran ilk yüzücü.

O, altı kez dünyanın en iyi yüzücüsü ve sekiz kez Amerika’da yılın yüzücüsü seçilen sporcu. O dünyanın en çok kazanan yüzücüsü. Et-kileyici ve tekrarı zor bir başarı! Evet, bahsettiğimiz kişi yüzmek için yaratılmış bir insan; Michael Fred Phelps. Lafı daha fazla uzatmadan gelin hep beraber dünyanın en büyük yüzücüsü ‘’Balık adam’’ lakaplı Michael Phelps’in yaşamında zaman yolculuğuna çıkalım.

Antrenörü Bowman’ın da belirttiği gibi; Michael Phelps’in bir Su Vücudu (Aquatic Body) var. Bacakları kısa, gövdesi iri. Boyu 1,93 metre. Kol açıklığı tam 2,10 metre. Elleri büyük. Ayak numarası ise 48,5. Böylece az ama etkili kulaç atabiliyor. Eklemleri çok esnek. Bu sayede yarış başlangıcında ve dönüşlerinde o bildiğimiz yunus yüzüşü-nü yapabiliyor. Ama en önemli avantajı hiç şüphesiz kardiyovasküler kapasitesi.

Kalbi vücuduna dakikada 30 litre kan pompalıyor, yani bu durum normal insanınkinden üç kat fazla. Vücudu çok az laktik asit salgılı-yor. Oksijenin yanmasından sonra kanda oluşan laktik asit oranı bir

O,

YAZI: SEDAT İLTER @sedatilter

76 EFOR- ÖZEL SAYI

Page 83: Efor Dergi Özel Sayı

yarıştan sonra bile gramda 5 milimol çıkıyor. Bu, normal bir yüzücünün ikide biri, belki üçte biri düzeyinde. Kısacası Phelps rakiplerinden daha geç yoruluyor. Sudan çıkınca ise esnek eklemleri ne-deniyle sık sık düşen Phelps’in, havuzdan çıkınca koşması bu yüzden yasak...

OTORİTER BABA FİGÜRÜ

Bob Bowman; son derece otoriter, titiz ve çalışma delisi bir antrenör. Her akşam 21.00’de yatıyor. Sabah 4.30’da kalkıp 5.15’te havuza varıyor. Aynı zamanda akşam 19.30’a kadar havuzda olmasına bakılırsa, Phelps’in başarısına şaşırmamak lazım. Florida Üniversitesi’nde müzik eğitimi görürken yüzme takımında kulaç sallıyor, bir yandan da gelişim psikolojisi okuyordu.

11 yılda yedi yerde yüzme antrenörlüğü yaptıktan sonra 1996’da Phelps’in çalıştığı NBAC’ye geçti. 2004’te Michigan Üniversitesi’ne başantrenör oldu. Ama bu görevini Mayıs 2012’de bıraktı. Yoğun antrenmanları ve sert tutumuyla biliniyor-du. Çocukluğundan beri babasından ayrı yaşayan Michael için tam bir baba figürüydü.

HAFTADA YEDİ GÜN ANTRENMAN YAPIYOR

Micheal Phelps, 11 yaşından beri Bob Bowman’la çalışıyor. 1996’da Bowman genç öğrencisinin ergenlik öncesi aerobik kapasitesini artırmak için yüklü bir antrenman programı yaptı. 1997’de anne

babasıyla konuşup; “Geleceğin olimpiyat şampiyo-nunu yetiştirebiliriz” dedi ve Michael’ın Amerikan futbolu, lakros ve beyzbolu bırakmasını sağladı. Sonraki yıl haftalık antrenman günlerine pazarı da ekledi. Michael, artık neredeyse 365 gün havuz-daydı ve haftada 80 kilometre yüzüyordu.

2004’ten sonra antrenman sayısı haftada altıya indi. Yılın üç haftasını, yine Bowman yönetiminde ve 10 takım arkadaşıyla Colorado Springs’te, ABD Olimpiyat Antrenman Merkezi’nde geçiriyordu. 1.800 metre rakımlı merkezde 24 günde 70 ant-renmana çıkıyordu. Her gün, üçü havuzda biri havuz dışında dört antrenman seansı vardı.

