334
T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANA BİLİM DALI ELEŞTİREL TEORİ ÇERÇEVESİNDE HEGEMONYA VE ALT-HEGEMONYA: ALMANYA VE JAPONYA ÖRNEĞİ Doktora Tezi Ali Ercan Su Ankara-2006

Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANA BİLİM DALI

ELEŞTİREL TEORİ ÇERÇEVESİNDE HEGEMONYA VE ALT-HEGEMONYA:

ALMANYA VE JAPONYA ÖRNEĞİ

Doktora Tezi

Ali Ercan Su

Ankara-2006

Page 2: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANA BİLİM DALI

ELEŞTİREL TEORİ ÇERÇEVESİNDE HEGEMONYA VE ALT-HEGEMONYA:

ALMANYA VE JAPONYA ÖRNEĞİ

Doktora Tezi

Ali Ercan Su

Tez Danışmanı

Prof.Dr. Mustafa Aydın

Ankara-2006

Page 3: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANA BİLİM DALI

ELEŞTİREL TEORİ ÇERÇEVESİNDE HEGEMONYA VE ALT-HEGEMONYA:

ALMANYA VE JAPONYA ÖRNEĞİ

Doktora Tezi

Tez Danışmanı : Prof. Dr. Mustafa Aydın

Tez Jürisi Üyeleri

Adı ve Soyadı İmzası

Prof. Dr. Mustafa AYDIN ........................................

Prof. Dr. Ersin ONULDURAN ........................................

Prof. Dr. Burcu BOSTANOĞLU ........................................

Doç Dr. İlhan UZGEL .........................................

Doç Dr. Çağrı ERHAN .........................................

Tez Sınavı Tarihi ....04.09.2006..............................

Page 4: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

İÇİNDEKİLER

İÇİNDEKİLER i

ÖNSÖZ iv

KISALTMALAR vi

GİRİŞ 1

BÖLÜM I 20

HEGEMONYA VE ALT-HEGEMONYA_____________________________ 20

1.Hegemonya ve Uluslararası İlişkiler 20

2. Realist Paradigma ve Hegemonya 22

i. Hegemonik İstikrar Teorisi 28

ii. Uluslararası Rejim Teorisi__________________________________________39

3. Eleştirel Teori ve Hegemonya ______________________________________ 47

i. Gramsci ve Hegemonya ____________________________________________49

ii. Uluslararası İlişkilerde Gramşici Hegemonya __________________________ 54

4. Eleştirel Teori ve Alt-Hegemonya 62

5. Yirminci Yüzyıl Dünya Politikasında Hegemonya ______________________ 79

i. İki Savaş Arası Dönemde ABD ve Dünya Politikası: Hegemonyaya Doğru 79

ii. II. Dünya Savaşı Sonrasından 1980’e kadar ABD Hegemonyası 82

iii. 1980’lerden 2000’e Hegemonya: Yeni Bir Tarihsel Blok Arayışı 94

BÖLÜM II 109

ALT-HEGEMONYA VE ALMANYA________________________________ 109

1. Eleştirel Teori Çerçevesinde Almanya ________________________________109

Page 5: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

ii

2. Almanya’nın Maddi Yeterlikleri ____________________________________ 111

3. Almanya’nın İçsel Hegemonyasının Fikirsel Temellerinin Oluşumu ________ 121

4. Almanya’nın Uluslararası Alanda Fikirsel Temellerinin Kurumsallaşması 131

A. I. Dönemdeki Alman Dış Politikasının Genel Nitelikleri 132

i. Weltpolitik _______________________________________________ ______ 135

ii. Lebensraum 141

B. Alman Dış Politikasının II. Dönemi (1945-Günümüze kadar) 147

i. Geçiş Dönemi (1945-1949) 148

ii. Sivil Güç 153

iii. Batı Avrupa’ya Yeniden Entegrasyon 158

a. Avrupa Birliği’nin Desteklenmesi 160

b. AB’nin Derinleşme Süreci ve Almanya 163

c. AB’nin Genişleme Politikası ve Almanya 171

d. Uluslararası ve Kıtasal Güvenlik Örgütlerine Destek 179

5. Almanya ile ABD arasındaki İlişki (Alt- Hegemon ile Hegemon İlişkisi) 191

BÖLÜM III 204

ALT-HEGEMONYA VE JAPONYA_________________________________ 204

1. Eleştirel Teori Çerçevesinde Japonya ________________________________ 204

2. Japonya'nın Maddi Yeterlikleri 206

3. Japonya’nın İçsel Hegemonyasının Kurulması 220

4. Japonya'nın Uluslararası Alanda Fikirsel Temellerinin Kurumsallaşması 241

A. Japonya ve Uluslararası Politika 241

i. Japonya'nın I. Dönem Dış Politikası (1868-1945) 242

a. Emperyalist Dış Politika 243

Page 6: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

iii

ii. Japonya’nın II. Dönem Dış Politikası (1952-2005) 255

a. Yoşida Doktrini 255

b. Asya-Pasifik Politikası 261

c. Çoktaraflı Örgütler 274

5. Japonya ile ABD arasındaki İlişki (Alt- Hegemon ile Hegemon İlişkisi) 278

SONUÇ 289

TÜRKÇE ÖZET 295

İNGİLİZCE ÖZET 296

KAYNAKÇA 297

Page 7: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

iv

ÖNSÖZ

Genelde tüm bilim alanlarında özelde ise sosyal bilimlerde yaşanan gelişmeler

uluslararası ilişkiler disiplininde teori çalışmalarını doğrudan etkilemiştir. Bu

kapsamda eleştirel teori, uluslararası ilişkiler disiplinine önemli bir katkı sağlamıştır.

Bunun nedenlerinden biri uluslararası ilişkiler disiplinine sosyoloji, tarih, ekonomi,

siyaset bilimi, felsefe gibi sosyal bilimlerin bir çok alanını eklemesi ve böylece alanı

genişletmesi oluşturmuştur. Disiplinin bu şekilde genişlemesi ise uluslararası

ilişkileri daha iyi açıklama imkanı sağlamıştır.

Uluslararası ilişkiler bölümünü okurken fark etmediğim bu teorik konular

daha sonra yaptığım iki yüksek lisans tezi çalışmaları sırasında yavaş yavaş

belirmeye başlamıştır. Uluslararası ilişkileri bu çerçevede sadece realist teorinin bir

yansıması şeklinde tasarladığımı ikinci yüksek lisans tezimi yazdığım sırada

anlamama rağmen yine de bu konuda çok fazla üzerinde durmamıştım. Ankara

Üniversitesi’nde yapmaya başladığım doktora çalışmalarında teoriye önem vermem

gerektiğini kavramıştım fakat gerçekte ne yapacağımı tam bilemediğimi itiraf etmem

gerekiyor. Fakat bu konuda benim önümü aydınlatan üç gelişmeyi zikretmem

gerekmektedir. İlk olarak tez danışmanım Prof. Dr. Sayın Mustafa AYDIN’ın

özellikle birinci bölüm ile ilgili olarak bana gösterdiği yol önemli olmuştur. İkincisi

ise Prof. Dr. Sayın Ersin ONULDURAN’ın doktora derslerinde “Uluslararası

İlişkiler Teorileri” adlı dersi vermesi olmuştur. Üçüncü olarak Doç. Dr. Sayın Burcu

BOSTANOĞLU’nun gerek Tez İzleme Komitesinde yer alması gerekse eleştirel

teoriyi anlattığı kitabı uluslararası ilişkilerin teorileri konusunda çalışmayı

önemsememi ve bunun üzerinde daha fazla çalışmam gerektiğini ortaya koymuştur.

Bu nedenlerle her üç hocamıza da müteşekkirim.

Tez çalışmam sırasında bana gösterdiği sabır ve destek için tez danışmanım

Prof. Dr. Sayın Mustafa AYDIN’a ayrıca teşekkür ederim.

Page 8: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

v

Tez çalışmam boyunca bana büyük desteğini esirgemeyen eşim Betül’e ve

kızım Elifnaz Merve’ye de teşekkürlerimi sunmak istiyorum.

Çalışmadaki tüm hatalar doğal olarak bana aittir.

Page 9: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

vi

KISALTMALAR

AB : Avrupa Birliği

ABD : Amerika Birleşik Devletleri

ABF : ASEAN Bölgesel Forumu

AGİT : Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı

AET : Avrupa Ekonomi Topluluğu

AGİK : Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı

AKÇT : Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu

APEC : Asya Pasifik Ekonomik Topluluğu

ASEAN : Güneydoğu Asya Milletler Topluluğu

AT : Avrupa Toplulukları

ATAD : Avrupa Toplulukları Adalet Divanı

BAB : Batı Avrupa Birliği

BDT : Bağımsız Devletler Topluluğu

BM : Birleşmiş Milletler

CDU : (Almanya) Hıristiyan Demokrat Partisi

CENTO : Merkezi Antlaşma Örgütü

CSU : (Almanya) Sosyal Birlik Partisi

COMECON : Karşılıklı Ekonomi Yardımlaşma Konseyi

DP : Alman Partisi

DTÖ : Dünya Ticaret Örgütü

EURATOM : Avrupa Nükleer Topluluğu

FDP : (Almanya) Hür Liberaller Partisi

FED : ABD Merkez Bankası

GATT : Genel Tarife ve Ticaret Anlaşması

GSMH : Gayri Safi Milli Hasıla

GSYİH : Gayri Safi Yurtiçi Hasıla

IFOR : Uluslararası Güç

ILO : Uluslararası Çalışma Örgütü

IMF : Uluslararası Para Fonu

Page 10: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

vii

ITO : Uluslararası Ticaret Örgütü

KEDO : Kore Enerji Geliştirme Örgütü

Keidanren : Japon Ekonomik Örgütler Federasyonu

KEO : Kapsamlı Ekonomik Ortaklığı

KOBİ : Küçük ve Orta Ölçekli İşletme

LPD : (Japonya) Liberal Demokrat Partisi

MDYK : Müttefik Devletler Yüksek Komutanlığı

MİTİ : (Japonya) Uluslararası Ticaret ve Sanayi Bakanlığı

NATO : Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü

NSÖ : Nükleer Silahların Önlenmesi Antlaşması

OGDP : Ortak Güvenlik ve Dış Politika

OEEC : Avrupa Ekonomik İşbirliği Örgütü

OECD : Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü

OPEC : Petrol İhraç Eden Ülkeler Birliği

PfP : Barış için Ortaklık

SALT : Stratejik Silahların Sınırlandırılması Görüşmeleri

SEATO : Güneydoğu Asya Savunma Antlaşma Örgütü

SDR : Özel Çekme Hakları

SII : Yapısal Engeller İnisiyatifi

SPD : Alman Sosyal Demokrat Partisi

TRIPS : Ticaretle Bağlantılı Fikri ve Sınai Mülkiyet Hakları

Anlaşması

WIPO : Dünya Fikri ve Sınai Mülkiyeti Örgütü

UAEK : Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu

UÇK : Kosova Özgürlük Ordusu

Page 11: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

GİRİŞ

Bilgi1, bütün toplumlarda tarih boyunca merkezi bir konuma sahip olmuştur. Bilginin

önemi, aslında gücüyle ilişkilidir. Bunun çeşitli sebepleri bulunmaktadır. Birincisinin

insanoğlunun bilme isteğinden ileri gelmekte olduğu iddia edilebilir. Imre Lakatos,

bu durumu “insanın bilgiye saygı duyması ona özgü niteliklerden biridir” şeklinde

ifade eder.2 İkinci olarak bilginin günlük hayatın bir parçası olması nedeniyle, bu

hayatın düzenlemesinde bilginin yararından söz edilebilir. Bununla bağlantılı bir

başkası ise hayatın düzenlenmesinde bilginin iktidara sağladığı avantajlarla ilgilidir.3

20. yüzyılın önemli düşünürlerinden Michel Foucalt ile uluslararası ilişkilerin

teorik incelenmesine önemli katkılarda bulunan Robert Cox’a göre bilgi ile güç

arasında her zaman doğrudan bir ilişki vardır.4 Cox, bilginin “baskın formlarının

baskın güç tarafından yaygınlaştırıldığını” ileri sürerek, iktidarda olanın bilgiyi

istediği şekilde yönlendirdiğini savunmaktadır. Böylece bilgi, toplumun kontrolü için

bir araç haline gelmektedir.5 Bu sayede, tarih boyunca bilgiyi elinde tutan iktidar,

toplum üzerindeki meşruiyetini sağlamakta elindeki bu güçlü kozu kullanmış ve bu

bilgi aracılığıyla toplumun iktidara itaat etmesini istemiştir.

Ortaçağ’da bilginin kaynağını dinsel bilginin/ilahiyatın oluşturması nedeniyle

din adamları genellikle ya iktidara ya da iktidar içinde güçlü pozisyona sahip

olmuşlardır.6 Bu dönemlerde kurulan ilk üniversitelerin eğitimlerinin de ilahiyat

merkezli olması bu sürecin doğal bir sonucu olmuştur. Bu durum her şeyden önce

Avrupa tarihi için daha geçerli olmuştur. Kilisenin toplum üzerindeki hakimiyeti,

dinsel bilgiye sahip olmasından ve bu bilgiyi iktidarını pekiştirmek için

kullanmasından kaynaklanmıştır. Bu hakimiyetin Avrupa’da 17. yüzyılda yaşanan

ekonomik, sosyal ve siyasi gelişmelerle sarsılmaya başlamasıyla bilginin kaynağına

1 ‘Bilgi’, bu çalışmada İngilizce bilgi toplama ve bilgi verme anlamındaki “information”dan daha geniş bir anlam içeren “knowledge” bağlamında kullanılmıştır. 2 Imre Lakatos, “Bilimle Sözdebilim”, Cemal Güzel (der.), Çoğulculuğun Kuramcısı: Lakatos, Ankara, Bilim ve Sanat Yayınları, 1999, s. 25. 3 Ömer Demir, Bilim Felsefesi, 2. Baskı, Ankara, Vadi Yayınları, 2000, s. 12. 4 Robert W. Cox, “Some Reflections on the Oslo Symposium”, Stephen Gill (der.), Globalization, Democratization and Multilateralism, Tokyo, New York, Paris, United Nations University Press, 1997, s. 245; Mark Philip, “Michel Foucalt”, Quentin Skinner (der.), Çağdaş Temel Kuramlar, (Çev. Ahmet Demirhan), 2. Baskı, Ankara, Vadi Yayınları, 1997, s. 90-96. 5 Cox, “Some Reflections on the Oslo Symposium”, s. 245. 6 Demir, Bilim Felsefesi, s. 28.

Page 12: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

2

ilişkin tartışmalar farklı bir mecraya taşınabilmiştir. Bu dönemin önemli düşünürleri

arasında olan Francis Bacon, kilisenin bilgiye hakimiyetine ve bilgiye ulaşmada

kullandığı yöntemlere eleştiriler getirmiş, fakat daha önemli eleştiriler, fizik ve

gökbilim alanlarında çalışan Galileo ve Kopernik’ten gelmiştir.7 Imre Lakatos,

kilisenin iktidarda olduğu dönemde “neyin bilimsel sayılıp yayımlanabileceğine,

neyin sözde bilimsel sayılıp cezalandıracağına karar vermesini”8 örnek göstererek,

kilisenin bilginin nihai belirleyici otoritesine karşı çıkmanın tehlikelerine dikkat

çekmiştir.9 Buna bağlı olarak kilise Thomas Kuhn’un kullandığı anlamda bilgi

felsefesi alanındaki devrimlere, gücünü kaybetmemek için sert cevap vermiş ve hatta

devrimsel dönüşümlere yönelenlere ağır yaptırımlar uygulamıştır.

Daha sonraki yüzyıllarda, özellikle 18. yüzyıldan itibaren gelişen Aydınlanma

süreci ve kapitalist ekonomi ile din felsefesinin tek bilgi kaynağı olmaktan çıktığı bir

döneme girilmiştir. Dönemin gelişen felsefi akımı, din felsefesinin yerine geçen

bilim felsefesi olmuş ve bilginin hakimiyeti ulus-devlete geçmeye başlamıştır. Artık

bilgi, devleti yöneten yeni sınıf burjuvazinin ve kralın hizmetine girmiştir. Böylece

bilim felsefesinin gelişimi aynı zamanda yönetimde de bir dönüşüme işaret etmiştir.10

Bu döneme özelliğini veren Newton fiziği ile pozitivizm teorisi, bilimin yasaları ve

metodolojisini oluşturmuş, bilimsel felsefenin gelişim süreci ise artık meşruiyetinin

kaynağı sorgulanan kralın iktidardan uzaklaştırılması ile tamamlanmıştır.

Tüm bunlar, bizi bilginin oluşumunun, iktidar, seçkinler ve toplum arasındaki

ilişkilerden bağımsız olmadığı sonucuna götürülebilir.11 Ayrıca bilginin oluşumu,

gelişimi, yaygınlaşması ve baskın hale gelmesinin toplumun ve üretim süreçlerinin

geçtiği tarihsel aşamalara işaret ettiği de söylenebilir. Fakat, bugün gelinen noktada,

özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bilgi bilimi ile bilgi felsefesinin yanı

7 Doğan Özlem, Bilim Felsefesi: Ders Notları, İstanbul, İnkılap Yayınevi, 2003, s. 73. 8 Lakatos, kilise ile SSCB Komünist Partisinin Merkez Örgütünü aynı kapsamda değerlendirmektedir. Kopernik’in aforoz edilmesi ile Mendel’in çalışmalarının da “sözde bilimsel” olarak kabul edilip, bu görüşü savunanların toplama kamplarına gönderilmelerini eşdeğer tutar ve bilginin iktidar ile ilişkisine çarpıcı bir örnek olarak bizlere sunar. Lakatos, “Bilimle Sözdebilim”, s. 25. 9 Cemal Güzel, “Çoğulculuğun Kuramcısı: Lakatos” Cemal Güzel, (der.), Çoğulculuğun Kuramcısı: Lakatos, Ankara, Bilim ve Sanat Yayınları, 1999, s. 7. 10 Tevfik Erdem, “Postmodernizmin ‘Öteki’si Hangi ‘Öteki’?”, Düşünen Siyaset Dergisi, Sayı:21, Aralık 2005, s. 101-104. 11 Mert Gökırmak, “Bilgi, İktidar ve Üniversite”, Http://iktisat.uludag.edu.tr/dergi, (Erişim Tarihi: 12 Haziran 2004).

Page 13: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

3

sıra, bilimsel felsefenin ilk baskın haline karşı da eleştiriler gündeme gelmektedir.12

Bu eleştiriler, temelde pozitivizmin baskın hale gelmesi ve bilim alanında başka bir

bilimsel felsefesiyi reddetmesinden kaynaklamıştır. Aslında bu eleştiriyi Kant’a

kadar geri götürmek de mümkündür.13 Günümüzde ise eleştirel yaklaşım kendisini

Einstein’in görecelik teorisi ile Kuhn’un bilimsel devrimlere ilişkin görüşlerinde

temellendirmektedir.

Yeni ortaya çıkan bu eleştirel bilgi bilimsel felsefenin ve özellikle toplum ile

bağlantılı disiplinler içinde bir kırılma ile bağlantılandırılabilir. Bu yeni durumda

bilimsel felsefenin meşrulaştırdığı iktidar-bilgi yapısının sorgulanması ve

eleştirilmesi gereği ortaya çıkmaktadır. Diğer bir deyişle, eleştirel bilginin temelinde

bugünkü hâkim bilim anlayışının iktidarın amaçlarını meşrulaştıran bir araç olmaktan

uzaklaşması ve bilimin yeni bulgular ışığında tekrar değerlendirilmesi talebi

yatmaktadır.14 Aslında bilgi ve bilimsel felsefenin kaynağında insan bulunmaktadır.

Aydınlanma’nın ortaya çıktığı dönemde, insanın zihni yönleriyle bazı olgulara somut

bir anlam kazandırabileceği veya açıklayabileceği kabul edilmişti. Bugün de bilimsel

alanda yaşanan karşı paradigmaların oluşumunun merkezinde yine insan

bulunmaktadır. Diğer bir ifadeyle, eleştirel teorilerinin arkasında, Aydınlanma ile

bilginin ve bilimin merkezine yerleşen insanın, günümüz dünyasında sadece “obje”

olduğu ileri sürülmektedir.15 Bu görüşü paylaşanlara göre insan, artık bilimde özne

olmaktan çıkmış, sadece yöntembilgisinin bir aracı konumuna getirilerek, bilim için

önemsiz bir konuma sürüklenmiştir. Yeni bilgi programı bu durumu tespit etmekle

kalmamakta ve buradan hareketle ne nesne ne de öznenin tek başına doğa ve sosyal

olayları açıklayamayacağını ileri sürmektedir. Böylece nesne ile özne arasındaki

zıtlık yerini birliktelik kavramına bırakmaktadır.16

17. yüzyıldan itibaren, bilimsel alandaki gelişmelerle birlikte pozitivizm,

sosyal bilimler için temel paradigma haline gelmiştir. İlkay Sunar, pozitivizmin ‘salt

algılama’ (empirisizm) varsayımına dayandığı için bilginin dış dünya çıkışlı

12 Şennur Özdemir, “Bilgi Sosyolojisi Açısından ‘Doğu’ ve ‘Batı’ ”, Uluslararası İlişkiler, Cilt: 1, Sayı:1, Bahar 2004, s. 71. 13 Demir, Bilim Felsefesi, s. 76. 14 Aylin Görgün Baran, “Postmodernizmin Özne ve Akıl Kavramlarına Yönelttiği Eleştirelere Eleştirel Bir Bakış”, Düşünen Siyaset Dergisi, Sayı: 21, Aralık 2005, s. 117-119. 15 Philip, “Michel Foucalt”, s. 91. 16 Baran, “Postmodernizmin Özne ve Akıl Kavramlarına Yönelttiği Eleştirelere Eleştirel Bir Bakış”, s. 129.

Page 14: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

4

olduğunu (dış dünyadan türetildiğini) veya dış dünyayı olduğu gibi temsil ettiğini

öne sürmektedir. Bu nedenle, bilginin (söz, kavram, sembol) kendi dışında “somut”,

“gerçek” dünya ile bağımlı olduğu ve bilgi ile dünya arasında bir denklik

(correspondence) bulunduğu belirtilmektedir.17 Ayrıca, toplum bilimlerinde etkisini

gösteren bu yeni bilgi arayışı, toplumu “doğal dünya gibi ‘birincil düzey’ gerçeklik

değil, ‘ikincil düzey’ bir gerçeklik” olarak kendisini göstermektedir. Bu durumda

toplum daha önceden ‘sembolik bir bağlam içinde yaratılmış” bir olgu olarak

karşımıza çıkmaktadır.18

1960’larda başlayan fakat özellikle 1980’den itibaren pozitivizme yöneltilen

eleştiriler bilim felsefesinin pozitivist paradigma dışında yeni arayışlara girmesini

sağlamıştır. Bu eleştirilerden biri, bir bilim felsefesi olarak pozitivizmin Batı

uygarlığının üstünlüğüne hizmet ettiğini ileri süren görüş olmuştur. Başta Paul Karl

Feyerabend gibi bilim felsefecileri, pozitivizmi kastederek, “Batı biliminin

yeryüzündeki tartışılmaz egemenliğinin onun sahip olduğu sağlam ilke ve mantıktan

yahut yöntemden değil, hizmet ettiği uygarlığın egemenliğinden” kaynaklandığını

iddia etmişlerdir.19

Bir başka eleştirel görüş ise pozitivizmin öngördüğü evrensellik fikrine

tepkiden kaynaklanmaktadır. Bu görüşü paylaşanlara göre pozitivizmin zaman

dışılığı, bütün zamanları kapsadığını ima etmesine yol açmakta ve tarihi böylece bir

bütün olarak ele alarak, içindeki dönüşümleri, farklılıkları ve çeşitlilikleri

açıklayamamaktadır. Örneğin devletin geçtiği değişik evreleri bir bütün halinde

gören pozitivizm, Yunan şehir-devletleri ile ulus devletin inşa edilmeye başlandığı

16. yüzyıldaki devletleri ve bugünkü modern devletleri aynı kefede değerlendirmekte

ve aralarında benzerlikler olduğunu ortaya koyarak, devletin bütün bu süreç içinde

değişmeden aynı kaldığını açık veya zımnî bir şekilde iddia etmektedir. Ayrıca elde

edilen bilgilerin bütün mekânlar için geçerli olduğunun iddia edilmesi de

sorgulanması gereken diğer bir durumdur. Üçüncü eleştiri kaynağı ise gözlem ve

deney yoluyla elde edilen bilginin objektif olduğu ve böylece hakikati yansıttığı

iddiasından kaynaklanmaktadır. Bu durumda elde edilen bilgi, pozitivistlere göre

17 İlkay Sunar, Düşün ve Toplum, 3.Baskı, Ankara, Doruk Yayınları, 1999, s.15. 18 İbid, s.39. 19 Demir, Bilim Felsefesi, s.121; Erdem, “Postmodernizmin “Öteki”si Hangi “Öteki”?”, s.105.

Page 15: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

5

ideolojiden arındırılmış olmaktadır.20 Pozitivizmin bu unsurları dikkate alındığında

tüm zaman ve mekâna hükmettiği, yani evrensel olduğu iddiası bilim dünyasında

artık sorgulanan bir durumdur. Pozitivizmin evrenselliği iddiası ile sosyal yapılarda

herhangi bir dönüşümü veya değişimi açıklamakta yetersiz kalmaktadır. Çünkü

pozitivizm, bütün yapıları, aktörleri ve diğer unsurları statik olarak ele almakta ve

dinamik bir süreçte bunların değişimini zımnî olarak kabul etmemektedir.

Bilimsel dünyada pozitivizme yönelik eleştiriler kadar paradigma alanında

yaşanan gelişmeler de pozitivizmi derinden etkilemiştir. Özellikle, doğa bilimlerinde

pozitivizmin etkisinin son yıllarda ortaya konulan yeni teoriler çerçevesinde azaldığı

görülmeye başlanmıştır. Werner Karl Heisenberg’in “Belirsizlik Teorisi” doğa

bilimlerinin pozivitist paradigmasını sarsmıştır. Sözkonusu teori, “ ‘makro-evren’in

doğrudan gözlenen olgularını açıklama tarzı atomlar alanında, ‘mikro-evren’de

geçerli olmadığını” ortaya koymuş ve gerçeklik kavramının sorgulanmasına yol

açmıştır.21 Bu şekilde pozitivizmi etkileyen değişimlerin başında, Albert Einstein’ın

hareket, zaman ve mekân arasındaki ilişkilerin göreceli olduğunu gösteren

“Görecelik” veya “Kuantum Teorisi” gelmiştir. Bu teori sayesinde doğa bilimlerinde

olgu ile teori arasındaki “denklik” ilişkisi ortadan kalkmış ve tek bir mantık ve

matematik değil, “mantıklar” ve “matematikler”in varlığından söz edilmeye

başlanmıştır.22 Yine matematikçi ve meteoroloji ile ilgilenen Edward Lorenz, hava

tahminleri konusunda istikrarlı bir düzenin bulunduğunu fakat bir kere küçük bir

olayın başlaması ile sonucu asla kestirilemeyecek yeni bir dengeye gidileceğini ileri

sürmüştür. “Kaos Teorisi” olarak adlandırılan bu teoriye göre “Kelebek Etkisi”

denilen küçük bir ivmenin yol açacağı sonuçların bile önceden kestirilemeyeceğini

ortaya koymuştur.23 David Hume, kesin olarak kabul edilen bütün gözlemlerin ve

deneylerin sadece geçmişe ait olduğunu ifade ederek, buradan sonsuzageçerli

yasaların oluşturmanın imkansız olduğunu söylemiştir.24 Böylece özellikle fizik ve

20 Sunar, Düşün ve Toplum, s. 23. 21 Gert König, “Doğa Felsefesi”, Doğan Özlem (der.), Günümüzde Felsefe Disiplinleri, 2. Basım, İstanbul, İnkılap Yayınevi, 2001, s. 244-245. 22 Özlem, Bilim Felsefesi, s. 86-87. 23 James Gleick, Kaos: Yeni Bir Bilim Teorisi (Çev. Fikren Üçcan), Ankara, TÜBİTAK Yayınları, 2003, s. 1-29. 24 Özlem, Bilim Felsefesi, s. 90.

Page 16: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

6

mantık alanlarındaki bu teoriler, bilimin kesin “doğru”larını sorgular hale

getirmiştir.25

Burada ortaya çıkan önemli nokta, her hareketin sonunda yeni fakat önceden

kestirilemeyen bir dengenin oluştuğudur. O nedenle, bir olgu hakkında ne kadar bilgi

toplanırsa toplansın, yani ne kadar deney ve gözlem yapılırsa yapılsın ve eldeki tarihi

bilgi ne kadar çok olursa olsun, geleceğin nasıl olacağını öngörmenin imkansız

olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır.26 Pozitivizmin genel özelliklerine getirilen doğa

bilimi kaynaklı bu eleştirilerle birlikte, sosyal bilimler alanında da 1960’lardan

başlayarak bilimsel paradigma yeni eleştirilerle çeşitlenmekte, farklı paradigmaların

yanı sıra farklı teorik çerçevelerin de olabileceği kabul edilmektedir. Özellikle Paul

Feyerabend’in Yönteme Hayır başlıklı çalışmasında belirttiği “bilimin tek bir

yönteminin olmadığı” ve farklı yöntemlerin bilgiye ulaşımda kullanılabileceği

görüşü sosyal bilimlerde çığır açtığı söylenebilir.27

Sosyal bilimler alanında yaşanan gelişmeler sadece bununla da kalmamış,

Thomas Kuhn’un Bilimsel Devrimlerin Yapısı başlıklı eseri bu alana büyük katkılar

sağlamıştır. Kuhn’a göre bilimsel ilerleme sadece bir tarihsel birikim değildir, ancak

büyük dönüşümlerle veya devrimlerle mümkün olabilir.28 Yani, Kuhn, “bilimsel

devrimleri eski bir bilim yapma geleneğinin bir yenisiyle değiştirilmesi olarak”

tanımlamaktadır.29 Kuhn’un bilimsel bilgi dünyasına katkılarından biri de

“paradigma” kavramıdır. Her ne kadar ünlü eserinde paradigma kavramını çok çeşitli

anlamlarda kullansa da, Kuhn, paradigma kavramını bilim geleneğinde “yasaları,

teorisi, uygulaması ve araçları ile benimsenmiş, tutarlı bilimsel araştırma praksis

gelenekleri yaratan kurgular sistemi” olarak nitelendirmektedir.30 Bu bağlamda,

“birbiriyle yarışan farklı bilimsel yaklaşımlar” paradigma olarak kullanılmaktadır.

Sosyal bilimlerde bilginin kaynağını araştıran paradigmalar ve bunların teorileri,

yasaları ve araçları bir şekilde çeşitlenmektedir. Böylece bilgiye farklı teoriler

kullanarak ulaşılabileceği fikri yaygınlık kazanmaya başlamaktadır. Çoğulculuğun

öncüsü sayılan Lakatos, rakip kuramların çoğalmasının doğru bilgiye ulaşmada

25 Özlem, Bilim Felsefesi, s. 130-154. 26 İbid, s. 47. 27 Demir, Bilim Felsefesi, s. 119. 28 Thomas S. Kuhn, Bilimsel Devrimlerin Yapısı (Çev. Nilüfer Kuyaş), 5. Baskı, İstanbul, Alan Yayıncılık, 2000, s. 9. 29 İbid, s. 9. 30 İbid, s. 204-205; Bostanoğlu, Türkiye-ABD İlişkilerinin Politikası, s. 27.

Page 17: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

7

önemli bir yeri olduğunu savunmaktadır.31 Bir bilgi anarşisti olarak görülen

Feyerabend’ın “her şey uyar” (anything goes) görüşü ise bilim felsefesinde yeni bir

döneme işaret etmektedir. Feyerabend, “hiçbir görüşü ‘saçma’, ‘ahlâk dışı’

bulmamakta ve hiçbir yöntemi kullanmaktan da kaçınmamaktadır. Mutlak olarak

karşı çıktığı tek şey evrensel ölçülerdir.”32

Bu eleştirilerden sonra bilgiye ulaşımda pozitivizmin dışında başka araştırma

programlarının da olduğu ve bunların kullanılabileceği artık daha kuvvetli bir şekilde

dillendirilmektedir. Bunlardan biri olan yorumsamacılık33, “genelde bilginin, özel

olarak da bilimsel bilginin nihai belirleyicisinin doğa” olmadığını ve bilginin

toplumun doğaya yüklediği anlamlardan oluştuğunu ileri sürmektedir.34 Bu akımı

savunanlar, bilginin nihai belirleyicisinin bilgiyi inşa eden insanlar ve toplum

olduğunu öne sürerler. Sunar, yorumsamacılığı benimsendiğini ifade ederek, “bilgi

ile dünya çok farklı bir ilişki içinde” olduğunu ve aralarındaki ilişkinin bir denklik

ilişkisi olmadığını, bir kuruluş (constitution) ilişkisi olduğunu belirtmektedir.35 Bir

diğer grubu oluşturan realistler ise “bilginin nihai belirleyicisinin bizim onu

kavrayışımızdan bağımsız varolan reel bir dünya olduğunu varsayarlar.”36 Diğer

yandan pozitivistler, bilginin nihai belirleyicisinin olguları açıklamaya yarayan

gözlemler ve deneyler olduğunu, rasyonalistler ise akıl ve mantık olduğunu

savunurlar.37 Eleştirel teorinin akademisyenlerinin bahsedilen bu görüş ve tutumları,

gerçekte sosyal bilimlerde yeni bir duruma işaret etmektedir. Sosyal bilimler de bu

bağlamda özellikle son 20-25 sene içindeki gelişmelerle yeni bir safhaya doğru

yönelmiş bulunmaktadır. Bu yeni yönelim, sosyal bilimlerin temel paradigması olan

“pozitivizm”e getirilen eleştirilerle şekillenmektedir.

31 İmre Lakatos, “Yanlışlama ile Bilimsel Araştırma İzlencelerinin Yöntembilgisi”, Cemal Güzel (der.), Çoğulculuğun Kuramcısı: Lakatos, Ankara, Bilim ve Sanat Yayınları, 1999, s. 71-72. 32 Cemal Güzel, “Bir Bilgi Anarşisti: Paul K. Feyerabend”, Cemal Güzel (der.), Bir Bilgi Anarşisti: Paul K. Feyerabend, Ankara, Bilim ve Sanat Yayınları, 1996, s. 9. 33 İngilizce’de “hermenuetics” olarak kullanılan yorumsamacılık çeşitli Türkçe kitaplarda “conventionalism” (Hüsamettin Arslan’ın Epistemik Cemaat: Bir Bilim Sosyolojisi Denemesi adlı kitabı ile Nilgün Çelebi’nin çevirdiği Russel Keat ve John Urry’nin Bilim Olarak Sosyal Teori adlı kitabı) ve Ömer Demir’in Bilimsel Felsefe kitabında uylaşımcılık olarak adlandırılmıştır. Bu çalışmada İlkay Sunar’ın Düşün ve Toplum kitabında kullandığı üzere, yorumsamacılık yeğlenmiştir 34 Hüsamettin Arslan, Epistemik Cemaat: Bir Bilim Sosyolojisi Denemesi, İstanbul, Paradigma Yayınları, 1999, s. XII. 35 Sunar, Düşün ve Toplum, s. 15. 36 Arslan, Epistemik Cemaat, s. XII. 37 İbid, s. XII.

Page 18: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

8

Aslında pozitivizme getirilen eleştiriler pozitivizmin gelişiminin

başlangıcından beri mevcuttur. Eleştirel teorilerin mimarlardan biri 18. yüzyıl

filozoflarından Immanuel Kant’tır. Özellikle yorumsamacılığın kökeni Kant’ın

felsefi anlayışına dayanmaktadır. Kant’ın kategorilerini kullanan yorumsamacılar,

“insan deneyimlerinin ancak zihinsel kategorilerin deneyiminden geçerek bilgiye

dönüşebileceği, yani insan zihninin deneyime bir çerçeve çizeceğini

savunmaktadırlar.”38

20. yüzyılın son çeyreğinde ivme kazanan farklı karakter taşıyan bu

epistemolojik süreç henüz tamamlanmamıştır. Fakat bu yaklaşım, kendi teorilerini ve

araçlarını ortaya koyma yolunda da büyük adımlar atmıştır. Öte yandan, pozitivist

paradigmanın sahip olduğu bütün zamana ve mekâna şümûl yasalar fikrine karşı

çıktıklarından, pozitivist paradigma anlamında yasalara sahip değildirler. Yine de bu

eleştirilerle birlikte, sosyal bilimlerde pozitivizmin özellikle “zaman” ve “mekân”

anlayışının doğa bilimlerindeki güncel gelişmeler ışığında yeniden değerlendirilmeye

ihtiyacı olduğu fikri, bilim dünyasında henüz çok güçlü olmasa da artık bir kabul

görmektedir.

O zaman “pozitivizmin bilime bakışı nasıldır ve avantajları nelerdir?” soruları

gündeme gelmektedir. Pozitivizm, bilimi, olguları “kestirimci” ve “açıklayıcı” bir

şekilde ifade etmesi olarak nitelendirmektedir. Böylece pozitivizme göre bilgi,

olgular arasındaki düzenli ilişkiler sonucunda üretilen teoriler vasıtasıyla

oluşturulmaktadır.39 Bu sayede pozitivizm, kanuna benzeyen ve asla değiştirilemez

nitelikte bilgiye ulaşmaktadır.40 Bilimsel bilgiye ise bir pozivitist için sadece gözlem

ve deney yoluyla ulaşılır ve bu da ampirik bilginin tek kaynağıdır.41 Aslında bu

unsurlar pozitivizme göre sadece ampirik bilginin değil, bilimsel bilginin de tek

kaynağıdır. Bu nedenle pozitivizm, “metafiziğin açıklamalarının ilkece doğrulanıp

sınanmaya açık olmadıklarından ötürü anlamsız olduklarını” ileri sürer.42 Bu

38 Demir, Bilim Felsefesi, s. 76. 39 Russel Keat ve John Urry, Bilim Olarak Sosyal Teori, (Çev. Nilgün Çelebi), 2. Baskı, Ankara, İmge Kitabevi, 2001, s. 15. 40 Tony Porter, Postmodern Political Realism and the Third Debate”, Wayne S. Cox and C. Turenne Sjolander (derl.), Beyond Positivism: Critical Reflections on International Relations, Boulder and London, Lynne Rienner Publishers, 1994, s. 125. 41 İbid, s. 16. 42 A. Baki Güçlü, Erkan Uzun, Serkan Uzun, Ümit Hüsret Yolsal, Felsefe Sözlüğü, Ankara, Bilim ve Sanat Yayınları, 2002, s. 1060.

Page 19: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

9

durumda da pozitivizmin ölçüm aracılığıyla elde ettiği verilerin öznellikten arınmış

nesnel bilgi olduğunu ileri sürmesine yol açacak bir mantık zinciri gündeme gelir.

Pozitivizm, deney ve gözlemle desteklenerek açıklanan bir olgunun tüm

zamana yaygın ve bütün mekânlar için geçerli olacağını ileri sürmekte ve böylece

evrenselliğe ulaşıldığını iddia etmektedir. Halbuki, Batı veya gelişmiş dünyanın

geçirdiği süreçle Doğu veya azgelişmiş dünyanın yaşadığı süreç ve toplumsal

değerler aynı değildir. Pozitivizm, bu paradigma içinde bulunan akademisyen,

politikacı ve entelektüelleri, Doğu’nun gelişiminin ancak Batı’nın geçirdiği süreçleri

yaşaması koşuluyla sağlanabileceğini iddia etmelerine kadar götürmektedir. Hatta,

bu durum, Fransızların “uygarlaştırma misyonu”, İngiltere’nin “beyaz adamın yükü”

ile Amerikanın “kaçınılmaz yazgı” kavramıyla siyaseten tarih içinde meşrulaştırıldığı

görülmektedir.43

Fakat yukarıda da bahsedildiği gibi, zaman ve mekân fikri, pozitivist

paradigmada en çok eleştirilen konulardan biridir. “Toplum, değerleri de dahil olmak

üzere, bütün yapı ve süreçleri ile zaman içinde sabit ve veri bir olgudan ibaret

sayılmaktadır.”44 Bu durumda da “sosyal bilimler özellikle toplumsal olayları

değişmez ilke ve kurallar olarak ele alma eğilimine girip, doğal bilimlere ilişkin

bilme yöntemlerini temel aldıklarında artık toplumsal yaşam mühendisliği”ne

yönelmektedir.45

Braudel’in “History and the Social Sciences: The Longue Durée” başlıklı

çalışmasında kullandığı “longue durée” gibi nitelikleri ortak olan dönemler için

pozitivist araçların kullanılabilir yönü bulunmaktadır.46 Daha önce de değinildiği

gibi, Yunan şehir devletleri ile ulus-devletler arasında bazı ortak özellikler

bulunabilir fakat bunları devletlerin ortak yönleri olarak aynı şekilde değerlendirmek

mümkün değildir. Bir başka olumlu yön ise deney ve gözlem, amaç haline gelmemek

koşuluyla bir çok konuda bilgi sahibi olunmasını sağlamaktadır. Özellikle ortak

özellikler taşıdığı belirlenen dönemlerin karşılaştırılabilir olması nedeniyle, bu

43 Bostanoğlu, Türkiye-ABD İlişkilerinin Politikası, s. 124. 44 İbid, s. 48. 45 Fuat Ercan, Modernizm, Kapitalizm ve Azgelişmişlik, 3. Basım, İstanbul, Bağlam Yayınları, 2001, s. 50. 46 Robert W. Cox, “Realism, Positivism, and Historicism”, Robert W. Cox with Timothy J. Sinclair, Approaches to World Order, Cambridge, Melbourne, Cambridge University Press, 1996, s. 55.

Page 20: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

10

dönemlere yönelik gözlem ve deneyler bilgiye ulaşımda birçok avantajlar

sağlamaktadır.

Genel olarak sosyal bilimlerde yaşanan gelişmeler doğal olarak uluslararası

ilişkiler alanını da etkilemiştir. Her ne kadar disiplinin, çok geriye götürmeden esas

olarak İngiltere’de 1919’da Galler Üniversitesi’nde, “Uluslararası İlişkiler” adıyla bir

kürsünün kurulmasıyla “Uluslararası Hukuk”, “Diplomasi Tarihi” ve “Siyaset

Bilimi”nden farklı bir akademik alan olarak başladığı kabul edilse bile47 bu dönemin

uluslararası ilişkilerinin daha çok I. Dünya Savaşı’nın etkisiyle, bilimsel bir

paradigmadan ziyade idealist ve dolayısıyla “devletlerin arasında ilişki ile barışın

korunması” konularında normatif bakış açısına sahip bir yaklaşım olarak ele

alınmasında yarar olduğu düşünülmektedir.48 Bilimsel bir alan olarak ise Uluslararası

İlişkilerin genelde II. Dünya Savaşı sonrası Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD)

geliştiği kabul edilmektedir.

Uluslararası İlişkiler aslında disiplinlerarası bir alandır. Uluslararası

İlişkilerin bir disiplin özelliği taşıyıp taşımadığı konusuyla ilgili olarak çalışan

akademisyenlerden Quincy Wright’a atıfta bulunulabilir. Ona göre bir alanın disiplin

olarak tanımlanabilmesi için- ilk olarak bu alanda çalışanların bir bilincinin olması

gerekmektedir. İkinci ön şart ise alanının sınırlarının belli olması gerekmektedir.

Bunların yanı sıra alt-uzmanlık dalları ve bölümleri üzerinde bir uzlaşmanın olması

ile uzmanların ve uzmanlık kriterlerinin herkes tarafından kabulü diğer şartları

oluşturmaktadır.49 Nuri Yurdusev ise bu tanıma uyan bir disiplin bulmanın zor

olduğunu ileri sürmektedir. Ona göre disiplin, Kuhncu anlamdan hareketle, “belli bir

konuda veya alanda kendilerini sözkonusu alanın çalışanları olarak tanımlayan

kişilerin yapmış oldukları faaliyetlerin ve ürünlerin tümü” anlamına gelmektedir.50

Bilimsel alanda bir olguyu açıklamada tek bir disiplin içinde hareket etme

bugün için geçerli değildir. Böylece Uluslararası İlişkiler alanı sosyal bilimler

içindeki psikoloji, ekonomi, sosyoloji veya tarih gibi disiplinlerden yararlanabileceği

47 Graham Evans ve Jeffrey Newnham (derl.), Dictionary of International Relations, London, Penguin Books, 1998, s. 275. 48 James E. Dougherty ve Robert L. Pfaltzgraff, Contending Theories of International Relations, 3. Baskı, New York, Harper Collins Publishers, 1990, s. 6-7; Deniz Ülke Arıboğan, Kabileden Küreselleşmeye: Uluslararası İlişkiler Düşüncesi, İstanbul, Sarmal Yayınevi, 1998, s. 9. 49 A. Nuri Yurdusev, “Uluslararası İlişkiler Öncesi”, Atila Eralp (der.), Devlet, Sistem ve Kimlik: Uluslararası İlişkilerde Temel Yaklaşımlar, İstanbul, İletişim Yayınları, 1996, s. 23-24. 50 İbid, s. 24.

Page 21: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

11

açıktır. Diğer yandan belirtilen disiplinler Uluslararası İlişkiler açısından incelemede

bulunulan konunun dışında tutulduğunda, Uluslararası İlişkilerin çok fazla hareket

etme serbestisi kalmamaktadır. Tüm bu söylenenlere ilaveten, Uluslararası İlişkiler,

sadece yukarıdaki disiplinleri değil, artık ekoloji konusu gibi doğa bilimlerinin

disiplinlerini de çalışma alanı içinde değerlendirmektedir.

Uluslararası İlişkilerin geliştirdiği ve bir paradigma olarak kabul edilebilecek

tek teorisi ise aslında “realizm”dir. Bilim dünyasındaki 20. yüzyılın ilk yarısında

hakimiyetini devam ettirmekte olan pozitivist paradigmanın ABD açısından bir

yansımasından başka bir şey değildir. Diğer bir deyişle, realizm, ABD’nin dış

politikaya bakış açısını yansıtan bir paradigmaya işaret etmektedir.51

Öte yandan, 1980’li yılların başından itibaren pozitivizme getirilen eleştiriler,

Uluslararası İlişkiler alanında da eleştirel teorilerin geliştirilmesine katkıda

bulunmuştur. Eleştirel teorinin kurucusu Robert Cox, özellikle pozitivizmin zaman

ve mekân anlayışına bağlı olarak üretilen ve evrensel olduğu iddia edilen teorilere

karşı çıkmıştır. Sözlük anlamında her dönemin kendine has özellikleri olduğunu

kabul eden ve sosyal ve kültürel gelişmeler, inançlar ve değerlerin o dönem

tarafından belirlendiğini ileri süren bir doktrin olan tarihselcilik (historicism) Cox’un

kullandığı diğer bir yöntem olmuştur.52 18. yüzyılda yaşamış, tarihselcilik

konusundaki önemli düşünürlerden biri olan Giambattista Vico’nun tarihe ilişkin

görüşlerinden etkilenen Cox, “tarihin bir döngü değil, sarmal (spiral) bir diyalektik

içinde oluştuğu; kendisini hiçbir zaman yinelemediği; dolayısıyla önceden

kestirilemeyeceği görüşünü benimsemiştir.”53 Özellikle pozitivizmin Kuhncu

anlamda geliştiği bir ortamda Vico, tarihin evrensel kurallarla yönetildiğini

söylemenin tarih üzerine araştırma yapmanın anlamını ortadan kaldıracağını ileri

sürmüştür. Buradan Vico, Descartes’ın rasyonel kesinlik hakkındaki görüşlerinin

51 Stanley Hoffman, “An American Social Science: International Relations”, James Der Derian (der.), International Theory: Critical Investigations, New York, New York University Press, 1995, s. 216 ve devamı; Wayne S. Cox and C. Turenne Sjolander, “Critical Reflections on International Relations, Wayne S. Cox and C. Turenne Sjolander (derl.), Beyond Positivism: Critical Reflections on International Relations, Boulder and London, Lynne Rienner Publishers, 1994, s. 2-3; Steve Smith, “Paradigm Dominance in International Relations: The Development of International Relations as a Social Science”, Hugh C. Dyer and Leon Mangasarian (derl.), The Study of International Relations: The State of the Art, London, Macmillan, 1989, s. 3. 52 Iain McLean (der.), The Concise Oxford Dictionary of Politics, Oxford, New York, Oxford University Press, 1996, s. 221. 53 Cox, “Realism, Positivism, and Historicism”, s. 51, 54; Bostanoğlu, Türkiye-ABD İlişkilerinin Politikası, s. 177.

Page 22: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

12

“bize ait bir bilme olanağından çıkan kesinlik” olduğunu ve “cogitare ve

matematiksel idelerin çıkış yerinin toplumsal dünya”dan kaynaklandığını ileri

sürerek karşı çıkmıştır.54

Vico’nun ileri sürdüğü tarihselciliğe ilişkin görüşlerinin uluslararası ilişkilere

uygulandığında, Tukidides zamanında eski Yunan şehir-devletleri arasında

uygulandığı kabul edilen “güç dengesi” politikası ile 1815’de Viyana Kongresi ile

kurulan Metternich Düzeni’nin “güç dengesi” politikasının aynı kapsamda

değerlendirilmesini mümkün kılmamaktadır. Aynı şekilde adlandırılsa bile, bu iki

güç dengesi arasında zaman ve mekân açısından büyük farklılıklar bulunmaktadır.55

Cox, bu iki farklı dönemde uygulandığı ileri sürülen güç dengesi politikaları arasında

benzerlik kuranları ise indirgemeci olarak nitelendirmektedir. Herşeyden önce,

Tukidides zamanında en azından devlet kavramının ortada olmadığını veya varolan o

zamanki yapıların bugünkü anlamdan çok büyük farklılıklar taşıdığını ileri süren

Cox, bu nedenle iki durumun birbirinden çok farklı dönem ve özelliklere işaret

ettiğini belirtmektedir. Cox, Vico’nun yanı sıra, İslam dünyasının 14. yüzyıl

düşünürlerinden İbn-i Haldun’un tarihe ilişkin görüşlerini de benzer şekilde

kullanmaktadır. 56 İbn-i Haldun’a göre tarih, sonsuz bir gelişme ve düşüş eğilimi

göstermektedir. İbn-i Haldun, her ne kadar tekrar eden bir davranış gibi gözükse bile

tarihteki bir değişimin aslında yeni bir dünyaya işaret ettiğini ileri sürmektedir.57

Cox, ayrıca Vico’nun da çalışmalarında belirttiği şekilde, sosyal bilimlerdeki

bilginin insan tarafından elde edildiğini, doğal dünyada araştırma ve gözlem yoluyla

elde edilen bilgiden farklı olduğunu ileri sürmektedir. Cox bu ayrımı Latince’den

yararlanarak ortaya koyarak, datum ve fact arasındaki ayrıma vurgu yapmaktadır.

Cox, Latince’de datum kelimesinin “vermek” anlamında kullanıldığını, fact

kelimesinin ise “yapmak-imal etmek” anlamında kullanıldığını ileri sürmektedir.

Başka bir deyişle, Cox’a göre pozitivizm, dış dünyadan algılanan verili bilgilerle

uğraşırken, tarihselcilik bir olayın veya kurumun “yapılan-imal edilen” boyutuyla

54 Doğan Özlem, Kültür Bilimleri ve Kültür Felsefesi, İstanbul, İnkılap, 2000, s. 64-67. 55 Cox, “Realism, Positivism, and Historicism”, s. 54. 56 Cox’un “Towards a Posthegemonic Conceptualization of World Order: Reflections on the Relevancy of Ibn Khaldun” adlı makalesinin 37 numaralı dipnotunda konuyla ilgili daha ayrıntılı bilgi vermektedir. Robert W. Cox, “Towards a Posthegemonic Conceptualization of World Order: Reflections on the Relevancy of Ibn Khaldun”, Robert W. Cox with Timothy J. Sinclair, Approaches to World Order, Cambridge, Melbourne, Cambridge University Press, 1996, s. 172. 57 İbid, s. 158-159.

Page 23: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

13

ilgilenmektedir.58 Böylece bilgi, tarihsel süreçte imal edilen bir yapıya işaret

etmektedir. Daha açık bir deyişle, bir olayı doğru bir şekilde bilmek için onu imal

eden tarihi şartları ve yapıyı bilmek gerekmektedir. Yine Vico, Descartes’ı eleştirdiği

bir başka eserinde, “anlama”yı (understanding)” “algılama”dan (perception)

ayırarak, herhangi bir şeyi gerçekten bilmek için, algılamanın karşısında anlamak

için, bilici kişi bunu kendisinin imal ettiğini bilmelidir” demektedir. Aynı şekilde

“tarihin de empatik olarak insan aklı tarafından imal edildiğini” ileri sürmektedir.59

Susan Strange de Cox’un teori için belirttiği, özellikle teorinin bir amaca ve

birilerine yönelik olduğuna ilişkin görüşlerini dolaylı da olsa kabul etmektedir.60

Strange, teorinin olumlu ve olumsuz yönleri olduğunu ileri sürmekte ve özellikle

uluslararası sistem, siyasi ve iktisadi konularda yapılan bir çok teorik çalışmanın

aslında teorik olmayan bir şekilde sonuçlandığına inanmaktadır.61 Teorik

çalışmaların daha çok bir tanımlanma veya bilinenleri yeniden düzenlemeden ibaret

olduğunu ifade eden Strange, özellikle uluslararası sistem ile ilgili çalışmalarda

kullanılan prisoners’ dilemma, demand curve veya marjinal fayda gibi kavramların

bir teoriden çok bir konuyu açıklamaya yarayan öğretici kavramlar olduğunu

belirtmektedir. Bunlar, Strange için “basitleştirici araçlardır, sosyal davranışı

açıklayan teoriler değildir”.62 Strange’ın bu tür çalışmalarda gözlemlendiği bir başka

eksiklik ise uluslararası politik ekonomi çalışmalarına uygulanan sayısal tekniklerin

bir teori oluşturmadığına ilişkin görüşüdür. Ayrıca Strange, neyin sayılıp

sayılmayacağına daha çok keyfî bir şekilde karar verildiğini iddia etmektedir.

Strange’e göre bir teori, kolaylıkla anlaşılamayacak olan uluslararası sistemin bazı

yönlerini açıklamaya çalışmalı, fakat geleceğe yönelik tahminlerde bulunmaya

heveslenmemelidir. Strange için doğa bilimleri ile sosyal bilimler arasındaki fark

buradan kaynaklanmaktadır. Çünkü sosyal bilimlerde insan ilişkilerinde varolan çok

sayıdaki irrasyonel davranış böyle bir girişimde bulunulmasını engellemektedir.

58 Cox’un “Realism, Positivism, and Historicism” başlıklı makalesinin 5 numaralı dipnotunda konuyla ilgili daha detaylı bilgi verilmektedir. Robert W. Cox “Realism, Positivism, and Historicism”, s. 58. 59 Cox’un “On Thinking about Future World Order” adlı makalesinin 8 numaralı dipnotunda özellikle R. G. Collingwood’un The Idea of History başlıklı kitabından alıntı yapılarak verilmektedir. Robert W. Cox “On Thinking about Future World Order”, Robert W. Cox with Timothy J. Sinclair, Approaches to World Order, Cambridge, Melbourne, Cambridge University Press, 1996, s. 79. 60 Susan Strange, States and Markets, London, Pinter Publishers, 1988, s. 12. 61 İbid, s. 12. 62 İbid, s. 10.

Page 24: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

14

Diğer yandan Strange, teorinin bilimsel erdeme saygı göstermesi anlamında bilimsel

olması gerektiğini de ileri sürmektedir.63

Uluslararası İlişkiler disiplininin bilimsel anlamda II. Dünya Savaşı

sonrasında oluşan yeni dünya düzeninin lideri konumundaki ABD’den geliştiği ve bu

nedenle ABD kökenli bir bilim dalı olduğu bir çok akademisyen tarafından da kabul

edilmektedir.64 Uluslararası ilişkilerde eleştirel teorinin öncüsü olan Cox, günümüzde

uluslararası ilişkiler alanında kullanılan teorilerin, özellikle realizm teorisinin

ABD’nin çıkarlarını yansıtan bir ‘ideoloji’ olduğunu iddia etmektedir.65 Strange, bu

alandaki akademik çalışmaların ilk olarak Amerikalı akademisyenler tarafından

domine edildiğini ifade ederek, günümüz uluslararası ilişkilerinin Amerikan

deneyimlerine dayandığını ve Amerikan ulusal çıkarlarını yansıtan bilinçsizce değer

yargılarını içerdiğini ileri sürmektedir.66

Aslında bir çok Amerikalı akademisyen de dolaylı bir şekilde de olsa

çalışmalarında benzer görüşleri dile getirmektedirler. Hatta Stanley Hoffmann

uluslararası ilişkileri doğrudan Amerikan siyaset bilimi olarak nitelendirmektedir.67

Diğer yandan Robert Keohane, After Hegemony başlıklı çalışmasında, gelişmiş

piyasa ekonomileri arasındaki ilişkileri incelediğini açıklarken, gerçekte Amerikan

hegemonyasının erozyona uğramasından sonraki düzeni araştırdığını ifade

etmektedir.68 Robert Gilpin ise The Political Economy of International Relations’da,

çokuluslu şirketlerin genişlemesinin Amerikan ekonomik politikasının yanı sıra dış

politikasının bir parçası olduğunu vurgulayarak, çokuluslu şirketlerin bu şekilde

gelişmesinin, ABD’nin II. Dünya Savaşı sonrasında oluşturduğu dünya sisteminin bir

ürünü olduğunu belirtmekte ve çalışmasındaki esas amacının, Keohane’nin

çalışmasının amacına benzer şekilde, azalan Amerikan gücünün dünyada yol

63 İbid, s. 11-12. 64 Barry Buzan, “The Timeless Wisdom of Realism?”, Steve Smith, Ken Booth, Marysia Zalewski (derl.), International Theory: Positivism and Beyond, Cambridge, Melbourne, Cape Town, Cambridge University Press, 1996, s. 48; Stanley Hoffman, “An American Social Science: International Relations”, James Der Derian (der.), International Theory: Critical Investigations, New York, New York University Press, 1995, s. 216 ve devamı. 65 Bostanoğlu, Türkiye-ABD İlişkilerinin Politikası s. 178. 66 Strange, States and Markets, s. 12. 67 Hoffman, “An American Social Science: International Relations”, s. 216 ve devamı; Bostanoğlu, Türkiye-ABD İlişkilerinin Politikası, s. 15; Faruk Yalvaç, “Uluslararası İlişkiler Kuramında Yapısalcı Yaklaşımlar”, Atila Eralp (der.), Devlet, Sistem ve Kimlik: Uluslararası İlişkilerde Temel Yaklaşımlar, İstanbul, İletişim Yayınları, 1996, s. 131. 68 Robert O. Keohane, After Hegemony: Cooperation and Discord in the World Political Economy, Princeton, New Jersey, Princeton University Press, 1984, s. 6-9.

Page 25: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

15

açabileceği değişikliklerinin araştırılması olduğunu ifade etmektedir.69 Burcu

Bostanoğlu, Hegel’in “düşünce asla boşlukta gelişmez” sözüne atıfla, bu durumu

“her hangi bir bilimsel disiplinin ortaya çıktığı toplumsal ortamdan kopuk biçimde

var olacağını söylemek olanaksızdır” diyerek açıklamaktadır. 70 Cox ise bu durumu

“teori, her zaman birileri için ve bir amaç içindir” diyerek açıkladığı bu çerçevede, 71

pozitivizmin araştırma programından etkilenen realizm,72 alanın ilk ve tek önemli

“paradigma”sını oluşturmaktadır.73 Bununla bağlantılı olarak bu çalışmada, realist

paradigmanın sadece geleneksel veya klâsik olarak adlandırılan realizmi değil, aynı

zamanda davranışçılık ekolü, neorealizm ve neoliberal kurumsalcılık gibi teorileri de

içerdiği kabul edilmektedir. Çünkü neorealistlerle neoliberallar, dünya politikasını

açıklama öncelikleri arasında farklılıklar olmasına rağmen, aslında aynı

paradigmanın farklı türevleridirler. Gerek amaçları ve yöntemleri gerekse pozitivist

araştırma programı içinde hareket etmeleri, Uluslararası İlişkiler disiplinindeki farklı

teorilerin sadece bir paradigmanın ürünü şeklinde değerlendirilmelerine yol

açmaktadır. Hatta bu durum, bu paradigma içinde yer alan akademisyenlerin

sınıflandırmasında da açıkça görülmektedir. Bazı akademisyenler, Keohane, Gilpin,

Nye gibi yazarları neoliberal olarak nitelendirirken, diğerleri, bu yazarları neorealist

teorisyenler kapsamında değerlendirmektedir.

Gilpin çalışmalarında Marksizm’in etkilerinin olduğunu kabul etmekle

birlikte esas olarak realizmin varsayımlarını temel almaktadır. Gilpin, bu durumu,

Richard Ashley’in The Poverty of Neorealism başlıklı makalesine verdiği cevabi

“The Richness of the Tradition of Political Realism” makalesinde şöyle

açıklamaktadır:

“Her ne kadar Tukidides, Hans Morgenthau ve E. H. Carr gibi realist yazarlardan gerçekten etkilendiğimi hemen kabul etsem bile, kendimi hiç bir zaman realist olarak tanımladığımı hatırlamıyorum ve bu adlandırmaya özellikle bir itirazım yoktur. Fakat ben, Marksist

69 Robert Gilpin, The Political Economy of International Relations, Princeton, New Jersey, Princeton University Press, 1987, s. xii-xiv. 70 Bostanoğlu, Türkiye-ABD İlişkilerinin Politikası, s. 15-17, 73. 71 Robert W. Cox, “Social Forces, States, and World Orders: Beyond International Relations Theory”, Robert W. Cox, Approaches to World Order, Cambridge, Melbourne, Cambridge University Press, 1996, s. 87. 72 Steve Smith, “Positivism and Beyond”, Steve Smith, Ken Booth, Marysia Zalewski (derl.), International Theory: Positivism and Beyond, Cambridge, Melbourne, Cape Town, Cambridge University Press, 1996, s. 31. 73 Bostanoğlu, Türkiye-ABD İlişkilerinin Politikası, s. 73.

Page 26: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

16

ve liberal yazarlardan da güçlü bir şekilde etkilendim. Eğer üzerime gelinirse (if pressed), kendimi, realist dünyada ve hatta daha sık olarak Marksist sınıf mücadelesi dünyasında yer alan bir liberal olarak tanımlarım.”74

Keohane ile ilgili yapılan çalışmalarda da Keohane’nın bir sınıfa koymanın

zor olduğu belirtilmektedir.75 Fakat Keohane’nın tarih, zaman ve mekân gibi

konulardaki görüşü ile positivizmin uluslararası ilişkilerdeki temel

akademisyenlerinden biri olma özelliğine sahip olduğu söylenebilir. Keza

pozitivizme yönelik eleştiriler karşısında Keohane, bilimin pozitivizm olmadan

anlamsızlaşacağını söylemekte ve hatta diğer arayışların “test edilebilir teorileri”

bulunmaması sebebiyle değerlendirmenin imkansız olacağını iddia etmektedir.76

Keohane, ayrıca çalışmalarında esas olarak ABD sonrası düzenin sorunsuz işleyişini

araştırdığını ifade etmesi, onun ABD merkezli bir uluslararası ilişkiler kurgusu içinde

yer aldığının açık bir göstergesidir.77

Amerikalı akademisyenlerden özellikle Gilpin ve Keohane’nın kendilerinin

belirttiği görüşleri, uluslararası ilişkiler içinde sınıflandırma çalışmalarını

zorlaştırmaktadır. Bununla birlikte ortak özelliklerine bakıldığında bu yazarların

realist paradigmanın genel hususlarını benimsedikleri görülmektedir. Diğer bir ortak

noktaları ise Gill ve Law’a göre bu kişilerin ekonomik anlamda liberal perspektife

sahip olmalarıdır.78 Bu nedenlerle bu çalışmada Gilpin, Keohane ve Nye gibi

akademisyenlerin realist paradigmanın içinde yer aldığı kabul edilecektir. Yine bu

çalışmada bu akademisyenlerin ortak kaygılarının realist teorinin yetersizliklerini

giderme ve özellikle ABD’nin uluslararası düzendeki rolünü belirleme ve

sürdürmeye yönelik politikalar üretmek olduğu iddia edilmektedir. Çalışmanın

konusunu teşkil eden hegemonya kavramının uluslararası ilişkiler alanına daha çok

Amerikalı akademisyenler tarafından gündeme getirildiği görülmektedir. Bu

bağlamda, uluslararası ilişkiler ile hegemonya çalışmaları arasında bir ilişki olduğu

74 Robert G. Gilpin, “The Richness of the Tradition of Political Realism”, Robert O. Keohane (der.), Neorealism and Its Critics, New York, Columbia University Press, 1986, s. 304. 75 Michael Suhr, “Robert O. Keohane: A Contemporary Classic”, Iver B. Neumann and Ole Waever (derl.), The Future of International Relations: Masters in the Making?, London and New York, Routledge, 1997, s. 110. 76 Smith, “Positivism and Beyond”, s. 12-13. 77 Keohane, After Hegemony, s. 6-15. 78 Stephen Gill and David Law, The Global Political Economy: Perspectives, Problems, and Policies, New York, London, Toronto, Sydney, Tokyo, Harvester, Wheatsheaf, 1988, s. 41.

Page 27: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

17

ileri sürülebilir. Hatta daha da ileri giderek, bu konunun uluslararası ilişkiler alanının

gelişimi ile doğrudan bağlantılı olduğu da ifade edilebilir. Çünkü ABD’nin başat bir

güç haline gelmesiyle uluslararası ilişkilerin bir bilim alanı olması aynı zamana denk

gelmektedir. Daha önce de belirtildiği gibi bilgi ile iktidar arasında kurulan doğrudan

ilişkinin burada uluslararası ilişkiler alanına aktarılması mümkündür. Uluslararası

ilişkiler alanındaki bilgi ile dünya lideri konumundaki ABD arasında doğrudan bir

ilişki olduğu ve bu bilginin aslında ABD’nin kendisi için geliştirilen ve kullanılan

bilgi olduğu ileri sürülebilir. Bununla bağlantılı olarak uluslararası ilişkilerin

ABD’nin dış politika yaklaşımlarını ele alan bir bilimsel alan olduğu da tartışılabilir.

Hoffman ise “Amerikan dış politikasını çalışmak, uluslararası sistemi çalışmaktır”

diyerek bu durumu aslında açık bir şekilde dile getirmektedir. 79

Sosyal bilimlerin uluslararası ilişkiler alanında da farklı teorik girişimler başta

Robert Cox ve Stephen Gill olmak üzere, Susan Strange, Immanuel Wallerstein,

Samir Amin, Gunther Frank, Giovanni Arrighi, David Law, Alexander Wendt,

Andrew Linklater gibi akademisyenlerin öncülüğünde gelişmeye başlamıştır.

Sözkonusu akademisyenler, uluslararası ilişkilerde sosyolojinin daha yaygın bir

şekilde kullanılmasını sağlamışlar ve böylece uluslararası ilişkilere yeni bir boyut

kazandırmışlardır. Bunların bazıları kendilerini sol olarak tabir edilebilecek alan

içinde tanımlayan akademisyenler olsa da, bazıları da sol alanda olmamalarına

rağmen yukarıda da bahsedildiği üzere bir olgunun açıklamasında başka teorilerden

yararlanmanın daha açıklayıcı olacağı varsayımından hareketle çeşitli Marksist teori

ve yorumlarını kullandıkları görülmüştür. Bunlar içinde en sık kullanılan

açıklamalardan biri Gramsci’nin “Hegemonya” kavramı olmuştur. Gramsci’nin bu

kavramı orijinal olsa da, aslında Karl Marx’ın üretim süreçleri ve üretim araçlarına

sahip sınıf yorumunun bir ülkenin iç politikasına (özellikle İtalya’ya)

uygulanmasıdır. Fakat bilhassa Cox, Gramsci’nin bu açıklamasını disipline

uygulayarak, uluslararası ilişkilere farklı bir boyut katmıştır.

Bu çalışma, hegemonya kavramını Cox’un kullandığı anlamda

değerlendirerek, uluslararası siyaset alanında ABD’nin pozisyonunu “global

hegemonya” olarak ele almaktadır. Burada Cox, hegemonyayı, “devletlerle birlikte

devlet dışı kuruluşların da yer aldığı, uluslararası sistemin tümüne nüfuz eden bir

79 Hoffman, “An American Social Science: International Relations”, s. 222.

Page 28: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

18

düzene ilişkin değerler yapısı”nı tanımlayacak biçimde kullanmaktadır.80 Bu

bağlamda, bilginin hakimiyeti ile uluslararası alanda Batı’nın, özellikle günümüz

ABD’nin hegemonyası arasında bir bağlantı olduğu savlanmaktadır.

Uluslararası ilişkileri açıklarken, “hegemonya” kavramını kullanan

Gramsci’ye göre siyasal yapıları tek başına açıklamak yeterli değildir. Hegemonya,

siyasal yapıların toplumsal kuvvetlerle etkileşimidir. Temelde belirleyici olan üretim

süreçlerinin de hegemonyanın oluşumunda etkili olduğunu savunan Gramsci,

hegemonyanın unsurları olarak maddi olanaklar, kurumsallaşma ve fikirler olduğunu

ileri sürmektedir.81 Bu çerçevede, eleştirel teori, Gramşici anlamda hegemonya

kavramını ve unsurlarını uluslararası ilişkilere uygulayan ilk teoridir. İlk unsur olarak

ele alınabilecek maddi olanaklar, “teknolojik ve örgütsel birikimlerle, doğal

kaynakları kapsar.”82 Fikirler ise eleştirel teoride öznelerarası ve kolektif imajlar

olarak iki kategoride ele alınmaktadır. Öznelerarası anlamlar, “davranış alışkanlık ve

biçimlerini kalıcı kılan toplumsal ilişkilere dair ortak kavramlar” olarak

tanımlanırken, kolektif imajlar, “değişik grupların toplumsal düzene ilişkin

görüşlerinden”83 oluşmaktadır. Üçüncü unsur ise kurumlardır. Bunlar, kurulan

düzenin istikrarlı devamını sağlaması açısından önem kazanmaktadırlar. Böylece

sosyal bilimlerde açılım sağlayan Eleştirel Teori, uluslararası ilişkilere de büyük

katkı sağlamaktadır. Cox’un uluslararası ilişkiler teorisi içinde öncülü olduğu

eleştirel teorinin sosyoloji, siyaset bilimi, tarih, hukuk, ekonomi ve kültür gibi diğer

disiplinlerle geliştirilen yapısı, bugünkü uluslararası sistemi açıklamada geniş bir

perspektif sunmaktadır.

Bu çerçevede çalışmanın birinci bölümünde, ilk olarak realist teori ile

eleştirel teorinin hegemonya konusuna yaklaşımları üzerinde durulacaktır. İkinci

olarak alt-hegemonya kavramı tanımlanacaktır. Birinci bölümün sonunda eleştirel

teori bağlamında hegemonyanın tarihsel gelişimi ile günümüz dünya politikasında

hegemonik bir kültürün gelişip gelişmediği, oluştuurlmaya çalışılan “sınıraşan bir

tarihsel blok” kavramı etrafında tartışılacaktır. İkinci ve üçüncü bölümde alt-

hegemonya olarak nitelendirilen Almanya ve Japonya’nın maddi yeterlikleri, fikirsel

80 Bostanoğlu, Türkiye-ABD İlişkilerinin Politikası, s. 189. 81 Burcu Bostanoğlu, “Türkiye’nin Ulusal Çıkar Kavramlaştırmasının ABD İle İlişkileri Çerçevesinde Epistemolojik Bir Eleştirisi”, Araştırma Dergisi, Sayı 2, Aralık 1997, s. 7. 82 Bostanoğlu, Türkiye-ABD İlişkilerinin Politikası, s. 184. 83 İbid, s. 184-185.

Page 29: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

19

ve kurumsallaşma konuları tarihselci bir yorumla irdelenecek ve özellikle bu

devletlerin dış politika kapsamında alt-hegemonya olarak nitelendirilmesine yol açan

unsurlar ele alınacaktır. Daha sonra sözkonusu iki devletin global hegemon olarak

nitelendirilen ABD ile ilişkileri incelenecektir. Sonuç bölümünde eleştirel teori

çerçevesinde tartışılan alt-hegemonya kavramının elde edilen bulgular ışığında

geçerli olup olmadığı tartışılacaktır.

Page 30: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

20

BÖLÜM I

HEGEMONYA VE ALT-HEGEMONYA

1. Hegemonya ve Uluslararası İlişkiler

Hegemon kavramı ilk olarak eski Yunan’da lider, hegemonya ise bir şehir-devletinin

diğer şehir devletleri üzerindeki üstünlüğü anlamında kullanılmıştır.84 Hegemonya

kavramını siyaset biliminde ilk kullanan ise Rus Marksistlerinin öncüllerinden biri

olan Georgy Plekhanov (1856-1918) olmuştur. Plekhanov, hegemonya kavramını

1905’deki Rus Devrimi’nin ardından, Bolşeviklerin proletarya ile ilişkisini

anlatmakta kullanmıştır.85 Bundan sonra, yine siyaset bilimi bağlamında İtalyan

Komünist Partisi’ni kuran düşünür Antonio Gramsci (1891-1937) hegemonya

kavramı, hâkim sınıfa ait egemen ideolojinin bütün sınıflara yayılması anlamında

kullanmıştır. Bu anlamda hegemonya, ekonomiden ziyade ideolojinin ve kültürün ön

plana çıktığı bir yapı olarak nitelendirilmiştir.

Hegemonya kavramı siyaset biliminin yanı sıra ekonomi politik alanda da

yansımasını bulmuştur. Bu alanda hegemonya kavramını kullanan ilk çalışma

Charles Kindleberger’in The World in Depression 1929-1939 kitabı olmuştur. Bu

çalışmada Kindleberger, doğrudan hegemonya kavramından bahsetmemesine

rağmen, 1930’larda yaşanan ekonomik bunalımın nedeninin hegemonya olarak

adlandırılabilecek bir önder gücün eksikliği olduğunu savunmuştur.86 Kindleberger

ayrıca çalışmasında, uluslararası önder bir ülkenin varlığı halinde o dönemde

yaşanan ekonomik bunalımın yaşanmayacağını ve dolayısıyla II. Dünya Savaşı’nın

ortaya çıkmayacağını iddia etmiştir.87

Uluslararası ilişkilerde hegemonya kavramının kullanımının özellikle II.

Dünya Savaşı sonrası arttığı görülmektedir. Bunun ABD’nin dünya politikasında

artan etkinliği ile bağlantılı olduğu söylenebilir. Nitekim Robert Keohane, Robert

84 Safa Kılıçlıoğlu, Nezihe Arz, Hakkı Devrim (derl.) Meydan Larousse Ansiklopedisi, 5. Cilt, İstanbul, Meydan Yayınevi, 1979, s. 747. 85 Andrzej Walicki, A History of Russian Thought: From the Enlightment to Marxism, (Lehçe’den İngilizce’ye Çev. Hilda Andrews-Rusiecka), Stanford, California, Standford University Press, 1979, s. 406-427; Iain McLean, Oxford Concise Dictionary of Politics, Oxford, New York, Oxford University Press, 1996, s. 218. 86 Charles P. Kindleberger, The World in Depression, 1929-1939, London, Allen Lane, 1973, s. 28, 290-305. 87 İbid, s. 291-308.

Page 31: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

21

Gilpin, Joseph Nye, Paul Kennedy ve Stephen Krasner gibi Amerikalı

akademisyenlerin başını çektiği grubun 1970’lerden itibaren hegemonya kavramına

çalışmalarında daha sık atıfta bulundukları gözlemlenmektedir. Sadece maddi olarak

ölçülebilen unsurlarla araştırma yapan bu akademisyenlerin temel kaygısı, sözkonusu

maddi unsurlarda ABD'nin azalan üstünlüğünün uluslararası sistemde yaratacağı etki

üzerine olduğu görülmektedir.88 Diğer yandan özellikle 1980’lerden itibaren

pozitivizme karşı artan eleştirilerle birlikte, uluslararası ilişkilerdeki teorilerin

amaçları, kullandıkları yöntemler ve dolayısıyla bilimsellikleri sorgulanmaktadır.

Böylece uluslararası ilişkilerdeki hegemonya kavramının Gramsci’nin yüklediği

anlamla bağlantılı çalışmaların sayısında artış gözlenmiştir. Uluslararası ilişkilerdeki

eleştirel teorinin mimarlarından olan Robert Cox, sözkonusu çaba sarf eden

akademisyenlerin başında gelmektedir.89

Uluslararası ilişkilerin ilk ve tek paradigması olan “realizm” bağlamında

hegemonya, ekonomik gücü gelişmiş, askeri yeteneği fazla ve uluslararası sistemde

önder rolü bulunan devlet şeklinde algılanmıştır. Realist paradigma içinde yer alan

akademisyenlerin ve geliştirdikleri teorilerin temeli ilk olarak ABD’nin dünya

politikasının önderliğinin devam ettirilmesi olmuş ve bu kapsamda klâsik realist teori

88 Uluslararası İlişkiler literatürde hegemonya teorisine örnek verilebilecek pek çok kitap bulunmaktadır. Bunun başlıcaları şunlardır: Robert O. Keohane, After Hegemony: Cooperation and Discord in the World Political Economy, Princeton, New Jersey, Princeton University Press, 1984; Robert Gilpin, The Political Economy of International Relations, Princeton, New Jersey, Princeton University Press, 1987; Robert Gilpin, War and Change in World Politics, Cambridge, Cambridge University Press, 1981; Robert O. Keohane and Joseph S. Nye Jr., Transnational Relations and World Politics, Cambridge, Massachusetts, Harvard University Press, 1973; George Modelski’nin Long Cycles in World Politics, Seattle and London, University of Washington Press, 1987; Robert O. Keohane and Joseph S. Nye, Power and Interdependence, New York, Harper Collins Publishers, 1989; Joseph S. Nye Jr., Amerikan Gücünün Paradoksu, (Çev. Gürol Koca), İstanbul, Literatür Yayınları, 2003; Paul Kennedy, Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri: 1500’den 2000’e Ekonomik Değişme ve Askeri Çatışma, (Çev. Birtane Karanakçı), Ankara, İş Bankası Yayınları, 1996; Stephen D. Krasner (der.), International Regimes Ithaca, London, Cornell University Press, 1982. 89 Robert W. Cox’un başlıca makalelerini topladığı Approaches to World Order başlıklı kitabı ile Production, Power, and World Order: Social Forces in the Making of History başlıklı bir eseri bulunmaktadır. Cox’un dışında, Stephen Gill’in derlediği Gramsci, Historical Materialism and International Relations, kitabının yanı sıra, American Hegemony and the Trilateral Commission, başlıklı kitabı bulunmaktadır. Yine Gill’in David Law ile birlikte yazdığı The Global Political Economy: Perspectives, Problems and Policies kitabı da örnekler arasında verilebilir. Bunların dışında eleştirel teoriye katkı yapanlardan Andrew Linklater’in adı sayılabilir. Linklater’in özellikle Beyond Realism and Marxism: Critical Theory and International Relations başlıklı çalışması eleştirel teori açısından önemli kitaplar arasında yer almaktadır. Immanuel Wallerstein’ın The Modern World System adlı çalışmaları da bu kapsamda değerlendirelebilecek teorik bir katkı olarak nitelendirilebilir. Bunların yanı sıra Wallerstein ile aynı ekolü oluşturan Giovanni Arrighi’nin The Long Twentieth Century başlıklı eseri sayılabilir.

Page 32: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

22

ortaya çıkmıştır. 1970’li yıllarda ise realist akademisyenlerin temel amacı dünya

politikası (Vietnam Savaşı ve yumuşama dönemi) ile ekonomisinde (ABD dolarının

altına bağlı yapısının değişmesi) yaşanan gelişmeler çerçevesinde azaldığı düşünülen

ABD liderliğinin daha sancısız bir şekilde sürdürülmesi için gereken mekanizmaların

kurulması olmuştur. Bu bağlamda yine realist paradigmanın içerisinde yer alan

teorisyenler tarafından “Hegemonik İstikrar Teorisi” geliştirilmiştir.

Eleştirel teoriyi geliştiren Cox ise hegemonyayı, “belli bir güç yapısının

geçici biçimde evrenselleştirilmesi sureti ile bir baskınlık olgusu gibi değil, fakat

doğanın gerekli düzeni olarak görüldüğü sistemik ve hegemonik güç” olarak

tanımlamaktadır.90 Bu iki hegemonya kavramının birbirinden farklılaşması ve

uluslararası politikanın daha iyi anlaşılabilmesi amacıyla hegemonya kavramının

realist paradigma ve eleştirel teori çerçevesinde daha ayrıntılı olarak tartışılmasında

yarar bulunmaktadır.

2. Realist Paradigma ve Hegemonya

Realist paradigma, uluslararası ilişkileri temel olarak devletler ekseninde yürütülen

bir ilişkiler ağı olarak görmek eğiliminde olmuştur. Fakat özellikle 1970’lerden

itibaren başlayan süreçte, uluslararası alanda sadece devletlerin olmadığı, bunların

yanında şirketler, uluslararası örgütler, sivil toplum, bürokrasi gibi farklı aktörlerin

de yer aldığı neorealist ve neoliberal akademisyenler tarafından da kabul edilmiş ve

uluslararası ilişkiler alanı genişletilmeye çalışılmıştır. Buna rağmen uluslararası

sistemin anarşik olduğu, yani bir üst otoritenin bulunmadığı ve devletin en son

aşamada en güçlü aktör olmaya devam ettiği de bu dönemde genel kabul görmeye

devam etmiştir.91

Devletin bir başka özelliği ise realistlere göre “güç” kavramının toplandığı ve

kullanıldığı bir niteliğe sahip organ olmasıdır.92 Realistlere göre devlet, özerk olan

rasyonel bir yapıdır. Realistler tüm sosyal, ekonomik, ahlâki ve hukuki bağlar ile

90 Bostanoğlu, Türkiye-ABD İlişkilerinin Politikası, s. 190. 91 Mustafa Aydın, “Uluslararası İlişkilerin “Gerçekçi” Teorisi: Kökeni, Kapsamı, Kritiği”, Uluslararası İlişkiler, Cilt:1, Sayı:1, Bahar 2004, s. 37, 40. 92 Barry Buzan, “The Timeless Wisdom of Realism?”, Steve Smith, Ken Booth, Marysia Zalewski (derl.), International Theory: Positivism and Beyond, Cambridge, Melbourne, Cape Town, Cambridge University Press, 1996, s. 50.

Page 33: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

23

ilişkilerden bağımsız bir şekilde hareket etme yeteneğine sahip olan devletin dış

politikada özerkliğe da sahip olduğunu vurgulamaktadır.93

Waltz, uluslararası politikada devletin temel aktör olduğunu a priori kabul

etmektedir. Diğer bir deyişle, Waltz’a göre neorealizmde bir devlet teorisi

bulunmasına gerek yoktur.94 Gilpin ise devleti “gelir karşılığında güvenlik ve refah

sağlayan örgüt” olarak nitelendirmektedir.95 Böylece devlet, toplumun istediği

“kamu malları”nı (public goods)96 sağlayan ve “beleşçiliği” (free-rider)97 engelleyen

yegâne “otonom” bir mekanizma olarak algılanmaktadır. Burada Gilpin, devlet ile

toplumu birbirlerinden ayrı fakat birbirlerini etkileyen kavramlar olarak gördüğünü

ifade etmektedir. Devlet, bazı insanların yetkileri elinde tuttuğu ve bu insanların

kendi çıkarlarının da bulunduğu bir yapıyı yansıtmaktadır. Gilpin, bazı güçlü

grupların devletin hareket alanını kısıtlayabilmekte ve hatta devletin hareket tarzını

belirleyebilmekte olduğunu düşünmektedir. Toplum ile devlet arasındaki ilişkiyi bu

şekilde açıklayan Gilpin’e göre esas olan mülkiyet haklarıdır. Çünkü, mülkiyet

hakları, bir insanın diğer insanlarla ilişkilerinde beklentilerini belirleyen bir durumu

göstermektedir. Bu beklentiler kanunlar, gelenekler ve toplumun ahlâk

kavramlarında kendisini göstermektedir. Böylece Gilpin için devletin içerideki temel

işlevi, bu tür ilişkileri belirlemesi ve bireylerin ve grupların haklarını korumasının

yanı sıra, devleti hüküm sürdüğü toprak içinde meşru güç kullanma hakkını elinde

tutan ve bunu herkese eşit bir şekilde uygulayan bir otorite olduğunu

belirtmektedir.98

93 Burak Ülman, “Uluslararası İlişkiler Kuramı ve Realizm”, Ayhan Kaya ve Günay Göksu Özdoğan (derl.), Uluslararası İlişkilerde Sınır Tanımayan Sorunlar: Göç, Yurttaşlık, İnsan Hakları, Toplumsal Cinsiyet, Küresel Adalet ve Güvenlik, İstanbul, Bağlam Yayınları, 2003, s. 36. 94 Kenneth Waltz, “Reflections on Theory of International Politics: A Response to My Critics”, Robert O. Keohane (der.), Neorealism and Its Critics, New York, Columbia University Press, 1996, s. 338-339. 95 Gilpin, War and Change in World Politics, s. 15. 96 Gilpin, “kamu malları” kavramını Samuelson’nın tanımına atıfta bulunarak açıklamaktadır. Samuelson, kamu mallarını herhangi bir bireyin tükettiği bir malın, diğer bir bireyin tüketmesinde hiçbir çıkarı olmadığı ve herkesin ortak bir şekilde yararlandığı mal olarak tanımlamaktadır. Gilpin, “beleşçilik” kavramını ise bir kimsenin tükettiği kamu malını hiçbir harcama yapmadan elde etmesi veya çok az bir masraf ile elde etmesi anlamında kullanmaktadır. İbid, s. 15-18. 97 Songül Sallan Gül, free rider kavramının Türkçe karşılığının beleşçilik, bedavacılık veya bedava yararlanma isteği olarak ifade edilebileceğini yazmaktadır. Songül Sallan Gül, Sosyal Devlet Bitti, Yaşasın Piyasa: Yeni Liberalizm ve Muhafazakârlık Kıskacında Refah Devleti, İstanbul, Etik Yayınları, 2004, s. 44-45. 98 Gilpin, War and Change in World Politics, s. 16-17.

Page 34: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

24

Gilpin’e göre devletin dış işlevi bireyin mülkiyet haklarının yanı sıra

güvenliğini sağlamasıdır. Gilpin, devletin bu hem iç hem de dış işlevlerinin yanı sıra

içeride nihai otorite olması nedeniyle, uluslararası sistemin temel aktörü olduğunu

düşünmektedir. Ayrıca devlet, bu hususları tanımlarken ve uygularken, uluslararası

alanda hiçbir yüksek otoriteye bağlı olmamaktadır. Devlet, Gilpin’e göre sadece

fiziki sınırları içerisinde meşru güç kullanım hakkına sahip olmakla birlikte sınırları

dışında böyle bir hakkı bulunmamaktadır. Bu şekilde Max Weber’in klâsik devlet

tanımı realizmin temel argümanını oluşturmaktadır.99 Diğer yandan Gilpin,

uluslararası ilişkilerde sadece devletin temel aktör olmasının bireysel ve kolektif

aktörlerin varlığının inkâr edilmesini gerektirmediğini de vurgulamaktadır.

Uluslararası ilişkilerin doğası ve ilişki modellerinden kaynaklanan sebeplerle

devletin temel aktör olarak belirdiğini ileri süren Gilpin, devletin doğasının her

zaman aynı kalmayabileceğini ve günümüz ulus-devletinin de nihai siyasi

örgütlenme modeli olamayabileceğini ima etmektedir.100 Gilpin, devlet kavramını

kullanırken bir duruma daha dikkat çekmektedir: Devlet denilen mekanizmanın

içinde yer alan bireylerin veya bu mekanizmayı yöneten kişileri etkileyen grubun

çıkar kavramı çerçevesinde birleştiğini ileri süren Gilpin, bu yüzden devletin bir

“koalisyonlar koalisyonu” şeklinde görülmesinin daha uygun olacağını

belirtmektedir.101

Uluslararası örgütlerin, uluslararası ilişkilerdeki önemine işaret eden ve

ileride ayrıntılarıyla açıklanacak olan ve realist paradigmanın bir türevi olarak

nitelendirilebilecek “rejim teorisi”ni geliştiren Keohane, başka aktörlerin varlığını

kabul etmekle beraber, uluslararası ilişkilerin temel aktörünün devlet olduğunu ileri

sürmektedir. Zaten Keohane rejim teorisini de hegemonik güç olan ABD’nin (yani

bir hegemonik devletin) gücünün azalması karşısında, uluslararası düzeni korumak

için geliştirdiğini açıkça ifade ettiği görülmektedir.102 Buna ilaveten Keohane, en

99 Faruk Yalvaç, “Devlet”, Atila Eralp (der.), Devlet ve Ötesi: Uluslararası İlişkilerde Temel Kavramlar, İstanbul, İletişim Yayınları, 2005, s. 35-37. 100 Gilpin, War and Change in World Politics, s. 17-18. 101 İbid, s. 18-19. 102 Richard Little ve Michael Smith tarafından uluslararası ilişkilerdeki temel makaleleri derledikleri Perspectives on World Politics başlıklı kitabın Robert O. Keohane tarafından yazılmış olan After Hegemony: Cooperation and Discord in the World Economy adlı kitaptan aldıkları bölümün özet kısmında belirtilmektedir. Robert O. Keohane, “Cooperation and International Regimes”, Richard Little ve Michael Smith, (derl.) Perspectives on World Politics, London and New York, Routledge, 1991, s. 102.

Page 35: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

25

mühim çalışmalarından biri olan After Hegemony başlıklı kitabında uluslararası

ilişkilerde bağımsız aktörlerin bulunduğunu fakat devletin bu aktörler arasında en

önemlisi olduğunu ifade etmektedir.103

Realist paradigmanın teorisyenlerinin önemli bir kısmının Amerikalı olması

ve kendilerini liberal olarak tanımlamaları, daha önce bahsedilen liberal perspektifin

açılımını gerektirmektedir. Gill ve Law, özellikle neorealist ve neoliberal

teorisyenlerin daha çok ekonomik anlamda liberal olduklarını savunmaktadır.104

Ekonomik olarak liberalizm ise siyasi liberalizm ile bağdaşabileceği gibi de otoriter

rejimlerle birlikte hareket de edebilmektedir.105

Liberaller analiz birimi olarak bireyleri görmek eğilimindedirler. Diğer

yandan liberaller tarafından ekonomiyi motive edici gücün piyasada tatmin veya

yararlılık düzeylerini maksimize etmeye çalışan bireyler arasındaki “rekabetçi

etkileşim” olduğu düşünülmektedir. Piyasa, talep tarafını oluşturan bireyler ile arz

tarafını oluşturan ve kâr arayan şirketleri birbirlerine bağlamaktadır. Başta Hayek

olmak üzere, Kamu Tercihi Okulu’nun (Public Choice School) liberal ekonomistleri

piyasanın insanın kurgulayıp ürettiği bir kurumdan ziyade, kendiliğinden doğal bir

şekilde gelişen bir kurum olduğunu savunmaktadırlar.106 Piyasasının yapısı ile ilgili

olarak ekonomik liberaller “ideal-tipik” olayları kullanırlar. Müdahale olmadan

çalışması durumunda, sayısız alıcı ve satıcının bulunduğu piyasa, kendi kendine

düzeltici işlemleri yapacak ve istikrar içinde hareket edecektir. Bu yüzden, devletin

müdahalesi tehlikelidir. Böylece aslında, ekonominin kendi kendine işleyen kuralları

olduğu ve ekonomi ile politikanın birbirinden ayrılması gerektiği savunulmaktadır.

Bir diğer aşırı durum, tek alıcı (monopsoni) veya tek satıcının (monopol) bulunduğu

piyasa yapılarıdır. Bu durumda, tek olarak bulunan alıcı veya satıcı, şirket veya

tüketici üzerinde mutlak güce sahiptir.

Gill ve Law gerçekte bütün piyasaların ve sanayilerin bu aşırılıkların tam

ortasında bulunduğunu belirtmektedirler. Az sayıda şirketin bulunduğu oligopol

piyasasında, şirketler, piyasa üzerinde ortak çıkarlarını yansıtabildikleri ölçüde,

tüketicinin aleyhine güçlü olmaktadırlar. Bunun da aşırı bir örneği karteller

103 Keohane, After Hegemony, s. 18. 104 Gill and Law, The Global Political Economy, s. 41. 105 İbid, s. 41-42. 106 İbid, s. 42.

Page 36: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

26

olmaktadır. Oligopol piyasası üreticiler arasında karşılıklı bağımlılık yaratmaktadır.

Üreticiler arasında oluşan bu karşılıklı bağımlılık, baskın veya ‘fiyat lideri’

konumundaki bir şirketin varlığına bağlı olarak asimetrik veya simetrik

olabilmektedir. Eğer dünya piyasalarına hakim, mücevher ticaretinde De Beers

şirketi gibi bir baskın şirket varsa, üreticiler arasındaki ilişki asimetrik olmaktadır.

Bu ilişkinin asimetrik olması tüketicilerin olumsuz şekilde etkilenmelerine de neden

olmaktadır. Diğer yandan oligopol piyasasında rekabetin ana özelliği, bir şirketin

davranışının, rekabet halinde bulunduğu diğer şirketlerin muhtemel davranışlarından

etkilenmesidir. Gill ve Law hükümetlerin dış ekonomik politikalarında da benzer

durumlar içinde hareket ettiklerini ifade etmektedirler.107

Waltz’un geliştirdiği neorealizmin birim-yapı kavramının bu ekonomik

teoriden hareket ettiği görülmektedir. Waltz mikro ekonomiden ödünç aldığı

kavramlarla, 1945 sonrasında uluslararası politikanın bir düopol piyasası

oluşturduğunu, savaş yılları arasında ise oligopole benzediğini düşünmektedir.

Ayrıca güç dengesi teorisi de yine liberal ekonomi teorisinin piyasanın dengede

bulunması kavramıyla özdeşleştirilmiş halidir. Waltz’a göre uluslararası politikanın

dengede olması ancak “maddi gücün yüksek derecede yoğunlaşması” ile

mümkündür. Bunun örneği olan II. Dünya Savaşı sonrasında, özellikle 1960’lar ile

1970’lerde, gücün iki süper güç etrafında konsolide olduğu uluslararası sistemdir.

Hatta bu dönem “barış içinde bir arada yaşama” dönemi olarak

nitelendirilmektedir.108 Waltz, gücün çok fazla devlet arasında eşit oranlarda

dağılması durumunda, uluslararası sistemin istikrarının bozulacağını söylemesinin

temel nedenlerinden birini de yine liberal ekonomi teorisine dayandırmaktadır.

Ekonomik liberalizmin uluslararası ilişkilerde önemli etkisi olan

kavramlarından biri de “kamu malları”dır. Gilpin, “kamu malları” kavramını,

Samuelson’nın tanımına atıfta bulunarak açıklamaktadır. Samuelson, kamu mallarını

herhangi bir bireyin tükettiği bir kamu malının diğer bir bireyin tüketmesinde hiçbir

çıkarımının bulunmadığı ve herkesin ortak bir şekilde yararlandığı mal olarak

tanımlamaktadır. Gill ve Law ise kamu mallarını bireyleri dışlamanın herhangi bir

temelde mümkün olmadığı ve devlet tarafından sunulması gereken hizmet ve mallar

107 İbid, s. 42-43. 108 Kenneth N. Waltz, Theory of International Politics, New York: Random House, 1979; Gill and Law, The Global Political Economy, s. 43.

Page 37: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

27

olarak tanımlamaktadır. Çünkü özel sektöre bırakıldığında bu kamu malları ya

üretilmeyecek ya da üretilse bile, herkesin yararlanması gereken bu mal ve

hizmetlerden sadece uygun miktarda para ödeyenler yararlanabilecektir. Bu nedenle,

kamu mallarının üretiminde devletin sorumluluk alması gerekmektedir. Gill ve Law

burada “ulusal güvenlik” konusunu kamu malı olarak örnek göstermektedirler.

Hükümet tarafından vatandaşların güvenliğinin sağlanması bir zorunluluktur. Bu

zorunluluk devlet tarafından vatandaşlardan toplanan vergilerle yerine

getirilmektedir. Fakat bazı vatandaşlar vergi vermekten kaçınacaklardır. Bu durum

“beleşçilik” problemi yaratmaktadır. Buna rağmen, vergi vermeden imtina eden

kişilere de aynı şekilde güvenlik hizmeti sunulması gerekmektedir.109 Gilpin,

“beleşçilik” kavramını ise bir kimsenin tükettiği kamu malını hiçbir harcama

yapmadan elde etmesi veya çok az bir masraf ile elde etmesi anlamında

kullanmaktadır.110

Uluslararası alanda ise bu tür kamu mallarının sağlanması, bir anlamda pozitif

toplamlı bir oyun olduğu şeklinde düşünülmektedir. Dünya çapındaki ekonomik

ilişkilerde de aynı şekilde uluslararası kamu mallarını sağlayacak bir düzene ihtiyaç

bulunmaktadır. Bu düzeni ancak uluslararası alanda bir önder devletin sağlayacağı

düşünülmektedir. Bununla birlikte Snidal, bu kamu mallarının üretilmesinde bazı

koşulların mevcut olması gerektiğine inanmaktadır. Bunlardan ilki, kamu malının

üretimi için, farklı devletlerin aynı anda, bu malı tüketmeye ihtiyaçlarının bulunması

gerektiğini ifade etmektedir. Snidal, ikincisini, bu uluslararası kamu malının

üretiminde hiçbir rol ve maddi külfet üstlenmeyen devletlerin, bu malın tüketiminden

dışlanmanın mümkün olmaması olarak açıklamaktadır.111

Realist paradigma, kamu mallarının bir hegemon tarafından sağlanabileceğine

inanmaktadır. Buna yönelik olarak realist akademisyenler, dünya politikasının

gerisinde yatan sebeplerini açıkladıklarını düşündükleri iki önemli teori

geliştirmiştirler. Bunlardan birincisi “Hegemonik İstikrar Teorisi”, diğeri ise

“Uluslararası Rejim Teorisi”dir. Bunlardan ikincisi olan uluslararası rejim teorisi

109 Gill and Law, The Global Political Economy, s. 44-45. 110 Robert Gilpin, The Political Economy of International Relations, Princeton, New Jersey, Princeton University Press, 1987, s. 74. 111 Duncan Snidal, “The Limits of Hegemonic Stability Theory”, International Organization, Vol. 39, No:4, Autumn 1985, s. 590-592.

Page 38: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

28

aslında birinci teorinin eksikliklerini gidermeyi amaçlamakta ve hegemonya sonrası

yeni düzenin altyapısını oluşturmaya çalışmaktadır.

i. Hegemonik İstikrar Teorisi

Hegemonya ile ilgili olarak ilk ortaya atılan teori hegemonik istikrar teorisidir.

Ekonomist ve tarihçi Charles Kindleberger’in The World in Depression 1929-1939

başlıklı çalışmasıyla öne sürdüğü teorinin temel olarak uluslararası ekonomi alanına

yönelik olmasına rağmen, uluslararası ilişkiler disiplini tarafından referans kaynağı

olarak kullanıldığı görülmektedir. Kindleberger, Britanya’nın özellikle 1929’daki

ekonomik bunalım sırasında uluslararası parasal istikrarı koruma için istekli olmakla

birlikte, yeterince ekonomik gücünün bulunmadığını ve Britanya’nın da yerini alacak

bir gücün belirmediğini ileri sürmektedir. Bundan dolayı, Kindleberger krizin başlıca

nedeni olarak uluslararası politikada ekonomiyi yönlendirecek bir önder gücün

bulunmamasını göstermektedir.112 Kindleberger bu durumda artık İngiltere’nin

yerine büyük bir ekonomik güce sahip olan ABD’nin devreye girmesi gerektiğini

iddia etmektedir. Diğer bir ifadeyle, Kindleberger eğer 1929’daki ekonomik

buhranda ABD üzerine düşen ekonomik ve siyasi rolü üstlenmiş olsa, böyle bir

krizin ortaya çkmayacağına inanmaktadır.

Hegemonik istikrar teorisinin Keohane’a göre iki temel varsayımı vardır: İlk

olarak dünya politikasında düzen tek bir baskın güç tarafından yaratılır. İkinci olarak

düzenin devamı ve korunması bu hegemonyanın devamına bağlıdır.113 Keohane

hegemonik istikrar teorisinde hegemonyayı “maddi kaynaklarda üstünlük” olarak

tanımlamakta ve hegemonyanın özellikle hammadde, sermaye ve piyasalar üzerinde

kontrolü sağlaması gerektiğini ifade etmektedir. Ayrıca hegemonyanın üretimde

rekabet avantajını koruması gerektiğini de vurgulamaktadır. Hammaddeler

üzerindeki kontrolün emperyalist teorideki yerinin bilindiğini ifade eden Keohane,

sermaye konusunun ise güç kavramında daha az etkili olduğunu ama Hollanda’nın

17. yüzyılda ekonomik ve politik gücünü sermayeden çıkardığını dile getirmektedir.

Benzer şekilde Keohane, İngiltere’nin 18. yüzyılda ve 20. yüzyılda da ABD’nin

sermayeleri sayesinde belli bir güce ulaştığını kabul etmektedir. Piyasaların da

önemli bir ekonomik güç olduğunu belirten Keohane, özellikle büyük nüfuslara sahip 112 Kindleberger, The World in Depression, s. 305. 113 Keohane, After Hegemony, s. 31.

Page 39: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

29

devletlerin piyasalarına girişe izin verilmesini önemli bir etki aracı olarak

nitelendirmektedir.114 Hegemonik istikrar teorisinin “ekonomik gücün dördüncü

kaynağı olarak öne sürdüğü devletin en fazla mal üretimini ve satımını

gerçekleştirmesi gerektiği” fikrine karşı çıkan Keohane, ABD’nin 1960’larda, tekstil

ve konfeksiyon gibi temel imalat sektörlerinde gerilerde bulunmasına rağmen,

üstünlüğünü kaybetmediğini anlatmaktadır. Bu nedenle Keohane, üretimde ve

ihracatta önemli olanın her şeyi üretmek ve satmak değil, bunun yerine en çok kâr

getirecek ürünlerin üretilmesi ve satılması olduğunu ileri sürmektedir. Bu durum,

ABD’nin teknolojik üstünlüğe dayanmasını zorunlu kılmaktadır. Böylece bu son

faktör Keohane’a göre yüksek değerdeki malların üretiminde rekabet avantajının

korumasını sağlamaktadır. Bu sayede şirketler yüksek kâr oranı ile birlikte işçilere

yüksek ücret sağlamış olacaktır.115

Hegemonik istikrar teorisi, uluslararası politikada güçlü baskın bir aktörün

varlığının uluslararası sistemde bütün devletler için kolektif olarak arzulanan bir

durum olduğunu ve böyle bir aktörün mevcudiyetinin uluslararası politikada ve

ekonomide daha fazla işbirliğine yol açtığını kabul etmektedir.116 Tam tersi

düşünüldüğünde ise böyle bir aktörün eksikliği durumunda uluslararası sistemde

kaos olacağı ve bu durumun devletler için arzu edilen bir husus olmayacağı ima

edilmektedir. Keohane, Nye ile birlikte 1977’de yayımladıkları Power and

Interdependence: World Politics in Transition başlıklı çalışmalarında hegemonik

istikrar teorisinin yerine başka bir öneri getirmektedirler. Keohane ve Nye,

hegemonyanın “bir devletin devletler arası ilişkileri yönetecek gerekli kuralları

korumak için yeteri kadar güçlü olması veya istekli olması” olarak tanımlanmasının

daha rafine olacağını öne sürmektedirler.117

İkinci karakteristik, Kindleberger’in teorisinde kullandığı hegemonun kamu

mallarını temin edecek “hayırsever-iyi (benevolent) bir despot” veya iyi hegemon

olması şeklinde açıklanabilir. Snidal ise iki tür hegemon kavramından

bahsedilebileceğini belirterek, bunlardan ilkinin Kindleberger’in kullandığı

hayırsever-iyi hegemon olduğunu, ikincisinin ise “belli dönemlerde uluslararası

114 İbid, s. 32. 115 İbid, s. 33-34. 116 İbid, s. 34; Duncan Snidal, “The Limits of Hegemonic Stability Theory”, s. 579. 117 Robert O. Keohane and Joseph S. Nye, Power and Interdependence: World Politics in Transition 2.Baskı, New York, Harper Collins Publishers, 1989, s. 11.

Page 40: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

30

kamu mallarını ve hizmetlerini sağlamak için katkıda bulunmaktan çekinmeyecek”

anlamında kullanılan “zorlayıcı hegemon” olduğunu ifade etmektedir.118

Hegemonik istikrar teorisinin öne sürdüğü argümanlardan biri iyi hegemonun

mutlaka liberal bir devlet olması gerekliliğidir. Ekonomik anlamda liberal hegemon

yine bir kamu malı olan serbest ticaretin devam etmesini sağlayacak düzeni

hedeflemelidir. Çünkü serbest ticareti ancak liberal bir devlet savunabilir.119

Sözkonusu teorinin bir diğer argümanı ise liberal hegemon devletin sağladığı

uluslararası düzenin dominant güce net kazançlar sağlamasına rağmen esas olarak

bundan yararlanan devletlerin küçük devletler olduğuna ilişkin görüştür. Çünkü bu

devletler, kamu malının üretilmesinde hiç bir maliyet üstlenmezler ama bu kamu

malının yararlarından tam olarak faydalanırlar. Böylece “küçük, büyüğü

sömürmektedir.”120 Bu argümana ilaveten, dominant devletin ürettiği düzenin sadece

kendisine değil, sistemdeki daha zayıf olan devletlerin lehine işleyeceği

düşünülmektedir. Zayıf devletler gücü azalsa bile hem hegemonu destekleyecekleri

hem de beleşçilik eğilimine girmeyeceklerdir. Fakat dominant devlet zorlayıcı

hegemon seçeneğini takip ederse, sistemdeki diğer devletler her şeyden önce

düzenden yararlanamayacaklar ve hegemonun hareketlerini tehditkâr bulacaklardır.

Bu nedenden ötürü, hegemonun dağılmasını hızlandırıcı şekilde hareket

edeceklerdir.121 Snidal, hegemonik istikrar teorisinde gizli bir başka varsayımın

olduğunu düşünmektedir. Snidal’a göre uluslararası politikada kolektif eylemin

imkansız olduğunu ileri süren bu teorinin uluslararası alanda işbirliğinin imkansız

olduğuna dair klâsik realist görüşe yakınlığına dikkat çekmektedir.122

Gilpin ise hegemonya kavramını tarihsel döngülerle açıklamakta ve Keohane

ve Nye tarafından ABD’nin “eriyen hegemonyasının” gözlenebilir olduğunu kabul

etmektedir. Diğer yandan Gilpin, bunun yeni bir duruma işaret etmediğini, iki dünya

savaşı arasında da Britanya’nın eriyen gücüne karşılık, ABD’nin de isteksiz

davrandığını ve hegemon rolünü üstlenmediğini ifade etmektedir. Fakat bu yeni

durumda, Gilpin’e göre Pax Americana’nın yerini alacak bir düzenleme henüz

görülmemekte veya süreç çok yavaş işlemektedir. Gilpin ayrıca tarih boyunca

118 Snidal, “The Limits of Hegemonic Stability Theory”, s. 579. 119 Gill and Law, The Global Political Economy, s. 47. 120 Snidal, “The Limits of Hegemonic Stability Theory”, s. 581. 121 İbid, s. 582. 122 İbid, s. 593.

Page 41: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

31

hegemonik gücün ancak bir savaşla değiştiğini ama bu yeni durumda savaş

ihtimalinin azaldığını ifade etmektedir. Gilpin tarihte çift kutuplu yapının

istikrarsızlığa yol açacak neden olarak görmesine rağmen, burada Waltz’un çift

kutuplu politikasının istikrarlı yapısına atıfta bulunmaktadır.123

Öte yandan, neorealist güç kavramına dayalı düzen açıklamasını temel alan

hegemonik istikrar teorisi Gill ve Law’a göre maddi güç kaynaklarının dağılımına ve

bunların kullanımına dayanmaktadır.124 Güç dağılımının çok dengesiz olması

durumunda teori, hegemon devletin diğer ast devletler üzerinde güç kullanma

potansiyeli bulunduğunu ve bundan dolayı diğer devletlerin hegemonun karşılık

verebileceği düşüncesini dikkate alarak, fayda-zarar hesabı yapacaklarını iddia

etmektedir. Gill ve Law, bunu oligopol piyasasında önder şirket ile ast şirketler

arasındaki ilişkiye benzetmektedir. Çünkü önder şirket, ast şirketlerin davranışlarına

karşılık verebilecek güçtedir. Şirket, fiyat indirimi gibi karşılıklarda bulunarak, diğer

şirketleri piyasadan silebilir.125

Maddi kapasiteler ise teoride, temel olarak askeri ve ekonomik anlamda ele

alınmaktadır. Askeri güç, askeri harcamalar, ordunun büyüklüğü, sahip olunan silah

kapasitesi ile ölçülürken, ekonomi, ticaret kapasitesi (ihracat ve ithalat), GSYİH,

finansal kapasitesi, imalat kapasitesi gibi alt kollarda istatistiki verilerle birlikte

değerlendirilmektedir. Böylece hegemonik istikrar teorisi, maddi güçleri kontrol

eden bir yapı olarak kabul ettiği hegemonyayı realist anlamda bir baskınlık

(dominance) olarak görmektedir.

Bruce Russett kullandığı verilerin doğruluğunun tartışılır olduğunu kabul

etmesine rağmen, 1830 ile 1983 arasındaki bu maddi güç kaynaklarını karşılaştırmalı

olarak incelemekte ve ilginç sonuçlara varmaktadır. Mesela Britanya’nın hegemonik

güç varsayıldığı 19. yüzyılın hiç bir döneminde gerek GSYİH’sı, gerekse askeri

harcamalarının dönemin en büyüğü olduğunu ortaya koymamaktadır. Keza imalat

üretiminde de Britanya’nın sadece 1870’de dünya liderliğini ele geçirdiği

görülmektedir. Diğer yandan yine aynı üç konuda, ABD’nin hegemon olarak

nitelendirildiği dönemlere (II. Dünya Savaşı sonrası) ilişkin rakamlarda ise ABD’nin

sadece bir kez (1950’de) askeri harcamalardaki üstünlüğünü Soğuk Savaş

123 Gilpin, War and Change in World Politics, s. 234-235. 124 Gill and Law, The Global Political Economy, s. 77. 125 İbid, s. 77-78.

Page 42: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

32

dönemindeki bir numaralı rakibi Sovyetleri Birliği’ne kaptırdığı görülmektedir.

ABD’nin bu üç alandaki üstünlüğünü hiçbir zaman kaybetmediği ancak

üstünlüğünün büyük farklara rağmen sadece kısmen gerilediği anlaşılmaktadır.126

Isabelle Grunberg ise hegemonik istikrar teorisinin hiyerarşik bir dünya

düzeni ile dönüşümsel bir tarih anlayışına sahip olduğunu belirtmektedir.127 Özellikle

Gilpin’in “uluslararası sistemin yönetiminin 1000 yıl üzerinde yükselen ve düşüşe

geçen imparatorluklar, hegemonyalar ve büyük güçler tarafından sağlandığını”

cümlesinin bu dönüşümsel zaman kavramına işaret ettiğini söyleyen Grunberg,

tarihin değişmez bir zaman anlayışı içinde değerlendirildiğini ifade etmektedir.128

Buna rağmen, uluslararası politikada hegemonya, düopoli ve güç dengesi gibi 3 çeşit

kontrol şeklinin bulunduğunu ve 19. yüzyılda Avrupa’daki güç dengesi politikasının

daha sonra hegemonlara dönüşen bir yapıyı yarattığını söyleyerek, Gilpin’in tarihin

bir döngü içinde oluşmadığı şeklindeki görüşünü aslında kabul etmiş olmaktadır.129

Gilpin, diğer yandan yine hegemonik istikrar teorisinin temellerinden biri olan

hegemonya ile ekonomik liberalizm arasında her zaman için geçerli bir bağın

olmayabileceğini de kabul etmektedir. Hatta Gilpin, “tarihsel olarak hegemonya veya

siyasi baskın yapıların, merkezi bir ekonomik yapıya sahip olan imparatorluklar ile

özdeşleştirilmesinin daha uygun” olduğunu düşünmektedir. 130

Grunberg, hegemonik istikrar teorisinin temel varsayımlarından biri olan

serbest ticaretin ancak bir hegemonun varlığı halinde ilerleyebileceği fikrinin de

yanıltıcı olduğunu, Stephen Krasner’in hegemonya ile serbest ticaret arasında bir bağ

kurulamayacağına yönelik çalışması ile kanıtlamaya çalışmaktadır. Krasner,

sözkonusu çalışmasında, 20. yüzyılda ABD’nin baskın güç olduğu dönemlerde dahi

korumacılığa yaygın olarak başvurduğu dönemler olduğunu ortaya koymaktadır.131

Bu dönemlerden birinin ABD’nin baskın bir güç olarak kabul edildiği II. Dünya

Savaşı sonrasının hemen ertesinde (Eisenhower zamanında) olduğunu ve bu 126 Bruce Russett, “The Mysterious Case of Vanishing Hegemony; or Is Mark Twain Really Dead?”, International Organization, Vol:32, No:2, Spring 1985, s. 218. 127 Isabelle Grunberg, “Exploring the Myth of Hegemonic Stability”, International Organization, Vol: 44, No:4, Autumn 1990, s. 434. 128 İbid, s. 434-435. 129 İbid, s. 434. 130 Robert G. Gilpin, “The Richness of the Tradition of Political Realism”, Robert O. Keohane (der.), Neorealism and Its Critics, New York, Columbia University Press, 1986, s. 295. 131 Stephen D. Krasner, “State Power and the Structure of International Trade”, Richard Little and Michael Smith (derl.), Perspectives on World Politics, London and New York, Routledge, 1991, s. 128-129.