BİLİMİN NİMETLERİNDEN FAYDALANIYOR

Böylesine büyük bir şampiyonu yetiştirmek için elbette bilimin nimetlerinden çok iyi faydalan-mak gerekir. Antrenör Bowman, işi sıkı tutarak ABD’deki en nitelikli uzmanlarla işbirliği yapıyor ve şampiyon yüzücüsünü sürekli denetliyordu. ABD Yüzme Federasyonu Bilim Direktörü Gena-dijus Sokolovas kendi geliştirdiği bir cihazla, yıl boyunca Phelps’e swim-power testi uyguluyordu. Antrenman sırasında Michael’in göğüs çevresine bir elektronik kuşak takılıyordu. Bu kuşak, sani-yede 60 kez veri gönderiyordu. Ayrıca havuzun kenarındaki ve dibindeki iki kamerayla onun her hareketi saniye saniye kaydediliyordu. Çıkan sonuçlarla birlikte Phelps’in kollarının ve bacak-larının hareketlerini daha da mükemmelleştirmek için uğraşıyorlardı.

YAZI: SEDAT İLTER @sedatilter

EFOR - ÖZEL SAYI 77

Page 84: Efor Dergi Özel Sayı

10 YAŞINDA REKOR KIRDI

Michael Phelps, 30 Haziran 1985’te polis me-muru bir baba ve öğretmen bir annenin üçün-cü çocuğu olarak Baltimore’da dünyaya geldi. Hillary ve Whitney adında iki ablası vardı. İlkokulda hiperaktifti. Bir öğretmeni, annesine; “Üzgünüm Debbie! Hayatında hiçbir işe yoğun-laşamayacak” demişti.

Annesi ve yüzücü ablalarının da desteğiyle hi-peraktiflik tedavisine yardımcı olması amacıyla yedi yaşında havuzlara gidip gelmeye başla-dı Phelps. Ancak dokuz yaşındayken anne ve babası boşandı. O günden sonra babasıyla arası açıldı. Antrenörü Bob Bowman, yıllarca baba rolünü de üstlendi. Kısa sürede içinde kavradığı yüzme tekniğiyle, 10 yaşında kendi yaş kategori-sinde ABD rekoru kırdı.

SAYISIZ REKOR KIRDI

Yüzme otoriteleri tarafından ‘’Dünyanın en büyük yüzücüsü’’ olarak görülen Phelps, olim-piyatlarda toplam 16 altın madalya kazanarak, tarihe geçti. Pekin 2008’de kazandığı sekiz altın madalya ile ‘’tek bir olimpiyatta en fazla altın madalya alan sporcu’’ unvanına ulaşan Phelps, vatandaşı ve aynı zamanda yüzücü olan Mark Spitz’in yedi altın madalyalık (Münih-1972) rekorunu da geliştirmiş oldu.

Yaptığı basın toplantısında; ‘’Annem bize suda ne kadar güvenli olabileceğimizi öğretti ve ba-kın şimdi nerelere geldik’’ demiştir. 6 altın, iki bronz Atina 2004′de; sekiz altın Pekin 2008′de; dört altın ve iki gümüş Londra 2012′de olmak

üzere toplamda 22 madalyayı boynuna takarak ‘’oyunlar tarihinde en çok madalya kazanan erkek sporcu’’ unvanını elde etti.

Tüm bu olimpik başarıların yanı sıra ülkesinde-ki ve çeşitli uluslararası mecralardaki kurumlar tarafından defalarca yılın yüzücüsü ve yılın sporcusu seçildi. Bunlardan birkaç örnek verir-sek; altı kez dünyanın en iyi yüzücüsü ve sekiz kez Amerika’da yılın yüzücüsü seçildi.

PHELPS ZAFERLE DÖNDÜ

Genç yüzücü Michael Phelps, başarılarının yanında zaman zaman hatalarıyla da gündeme geldi. Geçtiğimiz yıl eylül ayında otomobilini alkollü kullanırken yakalanan olimpiyat şam-piyonu Phelps, altı ay spordan men cezasına çarptırılmıştı.

Cezası sona eren ve geçtiğimiz günlerde 100 metre kelebekte mücadele eden olimpiyat ve dünya şampiyonu yüzücü, 52.38 saniye ile zafere ulaştı. Geçen yıllara oranla daha yavaş yüzmesine karşın bir diğer olimpiyat şampiyonu yüzücü Ryan Lochte’yi geride bırakarak aldığı cezanın ardından ilk kez katıldığı yarışmada birinci oldu.

2012 Londra Olimpiyat Oyunları’ndan sonra emekliye ayrılan Phelps, daha sonra kararın-dan vazgeçip 2016 Rio Olimpiyat Oyunları’nda mücadele etmek istediğini söylemişti. Biz de kendisinin bir daha bu tür olaylarla değil alışık olduğumuz şekilde başarı ve rekorlarıyla günde-me gelmesini dileyerek yazımızı noktalayalım.

78 EFOR- ÖZEL SAYI

Page 85: Efor Dergi Özel Sayı

“SU ONDAN KORKAR”

Michael Phelps buzda bile yüzer.

Michael Phelps balığa benzemez, balık Michael Phelps’e benzer.

Michael suya girdiğinde ıslanmaz, su Michael’le-nir.

Michael Phelps suyu yokuş yukarı akıtmayı ba-şarır.“Kimse mükemmel değildir.” dediğinizde, Mic-hael Phelps bunu bir hakaret olarak algılar.

Michael Phelps yağmura tutulmaz ve yağmur onu ıslatmaz, çünkü su ondan korkar.

Michael Phelps aynaya baktığında hiçbir şey gö-remez, ikinci bir Michael Phelps yoktur çünkü.

BAŞARI SIRRI

Hayallerine sınır çizme: “Hayallerine ve rüyala-rına sınır çizgisi çekmek, seni başarıya yaklaş-tırmaz. Hayalleriniz ne kadar büyürse, gerçek yaşamda da başarılarınız da o kadar büyük olur.”

Her şey düşünceyle başlar: “Bence aklına koy-duğun, emek harcadığın ve zamanını verdiğin takdirde her şey mümkündür. Zihnin her şeyi kontrol eder.”

Konsantrasyonunu hedeflediğin şey üzerinde yoğunlaştır, bir an bile dikkatini ondan ayırma: “Hedeflediğim başarıya ulaşmak için onun hak-kında düşünmekten bir an bile vazgeçmem.”

Başına gelenleri kabul et ve onlardan ders çıkar: “Her geçen gün yeni engeller ve bunun karşılı-ğında yeni duygular bekliyor bizi. Bu durumda benim önem verdiğim, hatalarımdan ne ders çıkardığım ve bunu başarım adına nasıl kullana-cağım…”

“Eğer bir yerde yüzmeyi tercih etmem gerekirse, bu okyanus olur.’’ (Bir gün İstanbul Boğazı’nda yüzmek ister misin sorusu üzerine).

EFOR - ÖZEL SAYI 79

Page 86: Efor Dergi Özel Sayı

MAGIC JOHNSONNBA’NİN SİHİRLİ YILDIZI

BA içinde barındırdığı hikâyelerle ve yetiştirdiği büyük yete-neklerle her zaman dünya basketbolunun zirvesinde olmuştur. Her dönemde büyük bir yetenek ortaya çıkmıştır. 1950’lerde Bob Cousy, 60’larda Oscar Robertson, 70’lerde Julius Erving 90’larda Micheal Jordan 2000’lerde de Kobe Bryant, Lebron James ve diğerleri deyince akla basketbol geliyorsa, 80 lerde de Magic Johnson, basketbol de-mekti.

Saha içindeki liderliği, kazanma hırsı, akıl almaz istatistikleri ve sıra dışı hayatıyla Magic Johnson sporseverlerin hafızalarında kalıcı bir iz bıraktı. Basketbolda hemen hemen bütün pozisyonlarda oynayabilen Johnson, saha dışında ise ölümcül bir hastalığa karşı verdiği savaşla herkesin takdirini kazanmış ve tüm dünyada AIDS’nin yüzünü değişti-ren bir simge haline gelmiştir. Gelin şimdi de Magic Johnson’ın haya-tının kilometre taşlarına bakalım.

14 Ağustos 1959’ta doğdu ve dokuz kardeşiyle Lansing, Michigan’da büyüdü, Johnson. 15 yaşında Everett Lisesi’nde oynarken 36 sayı, 16 ribaund, 16 asistlik muhteşem bir performans gösterince maçı izleme-ye gelen Lansing State gazetesinin spor yazarlarından Fred Stabley, ona “Magic” diye hitap etmiş ve lakabı artık Magic olmuştu.