Page 43: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

33

dönemde ABD’nin bilhassa tarım ve sanayide önemli oranda korumacı politikalar

izlediğini ifade etmektedir.132 Aynı dönemde dünya ticaretinin serbestleştirilmesini

öngören Uluslararası Ticaret Örgütü’nün kurulmasına ABD Kongresi’nin destek

vermediği de bilinmektedir. Krasner’in verdiği bir başka örnekte ise 1919-1939 arası

dönemde Amerika’nın o dönemlerde bir baskın güç haline gelmiş olmasına rağmen,

dünya ekonomisinde korumacılığın çok yaygın olduğunu kanıtlamaktadır. Diğer

yandan bu dönemde ABD Gramşici anlamda bir hegemon değildir, aynı zamanda bir

çok realiste göre de hegemon olarak nitelendirilmemelidir çünkü en azından

ABD’nin dünya politikasında öncü rolünü oynayacak isteği bulunmamaktadır.

Uluslararası ilişkilerde özellikle neoliberal kurumsalcı teorisyenler, devletler

arasında artan ilişkilerin savaşı engellediğine inanmakta ve bunu kanıtlamaya

çalışmaktadırlar. Keohane ve Nye’ın Power and Interdependence başlıklı

çalışmalarında, dünya politikasının sadece güvenlik ve askeri konulardan oluşmadığı

ve “konu-alanları” (issue-areas) olarak nitelendirilen ticaret, enerji, çevre, sağlık,

nüfus gibi konuların artan önemi vurgulanmaktadır. Özellikle gelişmiş büyük

devletler arasında bu konu alanları nedeniyle işbirliğinin geliştiğini ve bu durumun

uluslararası politikada askeri gücün önemini azaltarak, başta ticaret olmak üzere,

devletlerin çatışma içine girmelerini önleyen hususların geliştiği savunulmaktadır.133

Diğer yandan Gill ve Law, Barry Buzan’a atıfta bulunarak, I. Dünya Savaşı sonrası

artan dünya ticaretinin II. Dünya Savaşı’nın çıkmasını engelleyemediğini örnek

vermektedir.134 Marksistler ise ticaretin uluslararası politikada özellikle azgelişmiş

ülkelerin bağımlı olmalarına yol açtığı ifade etmektedirler. Gill ve Law, ticaretin

ulusal veya uluslararası düzeyde sosyal etkileşimi arttırdığını fakat bunun da çeşitli

düzeylerde eşitsizlik ortaya çıkardığını ifade etmektedirler. Böylece Gill ve Law’a

göre uluslararası alandaki serbest ticaret ulusların ve sınıfların hiyerarşik bir yapıya

dönmesine yol açmaktadır.135

Günümüz açısından bakıldığında ticaretin artık gelişmiş ülkelerin GSYİH

oranı içindeki payının azaldığı veya sabitlendiği görülmektedir. Gill ve Law, ticaretin

132 Grunberg, “Exploring the Myth of Hegemonic Stability”, s. 437. 133 Robert O. Keohane ve Joseph S. Nye, “Güç ve Karşılıklı Bağımlılık”, (Çev. Zana Çitak), H. Williams, M. Wright, Tony Evans, (derl.), Uluslararası İlişkiler ve Siyaset Teorisi Üzerine Bir Derleme, Ankara, Siyasal Kitabevi, 1996, s. 354, 362. 134 Gill and Law, The Global Political Economy, s. 224. 135 İbid, s. 224.

Page 44: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

34

uluslararası politik ekonomideki rolünün tartışılması gerektiğini belirterek, ticaretin

yerini gelişmiş ülkelerde finansın aldığını ileri sürmektedirler.136 Hirst ve Thompson

da benzer şekilde “1945-1973 döneminde dünya ekonomisini yönlendiren baskın

etken uluslararası ticaretteki büyümeydi… 1980’lerin başından bu yana doğrudan

yabancı yatırımın büyümesi” olduğunu savunmaktadırlar. Ayrıca Hirst ve Thompson

verilerin, 1950-1973 arasında dünyadaki ticaret hacminin her yıl ortalama % 9’un

üzerinde genişlediğini ve 1973’ten 1980’e kadar % 3 civarına kadar düştüğünü

gösterdiğini ifade etmektedirler.137 Gelişmiş ülkelerin ticaret rakamlarının azalması

ile ilgili bir başka husus ise üretimin liberallerin bahsettiği kadar olmasa bile,

özellikle sınıraşan şirketlerce maliyetlerin daha düşük olduğu Uzakdoğu ülkelerine

kaydırılmasında yatmaktadır.

Ticaret alanını ilgilendiren bir başka husus ise korumacılık konusudur.

Uluslararası ekonomide korumacılık, günümüz açısından daha çok azgelişmiş ülkeler

ile özdeşleştirilen bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Azgelişmiş ülkelerin

yanı sıra yeni kurulan devletlerin iç pazarlarını korumak için ilk olarak başvurdukları

yöntem gümrük tarifelerinin yükseltilmesi olmaktadır. Bu tür ülkelerin ticarette

uyguladığı korumacılık politikasının uluslararası ekonomide dengesizlikler

yarattığını ima eden liberaller, serbest ticaretin kalkınmadaki yararları üzerinde

durmaktadırlar. Öte yandan, Dünya Ticaret Örgütü’nün (DTÖ) yayımladığı World

Trade Report-2003, ticaretin hâlâ en önemli gelişme aracı olmaya devam ettiğini

göstermektedir. Rapor açıkça ayrıca ticaretin gelişme üzerindeki bu olumlu

katkısının sürekli olması için korumacılık ile ticaretin önündeki engellerin

kaldırılmasını ve ticarette tam bir serbestleştirilmenin sağlanmasını

savunmaktadır.138 Diğer yandan aynı raporun korumacılık kısmında azgelişmiş

ülkelerin ticaret rejimlerini serbestleştirmelerinin gerektiği belirtilmekle beraber,

gelişmiş ülkeler ile ilgili ilginç sonuçlar da açıklanmaktadır. Sözkonusu rapor

gelişmiş ülkelerin, azgelişmiş ülkelerin en hassas olduğu tekstil ve tarım alanında

büyük oranlarda korumacı politikalar izlediğini ortaya koymaktadır.139 Gill ve Law

ise Üçüncü Dünya Ülkelerinin tarımda korumacılığı kaldırmalarına rağmen, gelişmiş

136 İbid, s. 224. 137 Paul Hirst ve Grahame Thompson, Küreselleşme Sorgulanıyor, 2. Baskı, (Çev. Çağla Erdem, Elif Yücel), Ankara, Dost Kitabevi, 2000, s. 47-48, 78. 138 World Trade Organization, World Trade Report-2003, Geneva, WTO Publications, 2003, s. 78. 139 İbid, s. XIX.

Page 45: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

35

ülkelerin tam tersi bir şekilde tarımda korumacı politikalar benimsediklerine vurgu

yapmaktadırlar.140 Özellikle tarım konusundaki korumacılığın kaldırılması veya en

azından azaltılması için yapılan girişimlere ABD, AB ve Japonya yanaşmamaktadır.

2004’de DTÖ’nün Amerikan pamuk çiftçilerine verdiği sübvansiyonun yasal

olmadığını dair kararı bir örnek oluşturmaktadır.141 Tarımda serbestliğe

yanaşmamanın sebepleri arasında tarım lobilerinin ABD ve AB’nin yanı sıra,

Japonya’da da çok güçlü olması, bunları destekleyen muhafazakâr partilerin varlığı

ve tarım alanına yönelik çalışan kimya ile gıda şirketlerinin tarım lobileri ile ortak

hareket etmesi bulunmaktadır.142

Genel olarak korumacılık politikasının gelişmiş ülkelerde belli ölçüde

özellikle üretim kapasitesi fazla endüstriler tarafından talep edildiği görülmektedir.

Üretim kapasitesinin fazla olması dışarıya karşı uygulanan korumacılık politikalarını

doğrudan etkilemektedir. Gill ve Law ise hegemonik istikrar teorisinin hegemonun

serbest ticareti savunmasını ve korumacılığa karşı politikalar benimsemesini şart

koşmasına rağmen, korumacılık politikasını bir koz olarak kullanabileceğini ifade

etmektedirler. Ayrıca uluslararası ilişkiler literatürü tarandığında özellikle ABD’li

akademisyenler 1980’lerde Japonya’nın ABD piyasalarını ele geçirmesinden

bahsederlerken, 1990’ların sonundan itibaren ABD'nin ekonomisinde “Sarı Tehlike”

olarak adlandırılan Çin tehlikesi ile karşılaşıldığını ifade ettikleri görülmektedir.143

Bir başka iddia ise ulusal endüstriyi korumanın bedelinin ulusal gelir dağılımının

bozulmasına yol açtığına ilişkindir. ABD içinde bunlara karşı önlem olarak

korumacılık politikasını savunanların temel tezi ise şu olmuştur: Düşük maaşla

çalışan azgelişmiş ülke işçilerinin ve devletin sağladığı desteklerin sayesinde bir

140 Gill and Law, The Global Political Economy, s. 246. 141 Ashley Seager, “WTO rules American cotton subsidy illegal”, Guardian, Http://www.guardian.co. uk/wto/article/0,2763,1204996,00.html, (Erişim Tarihi: 28 Nisan 2004); Nick Mathiason and Faisal Islam, “West wins trade war in secret”, Guardian, Http://www.guardian.co.uk/wto/article/0,2763, 1046268,00.html, (Erişim Tarihi: 28 Nisan 2004). 142 Gill and Law, The Global Political Economy, s. 246. 143 Robert Gilpin’in 1987’deki yayınladığı The Political Economy of International Relations başlıklı çalışmasında Çin’e hiç atıfta bulunmadığı ve sadece ABD-Japonya ilişkisini incelediği görülmektedir. Diğer yandan, 2001’de yayınlanan Global Political Economy: Understanding International Order başlıklı çalışmasında ise Çin’in önemli bir yer tuttuğu görülmektedir. Ayrıca, Gilpin, Çin’in ABD ile ticaretinde yıllık olarak 40-50 milyar ABD Doları seviyesindeki fazlasının esas nedeninin ABD’nin bu ülkeye tanıdığı ve ABD Kongresi’nde her yıl yenilenen “en çok kayrılan ülke” olmasından kaynaklandığını ifade etmekte ve bunun ABD siyasetinde büyük tartışmalar yaratılarak yenilendiğini işaret etmektedir. Robert Gilpin, The Challenge of Global Capitalism: The World Economy in the 21st Century, Princeton, New Jersey, Princeton University Press, 2000, s. 285-287.

Page 46: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

36

malın üretiminin maliyeti aşağılara çekilmekte iken, gelişmiş ülkelerde maliyet daha

yüksek olmaktadır. Böylece düşük maliyetli üretim yapan ülkelerden gelen mallarla

maliyeti yüksek malı üreten gelişmiş ülkelerin rekabet etmesi imkansız hale

gelmektedir. Bu durum gelişmiş ülkelerin piyasalarını olumsuz etkileyerek ithalatı

arttırmakta ve işsizliği körüklemektedir. ABD’de özellikle Ross Perot ve Pat

Buchanan gibi muhafazakârlarla birlikte sendikalar, iş güvencesinin olmadığı ve

düşük maaşlı işçi çalıştıran ülkelerden gelen mallara karşı kısıtlamalar talep

etmektedirler.144

Gerçekte, 1970’lerde yaşanan hegemonik kriz, yeni bir dönemin çabalarının

başlangıcına işaret etmektedir. Keohane, ABD’nin hegemonyasının temelini

oluşturan ekonomik kapasitesinin azaldığını belirterek, 1950’ler ile 1970’ler arasında

ABD’nin ekonomik kapasitesindeki değişimleri örneklerle ortaya koymaktadır.

ABD’nin 1950’deki uluslararası para rezervleri dünya rezervlerinin % 49’u iken,

1966’da bu oranın % 21’e, 1976’da ise % 7’ye düşmüştür. Diğer yandan 1950’de

dünyadaki toplam ihracatın % 18’i ABD tarafından yapılırken, bu oran 1960’da %

16’ya, 1976’da ise % 11’e inmiştir. Dünya petrol üretiminde ABD’nin payı 1950’de

% 53 iken, 1960’da % 33’e, 1976’da ise % 14’e gerilemiştir.145 Keohane, ayrıca

ABD’nin toplam ihracat ve ithalatının, ABD, Japonya ve AET’nin toplam ticareti

içindeki payının da her 10 sene içinde (1950’de % 33.3, 1960’da % 27.0, 1970’de %

23.5 ve 1980’de ise % 22.1 olarak gerçekleşmiştir) düzenli olarak azaldığını

kanıtlamaya çalışmaktadır. Fakat Keohane’nın göz ardı ettiği hususlardan biri,

Japonya ve AET’nin II. Dünya Savaşı sonrasında, ekonomik kapasitelerinin hemen

hemen sıfırlandığı ve Marshall Planı sayesinde Avrupa ülkelerinin ekonomilerinin

güçlendiğidir. Diğer bir deyişle, tamamen ABD’nin güdümünde olan bu devletlerin

dünya ticaretindeki paylarını zaman içerisinde arttırmaları ve buna bağlı olarak

toplam ihracat, uluslararası para rezervleri ve ticaret içerisindeki ABD’nin paylarının

istatiksel olarak düşmesi doğaldır.

İstatistiklere başvurulduğunda ABD’nin dünya ticareti içindeki payının

azaldığını gösteren verilere rastlanılmamaktadır. 2000 yılı verilerine göre dünyadaki

toplam mal ihracatının 6.364 trilyon ABD Dolarına ulaştığı hesaplanmaktadır.

144 Robert Gilpin, Global Political Economy: Understanding International Order, Princeton and Oxford, Princeton University Press, 2001, s. 204. 145 Keohane, After Hegemony, s. 198.

Page 47: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

37

ABD’nin bu toplamdaki payının 780 milyar ABD Doları ile % 12’nin üzerinde

olduğu görülmektedir. Yine aynı yılda, toplam mal ithalatının 6.669 trilyon ABD

doları olduğu dünyada, ABD’nin ithalatının 1.216 trilyon ABD Doları bulduğu

hesaplanmakta ve ABD’nin payının yaklaşık % 20’lik bir dilime denk geldiği

görülmektedir.146 Dünya ihracatının boyutu, 1913’ü temel alan Hirst ve Thompson’a

göre ABD’nin 1973’deki ihracatının 1913’e göre tam 9 kat ve 1984’e kadar 11 kattan

fazla bir artış sağlamış olduğunu ortaya koymaktadır.147 Yani, dünya genelinde mal

ticaretinde ihracatın boyutunda artış yaşanmasına rağmen, ABD’nin bu konuda bir

düşüş içinde olduğunu söylemek zordur. Üstelik, üretimin bir kısmının Uzakdoğu’ya

kaydığı göz önüne alındığında, ABD’nin gerek ihracat gerekse ithalat rakamları

ticarette olumsuz bir süreç içine girdiğine işaret etmemektedir. Bir başka husus ise

üretimini kaydıran sınıraşırı şirketlerin, ABD’ye yaptıkları kâr transferleridir. Bu kâr

transferleri ticaret rakamları içinde gözükmemektedir. Sadece 1993’de Amerikan

şirketlerinin ABD’ye yaptığı kâr transferlerinin 27 milyar ABD Doları civarında

olduğu hesaplanmaktadır.148

Hegemonik istikrar teorisine karşı getirilen eleştirileri arttırmak mümkündür.

Her şeyden önce, realist paradigma bağlamında kullanılan “hegemonya” sadece

baskın bir güce işaret etmektedir. Bu gücün özellikleri, askeri ve ekonomik

kapasitesinde aranmakta, uluslararası politikada toplumun etkisi göz ardı

edilmektedir. İkinci olarak hegemonyanın kurulmasında kültürel boyutun etkin

olabileceği ihmal edilmekte ve hatta önemsenmemektedir. Snidal ve Russett’in

tarihsel incelemelerinin de gösterdiği üzere, hegemonik güç olarak ele alınan

Britanya ve ABD’nin aslında her zaman yukarıda sayılan maddi unsurlarda önderlik

ettiğine dair bulgulara da rastlanılmamaktadır.

Hegemonik istikrar teorisinin ileri sürdüğü bir diğer varsayım, hegemonun

uluslararası ekonomide serbest ticareti savunacağı fikri de tartışmalıdır. Nitekim,

incelenen dönemlerde savaş dönemleri haricinde de korumacılık politikasının yaygın

bir şekilde kullanıldığına şahit olunmaktadır. Strange, liberal ekonomik doktrinin

146 İsmail Cem Ay, “Küreselleşme Sürecinde Bölgeselleşme Eğilimlerinin Dinamikleri”, Alkan Soyak (der.), Küreselleşme: İktisadi Yönelimler ve Sosyopolitik Karşıtlıklar, İstanbul, Om Yayınevi, 2002, s. 78-84. 147 Hirst, Thompson, Küreselleşme Sorgulanıyor, s. 48. 148 Gülsüm Özlem Akalın, “Dünya Ekonomisinde Yönetim Anlayışı: WTO”, Uğur Selçuk Akalın (der.), Globalizasyonun Yansımaları, İstanbul, Don Kişot Yayınları, 2002, s. 76.

Page 48: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

38

sadece teoride kaldığını ileri sürmektedir. Bu kapsamda liberal ekonomi teorisi

uluslararası ticaret ile ilgili olarak hükümetlerin piyasalara daha az müdahale

etmeleri durumunda ticaretin ve dolayısıyla ulusal ve küresel düzeyde refahın daha

fazla gelişeceğini savunmaktadır. Korumacılığın ise tersine verimsizliği teşvik

edeceği ve dolayısıyla bireylerin ve toplumun yoksullaştıracağını iddia eden teoriye

karşı Strange, tarihten örnekler vererek, teorinin dayanaklarını eleştirmekte ve

sorgulamaktadır.149 Hatta liberal teorinin ileri sürdüğü 1930’lardaki kriz sırasında

korumacılığın II. Dünya Savaşı’na yol açtığı şeklindeki savını ise Strange, bir mit

olarak nitelendirmekte ve kabul etmemektedir. Diğer yandan Strange, yeni

uluslararası iş bölümü çerçevesinde, özellikle imalat sektörünün gelişmekte olan

ülkelere kaydığını ve bu sayede bu ülkelerin gelişmiş ülkelere yaptıkları ihracatın

arttığını ifade ederek, 1980’lerde gelişmiş ülkelerin bu durumu dengelemek için artan

oranlarda korumacılığa başvurduklarını söylemektedir.150

Strange ise güç kaynağı açısından değerlendirildiğinde teoriyi eksik

bulmaktadır. Strange, devletler arası “oyunun” siyasetten ziyade artık ekonomi

üzerinden oynandığını ve uluslararası ilişkilerde ilişkisel güçten ziyade yapısal gücün

daha fazla belirleyici olduğunu belirterek, ABD’nin bu alanlarda bir gerileme

içerisinde bulunmadığını ifade etmektedir.151 Russett de benzer bir şekilde teorinin

sadece gücü temel almasının yerine, sonuçlar üzerinde kontrolüne odaklanılması

gerektiğine değinmektedir.152 Bunlara ilaveten, Braudel’in belirttiği gibi, uzun

dönemli incelemeler sırasında, dönemler arasında ortak özelliklerin bulunması

durumunda yapılan karşılaştırmaların daha sağlıklı sonuçlar ürettiği savı dikkate

alınarak inceleme yapılabilir. Bu nedenle, Britanya ile ABD’nin hegemonya olarak

ele alındığı dönemler arasında çok büyük farklar bulunduğu görülmektedir. Şüphesiz

ki, Britanya ve ABD’nin hegemon olarak nitelendiği dönem, eski Yunan şehir-

devletleri dönemindeki hegemonya kavramı kıyaslandığında pek çok ortak noktaya

işaret etmektedir. Fakat gerek üretim, ekonomi ve toplumsal ilişkiler açısından

gerekse devletlerin sahip olduğu askeri kapasite açısından, 19. yüzyıl ile 20. yüzyıl

149 Susan Strange, “Protectionism and World Politics”, International Organization, Vol:39, No:2, Spring 1985, s. 234-235. 150 İbid, s. 246-248. 151 Susan Strange, “The Persistent Myth of Lost Hegemony”, International Organization, Vol:41, No:4, Autumn 1987, s. 553-555. 152 Russett, “The Mysterious Case of Vanishing Hegemony”, s. 209.

Page 49: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

39

arasındaki farklılıklar da çok büyük boyutlara ulaşmaktadır. Bu nedenlerle Britanya

ile ABD’yi aynı kavramlarla değerlendirmemek daha yerinde bir uygulama olacaktır.

Zaten, Patrick O’Brien’in New Left Review’de yayımlanan makalesinde bu iki dönem

arasındaki farkın boyutu ortaya konmaktadır. O’Brien, örnek olarak Britanya’nın

baskın gücünün daha çok diplomasi, güç kullanımı ve ikna metoduna dayandığını,

buna karşın ABD’nin hegemonyasının ideoloji, kültür ve ABD Dolarının üstünlüğü

ile bağlantılı olduğunu göstermeye çalışmaktadır.153 Bu çerçevede O’Brien,

Britanya’nın bu dönemdeki rolünü realist anlamda üstünlük olarak nitelendirirken,

ABD’nin rolünü Gramşici anlamda hegemonya olarak değerlendirmektedir.154

ii. Uluslararası Rejim Teorisi

Uluslararası rejim teorisi daha önce bahsedildiği gibi, hegemonik istikrar teorisinin

devamı niteliğindedir. Bu teoriyi geliştirenler arasında Keohane ve Krasner gibi

neorealist akademisyenler bulunmaktadır ve bu teorinin geliştirilmesinin temel

nedeni, Amerika’nın özellikle 1970’lerden sonra gücünün azaldığı ve hegemonik

gücünün erozyona uğradığı varsayımından yola çıkarak, Amerika’dan sonra

uluslararası sistemde düzenin nasıl korunacağı arayışıdır. Özellikle Keohane’nın

1984’de After Hegemony başlıklı kitabı aslında bu problemi çözmeye yönelik adımın

örneklerinden birini oluşturmaktadır.

Rejim teorisi, hegemonya sonrasında düzeninin nasıl olacağını araştırırken,

klâsik realistlerin önemsemediği veya göz ardı ettiği “işbirliği” kavramı üzerinde

yoğunlaşmaktadır. Klâsik realizm, uluslararası sistemin anarşik yapısı gereği,

uluslararası alanda işbirliğinin imkansızlığını veya önemsenmeyecek derecede

olduğunu savunmaktadır. Anarşiyi dünya politikasında bir merkezi otoritenin

bulunmaması olarak tanımlayan Keohane, uluslararası sistemde anarşi durumlarında

bile işbirliğinin devletler arasında mümkün olabileceğini savunmaktadır.155 Bu

153 Patrick O’Brien, “The Myth of Anglophone Succession: From British Supremacy to American Hegemony”, New Left Review, Vol:24 November-December 2003, s. 120-125. 154 İbid, s. 113-115. 155 Robert Axelrod, Robert O. Keohane, “Achieving Cooperation under Anarchy: Strategies and Institutions”, David A. Baldwin (der.), Neorealism and Neoliberalism: The Contemporary Debate, New York, Columbia University Press, 1993, s. 85-86.

Page 50: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

40

nedenle rejim teorisi, uluslararası sistemde ilk olarak işbirliğinin mümkün

olduğundan hareket etmektedir.156

Keohane ve Axelrod, bu işbirliğinin özellikle bazı sektörlerde (issue-areas)

olma ihtimalinin daha fazla bulunduğunu kabul etmektedir. 157 Lipson, mahkûmun

ikilemi adlı oyunun genişletilmiş bir versiyonunun uluslararası politikaya

uygulanması halinde ekonomi konularında daha fazla normlar, kurallar ve kurumlar

ağı ile karşılaşıldığını, ancak güvenlik konularında bunun pek ender olduğunu ifade

etmektedir.158 Bu sayede daha fazla kural, norm ve kurum olan konularda işbirliği

ihtimalinin yükseldiğine ve buna bağlı olarak uluslararası politikada işbirliği için

kural, norm ve kurum yaratılmasının önemine dikkat çekilmektedir.

Keohane ve Axelrod’a göre askeri-güvenlik konuları ile siyasi-ekonomik

alanlarında işbirliği imkanı, “çıkarların karşılıklığı”, “geleceğin gölgesi” ve

“oyuncuların sayısı” ile doğrudan bağlantılıdır. Bu işbirliği imkanlarının

araştırılmasında oyun teorisi, geyik avı (stag hunt), mahkûmun ikilemi gibi

davranışsalcıların çok fazla önem yükledikleri çeşitli oyunlarla işbirliği düzeylerini

ölçmektedirler. Hatta Andrew Kydd ve Duncan Snidal, rejim teorisinin oyun

teorisinin devamı olduğunu ileri sürmektedirler.159 Axelrod, karşılıklılık ilkesine

dayanan mahkûmun ikilemi oyununun özellikle askeri-güvenlik konularında yeterli

etkiyi gösterememesine rağmen, uluslararası politikada işbirliğinin arttırılması

imkanı olduğunu gösterdiğini düşünmektedir.160 Axelrod’a göre bu oyun teorilerinin

uluslararası ilişkilere uygulanmasında olayın geçtiği bağlam ile aktörler arasında

etkileşimin olmasının veya olmamasının yarattığı algılama önem kazanmaktadır.

Böylece aktörlerin davranışları etkilenmekte ve değişebilmektedir. Axelrod ve

Keohane, sonuç olarak işbirliğinin ancak kurumsallaşma ile geliştirilen normlar ve

kurallar yoluyla mümkün olabileceğini ileri sürmektedirler.

156 Keohane, After Hegemony, s. 31. 157 Axelrod, Keohane, “Achieving Cooperation under Anarchy”, s. 86. 158 Charles Lipson, “International Cooperation in Economic and Security Affairs”, David A. Baldwin (der.), Neorealism and Neoliberalism: The Contemporary Debate, New York, Columbia University Press, 1993, s. 70-71. 159 Andrew Kydd and Duncan Snidal, “Progress in Game-Theoritical Analysis of International Regimes”, Volker Rittberger (der.), Regime Theory and International Relations, Oxford, Clarendon Press, 1993, s. 112-113. 160 Axelrod, Keohane, “Achieving Cooperation under Anarchy”, s.92; Gill and Law, The Global Political Economy, s. 36-37.

Page 51: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

41

Axelrod ve Keohane, rejim tanımını Krasner’in “uluslararası ilişkilerin belirli

bir alanında aktörlerin beklentilerinin çakıştığı zımnî veya açık ilkeler, normlar,

kurallar ve karar-alma usulleri seti” olarak belirlediği şekilde kullanmaktadırlar.161

Rejimlerin işbirliğini kolaylaştıran davranışlar olarak algılanması gerektiğini

söyleyen Haggard ve Simmons, rejim olmadan da işbirliğinin mümkün olduğunu

belirtmektedirler. Sözkonusu akademisyenler, ayrıca rejimlerin doğrudan

kurumsallaşmayı sağlamadığına dikkat çekerek, rejimlerin uluslararası hayatın

kurumsallaştırılmasına yardım ettiklerini düşünmektedirler.162 Uluslararası rejimler

daha çok uluslararası ekonomik düzenin devam ettirilmesini sağlayacak uluslararası

kurumlara ve uluslararası alışkanlıklara dikkat çekmektedir.163 Böylece rejimler,

uluslararası alanda devletler arası ilişkilerin ve dolayısıyla müzakerelerin çatışmaya

dönmesini engelleyecek ve hatta yumuşatacak bir araç olarak görülmektedir. Bu

sayede, devletlerin politikaları kısıtlanmakta ve uluslararası bağlama daha fazla

önem atfetmelerini gerektirmektedir.

Axelrod ve Keohane’nın işbirliğine yönelik açıklamalarından uluslararası

politikada devletlerin tüm davranış modellerinin belirlenmesi ile aykırı davranışlarda

bulunabilecek devletlerin rejimlerin çalışmasını engellememesinin hedeflendiği

görülmektedir. Eleştiri getirilebilecek bir başka konu ise bu rejimlerin belirlediği

norm, kural ve usullerin sadece büyük devletler tarafından belirlendiğine ilişkindir.

Bu durumda, göreceli olarak azgelişmiş devletler, rejimin yararlarından ancak büyük

devletlerin belirlediği ölçülerde faydalanabileceklerdir. Strange, yine bu noktada

rejimlerin daha çok Amerikalı akademisyenlerinin bir ürünü olduğunu belirterek,

teoriye yönelik çeşitli eleştiriler getirmektedir. Keohane da bu görüşü

doğrulamaktadır.164 Amerikalıların rejim konusuna bir anda önem atfetmelerini ise

Strange, 1970’lerde ABD’nin yaşadığı bir dizi dış şoka bağlantılandırılan Amerikan

hegemonyasının eridiğine yönelik tezler ile ilgisini kurarak, özellikle Keohane ve

161 Krasner, International Regimes, 1983, s. 3. 162 Stephan Haggard and Beth A. Simmons, “Theories of International Regimes”, International Organization, Vol:41 No:3 Summer 1987, s. 495-496. 163 Gill and Law, The Global Political Economy, s. 37. 164 Robert O. Keohane, “The Analysis of International Regimes: Towards European-American Research Programme”, Volker Rittberger (der.), Regime Theory and International Relations, Oxford, Clarendon Press, 1993, s. 44-45.

Page 52: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

42

Nye’ın Power and Interdependence başlıklı çalışmalarının bu amaca yönelik

olduğunu iddia etmektedir. 165

Keohane gibi Amerikalı akademisyenler ise “19. yüzyılda Britanya’nın

üstünlüğü ve II. Dünya Savaşı sonrasında Amerikan baskınlığı”nın bulunduğu

istikrarlı ve barışçıl dönemin artık bittiğini ve o eski dönemleri 1980’lerden itibaren

“nostalji” ile andıklarını ifade ederek, bunları aslında psikolojik olarak Amerikan

gücünün azaldığının işareti olarak nitelendirmektedirler.166 Strange ise daha geniş bir

açıdan bakıldığında yani kendisinin yapısal güç tanımı çerçevesinde incelendiğinde

ABD’nin gücünün azaldığına dair bir işaretin bulunmadığına dikkat çekmektedir.

Özellikle küresel güvenlik ve küresel finans yapıları ile küresel refah (yardımlar gibi

diğer kaynak transferleri), küresel bilgi üretimi ve iletişimi alanlarında böyle bir

durumun gözlenmediğini ifade etmektedir.167 Strange, ayrıca rejim teorisinin yine

arka planında yer alan başka bir unsurun uluslararası düzenlemelerin ve örgütlerin

yetersiz kaldığına dair görüş olduğunu düşünmektedir. ABD açısından başta

Birleşmiş Milletler (BM) olmak üzere, uluslararası örgütleri artık eskisi gibi domine

edemediğini ileri süren Strange, bunun nedeni olarak üyelerin sayısındaki hızlı artış

ile zenginler ve fakirler arasında ortaya çıkan derin görüş farklılıklarını

zikretmektedir.168 Diğer eleştirileri ise Strange’in daha çok rejim terminolojisi,

kullanılan rejim kavramının durağan olması ve devleti temel olarak el alması olarak

sıralanabilir.169 Benzer şekilde, Haggard ve Simmons ile Gill ve Law, rejim

teorisinin iç politikayı dikkate almadığını, devlet merkezli bir yaklaşım gösterdiğini

ve bu nedenle yetersiz bir sistemik teori olduğunu ileri sürmektedirler.170

Rejim kavramının yol açtığı artan işbirliği ve dolayısıyla uluslararası alanda

kurulacak “istikrar” kavramı da tartışmalıdır. Rejimlerin artması uluslararası

ilişkilerde işbirliğinin ve düzenin olacağı anlamına gelmemektedir. Bu duruma örnek

165 Susan Strange, “Cave! Hic Dragones: A Critique of Regime Analysis”, Stephen D. Krasner (der.), International Regimes, Ithaca and London, Ithaca University Press, 1982, s.338-340. 166 Keohane, After Hegemony, s. 31. 167 Strange, “Cave! Hic Dragones: A Critique of Regime Analysis”, s. 341. 168 İbid, s. 342. 169 İbid, s. 342-349. 170 Haggard and Simmons, “Theories of International Regimes”, s. 512; Gill and Law, The Global Political Economy, s. 38-39.

Page 53: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

43

olarak uluslararası ekonomide krizleri önleme amacıyla kurulan Bretton Woods

rejiminin 1970’lerde çöküşü verilebilir.171

Başta Keohane ve Nye gibi rejim teorisini savunanların uluslararası örgütlerin

rollerine büyük önem atfetmesine ve devletlerin fonksiyonlarının azaldığını

düşünmelerine rağmen, realist paradigma içinden de tepkiler gelmektedir. Grieco, bu

“sınıraşan hükümet ağları”nda çalışan görevlilerin hükümetlerine, dolayısıyla

devletlerine bağlı kalmaya devam ettiğinin görüldüğünü ifade etmektedir. Grieco,

ayrıca devletin rolünün azalmadığını göstermek için 1970’ler ve 1980’lerde dünya

politikasında rastlanan güç kullanımına ilişkin örnekleri vermektedir. Uluslararası

örgütlerin ise hâlâ devletlerin çıkarlarını yeniden şekillendirmekte yetersiz kaldığını

ileri sürmektedir.172 Rejim teorisine getirilebilecek son bir eleştiri ise oyun teorisinin

bir olgunun bütününün izahını gerçekleştirmesinin zor olduğuna ilişkin görüştür. Bu

eleştiriye göre oyun teorisi birimden hareket etmektedir ve birimlerin algılamaları ve

eylemlerin toplamı yapıyı açıklayamaz.173

George Modelski’nin geliştirdiği hegemonya teorisi ise bu alanda

sayılabilecek diğer önemli bir teoriyi oluşturmaktadır. Dünya Sistemleri Teorisi

ekolünden gelen Modelski, pozitivist olduğunu açıkça ifade etmesine rağmen,

tarihsel tecrübeden yola çıktığını ifade etmesi ile tarihselci bir bakış açısına da sahip

olduğunu da ortaya koymaktadır.174 Bu nedenle Modelski’nin teorisini

sınıflandırmak zor olmakla birlikte, pozitivist-realist paradigmanın içinde

değerlendirmek yanlış olmayacaktır. Çünkü “uzun çevrim teorisi” nihai olarak

tarihsel deneylerden yola çıkarak, evrensel bir sonuca ulaşmayı hedeflemektedir.

Modelski, Long Cycles in World Politics başlıklı çalışmasına şu şekilde

başlamaktadır: “Uzun çevrimler, dünya politikasında yeni bir perspektif sunmakta,

dünya savaşlarının tekrar tekrar olmasını ve Britanya ve ABD gibi lider devletlerin

düzenli bir şekilde birbirlerinin yerlerini almalarının yollarının keşfedilmesine izin

vermektedir.”175 Modelski, ayrıca büyük savaşlar ile önde gelen güçlerin bugün

171 Haggard and Simmons, “Theories of International Regimes”, s. 496. 172 Joseph M. Grieco, “Anarchy and the Limits of Cooperation: A Realist Critique of the Newest Liberal Institutionalism”, David A. Baldwin (der.), Neorealism and Neoliberalism: The Contemporary Debate, New York, Columbia University Press, 1993, s. 120. 173 Gill and Law, The Global Political Economy, s. 39. 174 George Modelski, Long Cycles in World Politics, Seattle and London, University of Washington Press, 1987, s. 1. 175 İbid, s. 1.

Page 54: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

44

modern dünyayı yaratan keşifler çağı veya sanayi devrimi gibi temel buluşlar

dalgasına bağlı olduğuna dikkat çekmektedir. Modelski, çalışmasında hegemonya

kavramına atıfta bulunmakta ve bu kavramın yerine “liderlik” kavramını tercih

ettiğini ifade etmektedir. Bunun sebebi olarak Modelski, hegemonya kavramının

literatürde daha çok sahip olunan üstün kaynaklar olarak ele alındığını ve bunun arz

yönlü bir kavramı işaret ettiğini, halbuki liderlik kavramının bunun ötesine geçtiğini

düşündüğünü belirtmektedir. Global siyasi sistem içerisinde dünya gücü olarak da

tanımlanan liderliğin global siyasi sistemde ortaya çıkışını ise Modelski, 3 nedene

dayandırmaktadır:

1. Çünkü bütün sistemler bir lidere sahiptir.

2. Çünkü liderlik global düzeyde temel fonksiyonları icra eder.

3. Çünkü en azından 500 yıldır modern dünyada bu rol başarılı bir şekilde

yerine getirilmiştir.176

Modelski bu görüşleri ile gerçekte liderin nasıl ortaya çıktığını değil, daha

ziyade uluslararası politikada ortaya çıkan sonuçtan hareket ederek, liderin

gerekliliğini ortaya koymaya çalışmakta olduğunu göstermektedir. Modelski, liderin

global siyasi sisteme sunduğu hizmetlerin gündem yaratma; seferberlik (uluslararası

sorunlar için koalisyonlar oluşturma); karar verme (periyodik olarak siyasi sistemler

güç sınavından geçmeleri); yönetim (dünya düzeninin korunması); yenilik (bütün

dünya güçlerinin sanayi devrimi gibi tahmin edilemeyen büyük bir yenilik

getirmeleri) olduğunu ileri sürmektedir.177

Dünya güçlerinin ortaya çıkmasında deniz gücünün önemine özel bir önem

atfetmekte olan Modelski, liderin karşısında her daim bir “meydan okuyan” gücün

bulunduğunu ileri sürmektedir. Bu gücün okyanuslarda bir üstünlük kurmadan global

siyasi sistemde etkin bir konuma gelemeyeceğini ifade eden Modelski, bunlara örnek

olarak, Osmanlı İmparatorluğu ile Habsburg İmparatorluğu’nu vermektedir. Bu

imparatorlukların okyanuslara hâkim olamaması nedeniyle asla liderlik konumuna

yükselemediklerini ve bu nedenle sadece “bölgesel güç” olarak

nitelendirilebileceklerini ileri sürmektedir.178 Modelski’nin “uzun çevrim teorisi”nin

bir başka hâkim unsuru ise liderin global bir savaş sonucunda el değiştirdiği tezidir.

176 İbid, s. 12-18. 177 İbid, s. 14-15. 178 İbid, s. 11.

Page 55: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

45

Modelski, ayrıca dünya siyasi sisteminin 4 aşamalı bir çevrimden geçtiğini ifade

etmektedir. Talcott Parsons’un süreçlerinden yola çıkan Modelski, global savaşın

ardından, adaptasyon sürecinin başladığını ve bunun sonucunda “dünya gücü”nün

oluştuğunu, bunun ardından kültür-yeniden üretim sürecini takiben düzende sistemin

kurucu merkezinin yasallığının tartışılmaya başlandığını ileri sürmektedir. Son

aşamada ise tarih boyunca barışçıl bir şekilde atlatılamayan nihai safhaya geçildiğini

ifade eden Modelski, bu sürecin uzun çevrimi oluşturduğunu iddia etmektedir.179

Sonuçta Modelski’ye göre 16. yüzyılın başından itibaren günümüze kadar sırasıyla

Portekiz, Hollanda, Britanya (iki kez) ve ABD global güç olarak ortaya çıkmışlar ve

dünya sisteminin yönetilmesinde başat rol üstlenmişlerdir.

Realist paradigma kapsamında hegemonyanın esas olarak maddi güçler

etrafında şekillendirildiği görülmektedir. Maddi güçler, GSYİH, GSMH, ihracat,

ithalat, imalat kapasitesi, tüketim başta olmak üzere, özellikle ekonomik terimlerle

ifade edilmektedir. Ekonomik kapasitenin kazandığı önemin yanı sıra, realistler

tarafından 1980’lerden itibaren finansın bir güç faktörü olarak değerlendirilmeye

başlandığı görülmektedir. Böylece finansın serbest dolaşımının önündeki engellerin

kaldırılması yönündeki taleplerin global hegemon ABD’nin öncelikleri arasına

girmesi de bu döneme rastlamaktadır. Diğer bir güç unsuru olarak askeri kapasite

görülmektedir. Orduya yapılan toplam harcamalar, elde bulunan silah miktarı ve

asker sayısı ve nükleer silahlar askeri kapasiteyi oluşturmaktadır. Tüm bu güç

faktörlerini elinde tutan devletlerin hegemonya olabileceğini savunan realist

paradigma akademisyenleri üretim ilişkilerini, toplumsal bağlamı, bilgi-iktidar

bağlantısını ve bunların ürettiği kültürü göz ardı etmektedirler.

Güç faktörleri açısından bir diğer sorun ise güç faktörlerinin ölçümü ile

ilgilidir. Güç kavramı, durağan, değişmez bir kavram değildir. Özellikle teknolojik

gelişimin çok hızlı bir hale geldiği günümüzde bu faktörlerin bileşenlerinin kısa bir

süre içinde önemini yitirdiği gözlenmektedir.180 Bu nedenle, bu güç faktörlerini

yaratan esas etken günümüz açısından teknoloji olmaktadır. Hegemonyanın ve hatta

kapitalizmin yeniden üretiminde teknolojinin önemi, durağan kavramlarla

açıklanamaz.

179 İbid, s. 117-120; George Modelski “The Evolution of Global Politics”, Journal of World-Systems Research, Volume:1, No:7, 1995. 180 Mustafa Aydın, “Uluslararası İlişkilerin “Gerçekçi” Teorisi”, s. 53.

Page 56: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

46

Realist paradigmanın tarih dışı tutumunun sonucu olarak eski Yunan’dan

başlayarak, günümüze kadar Portekiz, Birleşik Eyaletler, Britanya ve ABD’nin

hegemonik güçler olarak algılandığı görülmektedir. Diğer yandan tarihin bir döngü

içinde oluşmadığı ve burada zikredilen “devletsel” yapıların farklı dönemlerin

özelliklerini taşıdığının belirtilmesinde yarar görülmektedir. Çünkü eski Yunan şehir-

devletlerinin günümüzdeki anlamıyla devlet kavramından farklılıklara sahiptir. Keza,

Birleşik Eyaletler olarak adlandırılan Hollanda’nın hegemonyası ile Britanya’nın

hegemonya olarak farz edildiği dönemler arasında da büyük farklılıklar

bulunmaktadır. Son olarak ABD ile Britanya’nın hegemonik güç olarak kabul

edildikleri dönemler arasında da çok büyük farklılıklar bulunduğu göze

çarpmaktadır. Özellikle O’Brien’in bu konudaki makalesi bu konuda

aydınlatıcıdır.181

Genel olarak incelendiğinde, realist paradigmada hegemonya kavramı, her

şeyden önce, bu çalışmanın bir çok yerinde bahsedildiği üzere, ABD’nin dünya

politikasındaki üstünlüğü anlamında kullanılmaktadır. ABD’nin bu üstünlüğünün

sağlamlaştırılması açısından hegemonya kavramı bir araç haline gelmektedir.

Özellikle hegemonik istikrar teorisi ile rejim teorisi, Amerikalı akademisyenlerin de

açıkladığı üzere ABD’nin üstünlüğünü devam ettirmeye yarayan birer proje

şeklindedir. İlk olarak mutlak bir gücün uluslararası düzeni sağlamasının uluslararası

politikada yaşanabilecek sorunları engelleyebileceğini savunan hegemonik istikrar

teorisi, özellikle 1970’lerde yaşanan Vietnam Savaşı, uluslararası mali piyasalarda

yaşanan dalgalanmalar, petrol krizi gibi gelişmeler karşısında yerini rejim teorisine

bırakmıştır. 1970’lerin sonunda ve 1980’lerin başında uluslararası rejimlerin

oluşturulması yoluyla “hegemonya sonrası”nda da uluslararası sistemde işbirliğinin

sağlanabileceği ve düzenin korunabileceği görüşü ilk bakışta ABD’den ziyade başka

bir güç tarafından ortaya atılmış gibi gözükse bile, Keohane ve Strange’in de

belirttiği üzere, orijinal olarak Amerikalı akademisyenlerin bir ürünüdür. Zaten

uluslararası rejimler vasıtasıyla uluslararası örgütlerin artan rolleri ile devam etmesi

talebi, yine ABD’nin gerek gündem ve normlar üzerindeki hakimiyeti, gerekse

uluslararası kuruluşlar üzerindeki personel ve bütçe gibi konularda dahil olmak üzere

hakimiyeti şeklinde algılanabilir. Diğer yandan yine realist paradigma çerçevesinde,

181 O’Brien, “The Myth of Anglophone Succession”.

Page 57: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

47

hegemonyanın güç ile bağlantılı olduğu görülmektedir. Bu güç kavramı ise daha çok

kümülatif maddi güçler anlamına gelmektedir. Sayılan bu güç unsurlarındaki artışlar

bir devletin hegemonya olmasını veya hegemonyasını sürdürmesini kolaylaştırmakta,

aksine durumlarda ise hegemonik devletin gücünün azaldığı düşünülmektedir.

3. Eleştirel Teori ve Hegemonya

Eleştirel teori, uluslararası ilişkilerde devlet konusuna realist paradigmadan farklı bir

şekilde yaklaşmaktadır. Her şeyden önce devlet, uluslararası politikanın a priori bir

gerçeği olarak incelenmemektedir. Sosyolojik teorilerin uluslararası ilişkilere

aktarılmasıyla birlikte uluslararası ilişkilerdeki devlet tanımında farklılaşma

yaşanmakta ve konu sadece devlet bağlamında değil, aynı zamanda yapı kavramı ile

birlikte değerlendirilmektedir. Çünkü eleştirel teorinin teorisyenleri devlet ile yapının

birbirinden farklı bir şekilde değerlendirilmesini yanlış bulmakta ve bu iki olgunun

birbirlerini sürekli bir zeminde yeniden ürettiklerini ifade etmektedirler. Buna

ilaveten, Linklater için devlet tarihsel ve toplumsal olarak üretilmektedir.182

Eleştirel teorinin bir türevi olan konstrüktivist teorinin öncüsü Wendt,

uluslararası ilişkilerin temel sorunlarından biri olan aktör ve yapı konusunda farklı

bir bakış açısı sunmaktadır. Wendt, konstrüktivizmi uluslararası politikanın “yapısal

bir teorisi” olarak nitelendirmekte ve teorinin genel niteliklerini şu şekilde

vermektedir:

“(1) Devletler sistemdeki temel aktörlerdir; (2) Devletler sistemindeki temel yapıların maddi yeterliklerden ziyade öznelerarası anlamlardan oluşmaktadır; (3) Devlet kimlikleri ve çıkarları insan doğası veya iç politika tarafından sistemin dışından belirlenmesinden ziyade, büyük çoğunlukla bu yapılarla inşa edilmektedir.”183

Bu şekilde Wendt, Anthony Giddens’in “Yapılanma Teorisi”ni (Theory of

Structuration) kullanmaktadır. Buna göre, yapı ve aktörler “bir paranın iki yüzü

olarak “ olarak görülmektedir. Diğer bir deyişle, sosyal yapılar aktörler tarafından

inşa edilirken, aktörler de benzer şekilde oluşturulan sosyal yapılardan yeniden

182 Faruk Yalvaç, “Devlet”, Atila Eralp (der.), Devlet ve Ötesi: Uluslararası İlişkilerde Temel olan Kavramlar, İstanbul, İletişim Yayınları, 2005, s. 50. 183 Alexander Wendt, “Identity and Structural Change in International Politics”, Yosef Lapid and F. Kratochwil (derl.), The Return of Culture and Identity in International Relations Theory, Boulder and London, Lynne Rienner Publishers, 1996, s. 48.

Page 58: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

48

oluşmaktadır.184 Wendt, bu durumu “karşılıklı oluşturma” (mutual constitution)

olarak tanımlamaktadır.185 Bundan dolayı, Wendt’in teorisinde ne aktörün ne de

yapının birbirini dışlaması sözkonusudur, tam tersine sürekli bir şekilde birbirlerini

yeniden oluşturdukları görülmektedir.

Buradan hareketle Wendt, yapıların aktörler, aktörlerin de yapılar üzerinde

sosyal etkileşim sayesinde etkili olduğunu ifade ederek, realist paradigmada devlet

ile yapı arasında sosyal etkileşimin dikkate alınmadığını belirtmektedir. Çünkü

realist akademisyenlerin yapı kavramından sosyal etkileşim yoluyla ortaya çıkan

norm veya kurumlardan ziyade, maddi yeterlikler ile ilgilendiklerini ileri süren

Wendt, aktörlerin davranışlarını bu değişmez veriler etrafında değerlendirdiklerini

söylemektedir. Halbuki, aktörlerin davranışlarla norm ve kurumları

oluşturabildiklerini, değiştirebildiklerini veya yeniden üretebildiklerini savunan

Wendt, daha çok kimlik ve çıkarların üzerinde durmaktadır. Wendt’e göre, kimlikler

ve çıkarlar ilk olarak devlet tarafından belirlenmekte fakat daha sonra bu kimlik ve

çıkarlar devletin kendisi bağlayan bir faktör olarak karşısına çıkmaktadır. Diğer

yandan, bu kimlik ve çıkarlar öznelerarası bir temelde öğrenilmekte ve

yaygınlaşmaktadır. Bununla bağlantılı olarak, Wendt, uluslararası ilişkilerde anarşi

söyleminin toplumlar tarafından üretilen bir kavram olarak ortaya çıktığını iade

etmektedir.186 Böylece uluslararası ilişkiler ve devletler kendilerini, çıkarlarını ve

kimliklerini bu süreçte toplumsal olarak yeniden üretmektedir.

Konstrüktivist teori realist paradigma ile eleştirel teori arasında bir arabulucu

olarak ortaya çıkmaktadır.187 Devleti uluslararası ilişkilerin esas aktörü olarak kabul

etmekle birlikte, realist paradigmadan, devletin etkileşim sonucunda sosyal bir inşa

ürünü olduğunu ileri sürmesi ile ayrılmaktadır. Bu sayede konstrüktivizmi eleştirel

184 Andreas Bieler and Adam David Morton, “The Gordion Knot of Agency-Structure in International Relations: A Neo-Gramscian Perspective” European Journal of International Relations, Vol:7, No:1, March 2001, s. 7-8. 185 Alexander Wendt, “The Agent Structure Problem in International Relations Theory”, International Organization, Vol:41, No:3, 1987, s. 360. 186 Alexander Wendt, “Anarchy is What States Make of it: The Social Construction of Power Politics”, International Organization, Vol:46, No:2, Spring 1992, s. 396-398; Maja Zehfuss, “Constructivism and Identity: A Dangerous Liason”, European Journal of International Relations, Vol:7, No:3, September 2001, s. 316-318. 187 Steve Smith, “The United States and the Discipline of International Relations: Hegemonic Country, Hegemonic Discipline”, International Studies Review, Vol:4, No:2, Summer 2002, s. 74-75; Jeffrey T. Checkel, “The Constructivist Turn in International Relations Theory”, World Politics, Vol:50, No:2, 1998, s. 327.

Page 59: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

49

teorinin bir parçası şeklinde değerlendirmenin daha doğru olduğu kabul

edilmektedir.188 Yapılandırma teorisiyle aktör-yapı sorununa bir orta yol bulmasına

rağmen, sosyal değişimi açıklamada konstrüktivist teori yeterli olarak

değerlendirilmemektedir.189

Cox ise devleti, yine tarihsel süreç içerisinde kapitalizmin ürettiği bir yapı-

aktör olarak değerlendirmektedir.190 Bu tarihsel süreç, üretim ile bağlantılı olarak

toplumsal kuvvetler, devlet/toplum yapısından ortaya çıkan devlet formları ve

bunların her ikisi ile bağlantılı olarak gelişen dünya düzenleri ile etkileşim

halindedir. Devlet formları da benzer şekilde toplumsal kuvvetler tarafından

şekillenmektedir. Bununla beraber, üretim ilişkileri ile şekillenen toplumsal

kuvvetler, sadece devletin egemenliği alanında ortaya çıkmayabilir, devletin

sınırlarını da aşabilir. Böylece devlet, dünya düzenleri ile toplumsal kuvvetler

arasında arabulucu olarak ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda bir yapının içindeki

üretim şeklindeki değişim, toplumsal kuvvetleri değiştirmekte ve bu durum da

devletin formunu değiştirmektedir.191

i. Gramsci ve Hegemonya

Gramsci, “tarihsel değişimin şekillenmesinde bilincin ve insan öznesinin rolünü

vurgulamakta, pozitivizme ve ekonomik determinizmin her biçimine karşı”

durmaktadır.192 Eleştirel teori, Gramsci’nin hegemonya kavramını temel olarak ele

almaktadır. Bunun yanı sıra eleştirel teori, tarihselcilik kavramı ile pozitivizme ve

ekonomik determinizme karşı durmayı benimsediği görülmektedir.

Gramsci, “tarihin sürekli bir şekilde yapıldığını ve bu nedenle kestirilemez

olduğunu” düşünmektedir.193 Tarihin gelişigüzel geliştiğini savunan Gramsci,

188 Richard Price and Christian Reus-Smit, “Dangerous Liasons? Critical International Theory and Constructivism”, European Journal of International Relations, Vol: 4, No:3, 1998, s. 264-266. 189 Eric Ringmar, “Alexander Wendt: A Social Scientist Struggling with History”, Iver B. Neumann ve Ole Waever (derl.), The Future of International Relations: Masters in the Making, London, New York, Routledge, 1997, s. 281. 190 Robert W. Cox, Production, Power and World Order: Social Forces in the Making of History, New York, Columbia University Press, 1987, s. 6. 191 Robert W. Cox, “Social Forces, States and World Orders”, Robert W. Cox, Approaches to World Order, Cambridge, Cambridge University Press, 1996, s. 100-110. 192 Alan Swingewood, Sosyolojik Düşüncenin Kısa Tarihi, (Çev. Osman Akınhay), Ankara, Bilim ve Sanat Yayınları, 1998, s. 244. 193 Walter L. Adamson, Hegemony and Revolution: A Study of Antonio Gramsci’s Political and Cultural Theory, Berkeley, Los Angeles, London: University of California Press, 1980, s. 34-35.

Page 60: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

50

tarihsel göreliliğin değil, tarihsel özgüllüğün üzerinde önemle durmaktadır.

Gramsci’nin Vicocu tarih anlayışını benimsediği görülmektedir. Böylece Gramsci,

nesnelliğin esas olarak tarih dışı bir tutum yerine, tarihin özgüllüğünden doğduğuna

inanmaktadır.

Gramsci’nin ayrıca yapı ile ilgili görüşleri de önemlidir. Ona göre yapı,

“insanı ezen, onu kendisinde özümseyip, pasifleştirmesine” neden olan bir duruma

işaret etmektedir. Böylece hegemonyayı Gramsci, “bilincin, toplumsal eylemin ve

iradenin dışsal koşullar karşısındaki zaferinin bir simgesi”194 olarak

nitelendirmektedir. Diğer bir deyişle, Gramsci, insanın hareket alanını ve bilincini

kısıtlayan yapı kavramını eleştirmekte, hegemonya kavramının insana bu türden bir

özgürlük alanı açtığını savunmaktadır.

Eleştirel teoride hegemonya kavramı, temelini Gramsci’nin tanımladığı

“hegemonya” kavramından almıştır. İtalyan Komünist Partisi’nin lideri olan Gramsci

1920’lerin ortalarından itibaren Batı Avrupa’da, Rusya’da olduğu gibi sosyalist

devrimlerin neden yapılamadığını veya başarısızlığının sebebinin ne olduğunu

araştırmaya çalışmıştır. Bu nedenle, Gramsci, kapitalist toplumların siyasi ve

ideolojik kaynaklarının yeni bir analizinin gerektiğini ifade etmiş ve aynı zamanda

bir uygulayıcı olarak sosyalist devrimin başarısı için yeni bir strateji belirlenmesine

çalışmıştır.195 Günümüze uygulandığında da geçerliliğinin devam ettiği görülen bu

düşünceye göre Marksizm’in açıkladığı kapitalist devlet burjuvazinin ürünü olarak

değerlendirilmektedir. Fakat bu durum, “kapitalizmin kültürel ve ideolojik boyutta

kendisini nasıl sürekli yenileyebildiğini açıklayamamaktadır.”196

Gramsci’nin hegemonyanın oluşturulmasında büyük önem verdiği bir diğer

kavram ise sivil toplumdur. Gramsci’ye göre sivil toplum, “özel” alan olarak

nitelendirilebilecek bir alanda hareket etmektedir. Sivil toplum, sadece siyasi partiler,

sendikalar ve medya gibi kurumları değil, aynı zamanda ideolojik ve ekonomik

işlevleri bulunan kiliseyi ve aileyi de kapsamaktadır. Sivil toplum alanı, “sınıfların

194 Swingewood, Sosyolojik Düşüncenin Kısa Tarihi, s. 255. 195 David Forgau (der.), The Gramsci Reader: Selected Writings 1916-1935, New York, New York University Press, 2000, s. 189. 196 Serpil Sancar Üşür, İdeolojinin Serüveni: Yanlış Bilinç ve Hegemonyadan Söyleme, Ankara, İmge Kitabevi, 1997, s. 25.

Page 61: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

51

(ekonomik, siyasal ve ideolojik) güç için çekiştiği bir savaş alanıdır.”197 Bu sayede,

Gramsci’nin yönetici blok olarak adlandırdığı sınıf, toplumu sadece zor kullanarak

değil, sivil toplumun değerlerini ve geleneklerini kullanarak dönüştürmekte ve bu

şekilde toplumun üretim süreçlerine rıza göstermesini sağlamaktadır.198 Böylece sivil

toplum, hegemonyanın uygulandığı alana işaret etmektedir. Gramsci, ayrıca devletin

siyasi toplum ve sivil toplumun toplamından oluştuğunu, siyasi toplum denilen

devletin, sadece burjuvazinin önderliğindeki yönetici sınıftan oluşmadığını

belirtmektedir.

Devlet içinde hegemonya, yönetici sınıfın kültürünün ve ideolojisinin sivil

topluma aktarılması ile gerçekleştirilir. Burada hegemonya, medya, okullar, kilise

aile gibi sivil toplumun temel birimleri üzerinden sağlanır. Sivil toplum, kendisine

sunulan bu kültür ve ideolojiyi kendi rızasıyla onaylar. Gramsci, teorisyenliğinin

yanı sıra aynı zamanda bir uygulayıcı olmuştur. Gramsci, bu hegemonik yapının

değiştirilmesinin ancak karşı hegemonik değerler sisteminin oluşturulması ile

mümkün olabileceğine inanmıştır. Buna bağlı olarak Gramsci, Torino’da işçi

konseyleri kurarak, bir proletarya kültürü yaratmaya çalışmış ve bu kültürün daha

sonra diğer toplumsal sınıflarla yapılacak olan bir “tarihsel blok” sayesinde kendi

hegemonyasını kuracağını savunmuştur.

Tarihsel blok tarihin sadece bir kesitinde oluşan bir sınıflar ittifakıdır. Bu

tarihsel bloğun gelişiminde ilk olarak aydınlar önemli rol oynarlar. Her şeyden önce,

toplumda iki tür entelektüel bulunmaktadır. Bunlardan birincisi geleneksel

entelektüellerdir. Bu entelektüeller, toplumdaki mevcut düşünceleri ve kavramları

bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde yaygınlaştırmaya çalışmaktadırlar. Doktorlar,

memurlar, öğretmenler ve avukatlar bu gruba dahildir. Gramsci’ye göre bu grup

entelektüeller, “toplumsal hegemonyanın ve siyasi iktidarın alt kademedeki

görevlerini yerine getirirler.”199 Diğer grup ise Gramsci’nin “organik” olarak

nitelendirdiği entelektüellerdir. Bunlar kendilerini toplumdan ve diğer öğelerden

soyutlayabilmekte ve bir üst kültür yaratabilmektedirler. Organik entelektüeller,

197 Stuart Hall, Bob Lumley, Gregor McLennan (derl.), Siyaset ve İdeoloji: Gramsci, (Çev. Sadun Emrealp), Ankara, Birey ve Toplum Yayınları, 1985, s. 8-9. 198 Adamson, Hegemony and Revolution, s. 170. 199 Antonio Gramsci, Hapishane Defterleri:Felsefe ve Politika Sorunları, 3. Baskı, (Çev. Adnan Cemgil), İstanbul, Belge Yayınları, 1997, s. 29; Christine Buci-Glucksmann, Gramsci and the State (Fransızca’dan İngilizce’ye Çev. David Fernbach), London, Lawrence and Wishart, 1980, s. 25-26.

Page 62: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

52

Gramsci’ye göre sivil toplum içinde ve hükümet ile sivil toplum arasında fikir

ileticileridir.200 Farklı bir sınıf oluşturmayan bu entelektüeller, böylece rızanın

örgütleyicisi ve uzlaştırıcısı olarak nitelendirilmektedirler.201 Bu yarattıkları üst

kültür, geleneksel entelektüellere geçmekte ve halk ile içiçe bulunan geleneksel

entelektüeller aracılığıyla bu kültür halk yığınlarına ulaşabilmektedir. Tarihsel blok,

böylece değişik sınıflar arasında organik ve geleneksel entelektüellerin aracılığıyla

kurulan bir ittifaka işaret etmektedir. Örneğin, burjuvazinin hegemonyayı

oluşturduğu bir toplumda burjuva entelektüelleri ortak bir kimlik yaratarak, tarihsel

bloğun oluşumuna katkıda bulunmaktadırlar.202

Tarihsel bloğun hegemonyanın kurulmasında oynadığı rol, üç farklı bilinç

düzeyini göstermektedir: Özgül bir grubun kendi çıkarlarının bilincinde olduklarını

gösteren ekonomik-korporatif düzey; bütün bir sosyal sınıfa yayılan fakat sadece

ekonomik düzeyde kalan dayanışma veya sınıf bilinci; ast konumunda bulunan

sınıfları uyum içinde bulunan önde gelen sınıfın çıkarlarını getiren ve evrensel

terimlerle ifade edilen ideolojisine çıkarlarını entegre eden hegemonik düzeyi.203

Ayrıca Gramsci, hegemonyanın kurulmasında toplumun yapısına göre iki tür

savaşım olduğunu belirtir. Bunlardan ilkini cephe savaşı (war of movement) olarak

nitelendirmektedir. Bolşevik Devrimi’ni cephe savaşına örnek veren Gramsci, sivil

toplumun Rusya’da gelişmemesi nedeniyle, disipline edilmiş küçük bir işçi sınıfıyla,

çok güçlü olarak gözüken devlet mekanizmasını ele geçirebildiğine işaret etmektedir.

Sivil toplum, bu duruma bir direniş göstermemiştir. Yeni yaratılan devlette, devleti

ele geçiren yeni grup, zorlama yoluyla bir hegemonya yaratmaya çalışmıştır. Halbuki

Batı’da, böyle bir durum olsa bile, ancak kısa bir süreliğine iktidara bir grubun

gelmesi mümkün olabilmektedir. Fakat sivil toplum bu durumdan çabuk sıyrılır ve

uzun dönemde böyle bir hareketi başarısız hale getirir. Bu yüzden, Batı Avrupa’da

mücadelenin ilk olarak sivil toplumu ele geçirmek için yapılması gerekmektedir. Bu

tür mücadeleyi Gramsci, mevzi savaşı (war of position) olarak adlandırmaktadır.

Gramsci, bu durumu şöyle ifade etmektedir:

200 Adamson, Hegemony and Revolution, s. 143. 201 Buci-Glucksmann, Gramsci and the State, s. 35. 202 Robert W. Cox, “Gramsci, Hegemony and International Relations”, Robert W. Cox, Approaches to World Order, Cambridge, Cambridge University Press, 1996, s. 132. 203 İbid, s. 133.

Page 63: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

53

“Rusya’da devlet her şeydi, sivil toplum ilkel ve jelatinseldi; Batı’da devlet ile sivil toplum arasında düzgün bir ilişki vardı ve ne zaman devlet sallansa, katı ve kararlı sivil toplum bir kez daha ortaya çıkıyordu”.204

Böylece Batı Avrupa’da hegemonya, her ne kadar tarihsel bloğun hakim

unsurunun bir ynsıması şeklinde ortaya çıksa bile, yine de farklı sınıflar arasında bir

sentez durumu olarak algılanmaktadır. Diğer yandan ideoloji, entelektüellerin

sayesinde sivil topluma aktarılmakta ve önder ekonomik sınıfın dünya görüşü, sivil

toplum tarafından herhangi bir itirazla karşılaşmadan kabul edilmektedir.205

Kees van der Pijl, Gramsci’nin bu şekilde sınıflamasını, siyaset biliminin iki

önemli ismine atıfta bulunarak yapar. Bunlardan biri Thomas Hobbes, diğeri ise John

Locke’dur. Hobbes’in (1588-1679) temel düşüncesi, o dönemde Britanya’da süre

giden karmaşadan rahatsız olması nedeniyle “düzen”in sağlanması üzerinedir.

Hobbes için despotik bir rejim tiranlıktan daha iyidir.206 Locke (1632-1704) ise

Hobbes ile birbirine yakın dönemlerde yaşamış olmasına rağmen monarşi rejiminin

kısıtlandığı, yönetimde burjuvazinin hakim olduğu, mülkiyet hakkının garanti altına

alındığı liberal bir düzen kurulması yönünde görüşlerini ifade etmektedir. Her

ikisinin insan doğası anlayışı, çalışmalarının temel noktasını oluşturmaktadır.

Hobbes insan, doğası gereği çatışmacı olarak nitelendirirken, Locke’a göre insan,

özünde iyi olan bir yaratıktır. Pijl, böylece iki tür devlet-toplum kompleksinin ortaya

çıktığını savunmaktadır: Hobbescu ve Lockecu. Hobbescu devlet-toplum kompleksi,

Gramsci’nin cephe savaşını andırırken, Lockecu devlet-toplum kompleksi ise mevzi

savaşına tekabül etmektedir.207

Hatırlatılması gereken bir başka önemli husus ise aslında hegemonyanın

durağan niteliklere sahip olmadığıdır. Üretim ilişkileri temelinde yeni sınıfların ve

alternatif fikirlerin ortaya çıkabileceği kabul edilmektedir. Hegemonyanın ast

sınıfların rızası ve onayı sonucu oluştuğu kabul edilmekteyse de, bu rıza ve onay

bazen güç kullanarak da sağlanabilmektedir.208 O yüzden, Gramşici anlamda

204 İbid, s. 128. 205 Üşür, İdeolojinin Serüveni, s. 35. 206 Arıboğan, Kabileden Küreselleşmeye, s. 86. 207 Kees van der Pijl, “The Second Glorious Revolution: Globalizing Elites and Historical Change”, Björn Hettne (der.), International Political Economy: Understanding Global Disorder, London and New Jersey, Zed Books, 1995, s. 111. 208 Perry Anderson, “Force and Consent”, New Left Review, No: 17, September-October 2002, s. 7-8.

Page 64: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

54

hegemonyanın, her ne kadar rıza daha önemli ise de, rızanın ve zorlamanın bir

sentezi olduğu ileri sürülebilir.

ii. Uluslararası İlişkilerde Gramşici Hegemonya

Gramsci’nin İtalya’nın iç politikasına yönelik olarak kullandığı hegemonya

kavramını Robert Cox uluslararası ilişkilere uygulayarak, uluslararası ilişkilerde yeni

bir yaklaşımın benimsenmesini sağlamıştır. Gramsci de benzer şekilde bu

hegemonya kavramının uluslararası ilişkilerde de kullanılabileceğini söylemektedir.

Uluslararası güç ilişkileri ve dünya düzenindeki temel değişimler, sosyal ilişkilerdeki

temel değişimleri takip etmektedir.209 Gramsci için uluslararası ilişkilerde temel

aktörün devlet olduğu söylenebilir. Çünkü, “sosyal eylemlerin vuku bulduğu” ve

“sosyal sınıfların hegemonyalarının inşa edildiği” yer devlettir. Fakat bu devletin

realist teori bağlamında belirtildiği gibi, sadece bürokrasi ve askeri kapasiteden

oluşan bir yapı olarak algılanmaması gerekmektedir. “Gramsci ve Hegemonya”

başlığı altında açıklandığı üzere, Cox’un devlet anlayışının Gramsci’nin sivil

toplumu da içine alan genişletilmiş devlet şeklinde düşünülmesini gerektirmektedir.

Cox’un uluslararası ilişkilerde kullandığı “hegemonya”, doğal olarak realist

paradigmanın akademisyenleri tarafından kullanılan “hegemonya” kavramından

büyük farklılıklar taşımaktadır. Realistlerin hegemonyayı sadece bir baskınlık-

dominant olma hali olarak ele almalarını eleştiren Cox, dünya politikasını üretim

ilişkileri temelinde tarihsel materyalizm kavramını kullanarak, açıklamaya

çalışmaktadır.

Cox, tarihsel materyalizmin özellikle neorealizmi dört noktada düzelttiğini

düşünmektedir: Bunlardan birincisi, iki anlamda kullandığı diyalektik kavramıdır.

Diyalektiği, mantık düzeyi (level of logic) ve gerçek tarih düzeyi (level of real

history) olarak tanımladığını belirten Cox, mantık düzeyinin zıtlıkların keşfedilmesi

sayesinde gerçeği (truth) araştıran diyalog olarak açıklamaktadır. Gerçeğin sürekli

değişmesiyle, temsil edildiği düşünülen ve bu yeni duruma göre yeniden uyarlanan

gerçeğin sürekli kavramsal çatışma içinde olduğunu ileri süren Cox, gerçeğin aynı

zamanda, kendi içinde zıddını da barındırması ve sürekli değişimi nedeniyle, asla

tanımlanıcı bir form içinde bulunamayacağını iddia eder. İkincisinin ise yani gerçek

209 Cox, “Gramsci, Hegemony and International Relations”, s. 128.

Page 65: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

55

tarih düzeyi kavramının Cox’a göre diyalektiğin her zaman için alternatif kalkınma

formlarını içerdiğini düşünmektedir. Çünkü sosyal tarafların çatışmasından yeni bir

potansiyel doğabilmekte ve bu yeni potansiyel, yeni bir sosyal ilişkiyi ortaya

çıkartabilmektedir.210 Cox, neorealizmin ve tarihsel materyalizmin çatışma fikrini

temel aldığını kabul etmektedir. Neorealizm, insan doğasının çatışmacı olduğundan

hareket etmekte ve çatışma, yapının aynı sonucu ürettiği bir durumu göstermektedir.

Diğer yandan Cox, tarihsel materyalizmin insan doğasının bu devam eden çatışma

ortamında sürekli yeniden üretimini açıklayabildiğini ve bu çatışmalardan yeni

sosyal ilişki modellerinin doğabileceğini ifade etmektedir. Böylece tarihsel

materyalizm, çatışmayı yapısal değişimin muhtemel sonucu olarak

nitelendirmektedir.211 Tarihsel materyalizmin ikinci düzeltme fonksiyonu Cox’a

göre, “en güçlü devletler arasındaki rekabetin yatay boyutuna gücün dikey bir

boyutunun eklemesidir… Bu boyut, dünya politik ekonomisinde, hinterland üzerinde

metropolün baskınlığını ve üstünlüğünü, çevre üzerinde merkezin gücünü”

göstermektedir.212

Üçüncü olarak Cox, tarihsel materyalizmin, devletin yanına sivil toplum

kavramını eklemesi sayesinde realist paradigmanın ufkunu genişlettiğini

düşünmektedir. Tarihsel materyalizm, “siyasi eylemin etik ve kültürel etkinliğini”

kabul ederek, sivil toplum kavramının önemine dikkat çekmekte iken, neorealizm,

sivil toplumun devletin bir politika belirlemesinde sadece kısıtlayıcı faktör olarak

ortaya çıkan bir parça olarak değerlendirmektedir.213

Dördüncü düzeltme ise tarihsel materyalizmin devlet-sivil toplum yapısı

çerçevesinde, üretim sürecine özel bir önem atfetmesiyle ilgilidir. Cox’a göre bir

toplumun zenginliği ve devletin gücünün temeli üretimdir. Tarihsel materyalizm ise

bu süreçte üretim üzerinde kontrol sağlayanlar ile üretim hedeflerini yerine getirenler

arasındaki güç ilişkilerini incelemektedir. Cox, neorealizmin üretim sürecini

tamamen es geçtiğini ve üretim ile güç ilişkilerinin ulusal çıkar kavramının içinde

değerlendirdiğini belirtmektedir. Halbuki, tarihsel materyalizmin üretim sürecine

duyarlı olmasının temel sebebi, bu alanda yaşanan bir değişimin devlet ve dünya

210 Cox, “Social Forces, States and World Orders”, s. 95. 211 İbid, s. 95. 212 İbid, s. 95-96. 213 İbid, s. 96.

Page 66: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

56

düzeni gibi diğer alanları da etkilemesinin muhtemel olduğunu kabul etmesidir.214

Böylece Cox, tarihsel materyalizmi kullanarak, dünya politikasında hegemonyanın

nasıl oluştuğunu açıklamaya girişir.

Cox’un “tarihsel yapı” olarak açıkladığı kavram, belli bir zaman dönemi

içinde kolektif insan eylemleri ile kurulan yapıya işaret etmektedir.215 Cox, her hangi

bir dönemde ve yapıda üç kuvvet faktörünün etkileşim halinde bulunduğunu belirtir.

Bu kuvvet faktörleri, maddi kapasite, fikirler ve kurumlardır. Bunlar arasındaki ilişki,

tek taraflı olmayıp, karşılıklılık üzerine kuruludur.216 Maddi kapasite, “üretim ve yok

edici potansiyel” olarak tanımlanmaktadır. Cox, dinamik formlarında bu

kapasitelerin teknolojik ve örgütsel biçimde bulunduklarını, diğer durumlarda ise

doğal kaynaklar, sanayi, silahlanma gibi formlar şeklinde görülmekte olduğunu

söylemektedir.217 Diğer bir ifadeyle, maddi kapasite, o devletin tüm zenginlikleri

anlamındadır. Bu zenginlik, sadece görülebilen değil, aynı zamanda teknoloji

sayesinde dönüştürülebilen zenginliklerdir.

Cox, fikirlerin iki biçimde var olduğunu belirterek, bunların öznelerarası

anlamlar (intersubjectivity) ile kolektif imajlar olduğunu ifade etmektedir.

Öznelerarası anlamlar, insanlığın uzun dönemler boyunca varlığının maddi

koşullarına verilen insani ortak cevaplar tarafından sürekli olarak yeniden

üretilmektedir. Cox, örnek olarak devleti vermekte ve devletin tarihin belli bir

döneminin cevabı olan tarihsel bir tasarım olduğunu belirtmektedir.218 Bu

öznelerarası anlamların fiziksel bir karşılığı bulunmamaktadır ama insanoğlunun

kolektif tecrübeleri ile sanki bunlar fiziksel bir varlık olarak bulunuyormuş gibi

düşünülmesine yol açmaktadır. Fikirlerin ikinci biçimi, kolektif imajlardır. Kolektif

imajlar, farklı insan gruplarının sahip olduğu görüşler olup, güç ilişkilerinin doğası

ve meşruiyeti ile adaletin ve kamu yararının anlamı gibi konularda farklılıklar

göstermektedir. Bu nedenle, öznelerarası anlamlar ortak özellikler taşımalarına

rağmen, kolektif imajlar çeşitli ve birbiriyle rekabet halinde olan görüşleri işaret

214 İbid, s. 96-97. 215 Robert W. Cox, “Critical Political Economy”, Björn Hettne (der.), International Political Economy: Understanding Global Disorder, London and New Jersey, Zed Books, 1995, s.33. 216 İbid, s.98. 217 Cox, “Social Forces, States and World Orders”, s.98. 218 Cox, “Critical Political Economy”, s.34.

Page 67: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

57

etmektedir. Cox, ancak insanların kolektif imajlar konusundaki farklı görüşlerinin

alternatif modeller üretiminde etkili olabileceğini ileri sürmektedir.219

Cox’un kuvvet faktörleri bağlamında vurguladığı üçüncü kavram,

kurumsallaşmadır. Kurumsallaşma, “belli bir düzenin istikrarı ve devam ettirilmesi

için araç” olarak görülmektedir. Kurumlar, güç ilişkilerini yansıtmakta ve farklı

niteliklere sahip kolektif imajların bu güç ilişkileri ile uyumlu hale getirilmesini

sağlamayı amaçlamaktadır. Cox’a göre bu kurumlar, en sonunda, kendi hayatlarını

idame ettirmeye başlarlar. Kurumlar, aslında belli bir tarihsel yapının ürünü olmakla

beraber, yine de farklı fikirlerin ve maddi kapasitelerin gelişimini de etkilerler.220

Cox, kurumsallaşma ile hegemonya arasında yakın bir bağ olduğunu ve kurumların

güç kullanmayı en aza indirecek mekanizmalar oluşturduğunu ifade etmektedir.

Çünkü, aslında güçlü, zayıfı her zaman için yok edecek potansiyele sahiptir fakat

zayıfın güçlünün üstünlüğünü “meşru” olarak kabul etmesi halinde, güç kullanamaya

gerek kalmamaktadır.221 Kurumlar da gerçekte bu işlevi üstlenmektedirler. Diğer bir

ifadeyle, kurumlar kolektif imajları öznelerarası anlamlara çevirerek, belli bir

düzenin korunmasını ve istikrar içinde kalmasını sağlamaya çalışan aracı yapılar

olarak belirmektedirler. Öte yandan bu kurumlar, başka fikirlerin yani kolektif

imajların yeniden üretilebileceği alanlar haline de gelmeleri mümkündür.222

Kurumlar hegemonyanın oluşumunda çevre ülkelerinin elitlerini sisteme çekerek ve

karşı-hegemonik fikirlerin gelişmini engelleyerek olumlu rol oynamaktadırlar.223

Hegemonya, sadece kurumlar düzeyinde gerçekleşmemektedir. Cox, tarihsel

yapıların tarihsel bağlamda insan eyleminin sonucunda ortaya çıkan yapıları

yansıttığını belirtmekte ve bu yapıların üç düzeyde incelenmesinin gerektiğini ifade

etmektedir. Bu yapılar, üretim sürecinin sonucunda ortaya çıkan sosyal kuvvetler,

devlet-toplum kompleksinden çıkarılan devlet şekilleri ve dünya düzenleridir. Bu üç

düzey birbirleriyle yakından bağlantılıdır. Üretim sürecinde meydana gelen bir

değişiklik, yeni fikirlerle birlikte Cox’un tabiriyle “yeni sosyal kuvvetler” ortaya

çıkarmakta ve daha sonra bu durum devletlerin yapılarında değişime neden

219 Cox, “Social Forces, States and World Orders”, s. 98-99. 220 İbid, s. 99. 221 İbid, s. 99. 222 İbid, s. 99 223 Cox, “Gramsci, Hegemony and International Relations”, s. 62.

Page 68: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

58

olmaktadır.224 Cox, şimdiye kadar oniki çeşit sosyal üretim ilişkisi modeli

bulunduğunu, bunların da farklı yönetim şekillerine denk geldiğini söylemektedir.225

Geçen yüzyıl açısından, bu yönetim şekilleri, liberal devlet formu, sonrasında refah

devleti ve ardından neo-liberal devlet formudur. Doğal olarak devletlerin

yapılarındaki bu değişim, dünya düzeninde de değişikliklere yol açmaktadır.226

Cox, hegemonyaların daha çok bir dizi sosyal ve ekonomik devrimler

yaşamış olan devletler tarafından kurulduğunu, bunun sebebi olarak bu yaşanan

devrimlerin sadece devletin içindeki ekonomik ve siyasi yapıları değiştirmediğini,

ayrıca bu yapı değişiklikleri ile birlikte, devletin kendisinin boyutlarını aşan bir

enerjinin doğmasından kaynaklandığını ileri sürmektedir.227 Böylece global

hegemonya, ilk olarak yaşanan ekonomik, siyasi ve sosyal devrimlerin etkisi ile

ortaya çıkan lider sınıfın önderliğinde içsel hegemonyasının gerçekleştirilmersinden

sonra dışarı doğru ilerleyerek oluşmaktadır.

Bugün teknolojide yaşanan değişimin boyutu üretim ilişkilerini

değiştirmektedir. Bu süreç içinde sınıraşan-ulusaşırı sosyal kuvvetlerin ortaya çıktığı,

devletin ise uluslararasılaştırıldığı görülmektedir. Buna bağlı olarak dünya düzeninin

de bir değişim içine girmekte olduğu kabul edilebilir. Fakat bu durum yeni bir

hegemonik gücün ortaya çıktığı anlamına gelmeyebilir. Hegemonik kriz durumunda

yeni bir hegemonik kültür oluşturma çabaları da eş zamanlı olarak başlamaktadır.

1970’lerdeki hegemonik krizin ardından, ABD, bugün yeniden kendisinin

önderliğinde yeni bir kültür üretmeye çalışmaktadır.

Cox, uluslararası ilişkilerde 1845 ile 1990 arasını dört döneme ayırmakta ve

bunların 1845-1875 ve 1945-1965 arası dönemin hegemonik, 1875-1945 arası ile

1965 sonrasından 1990’lara kadar uzanan dönemlerinin ise hegemonik olmayan bir

döneme işaret ettiğini savunmaktadır. Cox, 1845-1875 dönemini Britanya’nın

hegemonik dönemi olarak nitelendirmekte ve Britanya’nın başta ekonomik gücü

olmak üzere, ekonomik doktrinlerin (altın standardı ve serbest ticaret gibi) ve askeri

gücünün bunu desteklediğini belirtmektedir. 1875 ile 1945 arası dönemi hegemonik

olmayan bir dönem olarak nitelendiren Cox, bunun başlıca sebeplerinin Avrupa’da

224 Cox, “Social Forces, States and World Orders”, s. 100-101. 225 Cox, Production, Power and World Order, s. 32. 226 Bostanoğlu, Türkiye-ABD İlişkilerinin Politikası, s. 187. 227 Cox, “Gramsci, Hegemony and International Relations”, s. 61.

Page 69: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

59

Britanya’ya karşı artan meydan okumalarla korumacılığın gelişmesine ve altın

standardının terk edilmesinin yanı sıra, Britanya’nın fikri üstünlüğünün ortadan

kalkmasına bağlamaktadır. 1945-1965 dönemi arası ise ABD’nin, Britanya’nın

hegemonik güç olduğu döneme benzer bir şekilde hegemonik güç olarak ortaya

çıktığını kabul etmekte, fakat daha karmaşık hale gelmiş olan dünya ekonomisinde

kurumlar ve doktrinlerin bazı farklılıklar taşıdığını belirtmektedir. Cox, 1965’den

sonra gerek altın-dolar standardının terk edilmesi, gerekse Vietnam savaşı ABD’nin

bu hegemonik gücünü azalttığını ifade ederek, daha sonra, ABD’nin hegemonyasını

yeniden inşaya yönelik olarak adımlar attığını ileri sürmektedir.228

Giovanni Arrighi ise tarih boyunca 3 hegemonun varlığından söz etmektedir.

Arrighi, Hollanda, Britanya ve ABD’nin sırasıyla 17. yüzyıldan günümüze kadar

hegemon olarak tarih sahnesinde rol oynadıklarını ileri sürmektedir. Dünya

sistemleri teorisyenlerinden olan Arrighi çalışmalarında kapitalizmin Wallerstein’in

modern dünya sistemleri ile bağlantısı üzerinde durmaktadır. Bugünkü dünya

sisteminin Avrupa’da 16. yüzyılda kapitalizmin gelişmesiyle ortaya çıktığını savunan

Wallerstein, modern dünyayı anlamanın yolunun kapitalizmin “değişim ilişkileri”

çerçevesinde anlaşılmasından geçtiğini ifade etmektedir.229 Arrighi’ye göre modern

dünya sisteminin gelişimi “kapitalizmin dünya ölçeğinde bir birikim sistemi olarak

gelişmesi ile doğrudan bağlantılıdır.”230

Arrighi, modern dünya sisteminin kapitalist “hegemonyacı devletler”

tarafından geliştirildiğini ve yönetildiğini iddia etmektedir. Siyasi ve idari sistem

açısından en gelişmiş devlet olan Çin’in dünya siyasetine yön vermediğini ifade eden

Arrighi, bunun sadece kapitalizmin merkezi Avrupa’da mümkün olabildiğini

vurgulamaktadır.231

Cox, günümüzde hegemonyanın sürekliliği için kullandığı mekanizmalardan

birinin uluslararası örgütler olduğunu ifade etmektedir. Çünkü uluslararası örgütler,

hegemonik dünya düzeninin oluşturulmasında kuralların benimsenmesi ve dünya

düzeni normlarının meşru olarak nitelendirilmesini sağlamakta; çevre ülkelerinin

elitlerinin bunları benimsemelerini sağlayarak uyumlaştırmakta; karşı hegemonik

228 İbid, s. 60-61. 229 Atila Eralp, “Sistem”, Atila Eralp (der.), Devlet ve Ötesi: Uluslararası İlişkilerde Temel Kavramlar, İstanbul, İletişim Yayıncılık, 2005, s. 144. 230 Giovanni Arrighi, Uzun Yirminci Yüzyıl, Ankara, İmge Kitabevi, 2000, s. 63. 231 İbid, s. 64.

Page 70: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

60

güçlerin düşüncelerini emmekte; ve böylece kendileri de hegemonik dünya düzeninin

bir parçası haline gelmektedirler.232 Uluslararası örgütlerin ve bunların kurallarının

hegemonik devlet tarafından belirlendiğini ileri süren Cox, diğer devletlerin de bunu

kural olarak kabul etmesi gerektiğini söylemekte ve diğer devletlerin en azından

görüşüne başvurulduğunu ifade etmektedir. Böylece hegemon bu ikincil devletlerin

rızasını almakta ve daha sonra da bu devletlerin uluslararası platformlarda desteğini

elde etmektedir. Özellikle IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası örgütlerin

rollerine dikkat çeken Cox, bu tür örgütler aracılığıyla, hegemonyanın kendi

ekonomik doktrinlerini ast konumundaki devletlere yaygınlaştırdığını ileri

sürmektedir. Devletin uluslararasılaşması, aynı zamanda, Cox’a göre üretimin ve

finansın uluslararasılaşması ile birlikte gitmektedir. Uluslararası üretim, günümüzde

doğrudan yatırım adı altında sermaye hareketleri ile birlikte hareket etmektedir.

Doğrudan yatırım kavramı, sanayi kapitalinin finans kapitali üzerinde hakim

olduğunu ima etmesine rağmen, Cox’a göre durum aslında böyle değildir. Özellikle

1970’lerden itibaren, finans kapitalin “snıraşan bankalar” aracılığıyla eski “rantiyeci

emperyalist” şeklinde çevre ülkelerine krediler sağlayarak geri döndüğünü

savunmaktadır.233

Dünya genelinde bilhassa Amerika kıtası, Avrupa ve Japonya’da üretimin ve

finansın uluslararasılaşması sonucunda devletin uluslararasılaşması sürecinin Cox,

Pijl, Robinson ve Gill tarafından sınıraşan bir sınıfın ortaya çıkmasına imkan

verdiğini iddia etmelerine yol açmaktadır.234 Ulusal sınıflar, örneğin ekonomide

korumacılığı savunurlarken, bu yeni ortaya çıkmakta olan sınıf ise ticaret ve kapitalin

önündeki bütün engellerin kaldırılmasını talep etmekte ve devletleri bu şekilde

yönlendirmektedir. Cox, bu durumun farkındadır ve bu uluslararası kapitalin

önderliğinde gelişen grubun, nüfusun 1/3’ünün yoksul olduğu bir dünyada

hegemonyasını kurmasının problematik olduğunu kabul etmektedir. Fakat siyasiler,

ekonomistler, bürokratlar ve şirketlerin sahipleri ile üst düzey yöneticilerinden

232 İbid, s. 62. 233 Cox, “Social Forces, States and World Orders”, s. 109-111. 234 İbid, s. 109-111; Stephen Gill, American Hegemony and Trilateral Commission, Cambridge, Cambridge University Press, 1990; Kees van der Pijl, The Making of an Atlantic Ruling Class, London, Verso, 1984, s. 1-34; Kees van der Pijl, “Restructuring the Atlantic Ruling Class in the 1970s and 1980s”, Stephen Gill (der.), Atlantic Relations: Beyond the Reagan Era, New York, St. Martin’s Press, 1989; William I. Robinson, A Theory of Global Capitalism: Production, Class, and State in a Transnational World, Baltimore, The Johns Hopkins University Press, 2004.

Page 71: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

61

oluşturulmaya çalışılan bu yeni tarihsel blok, işçileri ve yoksulları dışlayarak dünya

siyasetine ve ekonomisine yön vermeye çalışmaktadır.

Yukarıda belirtildiği üzere, yeni hegemonik kültürün sınıraşan tarihsel blok

etrafında yeniden oluşturulmaya çalışıldığı savı tartışılması gereken yeni bir duruma

işaret etmektedir. Eleştirel teori çerçevesinde Cox’un üç kuvvet potansiyeli ve

Strange’in yapısal gücü bağlamında incelenilmesi sonucunda ABD’nin gerilediğine

ilişkin bir görüş belirmemektedir. ABD’nin maddi gücü konusunda çok büyük

boyutlarda bir gerileme yaşanmamaktadır. 1980’lerin ortalarından itibaren ABD’nin

cari açığı gittikçe büyüme eğilimine girmiştir. 2004’de dış ticaret açığı 600 milyar

ABD Dolarını geçmiş ve toplam cari açık yine aynı yıl 1.3 trilyon ABD Doları

civarında gerçekleşmiştir.235 Buna rağmen dünyanın en büyük ekonomisi niteliğine

sahip olan ABD, dünya ticaretinin ve finansının merkezi olmaya devam

etmektedir.236 Immanuel Wallerstein, ABD’nin maddi gücünde bir gerileme

olduğunu belirtmekle birlikte, bunun hâlâ sonuçlanmadığını ve ABD’nin maddi

gücünün önemli bir boyut oluşturduğunu kabul etmektedir.237 Amerikan ekonomi

dergisi Forbes’in 2000’de dünyanın en büyük iki bin şirketini listelediği

çalışmasında ilk on şirket arasında yedi ABD şirketi, iki bin şirket arasında ise

altıyüz yetmiş beş ABD şirketi bulunmaktadır. İlk on içinde yer alan yedi ABD

şirketinin beş tanesi doğrudan finans alanında faaliyet göstermektedir. Bu kapsamda

New York dünyanın finansal merkezi olma niteliğini korumaktadır.238 Sonuç olarak

ABD’nin maddi gücünde nispî bir gerileme olduğu genel olarak kabul edilmesine

karşın, bu nispî gerileme, ABD’nin dünya üzerinde kontrolü elinden kaçırmasına yol

açacak boyutlarda olmadığı, hatta bu yapıyı devam ettirecek bir şekilde yeniden

yapılanmaya başladığı ileri sürülebilir.239

235 Osman Ulagay, “Dolar Depremi Yakın Mı?”, Milliyet, Http://www.milliyet.com.tr/2005/03/14/ yazar/ulagay.html, (Erişim Tarihi: 14 Mart 2005). 236 Gill and Law, The Global Political Economy, s. 341-345. 237 Immanuel Wallerstein, Amerikan Gücünün Gerileyişi: Kaotik Bir Dünyada ABD (Çev. Tuncay Birkan), İstanbul, Metis Yayınları, 2004, s. 11-12. 238 Saskia Sassen, “Global Financial Centers”, Foreign Affairs, Vol:78, No:1, January-February 1999, s. 75-76. Sassen, Japonya’nın elinde 10 trilyon ABD Doları bono, mevduat ve sigorta fonu bulunmasına rağmen New York ile Londra’nın dünyanın mali piyasaları açısından birinci ligini, Frankfurt’un ikinci ligini, Tokyo ile Hong Kong’un ise üçüncü ligini oluşturduğunu ifade etmektedir. 239 Örneğin Japonya elinde bulundurduğu 840 milyar ABD Doları döviz rezervinin 720 milyar ABD Dolarını ABD hazine bonosunda tutmaktadır. Böylece Japonya’nın bu büyük maddi gücü, ABD’nin doları ile bağlantılı hale gelmekte ve Japonya'nın manevra imkanı sınırlanmaktadır. Http://www.milliyet.com.tr/2005/03/14/yazar/ulagay.html, (Erişim Tarihi: 14 Mart 2005).

Page 72: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

62

Bir başka durum ise ABD hegemonyasının kurmuş olduğu kurumlar ve

fikirlerde de bir devamlılığın bulunduğuna ilişkin görüştür. ABD’nin 1970’lerde

karşılaştığı ve neoliberal politikalar ile gayri-resmi platformlar aracılığıyla yeniden

oluşturma sürecine girdiği hegemonik kültür, ABD hegemonyasının yeniden

üretilmesine imkan tanımaktadır. II. Dünya Savaşı sonrası kurulan NATO, BM ve

BM’nin uzmanlık kuruluşları IMF, Dünya Bankası, UNDP ve UNCTAD gibi

kurumlar halen dünyanın gündemini belirlemeye devam etmektedir.240 Bunların

dışında 1970’lerde yaşanan krize paralel olarak kurulan G-7/G-8, Trilateral

Commission ve Pinay Circle gibi resmi ve gayri-resmi platformlar da işlevlerini

sürdürmektedir.241 ABD’nin temel değerleri olan “demokrasi”, “serbest piyasa” ve

“özgürlüğe saygı” konuları da dünya siyasetindeki belirleyici konumlarını

korumaktadır.242 Bilhassa demokrasi ve serbest piyasa, hâlâ günümüz dünyasının

sihirli kelimeleri olmayı sürdürmektedir. Zikredilen sebeplerden dolayı, günümüz

ABD’sinin hegemonik kültürüne karşı çeşitli düzeylerde eleştiriler getirilmiş olmakla

birlikte ABD hegemonyası dünya siyasetinde, ekonomisinde ve kültüründe ağırlığını

korumakta olduğu ileri sürülebilir.

4. Eleştirel Teori ve Alt-Hegemonya

Günümüz uluslararası ilişkilerinde önemli referans noktalarından biri olan eleştirel

teori, dünya politikasını açıklamada Gramşici hegemonya teorisine başvurmaktadır.

Gramşici hegemonya teorisinde de ideoloji ön plana çıkmakta ve bu ideolojinin

kitleler tarafından benimsenmesinin belirleyici nitelikte olduğu savunulmaktadır.

Dolayısıyla Gramsci, yöneten sınıfın kitlelerin onayını almadan meşruiyetini

kazanamayacağını ve böyle bir durumun iktidarın meşruiyetinin sorgulanmasına yol

açacağını düşünmektedir. Bu nedenle, iktidarın kitleleri sadece güç kullanarak değil,

aynı zamanda rızayla yönetmesi durumunda içsel hegemonyayı kurabileceğini ileri

sürmektedir. Bu durumda rızanın alınması süreci ideolojik faktörlere ağırlık

verilmesini gerektirmektedir. Böylece Gramsci’nin hegemonya teorisinde maddi

değerlerin yanı sıra kültürel değerlerin belirleyici olduğu savlanmaktadır.

240 Arrighi, Uzun Yirminci Yüzyıl, s. 119; Gill and Law, The Global Political Economy, s. 341-345. 241 Van der Pijl, “The Second Glorious Revolution”, s. 120. 242 William Kristol and Robert Kagan, “Toward a Neo-Reaganite Foreign Policy”, Foreign Affairs, Vol:75, No:4, July-August 1996, s. 27.

Page 73: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

63

Eleştirel teori çerçevesinde ABD, bahsedilen hegemonya tanımına uyan

yegâne devlet olarak belirmekte ve dünya düzeyinde ABD’nin hegemon pozisyonuna

gerek ekonomik politika gerekse kültürel politika açısından bir alternatifsizlik dikkati

çekmektedir. Bu durum uluslararası ilişkilerde ABD’nin dünya politikasındaki başat

konumu karşısındaki diğer aktörlerin sorgulanmasını gerektirmektedir. Bu açıdan

bakış açıları farklı olsa da gerek realist paradigmada gerekse eleştirel teori

çerçevesinde ABD’nin alternatifi olarak gösterilen Japonya, Almanya, Fransa,

Rusya, Çin ve Hindistan’ın ABD karşısındaki yerinin ne olduğu uluslararası ilişkiler

açısından önem kazanmaktadır. Peki bu devletleri dünya politikası açısından nasıl ele

almak gerekmektedir? Bu devletler, ABD’ye gerçekten bir alternatif oluşturabilirler

mi? Eleştirel teori açısından hangi devletler hegemonya alternatifi üretebilecek

konumdadırlar? Uluslararası ilişkilere sadece devletler temelinde yaklaşılmalı mıdır?

Uluslararası ilişkilerde devlet dışındaki diğer aktörlerin rolleri nelerdir? Söz konusu

devletlerin hegemon güç olan ABD ile olan ilişkisini nasıl değerlendirmek

gerekmektedir? Bu ilişki, sadece bir sistem desteği bağlamında değerlendirilmeli

midir yoksa daha fazla kompleks bir ilişkiler ağını mı işaret etmektedir? Bu devletler,

hegemonik gücün oluşturduğu düzen içerisinde hareket mi etmektedirler? Alt-

hegemonların birbirleriyle ortak ve farklı özellikleri nelerdir? ABD, alt-hegemonlarla

Gramşici anlamda nasıl bir “tarihsel blok” geliştirmektedir? Bu “tarihsel blok”un

oluşturulmasında alt-hegemonların hangi kesimi veya kesimleri ile işbirliği içinde

hareket etmektedir? Global hegemon ile alt-hegemon arasındaki ilişki çerçevesinde,

alt-hegemon nereye kadar ilişkileri etkilemektedir?

Uluslararası ilişkiler disiplininin günümüzde bir çok aktörü içine alacak

şekilde genişlediği gözlemlenmektedir. Uzun zaman için uluslararası ilişkiler

alanında tek aktör olan devletler, artık başka aktörleri de dikkate almak durumunda

kalmaktadır. Bunlar arasında, sınıraşan şirketler, etnik, dinsel, mezhepsel, sınıfsal

dilsel veya kültürel alt-gruplar ile sınıraşan sınıflar gibi bir çok farklı aktör artık

uluslararası ilişkilerde kapsamında değerlendirildiği görülmektedir. Uluslararası

ilişkilerde aktörlerin sadece devletler bağlamında düşünülmemesi gerektiği artık

realist paradigma tarafından da kabul görmektedir. Bu çerçevede, realist paradigma

bağlamında bir ülke içindeki bürokrasi, sivil toplum ve sınıfların yanı sıra,

uluslararası alanda faaliyet gösteren şirketler ile uluslararası toplum örgütlerinin

Page 74: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

64

(global society organisations) uluslararası ilişkilerin bir parçası olduğu kabul

edilmektedir.243

Bu çalışmada da dünya politikasında rol oynayan diğer unsurların (sınıraşan

sınıf, küreselleşme karşıtlarının oluşturduğu ittifak, uluslararası ve supranasyonel

örgütler, sınıraşan şirketler vb.) önemi ve etkinliği kabul edilmekle beraber devlet

kavramı üzerinde daha fazla durulmaktadır. Böyle bir yaklaşım, realist paradigmaya

yakın olmakla birlikte, devlet kavramı realist paradigmada kullanıldığı anlamdan

farklı bir şekilde ele alınmaktadır. Çalışma, realist teorisyenlerin monolitik bir yapı

olarak gördükleri devleti eleştirel teori ve konstrüktivist yaklaşımın benimsediği

şekilde değerlendirmekte ve Wendt’in ileri sürdüğü gibi devletin sosyal olarak inşa

edilen bir yapı-aktör olarak ele almaktadır. Devlet kavramı, Gramşici anlamda sivil

toplum ve siyasi toplumun toplamından oluşmaktadır. Siyasi toplum, devletin

organlarının yanı sıra düzen ve güvenlik kavramlarını yansıtırken, sivil toplum,

şirketler, siyasi partiler, eğitim, medya, sendikalar, kiliseler gibi “özel” alan

kurumlarından oluşmaktadır. Bu nedenle, Gramşici devlet sınıraşan şirketler ve

sınıflar da dahil olmak üzere, geniş bir grubu kapsayan bir anlam yüklenmektedir.244

Burada devlet, uluslararası ilişkilerin temel aktörü olmaya devam etmektedir.

Konstrüktivizmin öncülü olan Wendt ile eleştirel teoriyi benimseyen Agnew ve

Corbridge gibi akademisyenler de devleti realist teoriden farklı bir şekilde

tanımlamakta ve nitelendirmektedirler. Wendt, tarihsel ve sosyal bir üretim olarak

gördüğü devleti uluslararası ilişkilerin temellerinden biri olarak

nitelendirmektedir.245 Diğer yandan Agnew ve Corbridge, Wendt’in devleti sosyal

olarak inşa edilmiş bir varlık olarak görmesini kabul ettiklerini belirtmekteler ve

devletin doğal olarak oluşturulmayıp entelektüel açıdan üretildiğini ifade

etmektedirler.246 Ayrıca sözkonusu akademisyenler, günümüzdeki devlet kavramının

tanımına da karşı çıkmakta ve devlet tanımına Gramşici bakış açısıyla yeni bir tanım

getirmektedirler. Onlara göre devlet, günümüz dünya politikasında sadece topraksal

243 Aydın, “Uluslararası İlişkilerin ‘Gerçekçi’ Teorisi”, s. 40. 244 Stephen Gill, “Theorizing the Interregnum: The Double Movement and Global Politics in the 1990s”, Björn Hettne (der.), International Political Economy: Understanding Global Order, London and New Jersey, Zed Books, 1995 s. 85. 245 Alexander Wendt, Social Theory of International Politics, Cambridge, Cambridge University Press, 1999, s. 10. 246 John Agnew and Stuart Corbridge, Mastering Space: Hegemony, Territory, and International Political Economy, London and New York, Routledge, 1995, s. 5.

Page 75: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

65

bağlamda düşünülemez. Çünkü devlet, artık üretim, bilgi ve iletişimin sınıraşan

niteliklere sahip olması nedeniyle esaslı bir değişim geçirmekte, yeni özelliklerle

donanmakta ve aslında güçlenmektedir.247 Agnew ve Corbridge, bu duruma örnek

olarak global ekonomi ölçeğinde önemli bir yere sahip olan ve bir sınır içerisinde

hareket eden ABD ekonomisinin başarısız olduğunu ancak ABD’nin sınırları dışında

faaliyet gösteren Amerikan şirketlerinin başarılı ve kârlı bir şekilde faaliyetlerini

devam ettirdiğini belirtmektedirler.248 Agnew ve Corbridge, bu durumu ABD

ekonomisinin etkinliğinin global düzeyde devam etmesinin bir göstergesi şeklinde

değerlendirmektedirler. Böylece ABD, coğrafik bağlamdan farklı bir yapı içinde

algılanmakta ve global bağlam içinde değerlendirilmektedir. Bu şekilde devlet tanımı

sadece coğrafik bağlam ile sınırlandırılamamakta ve ekonomik, siyasi ve kültürel

açıdan daha geniş bir perspektif içinde yorumlanmaktadır. Bu çerçevede devlet,

sadece belli bir toprak parçası içinde sıkışan bir varlık olarak değerlendirilmekten

ziyade, global düzeyde çeşitli araçların vasıtasıyla geniş bir manevra kabiliyetine

erişen ve fikirsel düzeyde de bu durumu destekleyecek bir yapıya sahip varlık olarak

ele alınmaktadır.

Gerek realist gerekse eleştirel teori içerisinde alt-hegemonya kavramına

rastlanmamaktadır. Realist paradigma kapsamında hegemonya teorilerini geliştiren

Gilpin ve Keohane gibi akademisyenlerin alt-hegemonya kavramına şimdiye kadar

atıfta bulunmadıkları görülmektedir. Gerçekte, sözkonusu akademisyenlerin

kaygıları daha çok ABD’nin üstünlüğünün devamının sağlanmasıdır. Diğer yandan

realist paradigmada yer alan yazarların aynı anlama gelmeyen fakat alt-hegemonya

ile bağlantılandırılabilecek “bölgesel güç” gibi kavramları kullandıkları ve bu

kavrama özellikle Soğuk Savaş sonrasında çok sık atıfta bulundukları

gözlemlenmektedir.249

Daha önce bölgesel politikalar bağlamında çalışmalar olduğu bilinmekteyse

de, Soğuk Savaş sonrasında realist paradigma çerçevesinde çalışma yapan

akademisyenlerin bölgesel çalışmalara daha fazla ağırlık verdikleri görülmektedir.

247 Linda Weiss, “Globalization and the Myth of the Powerless State”, New Left Review, No: 225, September-October 1997, s. 3. 248 Agnew and Corbridge, Mastering Space, s. 9. 249 Faruk Sönmezoğlu, “Sunuş”, Sabahattin Şen (der.), Yeni Dünya Düzeni ve Türkiye, 2. Basım, İstanbul, Bağlam Yayınları, 1992, s.12; Beril Dedeoğlu, “Değişen Uluslararası Sistemde Türkiye-ABD İlişkilerinin Türkiye-AB İlişkilerine Etkileri”, Faruk Sönmezoğlu (der.), Türk Dış Politikasının Analizi, 2. Basım, İstanbul, Der Yayınları, 2001, s. 228.

Page 76: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

66

Örneğin, realist paradigma çerçevesinde Türkiye’nin Kafkasya, Balkanlar ve

Ortadoğu için bölgesel güç olarak belirdiğini bu tür çalışmalarda ifade edilmektedir.

Diğer bir örnek ise Orta Asya bölgesine ilişkindir. Bu çalışmalar, Rusya

Federasyonu, Türkiye ile İran’ın Orta Asya bölgesinde önemli bölgesel güçler olarak

ortaya çıktığına işaret etmektedir.250 Bu çalışmalarda, daha çok tarihi, etnik, dilsel ve

dinsel ortaklıklara vurgu yapılmakta ve bu ortaklıklardan bahisle ileride sözkonusu

bölgesel güçlerin bölgede oynayacakları siyasi ve iktisadi roller ön plana

çıkarılmaktadır. Fakat daha önceki bölümlerde işaret edildiği gibi, tarihsel analizler

yapılsa bile, realistlerin çalışmalarında daha çok üzerinde durulan konuların bölgesel

bağlamda “materyal yeterliklerin” karşılaştırması olduğu söylenmelidir. Bu nedenle,

sözkonusu çalışmalarda bölgesel güç kavramı, eleştirel teori çerçevesinde kullanılan

alt-hegemonya kavramını karşılamamaktadır. Ayrıca realist paradigma kapsamında

maddi yeterlilikler konusunun ele alınması, sadece alt-hegemon kavramının bir

boyutunun dikkate alındığını ortaya koymaktadır. Eleştirel teori temel alındığı

zaman, fikirler ve kurumlar gibi iki önemli kategorinin söz konusu incelemelerde

kullanılması zorunlu hale gelmektedir. Cox ise Japonya’yı ele aldığı

Middlepowermanship, Japan, and Future World Order başlıklı makalesinde

Japonya'nın bir “orta (ölçekli) güç” olarak ele alınabileneceğini ileri sürmektedir.

Cox bu görüşünü Kanada’nın uluslararası politikadaki yeri için kullanıldığını

belirterek, bu kavramın Japonya’ya uygulanabileceğini ileri sürmektedir. Diğer

yandan orta (ölçekli) güç doğrudan realist paradigmanın kullandığı süper güç, zayıf

güç gibi bir kavramı akla getirmektedir. Ayrıca bu kavram yine materyal

yeterliklerin bir karşılaştırılması sonucunda bir devletin uluslararası politikadaki

yerini belirleyen bir durum olarak ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle orta güç kavramı

sadece maddi kuvvetleri akla getiren bir kavram olarak belirmektedir. Cox’un bu

kavramı kullanması kendisiyle çelişkiye düşmesi anlamına gelmektedir. Bundan

250 Louise Fawcett, “A Comparative History of Regionalism”, International Affairs, Vol: 80, No: 3 May 2004; Andrew Hurrell, “Explaining the Resurgence of Regionalism in World Politics”, Review of International Studies, Vol:21, No: 4, 1995; Bu konuda yeni bir tartışma başlatan Raimo Vayrynen, “Regionalism: Old and New”, International Studies Review, Vol: 5, No:1, March 2003; Larry A. Swatuk and Timothy M. Shaw (derl.) The South at the End of the Twentieth Century: Rethinking the Political Economy of Foreign Policy in Africa, Asia, the Caribbean and Latin America, New York, St. Martin’s Press, 1994; Mustafa Aydın (der.), Küresel Politikada Orta Asya: Avrasya Üçlemesi I, Ankara, Nobel Yayın Dağıtım, 2005.

Page 77: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

67

dolayı kültürel etki yaratabilme kapasitesine sahip Japonya ve Almanya için alt-

hegemon kavramının benimsenmesinin yararlı olduğu düşünülmektedir.251

Cox’un belirttiği tarihsel yapıların oluşumu çerçevesinde potansiyeller -

kuvvet kategorileri incelendiğinde, günümüz dünya politikasında hegemonik veya

hegemonik olmayan yapılara rastlanmaktadır. Diğer yandan bir çok akademisyen ve

yazarın uluslararası politikanın artık “imparatorluk”a dönüştüğünü ileri sürmesine

rağmen,252 günümüz dünya politikasında hegemonik yapı oluşturmaya yönelik

faaliyetlerin devam ettiği görülmektedir. Gramsci’nin hegemonya teorisi kuvvete

başvurmayı asla imkansız görmemektedir. Hegemonyanın tesis edilmesinden önce

veya sonra, gerektiğinde zora başvurmanın hegemonik gücün meşruiyetine halel

getirmeyeceği Gramsci’nin hegemonya teorisinde yer bulmaktadır.253 Zora başvurma

sadece “manevra savaşı” durumunda ancak belli bir süre için geçerliliğini koruyabilir

fakat Gramsci’nin kullandığı anlamda bir hegemonyanın güce başvurması kısa

dönem için sorun yaratması ihtimali olmasına karşın hâlâ öznelerarası anlamları

üretmesi ve sürekliliğini sağlaması sayesinde hegemonun en büyük gücünü

oluşturmaktadır. Ayrıca ekonominin uluslararası ve sınıraşan bir niteliğe sahip

olması ile ortaya çıkmakta olan “tarihsel blok” karşısında alternatif bir grup

bulunmamaktadır.

Alt-hegemonya kavramı, günümüz dünya politikasında tarihsel bir yapıya

işaret etmektedir. Bu tarihsel yapının, Cox’un da belirttiği gibi, belli “kuvvetlerin”

veya potansiyellerin etkileşiminden doğduğu ileri sürülebilir. Fakat böyle bir yapının

gelişmiş olması, sonucu otomatik olarak garanti etmemektedir. “Bireyler ve gruplar”

251 Robert Cox, “Middlepowermanship, Japan, and Future World Order”, Robert W. Cox, Approaches to World Order, Cambridge, Melbourne, Cambridge University Press, 1996, s. 241-275. 252 ABD’nin hegemonyadan imparatorluğa yöneldiğini savunan gerek Türkiye’de gerekse Avrupa’da çok sayıda kitabın özellikle 2003 yılında başlayan Irak işgalinin ardından yayınladığı görülmektedir. Bunlardan sadece birkaçı şunlardır: Michael Cox, “Empire by Denial”, International Affaris, Vol:81, No:1, January 2005; Michael Cox, “Empire, Imperialism and the Bush Doctrine”, Review of International Studies, Vol:30, No:4, 2004; Michael Hardt ve Antonio Negri, İmparatorluk, (Çev. Abdullah Yılmaz), İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 2001; Michael Parenti, İmparatorluğa Hayır: ABD’nin Küresel Hegemonyasının İçyüzü, (Çev. Serpil Demirci-İbrahim Yıldız), Ankara, Ütopya Yayınları, 2002, Emmanuel Todd, İmparatorluktan Sonra: Amerikan Sisteminin Çöküşü, (Çev. Gülser Çetin), Ankara, Dost Kitabevi, 2004, Toktamış Ateş (der.), Kartal’ın Kanat Sesleri: ABD Dış Politikasında Yeni Yönelimler ve Dünya, Ankara, Ümit Yayıncılık, 2004, Gökçek Özgür, Mustafa Erdem Sakınç, Amerika: Rüya Mı? Kabus Mu?: Yankee İmparatorluğu, Ankara: Ütopya Yayınları, 2001. 253 Buci-Glucksmann, Gramsci and the State, s.97-109; Perry Anderson, “Force and Consent”, New Left Review, 17, September-October 2002.

Page 78: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

68

bu yapının oluşumunda ve dönüşümünde belirleyici bir role sahiptirler ve bu yapıya

karşı direnebilirler. Böylece oluşan bu yapının sürekli bir devinim içerisinde hareket

ettiği varsayılmaktadır.254

Bu noktada eleştirel teori çerçevesinde alt-hegemonya kavramının

geliştirilmesinin tarihsel bağlamda dünya politikasının daha iyi anlaşılması için kilit

rol oynayacağı düşünülmektedir. Alt-hegemonya günümüz dünya politikasındaki

yeni bir durumu göstermektedir. Daha önce tarihte böyle bir durumun vuku

bulduğuna dair bir işaret yoktur. Bu bağlamda, alt-hegemon, global hegemona

meydan okumayan, uluslararası alanda bir çok konuda global hegemon ile birlikte

hareket eden, global hegemon ile aralarında ekonomik, siyasi, kültürel gibi bir çok

konunun yanı sıra gerek resmi gerekse gayri resmi örgütler ve platformlar (G-7/G-8,

BM, NATO, OECD, Trilateral Commission, Mont Pelerin, Dünya Ekonomi Forumu

vb.) aracılığıyla karmaşık bir ilişki ağı oluşturan yapı olarak tanımlanabilir. Global

hegemon ile alt-hegemon arasındaki ilişki zaman zaman gerginliklerden muaf

değildir. Bu tanıma ek olarak, alt-hegemon, maddi yeterliklerinin yanı sıra fikirsel ve

kurumsal düzeyde kültürel bir etki yaratabilecek bir kapasiteye sahiptir. Bu kültürel

etkisini alt-hegemonya dolayımlı olarak bölgelerindeki diğer yapılara yayma imkanı

bulunan yapılardır. Bu kültürü ise alt-hegemonya coğrafi alanda kurduğu karmaşık

ilişki ağları veya oluşturmaya çalıştığı tarihsel blok ile güçlendirmeye çalışmaktadır.

Bu sayede alt-hegemonyalar uluslararası düzeyde olmasa bile bölgesel düzeyde

öznelerarası anlamlar yaratan oluşum olarak belirmektedir. Toplumsal kuvvetler

hegemonik kültür yaratma kapasitelerine sahiptirler. Bununla birlikte uluslararası

politikada bugün sadece Gramşici anlamda devletlerin böyle bir kültürü

yaygınlaştırma imkanına sahip yapılardır.

Bugünkü dünya politikası ise kendine has özellikler taşımaktadır. Her şeyden

önce, günümüz dünyası Gramşici anlamda ABD hegemonyasının ikinci dönemini

oluşturmaya yönelik girişimlerle karşı karşıyadır. ABD’nin birinci hegemonya

dönemi kapandıktan (1945-1970) sonra 1980’de özellikle Ronald Reagan’ın iktidara

gelmesi ile birlikte başlayan ve daha çok yeni bir ekonomik düzen kurmayı

amaçlayan dönem ile bugün özellikle George W. Bush’un 2000’de iktidara

254 Robert W. Cox, “Social Forces, States, and World Orders”, s. 97-98.

Page 79: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

69

gelmesiyle siyasi ve uluslararası politikaları ile doruk noktasına çıkan bu neoliberal

dönemde hegemonik kültür oluşturmaya yönelik çabalar devam etmektedir.

İkinci olarak ABD, dünya politikasında alternatifsiz bir konumdadır.

ABD’nin bu hegemonyasına karşı en ciddi tehdit İslam dünyasından ve onun

temsilcisi olduğunu ileri sürdüğü bir terör örgütünden gelmektedir. Buna ilaveten,

Dünya Sosyal Forumu gibi girişimler, yeni hegemonik kültüre karşı bir duruş

sergilemek üzere bir araya gelen örgütlenmeler olarak ortaya çıkmaktadır. Gramşici

anlamda yeni bir kültür yaratma konusunda çok yeni olan bu girişimlerin, milliyetçi,

anarşist, feminist ve eşcinsellik gibi bir çok farklı görüşü temsil ettiği ve şu aşamada

çok zayıf kaldığı görülmektedir.255 Küba, İran, Kuzey Kore ve yakın bir zamana

kadar Libya gibi devletler bu hegemonyaya karşı eleştirilerini dile getirmektedir.

Daha sonra bu gruba, Latin Amerika ülkelerinin bir çoğunun eklendiği

görülmektedir. Fakat bu devletlerin ekonomik, siyasi açıdan zayıf oluşları, ideolojik

farklılıklara sahip olmaları, alternatif bir dünya görüşü yaratmaktan uzak olduklarını

göstermektedir. Sadece eleştirel teori açısından değil, realist paradigma bağlamında

bile bu devletlerin ciddi bir alternatif üretme imkanları olmadığı kabul edilmektedir.

Günümüz dünya politikasında alternatif olarak kastedilen devletler ile

ABD’nin ilişkisi de incelenmesi gereken bir diğer unsuru oluşturmaktadır. Bu

alternatif devletler, ABD ile ekonomik, kültürel, askeri ve siyasi ilişkilerinin

sonucunda karmaşık bir ilişkiler ağı içinde hareket etmektedirler. Bu karmaşık

ilişkiler ağı sonucunda oluşan yapı/durum devletleri sarmalayan bir örümcek ağını

andırmaktadır. Burada Hegel’in “efendi-köle” diyalektiğine ve dolayısıyla bilinç

kavramına atıfta bulunmak gerekmektedir. Hegel’e göre her şey, aslında özgürlük ile

ilintilidir. Bilinç, özgürlüğün yansımasıdır. Eğer birey özgürse, o zaman bilinçlidir.

Ya da tam tersi geçerlidir. Hegel “Fenomoloji” adlı kitabında, bilincin oluşundan söz

ederken, köle-efendi diyalektiğine özel bir önem atfetmektedir. Ona göre insan, insan

olduğunun bilincine sahip olmadan önce zorunlu olarak ya köle ya da efendidir.256

Efendi, köleyle ilişkisinde, başlangıçta güçlü gibi gözükür. Oysa bu durum

“efendinin trajik açmazı”dır. “Efendinin bu varoluşsal açmazına karşılık köle,

seçmediği ama katlandığı bir konum olan köleliği yadsımaya istekli ve hazırdır.”257

255 Michael Hardt, “Today’s Bandung”, New Left Review, No: 14, March-April 2002, s. 112-115. 256 Tülin Bumin (der. ve Çev.), Hegel’i Okumak, 2. Baskı, İstanbul, Kabalcı Yayınevi, 1993, s. 176. 257 İbid, s. 176-177.

Page 80: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

70

Hegel’in efendi-köle diyalektiği bağlamında, ABD, nihayetinde “köle” statüsünde

bulunan devletlerle ilişkisinde onların rızalarına ihtiyaç duymaktadır. Aslında

Hegel’in “efendi-köle diyalektiği”nin zaman zaman bu devletlerin ABD ile

ilişkilerinde ciddi bir şekilde işlediği görülmektedir. Günümüzdeki gelişmeler

incelendiğinde, ABD’nin efendi pozisyonunun ağırlığını devam ettirdiği ve

politikalarını buna göre dizayn ettiği anlaşılmaktadır. Fakat nihai aşamada efendi

pozisyonundaki ABD, alt-hegemonyaların desteğine ve onayına ihtiyaç duymaktadır.

2003’de başlayan ve 2005 sonu itibariyle halen devam eden ABD’nin Irak’ı

işgalinin de ortaya koyduğu üzere ABD, kendisinin önderlik ettiği hatta kurduğu

BM’de ilk olarak başta Güvenlik Konseyi’nin yanı sıra Almanya ve Japonya’nın

onayını almaya çalışmış ama bunu başaramayınca İngiltere ve Japonya gibi

devletlerin desteği ile harekete geçmiştir.258 ABD’nin kendisinin kurduğu bir

uluslararası örgütteki diğer önemli devletlerin onayını almadan harekete geçmesi,

Hegel’in belirttiği efendinin açmazını yok etmeye yönelik bir girişim olarak

değerlendirmek mümkündür. ABD’nin bu hareketiyle emperyal politikalara doğru

yöneldiği ve artık rıza kavramının önemsenmediği bir dünya oluşturmaya çalıştığı

iddia edilmeye başlanmıştır. Bununla birlikte ABD, Irak işgalinin tamamlanmasının

ardından yine Hegel’in efendi-köle diyalektiği bağlamında kölelerinin onayına

ihtiyaç duyduğunu göstererek, yeniden uluslararası örgütlerle birlikte hareket etme

sürecini işlettiği görülmüştür.

Özellikle 2004 ortalarından itibaren ABD, yine eleştirel teorinin güç

potansiyellerinden biri olan kurumları devreye soktuğu görülmektedir.259 George

Bush’un Mart 2006’da açıkladığı The National Security Strategy of the United States

of America başlıklı belgenin çeşitli bölümlerinde uluslararası işbirliğine verilen önem

258 Robert Kagan, Cennet ve Güç: Yeni Dünya Düzeninde Amerika ve Avrupa, (Çev. Selim Yeniçeri), İstanbul, Koridor Yayıncılık, 2005, s. 51-52; Robert Kagan, “America’s Crisis of Legitimacy”, Foreign Affairs, Vol:83, No:2, 2004, s. 73. Kagan’a göre ABD’nin BM’den destek almadan hareket ettiği çok fazla örnek bulunmaktadır. Bunun en son örneklerinden biri Kosova’ya 1999’da yapılan müdahaledir. Bu nedenle ABD'nin tek taraflı hareketini normal olarak nitelendirmektedir. Bununla birlikte, Irak’ın yeniden yapılandırılmasında Kagan, çoktaraflı örgütlerin devreye sokulduğunu ifade etmektedir. 259 The National Security Strategy of the United States of America, Washington DC. March 2006, http://www.whitehouse.gov/nsc/nss/2006/nss2006.pdf, (Erişim Tarihi: 21 Mart 2006). Sözkonusu belgede, ABD Başkanı’nın yazdığı önsözde, ABD’nin ulusal güvenlik stratejisinin 2 sütuna dayandığını belirterek, bunlardan ilkinin özgürlük, adalet ve insanlık onurunun geliştirilmesi ve refahın serbest ve adaletli ticaret ile arttırılması olduğunu belirtmektedir. İkinci sütunda Bush, demokrasi topluluğunun geliştirilmesi gerektiğini ileri sürerek, bunun için çok taraflı çabaya ihtiyaç olduğunu ifade etmektedir.

Page 81: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

71

ifade edilmektedir. Bunun için ikili ilişkilerin yanı sıra, BM ve diğer uluslararası

örgütlerle işbirliğine devam edileceği açıklanmaktadır. BM ve NATO, sözkonusu

belgede bu işbirliğinin başında gelen örgütler olarak ortaya çıkmaktadır. ABD’nin

Irak’a NATO üyelerinin askerlerinin yerleştirilmesine çalışması, ardından NATO

üyelerinin Irak polisi ve askerinin eğitilmesi konusunda görüş birliğine varması,

aslında efendi-köle diyalektiğinin hâlâ devam ettiğini gösteren en büyük delillerden

biridir.260 2005 sonundan itibaren ABD, İran’ı uluslararası alanda daha fazla

sıkıştırma için yine başta BM olmak üzere uluslararası örgütlere daha sık başvurduğu

görülmektedir. Bu bağlamda, Hegel’in efendi-köle diyalektiği başlangıçta klâsik

realizme benzer bir görüş ortaya koymaktadır. Çünkü, Hegel’in devletleri efendi ve

köle diye sınıflandırması güçlü ve zayıf devletler şeklinde bir düşünceyi ortaya

çıkarmaktadır. Diğer yandan Hegel’in normatif yaklaşımı efendinin köleye

bağımlılığı fikriyle birlikte, bir düzen kurulması için Gramsci’nin belirttiği üzere,

sınıfların “onay”ının alınması fikriyle de bağdaşmaktadır. Çünkü efendi devlet, köle

devletler olmadan aslında gücünü göstereceği bir alana sahip değildir ve böyle bir

durumda gücü anlamsızlaşır. Gücün anlamsızlaştığı bir dünya ise efendi için

tehlikelerle doludur. Bunun başlıca sebebi ise köle/köleler için artık sıranın

kendilerine ne zaman geleceğini beklemektense, efendinin oluşturduğu düzenin

sürekli sorgulanması ve bu düzenin değiştirilmesi için efendinin hareketlerine benzer

girişimlerde bulunması ihtimalinin güçlenmesidir.

ABD’nin oluşturmaya çalıştığı hegemonyasına karşı bir çok eleştiri

bulunmasına rağmen, ciddi tek eleştirinin aslında Çin’in önderliğinde kurulan

“Şanghay İşbirliği Örgütü”nden geldiği görülmektedir.261 Rusya’nın da dahil olduğu

bu örgüt, tek bir gücün hegemonyasına dayalı dünyadan duyulan rahatsızlığı dile

getirmektedir.262 Fakat bu örgütün günümüz dünya politikasında yaşanan süreç

bağlamında global hegemona alternatif bir kültür yaratmaktan uzakta olduğu ileri

260 http://www.nato.int/docu/update/2005/07-july/e0725a.htm, (Erişim Tarihi: 21 Mart 2005). 261 David Shambough, “China Engages Asia: Reshaping the Regional Order”, International Security, Vol:29, No:3, Winter 2004-2005; Nuraniye Hidayet Erdem, “Şanghay Güç Kazanıyor”, Cumhuriyet Strateji, 14 Kasım 2005, Yıl:2, Sayı:72; Sinan Ogan, “Şanghay İşbirliği Örgütü Küresel Güç Olma

Yolunda”, Http://turksam.org/tr/yazilar.asp?kat=44&yazi=417, (Erişim Tarihi: 9 Temmuz 2005); Selçuk Çolakoğlu, “Şanghay İşbirliği Örgütü’nün Geleceği ve Çin”, Uluslararası İlişkiler, Http://www.uidergisi.com/sayi1_7.html, (Erişim Tarihi: 10 Ağustos 2005). 262 Şanghay İşbirliği Örgütü’nün kurulması süreci Nisan 1996’da Jiang Zemin ile Boris Yeltsin’in bir araya gelmeleri ile başlamıştır. Sözkonusu görüşmeler sonrasında yapılan açıklamalarda ABD’nin hegemonculuğu (hegemonism) açıkça kınanmıştır.

Page 82: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

72

sürülebilir. Diğer yandan Çin, özellikle Konfüçyüs geleneği ile Asya kıtasının

tarihinde Japonya örneğinde de bahsedildiği üzere önemli bir role sahiptir. Diğer bir

deyişle, Çin'in özellikle Asya kıtasında alternatif bir dünya kültürü yaratma gücü

bulunmaktadır.263 Çin’in önderliğinde kurulan Şanghay İşbirliği Örgütü’nün realist

paradigma bağlamında ABD’ye ciddi bir alternatif ve hatta tehdit olabilecek

niteliklere sahip olduğu kabul edilebilir.264 Zaten, başta Gilpin olmak üzere realist

paradigmanın belli başlı akademisyenlerinin Çin’i “Sarı Tehlike” (Yellow Menace)

şeklinde tanımlandırarak, ABD’ye karşı en büyük tehdit olarak algıladıkları

anlaşılmaktadır.265 Fakat Japonya’ya karşı geliştirilen bu eleştirilerin günümüz dünya

politikası açısından geçerliliğinin bulunmadığı genel kabul görmektedir. Hatta

Japonya, çeşitli sorunların varlığına rağmen uluslararası politikada ve ekonomide

ABD ile beraber hareket etmektedir. Benzer şekilde, Çin’e getirilen eleştirilerin

arkasında Çin’i ABD politikaları ile aynı hizaya getirme amacının yattığı ileri

sürülebilir.

Rusya, global hegemon ile karşılaştırıldığında ilk olarak maddi olanaklarının

kısıtlı olduğu şeklinde değerlendirilebilir. Fakat Rusya'nın örgütsel yetenekleri ile

doğal kaynakları ve Soğuk Savaş dönemindeki teknolojik birikimlerini kısmen

devam ettirmesi maddi yeterliliğinin bulunduğunu ortaya koymaktadır. Ayrıca, petrol

ve doğal gaz gibi enerji kaynaklarının ihracına dayanan ekonomisi, 2005’in sonu

itibariyle artan fiyatlar nedeniyle güçlenmeye devam etmektedir. 1999’da 196 milyar

ABD Doları olan GSYİH’sı 2004’de 582 milyar ABD Dolarına yükseldiği

görülmektedir.266 Buna ilaveten, silah satışları da Rus ekonomisi açısından oldukça

önemli bir yer tutmaktadır. Fikri unsurlar açısından ise yüzyıllardır geniş bir

bölgenin Çarlık Rusya, Sovyetleri Birliği ile ardından Rusya Federasyonu tarafından

263 Barry Gills, “The Hegemonic Transition in East Asia: A Historical Perspective”, Stephen Gill, Gramsci, Historical Materialism and International Relations, Cambridge, Cambridge University Press, 1993, s. 194-195. 264 Shambough, “China Engages Asia: Reshaping the Regional Order”. 265 Gilpin, The Challenge of Global Capitalism, s.140-148. Bununla birlikte aynı akademisyenlerin 1980’lerde Japonya’yı da benzer şekilde değerlendirmeleri dikkat çekicidir. Gilpin, The Political Economy of International Relations, s. 328. 266 S. Neil Macfarlane, “The ‘R’ in BRICs: Is Russia an Emerging Power?”, International Affairs, Vol: 82, No:1, January 2006, s. 43. Macfarlane, Rusya’nın bu güçlenen ekonomik rakamlarına rağmen, gerçekte 1993 seviyelerini ancak yakaladığını da vurgulamaktadır.

Page 83: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

73

yönetilmesi ise Rusya’nın bölgeye yönelik “yakın çevre” politikasının fikirsel

tabanını hazırlamaktadır.267

Günümüzde, her ne kadar bu bölgelerdeki ülkeleri doğrudan yönetmese de

Rusya'nın bu ülkelerin gerek içerdiği Rus azınlıkları gerekse tarihi, ekonomik ve

siyasi bağlantıları nedeniyle, bu devletlerin hem iç hem de dış politikasında birincil

düzeyde belirleyici rolü olduğu ileri sürülebilir. Bu durum, Rusya’nın hegemon olma

potansiyelini ortaya koymaktadır. Kurumsallaşma düzeyinde ise Sovyetler

Birliği’nin yıkılması sonrasında Rusya Federasyonu’nun attığı bazı somut adımlar

bulunmaktadır. Aralık 1991’de kurulan Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT), Mayıs

1992’de Taşkent’te yapılan “Ortak Güvenlik Sistemi Antlaşması”, Eylül 1993’de

Aşkabat Zirvesi’nde kurulan “Ruble Bölgesi/Zonu”, kurumsallaşma yönünde atılmış

adımların sadece bir kaçına işaret etmektedir. Yukarıda sayılan nedenlerden dolayı,

Rusya Federasyonu’nun alt-hegemonya için gerekli unsurlara sahip olduğu

görülmektedir. Bununla birlikte Sovyetler Birliği ve ardılı Rusya Federasyonu

tarihsel olarak ABD’ye meydan okuyan bir konumda bulunmaları nedeniyle alt-

hegemonya olmayı kabul etmeyecek bir devlet olarak nitelendirilmesi daha doğru bir

değerlendirme olacaktır.268 Bundan dolayı, alt-hegemonyaların ortak özelliği olan

hegemonyaya karşı bir meydan okuma içinde bulunmamaları Rusya için geçerli

gözükmemektedir.

Bir başka güç odağının hem eleştirel teori hem de realist paradigma için

Almanya, Japonya ile Fransa gibi devletler olabileceği ileri sürülebilir. Buna benzer

yorumların özellikle Almanya bağlamında Cox ve Waltz tarafından da dile getirildiği

görülmektedir.269 Diğer yandan 19. ve 20. yüzyıl boyunca hegemonya arayışlarına

karşı sürekli bir “revizyonist” çaba içinde bulunan Almanya ile zaman zaman

ABD’ye karşı politikaların başını çeken Fransa gibi devletlerin bile alternatif bir

dünya politikası ortaya koyamadıkları bir dönem hüküm sürmektedir.

267 Roger E. Kanet and A.V. Kozhemiakin, The Foreign Policy of the Russian Federation, London, Macmillan Press, 1997; Alvin Z. Rubinstein, “Russia Adrift: Strategic Anchors for Russia’s Foreign Policy”, Harvard International Review, Winter-Spring 2000, Vol:22 Issue: 1; Ronald Grigor Suny, “Provisional Stabilities: The Politics of Identities in Post-Soviet Eurasia”, International Security, Winter 1999, Vol:24, Issue: 3; Lev Klepatskii, “Russia’s Foreign Policy Landmarks”, International Affairs (Moscow), Vol: 45, No:2, 1999. 268 Klepatskii, “Russia’s Foreign Policy Landmarks”, s. 19-21. 269 Kenneth N. Waltz, “The Emerging Structure of International Politics”, International Security, Vol 18, No.2, Fall 1993, s. 54-60.

Page 84: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

74

Eleştirel teorisyenler daha az olmak üzere, her iki gruptaki akademisyenler de

hegemon devlete karşı gelişebilecek alternatif hegemonları yine devlet bağlamında

inceleme konusu yapmaktadırlar. Hegemonya sadece devlet ile sınırlandırmak

mümkün değildir. Hegemonik kültürü geliştirme kapasitesine sahip sınıf, grup veya

örgütlerde inceleme konusu yapılabilir. Bu duruma en iyi örneği Kees van der Pijl’in

The Making of an Atlantic Ruling Class başlıklı çalışmasında vermektedir. Pijl,

anılan çalışmasında Avrupa ve ABD’nin elitleri arasında bir tarihsel blok

oluşturulduğundan hareketle, bu kesimler arasındaki ilişkileri incelemektedir.270

Stephen Gill’in American Hegemony and the Trilateral Commission kitabında da

benzer şekilde Avrupa, Japon ve ABD’nin elitleri arasındaki ilişkinin boyutları

incelenmekte ve böylece hegemonik bir kültürün oluşturulmaya ve

yaygınlaştırılmaya çalışıldığı ifade edilmektedir.271

Alt-hegemonlar, BM, IMF, Dünya Bankası gibi uluslararası nitelikteki

örgütlere aktif bir şekilde katılmakta ve hatta bu örgütlere yoğun destek

vermektedirler. Bunun yanı sıra, alt-hegemonların uzantılarının “Trilateral

Commission”, “Bilderberg” gibi gayri-resmi nitelikte olan bu platformlara aktif bir

şekilde katılım sağladıkları görülmektedir. Siyasi, sivil ve askeri bürokrasi ile iş

adamlarından oluşan alt-hegemonların elitleri, bir yandan günümüz “sınıraşan sınıf”

dayanışması içinde yer almaya devam ederlerken, diğer yandan kendileri de hareket

serbestisi içinde bulundukları bölgelerde benzer bağlar geliştirme çabası içindedirler.

Alt-hegemonyaların elitleri uluslararası boyutlardaki örgüt veya platformlarda

“ortak” statüsüne sahip olmakla birlikte bölgesel bazlı kuruluşlarda inisiyatifi

kendileri geliştirmekte ve uygulamayı doğrudan yönlendirmektedirler. Gramsci’nin

geliştirdiği “tarihsel blok” kavramına benzer bir sınıraşan yapı geliştirmeye çalışan

alt hegemonlar, bunu ekonomik unsurların yanı sıra ortak kimlik tartışmalarının yanı

sıra kurumsallaşma yoluyla gerçekleştirmeye çalışmaktadırlar.

Eleştirel teori çerçevesinde alt-hegemon olarak değerlendirilen devlet,

hegemona alternatif yeni bir dünya düzeni öngörüyorsa, bu devlet, alt-hegemon

olarak nitelendirilemez. Çünkü alt-hegemonun en önemli özelliği hegemona ciddi bir

meydan okuma ile karşı çıkmamasında yatmaktadır. Meydan okumadan ziyade

hegemon ile birlikte hareket eden ve hegemon olma potansiyeli niteliklere sahip 270 Van der Pijl, The Making of an Atlantic Ruling Class. 271 Gill, American Hegemony and the Trilateral Commission.

Page 85: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

75

devlet alt-hegemon olarak nitelendirilmelidir. Bu kapsamda 1970’ler sonrasında

oluşturulmaya çalışılan yeni hegemonik kültürü benimseyen alt-hegemonların

elitleri, ABD’nin önderliğinde geliştirilen ve yine bu yeni hegemonik kültürün

yaygınlaştırılması ile sınıraşan sınıf olarak nitelenen bu gruplar arasında dayanışmayı

arttırmayı amaçlayan gayri-resmi platformlara katılmaktadırlar. Global hegemon ile

alt-hegemonların elitleri arasında bir ortak kültürel zemin yaratılmakta ve iki grup

arasında çıkan siyasi ve ekonomik sorunlar bu platformlarda giderilmektedir. Alt-

hegemonyaların elitleri ise kendilerinin üstün olduğu bölgelerde global

hegemonyanın kurduğuna benzer yapılar geliştirmeye çaba sarf etmektedirler. Bu

şekilde alt-hegemon, ikili düzeyde bir yapı içinde yer almaktadır. Birincisinde

inisiyatif daha çok global hegemonyanın elinde iken, ikinci yapıda ise inisiyatif alt-

hegemonyadan kaynaklanmaktadır.

Avrupalılık paydası, AB düzeyinde Alman elitlerinin ortak vurgusu olarak

ortaya çıkmaktadır. Diğer yandan AB’nin bir çok politikasının sözkonusu Alman

elitleri tarafından geliştirilmesi veya inisiyatif alması önemli bir etkiye işaret

etmektedir.272 AB’nin istihdam ve sosyal politikasından, ekonomik ve bölgesel

politikalarına kadar Alman elitlerinin önderliği göze çarpmaktadır. Hatta

Almanya’nın dış politikası 1990’lardan itibaren “sivil güç” teorisi etrafında

tanımlanırken, AB’nin de dış politikası benzer şekilde 2000’lerin başından itibaren

yine aynı teori ile tanımlanmaya başlanması ilgi çekicidir.273

Japonya ise Asyalılık kimliğine daha fazla atıfta bulunmaktadır. Fakat

Asyalılık kimliğinin geliştirilmesi önünde çeşitli engeller mevcuttur. Bunların

başında bölge ülkeleri ile tarihsel sorunların çok kolay bir şekilde su yüzüne çıkması

ve bunları giderecek mekanizmaların henüz oluşturulmamamış olmasından

kaynaklanmaktadır. Japon elitleri de Alman elitlerine benzer şekilde bölgede

geliştirilen politikalar konusunda inisiyatif sahibidirler. Özellikle bu türden

politikalar, 1990’ların sonlarından itibaren daha sık bir şekilde dile getirilmektedir.

1997-1998 Asya krizi sırasında Japon elitlerinin geliştirdiği Asya Para Fonu

kurulması önerisi, Kuzey Kore ile nükleer silahlar konusunda yürütülen görüşmelere

272 Andrei S. Markovits and Simon Reich, “Should Europe Fear the Germans?”, Michael G. Huelshoff, Andrei S. Markovits and Simon Reich (derl.), From Bundesrepublic to Deutschland: German Politics after Unification, Ann Arbor, The University of Michigan Press, 1993. 273 Brian White, Understanding European Foreign Policy, New York, Palgrave, 2001, s. 28.

Page 86: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

76

Güney Kore, Çin, Rusya gibi devletlerin de katılmasının sağlanması ve G-7/G-8’e

Çin’in katılmasının desteklenmesi verilebilecek örnekler arasındadır.

Eleştirel teori çerçevesinde alt hegemonyaların kültürel ve ideolojik bir cazibe

merkezi olarak görülmeleri ise tarihte hep tartışmalı olmuştur. Almanya, cazibe

merkezi olmaktan ziyade “Avrupa Ahengi” döneminde daha çok ulus-devletini

kurmak üzerine odaklanmış ve enerjisini bu konuya harcamıştır. Bu yüzden

Almanya’nın bu dönemde politikası kültürel bir etki yaratmamıştır. Fakat Almanya

birliğini sağlamak yolunda ilerlerken, Alman entelektüelleri tarafından geleneksel

düşman olarak nitelenen Fransa’nın Rönesans’ına karşılık, Avrupa’da dini alanda

büyük bir etki yaratan ve Hıristiyanlığın yeniden bölünmesi ile sonuçlanan “Reform”

hareketinin merkezi olan Alman toprakları ön plana çıkarılmıştır. Ayrıca Alman

toprakları, Prusya devletinden şiddetli tepki görmesine rağmen, özellikle 1848

devrimleri sırasında Marks ve Engels tarafından yayımlanan “Komünist Manifesto”

ile dünyaya evrensel bir ideoloji sunarak paradoksal biçimde kültürel cazibe noktası

haline gelmişlerdir. Japonya açısından ise tarihsel olarak Çin'in kültürel etkisi her

zaman yoğun bir şekilde hissedilmiş olmakla birlikte, ABD’nin 1850’lerde

limanların açılmasına yönelik zorlamasının ardından dönüşüm geçiren Japon

düşünce sistematiği, artık Çin yerine Batılı devletler ile rekabet edebilmenin

koşullarına odaklanılmasına yönelmiştir. Bu durum sadece Japonya'nın dünya

politikasında ve özelde Asya için bir merkez oluşturabileceğine yönelik görüşlerin

Japon elitleri arasında hâkim olmasını sağlamıştır.

II. Dünya Savaşı’nın ardından gelen yenilgi ve işgal, her iki devlette de

düşünsel bir devrimin gerçekleşmesini zorunlu kılmıştır. Bu dönemden sonra, iki

devletin de dünyada yaşanan tarihsel acıların sebebi olarak görülmesi, barışçı

normlara yönelinmesine neden olmuş ve bu kapsamda “çok taraflılık”

(multilateralism) dış politikada temel unsurlardan biri olarak ortaya çıkmıştır.

Sosyalizasyon olarak da adlandırılan bu devletlerin “eğitim” süreci, sadece elit ve

bürokratik seviyede gerçekleşmemiştir. Halk da bu sürece işgal güçleri tarafından

dahil edilmiştir. Sosyalizasyon süreci, pasifist politikaların Japonya örneğinde daha

az olmak üzere büyük çoğunluk tarafından kabul edilmesine yol açmıştır.

Bu yeni oluşturulan toplumsal yapı ve kimlik ile birlikte her iki devlette

uluslararası politikada ABD ile ilişkilere öncelik vermiş ve onun düzenlediği dünya

Page 87: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

77

politikasının temel destekleyicileri olarak belirmişlerdir. Japonya ve Almanya’da

yaşanan düşünsel değişim, uluslararası ilişkilerde özellikle konstrüktivizm teorisinin

gelişiminin esin kaynaklarından biri olmuştur. Bununla bağlantılı olarak

konstrüktivist teorinin özellikle Alman akademisyenler tarafından yoğun bir şekilde

kullanıldığına şahit olunmaktadır. Alman yazarlar sözkonusu teori çerçevesinde

“sivil güç” alt-teorisini geliştirmişler ve Almanya’nın dış politikası kapsamındaki

eylemlerini sivil güç kavramına bağlı olarak açıklama eğilimine girmişlerdir.274 İnsan

hakları, uluslararası antlaşmalara bağlılık, uluslararası ilişkilerde çok taraflılık gibi

kavramlar çerçevesinde Alman dış politikasını izahat getirmek, Alman

akademisyenler için makûl bir mantıksal çerçeve oluşturmaktadır. Bununla birlikte,

Almanya’nın özellikle birleşme sonrası ulusal çıkarlarını daha üstte tuttuğu ve buna

göre dış politikasını formüle ettiği Alman ve Almanya dışından bir çok yazar

tarafından da kabul edilmektedir.275 Diğer yandan bazı sapmalara karşın,

Almanya’nın dış politikasında temel nitelik uluslararası sorunlarda ilk olarak

uzlaşma arayışı içinde olması ve yapılacak uluslararası faaliyetlerde meşruiyet

aramaya devam etmesidir. Keza bu durum Japonya için de geçerlidir. Bununla

birlikte Japonya daha çok global hegemonun tutumuna bağlı olarak hareket ettiği

görülmektedir.

Bir başka nitelik, alt hegemon olarak nitelendirilen bu devletlerin kapitalist

ekonomi içinde hareket etmeleri ve kapitalizmin serbest piyasa doktrinini

benimsemeleridir. Bu nedenle, bu devletler, farklı bir ekonomik dünya görüşü ortaya

koysalar bile, bu görüşün kapitalist ekonomi çerçevesinde olacağı anlaşılmaktadır.

ABD hegemonyasının ekonomik boyutuna alternatif bir düşünce sistematiği

sunmadıkları için ve sadece kapitalist sistem içerisinde kendilerini anlamlandırdıkları

için alt hegemonların dünya geneline yönelik hegemonik bir kültürel alan

oluşturmaları zordur.

Öte yandan, her üç devletin serbest piyasa tanımlamaları ve uygulamaları ile

algılamaları birbirinden önemli oranlarda ayrılmaktadır. ABD için serbest piyasa,

274 Sebastian Harnisch and Hanns W. Maull, “Introduction”, Sebastian Harnisch and Hanns W. Maull (derl.), Germany as a Civilian Power? The Foreign Policy of the Berlin Republic, Manchester and New York, Manchester University Press, 2001. 275 Max Otte, A Rising Middle Power: German Foreign Policy in Transformation: 1989-1999, New York, St. Martin’s Press, 2000; James Sperling, “The Foreign Policy of the Berlin Republic: The Very Model of a Post-Modern Major Power? A Review Essay, German Politics, Vol: 12, No:3, December 2003.

Page 88: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

78

tüm dünyaya yaymaya çalıştığı bir sistem iken, kendi ülkesinde de piyasası devlet

dışındaki özel kurumlar tarafından belirlenmektedir.276 Almanya “sosyal piyasa

ekonomisi” olarak adlandırdığı bir ekonomik yapıya sahiptir. Bunun tarihsel

kökenlerinde özellikle 1930’lardaki ekonomik buhranının etkilerini yoğun bir şekilde

yaşayan Almanya’da kapitalizme karşı gelişen hissiyatın yanı sıra, komünist

ideolojinin merkezi olması ve Alman halkının büyük çoğunluğunun işçi sınıfı

kapsamında yer alması gibi hususların etkili olduğu görülmektedir. Japonya ise başta

Amerikalı akademisyenler tarafından olmak üzere “merkantilist ekonomi” olarak

nitelendirilen içe dönük ve yabancı sermayenin hoş karşılanmadığı daha kapalı bir

ekonomik yapıya sahiptir. Bu açıdan bu iki devlet de sözde kapitalist ve serbest

piyasa ekonomisini desteklediklerini ileri sürmelerine rağmen, ekonomik sistemleri

ve uygulamaları açısından farklılaşmaktadırlar. Alt-hegemon olarak değerlendirilen

iki devletin kendilerine has ekonomik yapıları aslında ciddi bir cazibe yaratılabilecek

özelliğe sahiptir. Özellikle Almanya’nın sosyal piyasa ekonomisi (soziale

Marktwirtschaft), günümüzde yaşanan ekonomik küreselleşmenin yarattığı olumsuz

etkileri sosyal politikalar ile hafifletmeye çalışan başta AB üyesi devletler olmak

üzere bir çok devlet için ciddi bir alternatif olarak nitelendirilebilir. Japonya’nın

kendine has özelliklere sahip milliyetçi ve merkantilist nitelikteki ekonomisi de

özellikle Güneydoğu Asya devletleri ile gelişmekte olan devletler için alternatif bir

kalkınma programı sunmaktadır.

Eleştirel teori çerçevesinde alt-hegemonya kavramı için Japonya ile

Almanya’nın ABD ile ilişkilerinin incelenmesi yerinde olacaktır. Söz konusu

devletlerin tarihsel açıdan bakıldığında II. Dünya Savaşında ABD tarafından mağlup

edilen devletler olduğu görülmektedir. Bu nedenle, zaten ABD, Japonya ve Almanya

ile farklı bir ilişki biçimine sahiptir. Bu durum, realist akademisyenlerin indirgemeci

bir yaklaşımla savundukları gibi, savaş mağlubu olmanın getirdiği sistem

destekçisi277 bağlamında yorumlanamayacak kadar karmaşık bir ilişki ağını

göstermektedir. Bu devletlerin ABD ile olan ekonomik, siyasi ve kültürel

etkileşimleri, uluslararası politikada ABD hegemonyasını destekleyici politikalar

276 Bununla birlikte çelişkili gözükmesine rağmen ABD'de tarım, savunma ve enerji gibi bir çok sektörde devletin belirleyici olduğu görülmektedir. 277 Syed Javed Maswood, Japan and Protection: The Growth of Protectionist Sentiment and the Japanese Response, London and New York, Routledge, 1989.

Page 89: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

79

olarak görülebilirse de, kendi bölgelerindeki potansiyelleri bağlamında ABD ile olan

ilişkilerinin varlığı ayrıntılı bir incelemeyi zorunlu kılmaktadır. Yukarıda açıklanan

nedenlerden ötürü, alt-hegemonya kavramının geliştirilmesi, uluslararası ilişkiler

teorisine yeni bir bakış açısı sağlayacaktır. Alt-hegemonya kavramının özellikle bu

çalışmada benimsenen eleştirel teori için de yeni bir açılım getireceği

düşünülmektedir.

5. Yirminci Yüzyıl Dünya Politikasında Hegemonya

1970’lerden sonra, ABD hegemonyasının eridiği ve bu nedenle dünya politikasını

tehlikelerin beklediğini ileri süren realist paradigmanın yazarları, Hobbesçu bir korku

içinde artık hegemonya sonrası bir düzene geçildiğini düşünmekte ve düzenin nasıl

sağlanabileceğini araştırmaktadırlar. Bununla birlikte hegemonyanın uluslararası

sistemde tesis edilebilmesinin genel özelliklerini incelemek için realist paradigmanın

kullandığı maddi yeterliklerin dışında, sosyal kuvvetlerin etkileşiminin incelenmesi

gerekmektedir. Bu etkileşim ticaret, sermaye, teknoloji, enerji ve askeriye alanlar

gibi maddi güçlerin yanı sıra, Gramsci’nin insan bilincinin ve düşüncelerinin yapı

üzerindeki etkilerini gösteren kültür ve ideoloji alanlarını da kapsamaktadır. Bu

nedenle, bu çalışmada Strange’in kullandığı anlamda yapısal güç kavramından yola

çıkılarak, hegemonyanın tesisinde “ampirik gücün” yanı sıra, hegemonik devletin

“egemen kitlelerince benimsenen değer ve anlayış sistemlerinin, yapma ve düşünme

biçimlerinin diğer devletlerin” gerek elit gerekse sivil toplumları tarafından

benimsendiği278 görüşü çalışmada esas alınmıştır. Tarihselci yaklaşım içinde

hegemonya kavramına uygun tek yapı-aktörün ABD olmasından dolayı ABD’nin I.

Dünya Savaşı’nın sonundan itibaren dünya politikasında benimsediği politikalar VE

hegemonik kültürü geliştirme şekilleri incelenmiştir.

i. İki Savaş Arası Dönemde ABD ve Dünya Politikası: Hegemonyaya Doğru

I. Dünya Savaşı’ndan II. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar uluslararası ticaret, sermaye

ve parasal hareketler istikrarsız bir dönemden geçmiştir. Özellikle savaşların

finansmanı için ulusal paraların bağlı olduğu altın standardı terk edilmiş ve para

arzının belirlenmesinde ulusal otoritelerin yetkileri arttırılmıştır. I. Dünya Savaşı’nın 278 Burcu Bostanoğlu, “Türkiye’nin Ulusal Çıkar Kavramlaştırmasının ABD ile İlişkileri Çerçevesinde Epistemolojik Bir Eleştirisi”, Araştırma Dergisi, Sayı:2, Aralık 1997, s. 7-8.

Page 90: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

80

ardından, İngiltere, altın standardına 1925’de tekrar geri dönmüş ama artık gücün

yavaş yavaş toprakları üzerinde savaş yaşanmayan ve savaş nedeniyle üretimini daha

da arttıran ABD’ye geçtiği gözlenmeye başlanmıştır.

Bu dönemde İngiltere’nin altın standardına tekrar dönmesine rağmen, savaş

öncesi kur politikasını aynen devam ettirmesi sterlinin aşırı değerlenmesi sonucunu

doğurmuş ve İngiltere’nin ithalatı artarken, ihracatının azalmasına neden olmuştu. Bu

arada, İngiltere’nin merkez bankası konumunda bulunan İngiltere Bankası, piyasada

fazla sterlinin bozdurularak altına çevrilmesini engellemek istemiş, bu nedenle faiz

oranlarını yükseltmiş ve İngiliz ekonomisine ek yük binmesine neden olmuştu. Bu

sırada ABD, başta Avrupa olmak üzere dışarıya 9.5 milyar ABD Doları borç vererek,

İngiltere’nin ardından dışarıdaki varlığı en fazla olan ikinci ülke haline geldi ve

sermaye ihracında da dünya lideri konumuna yükseldi. Yine 1919-1929 arası

dönemde ABD’nin ulusal gelirinin % 218 arttığı hesaplanmıştı.279

1919-1929 arasında ABD’de yaşanan bu ekonomik gelişmeler, aşırı üretim ve

kredi hacmindeki aşırı artış, Avrupa ülkelerinin dış borçlarını geri ödemeye

başlamaları ile birlikte ABD’nin adeta “bir dünya bankeri” haline gelmesine yol açtı.

Bu arada, içeride de kredi imkanlarının artması özel borçlanmaların ulusal gelire

oranının % 184’e çıkmasına neden oldu. Artan üretim ve kredi imkanlarının yanı

sıra, borsada kazancın büyük spekülasyonlara dayanması çılgınlık boyutuna vararak,

ABD’de 1929 krizinin temelini oluşturdu. Kriz öncesi, borsadaki kazanç oranları 1’e

10, 12 ve hatta 20’lere kadar tırmandı ve kriz, ABD’de üretim ve ithalat oranlarının

gerilemesine sebep oldu.280

Kindleberger, ABD’nin azalan ithalatı nedeniyle zor duruma düşen ülkelerin

başvuracakları sistemin dış kredi imkanı olacağını ancak gerek ABD gerekse

Fransa’nın bunu karşılamamalarının bu ülkelerdeki sorunları ciddi bir şekilde

ağırlaştırdığını savunmaktadır. Bunun yanı sıra, ABD’nin doğrudan dış yatırımlarını

azaltması bu ülkelerdeki sorunların boyutlarının daha da karmaşık bir hal almasına

neden olduğunu belirten Kindleberger, bu nedenden ötürü devletlerin gümrük

vergilerini arttırarak ithalatı düşürmeye çalıştıklarını ileri sürmektedir. Kindleberger

ve Arrighi’ye göre buna iktidardaki Cumhuriyetçi başkan Hoover’in 1930’da

imzaladığı “Smooth-Hawley Gümrük Vergisi Kanunu” ile karşılık vermesi, dünya 279 Sönmez, Dünya Ekonomisinde Dönüşüm, s. 63, 68-73. 280 Kindleberger, The World in Depression, s. 115-127.

Page 91: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

81

ekonomisinde tarihi bir dönüm noktasının yaşanmasına yol açtı.281 Çünkü

Kindleberger, sorunun kaynağı teknik değil, aslında hegemonik istikrar teorisine

ilham veren unsur olan “iş başında kimsenin bulunmaması” olduğunu

savunmaktaydı.282

Bu arada İngiltere’de işsizlik rakamları Mart 1929’dan Mart 1930’a kadar 1.2

milyondan 1.7 milyona yükselmişti. Ekonomik gerilemeyi durdurmak için kurulan

komitenin başına getirilen Keynes, sorunu kamu yatırımlarını artırarak önlemek

gerektiğini belirtmekteydi.283 Keynes’e göre kamu yatırımlarının arttırılmasının

önemi sadece kapitalizmin kötü etkilerinin yok edilmesi ve toplum içinde gelir

paylaşımının yeniden düzenlemesinde değil, fakir kesimlerin istihdamın arttırılması

ve büyümenin teşvik etmesinde yatmaktadır.284 Fakat Keynes’in bu düşünceleri

bulunduğu dönemde hemen kabul görmemiş, ancak II. Dünya Savaşı sonrasında

dünya çapında etkili olabilmiştir. Ayrıca İngiltere’nin başta Almanya pazarına

ihracatını arttıramaması ve Almanya’nın ihtiyaç duyduğu kredileri alamaması, bir

çok devletin ithalatlarını kendi rezervlerinden karşılamasına yol açmış fakat

piyasalardaki İngiliz sterlininin yetersizliği, sterline karşı duyulan güveni azaltmış ve

bunun sonucunda küçük Avrupa ülkelerinin bankalarından çekilen sterlinin altına

çevrilmesi talebine yol açmıştır. Bu arada, Almanya ile Avusturya arasında gümrük

birliği oluşturulmasına ilişkin görüşmeler, Fransa’yı rahatsız etmiş ve ekonomisi

1924’ten beri sürekli küçülen Avusturya’nın kredi talebini Fransa ancak Almanya ile

gümrük birliği yapmama şartına bağlı olarak vereceğini duyurmuştur. Avusturya

hükümetinin bunu reddedip, İngiltere Bankası’na dayalı bir borçlanma içine

girmesinin ardından Fransa, rezervlerindeki sterlinlerinin altına çevrilmesini talep

etmiştir. İngiltere ise Avusturya’dan parasının geri ödemesini istemesi üzerine krizin

ilk tohumları atılmıştır. Fakat bu talebi karşılayamayan ilk olarak bir küçük

Avusturya bankasının iflasının ardından, sterlinden kaçış başlamış ve sterlin karşılığı

altın vermesi gereken İngiltere Bankası talepleri karşılamayarak Eylül 1931’de altın

standardını terk etmek zorunda kalmıştır.285 1933’de de ABD altın standardı

281 Giovanni Arrighi, “Global Market”, Journal of World-Systems Research, Vol:V, No: 2, Summer 1999, s. 230. 282 Kindleberger, The World in Depression, s. 133-134. 283 İbid, s. 135. 284 Cox, Production, Power and World Order, s. 167. 285 Arrighi, “Global Market”, s. 230.

Page 92: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

82

sisteminden uzaklaşmış ve dünya ticaretinin ve sermaye ihracının daraldığı bir

döneme girilmiştir.286 1929’da 34.5 milyar ABD Dolarına yaklaşan dünya ticareti,

1930’da 28 milyar ABD Doları, 1931’de 20 milyar ABD Doları ve 1932’de 13.5

milyar ABD Dolarına gerilemiştir.287 Keza, ABD’nin ihraç ettiği sermaye, 1930’da

17.2 milyar ABD Dolardan, 1933’da 14.9 milyar ABD Dolara kadar gerilemiştir.288

Ekonomik bunalım ile birlikte gelişmiş ülkelerin altın standardından

ayrılması ile ulusal paraların birbiri karşısında dönüşümünün ortadan kalkması,

dünya ticaretinde daralmaya neden oldu ve dolayısıyla işsizliğin artmasına yol açtı.

Bu tarihten itibaren Avrupa’da sosyal çalkantılar baş göstermiş ve devlet

korporatizmini benimseyen partiler iktidara gelmeye başladı. 1933’de Almanya’da

Hitler’in iktidara gelmesi bu durumun en somut örneğini teşkil etti. İtalya’da

Mussolini’nin iktidara gelmesi ile Avrupa’da devlet korporatizminin hakim olduğu

bir süreç aslında daha 1922’de başlamıştı. Bu sürece daha sonra Almanya gibi güçlü

bir devletin katılması ile Avrupa’da varolan düzensizliği pekiştirmiş ve II. Dünya

Savaşı’na giden yol açılmıştı.

ii. II. Dünya Savaşı Sonrasından 1980’e kadar ABD Hegemonyası

Özellikle 1930’ların başından itibaren gelişmiş addedilebilecek ülkelerin yaşadıkları

sorunlar, II. Dünya Savaşı sonrasında ABD’nin önderliğinde kurulan yeni

uluslararası sistem ile farklı bir boyut kazandı. Daha savaş sırasında Gramşici

anlamda ABD’nin önderliğinde bir hegemonik düzenin temelleri atıldı ve bu

hegemonyanın tesisi ABD’nin yine önderlik yaptığı uluslararası örgütler aracılığıyla

sağlandı. ABD’nin Japonya’ya 1945’de attığı 2 atom bombası daha savaş sırasında

ABD’nin rakibi olarak ortaya çıkan Sovyetler Birliği’nin geri adım atmasına yol

açmış ve dünyadaki sistemi tekrar kuran Yalta Konferansı’nda ABD’nin daha rahat

hareket etmesini sağlamıştı. Yalta Konferansı, iki kutuplu sistemi kabul etti ve her

bloğun önderinin kendi nüfuz alanları içinde hareket etmesini bir nevi onaylamış

oldu. Fakat ABD’nin alanları Sovyetler Birliği’ne göre çok daha geniş olduğu

286 Allen, Keseden Bankaya, s. 97-98. 287 Kindleberger, The World in Depression, s. 172-188; Sönmez, Dünya Ekonomisinde Dönüşüm, s. 80. 288 İbid, s. 76.

Page 93: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

83

görüldü. Daha önce sadece Latin Amerika ile sınırlı olan bu alan, İngiltere ve

Fransa’nın devreden çıkmasıyla Ortadoğu’dan Japonya’ya kadar uzandı.289

Bu dönemde, sömürgelere sahip olan İngiltere, Fransa, Hollanda ve Japonya

gibi ülkeler kendi içlerinde ekonomik ve politik sorunlar yaşarken, sömürgelerinde

de otoriteleri sarsılmaya başladı. Sömürgelerin bağımsızlıklarını kazanması sonrası,

bu devletlerin Sovyetler Birliği’nin nüfuz alanı içine girme ihtimali ABD için bir

tehdit oluşturdu. Diğer yandan, sömürgecilerinden kurtulan devletlerin ABD’nin

kampına katılması durumunda ise ABD’nin hammadde kaynaklarına ulaşma için bir

imkan yarattı.

Savaş sırasında ülkesi yıpranmayan ABD’nin savaşa dayalı üretimindeki

artışla birlikte, sermaye birikimi hızlandı. Bu arada silah teknolojisinde yaşanan

gelişmeler özel sektör tarafından kullanılmaya başlandı. ABD, bu üretim

potansiyelini, yeni pazarlar yaratmak için ilk olarak Avrupa’ya akıtması gerektiği

fikrinden hareketle, belli şartlar altında Marshall Planı’nı uygulamaya koydu. Bu

şartlar, ABD tarafından dış ticarette serbestlik ve hammaddelere serbestçe ulaşma

olarak belirlenmişti.290 II. Dünya Savaşı’nın hemen ertesinde, ABD’nin GSYİH’sı

rakibi Sovyetler Birliği’nin üç katını geçmiş ve Fransa, İtalya, İngiltere ve Batı

Almanya’nın GSYİH’larının toplamı, ABD’nin GSYİH’sının ancak % 42’sine

ulaşabilmişti.291 Fakat ABD’nin bu sermaye ve ticaret fazlası, aynı zamanda

uluslararası ticaretin gelişiminin önündeki en büyük engellerinden birini

oluşturmaktaydı. Çünkü ABD’nin mallarını almak isteyen ülkelerin dolara ihtiyaçları

olmasına karşılık, ABD’nin dış ticaret fazlası vermesi, dünyadaki dış ticaretin

hacmini daraltıyordu.292

II. Dünya Savaşı öncesinde ABD’nin Avrupa ticareti fazla vermekteydi ve

ABD’nin temel hammadde kaynaklarını Ortadoğu, Afrika ve Asya’daki ülkelerden

alması nedeniyle bu fazlalığı eritmekteydi. Diğer yandan Avrupa ülkelerinin 289 Thomas Reifer ve Jamie Sudler, “Devletlerarası Sistem”, Terence Hopkins ve Immanuel Wallerstein (derl.), Geçiş Çağı: Dünya Sisteminin Yörüngesi (1945-2025), (Çev. Nuri Ersoy, Ender Abadoğlu, Orhan Akalın, Yücel Kaya), İstanbul, Avesta Yayınları, 2000, s. 25. 290 Sönmez, Dünya Ekonomisinde Dönüşüm, s. 88; Satoshi İkeda, “Dünya Üretimi”, Terence K. Hopkins, İmmanuel Wallerstein (derl.), Geçiş Çağı: Dünya Sisteminin Yörüngesi (1945-2025), (Çev. Nuri Ersoy, Ender Abadoğlu, Orhan Akalın, Yücel Kaya), İstanbul, Avesta Yayınları, 2000, s. 92. 291 Robert W. Cox and Harold K. Jacobson, “Power, Polities and Politics: The Environment”, Robert W. Cox and Harold K. Jacobson (derl.), The Anatomy of Influence: Decision Making in International Organization, New Haven and London, Yale University Press, 1974, s. 49. 292 Arrighi, “The Global Market”, s. 235.

Page 94: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

84

sömürgelerin işlenmiş gıda karşılığında hammadde ve ellerindeki dolarların değişimi

ve sömürge yatırımlarının kârlarının Avrupa’ya geri dönmesi ile ABD, dünya

ekonomisine istediği şekilde yön vermeyi başarabilirdi. Savaşın ertesinde,

Avrupa’nın sömürgelerindeki yatırımları elinden çıkarması nedeniyle, kâr imkanı

ortadan kalkmış ve bu yüzden dolar elde etmek zorunda olan Avrupa ülkelerinin

ihracatını arttırmaları gerekmişti. Yıpranmış durumda bulunan Avrupa ülkelerinin

dünya ticaretinin daraldığı savaş ertesinde, bunu sağlamaları imkansız hale gelmişti.

Ayrıca ekonominin daha kötüye gitmesiyle Avrupa’da komünist partilerin iktidara

gelmesinden korkan ABD, bu ülkelerin dolara sahip olması ve dolar kıtlığını yenmek

için 7 Nisan 1950’de NSC 68 olarak bilinen “Ulusal Güvenlik için ABD’nin

Hedefleri ve Programları” devreye soktu. NSC-68’de de öngörüldüğü üzere Avrupa

İyileştirme Programı (Marshall Planı) ile hayata geçirildi ve böylece bu plan

çerçevesinde mali yardım alan Avrupa ülkeleri ihtiyaçlarını ABD’den karşılaşmaya

başladılar.293 Bu dönemde Avrupa ülkelerinin sanayi ürünlerindeki ithalatının %

60’ını ve tarım ürünlerindeki ithalatının % 78’ini ABD karşıladı.294

Reifer ve Sudler’e göre ABD’nin bu dönemde dünya ekonomisi için uygun

gördüğü üç ayaklı bir ekonomik sistem kurmayı amaçladı.295 ABD, Sovyetler

Birliği’nin güç kazanmasından korktuğu ve dünya politikasındaki üstünlüklerini

arttırma çabası içinde olduğu bu dönemde gerek bölgesel güvenlik gerekse bölgesel

ekonomik örgütlenme modelini de benimsedi. Bu sistemde, ABD, Japonya ile

Almanya’yı “bölgesel atölyeler” şeklinde örgütlemeyi hedefledi.296 Bunun nedeni,

sözkonusu devletlerin Sovyetler Birliği’nin Doğu Avrupa’daki ve Komünist Çin’in

Asya üzerindeki etkilerini azaltarak, “yumuşak ticaret (nakit) bloğu” oluşturmak

oldu.297 Bunun sebeplerinden bir başkası ise bu bölgesel örgütlenmeler aracılığıyla,

Dulles’in ortaya attığı Sovyetler Birliği’nin çevreleme politikasının uygulama

konması ve ABD ile bölge ülkelerinin ekonomik ve siyasi işbirliğinin artması idi.

293 ABD Dışişleri Bakanı Dean Acheson ve ile yardımcısı Paul Nitze tarafından kaleme alınan NSC 68: United States Objectives and Programs for National Security başlıklı metinde ABD’nin dış ticaret fazlası vermesine yönelik dış ekonomik politikasının dünyadaki dolar açığını arttırdığı ve bu kapsamda “özgür dünyada siyasi istikrar için bir ekonomik temel yaratılmasına” hizmet etmediği belirtilmiş ve serbest ticaret için ekonomik politikaların geliştirilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Http://www.fas.org/irp/offdocs/nsc-hst/nsc-68-9.htm, (Erişim Tarihi: 7 Ekim 2005). 294 Sönmez, Dünya Ekonomisinde Dönüşüm, s. 88. 295 Reifer ve Sudler, “Devletlerarası Sistem”, s. 26. 296 Arrighi, “The Global Market”, s. 234. 297 İbid, s. 26-27.

Page 95: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

85

ABD, bu amaçla hem askeri hem de ekonomik bölgesel örgütlenmeleri II. Dünya

Savaşı’nın hemen ertesinden itibaren desteklemeye başladı.

Uluslararası politikada düzenin ayrıca BM tarafından sağlanmasına çalışan

ABD Başkanı Roosevelt, bu örgütün hazırlık çalışmalarını, daha savaş devam

ederken İngiltere, ABD ve Sovyetler Birliği arasında Eylül 1944’de Dumbarton Oaks

ve Şubat 1945’de Yalta’da gerçekleştirilen toplantılar aracılığıyla sürdürdü.

Roosevelt, örgütün kurulması aşamasında, kendisi bekleyen iki tehlike olduğunu

düşündü: Kurulacak bu örgütte ABD’nin üstünlüğü nasıl sağlanacaktı?; uluslararası

politikada temel bir rol üstlenecek olan ABD’nin iç politikasının nasıl yeniden

yapılandırılacaktı?298 İkinci sorun, aslında kendiliğinden çözülmüştür. Her ne kadar,

dünya savaşlarının ertesinde, ABD’nin tekrar içe dönüp, izolasyonist politikanın

sürdürülmesini destekleyen gruplar ABD içinde her zaman varlıklarını devam

ettirmiş olsalar bile, artık çok büyümüş olan ve dünyaya açılmayı savunan sermaye

ve iş çevreleri ile ABD bürokrasisi dünya önderliği fikrini savunmuşlardı.

Roosevelt’in kendisinin de böyle bir dünya önderliği fikrine çok daha önceden, 1914

yılında sahip olduğu görülmüştü: ABD’nin ulusal savunmasının “bütün Batı

yarımküresine genişletilmesi gerektiğini” ve “ABD’nin Filipinler’i kucaklamasını ve

ticaretin uzandığı denizlere kadar genişlemesini” dile getirmişti.299

1947’de Türkiye ve Yunanistan’a mali destek vereceğini açıklayarak, kendi

nüfuz alanı içinde olduğunu bildiren Truman Doktrini, ABD’nin ilk girişimini

oluşturdu. 25 Şubat 1948’de Çekoslovakya’da “iyi işleyen bir parlamento”

bulunmasına rağmen, komünist bir darbenin yapılması ile bölgesel planda

örgütlenmeler artmaya başladı. Bu olayın hemen ardından 17 Mart 1948’de Batı

Avrupa ülkelerini kapsayan güvenlik amaçlı Batı Avrupa Birliği örgütü kurularak,

1947’de açıklanan Marshall Planı çerçevesinde sağlanacak yardımları organize

etmek üzere 1948 ortalarında Avrupa Ekonomik İşbirliği Örgütü (Organization on

European Economic Cooperation-OEEC) tesis edildi.300 Sovyetler Birliği de bu

girişimlere karşı ise Doğu Bloğu ülkelerini kapsayan bir araya getiren Karşılıklı

Ekonomik Yardım Konseyi’ni (COMECON) 1949’da kurarak cevap verdi.301 Bu

298 Peter Gowan, “US:UN”, New Left Review, Vol:24, November-December 2003, s. 9. 299 İbid, s. 7. 300 Cox, Production, Power and World Order, s. 214. 301 Cox and Jacobson, “Power, Polities and Politics: The Environment”, s. 49.

Page 96: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

86

arada, ABD ve Kanada’nın da üyesi olduğu ve Sovyet yayılmasını engellemek

amacıyla Batı Avrupa’nın güvenliğini sağlamak üzere Kuzey Atlantik Antlaşması

Örgütü (North Atlantic Treaty Organization-NATO) 1949’da kuruldu. Arrighi’ye

göre Soğuk Savaş’ın “icat edilmesi” ABD iş çevrelerinin ve ABD bürokrasisinin

kurtuluşu olmuştur.302 Hemen ardından, yine esas olarak amacı Batı Avrupa’da

demokrasiyi geliştirmek olan Avrupa Konseyi’nin kurulmuştur. Avrupa’daki son

örgütlenme ise yine ABD’nin desteğini alan ve 1952’de yürürlüğe giren, Batı

Almanya, Fransa, İtalya ve Benelüks ülkelerinden oluşan Avrupa Kömür ve Çelik

Topluluğu (European Coal and Steel Community-AKÇT) girişimi oldu.

Bu tarihten sonra ABD’nin Sovyetler Birliği’ni “çevreleme politikası”

kapsamında, Avrupa dışında bizzat kendisinin de üye olduğu çeşitli güvenlik

örgütleri kurdurmaya yönelik (Central Treaty Organization-CENTO hariç)

girişimleri başarılı oldu. 1951’de ABD, Avustralya ve Yeni Zelanda arasında

ANZUS Paktı Antlaşması imzalandı ve 1954’de ise ABD, İngiltere, Fransa,

Avustralya, Yeni Zelanda, Filipinler, Tayland ve Pakistan’dan oluşan Güneydoğu

Asya Savunma Antlaşma Örgütü (Southeast Asia Treaty Organization-SEATO)

kuruldu. Çevreleme politikası kapsamında NATO ile SEATO arasındaki “boşluğu

doldurma” amacı taşıyan son örgüt, 1955’de İngiltere’nin girişimiyle İngiltere, Irak,

Türkiye İran ve Pakistan arasında kurulan Bağdat Paktı oldu. Gerçi Pakt 1958’de

Irak’taki askeri darbe sonrasında bu devletin örgütten ayrılmasının ardından, 1959’da

Merkezi Antlaşma Örgütü (CENTO) olarak adını değiştirerek yoluna devam etti.303

Sovyetler Birliği bu örgütlenmeleri 1955’de kendisinin önderliğinde, Arnavutluk,

Bulgaristan, Doğu Almanya, Polonya, Romanya ve Çekoslovakya’nın katılımıyla

Varşova Paktı’nı kurarak dengelemeye çalıştı. Esas olarak 1948’de Berlin Krizi ile

başlayan süreç, 1955’e gelindiğinde artık Soğuk Savaşın kurumsallaşmasıyla

sonuçlandı.

Bu arada, liberal bir devlet formuna sahip ABD’nin ikinci önceliğini

uluslararası ekonomik düzenin sağlam temellere oturması oldu. ABD, Bretton-

Woods olarak adlandırılan ve dolar ile desteklenen bir uluslararası rejim oluşturarak,

302 Arrighi, “The Global Market”, s. 233-234. 303 Baskın Oran (derl.), Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt:1 (1919-1980), İstanbul, İletişim Yayınları, 2001, s. 626, 632; Gill and Law, The Global Political Economy, s. 141.

Page 97: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

87

II. Dünya Savaşı sonrası hegemonyasının temellerini daha sağlam bir şekilde attı.304

Fakat bu ekonomik anlamda liberal devletin söylemi ve pratikleri, daha önceki

deneyimlerinden farklı oldu. Bu kapsamda, Bretton Woods sistemi, ABD’nin

hegemonik gücünü sağlamlaştıracak şekilde planlamıştı. Bu sistem aslında üç ayak

üzerine kuruldu. İlk ayak, dünya ticaretinin düzenlemesine yönelik olarak

“Uluslararası Ticaret Örgütü” (International Trade Organization-ITO) kurulması

olmuştu. Fakat ABD başkanı Truman, korumacılar ile serbest ticareti savunanlar

arasında kalmış ve antlaşmayı ABD Kongresi’ne getirmemişti. Böylece ITO,

doğmadan ölü bir girişim olarak kaldı.305 Uluslararası ticaretin serbestleştirilmesi,

örgüt yerine Genel Tarife ve Ticaret Anlaşması (GATT) olarak bilenen müzakereler

aracılığıyla sürdürüldü ve uluslararası ticaretin düzenlenmesi ancak 1995’de Dünya

Ticaret Örgütü’nün (World Trade Organization-DTÖ) kurulması ile somut hale

geldi. İkinci ayak, altının fiyatına bağlı doların dünya ekonomik sisteminin temel

parası olmasını ve ulusal paraların belli marjlar altında hareket etmesini sağlamak

üzere Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) kurulmasıydı. Son ayak ise, 1950’den sonra

amacı ekonomik kalkınmaya yardım etmek ve azgelişmiş ülkelere sermaye çekmek

olan Dünya Bankası’nın kurulması oldu.306

IMF ve GATT’ın uluslararası politik ekonomideki rollerinin ABD’nin

hegemonyasını kurmada belirleyici olduğu görülmektedir. Gilpin, Amerikan

hegemonyasının nükleer güce sahip olmanın yanı sıra, uluslararası para sisteminde

dolara dayandığını da kabul etmektedir.307 Dünya Bankası’nın işlevi ise daha çok

azgelişmiş ülkelerin uluslararası ekonomik sisteme entegre edilmesidir.

GATT’ın temel hedefi ABD’nin önde gelen sanayicilerinin de isteği olan

serbest ticaretin sağlanması ve ticaret önündeki engellerin kaldırılmasıydı. Bu amaca

yönelik olarak GATT, ilk olarak gümrük tarifeleri gibi ticareti kısıtlayan, hatta

engelleyen vergilerin indirilmesine ağırlık verdi. 1960-1962 arasında yapılan Dillon

müzakereleri ile 1962-1967 yıllarını kapsayan Kennedy müzakereleri sayesinde,

gümrük vergileri önemli ölçüde indirildi ve dünya ticaretinde 1950 ile 1975 arasında

304 Arrighi, “The Global Market”, s. 233. 305 Gerard Curzon and Victoria Curzon, “GATT: Traders’ Club,” Robert W. Cox and Harold K. Jacobson (derl.), The Anatomy of Influence: Decision Making in International Organization, New Haven and London, Yale University Press, 1974, s. 300. 306 Gill and Law, The Global Political Economy, s. 143-144. 307 Gilpin, The Political Economy of International Relations, s. 134.

Page 98: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

88

ortalama % 8’lik büyüme sağlandı. Kennedy müzakereleri bittiğinde, 60.000 üründe

% 35’lik bir gümrük vergisi indirimini gerçekleştirilmişti.308 Diğer yandan bu

müzakereler sırasında üç sorun belirdi. Birincisi, devletlerin gümrük tariflerini

indirirlerken, tarifeler dışındaki engellerin artmaya başladığı gözlemlenmişti.

Böylece korumacılık özellikle gelişmiş ülkelerde başka yöntemlerle devam

etmekteydi. 1985’de GATT müzakerelerini yürüten başkanının hazırladığı rapor,

gelişmiş ülkelerin uyguladığı gümrük tarifesi dışı engellerin 1981’de % 20

civarındayken, 1983’de % 30’a ulaştığını göstermiştir. İkinci ve üçüncü sorun ise

azgelişmiş ülkelerin ticaretleri ile tarım konusu olmuştur.

IMF’nin amacı ise dünyada etkin bir para politikasının geliştirilmesi ve

istikrarın sağlanması idi. Bu gerçekleştirilirken, ABD doları, sabit bir fiyat üzerinden

altına bağlanmıştı. Bir ons altın 35 ABD Dolarına eşitlenmiş ve ABD hükümeti,

kendisine sunulan her doları bu fiyat üzerinden altın ile değiştirmeyi taahhüt etmişti.

Ayrıca her ulusal para, “ayarlanabilir sabit kur sistemi” olarak adlandırılan sistemle

ABD Dolarına endekslenmiş ve ulusal paraların ABD Doları karşısında % 1’lik

marjda dalgalanmasına izin verilmişti.309 Bu düzenlemeler, doların uluslararası

ekonominin başlıca rezerv parası haline gelmesini sağlamıştı. Böylece ABD’nin

ödemeler dengesinin açık vermesi ve ABD Merkez Bankası’nın (FED) fazladan

dolar basması, uluslararası ticaretin gelişimi için hayati bir önem kazanmış ve

1950’lerin başında uluslararası piyasalarda hakim olan dolar kıtlığını 1958’e

gelindiğinde ABD Doları bolluğuna çevirmesinde yardımcı olmuştu. Bu durum, aynı

zamanda, ABD’nin dünyadaki üstünlüğünü ve Asya’da iki büyük savaşın finanse

edilmesini olanaklı kılmıştı.310 Nitekim, 1960’da De Gaulle, “doların

hegemonyası”nın ABD’ne büyük kolaylıklar sağladığını ve sadece para basarak,

Fransız şirketlerini satın aldığını, savaşlarını finanse ettiğini ve rahatlıkla

borçlanabildiğini söyleyerek, eleştirmişti.311

Doların sağladığı bu fayda, 1960’dan sonra tersine dönmeye başladı. ABD

ekonomisinin sürekli açık vermeye başlaması, borç veren ülkeden borçlu ülkeye

dönmesi ve borçlanmada giderek daha fazla Japon kaynaklarına dayanması, “Triffin

308 İbid, s.192. 309 Halil Seyidoğlu, Uluslararası İktisat: Teori, Pratik ve Uygulama, 9. Baskı, İstanbul, Güzem Yayınları, 1993, s. 635-638. 310 Cox, Production, Power and World Order, s. 277. 311 Gilpin, Global Political Economy, s. 237.

Page 99: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

89

Çelişkisi” olarak adlandırılan durumu ortaya çıkardı. ABD’li ekonomist Triffin,

uluslararası alanda likidite yaratımı ile sistemde uluslararası güven arasında temel bir

çelişki bulunduğunu ileri sürdü. Triffen’e göre sistemde likidite, ABD’nin sürekli

açık vermesine dayanırken, uzun dönemde bu durum ABD dolarına duyulan güveni

azaltacak nitelikteydi. Bu nedenle Triffin, yeni bir likidite kaynağının yaratılması

gerektiğini savundu.312 Fakat Soğuk Savaş döneminde ABD’nin müttefiki olan

devletler, doların fazla değerlenmesine ses çıkarmadılar ve dolarları ellerinde

tutmaya devam ettiler.

1963-1969 arasındaki gelişmeler doların değerini tehdit etmeye başlamıştı.

İktidardaki Johnson hükümeti, uyguladığı sosyal nitelikli “Büyük Toplum

Programı”nın yanı sıra, Vietnam savaşının tırmanmaya başlaması ile savaş

masraflarının artışını halktan gizlemiş ve vergileri arttırmadan, enflasyonu arttırıcı

makro ekonomik politikalar izlemeyi sürdürmüştü. Buna bağlı olarak 1960’ların

sonunda IMF, yeni bir rezerv imkanı olarak “özel çekme hakları”nı (special drawing

rights-SDR) oluşturdu. 1969’da iktidara gelen Nixon, Vietnam’daki savaşın bütçe

üzerinde yarattığı etkinin yanı sıra, dolar üzerine yapılan spekülasyonların artması ve

ticaret ile ödemeler dengesi açıklarının büyük boyutlara varması üzerine, 1971

Ağustos’unda ABD’nin artık dolar ile altın değişimini yapamayacağını ilan ederek,

Bretton-Woods sisteminin yıkılmasına gidecek ilk adımı attı. Bu aşamadan sonra,

IMF’nin Bretton-Woods sistemindeki rolü ortadan kalktı ve 1980’lerden itibaren

yeni roller üstlendi. Nixon yönetimi ayrıca diğer ulusal paralara dolar karşısında

değer kazandırılmasını talep etti ve ABD’nin ithalatına % 10’luk bir vergi

uygulamaya başladı.

Aralık 1971’de “Smithsonian Anlaşması” olarak bilinen anlaşmayla, dolar

devalüe edildi ve diğer paralar da çeşitli oranlarda değer kazandı. ABD’nin 1971’de

her ne kadar ABD Merkez Bankası’nda 10 milyar ABD Doları altın rezervi kalmışsa

da, bu dönemde dış alacakları borçlarından fazla olduğu bilinmekteydi. Buna rağmen

piyasalardaki panik sistemin bir anda çökmesinde etkili oldu.313 1976’da “Jamaika

Anlaşması” ile gelişmiş ülkelerin ulusal paraları, piyasalarda serbestçe belirlenmeye

başladı.314 Diğer yandan ABD’nde mali sarsıntıya yol açan bu durum, ABD’nin altın

312 Gilpin, The Political Economy of International Relations, s. 134 313 Sönmez, Dünya Ekonomisinde Dönüşüm, s. 153-154. 314 Gilpin, Global Political Economy, s. 238-239.

Page 100: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

90

fiyatına bağlı olan doları Smithsonian Anlaşması sayesinde ortadan kalktı ve

ABD’nin borçlarını altın yerine dolar ile ödemesi imkanı elde etti. “Bunun bir anlamı

da dolar karşılığının artık altın değil, ABD’nin sınai, siyasi ve askeri gücü”ne karşılık

gelmesi oldu.315

1970’ler gerek azgelişmiş ülkelerde gerek gelişmiş ülkelerde sosyal

çalkantıların arttığı bir dönem oldu. Doların devalüe edilmesi ile başlayan süreçte,

dünyada ticaret hacmi daralarak, düşük yatırım oranları, düşük büyüme ile işsizlik

yaşanmaya başlandı ve enflasyon ciddi bir sorun olarak belirdi. Özellikle enflasyon

en büyük sorun olarak değerlendirildi ve gelişmiş ülkelerde bu oran 1970-1972

arasında ortalama % 5.3’ten 1973’te % 8‘e çıkmış ve daha sonra % 10’ları buldu.316

Enflasyonun artmasında özellikle 1973 Arap-İsrail Savaşı sonrasında, Arap

ülkelerinin Batı dünyasına karşı petrol ambargosuna başlamaları nedeniyle artan

petrol fiyatları baş rol oynadı. Gerçi bu dönem, ABD için sahip olduğu petrol

rezervleri nedeniyle büyük bir sorun doğurmamıştı.317 Diğer yandan, Batı

Avrupa’nın enerji gereksiniminin çoğunluğunu petrolden karşılaması Japonya’da ve

Avrupa ülkelerinde büyük bir krize yol açtı. Bu çerçevede, bazı yazarlar, 1973

krizinden önce, ABD’de maliyetlerin içindeki enerjinin payının Avrupa ülkelerine

göre yüksekliğine dikkat çekerek, petrol fiyatlarındaki artışın ABD lehine bir durum

yarattığını ileri sürdüler.318

Petrol gelirleri bir anda büyük artışlar gösteren “Petrol İhraç Eden Ülkeler

Birliği”ne (OPEC) üye Ortadoğu ülkeleri, ilk olarak askeri düzeyde büyük çapta

silahlanma politikaları izlemeye başlamışlar, 1977-1980 arasında dünyada en fazla

silahlanan azgelişmiş ülkeler, Ortadoğu’nun petrol zengini olan ülkelerin olduğu

görülmüştür. Bu dönem içinde İran ve Suudi Arabistan’ın silahlanma için 7 milyar

ABD Dolarına yakın bir harcama yaptığı ve silahlanmanın ABD’den yapıldığı

gözlemlenmiştir.319 Böylece petrodolarlar ABD askeri-sanayi kompleksini

güçlendiren ana unsurlardan biri haline gelmiştir. Diğer yandan elde edilen büyük

miktarlardaki “petrodolar”lar, yine ABD bankalarına yatırılmış ve bu paralar daha

315 Sönmez, Dünya Ekonomisinde Dönüşüm, s. 156. 316 Cox, Production, Power and World Order, s. 275. 317 Gill and Law, The Global Political Economy, s. 266. 318 İbid, s. 268. Gill ve Law, Oysten Noreng’e atıfla, ABD’nin hatta bu dönem öncesinde (1971-1973), başta İran’a petrol fiyatlarını arttırması konusunda destek verdiğini ifade etmektedirler. 319 İbid, s. 268.

Page 101: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

91

sonra, ulusaşırı finans sermayesinin güçlenmesine katkıda bulunmuştur. Bu finans

kapital şirketleri, petrodolarları bir çok azgelişmiş ülkeye kredi imkanı olarak

sunmuşlardır. Azgelişmiş ülkelerin borçlanması, 1980’lerin başından itibaren ciddi

seviyelere varmış ve ABD’nin ideolojik değişiminde vasıta olarak kullandığı temel

unsurlarından biri haline gelmiştir. Petrol krizinden ABD’nin bir başka kazancı,

Japonya ve Batı Avrupa ülkelerini arkasına almak ve “domine ettiği” Uluslararası

Enerji Ajansı ile petrol üreten Ortadoğu ülkelerine de gözdağı vermeyi başarması

olmuştur.320

ABD’nin bu dönemde ekonomideki gücü, gerek dış yardımları ve şirketleri

aracılığıyla gerekse uluslararası finansı denetleyen örgütleri aracılığıyla daha da

artmış ve dolaylı olarak ABD’nin uluslararasılaşmasını sağlamıştır. Öte yandan, bu

süreç, karşılıklı etkileşim neticesinde diğer devletlerin de ABD’ne bağlı olmalarını

sağlayan bir durum yaratmıştır. Bunların yanı sıra, ABD, “tüketim modelini ve

üretim normlarını ihraç ederek, birikim modeli veya rejiminin uluslararasılaşmasını

sağlamıştır”.321 ABD’nin tüketim kültürü, gelişmiş ülkelerdeki orta sınıf ile

azgelişmiş ülkelerdeki elitleri derinden etkilemiş ve ABD’nin hegemonyasının

kabullenilmesinde önemli araçlardan biri haline gelmiştir. Bu durum Arrighi’ye göre

ABD’nin uluslararası politikası için başlangıçta bir sorun yaratmışsa da, 1970’lerin

ikinci yarısından itibaren olumlu bir havaya dönüştü. Özellikle sınıraşan şirketlerde

artışın yanı sıra parasal işlemlerin hacimlerinin büyümesi, 1980’lerde ekonomik

politikanın dönüşümüne yardımcı olmuştur.322

Bu dönemde gelişen devlet, Cox’a göre neo-liberal devlet formudur.323

Çünkü, liberal devlet kavramı 19. yüzyıldaki devlet formunu işaret etmektedir. Bu

devlet formu, liberal devletin dönüşüme uğramış şekli olarak değerlendirilebilir. Bu

dönemdeki devletin, “emek-sermaye arasındaki çelişkileri yumuşatan” bir sosyal

devlet anlayışına sahip olduğu görülmektedir.324 Bu devletin 3 temel özelliği

bulunmaktadır: Birincisi, devlet, özel sektörün kârlı olmadığı gerekçesiyle üretimi

üstlenmediği alanlarda başlıca rolü üstlenmekte veya özel sektörün olduğu alanlarda

ise vergiden muaf olma, sübvansiyon verme ve fiyat desteği gibi doğrudan

320 İbid, s. 269. 321 Sönmez, Dünya Ekonomisinde Dönüşüm, s. 92-93. 322 Arrighi, “The Global Market”, s. 238-239. 323 Cox, Production, Power and World Order, s.218-219. 324 Sönmez, Dünya Ekonomisinde Dönüşüm, s.90-91.

Page 102: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

92

yardımlarda bulunmaktadır. İkincisi, piyasasının tehdit ettiği veya edeceği düşük

düzeyde sosyal koruma altında bulunan grupların sorumluluğunu devlet üzerine

almaktadır. Üçüncüsü ise piyasa, 19. yüzyıldan farklı olarak büyük şirketler ile

küçük ölçekli işletmelerin yanı sıra, devlet sektörünün de bulunduğu bir yapıdan

oluşmaktadır. Böylece II. Dünya Savaşı sonrası devlet, daha önceki refahçı-milliyetçi

devlet formundan miras aldığı korporatist kurumları ve Keynes’in talep temelli

ekonomik yaklaşımını kullanmıştır.325

Bu dönemin bir başka özelliği, sermayenin aşırı büyümesinin yanı sıra,

üretkenlikteki artışla birlikte işçi ücretlerinde de artışların yaşanması olmuştur.326 Bu

arada, korporatist yapının gereği, büyük şirketler, devletin sosyal politikalarını

desteklerken, karşılığında sendikalar, sermaye ile uzlaşma yolunu seçmişlerdir.

Devlet de büyük sermaye ile uzlaşarak Keynesçi politikaları uygulamaya devam

etmiştir. Kamu maliyesi, bu dönemde ekonominin düzenleyicisi ve gelişmenin

kaynağı olma özelliğini korumuştur. Devletin talebi canlandırarak, üretimde

doğrudan söz sahibi olduğu bu dönemde, kamu harcamalarının istikrarlı bir şekilde

arttığı görülmüştür. Özellikle gelişmiş OECD ülkelerinde kamu harcamalarının

GSMH’ya oranı, 1938’de % 27.7’den, 1950‘de % 26.7’ye gerilemesine rağmen

1973’de % 37.4’e yükselmiş ve 1986’da % 46.3’e tırmanmıştır.327

Dünya ticaretinde ABD’nin payı bu dönemde önemli artışlar gösterdi. 1930-

1939 arasında, ABD’nin toplam ticaret hacmi ortalama 5 milyar ABD Doları iken,

bu oran 1946-1959 yılları arasında ortalama 24 milyar ABD Dolarına ulaştı. ABD

dışına çıkan özel sektörün varlıkları, 1930’da 17.2 milyar ABD Doları olarak

gerçekleşti, bu miktar 1950’de değişmedi (19 milyar ABD Doları). Fakat 1960’da,

ABD’nin kamunun varlıkları hariç, dışarıdaki özel sektörün varlıklarının toplamı 50

milyar ABD Dolarına yaklaştı.328

Bu arada, dünya siyasetinde ve ekonomisinde çok uluslu şirket (multinational

company) veya sınıraşan (veya ulusaşırı) şirket (transnational company) olarak

tanımlanan şirketler ortaya çıktı. Bu şirketler, sadece ulusal düzeyde değil,

325 Cox, Production, Power and World Order, s.220-221. 326 İkeda, “Dünya Üretimi”, s.92. 327 İbid, s.95. 328 Jeffry A. Frieden, “Economic Integration and the Politics of Monetary Policy in the United States”, Robert O. Keohane, and Helen Miller (derl.), Internationalization and Domestic Politics, Cambridge, New York, Cambridge University Press, 1996, s. 115.

Page 103: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

93

uluslararası düzeyde de sınıf ve devlet arasındaki güç kaynaklarını etkiledi ve

günümüzde de etkilemeye devam etmektedir.329 Ulusaşırı şirketler, BM Ekonomik ve

Sosyal İşler Dairesi tarafından “iki veya daha fazla ülkede faaliyet gösteren ve

fabrikalar, madenler, hizmetler ve finans gibi varlıkları kontrol eden işletmeler”

şeklinde tanımlanmaktadır. Bu tür şirketler, çokuluslu şirketler olarak

nitelendirilmelerine rağmen, merkezinin bulunduğu ülkenin bir şirketi olarak hareket

etmekte ve gerektiği zamanlarda bu ülkeden destek almaktadır. Gill ve Law,

uluslararası alanda faaliyet gösteren ulusaşırı şirketleri 3 ana başlık altında

sınıflandırmaktadır: Madencilik, imalat ve hizmetler. Bu şirketler Batı’nın, özellikle

ABD’nin ihtiyaç duyduğu hammaddelerin temininde büyük rol oynamakta; ayrıca

imalat alanında büyük etkileri görülmektedir.

1960’ların sonlarından itibaren ulusaşırı şirketlerin sayısının artmasına paralel

olarak dünya çapında üretimde ve emek alanında farklılaşmalar yaşanmaya

başlanmıştır. Yeni uluslararası işbölümü olarak adlandırılan bu düzende, ulusaşırı

şirketler, sermayelerini ve eskiyen teknolojilerini çevre ülkelerine ihraç etmişler ve

imalat sektörü azgelişmiş ülkeler olarak tabir edilen ülkelerde yoğunlaşmıştır. ABD

şirketlerinin yurtdışında üretimi 1971 itibariyle 172 milyar ABD Dolarını bulmuş ve

ihracat ise 44 milyar ABD Dolarına yaklaşmıştır.330

Özet olarak II. Dünya Savaşı’ndan 1980’li yılların başına kadar gelişmiş

ülkelerde tarihsel blok Keynesyen-liberal politikaları benimsemiş ve bunun

karşılığında devletin refah yönü ile birlikte devletlerin uluslararasılaştığı dönem kol

kola gitmiştir. Devletin genişlemeci para politikaları, 1970’lerin sonundan itibaren

ulusaşırı şirketler başta olmak üzere liberal kesim tarafından artık eskisi gibi olumlu

karşılanmamış ve devletin ekonomiye müdahalesinin sona ermesi gerektiği görüşü

giderek yaygınlık kazanmaya başlamıştır.331 Devlet, sınıf mücadelesinin gelişmiş

ülkelerde arttığı bu dönemde sermayenin yanında durmuştur.332 Sermaye ise sosyal

harcamalarının azaltılması ve ücretlerin düşürülmesini talep ederek, II. Dünya Savaşı

sonrası kurulan işçi, devlet ve sermaye arasındaki tarihsel bloğun çözülüşünü

hızlandırmıştır.333 1970 sonlarından itibaren yine ABD önderliğinde artık yeni bir

329 Gill and Law, The Global Political Economy, s. 191. 330 Sönmez, Dünya Ekonomisinde Dönüşüm, s. 99. 331 Arrighi, “The Global Market”, s. 240. 332 Cox, Production, Power and World Order, s. 279-281. 333 İbid, s. 282.

Page 104: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

94

kapitalist anlayış ile birlikte yeni bir sosyal yapılanmaya işaret eden bir dönem

başlamıştır.

iii. 1980’lerden 2000’e Hegemonya: Yeni Bir Tarihsel Blok Arayışı

1980’lerin başındaki dünya ile günümüz dünyası arasında büyük farklar olduğu ileri

sürülebilirse de, benzer yönlerinin fazlalığı nedeniyle, bu dönem bir başlık altında

incelenebilir. Soğuk Savaşın bitişi, Sovyetler Birliği’nin dağılması ve komünizmin

bir ideoloji olarak toplumları kendine artık cezbedememesi ve yerine ABD’nin

simgesi olduğu kapitalist tüketim kültürünün yaygınlaşması, iletişim teknolojisinin

geldiği aşamalar gibi pek çok örnek farklılık olarak sunulabilir. Fakat bugünü

etkileyen politikaların bir çoğunun temeli 1980’leri işaret etmektedir. Hatta,

günümüz dünyasında aynı politikaların etkisinin tüm dünyaya yayıldığı bir döneme

şahit olunmaktadır.

1979’un son günlerinde, ABD Merkez Bankası’nın başına getirilen Paul

Volcker ile 1980’de iktidara gelen yeni ABD Başkanı Ronald Reagan yaptıkları yeni

tercihlerle bir dönemi başlatmışlardır. 1970’lerin başında yıkılan tarihsel blok, bu

sefer devlet ile sermaye sınıfının ortaklığında yeniden kurulmaya çalışılmış ve gerek

toplum ve devlet, gerekse uluslararası ilişkiler yeniden yapılandırılmaya

başlanmıştır. Bu yeni dönemde finans, ekonomi ve siyaset ile ilgili temel politikalar

yine ABD öncülüğünde veya kendisinin domine ettiği uluslararası kuruluşlar

tarafından belirlenmiş ve uluslararası alanda uygulamaya koyulmuştur. Diğer

devletlerin rızası çoğunlukla gönüllü olarak sağlanırken, Irak, Yugoslavya veya

Somali krizlerinde olduğu gibi bazen güce başvurulduğu dönemlerde olmuştur.

Toplumsal açıdan incelendiğinde, işçi sınıfının, özellikle beyaz yakalı ve

mavi yakalılar arasındaki ayrıma bile gerek kalmayacak şekilde tamamen

parçalandığı, uzmanlık gerektiren işlerde çalışanların kendilerini işçi sınıfından

saymadıkları bir dönem başlamaktadır. Diğer yandan, Cox’un tabiriyle yerleşik-

kurulu işçi sayısında azalmayla birlikte, iş güvencesi bulunmayan ve yaygınlaşan

esnek üretime yönelik çalışma şekilleri ile işçinin iş yeri ile bağlantısı en aza

indirilmektedir. Gill, “piyasa medeniyeti” adını verdiği bu dönemde, sosyal dışlanma

ve sosyal parçalanmayı teşvik eden bir yapının hakim olmaya başladığını ileri

Page 105: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

95

sürmektedir.334 Bunların sonucunda, Batı’daki işçilerin Marx’ın “sınıf bilinci”

kavramından uzaklaştıkları görülmektedir. Artık, özel sektörde çalışan yerleşik

işçiler, kendilerini “vergi veren vatandaş” olarak değerlendirmeye başladıkları

gözlemlenmektedir. Buna bağlı olarak sendikalar gücünü kaybetmektedir. Bu arada,

işsizlik ile yerleşik olmayan işçiler arasındaki bağlar da çeşitli nedenlerle

zayıflamaktadır. Bunların başında, yerleşik olmayan işçilerin, yasal veya yasal

olmayan göçmenler ile kadınlardan oluştuğu bir ortamda, işsizlerin kentlerin

varoşlarında oturan gençlerden oluşması, bunlar arasında bir bağ kurulmasını

zorlaştırmaktadır.335

Bir çoklarının neo-liberal diye açıkladığı bu devlet formunu Cox, “hiper-

liberal devlet” şeklinde betimlemektedir.336 Cox’a göre bu devlet formunun 19.

yüzyıldaki liberal devlet formuna benzer yönleri bulunsa da, özellikle ABD ve

İngiltere’de iktidara gelen Reagan ve Thatcher hükümetlerinin uyguladıkları

politikaların büyük farklılıklar göstermektedir. Gill ise finans ve üretimin

küreselleşmesi nedeniyle, sadece ABD’nin değil, Japonya ve Avrupa Birliği’nin de

makro ekonomi politikalarında hareket serbestilerini kaybettiğini düşünmektedir.337

Fakat bu merkez ülkelerinin makro ekonomi politikalarındaki kısıtlılık, çevre ülkeleri

için özellikle mali piyasalardan ve IMF’den daha büyük baskı anlamına gelmektedir.

1980’lerde ABD Merkez Bankası’nın başında bulunan Volcker, Milton

Friedman’ın mimarı olduğu sıkı para politikasını devreye soktu ve Keynes

döneminde uygulanan talep yönlü politikaların yerine, “monetarizm ile arz yönlü

iktisadın sentezi niteliğindeki bir iktisat politikasını” benimsedi.338 Volcker, faiz

oranlarını artırarak, başta Almanya ve Japonya olmak üzere, uluslararası

piyasalardan fonların ABD’ye akmasını sağladı.339

Bu arada 1980’lerin başında yaşanan iki önemli olay, dünya siyasetini olduğu

kadar dünya ekonomilerini etkiledi. Ortadoğu kaynaklı gelişmelerden ilki, İran’da

ABD yanlısı Şah’ın iktidardan uzaklaştırılması ve dini lider Humeyni önderliğinde

İslami devrimin gerçekleştirilmesi oldu. Bunun ardından, Saddam Hüseyin

334 Stephen Gill, “Globalisation, Market Civilisation, and Disciplinary Neoliberalism”, Millennium: Journal of International Studies, Vo: 24, No:3, 1995, s. 399. 335 Cox, Production, Power and World Order, s. 283-284. 336 İbid, s. 285-286. 337 Gill, “Globalisation, Market Civilisation, and Disciplinary Neoliberalism”, s. 412-413. 338 Sönmez, Dünya Ekonomisinde Dönüşüm, s. 219. 339 Gill and Law, The Global Political Economy, s. 181.

Page 106: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

96

önderliğindeki Irak’ın İran’a savaş açması, dünya siyasetini olduğu kadar, dünya

ekonomisini de etkiledi. Ortadoğu’daki bu gelişmeler üzerine petrol fiyatları 1979’da

24 ABD Dolarına kadar çıkarken, 1980’de 40 ABD Dolarına yükseldi. Bu durum

azgelişmiş ülkelerin yanı sıra, gelişmiş ülkelerin ekonomilerinin durdunluğa

girmelerne neden oldu. Buna ilaveten, 1982’de su yüzüne çıkan azgelişmiş ülkelerin

dış borçlarını ödeyememesi, bu ülkelere borç veren bankaları ve dolayısıyla

hükümetlerin zor durumda kalmasına yol açtı.

Bu gelişmelere karşılık ABD, yukarıda belirtildiği üzere, sıkı para

politikalarını benimsedi. Bu politikaların uygulanmasında neo-liberallerin önerdiği

yöntemlerden biri 1980’lerin başında GSYİH’nın % 30’larını bulan kamu

harcamalarının düşürülmesiydi. İkinci olarak özel girişimciliğin desteklenmesi ve

kamu yatırımlarının verimsiz olduğundan hareketle kamu yatırımlarının özel sektöre

satılarak özelleştirilmesi diğer öneriler arasında yer aldı. Başta çalışma hayatı olmak

üzere, bir çok alanda “kural koymama” veya mevcut kurallardan kurtulma olarak

açıklanabilecek olan “deregülasyon” (deregulation) yöntemi de talep edilen konular

arasındaydı. Dünya piyasalarında yaşanan rekabet nedeniyle, işçi ücretlerindeki

artışların dondurulması ile vergilerin düşürülmesi, neo-liberallerin öne sürdükleri

diğer önlemlerdi.340 Bu arada, Nixon’ın iktidarı döneminde sermaye hareketleri

üzerindeki kontrollerin kaldırılması, Reagan zamanında tamamlandı ve finans

sektörü, özellikle iletişim alanında yaşanan teknolojik gelişmelerle çok daha güçlü

bir hale geldi.341 Sermaye hareketleri üzerindeki kontrolün başlıca sebebi, ulusal

paranın ülke topraklarında yatırıma dönüşmesi ve istihdamın arttırılmasıydı. Fakat

günümüze kadar kapitalizmin gelişiminde rol oynayan temel etkenlerden biri, kâr

haddinin yüksek olması ve buna bağlı olarak sermayenin gelişmesi olmuştur. Bu

nedenle, merkez ülkelerde kâr haddinin düşmesi sermayenin dış piyasalara

dönmesini sağladı. ABD’nin kâr oranları 1970-1979 arasında % 14 civarında

seyrederken, 1985-1989 arasında kâr oranlarının % 17.6’ya çıktı. Bu arada gelişmiş

ülkelerin yanı sıra, borç sarmalında bulunan azgelişmiş ülkeler de sermaye

piyasalarındaki kontrolleri azalttılar ve sermaye çekebilme yarışına girdiler. Bu

340 Arrighi, “The Global Market”, s. 2342-243; Sönmez, Dünya Ekonomisinde Dönüşüm, s. 222-223. 341 Gülten Kazgan, Küreselleşme ve Ulus-Devlet: Yeni Ekonomik Düzen, 3. Baskı, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2002, s. 163.

Page 107: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

97

sermaye sadece kredi imkanlarından değil, aynı zamanda portföy yatırımları, kısa

vadeli yatırımlar ve doğrudan dış yatırımlardan oluştu.342

Böylece 1980’lerin ortalarından itibaren, günlük uluslararası para hareketleri,

hemen hemen yıllık dünya ticaretinin hacmine eş değer hale gelmiştir. Gelişmiş

ülkelerinin milli gelirleri içindeki sermayenin payı da bu dönemden itibaren artış

eğilimine girmiştir. Nitekim, ABD’nin milli geliri içindeki sermayenin oranı, 1970-

1979 arasında % 32.3’den 1959-1989 döneminde % 33.7’ye yükselmiştir.343

Azgelişmiş ülkelerin veya diğer bir tabirle gelişmekte olan ülkeler, bu

dönemde gelişmiş devletlerden büyük oranlarda borçlanmışlardır. Fakat 1980’lerin

başından itibaren azgelişmiş devletler bir borç sarmalına girmişlerdir. Borcun geri

ödenememesi nedeniyle rolü değişen IMF’nin politikalarını uygulamak durumunda

kalmışlardır.344 1970’lerin ortalarından itibaren Ortadoğu ülkelerinin elde ettiği

petrodolarlar büyük Batı bankaları tarafından özellikle azgelişmiş ülkelere

akıtılmıştı. Bu rakam 1973’da 130 milyar ABD Doları civarındayken, 1980’da

toplam 572 milyar ABD Dolarına çıkmış, 1982’da 753 milyar ABD Doları ve

1983’de ise 819 milyar ABD Dolarına tırmanmıştır.345 Daha önce uyguladıkları ithal

ikameci politikaların başarısız olması ve gerek borçlarını ödeyecek, gerekse

teknolojik maların ülkeye girişini sağlayacak olan dövize sahip olamamaları, Türkiye

ve Güney Kore gibi ülkelerin 1980’lerin başında ihracata yönelik büyüme modeline

geçmelerine sebep olmuştur. Fakat esas olarak azgelişmiş ülkelerin borç krizi,

Meksika’nın 1982’da borcunu ödemeyecek hale gelmesi ile patlak vermiştir.346

Meksika krizinin ortaya çıkmasıyla, ABD hükümeti hızlı davranarak,

Meksika’ya yardım etmiş ve bu yardım, 1971 sonrasında aslında görevsiz bir örgüt

haline dönüşen IMF’nin bu ülkelerin borçlarının tekrar döndürülmesini sağlamak

üzere yeni bir misyon üstlenmesine yol açmıştır. Gerçekte, IMF’nin rolünün tekrar

belirlenmesinin hemen öncesine denk gelen 1985’de “Baker Planı” olarak bilinen bir

plan ortaya atılmıştı. Fakat bu planın başarısı için IMF’ye verilmesi gerekli olan

parasal desteği sağlayacak olan ABD Kongresinin isteksizliği, planı başarısızlığa

342 İbid, s. 164. 343 İbid, s. 163. Tablo VII. 344 Gill and Law, The Global Political Economy, s. 183-187; Gilpin, Global Political Economy, s. 272-277. 345 Sönmez, Dünya Ekonomisinde Dönüşüm, s. 243. 346 Gill and Law, The Global Political Economy, s. 182.

Page 108: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

98

uğratmıştı. Plan, 1987’de Baker’in üçüncü dünya ülkelerinin borçları üzerine yeni bir

girişimde bulunmuş ve IMF ile Dünya Bankası’nın borçlar konusunda izleme

sürecine dahil edilmeleriyle tekrar güç kazanmışlardı.347 Bu süreçte IMF’nin temel

görevi, “yapısal uyum programı” (structural adjustment program) olarak

adlandırılan, gerçekte borçlu ülkelerin borç servislerini düzenlemek üzere makro

ekonomi politikalarını dünya ekonomisinin gereksinimlerine uyarlamak olarak

yeniden belirlenmişti. Bu yapısal uyum programları, azgelişmiş ülkelerin

ticaretlerinin ve sermaye piyasalarının serbestleştirilmesini, özelleştirmeyi ve sıkı

para politikası uygulanması gibi önlemleri içermişti. Bu programların bir başka

etkisinin de emeğin değerinin milli gelir payı içinde düşürülmesi olduğu bir ço yazar

tarafından ileri sürülmüştür.348

Böylece başta ABD olmak üzere, merkez ülkelerinin desteklediği neo-liberal

politikalar, IMF ve daha sonra onunla birlikte hareket etmeye başlayan Dünya

Bankası aracılığıyla çevre ülkeleri olarak da adlandırılan azgelişmiş ülkeler üzerinde

tatbik edilmeye başlandı. Öte yandan, uluslararası ekonominin finans kısmını

düzenleyen bu örgütlerin yanında dünya ticaretini düzenleyen bir örgüt bulunması

gerekiyordu. Gerçi GATT süreci uluslararası ticareti düzenlemekle yetkilendirilmişti,

ama GATT’ın bir müzakereler sürecine işaret etmesi ve nihai bağlayıcılığının zayıf

olması, ABD için yeni bir düzenlemeyi zorunlu kılmaktaydı. Bununla bağlantılı

olarak ABD, dünya ticaretinde karşılaşılan sorunları çözmek için daha güçlü bir

platform olarak DTÖ’nün kurulmasında öncü oldu. Ayrıca sadece imalat ticaretini

değil, aynı zamanda çevre, fikri ve sınai mülkiyet hakları ile hizmetler alanını da

içeren GATT’ın Uruguay Müzakelerinde kabul edilen metinlerin denetim

mekanizması için de böyle bir uluslararası platform gerekli görüldü.349 Buradan

hareketle, 1995’de kurumsallaşan DTÖ, ABD için iki alanda özellikle önem kazandı:

Fikri ve sınai mülkiyet hakları ile hizmetler sektörü. TRIPS olarak bilinen Ticaretle

Bağlantılı Fikri ve Sınai Mülkiyet Hakları Anlaşması (Agreement on Trade Related

Intellectual Property Rights) aslında bu iş için daha uygun olan Dünya Fikri ve Sınai

Mülkiyeti Örgütü (World Intellectual Property Organization-WIPO) çerçevesinde

sürdürülmedi ve azgelişmiş ülkelerin karşı çıkmalarına rağmen, kararlarının

347 İbid, s. 184-185; Akalın, “Dünya Ekonomisinde Yönetim Arayışı”, s. 72. 348 Gill and Law, The Global Political Economy, s. 186. 349 Akalın, “Dünya Ekonomisinde Yönetim Arayışı”, s. 68-69.

Page 109: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

99

bağlayıcılığı olan DTÖ’nün kurucu anlaşmasının ekinde yer aldı.350 Daha sonra

1996’da WIPO ile yapılan anlaşma neticesinde, hak ihlalleri ile ilgili konularda iki

örgütün beraber çalışması konusunda anlaşmaya varıldı.351 Bu ortamda, merkez

dışındaki diğer devletler, sermaye hareketlerini kendilerine çekebilmek için sadece

sermaye piyasaları üzerindeki kontrolleri kaldırmamış, aynı zamanda sermayenin

IMF aracılığıyla talep ettiği şartları yerine getirmeye de özen gösterdiler. Aksi halde,

Gill’in ifadesiyle, çok güçlü hale gelen sermaye “yatırım grevi” (investment strike)

yaparak, ülkeden kaçma tehdidinde bulundular.352

Bu dönemin bir başka özelliği yukarıda da bahsedildiği üzere, ulusaşırı

şirketlerin gücünün 1990’lardan itibaren büyük boyutlara ulaşmasıdır. Bu durum bir

çok yazar tarafından bu tür şirketlerin ulus-devleti erittikleri yönünde yorumlara

neden olmaktadır. 1970’lerin başında, ulusaşırı şirketlerin sayısının 10.000 dolayında

bulunduğu ve bunların 30.000 civarında ana ülkenin dışında faaliyet gösteren “yavru

şirkete” sahip olduğu BM’nin istatistiklerince doğrulanmaktadır. İlk zamanlarında

daha çok sınai üretim üzerine yoğunlaşan ulusaşırı şirketler, 1970’lerin sonundan

itibaren hizmetler sektörüne yöneldiği görülmektedir.353 Yine bu dönemde, ulusaşırı

şirketler tarafından gerçekleştirilen doğrudan dış yatırım olarak adlandırılan

yatırımlarda da büyük artışlar gözlemlenmektedir.354 Bir diğer husus ise daha önce

yoğun kâr sağlanan makine-teçhizatın artık kâr oranının düşmesi ve yerine başka

teknolojinin kullanması sebebiyle, bu tür teçhizatların merkezden çevreye

gönderilmesi konusuyla ilgilidir.355 Merkez, teknolojisini geliştirdiği bir üründen

azami ölçüde yararlandıktan sonra, bu teknolojik ürünün çevreye gitmesine izin

vermektedir. Teknoloji, böylece gelişmiş ülkelerde üretilmekte ve azgelişmiş

ülkelere transferi ancak, araştırma-geliştirme (AR-GE) faaliyetlerinin harcamalarının

yanı sıra elde edilen kârın azalmaya başlaması ile birlikte mümkün olabilmektedir.

350 Alkan Soyak, “Küreselleşme, Teknoloji Politikası, Türkiye”, Alkan Soyak (der.), Küreselleşme: İktisadi Yönelimler ve Sosyopolitik Karşıtlıklar, İstanbul, Om Yayınevi, 2002, s. 119. 351 Http://www.wto.org/english/tratop_e/trips_e/trips_e.htm, (Erişim tarihi: 10 Şubat 2004). 352 Gill and Law, The Global Political Economy, s. 186. 353 Sönmez, Dünya Ekonomisinde Dönüşüm, s. 185-186. 354 Hirst ve Thompson, Küreselleşme Sorgulanıyor, s. 81. Doğrudan dış yatırımlar, makine, donanım, teknik bilgi şeklinde olup, parasal sermaye biçiminde yapılmamakta, nakdi sermayenin bankalardan sağladığı kredilerle gerçekleştirilmektedir. 355 Kazgan, Küreselleşme ve Ulus-Devlet, s. 163.

Page 110: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

100

Bu sayede, ulusaşırı şirketler, azgelişmiş ülkelerde eskiyen teknolojilerini

kullanmaya devam ederek, kâr etme sürecini sürdürmektedirler.356

Günümüzde uluslararası ticaretin büyük bir kısmının bu ulusaşırı şirketler

tarafından yerine getirildiği görülmektedir. 1977’de 121 milyar ABD Doları olan

ABD’nin ihracatının 94 milyar ABD Doları ulusaşırı şirketler tarafından sağlanmıştı.

Bu miktarın 33 milyar ABD Doları olan kısmını yavru şirketler gerçekleştirmiştir.

Keza ithalatta da benzer rakamlara rastlanılmaktadır. Ulusaşırı şirketlerin 1977’de

yaptıkları ithalatın 152 milyar ABD Dolarının 42 milyar ABD Doları yine yavru

şirketler aracılığıyla yapılmıştır.357 Sönmez’e göre ABD ekonomisi, 1970’lerin

sonlarından itibaren, ulusaşırı şirketlerin “denetimine” girmeye başlamıştır.

Ulusaşırı şirketlerin bir diğer faaliyet gösterdiği alan da bankacılık

hizmetleridir. 1970’de ABD merkezli 7 en büyük ulusaşırı bankanın kârlarının

% 22’si özellikle azgelişmiş ülkelerden gelirken, bu oran 1982’de % 60’lara kadar

yükselmiştir.358 Bu durum, Cox tarafından uluslararası finansın günümüz “dünya-

hegemonik düzeninin” temel belirleyicisi ve “hegemonik dünya ekonomisinin politik

ve üretimsel örgütlenmesinin temel düzenleyicisi” olarak nitelendirilmektedir.359

Daha önce bu rolü serbest ticaret kavramı oynarken, bugün ticaret yerini yavaş yavaş

finansa bıraktığı görülmektedir. Diğer bir deyişle, artık uluslararası finans, sadece

uluslararası ekonomik düzeni değil, devletlerin içindeki toplumun ve hatta sınıfların

yeniden yapılandırılmasında başrolü oynamaktadır. Ayrıca devletlerin temel olarak

halka sorumlu olduğu (accountability) şeklindeki görüşlerde de kaymalar yaşandığı

görülmektedir. Devletlerin sorumluluğunun artık büyük sermayeye sahip olan

ulusaşırı şirketlere yöneldiği gözlemlenmektedir.

Kısaca, 1980’lerin başından beri, 1950’lerde Batı Avrupa ve ABD’de

kurulmuş olan yeni bir tarihsel blok yerini uluslararası sermayenin önderliğinde yeni

bir tarihsel bloğa devretmektedir. Bu tarihsel bloğun ideolojik yaklaşımının dışlanan

gruplar veya sınıflar tarafından kabul edilip edilmemesi önemli görülmemektedir.

Bunun sebeplerinden biri, dışlanmış bulunan grupların ortak bir kimlik bilincine

sahip olmamasıdır. Bu durum, özellikle küreselleşme karşıtı grupların yaptıkları

356 İbid, s. 169. 357 Sönmez, Dünya Ekonomisinde Dönüşüm, s. 191-192. 358 Gill and Law, The Global Political Economy, s. 187. 359 Cox, Production, Power and World Order, s. 267.

Page 111: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

101

gösterilerde ortaya çıkmaktadır. Bu gruplar anarşistlerden, ırkçı ve koruma yanlısı

milliyetçi gruplara kadar uzanmaktadır. Bu nedenle günümüz için ortak bir paydası

bulunmadığı görülmekte ve bu hareketlerin şu anda başarılı olması zor

gözükmektedir. Diğer yandan sınıf bilincinin daha önce belirtildiği üzere büyük

ölçüde silindiği ve sendikal hareketin parçalandığı bir dönemden geçilmektedir.

Cox’un ifadesiyle, yerleşik işçilerin kendilerini işçi olarak tanımlamadığı günümüz

çalışma hayatında, sendikalar da ne yerleşik işçileri ne de düzensiz ve iş

güvencesinden yoksun çalışan kesimlerin sesi olabilmektedir. Özellikle çevrede yer

alan devletlerin gerek artan işsizliğe karşı çözüm gerekse iç ve dış borç sorunlarını

aşmak için sermaye girişine ihtiyaç duymaları ellerini bağlamakta, bu durum,

ulusaşırı şirketlerin devletler ile pazarlık yapabilme güçlerini artırmalarına

yaramaktadır.

Uluslararası ekonominin yapısı, daha önce olduğu gibi, teknolojik

gelişmelerle merkez ülkelerince ve yine merkez ülke temelli ulusaşırı şirketlerce

belirlenmektedir. Günümüzde, fikri ve sınai mülkiyet hakları artık gelişmiş ülkelerin

temel birikim yöntemini oluşturmaktadır. DTÖ gibi uluslararası örgütler aracılığıyla,

teknolojik gelişim korunmakta ve bunların transferleri engellenmektedir. Diğer

yandan buna sahip olabilmek için yüksek miktarlarda ödeme yapılmasını gerekli

kılacak mekanizmalar üretilmektedir. Bu sayede, merkez ağırlığını korumaktadır.

ABD açısından değerlendirildiğinde ise durum farklı değildir. Aksine, ABD bugün

için dünyanın bir numaralı teknoloji merkezini oluşturmaktadır.

Diğer yandan ABD’nin günümüz hegemonyası Gill’e göre Gramsci’nin

“pasif devrim”ine benzetilmektedir. Çünkü, başta kendi ülkesi içinde oluşturulmuş

bulunan ve sermaye sınıfı ile devletin birliğine dayanan tarihsel blok, toplumun diğer

kesimlerinin onayını almamaktadır. Dünya üzerinde de benzer şekilde ABD

hegemonyasının günümüzde sapmalar olduğunda zor kullanan bir yapıya sahip

olduğu görülmektedir. Ayrıca Irak olayında gözlemlendiği üzere, bazı devletlerin

yanı sıra, toplumların da bilfiil işgale karşı çıkmasının ABD hegemonyasının kırılgan

bir yapıya girdiğine işaret ettiği söylenebilir. Hatta, Irak olayında ABD’nin rıza

arama sürecini birkaç girişiminin ardından göz ardı ettiği ve hegemonyasını

pekiştirmek üzere kullandığı BM’i bile dikkate almadığı gözlemlenmektedir. Bu

Page 112: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

102

nedenle, günümüz uluslararası politikası Gramşici anlamda pasif devrimle

özdeşleştirilmesi mümkündür.

Bir çok yazar, ABD’nin bugün dünya politikasında benimsediği tutumun

hegemonyadan imparatorluğa doğru geçişi ile bağlantılandırmaktadır. Hatta Nye’ın

“Amerikan Gücünün Paradoksu” başlıklı kitabında ABD’nin Roma

İmparatorluğu’nun yerine geçtiğine dair görüşleri bugün realist paradigmanın

akademisyenleri tarafından kabul görmektedir.360 Burada kullanılan “imparatorluk”

kavramının içerik açısından realistlerin hegemonya kavramından çok büyük bir fark

göstermediği anlaşılmaktadır.361 İkisinde de bulunan ortak yön ABD’nin gücünün

belirlenmesinde sadece ekonomik değil, askeri gücünün de temel bir işleve sahip

olmasıdır. Özellikle 2000’nin başından beri iktidarda bulunan George Bush’un 11

Eylül saldırılarından sonra dünya düzeninin yeniden kurulmasında zora başvurmaya

yatkın olması realist paradigmanın akademisyenlerinin daha önceki savları açısından

hegemonya ile imparatorluk kavramları arasında çok büyük bir yenilik

getirmemektedir.

Diğer yandan Bush’un yakın çevresinde bulunan ve “yeni-muhafazakar”

(neo-conservatives) olarak adlandırılan ekibin “Amerika’nın kaosun güçlerini

yenilgiye uğratmak için güç kullanmaya hazır olmalıdır”362 görüşünü benimsedikleri

görülmektedir. Bu nedenle, realist paradigma içinde hareket eden yazarlar ve

akademisyenlerin kullandıkları hegemonya ile imparatorluk aynı kavramlara tekabül

etmektedir. Bu imparatorluğun özellikleri Gramşici hegemonya ile çeşitli konularda

farklılıklar göstermektedir. Mustafa Özel, hegemonya ile imparatorluk arasındaki

farkı şu şekilde ortaya koymaktadır: İmparatorluk, “öteki” güçlere rağmen oluşan bir

durumdur, hegemonya ise “öteki” güçlerin arzusuyla oluşan bir durumu

360 Deniz Ülke Arıboğan, “Güvenliksiz Barıştan, Barışsız Güvenliğe”, Toktamış Ateş (der.), Kartal’ın Kanat Sesleri: ABD Dış Politikasında Yeni Yönelimler ve Dünya, Ankara, Ümit Yayıncılık, 2004, s.49-50; Nye, Amerikan Gücünün Paradoksu, s. 1-2. 361 Theo Farrell, “Strategic Culture and American Empire”, SAIS Review of International Affairs, Vol: XXV, No: 2, Summer-Fall 2005. Niall Ferguson, “The Unconcious Colossus: Limits of (and Alternatives) American Empire”, Daedalus, Spring 2005. 362 Ahmet K. Han, “Tarafsız Olmayan Savaş, Yeni Muhafazakar Komplo (?) ve Bush Doktrini”, Toktamış Ateş (der.), Kartal’ın Kanat Sesleri: ABD Dış Politikasında Yeni Yönelimler ve Dünya, Ankara, Ümit Yayıncılık, 2004, s. 140-141. Burcu Bostanoğlu, “Amerika’da Tarihi Kim Yazacak?”, Panomara Dergisi, Http://www.panomaradergisi.com/mart2004/index.php?dosya=anakonu, (Erişim Tarihi: 13 Nisan 2004).