Earvin Johnson’un annesi dindar bir Hıristiyan’dı ve annesi oğlunun böyle çağrılmasından hoşnut değildi. Magic Johnson lise kariyeri-

N

YAZI: KASIM BALTACI@ KasimBaltaci

80 EFOR- ÖZEL SAYI

Page 87: Efor Dergi Özel Sayı

ni 28.8 sayı, 16.8 ribaund ile tamamlarken son yılında takımını Michigan Eyalet şampiyonu yaptı. Artık Magic, Michigan Eyaleti’nde iyice tanınmaya başlanmıştı.

Hal böyle olunca da birçok NCAA takımı Magic’in peşine düşmüş, ancak Magic evine ve ailesine yakın olan Michigan State Üniversitesi’ne gitmeyi kabul etmişti. MSU’da çaylak sezonunda 17.0 sayı, 7.9 ribaund, 7.4 asistlik performansıyla takımına Big Ten şampiyonluğunu kazandırmıştı.

Sophomore sezonunda ise Magic, patlayarak NCAA finallerinde tüm zamanların en çok seyre-dilen NCAA maçı olarak tarihe geçen maçta Larry Bird’lü Indiana State’i 75–64 yenerek ilk ve tek NCAA şampiyonluğuna gitmişti. Bu maç, daha sonra ezeli rakibi olacağı Larry Bird’le yaptığı, yani bir anlamda Magic–Bird düellosunun ilk maçı olmasından ötürü mazide ayrı bir yere ve öneme sahip. Magic için artık NBA’e geçme vakti gelmişti.

ÇAYLAK SEZONUNDA MVP SEÇİLDİ

1970 senesinde normal sezon, play-off derken sıra unutulmazlar arasına giren NBA Finalleri’ne gelmişti. Finalde Lakers’ın rakibi Julius Erving’li Philadelphia 76ers’dı. Lakers seride 3-1 öndeyken takımın pivotu ve bir numaralı opsiyonu Kareem son oynanan maçta sakatlanınca, Philadelphia’da-ki maça Magic Johnson mecburi bir şekilde pivot olarak çıkmak zorunda kalmıştı.

Savunmada pivot, hücumda ise oyun kurucu ola-rak oynayan Magic Johnson 42 sayı, 15 ribaund, 7 asist, 3 top çalma gibi inanılmaz bir istatistikle maçı tamamlayıp takımına şampiyonluğu getir-mişti. Magic böylece finallerin MVP’si seçilerek bunu çaylak sezonunda başaran ilk ve tek oyuncu olmuştu. Ayrıca Doğu’nun 144-136 kazandığı All-Star maçında ilk beşte başlayarak hem 20 yaşında en genç All-Star hem de 11 yıl aradan sonra çaylak sezonunda All-Star forması giyerek bunu Evlin Hayes’den sonra başaran ilk oyuncu olmuştu.

NBA’İ TEK BAŞINA DOMİNE ETTİ

Seneler geçtikçe Magic Johnson NBA’i tek başı-na domine etmişti. Johnson, yaşlı kurt Kareem, James Worthy, savunmacı Cooper ve takıma yeni monte edilen genç oyuncular; Byron Scott ve Vla-

de Divac ile Lakers durdurulamaz bir takım haline gelmişti.

Magic Johnson sezonu biri normal diğeri de NBA finalleri olmak üzere iki MVP ve de bir şampiyon-lukla kapatmıştı. 1987-1988 sezonunda ise Lakers yedi kere üst üste Pasifik’i lider bitirmişti. Karşıla-rında Isiah Thomas, Dennis Rodman, Bill Laimber ve Joe Dumars’lı Bad Boys’lar vardı. Yani rakip Detroit’ti.

7. maça kadar uzayan seri sonucunda finaldeDetroit’i yenen Lakers’ta Magic Johnson 19.9 sayı ve 12.6 asistle oynamıştı. Fakat bu sefer finalin MVP’si o değildi. 7. maçta 36 sayı, 16 ribaund ve 10 asistlik performans gösteren James Worthy’tı. Böylelikle ilk kez bir takım 1968’den bu yana iki defa arka arkaya şampiyonluk kazanıyordu.

YAZI: KASIM BALTACI@ KasimBaltaci

EFOR - ÖZEL SAYI 81

Page 88: Efor Dergi Özel Sayı

KİŞİSEL BAŞARILARI

Kendisi Lakers’ın ortaklarındandır ve Staples Center’ da bronzdan yapılmış dev bir heykeli bulunmaktadır.

Los Angeles Lakers takımı ile geçirdiği 13 yıllık büyülü kariyerinde 5 NBA şam-piyonluğu yaşadı ve 32 numaralı forması Los Angeles Lakers tarafından emekli edildi.

905 NBA maçında forma giyen Johnson, bu karşılaşmalarda 17.707 sayı, 6.559 rebound ve 10.141 asist üretti (Ortalama 19.5 sayı, 7.2 rebound ve 11.2 asist)

Normal sezonda dört kez asist lideri oldu ve maç başına 11.2 asist ortalaması ile tüm zamanların asist lideri oldu.

Yaptığı triple-double’larla da bu alandaki en üstün oyuncuların arasına girdi. Wilt Chamberlain’in ardından tüm zamanların en çok triple-double yapan oyun-cusudur.

“TANRININ GARİP BİR ŞAKASIYDI”

Gazeteci: “Sizce NBA tarihinin gelmiş geçmiş en iyi point guardı kim?”

C.Barkley: “John Stockton”

Gazeteci: “Neden Magic değil?”

C.Barkley: “Magic mi? Magic point guard falan değildi, o Tanrının garip bir şaka-sıydı.”

Larry Bird: “Hayatımda gördüğüm en iyi oyuncu Magic Johnson’dır.”

Michael Jordon: “Ben basketbolu Dr.J. Magic Johnson ve Larry Bird’den öğren-dim ve artık diğer süperstarlara bırakıyorum.”

Eski takım arkadaşı Michael Cooper: “Pas attığında topun ve kendini hangi yöne gittiğini çıkaramadığım, birçok zaman olmuştur. Sonra bir bakardım bizim ta-kımdan biri o çılgın paslardan birini yakalayıp sayıya çevirmiş. Geri savunmaya dönerken bu sefer gerçekten top birinin içinden geçmiş olmalı diye düşünür-düm.”

JOHNSON-BİRD REKABETİ

NBA’i bir dünya ligine dönüştüren rekabet şüp-hesiz 1980’lere damgasını vuran Magic John-

son-Larry Bird rekabetiydi. 70’lerin sonlarında “Amerika’nın en iyi kolej oyuncusu kim?” tartışmalarıyla başlayan bu

kişisel rekabet, 1979 kolej finaliyle tavan yapmış ve uzun yıllar kırılmayan bir reyting rekoru elde

etmiştir. Daha sonra Lakers-Celtics özelinde NBA’e de ta-şınan bu kişisel rekabet basketbolun altın çağını

yaşatmıştı.

82 EFOR- ÖZEL SAYI

Page 89: Efor Dergi Özel Sayı

JOHNSON-BİRD REKABETİ

NBA’i bir dünya ligine dönüştüren rekabet şüp-hesiz 1980’lere damgasını vuran Magic John-

son-Larry Bird rekabetiydi. 70’lerin sonlarında “Amerika’nın en iyi kolej oyuncusu kim?” tartışmalarıyla başlayan bu

kişisel rekabet, 1979 kolej finaliyle tavan yapmış ve uzun yıllar kırılmayan bir reyting rekoru elde

etmiştir. Daha sonra Lakers-Celtics özelinde NBA’e de ta-şınan bu kişisel rekabet basketbolun altın çağını

yaşatmıştı.

EFOR - ÖZEL SAYI 83

Page 90: Efor Dergi Özel Sayı

‘HIV’ SONRASI KARİYERİ BİTTİ

1991 finallerinde Michael Jordan ilk üçlemesini başlatırken, Lakers’ta bir ismin de belki de son şampiyonluk şansını elinden alıyordu. 1991-92 sezonu öncesi yapılan testlerde Magic Johnson’dan HIV tespit edilmişti. Dünya spor basınına bomba gibi düşen haberin ardından Magic, 7 Kasım 1991’de basın toplantısı düzenledi.

Sözlerine “HIV tespit edildiği için Lakers kariye-rimin sonuna geldim” diyerek başlayan Magic, o yıllarda HIV ve AIDS’in toplumdan, dışlanma ne-deni olduğunu biliyordu. Hatta konuşmasının bir bölümünde AIDS olmadığını sadece AIDS’e neden olan virüsün vücudunda bulunduğunu vurgulamak zorunda kalmıştı.

Ayrıca HIV’in eşcinsel ilişki sonucunda bulaştığı, bu yüzden de Johnson’ın eşcinsel olduğu bile iddia edilmişti. Magic bu dedikoduların kaynağı olarak Isiah Thomas’ı gösterse de, Thomas kesin bir dille bu iddiaları yalanlamıştı.