Page 113: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

103

yansıtmaktadır. İmparatorluklar, rakiplerini ortadan kaldırmaya çalışırken,

hegemonyalar liderlik etmektedirler.363

Michael Cox ise Amerika’nın emperyal politikalara yöneldiğine ilişkin

görüşlere yönelik olarak ABD’nin 1898’deki İspanya-ABD Savaşı’ndan itibaren

“imparatorluk” olarak görüldüğünü, 1945 sonrasında da “süper güç” şeklinde

değerlendirildiğini ve 1990 sonrasında ise “yeni İmparatorluk” bağlamında ele

alındığını ifade etmektedir.364 Cox, imparatorluğun özellikleri açısından ABD’nin bir

imparatorluk olmadığını ileri sürmektedir. Çünkü tarihte imparatorlukların geniş

topraklara hükmettiğini fakat ABD’nin yeni topraklar işgal etmek arzusunda

olmadığını belirtmektedir. Ayrıca Cox, imparatorluğun bütün dünyayı idare etme

veya kontrol etme gibi bir durumun sözkonusu olmadığını belirterek, imparatorluk

fikrinin esas olarak “algılama” ile ilgili olduğunu vurgulamaktadır.365

Doug Stroke, bir çok yazarın 11 Eylül saldırılarının ardından ABD’nin dış

politikasındaki gelişmeler ile ilgili olarak söylenen Amerikan imparatorluğunun

konusunun yeni bir görüş getirmediğini bildirmektedir. Çünkü sözkonusu yazarların

kanıt olarak sundukları serbest piyasa, insan hakları ve demokrasi fikrini

yaygınlaştırma ile bunları askeri güçle tamamlama gibi görüşlerin zaten uzun bir

zamandan beri ABD tarafından izlendiğini belirterek, 1950 tarihli NSC 68 (National

Security Council 68) olarak bilinen belge ile 1992 tarihli 1992 Defense Planning

Guidance belgesinde bu hedeflerin yazılı olarak ortaya konduğunu örnek olarak

vermektedir.366 Hatta bu belgelere ABD’nin NSS 2006 (National Security Strategy)

başlıklı belgesi de eklenebilir. Sözkonusu belgede ABD, benzer politika hedefleri

koyduğu görülmektedir.367 Stroke, William Robinson’un A Theory of Global

Capitalism başlıklı çalışmasına atıfta bulunarak, kapitalizmin sınıraşan niteliği

nedeniyle ABD’nin sınıraşan sermayenin merkezi kurumu şeklinde hareket ettiğini

ve sınıraşan bir kapitalist gündem izlediğini söylemektedir. ABD ordusunun ise

sadece ABD’nin çıkarlarından ziyade, bu sınıraşan sermayenin çıkarlarını korumak

363 Mustafa Özel, “Kapitalist Hegemonyadan Küresel İmparatorluğa”, Fatma Sel Turhan (der.), Küresel Güçler, İstanbul, Küre Yayınları, 2005, s. 5-8. 364 Michael Cox, “Empire’s Back in Town: Or America’s Imperial Temptation Again”, Millenium: Journal of International Studies, Vol:32, No:1, 2003, s. 8-11. 365 İbid, s. 15-21. 366 Doug Strokes, “The Heart of Empire? Theorising US Empire in an Era of Transnational Capitalism”, Third World Quarterly, Vol:26, No:2, 2005, s. 219-224. 367 National Security Strategy of United States of America, Washington DC, 2006.

Page 114: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

104

için hareket ettiğini belirtmektedir. ABD'nin sadece toprakla

bağlantılandırılamayacak bir sınıraşan imparatorluğa döndüğünü ileri süren Stroke,

bu sayede eski imparatorluklardan farklılaştığını düşünmektedir. Bununla beraber,

sınıraşan kapitalizmin küresel piyasalardaki ABD’nin üstünlüğü nedeniyle ABD

çıkarlarına da hizmet ettiğini ilave etmektedir.368

Eleştirel teoriyi savunan akademisyenler ise ABD’nin Yugoslavya,

Afganistan ve Irak olaylarında görüldüğü gibi dünya politikasında zora başvurmasını

hegemonyadan imparatorluğa geçiş olarak yorumlarlarken, realist paradigmanın

benimsediğinden farklı noktalara vurgu yaptıkları görülmektedir. Özellikle eleştirel

teoriyi benimseyen yazar ve akademisyenlerin yaptıkları bu vurgu, Gramşici

anlamda ABD’nin hegemonyasının yıkıldığı ve artık güç kullanmaya daha eğilimli

olan imparatorluğa özendiğini ileri sürmektedirler.369 Sözkonusu yazarlar tarafından

ABD'nin Gramşici hegemonya bağlamında “olmazsa olma koşul” olan onay ve rıza

gibi kavramları dikkate almadığı ve sadece kaba kuvvet ile ilişkilerini düzenlediği

ileri sürülmektedir. Tek taraflı politikaları benimsemeye yöneldiği için ABD'nin dış

politikasının artık hegemonik bir güçten ziyade imparatorluk kavramı ile daha rahat

anlaşılacağı ileri sürülmektedir.

Diğer yandan, ABD yönetiminin özellikle 2000’den itibaren doğrudan güce

başvurmasına ve devletlerin onayını almadan hareket etmesine rağmen, ABD

günümüz dünya politikasını şekillendirmede hâlâ hegemonik bir kültür yaratmaya

yönelik politikalar geliştirmeye çalıştığı ileri sürülebilir. Bu kültürel etkiyi sınıraşan

bir sınıf yaratarak oluşturma ABD’nin hedefi olarak ortaya çıkmaktadır. 1970’lerde

yıkılan tarihsel blok, bugün yerini bir başka oluşuma bırakmaktadır. Bu tarihsel

bloğun ABD’nin hegemonyasını da yenilemeye yönelik olarak fikirsel ve kurumsal

düzeyde çalıştığı görülmektedir. Fikirsel düzeyde yeni-muhafazakârların arkasında

esas olarak Robert Kagan ve William Kristol gibi yazarlar yer almaktadır. ABD’nin

dış politikada gelişmelere paralel olarak nasıl yönlenmesi gerektiği hususunda

görüşlerin ifade edildiği Foreign Affairs dergisinde bu ikilinin yazdıkları Toward a

Neo-Reaganite Foreign Policy başlıklı çalışmalarında 3 temel ilkenin ABD’nin yeni

dış politikasında belirleyici olması gerektiğini ifade etmişlerdir. Buna göre ABD’nin

global hegemonyasının korunması için ilk olarak 1990’larda ABD’nin yıllık 260 368 Strokes, “The Heart of Empire?”, s. 227-228. 369 Wallerstein, Amerikan Gücünün Gerileyişi.

Page 115: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

105

milyar ABD Doları civarında olan savunma bütçesinin 60-80 milyar ABD Doları

civarında arttırılması gerektiği olmuştur.370 İkinci koşul ise Amerikan vatandaşlarının

ABD’nin dışarıda yaptığı askeri operasyonlara gittikçe kayıtsız kalmasının

engellenmesi ve bu kapsamda vatandaşların dış politikaya aktif katılımının (citizen

involvement) sağlanması olduğunu ifade etmişlerdir. Üçüncü koşulun ahlâki açıklık

(moral clarity) olduğunu ifade eden Kristol ve Kagan, ABD’nin ulusal çıkarları ile

uyumlu dış politikasının ahlâki bir temele dayanması gerektiğini savunmuşlardır.

Kristol ve Kagan, bu ahlâki hedefleri ise demokrasi, serbest piyasa ve özgürlüğe

saygı olarak dile getirmişler ve böyle bir dış politikanın benimsenmesinin sadece

muhafazakârlar ve ABD için değil, aynı zamanda dünya için de yararlı olacağını

vurgulamışlardır.371

William Robinson ise benzer şekilde ABD’nin hegemonyasının demokrasi

kavramına daha sık atıfta bulunduğunu ileri sürmektedir. Robinson’a göre ABD,

bütün dünyada aktif bir şekilde demokratikleşmenin gerekliliğini dünya

toplumlarının önüne koymaktadır. Fakat ABD’nin bu demokratikleşme politikası

sadece Wallerstein’ın kullandığı “çevre” (periphery) ve “yarı-çevre” (semi-

periphery) bölgelerinde “düşük yoğunluklu demokrasi” (low-intensity democracy)

talebini içermektedir. Robinson, bu politikanın benimsenmesinin arkasında elit ve

demokratik olmayan yönetimler tarafından üretilen sosyal ve ekonomik

gerginliklerin yatıştırılması yattığını ifade etmektedir.372 Düşük yoğunluklu

demokrasi politikası çerçevesinde çevre ülkelerinde iktidara gelen elitler ise özellikle

küresel finans, küresel üretim, IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası örgütler ve

Trilateral Commission gibi gayri resmi platformlar yoluyla sınıraşan elitler grubuna

dahil edilmekte olduğunu iddia eden Robinson, ABD’nin hegemonyasının kalıcı hale

gelmeye çalıştığını vurgulamaktadır.373

Robinson bir başka çalışmasında küreselleşmeden hareket ederek, ulusal ve

uluslararası düzeyde sermayenin sosyal üretim ilişkileri temelinde bir araya geldiğini

370 William Kristol and Robert Kagan, “Toward a Neo-Reaganite Foreign Policy”, Foreign Affairs, Vol:75, No:4, July/August 1996, s. 20-28; Robert Kagan, “Power and Weakness”, Policy Review, June 2002. Http://www.policyreview.org/JUN02/kagan.html, (Erişim Tarihi: 12 Haziran 2003). Kagan, bu miktarın ABD’nin toplam GSYİH’sının % 3’üne tekabül ettiğini, bunun 1980’lerde % 7’lerde seyreden oranlar ile karşılaştırıldığında düşük kaldığını ifade etmektedir. 371 Kristol and Kagan, “Toward a Neo-Reaganite Foreign Policy”, s. 20-28. 372 William I. Robinson, Promoting Polyarchy: Globalization, US Intervention, and Hegemony, Cambridge, Cambridge University Press, 1996, s. 6. 373 İbid, s. 31-38.

Page 116: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

106

ve küresel finansal kapitalin artık ekonominin her alanında belirleyici hale geldiğini

ileri sürmektedir. Bu finansal kapitalin Marksist anlamda bir sınıfsal niteliğe

büründüğünü kaydeden Robinson, sınıraşan şirketlerin sayısındaki artış, sınıraşan

şirket birleşmeleri veya satın almaları, sınıraşan şirketlerdeki stratejik işbirlikleri gibi

durumları örnek olarak vermektedir. BM Ticaret ve Kalkınma Konferansı

(UNCTAD) raporlarına göre, 1970’de sayısı 2.000 olan sınıraşan şirketlerin sayısının

2000’de 60.000’e ulaştığı, bu şirketlerin 800.000 şubesiyle birlikte 7 trilyon ABD

Doları değerinde üretim ve hizmet ürettiği, toplam yıllık satışlarının 15.7 trilyon

ABD Doları olduğu, ellerinde tuttukları varlıkların değerinin ise 21.1 trilyon ABD

Doları olarak gerçekleştiği görülmektedir. Şirket birleşmeleri ve satın almalarının

incelendiğinde, 1991-1998 arasında ABD’ye 520 milyar ABD Doları civarındaki

doğrudan dış yatırımın % 85’inden fazlasının şirket birleşmesi veya satın alınması

yoluyla geldiğini göstermekte ve sadece 1999’daki şirket birleşmesi veya satın

alınması için harcanan miktarın 1 trilyon ABD Dolarını aştığı ortaya koymaktadır.

Yine sınıraşan şirketlerde stratejik işbirliği sayısında özellikle 1990’ların ikinci

yarısından itibaren hızlı bir artış yaşandığı görülmektedir.374

Robinson’un sözkonusu çalışmasında van der Pijl’in The Making of an

Atlantic Ruling Class ve Gill’in American Hegemony and Trilateral Commission

çalışmaları ile benzer şekilde ileri sürdükleri sınıraşan sınıf kavramına atıfta

bulunduğu görülmektedir. Robinson, küresel kapitalizmin yeni bir tarihsel blok

oluşturulma yolunda olduğunu dile getirmektedir. Bu tarihsel bloğun ulusal düzeyde

değil, küresel düzeyde birikim ve üretim ilişkileri temelinde belirlendiğini ifade

etmektedir. Robinson, sınıraşan şirketlerinin sahiplerinin ve yöneticilerinin ile

sınıraşan finansal piyasaları yöneten kapitalistlerin yanı sıra, IMF, Dünya Bankası,

DTÖ gibi uluslararası örgütlerin bürokrasisi ve elitleri, dünyadaki belli başlı siyasi

partileri, medya organları, merkez ve çevrenin devlet yöneticilerinden oluşan bu yeni

tarihsel bloğun bir sınıraşan hegemonya kurma yolunda önemli mesafe kaydettiğini

açıklamaktadır.

Bugün yaşanan durumun hegemonik bir krize işaret ettiği kabul edilebilir.

Fakat bu hegemonik krizinin tamamen ABD’nin liderlik ve kültürel gücünün bittiği

şeklinde açıklamak tartışmalıdır. ABD’nin günümüz politikası, 1970’lerde yaşanan 374 William I. Robinson, A Theory of Global Capitalism: Production, Class, and State in Transitional World, Baltimore and London, The John Hopkins University Press, 2005, s. 37-73.

Page 117: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

107

kırılmanın ardından, 1980’lerde Reagan’ın iktidara gelmesiyle başlayan neoliberal

politikalar etrafında şekillendiği görülmektedir. 1980 ve 1990’lar boyunca ABD, bu

neoliberal politikaların özellikle ekonomi alanındaki politikaların öncüllüğünü

üstlendiği ve buna göre yeni bir tarihsel bloğun liderliğini yaptığı

gözlemlenmektedir. ABD’nin Kosova örneğinin de gösterdiği üzere 1990’ların ikinci

yarısından itibaren BM gibi uluslararası örgütlerde meşruiyet gibi onay süreçlerini

aramadan harekete geçtiği görülmektedir. Bu dönemde yine de merkez ülkeleri ile

danışma sürecini devam ettiren ABD’nin 2000’lerde özellikle Bush iktidarında ise bu

tek taraflı askeri operasyonlarını sürdürdüğü fakat bu sefer merkez ülkelerinin de

onayını almadan hareket etme eğilimindedir. Kagan, bunun nedeni olarak BM gibi

çoktaraflı örgütlerin karar alma sürecini yavaşlatmasından kaynaklandığını ifade

etmekte ve bu nedenle ABD ile Avrupa arasında anlayış farkının doğduğunu ileri

sürmektedir.375 Fakat Robinson’un da ifade ettiği gibi ABD, yeni yeni belirmeye

başlayan sınıraşan tarihsel bloğun liderliğini yapmakta ve bu tarihsel bloğun

desteğini ise BM gibi resmi kurumlardan ziyade Trilateral Commission, Bilderberg,

Mont Pelerin, Dünya Ekonomik Forumu gibi gayri-resmi platformlar aracılığıyla

elinde tutmaya devam etmektedir.

Fakat bu arada bu yeni tarihsel bloğun kültürel etkisini yaygınlaştırma

amacıyla BM ve uzmanlık örgütlerinde de reform çalışmaları ile dönüşüm süreci

devam etmektedir. Bu bağlamda, Dünya Bankası, UNDP ve UNCTAD gibi BM’nin

uzmanlık kurumlarındaki dönüşüm çabaları ön plana çıkmaktadır. Robinson, bu

kurumların küresel eşitsizliklere sürekli vurgu yapmalarına rağmen, bunun

çözümünün ekonomik liberalizasyondan geçtiğini zımnen ileri sürdüklerini ifade

etmektedir. Özellikle UNDP’nin kendisinin tanımladığı şekliyle kalkınmakta olan

ülkelerde özel sektörün gelişeceği bir yapı inşa etmek ve bunun da küresel iş dünyası

ile bağlantılarını arttırmak olduğunu belirtmesini Robinson, çevre ülkelerin elitlerinin

bu sisteme entegrasyonu amacına uygun düştüğünü belirtmesine yol açmaktadır.376

Bunlara ilaveten Dünya Bankası’nın başına Irak savaşının başlamasında etkili

isimlerden biri olan yeni-muhafazakâr Paul Wolfowitz ile UNDP’nin başına

neoliberal politikaları savunan ve Türkiye’de uygulama imkanı bulan Kemal

375 Kagan, “Power and Weakness”. 376 Robinson, A Theory of Global Capitalism, s. 115-116.

Page 118: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

108

Derviş’in getirilmesi bu dönüşüm çabalarının önemli bir göstergesi şeklinde

değerlendirilebilir.

Bundan dolayı ABD’nin 1970 sonrasında hegemonyası tartışılır hale

gelmesine rağmen, günümüz dünyasında hâlâ fikrî, siyasi, sosyal ve ekonomik

anlamda liderliğini sürdürmekte ve Strange’in belirttiği gibi ABD'nin yapısal gücü

2000’lerde artmaktadır. ABD’nin NSC 68 belgesi ile başlayan süreçte serbest ticaret

ve demokrasinin genişletilmesi kavramları yine ABD’nin önderliğinde dünyayı

şekillendirmeye devam etmektedir. Fikri dünyaya hakimiyetini ABD “beyin göçü”

ile yön vermeyi sürdürdüğü görülmekte ve bilgiye hakimiyeti bu sayede azalmadan

ziyade güçlenmektedir. Neoliberal politikalar dünyanın çeşitli yerlerinde büyük

eleştirilere yol açmasına rağmen, ABD'nin önderliğindeki tarihsel blok, içerdiği sınıf

ve elit gruplarla güçlenerek, kendi kültürünü yaygınlaştırma yolunda büyük

mesafeler kaydetmektedir.

Page 119: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

109

BÖLÜM II

ALT-HEGEMONYA VE ALMANYA

1. Eleştirel Teori Çerçevesinde Almanya

Almanya, özellikle 1990’daki “birleşme”sinin ardından, realist paradigmanın bir çok

yazarı tarafından ABD’ye alternatif olarak görülmeye başlandı. Gerçekten de

Almanya birleşme sırasında gösterdiği isteklilik ve karşılığında gerek kendi

ekonomisine zararı gerekse birleşmenin önündeki Sovyetler Birliği engelini parayla

aşması bir çok akademisyen ve politikacının kafasında soru işaretlerinin belirmesine

yol açmıştır. Ardından da Sovyetler Birliği’nin 1991’in son günlerinde yıkılmasıyla

Almanya’nın tarih sahnesine revizyonist eğilimleriyle tekrar güçlü bir şekilde

dönebileceğine ilişkin görüşlerin arttığı görüldü.377

Almanya’nın eleştirel teori çerçevesinde alt hegemonya olarak

nitelendirilmesi, kendi kültürünü hakim olduğu çevresinde yaygınlaştırması ile ilgili

unsurlar açısından incelenmesi gerekmektedir. Burada kültür kavramı Gramşici

anlamda kullanılmaktadır. Diğer bir deyişle, Almanya, kültürel hegemonyasını AB

düzeyinde kurmaya ve yaygınlaştırmaya başlayan bir devlet olarak ele alınmaktadır.

Bu açıdan Almanya’nın hegemonyası AB düzeyinde uygulanan politikalar

aracılığıyla genişlemektedir. AB’nin genişlemesi ve derinleşmesi ise Alman

hegemonyasının yaygınlaşması anlamına gelmektedir. Bununla birlikte bu Alman

hegemonyasının kasıtlı bir irade sonucu ortaya çıktığı anlamına gelmemektedir.

Almanya’nın siyasi, ekonomik ve sosyal politikalarının ve uygulamalarının AB

düzeyinde yansıma bulması ve diğer üye devletler tarafından uygulanmaya

başlanması (AB Komisyonu’nun zorlaması ile olsa bile), bu hegemonik kültürün

oluşmasına ve yaygınlaşmasına katkıda bulunmaktadır.

377 John J. Mearsheimer, “Back to the Future: Instability in Europe after the Cold War”, International Security, Vol:15, No:1, Summer 1990; Waltz, “The Emergent Structure of International Politics”, s. 62-64.

Page 120: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

110

Almanya’nın alt hegemonik gücünü belirleyen unsurlar arasında AB ve AB

üyesi ülkeler düzeyindeki federalist siyasi sistem modeli ve hukuki sisteminin yanı

sıra, göç ve mülteciler için merkezi konumunda olması, sosyal market ekonomik

modeli378 özellikle AB’ye yeni katılan bölge ülkeleri için model oluşturması olarak

sayılabilir. 379

Almanya’nın birleşmesinin ardından, AB kapsamında 1991’de imzalanan

Maastricth Antlaşması ve 1992’nin ilk günü yürürlüğe giren “Tek Pazar” (Single

Market) ile Almanya’nın dış politikadaki ağırlığının arttığına ilişkin görüşler

özellikle realist paradigmanın akademisyenleri arasında yaygınlık kazanmaya

başlamıştır. 1990’ların ikinci yarısından itibaren gündeme gelen AB’nin genişleme

politikasının tamamen Almanya’nın tarihsel bağlamı ile ekonomik çıkarları

doğrultusunda geliştiği de dile getirilmiştir.380 Bütün bu gelişmelere rağmen

1990’ların başlarındaki dünya politikasını değiştiren bu olayların ardından yaklaşık

15 yıl geçmesine rağmen Almanya’nın dünya politikasında kendi üstünlüğünü

empoze edecek bir dünya düzeni kurma yolunda olduğuna veya revizyonist

politikalar izlediğine dair gelişmelerin olduğunu ileri sürmek çok iddialı bir yaklaşım

olarak değerlendirilmektedir.

Almanya, dünya politikasında söz sahibi devletler içinde en önemlilerinden

biridir. O zaman Almanya’nın dünya politikasındaki durumu nasıl

değerlendirilmelidir? Buna bakmak için yine Cox’un kullandığı ve birbirleriyle

etkileşim içinde bulunan ve birbirlerini sürekli olarak değiştirebilme kapasitesine

sahip üç kategori (maddi yeterlikler, fikirler ve kurumlar) ve üç düzlem (üretim şekli,

devlet ve dünya düzenleri) ile açıklamak gerekmektedir.

378 Markovits and Reich, “Should Europe Fear the Germans?”, s. 284. Markovits ve Reich, Almanya’nın bu ekonomik modelinin özellikle 1 Mayıs 2004 tarihinde AB’ye katılan ülkeler başta olmak üzere, Fransa gibi Batı Avrupa ülkelerinin çoğunun taklit ettiği bir ekonomik model olarak görüldüğünü ifade etmektedirler. 379 İbid, s. 279-281. Özellikle Gramsci’nin hegemonya teorisinden yola çıkan Markovits ve Reich, bu hegemonik yapının doğmasının Almanya’nın siyasi liderlik üstlendiği veya üstleneceği anlamında düşünülmemesi gerektiğini ısrarla belirtmektedirler. Bu durumun sadece Almanya’nın uyguladığı politikaların başarısından ortaya çıkan bir durum olduğunu ifade etmektedirler. Ayrıca, sözkonusu yazarlar, günümüz Almanya’sının geçmişteki Almanya’dan farklı nitelikler taşıdığını belirterek, günümüz Almanya’sının “iyi” olarak nitelendirmenin yerinde olacağını savunmaktadırlar. 380 Bu konuda çok sayıda makale bulunmaktadır. Bunların önemli bir bölümü German Politics başlıklı dergide yer almaktadır. Thomas Banchoff, “German Policy Towards the European Union: The Effects of Historical Memory”, German Politics, Vol: 6, No:1, April 1997; Ann L. Phillipps, “The Politics of Reconciliation: Germany in Central-East Europe”, German Politics, Vol: 7, No:2, August 1998; Wolfang Wessels, “Germany in Europe: Return of the Nightmare or towards an Engaged Germany in New Europe?”, German Politics, Vol: 10, No:1, April 2001.

Page 121: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

111

2. Almanya’nın Maddi Yeterlikleri

Almanya, 2004 sonu itibariyle 82.5 milyon nüfus ve 350 bin kilometre karelik bir

yüzölçümüne sahip, Avrupa kıtasının tam ortasında yer alan bir devlettir. Ekonomik

göstergeler açısından dünyanın üçüncü büyük ekonomisine sahiptir.381

Almanya, II. Dünya Savaşı’nın ardından ABD’nin “Marshall Yardımları”nın

yanı sıra, aldığı ekonomik kararlarla birlikte ekonomik kalkınma temel alınarak

yapılan reformlar sayesinde kendi ekonomisini toparlama imkanı bulmuştur. Döviz

kuru-yeni para birimi reformu gibi sanayi lehine olan “güdülü” (organized) arz

yönelimli politikaların esas amacı uygun bir yatırım iklimi yaratma ve ekonomik

altyapının tekrar inşası olmuştur.382 Enflasyonu da 1952’de % 2’lerin altına

indirmeyi başaran Almanya, 1950’ler boyunca ekonomik kalkınmasını % 8’lerin

üzerinde tutmayı başarmıştır. Bu dönem Alman ekonomik mucizesi

(Wirtschaftswunder) olarak adlandırılmıştır.

Kapitalizmin altın çağı olan 1960’larda Almanya, reel GSYİH’sı ortalama

olarak yılda % 4.5 oranında artarken, 1970’lerde petrol krizi ile birlikte bu oran

% 2.8’e düştü. 1980’lerde yaşanan II. petrol krizi ile birlikte Almanya’nın GSYİH

artış oranı yıllık % 2.3 olarak gerçekleşirken, 1990’larda Doğu Almanya

Cumhuriyeti ile birleşmenin ekonomiye getirdiği ek yük ile yıllık büyüme ortalama

% 1.6’ya geriledi. Almanya’nın 2000’lerin başındaki ekonomik performansında

düşüşün devam ettiği görüldü. 2001’de Almanya’nın reel GSYİH büyüme oranı

% 0.8 olarak gerçekleşmiş, 2002’de % 0.2 civarında olan bu düşüş eğiliminin devam

ettiğini göstermiştir. 2003’de GSYİH’sı -% 0.1 oranında küçülmüştür.383 Bütün

bunlara rağmen 2003 itibariyle GSYİH’sı 2 trilyon 400 milyar ABD Doları ile

dünyanın üçüncü büyük ekonomisi olarak global ekonomi içindeki yerini almıştır.

Bunlara ilaveten, Almanya 2003’deki 750 milyar ABD Doları civarındaki ihracatı ve

381 (Http://www.destatis.de/basis/e/vgr/vgrtab1.htm (Erişim Tarihi: 21 Mart 2005). İstatistik ve veriler, Federal Almanya İstatistik Bürosundan alınmıştır. 382 Christopher S. Allen, “From Social Market to Mesocorporatism to European Integration: The Politics of German Economic Policy”, Michael G. Huelshoff, Andrei S. Markovits, Simon Reich (derl.), From Bundesrepublik to Deutschland: German Politics After Unification, Ann Arbor, University of Michigan Press, 1993, s. 62. 383 Jens Dallmeyer, Antje Stobbe, Reviving The German Economy: A Domestic Imperative and A Windfall Gain for the Transatlantic Partnership, AICGS Policy Report 12, American Institute for Contemporary German Studies, Washington, The John Hopkins University, 2004, s. 17.

Page 122: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

112

600 milyar ABD Doları geçen ithalatı ile yine dünyanın üçüncü büyük ticari devleti

olmuştur.384

Almanya’nın ekonomik durumu ABD ile karşılaştırıldığında, alternatif

oluşturacak ekonomik bir büyüklüğe sahip olduğu görülmektedir. Bununla beraber

Almanya’nın hegemonya bağlamında düşünüldüğünde alternatif bir ekonomik

sisteme sahip olmadığı görülmektedir. Almanya, ekonomik sistem olarak kapitalizm

ve serbest ticaret kavramını benimsemiş bir devlettir. ABD’nin hegemonik kültürünü

yaygınlaştırmasında kullandığı en önemli araç olan kapitalizm, Almanya için de

temel bir role sahiptir. Bu nedenle ekonomik sistem olarak ABD’nin ekonomik

sistemine Almanya yeni bir alternatif getirmemektedir. Bununla birlikte Alman

ekonomik sistemi kapitalizm içinde farklı bir niteliğe sahiptir. Bu nitelik,

Almanya’nın 19. yüzyıl içinde gerek Alman devletlerinin siyasi birleşmesi ve Alman

kimliğinin yaratılması gerekse sanayileşmiş ülkeleri yakalama amacıyla ulusal bir

ekonomi oluşturulması düşünceleri çerçevesinde gelişen ve hâlâ Almanya’nın

ekonomik konulardaki temel mantığını yansıtan ekonomik kültürüdür. II. Dünya

Savaşı sonrası “sosyal market ekonomisi” olarak adlandırılan kavram çerçevesinde

gelişen bu ekonomik kültür, kapitalizmi kökten reddetmemekle birlikte kapitalizmin

bireyselci ve “herşeyin kendi akışına bırakıldığı serbest piyasa” anlayışına karşı

durmaktadır. Bununla birlikte sosyal piyasa ekonomisi daha çok serbest piyasa

kavramını devletle birleştiren bir orta yol olarak algılanmaktadır.385

Modell Deutschland,386 “güdümlü kapitalizm” (managed capitalism),387

“örgütlü kapitalizm” (organized capitalism) ve “Ren ekonomisi” gibi çeşitli

kavramlarla tanımlanan Alman sosyal market ekonomisinin gelişimi ancak

Almanya’nın tarihsel perspektifi içinde açıklanabilir. Almanya’nın ulusal birliğini

Britanya ve Fransa örneklerine göre geç kurmasının entelektüel kesimi ve devleti

kuran hakim unsur Prusya bürokrasisini derinden etkilediği açıktır. Alman birliğini

384 Http://www.destatis.de/basis/e/vgr/vgrtab1.htm, (Erişim Tarihi: 21 Mart 2005). 385 Kenan Dağcı, Avrupa Birliği ve Kapitalizm: Almanya, İngiltere ve Türkiye Perspektifleri, İstanbul, Tasam Yayınları, 2005, s. 46. 386 Bazı yazarlar, Modell Deutschland kavramını sosyal piyasa ekonomisi ile özdeşleştirirken, bazıları sadece Schmidt döneminin ekonomik modeli olduğunu savunmaktadır. Bakınız Allen, “From Social Market to Mesocorporatism to European Integration”, s. 61-76. Yazarların büyük çoğunluğu yine de Alman sosyal piyasa ekonomisini günümüzde hâlâ etkisini sürdüren bir model olarak nitelendirmektedirler. 387 Susanne Lütz, “From Managed to Market Capitalism? German Finance in Transition”, German Politics, Vol.9, No:2, August 2000, s. 149.

Page 123: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

113

kurmanın yegâne yolunun korumacı esaslara dayanan bir kapitalist sistemin Alman

prensliklerinde gerçekleştirilmesini savunan entelektüeller ve bürokrasi, bu amaca

yönelik olarak politikalar geliştirmişler ve uygulamışlardır. Buna ilaveten,

Almanya’da özellikle 19. yüzyılın ortalarından itibaren Avrupa’daki çalışma

koşullarının ağırlığıyla birlikte gelişen ve özellikle 1848 devrimiyle beliren işçi sınıfı

arasında yaygınlaşan Marksizm düşüncesi etrafında oluşan grubun yanı sıra, 1830 ve

1848 devrimlerinin de yarattığı kaosun etkisiyle kendilerini muhafazakâr ve

milliyetçi olarak tanımlayan kesimin de benzer şekilde kapitalizme karşı oldukları

belirtilmelidir.388 Hatta Almanya’daki liberallerin kapitalizmi benimsememeleri

nedeniyle Marx tarafından “gerici” olarak tanımlanmaya maruz kaldıkları

görülmektedir.389 Aslında Almanya’daki liberallerin tarihsel olarak güçsüz

olmalarının yanı sıra 1848 devrimleri ile ortaya çıkan komünist tehdit nedeniyle bu

kesimin farklı bir tutum içine girmek zorunda kaldığı kabul edilmektedir. Bu görüşe

göre Almanya’da liberaller bu dönemde serbest ticaret gibi öğeleri desteklemekten

ziyade, kendilerini devletle özdeş olarak nitelendirmişlerdir.390 Diğer yandan

kapitalizmden “nefret” ile bahsedilmesine rağmen, Alman entelektüelleri tarafından

Alman milletinin “yaratılması” için temel kavramlardan biri olarak kullanıldığı da

görülmektedir.391

Görüşleri ile sadece o günkü Alman devletlerini değil, İngiltere ve Fransa gibi

devletleri de etkileyemeyi başarmış olan Friedrich List, Alman ekonomik

milliyetçiliğinin oluşturulmasındaki temelindeki isimlerin başında gelmektedir.392

List’e göre Almanya’nın ekonomik olarak gelişmesi için önünde iki strateji vardı:

Bunlardan biri koruyucu gümrük tarifeleri ile imalat sanayinin gelişmesinin

sağlanması idi. Eğer bu strateji uygulanmazsa, İngiltere’nin çıkarına olan serbest

ticaretin Alman ekonomisini olumsuz etkilemesi kaçınılmaz olacaktı. İkinci strateji

ise milliyet kavramının gelişmesinin temel unsurlarından biri olan ulaşım ile

388 Mark Allison with Jeremy Leaman, Stuart Parkes and Barbara Tolkiehn, Contemporary Germany: Essays and Texts on Politics, Economics and Society, Edinburgh, Pearson Education, 2000, s.149; Harold James, Alman Kimliği: 1770’den Bugüne, (Çev. İsmail Türkmen), İstanbul, Kızıl Elma Yayınları, 1999, s. 202-203. 389 James, Alman Kimliği, s. 202-203. 390 Baskın Oran, Atatürk Milliyetçiliği: Resmi İdeoloji Dışı Bir İnceleme, 3. Basım, Ankara, Bilgi Yayınevi, 1988, s. 33. 391 James, Alman Kimliği, s. 67. 392 İbid, s. 67.

Page 124: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

114

ilgiliydi.393 Esas mesleği demiryolu işletmeciliği olan List, bunun önemini şöyle dile

getirmekteydi: “Biz Almanlar için yaygın bir demiryolu sisteminin en önemli tarafı

ne finansal, hatta ne de ekonomiktir, en önemlisi siyasal yönüdür.”394

Alman tarihçisi Harold James, milliyet bilincinin geliştirilmesi ve milli

birliğin sağlanması için sadece 19. yüzyıl içinde değil, 20. yüzyılda da sık sık

“ekonomik gelişme” kavramına atıf yapıldığını söylemektedir.395 Bu nedenle

kapitalizmin ABD versiyonu ile olmasa da, Alman entelektüellerince ulusal birliğin

ve kimliğin gerçekleştirilmesi için temel bir araç olarak algılandığı görülmektedir.

Almanya’da kapitalizmin gelişiminin 18. yüzyılın sonlarından itibaren

başladığı ileri sürülse bile, 1830’lardan itibaren ulaşımın ucuzlaması ile birlikte hız

kazandığı ve esas olarak 1840’dan itibaren gerçek anlamda başladığı kabul

edilmektedir.396 Bu dönemde, özellikle Saksonya’daki tekstil fabrikaları ile demir ve

kömür üretimi sayesinde başlatılan iddialı demiryolu politikası çerçevesinde

endüstrileşmenin hız kazanmaya başladığı görülmektedir. Fakat Almanya’nın gerek

sermaye oluşumu gerekse imalat üretimi ile teknoloji bakımından tam bir kapitalist

ekonomiye sahip olması, Prusya önderliğinde 1870’de kurulan birleşik Almanya

dönemine rastlamaktadır.397

Aynı dönemlerde tarım üretiminde de düşüşler göze çarpmıştır. Aslında bu

durum, eski düzenin yerini yeni bir düzen alması sayesinde gerçekleşmiştir. Kırsal

kesimde dönüşen sosyal ve üretim ilişkileri özellikle 1848’de Avrupa’yı baştan başa

saran devrim hareketleri neticesinde oluşmuştur. Diğer yandan Alman birliğinin

kurulmasının hemen ardından patlak veren 1873 ekonomik buhranı korumacılığın

önemini göstermiştir. List’in kitapları artık bu dönemde gözdeler arasında yer almaya

başlamıştır. 1879’da Bismarck, ekonomik hayatta yaşanan bu gelişmeler karşısında

gümrük tarifelerini yükseltmiş ve içeride çok fazla olan üretimi Geoff Eley’in

tabiriyle “sosyal emperyalizm”e yönelerek dışarıya aktarmaya çalışmıştır. Bunu

393 Oran, Atatürk Milliyetçiliği, s. 31-32. Oran, çalışmasında doğrudan ulaşım kelimesini kullanmamaktadır. Ancak, Oran’ın kullandığı “pazar birliği” kavramının geniş bir coğrafik düzeyde ele alınması gerektiği açıktır. Bu sayede pazar birliği ancak ulaşım ağlarının kurulması ile mümkün olabilir. 394 Friedrich List’ten aktaran James, Alman Kimliği, s. 68. 395 David Blackbourn, The Long Nineteenth Century: A History of Germany (1780-1918), New York and Oxford, Oxford University Press, 1998, s. 177. 396 James, Alman Kimliği, s. 67. 397 Blackbourn, The Long Nineteenth Century, s. 177-178.

Page 125: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

115

yaparken Bismarck, içeride yükselen gerginliği dizginlemek ve sosyal-siyasi

statükoyu korumak için Avrupa dışında toprak kazanmanın yollarını aramıştır.398

II. Dünya Savaşı’nın ardından Merkez Partisi’nin (Zentrum) yerine kurulan

ve muhafazakârların ve merkez sağın partisi konumundaki Hıristiyan Demokrat

Birliği (Christlich Demokratische Union-CDU) kapitalizmin serbest piyasa ilkesinin

yerine, daha farklı bir söylem geliştirmiştir.399 1947’de “Ahlen Programı” olarak

bilinen ve anti-kapitalist bir program üreten CDU, 1949 yılında yapılan ilk

seçimlerde Ahlen Programı’nın yerine “üçüncü yol” veya “orta yol”

adlandırılabilecek bir söylemle seçime katılmak durumunda kalmıştır. Bu tarihten

itibaren “sosyal piyasa ekonomisi” olarak bilinen bu yapı, Hıristiyanlık dayanışması,

medeni haklar, anti-kollektivizm, anti-tekelcilik ile devletin rolünün kısıtlı ama

hayati olduğu temel ilkeleri üzerine kurulmuştu.400 Özellikle Katolik kilisesinin

dayanışmanın ekonomik liberalizm ile ters düştüğünü ve Protestan etiğinin ise

sosyalist fikirlerle benzerlikleri taşıdığı ileri sürülmüş ve bu nedenle yeni Alman

Anayasasına muhafazakârların talepleri ile sosyal politika maddeleri eklenmiştir.401

1973’de CDU’nun başkanlığına seçilen muhafazakâr Helmut Kohl’un

1982’de iktidara gelmeden önce ve iktidarı boyunca söylemlerinde sosyal piyasa

ekonomisine çok değer verdiği görülmektedir. Ona göre sosyal piyasa ekonomisi, iş

yaratıcı, işsizlik azaltıcı, çevre koruyucu, vatandaşlarına sosyal güvenlik sağlayıcı ve

uluslararası rekabetçi bir ekonomide hareket kabiliyetini artırıcı bir ekonomik model

anlamına gelmektedir. Dönemin Cumhurbaşkanı Weizsaecker ise bu ekonomik

model sayesinde Almanya’nın AB içinde en fazla sosyal refaha pay ayıran devlet

398 Geoff Eley, “Bismarckian Years”, Gordon Martel (der.), Modern Germany Reconsidered:1870-1945, London and New York, Routledge, 1992, s. 3-5. 399 CDU’nun parti başkanı Angela Merkel, Almanya’nın dünya ile rekabette artık sosyal unsurların ek bir yük getirdiğini ileri sürmüş ve seçim öncesi yaptığı konuşmalarda bu yüklerin azaltacağına dair ifadeler kullanmıştır. Kullandığı üslup ile Merkel, Avrupa’nın Reagan’ı olmaya aday olmaktadır. Fakat, 18 Eylül 2005 tarihinde gerçekleşen seçimlerde Alman toplumu üzerinde çok etkili olmadığı görülmüş ve SPD ile “Büyük Koalisyon”a zorlanmıştır. Merkel’in ileri sürdüğü “neoliberal” görüşlerin Almanya’nın hem kendi ülkesinde ve hem de AB üye ülkelerinde yaydığı sosyal ilkelerle çeliştiği görülmektedir. Bu nedenle CDU’nun, koalisyonun ana ortağı olmakla birlikte çalışanların kazanılmış haklarında gerilemeye yönelik düzenlemelerden ve Alman ekonomisine özellikle işverenlerine yeni ilave yükler getirmekten kaçınacağı düşünülmektedir (CDU’nun bir de Bavyera kolu vardır. Bu parti, Hıristiyan Sosyal Birlik (Christlich Soziale Union-CSU) olarak adlandırılmaktadır ve temel olarak Katoliklerin partisi olmakla birlikte CDU ile benzer görüşlere sahiptir). 400 Allison, Contemporary Germany, s. 149-150 401 Eric Owen Smith, The German Economy, London and New York, Routledge, 1994, s. 5.

Page 126: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

116

olduğunu ifade etmektedir.402 Sosyal piyasa ekonomisi kavramının bir çok yazar

tarafından çok iyi bir marka olarak nitelendirildiği görülmektedir. Esasında

Roosevelt’in geliştirdiği New Deal politikasına karşı oluşturulduğu ileri sürülen

sosyal piyasa ekonomisinin özellikle rekabet politikası ve kartelleşme ile mücadele

de çok yetersiz kaldığı ifade edilmektedir. Bu nedenle sosyal piyasa ekonomisinin

daha çok retorikte kaldığı bir çok yazar tarafından ileri sürülmektedir.403 Özellikle

kartelleşme konusunda sosyal piyasa modeli çerçevesinde ileri sürülen tezlerin

aksine hareket edildiğini ileri süren görüşe göre 1960’lar ile 1970’ler ülke içinde ve

1990’lar ise global düzeyde çok sayıda şirket birleşmesinin yaşandığı yıllar olarak

tarihe geçmiştir. Diğer yandan bu birleşmeler, 1990’ların küreselleşen ekonomisinde

Alman şirketlerinin global düzeyde rekabet gücünü daha da artıran bir unsur olarak

belirmiştir.404

Bu durumda Alman ekonomisinin sahip olduğu genel özelliklerinin

incelenmesi yararlı olacaktır. En başta Alman ekonomisinde karar alma süreci bir

çok devletten farklı gelişmektedir. Altı aktör ekonominin planlamasında rol

almaktadır: Federal hükümet, eyaletler (Lander), Alman Merkez Bankası

(Bundesbank), bankacılık sektörü, şirketler ve sendikalar.405 Burada en önemli

gruplardan birinin bankacılık sektörü olduğu bilinmektedir. Almanya’da bankacılık

sektörü ile sanayi ve yatırım politikaları arasında çok yakın bir ilişki bulunmaktadır.

Çünkü bankacılık sektörü bir çok büyük şirketin aynı zamanda sahibi olarak hareket

etmekte ve Alman ekonomisini yönlendirmektedir. Bankacılık sektörünün

Almanya’da üç temel özelliği bulunmaktadır: Alman bankacılığı üç büyük ticari

banka tarafından domine edilmektedir: Deutsche Bank AG, Dresdner Bank AG,

Commerzbank AG. Bununla birlikte her ne kadar özel sektör bankaları piyasanın

önemli bir kesimine hitap etseler bile, bir çok bankanın sahibi aslında kamu otoritesi

ile kooperatif bankacılık sistemidir. Diğer yandan bu üç büyük bankaya bağlı

kurumlar geniş bir ticari ve yatırım bankacılığı hizmeti sunmaktadır. Son olarak bu

üç büyük banka Alman ekonomisinin ve bilhassa sanayisinin belirleyicisi

niteliğindedir.406

402 İbid, s. 18-19. 403 İbid, s. 5. 404 Allison, Contemporary Germany, s. 151-152. 405 Smith, The German Economy, s. 12. 406 İbid, s. 319.

Page 127: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

117

Her ne kadar Alman akademisyenlerin bir çoğu sosyal piyasa ekonomisinin

bir dünya görüşü (Weltanschauung) olmadığını kabul etseler de, bu ekonomik

modelin bireylere daha çok kişisel sorumluluk ve özgürlük verdiğini iddia ettikleri

görülmektedir.407 Alman ekonomisiyle ilgili olarak söylenebilecek bir başka husus

ise Alman ekonomisinin aslında Christopher Allen’in “makro korporatizm”, William

Graff’ın ise “yarı-korporatizm” (quasi-corporatism) olarak adlandırdığı ve

Avrupa’da çok yaygın bir şekilde uygulama alanı bulan bir tür korporatist yapının

ürünü olduğudur.408

Özetle, Almanların ürettikleri bu sosyal piyasa modeli, serbest piyasa

kavramının tam hakim olmadığı fakat bu sayede Almanya’da farklı bir ekonomik

kültür yarattığı ileri sürülebilir. Böylece üretilen ekonomik kültürün tarihsel

kökenlerinden ayrı olarak düşünmenin imkansız olduğu görülmektedir. Bu tarihsel

çerçevede devlet, temel bir fonksiyona sahiptir. Devlet ekonomiye kendi çıkarları

doğrultusunda müdahale ederek, sosyal sorumluluğu birey ve şirket ile kendisi

arasında paylaştırmaktadır. Alman ekonomisi bu şekliyle korporatist bir ekonomik

model olarak algılanabilir. Bu nedenle Almanya’nın ekonomik gücünün altındaki

fikri temellerin önemi daha net bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Diğer bir deyişle,

Alman ekonomisinin tarihsel süreç içerisinde kendi toplumsal yapısının ve gerek

entelektüel gerekse devlet adamları gibi ileri gelenlerinin düşüncelerinin bir sentezi

olarak bugünkü gücünü elde ettiği ifade edilebilir.

Peki, bu durumda Alman ekonomisinin alt-hegemonya açısından Avrupa

Birliği üyesi ülkelerdeki etkisi nedir? Bunun için ilk olarak AB mevzuatını

incelemek yerinde olacaktır. Her şeyden önce, korporatist ekonomik anlayış zaten

kıta Avrupa’sının temel özelliklerinden birini oluşturmaktadır. AB düzeyinde

çıkarılan AB mevzuatı ile “ekonomik ve parasal birlik” bu anlayışı çok iyi

yansıtmaktadır.409 Maastricht Antlaşması’nın ardından parasal birliğin sert koşulları

nedeniyle 1996 yılında benimsenen “İstikrar ve Büyüme Paktı”nın daha önce

Almanya’da aynı adla bir kanun şeklinde düzenlendiği görülmektedir. Bu kanunun

407 İbid, s.18. 408 Allen, “From Social Market to Mesocorporatism to European Integration”, s. 61-76; William D. Graff, “Introduction”, William D. Graff (der.), The Internationalization of the German Political Economy: Evolution of A Hegemonic Project, London and New York, Routledge, 1994. 409 Eric Owen Smith, “The German Model and European Integration”, Klaus Larres (derl.), Germany Since Unification: The Domestic and External Consequences, Macmillan Press, London, 1998, s. 152-153.

Page 128: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

118

çıkmasında, Federal Alman Merkez Bankası Bundesbank’ın rolünden özellikle

bahsedilmelidir. Özerk bir yapısı olan Bundesbank, sıkı para politikasının baş

uygulayıcılarından biridir. Bunun tarihsel sebepleri bulunmaktadır; II. Dünya Savaşı

sonrasında Merkez Bankası’nın sıkı para politikası sayesinde Almanya’nın

enflasyonist baskıdan kurtularak, düzlüğe çıkması bundan sonraki politikaların da

yönünü belirleyen temel etken olmuştur.410

Alman ekonomik yapısının etkisi sadece ekonomik değil sosyal politikaya

yönelik olarak düzenlenen AB mevzuatında da görülmektedir. Almanya’nın en

övünç duyduğu konulardan biri olan işletme düzeyinde çalışanların bilgilendirilmesi

ve onlara gerekli görülen konularda danışılması hususunun AB çapında da çeşitli

direktiflerde yer aldığı ve benimsendiği görülmektedir.411 Bunların başında gelen ve

görece yeni 2002/14/AT sayılı direktif doğrudan çalışanların bilgilendirilmesini ve

danışılmasını öngörmektedir.412 Bir diğer benzer olan direktif ise 1994’de çıkmış

olan 94/45/AT sayılı Avrupa çapındaki işletmelerde örgütlenmesi gereken çalışma

meclisine ilişkindir.413 Bir başka konu ise AB düzeyinde “yumuşak hukuk” (soft law)

olarak nitelendirilen ve daha çok bir strateji bağlamında ele alınan yoksulluk ile

istihdam konularıdır. Özellikle istihdam ve işsizlik konusunun Kohl tarafından başta

Almanya’nın AB dönem başkanlığını yaptığı Essen Zirvesi olmak üzere, bir çok AB

Zirvesi’nde gündeme getirilmiş olduğu görülmektedir.414 En sonunda 1997’de

Lüksemburg’da düzenlenen “Olağanüstü AB Zirvesi”nin temel konusu yine istihdam

ile işsizlik olmuş ve AB Komisyonu nihayet bu konuda “Avrupa İstihdam Stratejisi”

olarak bilinen stratejiyi geliştirmiştir.415

Almanya’nın ekonomik kültürünü yansıtan bir başka konu ise artık sosyal

politika ile ekonominin birbirinden ayrı olmadığına ilişkin görüşün tüm AB üyesi

410 İbid, s.151-153. Bundesbank’ın internet sitesinde özellikle İstikrar ve Büyüme Paktı”nın delinmemesi yolunda yaptığı uyarılar için bakınız, Http://www.bundesbank.de/download/ volkswirtschaft/monatsberichte/2005/200504mb_en.pdf, (Erişim Tarihi: 28 Kasım 2005). 411 İbid, s.153. 412 Http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=CELEX:32002L0014:EN:NOT, (Erişim Tarihi: 28 Kasım 2005). 413 Http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=CELEX:31994L0045:EN:NOT, (Erişim Tarihi: 28 Kasım 2005). 414 European Council Meeting on 9 and 10 December 1994, Presidency Conclusions, Http://www.consilium.europa.eu/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/en/ec/00300-1.EN4.htm, (Erişim Tarihi: 28 Kasım 2005). 415 Extraordinary European Council Meeting on Employment, Luxembourg 20 and 21 November 1997, Presidency Conclusions, Http://www.consilium.europa.eu/ueDocs/cms_Data/docs /pressData/en /ec/00300.htm, (Erişim Tarihi: 28 Kasım 2005).

Page 129: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

119

ülkelere yayılmasına ilişkin oluşan genel kanaat ve uygulamadır. AB Komisyonu

artık sosyal veya ekonomik herhangi bir alanla ilgili olarak hazırlanan bütün taslak

metinleri ilgili tüm sosyal ve ekonomi birimlere ve komitelere göndererek görüş

almakta ve bunun ardından oluşan uzlaşmayla birlikte yayınlamaktadır.

Görüldüğü üzere Almanya kendine has özellikler taşıyan ekonomik kültürünü

Avrupa Birliği aracılığıyla bütün üye ülkelere yaygınlaştırmıştır ve halen

yaygınlaştırmaya devam etmektedir. Hür Demokrat Parti’nin (FDP) genel sekreteri

olan Otto Count Lambsdorff, 1992’de yaptığı bir konuşmasında, “Askeri tehdit

geçmişin bir konusudur. Yeni güç temel olarak ekonomiktir. Ve Almanya ekonomik

terimlerle güçlüdür” demektedir 416 Bu konuşma, her ne kadar tipik bir realist bakış

açısına göre basit olsa bile, eleştirel teorinin temel bir rol yüklediği ve daha sonra

detaylıca incelenecek olan “fikirler” bağlamında önem taşımakta ve Almanya’nın

değişen dünya koşullarını algılamasına yönelik bir örnek oluşturmaktadır.

James Sperling de AB’yi Alman üstünlüğünü ekonomik terimlerle

sağlamlaştıracak bir mekanizma olarak gördüğünü ve bu sayede Almanya’nın esas

olarak ekonomik olan dört hedefini gerçekleştirmeye çalıştığını ifade etmektedir: (1)

Avrupa ekonomik güvenliğinin yönünü belirlemek ve şekillendirmek; (2) Komşuları

üzerinde Almanya’nın kendi ekonomik tercihlerini empoze etmek; (3) Almanya’nın

ekonomideki karşılaştırmalı üstünlüğünü korumak; (4) Alman ekonomisinin

tamamlayıcısı olan Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri ile tercihli ticaret anlaşmaları ile

imzalayarak sömürmek.417 Sperling, bu hedefleri ve stratejiyi gerçekleştirmek için

Almanya’nın uluslararası ilişkilere “sivil güç” kavramını kazandırdığını fakat bunun

gerçekte bir maske olduğunu dolaylı olarak savunmaktadır. Sperling’in savları

aslında sivil güç teorisinin arkasında yer alan Alman akademisyenlerine karşı ciddi

bir meydan okuma olarak nitelendirilebilir. Fakat Sperling’in bu ifadeleri daha çok

Alman bürokrasisinin veya devletinin yeknesak bir şekilde hareket ettiği

varsayımından yola çıkmakta olduğunu görülmektedir. Böylece Spengler, devleti

sadece bürokratik bir mekanizma olarak nitelendirmektedir. Bu nedenle Spengler’in

416 Gerald R Kleinfeld, “Partners in Leadership?: The Future of German-American Relations”, Peter H. Merkl (der.), The Federal Republic of Germany at Forty-Five: Union without Unity, New York, New York University Press, 1995, s. 69. 417 James Sperling, “The German Architecture for Europe: Military, Political and Economic Dimensions”, John S. Brady, Bevely Crawford, Sarah Elise Wiliarty (derl.), The Postwar Transformation of Germany: Democracy, Prosperty and Nationhood, Ann Arbor, University of Michigan Press, 1999, s. 361, 373.

Page 130: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

120

Alman ekonomisinin hedeflerine yönelik bu ifadelerinin indirgemeci olduğu ve

toplumsal boyutu göz ardı ettiği şeklinde kabul etmek daha yerinde olacaktır.

Devleti geniş olarak tanımlayan Gramşici anlamda değerlendirildiğinde,

Almanya’nın AB vasıtasıyla yakın çevresine kendi ekonomik düzenini ve araçlarını

bilerek veya bilmeyerek ihraç ettiği görülmektedir. Almanya’nın gerek bürokrasisi

gerekse sınıraşan şirketleri de dahil olmak üzere kapitalist sistem içerisinde hareket

etmekle birlikte, kendine münhasır özellikleri olan bir ekonomik yapı oluşturduğu ve

bunu alt-hegemonya bağlamında yakın coğrafyasına yaymakta olduğu ileri

sürülebilir.418 Buna karşın, gerek eski AB üyesi ülkelerden gerekse 1 Mayıs 2004’de

üye olan ülkelerden ciddi bir tepki gelmemektedir. Özellikle 29 Mayıs 2005’de

Fransa’da ve 1 Haziran 2005’de ise Hollanda’da yapılan AB Anayasası

referandumlarında Fransız ve Hollanda halkları olumsuz oy vermelerinin

nedenlerinden birinin neoliberal ekonomik politikaların benimsenmesinden duyulan

endişe olduğu görülmektedir. En ciddi tepki, kıta Avrupa’sının ekonomik modeline

karşı kendisinin de farklı bir ekonomik modele sahip olan İngiltere’den gelmektedir.

İngiltere, Anglo-Sakson ekonomik modeli ile AB düzeyinde Almanya’nın

ürettiği ve yaygınlaştırdığı modele karşı durmaya devam ettirmektedir.419 Yukarıda

sayılan bir çok AB düzenlemesine İngiltere katılmamakta veya sonradan iştirak

etmektedir. Özellikle 1990’ların başında yaşanan parasal kriz sırasında,

Bundesbank’ın sert tutumu nedeniyle dönemin Avrupa para birimi (ECU) sepetinden

ayrılmak durumunda kalan İngiltere, Euro alanına hâlâ katılma konusunda

tereddütlüdür Benzer durum Almanya’dan çekinen Danimarka için de geçerlidir.

İngiltere ayrıca AB’nin sosyal alandaki düzenlemelerini de ya geç kabul etmekte ya

da iç hukukuna aktarma konusunda direnç göstermektedir. Avrupa Topluluğu’nun

(AT) 1989’da kabul ettiği “İşçilerin Temel Sosyal Haklar Bildirgesi”ni Thatcher

hükümeti imzalamamıştır. Ardından söz konusu bildirge, Maastricht Antlaşması’na

ek protokol olarak kabul edilmiştir. 1997’de imzalanan Amsterdam Antlaşması’nda

Blair hükümeti bu protokolü kabul etmiş ve sözkonusu antlaşmanın içine alınmasını

onaylamıştır.

Diğer yandan Almanya’da da model tartışmalarının arttığı görülmektedir.

Schröder hükümeti döneminde başlayan ekonomi politikanın Anglo-Sakson 418 Markovits and Reich, “Should Europe Fear the Germans?”, s. 284-286. 419 Kenan Dağcı, Avrupa Birliği ve Kapitalizm, s. 25.

Page 131: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

121

modeline yaklaşmaya başladığı yolunda görüşler bulunmaktadır. Üniversite

eğitiminin paralı hale getirilmesi, deregülasyon eğilimlerinin artması, bankacılık ile

sanayi sektörü arasındaki ilişkinin sorgulanması, bireysel emeklilik sigortasının

hükümetçe teşvik edilmesi, Alman şirketlerinin Amerikan pazarına girmek için

muhasebe ve bilanço kayıtlarını bu modele göre düzenlemeye başlamaları, kamu

(Lander olarak söylenen eyaletlerin bankaları bulunmakta ve bu bankalar genellikle

eyalet hükümeti tarafından sübvanse edilmektedir) bankalarına aktarılan kaynakların

eleştirilmesi gibi hususlar günümüz Alman ekonomik modelinin değişimine işaret

etmektedir.420 2005 sonunda göreve gelen Merkel hükümetinin de benzer şekilde

ekonomik modeli tartışmaya açtığı gözlemlenmektedir. Bunlara rağmen

Almanya’nın yine de hakim pozisyonda bulunduğu Avrupa’ya kendisinin ürettiği

ekonomik modeli başarılı bir şekilde ihraç ettiği görülmektedir. Almanya’nın bu

çabasında bazı ekonomik kayıplarına karşın bu modelini uygulamaya ve AB üyesi

ülkelere aktarmaya devam edeceği beklenmektedir.

Sonuç olarak Almanya, alt-hegemonya olabilmek için kapitalist ekonomik

sistemi içinde hareket etmesine rağmen kendisinin ürettiği ekonomik modeli ve

kurumları ile büyük bir maddi yeterliliğe sahiptir. Almanya’nın bu model ve maddi

yeterliklerini Avrupa’ya başarılı bir şekilde ihraç ettiği ve yaygınlaştırdığı

görülmektedir.

3. Almanya’nın İçsel Hegemonyasının Fikirsel Temellerinin Oluşumu

Almanya’nın birliğini 19. yüzyılın sonuna kadar kuramaması, entelektüel ve

bürokratik kesimde bir tepki doğmasına yol açmış ve bu durum, 18. yüzyılın

sonlarından itibaren Alman birliğinin sağlanmasına ilişkin görüşlerin yanı sıra

Almanya’nın tarih sahnesindeki rolünün de tartışıldığı bir ortam yaratmıştır. Bu

tartışmaların ardından özellikle 1848 devrimlerinin etkisiyle yoğun bir şekilde

iktisadi tartışmaların yaşandığı bir dönem başlamıştır. Diğer bir deyişle, 19. yüzyılın

hemen hemen tamamında birleşik Almanya konusunda ilk olarak siyasi ve kültürel

düzeyde tartışmalar yapılmış, daha sonra bu tartışmalar ekonomik boyuta

taşınmıştır.421

420 Lütz, “From Managed to Market Capitalism?”, s. 149. 421 James, Alman Kimliği, s. 12.

Page 132: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

122

Alman fikriyatı, tarihsel olarak ordunun her aşamada belirleyici rolü, devletin

ve sivil bürokrasinin güçlü olması gerekliliği, Alman kimliğinin bütün Germen

halklarını kapsaması, özellikle kendi dönemi sonrası inşa edilen Bismarck kültü ve

Fransa karşıtlığı temelinde gelişme göstermiştir. Bütün bunlar, aslında Gramşici

anlamda hegemonya kavramı açısından Batı Avrupa’nın, özellikle Britanya ile

Fransa’nın tersine gelişmeler olarak nitelendirilebilir. Böylece Almanya’nın Batı

Avrupa’da kendine has niteliklere sahip bir şekilde içsel hegemonyasını kurmuş bir

devlet olarak değerlendirilmesini gerektirmektedir. Bu çerçevede, burjuvazi ve

liberal düşüncenin yanı sıra, işçi sınıfı da Alman fikriyatının gelişmesi konusunda

önemli bir role sahip değildir.

Eleştirel ve konstrüktivist teori çerçevesinde Alman İmparatorluğu’nun inşa

edilmiş sosyal bir ürün olduğunu kanıtlamaktadır. Ekonomik yapıdan ziyade,

entelektüel düşüncenin ürünü olarak ortaya çıkan Almanya, Gramsci’nin sosyal

yapıların kuruluşunda fikriyatın önemi konusundaki bakış açısı ile uyum halindedir.

Tarihsel olarak Alman siyasi yaşantısının önemli bir unsuru olan Kutsal

Roma Germen İmparatorluğu (Heiliges Römisches Reich Deutscher Nation) kültürel,

dilsel ve geleneksel olarak birbirine benzeyen grupların üst yönetimini

oluşturmaktaydı ve 962’den beri devam etmekteydi. İlk başlarda İtalyan ve

Bourgogne (bugünkü Fransa’nın Almanya sınırında bulunan yerler) topraklarını da

kapsıyordu. Bu imparatorluk özellikle 1648’de imzalanan ve Almanya’yı 360 kadar

küçük şehir devletine bölerek 200 yıla yakın bir süre için Fransa’nın etkisine

girmesine yol açan Vestfalya Antlaşması ile paradoksal bir biçimde sadece

Germenlerin topraklarını kapsar hale geldi. 1789’da gerçekleşen Fransız Devrimi ve

ardından Napolyon’un orduları ile Kutsal Roma İmparatorluğunun toprakları da dahil

olmak üzere Avrupa’yı fethetmesinin ardından, 16. yüzyıldan itibaren 1803’e kadar

Habsburg İmparatoru’nun başında olduğu Kutsal Roma İmparatorluğu dağılmıştır.

Francis II’nin 1803’de artık kendisini sadece Avusturya imparatoru olduğunu ilan

etmesi ve ardından 1806’da Kutsal Roma İmparatorluğu tahtından da feragat ettiğini

açıklaması sonrası Kutsal Roma İmparatorluğu tarihe gömülmüştür.422

422 Blackbourn, The Long Nineteenth Century, s. 61.

Page 133: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

123

Bu dönemden sonra Fransız devriminin etkisiyle Alman kimliği ve devleti

tartışmalarının daha yoğun bir şekilde yaşandığı görülmektedir.423 Napolyon’a ve

Fransa’ya hayranlık duyan dönemin ünlü Alman düşünürü Hegel, “ulus-devlet”

kavramının insanın özgürleşmesinin en önemli göstergesi ve en üst boyutu olduğunu

düşünmektedir.424 Hegel, bireyin ancak devlet ile anlam kazandığını savunmaktadır.

Hegel’in düşüncesinde Rousseau’nun izlerinin olduğu açıktır. Fakat Fransa’nın bu

entelektüel üstünlüğü karşısında Alman düşünürleri de ciddi bir şekilde Fransa’ya

karşı bir yarış içine girmişlerdir. 1789 Fransız devrimine karşılık olarak Alman

entelektüellerinin “Reformasyon” hareketini ön plana çıkarmışlar ve Reformasyon

hareketinin gerek entelektüel gerekse uygulama düzeyinde Alman milletinin bir

ürünü olduğunu iddia etmişlerdir.425 Bu kapsamda Herder (1744-1803) devletten

ziyade millet kavramı üzerinde durmuştur. Çünkü millet inşa edildikten sonra

devletin üretimi daha kolaydı. Bu nedenle Alman milletinin yaratılması siyasetten

daha önemliydi. Yine diğer bir ünlü Alman düşünür olan Ranke, çalışmalarında da

bunu sağlamak için Fransa’ya karşı bir ittifakın geliştirilmesi gerektiğini savunmuş

ve böylece Alman milletinin yaratılması konusuna ağırlık vermişti.426

Hegel’in çağdaşları olan Kant, Hölderlin, Novalis, Goethe, Schiller ve

Schelling gibi kişiler dönemin ünlü Alman düşünür, yazar ve şairler de ulus-devlet ve

ulus kavramlarına müthiş bir ilgi göstermişler ve Alman milletinin oluşturulması

yolunda büyük adımlar atmışlardır. Fakat en başta, önemli bir sorunla

karşılaşmışlardır. Kuzeyde yaşayan Almanların çoğunluğunun Protestan olmasına

karşın güneyde yaşayanların çoğunluğunun Katoliklerden oluşması birleşik Almanya

için bir temel sorun olarak belirmiştir.427 Bu nedenle, ulus bilincinin en önemli

unsurlarından olan din, entelektüel kesim tarafından Almanya’nın birliğinin

sağlanmasında ve oluşturulmasında en büyük engellerden biri olarak görülmüştür.

Hatta, Adolf Hitler “Kavgam” başlıklı kitabında bu konuda duyduğu rahatsızlığı dile

getirmekte ve en sonunda I. Dünya Savaşı sırasında Katoliklerin ve Protestanların

423 James, Alman Kimliği, s. 18. 424 Gordon A. Craig, Germany: 1866-1945, New York, Oxford, Oxford University Press, 1981, s. 47-48. 425 Hatta bu durum 19. yüzyılda da devam etmiş ve Fransız pozitivizmine karşılık Alman entelektüelleri “tarihselcilik” bakış açısını geliştirmiş oldukları ileri sürülmüştür. Büşra Ersanlı Behar, İktidar ve Tarih: Türkiye’de “Resmi Tarih” Tezlerinin Oluşumu (1929-1937), İstanbul, Afa Yayınları, 1992, s. 23-24, 35. 426 İbid, s. 35. 427 James, Alman Kimliği, s. 19.

Page 134: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

124

Alman devletine hizmet etmek için ellerinden geleni yaptıklarını belirterek, Protestan

veya Katolik olsun, önemli olanın Alman olmak olduğunu ifade etmektedir. Aslında

Hitler’in sözleri, 1920’lerin Almanya’sında bile hâlâ Katolik ve Protestan sorununun

devam ettiğini göstermesi bakımından önemlidir.428 Bir başka örnek ise Weimar

Cumhuriyetinde kurulan ve bugünkü CDU’nun öncüsü olan Merkez Partisi’nin

sadece Katoliklerin partisi olmasıdır. Bismarck’ın Katoliklere karşı giriştiği ünlü

Kültürkampf’ı sırasında kurulan Merkez Partisi’nin etkisi II. Dünya Savaşı

sonrasında bile devam ettiği bilinmektedir.

Özellikle Napolyon’un Prusya’ya 1813’de yenilmesinin ardından Alman

milliyetçiliği ve Alman ulus-devletinin kurulması yolundaki görüşler Alman

entelektüelleri arasında yaygınlaşmaya başlamıştı. Madame dë Stael bu dönemde

siyasal kurumların böyle bir birlik geliştirebilmeleri için gerekli olduğunu ileri

sürmüştü.429 Stael’in ileri sürdüğü görüşlerin gerçekte bürokrasinin dolayısıyla

devletin gerekliliği üzerine olduğu açıktır. Diğer yandan bu dönemde entelektüeller

ile bürokrasi arasında büyük bir İngiliz ve Fransız hayranlığı göze çarpmıştır. Fransız

ihtilalinden 100 yıldan fazla bir süre sonra bile Thomasius adında bir Alman düşünür

ve dilbilimci kitabında, günlük Fransız hayatının bütün unsurlarının taklit edilmesi

gerektiğini belirtmesi ilgi çekicidir. Fransız hayatının özelliklerinin 19. yüzyılda

Prusya’da sadece dilin değil, aynı zamanda kültürel hayatın da bir parçası olmuştur.

Bu duruma müthiş bir kompleksin eşlik ettiği görülmüştür. Bu durum, Alman

milliyetçisi tarihçi Treitschke’nin Almanları kozmopolit düşünceleri nedeniyle

eleştirmesine ve onları ulusal gururları olmayan bir grup olarak tanımlamasına yol

açmıştır.430

Fransa’nın Alman düşünürler arasında bir model olarak algılanması rastlantı

değildir. 1789’da yaşanan Fransız devriminin ardından Hegel’in Prusya ordusunun

1806’da Jena’da yapılan savaşta Napolyon’un ordusuna yenilgisini büyük bir

sevinçle karşıladığı bilinmektedir. Özellikle Napolyon’un büyük ordular

toplamasının başta Prusya gibi Alman devletleri ve prensliklerini etkilediği açıktır.

Prusyalı ünlü savaş teorisyenlerinden Clausewitz, Napolyon’a atıfta bulunarak, ilk

428 Adolf Hitler, Kavgam (Çev. Ö. Kenan Yalıtaş), İstanbul, Emre Yayınevi, 2005, s. 85-90. 429 James, Alman Kimliği, s. 19. 430 İbid, s. 22-28.

Page 135: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

125

defa halkın savaşa doğrudan katıldığını belirtmekte ve böylece bir ulusun tüm

gücünün savaş meydanlarında gözüktüğünü ifade etmektedir.431

Fransa egemenliği altında geçen 1806-1814 arası dönem Alman düşüncesi

için bir reform dönemi olmuştur.432 Berlin Üniversitesi bu işgal dönemi sırasında

1810’da kurulmuştur. Fransız işgali aynı zamanda Alman siyasal ve toplumsal

yapısının da değişmesini sağlamıştır. En başta, prenslikler el değiştirmiş veya yeni

prenslikler kurulmuştur. Bunun yanı sıra Prusya ile Avusturya’yı dengelemek için

“Ren Konfederasyonu” adı altında Napolyon tarafından üçüncü bir Almanya ortaya

çıkarılmıştır. Siyasette yaşanan gelişmelere paralel olarak sosyal alanda da

değişimler yaşanmıştır. Özellikle senyoraj ile öşür gibi bazı vergilerin köylülerden

toplanmasının yasaklanması Alman köylüler tarafından sevinçle karşılanmıştır.433

Almanya’da eski feodal düzen 1848 devrimlerine kadar devam etmişse de, bu eski

düzenin büyük ölçüde ortadan kalkmasında Napolyon idaresinin etkisi büyük

olmuştur.

Bu dönemin diğer önemli bir sonucunun Prusya liderlerinin ve

entelektüellerinin “yukarıdan reform” hareketine girişmeleri olduğu ileri sürülebilir.

Dönemin Prusyalı bakanlarından birinin Fransız büyükelçi ile bir görüşmesinde,

Prusya’da devrimin aşağıdan yukarıya doğru değil, yukarıdan aşağıya doğru

olacağını ifade etmesi ve bunun yollarının araştırıldığını söylemesi bu durumun en

büyük kanıtlardan birini oluşturmaktadır.434

Yukarıdan aşağıya devrimin yanı sıra “ordu” kavramına da Prusya’da özel bir

önem atfedilmiştir. Prusya ordusunun modernize edilmesi yine bu dönemde

başlamıştır.435 Buna ilaveten yine bu geçiş döneminin önemli bir katkısı bürokrasinin

Prusya çapında kurulması olmuştur. Ayrıca bu dönemin sonlarında, her ne kadar

Fransız kültürünün cazibesine olan ilgi azalmamış olsa da, daha önce Fransız siyasi

modeline karşı duyulan ilgi azalmaya başlamıştır. Böylece Alman devletleri içinde

Fransız işgalinden olumlu olarak en çok Prusya’nın yararlanmış ve bu sürede

431 Blackbourn, The Long Nineteenth Century, s. 60. 432 Peter Singer, Düşüncenin Ustaları: Hegel (Çev. Bahar Öcal Düzgören), İstanbul, Altın Kitaplar Yayınevi, 2003, s. 14. 433 Blackbourn, The Long Nineteenth Century, s. 60-63, 72. 434 İbid, s. 163. 435 Gregg Kvistad, The Rise and Demise of German Statism: Loyalty and Political Membership, Providence and Oxford, Berghahn Books, 1999, s. 37.

Page 136: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

126

Prusya’da bürokrasi dolayısıyla devlet gerek teorik, gerekse pratikte yavaş yavaş güç

kazanmıştır.

Alman devletinin ve kimliğinin gelişiminde ikinci önemli olay ise 1848

devrimleri ve onun etkileri olmuştur. Avrupa’yı bir baştan bir başa saran 1848

devrimleri, milliyetçilik ve liberal ideolojilerin yanı sıra endüstrileşme ile ortaya

çıkan işçi grubunun içinde bulunduğu çalışma koşullarının ağırlığı yine 1848 yılında

Karl Marx ve Friedrich Engels tarafından yayınlanan “Komünist Manifesto”nun

etkisiyle sosyalist ve komünist fikirlerle de bezenmiştir. 1848-1849 yılları sadece

Prusya ve Avusturya’da değil, bütün Alman devletlerinde siyasi, sosyal ve ekonomik

karmaşaya sebep olmuştur. Napolyon işgali sonrasında modernize edilen Prusya

ordusu, ülkenin bir çok yerinde patlak veren ayaklanmaları bastırmayı başarmıştır.436

Bu arada, Marx, Prusya devletinin çok büyük kargaşaya sebep olmakla suçlanmış ve

Prusya’dan uzaklaştırılarak sürgüne gönderilmiştir. 1848’de içerisinde Kral IV.

Frederick William, bir anayasa kabul ederek duruma hakim olmaya çalışmıştır.

Gerçekte, anayasa bir dizi özgürlük içerse de esas kontrol kralın dolayısıyla yeni yeni

güçelenen devletin elinde kalmaya devam etmiştir.

Ciddi sarsıntılar geçirse de Prusya’nın bu süreçten gerek siyaset gerekse

ekonomik açıdan da güçlü çıktığı görülmektedir. Zaten 1820’lerden itibaren giderek

güçlendiği görülen devlet bürokrasisinin bu dönemde artık kendisini Prusya

devletinin ruhunun (Geist) bekçisi ve koruyucusu olarak gördüğü bir dönemin

başladığı anlaşılmaktadır.437 Bu dönemin sonunda ortaya çıkan diğer bir önemli

husus ise siyasi kargaşa nedeniyle, siyasi partilerin ve görüşlerinin halk katında

itibarının sorgulanır hale gelmesi ve devlet otoritesinin gücünün halk katında daha da

pekiştiği ileri sürülebilir. Almanya’da liberallerin muhafazakârlar ile aynı görüşü

paylaştıkları ve ciddi bir sorun olarak gördükleri işçi sınıfına karşı devletin güçlü

olması gerektiğini savundukları görülmektedir.438 Böylece özellikle İngiltere’nin

tersine bir şekilde liberallerin görüş birliği içinde oldukları konu, Almanya’da

devletin yetkilerinin kısılması değil, aksine devletin yetkilerinin daha güçlendirilmesi

üzerinde bir fikir birliğine varılmasıdır.

436 Blackbourn, The Long Nineteenth Century, s. 163. 437 Kvistad, The Rise and Demise of German Statism, s. 38. 438 İbid, s. 41.

Page 137: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

127

Almanya’nın bir başka özelliği, bütün bu geç oluşumlara karşı Alman

devletinin kurulmasından sonra, milliyetçiliğin çok güçlü bir şekilde kendini

tanımlaması ve ortaya koymasıdır. Alman birliğinin sağlanmasından çok önceleri de

Germen toplulukları arasında “diğer” üzerinden bir politika güdülmüştür. Fakat 19.

yüzyılın başından itibaren milliyet ve milliyetçilik gibi kavramlar daha güçlü bir

şekilde belirmiş ve İngiltere ve Fransa’ya oranla yapılan bütün bu geç tartışmalar,

Alman kimliğinin oluşmasında doğal olarak “diğer” üzerinden oluşturulmasını

gerekli kılmıştır.439 Alman kimliğinin inşasında “diğer”lerinin başında Fransa

gelmiştir. Özellikle 1648’de imzalanan Vestfalya Antlaşması ile Fransa, Alman

prenslikleri üzerindeki etkisini artmıştır. Buna ilaveten, Fransızların 1674 ve 1688’de

Palatinate’de gerçekleştirdiği yağmalar, Alman halkları üzerinde bir “Frankofobi”

yaratmıştır. Aslında bu Fransız fobisine daha önce bahsedildiği üzere gizli bir

hayranlık ve kıskançlık eşlik etmiştir. Bunun izlerine günlük hayattan ve konuşma

dilinden güzel sanatlara, hukuki düzenlemelere ve entelektüel hayata kadar uzanan

bir çok alanda rastlanılmıştır.440 Fransa, özellikle 1790’lardan itibaren sadece

Prusya’da değil, işgal edilen diğer prensliklerde de ciddi tehdit ve düşman olarak

değerlendirilmeye başlanmıştır. Fransa’nın işgalinin bittiği 1814’den sonra bile

Fransız düşmanlığı Alman milliyetçiliğinin simgelerinden birini oluşturmuştur.

Fransız tehdidi, Bismarck zamanında da ustaca kullanılmış ve gerek ulusal birliğin

sağlandığı dönemde gerekse sonrasında Fransız tehdidi kullanılmaya devam

edilmiştir. Hatta Alman toplumumundaki Fransız karşıtlığı ile birlikte hareket eden

Fransız hayranlığı Hitler için de temel eleştirilerinden birini teşkil etmiştir.441

Bismarck’ın siyaset sahnesine girişi 1862’de Prusya devletinin

başbakanlığına getirilmesiyle başladı. İlk olarak gerçekleştirdiği reform içeride

ordunun yeniden yapılanması oldu. Daha sonra, ağırlığını dış politikaya veren

Bismarck, ilk olarak Avusturya ile olan sorunu askeri ve diplomatik yollarla çözerek,

Kuzey Alman Konfederasyonu’nu kurdu. Yine diplomatik bir ustalıkla başlatılan

439 Regine M. Feldman, “German by Virtue of Others: The Search for Identity in Three Debates”, Cultural Studies, Vol:17, No:2, 2003, s. 252-254. 440 James, Alman Kimliği, s. 24-25. 441 Hitler, Kavgam, s. 41.

Page 138: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

128

Fransa-Prusya savaşı sonucunda442 ise Prusya Kralı I. William, Versay Sarayında

imparatorluk tacını giydi ve Alman birliği Prusya önderliğinde kuruldu.

Yine Alman düşünce sistematiğinin gelişiminde önemli noktalardan birisi

Bismarck’ın bizzat kendisi ve ondan da önemlisi ona atfedilen “Bismarck

kültü”dür.443 Hatta, Bismarck’ın Alman liberal yazarlar tarafından Herkül, Jüpiter,

Prometheus, Samson ve Atlas olarak adlandırıldığı görülmektedir.444 Koyu bir

muhafazakâr Protestan olan Bismarck’ın Britanya elçisi ile bir konuşmasında içeride

devrimci bir hareketten ziyade dışarıdan bir düşman saldırısına maruz kalmanın daha

evlâ olduğunu ifade ettiği bilinmektedir.445 Böylece Bismarck, birleşme sonrası

tehlike olarak addettiği gruplar nedeniyle iç politikaya yönelmiştir. Üç büyük

düşman olarak nitelediği Katolikler, Sosyalistler ve Demokratlara karşı ülke

genelinde sert tedbirler uygulamış ve ancak Prusya’nın Alman birliğini

sağlamasından sonra içerideki tehditleri etkisiz hale getirmeyi başarabilmiştir.446

Bismarck, sınırları genişleyen ve nüfusu 60 milyona dayanan imparatorluğun

içinde yine yaşanabilecek 1848 devrimlerine benzer olayları engellemek ve Prusya

ordusu ile bürokrasisinin hegemonyasını kurabilmek için farklı olanları, yani Prusya

devletinin temel ilkeleri ile bağdaşmayan kişi veya grupları ya ülkeden zorla

çıkarmaya yöneltmiş ya da eğitim ve dini baskılar aracılığıyla bunları eritmeye

çalışmıştır. Bismarck’ın nihai hedefi aslında açıktır: Homojen bir Alman toplumu

yaratmak. Bismarck, ilk olarak Polonyalıların ülkeden çıkarılmasına yönelik

politikaları uygulamaya koymuştur. Etnik ve mezhepsel olarak Prusya

Almanya’sından farklı karaktere sahip Polonyalılar ile Ruslar ilk kurban olarak

seçilmiştir. Ardından, resmi dilin Almanca olarak ilan edilmesi ile Danimarka

asıllıların yaşadığı Schleswig ile Alsace-Lorraine’de yaşayan ve Fransızca konuşan

topluluklar büyük baskılara maruz karşılaşmışlardır.447

442 Savaşın çıkışında Bismarck, İspanyol tahtı konusunu kullanarak Fransızların saldırgan olduğunu göstererek Alman prensliklerini Prusya’nın arkasında toparlamayı amaçlamıştır. Hohenzollern hanedanlığının İspanya tahtına aday gösterilmesi üzerine Fransa’nın buna karşı çıkmış ve İspanyol tahtına hiçbir Hohenzollern üyesinin çıkmayacağına dair garanti istemiştir. Bunun üzerine Bismarck, Kral Wilhelm ile Fransız elçisi arasındaki konuşmayı ustaca kısaltarak basına sızdırmış ve Prusya’nın Fransa’ya saldırması için bunu provokasyon aracı olarak kullanmıştır. 443 Richard Frankel, “From the Beer Halls to the Halls of Power: The Cult of Bismarck and the Legitimization of a New German Right”, German Studies Review, Vol: XXVI, No:3, October 2003. 444 Blackbourn, The Long Nineteenth Century, s. 157-158. 445 İbid, s. 156. 446 Frankel, “From the Beer Halls to the Halls of Power”, s. 551. 447 James, Alman Kimliği, s. 100-101.

Page 139: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

129

Bismarck, daha sonra ciddi bir şekilde Katolik sorununu çözmeye

yönelmiştir. 1866’da Katolik olan Avusturya’nın yenilgisi ile sonuçlanan savaşın

ardından Katolikler, Prusya’ya karşı ayaklanmışlardır. Birleşmenin tamamlanmasının

ardından Prusya’nın hakimiyetindeki topraklarda artan Katolik nüfusuna karşı

Bismarck, Kültürkampf olarak bilinen ve 1871 ile 1878 arasında uygulanan kültürel

bir savaş başlatmıştır. Almanya’daki Katolik kilisesinin başı ve diğer papazlar

hükümet tarafından atanmış, Cizvitler ülke dışına gönderilmiş, papazlar hapse atılmış

veya soruşturmaya tabi tutulmuşlardır. Böylece Katoliklerin birlikteliği kırılmaya

çalışılmıştır. Bismarck bu politikaların uygulanmasında bir yandan başarılı olurken

diğer yandan Merkez Partisi’nin Katoliklerin partisi olarak yükselmesine mani

olamamıştır.448 Alman Katoliklerinin yanı sıra, Alsace-Lorraine bölgesinde işgalle

Almanya’ya katılan Fransız Katolikler ile Polonyalı Katoliklerin Merkez Partisi’ni

desteklemeleri Bismarck’ın endişelerini daha da arttırmıştır.

Sosyalistler, Bismarck için diğer bir tehdit unsuru olarak değerlendirilmiştir.

Liberallerin desteğini de alarak, Bismarck özellikle 1879’dan itibaren anti-sosyalist

tedbirlere başvurmuştur. Bu kapsamda, sosyalist liderler tutuklanmış ve sosyalistlerin

örgüt ve toplantıları yasaklanmıştır. Bu sert tedbirlere rağmen Reichstag’daki –

bağımsız ve partisiz olarak seçimlere katılan- sosyalistlerin sandalye sayılarının ve

etkilerinin büyümesi engellenememiştir. Bu başarısızlık üzerine Bismarck,

sosyalistlerin etkisi ve popülerliliğini halk arasında azaltmak için 1883’de sağlık

sigortası, 1884’de kaza sigortası ve 1889’da emeklilik ile malûllük sigortası gibi

dünyadaki ilk sosyal güvenlik kanunlarını çıkarmış ve uygulamaya koymuştur.

Böylece Bismarck, Alman toplumunun mevcut değerleri ile gelişen ekonomik güncel

olaylara karşı bir karma politika geliştirmiş ve korporatist yapının tohumlarını

atmıştır.

Bismarck, her zaman Prusya bürokrasinin bir yansıması olarak hareket etmiş

ve içsel hegemonyayı kurmak için farklı sınıflar ve gruplarla işbirliği yapmaktan

kaçınmamıştır. İlk olarak aristokrasiyi burjuvaziye karşı sonrasında ise her iki kesimi

proleteryaya karşı kullanmış ve ihtiyaç duyduğunda sınıf veya gruplarla geçici bir

448 İbid, s. 100-101.

Page 140: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

130

işbirliğine dayalı bir ilişki kurmuştur.449 Fakat bu işbirliğine dayalı süreç hep geçici

olmuş, Bismarck, istediği sonuçları elde ettikten sonra yine Prusya bürokrasinin

emelleri doğrultusunda Alman milletini inşa etmeye ve Alman milliyetçi hareketini

geliştirmeye yönelik politikalarını uygulamaya devam etmiştir. Sonuçta 1860 ve

1870’lerde uygulanan politikalar ile Alman halkı, “topraksal ve anayasal açıdan

olduğu kadar sosyal ve kültürel açıdan da yeniden inşa edilmiştir.”450

Kvistad, Alman halkının bu devletçi tutumunun önemini yitirmeye

başlamasına ve devletin bunu özellikle 1960’lardan itibaren desteklemesine rağmen,

hâlâ devletçi anlayışın Almanya düzeyinde önemli bir güç olduğunu belirtmektedir.

1990’larda “Yeşiller” hareketini örnek olarak veren Kvistad, Alman halkının devletçi

tutumunda bir değişiklik yaratmadığını ve “Yeşiller”in Alman toplumunda genel

olarak anarşist ve siyaseten meşru olmayan aktör olarak görüldüğünü ifade

etmektedir.451 Richter ise Alman halkının siyasi partilere karşı antipatisinin kültürel

bir gelenek olduğunu ve desteğinin ise “demokratik parti devleti”ne olduğunu

belirterek, bu görüşün günümüz Almanya’sında hâlâ geçerli olduğunu ileri

sürmektedir.452 Allison, Leaman, Parkes ve Tolkiehn ise Almanya’nın geçmişindeki

Prusya modeline dayanan otoriter devletin günümüzde olmadığını kabul ettiklerini

belirtmelerine rağmen, yine de bu konunun göz ardı edilmemesi gereken bir husus

olduğunu da vurguladıkları görülmektedir. Çünkü Alman halkının temel olarak

devlete baktıklarını dile getirmektedirler.453 1870’lerde kurulmuş bulunan bu sosyal

yapı, 1945 sonrasında çeşitli sarsıntılar ve dönüşümler geçirmesine rağmen hâlâ

ayakta kalmayı başarabilmiştir. Bunun başlıca sebeplerinden biri, bürokrasinin temel

işlevi olan Alman içsel hegemonyasını devam ettirmesindeki başarısıdır.

449 Colin Mooers, Burjuva Avrupa’nın Kuruluşu:Mutlakçılık, Devrim ve İngiltere, Fransa, Almanya’da Kapitalizmin Yükselişi, (Çev. Bahadır Sina Şener), Ankara, Dost Kitabevi Yayınları 1997, s. 162. 450 Eley, “Bismarckian Germany”, Gordon Martel (der.), Modern Germany Reconsidered: 1870-1945, London, New York, Routledge, 1992, s. 26. 451 Kvistad, The Rise and Demise of German Statism, s. 237-238. 452 Michaela Richter, “From State Culture to Citizen Culture: Political Parties and the Postwar Transformation of Political Culture in Germany”, John S. Brady, and Et al, (derl.), The Postwar Transformation of Germany: Democracy, Prosperty and Nationhood, Ann Arbor, University of Michigan Press, 1999, s. 122. 453 Mark Allison, Contemporary Germany, s. 282.

Page 141: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

131

4. Almanya’nın Uluslararası Alanda Fikirsel Temellerinin Kurumsallaşması

Almanya’nın uluslararası politikası, başta Alman akademisyenler olmak üzere

günümüz akademisyenleri tarafından “sivil güç” kavramı etrafında tartışılmaktadır.

Sivil güç kavramı ise daha önce değinildiği gibi, konstrüktivist teori bağlamında ele

alınmaktadır. Bu kavram, ileride de tartışılacağı üzere daha çok kimlik, tarihsel

bellek ve âhlaki değerler bağlamında kullanılmaktadır.454 Bu anlamda, sivil güç

kavramı tarihsel olaylardan ders çıkararak sadece uluslararası ilişkiler çerçevesinde

değil, her türlü sosyal, kültür ve siyaset kapsamında devletin yeniden yorumlandığı

ve Kantçı daha barışçıl bir düzeni savunan bir bakış olarak ele alınmaktadır.455

Uluslararası ilişkilerde ise sivil güç, çok taraflılık bağlamında hareket eden ve

uluslararası örgütleri güçlendirmeye çalışan devlet olarak nitelendirilmektedir.

Devletin yeniden yorumlanmasında böyle bir değişikliğin en önemli nedeni olarak

20. yüzyıl içinde Avrupa’da büyük çöküntülere yol açan ve istikrarı bozan iki dünya

savaşını başlatan devletin Almanya olmasında yattığı kabul edilebilir.

Bu çerçevede Almanya’nın uluslararası politikasının iki tarihsel süreç

bağlamında değerlendirilmesi gerekmektedir: Alman İmparatorluğu’nun

kuruluşundan II. Dünya Savaşı sonrasına kadar ki dönem ve II. Dünya Savaşı

sonrasından günümüze kadar olan dönem. Bu dönemlerin Alman uluslararası

politikasında birbirinden gerek teorik gerekse uygulama açısından keskin farklılıklar

ile ayrıldığı görülmektedir. Bu politika değişikliklerinin özünde ise II. Dünya

Savaşı’nı çıkartan Nazi Almanya’sının yarattığı tehlikenin bertaraf edilmesine

yönelik olarak özellikle ABD tarafından uygulanan politikaların birincil derecede

etkili olduğu görülmektedir. İkincil derecede önemli olan etkenin Alman halkının bu

istikrarsızlık sürecini üreten halk olarak suçlanması nedeniyle, Alman halkı üzerinde

oluşturulan psikolojik baskı ve suçluluk kompleksi ile pasifize politikaların

sonucudur.

Almanya’nın uluslararası politikasının her iki ayrı dönem içinde tek ortak

noktası ise Fransa ile olan ilişkilerin merkeziliği olmuştur. Fransa’nın Almanya’nın

dış politikasındaki merkezi rolü hep önemini korumuştur. 1870’de Fransa’nın

454 Tom Dyson, “Civilian Power and ‘History-Making’ Decisions: German Agenda-Setting on Europe”, European Security, Vol:11, No:1, Spring 2002, s. 27. 455 İbid, s. 28; Hanns Maull, “Germany and Japan: The New Civilian Powers”, Foreign Affairs, Vol: 69, No:5, Winter 1990/91, s. 91-106.

Page 142: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

132

yenilgisi ile sonuçlanan savaş sonunda kurulan Alman İmparatorluğu ile Fransa’yı

karşısına almamaya gayret gösteren Bismarck’ın 1870’lerin sonunda Fransa’nın

Tunus’u işgal etmesi için teşvik edilmesi birinci dönem açısından bir örnek teşkil

etmektedir. İkinci dönem için en iyi örneğini günümüzde AB düzeyindeki ilişkiler

vasıtasıyla kurulan ve Alman Şansölyesi ile Fransız devlet başkanının katıldığı ikili

zirve toplantıları oluşturmaktadır.

I. dönem sonrası Alman dış politikası yukarıda da işaret edildiği üzere Alman

halkının suçluluk kompleksine dayandırılarak geliştirilmiştir. Avrupa’da barışı

getirmekle yükümlü olduğunu düşünen Alman halkı bu süreç içerisinde daha barışçıl

bir dış politika benimsemek zorunda kalmıştır. Bunun sonucu olarak 1990’larda

özellikle Doğu Almanya ile birleşmenin ardından Alman akademisyenlerinin

“konstrüktivist teori” ile onun bir alt kolu olarak değerlendirilebilecek “sivil güç”

kavramlarını uluslararası politika çalışmalarının temel direği olarak şekillendiği

görülmüştür.

Almanya’nın uluslararası alanda üstünlüğünün oluşturulması zorunluluğu

fikriyatının ise esas olarak Hitler öncesine dayandığı görülmektedir. Devleti

yönetenler açısından bakıldığında Bismarck ile başlayan süreç ve sonrasında

yönetimi devrettiği genç ve hırslı kral II. Wilhelm’in benzer şekilde Almanya’nın

üstünlüğü konusunda görüşlere sahip olduğu bilinmektedir. Diğer yandan Alman

entelektüellerinin incelenmesinden de görüleceği üzere, benzer şekilde Alman siyasi

ve ekonomik üstünlüğünün oluşturulması yolundaki görüşlerin çok daha önceden

başladığı ve buna dair görüşlerin yaygın olarak tartışıldığı anlaşılmaktadır.

Almanya’nın siyasal ve ekonomik üstünlüğünün anlamı 19. yüzyılın sonu ve 20.

yüzyılın başında girişilecek savaşlar veya emperyalist faaliyetler aracılığıyla Alman

İmparatorluğunun topraklarının genişletilmesidir.

i. Alman Dış Politikasının I. Dönemi (1871-1945)

A. I. Dönemdeki Alman Dış Politikasının Genel Nitelikleri

Almanya’nın birinci dönem (1871-1945) dış politikasının inşasında, temel olarak

siyasi ve bürokratik elitler işbaşında olmuşlardı. Bismarck’la birlikte Prusya

bürokrasisi, dış politikayı, Alman İmparatorluğu’nu ve milletini şekillendirmek için

kullandıkları gibi aynı zamanda iç siyasette yaşanan gelişmelere karşı da

Page 143: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

133

kullanmışlardır.456 Yine bu dönemde Almanya’nın uluslararası politikaya bakışını

belirleyen temel etkenlerin başında jeostratejik konumu gelmekteydi.457 Rusya ve

Fransa ile çevrili olan Almanya’nın politikası temel olarak bu iki güçlü ülkenin bir

araya gelmesini engellemek üzerine kurulmuştu. Bunun yanı sıra, hemen yanı

başında sınırı bulunan ve yüzyıllarca Kutsal Roma İmparatorluğu’nun merkezi olan

Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Alman dış politikasının formüle edilmesinde

önemli bir etken olmuştur. Sözkonusu imparatorluğun hitap ettiği Alman halkının

ana unsuru olması Alman İmparatorluğu’nun bu imparatorluk ile ilişkilerini

yapılandırması da etkili oluşturmuştur.

Almanya’nın dış politikasının I. dönemini aslında iki alt bölümde incelemek

gerekir. İlk kesit, Bismarck’ın yönetimde kaldığı dönemdir. 1890’da görevden

azledilene kadar Bismarck, Alman dış politikasının ana belirleyicisi konumdaydı.

Tarihin bu kesitinde Bismarck bir yandan Alman milletinin inşası ile uğraşırken,

diğer yandan uluslararası politikadaki dengeleri gözeterek “Metternichvari”

politikalarla Alman İmparatorluğu’nun bekasını sağlamaya çalıştığı

görülmekteydi.458 1871’de Alman İmparatorluğu’nun ilanıyla pragmatik bir lider

olan Bismarck Almanya’nın topraksal genişlemesine yönelik politikasını dondurdu.

Bu süreç içerisinde daha çok elde edilen toprakların konsolidasyonunu ve Avrupa’da

beliren düşmanlıkların azaltılmasını hedefleyen Bismarck, bu kapsamda çeşitli ittifak

sistemlerinin geliştirilmesi için çaba sarf etti. Bu düşmanlıkların başında Fransa’nın

bulunması sebebiyle de özellikle Fransa’yı çevreleyecek bir ittifaklar sistemi

oluşturmaya çalıştı.459 “Üç İmparatorlar Ligi” olarak adlandırılan ittifak sistemi, içsel

istikrarı bozulan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile bu yakınlaşmasından

çekinen Rus İmparatorluğu arasında 1872’da Bismarck’ın inisiyatifle

oluşturulmuştur. Bununla birlikte, Balkanlarda Rusya ile Avusturya’nın mücadelesi

ile kurulan bu sistem bozulmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nun özellikle

456 Woodruff D. Smith, The Ideological Origins of Nazi Imperalism, Oxford and New York, Oxford University Press, 1986, s. 54, 65. 457 Harald Müller, “German Foreign Policy after Unification”, Paul B. Stares (der.), The New Germany and the New Europe, New York, The Brookings Institution, 1992, s. 126. 458 İlber Ortaylı, Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman Nüfuzu, İstanbul, İletişim Yayıncılık, 1998, s. 19. 459 Fahir Armaoğlu, 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1789-1914), 2. Basım, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi,1999, s. 334-336.

Page 144: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

134

Balkanlardaki topraklarını bu iki imparatorluk arasında paylaştırmaya arabuluculuk

yapan Bismarck, 1881’de yeniden bu imparatorlar ligini kurmuştur.460

I. dönemin ikinci alt bölümü ise 1890’da başlayan ve II. Dünya Savaşı sonuna

kadar devam eden tarihsel süreci işaret etmektedir. 1890’da Bismarck’ın

Şansölyelikten ayrılmasının ardından dış politikada İmparator II. Wilhelm’in

Weltpolitik (dünya hakimiyeti) kapsamında bir dış politika benimsediği ve bu

politikanın çerçevesinde hareket ettiği ileri sürülebilir.461 1890’a kadarki bu dönemde

Bismarck, özellikle işçi sınıfı arasında sosyalist hareketin güç kazanmasının ardından

ilk olarak işçilere sosyal güvenlik hakkı tanımış, ardından da Avrupa dışında

emperyal politikalara yönelmiştir.462 Fakat emperyal politikalar özellikle 1890’da

Bismarck’ın II. Wilhelm tarafından azledilmesinden sonra ağırlık kazanmıştır.

Weltpolitik çerçevesinde bir dünya imparatorluğu kurma hayalinde olan genç

imparator II. Wilhelm emperyalist politikalar çerçevesinde ilk olarak Afrika’ya el

atmıştır. Fakat Afrika’nın çoğu daha evvelden Britanya ve Fransız imparatorlukları

arasında paylaşılmıştı. Bu nedenle Almanya da Afrika’da henüz işgal edilmemiş olan

Kamerun, Togo ve Kongo’nun bir bölümünü ele geçirmeye yönelmiştir. Dünya

imparatorluğunun en önemli nedeni olan ekonomik desteğin bu bölgelerden

sağlanamayacağını anlaşılınca Almanya, bu sefer gözünü Çin topraklarına çevirmiş

ve Hankow, Tientsin, Tsingtao kentlerinde imtiyazlar elde etmiştir. Yine de bu

durum, Almanya’nın dünya imparatorluğu kurmasına yetecek maddi koşulları

oluşturmadığını düşünen II. Wilhelm, İran’ın Ruslar ve İngilizlerin nüfuz alanına

girmesi, Balkanların Rusya, Avusturya-Macaristan ve yeni birliğini sağlamış olan

İtalya’nın çekişme alanı olması nedeniyle gerek emperyal politikalar sonucu işgal

edilmemiş olan gerekse nüfuz alanlarına bölünmemiş olan, tek toprak parçası olarak

Osmanlı İmparatorluğu’nu yeni açılım sahası olarak belirlemiştir.463

Alman dış politikasını I. dönemde açıklamak için jeostratejik konumunun

yanı sıra, esas olarak iki önemli Weltanshauung (spesifik bir dünya görüşü) kavramı

üzerinde durulmasını gerekli kılmaktadır. Bunlar, Weltpolitik ile Lebensraum

kavramlarıdır. Bu kavramlar Nazi Almanya’sından çok önce geliştirilmiş kavramlar

460 İbid, s. 338-340, 348-352. 461 Ortaylı, Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman Nüfuzu, s. 19. 462 Blackbourn, The Long Nineteenth Century, s. 400. 463 Ortaylı, Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman Nüfuzu, s. 20; Blackbourn, The Long Nineteenth Century, s. 335. Blackbourn, bu yeni emperyalizmi enformel emperyalizm olarak adlandırmaktadır.

Page 145: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

135

olup, Alman dış politikasını bu dönemde şekillendiren ve yönlendiren temel

nosyonlar olarak genel kabul görmektedir.464

i. Weltpolitik

Almanya’nın dünya üzerinde hakimiyeti anlamında kullanılan Weltpolitik

kavramının 19. yüzyılın sonlarından itibaren özellikle 1890’larda yoğun bir şekilde

kullanılmaya başlanmıştı. Max Weber, 1895’de Freiburg Üniversitesinin açılış

konuşmasında dünya politikasında Almanya’nın yerini alması için Almanya’nın

birleşmesinin bir son değil, yeni bir başlangıç olması gerektiğini ifade etmişti.465

1900’da Alman dış politikası Bernhard von Bülow’un Şansölyeliğe

getirilmesi ile birlikte, bürokrasi ve Kayser’in işbirliği ile I. Dünya Savaşı başlayana

kadar değişmeyecek şekilde belirlenmişti. Bu politika, dünya politikasında

Almanya’nın uygulayabileceği politikalar ve ittifakları kesinleştirmiş ve

Almanya’nın karşısındaki rakip bloğun da belirlenmesini sağlamıştı. Bu dönemden

itibaren beliren gruplaşmalar etrafında savaş beklenmeye başlamıştı. 1894’de Fransa

ile Rusya, 1904’de Britanya ile Fransa ve ardından 1907 yılında Britanya ile Rusya

arasında “Üçlü İtilaf”ın kurulması Almanya’nın “çevrelenme” korkusunu da

arttırmıştı. Aslında yüzyılın sonlarına doğru 1898’de iki emperyalist imparatorluk

olan Britanya ile Fransa’nın Afrika’da Faşoda krizi ile birbirlerine karşı şüpheleri

yoğunlaşmıştır. Ayrıca Rusya ile Britanya’nın gerek Afganistan gerekse İran ile

Hindistan konularında ortaya çıkan anlaşmazlıkları nedeniyle birbirlerine olan

güvenleri azalmıştı. Almanya, ilk olarak bu ittifakları kendisine yönelik olarak

nitelendirmiş ve bu ittifakları Fransızların “intikam”, Rusların Pan-Slavizm

eğilimleri ile Britanya’nın Almanya’nın ticaretini güçlenmesini kıskandığı şeklinde

değerlendirmiştir.466 Almanya Üçlü İtilaf’ın oluşması sürecinde, bu birlikteliği

bozmak için bazı politikalar üretmişse de bunlar ters etki yaratmıştır. Almanya’nın

gümrük tarifelerini yükseltmesi, Orta ve Doğu Avrupa’daki varlığını arttırması ve

Bismarck zamanında Rusya-Almanya arasında imzalanan antlaşmayı yenilememesi

gibi olaylar, Rusya’nın bu politikaları saldırgan olarak nitelemesine ve sonuçta

464 Smith, The Ideological Origins of Nazi Imperalism, s. 52-82, 83-111. 465 Matthias Zimmer, “Return of the Mittelage: The Discourse of the Centre in German Foreign Policy”, German Politics, Vol:6, No:1, April 1997, s. 25. 466 Blackbourn, The Long Nineteenth Century, s. 443.

Page 146: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

136

Britanya’ya daha da yakınlaşmasına yol açmıştır. Almanya ise daha önceden

oluşturduğu ittifak sistemine güvenmiştir. Fakat, 1879’de Avusturya-Macaristan

İmparatorluğu ile 1882’de daha az güvenilir olsa da İtalya ile bir ittifak oluşturmuş

olan Alman İmparatorluğu, Üçlü İtilaf karşısında bir denge arayışına girmiş ama

arzuladığı dengeyi kuramamıştır.467

Almanya’nın yine 1890’larda yönlendiği bölge Osmanlı İmparatorluğunun

yönetimi altındaki bugünkü Anadolu ve Ortadoğu bölgeleri olmuştur. Bunun en

önemli nedeni, emperyalist politikalar sonucu dünyanın paylaşımına geç katılan

Almanya’nın henüz paylaşılmamış olan ve kârlı sayabilecek tek alanının Osmanlı

İmparatorluğu toprakları olmasıdır. Osmanlı İmparatorluğu’nu 1898’de ikinci kez

ziyaret eden II. Wilhelm (ilk ziyareti 1889), Protestanların doğal lideri olarak kendini

görmesine karşın, Fransa’nın engeliyle karşılaşmıştır. Bölgedeki Katoliklerin

koruyuculuğu rolünü üstlenen Fransa bölgede liderliği de üstlenmeye çalışmıştır.

Fakat II. Wilhelm, Şam’da yaptığı konuşmayla kendisini Müslümanların “en iyi

dostu” olduğunu ilan etmesine yol açmış ve dolayısıyla Müslümanların desteğini

almaya çaba sarfetmiştir. II. Wilhelm bu ziyaretlerden esas olarak İstanbul-Bağdat

demiryolunun yapımı için Deutsche Bank’a verilen bir imtiyaz elde etmiştir. Bu

sayede bölgenin hammadde kaynaklarının Alman ekonomisi için kullanılabilir hale

gelmesi planlanmıştır. Öte yandan, Bağdat demiryolu inşaatı Britanya ile ilişkilerin

kötüleşmesini göze alan planlı bir politika olarak göze çarpmaktadır.468 Ayrıca

Almanya, Osmanlı İmparatorluğu’nda giriştiği bu türden faaliyetleri ile emperyalizm

kavramının değişmesine yardımcı olmuştur. Bu dönemdeki faaliyetleriyle Almanya,

emperyalizmin sadece askeri işgaller ile değil, aynı zamanda ekonomik faaliyetler

aracılığıyla da gerçekleştirilebileceğini göstermiştir.469

Weltpolitik çerçevesinde 1898 yılı Almanya’nın Britanya’nın denizlerdeki

üstünlüğüne son verme yolunda Amiral Tirpitz’in görüşlerinin etkili olduğu yıl

olmuştur. Tirpitz’in görüşleri çerçevesinde Alman donanmasına ilişkin Reichstag’da

biri 1898, diğeri 1900’da olmak üzere iki kanun kabul edilmiştir. Britanya’nın

üstünlüğünün karasal ordudan ziyade denizlerdeki üstünlüğünden kaynaklandığını

ileri süren Tirpitz, Almanya’nın denizlerde hakim olması ile Britanya’nın

467 İbid, s. 445. 468 İbid, s. 447. 469 Ortaylı, Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman Nüfuzu, s. 101.

Page 147: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

137

etkinliğinin kırılacağını ve bu sayede Almanya’nın dünya imparatorluğu

hakimiyetine kavuşacağını savunmuştur. Fakat, çok sayıda savaş gemisinin inşası ile

Britanya’ya meydan okumaya başlayan Almanya, sadece Britanya’nın değil, aynı

zamanda Fransa ve Rusya’nın da tepkisini çekmiştir.470

Tirpitz’in planlarının uygulamaya konulmasının en önemli nedeni, Kayser II.

Wilhelm’in bu politika ile ağır sanayiciler, orta sınıf ve milliyetçileri cezbedeceği

düşüncesinden kaynaklanmıştır.471 Fakat sonuçta Tirpitz planı, sadece düşmanlık

üretmiş ve Fransa, İngiltere ile Rusya’nın “Üçlü İtilaf”ın temelini ortaya atmalarını

sağlamıştır. Bu planın bir başka olumsuz etkisi de Alman ekonomisini

taşıyamayacağı bir yük yüklemiş olarak tarihe geçmiştir. Bütün bu gelişmelerin

sonucunda Tirpitz’in donanmaya ilişkin planı başarısızlıkla neticelenmiştir.472

Weltpolitik’in esas olarak devlet kademeleri tarafından kapsamlı bir şekilde

1900-1909 arasında Şansölye olan Bülow döneminde kullanıldığı kabul edilmektedir.

Bülow, 27 Mart 1900’de Alman parlamentosu Reichstag’da yaptığı konuşmada,

Weltpolitik kavramının Alman sanayisinin, ticaretinin, işgücünün ve Alman halkının

zekasının genişlemesinden doğduğunu ve bu kapsamda elde edilen hayati çıkarların

korunmasına yönelik olduğunu belirtmektedir. Bülow, bu politikanın saldırgan

genişlemeci bir politika olmadığını da özellikle vurgulamaktadır. Diğer yandan

Woodruff Smith, bu politikanın geliştirilmesinin daha çok Almanya sanayisinin

dışarıda genişlemesi için bir destek politikası olduğunu iddia etmektedir.473 Böylece

Weltpolitik, daha çok Alman bürokrasinin Alman kapitalist sınıfı ile işbirliğine dayalı

bir şekilde oluşturulan bir kavram olarak ortaya çıkmaktadır. Ayrıca Weltpolitik’in

temel felsefesi Almanya’nın geri kaldığı emperyalist yarışta Alman sanayisine ucuz

hammadde kaynaklarına sahip bölgeleri kontrol altına almak ve Alman sermayesine

yeni kârlı alanlar yaratmaktır.

Yine yukarıda belirtildiği üzere bürokratların özellikle Dışişleri Bakanlığı

yetkililerinin yanı sıra, Weltpolitik kavramının şekillendirilmesinde II. Wilhelm’in

etkisi büyük olmuştur.474 Bunun yanı sıra, Weltpolitik kavramının formülasyonunda

iş çevreleri ile gazeteci ve akademisyenlerin de yer aldığı görülmüştür. Metal

470 Blackbourn, The Long Nineteenth Century, s. 448. 471 İbid, s. 449-450. 472 İbid, s. 451. 473 Smith, The Ideological Origins of Nazi Imperalism, s. 52-53. 474 Ortaylı, Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman Nüfuzu, s. 19.

Page 148: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

138

endüstrisinin en önemli firması olan Krupp’un yönetici Alfred Hugenberg, hem

Dışişleri hem de 1890’larda Deutsche Bank’ın yöneticilerinden Bernhard Dernburg

gibi isimler iş dünyasının temsilcileri olarak bu kavramın inşasında etkili

olmuşlardır.475 Fakat bu politikaya destek sadece kapitalist sınıftan ve bürokrasiden

değil,aynı zamanda sosyalistlerin de bir kısmından gelmiştir.476

Weltpolitik, bu şekilde formüle edilirken, dışsal ekonomik üstünlüğün

kurulmasında iki temel rol üstlenmiştir: Almanya’nın sınırları dışında piyasaların ve

yatırımların oluşturulması ve dengeli fiyatlarla hammadde kaynaklarının kontrol

altında tutulması. Bu sayede ekonomide yaşanacak herhangi bir kriz veya fazla

üretim durumunda bu pazarların alternatif imkanlar yaratması düşünülmüştür.477

Daha önce bahsedildiği gibi, Bismarck önderliğindeki Alman İmparatorluğu,

1873 ve 1896 yıllarında Almanya’da daha az hissedilse de Avrupa’da yoğun bir

şekilde yaşanan ekonomik krizle birlikte 1890’ların sonundan itibaren Avrupa dışına,

özellikle Doğu Afrika, Güneybatı Afrika, Kamerun ve Togo gibi paylaşılmamış

Afrika bölgelerini ele geçirmiştir. Ayrıca Çin’de Hankow, Tientsin, Tsingtao

kentlerinde imtiyazlar elde etmiş olan Alman İmparatorluğu yine henüz diğer

emperyalist devletler tarafından ele geçirilmeyen ve nüfuz alanlarına bölünmemiş

olan Osmanlı İmparatorluğu’nun Ortadoğu’daki topraklara yönelen emperyalist

politikalar benimsemiştir.478 Bu sayede iç politikadaki siyasi gerginliği de engelleyen

Almanya, Afrika’da çeşitli topraklar elde etmişse de, Almanya emperyalist

sömürüden ziyade esas olarak Afrika’daki İngiliz ve Fransız kontrolündeki bölgelerle

ticaretini geliştirerek büyük kârlar elde etmiştir.479

Weltpolitik kavramının daha sonra Lebensraum kavramının açıklandığı

kısımda da görüleceği üzere, Alman ekonomik emperyalizm nosyonu ile ele alınması

gerekmektedir. Friedrich Naumann tarafından ileri sürülen Orta Avrupa ile bir

ekonomik birlik kurulması -Mitteleuropa- fikri, List’in Alman sanayi ürünleri ile

merkezi ve doğu Avrupa ülkelerinin tarımsal ürünlerinin değişimine dayanmaktaydı.

Böyle bir ekonomik birliğin Almanya için önemi, bu bölgenin ekonomisinin tüm

475 Smith, The Ideological Origins of Nazi Imperalism, s. 61, 63. 476 Yıldırım Koç, Batılı İşçi Sömürüye Ortak: Burjuva Proletarya, Ankara, Bilgi Yayınevi 2005; James, Alman Kimliği, s. 96. 477 Smith, The Ideological Origins of Nazi Imperalism, s. 65. 478 Ortaylı, Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman Nüfuzu, s. 28-30. 479 Blackbourn, The Long Nineteenth Century, s. 335-337.

Page 149: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

139

yönleriyle ele geçirilmesi ve kontrol edilmesi, yabancı rekabet karşısında istihdamın,

yatırımların ve kâr düzeylerinin korunması ile hammadde kaynaklarının

kontrolüdür.480 Mitteleuropa’nın ekonomik üstünlüğün yanı sıra önemli olan noktası

Alman kültürel ve siyasi etkisinin bu bölgede artmasıdır.481 Diğer yandan

Mitteleuropa’nın sınırları konusunda net bir bilgi yoktur. Bununla birlikte

Mitteleuropa’nın arka planında Rusya ile Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun

Alman İmparatorluğuna sıkıca bağlanmasına yol açacak bir ekonomik örgütlenme

olduğu düşünülmektedir. Mitteleuropa’nın içine dahil olduğu kesin olan bölgelerin

Polonya, Baltıklar ile Balkanlar olduğu açıktır.482 Bununla birlikte özellikle

Balkanlar Rusya ile Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun çekişme alanı olduğu

için Almanya’nın bu bölgede iki İmparatorluk arasında uzlaştırmacı bir politika

benimsediği görülmektedir.