HASTA HALİYLE RÜYA TAKIMA GİRDİ

“Show Time” basketbolunun son temsilcilerindendi Magic. 1992 All-Star karşılaşması için taraftarlar onu ilk beşe yerleştirmişti bile. İçlerinde eski takım arkadaşları olanlar bile onunla aynı sahada olmak-tan çekiniyordu. Hatta Karl Malone, eğer kanamalı bir yaralanma olursa hastalık bulaşabileceğini söy-leyip kendilerini riske atmak istemediklerini ifade ediyordu.

Sonuç mu? Eh belli bir süre emeklilik yaramış ola-cak ki, 25 sayı, 9 asist ve 5 ribaund ile karşılaşmanın en değerli oyuncusu olurken, onun üçlüğü maçın bitişini ilan ediyordu. HIV sonrası basketbol kariye-ri yalnız bununla sınırlı değil Magic’in. 1992 Bar-celona’da Rüya Takım’ın bir parçası da oldu yıldız guard.

Her ne kadar dizindeki sakatlık nedeniyle çok süre almasa da böyle bir hastalığa sahip insanların hayat-ta neler başarabileceğini göstermişti. Dream Team ile Olimpiyat şampiyonluğuna yürüdü.

İki kere daha profesyonel olarak basketbol oynadı Magic. Hatta o iki dönem arasında koçluk bile yaptı fakat her zaman asıl işi HIV için toplumsal bilinç oluşturmak oldu. Kurduğu sivil toplum örgütüyle pek çok insana hayat ışığı olmayı başardı.

84 EFOR- ÖZEL SAYI

Page 91: Efor Dergi Özel Sayı
Page 92: Efor Dergi Özel Sayı

VİTAS GERULAİTİSGRAND SLAM ŞAMPİYONUNUN TALİHSİZ YAŞAMI

enis raketlerinin tahtadan yapıldığı, televizyonlarda tenisi Wimb-ledon’dan Wimbledon’a ancak izleyebildiğimiz günlerdi. 1972 yı-lındaki ilk karşılaşmalarında 18 yaşındaki sarışın uzun saçlı tenisçi, 20 yaşındaki rakibi Jimmy Connors’ı mağlup etmiş, fakat ilerleyen yıllarda 1 numaraya kadar yükselip uzun süre erkekler tenisini domi-ne eden rakibine sonraki 16 maç boyunca mağlup olmuştu.

Bu seri 1980 Ocak ayında oynanan, şimdiki yıl sonu turnuvasına eşdeğer Masters Grand Prix turnuvasında bozuldu (Yılsonu turnuva-larının yılbaşında oynandığı garip yıllarmış aynı zamanda). Rakibini 7-5 ve 6-2 ile deviren sarışın, uzun saçlı tenisçi, basın toplantısında son derece ciddi şekilde “Bu size ders olmalı. Hiç kimse Vitas Gerula-itis’i 17 defa üst üste yenemez!” dedi.

Kahkahaya boğulan basın odasındaki gazeteciler, bu kalıbın 2015 yı-lında bile hâlâ kullanılmaya devam edeceğini akıllarından bile geçir-mediler muhtemelen. Ama kullanıldı, bugün herhangi bir tenisçi iki basamaklı sayılara ulaşan bir yenilgi serisine son verdiğinde, dünya basınında Vitas Gerulaitis’in en az bir kez anıldığına şahit olacak-sınız. Şarapova Serena Williams’ı yendiğinde mesela. (Yenebilirse tabi)

Litvanyalı ebeveynlerin New York’ta doğan oğlu Vitas, “VITAS”

T

YAZI: BARAN GÜVEN@ molosztash

86 EFOR- ÖZEL SAYI

Page 93: Efor Dergi Özel Sayı

plakalı sarı Rolls Royse’uyla Andy Warhol, Björn Borg, John McEnroe gibi isimleri de içeren ar-kadaşları ve kız kardeşi Ruta’yla New York gece hayatının değişmez isimlerinden oldu. Herkesin neşe kaynağı olarak hatırladığı “Litvanya Aslanı”, Connors ve Borg’un gölgesinde geçirdiği tenis hayatında 1977 yılında ilk Grand Slam finalini yakalamayı başardı. İki hafta boyunca birlikte antrenman yaptığı John Lloyd, kariyerlerindeki ilk Grand Slam finallerinin sabah kahvaltısında tereddütle sordu, çünkü finalde birbirlerine rakip olacaklardı:

“Ee, bugün de mi beraber antrenman yapacağız?”