Mitteleuropa fikri özellikle sanayi çevrelerinden yoğun destek almış ve

Bismarck’ın yerine Şansölyeliğe atanan Caprivi ve hükümeti ile Dışişleri Bakanlığı

tarafından benimsenerek 1892’de uygulamaya konmuştur. Junkerlerin483 tepkisine

rağmen tarımsal ürünlerde gümrük tarifeleri indirilerek, başta Avusturya-Macaristan

ile Rus İmparatorluğu olmak üzere Orta ve Doğu Avrupa’nın tarıma dayalı

ekonomilerinin Almanya’nın yörüngesine çekilmek istenmiştir. Fakat yüzyılın

başında Mitteleuropa teorisi içindeki devletlerinden biri olan Rus İmparatorluğu ile

ticaret Rusya’nın bu dönemde Almanya’ya daha fazla sınai mallar ihraç etmesine yol

açmış ve dış ticaret haddinin Rusya lehine gelişmesine neden olmuştur.484

Weltpolitik dönem dönem içerik değiştirse de I. Dünya Savaşı’nın

başlamasına kadar Almanya’nın dış politikadaki temel unsurlarından birini

oluşturmuştur. Bürokrasinin sermaye sınıfı ile birlikte hareket etmesine olanak

tanıyan Weltpolitik, 1912’de Şansölye Theobold Bethmann Hollweg tarafından

özellikle 1905 ve 1911 yıllarında yaşanan “Fas Buhranı” olaylarının ardından

başarısız olarak değerlendirilmiştir. 1905’de başlayan ve 1911’de tekrar eden Fas

Buhranı, Alman dış politikasına ağır darbe indirmiş ve bir yıl sonra ilan edileceği

480 Smith, The Ideological Origins of Nazi Imperalism, s. 77-78; Harold James, Alman Kimliği, s. 118-119. 481 Blackbourn, The Long Nineteenth Century, s. 337. 482 İbid, s. 337. 483 Junkerler, Almanya’daki toprak sahibi olan soylu kişilerdir. 484 Ortaylı, Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman Nüfuzu, s. 20.

Page 150: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

140

üzere Weltpolitik’in sonunu hazırlamıştır. Diğer yandan Weltpolitik’in başarısızlığa

uğraması Alman halkında derin etkiler yaratmış ve bu dönemden itibaren Bismarck

kültünün yerleşmesine katkıda bulunmuştur. Esas olarak Fas Buhranı, 1904’de

kurulan “Fransız-İngiliz” ittifakı sonucu oluşan dengeyi bozmaya yönelik bir girişim

olmuştur. Faşoda krizinden sonra, Fransa ve İngiltere arasında Afrika’yı ikiye bölen

Berlin Anlaşması’nın imzalanmasının ardından Fas üzerinde Fransa’nın çıkarları

olduğu genel olarak kabul görmüştür. Fakat 31 Mart 1905’de Fas’ın Tanca bölgesini

Şansölye Bülow’un oldu-bittiye getirmesi ile ziyaret eden II. Wilhelm’in Fas’taki

Alman çıkarlarını korumaya kararlı olduğunu açıklaması ile Fransa ile Almanya

arasındaki ilişkiler gerginleşmiştir. Bununla birlikte Fransa, gerginleşen ilişkilere

rağmen riske girmemiş ve II. Wilhelm’in Fas üzerine bir toplantı yapılması isteğini

kabul etmiştir. Toplantı sonucunda imzalanan Algésiras Anlaşması ile Fas’ın

bağımsızlığı tanınmış ama güvenlik Fransızlara bırakılmıştır. Diğer yandan Fransa,

Fas konusunda geri adım atmakla birlikte, Fransız yönetimi ve kamuoyu artık savaş

hazırlıklarına başlayarak orduya ayrılan bütçenin miktarı arttırmış ve Britanya ile

ilişkileri bu dönemden sonra artarak gelişmiştir.485

İkinci Fas Buhranı ise 1911’de yaşanmıştır. Fransa’nın Fas’a güvenliği

sağlama gerekçesiyle asker çıkarması üzerine, Almanya, Fas’ın Agadir limanına

Panther adlı savaş gemisini yollayarak gerginliği tırmandırmıştır. Bunun üzerine

Britanya’nın Fransa’ya 1904 Anlaşması çerçevesinde yükümlülükleri olduğunu

açıklaması ile gerginliğin büyümesi üzerine Almanya savaş gemisini geri çekmiştir.

Nihayetinde Fas’ın Fransa’ya teslim edilmesi Alman kamuoyunda şiddetli bir tepki

çekmiştir.486 Bu olaydan bir süre sonra 1912’de Şansölye Benthmann-Holweg’in

Weltpolitik başarısız olduğunu açıklamıştır. Fas Buhran’ının diğer bir önemli sonucu

ise Alman siyasetinde Bismarck kültünün yükselişi olmuştur.487 Bu krizin ardından I.

Dünya Savaşına giden yol açılmıştır.488 Bununla birlikte Weltpolitik’in temel

özelliklerinden biri olan Mitteleuropa kavramları II. Dünya Savaşı’na kadar süren

dönemde başatlığını korumuş ve Alman dış politikasını yönlendiren başlıca kavram

olmuştur.

485 Armaoğlu, 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi, s. 459-464. 486 İbid, s. 477-481. 487 Frankel, “From the Beer Halls to the Halls of Power”, s. 548. 488 Armaoğlu, 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi, s. 481.

Page 151: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

141

ii. Lebensraum

I. dönemde Alman dış politikasını yönlendiren ikinci kavram olan Lebensraum’nun

(hayat sahası) Weltpolitik ile bazı benzerlikleri bulunmasına rağmen, Weltpolitik

kavramının dışında bırakılan Alman Junkerlerine ve daha geniş bağlamda

değişmeden Alman saflığını koruduğu iddia edilen Alman köylülerine yönelik olarak

üretildiği ileri sürülebilir. Hitler’in de sık sık atıfta bulunduğu Lebensraum, ilk olarak

jeopolitik teorisyenlerden Friedrich Ratzel tarafından 20. yüzyılın başlarında

geliştirilmiş ve I. Dünya Savaşı sonrasında genişlemeci politikalar bağlamında

Alman politikacılar tarafından kullanılmıştır. Özellikle muhafazakâr kesimin ve

onların sözcüleri bu kavrama büyük önem atfetmişlerdir.489 Ekonomik ve sosyal

değişimin yarattığı endişe, sosyalizm korkusu ile inanç sistemlerinin sorgulanması

gibi nedenler Alman muhafazakârlarında gerilim yaratmıştır. Lebensraum aslında bu

korkulara ve endişelere karşı gelişen bir kavram olmuştur. Bu sayede çeşitli ve

birbirinden farklı ideolojiler bir potada toplanmış ve korkuların giderilmesi için bir

araç olarak algılanmasına yol açmıştır. Sadece muhafazakâr kesimden değil, işçi ve

burjuvazi kesimlerden de destek almıştır.490

Köylülük, Lebensraum nosyonunun temel özelliklerinden birini

oluşturmuştur. Çünkü köylüler, “bozulmamış doğaları” ile Alman kültürünü

taşıyacak yegâne kesim olarak değerlendirilmiştir. Bu sayede Lebensraum

“sanayileşmenin saldırısına karşı geleneksel Alman toplumunun korunması ile

özdeşleştirilmiştir”. Lebensraum çerçevesinde bu grupların Alman İmparatorluğunun

maddi desteğiyle Orta ve Doğu Avrupa’ya yerleşmeleri öngörülmüştür. Böylece bu

bölgelerin Almanlaştırılmasıyla Almanya İmparatorluğuna ekonomik olarak ilave

yararlar sağlaması amaçlanmıştır.491 1890-1900 arasında Alman Şansölyesi olan

Caprivi, “Ya mal, ya insan ihraç etmek zorundayız. Bu kadar artan nüfusla

yaşayamayız” diyerek Lebensraum politikasını siyaseten haklı çıkarmaya yönelik

görüşler ortaya atmıştır.492

Irkçılık, Lebensraum kavramının altında yatan etkenlerden en önemlilerinden

biridir. Daha önce İngilizlerin “beyaz adamın yükü” ve Fransızların “medenileştirme

489 Smith, The Ideological Origins of Nazi Imperalism, s. 83. 490 İbid, s. 84-85, 89. 491 İbid, s. 93. 492 Caprivi’den aktaran Ortaylı, Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman Nüfuzu, s. 41.

Page 152: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

142

misyonu” kavramlarına benzer görüşler Lebensraum ile Almanya tarafından da

kullanılmıştır. Orta ve Doğu Avrupa topraklarında yaşayan ve “ırksal açıdan daha

düşük olan” (yani Alman ve Avrupalı olmayan halkların) Almanlaştırılması

sayesinde bu bölgenin üstün Alman ırkına tabi olması ve geliştirilmesi savlardan

birini teşkil etmiştir. Bu şekilde Lebensraum adı altında bu bölgeye yönelik Alman

emperyalizmine haklılık kazandırılmaya çalışılmıştır.493

Bu özellikleri ile Lebensraum başlangıçta sanayileşmenin etkilerinden

endişelenen sosyal gruplar için ortak bir politik zemin oluşturmakla birlikte daha

sonraları bu görünüşünü kaybetmiştir. Yine de Ulusal Liberal Parti ile Serbest

Muhafazakârlar adlı siyasi örgütlenmelerin içinde bazı gruplar kendilerini

Lebensraum ile özdeşleştirmişlerdir. Almanya’da 1890’larda Bismarck’ın ilk önce

görevden ayrılması ve ardından ölmesi ile ortaya çıkan Bismarck kültü etrafında

örgütlenen Alman aşırı sağının ve bu radikal sağ içinde Pan-German Ligi adlı siyasi

örgütü kendisini Lebensraum ile daha fazla özdeşleştirdiği görülmüştür.494

Alman dış politikasının I. dönemindeki bu genel nitelikleri sadece Weimar

Cumhuriyetinde belli bir dönem için kesintiye uğramak durumunda kalmıştır.

Bununla birlikte sözkonusu genel nitelikler toplum, siyasiler ve bürokrasi içinde

hakim olan düşüncesini devam ettirmiştir. Hitler’in iktidara geldiği 1933’den itibaren

bu niteliklerden Lebensraum ön plana çıkarılmış ve buna uygun biçimde dış politika

yapılandırılmaya çalışılmıştır. Böylece Almanya’nın dış politikası II. Dünya Savaşı

sonuna Weltpolitik ve Lebensraum kavramları çerçevesinde yönlendirilmiştir. Fakat

uygulamada gerek Weltpolitik gerekse Lebensraum başarılı olamamıştır. Weltpolitik

daha 1912’de Şansölye Hollweg tarafından da kabul edildiği üzere büyük bir

başarısızlık ile sonuçlanmıştır. Lebensraum ise pratikte tam olarak uygulanamamış,

II. Dünya Savaşı’nın sonucunda doğal olarak başarısızlığı ortaya çıkmıştır. Rusya,

Ukrayna ve Balkanlar’a yerleşen Alman köylülerinin sayısı büyük rakamlara

ulaşamadığı gibi bu yerleşim sonucunda bölge üzerinde doğması planlanan

ekonomik, kültürel ve siyasi üstünlük de sağlanamamıştır.

I. Dünya Savaşı’nın dördüncü yılında savaş kilitlenmiş görünürken,

Almanya’da baş gösteren genel grev ve işçi ayaklanmaları, Alman ordusuna lojistik

493 Smith, The Ideological Origins of Nazi Imperalism, s. 90-91; Blackbourn, The Long Nineteenth Century, s. 334. 494 Smith, The Ideological Origins of Nazi Imperalism, s. 94-97.

Page 153: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

143

desteğin kesilmesine sebep olmuştu. Bunun Alman cephesi üzerinde çok büyük

etkileri olmuş, Almanya’nın savaşı kaybetmesinde önemli bir rol oynamıştı.495 Bu

arada Almanya çapında sosyalist hareket güç kazanırken Alman sağı ve orduda

“arkadan bıçaklanma” efsanesi yaygınlaşmıştır.496 3 Ekim 1918’de Alman

İmparatoru tahttan feragat ederek Şansölyeliğe Baden Prensi Maximilian’ı atamış

ama o da yerine sosyal demokrat ve halk komiserleri geçici konseyi başkanı

Friedrich Ebert’i atamıştır. Savaşın hemen ardından ilan edilen Weimar Cumhuriyeti,

yeni oluşturulan hükümet yeni bir Almanya yaratmaya çalışırken, İtilaf devletlerinin

antlaşma baskısı ile karşılaşmıştır. Gerek ordudan gerekse siyasetçilerden gelen

yoğun eleştiriler ve istifalara rağmen 28 Haziran 1919’da başta Fransa olmak üzere

İtilaf devletlerinin baskısı ile imzalanan ve yeni oluşturulan Parlamento tarafından da

onaylanmak zorunda bırakılan Versay Antlaşması, Alman halkında büyük tepki

yaratmıştır. Alman halkı tarafından Diktat olarak adlandırılan bu antlaşmanın

Almanya üzerinde yarattığı gerek psikolojik gerekse maddi baskılar II. Dünya

Savaşının çıkmasının başlıca sebebini de oluşturmuştur.

Weimar Cumhuriyeti bu şartlar altında hegemonik bir siyasi kültür

oluşturamamış, Alman halkı da keskin ideolojik kamplara bölünmüştür. Alman

toplumun kamplaşması daha çok komünist ve ırkçı ideolojilerin hakim olduğu bir

siyasi arena çerçevesinde gerçekleşmiştir.497 Daha önceki Bismarck ve Wilhelm

tarafından şekillendirilen Alman toplumu, “Prusyalı-Protestan, muhafazakâr, askeri

ve otoriter devlet yanlısı” olarak anılırken, yeni Weimar Cumhuriyeti’nde başat olan

ve etrafında uzlaşma sağlanan siyasi bir kimlik ortaya çıkarılamamıştır.498 Bununla

birlikte sosyalist devrimci hareketler Alman ordusu önderliğinde kurulan Freikorps

denilen ve çoğunlukla eski askerlerden oluşan gönüllülerle bastırılmıştır. Fakat

sosyalist hareket yok olmamış, yeraltında faaliyet göstermeye devam etmiştir.

Bununla birlikte Weimar Cumhuriyeti’nde ırkçı eğilimler baş göstermiş,

üniversitelerde “ırk hijyeni” adı atlında akademik dalların kurulmuş ve bu tür

495 James, Alman Kimliği, s. 128; Hitler, Kavgam, s. 148. 496 James, Alman Kimliği, s. 128. 497 Detlef Lehnert, Klaus Megerle, “Problems of Identity and Consensus in a Fragmented Society: Weimar Republic”, Dirk Berg-Scholesser and Ralf Rytlewski (derl.), Political Culture in Germany, New York, St. Martin’s Press, 1993, s. 43-45. 498 İbid, s. 46.

Page 154: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

144

gelişmeler ırkçılığın Alman toplumunda daha da yaygınlaşmasına katkıda

bulunmuştur.499

Alman halkını özellikle daha ılımlıları ve ortada olanlarını bir araya getiren

bağ ise Versay Antlaşması’nın dayattığı yükümlülükler olmuştur. Almanya’nın

savaşın tek suçlusu olarak gösterilmesi (231. madde), Fransa’ya bırakılan topraklar

ve ödenen savaş tazminatı gibi Almanya’ya yüklenen sorumluluklar, Alman halkı

tarafından antlaşmanın Diktat olarak nitelendirilmesine yol açmıştır. Bunların

ardından tazminatların ödenmesinde yaşanan sorunlar bahane edilerek, sanayi

bölgesi olan Ruhr’un 1923’de Fransız ve Belçika askerleri tarafından işgal edilmesi

ile aynı yıl yaşanan hiper enflasyon krizi başta Bavyera olmak üzere Alman sağının

tüm ülkede güçlenmesine yardımcı olmuştur. Bütün bunlar Weimar Cumhuriyeti’nin

aslında daha tam doğmadan ölmesine yol açmıştır. 1924’de tazminat komisyonu

başkanı Charles Dawes’in adıyla anılan plan çerçevesinde Almanya’ya kredi desteği

sağlanmış ve bu sayede eski üretim gücüne tekrar kavuşmuştur.

1925’de ölen Ebert’in yerine geçen Hindenburg’la birlikte dış politikada daha

uzlaşmacı bir politika izlenmeye başlanmıştır. Dışişleri Bakanı olan Stresemann,

Locarno barış döneminin mimarlarından biri olmuş ve 1925-1930 arasında Almanya,

Fransa ile Belçika’ya sınır garantisi sunmuş ve ardından Polonya ile

Çekoslovakya’ya sınır sorunlarını uluslararası tahkime götürmeyi önermiştir.

1926’da Almanya’nın Milletler Cemiyeti’ne kabul edilmesi ve 1928’de Briand-

Kellog Savaşmazlık Paktı’nın imzalanması ile bu dönemin bir barış dönemi olmasını

sağlamıştır.

1930’da ABD’de başlayan ve ABD’li işadamlarının büyük krediler verdiği

Almanya’dan bu kredilerin çekilmesiyle hemen etkisini gösteren “Büyük

Depresyon” ise Weimar Cumhuriyeti’nin sonunu hazırlamıştır. Bu şartlar altında

borçların yeniden düzenlenmesini öngören “Young Planı” da aşırı sağın kullandığı

bir malzeme olmuş ve Alman halkı da bu planlara tepki göstererek, Alman sağının

fikirlerine iştirak ettiği görülmüştür.

Weimar Cumhuriyeti 1933’de Hitler ve Nasyonal Sosyalist Parti’nin iktidara

gelmesinin ardından tarihe karışmıştır. Nasyonal Sosyalist Parti aslında Versay

499 Richard J. Evans, “Alman Tarihinde Toplumdan Dışlananlar”, Robert Gellately ve Nathan Stoltzfus (derl.), (Çev. Bilge Tanrıseven, Funda İşbuğa Erel, S. Nihad Şad), Nazi Almanya’sında Toplumdan Dışlananlar, Ankara, Phoneix Yayınları, 2002, s. 45-46.

Page 155: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

145

Antlaşması’na karşı oluşan tepkiyi iyi kullanarak Alman halkı arasında

yükselmiştir.500 Bu dönemde Almanya artık Aryan ırkının üstünlüğüne dayalı ırkçı

bir ideolojinin hakimiyetin altına girmiş ve toplum totaliter devlet temelinde yeniden

yapılandırılmıştır. Anti-semitizm gibi kavramların ise sadece Nazizm ile

bağlantılandırılmasının yanlış olacağı bir çok akademisyen tarafından dile

getirilmiştir. Bu görüşlere göre genelde Avrupa’da, özelde ise Almanya’da anti-

semitizm, Ortaçağ’dan başlayıp 1890’larda ırkçılık ve soy ıslahı gibi teorilerle

desteklenen ve II. Dünya Savaşı’na kadar uzanan bir geçmişe sahip bir düşünce

olarak sivrilmiştir.501

Özellikle sınıfsız bir Almanya söylemi ile birlikte istihdam politikası

sayesinde ekonomik kriz dönemlerinde 3 milyona varan işsizlik problemini çözerek

işçileri yeniden Alman toplumunun hakim ideolojisine entegre etmeyi başarmıştır.

Hitler, başta bürokrasi olmak üzere burjuvazi ile işbirliği halinde Alman toplumunu

Weimar Cumhuriyeti’nden beri oluşan gerginlikleri kontrol ederek yeniden inşa

etmiştir.502 Bu yeniden inşa sürecinde Bismarck kültü ve Bismarck’ın şekillendirdiği

Alman İmparatorluğu’nun temel özellikleri kullanılmıştır.

Gramşici anlamda Almanya Kayserist bir politika benimsemiştir. Bu politika

ile Almanya, Gramsci’nin bahsettiği Rusya ve Batı arasındaki temel fark olan sivil

toplum kavramı bağlamında değerlendirildiğinde, Almanya’nın o dönemde Rusya’ya

daha yakın bir devlet yapısına sahip olduğu ve Batılı anlamda bir sivil toplum

yapısına sahip olmadığı görülmüştür. Bu nedenle Almanya’da sivil toplumun zayıf

olması, Alman faşizminin iktidara gelmesinde ve en önemlisi iktidarda kalmasındaki

faktörlerin başında gelmiştir. Gramsci’ye göre bu türden bir iktidarın Batı’da uzun

süre iktidarda kalması imkansız olmasına rağmen, II. Dünya Savaşı sonuna kadar

iktidarda kalmayı becerebilmiş ve ancak yenilginin ardından zorla iktidardan

uzaklaştırılmıştır. Bu bağlamda ele alındığında, iki Batılı devlet olan Almanya ve

İtalya, Gramsci’nin söylediklerinin tersine bir eğilim göstermişlerdir. Özellikle

Almanya için devletin önemi ortaya çıkmış ve böylece Batılı devletler içinde de sivil

500 Peter Reichel, “Culture and Politics in Nazi Germany”, Dirk Berg-Scholesser and Ralf Rytlewski (derl.), Political Culture in Germany, New York, St. Martin’s Press, 1993, s. 60. 501 Evans, “Alman Tarihinde Toplumdan Dışlananlar”, s. 28. 502 Reichel, “Culture and Politics in Nazi Germany”, s. 68-70.

Page 156: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

146

toplumun ekonomik, siyasi veya sosyal krizler sırasında devletin gerisinde

kalabileceği ve devlete tabi olabileceği kanıtlanmıştır.

Batı’da devletin hakim olduğu bir yapıda kurulabilecek hegemonyanın ise

tarihsel kökleri bulunmaktadır. Bunun doğal olarak ulus-devleti daha geç kuran

Almanya ve İtalya gibi devletler için daha geçerli olduğu ileri sürülebilir. Fakat ABD

gibi devletlerde dahi devletin ön plana çıktığı ve hegemonyayı belirlediği durumların

olması, bunu sadece ulus-devletini geç kuran devletler ile sınırlamanın doğru

olmayacağını ortaya koymaktadır. Özellikle Soğuk Savaş sırasında ABD’de

komünizme ve komünistlere karşı yürütülen McCarthycilik ile 11 Eylül 2001’de

ABD’ye karşı yapılan saldırı sonrasında oluşan yapıda sivil toplumun devletin

yanında konumlandığı ve ona göre şekil aldığı görülmektedir. Bununla birlikte

Almanya’da kurulan Kayserist hegemonyanın daha somut ve tarihsel dayanakları

bulunmaktadır. Bunların başında güçlü bir burjuvazinin olmaması, devletin kuruluş

biçiminin daha çok bürokrasiden kaynaklanması ve bu bürokrasinin Alman

toplumunu biçimlendirmesi gibi durumlar gelmektedir. Bu nedenle Alman tarihinde

özellikle 1871 sonrasında Bismarck, Wilhelm ve Hitler gibi kişisel kültlerin ortaya

çıkması tesadüfi değildir.

Alman dış politikası da Hitler döneminde ırkçı kavramlarla formüle edilmeye

başlanmıştır. Bu çerçevede 1890 ve 1900’ların temel dış politika kavramlarını

oluşturan Mitteleuropa ve Lebensraum teorileri tekrar gündeme gelmiştir. Irkçı

yaklaşımın dış politikaya eklemlenerek doruğa tırmandığı bu dönemde Versay

Antlaşması’nın Alman halkı üzerinde yarattığı psikolojik baskı da kullanılmış ve bu

antlaşmanın değiştirilmesi gerek iç gerekse dış politikada esas hedefi oluşturmuştur.

Hitler döneminin dış politikada revizyonist yaklaşımı daha çok iç politikaya hizmet

amacı taşımış ve Alman milleti kavramının yeniden diriltilmesiyle Almanya’nın

yenilenmesi ve güçlenmesi hedeflenmiştir.503 İlk olarak 1935’da silahlanma hakkını

genişleten Almanya, ardından askerden arındırılmış Ren bölgesine girerek Versay’ın

yarattığı psikolojik baskıyı Alman toplumu üzerinden atmıştır.504

Hitler, Mitteleuropa kavramı çerçevesinde Orta ve Doğu Avrupa’da

güçlenmek gerektiğine inanması sebebiyle bu bölgelerde yayılmacı politikalar

izlemeye koyulmuştur. Çekoslovakya’nın Südet bölgesi veya Versay Antlaşması ile 503 James, Alman Kimliği, s. 153-154. 504 İbid, s. 154.

Page 157: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

147

serbest şehir ilan edilen ve Polonya sınırları ile çevrili olan Danzing ile Polonya’nın

çeşitli bölgelerinde yaşayan Alman halkının örgütlenmesini sağlamış ve bunları

kullanarak Mitteleuropa’yı ele geçirmeye çalışmıştır. Hitler, 1938’da ilk olarak

Avusturya’yı ilhak etmiş ve ardından da Çekoslovakya’nın Südet bölgesinde yaşayan

Alman halkını bahane ederek “Münih Düzenlemesi” olarak bilinen Fransa, İngiltere

ve İtalyan devlet başkanlarının katıldığı bir toplantıda bu bölgenin Alman idaresine

bırakılmasını sağlayan uluslararası bir anlaşmanın gerçekleştirilmesini sağlamıştır.

1939’da Alman Dışişleri Bakanı Ribbentrop ile Sovyetler Birliği Dışişleri Bakanı

Molotov arasında imzalanan ”Saldırmazlık Paktı”nda esas olarak içerdiği gizli bir

protokol ile Finlandiya, Romanya, Polonya, Letonya, Litvanya ve Estonya’yı iki

devlet arasında nüfuz alanlarına bölünmüştür. Bunun ardından Polonya’ya karşı

başlayan Alman saldırısı ile İngiltere, Almanya’ya savaş ilan etmiş ve böylece II.

Dünya Savaşı başlamıştır.

B. Alman Dış Politikasının II. Dönemi (1945’den Günümüze kadar)

II. Dünya Savaşı’nın 1945 yılında Almanya’nın teslimi ile sonuçlanması karşısında

galip ABD, İngiltere ve Sovyetler Birliği, Almanya’ya maddi ve manevi

yükümlülükler yüklemişlerdir. Versay Antlaşması ile II. Dünya Savaşı sonrasında

yapılan barış antlaşmasının ortak yönü, Almanya’yı savaşın başlatılmasından

sorumlu tutmaları ve Alman askeri örgütlenmesinin yeniden düzenlenmesi olmuştur.

Diğer yandan yeni bir Versay Antlaşması izlenimi yaratılmaktan özellikle kaçınılmış

ama Almanya’nın tarihsel bazı sorumluluklar üstlenmesi de öngörülmüştür. Gerçekte

II. Dünya Savaşı sonrası Almanya’ya yüklenen yükümlülükler Versay

Antlaşması’nın da ötesine geçmiştir. Bunlardan en önemlileri Almanya’nın ikiye

bölünmesi, bu savaşın galipleri tarafından Almanya’nın işgal altında tutulması ve

Avusturya ile Almanya’nın birleşmesinin antlaşmalar yoluyla yasaklanması

olmuştur.

Yeni kurulması planlanan Almanya Cumhuriyeti’nin Hitler dönemini

sembolize eden III. Reich ile benzerliklerinin ortadan kaldırılması işgalci güçlerin

temel hedefi olmuştur. Bu bağlamda, Alman bürokrasisinin toplumu belirleyici olma

işlevinin üzerine giden işgalci güçler, bu sayede Alman devletinin ve toplumunun

yeniden yapılandırılmasına çalışmışlardır. Diğer bir konu ise eğitim yoluyla Alman

Page 158: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

148

toplumunun tarihinde bulunduğu ileri sürülen saldırgan yapısının barışçıl yapılması

hedefi olmuştur.505 Almanya’yı işgali altında tutan İngiltere, ABD ve Sovyetler

Birliği’nin ortak çıkarı Alman saldırganlığının dizginlenmesi olmuştur.506 Alman

toplumu yine bu süreç ile bağlantılı olarak psikolojik baskı altına alınmış ve II.

Dünya Savaşının sorumluluğu Alman halkına mal edilmiştir. Alman halkı savaş

sırasında işlenen soykırımın bir numaralı suçlusu olarak nitelendirilerek eğitilmesi

veya sosyalizasyonunun gerçekleştirilmesi yönünde işgal güçleri çaba sarf

etmişlerdir. Örnek olarak Prusya’da geçerli olan “ordu, milletin okuludur” atasözü

yerini “millet, ordunun okuludur ve tersi geçerli değildir” sözüne bırakmıştır.507

i. Geçiş Dönemi (1945- 1949)

Savaşın ardından Sovyetler Birliği, Almanya’nın savaş öncesi topraklarının yaklaşık

yarısını ele geçirmiş, ayrıca Doğu Prusya’nın bir kısım toprağını ise Polonya’ya

bırakmıştır. Bu sayede, Sovyetler Birliği Polonya’dan daha önceden ilhak ettiği

toprakları da korumayı başarmıştır. Sovyetler Birliği’nin ve Polonya’nın kazandığı

bu topraklarda etnik Alman nüfusun yaşaması, bu grupların zorla Almanya’ya

gönderilmesini zorunlu kılmıştır. Böylece Almanya’da mülteci sorunu ortaya

çıkmıştır.

1945-1949 arasında süren işgal, aynı zamanda Sovyetler Birliği ile ABD

arasındaki Soğuk Savaşın da başladığı yıllara rastlamıştır. Bu nedenle Almanya, kısa

bir süre içinde Sovyetler Birliği ile Batılı devletler arasında ikiye ayrılmıştır. 1946’da

ABD ile Sovyetler Birliği arasındaki ilişkilerin gerginleşmeye başladığı görülmüş,

Churchill, açıkça bir komünist tehlikesinden söz etmiş ve ABD ile İngiltere arasında

bir savunma antlaşmasının tesis edilmesini önermiştir. 1947’de gerçekleştirilen

Moskova toplantısında Amerikan Dışişleri Bakanı Marshall, ABD’nin yardımına

karşılık Almanya’nın en azından 25 yıl süre ile silahsızlanma politikası izlemesi

koşulunu getirmiş ama öneri, Sovyetler Birliği tarafından reddedilmiştir. Bununla

505 Rainer Baumann and Gunther Hellmann, “Germany and the Use of Military Force: ‘Total War’, the ‘Culture of Restraint’ and the Quest for Normality”, German Politics, Vol: 10, No:1, April 2001 s. 61. 506 Rolf Steininger, “German Question, 1945-1995”, Klaus Larres (der.), Germany Since Unification: The Domestic and External Consequences, Houndmills, Basingstoke, Hampshire and London, Macmillan Press, 1998, s. 9. 507 Max Otte, A Rising Middle Power: German Foreign Policy in Transformation: 1989-1999, New York, St. Martin’s Press, 2000, s. 32.

Page 159: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

149

birlikte toplantılar devam ederken aynı yılın Mart ayında Yunanistan ve Türkiye’yi

komünist tehdide karşı korumak için ekonomik ve askeri destek içeren “Truman

Doktrini” ilan edilmiştir. Yine aynı yılın Haziran ayında “Avrupa İyileşme

Programı” olarak adlandırılan Marshall yardımı başlatılmıştır. Bu yardım paketi tüm

Avrupa ülkelerine önerilmiş ama Sovyetler Birliği nüfuzu altındaki Doğu Avrupa

ülkeleri tarafından kabul edilmemiştir.508

1948, ABD ile Sovyetler Birliği arasındaki çekişmelerin arttığı bir yıl

olmuştur. Bu durum, özellikle Almanya’nın yönlenmesinde önemli bir rol

oynamıştır. Çekoslovakya’daki Komünist Parti’nin iktidarı ele geçirmesinin

ardından, Şubat-Haziran 1948 tarihleri arasında Londra’da yapılan “Altı Güç

Konferansı” (Six Power Conference- ABD, İngiltere, Fransa ve Benelüks ülkeleri)

sonucunda Batı Almanya devletinin kurulmasına karar verilmiş ve Ocak 1949’da

Sovyetler Birliği tarafından COMECON’nun (Çok Taraflı Ekonomik Yardım

Konseyi) kurulmasını ABD önderliğinde NATO’nun (Kuzey Atlantik Antlaşması

Örgütü) aynı yılın Nisan ayında kurulması izlemiştir. Bu arada, 12 Mayıs 1949’da

ABD, İngiltere ve Fransa birlikte hareket ederek, Almanya’da bir işgal statüsü

kurduklarını ilan etmişlerdir. 23 Mayıs 1949’da ise anayasadan ziyade “Temel

Kanun” (Grundgesetz)509 olarak adlandırılan kanun ile Federal Almanya

Cumhuriyeti, işgal altında kısıtlı bir devlet olarak kurulmuştur.510 Diğer taraftan,

Sovyetler Birliği tarafından işgal edilen bölümde 7 Ekim 1949’da Doğu Almanya

Cumhuriyeti ilan edilmiştir.

Alman toprakları üzerinde Sovyetler Birliği’nin işgal ettiği bölüm ile Batılı

devletlerin işgal ettiği bölüm Soğuk Savaşın ilk yaşandığı yerler olmuştur. Böylece

parçalanmış Almanya siyasi anlamda liberal demokrasi ile proletarya diktatörlüğü ve

ekonomik anlamda kapitalizm ile komünizmin ilk karşılaştığı bölge olmuştur.

Almanya’nın yeniden hızlı bir şekilde yapılandırılması Batı Avrupa ekonomilerinin

Batı Almanya’nın kaynakları ve düzgün işleyen ekonomisi olmadan çalışamayacağı

düşüncesinden de kaynaklanmıştır.511 I. Dünya Savaşı’ndan önce başlayan süreçte

508 İbid, s. 18. 509 Çalışmada “Temel Yasa”, Alman Anayasası ile aynı anlamda kullanılmıştır. 510 İbid, s. 19; Rolf Steininger, “German Question”, s.12; Hans Peter Schwarz, “Kurucu Başbakan Konrad Adenauer”, Türkiye Cumhuriyeti ve Almanya Federal Cumhuriyeti: Fikri Temeller ve Siyasi Yönelim, Ankara, Konrad Adenauer Vakfı, 2002, s. 23. 511 İbid, s. 23.

Page 160: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

150

Batı Avrupa ekonomileri Alman ekonomisine bağlı hale gelmiştir. Özellikle Ruhr

kömürü, yine bu bölgedeki demir-çelik fabrikaları ile kimyasal tesisleri sayesinde

gelişen ağır sanayi çerçevesinde başta Hollanda, Belçika ve Lüksemburg ekonomileri

bu yapı içinde bağımlı hale gelmiştir.512

Almanya’da toplumun yeniden değişiminin sağlanması amacıyla, Nazi

dönemi ile anılan siyasiler ve bürokratlar takibata uğramış ve cezalandırılmıştır.

Böylece Nazi döneminin etkin kişilerinin Alman toplumunda yeniden önemli

mevkiler işgal etmeleri ve topluma önderlik etmeleri engellenmiştir.513 Bununla

birlikte yıkılmış Almanya’nın toplumsal yapısı gerçekte değişmeden devam etmiştir.

Toprak sahipleri ve kapitalist-burjuvazi ile işçi sınıfı savaş sonrasında da Alman

toplumunun geçmişten gelen yapısını sürdürmüşlerdir. Özellikle Prusya devletinin

1815 sonrasındaki gelişiminde önemli olan bürokratik yapı aynen bu özelliğini savaş

sonrasında da korumuştur. Hatta yine toprak sahibi Junkerler’in ailesinden gelenlerin

bürokrasinin içinde ayrıcalıklı konumlarını korudukları görülmüştür.514

Almanya, bu toplumsal formasyon içerisinde işgal güçleri tarafından yeniden

yapılandırılmaya çalışılmıştır. Bununla birlikte Soğuk Savaşın özellikle Almanya

üzerinden başlayarak beklenenden de hızlı bir şekilde gelişmesi karşısında ABD,

Almanya’daki varolan yapılar üzerinde büyük bir değişikliğe gitmemiştir. Buna

rağmen, Alman devletinin yeniden inşası sürecinde ABD çok etkili olmuştur.

Bununla birlikte ABD, daha önce de bahsedildiği gibi, sosyal yapıda köklü bir

dönüşümden çok toplumun yeniden eğitimine önem vermiştir. Diğer bir deyişle,

Alman toplumunda başat olan ve devlet yönetiminde söz sahibi olan ekonomik ve

bürokratik güçlerde bir değişiklik olmamıştır.515 Bunun yerine ABD tarafından

Alman toplumunun güce başvurmasını önleyecek bir eğitim süreci üzerinde

durulmuştur.

512 Hans Peter Schwarz, “Adenauer’in Almanya’nın Batıya Entegrasyonu ve Avrupa’daki Uzlaşmaya Katkısı”, Türkiye Cumhuriyeti ve Almanya Federal Cumhuriyeti: Fikri Temeller ve Siyasi Yönelim, Ankara, Konrad Adenauer Vakfı, 2002, s. 86. 513 Thomas U. Berger, “The Past in the Present: Historical Memory and German National Security Policy”, German Politics, Vol:6, No:1, April 1997, s. 46. Berger, özellikle savaş sonrasında Almanya ile Japonya’yı kıyaslayarak, Almanya’da Nazi dönemi ile anılan bürokrat ve siyasilerin devlette yer almadığını, sadece bir iki istisna olduğunu ifade etmektedir. Diğer yandan, bu durum Japonya’da daha farklı seyretmiştir. 514 Stuart Parkes, Understanding Contemporary Germany, London and New York, Routledge, 1997, s. 33-37. 515 İbid, s. 35.

Page 161: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

151

Alman siyaseti ise Nazi döneminin ırkçı görüşlerini terk ederek, muhafazakâr

ve sosyal demokrasi temelinde yeniden yapılandırılmış ve ırkçı ideolojilerin tekrar

Alman siyasetine girmesini önleyecek mekanizmalar üretilmiştir. Siyasi kültürün

yeniden yapılanması çerçevesinde, ilk olarak Anayasa olarak nitelendirilebilecek

olan Temel Kanun’dan başlanmıştır. Temel Kanun’un 87. maddesinin (a) fıkrası ile

Federal Almanya Cumhuriyeti’nin bir saldırgan savaş başlatması yasaklanmıştır.

Bu yeni siyaset yapılandırılmasının diğer bir yansıması siyasi partiler

üzerinde olmuştur. Buna göre Katoliklerin partisi konumunda bulunan Merkez

Partisi, Hıristiyan Demokrat Parti (CDU) altında Protestanlara da açılarak Alman

muhafazakârlarının partisi durumuna yükselmiştir. Bunun yanı sıra, Bavyera’da

Katoliklerin partisi durumuna yükselen ve bu özelliğini günümüze kadar sürdüren

Hıristiyan Sosyal Parti (CSU) de gerek seçimlerde gerekse seçim sonrasında CDU ile

beraber hareket etmişlerdir. Diğer yandan Sosyal Demokrat Parti (SPD) ise Soğuk

Savaş döneminde komünist söylemden uzak durarak varlığını devam ettirme fırsatı

elde etmiştir.516 Bu özelliği ile uluslararası politikanın Soğuk Savaş nedeniyle

gerginleştiği zamanlarda bile iktidara yükselebilmiştir. Bunun yanında Almanya’da

Hür Liberaller Partisi (FDP), Alman seçim sisteminden kaynaklanan nedenlerle

CDU/CSU’nun koalisyon ortağı olarak yerini almıştır. Bunun karşısında ise sosyal

demokratların iktidara geldiği yıllarda özellikle 1980’lerin sonundan itibaren güç

kazanan Yeşiller Partisi, Sosyal Demokrat Parti (SPD) ile 1998’den 2005’e kadar

koalisyon ortağı olmuştur.

Almanya’da seçim sistemi ise Weimar Cumhuriyeti ve sonrasındaki Nazi

deneyimi nedeniyle koalisyonları mecbur kılan bir yapıya dönüşmüştür.517 Bu sistem

tek parti iktidarını engellemiş ve çoğunlukla büyük bir partinin küçük bir parti ile

koalisyon kurmasını zorunlu kılmıştır. Bu bağlamda, denklemin CDU önderliğinde

FDP ile SPD önderliğinde FDP veya 1983’den itibaren Meclise giren Yeşiller ile

kurulduğu gözlenmiştir.518 Federal Almanya Cumhuriyeti’nin ilanından beri, biri

2005’de olmak üzere sadece iki kez CDU ile SPD’nin koalisyona gittiği görülmüştür.

“Büyük Koalisyon” olarak adlandırılan bu koalisyonun ilk deneyimi başarılı

516 William M. Chandler, “The German Party System since Unification”, Klaus Larres (der.), Germany Since Unification: The Domestic and External Consequences, Houndmills, Basingstoke, Hampshire and London, Macmillan Press, 1998, s. 88. 517 Parkes, Understanding Contemporary Germany, s. 36-37. 518 Chandler, “The German Party System since Unification”, s. 88.

Page 162: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

152

olamamıştı. 18 Eylül 2005’de Almanya’da gerçekleşen erken seçimler sonucunda

Alman tarihinde ikinci kez 10 Ekim 2005’de CDU-SPD koalisyonu CDU

önderliğinde kurulmuş, 18 Kasım 2005’de koalisyon hükümeti ve programı

açıklanmıştır.

II. Dünya Savaşı sonrasında kurulan Federal Almanya Cumhuriyeti modeli

tarihten gelen deneyime göre şekillenmiştir. 1990’da Doğu Almanya ile gerçekleşen

birleşmeyle beş yeni Lander ile Almanya’ya katılmıştır. Böylece onaltı federal

devletten oluşan Almanya, gücü Lander ile federal kurumlar arasında dağıtmıştır.

Federal devlet dışişleri, savunma, vatandaşlık ve göçmenlik, para, gümrükler, ticaret,

posta ve iletişim ile iç güvenlik konularındaki yetkileriyle Bundestag olarak

adlandırılan ve federal düzeyde seçimle oluşturulan Parlamento çerçevesinde

düzenlenirken, Landerler eğitim, kültür, polis gibi konularda tam yetkiye sahip

olmuşlar ve bir çok alan da “paylaşılmış yetki” çerçevesinde şekillenmiştir. Bu

durumun daha çok federal devletin yasama yetkisini kullanması, Lander’lerin ise bu

mevzuatı uygulaması temelinde gerçekleştiği görülmüştür. Böylece federal hükümet

ile Landerler arasında bir karşılıklı bağımlılık yaratılmıştır. Bu karşılıklı bağımlılık,

Lander düzeyindeki hükümetlerin federal düzeyde yasama organı olan ve Lander

düzeyinde etkisi olan mevzuatlarda veto yetkisi bulunan Bundesrat ile vücut

bulmuştur.519

Almanya’nın işgal altında gerçekleştirdiği 1949 seçimleri, CDU/CSU

önderliğinde FDP ve muhafazakâr Alman Partisi (DP) ile bir koalisyon kurulması

sonucunu doğurmuştu. Gerek seçimlerde gerekse Almanya’nın diğer sorunlarında

(silahlanma, Batı ile entegrasyon, Doğu Almanya ile birleşme, Doğu Bloğuna karşı

mesafeli politika gibi) iş çevreleri, Katolik kilisesi, emekliler ile Çekoslovakya ve

Polonya’dan sürülen mülteciler, Hıristiyan Demokratların yanı sıra siyasi ittifak

içinde yer alan Hür Demokratları desteklemişti. Sosyal Demokrat Parti etrafında

örgütlenen Alman solu ise sendikacılar, Alman entelektüelleri ve Alman Evangelik

kilisesinden destek almıştı.520

519 Charlie Jeffrey, “German Federalism in the 1990s: On the Road to a Divided Polity”, Klaus Larres (der.), Germany Since Unification: The Domestic and External Consequences, Houndmills, Basingstoke, Hampshire and London, Macmillan Press, 1998, s. 108-109. 520 Thomas U. Berger, “The Past in the Present: Historical Memory and German National Security Policy”, German Politics, Vol:6, No:1, April 1997, s. 47.

Page 163: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

153

Bu çerçevede, İngiltere ve ABD’nin işgal ettiği ve “Bizonia” olarak

adlandırılan Batı bölgesinde 1949’da kurulan Almanya’da iktidara muhafazakâr ama

Nazi politikalarını desteklememiş ve bu nedenle tahkikata uğramış bir şahsiyet olan

Konrad Adenauer gelmişti. Adenauer, Prusya’nın ikinci büyük şehri Köln’ün

belediye başkanlığını yapmış ve Katolik olmasına rağmen uzun yıllar Prusya Devlet

Konseyi Başkanlığı görevini yürütmüştü. Özellikle Prusya bürokrasinin içinden

yükselen bir kişilik olması, Prusya bürokrasisi devletçi geleneğinin Adenauer’da da

etkisini göstermiştir. Katolik olmasına rağmen kökeninin Prusya’dan gelmesi,

Prusya’ya atfedilen temel meziyetlerin Adenauer’in kişiliğine yansıdığı şeklinde

değerlendirilmiştir.521

Federal Almanya Cumhuriyeti’nin Adenauer figürü olmadan esaslı bir şekilde

anlaşılamayacağı Alman akademisyenleri arasında genel kabul görmektedir.522

Özellikle dış politikada belirlediği unsurların ve yönelimlerin Adenauer’un

iktidardan ayrılmasından sonra bile Alman dış politikasının temel belirleyicisi olarak

kaldığı (Doğu politikası hariç) ve Alman dış politikası ile bu politikayı

yönlendirenlerin dünya politikasındaki gelişmelere rağmen kendilerini Adenauer

zamanında belirlenen bu çerçeveye göre ayarladığı ifade edilmektedir.

ii. Sivil Güç

II. Dünya Savaşı sonrası Alman dış politikası konstrüktivist teori temelinde ele

alınmaktadır. Konstrüktivist teori, daha önceki bölümde de açıklandığı üzere, devlet

başta olmak üzere sosyal yapıların bir inşa olduğunu ileri sürmektedir. Bu kapsamda,

Alman dış politikası Alman akademik çevreleri tarafından konstrüktivizm teorisi

çerçevesinde Almanya’ya uyarlanmış şekli olarak değerlendirilebilecek “sivil güç”

kavramı bağlamında ele alınmaktadır.

Sivil güç kavramının öncülü olan Hanns Maull ve Sebastian Harnisch, bu

kavramı, “dış politika yapıcıları tek taraflı olarak güç ve zenginliği (power and

plenty) sağlamaktan uzak kılan devletler arasında ve devletler ile toplumlar

521 Schwarz, “Kurucu Başbakan Konrad Adenauer”, s.21, 26; Konrad Adenauer, “Bir Sivil Olarak Adenauer”, Türkiye Cumhuriyeti ve Almanya Federal Cumhuriyeti: Fikri Temeller ve Siyasi Yönelim, Ankara, Konrad Adenauer Vakfı, 2002, s. 44. 522 Otte, A Rising Middle Power, s. 20.

Page 164: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

154

arasındaki karşılıklı bağımlılık” olarak tanımlamaktadır.523 Bu şekilde sivil güçlerin

uluslararası ilişkilerin aktif bir şekilde “sivilleştirilmesini” (civilising) sağlayan

devletler olduğunu ifade eden Maull ve Harnisch, demokratik toplumlarda güç

kullanımının evcilleştirilmesinin mümkün olduğunu ileri sürmektedirler. Sivil güçler,

güce veya askeri kuvvet kullanımına dayalı politikanın “sosyal olarak kabul edilmiş

normların uluslararasılaştırılmasıyla”, diğer bir deyişle, meşruiyete dayalı politika

aracılığıyla yer değiştirmesini sağlamaktadırlar.524 Maull ve Harnisch, özellikle

Kant’ın “ebedi barış” (eternal peace) ve Karl Deutsch’nin güvenlik topluluklarındaki

pasifize ilişki kavramlarına atıfta bulunarak, buradan hareketle sivil gücün

birbirleriyle bağlantılı altı objektifi bulunduğu ileri sürülmektedir:

1. İşbirliği veya ortak güvenlik düzenlemeleri başlatarak devletler içinde ve

devletler arasındaki siyasi çatışmalarda güç kullanımını kısıtlama çabaları;

2. Çok taraflı işbirliği, entegrasyon ve egemenliğin bir kısmının devri

aracılığıyla uluslararası rejim ve uluslararası örgütler yoluyla hukukun

üstünlüğünün güçlendirilmesi çabaları;

3. Devletler içinde ve devletler arasında katılımcı karar verme şekillerinin teşvik

edilmesi;

4. Çatışmaların yönetimi ve çatışmaların çözümü konularında şiddete

başvurmayan şekillerin teşvik edilmesi;

5. Uluslararası düzenin meşruiyetini arttırmak için sosyal adalet ve

sürdürülebilir kalkınmanın teşvik edilmesi,

6. Karşılıklı bağımlılığın ve iş bölümünün geliştirilmesi.525

Sivil güçlerin rol kavramı için ayrıca 3 temel normun gerekli olduğu Maull ve

Harnisch tarafından ileri sürülmektedir:

a. Bir uluslararası faaliyeti geliştirici veya başlatıcı olarak uluslararası

ilişkileri sivilleştirme isteği ve yeteneği olmak;

b. Ortak güvenlik destekçisi ve tek taraflı faaliyetlerin muhalifi olarak

ulus üstü örgütlere egemenlik veya otonominin devrine istekli olmak;

523 Sebastian Harnisch and Hanns W. Maull, “Introduction”, Sebastian Harnisch and Hanns W. Maull (derl.), Germany as a Civilian Power? The Foreign Policy of the Berlin Republic, Manchester and New York, Manchester University Press, 2001, s. 3. 524 İbid, s. 3-4. 525 İbid, s. 3-5.

Page 165: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

155

c. Her ne kadar kısa dönemli ulusal çıkarın aleyhine bile olsa

sivilleştirilmiş uluslararası düzenin sağlanması konusunda gönüllü

olmak.

Görüldüğü üzere Maull ve Harnisch’in modeli, konstrüktivizmi çıkış noktası

olarak kullanmaktadırlar. Bununla birlikte sivil güç teorisinin arka planında realist

paradigmanın temel teorilerinden birini teşkil eden neoliberal kurumsalcı teoriyi de

içerdiği anlaşılmaktadır.526 Konstrüktivist teori çerçevesinde sadece devletlerden

bahsedilmemekte ve devlet içindeki oluşumlardan da söz edilmektedir. Buna göre

uluslararası ilişkiler sadece devletler arası değil, aynı zamanda devlet ve devlet içi

öğelerin ilişkisi olarak görülmekte ve uluslararası ilişkilerin tanımı

genişletilmektedir. Ayrıca uluslararası ilişkiler alanında sosyal konulara daha fazla

ağırlık kazandırıldığı görülmektedir. Özellikle sosyal adalet ve sürdürülebilir

kalkınma ifadeleri dikkat çekicidir. Bu ifadeler ile eleştirel teorinin üretim temelinde

uluslararası ilişkilere kazandırdığı sosyal alanın bu teoride daha normatif bir nitelik

kazandığı anlaşılmaktadır. Zaten konstrüktivistler “aktörlerin kimliklerinin

oluşumunda ve bu aktörlerin çıkarları konusunda bilgilendirilmesinde” normlara özel

bir önem atfetmektedirler.527

Maull ve Harnisch’in kullandığı “karşılıklı bağımlılık”, “uluslararası rejim”,

“uluslararası örgütler”, “işbirliği” ve “ortak güvenlik” kavramları ise realist

paradigmanın neoliberal kurumsalcı teorisine gönderme yapmaktadır. Bu kapsamda,

karşılıklı bağımlılık fikri, neoliberal kurumsalcı teorinin dünya politikasının sadece

güvenlik ve askeri konulardan oluşmadığından hareket ederek, ekonomi gibi

konuların da uluslararası ilişkilerin temel objesi haline geldiğini savunmaktadır.

Karşılıklı bağımlılığın devletler arasında özellikle ticaretin gelişmesi sayesinde

olacağını savunan neoliberal kurumsalcılar, böylece devletler arasında güç

kullanımının da azalacağını iddia etmektedirler. Ayrıca neoliberal kurumsalcılar,

demokratik toplumlara sahip devletlerin birbirleriyle savaşmayacaklarını tarihsel

örneklerle açıklamaktadırlar. Yine neoliberal teori çerçevesinde, Keohane ve Nye,

uluslararası örgütlere üyelik yoluyla devletlerin kendi çıkar algılamalarını

526 Henning Tewes, “The Emergence of a Civilian Power: Germany and Central Europe”, German Politics, Vol:6, No:2, August 1997, s. 98-100. 527 Volker Rittberger, Wolfang Wagner, Germany’s Post-Unification Foreign Policy in Search of an Explanation: Realist, Liberal and Constructivist Approaches, 16-20 February 1999, International Studies Association 1999 Annual Convention, Washington, 1999.

Page 166: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

156

genişletebileceklerini ifade etmektedirler. Bu durumda ise egemenlik kavramının

yanı sıra ulusal çıkarların peşinde koşmanın anlamsızlaşacağını ileri sürmektedir.528

Burada Keohane ve Nye’ın ifadeleri ile Maull ve Harnisch’in sivil gücü tanımında

kullandıkları ikinci ve altıncı maddede belirttiği özellikler uyum halindedir.

Bunun dışında, neoliberal kurumsalcıların amaç olarak belirledikleri evrensel

olarak takip edilecek ahlâki normların geliştirilmesi hususundaki görüşleri ile Maull

ve Harnisch’in sivil güç rol kavramının geliştirilmesinde üç temel normun gerektiği

ifadesi örtüşmektedir. Neoliberallere yöneltilen eleştirilerin Batı’nın normlarının

diğer devletler üzerinde bir baskı unsuru olarak kullanılacağı fikri, benzer şekilde

Maull ve Harnisch için de getirilebileceği görülmektedir.529

Neoliberallerin bu görüş çerçevesinde bölünmüş ve çözüm üretememişken,

Maull ve Harnisch’in uluslararası ortak normların oluşturulması yolunda önerdikleri

“temel normlar”, neoliberallerin açmazlarını giderecek nitelikler taşımaktadır. Söz

konusu normlardan özellikle ikincisi çok somut bir öneri olarak belirmektedir. Diğer

yandan “sivilleştirme” konusunda belirtilen diğer iki norm ile ilgili olarak açıklanan

yetenek, istek ve gönüllü olma durumlarının daha fazla açıklamaya ihtiyacı

bulunmaktadır. Sivilleştirme, devletin özellikle içeride askeri unsurları demokratik

süreçlere tabi kılması ve uluslararası ilişkilerde de askeri konuların daha çok sivil

idarenin tasarrufuna bırakılması anlamında kullanıldığı görülmektedir. Sivil gücün

altı objektifi arasında yer alan unsurlarda bu temel normları destekleyici

mahiyettedir. Bununla birlikte sivilleşme, güç kullanımını kısıtlama ve katılımcı

yapıları sisteme katma konusunda olumlu katkılar yapacağı aşikar olmakla birlikte,

bu süreçlerde yer alan tarafların aksi yönlerde karar alabileceği de muhtemeldir.

Maull ile Harnisch, sivil güç kavramı ile uluslararası ilişkilere yön verecek

normatif bir yapı oluşturmaya çalışmaktadırlar. Diğer yandan neoliberal teorinin

kendisi de zaten benzer normatif öğeler ile oluşturulmuş bir teoridir. O yüzden

neoliberal teori ile sivil güç teorilerinin normatif yönden kesiştikleri bir çok yön

bulunmaktadır. Bu benzer yönler, özellikle çok taraflı işbirliği, entegrasyon ve

demokrasi ile ülkeler arasında serbest ticaretin geliştirilmesinin savaşı ortadan

kaldıracağına dair görüşlerdir.

528 Scott Burchill, “Liberal Institutionalism”, Scott Burchill and Andrew Linklater (derl.), Theories of International Relations, New York, St. Martin’s Press, 1996, s. 37. 529 İbid, s. 38.

Page 167: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

157

Sivil güç teorisinde en önemli özellik, “çok taraflı işbirliği, entegrasyon ve

egemenliğin bir kısmının devri aracılığıyla uluslararası rejim ve uluslararası örgütler

yoluyla hukukun üstünlüğünün güçlendirilmesi çabaları” kısmında öngördükleri

egemenliğin devri konusudur. Her ne kadar uluslararası örgütlerin ve rejimlerin

geliştirilmesi konusunda neoliberal teori de destekleyici mahiyette görüş

belirtmekteyse de, bu örgütlere egemenliğin devri konusunda sessiz kalmaktadır.

Diğer devletlerin egemenliğin devri konusunda çok nakıs davrandıkları bilindiğinde,

Almanya’nın sivil güç bağlamında tutumunun önem kazandığı ortadadır. Sivil güç

teorisinin neoliberal kurumsalcı teoriden farklılık arz ettiği bir başka özellik ise

devletlerin hükümranlığını elde tuttukları ve yasal olan içerideki güç kullanımının

siyasi çatışmalarda kısıtlanmasına yönelik çabalara yapılan atıflardır. Fakat

neoliberal kurumsalcı teori, devletin varlığını sorgulamamakta ve doğal olarak kabul

etmektedir. Buna ilave olarak devletin egemenlik hakkının devri konusu gündeminde

bulunmamaktadır. Sadece neoliberal kurumsalcı teorinin içinde yer alan “rejim

teorisi” bağlamında, zayıflayan hegemonyaya karşı uluslararası düzenin ve

işbirliğinin sorunsuz bir şekilde devamının temini için çeşitli sektörel (insan hakları,

çevre, ticaret gibi) alanlarda ortak normların geliştirilmesi ve devletlerin bu tür

normlara uyması anlamında ele alınmaktadır.530 Devletlerin geliştirilen normlara

uymamasına karşı yaptırım gücü bulunmakla birlikte bunların etkinliği tartışmalıdır.

Uluslararası rejimlerle oluşturulan normlar özellikle ABD veya AB üyesi ülkeler

üzerinde çok fazla yaptırım uygulayamamaktadır. GATT ile başlayan ve DTÖ

bünyesinde devam eden görüşmelerde azgelişmiş devletlerin tarımda uyguldıkları

sübvansiyon politikaları eleştirilirken tarıma ayrılan sübvansiyonların azaltılması

hususunda AB ve ABD ise kendi üzerilerine düşen konularda farklı tutum

benimseyebilmektedirler.

Genel olarak değerlendirildiğinde, Maull ve Harnisch’in ürettikleri sivil güç

kavramının gerçekte çok yeni bir teoriye işaret etmediği ileri sürülebilir. Sözkonusu

ikilinin çalışmalarında açıkladıkları sivil güç teorisinin sosyal unsurlara ağırlık

verdiği ve bu nedenle konstrüktivist teori kapsamında yer aldığı görülmektedir.

Bununla birlikte anılan teorinin neoliberal kurumsalcı teoriye de yakın bir teorik

çerçeve oluşturduğu söylenebilir. Uluslararası örgütlere egemenliğin devrini 530 Tayyar Arı, Uluslararası İlişkiler Teorileri: Çatışma, Hegemonya ve İşbirliği, İstanbul, Alfa Yayınları, 2002, s. 443-445.

Page 168: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

158

desteklemeleri, devletlerin içeride daha katılımcı bir yapıyı önermeleri ve devletin

içeride güç kullanmasının kısıtlanmasına yönelik çabaların desteklenmesine ilişkin

fikirleri ile neoliberal teorinin ötesine geçmeye yönelik bir çaba içerisinde oldukları

izlenimini vermektedir.

Alman akademisyenleri arasında ise sivil güç teorisinin artık Almanya’nın dış

politikasını açıklamada başvurulan temel bir kaynak haline geldiği görülmektedir.

Özellikle iki Almanya’nın birleşmesi ve Soğuk Savaşın bitişi sonrasında,

Almanya’nın realist bağlamda ekonomik üstünlüğü ile hegemonya olarak ortaya

çıkacağı; dış politikasında yeni arayışlara gireceği; veya Alman dış politikasının

“ulusal çıkar” kavramı etrafında normalleşeceği yönündeki Avrupa’da ortaya çıkan

endişelerin yersiz olduğunu bu sivil güç teorisi ile kanıtlandığını savunan Alman

akademisyenler, bu dönem sonrasında Almanya’nın dış politikasındaki bazı minör

değişikliklere karşın, II. Dünya Savaşı sonrası belirlenen temel unsurların devam

ettiğini ifade etmektedirler. Özellikle hâlâ AB entegrasyonuna bağlı kalmaları ve çok

taraflı güvenlik örgütleri içinde hareket etmeleri, Alman akademisyenlerinin

verdikleri örnekler arasında yer almaktadır.

Bu eğilimler, Alman dış politikasında temel nitelik göstermeye devam

etmektedir. Özellikle 2003’deki Irak krizinde uluslararası meşruiyet aranmasındaki

ısrarının yanı sıra, OGDP ile NATO’nun genişlemesi konularında Almanya’nın

uzlaşıya dayalı bir dış politika anlayışını ortaya koyması önemli bir gösterge olarak

ortaya çıkmaktadır.

iii. Batı Avrupa’ya Yeniden Entegrasyon

Adenauer, Almanya’nın uluslararası politikaya diğer devletlerle eşit seviyede

dönmesinin yegâne yolunun Batı Avrupa ile entegrasyonun sağlanması olduğu

düşüncesinden hareket etmiştir. Buna göre Adenauer, Almanya’nın Batı Avrupa ile

ilişkilerini geliştirmesi ve Sovyetler Birliği tehlikesi karşısında güvenliğini ABD

temelinde işbirliği ile sağlanması gerektiğini düşünmüş ve dış politikasını buna göre

düzenlemiştir. Bu nedenle, Adenauer döneminin dış politika doktrini esas olarak Batı

Avrupa ve ABD ile ilişkilerin güçlendirilmesi ve sıkı sıkıya birbirine bağlanması

temelinde gelişmiştir.

Page 169: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

159

Adenauer’un 1949 sonrasında belirlediği ve formüle ettiği dış politikası

ayrıca iç politika hesaplarına da dayanmıştı. Kademeli olarak Almanya’nın

egemenliğini tekrar kazanması için Batı Avrupa ile entegrasyonun (Westbindung)

yeniden sağlanmasını ve silahlanma hakkının tekrar elde edilmesini amaçlayan

Adenauer, bu süreçte Alman devletlerinin birleşmesini askıya alarak Doğu Bloğu ile

ilişkilerin dondurulması temelinde bir politika belirlemişti.531 Bu politika, Alman

devletlerinin birleşmesinin feda edilmesi karşılığında -Alman kamuoyunda özellikle

Sosyal Demokrat Parti’nin sert eleştirileri ile birlikte infiale yol açmasına rağmen-

Almanya’nın Batı’ya tekrar kabulünü sağlamıştır. Hatta, Sovyetler Birliği 1952

başlarında inisiyatifi ele alarak birleşik Almanya oluşturulması yolunda bir öneri

getirmişti. Söz konusu öneriye göre kurulması planlanan birleşik Almanya’nın

ABD’nin içinde yer aldığı herhangi bir askeri ittifaka girmemesi önkoşuluyla

oluşturulması gündeme gelmişti. Adenauer, bu teklifi Almanya’yı Batı’dan

koparabileceği endişesiyle yeni bir öneri olmadığını ileri sürerek hiçbir işgalci güce

ve kendi hükümetine danışmadan doğrudan reddetmişti.532

1950’de başlayan Kore Savaşı’nın uluslararası politikada yarattığı etkiyi de

Adenauer, Almanya’nın Batı ile entegrasyon fikrinin gerçekleşmesi için kullandı.

Batı ile entegrasyon düşüncesini 1950’lerdeki anlamının NATO’ya Almanya’nın üye

olması şeklinde yorumlayan Adenauer, 1955’de bu düşüncesini gerçekleştirme

imkanı buldu. Almanya’nın tekrar Batı devlet sistemine girmesini sağlayan bu

durum, gerçekte Almanya’nın ABD’yi ilişkilerinde temel olarak kabul etmesini de

beraberinde getirdi.533 Almanya, bu politika sayesinde yeniden silahlanma imkanını

da elde etti.

Adenauer, II. Dünya Savaşının müsebbibi olarak görülmesine karşın

Almanya’nın yine milliyetçi ama dizginlenmiş ve uluslararası topluma entegre olmuş

bir devlet olarak ortaya çıkmasını sağlamış ve böylece Almanların kırılan gururunu

tekrar kazandırmayı başarmıştır. Bu çerçevede, II. Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan

ABD ve onun hegemonik gücü karşısında Almanya, bu ülkeyle ilişkilerine

Adenauer’dan beri özel bir önem atfetmiş ve dünya siyasetine yeniden bir güç olarak

531 Steininger, “The German Question”, s. 12. 532 İbid, s. 12. 533 Alister John Miskimmon, “Recasting the Security Bargains: Germany, European Security Policy and the Transatlantic Relationship”, German Politics, Vol: 10, No:1, April 2001 s.84.

Page 170: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

160

dönmesi bu ilişkiler bağlamında gerçekleşmiştir. ABD ile Almanya’nın bu ilişkisinin

belirleyiciliği, alt-hegemon bağlamında önemli olmuştur. Alman halkının bu politik

ilişkiler ağındaki yeri ise geleneksel çizginin devamı niteliğinde gelişmiştir. Alman

halkının tarihsel bağlamda siyasete karşı düşük ilgisi ve sadece ekonomik gelişmeler

bağlamında siyaset ile ilgilenmesi, siyasi ve bürokratik elitlerin elini güçlendirmiş ve

dış politikaya istedikleri şekli vermelerini sağlamıştır.534

a. Avrupa Birliği’nin Desteklenmesi

Alman dış politikasının temel unsurlarından biri çok taraflı örgütlere üyelik ile bu

örgütlerin gelişmesi ve derinleşmesini desteklemek olmuştur. Zaten Avrupacı olan

Adenauer, bu politikasını Batı’ya bağlanma politikası içerisinde değerlendirmiştir.

Bu çerçevede, Almanya, o zamanki adıyla Avrupa Ekonomik İşbirliği Örgütü’ne

(OEEC, daha sonra OECD) 1949’da ve Avrupa Konseyi’ne ortak üye sıfatıyla

1950’da katılmıştır.

Almanya genel olarak AT ve sonra AB’yi desteklemesinde iki açıdan yarar

görmüştür. Birincisi siyasi nedenlere dayanmaktadır: Avrupa entegrasyonunu

destekleyen politikalarla Almanya, uluslararası topluluğuna yeniden giriş yapma

imkanı bulmuştur. Bu durum daha sonraları Almanya’ya Avrupa üzerinden dünya

politikasında söz sahibi olma fırsatını sağlamıştır. İkinci neden ise ekonomiktir:

Temel odaklanmasının ekonomik gelişme olan Alman halkı ile siyasi ve bürokratik

elitine Avrupa, hızlı ekonomik gelişme imkanı sunmuştur. Özellikle Almanya’nın

ihracatının gelişimi dikkate alındığında, Almanya için AT ve AB’nin temel bir rol

oynadığı rahatlıkla görülebilir.

Adenauer, Batı ile entegrasyon fikrini daha sonra somut bir öneri ile

perçinlemiş, Temel Kanun’un 24. maddesinin Avrupa’da barış için Alman devletinin

egemenlik yetkilerinin ulus-üstü organlara devredilebileceğini öngördüğünü ileri

sürerek birleşik Avrupa konusunu gündeme getirmiştir.535 Böylece Almanya,

1951’de gerçekleşen ve savaşların esas nedeni olarak gösterilen kömür ve çelik

üretiminin kontrol altında tutulmasını öngören Avrupa Kömür ve Çelik

Topluluğu’nun (AKÇT) kuruluşuna katkıda bulunarak Batı içindeki yerini almaya

534 Parkes, Understanding Contemporary Germany, s. 55. 535 Otte, A Rising Middle Power, s. 22.

Page 171: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

161

başlamıştır. Adenauer, kamuoyundan ve başlıca siyasi rakibi SPD lideri Kurt

Schumacher’den yükselen tepkilere rağmen bu politikasına devam etmiştir.

Özellikle Alman akademisyenleri tarafından “sivil güç” (Zivilmacht) olarak

adlandırılan kavram çerçevesinde bu durum, ulus üstü örgütlere belirlenmiş alanlarda

egemenlik hakkının devri anlamında kullanılmaktadır. Böylece Adenauer’un teklifi

sivil güç teorisi içerisinde yerini bulan bir tutum olarak değerlendirilebilir. Adenauer

sonrasında da iniş ve çıkışlara rağmen Alman elitleri AB kurumlarına ve

politikalarına sıkı sıkı bağlanma ve bir çok alanda devletin tekelinde bulunan

egemenlik hakkının Brüksel’deki yetkililerle belirlenecek hukuka tabi olması kabul

edilmiştir. Bu politikanın izlenmesi ve uygulanması Helmut Kohl döneminde en üst

seviyesine çıkmıştır. Kohl’un böyle bir tutum içinde olmasının temel nedenlerinden

biri, 1990’ların başında uluslararası politikada Soğuk Savaş’ın bitişi ve Alman

devletlerinin birleşmesi gibi yaşanan gelişmelerin etkisiyle başta Fransa ve Polonya

olmak üzere Avrupa ve dünyada Almanya’nın büyük bir güç olarak ortaya

çıkmasından duyulan korku veya endişe olmuştur.

1950’de Fransız Dışişleri Bakanı Schumann, kömür ve çelik üretiminin ulus

üstü bir örgütün denetimine alınması önerisini getirmiş, ardından 1951’de Paris

Antlaşması’yla, Fransa, Almanya ve Benelüks ülkeleri arasında AKÇT kurulmuştur.

Bu sayede savaşların itici gücü olarak nitelendirilen kömür ve çelik üretiminin

kontrol altına alınması ile Fransa’ya göre Almanya dizginlenmişti. Burada

Fransa’nın hâlâ tek amacı, Almanya’nın tekrar eski gücüne kavuşmasını engellemek

veya en azından kontrol altında tutabileceği bir mekanizmanın kurulması olmuştur.

Antlaşma 1952 başlarında Bundestag tarafından onaylanmış ve yine 1952’de Jean

Monnet ilk başkanı olarak AKÇT yürürlüğe girmiştir.

1955’den beri müzakere edilen Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ile

Avrupa Nükleer Topluluğu (EURATOM) antlaşmaları ise 1957’de Fransa, Almanya,

İtalya ve Benelüks ülkeleri tarafından imzalanarak, 1958’de yürürlüğe girmiştir. Söz

konusu fikir, Adenauer’un 1949’da hükümet içinde yayınladığı bir belgeden

esinlenmişti. Adenauer, belgede Fransızların korkusunun ancak yakın ekonomik

işbirliği ile giderilebileceği görüşünü ortaya atmıştı.536

536 İbid, s. 35.

Page 172: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

162

Tüm bu olumlu gelişmelere rağmen 1958’de Charles de Gaulle’ün tekrar

iktidara gelmesi ile birlikte Fransa, Avrupa’daki pozisyonunu güçlendirme hedefine

yöneldi ve Avrupa serbest ticaret alanının oluşturulmasını tamamen engellemese

bile, hızlı bir geçişin karşısında yer aldı. De Gaulle, ulusüstü bir entegrasyondan

ziyade bir Avrupa konfederasyonu konusundaki ısrarlı tutumunu devam ettirerek,

İngiltere’nin 1961’da AET’ye katılma talebini Almanya desteğine rağmen, “Fransız

nüfuzunun sulanacağı” varsayımıyla reddetti.537

1957’de Fransa’nın çok istekli olmamasına rağmen Fransız işgali altındaki

kömür ve çelik sanayisinin hakim olduğu Saar bölgesinin Almanya’ya geri verilmesi

Fransa-Almanya arasındaki ilişkilerin normalleşmesi yolunda önemli bir adım oldu.

Diğer yandan 1961’de Berlin duvarının inşası ve 1962’de Küba füze krizi ile birlikte

Soğuk Savaşın tekrar yoğunlaşması ABD ile Avrupa arasındaki güvenlik ilişkilerine

yeniden önem kazandırdı. ABD, 1963’ün ilk aylarında Batı Bloğu içindeki ülkelere

NATO komutası altında çok taraflı askeri bir kuvvet oluşturulması yolunda bir teklif

götürdü ve Almanya’nın da bu kuvvet içinde yer alması için davette bulundu. De

Gaulle başkanlığındaki Fransa teklifi reddederek, “Öncelikli Fransa” (France first)

politikasına geçmesiyle Almanya’nın “Fransız dostluğu” ile “ABD desteği” arasında

kaldığı görüldü. Hatta dış politikada ABD’ye kıyasla Avrupa’ya daha fazla öncelik

veren Adenauer, CDU/CSU içinde görüş ayrılıklarına yol açan bu gelişmeler

karşısında istifa etmek zorunda kaldı. Atlantik ilişkilerine öncelik veren ekonomi

bakanı Ludwig Erhard, Adenauer’un yerini alarak yeni Şansölye olarak atanmıştır.

Erhard, Fransa yer almasa bile Almanya’nın bu çok taraflı NATO kuvvetinde yer

alacağını açıklayarak, ağırlığının Atlantik olacağını ortaya koydu.538

1963, aynı zamanda Fransa-Almanya ilişkileri açısından bir dönüm noktası

idi. II. Dünya Savaşı’nın bitişinden beri Fransa ile Almanya’nın eski düşmanlıkları

yok etme veya en azından kontrol altında tutma çabaları, Elysée Antlaşması ile

normalleşme dönemine girdi. Almanya, bu antlaşmanın NATO açısından olumsuz

bir sonuç doğurmayacağı konusunda daha önceden ABD’ye güvence vermişti.

Elysée Antlaşması sayesinde Almanya’yı dizginleme konusundaki inisiyatifi elinde

537 İbid, s. 36. 538 İbid, s. 37.

Page 173: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

163

tutmayı hedefleyen Fransa’nın temel politikası başarılı oldu.539 Bu antlaşma ile

birlikte Fransa-Almanya ilişkileri kurumsal bir yapı çerçevesinde ele alınmaya

başlandı ve düzenli toplantılar aracılığıyla Almanya’yı kontrol etme mekanizmasına

sürekli bir nitelik kazandırıldı. Antlaşma, iki devlet başkanının yılda en az iki defa,

dışişleri, savunma ve eğitim bakanlarının yılda dört defa ve genelkurmay

başkanlarının ise yılda altı kez bir araya gelmelerini öngörmüştü. Savunma

bakanlarının ve genelkurmay başkanlarının toplantılarının amacı, savunma

konularında ortak tavırların benimsenerek savunma politikalarının yakınlaştırılması

ile ortak silahlanma projeleri üretilmesi iken, devlet başkanları düzeyindeki

toplantılar, AT başta olmak üzere uluslararası örgütler ve Doğu-Batı ilişkilerini

görüşmek ve bu konularda ortak politikalar geliştirmek üzerine yoğunlaşmıştır.540

Elysée Antlaşması, bir çok konuda ileri düzeyde bir işbirliğinin kurumsallaşması

yolunda önemli bir adım olmasına rağmen, Adenauer’un istifası ve ardından

Şansölyeliğe getirilen Erhard’ın ABD’yi daha ön planda tutma isteği, antlaşmanın

etkisinin azalmasına yol açtı ve etkin bir şekilde uygulamaya konulamamasına neden

oldu.541

b. AB’nin Derinleşme Süreci ve Almanya

Fransa-Almanya ittifakı ancak 1982’de iktidara gelen Helmut Kohl’un Fransa’da

iktidarda bulunan François Mitterrand ile ilişkileri yeniden canlandırması ile gelişme

imkanı buldu. Almanya-Fransa ilişkilerinde yaşanan bu canlanma, Avrupa

Birliği’nin derinleşmesi olarak nitelendirilebilecek gelişmesi için de önemli bir etki

yarattı. Fransa-Almanya ilişkisinin 1982-1992 arasında kurumsallaşmaya başladığı

gözlemlenmiş, sadece devlet başkanları düzeyinde 115 toplantı gerçekleştirilmiştir.

Teknik düzeyde de ikili ilişkiler önemli ölçüde gelişmiş ve konu bazında iki ülkenin

ilgili teknik bakanlıkları sık sık bir araya gelerek AB düzeyinde politikalar üretmeye

başlamışlardır. Gerçekleştirilen bu toplantılar sonucunda Fransa’nın talepleri

karşısında zaman zaman ödünler vermek zorunda kalan Almanya, özellikle

Fransa’nın tarım gibi “hayati konu” olarak nitelendirdiği alanlarda “korumacı” hatta

539 Günhan Emre Ersoy, II. Dünya Savaşından Günümüze Kadar Avrupa Güvenlik Kimliğinin Gelişimi ve Türkiye Üzerinde Etkileri, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, Ankara Üniversitesi, 1997, s. 58. 540 İbid, s. 58. 541 İbid, s. 58-59; Otte, A Rising Middle Power, s. 37.

Page 174: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

164

“milliyetçi” olarak değerlendirilebilecek politikalarını kabul etmiş ve AT’ye yaptığı

maddi katkıları devam ettirmiştir. Bu duruma ilave olarak Fransa’nın milliyetçi ve

ulusal çıkarı ikili ilişkilere yeğleyen tutumuna karşın, Almanya’nın bürokratik ve

siyasi elitleri masa başında kalmaya devam etmiştir.542

Kohl hükümeti, AT konusunda, Adenauer’in görüşleri doğrultusunda hareket

ederek, Avrupa entegrasyonuna hız kazandırmayı hedeflemişti. Bu kapsamda Kohl,

Almanya’nın “Batı ile entegrasyon” politikasına daha fazla bağlanacağını ifade

etmişti. Böylece 1980’lerin başında iktidara gelen Kohl, Federal Almanya

Cumhuriyeti’nin temel politikasında herhangi bir değişikliğe gitmeyerek “özel bir

yol” (Sonderweg) politikası olarak bilenen Almanya’nın gizli bir gündem ile hareket

ettiği düşüncesini silmeye çalışmıştır. Aksine, AB’nin derinleşme politikasının daha

güçlenmesi konusunda 1998’e kadar süren iktidarı boyunca çaba sarf etmiştir.543

Kohl’un politikasının ilk etkisi, o zamanki adıyla AET düzeyinde 1980’de

tamamlanması öngörülen fakat gerçekleşmeyen “Ekonomik Birlik”in ikinci

aşamasının önündeki engellerin kaldırılması ve “Ortak Pazar’ın kurulmasına yönelik

çalışmalar üzerine olmuştur. Bunun üzerine ilk olarak Alman ve Fransız dışişleri

bakanları Genscher ile Colombo’nun adları ile anılan inisiyatif başlatılmış,544 bu

girişim ile bağlantılı olarak AT Komisyonu tarafından hazırlanan “Beyaz Kitap”,

1986’da imzalanacak olan “Tek Pazar Senedi”nin oluşumunu hızlandırmıştır.545

Bu arada, 1987’de Avrupa Para Sistemi’nde yaşanan kriz sırasında

Bundesbank’ın uyguladığı politika, Fransa ile Almanya arasındaki ilişkilerin kolayca

olumsuz yönde etkilenebileceğini gösterdi. Bunun üzerine Genscher, 1988’de AT

düzeyinde Almanya’nın dönem başkanı olduğu sırada, Avrupa para alanı ile Avrupa

Merkez Bankası konusunda bir memorandum yayınladı.546 Oluşturulması planlanan

542 Simon Bulmer, Andreas Maurer and William Paterson, “The European Policy-Making Machinery in the Berlin Republic: Hindrance or Handmaiden?”, German Politics, Vol:10, No:1, April 2001, s. 199. 543 Thomas Banchoff, “German Policy Towards the European Union: The Effects of Historical Memory”, German Politics, Vol:6, No:1, April 1997, s. 62-63. 544 Bulmer, Maurer and Paterson, “The European Policy-Making Machinery in the Berlin Republic”, s. 182. 545 Beril Dedeoğlu, Adım Adım Avrupa Birliği, İstanbul, Çınar Yayınları, 1996, s. 82. 546 Dyson, “Civilian Power and ‘History-Making” Decisions”, s. 32-33. Bu memorandumu Genscher, Bundesbank yetkililerinden destek alarak hazırlamıştır. Böylece, Avrupa Para Birliği sisteminin kurulmasından önce Bundesbank bürokratlarının bu birlik ile ilgili gelişmeleri hazırlık aşamasından itibaren kontrol altında tutma isteği ile birlikte birliğin oluşturulması sırasında aktif katılımı hedefledikleri ileri sürülebilir.

Page 175: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

165

Avrupa para alanında fiyat istikrarının Alman modeline dayanacağı ifade edilen söz

konusu memorandumda bu konuda çalışmak üzere bir akil adamlar komitesinin

Hannover’de gerçekleştirilmesi planlanan Avrupa Konseyi Zirvesi’nde atanması bir

öneri getirdi. Bu öneri, Kohl tarafından kabul edilmekle beraber, değişikliğe uğradı.

Kohl’ün önerisi AT Komisyonu başkanı Jacques Delors başkanlığında ve üye

devletlerin merkez başkanlarının yer alacağı bir komite kurulması idi. Kohl, böylece

Bundesbank’ın da yer alacağı ve etkin olacağına inandığı bir komitenin kurulmasını

amaçlamıştı. Bu sayede 1970’lerin sonunda dönemin Şansölyesi Helmut Schmidt

tarafından başlatılan Avrupa Parasal Birliği, esas olarak Almanya tarafından AB

gündemine getirilmiş ve parasal birliğin kurulmasına ilişkin kararlar, Almanya’nın

belirlediği koşullar çerçevesinde gelişmiştir.547

1989’da Doğu Bloğu’nda yaşanan gelişmeler, Federal Almanya

Cumhuriyeti’ni gündemin ortasına çekti. Doğu Almanya’da hükümet karşıtı

gösterilerin artması ve ardından iki ayrı bloğun ayrılığının simgesi olan Berlin

Duvarı’nın gösterilerle yıkılması ve iki farklı Alman devletini ayıran sınırların

ortadan kalkması, uluslararası politikada köklü değişimlere sebep oldu. Bu durum,

Avrupa’da savunma ve güvenlik konusunda yeni politikaların belirlenmesini

gerektirmesinin yanı sıra, Almanya’nın tutumunda olası değişiklikler ile bağlantılı

olarak AT konusunda da şüpheler uyanmasına neden oldu. Özellikle Almanya’nın

birleşmesiyle artık Avrupa’nın tek büyük gücü olduğu ve dolayısıyla uluslararası

politikaya bakışının da bu şartlar altında değişebileceği öne sürülmeye başlandı.

Almanya’da daha önce “sivil güç” teorisi altında dış politikasının temel

unsurlarından sayılan toplumun “devletler içinde katılımcı karar verme şekillerinin

teşvik edilmesi” yönteminin göz ardı edileceği ve böylece siyasi liderlerin Avrupa

çapında ortaya çıkan üstünlüklerini “çıkar temelli” politikalarla kurmaya

yönelebileceklerine dair görüşlerin yaygınlaştığı görüldü.548

Bütün bu gelişmeler karşısında Kohl, Avrupa sürecine bağlılığını yineleyerek,

bu konuda doğan şüpheleri gidermeye çalıştı. Kohl hükümeti başta ekonomik ve

parasal birlik konusunda Avrupa entegrasyonu politikasına devam edeceğini

547 İbid, s. 34-35; Bulmer, Maurer and Paterson, “The European Policy-Making Machinery in the Berlin Republic”, s. 181. 548 İbid, s. 183-184; Banchoff, “German Policy Towards the European Union”, s. 63.

Page 176: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

166

açıkladı.549 1990’da gerçekleştirilen Maastricht Zirvesi ve ardından imzalanan

“Maastricht Antlaşması” sonrasında gerekli olan onay süreçlerinde bu desteğini Kohl

açıkça ortaya koydu.550 Bunun yanı sıra, Almanya’nın birleşmesi ile ortaya çıkan

maliyetin büyük çoğunluğu Alman hükümeti tarafından üstlenilmiş olmakla birlikte,

birleşme sorunu AB düzeyine taşındı. Bosna’daki savaşın şiddetlendiği dönemde de

Kohl, bir konuşmasında Avrupa’da “milliyetçiliğe, şovenizme ve ırkçılığa karşı en

etkili sigortanın Avrupa entegrasyonu” olduğunu ifade ederek, Avrupa ve dünyada

izolasyona yol açacak şekilde Alman dış politikasının yeni bir Alman Sonderweg’i

temelinde yürütülmemesi gerektiğini ifade etti. Ayrıca, Avrupa kimliğinin Alman

kimliği ile özdeş hale geldiğini ileri süren Kohl, bu nedenle bu alandaki çabaların

birlikteliği güçlendireceğini vurguladı.551

Kohl, Maastricht Zirvesi’nde bu tutumunu pekiştirmek için AB’nin

derinleşmesi konusunda 3 hedef belirlemişti: 1990’ların sonunda Avrupa’da para

birliğine geçiş; adalet ve içişlerinde daha fazla işbirliği; ve Ortak Dış ve Güvenlik

Politikası’nın (OGDP) geliştirilmesi. 1993’de AB’nin Avrupa Para Mekanizması

içinde yaşanan kriz, Bosna krizi ve Avrupa çapında ekonomik alandaki düşük

büyüme, çeşitli siyasi ve ekonomik sorunları ortaya çıkarttıysa da, Kohl, AB’nin

derinleşmesine yönelik politikasını uygulamaya devam etti. Özellikle Alman halkının

hassas olduğu D-Mark ile Bundesbank konusunda Kohl’un AB düzeyinde parasal

birliği savunması önemli bir işaretti. Bununla birlikte Kohl, Genscher’in 1987’de

başlattığı girişim temelinde Avrupa parasal sistemi içinde Alman merkez bankasının

güçlü bir rol oynamasını ve inisiyatifin Alman merkez bankasında kalmasını

sağladı.552

Maastricht’in öngördüğü konular, sadece siyasi parti düzeyinde CDU, SPD ve

FDP’den değil, aynı zamanda daha geniş bir şekilde işçi ve işveren örgütlerinden de

yoğun bir destek aldı. Bununla birlikte konu bazında çeşitli farklılıklar oluştu.

Örneğin işçi ve işverenler parasal birliği desteklemelerine rağmen, siyasi partilerin

aynı konuya bakışları daha şüpheci bir şekilde gelişti. Hatta, SPD başkanı Gerhard

Schröder, milliyetçi bir söylemle Avrupa parasal birliğine karşı çıktı ama 1994

549 Bulmer, Maurer and Paterson, “The European Policy-Making Machinery in the Berlin Republic”, s. 185. 550 Banchoff, “German Policy Towards the European Union”, s. 62-63. 551 Helmut Kohl’un konuşmasından aktaran Banchoff. İbid, s. 63. 552 İbid, s. 68.

Page 177: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

167

seçimlerinde bunu sonuca çeviremedi. Diğer yandan Kohl, 1992 başından itibaren

AB düzeyinde gerçekleşen “Tek Pazar”ın mantıksal sonucunun Avrupa parasal

birliği olduğunu ve bu pazarın Alman ihracatına ve ekonomik gelişmesine olumlu

katkı yapacağını savundu. Bu şartlar altında girilen 1994 seçimleri Kohl’un

Şansölyeliğini devam ettirmesini sağladı. Bununla birlikte siyasi partiler özellikle

OGDP ile güçlendirilmiş AB Parlamentosu konularında alınan kararları destekledi.

Bütün bu taraflar, Maastricht Antlaşması’nın ekonomik açıdan bir yarar

getirmeyeceğini bilmelerine rağmen, söz konusu projeyi, sadece dışarıya yönelik bir

mesaj olması açısından değil, aynı zamanda içeride de tekrar eski ortama

dönülebileceğine dair endişeleri gidermek için desteklediler.

Her ne kadar Kohl, Avrupa entegrasyonu fikrine ve AB’nin derinleşmesine

bağlı kalacağını sürekli ifade etmesine rağmen, Fransa’nın Almanya’nın

birleşmesinden doğan kaygılarını gidermek için böyle bir politikanın gerekli olduğu

kabul edilebilir. Kohl’un 1991’de gerçekleşen Maastricht Zirvesi sonrası dönüşünde

Bundestag’da yaptığı konuşmada Almanya’nın Avrupa’ya yönelik yükümlülüklerini

yerine getirmeye devam etmesi ve bu alanda aktif bir şekilde sorumluluk

üstlenmesinin Almanya’nın genişlemesinden duyulan endişeleri giderme yolunda bir

kanıt oluşturacağını ifade etti. Böylece Kohl, AB üyesi ülkeler ile Orta ve Doğu

Avrupa ülkelerine Almanya’nın “saklı bir gündemi” olmadığını göstermeye çalıştı.553

Kohl’un AB’ye bağlılık politikasına ilişkin diğer bir görüş ise Almanya’nın

ekonomik anlamda gündemini Avrupa üzerinden gerçekleştirdiğidir. Bunun yanı

sıra, Avrupa parasal birliği konusundaki gelişmelerde Alman siyasetçileri ile

bürokratlarının hakimiyeti ve kendi ekonomik gündemlerinin AB düzeyinde diğer

üye devletlere aktarılması, diğer şartların yanı sıra, 1990’larda Gramşici anlamda

dolayımlı olarak ekonomik hegemonyanın gerçekleştirilmesi yolunda önemli adımlar

atıldığının bir göstergesidir.

Almanya’nın Avrupa çapında özellikle 1990’ların başından itibaren kurmaya

başladığı hegemonyasının AB’nin derinleşmesi bağlamında sosyal boyutunun da

eklendiği görülmektedir. Çünkü Almanya’nın ekonomik modeli sadece ekonomik

unsurlara değil aynı zamanda sosyal unsurlara da ağırlık vermektedir.554 Almanya’da

553 Anthony Glees, “Building a New Europe: Britain, Germany and the Problem of Russia", German Politics, Vol:8, No:1, April 1999, s. 161. 554 Dağcı, Avrupa Birliği ve Kapitalizm, s. 22-25.

Page 178: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

168

yasal olarak düzenlemiş bulunan sosyal alanın AB düzeyinde de benzer şekilde yasal

düzenlemeye tabi olduğu görülmektedir. Bunların başında sadece Almanya’ya özgü

olan ortak yönetim (Mitbestimmung) ve çalışma konseyleri (özel sektördeki işçilerin

kurduğu Betriebsrat ile kamu sektöründeki işçilerden oluşan Personalrat)

gelmektedir. Ortak yönetim, I. Dünya Savaşı sonrası gündeme gelmiş ve 1920’de

şiddetli çatışmaların ardından Weimar Cumhuriyeti tarafından yasallaştırılmıştı. Nazi

döneminde yürürlükten kaldırılan bu uygulama, II. Dünya Savaşı sonrasında yeniden

yasalaştırılarak, beş işçiden fazla işçi çalıştıran işverene diğer kapitalist ülkelerde

rastlanılmayan belli sorumluluklar yüklemiştir. Bu sorumlulukların başında, şirket ve

şubeleri düzeyinde, işverenin sosyal konularda işçi temsilcilerini bilgilendirme ve

çizilen şartlar altında danışma zorunluluğu bulunmaktadır. Daha kısıtlı da olsa, belli

ekonomik ve mali konularda da çalışma konseyleri benzer haklara sahiplerdir.555

Almanya’nın işçilere tanıdığı bu danışma ve bilgilendirmeye yönelik haklar,

aynı şekilde AB düzeyinde de işçilerin bilgilendirilmesi ve onlara danışılmasını 1957

yılında imzalanan AT Kurucu Antlaşması’nın (Roma Antlaşması) yanı sıra bir dizi

direktif ile diğer AB üyesi ülkelerde de zorunlu olarak uygulanmaya başlanmıştır.556

Nice Antlaşması’na da dahil edilen Kurucu Antlaşma’nın 137. maddesinde işçilerin

bilgilendirilmesi ve danışılması gibi hususların bulunduğu sosyal politika alanının bir

çok noktasında üye devletlerin birbirlerinin faaliyetlerini tamamlamaları öngörülmüş

ve yine aynı Antlaşmanın 138. ve 139. maddelerinde işveren ile işçiler arasında

danışma mekanizmasının kurulmasına yönelik düzenlemeler getirilmiştir. AB,

1970’lerin ortalarından itibaren direktifler çıkarmaya başlamıştır. İlk olarak 1975’de

toplu işten çıkarmalar konusunda oluşturulan 75/129/AET sayılı direktif ile

şirketlerin toplu işten çıkarma durumunda işçi temsilcilerini uygulamayı

düşündükleri mekanizma hakkında bilgilendirmesi ve onların görüşlerini almasını

zorunlu hale getirmiştir.557 Bu direktif, gerek Almanya’da gerekse Avrupa

Toplulukları Adalet Divanı (ATAD) kapsamında alınan kararlarla değişikliğe

555 European Commission, Employee Representatives in Europe and Their Economic Prerogatives, Luxembourg, Office for Official Publications of the European Communities, 2001, s. 39-41. 556 Smith, “The German Model and European Integration”, s. 153, 164. 557 Sözkonusu direktif, ATAD’daki davalar nedeniyle 1998’de yeniden düzenlenmiştir. Council Directive 98/59/EC of 20 July 1998 on the approximation of the laws of the Member States relating to collective redundancies, Http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=CELEX: 31998L0059:EN:NOT, (Erişim Tarihi: 12 Mart 2005).

Page 179: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

169

uğramış ve en son olarak 98/59/AT direktifi olarak tüm AB üyesi ülkelerde

uygulamaya konulmuştur. Almanya’daki işçi temsilcilerini bilgilendirme ve danışma

konusunun AB düzeyinde bir başka yansıması ise işyerinin veya bir bölümünün devri

halinde işçilerin hakların korunmasına ilişkin 77/187/AET sayılı direktifidir. Yine bu

kapsamda, işyerinin devri halinde işçilerin gerek kıdem tazminatı ve sosyal güvenlik

hakları gerekse yıllık izinleri gibi konularda hak kaybına uğramamaları için devreden

ile devir alanın işçi temsilcilerine bu konularda bilgi vermeleri zorunluluğu

getirilmiştir. Bu direktifte benzer şekilde Almanya’da ve ATAD düzeyinde alınan

kararlarla değişikliğe uğramış ve 2001/23/AB direktifi olarak yeniden

şekillenmiştir.558 İşçi temsilcilerinin bilgilendirilmesi ve danışılması konusundaki

Alman örneğinin diğer bir yansıması, “Avrupa Çalışma Konseyler”ine ilişkin

94/45/AT sayılı direktiftir. Bu direktif, en az iki AB üyesi ülkede faaliyet gösteren ve

150’den fazla işçi çalıştıran şirketlerin Avrupa çalışma konseyleri kurmalarını

düzenlemektedir. Bu direktif, işverenlerin işçi temsilcilerine bir dizi bilgi sunmalarını

ve gerekli görülen hallerde danışılmalarını zorunlu hale getirmektedir.559 İşçi

temsilcilerinin bilgilendirilmesi konusu sonraları Almanya’daki uygulamanın

ilerisine geçmiştir. Böylece işçilerin doğrudan işveren tarafından bilgilendirilmesi ve

danışılması konusunda AB düzeyinde düzenlemeler yapılmıştır. 2002/14/AB sayılı

direktif, en az yirmi işçi çalıştıran işyerlerinde uygulamaya konulmuştur.560 Bütün bu

direktiflerin ortaya koyduğu üzere Almanya, sosyal politika düzenlemelerini AB

düzeyinde yansıtma imkanı bulmuş ve dolayısıyla sosyal politikasını AB üyesi

ülkelere ihraç ederek, rekabet açısından işçilik maliyetlerinin diğer ülkelerde de

artmasına yol açmıştır. Diğer önemli bir nokta ise Almanya’nın sosyal politikası AB

üyesi ülkelerde ortak kültürel bir zemin yaratmıştır.

558 Sözkonusu direktif, ATAD’daki davalar nedeniyle 2001’de yeniden düzenlenmiştir. Council Directive 2001/23/EC of 12 March 2001 on the approximation of the laws of the Member States relating to the safeguarding of employees' rights in the event of transfers of undertakings, businesses or parts of undertakings or businesses, Http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=CELEX: 32001L0023:EN:NOT, (Erişim Tarihi: 12 Mart 2005). 559 Council Directive 94/45/EC of 22 September 1994 on European Works Council, Http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=CELEX:31994L0045:EN:NOT, (Erişim Tarihi: 12 Mart 2005). 560 Directive 2002/14/EC of the European Parliament and of the Council of 11 March 2002 establishing a general framework for informing and consulting employees in the European Community - Joint declaration of the European Parliament, the Council and the Commission on employee representation, Http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=CELEX: 32002L0014:EN:NOT, (Erişim Tarihi: 12 Mart 2005).

Page 180: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

170

Almanya’nın AB düzeyinde yansıttığı diğer bir sosyal konu da istihdamdır.

İki Alman devletinin birleşmesinin ardından özellikle yeni eklenen beş Lander’de

kamu sektörünün tasfiyesi ile yaşanan işsizlik ve Alman ekonomisinin durgunluk

içine girmesi ile 1990’ların ortalarından itibaren istihdam ve işsizlik konuları

Almanya’nın gündeminde ön sıralara taşınmıştır. 1994’de AB dönem başkanı olma

sıfatıyla Almanya lideri Kohl, Essen Zirvesi’nde istihdam konusunu gündeme

getirerek, bu konuda AB düzeyinde bir önlem alınmasını ve üye ülkelerin de bu

önlemlere katılmasını talep etmişti. Zaten Essen Zirvesi’nin sonuç bildirisi Kohl’un

bu taleplerini açıkça yansıtmaktadır. Sözkonusu sonuçların “Ekonomik Konular”

başlıklı birinci bölümünde ilk olarak “istihdam durumunun iyileştirilmesi” hususuna

değinilmiştir. Buna ilaveten, AB Komisyonu, Aralık 1995 tarihinden itibaren

istihdam piyasasındaki gelişmeleri AB Konseyi’ne bildirmesi konusunda

görevlendirilmiştir.561 1997’de Avrupa Birliği Kurucu Antlaşması’nı değiştiren

Amsterdam Antlaşması’na “İstihdam” başlığı eklenmiş ve istihdam konusunda üye

ülkelerin yetki devri olmasa bile, istihdamın bazı boyutlarında Komisyonun aktif

önlemler alması sağlanmıştır. İstihdam konusunun yasal bir zemin kazanmasının

hemen ardından Lüksemburg’da gerçekleşen “Olağanüstü Zirve”de “Avrupa

İstihdam Stratejisi” AB düzeyinde kabul edilerek, uygulamaya konulmuştur.562

Sosyal alanda Almanya’nın liderliğini yaptığı ve AB düzeyine kabul ettirdiği

bir başka konu ise “işçilerin geçici süreyle görevlendirilmesi”ne ilişkin 96/71/AB

sayılı direktiftir.563 AB düzeyinde hizmet arzının serbestleştirilmesine bağlı olarak

Almanya’da ihale kazanan özellikle inşaat sektöründeki yabancı şirketler daha ucuz

olması sebebiyle kendi ülkelerinden işçi getirmişler ve bu süreçte Alman inşaat

sektöründeki işçiler ciddi bir tehdit ile karşı karşıya kalmışlardır. Bu durum, Alman

561 Avrupa Konseyi Toplantısı Başkanlık Sonuçları, (9-10 Aralık 1994, Essen), Http://www.consilium.europa.eu/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/en/ec/00300-1.EN4.htm, (Erişim Tarihi: 14 Ekim 2005). 562 İstihdam konusunda Olağanüstü Avrupa Konseyi Toplantısı (Lüksemburg, 20-21 Kasım 1997), Http://www.consilium.europa.eu/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/en/ec/00300.htm, (Erişim Tarihi: 17 Ekim 2005). 563 Directive 96/71/EC of the European Parliament and of the Council of 16 December 1996 concerning the posting of workers in the framework of the provision of services, Http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=CELEX:31996L0071:EN:NOT, (Erişim Tarihi: 12 Mart 2005).

Page 181: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

171

hükümetinin anılan direktifin çıkarılmasında inisiyatifi üstlenmesine ve AB üyesi

ülkeleri de bağlayacak şekilde yeni bir düzenlemeye yol açmıştır.564

c. AB’nin Genişleme Politikası ve Almanya

1990’ların başlarında Kohl liderliğinde Almanya’nın bir başka gündemini AB

düzeyinde “genişleme” konusu oluşturmuştur. Kohl’un AB’nin derinleşmesine

yönelik görüşleri, 1990’nın başından itibaren genişleme konusunun da gündeme

taşınmasına yol açmıştır.565 Özellikle Almanya’nın birleşmesi AB düzeyinde

genişleme politikasının dolaylı olarak başlangıcını oluşturmuştur. Almanya’nın

birleşmesi ile birlikte Kohl hükümetinin dışişleri bakanı olan Klaus Kinkel,

Avusturya, İsveç ve Finlandiya’nın AB’ye katılmasını desteklediklerini ifade etmiş

ve bu devletler 1995’de çok uzun sürmeyen görüşmelerin ardından AB üyesi ülkeler

olmuşlardır.566

Almanya’nın AB’nin genişleme gündemi ile politikasını sürüklemesi ve

sınırlarını belirlemesi Avrupa kıtasında alt-hegemonyasını kurma yolunda önemli

adımlardan birini oluşturmaktadır. Almanya’nın Gramşici anlamda alt-

hegemonyasını kurmak için özellikle Doğu Avrupa üzerinde sadece ekonomiyi değil

aynı zamanda kültür ve siyaseti de kullandığı görülmektedir. Bununla birlikte bu alt-

hegemonyanın realist bağlamda sadece Doğu Avrupa değil aynı zamanda tüm

Avrupa üzerinde askeri bir üstünlük peşinde olmadığı açıktır. Bu durum,

Almanya’nın alt-hegemonya olarak ortaya çıkmasına engel olmamaktadır.

Almanya’nın uyguladığı politikaların belirli nitelikleri bulunmasına rağmen, alt-

hegemonya olarak yükselmesi, bilinçli bir tasarımdan ziyade kendiliğinden gelişen

tarihsel yapı içinde açıklanabilecek bir duruma işaret etmektedir.

Özellikle AB’nin Orta ve Doğu Avrupa’ya doğru genişlemesi Alman alt-

hegemonyasının gelişimini göstermek için uygun bir çalışma alanı oluşturmaktadır. 564 European Commission, The Regulation of Working Conditions in the Member States of the European Union, Luxembourg, Office for Official Publications of the European Communities, 1998, s. 51. 565 Adrian Hyde-Price, “The New Pattern of International Relations in Europe”, Victoria Curzon Price, Alice Landau and Richard G. Whitman, The Enlargement of the European Union: Issue and Strategies, Routledge, London and New York, 1999, s. 116; Michael Calingaert, European Integration Revisited: Progress, Prospects and US Interests, Boulder, Colorado, Westview Press, 1996, s. 92-94. 566 Tom Buerkle, Britain and Germany Head for a Showdown on the EU’s Future”, International Herald Tribune, 14 March 1994, Http://www.iht.com/articles/1994/03/14/douze_2.php, (Erişim Tarihi: 20 Mart 2005).

Page 182: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

172

Bu kapsamda, sadece Almanya’nın izlediği politikalar değil, aynı zamanda diğer

Orta ve Doğu Avrupa devletlerinin algılamalarının da önemi büyüktür. Çünkü

“Almanya ve Doğu Avrupa birbirlerinin ulusal hayalini oluşturmaktadırlar”.567 Diğer

yandan özellikle Doğu Avrupa, tarihsel olarak Almanya ile Rusya arasında yer alan

bir bölge olarak belirmektedir. Almanya’nın bölge üzerindeki siyasi, ekonomik ve

kültürel etkisinin tarihsel boyutuyla incelenmesi bu yapının gelişimini

açıklamaktadır. Almanya’nın tarihsel olarak gerek Polonya gerekse Çekoslovakya ile

toprak ve azınlık meseleleri bulunmaktadır. Bu konularda günümüzdeki

Almanya’nın tutumu, II. Dünya Savaşına giden yola benzememektedir. Tersine,

Almanya bugün barışçıl yöntemlerle hareket etmektedir. Bununla birlikte yine AB

üzerinden söz konusu ülkelere bazı gündemlerin ve politikaların dayatıldığı

gözlemlenmektedir. Böylece AB gündemi Almanya gündemiyle örtüşmektedir.568

Çek Cumhuriyeti’nin AB genişleme politikası çerçevesinde AB ile tam üyelik

görüşmelerine başlaması, 1938 tarihli “Münih Düzenlemesi” ile ortaya çıkan Südet

Almanları meselesini tekrar gündeme getirmiştir. AB, Südet Almanlarının tarihsel

topraklarına dönmesi ve yerleşmesi konusunda Çek Cumhuriyeti’ne çeşitli

dayatmalarda bulunmuştur. Bu tarihsel sorunu çözmek, her ne kadar AB tarafından

getirilen bir durum olarak ortaya çıkmışsa da, sorun daha çok ikili düzeyde Almanya

ile Çek Cumhuriyeti yetkilileri arasında ele alınmıştır. Fakat Çek yetkililerinin

algılamaları Almanya’nın bu konudaki tutumunu sorgulamalarına yol açmıştır.

Bununla birlikte Alman-Çek Deklarasyonu569 ise her iki tarafın farklı bir şekilde

yorumladığı bir metin haline dönüşmüştür.570 Çek Cumhuriyeti’nin AB’ye 2004’de

yılında katılmasının ardından sorun bugün için rafa kalkmıştır.

Bölgede bir başka tarihsel sorun Polonya ile Almanya arasındaki etnik

Almanlar konusudur. II. Dünya Savaşı sonrası özellikle bugünkü Polonya’dan (Doğu

Prusya, bugünkü Polonya sınırları içinde kalmaktadır) göç etmek zorunda kalan

Alman nüfusu, güçlü “göçmen” dernekleriyle Federal Almanya Cumhuriyeti’nin

567 Jonathan P.G. Bach, “Germany After Unification and Eastern Europe: New Perspectives, New Problems”, Http://www.columbia.edu/cu/sipa/REGIONAL/ECE/vol3no1/bach.pdf, (Erişim Tarihi: 14 Nisan 2005). 568 İbid. 569 German-Czech Declaration on Mutual Relations and Their Future Development of 21 January 1997, Http://www.mzv.cz/servis/soubor.asp?id=1873, (Erişim Tarihi: 17 Mart 2005); Alman Dışişleri Bakanı Fischer’in anlaşma hakkındaki yorumu için bakınız, Http://www.auswaertiges-amt.de/www/en/ausgabe_archiv?archiv_id =2611, (Erişim Tarihi: 14 Mart 2005). 570 Bach, Germany After Unification and Eastern Europe.

Page 183: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

173

kurulmasından beri siyaseti etkilemektedir. Polonya, bu sorunu tarihsel boyutundan

ziyade Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) çerçevesinde belirlenen

“azınlık hakları” bağlamında ele almakta ve buna göre çözümler üretmeye

çalışmaktadır. Almanya, bu tarihsel sorunun çözümüne yönelik olarak daha çok “dış

yardım” politikasını kullanmaktadır. 1989 ile 1996 arasında Almanya’nın Doğu

Avrupa ülkelerine yardım olarak yaptığı harcamaların toplam miktarının 56.5 milyar

Alman markını geçmiş olduğu görülmektedir.571 Diğer yandan bir başka unsur, bölge

ülkelerinin Alman ekonomisine artan bağımlılığıdır. Almanya’nın toplam ihracatı

içindeki payları 2004 itibariyle % 8 iken Doğu Avrupa ülkelerinin ihracatlarının

% 40’ı Almanya’ya gitmektedir.572 Almanya’nın hegemon olup olmadığını Germany

and Central Europe: Hegemony Re-examined başlıklı makalesinde tartışan Michael

Baun, Orta Avrupa ülkelerinin (Macaristan, Slovakya, Çek Cumhuriyeti ve Polonya)

ihracatlarının yaklaşık % 30’unun doğrudan Almanya’ya gittiğini ifade etmektedir.573

Benzer oranlar doğrudan dış yatırım bazında da görülmektedir. Almanya, bölgeye

yapılan yatırımların yaklaşık yarısını (% 46) tek başına gerçekleştirmektedir.

Bundesbank’ın derlediği Haziran 2003 tarihli verilere göre, sözkonusu bölge

ülkelerine Almanya’nın doğrudan yabancı yatırımı 68 milyar euro civarında

gerçekleşmiştir.574

Siyasi açıdan ise Almanya’nın Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin AB’ye

katılımını destekleyen hatta sürekleyen devlet olması, bölge ülkeleri için Soğuk

Savaş sonrası geçiş döneminde duydukları endişeye rağmen Sovyetler Birliği

mirasının etkisi ile olumlu olarak nitelendirilmiştir. Bununla birlikte Doğu Avrupa

devletlerinin AB’nin genişleme politikasına dahil edilmeleri ile Almanya’nın siyasi

571 İbid. 572 Deutsche Bundesbank, “Effects of Eastward Enlargement of the EU on German Economy, Monthly Report, May 2004, s.3, Http://www.bundesbank.de/download/200405mb_en_effects.pdf, (Erişim Tarihi: 20 Mart 2005). 573 Michael Baun, “Germany and Central Europe: Hegemony Re-examined”, German Politics, Vol:14, No: 3, September 2005, s. 376. 574 Doğrudan yabancı yatırım konusunda hesaplamalar, tanımdan kaynaklanan nedenlerden dolayı farklılık gösterebilmektedir. Bu hesaplamalar konusunda bakınız, Neille Paterson, (et al.), Foreign Direct Investment: Trends, Data, Availability, Concepts, and Recording Practices, Washington DC, International Monetary Fund, 2004. Sözkonusu çalışmaya göre doğrudan yabancı yatırımların karşılaştırılmasında büyük zorluklar bulunmaktadır. Bunun başlıca sebepleri ülkelerin tanımlarında ve uyguladıkları metodolojideki farklılıktan kaynaklanmaktadır. Sabine Hermann and Axel Jochem, Trade Imbalances of the Central and East EU Member States and the Role of Foreign Direct Investment, Deutsche Bundesbank, 2005, s. 11-14, Http://www.bundesbank.de/download/vfz/ konferenzen/20050617_18_potsdam/vfz_ws_kleistvilla_jochem.pdf, (Erişim Tarihi: 25 Mart 2005).

Page 184: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

174

ağırlığı daha fazla görünür olmuştur. Bach, Almanya’nın bu üstünlüğünü

“Realpolitik yerini ‘EUPolitik’e bırakmıştır” şeklinde ifade etmiştir.575 Bu durum,

1990’lar boyunca Almanya’ya AB Komisyonu aracılığıyla aday ülkelerin içişlerinde

doğrudan söz sahibi olma imkanını getirmiştir. Baun da benzer şekilde Almanya’nın

Orta Avrupa ülkeleri ile ilişkileri geliştirme ve AB’nin genişlemesi konusunda temel

savunucularından biri olduğunu belirtmekle birlikte, Bach’ın aksine Almanya’nın

bunu kendi lehine kullanmadığını söylemiştir.576

Kültürel boyutta ise sadece Orta ve Doğu Avrupa değil, aynı zamanda bugün

Güneydoğu Avrupa olarak nitelendirilmeye başlanan Balkanlar’da da Almanya’nın

etkin olarak faaliyet gösterdiği görülmektedir. Söz konusu bölgelerin tarihsel olarak

gerek Avusturya-Macaristan İmparatorluğu gerekse 1871’de kurulan Alman

İmparatorluğu bağlamında her şeyden önce Almanca’nın bölgede etkili olmasını

sağlayan ilk etkenlerden birini oluşturmaktadır. Bu bölgelerde Almanca, tarihin uzun

bir süresi kültürel ve idari dil olarak işlev görmüştür. Bununla birlikte Brandt’ın

tabiriyle Almanya’nın dış politika yaklaşımında üçüncü ayağı oluşturan “dış kültürel

politika”577 ile bölge ülkelerinde özellikle Begegnungsstatte ile Goethe Enstitüleri

aracılığıyla Almanca kursların ve Almanca öğrenenlerin sayılarında önemli artışlar

olduğu gözlemlenmektedir. Kültürel boyut ile ilgili diğer önemli bir husus ise

özellikle Çek Cumhuriyeti’nde yaşanan medyanın hızlı bir şekilde Alman

şirketlerinin eline geçmesi sürecidir. Baun ise kültürel boyutu geniş bağlamda ele

almakta ve kurumsal yapıda meydana gelen değişiklikler çerçevesinde

incelemektedir. Baun’a göre Orta Avrupa ülkeleri Almanya’nın bir çok kurumunu

taklit etmektedir. Bunların başında Almanya sosyal piyasa ekonomi modeli

gelmektedir. Seçim sistemleri ve Anayasa mahkemelerinin oluşturulması gibi

hususlarda da Orta Avrupa ülkeleri, Alman sistem ve kurumlarını taklit etmekte

olduğu görülmektedir.578

Yukarıda açıklananlar ışığında, Almanya, Avrupa bölgesinde Gramşici

anlamda kendi alt-hegemonyasını kurma yolunda önemli adımlar atmaktadır.

575 Bach, Germany After Unification and Eastern Europe. 576 Baun, “Germany and Central Europe”, s. 378-381. 577 Federal Foreign Office of Germany, “Principles and Concept of Cultural Policy”, Http://www.auswaertiges-amt.de/ dipl/en/Aussenpolitik/Kulturpolitik/Ziele.html, (Erişim Tarihi: 12 Mart 2005). 578 Baun, “Germany and Central Europe”, s. 381-384.

Page 185: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

175

Almanya’nın bu adımlarının realist paradigma bağlamında bir güç politikası ile

doğrudan baskınlık kurma şeklinde olmadığı açıktır. Bunun yerine, Almanya,

Avrupa ülkelerinin rızasına dayalı bir politikaya dayanmaktadır. Bu politika, zaman

zaman taraflar arasında tarihten kaynaklanan endişeler nedeniyle ilişkilerin

gerginleşmesine yol açabilmektedir. Bununla birlikte özellikle AB’ne yeni katılan

ülkeler dikkate alındığında Almanya’nın belirlediği gündeme ve bu kapsamda

AB’nin politikalarını yönlendirmesine çok büyük itirazlar gelmemektedir. Diğer

yandan Almanya, zaten AB’nin genişleme politikasını finanse eden en büyük ülke

olmasına rağmen diğer AB üye ülkelerinin de genişleme politikasının gerektirdiği

finansmana ortak olmalarını sağlamıştır.