Vitas’ın tavrı net oldu: “Ben senin tenisin hakkın-da ne s… öğrenebilirim? Peki, sen benim tenisim hakkında daha fazla ne öğrenebilirsin? Tabii ki birlikte antrenman yapacağız”

Yaptılar. Akşamında da Vitas Gerulaitis hayatının ilk ve tek Slam şampiyonluğunu 5 setlik finalle kazandı. 1979 ABD ve 1980 Fransa Açık finalleri-ne de yükselecek, ama finallerde kaybedecekti. O günkü rakibi ve antrenman arkadaşı John Lloyd ise bir daha final göremeyecekti.

Yakın arkadaşı Borg’e göre kortta çok hızlıydı. Hem forehand hem de backhand voleleri turun en iyilerindendi. Fakat ikinci servisleri iyi değildi, çok çift hata yapardı.

TENİS KÜLTÜRÜ ADINA ÇALIŞTI

Kort dışında ise çok hata yapmadı. Binlerce New York’lu çocuğa raket dağıttı. 1979 yılında Vitas Gerulaitis Gençlik Fonu’nu kurdu. New York’un fakir mahallelerine tenisçi arkadaşlarını götürdü, çocuklarla vakit geçirmelerini sağladı.

6 kez yılı ilk 10’da tamamladıktan, 1979’da 3 numaraya kadar yükseldikten sonra, son maçını Novak Djokovic’in koçu olarak tanıdığımız Marian Vajda ile oynadı ve raketini astı. Bir süre golf oy-nadı. 1993’te büyükler turunda arkadaşları Con-nors ve McEnroe’ya katıldı. ESPN ve CBS Sports gibi TV kanallarında yorumculuk yaptı. Stresten uzak, güzel ve erken bir emeklilik geçirdi.

ERKEN YAŞTA VEFAT ETTİ

1994 ABD Açık’ta dördüncü tur maçını beş sette kaybeden genç bir ABD’li şampiyon tenisçinin

odasına gitti, ayakkabılarını çıkarmasına yardım etti, sırtına kuru bir tişört koydu, raketlerini topla-dı, onun nasıl hissettiğini anladığını söyledi, teselli etti. O genç, Pete Sampras, o günü hep hatırladı.

İki hafta kadar sonra, 14 Eylül 1994’te onu 17 maç üst üste yenemeyeceğini anlayan Connors’la eş oldu, yakın arkadaşı Borg ve birlikte antrenman yapıp, Slam finalinde mağlup ederek ilk şampi-yonluğunu kazandığı Lloyd ile çiftler maçı oyna-dı. 6-4 ve 7-6 ile kazandılar. Kariyerinin önemli anlarında karşısına çıkan bu adamlarla neredey-se kariyerinin bir özetini çıkardı. Güldüler, çok eğlendiler, espri yaptılar, Seattle’daki seyircilere güzel bir gece yaşattılar.

Bundan iki gün sonra, bir tenis kulübünde yardım etkinliğine katıldı. Bir arkadaşının havuzlu evine gitti, sandviç söyledi, sandviçini yerken televiz-yonda golf izledi. Ertesi gün, 17 Eylül’de öğleden sonra 3’te eve gelen bir hizmetçi cesedini buldu. Evdeki ısıtıcı bozulmuştu. Uyurken karbon mo-noksit zehirlenmesiyle hayatını kaybetmişti. 40 yaşındaydı.

Lloyd hala Seattle’daydı, inanamadı. Yemek ye-mekte olan Borg’ü buldu. Acı haberi verdi, ağla-dılar. Davis Cup için İsveç’te olan Sampras haberi soyunma odasında aldı. Takım olarak o hafta boyunca “V” şeklinde yama yaptılar kıyafetlerine. Öyle oynadılar.

Vitas Gerulaitis. Hayatta olmayan Grand Slam şampiyonlarının en son üyesi. Litvanya Aslanı. New York’lu. Hiç kimsenin 17 kez üst üste yene-meyeceği adam.

YAZI: BARAN GÜVEN@ molosztash

EFOR - ÖZEL SAYI 87

Page 94: Efor Dergi Özel Sayı
Page 95: Efor Dergi Özel Sayı
Page 96: Efor Dergi Özel Sayı
Page 97: Efor Dergi Özel Sayı