Almanya’nın bu politikasını engellemeye yönelik olarak tek çaba Fransa’dan

gelmiştir. Klâsik olarak 19. yüzyıldan beri dünya siyasetinde hegemonik eğilimleri

olan ve realizm bağlamında “prestij peşinde” koşan Fransa, genişleme politikasını

Almanya’nın üstlenmesine ve inisiyatifi eline geçirmesine zaman zaman karşı çıkmış

zaman zaman ise sessiz kalarak mecburen onay vermiştir. Hatta Fransız yetkililer,

AB içinde Almanya’nın giderek genişleyen gücünden şikayette bulundukları ve

Alman dış politikasını eleştirdikleri görülmüştür.579 Diğer yandan, AB düzeyinde

“Akdeniz Politika”sının geliştirilmesini savunarak, Fransa, Almanya’yı dengelemeye

çalışmıştır. Akdeniz politikası kapsamında yer alan Fas, Tunus, Cezayir, Lübnan ve

Suriye gibi bir çok ülkenin eski sömürgesi olmasını Fransa kendisi için bir avantaj

olarak değerlendirmiştir. Bunun yanı sıra ekonomik ve kültürel ilişkilerin de olumlu

rol oynayacağını düşünen Fransız elitleri, Akdeniz politikası üzerinden Almanya’nın

genişleme politikasını dengeleyebileceğini düşünmüşlerdir.580 Hatta 1994’de

gerçekleşen AB Konseyi’nin Essen Zirvesi’nde Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri ile

genişlemenin yanı sıra, özellikle Akdeniz ülkeleri ile AB’nin bir özel ilişki

geliştirmesi konusunda paralellik kurulmuştur.581 Bununla birlikte, yardım oranları

579 Otte, A Rising Middle Power, s. 145-147. 580 Yves Boyer, “Mediterranean Uncertainties and French Concerns”, Bo Huldt, Mats Engman, Elisabeth Davidson (derl.), Euro-Mediterranean Security and the Barcelona Process, Stockholm, Swedish National Defence College, 2002, s. 255-256; Richard Gillespie, “Northern European Perceptions of the Barcelona Process”, Http://www.cidob.org/castellano/publicaciones/Afers/ 37gillespie.cfm, (Erişim Tarihi: 5 Mart 2006); Fred Tanner, North Africa: Exceptionalism and Neglect”, Occasional Papers Series, No:38, s. 4. 581 Avrupa Konseyi Toplantısı, Başkanlık Sonuçları, (9-10 Aralık 1994, Essen), Http://www.consilium.europa.eu/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/en/ec/00300-1.EN4.htm, (Erişim Tarihi: 14 Ekim 2005).

Page 186: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

176

konusunda Almanya’nın baskısıyla Orta ve Doğu Avrupa ülkelerine nüfuslarına

oranla büyük yardım yapılması kararlaştırılmış ve Fransa’nın çabalaraına rağmen,

Akdeniz ülkeleri ise daha düşük bir oranla yetinmek durumunda kalmışlardır. 27-28

Kasım 2005 tarihleri arasında Akdeniz Politikası’nın 10. yılı nedeniyle

gerçekleştirilen konferans ise sözkonusu politikanın başarısızlığı olduğu yolundaki

iddiaları güçlü çıkararacak şekilde sonuçlanmıştır.582

1 Mayıs 2004’de 10 yeni ülkenin (iki Akdeniz ülkesi hariç, tümü Orta ve

Doğu Avrupa ülkeleri) AB’ye katılması ile AB’nin genişleme politikası başarılı bir

şekilde devam ettirilmiş olmasına rağmen, diğer AB’nin güney ülkelerinin yanı sıra,

Fransa’nın inisiyatifi üstlendiği Akdeniz politikasının ise başarılı olmadığı ileri

sürülebilir.583 Bunun yerine AB düzeyinde “Avrupa Komşuluk Politika”sı olarak

nitelendirilen bir politikanın geliştirildiği gözlemlenmektedir. Bu politikanın

genişleme ile artan Almanya’nın dengelemesi için Fransa’nın politika önceliği

konusu ise tartışmalıdır. Diğer yandan, sözkonusu politika kapsamında yer alan

konular, başta Fransa olmak üzere AB’nin güney ülkelerinin öncelikleri ile

örtüşmektedir.584

Sonuç olarak Almanya’nın oluşturduğu ve yönlendirdiği AB genişleme

politikası alt-hegemonyanın gelişimine iyi bir örnek oluşturmaktadır. Almanya’nın

bu politikayla Avrupa kıtasındaki düşmanlıkların bitirilmesini ve bu sayede

Avrupa’nın barış içinde yaşayan bir kıta olmasını sağlamayı hedeflediği

görülmektedir. Bununla birlikte bu birlikteliğin derinleşmesiyle Almanya’nın kıta

üzerindeki Gramşici hegemonyası ekonomik, siyasi, kültürel ve sosyal düzeyde daha

da gelişmektedir. Bu kapsamda, tarihsel olayların özellikle Almanya bağlamında

yaşanan gelişmelerin daha detaylı bir şekilde incelenmesini gerekmektedir.

582 Renwick McLean, “EU-Israeli-Arab Talks Yield Limited Results”, International Herald Tribune, 28 November 2005, Http://www.iht.com/articles/2005/11/28/news/summit.php, (Erişim Tarihi: 12 Aralık 2005). 583 Carl-Einer Stalvant and Lars Bjorme, “A Cricital Assessment of the Barcelona Process”, Bo Huldt, Mats Engman, Elisabeth Davidson (derl.), Euro-Mediterranean Security and the Barcelona Process, Stockholm, Swedish National Defence College, 2002. 584 AB Komisyonu tarafından hazırlanan ve kabul edilen Bildiriye (Communication) göre, “Avrupa Komşuluk Politikası” kapsamında yer alacak ülkeler, Kopenhag kriterleri gibi bir çok siyasi ve ekonomik kriterlerin yanı sıra, güvenlik ve karşı terörizm konularında eylem planları hazırlayacaklardır. Bu eylem planlarının yürürlüğe konulmasına göre AB’den yardıma hak kazanmaları öngörülmektedir. Communication from the Commission, European Neighbourhood Policy, Strategy Paper, Brussels, 12.04.2005, COM (2004) 373 Final.

Page 187: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

177

1990’ların ortasında “Batı Avrupalı” devletlere doğru yaşanan genişleme

dalgasını takiben, Kohl’un AB’nin kademeli olarak genişlemesi gerektiğini ifade

etmeye başladığı görülmüştü. Bu yeni genişlemenin yönünün Orta ve Doğu Avrupa

ülkelerine yönelik olması gerektiğini belirten Kohl, özellikle Vizegrad ülkeleri olarak

bilinen Çekoslovakya, Polonya ile Macaristan’a açıkça desteğini sunmuştu. Bu

devletlerin başkanları AB’nin dönem başkanlığının Almanya’da olduğu 1994’deki

Essen Zirvesi’ne Kohl’un inisiyatifi ile davet edilmişti. Fakat Kohl tarihsel sebeplerle

özellikle 1900’lerin ilk yarısında Alman dış politikasına hakim olan Lebensraum

siyasetinin yarattığı olumsuz durum nedeniyle bu konudaki gelişmeleri Fransa ile

birlikte planlamaya özen göstermiştir.585

Kohl, ayrıca Alman birliği ile Avrupa birliğini “aynı madalyonun iki yüzü”

olarak nitelendirerek, bu durumun bir bütün oluşturduğunu savunmuştur. Bu nedenle,

Kohl, Avrupa’nın genişlemesinin Almanya’nın birleşmesinden farklı düşünülmemesi

gerektiğini ifade ederek, Alman toplumunu AB’nin genişleme politikasını

desteklemesini hedeflemiştir. Diğer bir deyişle, AB’nin genişleme politikasına

meşruiyet kazandırmak için Kohl Almanya’nın birleşmesi ile Avrupa’nın

birleşmesini bir olarak nitelemesine yol açmıştır. 11 Kasım 1992’de Oxford

Üniversitesi’nde yaptığı “United Germany in a Uniting Europe” konulu

konuşmasında bunun ilk örneğini vermiştir.586

Kohl’un Bundestag’da Mayıs 1994’de yaptığı tarihi konuşmada, Avrupa’nın

birleşmesini “bir savaş ve barış meselesi” olarak değerlendirmiştir. Tarihte daha önce

böyle bir yaklaşımın benimsenmemesi sebebiyle Avrupa kıtasında savaşların

yaşandığını vurgulayan Kohl, Balkanlardaki ‘etnik temizlik’ konusunun bir daha

yaşanmaması ve Balkanlardaki savaşın çözümlenmesinin Avrupa için bir sınav

niteliğinde olduğunu savunmuş ve Balkanlardaki savaşın Avrupa’ya

yayılmayacağının bir garantisi olmadığını da ilave etmiştir.587 Kohl, AB’nin

genişleme politikasını bu temellere dayandırırken, genişleme kapsamındaki bölgeleri

Orta ve Doğu Avrupa ile sınırlandırmamış ve “Güneydoğu Avrupa” olarak

nitelendirdiği Balkanları da bu politikanın içine dahil etmiştir. Kohl’un 1990’ların

başında çizdiği bu genişleme politikasının çerçevesinin hâlâ geçerli olduğu

585 Banchoff, “German Policy Towards the European Union”, s. 70-71. 586 Glees, “Building a New Europe ", s. 159. 587 Banchoff, “German Policy Towards the European Union”, s. 70-71.

Page 188: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

178

görülmektedir. 1998’de iktidara gelen Schröder hükümeti, AB’nin genişleme

politikasında çok büyük değişiklik yaratmamıştır. Bu çerçevede, Orta ve Doğu

Avrupa artık AB’nin bir parçasıdırlar. Güneydoğu Avrupa bağlamında Slovenya da

tam üye olmuş, Hırvatistan ise AB Komisyonu ile tam üyelik müzakerelerine

başlamıştır. 2005’de gerçekleşen Avrupa Zirvesi’nde ise Makedonya aday ülke

statüsünü elde etmiştir.588 2007’nin başında Bulgaristan ve Romanya AB’nin yeni

üye olmaları kararlaştırılmış ve üyelik anlaşmaları AB üye ülkeleri tarafından

onaylanmıştır.589 Bununla birlikte bu politika kapsamında yer alan ülkeler açısından

durumun tek istisnası olduğu görülmektedir. Kohl, AB içinde Türkiye’ye yer

olmadığını, 1997’de gerçekleşen Hıristiyan Demokratlar Zirvesi’nde ifade etmiş ve

bu politikayı diğer grup içinde yer alan siyasi partilere de kabul ettirmiştir. Bununla

birlikte çeşitli zikzaklara rağmen Schröder hükümeti 1999’da aday ülke statüsü

verilen Türkiye’yi özellikle 11 Eylül 2001’de ABD'ye karşı gerçekleştirilen

saldırının ardından desteklemeye başlamıştır. 2004’de Türkiye’ye AB’ye “tam üye”

olması yolunda verilen “müzakere tarihi” konusunda Schröder hükümetinin yoğun

çabaları olmuştur. Bununla birlikte 18 Eylül 2005’de yapılan seçimlerin ardından

CDU lideri Merkel önderliğinde CDU/CSU ile SPD arasında kurulan “Büyük

Koalisyon”un ardından Almanya, Türkiye’nin AB üyesi olması konusunda Kohl’un

belirlediği eski politikaya geri dönüldüğünün işaretini vermiştir.590

Alman dış politikası AB'nin genişleme politikası bağlamında ele alındığında,

AB'nin genişleme politikasının Almanya tarafından formüle edildiği ve yönetildiği

görülmektedir. Genişleme politikası, her şeyden önce, iki Almanya’nın birleşmesinin

yarattığı korkuyu giderme üzerine kurulmuştur. Ardından Balkanlar’da yaşanan

savaşlarla birlikte yine Kohl önderliğinde genişleme konusu daha ciddi bir şekilde

AB gündemine taşınmıştır. Bu politika, AB Komisyonu aracılığıyla belli kriterlere

588 Avrupa Konseyi Başkanlık Sonuçları, (15-16 Aralık 2005, Brüksel), s.8. Http://www.consilium. europa.eu/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/en/ec/87642.pdf, (Erişim Tarihi: 4 Şubat 2006). 589 Bulgaristan ve Romanya’nın 2007’de AB’ye tam üye olması beklenmekle birlikte, bu ülkelerin reform sürecinde yaşadığı sorunlar ile AB içinde genişlemeye karşı duyulan tepki nedeniyle tam üyeliğin ertelenmesi sözkonusudur. AB Komisyonu’nun Avrupa Konseyi’ne sunacağı rapor bu çerçevede belirleyici olacaktır. Diğer yandan, Güneydoğu Avrupa politikası bağlamında, Sırbistan, Karadağ, Bosna-Hersek ve Arnavutluk (muhtemelen Kosova da bağımsızlığını kazanması sonrası bu sürece dahil olacağı ileri sürülebilir) bu genişleme politikası kapsamında aday ülke statüsüne sahip olması beklenmektedir. Glees, “Building a New Europe”, s. 159. 590 18 Kasım 2005’de Bundestag’da güven oyu alarak göreve gelen ve CDU/CSU ile SPD’den oluşan koalisyon hükümetinin lideri olan Merkel, Türkiye’nin AB üyeliği konusunun iktidarları sırasında çözümlenmeyeceğini ifade etmektedir.

Page 189: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

179

bağlanarak günümüze kadar devam ettirilmiş, fakat Kohl Almanya’sının belirlediği

gündemin dışına çıkılmamasına -Türkiye hariç- özen gösterilmiştir. Böylece bir

yandan Avrupa kıtasında Almanya’nın yarattığı endişe giderilmiş, diğer yandan

Almanya’nın ekonomik ve siyasi olarak Avrupa kıtası üzerinde alt-hegemon olarak

ortaya çıkmasına yardımcı olunmuştur.

d. Uluslararası ve Kıtasal Güvenlik Örgütlerine Destek

II. Dünya Savaşı sonrası, iki kutubun yavaş yavaş keskin çizgilerle ayrışmaya

başlaması üzerine Batı Avrupa düzeyinde güvenlik temel bir sorun olarak belirmişti.

Bu durum Sovyetler Birliği, ABD, Fransa ve İngiltere tarafından işgal altında

bulunan Almanya’da daha somut bir sorun olarak ortaya çıkmıştı. ABD, bu güvenlik

konusuna özellikle tarihe “Prag Darbesi” olarak geçen olay sonrası

Çekoslovakya’nın Sovyetler Birliği oluşturmaya başladığı bloğa dahil olmasının

ardından Batı Avrupa devletlerini içerecek şekilde Kuzey Atlantik Antlaşma

Örgütü’nü (NATO) kurarak cevap vermişti.

Bir güvenlik örgütü olarak NATO’nun gelişimi başından itibaren doğrudan

doğruya Avrupa’nın güvenliği ile bağlantılı olmuştur. Her ne kadar NATO, Avrupa

ile Amerika kıtası arasında bir güvenlik mekanizması olarak örgütlenmişse de,

Amerika kıtasının komünist tehditten daha uzak oluşu ve tehdidin esas olarak

Avrupa’da ciddi bir şekilde algılanması nedeniyle Avrupa’nın güvenliği konusu

NATO’nun önceliği olarak gelişmiştir. Bu sebepten dolayı, Almanya’nın güvenliğine

ilişkin olarak NATO’dan önce birincil düzeyde Avrupa’da güvenlik ile ilgili

gelişmelerin etkisi daha fazla olmuştur.

1950 ile 1955 arasında Almanya’nın kurulan güvenlik örgütleri aracılığıyla

uluslararası politikaya kabulünde Prag Darbesi ve Kore Savaşı ile ortaya çıkan

komünist tehdidinin önemli etkisi olmuştur. Diğer yandan bu dönemde Almanya’nın

uluslararası politikaya yeniden dönüşünün Fransa’nın kaygılarının giderilmesi

etrafında da şekillendiği görülmüştür. Komünist tehdit konusunda inisiyatifin

Almanya’nın elinde olmadığı açıktır. Bununla birlikte Fransa’nın Almanya’ya karşı

güvenlik endişesi ile ilgili olarak özellikle Adenauer liderliğindeki Almanya,

Fransa’nın kaygılarını gidermeye yönelik politikaları desteklemiş ve sonuçta Fransa

ile ilişkiler bu süreçte belirleyici olmuştur. Fransa, bu nedenle Almanya karşısında

Page 190: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

180

yalnız kalmaktan kaygılanarak, ilk olarak ABD ve İngiltere’den güvenlik konusunda

güvenceler elde etmeye çalışmış, ardından Almanya’yı güvenlik örgütlenmelerinin

içine alarak buradan daha iyi bir şekilde kontrol altında tutabileceğini

düşünmüştür.591

Kore Savaşı ile bağlantılı olarak Avrupa’da gelişebilecek bir komünist

tehdide karşı Almanya’nın da silahlanması ve Avrupa savunmasına katılması

gerektiği görüşünün ABD’li yetkililerce dile getirilmeye başlanmış olması ve bunun

Almanya’nın tekrar silahlanması anlamına gelmesi Fransız yetkilileri

endişelendirmiştir.592 Bu nedenle inisiyatifi ele alan Fransa, 1950’nin sonlarında Jean

Monnet tarafından taslağı hazırlanan ve dönemin Fransız Başbakanın da adıyla

anılan “Pleven Planı” ortaya atılmış ve 1951’den itibaren NATO üyeleri ile

Almanya’nın katılımıyla toplantılar aracılığıyla ele alınmaya başlanmıştır. Söz

konusu planı özellikle Hollanda, Avrupa’ya yönelik ABD yükümlülüklerinin devam

etmesi koşuluyla desteklemiştir. Zaten Fransa’da plan kapsamında öngörülen Avrupa

ordusunun Atlantik ittifakının bir parçası olarak nitelendirmek zorunda kalmıştır.

1952’de Batılı devletlerle Almanya’nın da katılacağı bir “Avrupa Savunma

Topluluğu” kurma çabaları hız kazanmış ve 27 Mayıs 1952’de Avrupa Savunma

Topluluğu’nu kuran antlaşma Paris’te imzalanmıştır. Antlaşma metninde İngiltere ve

ABD’nin Avrupa’ya yönelik yükümlülüklerine de atıfta bulunularak, Fransa ve

Benelüks devletlerinin endişesi giderilmeye çalışılmıştır. Yine Paris’te imzalanan ve

işgal statüsünü sona erdirmeyi kararlaştıran başka bir antlaşma ile Almanya, Batı ile

ilişkilerini daha sağlam bir zemine oturtmaya çalışmıştır. Fakat bu antlaşmanın

yürürlüğe girmesi Avrupa Savunma Topluluğu Antlaşması’nın yürürlüğe girmesine

bağlanmıştır. Bu durum karşısında üstünlüğünü kaybeden Stalin önderliğindeki

Sovyetler Birliği, tarafsız bir birleşik Almanya ile sonuçlanacak nihai barış

antlaşması için öneri götürmüştür. Bu öneri, Almanya’yı bağlanmak istediği Batı’dan

koparacağı gerekçesiyle Adenauer tarafından şiddetli bir tepki görmüş ve

591 Ersoy, II. Dünya Savaşından Günümüze, s. 4-7. 592 Federal Almanya Amerikan Yüksek Komiseri John McCloy, bunu ifade eden ilk Amerikalı yetkili olmuştur. Fakat bu görüş daha sonra diğer ABD’li yetkililer tarafından desteklenmiştir. Hatta ABD Dışişleri Bakanı Dean Acheson 1950 sonbaharında Fransız ve İngiliz dışişleri bakanlarıyla yaptığı toplantıda “1951 sonbaharına kadar üniformalı Almanları görmek istiyorum” ifadesini kullanmıştır. İbid, s. 13.

Page 191: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

181

reddedilmiştir.593 Alman meclisi Bundestag ise Avrupa Savunma Topluluğu’na

ilişkin tartışmalarda işgal statüsünün sona ermesi, Saar ve Ruhr bölgelerinin

Almanya’ya geri dönmesi ve Almanya’nın egemenliğini tekrar kazanması üzerinde

durmuştur. Bu konularda kesin bir çözüm sağlanmasından önce 1953’ün başlarında

Bundestag, Avrupa Savunma Topluluğu kurulmasına ilişkin kararı onaylamıştır.594

1954’de ise sözkonusu antlaşma Fransız Parlamentosu’na sunulmuştur.

Sovyetler Birliği ile gergin ilişkilerin gevşemesinin yanı sıra, ABD ve İngiltere

tarafından verilen güvencelerden tatmin olmayan Fransız Parlamentosu, Avrupa

Savunma Topluluğu’nu kuran antlaşmayı üstelik Fransız önerisi olmasına rağmen

reddetmiştir. Bunun üzerine, Avrupa güvenliği konusunda inisiyatifi İngiltere

üstlenmiş ve 23 Ekim 1954’de Paris’te toplanan konferans sonucunda üç antlaşma

imzalanmıştır. Bunlardan ikisi, Almanya üzerindeki işgal durumun ortadan kaldıran

antlaşma ile Almanya’nın NATO’ya kabul edilmesini sağlayan antlaşma olmuştur.

Üçüncü antlaşma, Brüksel’de 17 Mart 1948’de kurulan ve İngiltere ve Fransa’nın

yanı sıra Benelüks devletlerinin dahil olduğu savunma amaçlı Brüksel

Antlaşması’nın Almanya ve İtalya’yı da içerecek şekilde genişletilmesi üzerine

olmuştur. Bunun üzerine Brüksel Antlaşması ile kurulan güvenlik örgütü Batı

Avrupa Birliği (BAB) adını almış, BAB’ı tamamlayan protokoller ile Almanya’nın

silahlanmasına izin verilerek sınırlandırılmıştır.595 Ayrıca Almanya’nın yeniden

silahlanması konusunda BAB üye ülkelerinin onayının alınması şart koşulmuştur.596

Böylece bu dönemde Fransa, Almanya’nın dış politikasında özellikle güvenlik

konusunda temel belirleyici ülke olarak ortaya çıkmıştır. Gerçekte ise Fransa,

Avrupa Savunma Topluluğu’nu kuran antlaşmayı redderek, hem inisiyatifi elinden

kaçırmış hem de Almanya’nın Fransa’nın kontrolü altına girmesini kendisi

593 Otte, A Rising Middle Power, s. 24-25. 594 Ersoy, II. Dünya Savaşından Günümüze, s. 16-17; İrfan Kaya Ülger, “Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikasının Arkaplanı, Oluşumu ve Temel Anlaşmazlık Konuları”, Refet Yinanç ve Hakan Taşdemir (derl.), Uluslararası Güvenlik Sorunları ve Türkiye, Ankara, Seçkin Yayınları, 2002, s. 96-97. 595 Söz konusu protokolde, Almanya’nın en fazla 12 tümenlik bir askeri güce sahip olması kabul edilmiş ve nükleer, biyolojik ve kimyasal silahlar ile 32 km menzil üzerinde füzelere sahip olamayacağı kararlaştırılmıştır. Bunun yanı sıra Almanya’nın 3000 ton üstünde savaş gemisi ile 350 ton üstünde denizaltına da sahip olmaması da karar altına alınmıştır. 596 Ersoy, II. Dünya Savaşından Günümüze, s. 18-22.

Page 192: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

182

engellemiştir. Bu sayede Almanya egemenliğini tekrar elde etmiş ve Batı’ya

entegrasyon fikrini gerçekleştirme imkanı bulmuştur.597

Uluslararası ilişkilerde gerek NATO’ya üyeliğinin kabul edilmesi gerekse

OECD ve Avrupa Konseyi gibi Avrupa örgütlerinde yer alması Almanya’nın

yeniden kendine güvenini kazanmasını sağlamıştır. Bunun yanı sıra ekonomide

görülen iyileşmelerle birlikte istihdamın artması ve işsizliğin azalması sayesinde

CDU’nun 1953’de yapılan genel seçimlerde oylarını % 45’e çıkardığı görülmüştür.

Adenauer’un politikalarına verilen destek artarken, Adenauer’a Alman halkı

arasındaki desteğin de yükseldiği gözlemlenmiştir. Özellikle 1955’de Sovyetler

Birliği’ni ziyaret ederek, 10 bin civarındaki Alman savaş esirini geri getirmesi

Adenauer’un popülaritesini daha da arttırmıştır.

Almanya’nın NATO’ya ve BAB’a üyeliği 1954’de kararlaştırılmasına

rağmen Bundestag’ın onayına ihtiyaç vardı. Özellikle Almanya’nın NATO’ya

üyeliği ile egemen bir devlet olduğu kabul ediliyordu. Diğer yandan yeniden teşkil

edeceği savunma gücünün (Bundeswehr) tümünü NATO kumandasına entegre

etmesi gerekiyordu. 1955’in başlarında gerçekleşen Bundestag’daki oturum

neticesinde, Almanya’nın NATO’ya ve BAB’a üyeliğini öngören antlaşmalar kabul

edildi.598 Alman Anayasası niteliğindeki Temel Yasa’nın 24. maddesi, Almanya’nın

barışın korunması için ortak güvenlik sistemlerine egemenlik hakkının

devredilebileceğini ifade etmesi antlaşmaların Bundestag tarafından onayında etkili

oldu.

1953’de Stalin’in ölmesinin ardından Kruşçev’in Sovyetler Birliği’nde

iktidara gelmesiyle “barış içinde bir arada yaşama” ilkesinin hayata geçirilmesi

Doğu-Batı blokları arasındaki gerginlikler nispeten azalmıştı. Bu durumdan en fazla

yararlanan ülke Almanya olmuştur. Buna rağmen Adenauer iktidarı, Sovyetler

Birliği’ne karşı ihtiyatlı politikasını değiştirmemiş, Batı ile ilişkilerin artarak devam

etmesi ve Batı ile entegrasyonun sağlanması yolundaki temel politikasını takip

etmiştir. Bu politikanın devamı olarak 1955’de Doğu Almanya’yı tanıyan devletlerle

diplomatik ilişkilerin kesilmesini öngören “Hallstein Doktrini” ile Almanya’nın

Varşova Paktı üyeleri ile diplomatik ilişkilerin kesilmesine yol açmıştır. Adenauer,

Alman Temel Yasası’nın Alman halkının yasal tek temsilcisi olarak Federal 597 Otte, A Rising Middle Power, s. 24-25. 598 İbid, s. 29.

Page 193: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

183

Almanya Cumhuriyeti’ni gördüğünü ve bu nedenle Demokratik Almanya

Cumhuriyeti’ni tanıyan devletlerin bu duruma aykırı hareket ettiğini ileri sürerek

Hallstein Doktrini’ni savunmuştur. 1957’nin son günlerinde Federal Almanya

Cumhuriyeti’nin ilk dışişleri bakanı Von Brentano, bu nedenle Alman Demokratik

Cumhuriyeti’ni tanıyan devletler ile Almanya’nın ilişkilerini keseceğini

açıklamıştır.599

1960’ların başlarında iki bloğun silahlanma ve gerginliği tırmandırma

politikaları Almanya’nın politikalarında özellikle güvenlik ve savunma alanlarında

bir değişikliğe gitmemesine yol açmıştır. 1961’de Berlin duvarının inşası ve 1962’de

Küba Krizi, bloklararası gerginliğin tırmanmasında önemli rol oynamıştır. Bu sırada,

ABD’nin NATO kumandası altında “Çok Taraflı Kuvvet” önerisi getirmesi Batı

bloğu içinde çatlaklara sebep olmuştu. Fransa, öneriyi geri çevirmiş, Almanya ise

zaten NATO kumandası altında yer alan ordusunun bu “Çok Taraflı Kuvvet”e de

katılmasını kabul etmiştir. Bu durum, Almanya’nın ABD ile Fransa arasında

kalmasının yanı sıra hükümet ve partiler içinde de Atlantikçi ve Avrupacı kanatların

çatışmasına yol açmıştır. Yine bu süreç devam ederken, 22 Ocak 1963’de Almanya

ile Fransa arasındaki işbirliğini arttırmaya hedefleyen Elysée Antlaşması

imzalanmıştır. Alman hükümeti, antlaşmanın ABD ile ilişkileri olumsuz

etkilemeyeceğini bildirmiştir. 1963 sonunda ise Atlantikçi-Avrupacı kanat arasındaki

çekişme Adenauer’un istifası ile sonuçlanmış ve yerine ekonomi bakanı Erhard

atanmıştır. Bu çekişme, 1966’nın başlarında Fransa’nın NATO’nun siyasi kanadında

kalmasına rağmen askeri kanadından ayrılması ile bir kez daha gündeme gelmiştir.

Almanya, gerek Fransa gerekse ABD’ye karşı yükümlülüklerini aynı şekilde

sahiplenmeye devam edeceği mesajını göndermiştir.

1970’lerin ilk yarısında Almanya önceliğini Brandt’ın girişimi “Doğu

Politikası”na (Ostpolitik) verdi. Bununla birlikte Brandt’ı takiben 1974’de iktidara

gelen ve Brandt hükümetinde de savunma bakanlığı görevinde bulunmuş olan

Helmut Schmidt, NATO bağlamında ilişkileri istikrarlı bir şekilde götürmeye çalıştı.

Stratejik Silahların Sınırlandırılması Görüşmeleri I’in (Strategic Arms Limitation

Talks-SALT I) sonuçlanmasının ardından SALT II’nin görüşmelerinin başlaması,

Schmidt tarafından olumlu olarak nitelendirilerek desteklendi. SALT II görüşmeleri

599 İbid, s. 39.

Page 194: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

184

devam ederken NATO’nun belirlediği “ikili yol” (double track) politikası

kapsamında, Sovyetler Birliği ile silahsızlanma görüşmelerinin devam etmesi ile orta

menzilli nükleer füzeler konusunda bir anlaşmanın olmaması halinde, bu silahların

1983 itibarıyla Almanya’ya yerleştirilmesi fikri gelişti. Fakat Sovyetler Birliği’nin

Afganistan’ı işgali sonrasında, ikili yol politikası terk edildi ve ABD silahlanma

politikalarına ağırlık vermeye başladı.

Schmidt hükümeti, ABD’de o sırada işbaşında bulunan Carter hükümeti ile

iyi ilişkilere sahip olmamasına rağmen bu öneriyi destekledi.600 Fakat bu durum,

Schmidt’in kişisel popülaritesinin sorgulanmasına yol açtı. SPD’nin içinden bir çok

kimse öneriye karşı çıktı. 1982’de iktidarın küçük ortağı FPD, hükümet ile ilgili

kararını değiştirerek, koalisyon hükümetinden çekildi ve Helmut Kohl önderliğinde

bir CDU/CSU-FDP hükümetini mümkün kıldı.

1983’de gerçekleştirilen seçimler sonrası Kohl hükümeti görevine devam etti.

Kohl, bu dönemde ABD’de iktidarda olan Reagan hükümetinin güvenlik

politikalarını desteklemeye de devam ettiğini gösterdi. Bu durum, Almanya’nın ABD

gözünde “güvenilir ittifak” özelliğinin artmasına katkıda bulundu. Bu kazanç, daha

sonra Reagan’ın yerine iktidara yine Cumhuriyetçi Parti’den gelen Bush zamanında

iki Almanya’nın birleşmesi döneminde de kullanıldı. Kohl, böylece 1983 sonlarına

doğru, Almanya’ya “cruise” ve orta menzilli füzelerin yerleşmesine izin verdi fakat

bu dönem ayrıca savaş karşıtı cephenin ciddi bir biçimde siyasete müdahil olduğu

dönem oldu. Alman halkının siyasete ender müdahil olduğu bu süreç sırasında

Kohl’un popülaritesi de sarsıldı. Bununla birlikte Reagan, Sovyetler Birliği’ni

ekonomik olarak zorlayacak “Stratejik Savunma İnisiyatifi” olarak adlandırılan ve

bir füze saldırısı sırasında ABD’yi koruyacak bir kalkan oluşturma yoluna gitmesi

Sovyetler Birliği’nin baş edemeyeceği bir yarışı başlattı. Bu süreçte, 1985’de

Sovyetler Birliği’nde Mikhail Gorbaçov’un iktidara gelmesi ve Batı ile ilişkileri

yumuşatmaya yönelmesi Alman halkında umutların artmasına yol açtı. 1989’dan

itibaren ABD, Sovyetler Birliği’ni “dünya sistemine entegre etme”ye yönelik bir

politikaya yönelmiş ve bu politikada Almanya, Bush’un ifade ettiği şekliyle

“liderlikte ortaklık” rolü üstlenmiştir. Bu politika kapsamında ABD, Almanya’dan

dünya politikasında daha fazla sorumluluk üstlenmesini talep etmiştir. Fakat

600 İbid, s. 45.

Page 195: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

185

Almanya doğrudan askeri faaliyetlere katılma yerine “çek diplomasisi” ile dünya

politikasında rol almıştır. Yine aynı yıl, Gorbaçov’un Doğu Almanya’yı ziyareti

Alman halkı tarafından büyük bir umuda yol açtı. 1989 sonbaharında ise Berlin

Duvarının yıkılması ve ardından Almanya’nın birleşme konusunun gündeme gelmesi

ise Alman halkı için sürpriz bir gelişme oldu.

İki Almanya’nın birleşme konusu, sadece Sovyetler Birliği ile ABD için değil

aynı zamanda Batı Bloğu içinde yer alan devletler arasında bile kaygı yaratmıştı. Bu

konudaki gelişmeler daha önce AB genişlemesi bölümünde açıklanmıştı. Fakat

Almanya’nın birleşmesinin ardından Doğu Bloğu’nun çözülmesi ile başlayan süreç,

Almanya için Sovyetler Birliği’nden kaynaklanacak genel güvenlik tehlikesini

ortadan kaldırmış olmasına rağmen, özellikle bu bölge için yeni güvenlik kaygıları

yaratmıştı. Diğer yandan başta Polonya, Macaristan ve Çekoslovakya olmak üzere

bölge ülkelerinin NATO’yu güvenlikleri için temel bir örgüt olarak

nitelendirmelerine yol açmıştı. Hatta, bölge ülkelerinin liderleri NATO’ya tam üye

olmayı öncelikleri olarak gördüklerini ifade ettiler. Vaclac Havel 1991 Mart’ında

NATO’yu ziyaretinde bunu açıkça dillendirdi. Havel’in bu görüşlerini zamanın

Polonya ve Macar yetkilileri ve politikacıları da tarafından da tekrarlandı.

Almanya, NATO’nun genişlemesi konusunda hem lehte hem de aleyhte

görüşler içinde bulunmasına rağmen özellikle zamanın Savunma Bakanı Volker

Rühe, bu konuda Almanya’nın inisiyatifi üstlenmesinden yana bir tavır koydu. Rühe,

Mart 1993’de Londra’da Uluslararası Stratejik Çalışmalar Enstitüsü’nde yaptığı

konuşmada NATO’nun genişlemesi konusunu gündeme getiren ilk politikacı oldu.

Rühe söz konusu toplantıda bu genişlemenin gerekliliğini demokrasi ve istikrar ile

askeri güvenlik arasında doğrudan bir ilişki olduğunu savunmuş ve “geleceğin AB

üyesi olacak ülkelerinden NATO’nun geri adım atması için geçerli bir sebep

görmüyorum” diyerek NATO’nun genişlemesi gerektiği yönünde fikrini açıkça

ortaya koydu.601

NATO’nun genişlemesi konusunda NATO üyesi ülkeler arasında herhangi bir

uzlaşma bulunmamasına ve NATO’nun temel önceliğinin Rusya ile iyi ilişkilerin

601 Henning Tewes, “How Civilian? How Much Power? Germany and the Eastern Enlargement of NATO?”, Sebastian Harnisch and Hanns W. Maull (derl.), Germany as a Civilian Power: The Foreign Policy of the Berlin Republic, Manchester and New York, Manchester University Press, 2001, s. 12-13.

Page 196: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

186

devam ettirilmesi olmasına rağmen, Rühe’nin bu tutumu kendi hükümetince bile

ihtiyatla karşılandı. Bunun temel sebepleri arasında ilk olarak Rusya’nın

gücendirilmesinden duyulan kaygı ve ikinci olarak ABD’nin takınacağı tavrın

bilinememesi vardı. Fakat zamanın NATO Genel Sekreteri olan Alman Manfred

Wörner, bu konuda Rühe’ye destek verdi. ABD, NATO’nun genişlemesinden ziyade

Rusya ile ilişkilerin devamlı bir zeminde yürütülmesi için başka formüller üzerine

odaklanmıştı. ABD, en sonunda Ocak 1994’de Brüksel’de düzenlenen NATO

Zirvesi’nde eski Doğu Bloğu ülkelerine yönelik olarak “Barış için Ortaklık”

(Partnership for Peace-PfP) politikasını açıkladı. Hemen öncesinde Kohl

hükümetinin genişlemeyi desteklemeye başladığı ve bu çerçevede Brüksel Zirvesi

öncesi Kohl’ün NATO genişlemesi konusunda açık bir takvim talep ettiği görüldü.

Bununla birlikte Rusya’dan genişleme konusunda sert mesajların gelmesinin

etkisiyle NATO-Rusya arasında işbirliğinin geliştirilmesi için mekanizmalar

üretilmeye başlandı.

Almanya, birleşmeye yönelik olarak çalışmalarını başlatmış ve “İki Artı Dört

Antlaşması”nın602 teknik detayları üzerine yoğunlaşmışken, yeni bir durumla karşı

karşıya kaldı. 2 Ağustos 1990’da Irak’ın Kuveyt’i işgali üzerine ABD öncülüğünde

kurulan askeri koalisyona ve “Çöl Fırtınası” operasyonuna katılma konusu Almanya

için yeni bir imtihan konusu olarak ortaya çıktı. Kamuoyunda büyük tartışmalar

yaratan Irak’a karşı operasyon konusu, Alman hükümeti tarafından sivil güç kavramı

etrafında şekillendirilmeye çalışıldı. Daha önce sivil güç konusunda da belirtildiği

üzere, Almanya, alan dışı operasyonlara katılmak için, ulusal meşruiyetin yanı sıra

uluslararası alanda da meşruiyetin sağlanmasının gerekli olduğunu savunmaktaydı.

Bu kapsamda uluslararası meşruiyetin BM, NATO veya BAB çerçevesinde alınacak

kararlar olacağı zımnen kabul edildi. BM bağlamında, söz konusu kararın 51. madde

çerçevesinde olması gereği üzerinde Alman toplumu arasında bir uzlaşma

sağlanmıştı. NATO bağlamında alınacak kararın ise 5. maddenin işletilmesi ile

gerçekleşeceği anlaşılmıştı.

Alan-dışı operasyonlar özellikle Soğuk Savaş sonrası daha fazla ağırlık

kazanmıştır. 1990’daki Körfez Krizi uluslararası meşruiyeti olan ve BM yetkisi

altında gerçekleştirilecek bir alan dışı operasyon niteliğine sahip olmasına rağmen, 602 Sözkonusu antlaşma (Treaty on the Final Settlement with Respect to Germany) 12 Eylül 1990’da Moskova’da imzalanmıştır.

Page 197: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

187

Alman hükümetinin küçük ortağı olan FDP’nin dışarıdaki askeri bir operasyonun

Anayasa’ya aykırı olacağını ileri sürmesi ile Kohl geri adım attı. FDP, Anayasa’nın

87. madde 2. fıkrasının Alman ulusal ordusu olan Bundeswehr’in sadece savunma

amaçlı veya NATO topraklarını korumak için savaş yapma imkanı verdiğini iddia

etti. Almanya’nın bu konuda geri adım atmasının başka sebepleri ise iki

Almanya’nın birleşmesi ile Avrupa’da ortaya çıkan kaygının yanı sıra, Rusya’nın

kendisinin tecrit edilmeye çalışıldığı düşüncesinin giderilmesinden

kaynaklanmıştır.603

Almanya’nın sivil güç teorisinden farklı bir politika ürettiği ve uyguladığı bir

başka konu Yugoslavya’nın parçalanması konusu oldu. 1991’de Slovenya ve

Hırvatistan’ın tek taraflı olarak Yugoslavya Federasyonu’ndan ayrıldıklarını ve

bağımsızlıklarını ilan etmelerinin ardından Almanya, başlarda uzlaşmaya dayalı bir

politika izlerken, daha sonra bu politikasını terk etti. Bu durum, Alman

akademisyenlerinin Alman dış politikasını açıklamada kullandıkları teorik çerçeveye

ters bir tutum oluşmasına neden olarak tartışmalara yol açtı. Almanya’nın takındığı

tavır, AB üyesi ülkelerde büyük rahatsızlık yaratmasına ve ABD çeşitli eleştiriler

getirmesine rağmen, çok net bir şekilde sesini Almanya’ya karşı yükseltmemiştir.604

Böylece bu bölgede Almanya, bir alt-hegemon olarak istediği politikaları AB üyesi

ülkeler arasında uzlaşma yerine global hegemonun iradesi ile uygulama imkanı

bulmuştur.

Almanya, Yugoslavya krizinde ilk olarak sivil güç kavramının unsurlarından

biri olan çok taraflılık ilkesini devreye sokarak sorunu AB düzeyine taşıdı. Bu

kapsamda, Slovenya ve Hırvatistan’da 1990’nın sonunda gerçekleşen bağımsızlık

referandumları sonucu bu yerlerin bağımsız olabilmesi için azınlıklar ile ilgili

durumun bü ülkelerin anayasalarında belirtilmesine ilişkin AT Komisyonu kararı ile

“Lord Carrington Planı”nın Almanya tarafından dikkate alınmadan bu ülkelerin

tanınması, sivil güç teorisinin uygulanması açısından savunulamayacak bir durum

yarattı. Özellikle Alman Dışişleri Bakanı Genscher’in diğer ülkelerle süren danışma

603 Nina Philippi, “Civilian Power and War: The German Debate about Out-of-Area Operations, 1990-1999”, Sebastian Harnisch and Hanns W. Maull (derl.), Germany as a Civilian Power: The Foreign Policy of the Berlin Republic, Manchester and New York, Manchester University Press, 2001, s. 50-52; Otte, A Rising Middle Power, s. 93. 604 Erhan Yarar, “Türk-Alman İlişkilerinde Ortak Çıkar ve Çatışmaları ile Olası Çözümler”, Erhan Yarar (der.), Çıkarlar, Çatışmalar, Çözümler: Tarihten Geleceğe Türk-Alman İlişkileri, Ankara, Ajans-Türk, tarihsiz, s. 57.

Page 198: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

188

sürecinin bitişini beklemeden bu iki ülkeyi tanıması, bir çok Avrupa ülkesi özellikle

Fransa tarafından şüphe ile karşılanmasına yol açtı. Sonuçta, Almanya’nın bu iki

devleti 23 Aralık 1991’de tanımasının ardından, 15 Ocak 1992’de AT üyesi ülkeler

de Hırvatistan ile Slovenya’yı tanımak durumunda kaldılar.

Almanya’nın bu tanıma kararının arkasında dini, siyasi ve tarihsel faktörlerin

olduğu iddia edilmektedir. Söz konusu iki devletin eski Avusturya-Macaristan

İmparatorluğu’nun yönetimi altında bulunması, bu devletlerin toplumunun esas

olarak Katolik olması ve elit düzeyinde Almanca’nın temel dil olması gibi konular,

Almanya’nın dış politikasını değiştiren temel faktörler olarak

değerlendirilmektedir.605 Diğer bir deyişle, Almanya’nın artık “ulusal çıkar”

merkezli bir dış politikaya yöneldiği akademik ve siyasi çevrelerde tartışılmaya

başlanmaktadır. Bununla beraber Genscher, dış politikadaki bu yeni tutumu, iç

politika ile açıklayarak, Almanya’da bulunan yarım milyonu aşkın Hırvat lobisinin

etkisinin büyük olduğunu kabul etmektedir.606

Genel olarak ele alındığında, Almanya’nın bu farklı tutumu, alt-hegemon

bağlamında daha iyi açıklanabilir. Alt-hegemon, dünya politikasına yön veren

hegemonun liderliği altında hareket etmekle birlikte, kendi coğrafi bölgesinde daha

özgür bir biçimde politikasını uygulamaya koyabilmektedir. Fakat bu dış politika

uygulamaları daha çok uzlaşmaya dayalı bir şekilde gelişmektedir. Global hegemon

ile ilişkiler bu bağlamda genel olarak istikrarlı bir şekilde düzgün işlemektedir.

Bununla beraber zaman zaman iki devlet arasında gerginlikler de ortaya

çıkabilmektedir. ABD’nin Yugoslavya konusunda Almanya’yı bu tanımayı hemen

gerçekleştirmemesi hususunda daha önceden uyardığı bilinmektedir. 1993’de

dönemin ABD Dışişleri Bakanı Warren Christopher Yugoslavya’nın dağılmasının

temel sorumlusu olarak Genscher’in uyguladığı politikaları göstermiş olmasına

karşın, Almanya’nın kendi bölgesi olarak nitelendirdiği bu bölgede politikalarını

uygulaması, ABD’nin Almanya’ya karşı ciddi bir eleştiri getirmemesinden ve örtülü

bir şekilde durumu kabul etmesinden kaynaklanmaktadır.

Yugoslavya’nın parçalanması sürecinde tanınma sorununun AB düzeyine

taşınması, sivil güç teorisi bağlamında ele alınmış ve bu durumun Almanya’nın

605 Hüseyin Bağcı, “Hırvatistan ve Slovenya’nın Yugoslavya’dan Ayrılmalarında Almanya’nın Rolü”, Avrasya Dosyası, Cilt:1, Sayı:1, İlkbahar 1994, s. 92-93. 606 Yarar, “Türk-Alman İlişkilerinde Ortak Çıkar ve Çatışmaları ile Olası Çözümler”, s. 61.

Page 199: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

189

çoktaraflı örgütlere bağımlılığı çerçevesinde değerlendirilmiştir. Öte yandan,

Almanya, inisiyatifi elinde tuttuğu bu konuda AB’yi tanıma konusunda ikna etmeye

çalışmış ama sürecin hedeflediği şekilde sürmemesi üzerine tek başına hareket

etmekten kaçınmamıştır. Yugoslavya krizi bu bakımdan Almanya’nın AB içinde

kendi arzuladığı politikanın benimsenmemesi durumunda takınacağı tavrı göstermesi

bakımından önemli bir sınav niteliği taşımış ve eleştirel teori bağlamında,

Yugoslavya olayı Almanya’nın farklı yönelimler içinde olabileceğini göstermiştir.

Bununla birlikte Almanya süreç içerisinde uzlaşıya dayalı bir karara varmaya

çalışmıştır. Böylece Almanya, belirlediği temel dış politika nitelikleri çerçevesinde

kalmaya özen göstermiş ve dış politikada farklı uygulamalar durumunda çok

taraflılık, müzakelerin sürdürülmesi ve uluslararası faaliyetlerde meşruiyet aranması

gibi hususları ön planda tutmaya devam etmiştir.

2002’de başlayan Irak krizi, gerek Almanya’nın ABD ile ilişkisi gerekse

NATO üyeleri ile ilişkisi açısından diğer bir önemli konuyu oluşturmuştur. Irak’ın

Kuveyt’i işgali ile başlayan süreç sırasında Almanya, ilke olarak ABD’yi desteklemiş

olmakla birlikte asker gönderme veya verilecek desteğin niteliği ve boyutu

konusunda politikalarını net bir şekilde belirleyememiştir. Türkiye’nin Irak’tan

gelebilecek bir saldırıya karşı korunmak için NATO’dan bir hava gücünü talep

etmesi ile başlayan süreç sonucunda, Almanya, NATO kapsamında Türkiye’ye uçak

gönderilmesi kararını almıştır. Bu durum NATO ittifakı içerisinde şüpheler

doğurmuştur. Alman kamuoyunda ise bu karara karşı yükselen tepkilerin yanında

Almanya’nın hem NATO içinde hem de AB’nin OGDP kapsamında güvenilir

olduğunun gösterilmesi gerektiğine dair görüşler de belirmiştir. Almanya, bu

güvenirliliğini tekrar kazanmak için “Çöl Fırtınası” harekatının 16-17 milyar dolarlık

kısmını doğrudan kendisi karşılaşmıştır.607

Kohl liderliğindeki Alman hükümeti, bu alan dışı operasyonlara Somali ve

Kamboçya’da başvurulması nedeniyle ileride daha fazla karşılaşacağını anlamış ve

bu kapsamda Anayasa’nın 87. maddesi yerine 24. maddeye daha fazla atıfta yapmaya

başlamıştır. Bu arada “Kohl Doktrini” olarak adlandırılan ve kısa bir süre için geçerli

olan görüş çerçevesinde Kohl, II. Dünya Savaşı sırasında Alman ordusunun

(Wehrmacht) işgalci olduğu topraklara asker gönderilmemesini bir politika olarak

607 Philippi, “Civilian Power and War”, s. 53.

Page 200: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

190

benimsendiğini ilan etmiştir. Bununla bağlantılı olarak Yugoslavya krizi sırasında

Alman uçakları ilk olarak Adriyatik üzerinde ambargoyu gözetleme ile

görevlendirilmiş ve böylece sözkonusu doktrin çok kısa bir süre uygulanabilmiştir.

Diğer yandan Bosna-Hersek olayı çerçevesinde Almanya’nın Bosna üzerinde uçuşa

yasak bölgeyi kontrol amacıyla AWACS uçaklarını kullanması konusu ise koalisyon

ortaklarının bölünmesine yol açmıştır. Bu uçuşların savaşan güçler (combatant

forces) çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiği savıyla FDP, bu durumu Anayasaya

aykırı olarak nitelendirmiş ve Anayasa Mahkemesine başvurmuştur.608 Alman

Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın 24. maddesi çerçevesinde verdiği karar ile

uluslararası bir meşruiyet temelinde barışı sağlamak veya desteklemek için,

Bundestag’dan onay alınmak şartıyla Alman silahlı kuvvetlerinin barış ve insani

müdahalelerde bulunmak üzere kolektif (çoktaraflı) ve alan-dışı hareketlere

katılabileceğini onaylanmıştır.609

Bosna-Hersek’te savaş sürerken, BM denetimdeki Srebrenica’da Müslüman

Boşnakların Bosnalı Sırplar tarafından öldürülmeleri, Alman kamuoyunun farklı bir

tutum takınmasına yol açmıştır. İnsani temelde bir askeri müdahale, genelde Alman

toplumu ile Alman siyasi partileri tarafından (Demokratik Sosyalizm Partisi hariç)

desteklenmiş ve gerekli olarak değerlendirilmiştir. Böylece BM yetkisi altında

oluşturulan “Uluslararası Güç”e (International Force-IFOR) Almanya katılma kararı

almıştır.

2000’li yıllarda Almanya’nın askeri alanda aktif rol oynamaya başlaması,

daha önce Almanya’nın “dönüşünden” bahsedilmesine karşın, 1990’ların başındaki

görüşlerin tersine artık realist paradigma tarafından da sert bir tepki ile

karşılanmamış ve desteklenmeye bile başlanmıştır. Hatta Almanya’nın Avrupa

düzeyinde geliştirilen OGDP ile BAB ve NATO’yu birbirine entegre etmeyi temel

hedef olarak seçmesi konusunda bile çok fazla eleştiri getirilmemiştir.610 Bu sayede

Almanya, bilhassa Avrupa’da kendisinin bir tehdit olarak algılanmasını en alt

seviyeye çekmiştir. Bununla beraber AB düzeyinde geliştirilen OGDP, güvenlik ve

608 Adriyatik Denizi üzerinde uçuş yapmayı engellemek için SPD, FDP’den önce bunun doğrudan savaş içinde yer alma anlamına geldiği savıyla Alman Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuştur. 609 Otte, A Rising Middle Power, s. 89; Sperling, “The Foreign Policy of the Berlin Republic” s. 25-26. 610 Adrian Hyde-Price, “Germany’s Security Policy Dilemmas: NATO, the WEU, and the OSCE”, Klaus Larres (der.), Germany Since Unification: The Domestic and External Consequences, Houndmills, Basingstoke, Hampshire and London, Macmillan Press, 1998, s. 216-217.

Page 201: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

191

uluslararası barış gibi hususların yanı sıra Almanya’nın sivil güç teorisi kapsamında

ön planda değerlendirdiği “insan hakları ve temel haklar” gibi hususlar üzerine vurgu

yapmıştır. Böylece Almanya, NATO’yu kendi güvenliğinin temel unsuru olarak

görmeye devam ederken, BAB’ı, “AB’nin gelişiminin entegre bir parçası” olarak

değerlendirmiştir. 1992’de Bonn’da gerçekleştirilen toplantılar sonucunda,

“Petersberg Bildirisi” olarak açıklanan hedefler doğrultusunda BAB’ın askeri gücün

kurulması ve bu gücün “insani müdahale ve barış koruma” kapsamında kullanılması

kabul edilmiştir.611

Almanya, yukarıda sayılan bazı politik sapmalara karşın, güvenlik politikasını

da benzer şekilde Avrupa düzeyinde kurumsallaştırmaya çalışarak, birbirlerinden

ayrı olan süreçleri entegre etmeye yönelik çabalarını arttırmaktadır. Her şeyden

evvel, Almanya bu askeri yapıların entegre edilmesine yönelik çabasında ilk olarak

Fransa’yı dikkate almaktadır. Almanya, ABD’den bağımsız ve Avrupa düzeyinde bir

askeri yapının oluşmasını isteyen Fransa’nın Almanya’nın giderek artan “alan-dışı

operasyonlar”ından endişe duymasını önlemeye çalışmaktadır. Almanya, bununla

beraber ABD’nin Avrupa’ya güvenlik taahhütlerinin devam etmesini talep

etmektedir. Diğer yandan Almanya, AB üyesi devletleri bu güvenlik yapılarının

içerisine çekmekte ve bu sayede Almanya’nın Soğuk Savaş sonrası oluşan yeni

düzende güvenliğini daha sağlamlaştırmaya çalışmaktadır. Fakat özellikle AB

düzeyinde güvenlik konularında uzlaşmaya dayalı dış politika anlayışı, Almanya’nın

alt-hegemonya bağlamında önemini ortaya koymaktadır. Bunlara ilaveten, Avrupa

düzeyinde güvenlik konularında ikna yöntemini uygulaması ve sürekli diyalog içinde

bulunması Almanya’nın alt-hegemon bağlamındaki rolüne daha fazla imkan

tanımaktadır.

5. Almanya ile ABD Arasındaki İlişki (Alt- Hegemon ile Hegemon İlişkisi)

ABD ile Almanya arasındaki ilişki, doğrudan hegemon ve alt-hegemon ilişkisini

yansıtmaktadır. Her şeyden önce, ABD'nin dünya üzerindeki politik, askeri,

ekonomik ve kültürel hegemonyasını Almanya kabul etmekte ve bu hegemonyanın

işleyişine meydan okumamaktadır. Hatta Almanya, ABD’nin oluşturmaya çalıştığı

düzeni kolaylaştırmaya yönelik olarak destek sağlayan temel ülkelerden birini

611 Http://europa.eu.int/comm/external_relations/espd/chrono.html, (Erişim Tarihi: 12 Aralık 2005).

Page 202: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

192

oluşturmaktadır. Bu arada, ABD, söz konusu devletler ile güvenlik, ekonomi, siyasi

ve kültürel ilişkilerinden meydana gelen karmaşık bir ilişkiler ağı oluşturmaktadır.

ABD, bu devletlerin bu ilişki ağı içinde kalmasına özen göstermekte ve

hegemonyasını güçlendirmektedir. Bunun yanı sıra, her ne kadar İngiltere, ABD’nin

Avrupa’da en yakın müttefiki gibi algılansa da, Almanya, ABD için Avrupa

kıtasındaki en önemli müttefiki olarak değerlendirmek mümkündür. ABD ayrıca

teşekkül ettirmiş olduğu dünya politikasını ve dolayısıyla Gramşici hegemonyasını

Cox’un ileri sürdüğü gibi BM, IMF ve Dünya Bankası gibi örgütlerin yanı sıra,

Almanya ve Japonya gibi devletlerin sayesinde devam ettirebilmektedir.

Almanya ile ABD arasındaki ilişki Alman Dışişleri Bakanlığı’nın internet

sitesinde şöyle açıklanmaktadır:

“Almanya ve Amerika Birleşik Devletleri paylaşılan tecrübe, değerler ve çıkarlar temelinde çok güçlü bir dostluk ile bağlıdır. Almanya, ABD’ye çok şey borçludur: Savaş sonrası dönemde, ABD, Batı Almanya’ya başlangıçta Marshall Planı altında siyasi destek ve ekonomik yardım sağladı. Soğuk Savaşın sürdüğü on yıllar boyunca özgürlüğün garantörü olarak ABD olmadan, Almanya özgür bir ülke millet olarak ulusal birliğini tekrar kazanmazdı.”612

Almanya ile ABD arasındaki ortak noktalardan biri, Alman Dışişleri

Bakanlığı’nın internet sitesinde açıklandığı üzere, iki devletin de Batı’nın liberal

siyasi ve ekonomik değerlerini paylaşmaları nedeniyle ortak bir ideolojiye sahip

olmalarıdır. Bu ortak ideoloji, sözkonusu devletlerin birbirlerini tehdit olarak

algılamamalarını sağlamakta ve uluslararası politikada ortak hareket etmeleri için

zemin yaratmaktadır.613

Almanya’ya diğer yandan Avrupa kıtasında ABD tarafından serbest bir

şekilde davranma imkanı verilmektedir. Bu sayede, Almanya, Avrupa kıtasındaki

politikaların belirlenmesinde ve uygulanmasında daha fazla bağımsız hareket etme

serbestisi ve yeteneği kazanmaktadır. Bu durum ise Almanya’ya hegemon ile

istikrarlı bir ilişkiye bağlı olarak kendi bölgesinde alt-hegemon olmasına yardımcı

612 Federal Foreign Office, “Relations between the United States of America and Germany”, Http://www.auswaertiges-amt.de/www/en/laenderinfos/laender/laender_ ausgabe html, (Erişim Tarihi: 2.Mart 2005). 613 John W. Owen, “Why American Hegemony is Here to Stay”, Internationale Politik und Gesellschaft, Vol: 1, 2003, Http://fesportal.fes.de/pls/portal30/docs/FOLDER/IPG/IPG1_2003/ ARTOWEN.HTM, (Erişim Tarihi: 10 Mart 2004).

Page 203: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

193

olmaktadır. Bu nedenle Almanya ile ABD arasındaki ilişki özel bir ilişkiyi

yansıtmaktadır. Bunun başında, Almanya’nın II. Dünya Savaşı sonunda ABD’ye

yenilmesi ve bu devletin işgaline uğraması gelmektedir.

ABD’nin işgali Almanya’nın uluslararası politikaya bakışında köklü bir

değişime yol açmıştır. Alman halkının yeniden eğitimi ile siyasi ve bürokratik

elitlerinin II. Dünya Savaşı sonrası yeni oluşan düzende Almanya’nın dış politika

yaklaşımlarının askeri üstünlükten ziyade, özellikle daha fazla kendi çevresinde

olmak üzere ekonomik ve siyasi ilişkilerin geliştirilmesi üzerine odaklanmasına yol

açmıştır. Böylece tarihsel özelliklerden kaynaklanan sebeplerle Alman elitleri

ekseriyetle ABD’nin uluslararası alanda takındığı tutumları benimsemiş ve buna

uygun bir biçimde hareket etmişlerdir. ABD’de II. Dünya Savaşı sonrası tarihsel

süreç içerisinde Almanya’nın uluslararası sisteme yeniden entegrasyonunu

sağlamıştır. Bunun için ABD birkaç yol izlemiştir: Alman halkının yeniden eğitimi;

Alman siyasi sisteminin yeniden yapılandırılması; Almanya’nın Batı Bloğu içine

dahil edilmesi; ve son olarak Avrupa kıtasında yükselen komünist tehdide karşı

Avrupa’nın güvenliğinde Almanya’nın silahlandırılması olmuştur.

Global hegemon-alt hegemon ilişkisini gösteren önemli tarihsel olayların

başında Willy Brandt’ın Ostpolitik’i gelmektedir. 1969’da Şansölyeliğe gelen

Brandt’ın 1970’lerin başından itibaren geliştirdiği Ostpolitik kavramını ayrı bir dış

politika unsuru olarak ele almaktan ziyade “detenté” döneminin bir sonucu olarak

değerlendirmek daha yerinde olacaktır.614 Realist paradigma içinde yer alan

akademisyenler, Ostpolitik’i Alman dış politikasında temel bir değişiklik olarak

değerlendirmektedirler. Hatta, bu politikanın Alman dış politikasında ilk büyük bir

revizyon olarak ele alındığı da görülmektedir.615 Brandt’ın başlattığı bu sürecin

Almanya ile ABD arasında kısa süreli bir gerginliğe yol açmasına rağmen

Almanya’nın ABD’den bağımsız bir şekilde hareket ettiği şeklinde yorumlanmaması

gerekmektedir.616 Batı Bloğu içerisinde yaşanan bazı gelişmelerin Almanya’nın

Ostpolitik’i geliştirip uygulamaya koymasına yardımcı olduğu belirtilmelidir. İlk

olarak 1967’de NATO üyesi ülkelerin Batı Bloğu’nun temel güvenliğini

sarsmayacak şekilde, Doğu Bloğu ülkeleriyle ilişkilerini geliştirebileceğini öngören

614 James, Alman Kimliği, s. 212. 615 Otte, A Rising Middle Power, s. 41. 616 Parkes, Understanding Contemporary Germany, s. 39.

Page 204: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

194

“Harmel Raporu” ile yine aynı yıl ABD ile SSCB arasında başlayan SALT

görüşmelerinin yanı sıra, 1975’de gerçekleştirilen Avrupa Güvenlik ve İşbirliği

Konferansı (AGİK) süreci bağlamında yeniden değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu

görüşme ve konferans sürecinin yarattığı detenté döneminin etkisi altında

Ostpolitik’in daha uygun koşullarla uygulanabildiği görülmektedir.617

Brandt, 1970’de Ostpolitik çerçevesinde ilk olarak Sovyetler Birliği ile

Moskova Antlaşması’nı imzaladı. Antlaşma, karşılıklı olarak güç kullanımından

vazgeçilmesini ve antlaşma tarihi itibariyle Avrupa sınırlarının tanınmasını

öngörmekteydi. Daha sonra Brandt, Oder-Neisse hattını Alman-Polonya sınırı olarak

tanıyan bir saldırmazlık antlaşmasını (Varşova Antlaşması) imzalayarak, bu sınırların

kuvvet kullanarak veya revizyon yoluyla değiştirilmeyeceğini de kabul etti. Bu

açılımların ardından, Almanya ile Berlin’in statüsünü belirleyen “Dörtlü Güçler

Antlaşması” olarak bilinen antlaşma Almanya’yı işgal eden devletler arasında

imzalanmış ve 1972’de Federal Almanya Cumhuriyeti ile Demokratik Almanya

Cumhuriyeti arasında imzalanan antlaşmaya zemin hazırladı. Ana Antlaşma

(Grundlagenvertrag) olarak bilinen antlaşma ile iki ülkenin birbirlerini de facto

olarak tanıması sağlandı.618 Böylece Hallstein doktrini tarihe karışmış ve artık iki

Alman devletinin varlığı kabul edildi. Bu antlaşmanın ardından iki Alman devleti

1973’de BM üyesi oldular.

Doğu Bloğu ile Batı Bloğu arasında yeni gelişmekte olan detenté döneminin

güçlenmesini sağlayan Ostpolitik AGİK sürecinin gelişimine katkı yaptı. Ostpolitik,

aynı zamanda Federal Almanya Cumhuriyeti’nin askeri güvenliğinin güvence altına

alınmasında olumlu bir rol üstlendi. Bunun yanı sıra, tarih boyunca Alman siyasi

liderlerinin temel hedefi olan ekonomik gelişmişlik, Brandt için de geçerliliğini

koruduğundan Almanya’nın Doğu Bloğu ile ekonomik ilişkileri de gelişti. Ostpolitik

sonrası Almanya’nın bu bloğa ihracatının hızla arttığı gözlemlendi. Bunlara ek olarak

Almanya’nın Ostpolitik’i uygulamaya konmasını Batı Bloğu içinde başlangıçta yeni

bir “Rapallo Antlaşması” olarak algılanmasına yol açmasına rağmen, Almanya’nın

böyle bir düşünceyi önleyecek hareketlerde bulunması, güvenirliliğinin artmasına yol

açtı. Fransa için olduğu kadar ABD için de bu güven sorununun aşılması de geçerli

617 İbid, s. 118. 618 James, Alman Kimliği, s. 212.

Page 205: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

195

oldu.619 Özellikle AGİK süreci bağlamında Ostpolitik’in bir katalizör rolü üstlenmesi

nedeniyle Almanya-ABD ilişkileri açısından ilişkilerde baştaki gerginlik yerini daha

sonra ortak politikalara yönelttiği görüldü. Bu yüzden Ostpolitik döneminde

Almanya-ABD ilişkilerinde sorun olmadan işlemeye devam etti.

1974’de iktidara gelen SPD’nin lideri Helmud Schmidt de benzer şekilde

Washington ile yakın ilişkileri sürdürme konusunda kararlı politikalar izledi. Hatta

Schmidt, Doğu Avrupa’daki Sovyet füzelerine karşılık orta menzilli nükleer

füzelerin Avrupa’ya yerleştirilerek, Transatlantik ilişkilerinin güçlendirilmesi

gerektiği yönünde görüşleri ile dikkat çekti.620 1982’de başlayan ve 1998’e kadar

devam eden Kohl dönemi de ABD ile ilişkilerde daha önceki dönemler ile

benzerlikler gösterdi. Bunların arasında gergin dönemler de yaşandı. Özellikle

1991’de Genscher’in tek taraflı olarak Yugoslavya’yı tanıması ile başlayan süreçte

ABD ile Almanya’nın ilişkileri gerginleşmişti. Bununla beraber Kohl dönemindeki

Almanya-ABD ilişkilerinin genel seyri incelendiğinde, gerginlikten ziyade işbirliğine

yönelik politikaların daha fazla geliştiği görüldü.621 Bu dönemde Almanya’nın

birleşmesi, NATO’nun genişlemesi, NATO ve AGİK gibi örgütlerin geliştirilmesi, I.

Irak Krizi, Balkanlar’da yaşanan iç savaş gibi konular Almanya ile ABD’nin

gündemini teşkil eden ana konular olarak belirdi.

1990’larda Almanya’nın ABD ile ilişkisinin geliştiği gözlemlendi. Berlin

Duvarının yıkılmasından önce, 31 Mayıs 1989’da George Bush’un Almanya ziyareti

sırasında ortaya attığı “liderlikte ortaklık” fikri, Kohl hükümeti tarafından da

desteklendi. AB, NATO, AGİK ve Sovyetler Birliği ile ilişkiler açısından Almanya

zaten liderdi.622 Bu ziyaretin sonra sadece birkaç ay içinde Berlin Duvarının

yıkılması üzerine Kohl, iki Almanya’nın birleşmesi konusunda çok istekli davrandı.

Bununla beraber Fransa ve İngiltere başta olmak üzere Avrupa’daki bir çok devlet bu

konuya ihtiyatlı hatta endişeli yaklaşırken, ABD’nin işbirliği yönündeki destekleyici

tavrı önemli bir katkı olarak değerlendirildi.623 NATO’nun genişlemesi konusunda da

Almanya hükümeti inisiyatifi üstlense de, son aşamada ABD ile müzakere etmeden

619 İbrahim S. Canbolat, Değişen Dünya ve Alman Dış Politikası: Ulusal Birlik, Ulusal Çıkar ve Kamuoyu Tercihi Açısından Bir İnceleme, Bursa, Ezgi Kitabevi Yayınları, 1995, s. 75. 620 Steininger, “German Question, 1945-1995”, s. 19. 621 Gerald R Kleinfeld, “Partners in Leadership?: The Future of German-American Relations”, s. 55-60. 622 İbid, s. 60. 623 Steininger, “German Question, 1945-1995”, s. 23.

Page 206: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

196

ve ABD’nin onayını almadan politikalarını uygulamaya zorlamadı. NATO

çerçevesinde “Barış için Ortaklık” fikrinin geliştirilmesi ve Orta ve Doğu Avrupa

ülkelerinin sonunda NATO üyesi olmalarında Almanya’nın etkisi büyük oldu.624

1990’daki I. Irak Krizi’nde ABD’nin uluslararası ittifaka katılma çağrısına Alman

hükümeti tereddüt gösterse de çek diplomasisi yoluyla katılmaktan geri durmadı.

Bosna-Hersek krizi kriz sırasında da Almanya, ABD’yi destekleyici bir rol üstlendi.

Kohl döneminde ABD ile ilişkiler bazı iniş ve çıkışlara rağmen, düzgün bir şekilde

seyrettiği görüldü.

Global hegemon-alt hegemon ilişkisinin diğer bir test alanı Sırbistan’a bağlı

özerk Kosova bölgesindeki gelişmeler oldu. Bu arada 28 Eylül 1998’de

Almanya’daki seçimler sonucunda Kohl hükümeti yerini Schröder önderliğindeki

SPD ile Fischer liderliğinde bulunan Yeşiller Partisi almış ve hükümet güvenoyu

almadan hemen önce ilk ziyaretlerini ABD’ye yaptılar. Kosova konusunda yeni

koalisyon, NATO’nun hava saldırılarını destekleyeceğini bildirmiş ve Clinton ise bu

açıklamalar karşılığında yeni koalisyon hükümeti Bundestag’dan güvenoyu alana

kadar nihai kararın bekleyeceğini belirtmiştir. Clinton’un taahhütlerine rağmen üç

gün sonra, Clinton, Almanya’dan BM kararı olmadan NATO operasyonlarında

bulunması konusunda karar vermesini talep edince, Almanya harekatı destekleme

kararı aldı.625 Gerçekte, Kohl hükümeti daha önce 14 ECR-Tornado ile 500 askeri

Yugoslavya’da kullanmak üzere NATO emrine vermişti. Bunun Bundestag’da

onaylanması ise yeni SPD-Yeşil Parti koalisyonu hükümeti döneminde oldu. Böylece

Almanya, ABD ile ilişkilerinin temel olması nedeniyle sivil güç kavramı

çerçevesinde tanımladığı dış politikasından farklı bir tutum takınmak zorunda kaldı.

Almanya’nın dış politikasında takındığı bu tavır değişikliği konstrüktivist

teori bağlamında Alman akademisyenleri tarafından açıklanılmaya çalışılmaktadır.

Temel olarak iki görüş etrafında yoğunlaşma vardır. Bunlardan ilki Almanya’nın bu

operasyona katılma kararının kendi dış politikası açısından geçici bir sapma olarak

nitelendirilmesi gerektiğini ileri sürerken, bir diğeri ise 1990’lardan itibaren dünya

624 Hyde-Price, “Germany’s Security Policy Dilemmas: NATO, the WEU, and the OSCE”, s. 218-220. 625 Maull, Germany’s Foreign Policy, Post-Kosova, s. 107-108. Fischer, karar için kendilerine Clinton yönetimi tarafından sadece 15 dakika verildiğini ve nihayetinde mecburen böyle bir harekatı destekleme kararı aldıklarını ifade etmiştir.

Page 207: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

197

politikasında gelişen bu tür olayların bir sonucu olduğunu savunmaktadır.626

Almanya’nın Kosova’daki müdahaleye BM’in bir kararı olmaksızın katılması aslında

daha çok global hegemon-alt hegemon ilişkisi çerçevesinde açıklamak yerinde

olacaktır. Almanya, dış politikasını sivil güç ile bağlantılı olarak uluslararası

meşruiyet ve insan hakları temelinde açıklamaktadır. Kosova olayının sürecinin

başlangıcında operasyona uluslararası alanda meşruiyet sağlayacak bir karar

olmaması nedeniyle Almanya’nın askeri operasyona katılmaması yönünde görüşlerin

belirmesine yol açtı. Bununla beraber özellikle Jürgen Habermas ve Günther Grass

gibi entelektüellerin tartışmalarıyla insan hakları temelinde müdahalenin mümkün

olduğu şeklindeki görüşler yaygınlık kazanmaya başladı. Fakat Alman hükümeti için

bunlar yeterli görülmedi ve Rusya’nın da kararda etkisinin olmasını sağlamaya

çalıştı.627

Bu dış politikanın uygulanmasında esas olarak ABD’nin dünya siyasetini

yönlendirmede uzlaşmacı bir tavır içerisinde bulunup bulunmadığı daha belirleyici

olmaktadır. Bu nedenle Alman dış politikasının sivil güç kavramının yanı sıra,

ABD’nin uluslararası politikada başvurduğu yöntemler çerçevesinde hareket ettiği

ileri sürülebilir. Diğer bir deyişle, ABD’nin dünya politikasında genel olarak

dayatmacı politikalar izlediği ve danışma, ikna ve dayanışma yöntemlerine

başvurmadığında Almanya, karşı tutum takınabilmektedir. Bununla birlikte Kosova

örneğinin de gösterdiği üzere ABD'nin Almanya’yı zorla koalisyona dahil etmiş olsa

bile, Clinton dönemindeki dünya siyasetine yönelik ABD politikalarının onaylandığı

bir dönemde Almanya, sivil güç kavramını bir kenarda bırakarak, yasal bir zemini

bulunmayan operasyonlara katılma kararı alabilmektedir.

II. Irak Krizi ise ABD ile Almanya arasındaki transatlantik ilişkilerinin

sorunlu hale gelmesine yol açan ikinci bir test sahası olmuştur. Almanya, bununla

beraber dış politikasında tutarlı davranmaya özen göstermiştir. “Irak Krizi” sırasında

sivil güç kavramı doğrultusunda dış politikasını yürütmeye devam etmiş ve Irak’a

müdahale edilmesi için BM nezdinde meşru bir kararın olması gerekliliğini

savunmuştur. Bununla birlikte Bush liderliğindeki ABD’nin dünya politikası

626 İbid, s. 110. 627 İbid, s. 118-120. Maull, Almanya’nın Kosova’ya müdahaleye katılma kararı almasında geliştirilen normlardan çoktaraflılık gibi normatif unsurların yanı sıra mülteci sorunu gibi pratik sorunlarla karşılaşmamak isteği de önemli rol oynamıştır.

Page 208: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

198

üzerinde uzlaşmayı bırakması ve bir “imparatorluk” gibi hareket etmesi, dünya

genelinde olduğu gibi, Almanya içinde rahatsızlık yaratmıştır.628 Uluslararası

meşruiyetten yoksun hareket eden ABD’nin bu politikasının onaylanmaması

nedeniyle Almanya, Irak’a müdahaleyi desteklememiştir. Hatta Schröder, Irak’a

müdahale olduktan sonra 3 Ağustos 2003’de verdiği bir demeçte, BM’den bir karar

alınsa bile, Almanya’nın Irak’taki herhangi bir operasyona katılmayacağını

bildirmiştir.629 ABD ile Almanya arasında gerginliğe yol açan bu gelişmelere

rağmen, Almanya’nın ABD’nin Irak işgaline destek vermemesi kendi tutumuyla

tutarlı olarak görülmüştür.630

Almanya ile ABD arasında yaşanan bu gerginlik, global hegemon ile alt-

hegemon ilişkisi açısından sadece kısa bir süre için geçerli olan geçici bir sapmaya

işaret etmektedir. Yine Irak krizi sonrası görülen diyalog sürecinin işaret ettiği gibi,

belli bir süre sonra bu ilişkiler ağı yine eski seviyesine çıkarılmaya çalışılmakta ve

kısa bir süre için bile olsa bozulan ilişkiler yeniden tamir edilmektedir. 2003’ün

başından itibaren gelişen bütün bu olaylara rağmen ABD-Almanya ilişkisinin

istikrarlı bir zeminde gelişmeye devam ettiği görülmektedir. Hemen aynı yılın

sonlarına doğru, Alman Dışişleri Bakanlığı müsteşarı ve aynı zamanda Alman-

Amerikan İşbirliği–Transatlantik İlişkiler Koordinatörü Karsten Voigt’in Berlin’de

yaptığı konuşma çok dikkat çekicidir. Voigt, konuşmasında, ABD ile Avrupa

arasında bir “dostane boşanma”dan söz edildiğini ama böyle bir durumun söz konusu

olmadığını ifade etmektedir. Ona göre ABD ile Avrupa’nın birbirlerine rakip olarak

çıkması dünyada demokrasiyi ve güvenliği tehlikeye atabilecek bir durumdur. Voigt,

böyle bir durumun ortaya çıktığına dair kanıtların bulunmadığını, tersine yeniden bir

yönlenme ve ayarlama durumunun tam ortasında durduklarını ifade ederek,

628 Ludger Kühnhardt and Walter Russels Mead, Power and Principle: Prospects for Transatlantic Cooperation, Washington, The Johns Hopkins University, 2004, s. 25; Http://www.aicgs.org/ documents/polrep02.pdf, (Erişim Tarihi: 21 Mart 2005). 629 İbid, s.25. 630 Bununla beraber, Almanya, 8 Haziran 2004 tarihli ve 1546 sayılı BM Güvenlik Konseyi Kararı ile BM çatısı altında çoktaraflı bir güç Irak’a gönderilmesini desteklemiştir. Christian Schaller, The Multinational Force in Iraq and Its Status under International Law after the Transfer of Power, German Institute for International and Security Affairs, Berlin, July 2004, s. 1. Ayrıca, Almanya, NATO çerçevesinde Iraklı polis ve askerlerinin eğitimi konusunu da kabul etmiş ve bu konudaki çalışmalara destek vermiştir. Http://www.nato.int/docu/pr/2004/p04-098e.htm, (Erişim Tarihi: 21 Mart 2005). Ayrıca, Marco Overhaus, “German Foreign Policy and the Shadow of the Past”, SAIS Review of International Affairs, Vol:XXV, No:2, Summer-Fall 2005, s. 30-31.

Page 209: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

199

Avrupa’da ABD’ye muhalefetin yükselmesinin Almanya’nın çıkarına olmayacağını

dile getirmektedir.631

Almanya Dışişleri Bakanı Joschka Fischer’in 7 Şubat 2004’de Münih’te

güvenlik politikasına ilişkin olarak yaptığı konuşmada Eylül 2001 olaylarının

Atlantik’in iki tarafını bir araya getirdiğini ve 21. yüzyılda her iki tarafı bekleyen

meydan okumalar ışığında transatlantik ilişkilerin vazgeçilmezliğini gösterdiğini

ifade etmesi önemlidir.632 4 Mart 2005’de de ABD Başkanı Bush’un Almanya

ziyaretinde Schröder, iki ülke arasındaki ilişkilerin “dostça temelde” “çok iyi olarak”

ilerlediğini belirterek, ABD’nin Avrupa ile diyalog kurmaya hazır olduğunu

gösterdiğini ifade ettiği görülmektedir.633 Almanya’da 18 Eylül 2005’de gerçekleşen

seçim sonucunda CDU/CSU ile SPD’nin kurduğu “Büyük Koalisyon” hükümetinin

lideri Merkel’in verdiği mesajlar, iki ülke arasında Irak krizinin aşıldığına dair bir

gösterge niteliğindedir. Ayrıca, koalisyonun SPD’li yeni Dışişleri Bakanı Frank

Walter Steinmeier, Bakanlık görevine başlamasının ilk günü verdiği mesajında,

sadece geçmişten gelen nedenlerle değil, ortak çıkarlar nedeniyle ABD’nin

Almanya’nın yakın dostu ve ittifakı olduğunu belirterek, geçmişteki aralarındaki

farklılıkların dostlar arasında sadece bir farklılık olarak nitelendirmekte ve artık

geleceğe bakmanın zamanı geldiğine inandığını dile getirmektedir.634

Almanya’nın ABD’nin bu tek taraflı hareket etme ve ittifak ettiği ülkelere

danışmama politikasına karşı olduğu çeşitli düzeylerdeki toplantılarda çok sık bir

şekilde vurgulanmaktadır. Özellikle eski Alman Dışişleri Bakanı Fischer’in bir çok

konuşmasında bunu açıkça dile getirdiği ve ABD’nin tutumunu gözden geçirmesini

ima ettiği görülmektedir. Fakat Alman Dışişleri Bakanlığı tarafından gündeme

getirilen bu görüşler aslında ciddi bir meydan okuma anlamında olmadığı

631 Http://www.auswaertiges-amt.de/www/en/ausgabe_archiv?archiv_id=5055, (Erişim Tarihi: 14 Mart 2005). 632 Http://www.auswaertiges-amt.de/www/en/ausgabe_archiv?archiv_id=5338, (Erişim Tarihi: 14 Mart 2005). 633 Eckart Lohse, “A Bottom Up Line Approach to the US”, Frankfurker Allgemeine Zeitung, Http://www.faz.net/s/Rub5BF9715CCE50423B88F813D52470B641/Doc~EDC18DBE79C374B709A24F9695C5C55A4~ATpl~Ecommon~Scontent.html, (Erişim Tarihi: 4 Mart 2005). 634 Merkel, koalisyon hükümetini kurduktan hemen sonra ilk gezilerinden birini ABD’ye gerçekleştirerek, Almanya ile ABD arasında ilişkilere verdiği önemi ortaya koymuştur Bu konuda ABD’den olumlu sinyaller gelmiştir. Viola Herms Drath, “German Role in Refreshing Ties” Washington Times, Http://www.washingtontimes.com/commentary/20060502-093642-2334r.htm, (Erişim Tarihi: 3 Mayıs 2006); Http://www.auswaertiges-amt.de/www/en/ausgabe_archiv?archiv id =7856, (Erişim Tarihi: 26 Ocak 2006).

Page 210: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

200

anlaşılmaktadır.635 Bütün bu gergin ilişkilere rağmen, Almanya, ABD’nin güvenlik

politikasında temel aktörlerden biri olmaya devam ettiği açıktır. İran’ın nükleer

enerji ve ileride nükleer silah elde etmesine yönelik çabaları karşısında ABD, tek

taraflı davranabileceği izlenimini vermekle beraber, BM düzeyinde Güvenlik

Konseyi üyelerinin yanı sıra Almanya gibi ülkelerle müzakere sürecine devam

etmektedir. Ayrıca, Almanya, ABD’nin Afganistan’a müdahalesi sonrası oluşturulan

uluslararası güce asker göndermeye ve zaman zaman bu güce komuta etmeyi

sürdürmektedir. Özellikle Irak savaşının bitişinin ardından Almanya, Afganistan’da

bulunan güçlerin süresini uzatma kararını rahatlıkla aldığı gözlemlenmektedir.636

Almanya ile ABD ilişkilerinin ikinci boyutu ekonomik alanda

gerçekleşmektedir. Özellikle bu ilişki ağı, sınıraşan şirketler aracılığıyla

geliştirilmektedir. Bundesbank raporlarına göre 2002 itibariyle, 3.375 adet Alman

şirketi ABD’de faaliyette bulunmaktadır. Bu şirket sayısı yurtdışındaki toplam

Alman şirketlerinin % 17’sine tekabül etmektedir. Alman şirketlerinin ABD’de

yarattığı istihdam 767.000 civarındadır. Sözkonusu şirketlerin ABD’deki yıllık

cirosu 388 milyar ABD Doları olarak gerçekleşmiş ve bu rakam yurtdışındaki Alman

şirketlerinin elde ettiği toplam cironun % 28’ine karşılık gelmiştir. Almanya’da yer

alan Amerikan şirketlerinin sayısının toplamı 2002’de 1.397 olduğu belirlenmiştir.

Bu Amerikan şirketleri Almanya’daki toplam istihdamın % 23’üne karşılık gelen bir

istihdam (457.000 kişi) yaratmışlardır. Almanya’da faaliyet gösteren Amerikan

şirketlerinin 2002 cirosu 148 milyar ABD Doları olmuştur. 637

2002 sonu itibariyle Alman şirketlerinin ABD’de bulunan doğrudan yabancı

sermayesi yıldan yıla büyük değişiklikler göstermekle birlikte 157 milyar euro olarak

tespit edilmiştir. Bu rakam, Almanya’nın toplam doğrudan yabancı sermayesinin

% 27’sine tekabül etmektedir. ABD’nin Almanya’ya doğrudan yabancı sermaye

ihracı ise yine 2002 itibariyle 74 milyar euro olmuştur. Bu miktar Bundesbank’ın

635 Http://www.auswaertiges-amt.de/www/en/ausgabe_archiv?archiv id =3202, (Erişim Tarihi: 14 Mart 2005); Http://www.auswaertiges-amt.de/www/en/ausgabe_archiv?archiv id =4234, (Erişim Tarihi: 14 Mart 2005); Http://www.auswaertiges-amt.de/www/en/ausgabe_archiv?archiv id =5338, (Erişim Tarihi: 14 Mart 2005); Http://www.auswaertiges-amt.de/www/en/ausgabe_archiv?archiv id =6171, (Erişim Tarihi: 14 Mart 2005). 636 Http://www.auswaertiges-amt.de/www/en/ausgabe_archiv?archiv id =5076, (Erişim Tarihi: 14 Mart 2005). 637 Http://www.bundesbank.de/stat/download/stat_sonder/statso10.pdf, (Erişim Tarihi: 15 Ekim 2005).

Page 211: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

201

hesaplamalarına göre Almanya’ya giren doğrudan yabancı sermaye miktarının

% 15’ine denk gelmektedir.638

Almanya’nın ihracatında da ABD’nin önemli bir payı bulunmaktadır.

2003’de Almanya’dan ABD’ye yapılan ihraç miktarı 66.5 milyar ABD Dolarını

aşmış olduğu tahmin edilmektedir. Bunun büyük bir kısmının 22.5 milyar ABD

Doları ile otomotiv sektöründen ve 12.5 milyar ABD Doları ile makine sektöründen

kaynaklandığı görülmektedir. Bunun dışında tıbbi ve optik araçlar, elektrik aletleri,

ecza ve kimyasallar Almanya’nın ABD’ye ihraç ettiği mallar olduğu anlaşılmaktadır.

2003 itibariyle ABD’nin Almanya’nın toplam ihracatındaki payı % 9.3’dür.

1999’dan beri bu oran sabit bir şekilde gelişmektedir. Almanya’ya ABD’den gelen

malların toplamı ise 2003’de 26 milyar ABD Doları olduğu hesaplanmaktadır. İthal

malların incelenmesinden yine benzer ürünlerin Almanya’ya ABD’den ithal edildiği

ortaya çıkmaktadır. Almanya’nın ABD’den ithalat payı 1999’dan beri % 8 civarında

sabit bir düzeyde seyretmektedir. ABD’nin ticaret partnerleri arasında Almanya,

gerek ihracatta gerekse ithalatta 5. sırada yer almaktadır. Diğer yandan ABD,

Almanya’nın toplam ihracatı açısından 2. sırada, ithalatı açısından ise 3. sırada

bulunmaktadır. Almanya ile ABD arasındaki mal ticaretinin 40 milyar ABD Doları

civarında olup, Almanya lehine olduğu görülmektedir. Bununla birlikte hizmetler ile

faiz ödemelerinin de dahil edildiği iki devlet arasındaki cari hesap ise 25 milyar ABD

Doları ile Almanya’nın lehinedir.639

Almanya ile ABD arasında oluşan bu güvenlik, siyaset ve ekonomik bağlar,

başta iki devletin uluslararası politikalarında birbirlerini önem vermelerini

gerektirmekte ve danışma sürecini beraberinde getirmektedir.

Soğuk Savaş boyunca Almanya, ABD’nin Avrupa kıtasında komünizmi ve

dolayısıyla Sovyetler Birliği’ni çevreleme politikası çerçevesinde temel fonksiyona

sahip devlet olarak algılanmıştı. ABD’nin 11 Eylül 2001’de saldırıya uğramasından

sonra Almanya, yine ABD’nin terörizm ile savaşını bütün yönleriyle desteklediğini

bildirdi. Bununla birlikte 2002’den itibaren ABD’nin nükleer silah ve El-Kaide

bağlantısı olduğu gerekçesiyle Irak’a karşı bir operasyon yapmak istemesine

Almanya, böyle bir operasyonun BM nezdinde alınacak meşru bir karar çerçevesinde

638 Http://www.bundesbank.de/stat/download/stat_sonder/statso10.pdf,(Erişim Tarihi: 15 Ekim 2005). 639 Http://www.usembassy.de/germany/img/assets/9336/us-german-econ-factsheet.pdf, (Erişim Tarihi: 11 Mart 2005).

Page 212: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

202

destekleyeceğini ifade etti. Bu kapsamda, ABD’nin BM’den meşru bir karar

çıkaramaması nedeniyle Almanya, Fransa ile birlikte olan işbirliğini bu konuda da

devam ettirerek, ABD’nin Irak’ı işgal etmesine karşı çıktı. Böylece Almanya

tarafından ABD’nin politikalarına karşı bir duruş gibi algılanan durum hasıl oldu.

Ostpolitik’in geliştirilmesi ve uygulanması sırasında da Almanya’nın ABD’ye karşı

olduğu ileri sürülen bir politika içinde olduğu ifade edilmişti. Fakat ilişkilerde

gerginliklerin varlığına rağmen, şimdiye asla tam bir kopuş yaşanmadı.640

Irak’ın işgali sürecinde de gerginleşen ilişkiler de 2004’de NATO’nun

İstanbul Zirvesi’nde alınan karar ile Almanya ile ABD arasındaki ilişkilerin

yumuşaması sürecine girildiği şeklinde değerlendirilmektedir.641 Eylül 2005’de

Almanya’da yapılan seçimler sonucunda hükümeti kuran Merkel, uluslararası alanda

ilk görüşmelerinden birini Bush ile gerçekleştirdiği ve ilişkilerin daha sağlıklı

olmasına yönelik bir çaba içinde olduğunu göstermektedir. Özellikle Merkel

hükümetinin Bush yönetimi ile ilişkilerinde daha ılımlı hareket edeceği fakat

Fransa’nın ABD'nin gücünün dengelenmesi yönündeki görüşlerine de katılmayacağı

düşünülmektedir.642

İlişkilerin bir başka boyutu, Alman bürokrasi, siyasi ve iş adamları elitlerinin

ABD’li elitleri ile aynı kavramsal çerçeveye sahip olmalarını sağlayan platformlar

Gramşici anlamda tarihsel bir bloğun oluşumunda etkili olması global hegemonya ile

alt-hegemonya ilişkilerinin düzenli seyretmesinde önemli faktörlerden birini

oluşturmaktadır. Bu bağlamda, Kees van der Pijl bir transatlantik sınıfının

oluşumundan söz etmektedir.643 Benzer şekilde Stephen Gill’de böyle bir sınıfın

oluşturmaya yönelik olarak kurulan Trilateral Commission’dan bahsetmektedir.644

Pijl ve Gill, II. Dünya Savaşı sonrası gelişmiş ülkeler arasında üretimin sınıraşan

şirketler nedeniyle uluslararası hale gelmesiyle birlikte başlayan süreç sonucunda

finansal konuların ABD, AB ve Japonya olarak nitelenen “Trilateral ülkeler”de

belirleyici konuma yükseldiğini belirtmektedirler. 1970’lerdeki tarihsel bloğun ise

dünya ekonomisinde yaşanan gelişmelere paralel olarak dağıldığı ve 1980’lerde

640 Peter Gowan, “Pax Europea”, New Left Review, 34, July-August 2005, s. 136-142. 641 Http://www.nato.int/docu/pr/2004/p04-098e.htm, (Erişim Tarihi: 21 Mart 2005). 642 Regina Karp, “The New German Foreign Policy Consensus”, The Washington Quarterly, Vol:29, No:1, Winter 2005-2006, s. 74-75. 643 Kees van der Pijl, The Making of an Atlantic Ruling Class, London, Verso, 1984. 644 Stephen Gill, American Hegemony and the Trilateral Commission, Cambridge, Cambridge University Press, 1990.

Page 213: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

203

neoliberal politikaların benimsenmesi ile yeni bir tarihsel bloğun oluşturulması

ihtiyacının doğduğunu ileri süren Gill, bu aşamada siyasiler, bürokrasi ile yeni-

muhafazakâr kuruluşların yanı sıra, bankacılık ve finansal hizmetlerin ileri

gelenlerinin önderliğinde yeni bir oluşuma gidilmeye başlandığını ifade etmektedir.

Bunun en iyi örneğinin Trilateral Commission olduğunu belirten Gill, gayri resmi bir

platformda işleyen mekanizması ile bu üç bölge arasında bir dayanışma ve ortak

kültür yaratmayı hedeflediğini iddia etmektedir. Gill, söz konusu platformda yer alan

Amerikan ve Alman üye sayısının 1973-1985 dönemleri arasında sırasıyla kümülatif

olarak 160 ve 40 kişi olduğunu belirtmektedir.645

Almanya’nın II. Dünya Savaşı sonrası ABD’nin başını çektiği hegemonya

tarafından oluşturulan tarihsel blok kapsamında yerini aldığını savunan Pijl, 1970

sonrası dağılma sürecine giren hegemonik kültürün yerini alan neoliberal ideolojinin

yine ABD tarafından dünyaya sunulduğunu ve hegemonyasını oluşturmak için yeni

tarihsel bloğun kurulması yolunda gayri resmi platformaların üretildiğini ifade

etmektedir. Buna göre Trilateral Commission’ın 1970’lerin başında oluşturulmasına

rağmen 1979 yılına kadar etkili bir doktriner yapı oluşturmadığı ve daha çok Kuzey

Amerika, Avrupa ve Japonya’nın devlet adamları arasında ekonomik konularda bir

ara yol oluşturmaya çalıştığını ileri süren Pijl, neoliberal ideolojinin esas olarak

1979’da Amerikan Merkez Bankası’nın başına Paul Volcker’in getirilmesiyle

hegemonik bir kültürün oluşturulmaya başlandığını vurgulamaktadır. Bu hegemonik

kültürün oluşturulmasına Alman devlet adamları, daha çok finans ve bankacılık

sektöründen oluşan iş adamları, bürokrasisi ve akademisyenleri aktif bir şekilde yer

almaktadır.646

645 İbid, s. 96-100, 232. 646 van der Pijl, “The Second Glorious Revolution” s. 112-121.

Page 214: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

204

BÖLÜM III

ALT HEGEMONYA VE JAPONYA

3.1. Eleştirel Teori Çerçevesinde Japonya

1980’lerin başından itibaren Japon ekonomik gücü, özellikle ABD’de endişe kaynağı

olmuş ve bu durumun yakın bir gelecekte ABD’yi ekonomik olarak zor durumda

bırakacağına ve bunu engellemek için Japonlara baskı yapılmasının gerekliliğine

ilişkin görüşlerin yaygınlaşmasına neden olmuştur. Keohane ve Gilpin gibi

Amerikalı akademisyenler o dönemki çalışmalarında bu hususa işaret ettikleri

görülmüştür. Özellikle Gilpin, 1987’de yazdığı The Political Economy of

International Relations başlıklı kitabının ana temasının ABD-Japonya’nın ekonomik

ilişkisinin uluslararası politik ekonomide yaşanan gelişmeleri belirlemesi nedeniyle

Japon-ABD ilişkileri olduğunu ifade etmiştir.647 Sözkonusu çalışmasında Gilpin,

Gilpin, 2000’de yazdığı The Challenge of Global Capitalism: The World Economy in

the 21st Century başlıklı çalışmasında ise ABD’nin iç politikasında 1980’lerde

yaşanan Japonya ile ilgili tartışmaları çarpıcı bir şekilde anlatmıştır.648

Japonya genel olarak “ekonomik dev, siyasi cüce” benzetmesi ile uluslararası

ilişkiler literatüründe tanımlanan bir devlet olarak yer almaktadır. Bu görüşlere

karşın, Japonya’nın ekonomik gücünün yükselişine paralel olarak siyasi gücünün de

artacağı ve ABD hegemonyasına karşı bir alternatif oluşturabileceği yönündeki

görüşler özellikle 1980’ler ile 1990’ların başında akademik camiada kabul gördüğü

ileri sürülebilir. Bütün bu görüşlere karşın, Japonya, son 20-25 yıldır ABD’nin

hegemonyasına karşı ciddi bir alternatif olarak ortaya çıkmadığı gibi, bu yolda bir

çaba içinde olmadığı da görülmektedir. Japonya, dünya politikasının global

hegemonuna karşı ciddi bir rakip olarak çıkmaktan ziyade, onunla ilişkisini ticari

konularda gerginlikler yaşanmasına rağmen istikrarlı bir düzeyde tutmaya özen

göstermektedir. Realist teorilerin daha çok ekonomik gücün yanı sıra askeri güce

önem vermelerine rağmen, Japonya’nın hegemon konumuna yükseleceğine dair

647 Gilpin, The Political Economy of International Relations, s. 3-7. 648 Gilpin, The Challenge of Global Capitalism. Ayrıca, Gilpin’in Global Political Economy başlıklı kitabında da benzer şekilde iç politika tartışmalarına değinmektedir. Gilpin, özellikle Ross Perot ve Pat Buchanan gibi milliyetçi ve korumacı ekonomik politikaları savunan kişilerin görüşlerini detaylı bir şekilde açıklamaktadır. Gilpin, Global Political Economy, s. 204-205.

Page 215: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

205

görüş realist paradigmanın kendi içinde çeliştiğini ortaya koymaktadır. Diğer yandan

eleştirel teori çerçevesinde incelendiğinde Japonya’nın temel olarak bir alt-hegemon

özelliklerine sahip olduğu görülmektedir. Japonya’nın alt-hegemonyasını dünyanın

genelinden ziyade bulunduğu bölgede yaygınlaştırmaya çalıştığını söylemek daha

doğrudur. Bununla beraber eleştirel teori çerçevesinde Japonya’nın alt-

hegemonyasının yaygınlaşmaya çalışmasının ABD ile birlikte şekillendiği

söylenebilir.

Japonya’nın alt-hegemonik gücünün ortaya çıkışında ABD ile ilişkisi temel

rol oynamaktadır. Japonya'nın alt-hegemonyasının unsurları ise Cox’un ileri sürdüğü

güç potansiyelleri açısından değerlendirildiğinde güçlü ticari ve mali yapısı Asya

kıtasında kurumsallaşmaya öncülük etmesi ve inisiyatif üstlenmesi ile Asyalılık bağı

ve Batı emperyalizmi karşıtlığı gibi fikirlerin yaygınlaştırılmasıdır. Bunun dışında

Japonya’nın bölgesinde kendine karşı düşmanlıkları giderememesi ve yine bölgedeki

Rusya ile Çin'in Japonya’nın alt-hegemon olma yolundaki en büyük engelleri olarak

ortaya çıkmaktadır. Buna ilaveten Japonya, kültürel ve dilsel açıdan Almanya ile

karşılaştırılmayacak şekilde daha düşük bir cazibe merkezi olmakta ve çevresinde

kurumsallaşma yolunda çok fazla mesafe kaydedememesi Japonya’nın alt-hegemon

olma konumu için dezavantaj oluşturmaktadır.

Japonya, özellikle 2003’den itibaren Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği

(ASEAN) çalışmalarına daha aktif bir şekilde katılmasının yanı sıra, Güneydoğu

Asya ülkeleri ile serbest ticaret bölgesi kurma yolunda önemli adımlar atmıştır.

ASEAN üyesi ülkelerle yapılan görüşmeler sadece ticaret üzerinde gerçekleşmemiş

aynı zamanda siyasi ve güvenlik boyutları da söz konusu görüşmelerde ele

alınmıştır.649 Japonya’nın bölgeye yönelik uyguladığı diğer bir politika aracı ise

yardımlardır. Bu kapsamda Japon Başbakanı Junichiro Koizumi, 2003’ün son

günlerinde yapılan toplantıda bölgeye 3 milyar ABD Doları yardım yapma sözü

vermiştir. Bunun yanı sıra, Japonya, ekonomik ilişkilerini daha çok ikili düzeyde

götürme eğiliminde olduğu görülmektedir. 2003’de gerçekleşen Japon-ASEAN

Zirvesi’nde Koizumi, Singapur ile serbest ticaret bölgesi anlaşmasının tesis

649 Http://www.asahi.com/english/world/TKY200312130165.html, (Erişim Tarihi: 13 Aralık 2005); Asean: Japan Refreshes Ties, Http://yaleglobal.yale.edu/display.article?id=2967, (Erişim Tarihi: 12 Aralık 2005).

Page 216: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

206

edildiğini, bundan sonra Malezya, Tayland, Filipinler ve Güney Kore ile

görüşmelerin başlayacağını açıklamıştır.650

Bu bilgiler ışığında, Almanya’nın alt-hegemonyasının incelemesinde

kullanıldığı üzere Japonya’nın alt-hegemonya olarak değerlendirilmesinin aracı

olarak Cox’un kullandığı üç kategori benzer şekilde kullanılarak, bu çalışmada

Japonya'nın eleştirel teori kapsamında alt-hegemon olup olmadığı

değerlendirilecektir.

2. Japonya'nın Maddi Yeterlikleri

Japonya, 127 milyon civarındaki nüfusu ile Asya’nın ucunda 4 ana adadan oluşan bir

devlettir. Gerek GSMH gerekse ihracat yapısı açısından, ABD’nin ardından

dünyanın ikinci büyük ekonomisine sahiptir.

II. Dünya Savaşının ardından başlayan ABD işgali sırasında 1946’da yapılan

seçimlerde iktidara gelen muhafazakâr Yoşida Şigeru, Japon ekonomisini korumacı

duvarlar etrafında yeniden inşa etmeye çalışmıştır. Diğer yandan Japon ekonomisinin

yeniden canlanmasında sadece bu korumacı politikalar değil, ABD'nin Japonya'ya

yaptığı ekonomik yardımlar da önemli rol oynamıştır. 28 Nisan 1952’de resmen

biten ABD işgali süresince ABD yönetimi 4 milyar ABD Doları harcamış, 1957’ye

kadar bu harcamalarının toplamı 7 milyar ABD Dolarını bulmuştur.651

II. Dünya Savaşı öncesi sahip olduğu kolonilerin elinden çıkması ve savaş

süresince ekonomik altyapısının bozulması gibi nedenlerle Japon ekonomisi savaştan

sonra çeşitli sorunlar yaşamış, savaş öncesi ihracat oranlarını ancak 1955’de tekrar

yakalayabilmiştir. Bu tarihten itibaren, Japon ihracat rakamlarının hızlı bir şekilde

arttığı gözlemlenmiştir. Bu artışın sebeplerinden biri ABD’nin kendi teknolojisini

Japonya ile paylaşması olmuştur.652 Bunun dışında patent hakları ve yeni ekipmanlar

gibi ABD ile bağlantılı bir çok husustan Japon ekonomisi yararlanmayı bilmiştir.

1950’lerde Japon ekonomisinin büyümesi % 7’nin üzerinde gerçekleşmiştir.

1960’larda bu oran daha da artmış ve ilk yarıda ortalama % 9.7 ve ikinci yarıda

ortalama % 13.1’lik bir büyüme sağlanmıştır. 1970’de Japonya’nın GSYİH’sı 202

650 Http://www.asahi.com/english/world/TKY200312120177.html, (Erişim Tarihi: 12 Aralık 2003). 651 James I. Matray, Japan’s Emergence as a Global Power, Wesport, Connecticut and London, Greeenwood Press, 2001, s. 9-10. 652 İbid, s. 10.

Page 217: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

207

milyar dolara ulaşmış ve böylece dünyanın üçüncü büyük sanayi ülkesi konumuna

yükselmiştir. Bu arada nüfusu da hızlı bir şekilde artmış ve 1965’de 98 milyona

ulaşmıştır. İhracat açısından incelendiğinde ise Japonya’nın 1950’deki toplam

ihracatı 820 milyon ABD Doları iken, 1969’da bu rakamın 17 milyar ABD Dolarına

yaklaştığı görülmüştür. Bununla beraber ücretler 1950-1968 arasında ortalama % 10

artarken, enflasyon yine aynı dönemde ortalama % 5.7 olarak gerçekleşmiştir. İşçilik

ücretlerinin enflasyonun üzerinde artması ile hayat boyu istihdam garantisi verilmesi

bu dönemde Japon şirketleri ve işçileri için olumlu bir hava yaratmıştır. 1969’da 4

milyar ABD Doları ticaret fazlası veren Japonya’nın ihracatında bu tarihten itibaren

otomobil, elektrik aletleri gibi teknoloji gerektiren ürünlerin önemli pay almaya

başladığı görülmüştür.653 Bu ekonomik yapı 1970’ler boyunca da devam etmiştir.

Bununla birlikte 1973 ve 1980’de yaşanan petrol krizleri Japonya’nın ekonomik

büyümesinde sorunlar ortaya çıkarmıştır. 1980’den itibaren ekonomi tekrar istikrara

kavuşmuştur. Bu arada 1975’de gelişmiş ülkelerin oluşturduğu gayri resmi bir forum

olan Grup-7 (G-7)’ye katılan Japonya, 1985 yılında ABD ve Sovyetler Birliği’nin

ardından 1.329 milyar ABD Doları olan GSYİH’sı ile dünyanın üçüncü büyük

ekonomisi olarak dünya ekonomisindeki yerini sağlamlaştırmıştır. 1990’larda ise

Japon ekonomisi durgunluğa sürüklenmiştir. 2003’den beri Japon ekonomisinde

olumlu bir eğilim gözlenmeye başlanmış ve tekrar ekonomik olarak büyümeye

dönülmüştür. 2004’de ekonomi % 2’nin üzerinde büyüme gerçekleştirmiştir.

Japonya’nın II. Dünya Savaşı sonrası kısa bir süre içerisinde böyle bir

ekonomik güce ulaşması, bir çok az gelişmiş ülke için model olarak

nitelendirilmesine yol açmaktadır. Japonlardan çok özellikle Amerikalı

akademisyenler Japon ekonomisini “kalkınmacı kapitalizm”, “kalkınmacı devlet

kapitalizmi” veya “neomerkantilist ekonomi” olarak adlandırılmaktadırlar.654

Bunların dışında, Japon ekonomik sisteminin kolektif korporatizm, refah

korporatizmi, Şinto kapitalizmi, rekabetçi komünizm, kabile kapitalizmi veya “Japan

İnc.” olarak da ifade edildiği görülmektedir. Gilpin, II. Dünya Savaşı sonrası

başlayan Amerikan işgali ile birlikte Amerikalı yetkililerin Japonya’ya emek-yoğun

üretim modeli benimsemelerini önerdiğini ve bunun üzerinden ekonominin yeniden

yapılanmasının daha kolay gerçekleşeceğini savunduklarını ileri sürmektedir. Fakat 653 İbid, s. 12, 14-15. 654 Gilpin, Global Political Economy, s. 156-168.

Page 218: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

208

Japon yetkililer ise bu öneriyi Japonya’ya yetersiz ekonomik ve teknolojik bir yapı

öngördüğü savıyla geri çevirerek, 1900’ların başlarında belirledikleri yoldan

kalkınma politikasını devam ettirme yolunu seçtikleri görülmektedir.655

Japon ekonomisinin yeniden yapılanması 1868’den itibaren başlayan “Meici

Restorasyonu” sonrası kurulan yeni yönetimin 19. yüzyıl sonlarında belirlediği

ekonomik hedefler çerçevesinde gelişmiştir. Bu kapsamda, “ekonomiyi kendi

kendine yeterli kılmak” ve “Batı’yı yakalamak”, 1868’den beri Japonya’nın temel

ekonomik hedefleri olarak ortaya çıkmıştır.656 Bu hedefler sanayinin ve teknolojik

yapının güçlendirilmesi şeklinde uygulamaya konulmuştur. Bu politikanın

uygulaması Uluslararası Ticaret ve Sanayi Bakanlığı (Ministry of International Trade

and Industry-MITI) aracılığı ile gerçekleştirilmiştir. Bu nedenle, Batı akademik

dünyasında olduğu kadar azgelişmiş ülkelerde de MITI, bir çok çalışmanın başlıca

konusunu oluşturmuştur.657 MITI’nin en başarılı politika örneklerinden birini

otomobil politikası teşkil etmiştir. 1956’da başlatılan “her vatandaşa otomobil

projesi” çerçevesinde, otomobil üretimi temel politikalardan biri haline

getirilmiştir.658 Bununla beraber MITI, aslında tek başına hareket etme özgürlüğüne

sahip bir yapı olarak ele alınmamalıdır. Maliye Bakanlığı ile Ekonomik Kalkınma

Kurumu gibi diğer önemli bürokratik kurumların da ekonomi alanındaki politikaların

belirlenmesinde ve uygulanmasında birlikte ele alınması gereklidir. Maliye

Bakanlığı, bütün parasal ve finansal konulardan sorumlu iken, Ekonomik Kalkınma

Kurumu bütün bakanlıklar tarafından uygulanan politikaların çerçevesini

belirlemektedir.659 Japon bürokrasisi, genel olarak kendi alanlarını yaratması ve bir

konuda yer alan diğer ilgili kurumlarla sürekli bir çekişme içinde bulunmasıyla

dikkat çekmektedir.660 Bu durum nedeniyle bir politika üzerinde sadece bir tek

kurumun üstünlüğünden bahsedilmesi imkansız hale gelmektedir. Ekonomi

politikalarının da bu bürokratik çekişme ortamından bağımsız bir şekilde

oluşmadığının özellikle bahsedilmesinde yarar görülmektedir.

655 İbid, s. 156-157. 656 Rainer Kensy, Keiretsu Economy-New Economy? Japan’s Multinational Enterprises from a Postmodern Perspective, Houdsmills, Basingstoke, Hampshire and New York, Palgrave, 2001, s. 143. 657 William R. Nester, Japanese Industrial Targeting: Ther Neomercantilist Path to Economic Superpower, London, Macmillan, 1991, s. 31. 658 Matray, Japan’s Emergence as a Global Power, s .33-34. 659 Kensy, Keiretsu Economy-New Economy?, s. 137-138. 660 Gilpin, Global Political Economy, s. 160.

Page 219: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

209

MITI'’nin ticaret politikası, ticaret idaresi, sanayi politikası, bölgesel sanayi

yapısı, temel sanayiler, mühendislik, bilgilendirme ve tüketim malları gibi

profesyonel organları bulunmaktadır. Bununla birlikte MITI, doğal kaynaklar, patent

ofisi, küçük ve orta ölçekli işletmeler (KOBİ) ve sanayi teknolojisi olarak

adlandırılan kendisine bağlı kurumlara da sahip bulunmaktadır. Her bölümün

başında, Çin geleneğinden kaynaklanan ve Tokugava dönemi boyunca devam

ettirilen bürokratik gelenek gereği, iki yetkili kişi bulunmaktadır. Bunun temel

amacı, iki kişinin birbirlerini sürekli kontrol etmesi ve böylece performansın

arttırılmasıdır. Bu bürokratik mekanizma içinde yapılan çalışmaların ve raporların

özel sektör tarafından üstlenilmesini sağlayamaya yönelik politikalara

dönüştürülmesi ile hükümetlerin ekonomi politikaları alanında etkinliği artmaktadır.

Diğer yandan bu politikaların belirlenmesi sürecinde özel sektörün de önemli

katkıları olmaktadır. Böylece her alanda olduğu gibi özellikle ekonomi alanındaki bir

politika hususunda hiçbir kurumun, sektörün veya lobinin tek başına hareket

etmediği görülmektedir.

Japon ekonomisinin başarısını, yukarıda bahsedildiği üzere sadece MITI’ye

bağlamak yeterli değildir. Devlet organlarının yanı sıra, Japon siyasi sisteminin temel

faktörü haline gelen Liberal Demokrat Parti (LDP) ve büyük iş çevreleri ile

oluşturulan yapının da etkisi değerlendirilmesi gereken diğer unsurlarıdır. Batı’yı

yakalamak için bürokrasi, siyasi partiler, büyük iş çevreleri ve işçi kesimi arasında

bir ittifak bulunmakta ve ülke içi üretimi dışarıya karşı koruyucu bir sistem

çerçevesinde ihracata yönelik bir kalkınma politikası ile desteklenmektedir.661

Politikaların formülasyonunda esas olan ilke, taraflar arasında uzlaşma

sağlanmasıdır. Uzlaşma sağlanmadan bir ekonomik politikanın uygulamaya konması

Japon ekonomik sisteminde imkansız olarak değerlendirilmektedir.662

MITI ve diğer ekonomi ile ilgili kamu kurumları aslında Japon devletinin

tarihsel olarak uyguladığı ekonomik politikanın yansımasıdırlar. Japonya'da

ekonomik sistemin gelişiminde devlet, tarihsel olarak başat bir fonksiyona sahiptir.

Bir Japon devlet adamına atfedilen şu söz gayet açıklayıcıdır: “Japonya için

sanayinin gelişimi ekonominin arz ve talep kanunları ile serbest teşebbüse

661 Hwang Suk-man, Lim Hyun-Chin, “Restructuring Revisited: Flexible Korea and Rigid Japan”, Development and Society, Vol:32 No:2 December 2003, s. 231. 662 Gilpin, Global Political Economy, s. 160.

Page 220: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

210

bırakılamayacak kadar önemlidir.”663 Bu durum, özellikle Anglo-Sakson modelinin

temsilcileri olan İngiltere ve ABD’nin uyguladığı ekonomik sistemlerden büyük

farklılık arz etmektedir. ABD’de devlet ekonomi sahasında daha çok düzenleyici bir

role sahiptir. Burada ABD, teoride özel sektörün hareket edeceği çerçeveyi

belirlemekte ve özel sektöre eşit mesafede durmaya çalışmaktadır.664 Bununla

birlikte Japon ekonomik modeli, kıta Avrupa’sında özellikle Alman ekonomik

sistemi ile benzerlikler göstermektedir. Bu benzerliklerin başında devletin ekonomik

sistemde oynadığı önemli rol, yine devletin yasal düzenlemelerin varlığına rağmen

kartelleşmeye izin vermesi ve hatta desteklemesi ile şirketlerin sosyal sorumlulukları

olan yapılar olmaları gelmektedir. MITI’nin çok başarılı bir örnek olduğuna dair

görüşlerin yanı sıra bir çok kaynağı heba ettiği ve tahminlerinin her zaman başarılı

olmadığı gibi görüşler de mevcuttur. Başarısız olduğu alanlardan biri olarak Gilpin,

beşinci nesil bilgisayarların geliştirilememesini göstermektedir. Ayrıca Gilpin,

Honda otomobil markasının dünya pazarında tutunamayacağına dair MITI’nin ileri

sürdüğü tahminlerin de tutmadığını örnek olarak vermektedir.665

Ekonomi aktörlerinin başarısının nedenleri arasında uygulanan ithalatı

caydırıcı, özel sektörü sübvanse edici veya maliyeti düşürücü politikalar aracılığıyla

destekleyici olmaları bir çok akademisyen ve araştırmacı tarafından ifade

edilmektedir. Her ne kadar otomobil, elektronik ve tıbbi malzemeler gibi alanları

“bebek endüstriler” diye adlandırsalar da, artık çok güçlü olan bu alanlarda ilgili

şirketlere Japon hükümeti ciddi destek sağlamaya devam etmektedir. Özel sektör

alanları;

- “yüksek tasarruf ve yatırım oranlarını teşvik edecek vergi ve finansal

politikaları,

- özellikle yabancı malların tüketimini caydıracak tüketici fiyatlarını yüksek

tutacak ve şirketlerin kazançlarını yukarıda tutacak kamu maliyesi politikaları,

663 Kensy, Keiretsu Economy-New Economy?, s. 144. 664 Gilpin, Global Political Economy, s. 160. 665 Robert Gilpin, “The Japan Problem: Economic Challenge or Strategic Threat”, Armand Clesse, Takashi Inoguchi, E. B. Keehn and J. A. A. Stockwin (derl.), The Vitality of Japan: Sources of National Strength and Weakness, Houdsmills, Basingstoke, Hampshire and London, Macmillan Press, 1997, s. 63.

Page 221: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

211

- Japonya’nın henüz gelişme arifesinde bulunan endüstrilerini ithalata karşı

koruma politikalarının yanı sıra yabancı şirketlerin ülke içinde şube açmalarına karşı

stratejik ticaret politikaları ve ithalat kısıtlayıcı politikalar,

- çelik gibi temel endüstri alanlarına ve materyal araştırmaları gibi jenerik

teknoloji alanlarına hükümet desteği ve

- Keiretsu ve şirket içi ticaret lehine rekabet (antitröst) ve diğer politikalar”

aracılığıyla desteklenmeye devam edilmektedir.666

1868 sonrasında, ekonominin yeniden yapılandırılması sırasında, belli

prestijli aileler etrafında oluşturulan iş çevresi Zaibatsu olarak adlandırılmıştır.

zaibatsu, farklı alanlarda bir çok şirketlere sahip olan ve esas olarak aile holdingleri

niteliğindeki örgütlenmedir. Bu ailelerin en ünlüleri arasında Mitsui, Mitsubishi,

Fuyo, Sumitomo ve Yasuda yer almaktadır.667 Hemen Meici Restorasyonunun

ardından gelişen ticari gemicilik alanında Japonya, “Posta Buharlı Gemi Şirketi”ni

kurmuş fakat hükümetin kendi gemilerinin yetersiz olması nedeniyle, Mitsubishi

şirketiyle anlaşma yapmak durumunda kalmıştır. Böylece devlet kapitalistleri olarak

o dönem adlandırılan “Seişo”ların gelişmesi devlet eliyle sağlanmıştır. Mitsubishi

şirketinin büyük bir ticaret ve sanayi devi olmasının temelini bu gemicilik sektöründe

elde ettiği kârlar oluşturmuştur. Mitsui şirketi ise hükümetin mali işlerini üstlenmiş

bir şirket olarak ortaya çıkmış ve buradan büyüme imkanı sağlamıştır.668

I. Dünya Savaşı sırasında ve II. Dünya Savaşı başlayana kadar zaibatsular,

Japon ekonomisinin büyük bir bölümüne hakim olmuşlardı. I Dünya Savaşı’na

kadar, tekstil, cam, tuğla, çimento, finans gibi alanlarda büyük ilerleme kaydeden

Japon ekonomisi, 1919-1939 döneminde ağır sanayiye doğru kaymaya başlamıştır.

Ağır sanayinin ekonomideki ağırlığı arttıkça, hammadde açısından yoksul olan

Japonya, Asya’daki hammadde kaynaklarına yönelmiştir. Bu yönelme, başlangıçta

barışçıl yöntemler içermesine rağmen, daha sonra saldırgan bir nitelik kazanmıştır.

Yine bu dönemde, savaş sırasında kimya sanayisinin Almanya’ya dayanması

nedeniyle zor duruma düşen Japon şirketleri, 1930’ların başlarından itibaren ağır

sanayi, kimya, madencilik ve taşıt sektörlerinde yönelmeye başlamışlar ve bu yeni

666 Gilpin, Global Political Economy, s. 160. 667 Kensy, Keiretsu Economy-New Economy?, s. 6. 668 Janet E. Hunter, Modern Japonya’nın Doğuşu: 1853’ten Günümüze (Çev. Müfit Günay), Ankara, İmge Kitabevi, 2002, s. 161-162.

Page 222: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

212

alanlarda da eski şirketlerin yanı sıra yeni şirketlerin geliştiği görülmüştür. Nissan bu

tür şirketlerden birisi olmuştur. Bu yeni zaibatsular, yine devletin mali ve siyasi

desteğini alarak hareket etmişlerdir. Bununla beraber devletin Çin’le 1937’de

başlayan savaşın ardından askeri üretime geçmesine ve hammadde ihtiyacının

karşılanması amacıyla Mançurya, Endonezya ve Kore’nin işgal edilmesi, bu yeni

zaibatsuların kârlarının artmasına yol açmıştır.669

II. Dünya Savaşı sonrası ise Japonya’yı işgal eden ABD’nin getirdiği ilk

düzenlemelerden biri, zaibatsuların malvarlığının dondurulması ve bu büyük aile

holdinglerin şirketlerinin küçük iştirakçiler arasında paylaştırılması amacıyla anti-

tröst kanunlarını gündeme getirmek olmuştur. Bunun nedeni olarak işgal güçleri

Japonya’nın yayılmacılığının arkasında zaibatsuların varlığına işaret etmişlerdir.

Fakat işgal güçlerinin bu çabaları başarılı olamamıştır. 1947’de çıkarılan anti

temerküz kanunu çerçevesinde Holding Şirketi Tasfiye Komisyonu kurulmuş ve bu

Komisyon ülke çapında 325 zaibatsu saptayarak, tasfiye sürecini başlatmıştır. Bu

tasfiye süreci Japonya’da büyük protestolara neden olmuş ve söz konusu Komisyon,

çalıştığı süre içerisinde sadece 19 büyük zaibatsuyu tasfiye edebilmiştir. Yine

1947’de çıkarılan anti-tekel kanunu ile birlikte, Japonya’da tekelleşme

yasaklanmıştır. Bununla birlikte bankacılık ve finans kurumlarının kanunun

uygulama alanından çıkarılması ile zaibatsuların çözülmesi engellenmiştir.670

Zaibatsuların bir çoğu II. Dünya Savaşı sonrasında tesis edilen işgal yönetimi

sırasında ekonomik faaliyetlerine farklı bir yapı altında devam etmiştir.671

Zaibatsuların devamı niteliğinde olan fakat farklılaşan yeni şirketler şeklindeki bu

yeni örgütlenme modeli Keiretsu olarak adlandırılmıştır. Keiretsu, zaibatsunun

“hiyerarşik örgütlenmiş şirketleri”nden ziyade “ağ şeklinde örgütlenmiş” bir

ekonomik yapıya sahip şirketlerden oluşmuştur.672 Keiretsu, “ortak firma üyelerini ve

onların taşeronlarını örgütleyen ve kısmen finanse eden, yükümlülüklerin toplandığı

büyük bir şirketin dikey hiyerarşine sıkı sıkıya bağlı” şirketler topluluğu olarak da

tanımlanmakla birlikte, bu tanımın zaibatsudan çok fazla bir farklılık içermediği

şeklinde değerlendirmeler mevcuttur. Günümüzde Sony, Honda, Toyota, Toshiba,

669 İbid, s.178-179. 670 İbid, s.184. 671 Matray, Japan’s Emergence as a Global Power, s. 6. 672 Kensy, Keiretsu Economy-New Economy?, s. 6.

Page 223: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

213

Matsushita, NEC ve Nomura adlı şirketler keiretsu olarak ortaya çıkan yeni

örgütlenmenin içinde bulunan kuruluşlar olmuştur.673

Japon ekonomik sisteminde yer alan keiretsular, esas olarak elde ettikleri

kazançlar ile kendi şirketlerine bağlı bankalardan oluşan bir yapıya sahiptirler.

Bankadan alınacak krediler ise doğrudan veya dolaylı olarak ilgili şirketlere

aktarılmakta ve bu sistem hükümetin garantisi altında işlemektedir. Bu sayede Japon

şirketleri çok düşük sermaye maliyetleri ile çalışmaktadırlar. Bunun dışında şirketler

arasında da gayri resmi ilişkiler geliştirilmektedir. Bunun yöntemleri arasında şirket

yöneticilerinden birinin diğer bir şirkette de yönetim kurulunda bulunması, diğer

şirketlerde ortak sermaye veya hisse senedi bulundurma gibi hususlar yer almaktadır.

Bu şirketlerin yöneticileri sık sık bir araya gelerek stratejik planlamalar yapmakta ve

ekonomik faaliyetlerini yeniden düzenlemeye tabi tutmaktadırlar. Şirketler

arasındaki bu bağlar sayesinde yabancı firmaların Japonya’da şirket satın almaları

engellenmektedir.674 Bu arada Japon şirketlerinin hedefi şirket kârını arttırmaktan

ziyade piyasadaki hakimiyetlerini arttırmaktır. Bu sayede şirketler üretimini sürekli

arttırma imkanı bulmakta ve dünya pazarında bu sayede daha güçlü hale gelmektedir.

Diğer bir husus ise Japon şirketleri fiyat farklılaştırmasından ziyade, Japon hükümeti

tarafından da büyük imkanlarla desteklenen AR-GE faaliyetleri aracılığıyla ürünün

farklılaşmasını sağlamaları ve piyasadaki hakim pozisyonlarını devam ettirmeyi

başarmalarıdır.675

Yukarıda da ifade edildiği üzere, yabancı şirketlerin Japon piyasasına

erişimleri yönünde bir çok engel bulunmaktadır.676 Bu engeller gelişmiş ülkeler ile

Japonya arasında tartışmalara neden olmaktadır. Yabancı şirketler gerek piyasaya

erişim gerekse yatırım veya şirket hissesi satın alımı hususlarında da benzer

düşmanca tavırlarla karşılaşmaktadır. Diğer yandan yabancıların Japon ekonomik

sisteminde yer alması için gerekli düzenlemeler yapılmış bulunmaktadır. Özellikle

yatırım alanında 1960’larda yapılan mevzuat değişiklikleri ile yabancıların piyasaya

yasal olarak girişlerinde bir sorun olmamakla birlikte, esas sorun yabancıların

piyasaya girmek veya şirket almak istemeleri durumunda yaşanmaktadır.

673 Kensy, Keiretsu Economy-New Economy?, s. 6. 674 Nester, Japanese Industrial Targeting, s. 6. 675 Gilpin, Global Political Economy, s. 165-167. 676 Dennis J. Encarnation and Mark Mason, “Neither MITI nor America: The Political Economy of Capital Liberalization in Japan”, International Organization, Vol:44, No:1, Winter 1990, s. 25.

Page 224: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

214

Yabancıların Japonya’da aldığı şirket sayısı bazı ipuçları vermektedir: 1996 ile 1997

arasında 40 civarında Japon şirketi yabancı şirketlere satılmış iken, sadece 1999’da

100 civarında Japon şirketi yabancı şirketlerin eline geçmiştir.

1995’de yapılan bir çalışmadan yabancıların imalat sektöründeki paylarının

Japon şirketlerine kıyasla çok düşük kaldığı görülmektedir. Mesela yabancı payının

gıda sektöründe % 0.6, tekstilde % 0.2, kağıt ve basım sektöründe % 0.1 iken, aynı

çalışmada sadece ilaç (% 21.9) ve petrol rafinerisinde (% 43.8) yabancı paylarının

yüksek olduğu görülmektedir. Finans sektörü ise hâlâ yabancı şirketler için kapalı bir

alan olmak özelliğini korumaktadır. 2001 itibariyle yabancıların toplam bankacılık

sektöründeki payları % 1.7’yi geçmemektedir. Bu durum özellikle 1990’larda

bankacılık sektöründe kredilerin dönmemesi üzerine bankaların içine girdiği finansal

zorluklara rağmen, bankaların Japonların elinde kalmaya devam etmesi nedeniyle

önemli bir noktaya işaret etmektedir. Merrill Lynch’in iflas eden Yamaichi

Securities’in 50 şubesini satın alınmasına izin verilmesi ABD tarafından olumlu

karşılanmış olmakla birlikte bu durumun devam edip etmeyeceğinin soru işareti

olduğu bir çok akademisyen tarafından dile getirilmektedir.677 Fakat yabancı şirketler

için sorun sadece şirket satın alınması ile bitmemektedir. Piyasaya girme hakkı elde

etmelerinin ötesinde, piyasada tutunabilmeleri ve eleman istihdam etmelerinde

sorunlar yaşanmaktadır.678

Japon ekonomisinin özellikle Amerikan ve İngiliz ekonomisinden, yani

liberal ekonomiden farklı nitelikler sergilemesi nedeniyle bir çok araştırmacı, devlet

adamı ve akademisyen tarafından Japonya’nın gerçek bir kapitalist olup olmadığı

bile sorgulanır hale gelmiştir.679

Tarihsel açıdan Japon ekonomik sisteminin yeniden dirilmesinde dünya

politikasında yaşanan kriz dönemlerin etkisi açıkça görülmüştür. 1950’lerin başında

Japonya, ilk olarak Kore Savaşının yarattığı talep patlaması ile karşılaşmış, bu

kapsamda özellikle kamyon, lastik ile demir ve çelik üretiminde büyük artışlar

yaşanmıştır. Bu durum ihracata doğrudan yansımış ve Japonya’nın ihracatında

677 Edward J. Lincoln, “Whitter Trade Policy with Japan”, The Japanese Economy, Vol:30, No:2, March/April 2002, s. 31-33. 678 Richard Katz, “Selected Updates to Japan-The System that Soured: The Rise and Fall of Japanese Economic Miracle”, The Japanese Economy, Vol:29, No:5-6, November/December 2001, s. 162-166. 679 Nester, Japanese Industrial Targeting, s. 4.

Page 225: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

215

önemli sıçramalar yapmasına olanak sağlamıştır. Dünyada kapitalizmin “altın çağı”

1960’lar boyunca ise bürokrasideki ekonomik birimlerinin planlamalarının ve

politikalarının da etkisiyle Japon ekonomisinin daha da güçlendiği görülmüştür.680

1970’ler ise petrol krizi yılları olmasına rağmen, Vietnam Savaşı’na bağlı

olarak gelişen Japon mallarına Amerikan talebi artmıştır. Aynı zamanda Japon

şirketlerinin teknolojilere erişiminde Amerikan şirketlerinden destek görmüştür. Bu

sayede aynı dönemde Batılı devletlerin ekonomilerinin büyümesinin önemli

oranlarda yavaşlamasına rağmen, Japonya ekonomik kalkınmasını ve ihracata dayalı

ekonomisini geliştirmeye devam ettirebilmiştir. Bu dönemde, artan enerji fiyatlarına

karşı MITI, sanayide kullanılan enerji tüketimini sınırlandırma kararı almış ve petrol

yerine başka enerji kaynaklarının kullanılmasına yönelik yeni politikalar

düzenlemiştir.681 Böylece MITI, dünya genelinde yaşanan enerji krizini aşma

yolunda önemli adımlar atmış ve Japonya’nın rekabeti bu kriz döneminde Vietnam

Savaşı’nın yarattığı ihracat potansiyelinin yanı sıra enerji politikalarıyla Japon

ekonomisi 1970’leri sorunsuz bir şekilde geçirmiştir. Bununla birlikte 1970’lerden

itibaren MITI’nin ekonomiyi yönlendirmedeki gücünün azaldığı gözlemlenen diğer

bir olgu olmuştur. Bunun nedenleri, Japon şirketlerinin artık herhangi bir politik

yönlendirmeye ihtiyaç duymamaları, finansal açıdan sıkıntı içinde olmamaları, dış

pazar bulmakta ve piyasaya girmekte zorlanmamaları olmuştur.682

1980’lerde uluslararası politikada yaşanan krizler, Japon ekonomisi üzerinde

ne olumlu ne de olumsuz bir etki yaratmamıştır. Bunun sebeplerinin başında

Japonya’nın artık dünyanın başlıca ekonomilerinden biri haline gelmesi yatmıştır.

Japonya’nın ürün ihracındaki büyük başarılarının ardından dünyanın en büyük borç

veren ülkesi konumuna yükselmesi bu dönemde gerçekleşmiştir. 1985’de verdiği

borç 130.9 milyar dolara civarında gerçeklemiş, 1988’de bu miktar 300 milyar dolara

yaklaşmıştır. Finansal kapasitesinin büyüklüğü Japonya’yı dünyanın bankeri

konumuna getirmiştir. Dünyanın en büyük 10 bankasının 6’sı Japonya’ya aittir. 1988

itibariyle toplam uluslararası finansal varlıkların % 36’sı Japon mali kurumlarının

680 Encarnation and Mason, “Neither MITI nor America”, s. 28. 681 Gilpin, The Political Economy of International Relations, s. 329. 682 Barry Gills, “The Hegemonic Transition in East Asia: A Historical Perspective”, Stephen Gill (der.), Gramsci, Historical Materialism and International Relations, Cambridge, Cambridge Univeristy Press, 1993, s. 208; Matray, Japan’s Emergence as a Global Power, s. 37-38; Chikara Higashi, G. Peter Lauter, The Internationalization of the Japanese Economy, 2. Baskı, Boston, Dordrecht, London, Kluwer Academic Publishers, 1990, s. 334.

Page 226: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

216

elinde iken, bu oran ABD kurumları için % 14 civarında gerçekleşmiştir. Bunun

yanında Japon posta tasarrufları sistemi, Japonya’daki 13 ticari bankanın toplam

varlıklarından 4 kat daha fazla mali kaynağa sahiptir. Nippon Life şirketi ise

dünyanın en büyük hayat sigortası şirketidir. Nomura şirketi de yine dünyanın sayılı

menkul kıymetler şirketlerinden biridir.683

1985’de Plaza Anlaşması olarak bilinen Amerikan dolarının dünya

piyasalarındaki değerinin düşürülmesi ve bunun karşılığında Japon yeni ile Alman

markının değerinin yükseltilmesini amaçlayan anlaşma ile Japon yeninin değeri

dolara göre arttırılmış ve bu durum Japon ekonomisini doğrudan etkilemiştir.

Japonya’da üretim maliyetlerinin artmasına yol açan bu gelişme paralelinde Japon

şirketleri, Güneydoğu Asya ile Uzak Doğu Asya’ya yatırımlara yönelmişlerdir.

1996’nın sonunda Japonya’nın özellikle Güneydoğu Asya’da yatırımları 50 milyar

doları bulmuştur. Bu sayede Güneydoğu Asya, Japon şirketleri için Avrupa ve

Amerikan pazarına yönelik üretim üssü haline gelmiştir. Bununla birlikte içeride de

ithalatın pahalı hale gelmesi ile ithal malı tüketimi azalmış ve Japon perakendecilik

sektöründeki şirketler gibi iç piyasaya çalışan şirketler ile büyük Japon şirketleri bu

durumdan memnun olmuşlardır. Bunlara ilaveten Japon bürokratları tarafından

ödemeler dengesinde ortaya çıkan tablo olumlu olarak değerlendirilmiş ve bürokrasi

bu politikanın sürdürülmesine yönelik önlemler almaya çalışmıştır.684 Bununla

beraber doğrudan yatırım konusunda Japonya’nın yine aynı dönemlerde toplam

ekonomik değerler açısından incelendiğinde dünyanın en büyüğü haline geldiği

görülmüştür. Gerek ihracattan elde ettikleri fazlalar gerekse tasarrufların hem kişisel

hem de kurumsal olarak yüksek düzeylerde seyretmesi Japonya’nın mali kurumlarını

ülke içinde ve yurtdışında yatırımlara yönelmelerine neden olmuştur. 1988’de Japon

Merkez Bankası’na göre bu miktar 526 trilyon Yene (yaklaşık 5 trilyon dolar)

ulaşmıştır. 1980’lerin ortalarında ABD’de gerçekleşen şirket alımı veya şirket

birleşiminin % 40’ını Japon bankaları finanse etmiştir.685

683 Nester, Japanese Industrial Targeting, s. 207. 684 Karel von Walferen, “Sorting out the Conceptual Muddle: The Role of the Japanese Economy in the Asian Financial Crisis, Cambridge Review of International Affairs, Vol:16, No:1, 2003, s. 53-54; Yoichiro Sato, “Diplomacy of the Ministry of Finance: Promoting or Handicapping the Yen?”, Akitoshi Miyashita and Yoichiro Sato (derl.), Japanese Foreign Policy in Asia and the Pacific: Domestic Interests, American Pressure, and Regional Integration, Houndsmills, Basingstoke, Hampshire and New York: Palgrave, 2001, s. 186-188. 685 Barry Gills, “The Hegemonic Transition in East Asia”, s. 209.

Page 227: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

217

1980’lerin Japon ekonomisi ile ilgili olarak söylenmesi gereken diğer bir

husus ise Japonya’nın ABD’nin özel sektöründen ziyade devletinin başlıca finansörü

haline gelmesi olmuştur. 1981’de son kez cari fazla veren ABD, bu tarihten itibaren

borçlanmaya ihtiyaç duymuş ve “1914’den beri ilk kez ciddi oranlarda borçlanan bir

ülke haline gelmiştir”.686 Japon bankacılık sektörü, Japon bürokrasisi ile birlikte

hareket etmiş ve büyük oranda yatırımlarını Amerikan hazine bonosuna

yöneltmişlerdir.687 Bu tarihsel dönüşümün arkasında, Reagan’ın yönetiminin

ABD’de uygulamaya koyduğu yeni ekonomik politikaları yer almıştır. Bu dönemde

neoliberal bir ekonomik düzen tesisi için Reagan ilk olarak vergi indirimlerine gitmiş

ve siyaset alanında Sovyetler Birliği’ni çökertme planı ile askeri harcamalarını

artmıştır. ABD, 1980’lerin sonunda artan bütçe açığını borçlanma ile kapamış ve bu

borç esas olarak Japonya’dan sağlanmıştır.688

1990’lar ise Japon ekonomisi açısından sıkıntılı bir dönem olmuştur. 1990 ve

1991’de sırasıyla % 5.6 ve % 4 olan büyüme hızı, sonraki yıllarda % 1’den daha az

olarak gerçekleşmiştir. Sadece 2000 ile 2004 yıllarında sırasıyla % 2.4 ve % 2.7

büyüme oranları elde edilebilmiştir. Bu arada Japon Yeni özellikle Amerikan Doları

karşısında değer kazanmış ve 1990 Nisan’ında 1 ABD Doları 158 Yen iken, 1995

ortalarında 1 ABD Doları 85 Yen olmuştur. 1996’da ABD ile Japon yetkililer

arasında gerçekleşen toplantılar sonucunda Japon Yeninin değerinin ABD Doları

karşısında düşürülmesi kararlaştırılmış ve 2 yıl içerisinde bu hedef tutturulmuştur.

Daha sonraki yıllarda da döviz kurlarına yönelik müdahaleler görülmüş ve dolar-yen

ilişkisinin dengede olmasına özen gösterilmiştir. Japonya’nın 1990’lar ekonomisine

sıfıra yakın enflasyon oranı damgasını vurmuştur. Bunların yanında, her zaman

Japon toplumunda rastlanan tasarruf eğiliminin devam ettiği görülmüş, tüketim

eğilimlerinde çok büyük değişiklikler olmamıştır.689

1990’ların Japon ekonomisi için en önemli olay bankacılık sektöründe

yaşanan çöküş olmuştur. İlk olarak bazı küçük bankalar iflaslarını açıklamış,

ardından Eylül 1995’de iki orta büyüklükteki bankanın zor durumda olduğu ortaya

çıkmıştır. Bunun üzerine Maliye Bakanlığı, geri ödenmesi zor olan banka

686 Gilpin, The Political Economy of International Relations, s. 330. 687 İbid, s.329. 688 İbid, s.330. 689 Kazuo Sato, “The Japanese Economy-A Primer: Historical Perspectives”, The Japanese Economy, Vol:30, No:4-5, July/October 2002, s. 170.

Page 228: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

218

kredilerinin bulunduğunu açıklamak durumunda kalmıştır.690 Mart 1999’da Maliye

Bakanlığı bankacılık sektöründe yaşanan krizin bittiğini ilan etmiştir. O zamana

kadar açıkların kapatılması için ya bankalar millileştirilmiş veya ödeme aczi içine

düşen bankalara hükümet yeni sermaye enjekte etmiştir. Aralık 2000 itibariyle bu

kapsamda bankaları kurtarmak için harcanan para 226 milyar ABD Dolarını

geçmiştir. Fakat gerçekte sorunun devam ettiği gözlemlenmiştir. Eylül 2000’de resmi

olarak kabul edilen borç miktarının 620 milyar ABD Dolar civarında olduğu

açıklanmıştır.691 Bununla birlikte tahmini olarak borcun 1 trilyon ABD Dolar

civarında olduğu ileri sürülmüştür.692

1995 ve 1996 arasında Japon Maliye Bakanı ile ABD Hazine Bakanı arasında

yapılan görüşmelerde Japon Yeni’nin değerinin iki yıl içinde % 60 civarında

düşürülmesi öngörülmüştür. Görüşmelerin ardından Tayland piyasasındaki “sıcak

para” olarak tanımlanan kısa-vadeli sermayenin çıkmaya başlaması ile Tayland

ekonomisi krize sürüklenmiştir. Fakat bu olayların başlamasından sonra Japon

şirketlerinin Güneydoğu Asya ile Uzak Doğu’dan çekildiği ve tekrar Japonya'ya geri

döndüğü görülmüştür.693 Bu durum, Güneydoğu Asya’da bir krize yol açmış,

1997’de Tayland’da 3 senedir artarak devam eden cari işlemler açığı Tayland ulusal

parası “Baht”ın devalüe edilmesi ile sonuçlanmış ve buradan tüm Asya’yı

etkileyecek kriz başlamıştır.694 Hatta Japon bankalarının bölgeden hızlı bir şekilde

paralarını çekmeleri Japonya'nın suçlanmasına yol açmış ve krizin arkasında esas

olarak Japon bankalarının bu hareketi olduğu ileri sürülmüştür. Tayland’da başlayan

kriz, daha sonra Güney Kore ve Endonezya gibi ülkelere yayılmış, bölge ülkeleri ile

olan mali ve ticari ilişkilerinin önemi nedeniyle Japonya krize müdahale etme gereği

duymuştur. Bu arada Japonya'nın ilk önerisi Asya Para Fonu kurulması olmuş ama

bu teklif Çin ve ABD’nin yanı sıra, bölge ülkeleri tarafından reddedilmiştir. Bu

görüşün ardından, Japonya, “Miyazawa İnisiyatifi”ni gündeme taşımıştır. IMF’nin

bölgeye yönelik yardım paketini tamamlama amacı güden inisiyatif, 1999 sonu

itibariyle 80 milyar ABD Doları geçen bir para yardımı taahhüdünde bulunmuştur.

690 Kazuo Sato, “The Japanese Economy-A Primer: Historical Perspectives”, The Japanese Economy, Vol:30, No:4-5, July/October 2002, s. 171. 691 Katz, “Selected Updates to Japan”, s. 70-71. 692 von Walferen, “Sorting out the Conceptual Muddle”, s. 54. 693 Robert Wade, “Showdown at the World Bank”, New Left Review, Vol:7, January-February 2001, s. 124-125. 694 İbid, s. 55.

Page 229: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

219

Fakat IMF’nin önerilerini sert bulan Japonya, şartlara karşı çıkmış ve IMF ile

Japonya arasında tartışmalar yaşanmıştır. Asya’daki krize yönelik olarak bir başka

öneri, Japon Yeninin uluslararasılaştırılması olmuştur. Özellikle iktidardaki LDP bu

öneriyi Güneydoğu Asya’da bölge içi döviz kuru sisteminin daha istikrarlı

olabileceği gerekçesiyle savunmuştur. Miyazawa da benzer şekilde Asya ülkelerinin

döviz kurlarının Yen ve Euro’nun bulunduğu bir sepete bağlamalarını teklif etmiştir.

Bu sayede Japonya, yaşlanan nüfusu dikkate alındığında gelecekte yaşaması

muhtemel cari açıkların finanse edilmesinde de büyük yarar sağlayacağını

düşünmüştür. Bununla birlikte sözkonusu öneriye Tokyo menkul kıymetlerinin

serbestleştirilmesini, ekonomide deregülasyonun gündeme geleceği ve bürokratların

ekonomiyi kontrol etme gücünü azaltacağı gerekçeleriyle Japon bürokrasi tarafından

karşı çıkılmıştır.695

2000’li yıllarda Japon ekonomik sisteminde üretimin yerini gittikçe artan

oranda finansal sektörün almasından başka büyük değişiklikler yaşanmadığı

görülmektedir. Ekonomik durgunluktan çıkmaya yönelik olarak kamu yatırımlarına

ayrılan pay arttırılmakla birlikte, bankacılık sektöründe geri dönmeyen kredilerin

toplam miktarı hâlâ yüksek düzeyde seyretmektedir. Dış ticarette büyük oranlarda

Japon ekonomisi ticaret fazlası vermeye devam etmektedir. ABD’nin baskıları ile

piyasanın yabancı şirketlere açılımı hususunda Japon bürokrasisinin ve özel sektörün

direnişi ise sürmektedir. Japon elitlerinin ekonomideki etkinliği de benzer şekilde

ağırlığını korumaktadır. Bununla birlikte, piyasasının korunması ve aşırı şekilde

yasal düzenlemeye tabi tutulması ile bürokrasi ve keiretsular arasında güçlü

koordinasyonun devam etmesi gibi konularda ABD’nin itirazlarına rağmen, Japonya

direniş gösterme konusunda kararlıdır.696

Japon ekonomisi, dünyanın sayılı ekonomilerinden birini oluşturmaktadır.

Gerek üretim gerekse ihracat kapasitesi ile dünyada ABD’nin ardından gelmektedir.

Finans sektöründe Japonya, dünyanın en büyük on bankasından altısına sahiptir.

Buna ilaveten Japonya, dünyanın bankeri konumuna sahiptir. Maddi yeterlikler

açısından Japonya’nın en temel sorunu hammadde kaynaklarına sahip olmamasıdır.

695 Michael Jonathan Green, Japan’s Reluctant Realism: Foreign Policy Challenges in an Era of Uncertain Power, Houdsmills, Basingstoke, Hampshire, New York, Palgrave, 2001, s. 256-261. 696 Bai Gao, Japan’s Economic Dilemma: The Institutional Origins of Prosperity and Stagnation, Cambridge, Cambridge University Press, 2001, s. 22-38.

Page 230: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

220

Hammadde ihtiyacını Japonya, özellikle Uzak Doğu ve Güneydoğu Asya bölgesinde

kurduğu ekonomik, sosyal ve siyasi ilişki ağları ile elde etmeye çalışmaktadır.

Dünyanın sayılı ekonomilerinden biri olmasının dışında kendisinin uyguladığı

ekonomik sistem, gelişmekte olan ve azgelişmiş ülkeler için bir model niteliğini

taşımaktadır. Zaten Güney Kore ile “Asya Kaplanları” olarak anılan devletlerin esas

olarak Japonya’nın bu ekonomik politikasını taklit ettikleri görülmektedir. Bu

ekonomik modelin sözkonusu devletler için cazibesi herşeyden önce ekonomiyi

sadece piyasaya terk etmemesi ve devletin aktif bir şekilde katılımını ve

müdahalesini öngörmesi ile bağlantılıdır. Bu durum, bölgenin kültürel yapısı ile

uyum halindedir. Ayrıca, Batı dünyasıyla rekabette bu devletlerin geriden geldikleri

için devletin ekonomi konularında daha aktif bir politika benimsemesini zorunlu

kılmaktadır.697

3. Japonya’nın İçsel Hegemonyasının Kurulması

Japonya’da içsel hegemonyanın kurulması Batı’daki örneklerinden çok farklı

nitelikleri olan bir durumu yansıtmaktadır. Gerek sosyal ve kültürel gerekse siyasi ve

ekonomik olarak Japonya, tarihsel açıdan farklı bir toplum yapısına ve özelliklerine

sahiptir. Bu nedenden dolayı, Batı toplumlarına has olan sınıf kavramı ile Japon

toplumunun açıklanamayacağı bir çok yazar tarafından belirtilmektedir.698 Bu

nedenle, tarihsel açıdan Japon toplumu ile devletinin kendine has kimliğinin ve

gelişiminin açıklanması daha yerinde olacaktır.

Japon kimliğinin gelişiminde Asya anakarasından ayrı bir şekilde bir adalar

topluluğu üzerinde bulunmalarının başlıca rolü oynadığı açıktır. Japonya, bir çok

küçük adanın yanı sıra Hokkaido, Honşu, Şikoku ve Kyuşu adı verilen dört temel

adadan oluşmaktadır. Tarih boyunca Asya kıtasından bu adalara yapılan göçler,

bugünkü Japon toplumunun temellerini oluşturmaktadır. Asya kıtası ile bu ilişkisi

bugün bile bir çok alanda kendini hissettirmektedir. Entelektüel, kültürel, siyasi ve

dini bir çok görüş ve kurum doğrudan Asya kıtasının izlerini taşımaktadır.

Japonya’nın fikri temellerinin gelişiminde Çin’in etkisi çok belirgindir.699 Hatta

697 Kenneth B. Pyle, “Regionalism in Asia: Past and Future”, Cambridge Review of International Affairs, Vol:16, No:1, 2003, s. 20-21; von Walferen, “Sorting out the Conceptual Muddle”, s. 49-53. 698 Robert Cox, “Middlepowermanship, Japan, and Future World Order”, s. 262. 699 Bob Tadashi Wakabayashi, “Introduction”, Bob Tadashi Wakabayashi (der.), Modern Japanese Thought, Cambridge, Cambridge University Press, 1998, s. 2.

Page 231: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

221

Japonlar, yüzyıllar boyunca Çin’i uygar dünyanın merkezi olarak nitelendirdikleri

görülmektedir. Japonya’nın çoğu kurumsal yapısı da bu çerçevede Çin’den

ithaldir.700 Bunlara ilaveten, eğitim, kültür, din ve dünya anlayışı esas olarak yine

Çin’den kaynaklanan Konfüçyüsçülükten etkilenmektedir.701

Devletin siyasi otoritesinde yine Çin modelinden kaynaklanan imparator ve

imparatoriçe (Tenno) unvanları kullanılmakla beraber, sistem daha çok Japon

toplumunun kendi örgütlenmesine göre düzenlenmiştir. Yüzyıllardır Yamato

klanından gelen bir aile, Japonya’nın imparatoru olarak kabul edilmiştir. Esas olarak

Güneş Tanrıçası Amaterasu tarafından yeryüzüne gönderilen bir lider olarak

algılanan imparatorların ruhani olduğu kadar cismani özelliklere de sahip olduğu

Japon toplumu tarafından kabul edilmiştir.702 İmparatorluk ailesinin ülkenin

oluşmasından önce geldiği ve ülkeyi kurduğu Japon halkının üzerinde uzlaştığı bir

başka konu olmuştur.703

Japonya’da devlet, tarihsel olarak imparator tarafından yönetilmiştir.

1185’den itibaren yönetim gerçek anlamda askeri yöneticilerin eline geçmiş ve

imparator sembolik bir liderlik görevi üstlenmiştir. Bu süreç, 1868’de gerçekleşen

Meici iktidarına kadar devam etmiştir. İmparatorluğun gücü ise II. Dünya Savaşı

sonuna kadar devam etmiştir. Her ne kadar imparatorun günümüzde sembolik önemi

devam etmekteyse de, savaşın bitişi ile siyasi sistem parlamenter demokrasi üzerine

inşa edilmiştir. 1185-1868 arasında “Şogun” olarak adlandırılan askeri yöneticiler,

“Bakufu” denilen bir askeri yönetimi idare etmişlerdir. Fakat “Daimyo” denilen yerel

güçlerin de kendi bölgelerindeki hakimiyeti nedeniyle, şogunlar ile daimyolar

arasında yüzyıllar boyu süren bir mücadele ortaya çıkmıştır. 1600’da Tokugava

İeyasu adlı daimyo, iki daimyo ile birlikte Japonya’da birliği sağlamış ve 1868 tarihli

“Meici Restorasyonu”na kadar yeni bir siyasi sistem kurmuştur.

“Tokugava iktidar üzerindeki nüfuzunu, beylikleri (han) ülkenin geri kalan topraklarını oluşturan yüzlerce derebeyi (daimyo), onların refakatindeki Samuray (savaşçı) sınıfı ve

700 Hunter, Modern Japonya’nın Doğuşu, s. 66. 701 İbid, s. 67. 702 Pierre Lavelle, Çağdaş Japon Siyasal Düşüncesi (Çev. Galip Üstün), İstanbul, İletişim Yayınları, 1993, s. 10-11. 703 İbid, s.10-11.

Page 232: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

222

bu topraklarda yaşayan halk üzerinde fiziksel, politik ve ekonomik denetimi içeren bir yapıyla güçlendirmiştir.”704

Tokugava döneminde, imparatorun rolü üzerinde din adamı Yamaga Soko

tarafından 17. yüzyıl ortalarında bir doktrin geliştirilmiştir: Kokutai doktrini. “Ulusal

yönetim” olarak da açıklanabilecek bu doktrin, Japon imparatorlarına gökyüzünden

kendilerine verilen yetkinin dünyada değiştirilemeyeceğini öngörmüştür. Çin’de

hanedanlarının dünya işleri sırasında bu yetkiyi kaybetmeleri doğal olarak

karşılanırken, Japonya’da böyle bir hak bulunmadığı özellikle siyasi elit olarak

nitelendirilebilecek daimyo ve şogunlar tarafından tartışmasız benimsenmiştir.705

Tokugava sisteminin en önemli özelliği, Batı ile 1500’lerin ortalarında

başlayan yakınlaşmadan rahatsızlık duyması sebebiyle, büyük bir inziva politikasının

(sakoku) benimsenmesi olmuştur. Buna ilaveten, ülke içindeki sosyal, siyasi ve

ekonomik değişimlerin önüne geçilmesi hedeflenmiş ve teknolojik gelişmeler de arzu

edilmemiştir. Böylece Japonya, dünya ile ilişkilerini sınırlandırmış bir ülke niteliğini

elde etmiş ve içeride de “kast” sistemine benzer bir toplumsal yapının değişmeden

ayakta kalması sağlanmıştır.706

1850’lerin ortalarına gelindiğinde gerek uluslararası politikadan kaynaklanan

gerekse iç politikada yaşanan gelişmeler doğrultusunda daimyoların güçlenmesi ile

ilgili olarak sistemin değişmesi yönünde baskılar artmaya başlamıştır. Fakat bunların

içinde en önemlisi Haziran 1853’de Commodore Matthew Perry’nin Japonya’nın

Tokyo Körfezine gelip, ABD “gemilerinin gereksinimlerinin karşılanmasını,

Amerikalı denizcilerin kazalarıyla ilgilenilmesini ve resmi ilişkilerin

geliştirilmesini”707 içeren bir ültimatom sunması olmuştur. Ardından 1854’de

Perry’nin tekrar Japonya’ya gelmesi ve bazı limanların sığınma limanı olarak

Amerikalılara açılması ile Amerikalı konsolosların Japonya’ya atanması gibi

talepleri Japonya’da siyaset sisteminin sorgulanmasına yol açmıştır. Bu yeni siyasi

düşünceler, Japonya’nın çalkantılı bir döneme sürüklenmesine yol açmıştır. 1858’de

ABD ile Japonya arasında imzalanan “Dostluk ve Ticaret Anlaşması” Japonlar

arasında “eşitsiz anlaşmalar” olarak anılmış ve hoşnutsuzluğun boyutlarını

704 Hunter, Modern Japonya’nın Doğuşu, s.19. 705 Lavelle, Çağdaş Japon Siyasal Düşüncesi, s.10-11; Wakabayashi, “Introduction”, s.11; Hunter, Modern Japonya’nın Doğuşu, s. 237. 706 İbid, s. 20-21. 707 İbid, s. 36.

Page 233: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

223

arttırmıştır. 1858’de Tokugava ailesinin başına geçen Keiki’nin şogunluğunun kabul

edilmemesi ve Satsuma ile Çöşü daimyolarının Bakufu yönetimine karşı çıkmaları

ile başlayan süreç bu iki daimyonun Bakufu yönetimini dağıtmaları ve imparatorluğu

yeniden siyasetin merkezine yerleştirmeleri ile sonuçlanmıştır. Özellikle Satsuma ve

Çöşü daimyolarının 1863-1864 yıllarında Batılı güçlere yenilmelerinin ardından,

imparatorluk kurumunun yeniden güçlendirilmesinin gerekliliğine inanmaya

başlamışlar, aksi takdirde Batı ile mücadele edilemeyeceğini savunmuşlardır.

İktidara getirilen Meici, merkezleştirmeyi güçlendirerek, Japonya’nın siyasal,

sosyal, ekonomik ve kültürel açıdan yukarıdan dönüşümünü başlatmıştır.708

1868’den 1912’ye kadar iktidarda kalan Meici’nin ilk işi iki başlı yönetime son

vermek olmuş ve daimyoların güçlerini ellerinden alarak, merkezi yönetimini

güçlendirmeye çalışmıştır. Batılı devletler ile imzalanan “eşitsiz anlaşmaları” kabul

etmemiş ve bunları değiştirmek için çaba sarf etmiştir. Bunun dışında, Meici,

Japonya’yı Batılı devletlerle eşit bir seviyeye çıkarmak için sanayinin gelişimini

amaçlayan bir program yürütmüştür.709 Bu zorlamalar karşısında, Batı ile başa

çıkabilmek için Meici’nin esas hedefi, modern anlamda ulus-devleti kurmak

olmuştur.710

Meici iktidarının ilk yıllarında önemli fikirler Batı ağırlıklı olmuş ve

liberalizm, sosyalizm ve aydınlanma gibi yaklaşımlar Meici dönemine damgalarını

vurmuşlardır. Bu dönem boyunca Japon elitler, kendilerini Batı karşısında “geri” ve

“vahşi” olarak nitelendirmişler ve bu duruma “aşağılık duygusu” eşlik etmiştir. Fakat

özellikle 1881’den itibaren bu görüş değişmeye başlamış ve Meici iktidarının

sonlarında Japonya’nın üstün niteliği daha çok vurgu konusu olmaya başlamıştır.711

İçeride rejimini güçlendirdikten sonra Meici’nin ilk giriştiği reform hareketi 1871’de

eğitimin Batılılaştırılması olmuştur. Bu kapsamda Hıristiyanlık yasağı kaldırılmış,

aynı yıl, Meici, “eşitsiz anlaşmaları” gözden geçirmek amacıyla Avrupa ve

Amerika’ya üst düzey yetkililerden oluşan bir heyet gönderilmiş ama heyet

arzuladığı sonuçları alamadan geri dönmek zorunda kalmıştır. Bununla birlikte

708 Kosaku Yoshino, Cultural Nationalism in Contemporary Japan: A Sociological Enquiry, London and New York, Routledge, 1992, s. 85. 709 Hunter, Modern Japonya’nın Doğuşu, s. 24. 710 Hirakawa Sukehiro, “Japan’s Turn to the West” (Japonca’dan İngilizce’ye Çeviren: Bob Tadashi Wakabayashi), Bob Tadashi Wakabayashi (der.), Modern Japanese Thought, Cambridge, Cambridge University Press, 1998, s. 30-31. 711 Lavelle, Çağdaş Japon Siyasal Düşüncesi, s. 14-15.

Page 234: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

224

1873’de geri döndüklerinde saraya verdikleri rapor ile Batının ekonomik, siyasal ve

yasal sistemlerine benzer bir sistemin Japonya’da uygulanması halinde Batı ile başa

çıkabileceklerini iletmişlerdir. 1873’de bu Japon heyetinin Avrupa-Amerika

ziyaretinin ardından Batı hakkında bilgilendirilen Meici, Japonya’da köklü bir

değişim programını uygulamaya koymuştur. Başlarda Meici’nin etrafında sadece

muhafazakâr değil, aynı zamanda liberal, pozitivist, materyalist ve yararcı

(utilitarianism) görüşler de yer bulmuş ve Meici bu farklı görüşlere iktidarında yer

vermiştir.712 Nakamura Masanao, John Stuart Mill’in Özgürlük Üzerine adlı kitabını

1871’de çevirmiş ve yayımlamış, Ueki Emori ve Nakae gibi Japon liberaller ise

Halkın Hakları Hareketi’ni kurarak, Japon toplumu içerisinde liberalizmi

yaygınlaştırmaya çalışmışlardır. Hatta 1880’lerde Japon entelektüellerinden

Tokutomi Soho, Japon toplumunun tamamen Batılılaşmasını talep ettiği

görülmüştür.713 Bunların yanında Nişi, Kato, Fukuzava gibi önemli düşünürler, Batı

kültürünün özümsenmesi gerektiğini ifade etmişlerdir.714 Liberal görüşlü

düşünürlerin yanı sıra Nişi Amane, Kato Hiroyuki, Mori Arinori gibi bürokratlar

aydın despotizmi ile nasyonal sosyalizme benzer görüşleri gündeme getirmişler ve

bu görüşlerin savunuculuğunu yapmışlardır.715 1890’larda Japonya’da milliyetçi

görüşlerin yaygınlaşması sürecinde sosyalist, liberal ve aydınlanmacı görüşler ise

Batı’nın emperyalist politikaları karşısında geri adım atmak zorunda kalmışlardır.

1880’lerde liberaller iktidar çevresinden tasfiye edilmişlerdir.716 Benzer şekilde,

Meici döneminin başlarında Hıristiyan olmak, diğer dönemlerin aksine tepki ile

karşılanmamıştır. Fakat muhafazakâr ve milliyetçi görüşlerin yaygınlaştığı

dönemden itibaren Hıristiyan olmak, itaatsizlik ve sadakatsizlik olarak

nitelendirilmiştir. Batı’nın emperyalist politikalarının yoğunlaştığı dönemlerde ise

misyonerler ile bağlantıları olanlar şüphe ile karşılanmıştır.717

Meici, 1890’ların başlarından itibaren daha muhafazakâr ve milliyetçi bir

programa yönelmiştir.718 Meici’nin böyle bir programa yönelmesinde Yamagata

712 Kenneth B. Pyle, “Meici Conservatism”, Bob Tadashi Wakabayashi (der.), Modern Japanese Thought, Cambridge, Cambridge University Press, 1998, s. 100. 713 İbid, s. 100. 714 Lavelle, Çağdaş Japon Siyasal Düşüncesi, s. 18. 715 İbid, s. 19-24. 716 Pyle, “Meici Conservatism”, s. 121. 717 İbid, s. 112. 718 İbid, s. 98-100.

Page 235: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

225

Aritomo, Motoda Nagazane, Nişimura Şigeki ile Anayasanın mimarlarından ve daha

liberal olarak nitelendirilebilecek bir kişi olan İto Hirobumi’nin etkisi olmuştur.

Yamagato, militarizmin savunucusu olarak ortaya çıkarken, Nişimura, pozitivizm ile

Konfüçyüsçülüğü bağdaştırarak ahlâk ile ilgili politikanın düzenlenmesinde önemli

rol oynamıştır. Eğitim politikasının oluşturulmasında ise Motoda’nın etkisi çok

büyük olmuştur. Konfüçyüsçülüğe dayanan Motoda’nın temel ilkeleri; “ana-baba

sevgisi ve ailede saygı, toplum içinde doğruluk, ülke hizmetinde sadakat ve içtenlik”

olmuştur.719

Japonya’da muhafazakâr ve milliyetçi görüşler, statükoyu koruma anlamında

değil, modernleşme sürecinde Batı’nın kültürüne karşı bir tepki olarak ortaya çıkmış

ve ulusal bilincin gelişmesine katkı yapmıştır. Japonya’nın eğitim, bürokrasi ve

sanayi politikası tamamen yeniden inşa edilmiştir. Bürokrasiye eleman alımı

hususunda Çin’in zorlu ve maraton niteliğindeki sınav sistemi Japonya’da

uygulanmaya başlanmış ve ciddi bir bürokratik devlet olma yolunda sistemli bir

yaklaşım benimsenmiştir. Eğitim sistemi, yeniden yapılandırılmış ve Japonya

çapında geçerli ve tek bir eğitim sistemi oluşturulmuştur. Mesleki eğitim ve yüksek

öğrenim kurumları da eğitim sisteminin içine eklenmiştir. Ülke çapında altyapı

yatırımlarına ağırlık verilmiş ve bu bağlamda başta demiryolu olmak üzere ulaşım ile

posta sektörleri geliştirilmiştir.720

Sanayinin geliştirilmesi ise Japonya’nın bir başka hedefi olarak ortaya

çıkmıştır. Bu bağlamda, daha önceki kısımda açıklandığı üzere bürokrasinin gücü

ortaya çıkmış ve sanayi politikaları bürokrasi tarafından yönlendirilmiştir. Özellikle

Almanya’nın sanayi politikası dahil ekonomik politikalarından Japon liderler

oldukça etkilenmişler ve ekonominin doğal ve sabit kanunlardan ziyade her ülkede

değişikliğe sahip olduğu fikri yaygın bir görüş olarak kabul edilmiştir. Böylece

serbest ticaret kavramlarına karşı çıkılmış ve sanayi politikası bu çerçevede

oluşturulmuştur.721

Bütün bunlar olurken, siyaset de bu değişim programının dışında kalmamıştır.

1885’de Batılı anlamda bir kabine hükümeti oluşturulmuş, 1889 Şubat’ında bir

anayasa ilan edilmiş ve nihayet 1890’da seçimlerin ardından parlamento

719 Lavelle, Çağdaş Japon Siyasal Düşüncesi, s. 25-32; Pyle, “Meici Conservatism”, s. 106. 720 Hunter, Modern Japonya’nın Doğuşu, s. 40-41. 721 Pyle, “Meici Conservatism”, s. 131-132.

Page 236: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

226

oluşturulmuştur. Parlamentonun ilk görevi bir anayasa hazırlamak olmuştu. Japon

Anayasası, dönemin Prusya temelli Alman Anayasası esas alınarak hazırlanmıştır.

Alman Anayasası’nın esas alınmasının sebebi, Fransız Anayasası’nın çok fazla

“demokratik” bulunması ve 1871’de gerçekleşen Fransa-Prusya savaşını Prusya’nın

kazanması olmuştur. Meici daha önceleri Alman Anayasasını temel olarak almaya

karar vermesine rağmen, Japon Anayasası’nın kurucusu olan İto Hirobumi’yi

Avrupa’ya göndermiş ve temaslarda bulunmasını sağlamıştır. Bu bağlamda ilk

gidilen yer Alman İmparatorluğu olmuş ve Berlin’de ünlü hukukçu Rudolf von

Gneist ile görüşmeler yapılmıştır. Gneist, bir anayasanın sadece yasal bir belge

niteliğinden ziyade yöneten ile yönetilen arasındaki ilişkiyi yansıtan, o ülkenin tarihi,

gelenekleri ve halkın duygularını yansıtan bir belge olduğunu ifade ederek, Japonya

hakkında hiçbir şey bilmediğini söylemiş, bu nedenle Japonya’nın Anayasası için

yardım edemeyeceğini bildirmiştir.722

Gneist’in ifadeleri yine de yol gösterici olmuş ve Japon Anayasası’nın

Batı’dan alınan fikir ve kurumlar yoluyla yasal bir metin olduğu kadar halkın

duyguları, tarihi ve geleneklerinin de metni olmasına özen gösterilmiştir.723 1889

tarihli Japon Anayasası bu şekilde Tenno’nun Japon halkına bağışladığı bir anayasa

niteliğinde olmuştur. Tenno, anayasa ile yürütme ve yasama üstlenmiştir ama

Tenno’nın bu görevleri ifa etmesinde parlamento, hükümet ve mahkemelerin

yardımcı olacak şekilde düzenlenmesi sağlanmıştır.724 Böylece imparator,

anayasasının merkezinde yer almış ve kutsallığını güçlendirmiştir.

1890’da Meici, eğitim konusunda temel bir buyruk yayınlamıştır. Buyruktaki

ahlâki değerler esas olarak Konfüçyüs ile Şinto’dan esinlenilmişti. Buyruk, ilk ve

orta öğretim kurumlarında dini bir seviyeye kadar çıkarılmış ve II. Dünya Savaşı

sonuna kadar okullardaki temel kutsal metinlerden biri haline getirilmişti. Buyruk her

ne kadar Motoda’nın düşüncelerinden esinlenmişse de, 1885’de başbakan olan

Hirobumi ile Motoda’nın görüşlerinin bir uzlaşmasını yansıtmıştır.725 Buyruk, ayrıca

Tenno’nun sadece imparator olmadığını, Japonya’nın tüm ailelerinin reisi olduğunu

722 Sukehiro, “Japan’s Turn to the West” s. 32-33. 723 İbid, s. 32-33. 724 Lavelle, Çağdaş Japon Siyasal Düşüncesi, s. 38. 725 Pyle, “Meici Conservatism”, s. 107-108.

Page 237: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

227

da ifade etmiştir. Bu sayede imparator ile halk arasındaki bağın güçlendirilmesi

amaçlanmıştı.726

Gerek 1889 tarihli Anayasa gerekse 1890 tarihli eğitim konusunda çıkarılan

İmparatorluk Buyruğu, “kokutai”yi kutsamış ve Japonya’da yasal ve ahlâki sınırları

belirlemiştir. Bu tarihten evvel, Japon entelektüelleri arasında görüş farklılıklarına

artık izin verilmemeye başlanmış ve özgür ortam daha kısıtlayıcı olmaya başlamıştır.

Yine bu tarihten önce, Japonya’nın uluslararası politikadaki rolünün yanı sıra

İmparator’un ve devletin rolü konusundaki görüşlerin tartışıldığı ortam kalkmıştır.727

Eğitim ve siyasette başlatılan bu reform hareketleri, sanayinin ve ordunun

güçlendirilmesi ile el ele gitmiştir. Japon elitleri özellikle orduya özel bir önem

atfetmişlerdir. Batı ile mücadelenin ve eşitsiz anlaşmaların değiştirilmesinin yegâne

koşulunun ancak ordu ile mümkün olacağını düşünen Japon elitleri, ilk olarak

samurayları ortadan kaldırarak ordunun değişimine başlamışlardır. Bu elitler, sadece

savaşçı sınıfını oluşturan samuray geleneğinin Batı’nın yüksek teknolojik savaş

mekanizması ile başa çıkmasının imkansız olduğunu ve yapılması gerekenin ordunun

Batı teknolojisi ile yine Batı askeri örgütlenme modeli çerçevesinde yeniden

kurulması gerektiğini ileri sürmüşlerdir.

1871’de samurayların daimyoların maaşlı elemanı olması engellenerek

merkezi hükümetten maaş almaları sağlanmıştır. Bunun ardından Meici iktidarı

1872’nin sonunda düzenli bir ordu kurma yolunda samurayların yanında halktan

asker alınmasını kabul etmiştir. Bu durum, samuraylar ile iktidar ilişkilerinin

gerginleşmesine yol açmıştır. Bunun üzerine 1873’de Kore’ye bir sefer düzenlenmiş

ve samurayların huzursuzlukları giderilmeye çalışılmıştır. Fakat Meici iktidarı,

samurayların sorun yaratmaması için dış sefer düzenlemek yerine onları sistem

içerisinde farklı kanallara sevk etmeye yönelmiştir. Bazı samuraylar bürokrasiye

alınırken, bazılarının tüccar olmaları teşvik edilmiştir. Bu durumu kabul etmeyen

samuraylar ise siyasi iktidara karşı birkaç kez ayaklanmışlar ve en sonunda bu yeni

sisteme entegre olmayan samuraylar milliyetçi düşüncenin kaynağı haline

gelmişlerdir.728

726 Lavelle, Çağdaş Japon Siyasal Düşüncesi, s. 39-41. 727 Wakabayashi, “Introduction”, s. 11. 728 Hunter, Modern Japonya’nın Doğuşu, s. 364-365.

Page 238: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

228

Japon ordusunun güçlendirilmesi konusunda, 1872’de düzenli ordu

oluşturulması yolunda adım atıldıktan sonra ilk olarak Fransız, sonra Prusyalı askeri

subaylar Japonya’ya getirilmiştir. Japon ordusu 1877’de artık kendi kendine yeterli

hale gelmiş ve 1890’ların başından itibaren hareket yeteneği güçlü bir ordu haline

dönüşmüştür. Silah ve askeri gemi üretimi hususunda ise eski Bakufu yönetiminin

üretim mekanizmasının yanı sıra, sanayileşme politikasının etkisi ile özellikle

1900’lerin başından itibaren yerli üretim tüm ihtiyaçları karşılayacak duruma

gelmiştir. 1894’de Çin’e karşı yapılan savaşta kazanılan başarı ile bu yeni

oluşturulan ordu halk arasında kısmen itibar kazanmıştır. Bu tarihten itibaren

Japonya sömürgeci bir devlet olma yoluna girmiş ve uluslararası ekonomide de

ağırlığını arttırmaya başlamıştır. Yine aynı dönemde Japonların “eşitsiz anlaşmalar”

olarak nitelendirdikleri Batılı devletler ile yaptıkları anlaşmalar yürürlükten

kaldırılmıştır. Rusya ile ilişkilerin savaşa dönüşmesi ihtimali nedeniyle, ordunun

savaş mekanizması daha da güçlendirilmiştir. 1904’de Rusya’ya karşı yapılan

savaşta kazanılan başarı ise ordunun halkın gözündeki itibarını daha da arttırmıştır.729

1890-1900 döneminde artık Japonların Batı’ya karşı komplekslerinin ortadan

kalktığı, hatta kendilerini onlardan daha üstün gören bir anlayışın yerleştiği dönem

başlamıştır.730 Ayrıca aynı dönemde iktidar çevrelerinde muhafazakâr ve milliyetçi

görüşler artık hakim olmuştur. Bu görüşlerin hakimiyeti, gerek Anayasa’da gerekse

eğitim hakkındaki İmparator Buyruğu ile daha net bir şekilde ortaya çıkmıştır. Bu

tarihten sonra özellikle eğitimde “Yamato Ruhu” ve “Buşido” gibi kavramların ön

plana çıkarıldığı gözlemlenmiştir. Samurayların efendi için kanlarının akıtılması da

dahil efendiye mutlak itaati öngören bir ahlâki kurallar bütünü olan bu kavramlar,

1900’lerin başlarından itibaren tüm öğretim sistemine yaygınlaştırılmış ve II. Dünya

Savaşı sonuna kadar bu ilkelere dayanan eğitim sistemi devam ettirilmiştir.731

İmparatorluk yönetiminin içsel hegemonyasını kurmasını takiben Japonya’da

ekonomik ve siyasi düzen değişmiş ve bu içsel hegemonyanın yeniden

yapılandırmasını gerektirmiştir. 1900’lerin başından itibaren, sanayi politikaları ile

sanayinin güçlendirilmesine paralel olarak sosyal politikaların da geliştirilmesi

729 İbid, s. 366-367. 730 Lavelle, Çağdaş Japon Siyasal Düşüncesi, s. 34. 731 Wakabayashi, “Introduction”, s. 14-15; Marius B. Jansen, The Making of Modern Japan, Cambridge, Massachusetts, London, The Belknap Press of Harvard University Press, 2000, s. 487.

Page 239: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

229

zorunluluğu tartışılmaya başlanmıştır. Bismarck’ın Almanya’sı dikkatle incelenmiş

ve oradaki gelişmeler yakından takip edilmeye çalışılmıştır. Eğitimini Almanya’da

alan ve Japonya’nın ilk akademik ekonomisti Kanai Noburu, Alman ekonomi

ekolünü benimsemiş ve bunu Japonya’da yaygınlaştırmayı hedeflemiştir. Devletin

ekonomiye müdahalesini zorunlu gören Kanai, sanayileşme için bunun gerekli

olduğunu savunmuştur. Kanai, ayrıca ekonomik politikaların toplum üzerindeki

etkisini gördüğü için 1896’da Gakkai (tam adı shakai seisaku gakkai-Sosyal Politika

Çalışmaları Derneği) adlı derneği kurmuştur. Gakkai, bir süre sonra bürokrasi,

üniversite ve iş adamlarının çalışmalarına katıldığı en önemli dernek haline

gelmiştir.732

Gakkai, sosyalizm ile liberalizm arasında bir orta yol önermiş ve her iki

ideolojinin aşırılıklarından kaçınılmasının zorunluluk olduğunu savunmuştur.

Kapitalist değişim toplum içerisinde daha önce görülmeyen büyük ekonomik

farklılıklar ortaya çıkaracağı için buna karşın bir önlem alınmasını öngören Gakkai,

Alman sosyal politikasının uygun olabileceğini de çözüm olarak ortaya koymuştur.

Bu kapsamda, Gakkai’nin kurucularından Kuwata Kumazo, hükümetin çalışma

hayatına yönelik mevzuatı en kısa sürede düzenlemesi gerektiğini ileri sürmüştür.

Kuwata, çalışma süreleri ve çalışma koşullarıyla çocuk ve kadın işçiliğinin yanı sıra

fakirlere yönelik düzenlemeler ile zorunlu işçi sigortası, küçük çiftçileri koruma ve

yardım için kooperatiflerin desteklenmesine yönelik yasal metinlerin çıkarılmasını

önermiştir.733

Batı sanayi toplumlarının yaşadığı ve toplumu bölen bu kamplaşmalar, Japon

bürokratları ve entelektüelleri tarafından medeniyet hastalığı (bummei byo) olarak

nitelendirilmiş, bu gelişmelerin Japonya’ya da sıçramasıyla “kokutai”yi dolayısıyla

sosyal uyumu bozacağından kaygı duyulmuştur. Batı sisteminin yanlışlıklarından

ders alınması gerektiğini ileri süren Okuma Şinegobu, aile dayanışmasının

Japonya’da işçi ile kapitalist kesimler arasındaki çatışmayı engelleyebileceğini iddia

etmiştir.734

1890’larda sosyalist görüşler, Japonya’da ilk kez yayınlanmaya ve

tartışılmaya başlanmıştır. 1898’de Tokyo’da entelektüeller tarafından daha çok

732 Pyle, “Meici Conservatism”, s. 131-132. 733 İbid, s. 133. 734 İbid, s. 135.

Page 240: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

230

Avrupa’daki sosyalist görüşlerin tartışıldığı bir forum kurulmuştur. Bu arada Kamu

Barışı Gözetleme Kanunu 1900’de çıkarılmış ve sendikal örgütlenme ve toplantılar

yasaklanmıştır. Nihayet 1901’de Sosyal Demokrat Parti kurulmuş fakat aynı gün

kapatılmıştır. Partinin eleştirileri sadece ekonomik alana yönelik olmamış aynı

zamanda ahlâki değerlerin erozyonu da dile getirilen konular arasında yer almıştır.735

Bununla birlikte 1906’da yeni kurulan hükümet çerçevesinde sosyalistlerin parti

kurmalarına tekrar izin verilmiş ve bu çerçevede Şubat 1906’da Japon Sosyalist

Partisi kurulmuştur. Daha çok orta sınıf entelektüellerinden oluşan parti, işçilerden

yoğun destek alamamıştır 1907’de kapatılan Japon Sosyalist Partisi’nin taraftarları

üzerinde hükümet kontrolünü sıklaştırmış, 1910’da Meici’nin yerine iktidara gelen

Taşo döneminde (1910-1926)736 sosyalistlere yönelik kontrol devam ettirilmiştir.

Özellikle Aşyo bakır madeninde işçilerin yarattığı ortam nedeniyle sosyalistler

suçlanmış ve sosyal uyumun bozulmaması için 1911’de İş Kanunu kabul edilmiştir.

Bu arada Japonya’da sosyalizmin öncüllerinden olan Kokutu ve arkadaşları

imparatora suikast planladıkları gerekçesiyle asılmışlardır.737 Sosyalistlerin siyasi

arenaya tekrar çıkmaları 1917’de Rusya’da gerçekleşen Bolşevik devriminin yanı

sıra, 1918’de ortaya çıkan “pirinç ayaklanmaları” ile olmuştur. 1920’lerde nüfusun

büyük bir kısmının kırsal kesimde yaşaması nedeniyle kentlerde sosyalist ve

komünist düşünce işçilerle birlikte öğrenciler tarafından yaygınlaştırılmaya

çalışılmıştır. 1922’de Japon Komünist Partisi kurulmuş ve Sovyetler Birliği’ndeki

gelişmelerden destek bulmayı arzulaşmıştır. Fakat kendi içlerinde bölünmeleri

nedeniyle, önemli bir entelektüel girişim olmalarına rağmen II. Dünya Savaşı sonuna

kadar Japon toplumu arasında çok büyük bir destek bulamamışlardır.738 Liberaller

ise sistem için ciddi bir tehdit olarak algılanmamışlardır. Liberallerin en büyük

eleştirileri bürokratik hükümete (kanryo seiji-hanbatsu seiji) yönelmiştir. Liberaller,

demokrasinin imparatorluk sistemi ile bağdaşabilecek bir sistem olduğunu ve

“kokutai”ye bir tehdit olarak algılanmaması gerektiğini iddia etmişlerdir. Hatta

735 Peter Duus and Irwin Scheiner, “Socialism, Liberalism, and Marxism, 1901-31”, Bob Tadashi Wakabayashi (der.), Modern Japanese Thought, Cambridge, Cambridge University Press, 1998, s. 151-159. 736 Japon tarihi 1868’den itibaren 3 dönem içerisinde ele alınmaktadır: Meici dönemi (1868-1910), Taşo dönemi (1910-1926) ve Şova dönemi (1926-1945). 737 Duus and Scheiner, “Socialism, Liberalism, and Marxism”, s. 163; Lavelle, Çağdaş Japon Siyasal Düşüncesi, s. 58-61. 738 Duus and Scheiner, “Socialism, Liberalism, and Marxism”, s. 190-206.

Page 241: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

231

liberaller, 1904’de Rusya ile Japonya arasındaki savaş sırasında demokrasinin

emperyalizm ve militarizm ile bağdaşabileceğini kabul etmişlerdir.739

Genel olarak değerlendirildiğinde II. Dünya Savaşı öncesi Japon toplumunda

gerek sosyalist gerekse liberal düşünce büyük bir taban bulamamıştır. Sosyalistler ve

daha sonra komünistler bununla birlikte daha fazla bir kesimi kendilerine çekmeyi

başarmışlarsa da, esas hedefleri olan işçi kesiminden aldıkları destek kısıtlı kalmıştır.

1910 sonrası ile 1941 arasında Japonya’da temel siyasi güç, milliyetçilik olmuştur.

1919’dan itibaren ise doruk noktasına çıkan milliyetçilik, I. Dünya Savaşını esas

olarak Batı’nın bunalımının ürünü olarak değerlendirmişlerdir. Japon milliyetçileri,

Batı’nın ürettiği kapitalizm, sosyalizm ve liberalizm ideolojileri ile Doğu’nun ahlâki

ideolojisinin nihai olarak karşılaşacağına inanmışlardır.740

Doğu ile Batı’nın bu nihai karşılaşmasını siyasi parti düzeyinde ilk örgütleyen

Nakano Seigo olmuştur. Nakano, faşizmi benimsediğini açıkça ilan ederek, “Doğu

Toplumu” adlı partiyi kurmuştur. Bunun dışında diğer önemli bir hareket Kita İkki

tarafından ideolojisi çizilen İmparatorluk Yolu Hizbi olmuştur. Eskiden bir sosyalist

olan Kita, Asya’yı İngiltere ve Sovyetler Birliği’nden kurtaracak tek ulusun

uluslararası proletarya rolüne soyunacak olan Japonya tarafından mümkün olduğunu

iddia etmiştir. Hindistan’ın bağımsız olmasını ve Çin’in ya Japonya tarafından işgal

edilmesini ya da silahlı ulus rolünü üstlenmesini savunan Kita’nın görüşleri daha

sonraları ordu içinde örgütlenen ve kapitalizme düşman olan Genç Subaylar Hareketi

tarafından kısmen değiştirilerek benimsenmiştir. Bir başka hareket ise kendilerine

Nazi kurumlarını esin kaynağı olarak alan Yenilikçi Bürokratlar adı altında örgüt

radikal teknokrat yönetimi savunmuşlardır. 1930’lar ile yönetim ve ordu içinde aşırı

milliyetçi akımlar daha da güçlenmiştir. 1940’da İmparatorluk Egemenliğine Destek

Verenler Derneği, İçişleri Bakanlığı’na bağlı ve meslek derneklerini denetim altında

tutan bir örgütlenme II. Dünya Savaşı döneminin bir yansıması olarak ortaya

çıkmıştır.741

Japonya’daki aşırı milliyetçi örgütlenmeler de diğer sosyalist ve liberal

örgütlenmelere benzer şekilde toplum katından ziyade, sivil ve askeri bürokrasi ile

entelektüel düzeyde taban bulmuştur. Bununla birlikte II. Dünya Savaşı öncesinde

739 İbid, s. 173-175. 740 Lavelle, Çağdaş Japon Siyasal Düşüncesi, s. 69. 741 İbid, s. 69-76.

Page 242: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

232

Japonya’nın dış politikasına ciddi etkileri olmuş ve hatta dış politikayı bu gruplar

yönlendirmişlerdir. Diğer yandan imparatorluğun temel felsefesi niteliğinde olan

“kokutai”nin önemi ise eğitim sistemi yoluyla halka aktarılmaya devam edilmiştir.

1941’de Eğitim Bakanlığı, “Tebaanın Sesi” (Şimmin no minşi) adlı kitapçığı

yayınlamıştır. Kitapçık, dünyanın Batılı devletlerin açgözlülüğü nedeniyle

parçalandığını, “Mançurya’nın olaylarıyla dünya tarihinde yeni bir sayfa açıldığını”

ve Japonya’nın “ahlâk temeli üstüne kurulu yeni bir dünya düzeninin temeli

kurduğunu” iddia etmiştir. Bu kapsamda tebaanın manevi uygulamalara önem

vermesi gerektiği ve yapması gereken tek şeyin “İmparatorluk Ülkesinin tarihi

görevinin yerine getirilmesi” olduğu ileri sürülmüştür.742

Askeri ve sivil bürokrasinin yanı sıra zaibatsulardan oluşan Japon elitleri ise

19. yüzyılın sonlarında daha çok imparatora yakın bir konumda iken, imparator,

politikanın geliştirilmesinde ve uygulanmasında daha fazla inisiyatif sahibi olmuştur.

Bununla birlikte Japon elitleri arasında hizipsel çekişmeler az da olsa yaşanmıştır.

Özellikle 1930’lardan sonra askeri bürokranin etkisi gittikçe artmış, Japonya'nın dış

politikası konusunda anlaşma sağlanamaması üzerine ordu içinde hizipleşmeler ve

tasfiyeler vuku bulmuştur. Bunların ardından emperyalist politikaları savunan aşırı

milliyetçi ve orta düzeydeki subayların Tokyo’da sık sık ayaklanmaları ile

karşılaşılmıştır. Ayrıca hükümet üyelerine karşı düzenlenen suikastlar ile askeri

bürokrasi iktidarı eline geçirmiştir. Bu kapsamda, 1937’den itibaren Japon

ekonomisi, savaş ekonomisine göre yeniden yapılandırılmış ve bu sürecin sonunda

General Toco Hideki 1941’de başbakanlığa getirilmiştir.743

1945 sonrası Amerikan işgal gücünün Japonya’daki temel hedefi bu aşırı

milliyetçi bürokrasiyi yeniden yapılandırmak ve toplumun barışçıl görüşler

benimsemesini sağlamak olmuştur. Bu amaç doğrultusunda, Japon toplumunun

sosyalizasyonu için ilk olarak eğitim politikasının değiştirilmesi gündeme gelmiştir.

Bu çerçevede, Japon toplumunun ve bireyinin üzerine özellikle Batı

akademisyenlerinin yoğun çalışmaları bulunmaktadır. Bu çalışmalarda, Batılı

akademisyenler Japon toplumunun kendine özgülüğünden bahsetmekte ve Japonları

“hâlâ cemaatlere bağımlı, bireycilikten yoksun” bir grup olarak

742 İbid, s. 82. 743 Hunter, Modern Japonya’nın Doğuşu, s. 376-381.

Page 243: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

233

tanımlamaktadırlar.744 Japonların kendileri de bu türden tanımlamaları kabul

etmektedirler. Batı toplumlarının bireyciliklerinin tersine Japonya’nın toplumsal

yapısı, grupçuluk (groupism) veya kişiler arasıcılık (interpersonalism) ile bağımlılık

kavramları etrafında karakterize edilmektedir.745 Bu çerçevede, “amae” kavramının

Japon kimliğinin özünü oluşturan temel kavramlarından birini oluşturduğu ileri

sürülmektedir. Amae, Japonya’da bağımlı olmak ve birinin niyetine dayanmak

anlamında kullanılmaktadır. Bu kapsamda toplumda birisinin iyiliğine bağımlı

olmak, sosyalleşme süreci boyunca teşvik edilmektedir. Böylece yetişkin bir Japon

bireyi ailesi dışında da duygusal bir bağımlılık aramaya devam etmektedir. Bu

durumun günümüz Japonya’sında yansıması şirkette çalışma sırasında

karşılaşılmaktadır. Şirkette çalışma Japonların grup eğilimli çalışma ve hareket etme

tercihini ortaya koymaktadır. Buna ilaveten, şirkette çalışmaya başladıktan sonra bir

Japon bireyinin ast-üst ilişkisi daha çok paternalist bir ilişkiyi andırmaktadır.746

Bazı antropologlar, Japonya’nın bu bireyselci olmayan sosyo-kültürünün arka

planında pirinç yetiştirme kültürünün yattığını vurgulamaktadırlar. Özellikle pirinç

yetiştirme kültürünün işbirliğini gerektiren bir emek gerektirdiği ve burada sağlanan

uyumun aile sistemini geliştirdiği ifade edilmektedir. Böylece işbirliğinin ve uyumun

erdemi, Batı toplumlarından farklı olarak Japon toplumlarında daha ön plana

çıkmaktadır.747 Japon toplumunun bir başka yönü ise Japon entelektüellerinin Japon

kültürünün ancak Japonya’da doğan ve Japon kanı taşıyan bir kişi tarafından

anlaşılabileceğini konusundaki inanışlardır. Her ne kadar bu söylemi Batıda ırkçı bir

bakış açısı olarak değerlendirmek mümkün ise de Japonya’da bu konunun daha

detaylı bir şekilde incelenmesini gerekmektedir. Böyle bir söylemin arkasında

Japonya'nın bir ada devleti ile etnik olarak yeknesâk bir toplum olması yatmaktadır.

Japon kültürünün Japonlar tarafından “ Japon kanı” ile bağlantılı bir şekilde

kullanıldığı görülmektedir. Bir kişi Japonca konuşsa bile bunun arkasında yatan

mantıksal çerçeveyi anlamasının imkansız olduğu genel olarak Japonlar arasında

kabul görmektedir.748

744 İbid, s. 99. 745 Yoshino, Cultural Nationalism in Contemporary Japan, s. 17. 746 İbid, s. 18. 747 İbid, s. 21. 748 İbid, s. 24-32.

Page 244: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

234

Japon toplumunun bu özelliklerine karşın, II Dünya Savaşı sonrası işgalci

güçlerin temel politikası, Almanya’da olduğu Japon toplumunun yeniden eğitiminin

sağlanması olmuştur. Özellikle militarist ve milliyetçi sembollere karşı bir saldırı

başlatan ABD’li işgal güçleri, bu çerçevede eğitim ve devlet dini olan Şintoculuğu

zorla değiştirmeye çalışmışlardır. İlk olarak işgal güçleri tarafından eğitim sistemi

sorgulanmıştır. Çünkü aşırı milliyetçi ve militarist fikirlerin yayılmasına sebep olan

başlıca kurum olarak eğitim kurumları olduğu düşünülmüştür. Bu kapsamda,

milliyetçi öğreti ile ilgili bütün ders kitapları ve öğretmenler işgal güçleri tarafından

yasaklanmıştır. Ahlâk dersleriyle birlikte Japon tarihi yasaklanan dersler olmuştur.

Yarı dini bir nitelik kazanmış olan 1890 tarihli “Eğitim hakkındaki İmparatorun

Buyruğu” yasaklanan metinlerden biri olmuştur.749

Japon milliyetçiliğinin ikinci sembolü olarak görülen “Devlet Şinto” dini

işgal güçlerince ele alınmıştır. İşgal güçleri, Devlet Şinto dininin Japonları ultra

milliyetçi ve militarist bir toplum yapmada önemli bir araç olduğunu ileri sürmüşler

ve bu bağlamda Şinto dininin icrası, ritüelleri ve izlenmesi sırasında milliyetçi

propaganda yapılmasını yasaklanmıştır. Özellikle Amaterasu ile Yasukuni Şinto

tapınaklarına imparator-tenno tarafından ölen Japon askerlerinin “Tanrılaştırılmış

ruhlarına saygı” amacıyla daha önceleri yapılan ziyaretler bu dönemde işgal güçleri

tarafından hoş karşılanmamıştır.750 Özellikle hükümetin Şinto dinini, kurumlarını ve

öğretilerini desteklemesi de kesin bir şekilde yasaklanan konular arasına katılmıştır.

Ayrıca Şinto doktrinleri okul müfredatından çıkarılmıştır.751

Şinto ile bağlantılı olarak imparatorluk müessesesi de işgal güçleri tarafından

sorgulanan kurumlardan biri olmuştur. Şinto dini ile devletin birbirinden ayrılması

gündeme gelmiş ve böylece Tokugava döneminde inşa edilen “Kokutai” doktrini de

işgal güçleri tarafından ağır eleştirilere uğramıştır. Bu doktrin çerçevesinde,

imparatorun kendi benliğinde olduğu kabul edilen ilahi güçleri bırakması

gerekmiştir. MÖ. 660’da ulusu kurduğu düşünülen İmparator Jimmu’nun onuruna

1873’de kurumsallaştırılan ulusal bayram kanun dışı ilan edilmiştir. Bunun dışında

yine saldırı altındaki bir başka sembol, yine imparatorluğu simgeleyen “Yükselen

749 İbid, s. 205. 750 Lavelle, Çağdaş Japon Siyasal Düşüncesi, s. 37. 751 Yoshino, Cultural Nationalism in Contemporary Japan, s. 205.

Page 245: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

235

Güneş” bayrağı ile milli marş olmuş, okullarda bayrağın dalgalandırılması ve milli

marş yasaklanmıştır.

İşgal güçlerinin bu yasaklama çabalarına karşın bir süre sonra ulusal bayram

yeniden kutlanmaya başlanmış, bayrak ve milli marş konularında da işgal öncesine

dönülmüştür. Bunun yanı sıra Japonlar ve siyasi liderler, işgal güçlerince hoş

karşılanmayan ve Japonya’nın militarist ve milliyetçi geçmişi ile bağdaştırılan

Amaterasu ve Yasukuni Şinto tapınaklarını ziyaret etmeye de başlamışlardır.

Özellikle son zamanlarda Nakasone ve bugünkü başbakan Koizumi’nin sık sık

Yasukuni tapınağını ziyaret etmesi, Koizumi’nin ve dışişleri bakanlığının bunu II.

Dünya Savaşı ölen herkes için yaptığını ifade etmesine rağmen, başta Asya

ülkelerinde olmak üzere dünya kamuoyunda büyük tepki yaratmıştır.752 Böylece

işgal güçlerinin milliyetçi ve militarist olarak nitelendirdiği sembolleri yasaklamaya

çalışması sonuç vermemiştir.753 Özellikle 1950’de Kore Savaşının başlaması ile

ABD, komünizmin yayılmasını durdurmak için Japonya’ya daha fazla ihtiyaç

duymuş ve Japon toplumunun yeniden eğitimi konusunda geri adım atmıştır.

Müttefik Devletler Yüksek Komutanlığı (MDYK) tarafından kaleme alınan

ve 3 Kasım 1946’de Japon Meclisi’nde kabul edilen Japon Anayasası’nın önsözünde

“Biz Japon halkı, Ulusal Meclisimize usulüne uygun olarak seçilmiş olan

temsilcilerimiz nezdinde, kendi geleceğimiz için tüm milletlerle barışçıl işbirliğimizi

korumaya ve özgürlüğün bu ülke toprakları üzerine yayılmasına karar verdik ve bir

daha, hükümetin kararları doğrultusunda savaş denen korkuyu asla yaşamak

istemediğimizi belirttik” cümlesinin yanı sıra, “… her zaman için barışı arzuluyoruz

ve insan ilişkilerini kontrol eden yüksek ideallerin bilincinde olup; güvenlik ve

varlığımızı, dünyanın barışsever milletlerinin adalet ve inancına inanarak korumayı

hedefliyoruz. Biz, tiranlığı, köleliliği, baskıyı ve anlayışsızlığı dünya yüzeyinden

kaldırmış olan ve dünya barışını korumaya kararlı uluslararası toplumda, şerefli bir

752 Özellikle Çin ve Güney Kore, Japon başbakanların Yasukuni Tapınağı’nı “resmi” ziyaretlerini Uluslararası Uzakdoğu Askeri Mahkemesi’nin kararıyla “A Sınıfı Savaş Suçluları” olarak tanımlanan 25 politikacı ve askeri liderinin anısına yaptıkları gerekçesiyle karşı çıkmaktadırlar. Her ziyaret bölgesel tansiyonu daha da arttırmaktadır. Yasukuni Tapınağı bir mezarlık olmamasına ve ziyarete açık olmasına rağmen, 1978’de tapınak yetkilileri tarafından 14 “A Sınıfı Savaş Suçlular”ını kutsadığını ilan etmesiyle Japon milliyetçiliğinin simgesi olarak nitelendirilmesine yol açmıştır. Daiki Shicuichi, “Yasukuni Shrine Dispute and the Politics of Identity in Japan: Why All the Fuss?”, Asian Survey, Vol:XLV, No: 2 March-april 2005, s. 197-198. 753 İbid, s. 207.

Page 246: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

236

yer edinmeyi arzuluyoruz” ifadesi yer almıştır.754 Böylece II. Dünya Savaşı’nın

sorumluğunun bir nevi Japon halkına yüklendiğinin göstergesi metinde yer almıştır.

Japon Anayasası’nın 1. maddesi, imparatoru Japonya’nın ve Japon halkının

birliğinin sembolü olarak nitelendirmiştir. Anayasanın 3. maddesinde, imparatorun

tavsiyeleri ve onaylamalarından doğacak sorumlulukların hükümete ait olduğu ifade

edilmiş ve böylece imparatorun etkisi azaltılmıştır. 4. maddede ise 3. maddeye

benzer şekilde, imparatorun hükümet ile ilgili konularda herhangi bir gücünün

bulunmaması öngörülmüştür. İmparatorun hediye alması ve vermesi de dahil olmak

üzere bir çok hareketi “Diet” olarak adlandırılan Japon Meclisinin iznine

bağlanmıştır.755 Böylece imparator, daha çok sembolik bir görev üstlenmiş ve

sorumluluk esas olarak hükümete yüklenmiştir. Yeni Japon Anayasası’nın 20.

maddesinin 3. fıkrası, devletin ve devlet organlarının dini eğitim vermesini veya

herhangi bir dini faaliyete katılmasının yasaklanmasını düzenlemiştir. Bu konuyla

bağlantılı olarak imparatora kayıtsız bağlılık öngören Japon ahlâk dersleri de

müfredattan kaldırılmıştır. Anayasanın 20. maddesinin 2. fıkrası ise hiçbir bireyin

dini faaliyet, kutlama, ritüel veya uygulama için zorlanamayacağını öngörmüştür.

İşgal güçlerinin Japon Anayasası’na koydukları diğer bir önemli madde ise savaştan

kaçınmaya yönelik maddedir. Tek maddelik bu düzenleme Anayasa içinde ayrı bir

bölüm olarak yer almıştır:

“Adalet ve düzene dayalı bir uluslararası barış ortamının oluşmasına kesin olarak bağlıyız ve buna bağlı olarak; Japon halkı savaşı reddetmekte ve uluslararası sorunların açıklığa kavuşturulmasında güç kullanımı tehdidini de reddetmektedir. Yukarıdaki paragrafta yer alan amaca ulaşmak için diğer savaş potansiyellerinin yanı sıra kara, deniz ve hava güçleri asla oluşturulmayacaktır. Devletin savaşma gücü hakkını kabul etmiyoruz.”756

Anayasa ile imparatora dayanan siyasi sistem yerini parlamenter demokrasiye

bırakmıştır. Anayasa’nın 41. ile 64. maddeleri arasında düzenlenen parlamenter

rejim, ikili bir sistem üzerine oturtulmuştur. Anayasa’nın 41. maddesinde, devletin

en yüksek organının Diet olduğu ifade edilerek Diet’in tek kanun yapıcı organ

olduğu belirtilmiştir. 42. maddede ise Diet’in iki meclisli yapısı, Temsilciler Meclisi

754 A Mete Tunçoku, Japonya-Çin Halk Cumhuriyeti İlişkileri 2. Baskı, Ankara, Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi Yayınları, 2002, s. 143. 755 Http://www.solon.org/Constitutions/Japan/English/english-Constitution.html, (Erişim Tarihi: 11 Mart 2005). 756 Tunçoku, Japonya-Çin Halk Cumhuriyeti İlişkileri, s. 144.

Page 247: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

237

ile Danışmanlar Meclisi olarak belirlenmiştir. 43. madde bu iki mecliste yer alacak

kişilerin seçilmiş olmasını zorunlu hale getirmiştir. Anayasa’nın 65. ile 75. maddeleri

arası hükümetin sorumluluklarını düzenlemiştir. 66. maddenin 2. fıkrası, hükümette

yer alacak kişilerin sivil olmasını bir zorunluluk olduğunu ve 68. maddenin 1. fıkrası,

başbakanın hükümet üyelerini atayabileceğini ancak bunların çoğunluğunun Diet’ten

olması gerektiğini ifade etmiştir.

Japon Anayasası’nda ayrıca işgal güçleri yerel hükümetlerin otonomiye sahip

olmalarını düzenlenmiştir (Madde 92). Fakat uygulamada merkezi hükümet bu

konuyu çok fazla dikkate almamış ve pratikte uygulama imkanı olmamıştır. İşgal

yetkililerinin düzenleme yaptıkları bir başka alan ise bireysel haklar olmuştur. Bu

kapsamda, medeni haklar ve eğitim ve öğretimde eşit haklar yeniden düzenlenmiştir.

Hane reislerinin üstünlüğü ile kadınların düşük konumlarının değiştirilmesini

öngören Medeni Kanun, Anayasa’nın yürürlüğe girmesinin ardından kabul

edilmiştir. söz konusu kanun ile birlikte kadınlara her alanda eşit haklar tanınmış ve

kadınların toplumdaki konumları güçlendirilmeye çalışılmıştır. Eşit haklar

konusunda ise işgal güçleri tarafından özellikle eğitime önem verilmiş, eğitimin

demokratik toplum yapısını destekleyeceği düşünülmüştür.757

Esas olarak işgal gücü ABD’nin tarafından hazırlanan Anayasa ve diğer

kanunlar ile Japon toplumunun sosyalizasyonu ve demokratikleştirilmesi

hedeflenmiştir. Bununla birlikte II. Dünya Savaşı sonrası yeniden yapılandırılan

Japon toplumunun elit ailelerinin gerek eğitim gerek siyaset ve ekonomideki başat

pozisyonlarının değişmediği görülmüştür. Buna ilaveten, Japon toplumu içinde dikey

hareketlilik konusunda çok büyük bir değişim de yaşanmamıştır.758

Japon toplumunda beklenen değişimin gerçekleşmemesinin çeşitli

sebeplerinin bulunduğu ileri sürülebilir. Bunlardan birini “aile-devlet” ilişkisinin hâlâ

devam ettiğine ilişkin görüştür. Bu görüş ile bağlantılı olarak türdeşliğin Japon

toplumunda en makbul değer olarak algılandığı genel olarak kabul edilmektedir.

Örnek olarak başbakan ile sıradan bir Japon vatandaşının aynı gazeteyi okuması

verilmektedir.759 Bununla birlikte bir başka görüşte dünya siyasetinde yaşanan

757 Hunter, Modern Japonya’nın Doğuşu, s. 115-116. 758 İbid, s. 116. 759 İbid, s. 118. Japon toplumunun türdeş olduğuna dair inanç ve görüşler, farklılıkları yadsımaktadır. Buna rağmen Japonya’da çeşitli azınlık gruplarının varlığı kabul edilmektedir. “Mezra halkı” olarak adlandırılan ve Tokugava döneminden beri gelen “burakimunlar” ile Koreli göçmenler Japon

Page 248: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

238

gelişmeler ile paralellik kuran görüştür. Bu görüşü savunanlara göre bu hedef

ABD’nin kendisi tarafından göz ardı edilmiş ve 1940’ların sonundan itibaren ABD

için esas tehdit, Sovyetler Birliği ve temsil ettiği komünist düşünce olmuştur. Buna

ilaveten, 1950’de başlayan Kore Savaşı bu tehdit algılamasının boyutlarını daha da

arttırmıştır. Bu nedenle, Japon siyasetinde ve toplumunda yaşanan gelişmeler,

komünist tehdidin Japonya’da güçlenmesi dışında, ABD’li yetkililer için önemini

kaybetmiştir.

Günümüze kadar gelen Japon toplumunun esas olarak Tokugava döneminin

yanı sıra Meici döneminden gelen özellikleri yansıtmaya devam etmekte olduğu

kabul edilmektedir. Sadece köylüler açısından farklı bir Japon toplumu ortaya

çıkmıştır. Meici döneminde köylüler “Japon değerlerinin bekçisi” ilan edilmiştir.

Ayrıca yine bu dönemden başlayarak ordu ile kırsal kesim arasında önemli bir bağ

kurulmuştur. Liberal Demokrat Parti ise iktidarlarının geleceklerini köylünün

özellikle pirinç üretiminin desteklenmesinde görmüşlerdir. Her ne kadar büyük bir

sermaye ve ihraç kaynağı olmasa da Japonya’nın kendi tarımına bağlı kalması

dışarıya bağımlığı azaltmakta olduğu görüşü de etkili bir rol oynamıştır. Bu nedenle

köylülerin desteklenmesi Japon siyasetinin önemli unsurlarından biri olmaya devam

etmiştir. Fakat siyasi güç artık kırsal kesimden ziyade kentsel kesimden daha fazla

belirlenmeye başlamış ve köylülerin etkisi sınırlanmıştır.760

Köylülerin giderek azalan güçleri karşısında, Japon toplumunda diğer

unsurları açısından gerek siyaset ve ekonomi gerek eğitim ve medeni haklar

konusunda esaslı bir değişim yaşanmadığı ileri sürülebilir. Diğer yandan Japon

elitlerinin toplum üzerindeki siyasi ve ekonomik gücü hâlâ devam etmektedir. Elitler

ise geçmişten gelen suçlamaları sessizce kabul etmekte ve buna göre davranışlarını

ayarlamaya çalışmaktadırlar. Fakat geçmişten gelen fikirlerin etkisi Japon halkı

üzerinde ne kadar devam ettiği bilinmemektedir. Bununla birlikte II. Dünya

Savaşı’nı yaşamamış olan Japon neslinin bu suçluluk duygusunu kabul etmeye

toplumundan farklılıklar taşıyan ve ciddi bir şekilde dışlanan gruplar olarak ortaya çıkmaktadır Bkz. Hunter, Modern Japonya’nın Doğuşu: 1853’ten Günümüze adlı kitabının özellikle “Birey ve Toplum” adlı bölümü. 760 İbid, s. 149-150.

Page 249: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

239

yanaşmadıkları artık Batı basınında özellikle ABD basınında sıklıkla dile getirilen

konulardan biri olduğu görülmektedir.761

Savaş sonrası dönemden günümüze kadar olan dönem içerisinde Japon

toplumunun daha önce sahip olduğu temel niteliklerin değişmediği görülmektedir.

Toplum, hâlâ siyaset, sivil bürokrasi ile keiretsuların hâkim olduğu yapı tarafından

idare edilmektedir. “Demir üçgen” olarak adlandırılan bu yapıya, II. Dünya Savaşı

sonrası köylüler ile küçük esnafta katılmıştır. Fakat zamanla kentler göç ile bu

kişilerin kentleşmesi sayesinde seçimlerde ağırlıklarını kaybetmeye başlamışlardır.762

Yeni Japon toplumunun imparatorluk döneminden tek farkı, toplumun ve Japon

elitlerinin anti-militarizm konusundaki ortak tutumları ile askeri bürokrasinin karar

verme mekanizmasında etkinliğinin azaltılmasıdır.763 Özellikle bürokrasinin

politikaları ile oluşturulan uzlaşma Japon toplumu tarafından kabul edilmektedir. Son

yıllarda bürokrasiye olan güven azalmasına rağmen ekonomik mucizedeki payları

nedeniyle bürokrasi hâlâ Japon toplumunca önemli bir konuma sahiptir.764 Siyaset,

ortaya çıkan büyük rüşvet skandalları ile kirlenmiş bir yapı içinde olduğu toplum

tarafından kabul edilmektedir. Özellikle LDP’nin Japonya’yı aralıksız 40 yıl

yönetmesi ile bu yozlaşmada en büyük paya sahip parti olduğu yönünde toplumda

varolan kanıya rağmen, 2005 sonlarında gerçekleştirilen seçimlerde tek başına büyük

bir oy farkıyla iktidara gelmesi Japon toplumunun siyasi ve ekonomik istikrar ile

sadakate verdiği önemi ortaya koymaktadır.

İşçi kesimi de kendilerine sunulan hayat boyu istihdam olanağı ile – Japon

Sosyalist Partisi ile Japon Komünist Partisi’nin etkinliği, 1994’de Sosyalist Parti

önderliğinde koalisyon hükümetlerinin kurulmasına rağmen, işçi kesimi arasında

zayıftır- bu yapıyı desteklemeye devam etmektedir. Hayat boyu istihdam garantisinin

yanında 2000’li yıllara kadar işsizlik rakamları % 2’nin altında tutulmuştur.

1990’larda başlayan ekonomik kriz ile birlikte işsizlik rakamları % 3’ü geçmişse de, 761 Http://www.iht.com/articles/2005/08/14/news/VJ-Japan.php, (Erişim Tarihi: 14 Ağustos 2005); Http://www.iht.com/articles/2005/08/14/news/vj-korea.php, (Erişim Tarihi: 15 Ağustos 2005); Http://www.iht.com/articles/2005/08/14/news/vj-china.php, (Erişim Tarihi: 15 Ağustos 2005); Wolf Mendl, Japan’s Asia Policy: Regional Security and Global Interests, New York and London, Routledge, 1995, s. 26. 762 Yoichiro Sato, “Modeling Japan’s Foreign Policy with the United States”, Akitoshi Miyashita and Yoichiro Sato (derl.), Japanese Foreign Policy in Asia and the Pacific: Domestic Interests, American Pressure, and Regional Integration, Houndsmills, Basingstoke, Hampshire, New York, Palgrave, 2001, s. 14. 763 Mendl, Japan’s Asia Policy, s. 26. 764 Suk-man, Hyun-Chin, “Restructuring Revisited”, s. 233.

Page 250: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

240

hâlâ bir tehdit niteliğinde değerlendirilmemektedir. Bu duruma ilaveten, ekonomik

kriz Japon ekonomisinin yeniden yapılandırılmasını beraberinde getirmiş ama

KOBİ’ler ile keiretsuların şirketlerini aynı zamanda sosyal bir yapı olarak görmeleri

nedeniyle istihdam boyutunu dikkate alarak yeniden yapılanma sürecine

girişmişlerdir.765

Böylece Japon toplumu, genel olarak Meici Restorasyonu döneminde

hedeflenen itaat ve sadakate dayalı yapısını bazı değişimlere karşı korumakta ve

Japon toplumu hâlâ kendisini büyük bir ailenin bir parçası olarak

değerlendirmektedir. Japon elitleri açısından da durum çok farklı bir nitelik arz

etmemektedir. Japon bürokrasisi, iş çevreleri ve siyasetçileri, gerek eğitim ve aile

gerekse bölgesel açıdan birbirlerine bağlı olmaya devam etmektedirler. Böylece

Japon devleti ile toplumu arasındaki ilişki korporatist bir yapıyı işaret etmektedir. Bu

korporatist yapının Japonya'da politikaların istikrarlı ve tutarlı olmasını sağladığı

düşünülmektedir.766

Cox, medeniyetlerin öznelerarası bir düzene sahip oldukları ve üç düşünsel

boyut ile birbirlerinden farklı olduklarını ileri sürmektedir: Birincisi zaman ve mekân

ilişkisi; ikincisi birey ile toplum arasındaki ilişki; son olarak insanın doğa ve evren

ile ilişkisi yani ruhani ilişki.767 Bu çerçevede, Cox, Japon medeniyetinin tarihsel

süreçte özellikle Batı dünyasından farklı bir algılama ve anlama kurgusuna sahip

olma potansiyelini olduğunu kabul etmektedir.768 Cox’a göre Batı daha çok

bireyselcilik üzerine kurulu bir medeniyeti işaret ederken, Doğu toplumlarının sahip

oldukları medeniyetlerin daha çok dayanışmayı ve toplumu ön plana çıkarması

nedeniyle Batı dünyasından farklılık göstermektedir.769

Cox’un Japon toplumu ve medeniyeti için ileri sürdüğü görüşler bugün için

hâlâ geçerliliğini korumaktadır. Bununla beraber Japon toplumunda beklenen

değişimin gerçekleşmemesine rağmen kısmen de olsa II. Dünya Savaşı öncesi

Japonya’ya hâkim olan ve günümüzde de etkinlikleri devam eden Japon elitlerinin

765 İbid, s. 231, 244-245. 766 İbid, s. 241. 767 Robert W. Cox, The Political Economy of a Plural World: Critical Reflections on Power, Morals and Civilization, London and New York, Routledge, 2003, s. 177. 768 Robert W. Cox, “Structural Issues of Global Governance: Implications for Europe”, Stephen Gill (der.), Gramsci, Historical Materialism and International Relations, Cambridge and Victoria, Cambridge University Press, 1993, s. 265. 769 Cox, The Political Economy of a Plural World, s. 177.

Page 251: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

241

ABD tarafından dolaylı olarak empoze edilen değerler sistemi içinde hareket ettiği

görülmektedir. ABD’nin sosyalizasyon hedefi, Kore Savaşının etkisiyle kısıtlı bir

süre için uygulamaya konulmuş olsa bile, Japon elitlerinin bu değerleri benimsemesi

açısından başarılı olduğu şeklinde değerlendirilebilir.770 Gramşici anlamda içsel

hegemonya için bir tarihsel blok oluşturan Japon elitlerinin günümüz Batı değerleri

dünyasına da entegre oldukları görülmektedir.771 Pijl’in görüşü çerçevesinde,

günümüz dünyasında kapitalizmin geldiği aşama itibariyle sınır aşan elit ağlarının

oluştuğu ve Japon elitlerinin de bu ağ içinde yer aldığını ileri sürmek mümkündür.

Bu ağlar, oluşturulan normların yanı sıra kurulan gayri-resmi yapılar aracılığıyla

işlemektedir. Bu gayri-resmi yapılar, özellikle neoliberal fikirlerin hâkim olduğu

Mont Pélerin, Trilateral Komisyonu ve Pinay Circle gibi konferans dizilerinden

oluşmaktadır. Pijl, Japonya elitlerinin de bu gayri resmi yapılar içine yer aldıklarını

ifade etmektedir.772 Japon elitlerinin bu konferans dizilerine katılmaları ve ortak bağ

oluşturulması yolunda görev almaları önemli olmakla birlikte, Japon elitlerinin tam

anlamıyla neoliberal değerleri benimsediklerini göstermeyeceği ileri sürülebilir.

Japon elitleri bu anlamda Alman elitleri gibi korporatist liberalizme daha yakın

durmaktadırlar.

4. Japonya'nın Uluslararası Alanda Fikirsel Temellerinin Kurumsallaşması

A. Japonya ve Uluslararası Politika

Japonya, 1600’da tesis edilen Tokugava döneminden yaklaşık 40 yıl sonra,

uluslararası politikada yaklaşık 200 yıl sürecek bir inziva politikası izlemeye başladı.

Bu inziva politikası, 1853’de Perry’nin gemileri ile Tokyo limanına gelmesi son

buldu ve Japon dış politikası, iç politikada yaşanan gelişmelere paralel bir biçimde

bu dönemden itibaren köklü bir dönüşüme uğradı. Japonya’nın uluslararası

politikada “Batılı” kavramlarla hareket etmeye başlaması ve sömürgeciliğe

yönelmesi ile Perry’nin donanması ile Japonya’ya baskı yapması ve ardından Batılı

devletler ile Japonya arasında halk tarafından “eşitsiz anlaşmalar” olarak

770 G. John Ikenberry and Charles A. Kupchan, “Socialization and Hegemonic Power”, International Organization, Vol:44, No:3, Summer 1990, s. 304-307. 771 Van der Pijl, “The Second Glorious Revolution”, s. 120. 772 İbid, s. 120-121.

Page 252: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

242

nitelendirilen anlaşmalar imzalanması doğrudan bağlantı olduğu genel kabul

görmektedir.773

Japonya’nın uluslararası politikaya girişi sürecini ülkede iç hegemonyanın

kurulması süreciyle birlikte değerlendirmek gerekmektedir. 1853’de ABD’nin

zorlaması, Japonya’nın ilk olarak iç politikada büyük bir dönüşüm yaşamasına yol

açtı. Bu dönüşüm, kendisini Tokugava rejiminin çöküşü ve yerine Meici iktidarının

kurulması ile gösterdi. Meici’nin icraatları ise siyasi otoritenin yanı sıra bürokratik

ve ekonomik yapının yeniden düzenlemesi ile sonuçlandı.

i. Japonya'nın I. Dönem Dış Politikası (1868-1945)

Japonya’nın 1868-1945 yıllarındaki dış politikasını tek bir dönem içinde incelemek

mümkündür. Başta ABD olmak üzere Batılı devletlerin zorlaması, 1868’de Japon

İmparatorluğu’nun ve Japon toplumunun yeniden yapılanmasına yol açtı. Japon

İmparatorluğu bu dönemin başlangıcında, iç politikasında yaşadığı tartışmalara

benzer bir süreç içerisinden geçti. Batılı devletler ile baş etmenin yollarını arayan

Japon elitleri, bunun için ilk olarak düzenli ordu oluşturulması ve ordunun

modernizasyonunun sağlanması üzerinde görüş birliğine vardı. Ayrıca Japon elitleri

arasında dış politikanın yönü konusunda tartışmalar başladı. Batılı devletlerle baş

etmenin yolunun sanayileşme politikası ile mümkün olabileceğine inanan Japon

elitleri, dış politikasıyı buna göre uyarladılar. Hammaddeye ulaşım için 1870’li

yılların ortalarında Kore’nin bazı limanlarının Japonya'ya açılması yolunda yapılan

baskı ile 1894-1895 yılında gerçekleşen Çin-Japon savaşı Japonya’nın emperyalist

politikaya doğru yönelmesine neden oldu. II. Dünya Savaşı sırasında bile devam

eden dış politika yönelimi konusundaki tartışmalar, bu emperyalist süreci

destekleyici bir mahiyette gelişmeye devam etti. Emperyalist politikanın arka

planında Asyalı hakların “birlikte yaşaması ve ortak refahı”, “Büyük Doğu Asya

Refahı” gibi argümanlar Japon sivil ve askeri bürokrasisi ile entelektüelleri

tarafından yoğun bir şekilde kullanıldı. Fakat Asyalı halklara yönelik bu argümanlar,

773 Shogo Suzuki, “Japan’s Socialization into Janus-Faced European International Society”, European Journal of International Relations, Vol:11 (1), 2005, s. 138; Hunter, Modern Japonya’nın Doğuşu, s. 36-38; Tetsuo Najita and H. D. Harootunian, “Japan’s Revolt against the West”, Bob Tadashi Wakabayashi (der.), Modern Japanese Thought, Cambridge, Cambridge University Press, 1998, s. 209-210. Shogo, makalesinde 19. yüzyılda Japonya’nın uluslararası politikaya yani Avrupa sistemine girmesini Japonya’nın sosyalizasyonun gerçekleşmesi olarak ele almaktadır.

Page 253: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

243

yine Asyalı halklar tarafından Japon yayılmacılığının sloganı olarak değerlendirilmiş

ve günümüze kadar uzanan Japon karşıtlığının tohumlarını attı.

a. Emperyalist Dış Politika

1853 sonrasında Japonya iç politikada olduğu gibi uluslararası politika açısından da

kendini yeniden tanımlama durumunda kalmıştır. Okukara Tenşin, bu değişimi 20.

yüzyılın başlarında yazdığı “Çayın Kitabı” (Cha no hon) başlıklı eserinde gerek iç

politika gerekse dış politika açısından oldukça anlamlı şu çarpıcı ifadelerle

anlatmıştır: “Japonya barışçıl sanatlarla uğraştığı zamanlarda Batılılar, Japonya'yı

gayri-medeni bir ülke olarak düşünürlerdi. Japonya Mançurya’daki savaş alanlarında

binlerce insanı öldürmeye başlamasıyla, Batılılar onu medeni ülke diye adlandırmaya

başladılar.”774

Batılı güçlerle baş edebilmenin yolunu arayan Japonya, yeni bir dış politika

anlayışı geliştirmek durumunda kalmıştır. 1868’de iktidara geçen Meici’nin ilk

hedefi Batılı devletlerle yapılan eşitsiz anlaşmaları değiştirmek ve Japonların

onurunu tekrar kazanmaktı. Bu amaçla Batılı devletlerle bu anlaşmaları kaldırmak

üzere Prens İvakura Tomomi’nin yanı sıra 1890 tarihli Japon Anayasası’nın mimarı

olan Hirobumi ile yine Meici iktidarında önemli rol üstlenmiş olan Toşimiçi ile

Koin’den oluşan bir heyet Batılı devletlere gönderildi. İstediği sonucu alamadan

dönmek zorunda kalan heyet, imparator Meici’ye Batılı devletler ile aradaki farkın

büyüklüğü nedeniyle bu anlaşmaların ancak Japonya’nın bu farkı kapatmasının

ardından ortadan kaldırılabileceğini düşündüklerini ilettiler. Japonya'daki yabancılara

uygulanacak hukuki süreçleri de içeren anlaşmalar 1890’ların ortalarına kadar büyük

bir tartışma konusu olmaya devam etti ve ancak 1895’de ilk olarak İngiltere ardından

diğer Batılı devletler anlaşmaları kaldırdıklarını ilan etmeleri ile son buldu.

Güçlü bir silahlı kuvvetlerin oluşturulması, Meici iktidarının temel

hedefinden biriydi. Batılı devletlerle baş etmenin ancak silahlı kuvvetlerin gerek

örgütlenme gerekse silah sistemleri açısından modernize edilmesi ile mümkün

olacağını düşünen Meici elitleri, Japonya’nın savaşçı sınıfını oluşturan samurayların

tepkisini çekmesine rağmen, ilk olarak 1872’de merkezi bir ordu kurmaya başladılar.

Japon ordusunun modernizasyonu için ilk önce Fransız subaylar getirildi, sonra

774 Aktaran Suzuki, “Japan’s Socialization into Janus-Faced European International Society”, s. 137.

Page 254: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

244

Prusya-Fransa savaşını Prusya’nın kazanmasının ardından Prusyalı subaylar Japonya

ordusu için görevlendirildi. Donanma konusunda ise Japon hükümeti İngilizlerden

destek alındı.775 Samurayların tepkisini önlemek için düzenli ordunun kurulmasının

ardından Formoza (Tayvan) seferi düzenlendi fakat samuray grubu bu tarihten sonra

ortadan kaldırılmıştır. Bununla birlikte samuraylar ortadan kalksa bile, yine de Japon

devletinin geleceği konularında söz sahibi olmaya devam ettiler. Bir kısmı

bürokrasinin yeniden yapılanmasında görev aldı, bir kısmı da devletin özellikle

gelecekte ihtiyaç duyacağı ekonomik konulara el attılar.776

Japon siyasi ve bürokrasi elitleri, Batılı devletlere karşı direnmenin tek çıkış

noktasının Asya kıtasında oluşturulacak birliktelik ile “beyazların emperyalizmine”

karşı direnmenin mümkün olabileceğine inanmışlardı.777 İki kez başbakanlığa

getirilen Yamagato Arimoto, bu görüşün önderliğini üstlenmiş ve bu çerçevede Çin

başta olmak üzere Kore ve Tayvan haklarının kazanılmasının baskı aracılığıyla

mümkün olmayacağını, aksine bu ülkelerin halklarının refahını da olumlu yönde

etkileyecek bir modelin kurulmasını önermişti. Yamagato, ilk olarak bölge halkları

ile ırksal ve kültürel yakınlık konusunu gündeme getirmiş, bu kapsamda Çin ile

Japonya'nın ittifakının beyazların üstünlüğünü dengeleyebilecek bir girişim olarak

nitelendirmiştir. Yamagato’nun görüşleri, özellikle 1915 sonrasında netleşmiş ve

Japon elitlerinin temel görüşlerini belirlemiştir.778 Bu dönemde sadece bürokrasi ve

siyasi çevrelerden değil, aynı zamanda entelektüel çevrelerden de Asya hakları ile

dayanışmanın gerekliliğine ilişkin görüşler dile getirilmiştir.

1875’de Kore'nin bazı limanlarının baskı ile Japon ticaret gemilerine açılması

ve Japonya’nın Kore üzerindeki siyasi etkisini güçlendirmesi üzerine Çin ile

ilişkilerde gerginlik yaşandı. Çin’in temel kaygıları arasında 1880’lerin başlarında

Fransız ve İngiliz ordusu ile savaşmak zorunda kalması ve bu ordulara karşı

yenilmesi vardı. Bunun yanında, tarihin uzun bir dönemi boyunca Kore ve Japonya

ile ilişkilerinde üstün bir pozisyona sahip olan Çin’in bu pozisyonunu kaybetme

ihtimalinin belirmesi ve Japonya'nın Çin ile benzer bir statüye yükselmesi rahatsız

edici oldu. Kore'nin ekonomik olarak Japonya’nın eline geçmesi Çin’in ekonomik

775 Hunter, Modern Japonya’nın Doğuşu, s. 366. 776 W. G. Beasley, Japanese Imperalism: 1894-1945, Oxford, Clarendon Press, 1991, s. 38. 777 İbid, s. 5. 778 İbid, s. 111-112, 158.

Page 255: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

245

ilişkilerini tehlikeye düşürme ihtimalini de beraberinde getirdi. Böylece ortaya çıkan

Japonya ile Çin arasındaki anlaşmazlık 1894’de savaşa dönüşmesine yol açtı.779 Çin’i

yenerek, Formoza, Pescador Adaları ile Liaodong yarımadası (Mançurya ile

Kore’nin batısı) gibi yerleri ele geçiren Japonya, böylece Asya’daki ilk sömürgelerini

elde etti. Fakat bu durum Avrupa’da büyük yankı uyandırdı ve Rusya başta olmak

üzere Almanya ve Fransa, Japonya’nın Liaodong yarımadasından çekilmesi için

ültimatom verdiler.780 Asya kıtasında emperyalizm yarışında bulunan Batılı

devletlerin bu sert tutumu karşısında Japonya geri adım atmak zorunda kaldı ve

Liaodong yarımadasından geri çekildi. Buna rağmen Japonya özellikle Formoza’yı

alarak, ilk sömürge toprağını elde etmişti. Japon sanayisinin gelişmesi için gerekli

hammaddelerin Mançurya bölgesinde yer alması, Japonya’nın emperyalist nitelik

kazanan dış politikası için bu bölgenin önemini arttırmıştı. Kore ise Japon elitleri

tarafından Japon güvenliğinin temel noktası olarak değerlendirilmiş Japon dış

politikası Kore'nin bu jeostratejik önemi çerçevesinde yapılandırılmıştı.

1900’da Batılılara tepki olarak Çin’de gizli bir örgüt olarak kurulan

“Boksörler” ayaklanarak, Batılılara ve Batılı şirketlere saldırdılar. Alman

büyükelçisinin öldürülmesi üzerine Pekin, Batılı devletler tarafından işgal edildi. Bu

arada Rusya Mançurya’yı da işgal etti. Rusya’nın Mançurya’yı işgalinin ardından

Haziran 1901’de Japon başbakanı olan Katsura Taro, Rusya’nın ilerlemesi

Mançurya’nın işgali ile bitmeyeceğini düşündüğünü ifade ederek, bunun devamının

beklenmesi gerektiğini dile getirdi. Yine dönemin dışişleri bakanı Komura Jutaro

benzer şekilde, Mançurya’nın Rusya’nın “bir mülkü” olması halinde, Kore’nin

bağımsızlığını koruyamayacağını ileri sürerek, bunun Japonya için hayati öneme

sahip bir mesele olduğunu belirtti. Kore'nin Japonya için bu önemi sadece ekonomik

açıdan değil, aynı zamanda Japonya'nın güvenliğinin Kore’den başladığı fikrinden de

kaynaklanmaktaydı.781

Mançurya’nın Rusya tarafından işgal edilmesi bu nedenlerden dolayı

Japonya-Rusya ilişkilerinin gerginleşmesine yol açtı. İngiltere, bu dönemde

Rusya’nın yayılmacılığına karşı çıkması sebebiyle Japonya'ya yaklaştı ve

nihayetinde Ocak 1902’de Japonya ile İngiltere arasında ittifak anlaşması imzalandı.

779 İbid, s. 42-45. 780 Hunter, Modern Japonya’nın Doğuşu, s. 43-45. 781 Beasley, Japanese Imperalism, s. 77-78.

Page 256: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

246

Bu anlaşma ile İngiltere ve Japonya, Çin ve Kore’nin bağımsızlıklarının ve toprak

bütünlüğünün korunmasını üstlendiler. Ayrıca “Açık Kapı” politikası çerçevesinde,

diğer Batılı devletlerin bu iki ülke ile eşit fırsatlar temelinde ticaret ve sanayiden

yararlanma imkanlarını da garanti ettiler. İngiltere, bu anlaşmayla Japonya'nın

Kore’deki ticari ve sanayi çıkarlarını kabul etmesinin yanı sıra, siyasi olarak

ilgilenmesine de izin vermiş oldu.782 Japonya, böylece Rusya’ya karşı Avrupalı ve

güçlü bir devletten destek bularak, Asya kıtasında gerek çıkarlarını koruma gerekse

etki alanını arttırma yolunda önemli bir mesafe kaydetmiş oldu. 1902 tarihli bu

Japon-İngiliz ittifakı, Japonya’nın artık Batılı terimlerle dış politikasını yürüttüğünü

ve Batılı devletler sistemine entegre olduğunu ortaya koymaktaydı.

Japonya’nın Kore’ye yönelik talepleri, Çin ile savaşın başından itibaren ve

Asya’da emperyalist politikaya yönelmesinden sonra değişmeden kaldı. Bu talepler,

“etkili bir idari sisteminin kurulması”, “yargı sisteminin güçlendirilmesi”, “vergi

sisteminin yeniden yapılandırılması”, “ulusal para birimini reforme etmesi”, “etkili

bir ordu ve polis teşkilatı kurması” ve “ulaşım ve iletişim hizmetlerinin

kolaylaştırılması” idi. Ayrıca Kore'nin bu reformları yerine getirmek için Japon

danışmanlardan yararlanması gerektiği Japon hükümet tarafından Kore'ye bildirildi.

Japonların Kore'nin yapmasını istediği bu reformlar ve politikalar, Batılı devletler

tarafından Çin ve Japonya'ya da empoze edildiği dikkate alındığında, Japonya’nın

emperyalist politikalara yöneldiğini açıkça ortaya koydu.783

Meici iktidarı, Rusya’nın Mançurya’dan çıkmaması üzerine Japon-İngiliz

anlaşmasına da güvenerek 1904’ün ilk günlerinde Rusya ile diplomatik ilişkileri

keserek savaş ilan etti. Japonya’nın kısa bir sürede Mançurya’yı ve Liaodong

yarımadasının bir kısmını ele geçirmesi Batı’da büyük yankı uyandırdı. Rusya’da

devrim ihtimalinin ortaya çıkması ve ardından 1905 tarihli devrim ile ekonomik

olarak savaşı sürdürememesi, Rusya’nın savaşı bitirmesine neden oldu. Benzer

şekilde, Japonya’da da ekonomik ve askeri kayıplar nedeniyle savaşın bitmesi

yönünde irade belirmişti. ABD başkanı Roosevelt’in girişimleriyle Ağustos 1905’de

Japonya ile Rusya arasında barış antlaşması imzalandı. Japonya'nın Kore’deki

çıkarları tanınırken, Rusya, Mançurya’dan askerlerini çekti ve Japonya, Mançurya’da

782 İbid, s. 77. 783 İbid, s. 47.

Page 257: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

247

Rusya’nın haklarına sahip oldu. Ayrıca Sahalin adasının güney bölümünün

Rusya’dan alınıp Japonya'ya verilmesi de kabul edildi.784

İlk defa beyaz ve Avrupalı bir devletin Uzakdoğu’daki bir Asyalı devlete

yenilmesi Batı dünyasında yankı uyandırdı. Bu savaş sonrası Japonya, Batılı

devletler sisteminde yer alarak, emperyalist devletlerden biri haline geldi. Asya

anakarasında Kore üzerinde tamamen serbest hareket etme imkanını elde eden

Japonya, Mançurya’da bazı limanların kendisine açılmasını sağlayarak, bölgedeki

demiryollarının haklarını elde etti.785 Japonya'nın iç politikasında ise Ruslara karşı

zafer, başlangıçta olumlu olarak karşılansa da, aşırı milliyetçiler, taleplerinin

yeterince karşılanmadığını ileri sürmelerine yol açtı. Bu söylentiler bir süre sonra

Tokyo’da subaylar önderliğinde büyük bir ayaklanmaya dönüşerek, sonunda

başbakanın istifası ile neticelendi.786

Japonya, gerçekte Kore ile ilgili hükmü söz konusu antlaşma metnine

koydurmadan çok daha önce Kore’yi kendi güdümü altına almıştı. Mayıs 1904’de

gerçekleşen bir hükümet toplantısında Kore ile ilgili bir dizi karar alınarak, Kore'nin

güvenliği Japonya'ya bağlandı. Maliyesi bir Japon uzman tarafından yönlendirilen

Kore’nin dışişleri bakanlığı ise Japon hükümeti tarafından atanan bir uzman

aracılığıyla yürütülmeye başlandı. Ayrıca iletişim ve ulaşım hizmetleri konusunda da

Japon yetkililer Kore’de görevlendirildiler. 1904 sonunda iç güvenlik konusunda da

Japonya tam yetkili konuma geldi. Rus-Japon savaşının sonunda ise Japonya,

Kore'nin kendi rızasıyla Japonya’nın koruması altında bir devlet olma talebini kabul

etti.. Japonya’nın Kore üzerindeki siyasi ve ekonomik baskısı, 1907’de Kore

ordusunun yasaklanması ve basın üzerindeki kontrolün Japon yetkililerin eline

geçmesi ile daha da arttı. Yine aynı yıl, Japonlara karşı başlayan ayaklanma ile bu

baskı şiddet kullanılmasına yol açtı. 1909’da Japon başbakanı Hirobumi’nin Kore’yi

ziyareti sırasında öldürülmesini bahane ederek, Japonya gerek İngiltere ile ittifakının

yenilenmesi sayesinde gerekse ABD’nin onayı sayesinde siyasi desteği ile Kore’yi

ilhak ettiğini açıkladı.787 Japonya'nın ilk emperyalist toprağı Formoza olmuşsa da,

Kore Japonya'nın ilk emperyalist yönetimi gerçekleştiği toprak olmuştu. Batılı

784 Hunter, Modern Japonya’nın Doğuşu, s. 46-47. 785 Beasley, Japanese Imperalism, s. 83-84. 786 Hunter, Modern Japonya’nın Doğuşu, s. 48. 787 Beasley, Japanese Imperalism, s. 86-90.

Page 258: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

248

devletlerin 1850’lerde Japonya'ya dayattığı ve halk arasında “eşitsiz anlaşmalar”

olarak nitelendirdiği anlaşmaların benzerlerini 19. yüzyılın sonlarından itibaren artık

Japonya’nın kendisi uygulamaya başladı. Japonya'nın Kore'ye yaptığı başta tekstil

olmak üzere ihracatı ile Kore’den hammadde ithali Japon ekonomisi için temel bir

önem olmakla beraber, Japon güvenliğinin Kore’den başladığına dair inanç

nedeniyle ilhakı gibi politikalar, Japonya’nın Batılı devletler sisteminin bir parçası

olarak nitelenmesinde önemli bir rol oynadı.

Japonya’nın Mançurya politikası ise Kore politikasından daha çok tartışma

yaratmış ve uluslararası politikada daha çok etki doğurmuştur. Bunun sebepleri Kore

üzerinde Batılı devletlerin emperyalist politikalarının bulunmayışından,

Mançurya'nın Çin’in bir parçası olmasından ve Batılıların bölgeye yönelik bir

emperyal politika dizaynı içinde bulunmalarından kaynaklanmıştır. Rusya’nın

1900’de bölgeyi işgal etmesi Japon siyasi ve ekonomik elitleri tarafından Japon

ekonomik çıkarları açısından kabul edilemez bulunmuştu. 1904’de Rusya ile Japonya

arasında gerçekleşen savaşın ardından Rusya’nın bölgeden çekilmesi sağlanmış ve

Japonya limanlarda kendi işadamları için imtiyazlar elde etmişti.

1905’den itibaren Japon siyasi yöneticileri ile bürokratik ve ekonomik elitleri,

Japonya'nın bundan sonraki Mançurya politikası konusunda uzlaşma sağlayamadılar.

Özellikle Mançurya'da Japon işadamlarının rahatça hareket etmesine rağmen başta

İngiliz ve Amerikalı işadamları olmak üzere Batılı işadamlarının engellenmesi

üzerine İngiltere ve ABD’nin durumu protesto ettiklerini Japon hükümet bildirmesi

üzerine Japon elitleri ikiye bölündü. Başbakan Hirobumi ve yakın çevresinin

Japonya'nın ekonomik çıkarlarının Batılı emperyalist devletlerle işbirliğini

gerektirdiğini ve özellikle ABD ve İngiltere’nin Japonya'nın yanında yer almalarının

önemini sürekli olarak vurguladığı görüldü. İşadamları da bu görüşe

katılmaktaydılar. Bununla birlikte Japon Genelkurmay Başkanı Kodamo Gentaro

başta olmak üzere ordu, Mançurya'nın Japonya için sadece ekonomik değil, aynı

zamanda stratejik bir önemi olduğunu ileri sürmekteydi. Kodamo, bu stratejik

önemin ise ilk olarak Kore'nin güvenliğinin Japon güvenliği ile olan ilgisinden

kaynaklandığını ifade etmekteydi. İkinci olarak ekonomik açıdan bölgenin Japonya

için önemine dikkat çeken Kodamo, bu nedenlerden dolayı Japonya'nın bölge

Page 259: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

249

üzerindeki kontrolünün ulaşım ve iletişimin içine alacak şekilde genişletilmesi

gerektiğini dile getirmekteydi.788

1911’de Çin’i yöneten Mançu hanedanlığının düşmesiyle birlikte, Çin çeşitli

derebeylerin hâkim olduğu bir yapıya sürüklendi. Japon askeri elitleri bu durumda

Mançurya’da devrim ile birlikte Japon çıkarlarının korunması gerektiği fikrinden

hareketle 1912’den itibaren bölgeye askeri birlikler göndermeye başladılar. Bu arada

Mançu hanedanlığının Pekin’i terk etmesi ile iktidara geçen Yüin Şikai ve Sun Yat-

sen de Japon hükümeti ile Mitsui, Okura ile Mitsubishi gibi zaibatsular tarafından

desteklendi. Özellikle zaibatsular Sun Yat-sen hareketini finanse etmekte önemli rol

oynadılar.789

Çin'de siyasi karmaşanın hakim olduğu bu dönemde Avrupa’da da savaş

başlamıştı. Japonya, İngiltere, Fransa, Rusya ve Almanya’dan bağımsız bir şekilde

Asya’da hareket etme imkanı elde etti. Japonya, İngiltere ile olan ittifakı nedeniyle

Almanya aleyhine savaşa katılmışsa da, askeri birliklerini Asya dışına

göndermeyerek, Almanya’nın Asya’daki sömürgelerine ele geçirmeye yönelik askeri

faaliyetlerde bulundu. Bunun dışında Japon elitlerinin bu uluslararası ortamda yine

kendi içlerinde bölündüğü görüldü. Bir kısmı, Mançurya’dan başka Moğolistan ve

Çin’in tümünün ele geçirilmesine yönelik emperyalist politikaların devamını

savunurken, bir kısmı da “kültürel olarak gelişmiş beyaz ırk ile rekabet etmek için”

“kültürel ve ırksal açıdan benzer” Japonya ve Çin’in dostane ilişkilerini devam

ettirmesi gerektiğini ileri sürdüler.790 Japon elitleri arasında fazla taraftar toplayan bu

görüş çerçevesinde, Japon elitleri ABD'nin eline düşmemesi için Çin’e mali yardım

önerilmesini ve Almanya’nın ele geçirmiş olduğu Şandong’u geçici bir süreliğine

kiralanmasını savundular. Böylece Çin yönetiminin Japonya İmparatorluğu’na karşı

güven duyması hedeflenmekteydi. Öte yandan askeri bürokrasi, Çin’e yönelik bu

önerilere Japonya'nın Mançurya ve Moğolistan’daki üstün pozisyonunun Çin

tarafından tanıması, idari reform konusunda Japonya’dan destek alınması, kredi ve

kiralama durumlarında Japonya’ya danışılması ve Japon demiryolları ile madencilik

alanındaki haklarının tanınmasını taleplerini de ekledi. Toplam yirmi bir adet olan bu

talepler daha sonra Çin’e empoze edilmeye çalışılan ilave “Grup 5” olarak

788 İbid, s. 96-97. 789 İbid, s. 101-106. 790 İbid, s. 108-110.

Page 260: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

250

adlandırılan yeni önerilerle birlikte, 1915’de Japon İmparatorluğu tarafından Çin’e

iletildi. “Grup 5” önerilerini reddederek, I. Dünya Savaşı nedeniyle İngiltere ve

ABD’den yardım alamayacağını bilen Çin, dili hafifletilen “Yirmi-bir Talepleri”nin

çoğunluğunu ufak değişikliklerle kabul etmek zorunda kaldı. Böylece Kore ve

Mançurya’da yaşanan gelişmelere benzer bir biçimde, Japonya’nın Çin’in iç

politikasına daha fazla karışmaya başladığı ve hakim pozisyonunu güçlendirdiği

görüldü. Çin’in iç işlerinde giderek artan Japon ağırlığına karşı, özellikle Yüen

hükümetinin merkezi yönetiminin güçlendiğinin fark edilmesiyle birlikte Yüen

hükümetinin karşısında yer alan muhalifler, zaibatsulara tarafından desteklenmeye

başlandı.791 Japon İmparatorluğu’nun yayılmacı politikaları Kore ve Mançurya ile

başladı ve Çin üzerindeki kontrol politikası ile daha da genişledi. Japon askeri ve

sivil bürokrasisi bu emperyalist politikaların formüle edilmesinde ve uygulanmasında

zaibatsularla beraber hareket ederek, bu politikalar için zaibatsulardan yoğun mali

destek buldular.

Özellikle “Yirmi-bir Talep” ve anlaşmanın Yüen hükümeti tarafından kabul

edilmesi, Japonya'nın Çin üzerinde artan etkisinin önemli bir kanıtı olmuştur. Bu

durum, Çin'in iç politikasında da büyük etkiler yaratmıştı. Çin'de Japon karşıtlığı

artmış ve bu duygular Çin milliyetçiliğini beslemeye başlamıştır. Yine aynı dönemde

Japon elitlerin Çin'de ileride kullanmak üzere Japonya'da eğitim verdikleri Çinli

öğrencilerin toplu bir şekilde geri dönüşleri Çin toplumunda Japonya'ya yönelik öfke

giderek büyümesine yol açtı. Avrupa’daki savaşın bitmesiyle Versay

Konferansı’nda, Japonya kazananlar safında yer almış ve Almanya’nın sömürgesi

olan Şandong’u kalıcı olarak elde etmiştir. Şandong’un Japonya'ya verilmesi ile

Çin'de Japonya aleyhtarı gösteriler başlamış ve gösteriler, Japon mallarının boykotu

ile devam etmiştir. 1920’ler boyunca Japonya'nın siyasi, askeri ve ekonomik olarak

etkisi altına giren Çin'de milliyetçilik güçlenmiş ve Japonya'nın Çin politikalarını

tehdit eder hale gelmiştir.

Japonya’nın Asya üzerinde etkisini arttıran bu politikası, 1915’de imzalanan

anlaşma öncesinde Savaş Bakanlığı ve Başbakanlık görevini iki kez üstlenen

Yamagato Arimoto ile 1916’da Başbakan olan Terauşi Masatake tarafından farklı bir

şekilde formüle edilmeye çalışıldı. Yamagato ve Terauşi, “birlikte yaşama ve ortak

791 İbid, s.113-115.

Page 261: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

251

refah” olarak adlandırdıkları durumun hem Japonya'ya hem de Çin'e yarar

getirmesinin ve Çin'in bu süreçte marjinalize edilmemesinin gerektiğini

savunmalarına yol açtı. Özellikle alt ve orta düzey askerler arasında Kokuryukai veya

Kara Dragon Toplumu olarak bilinen örgüt ise benzer şekilde bu görüşü savunarak,

Japonya'nın Mançurya ve İç Moğolistan’ı ele geçirmesini üst kademelere kabul

ettirmeye çalıştılar. Onlara göre Kore ve Mançurya örneklerinin de gösterdiği üzere

bu bölgelerde asayişin sağlanması ve bir siyasi düzenin kurulması sayesinde

“gelişmiş bir hayat standardı”na sahip olmak mümkündü.792

Japonya’nın emperyalist politikaları savunması 1919’da kurulan Milletler

Cemiyeti’nin kuruluş görüşmelerinde de şiddetlenerek devam etti. Özellikle Milletler

Cemiyeti’nin kuruluş antlaşmasında, Japonya, ırkların eşit olduğuna dair bir hükmü

kurucu antlaşmaya eklenmesini talep etmesine rağmen, Avrupalı devletlerin bu

öneriyi reddetmesi Japon elitleri arasında Batılı devletlere karşı hayal kırıklığının

yanı sıra öfkenin yaygınlaşmasına ve güçlenmesine sebep oldu. “Wilson idealleri” ile

savaşlara neden olabilecek nedenlerin ortadan kaldırılmasına yönelik olarak kurulan

Milletler Cemiyeti, Japon elitleri tarafından Batı’nın ikiyüzlülüğünün bir göstergesi

olarak nitelendirildi.793 Milletler Cemiyeti’nin verdiği kararlar daha başından itibaren

Japon elitler tarafından sorgulanmaya başlandı ve kabul edilemez bulundu. Zaten

Çin'in başvurusu ile Mançurya konusunda Milletler Cemiyeti’nin verdiği karar

tanınmayarak Milletler Cemiyeti’nden 1933’de ayrıldı.

1930’lara gelindiğinde Çin’de kurulan milliyetçi hükümet ile Japon ordusu

arasındaki ilişkiler gerginleşmeye başladı. Bu arada Çin ve Kore’de yerleşik Japon

ordusu yetkilileri siyasi otoriteden bağımsız bir şekilde hareket etmeye başladılar.

Çin'de milliyetçiliğin güçlenmesiyle birlikte, Japon ordusundan bu milliyetçiliğe

verilen tepkiler de aynı derecede arttı. Japon ordusunun bağımsız bir şekilde hareketi

her ne kadar Japon hükümetinin emperyalist bir politika izlediği bilinse de,

hükümetin inisiyatifi elinden kaçırmasına neden oldu ve sonuçta Mançurya’daki

Japon subaylarının davranışlarını desteklemekten öteye gidemedi. Bu çerçevede,

Mançurya’da Japon patronajındaki yerel bir liderin gittikçe milliyetçilerle işbirliğine

gitmesi üzerine ordunun orta kademedeki subayları tarafından treni havaya

uçurulması ve öldürülmesi üzerine Mançurya, Mart 1932’de işgal edilerek bağımsız 792 İbid, s. 119. 793 Wakabayashi, “Introduction”, s. 15; Hunter, Modern Japonya’nın Doğuşu, s. 51.

Page 262: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

252

“Mançukuo” devleti kurduruldu.794 Mançukuo devletinin başına Mançu

hanedanından Pu Yi getirildi fakat Mançukuo devleti Japon ordusunun denetimi

altında “kukla” bir devlet oldu. Çin, bunun üzerine Japonya'nın müdahalesinin

kınanması ve Mançukuo’nun bir devlet olarak tanınmaması için Milletler

Cemiyeti’ne başvurmak durumunda kaldı. 1933’de Milletler Cemiyeti’nde

Japonya’nın itirazlarına rağmen kabul edilen ve Japonya’yı suçlu gören rapor

üzerine Japonya, raporu tanımadığını açıklayarak Milletler Cemiyeti’nden ayrıldığını

açıkladı. Fakat Mançurya’nın Japonya tarafından işgali, bu sırada gittikçe

güçlenmekte olan Çan Kay-Şek önderliğindeki Çinli milliyetçilerini Mao Zedung

önderliğindeki komünistlerle işbirliğine yöneltti. 1930’ların sonunda direnişin

artması üzerine ise Japon ordusunun Çin halkına karşı sert tedbirlere yönelmesi Çin

tarihinde Japon düşmanlığını körükleyen ve günümüze kadar taşınmasını sağlayan en

önemli olaylarından biri niteliğini kazandı.795

1930’larda Japonya'nın sömürgeleri olan Formoza ile Kore’de uyguladığı

politika, Çin'de uyguladığı şekilde, gençleri eğitim sistemine dahil etmek ve

Japonca’nın resmi dil ilan edilmesi oldu. Kore’de uygulanan Japon eğitim sistemine

katılan genç sayısı az olmuş,796 Kore kültürünün silinmesine yönelik Japon

bürokrasinin çabaları yoğunlaşmasına rağmen asimilasyon gerçekleştirilemedi.

Formoza’da ise eğitim sistemine katılan sayısı daha fazla oldu ve Formozalılar,

Çin'in eski yönetimi ile kıyaslandığında gerek eğitim gerekse çalışma açısından daha

fazla şans buldular. Yerleşik hale gelen Japon nüfusun büyük bölümü bürokraside

yönetici, iş adamı, öğretmen ve din adamı iken, Formoza’da nüfusun büyük bölümü

tarım alanında faaliyet gösterdi, çok az bir kısmı bürokraside görev alabildi. Kore'de

1930’lara gelindiğinde yarım milyonu bulan Japon nüfusunun büyük bölümü

Formoza’daki yapıya benzer şekilde bürokrat, teknik işler, ihracat ve bankacılık

sektöründe çalışırken, bir kısmı da çiftçilik ile uğraştı. Özellikle Kore'de faaliyet

gösteren Japon şirketlerinin büyük çoğunluğu zaibatsular ile bağlantılı olarak

çalışmaktaydılar. Koreli yerli nüfus ise yine Formoza’daki nüfusa benzer işlerde

faaliyet göstermekteydi.797 Bütün bu gelişmeler sonrasında, Kore ve Formoza’daki

794 Beasley, Japanese Imperalism, s. 194-195. 795 İbid, s. 86-91. 796 İbid, s. 148. 797 İbid, s. 150-152.

Page 263: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

253

nüfus, sisteme ancak Japon emperyalizmi ile daha fazla işbirliği halinde imkan

bulmaktaydı. Halkların işbirliğine yanaşmadığı durumlarda ise sistemden

soyutlanmaları nedeniyle bölge haklarının milliyetçiliğe daha fazla yönelmesine

neden oldu.

Kore ile ticaret Formoza ile ticaretle kıyaslandığında, Japon İmparatorluğu

için önemli bir yere sahip olmuştur. Japon sanayisi güçlendikçe, sömürgeler ile

Japonya arasındaki ticaretin boyutu ve kompozisyonu değişmiştir. Japonya'nın

emperyalist politikaları boyunca Formoza, Kore, Mançurya ve Çin Japonya’nın

hammadde kaynağı haline gelmişlerdir. Özellikle Kore’nin yetiştirdiği pirincin ana

ithalatçısı Japonya olmuştur. Sadece pirinç gibi gıda maddeleri değil, aynı zamanda

gelişen sanayisi için demir, petrol, kömür ve çelik gibi temel sanayi girdileri

Japonya’nın ithalatında önemli paya sahip olmuşlardır. Japonya’da hammadde

üreticisi konumuna sahip olduğu pamuk ve ipek gibi alanlarda faaliyet göstermeye

devam etmiş fakat tekstil, I. Dünya Savaşı’nın da etkisiyle ihracatın temel

güçlerinden biri haline gelmiştir. Çin, Japonya için özellikle 1915’den sonra

ihracatında önemli bir konuma yükselmiş, Kore de, gerek Japon ithalatında gerekse

ihracatında Çin'in ardından gelmiştir.798

Emperyalist döneminde Japonya'nın ihracat yaptığı bütün ülkeler içinde ABD

önemli bir paya sahip oldu. Bu dönemde Japonya’nın ürettiği malların 1/3’ünden

fazlasını ABD satın aldı. 1890’lardan 1910’lara kadar Japonya'nın sanayileşmesinin

ilk aşamalarında İngiltere, Japonya'nın ithalat gerçekleştirdiği temel ülke oldu. Diğer

yandan Japonya’nın ithalatında 1930’lardan sonra ABD’nin İngiltere’nin yerini

aldığı gözlemlendi.799 Japonya’nın özellikle Çin’de yaptığı yatırımlar, 1900’lerin

başında 1 milyon ABD Doları civarında iken, İngiltere ile Rusya Çin’de yapılan

toplam yatırımların % 70’sini gerçekleştirmekteydiler. 1930 sonrasında ise

Japonya'nın Çin’de yapılan toplam dış yatırımlar içerisindeki payı % 35’i aşarak

toplamda 1 milyar ABD Dolarının üstüne çıktı.800 Bu arada, Japonya'nın ekonomi

politikalarında zaibatsuların sahip olduğu firmalar, bölgede önemli roller oynadılar

fakat Japon ekonomisinin gittikçe gerek hammadde kaynakları açısından gerekse

ihracat politikası açısından sömürgelere bağımlılığının arttı. Bu bağımlılğın

798 İbid, s. 126-130. 799 İbid, s. 126-127. 800 İbid, s. 133.

Page 264: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

254

artmasıyla birlikte bölgedeki nüfus içerisinde Japon karşıtı duyguların artması ve

bölgede milliyetçiliğin gelişmesi benzer dönemlere rastladığı görüldü. Bu milliyetçi

hareketler ise Japon ordusunun daha çok şiddete başvurmasına yol açtı ve sonuçta

Japonya, Asya’daki halkları karşısına almak durumunda kaldı.

1915’de Yamagato ile Terauşi tarafından Asyalılar için dile getirilen “birlikte

yaşama ve ortak refah” politikası, 1930’larda Japon elitlerin temel argümanını

oluşturdu. Bu kapsamda, 1936’nın sonunda kurulan ve genellikle sivil ve askeri

bürokrasiden destek bulan Şova Kenkyukai örgütü tarafından Asya’da Japonya'nın

uyguladığı politikanın Batı emperyalizmi ile aynı şekilde değerlendirilmemesi

gerektiği, çünkü Japon emperyalizminin temel hedefinin Asya’yı özgürleştirmek

olduğu ileri sürüldü. Bir başka görüş ise Japonya'nın sanayileşmiş ekonomisi ile

çevresindeki ülkelerin zirai ekonomilerinin birbirlerini tamamladığı fikri oldu.801

Japonya’nın 1941’de ABD ordusuna saldırarak II. Dünya Savaşı’na katılmasından

hemen sonra, 1942’nin başlarında Güneydoğu Asya’da yer alan Endonezya,

Filipinler, Malaya, Singapur, Fransız Çinhindi ve Hollanda Doğu Hint adalarını da

kısa bir süre içinde ele geçiren Japon ordusu, bölgedeki Avrupalı devletlerin

üstünlüğüne son verdi.802 Japon elitleri, bu tarihten sonra “Büyük Doğu Asya Ortak

Refah Bölgesi” fikrini ortaya attılar. Aynı yıl içinde Japon hükümeti “Büyük Doğu

Asya Bakanlığı” kurulmasını onayladı. Ardından 1943’de Tokyo’da gerçekleştirilen

toplantı ile bölgede yer alan devletler ile Japonya arasındaki dayanışmanın

güçlendirilmesi hedeflendi ama umulan sonuçlar alınamadı. Ayrıca yeni işgal edilen

topraklarda yaşayan halkların beklentileri, Avrupalı devletlerin bölgeden

ayrılmasından sonra Japonların kendilerine destek olacağı ve Japon

İmparatorluğu’nun kendilerine bağımsız devletler kurmasına izin vereceği yönündeki

umutlarının da zaman içinde kaybolmasıyla Japon yönetimine ve ordusuna karşı

ayaklanmalar baş gösterdi. Japon ordusunun ayaklanmaları bastırmada kullandığı

şiddet ise bölge hakları üzerinde ters etki yarattı.803

ABD’nin atom bombasını Hiroşima ve Nagasaki’ye atmasının ardından

Japonya, imparatorun radyo konuşması ile teslim olduğunu açıkladı ve yenilgiyi

kabul etmek zorunda kaldı. Böylece Batılı devletlerin 1850’li yılların ortalarındaki

801 İbid, s. 204. 802 Hunter, Modern Japonya’nın Doğuşu, s. 92-93. 803 Beasley, Japanese Imperalism, s. 204.

Page 265: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

255

baskısıyla başlayan değişim süreci, devletin merkezileşmesini tamamlanmasını

sağlayarak, iç hegemonyanın kurulmasına yardımcı oldu. Bunun yanı sıra Batılıların

etkisi altındaki süreçte emperyalist nitelik taşıyan bir Japon dış politikası üretildi. Bu

da Asya kıtasında realist paradigma bağlamında bir hegemonik yapı diğer bir deyişle

askeri ve ekonomik anlamda üstünlüğe dayalı bir yapının oluşturulmasına yol açtı.

Gramşici anlamda bir hegemonya kurmak istemiş olmasına rağmen bunu

başaramayan Japonya, 2 Eylül 1945’de Tokyo Körfezi’nde bulunan ABD’nin

Missouri adlı gemisinde imzaladığı ve teslim olduğunu belgeleyen anlaşmanın

ardından ABD tarafından işgal edildi. İşgal döneminde Japonya, General Mac Arthur

tarafından yönetildi. Bununla Japonya, II. Dünya Savaşı’ndaki yenilgisinin ardından

uluslararası politikada ise yeni bir arayış içine girmek zorunda kaldı.

ii. Japonya’nın II. Dönem Dış Politikası (1952-2005)

a. Yoşida Doktrini

Japonya'nın II. Dünya Savaşı’ndan günümüze kadar olan dış politikası esas olarak

Yoşida Şigeru tarafından belirlenen çerçeve etrafında şekillenmiştir. Almanya’nın

yine II. Dünya Savaşı sonrası kurulmasında ve dış politikasının gelişmesinde önemli

paya sahip olan Adenauer sembolüne yakın bir kişilik olarak nitelendirilebilecek

diplomat kökenli bir başbakan olan Yoşida Şigeru’nun dış politika anlayışı, ABD ile

yakın bir ittifak içinde bulunulması, silahlanma politikasının asgari düzeyde kalması

ve Japon ekonomisinin yeniden canlanması konuları üzerinde formüle edilmiştir.804

ABD ise işgal süresince dış politikadan ziyade iç politika ile ilgilenerek, iç

politikaya ve dolayısıyla Japon toplumuna yön vermeye çalışmıştır. ABD, bu

kapsamda, Japonya'nın saldırgan bir dış politikaya sahip olmasına neden olan

unsurları değiştirmeye yönelmiştir. Bununla birlikte işgal süresince Japon dış

politikası ABD tarafından belirlenmiş ve hatta bu dönem boyunca bizzat ABD, Japon

dış politikasını yönetmiştir. ABD’nin daha önce bahsedildiği üzere, Japonya'daki ilk

hedefi belirlediği ilkeler doğrultusunda Japon toplumunu yeniden inşa etmek ve

yeniden sosyalizasyonunu sağlamak olmuştur. İşgal süresince bu konuda atılan

adımların etkisi tartışmalı olmuştur. Özellikle Soğuk Savaş çerçevesinde başlayan

Kore Savaşı, ABD’nin Japonya’da uyguladığı politikalarını rafa kaldırmasına neden

804 Green, Japan’s Reluctant Realism, s. 11.

Page 266: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

256

olmuştur. Bu nedenle, Japon dış politikasında işgal süresi sonrasında ABD’nin

doğrudan dış politikayı formüle etmesi ve yönlendirmesi mümkün olmamıştır.

Bunun en iyi örneği Kore Savaşı sırasında ABD’nin Japonya’nın yeniden

silahlanması konusunda yaptığı baskılar sırasında görülmüştür. ABD, Japonya'da

325.000 ile 350.000 arasında bir kara kuvveti kurulmasını önermiştir. Yoşida ise

ABD’den gelen bu baskılarla Anayasa’nın denetimi altında bir silahlı kuvvet

oluşturmuş fakat Anayasanın 9. maddesinin revizyonu konusunda direnmiştir.

1953’de ABD devlet başkanı yardımcısı Richard Nixon, 9. maddenin Japon

Anayasası’na eklenmesinin bir hata olduğunu ifade etmek zorunda kalmıştır.805

Japon dış politikası “Yoşida doktrini” ile birlikte, 1967’de başbakan olan Sato

Eisaku tarafından “nükleer konularda üç ilke” ile “silah ihracatı konusunda üç ilke”

ortaya atıldı. Sato, Japonya'nın nükleer silahlara sahip olmasını, transit ülke olmasını

ve bu tür silahların burada yerleşmesinin yasaklanmasını savundu. Sato ve hükümeti

ayrıca komünist blok üyesi ülkelere, BM Güvenlik Konseyi kararlarına göre silah

ambargosu uygulanan devletlere ve uluslararası bir çatışmada yer alan veya yer

alması muhtemel devletlere silah satışını yine “üç ilke” çerçevesinde yasakladı.

1976’da ise Miki Takeo, bu iki “üç ilkeler” etrafında uygulanan kuralları daha da

sertleştirti ve silah üretiminde kullanılabilecek malzemelerin satışı da bu yasaklara

dahil etti. Sato hükümetinin aldığı diğer bir karar ise Japonya'nın savunmaya ayırdığı

bütçenin GSMH’nın % 1’ini geçmemesi gerektiği üzerine oldu. Daha sonraki

uygulamalarla birlikte bu görüşler, “yarı-anayasal” bir statü kazanarak, 1980’ler

boyunca bunların değiştirilmesine yönelik hareketlerin kabul edilemeyeceği

hususunda toplumda bir mutabakat oluşmasına yol açtı.806

Çeşitli siyasi parti liderleri ve başbakanlar Yoşida, Sato ve Miki’nin norm

oluşturan bu kurallarını değiştirmek için çaba sarf etmişler fakat Japon elitleri

arasında uzlaşma sağlanamamasının yanı sıra, toplumundan gelen sert tepkiler

üzerine geri adım atmak durumunda kalmışlardır. Japonya konusunda önemli

uzmanlardan biri olan Peter Katzenstein, Japon güvenliğinin bu nedenle daha çok

805 Sun-Ki Chai, “Entrenching the Yoshida Defense Doctrine: Three Techniques for Institutionalization”, International Organization, Vol:51, No:3, Summer 1997, s. 397. 806 Akihiko Tanaka, “Japan’s Security Policy in the 1990s”, Yoichi Funabashi (der.), Japan’s International Agenda, New York and London, New York University Press, 1994, s. 31-32; Chai, “Entrenching the Yoshida Defense Doctrine”, s.401; Green, Japan’s Reluctant Realism, s. 15.

Page 267: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

257

“sosyal normlar” etrafında belirlediğini ileri sürmüştür.807 Katzenstein’e benzer

şekilde Hanns Maull tarafından geliştirilen “sivil güç” teorisinde de Japonya,

Almanya gibi bir sivil güç olarak adlandırılmıştır. Maull, Japonya’nın dış

politikasının temelinde Japon toplumunun belirgin ve kısıtlayıcı rol oynamasını, güç

kullanılması konusundaki çekincelerini ve bir çok sorunun çözümü için çoktaraflı

örgütlerle birlikte hareket etmesini, Japonya'nın sivil güç teorisine uyduğunu

gösteren nitelikler olarak sunmuştur.808

31 Ağustos 1998’de Kuzey Kore’nin Taepo-dong füzesini Japonya’nın

üzerinden geçirmesinin ardından, Japon toplumunda silahlanma konusunda farklı

görüşler belirmeye başladığı gözlemlendi ve Diet, Japon hükümetini “Japon halkının

güvenliğinin temini” için gerekli önlemleri alması konusunda uyarmasına yol açtı.

Bu kapsamda, Japon hükümeti ABD ile “Balistik Füze Savunma Sistemi”

geliştirilmesi konusunda 1999’da işbirliği yapma konusunda anlaştı.809

1950’de başlayan Kore Savaşı çerçevesinde, ABD’nin baskısı ile Japonya,

askeri ve polis güçlerini oluşturmak zorunda kaldı. 1954’de Meşru-Müdafaa

Kuvvetleri (Self-Defense Forces-Jietai) kuruldu. 1990’lar itibariyle, Japonya, 160 bin

civarında olan kara kuvvetleri ile 14 denizaltı ve 55 savaş gemisinden oluşan deniz

kuvvetleri ve 120 civarında savaş uçağından oluşan bir hava gücüne sahip duruma

geldi. Gerçi, Japon Anayasası’na göre savunma amaçlı bile olsa, Japonya'da silahlı

kuvvet kurulamayacağını ileri sürenler bulunmaktadır. Bununla birlikte hükümet

dahil, bir çok hukukçu, siyasetçi ve akademisyen savunma amaçlı bir silahlı kuvvet

kurulmasının doğal bir hak olduğunu kabul etmektedir.810 Ayrıca II. Dünya Savaşı

sonrası kurulan Japon ordusunun halihazırdaki mevcudiyeti ile sadece küçük ölçekli

bir savaşa karşı savunma yapabilecek bir yapıya sahip olduğu ifade edilmektedir.811

Bunlara ilaveten, “asgari düzeyde gereklilik” ilkesi olarak açıklanan savunma ile

ilgili konularda hükümet yorumları da içtihat özelliği kazanmaktadır. Japon

hükümetleri gerekli olduğu zaman –Japonya, Sato hükümetinin bugün için yarı

807 Peter Katzenstein, Cultural Norms and National Security: Police and Military in Postwar Japan, Ithaca and London, Cornell University Press, 1996. 808 Maull, “Germany and Japan”, s. 91-106. 809 Gavan McCormack, “Remilitarizing Japan”, New Left Review, Vol:29, September-October 2004, s. 32-33. 810 İbid, s. 45. 811 Akihiko Tanaka, “Japan’s Security Policy in the 1990s”, Yoichi Funabashi (der.), Japan’s International Agenda, New York and London, New York University Press, 1994, s. 30-31.

Page 268: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

258

anayasal hüküm niteliği taşıyan 1967 tarihli kararının yanı sıra Nükleer Silahların

Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’na taraf olmasına ve Atom Enerjisi Temel

Kanunu’nun barışçıl amaçlar dışında nükleer araştırma, geliştirme ve kullanılmasına

izin vermemesine rağmen- asgari düzeyde gereklilik ilkesi çerçevesinde nükleer

silaha sahip olunabileceği şeklinde hükümet yorumları geliştirilmektedir.812

Silahlanma harcamalarının GSMH’nın % 1’lik oranı geçmemesine yönelik

ilke de, 1986’da rafa kaldırıldı.813 1967’den itibaren uygulanan bu ilke kararının

kaldırılmasının ardından, bütçeden savunmaya ayrılan pay arttı ve GSMH’nın

% 2’sine kadar çıkması sağlandı. Japonya'nın savunma bütçesi, GSMH oranı

açısından düşük olarak görülse de, dünyada savunmaya ayrılan toplam miktar

açısından dünyanın ikinci büyük savunma bütçesi olma özelliğini kazandı.814

2003’de Japonya'nın savunmasına ayırdığı bütçe yaklaşık 43 milyar ABD Doları

civarında gerçeklemiştir. Aynı yıl içinde dünyada yapılan savunma harcamaları

açısından Japonya'nın beşinci sırada olduğu görülmekteydi.815 Japon savunma

sisteminin niteliği konusunda ise değişik bilgiler bulunmaktadır. Bunlardan bir görüş,

savunma sisteminin çok sofistike ve teknoloji bakımdan çok ileri olduğunu

savunurken, diğeri ise silah sisteminin savaş dışında kullanılabilecek niteliğe sahip

olduğunu ileri sürmektedir.

II. Dünya Savaşı sonrası oluşturulan Japonya'nın dış politikası, siyasetçiler

tarafından zaman zaman değiştirilmeye çalışılmışsa da, temel politika değişmeden

sabit kalmaya devam etmektedir. Bu politikanın değişmemesinin temel nedenleri

arasında ilk olarak uluslararası politikada yaşanan değişmelere rağmen Japonya için

temel unsurların çok değişmemiş olması gelmektedir. Sovyetler Birliği’nin

dağılmasının ardından Japonya için tehdit unsurunun kalktığı ileri sürülerek, bu

812 İbid, s. 31. 813 İbid, s. 32. 814 Kent E. Calder, “Domestic Constraints and Japan’s Emerging International Role”, Armand Clesse, Takashi Inoguchi, E. B. Keehn and J. A. A. Stockwin (derl.), The Vitality of Japan: Sources of National Strength and Weakness, Houdsmills, Basingstoke, Hampshire and London, Macmillan Press, 1997, s. 195. 815 Http://www.web-japan.org/stat/stats/04DPL22.html, (Erişim Tarihi: 20 Aralık 2004). Sözkonusu internet sitesinde, bu araştırmanın İngiltere’de yerleşik olan Uluslararası Stratejik Çalışmalar Enstitüsü’nün rakamları olduğu ifade edilmektedir. Aynı araştırma, ABD’nin savunma bütçesinin 405 milyar dolar, Rusya’nın 65 milyar ABD Doları ve Çin’in 56 milyar ABD Doları civarında olduğunu ortaya koymaktadır. Bununla birlikte, araştırma, bu devletlerin ardından Fransa’nın 45 milyar ABD Doları, İngiltere’nin 42 milyar ABD Doları ve Almanya’nın ise 35 milyar ABD Doları civarında savunmalarına pay ayırdıklarını göstermektedir.

Page 269: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

259

kapsamda Japonya'nın ABD’nin güvenlik şemsiyesine ihtiyacı kalmadığı ifade

edilmektedir. Bununla birlikte Çin ve Kuzey Kore, Japonya için yeni güvenlik

tehdidi olarak ortaya çıkmaktadır. Yoşida doktrinin ikinci unsuru olan ekonominin

canlandırılması konusunda ise hedeflerin 1960’larda tutturulmuş olması nedeniyle bu

konu gündemden kalktığı ama ekonominin uluslararası alanda pozisyonunu

korumasına yönelik olarak dış politika yeniden yapılandırıldığı ileri sürülmektedir.

Üçüncü konu olan silahlanmanın asgari düzeyde tutulması fikri ise Soğuk

Savaşın bitmesinin ardından bile Sato’nun savunduğu görüşler çerçevesinde aynı

seviyede kalmaya devam etmiştir. Bununla beraber yurtdışına Japon ordusunun

gönderilmesi konusu gündeme gelmiştir. Özellikle 11 Eylül 2001’de ABD’ye

gerçekleştirilen saldırıyı takiben, Japonya’da yurtdışına asker gönderilmesi ve yine

bu çerçevede Anayasa’nın 9. maddesi konusu tartışılmaya başlanmıştır.816 1969’da

Nixon tarafından açıklanan ve Vietnam Savaşı’nın da getirdiği olumsuz etkinin

izlerini taşıyan “Nixon Doktrini” veya “Guam Doktrini” kapsamında, ABD’nin

Soğuk Savaşın yumuşama dönemine girdiği ve iki kutuplu yapının sona erdiği

varsayımıyla müttefiklerin ve dost ülkelerin ABD’nin üstlendiği sorumluluk ve

yükümlülükleri paylaşması gerektiği vurgulanmıştı.817 Bu doktrin esas olarak

Ortadoğu’yu hedef almış ve İngiltere’nin bölgeden 1971’de çekilmesinin ardından

doğacak boşluğun üzerine odaklanmıştır. Bu çerçevede, İran ile Suudi Arabistan’ın

bölgenin güvenliği konusunda yükümlülükleri üstlenmesi talep edilmişti. Bununla

birlikte benzer görüşler Japonya için de geçerli olmuş ve Uzakdoğu’nun güvenliği

konusunda Japonya'nın daha aktif olması istenmiştir. Fakat Japonya, Anayasa’nın 9.

maddesinin böyle bir duruma imkan vermediği gerekçesiyle ABD’nin bu talebini

geçiştirmiştir. 1991’in son günlerinde Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının ardından

1992’de “Barışı Korumaya Yönelik Örgütlenme Kanunu” bağlamında, Japon

askerlerinin barış koruma operasyonlarına katılması Japon Diet’inde kabul edilmiştir.

Bu sayede, Japon askerlerinin Kamboçya, Mozambik, Golan ve Doğu Timor’da

görevlendirilmeleri sağlanmıştır.818 11 Eylül saldırılarının ardından ise yine Diet’te

kabul edilen “Özel Terör Önlemleri Kanunu” sayesinde Japon ordusu Afganistan’a

816 McCormack, “Remilitarizing Japan”, s. 34. 817 Tayyar Arı, Basra Körfezi ve Ortadoğu’da Güç Dengesi: 1978-1996, 2. Baskı, İstanbul, Alfa Yayınları, 1996, s. 70. 818 McCormack, “Remilitarizing Japan”, s. 33.

Page 270: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

260

yönelik operasyona katılmıştır. Son olarak ABD’nin Irak’ı işgali öncesinde, savaşın

meşruiyeti tartışmalı iken Koizumi, ABD’ye koşulsuz destek vermiş ve Bush

tarafından savaşın bittiğine yönelik açıklamadan sonra Diet’teki sert tartışmaların

ardından Ocak 2004’de Japon askerlerinin Irak’ta görevlendirilmesi kabul

edilmiştir.819 Böylece yurtdışına asker gönderilmesi konusundaki tartışmalar, iç

politikada ve toplumda çatlaklar oluşturmasına rağmen özellikle son yıllarda

Koizumi hükümeti, Japon Anayasası’nın 9. maddesine yönelik ABD’nin baskısı

yönünde hareket ederek, Anayasa’yı delmiş ve daha güçlü bir dış politika anlayışı

benimsediğini ortaya koymuştur. 2005’in sonlarında gerçekleşen seçimlerle Koizumi

önderliğindeki LDP, Japon siyasetindeki gücünü arttırmıştır. Bu nedenle,

kamuoyunda tartışmalara ve tepkilere yol açacak olsa bile, Koizumi hükümetinin

2005-2010 yılları arasında dış politikada daha iddialı bir yol izleyeceği tahmin

edilmektedir.

Yoşida Doktrini, günümüze kadar Japonya’nın temel dış politika çerçevesi

olarak kalmaya devam etmişse de, doktrinin unsurlarının her zaman için geçerli ve

değişmez nitelikte olduğu iddia edilemez. Bu doktrinin iki unsuru üzerinde özellikle

formülasyonundan uygulanmasına kadar çeşitli dönemlerde özellikle LDP’nin

içindeki fraksiyonlar tarafından değiştirilmesi yönünde görüşler olduğu ve son

yıllarda bu unsurların yeniden ele alınmasının daha sık bir şekilde dile getirildiği

gözlemlenmektedir. Bunlardan özellikle Japonya'nın kendi savunması konusu

ABD’ye bağımlılığı başta olmak üzere, Anayasa’nın 9. maddesi ve bu bağlamında

savunma harcamalarının arttırılması hususları, Diet’te sürekli bir gerginlik konusu

olmaya devam etmeye devam etmektedir. Bu konuların gelecek yıllarda Japon

kamuoyunda ve hükümet içinde daha çok tartışılacağı ve Anayasa’nın 9. maddesinin

değiştirilmesi yönünde ABD’nin baskısının yanı sıra, hükümet içinden de baskıların

artacağı tahmin edilmektedir. Japon toplumunun reaksiyonu ise 1998’e kadar

kestirilebilir nitelikte olmasına rağmen, 1998 sonrasında Kuzey Kore’nin nükleer

füze sisteminin Japonya’yı vurabileceğinin anlaşılması üzerine muhafazakâr kanat

lehine değişmesi ihtimali güçlü bir ihtimal olarak ortaya çıkmaktadır. Bu olay sonrası

819 İbid, s. 35-39.

Page 271: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

261

yapılan kamuoyu anketleri, Japon toplumunun güvenlik konusunda devletin daha

somut adımlar atmasını desteklediğini göstermektedir.820

b. Asya-Pasifik Politikası

Japon Dışişleri Bakanlığı’nın her yıl düzenli olarak İngilizce yayınladığı Diplomatic

Blue Book (Gaiko Seişo)” başlıklı bir belge bulunmaktadır. Bu kitabın ilk kez

1957’de yayınlanan metninde Japonya’nın dünya politikasındaki rolünün üç temele

dayandırdığı görülmektedir: ABD ile ittifak; BM merkezli diplomasi; ve Asya.821

Japonya'nın Asya’ya ilk olarak ekonomik ardından siyasi yönelimi ancak

1980’ler de gerçekleşmiştir. Bunun başlıca sebepleri arasında Eylül 1985’de Plaza

Anlaşması uyarınca Japon Yeninin ABD Doları karşısında değerinin % 30 artması ve

buna bağlı olarak Japon ürünlerinin ihracat kârının azalması yer almıştır. Bunun

sonucu olarak Japon şirketlerinin maliyetleri düşürmek amacıyla Çin'in yanı sıra

Güneydoğu Asya bölgesi ülkelerinde yatırıma yönelmedikleri görülmüştür. Buna

ilaveten, yine 1980’lerin ortalarından itibaren ABD'nin Japon ürünlerine yönelik

uyguladığı ekonomik baskılar, Asya’nın bir seçenek olarak doğmasını sağlayan en

önemli faktörlerden biri olmuştur. Bu faktörlerle birlikte, Japonya, Asya’ya doğrudan

yabancı yatırım yapan en büyük ülke olmuş ve üretiminin önemli bir bölümünü bu

bölgeye kaydırarak, üretim ağları oluşturmuştur. Ayrıca Japonya'nın dış ticaretinin

önemli bir bölümü yine Asya ile doğrudan bağlantılı hale gelmiştir. Böylece

Japonya, kendi ekonomisi ile bölge ekonomilerini birbirine dolaylı olarak entegre

etmeyi başarmıştır.822

Son yıllarda Japon Dışişleri Bakanlığı’nın sözkonusu belgesinde sadece Asya

üzerinde değil, aynı zamanda Pasifik bölgesine de odaklanıldığı gözlemlenmektedir.

Özellikle Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği Örgütü’nün (APEC) kurulması ile Pasifik

bölgesinin de Japon dış politikasının önemli unsurlarından biri haline geldiği ifade

edilebilir. Japonya'nın Asya politikasının ekonomi politikasının bir parçası olmasının

yanı sıra tarihsel faktörlerden etkilendiği ve 1870’lerden 1945’e kadar Japon

emperyalizminin bölgede yarattığı kötü izlenimden kurtulmaya yönelik olarak

düzenlenmeye çalışıldığı izlenimini vermektedir.

820 Green, Japan’s Reluctant Realism, s. 13. 821 İbid, s. 13. 822 Gilpin, The Challenge of Global Capitalism, s. 267-268.

Page 272: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

262

Japonya, Asya kıtasını coğrafi düzlemde iki alan şeklinde ele almaktadır.

Birinci alan Rusya, Çin, Kore ve Tayvan’dan oluşmaktadır. İkinci alan ise

Endonezya, Filipinler, Malezya gibi devletlerden oluşan Güneydoğu Asya bölgesidir.

Japonya, ilk alanı kendi güvenlik algılamaları ve ekonomik çıkarları nedeniyle

önemsemektedir. İkinci alanı ise yine ekonomik unsurlar hakim olmakla birlikte,

uluslararası politikada yeni bir rol üstlenme arayışı açısından önem kazanmaktadır.

Uzakdoğu Asya’da Rusya, tarihsel olarak bölge üzerinde Japonya gibi

emperyalist politikalara sahip bir devlet olarak ortaya çıkmıştır. Özellikle Çin'in

Mançurya bölgesi, Japonya ile Rusya’nın bu politikalarında önemli rol oynamış ve

bu iki devlet emperyalist politikaları nedeniyle kendi toprakları dışında bu bölgede

savaşmak durumunda kalmışlardır. Japonya’nın kendi coğrafyasının bir parçası

olduğunu iddia ettiği Sahalin adası ile Kuril adaları ise 20. yüzyıl boyunca Japonya

ile Rusya arasında sorun teşkil etmeye devam etmiştir. Bolşevik İhtilali’nin başarıya

ulaşmasının ardından Japon ordusu, Sovyetler Birliği’nin bazı topraklarını işgal

etmiş ve Soğuk Savaş döneminde Japonya için Sovyetler Birliği ve komünist ideoloji

temel bir tehdit olarak görülmüştür. Bu dönemde, ABD’nin güvenlik

düzenlemelerinde Sovyetler Birliği ön plana çıkmış ve Japonya, güvenliğinin ABD

tarafından sağlanması sebebiyle ilave tedbirler alma gereği duymamıştır. Sovyetler

Birliği’nin yıkılması ile birlikte, Japonya ile Rusya arasındaki ilişkiler daha çok ikili

bir nitelik almıştır. Bununla beraber kuzey Sahalin ile Kuril adaları sorunlarına

yönelik olarak çözüm henüz bulunamamıştır.

Rusya dışında Japonya'nın bölge ülkeleri ile ilişkileri Japonya'nın geçmişteki

emperyalist politikaları çerçevesinde gelişmiştir. II. Dünya Savaşı öncesi Japonya'nın

bölgedeki emperyalist politikaları nedeniyle savaş sonrasında bu bölgelerle yeniden

ilişkiye geçmesi sorunlu olmuştur. Bundan dolayı, Japonya, Kore ve Güneydoğu

Asya ülkeleri ile anlaşmalar imzalamış ve geçmişteki politikalarından ötürü bölge

ülkelerinden özür dileyerek, maddi ve manevi tazminat ödemek zorunda kalmıştır.

Çin, Japonya’nın Asya politikası içinde siyasi ve ekonomik ilişkiler açısından

en önemli ülkedir. Çin’e atfedilen bu önem, Japon Dışişleri Bakanlığı’nın resmi

belgelerinde de açık bir şekilde yer almaktadır.823 1933’de başlayan Mançurya işgali

ve 1937’den itibaren Çin'in Japon İmparatorluk Ordusu tarafından işgali, Japon-Çin 823 Japanese Ministry of Foreign Affairs, Diplomatic Bluebook 2004: Japanese Diplomacy and Global Affairs in 2003, Tokyo, Ministry of Foreign Affairs, 2004, s. 45.

Page 273: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

263

ilişkilerini etkileyen en önemli tarihsel olay olarak günümüze kadar etkilerini

sürdürmüştür. Bunun dışında, Tayvan konusu, balıkçılık sorunu ve Senkaku adası

sorununun yanı sıra, Çin'in nükleer silahları ve yine Çin'in silahlanma konusundaki

şeffaf olmayan politikası iki ülke arasındaki sorunlar olarak ortaya çıkmaktadır.

Bununla birlikte iki ülkenin ticari ve mali ilişkilerinin hacmi 18 trilyon Japon Yenini

(168 milyar ABD Doları) geçmiştir. Çin’in 2004’de Japonya'ya ihracatı 10 trilyon

Japon Yenini geçmiş, Japonya'nın ise Çin’e ihracatı 8 trilyon Japon Yenine

yaklaşmıştır.824

Gerçekte Japonya-Çin ilişkileri 1972’ye kadar ABD gölgesinde kalmıştır.825

Bu tarihe kadar ABD, Çin halkının temsilcisi olarak sadece Milliyetçi Çin (Tayvan)

hükümetini tanımış ve BM Güvenlik Konseyi’nde Çin’in temsil hakkının Tayvan’a

verilmesi gerektiğini savunmuştur. Japonya da bu politikayı destekleyeceğini

açıklamıştır. Japonya'nın ABD'ye bu konuda güvence vermesi bağımsızlığını

yeniden kazanmasında önemli rol oynamıştır.826 Ayrıca Japonya, ABD ile imzaladığı

“Karşılıklı Güvenlik Antlaşması”nın yürürlüğe girdiği tarih olan 28 Nisan 1952’de

Çin Halk Cumhuriyeti ile ilişkilerini koparmayı arzu etmemesine rağmen statüsü

hakkında soru işaretleri bulunan Tayvan’ı tanıdığını gösteren bir barış antlaşmasını

imzalamıştır.827 Bu çerçevede, Çin ve Japonya arasındaki ilişkiler Soğuk Savaş

döneminde ABD-Sovyetler Birliği arasındaki ilişkilerine göre şekillenmiştir. ABD

hükümeti 15 Temmuz 1971’de Japon hükümetine sadece birkaç dakika vererek, Çin

ile görüşmelerin başlayacağını açıklaması ise Japonya elitlerinde büyük bir hayal

kırıklığı yaratmıştır.828 1971’in sonlarına doğru Çin Halk Cumhuriyeti, ABD’nin

desteklemesi ile BM üyesi olmuştur. 24 Şubat 1972’de ABD ile Çin arasında

imzalanan “Şanghay Ortak Bildirisi” ile ABD, hem Çin Halk Cumhuriyeti’ni Çin

halkının tek temsilcisi olarak tanıdığını hem de Tayvan’ı Çin'in bir parçası olarak

kabul ettiğini beyan etmiştir. Japonya ise bu tarihten itibaren Asya politikasında ve

özel olarak Çin’e karşı politikasında güvenlik konusu hariç olmak üzere daha serbest

hareket etme imkanını elde edebilmiştir. Buna bağlı olarak Japonya, 29 Eylül

1972’de Çin ile “Şanghay Ortak Bildirisi” adını taşıyan belgeyi imzalamıştır. Bu

824 Http://www.jetro.go.jp/en/news/releases/20050221305-news, (Erişim Tarihi: 25 Mart 2005). 825 Mendl, Japan’s Asia Policy, s. 77-78. 826 Tunçoku, Japonya-Çin Halk Cumhuriyeti İlişkileri, s. 39. 827 İbid, s. 45. 828 Mendl, Japan’s Asia Policy, s. 80.

Page 274: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

264

belgede; Çin ile Japonya arasındaki ilişkinin bu tarihten sonra normalleşmesi

gerektiği ve Japonya'nın “Çin'in tek meşru hükümeti olarak Çin Halk Cumhuriyetini

tanıdığı” belirtilmiş, 8. paragrafında, “Çin-Japonya ilişkilerinin normalleştirilmesi

üçüncü ülkelere karşı gerçekleştirilmemiştir. İki taraf da Asya-Pasifik bölgesinde

hegemon olmayı istememekte ve herhangi bir devlet ya da devletler grubu tarafından

böyle bir hegemonyanın oluşturulmasına karşı çıkmaktadırlar” ifadesine yer

verilmiştir.829

Şanghay Ortak Bildirisi’nin ardından Japonya ile Çin arasındaki siyasi ve

ekonomik ilişkiler ivme kazanmıştır. Gelişen bu ilişkiler neticesinde “Japonya-Çin

Halk Cumhuriyeti Barış ve Dostluk Antlaşması” 12 Ağustos 1978’de 10 yıllık bir

süre için geçerli olacak şekilde imzalanmıştır. Antlaşmanın birinci maddesinin ikinci

fıkrası, tarafların aralarındaki sorunları BM Sözleşmesi’ne uygun bir şekilde ve

barışçıl yollarla çözümü konusunda hareket edeceklerini belirtmektedir. İkinci

maddesi ise tarafların “Asya-Pasifik bölgesinde veya başka bir bölgede hegemonya

kurmaya çalışmayacaklarını, başka bir ülke ya da ülke grubu tarafından böyle bir

hegemonya oluşturulmasına da karşı çıkacaklarını” hükmünü içermiştir.830

1978 sonrası iki devlet arasındaki ilişkiler ekonomik ve siyasi açıdan gelişmiş

olmasına rağmen dönem dönem tarihi düşmanlıkların su yüzüne çıktığına şahit

olunmuştur. Bu tür gerginlikler ise Japonya'nın Asya politikası için ciddi bir tehdit

oluşturmuş ve ekonomik ilişkilerin artan önemine rağmen tarihsel meseleler hâlâ iki

ülkenin ilişkilerini belirleyen faktör olmaya devam ettiğini göstermiştir. 1989’da

Tienanmen’de öğrencilerin daha fazla demokrasi talebiyle ayaklanmalarının şiddetle

bastırılması, Batı Avrupa ve ABD’de Çin’e karşı tepki oluşmasına yol açmıştır. İlk

olarak G-7 ülkelerinin devlet yetkilileri ile Çinli yetkililer arasında görüşmeler askıya

alınmıştı. Bununla birlikte G-7 kararı Japonya tarafından uygulanmamış ve dönemin

ABD Dışişleri Bakanı James Baker tarafından Japonya sert bir dille uyarılmıştı.831

Yine de Japonya, olayları sadece ılımlı bir dille kınamış ve yaptırımların

uygulanması konusunda yavaş davranmıştır. Bu sayede, Japonya, Çin'e uygulanan

ambargoyu delen ilk gelişmiş devlet olarak Çin tarafından takdir edilmiştir.832 Buna

829 Tunçoku, Japonya-Çin Halk Cumhuriyeti İlişkileri, s. 170-171. 830 İbid, s. 173. 831 Mendl, Japan’s Asia Policy, s. 84-85. 832 Nuraniye Hidayet Ekrem, Çin Halk Cumhuriyeti Dış Politikası (1950-2000), Ankara, ASAM Yayınları, 2003, s. 82.

Page 275: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

265

rağmen Japonya'nın dış yardım politikası çerçevesinde Çin'e verdiği yardımları

askıya almıştır. Diğer yandan bazı Japon iş adamlarının olayların bitmesinden on gün

sonra Çin’e geri dönmeleri ise Batı dünyası tarafından “fırsatçılık” olarak

nitelendirilmiştir. Ayrıca Çin'in uluslararası toplumdan tecridi devam ederken,

Japonya'nın dış yardımlarına 1991’de yeniden başlaması Batı dünyasında tepki

yaratmıştır. Çin ise bu jeste karşılık olarak İmparator Akihito’yu Çin’e davet etmiştir.

Bu çerçevede Japonya'nın Kamboçya’ya barışı koruma operasyonuna asker

göndermesini destekleyerek, bölge barışına Japonya’nın katkısını övdüğü

görülmüştür.833

1993’de Japon siyasetinde kısa süreli bir sosyalist iktidarı yaşandı. Bu dönem

sırasında Japon Başbakanı Morihiro Hosokawa ile Dışişleri Bakanı Tsutomu Hata,

Çin'in askeri alanda daha fazla şeffaf olmasını talep ettiler. Hatta, Çin'in bu şeffaflığı

göstermediği gerekçesiyle Diet tarafından yapılacak 75 milyon ABD Doları hibeyi

askıya aldılar. Çin’in ise 1995’de nükleer silah testlerine devam ettiği ve Tayvan

konusunu gündme getirerek, gerginliğin tırmanmasını engellememiştir.834

Kasım 1998’de üst düzey bir Çin yetkilisinin ilk defa Japonya ziyareti Japon

elitleri tarafından oldukça önemli olarak nitelendirilmiştir. Özellikle 31 Ağustos

1998’de Kuzey Kore’nin attığı nükleer füze nedeniyle bu ziyaret Japonya için ayrı

bir anlam kazanmıştır. Komünist Partisi Genel Sekreteri Jiang Zemin’in Japonya’yı

ziyaretine atfedilen öneme rağmen, beklenen “tarihi özür” ifadesinin Çin'in talep

ettiği şekilde düzenlenmemiş olması, Zemin tarafından sert bir şekilde ikili

görüşmelere yansımasına sebep olmuştur. Bu durum, Japonya ile Çin arasında

tarihsel boyutun önemini bir kere daha ortaya çıkarmıştır.

2000’li yılların başlarında ise Japonya, ilk olarak Çin'e yaptığı dış yardımları

gözden geçirmiş ve yardım politikası kapsamında verdiği miktarı arttırmıştır.

MITI’nin planlamaları ile Çin’deki çevre projelerinin dış yardımlarla desteklenmesi

ve bu kapsamda da Japon şirketlerinin bu tür projelerde yer alması hedeflenmiştir.

Bunun yanında karşılıklı bağımlılığı arttıracak projelere yönelik politikaların

geliştirilmesi MITI’nin diğer bir hedefi olmuştur.835 Buna karşılık, Mart 2005’de

Japonya aleyhine gösteriler, çoğunluğu Çin vatandaşı olan 400.000 kişinin

833 Green, Japan’s Reluctant Realism, s. 78. 834 İbid, s. 78. 835 İbid, s. 102.

Page 276: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

266

Japonya'nın BM Güvenlik Konseyi’nde daimi üyeliğine karşı imza toplamasının

ardından başlamıştır. Nisan ayında ise Japon Eğitim Bakanlığı’nın Çin'in yeniden

yazılmasına karşı çıktığı Japon tarih ders kitaplarını yeniden yazılmasını onaylaması

üzerine Çin’deki gösteriler daha da büyümüştür. Japon Başbakanı Koizumi ise

Çin’deki Japon şirketlerinin normal bir şekilde işleyişine devam etmesi ve Japon

vatandaşları ile büyükelçilik ve konsoloslukların korunması konusunda Çin

hükümetini uyarması ve ardından Çin ile tartışmalı olan bölgelerde sondaj

çalışmaları için Japon şirketlerine yetki vermesi üzerine protestolar daha da

yoğunlaşmıştır.836

Japonya'nın Kore ile ilişkilerinde de Çin ile ilişkilerine benzer şekilde tarihsel

boyut ön plana çıkmaktadır. Japonya ile Kore arasında tarihsel düşmanlığın ve Kore

yarımadasında iki hükümetin bulunmasının yanı sıra Japonya'da yaşayan Kore

vatandaşlarının durumu, Japon Denizi ismine Kore’nin itirazı, Takeşima adalarının

statüsü ve buna bağlı olarak balıkçılık sorunları gibi bir dizi sorun bulunmaktadır. İki

ülke arasında ekonomik ilişkiler ise gelişmiş bir seviyededir. Japonya'nın gerek

ihracat gerekse ithalat rakamları açısından Güney Kore üçüncü sırayı almaktadır.

Toplam ticaret hacmi 2004 yılı itibariyle 7.5 trilyon Japon Yenine yaklaşmıştır.

Kore’ye Japon ihracatı 5 milyar Japon Yenine yakın olarak gerçeklemişken,

Kore’den ithalat ise 2.5 trilyon Japon Yeni civarında olmuştur.837

Güney Kore’nin sanayileşme politikaları Japonya'nın emperyalist politikaları

döneminde başlamış ve II. Dünya Savaşı sonrası, yine Japonya'nın ekonomik modeli

Kore’nin ekonomi politikasının çizilmesinde temel alınmıştır.838 Güney Kore, Japon

ekonomisine sağladığı ivmenin yanı sıra, Doğu Asya ekonomilerinin

entegrasyonunda itici bir güç niteliği kazanmıştır.839 Bu durum, Japonya için

arzulanan bir dış politika hedefi olarak ortaya çıkmıştır.

Japonya-Kore ilişkisinde ön plana çıkan ilk konu yarımada üzerindeki iki

hükümete ilişkindir. II. Dünya Savaşı’nın sonunda Japonya'dan alınan Kore’nin

güneyinde Kore Cumhuriyeti adı altında Batılı devletler tarafından bir siyasi yapı

836 Http://www.guardian.co.uk/print/0,3858,5173148-108142,00.html, (Erişim Tarihi: 18 Nisan 2005); Htpp://www.japantimes.co.jp/cgi-bin/makeprfy.p15?nn20050418a1.htm, (Erişim Tarihi: 18 Nisan 2005). 837 Http://www.jetro.go.jp/en/news/releases/20051213109-news, (Erişim Tarihi: 25 Aralık 2005). 838 Suk-man, Hyun-Chin, “Restructuring Revisited”, s. 231, 233. 839 Mendl, Japan’s Asia Policy, s. 68.

Page 277: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

267

kurulmuş ve Sovyetler Birliği’ne denetimde kalan bölgede ise Kore Demokratik

Halk Cumhuriyeti ilan edilmiştir. Japonya ile Kore Cumhuriyeti arasında 22 Haziran

1965 tarihinde Tokyo’da imzalanan dört antlaşmadan biri olan “Temel İlişkiler

Antlaşması”nın 3. maddesinde Japonya'nın Kore Cumhuriyeti’ni Kore’deki “tek

yasal hükümet” olduğunu kabul ettiği yönünde hüküm bulunsa da, “tüm Kore’nin”

tek yasal hükümeti olarak ifade edilmemesi nedeniyle bu durum Japonya'nın Kuzey

Kore ile ilişkilerini koparmak istememesi şeklinde değerlendirilmiştir.840

Öte yandan, Kuzey Kore’nin Nükleer Silahların Önlenmesi Antlaşması’nı

(NSÖ) 1985’de imzalamasına rağmen, antlaşmanın gerektirdiği gerek onaylama

işlemlerini gerekse Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK) tarafından denetim

yapılmasını geciktirmesi ve ardından 1993’de NSÖ Antlaşması’ndan çekileceğini

açıklaması ve Japon Denizi’nde geliştirdiği füzeye yönelik test atışları yaptığına dair

istihbarat haberleri Japonya’nın güvenlik kaygılarını arttırmıştır.841 Bu kapsamda

Japonya 19 Ocak 1960’da ABD ile imzaladığı “Karşılıklı İşbirliği ve Güvenlik

Antlaşması” çerçevesinde Japonya’nın güvenliğini üstlenen ABD’nin devreye

girmesini beklemiştir. Kuzey Kore ile yapılan ikili görüşmeler sonrasında ABD,

Kuzey Kore’nin NSÖ Antlaşması’ndan çekilmesini önlemiş, hatta 1994’de ABD'nin

eski başkanı Jimmy Carter ile Kim İl Sung arasında Cenevre’de bir çerçeve anlaşma

imzalanmıştır. Sözkonusu antlaşma ile Kuzey Kore, nükleer silah üretimine yönelik

hareketlerini durdurmayı ve tesislerinin UAEK tarafından denetimini kabul etmiştir.

Bunun karşılığında ABD, Kuzey Kore’ye yılda 500 bin ton ham petrol göndermeyi

taahhüt etmiştir. Ayrıca Kuzey Kore’de hafif bir su reaktörünün 2003 itibariyle

yapılmasına söz vermiştir. Bu girişim, Kore Enerji Geliştirme Örgütünün (KEDO)

nüvesini oluşturmuştur. 1995’de kurulan bu örgüte Kuzey ve Güney Kore’nin yanı

sıra ABD ile Japonya da üye olmuşlardır.

Japonya ile Kuzey Kore'nin ilişkisi, ABD'nin bu tür müdahalelerine rağmen

inişli çıkışlı bir grafik izlemiştir. ABD’nin çabaları ile ABD ve Japonya arasında

dışişleri ve savunma bakanlarından oluşan “iki artı iki” olarak adlandırılan

840 İbid, s. 64. 841 Hidekazu Sakai, “Continuity and Discontinuity of Japanese Foreign Policy toward North Korea: Freezing the Korean Energy Development Organization (KEDO) in 1998”, Akitoshi Miyashita and Yoichiro Sato (derl.), Japanese Foreign Policy in Asia and the Pacific: Domestic Interests, American Pressure, and Regional Integration, Houdsmills, Basingstoke, Hampshire, New York, Palgrave, 2001, s. 63-64; Mendl, Japan’s Asia Policy, s. 74.

Page 278: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

268

görüşmeler başlatılmış fakat 1998 yazında Kuzey Kore tarafından Japon

topraklarının üzerinden füze geçirilmesinin ardından Japonya, ilk olarak Kuzey

Kore’yi kınadığını açıklamış, ardından da KEDO çerçevesinde Kuzey Kore’de

yapılacak reaktöre yapmayı planladığı mali katkı ile birlikte gıda yardımı ve ikili

görüşmeleri askıya aldığını ifade etmiştir. ABD, Japonya'nın ilişkileri dondurmasının

Kuzey Kore’deki sertlik yanlılarının elini güçlendireceğini bildirmiş, Güney Kore ise

KEDO’nun Kuzey Kore ile müzakere etmek için tek açık pencere olduğunu ve bu

nedenle açık tutulmasının önemini Japonya'ya iletmiştir. Bu girişimlerden sonra,

Dışişleri Bakanlığı ile Diet’te yaşanan görüşmeleri takiben 21 Ekim 1998’de

Japonya, Kuzey Kore’ye KEDO çerçevesinde verilmesi planlanan 1 milyar ABD

dolar tutarındaki mali yardımı onaylamıştır.842

2000’lerin başından itibaren ise ilişkilerin normalleştirilmesi hususunda

Kuzey Kore ile Japonya arasında görüşmeler başlamış, fakat Japon donanmasının

Kuzey Kore donanmasına ait bir gemiyi kendisine ateş ettiği gerekçesiyle batırması

üzerine yine gerginleşmiştir.843 2002 ve 2004’de iki kez Başbakan Koizumi, Kuzey

Kore’nin başkenti Pyongyang’a ziyaretler gerçekleştirmiş ve iki ülke arasındaki

ilişkileri normalleştirme yolunda doğrudan inisiyatifi ele almıştır. Bu kapsamda,

siyasi, askeri ve tarihi konularda görüşmeler yapılmıştır. 17 Eylül 2002’de

gerçekleşen ilk zirve sonrasında “Pyongyang Deklarasyonu” imzalanmış ve “iki

taraf, Kore yarımadasında nükleer silah meselesinin tamamen çözümü için ilgili

uluslararası anlaşmalara uymayı” teyit etmişlerdir.”844 Kore yarımadasının nükleer

silahlardan arındırılması hususundaki görüşmeler daha sonra iki Kore, ABD ve

Japonya’nın yanı sıra Rusya ve Çin'in de dahil olduğu “Altı-Taraf Görüşmeleri” (Six-

Party Talks) ile farklı bir zemine taşınmıştır. Altı taraf görüşmelerinin ilki 27-29

Ağustos 2003’de Pekin’de gerçekleştirilmiştir. Bu tarihten itibaren toplam dört tur

görüşmeler yapılmış845 ve Kore yarımadasının nükleer silahlardan arındırılması

konusunda, Pyongyang ile görüşmelerin arkasında bulunan eski Dışişleri Bakanı

842 Sakai, “Continuity and Discontinuity of Japanese Foreign Policy”, s. 65, 69. 843 Http://www.chinadaily.com.cn/english/doc/2004-05/22/content_332901.htm, (Erişim Tarihi: 5 Ocak 2006). 844 Http://www.mofa.go.jp/region/asia-paci/n_korea/pmv0209/pyongyang.html, (Erişim Tarihi: 10 Aralık 2005). 845 Http://www.mofa.go.jp/region/asia-paci/n_korea/6party/index.html, (Erişim Tarihi: 10 Aralık 2005). 2004 yılında 2 tur görüşme yapılmıştır. İlki 25-28 Şubat 2004, ikincisi ise 23-26 Haziran 2004 tarihlerinde gerçekleştirilmiş olan görüşmelerin sonuncusu 14 Eylül 2005 tarihinde düzenlenmiştir.

Page 279: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

269

Yardımcısı Hitoşi Tanaka 2005 sonu itibariyle çok az ilerleme sağlanabildiğini

bildirmiştir.846

Japonya’nın Asya politikası çerçevesinde diğer önemli bölge ise ASEAN üye

devletler gelmiştir. Brunei, Kamboçya, Endonezya, Laos, Malezya, Myanmar,

Filipinler, Singapur, Tayland ve Vietnam’dan oluşan ASEAN, sadece ekonomik

ilişkiler için değil, aynı zamanda siyasi ilişkiler için de Japonya’nın Asya politikası

bağlamında önem taşımıştır. ASEAN’ın 1967’de kurulmasından önce Japonya

bölgeye yönelmiş ve bölge ülkeleri ile ikili düzeyde tamirat ve özür anlaşmaları

imzalamıştı. Bu anlaşmaların görüşmelerine, Japon Dışişleri Bakanlığı yetkililerinin

yanı sıra zaibatsuların yerini alan keiretsular ile bu şirketlerin temsil edildiği Japonya

Ekonomik Örgütler Federasyonu olan Keidanren, Japon Sanayi ve Ticaret Odası

yetkilileri de katılmışlardır. İkili anlaşmalarda temel alınan yöntem ise Japonya’nın

tazminatı para yerine mal ve hizmet sunarak karşılaması olmuştur.847 Bölge

ülkelerinin bu teklifi kabul etmesi, Japonya'nın bölgedeki ticaretinin gelişimini

olumlu olarak etkilemiştir.848

Japonya’nın ASEAN ile 1973’de kurduğu gayri-resmi ilişkiler, 1977’de

ASEAN-Japonya Forumunun tesisi ile resmi bir boyut kazanmıştır. Japonya,

özellikle ASEAN Bölgesel Forumu (ABF) çalışmalarına ve ASEAN+1, ASEAN+3

(Japonya, Çin ve Güney Kore) toplantılarına gerek başbakan, dışişleri ve ekonomi

bakanları gerekse uzman düzeyinde katılmaktadır. Bunun dışında Japonya-ASEAN

Forumu, Japon-ASEAN İşbirliği ile Japonya-ASEAN Zirvesi diğer önemli

platformları oluşturmaktadır. Daha çok siyasi konuları ele alan ABF, bölgenin

nükleer silahlardan arındırılması, bölgenin güvenliği, terörle mücadele gibi

konularda adım atmaya çalışmaktadır. 1997’de bölgenin nükleer silahlardan

arındırılması hususunda ASEAN üyesi ülkeler arasında imzalanan anlaşma yürürlüğe

girmiştir.849 Ayrıca 1999’da Japonya-ASEAN Dayanışma Fonu, 2000’de ise

Japonya-ASEAN Genel Değişim Fonu kurulmuştur. Kültürel ve gençler arasında

846 Http://www.japantimes.co.jp/cgi-bin/getarticle.pl5?nn20051230f1.htm, (Erişim Tarihi: 29 Aralık 2005). 847 Japonya, 1954’de, Burma, 1953’de Filipinler, 1958’de Endonezya ve 1959’da Güney Vietnam ile resmi anlaşmalar imzalamıştır. Ayrıca Laos ve Kamboçya ile anlaşma yapılmamasına rağmen maddi yardımlarda bulunmuştur. Bunlara ilaveten, Malezya ve Singapur’un İngiliz koloniliğinden kurtulup bağımsız olmalarının ardından 1967 yılında iki ülke ile de resmi anlaşmalar yapılmıştır. Mendl, Japan’s Asia Policy, s. 98. 848 İbid, s. 99. 849 Http://www.aseansec.org/5740.htm, (Erişim Tarihi: 2 Aralık 2005).

Page 280: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

270

değişim programları ile beşeri sermayenin geliştirilmesi konularında Japonya,

ASEAN üyesi ülkelere destek vermeye başlamıştır.850

Ekonomik alanda ise Japonya ile ASEAN üyesi ülkeleri arasında işbirliği

Japonya’nın önemle üzerinde durduğu bir başka konudur. 5 Kasım 2002’de Japonya

ile ASEAN üye ülkeleri arasında “Kapsamlı Ekonomik Ortaklığı” (KEO) ile 8 Ekim

2003’de “KEO için Çerçeve” imzalanmıştır. Bu anlaşmalara göre 2012’de Japonya

ile ASEAN üyesi ülkeler arasında serbest ticaret bölgesi kurulması hedeflenmiştir.

2003 itibariyle ASEAN üyesi ülkeler ile Japonya’nın ticaret hacmi 100 milyar ABD

Dolarını geçmiştir. Japonya’nın bölge ülkelerinden ithalatı 50 milyar ABD Doları

civarında iken, ihracatı 58 milyar ABD dolara ulaşmıştır.851

II. Dünya Savaşı sonrası Japonya'nın Güneydoğu Asya politikası özellikle

yukarıda sayılan “özür ve tazminat anlaşmaları”nın imzalanmasından itibaren

Güneydoğu Asya bölgesindeki ülkelerle ikili düzeyde esas olarak ekonomik

ilişkilerinin geliştirilmesi temelinde yürütülmüştür. Bu çerçevede, Japonya,

Endonezya’nın toplam ihracatının % 30’dan fazlasını gerçekleştirirken, Malezya ve

Singapur ise Japonya’ya ekonomik model olarak bakmışlar ve Japonya'nın bölgede

daha fazla rol almasını savunmuşlardır. Malezya ile birlikte Filipinler ile Japonya'nın

ekonomik ilişkileri daha çok hammadde kaynaklarının alımı üzerine kurulmuştur.

Brunei’nin petrol ve doğal gaza dayalı ekonomisi içindeki Japon payı ise % 30’ları

geçmiştir.852 Bu sayede Japonya, bir yandan kendisine karşı tarihsel düşmanlıkları

azaltmayı başarırken bir yandan da bölge ülkeleri ile ekonomik bağlarını

güçlendirmiştir. Ayrıca 1977’de “Fukuda Doktrini” olarak adlandırılan ve

Güneydoğu Asya ülkelerine yönelik geliştirilen doktrin ile Japonya, askeri bir güç

olmayacağını, ortak Asyalılık bağını dikkate alacağını ve ASEAN üyesi ülkelere eşit

bir ortak olarak davranacağını beyan etmiştir.853

Japonya'nın ASEAN üyesi ülkeler ile daha çok ikili düzeyde geliştirdiği

ekonomik ilişkileri, kendi inisiyatifi ile kurduğu Japonya-ASEAN Forumu sayesinde

850 Http://www.mofa.go.jp/region/asia-paci/asean/relation/overview.html, (Erişim Tarihi: 2 Aralık 2005). 851 Http://www.aseansec.org/5740.htm, (Erişim Tarihi: 2 Aralık 2005). 852 Mendl, Japan’s Asia Policy, s. 100-104. 853 İbid, s.100-104; Charles E. Morrison, “Japan and the ASEAN Countries: The Evolution of Japan’s Regional Role”, Daniel I. Okimoto and Thomas P. Rohlen (derl.), Inside the Japanese System: Readings on Contemporary Society and Political Economy, Standford, California, Standford University Press, 1988, s. 421.

Page 281: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

271

daha aktif bir hale getirme isteği bulunmasına rağmen şimdiye kadarki gelişmeler

ışığında siyasi alanda çok fazla bir ilerleme sağlanamadığı görülmektedir. Diğer

yandan başta Singapur ve Malezya olmak üzere ASEAN üyesi ülkeler (Filipinler ve

Endonezya II. Dünya Savaşı öncesi yaşadıkları Japon emperyalizmi nedeniyle kuşku

ile yaklaşmalarına rağmen), Çin’in bölgedeki gücünün dengelenmesi için

Japonya'nın daha fazla aktif olmasını beklemektedirler.

1990’ların başında MITI’nin başını çektiği ve inisiyatif üstlendiği APEC,

Japonya'nın Asya politikasında kullandığı diğer bir enstrüman olarak öne

çıkmıştır.854 2001 itibariyle Japonya'nın ticaretinin % 70’i ve dış yatırımının

% 41.5’i APEC üyesi ülkelerde gerçekleşmiştir. Fakat APEC’in 1997-1998 Asya

krizinde önemli bir rol üstlenmemesi ve ardından DTÖ’nün Japonya'nın öncelikleri

açısından ön plana çıkması ile APEC’in Japonya için etki ve önemi azalmıştır. 21

üyeli APEC’in oluşumunda Japon etkisi ve inisiyatifi çok belirgin bir şekilde

gelişmiştir. Japonya, Asya-Pasifik bölgesinde ekonomik işbirliğini arttırmayı 1960

ve 1970’lerde hedeflemiş, Pasifik Serbest Ticaret Alanı kurulmasını önermiştir.855

1989’da APEC çerçevesinde ilk bakanlar toplantısı gerçekleştirilmiştir.856 Bu

toplantının ardından 5 yıl sonra “Bogor Deklarasyonu” altında belirlenen hedefler

çerçevesinde, gelişmiş ülkeler arasında 2010’da, gelişmekte olan ülkeler ise 2020’de

serbest ticaret alanının kurulması planlanmıştır.857 1995’de Asya-Pasifik bölgesi

içinde ticaretin liberalleştirilmesine yönelik hedeflerin belirlendiği Osaka Zirvesi’nin

ardından, 1996’da Manila’da gerçekleşen zirvede her ülkenin liberal ticaret için bir

plan hazırlanması kabul edilmiştir. Fakat Japonya hariç, diğer üye ülkelerin

hazırladığı planların yetersiz olması nedeniyle bu konuda bir gelişme

sağlanamamıştır. Bununla birlikte ABD’nin DTÖ’yü öne çıkarması ile APEC

etkisini yavaş yavaş azaltmaya başlamıştır.

854 Green, Japan’s Reluctant Realism, s. 194. 855 İbid, s. 207. 856 C. K. Yeung, “Japan’s Role in the Making of the Asia-Pacific Economic Cooperation (APEC)”, Akitoshi Miyashita and Yoichiro Sato (derl.), Japanese Foreign Policy in Asia and the Pacific: Domestic Interests, American Pressure, and Regional Integration, Houndsmills, Basingstoke, Hampshire and New York, Palgrave, 2001, s. 137. 857 “APEC Sets Busan Roadmap to Achieve Bogor Goals Mid-Way Point in APEC Process Marks Achievements”, Http://www.apec.org/apec/news___media/2005_media_releases /161105_kor_ busanroadmap.html, (Erişim Tarihi: 21 Aralık 2005); “Mid-term Stocktake Progress Towards the Bogor Goals: Busan Roadmap to Bogor Goals”,Http://www.apec.org/apec/news___media/fact_sheets/ BusanRoadmap_BogorGoals.html, (Erişim Tarihi: 21 Aralık 2005).

Page 282: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

272

Asya’da gelişen ekonomik bağlar, Japonya’nın Çin ve Kore’ye yönelik

politikaları için temel bir zemin oluşturmaktadır. Özellikle Japonya-Çin ekonomik

ilişkilerinin boyutunun Japonya'nın ABD ile ekonomik bağlantılarının boyutunu

geçmesinin dış politikaya da yansıyacağı tahmin edilmektedir. Realist paradigmanın

içinde yer alan Nye ve Keohane tarafından geliştirilen “karşılıklı bağımlılık”

teorisinin de ana unsuru devletler arasındaki ekonomik ilişkilerin bir süre sonra

devletleri bağlayıcı hale geleceği ve bu ilişkileri koparmanın riskli olacağına dair

fikirdir. Bununla birlikte 2005 yazında Çin ve Kore’de gerçekleşen gösterilerin ortak

noktası tarihsel düşmanlıklar çerçevesinde Japonya’ya duyulan öfkedir. Bu durum,

gelişen ekonomik bağların tarihsel düşmanlıkları yok etmek için yeterli olmayacağını

ortaya koymakta ve realist paradigmanın bu teorisini sorgulamaya açmaktadır.

Eleştirel teori açısından Japonya'nın Asya politikasının daha tutarlı olduğu

görülmektedir. Cox’un kullandığı güç potansiyellerinden olan kurumsallaşma ve

fikirler Japonya'nın Asya politikasına da uygulanabilir. Bunun yanı sıra, Japonya’nın

ASEAN ile ilişkilerini kurumsallaştırmaya yönelik kurduğu platformlar, APEC

üyeliği ile Kuzey Kore'nin nükleer silahlardan arındırılması hususundaki “Altı-Taraf

Görüşmeleri” gibi bölgesel inisiyatiflerde gittikçe artan oranlarda rol alması önemli

gelişmeler olarak not edilmesi gereken unsurlardır. Yine bu bağlamda, Asya Para

Fonu kurulması yolundaki önerisi Japonya'nın kurumsallaşma ile dolayımlı olarak

kendi gündemini daha fazla ortaya koyabileceği mekanizmalar üretmeye yönelik bir

çaba içerisinde olduğunu ortaya koymaktadır.

Japonya'nın Asya politikası çerçevesinde, Çin’e yönelik politikasının önemi

nedeniyle Çin’in uluslararası topluma daha fazla entegre olması yolunda Japonya

özel adımlar atmıştır. 1990’ların başında Almanya’nın Sovyetler Birliği’ni G-7’ye

dahil ettirmesinin ardından Japonya da Çin’in benzer bir girişimle G-7 üyesi olmasını

savunmuş ve 2000 yılında Okinava’da gerçekleşen G-7 Zirvesi’ne Çin'i davet

etmiştir. Fakat Japonya'nın bu girişimi Çin tarafından reddedilmiştir. Japonya’nın bir

başka girişimi Çin'in DTÖ’ye üye olması yolunda verdiği destek olmuştur. Bu

konuda iki ülke arasında işbirliği sağlanmış ve Çin Japonya’nın desteği ile DTÖ’ye

üye olmuştur.858

858 Green, Japan’s Reluctant Realism, s. 102-105.

Page 283: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

273

Kore ve Çin ile birlikte Japonya'nın Güneydoğu Asya gençlerinin Japonya’da

eğitimi için büyük bütçeler ayırmasını, ileride Asya’da Japon modelinin bu ülkelerde

tekrarlanması ve Japonya'ya daha ılımlı bakan bir yönetici grubun ortaya çıkmasını

sağlamaya yönelik bir çaba olarak görmek mümkündür. Bu kapsamda, Japonya bu

ülkelerin elitleri arasında ilk olarak ekonomik bir ilişki ağının geliştirilmesini

istemektedir. Fakat daha önce de bahsedildiği üzere, kıtadaki ilişkiler henüz

Japonya’nın tahayyül ettiği şekilde gelişmemektedir. Ekonomik ilişkilerin artan

önemine rağmen siyasi ve tarihi konular çok kolay bir şekilde su yüzüne

çıkabilmekte ve taraflar arasındaki ilişkileri olumsuz etkileyebilmektedir. Bu

nedenle, kültürel faaliyetler ile dış yardım politikasını ön plana çıkaran Japonya, bu

politikalardan da beklediği sonucu henüz elde edebilmiş değildir.859 Bölge elitleri

arasındaki ilişkiler hâlâ büyük bir güvensizlik zeminine dayanmaktadır.

Eleştirel teori çerçevesinde Cox’un ileri sürdüğü kuvvet potansiyellerinden

biri maddi yeterliklerdir. Bu bağlamda, Japonya’nın bölge ülkeleri ile ticaretini

geliştirmesi ve yatırımı ile üretiminin önemli bir bölümünü bölgede gerçekleştirmeye

başladığı görülmektedir. Ayrıca 1990’ların sonunda Japon şirketlerinin bölgedeki

yatırım miktarının 100 milyar doları aşması ve bu arada bölgeye 1 milyar ABD

Dolarının üzerinde teknoloji transferi gerçekleştirmesi de dikkate alınması gereken

bir diğer hususu oluşturmaktadır. Bunlara ilaveten, Japon şirketleri bölge ülkelerinde

1 milyondan fazla istihdam yaratmaktadırlar.860 1997’de bölgede yaşanan ekonomik

kriz sırasında, Japonya'nın IMF’nin krize yönelik uyguladığı önlemler ve politika

karşısında eleştirel bir tavır takınması ve IMF’yi sert bir dille uyararak, krizin

etkilerini hafifletmek amacıyla Japonya, bölge ülkelerine yönelik, ilk sene 43 milyar

ABD Doları, ikinci sene 30 milyar ABD Doları civarında yardım paketleri sağlaması

Japonya'nın bölge düzeyinde prestij kazanma girişimleri olarak değerlendirmek

mümkündür.861

859 Akitoshi Miyashita, “Consensus or Compliance? Gaiatsu, Interests, and Japan’s Foreign Aid”, Akitoshi Miyashita and Yoichiro Sato (derl.), Japanese Foreign Policy in Asia and the Pacific: Domestic Interests, American Pressure, and Regional Integration, Houdsmills, Basingstoke, Hampshire, New York, Palgrave, 2001, s. 37-45. 860 Gilpin, The Challenge of Global Capitalism, s. 270-271. 861 Japonya'nın ABD büyükelçisi Kunihiko Saito’nun Nixon Center’de 20 Ekim 1998’de US-Japan Relations başlıklı konuşması, Http://www.nixoncenter.org/publications/Program%20Briefs/ Vol4no15saito.doc, (Erişim Tarihi: 14 Temmuz 2005).

Page 284: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

274

Eleştirel teori çerçevesinde Japonya'nın Asya’da arzu edeceği ve elitler

arasında bir dayanışma bağını ortaya çıkaracak böyle bir yapının ortaya çıkmasının

bahsedilen politikaların bu amaca yönelik bilinçli şekilde planlanması ve

uygulanması anlamına gelmediği söylenmelidir. Fakat bu politikaların sonucunun

doğal olarak gelecekte Japon siyasetine olumlu yansıyacağı açıktır. Bununla beraber

anakarada yer alan Rusya’nın petrol ve doğalgaz gibi enerji kaynakları ihracına bile

dayansa ekonomisini güçlendirmeye başlaması ve Sovyetler Birliği zamanında sahip

olduğu ideolojik çekim merkezi olma özelliğini bugün tarihsel, ekonomik ve kültürel

faktörler aracılığıyla Orta Asya’da devam ettirmesi önemlidir. Orta ve Doğu Avrupa

ile Baltık devletleri üstündeki etkisini Avrupa Birliği aracılığıyla Almanya’ya

kaptıran Rusya’nın yakın dönemde Gürcistan ve Ukrayna’da gerçekleşen ve sadece

elitlerin değişimine işaret eden devrimler ile ABD’nin etkisini kendi “arka

bahçesinde” güçlendirmesine karşı koyamadığı görülmektedir. Bununla birlikte

Rusya ile Çin’in gittikçe Gramşici anlamda hegemonik bir güç olma hevesinin

belirginleşmesi, Japonya’nın alt-hegemon olma yolundaki en büyük sorunlarından

birini oluşturmaktadır. Yakın bir gelecekte bu iki devletin Japonya’nın Asya

politikası yoluyla bölgede hegemonik bir yapı kurmasına meydan okuyacakları

açıktır. Zaten Rusya ve Çin’in inisiyatifi ile geliştirilen “Şanghay Beşlisi” ve daha

sonra “Şanghay İşbirliği Örgütü” adını alan süreç, ABD’nin küresel hegemonyasına

karşı bir oluşum olmasının yanı sıra, ABD’nin hegemonik politikalarına destek veren

ve Asya kıtasında alt-hegemon olarak nitelendirilebilecek Japonya’nın politikalarının

da muhtemelen karşısında yer alınmasını beraberinde getirecektir.

c. Çoktaraflı Örgütler

Sivil güç teorisinin en önemli yönlerinden birini teşkil eden çoktaraflı örgütlere

üyelik ve bu örgütler ile yakın ilişkide bulunmak, diğer unsurların yanında Japonya

açısından geçerli bir duruma işaret etmektedir. Bundan kaynaklanan nedenlerle

Maull, geliştirdiği sivil güç teorisini sadece Almanya’ya değil, aynı zamanda

Japonya’ya da uyarlamıştır.862 Japon dış politikasının temel özelliklerinin belirtildiği

“Diplomatic Bluebook” adlı kitapta BM başta olmak üzere çoktaraflı örgütlerin

çalışmalarının da bu kapsamda değerlendirildiği görülmektedir. Asya’da kurulan

862 Maull, “Civilian Powers”.

Page 285: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

275

çoktaraflı örgütlerin dışında, Japonya temel olarak BM, G-8, IMF ve Dünya Bankası

ile DTÖ’ye odaklanmaktadır.863

Japonya'nın çoktaraflı örgütlere desteği global ölçekten ziyade bölgesel

düzeyde gerçekleşmektedir. Japonya'nın “Asya Politikası” adlı bölümün

incelenmesinden anlaşılacağı üzere, ASEAN ve ASEAN ile bağlantılı forumların

yanı sıra, APEC, Japonya için bölgesel planda öne çıkan çoktaraflı örgütlerdir. 1990-

1991 arasında yaşanan I. Körfez Krizi sırasında BM’in uluslararası politikada ortaya

çıkan önemi ile bağlantılı olarak BM, tekrar Japon dış politikası açısından daha ciddi

bir şekilde ele alınmaya başlanmıştır. BM, Japonya ve Japon politikacılar için her

şeyden önce bir prestij alanı olarak değerlendirilmektedir. 1945 yılında imzalanan

BM Sözleşmesi’nin 53, 77 ve 107. maddelerinde Japonya adını doğrudan anmasa da,

Japonya'nın ima edilmesi, Japon elitleri tarafından önemsenmektedir. Bu çerçevede,

Japonya'nın uluslararası topluluğa yeniden katılması ve uluslararası alanda imajının

düzeltilmesi hedeflenmektedir. BM çatısı altında faaliyetlere katılmanın getireceği

prestijin değerli olacağından hareket eden Japon bürokrasisi, “güvenilir müttefik”

olarak nitelendirilmenin yolunun bu türden BM tarafından meşruiyeti sağlanan

uluslararası barışı koruma faaliyetlerine katılmadan geçtiğini düşünmektedir.864

Ayrıca BM’nin ortak güvenlik mekanizmasına dahil olmanın ABD’nin yanı sıra ek

bir güvenlik katkısı sağlayacağı hesaplanmıştır. Özellikle bu durum ABD’nin

Japonya’ya danışmadan Çin ile geliştirdiği ilişkiler nedeniyle sarsılan güven

açısından önemli olarak nitelendirilmektedir. Bunun yanı sıra Japonya, çoktaraflı

örgütler aracılığıyla kendi gündemini etkili bir şekilde dünya kamuoyu ile

paylaşabileceğini ve hatta onların desteğini alabileceğini de hesaplamaktadır.

Çoktaraflı örgütlerle ilişkiler, Japon elitleri tarafından Uzak Doğu Asya ile

Güneydoğu Asya’da liderlik rolünü kolaylaştırıcı olacağı şeklinde

değerlendirilmektedir.

Eylül 2002’de BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın BM Genel Kurulu’na

sunduğu “BM’nin Güçlendirilmesi: Daha İleri bir Değişim için Gündem” adlı

raporda BM’nin iç idaresinin daha düzgün bir şekilde çalışmasına yönelik

önerilerinin yanı sıra, BM Genel Kurulu, Genel Sekreteri ile Güvenlik Konseyi’nin

863 Japanese Ministry of Foreign Affairs, Diplomatic Bluebook 2003: Japanese Diplomacy and Global Affairs in 2002, Tokyo, Ministry of Foreign Affairs, 2003. 864 Green, Japan’s Reluctant Realism, s. 196.

Page 286: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

276

işleyişinde gerekli reform önerilerini iletmiştir. Japonya da BM’nin kurulduğu yıl

sadece 51 üyesi olduğunu, bu rakamın 2003’de ise 191’e ulaştığını ileri sürerek, bu

nedenle BM’de değişikliğin gerektiğini ileri sürmüştür. Buna örnek olarak Japonya,

1965’de BM Güvenlik Konseyi’ndeki geçici nitelikteki üye sayısının 6’dan 10’a

çıkarılmasını vermiştir. Bunlara ilaveten Japonya, Soğuk Savaş sırasında oluşan

BM’nin bu yapısının değişen uluslararası ortama göre uyarlanması gerektiğini

savunarak, BM Güvenlik Konseyi’nin yapısında değişiklik önermiştir. Japonya,

uluslararası toplumun BM’nin kurulduğu zamanki ihtiyaçlardan daha fazlasını talep

ettiğini ve bu bağlamda BM’nin işleyişinde bu yeni ihtiyaçların dikkate alınmasını

talep etmiştir. Son olarak BM’de reform çalışmaları sırasında 1994’da başlayan

Güvenlik Konseyi’nde reform çalışmalarının hızlı bişr şekilde bitirilmesini

savunmuştur. Japonya, bu bağlamda, kendisinin daimi üye olarak Güvenlik

Konseyi’nde yer alması gerektiğini beyan etmiştir.865 Japonya'nın bu talebi ABD’ce

desteklenmiş ve özellikle Bush ile Koizumi arasındaki görüşmelerde bu destek

sürekli bir şekilde teyit edilmiştir.866

Japonya'nın ABD’nin desteğini almasına yönelik çabasının yanında,

Almanya, Brezilya ve Hindistan ile bir platform oluşturmuşlar ve “Grup 4” olarak

adlandırılan bu ülkelerin hepsi BM Güvenlik Konseyi’nde daimi üye olmalarını talep

etmişlerdir. 21 Eylül 2004’de dört ülkenin liderlerinin yaptığı toplantıda;

“Genel Kurulun üye devletlerin iradesini yansıtması sebebiyle canlandırılması, sosyal ve ekonomik alanlardaki BM ajansları ile organlarının acil sorunlara karşı etkili bir şekilde hareket etmesi için etkinliğinin arttırılması, Güvenlik Konseyi’nin 21. yüzyılda uluslararası toplumun gerçeklerini yansıtması, uluslararası barışı ve güvenliği sağlama konusunda iradesi ve kapasitesi olan üye devletlerin daimi bir temelde sorumluluklar üstlenmesini sağlayacak şekilde yeni üyelerin alınması, gelişmekte ve gelişmiş üye devletlerde dahil olmak üzere Güvenlik Konseyi’nin daimi ve geçici nitelikteki üye sayısının arttırılması, bu kapsamda Güvenlik Konseyi’nde daimi üyelik için Brezilya, Almanya, Hindistan ve Japonya'nın yasal adaylar olduğu ve son olarak Afrika’nın da daimi bir temsil hakkına sahip olduğu”

865 Japanese Ministry of Foreign Affairs, Diplomatic Bluebook 2003, s. 128-129. 866 Http://www.mofa.go.jp/region/n-america/us/meet0409.html, (Erişim Tarihi: 21 Mart 2005).

Page 287: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

277

şeklinde karar alınmış ve uluslararası toplumdan destek istemişlerdir.867

ABD desteği ile Grup 4’ün diğer üyelerinin güçlü desteklerine rağmen Çin,

Japonya'nın Güvenlik Konseyi’nde daimi bir statüye sahip olmasına sıcak

bakmamaktadır. Ayrıca Mart 2005’de Çin’deki Japon karşıtı gösterilerin kaynağında

Japonya'nın bu talebine karşı Çin vatandaşları tarafından 400.000’den fazla imza

toplanması ve ardından gösteriler düzenlenmesi, Çin halkının bu öneriye şiddetli bir

direnç göstereceklerini ortaya koymaktadır.

Japonya'nın çoktaraflı örgütlere yönelik politikalarının bir ayağını G-7/G-8

oluşturmaktadır. ABD, Japonya, Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya, Kanada ve en

son 1998’de Rusya’nın katılmasıyla oluşan G-8, gelişmiş devletlerin liderlerinin

katıldığı zirve toplantıları ile gayri-resmi bir temelde yürütülmektedir. 1975’de

Fransa’da ilk kez toplanan bu oluşum daha sonra süreklilik kazanmıştır. Her yıl G-8

üyesi devletlerin bir şehrinde gerçekleştirilen zirveleri uluslararası politikada güncel

sorunları ele almakta ve çözüm önerilerini tartışmaktadır. Bu bağlamda, Japonya,

G-7/G-8 zirvelerini kendi gündemi için önemli olarak nitelendirmektedir. Özellikle

Kuzey Kore’nin nükleer silah konusundaki adımlarını gündeme taşımakta ve bu

konuda G-7/G-8 desteğini aramaktadır. 2005’de gerçekleştirilen Gleneagles

Zirvesi’nde “Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi” başlıklı açıklamanın 16.

paragrafında doğrudan Kuzey Kore imzalamış olduğu “Nükleer Silahların

Yayılmasının Önlemesi Anlaşması”nın kurallarına uymaya çağrılması ve bu

bağlamda “Altı-Taraf Görüşmeleri”ne verilen desteğin yinelenmesi Japonya için bir

deste anlamına gelmektedir.868

Japonya'nın önem atfettiği bir başka çoktaraflı örgüt ise DTÖ’dür. Japonya,

GATT olarak başlayan ve 1994’de sonuçlanan “Uruguay Görüşmeleri”nin ardından

kurulan DTÖ’nün dünyada serbest ticarete yönelik katkı sağlamasını beklediğini

ifade etmektedir. GATT bağlamında özellikle Tokyo ve Uruguay Görüşmeleri ile

gümrük tarifelerinin dışında ticaret sektörünün yanı sıra dünya ticaretinin önündeki

engellerin kaldırılmasının gündeme gelmesi, Japonya’nın bir “ticari ulus” olması

sebebiyle olumlu olarak karşılamakta ve bu süreci desteklemektedir.869 Yine ticaret

867 Http://kantei.go.jp/foreign/koizumispeech/2004/09/21statement_e.html, (Erişim Tarihi: 18 Mart 2005). 868 Http://www.fco.gov.uk/Files/kfile/PostG8_Gleneagles_CounterProliferation.pdf, (Erişim Tarihi: 21 Aralık 2005). 869 Http://www.mofa.go.jp/policy/economy/wto/round0210.html, (Erişim Tarihi: 21 Mart 2005).

Page 288: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

278

ile bağlantılı olarak Japonya, 2001’den beri sürdürülen DTÖ kapsamındaki “Doha

Kalkınma Gündemi”ne özel bir önem verdiğini dile getirmektedir. Bunun nedenleri

arasında, sözkonusu gündemin dünyanın ekonomik bloklar şeklinde bölünmesini

önleyecek bir mekanizma olarak algılanması ile gelişmekte olan devletlerin

çoktaraflı ticaret ve yatırım sistemine entegre edilmelerinin sağlanması arzusu yer

almaktadır. Bunlara ilaveten, Japonya’nın GSYİH’sının % 60’ından fazlasının

hizmetler sektöründen gelmesi sebebiyle Japonya’nın DTÖ kapsamında hizmetler

alanındaki ileri düzeyde liberal politikaların benimsenmesini de desteklediği

görülmektedir.870 Son olarak DTÖ, Japonya'ya karşı gelişmiş devletlerin uygulamaya

koydukları ticareti engelleyici hükümleri önlemek için gerekli mekanizmayı

sağladığı gerekçesiyle desteklemektedir.871

Japonya’nın çoktaraflı örgütlerle ilişkisinin kısıtlı bir alanda geliştiği ve

burada özellikle yine bölgesel politikaları bağlamında çoktaraflı örgütlere yöneldiği

görülmektedir. Bunun sebepleri arasında Japonya'nın Asya kıtasını daha öncelikli

algılaması ve politikalarını buna göre yönlendirmesi ile global düzeyde aktif politika

üstlenme konusunda çekimser olması sayılabilir. Irak’ın işgalinin ardından ABD’ye

BM çerçevesinde verdiği destek, bu konuda bir değişim ihtimali olduğuna dair

işaretler vermektedir. Yine de, güncel gelişmeler ışığında değerlendirildiğinde böyle

bir tutum ancak zaman içerisinde yavaş yavaş ortaya çıkabilecektir.

5. Japonya ile ABD arasındaki İlişki (Alt- Hegemon ile Hegemon İlişkisi)

Japonya-ABD ilişkileri, Almanya-ABD ilişkilerine benzer şekilde karmaşık bir ağ

ilişkisi özelliği göstermektedir. Bu ilişkinin tarihi, iktisadi ve mali boyutları olduğu

kadar siyasi, sosyal ve güvenlik boyutları da bulunmaktadır. Bununla beraber ABD

ile “ortaklık ilişkisi”nin kendisi aynı zamanda Japon dış politikası için temel bir

hedef olarak ortaya çıkmaktadır. ABD ile “ortak değerleri” paylaştıklarını belirten

Japon Dışişleri Bakanlığı yetkilileri, bu ilişkinin ekonomik ve güvenlik alanlarında

devam ettirilmesinin Japon çıkarları ve Asya-Pasifik bölgesi için gerekli olduğunu

ileri sürmektedirler.872

870 Http://www.mofa.go.jp/policy/economy/wto/round0210.html, (Erişim Tarihi: 21 Mart 2005). 871 Http://www.mofa.go.jp/announce/announce/2004/9/0901.html, (Erişim Tarihi: 21 Mart 2005); Http://www.mofa.go.jp/announce/announce/2003/11/1111.html (Erişim Tarihi: 21 Mart 2005). 872 Japanese Ministry of Foreign Affairs, Diplomatic Bluebook 2004: Japanese Diplomacy and Global Affairs in 2003, Tokyo, Ministry of Foreign Affairs, 2004, s. 80.

Page 289: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

279

Japonya’nın II. Dünya Savaşı sonrası dış politikasının, özellikle Asya ülkeleri

ile ilişkilerinin ABD’nin dış politikasının bir yansıması olarak geliştiği görülmüştür.

Böylece Japon dış politikası temel olarak 1952 sonrası bağımsız bir şekilde hareket

edebilme yeteneğine kavuşmuşsa da, gerçekte, ABD’nin dış politikasının çizgisinin

devamı şeklinde gelişmiştir.873 Japon dış politikasının bu özelliği ABD başkanı

Nixon’un 1972’de Pekin’i ziyaretine kadar değişmeden sürmüştür. ABD’nin

Japonya’ya danışmadan ve haber vermeden bu ziyareti gerçekleştirmesi ve ardından

Çin’i tanıması, Japon elitinde şok etkisi yaratmıştır. Hatta Eisaku Sato hükümeti bu

olayın ardından iktidardan düşmüştür. Bu durum karşısında Japonya, daha bağımsız

bir dış politika anlayışı geliştirmeye çalışmıştır.874 ABD’den bağımsız bir dış

politika anlayışı geliştirmeye çalışmasına rağmen Japonya, özellikle Kuzey Kore’nin

nükleer silah geliştirmesi ve Çin’in askeri gücü nedeniyle güvenlik politikalarında

ABD’ye dayanmaya devam etmesini zorunlu hale getirmiştir.

II. Dünya Savaşı sonrası güvenlik ilişkisi Japonya ile ABD arasındaki en

önemli konuların başında gelmiştir. 8 Eylül 1951’de San Francisco’da imzalanan

“Japonya ile Barış Antlaşması”nın 3. bölümünün 5. ve 6. maddeleri “Güvenlik” ile

ilgili düzenlemeleri içermiştir. 5. maddenin 1. paragrafında, Japonya, BM

Sözleşmesinin 2. maddesine atıfta bulunmuş ve bu kapsamda yer alan

yükümlülüklere uymayı taahhüt etmiştir. Aynı maddenin 2. paragrafında ise ittifak

devletlerinin Japonya ile ilişkilerinde BM Sözleşmesi’nin 2. maddesine dikkat

edeceklerini teyit etmişlerdir. Ayrıca yine aynı maddenin 3. paragrafı ise Japonya’nın

bağımsız bir devlet olarak BM Sözleşmesi’nin 51. maddesine göre bireysel ve toplu

meşru müdafaa hakkının olduğu ve Japonya’nın gönüllü olarak kolektif güvenlik

düzenlemelerine girebileceği ittifak güçleri tarafından kabul edilmiştir. Antlaşmanın

6. maddesi ise işgal kuvvetlerinin Japonya’dan çekilme işlemleri ve Japon

askerlerinin geri dönüşü ile ilgili olarak düzenlenmiştir.875

Japonya ile ABD arasında aynı tarihte imzalanan ve 28 Nisan 1952’de

yürürlüğe giren diğer bir antlaşma ise toplam 5 maddeden oluşan “ABD-Japonya

Karşılıklı Güvenlik Antlaşması” olmuştur. Antlaşmanın dibacesinde, Japonya’nın

873 Tunçoku, Japonya-Çin Halk Cumhuriyeti İlişkileri, s. 3. 874 Mendl, Japan’s Asia Policy, s. 33. 875 Antlaşma metni, Wolf Mendl’den Japan’s Asia Policy: Regional Security and Global Interests başlıklı kitabının “ekler” bölümünden alınmıştır. Mendl, Japan’s Asia Policy, s. 173-174.

Page 290: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

280

aynı gün Müttefik Kuvvetlerle bir barış antlaşması imzaladığı ve antlaşmanın

yürürlüğe girmesiyle silahsızlanan Japonya'nın meşru müdafaa hakkını

kullanamayacağı belirtilmiştir. Ayrıca dünyadan henüz “sorumsuz militarizmin”

silinmemesi nedeniyle Japonya'nın “ABD’nin askeri gücünü Japonya lehine

kullanmasını öngören bir güvenlik antlaşması arzuladığı” ifade edilmiştir. Bu

antlaşmanın 1. maddesine göre “Japonya ABD'nin kara, deniz ve hava kuvvetlerinin

Japon toprakları üzerinde konuşlanmasını kabul etmiştir.” ABD’nin Japonya'daki bu

askeri kuvvetler sadece Japonya'ya gelebilecek bir saldırıda değil, aynı zamanda

Japonya'nın talebi olması halinde, “dış güçlerin kışkırtmasıyla başlamış olan iç

isyanları ve ayaklanmaları bastırmak için de kullanması” öngörülmüştür.

Antlaşma’nın 2. maddesinde, Japon toprakları üzerinde ABD’nin onayı olmadan

başka bir güce askeri üslerin kullandırılması, “manevra yapılması”, “geçiş hakkı

verilmesi” ya da “benzeri haklar ve yetkiler tanınması” kabul edilmeyeceği

vurgulanmıştır. 4. madde ise BM çerçevesinde “Japonya ve bölgenin uluslararası

barış ve güvenliğini sağlayacak bireysel ve kolektif düzenlemeler yapması

durumunda antlaşmanın feshedilebileceğini” öngörmüştür.876

19 Ocak 1960’da Washington’da ABD ile Japonya arasında imzalanan

“Karşılıklı İşbirliği ve Güvenlik Antlaşması”nın dibacesinde, BM Sözleşmesi’ne

atıfta bulunularak, BM Sözleşmesi’nin amaç ve ilkeleri ile yine aynı sözleşmede yer

alan meşru müdafaa hakkından bahsedilmiştir. Antlaşmanın 1. maddesi, tarafların

BM Sözleşmesi’nde belirtildiği üzere, uluslararası sorunları barışçıl yollardan

çözülmesi ve güç kullanımı veya tehdidinden kaçınmalarını üstlenmelerini

sağlamıştır. 2. madde çerçevesinde, tarafların barışçıl ve dostane uluslararası

ilişkilerin geliştirilmesine yönelik olarak demokratik kurumların güçlendirilmesine

katkıda bulunmalarını, 3. maddesinde ise tarafların anayasalarına tabi olarak silahlı

bir saldırıya karşı koymak için “sürekli ve etkili kendi kendine yardım ile karşılıklı

yardım” bağlamında bireysel olarak veya birbirleriyle işbirliğini öngörmüştür.

Sözkonusu Antlaşma’nın 4. maddesinde, “Japonya’nın güvenliği veya Uzak Doğu’da

uluslararası barış ve güvenlik tehdit edildiği” zaman, tarafların birbirlerine

danışmaları düzenlenmiştir. Karşılıklı İşbirliği ve Güvenlik Antlaşması’nın en

önemli maddeleri 5. ve 6. maddeleri olmuştur. 5. madde, Japonya’nın idaresi 876 Antlaşma metninin tercümesi, Tunçoku’nun Japonya-Çin Halk Cumhuriyeti İlişkileri adlı kitabından alınmıştır. Tunçoku, Japonya-Çin Halk Cumhuriyeti İlişkileri, s. 145-146.

Page 291: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

281

altındaki topraklara karşı saldırıyı her bir taraf, kendisine karşı yapılmış olarak

görülmesini ve bunun için, bu silahlı saldırının ve alınan önlemlerin BM

Sözleşmesi’nin 51. maddesi çerçevesinde Güvenlik Konseyi’ne bildirilmesi ile BM

Güvenlik Konseyi’nin uluslararası barışı ve güvenliği koruyacak gerekli önlemleri

alması halinde daha önce alınan önlemlerin durdurulmasını düzenlemiştir. 6.

maddede ise “Japonya’nın güvenliği ile Uzak Doğu’da uluslararası barışın ve

güvenliğin korunmasına katkıda bulunmak için ABD’nin Japonya’daki kara, hava ve

deniz kuvvetlerinin tesislerini ve alanlarını kullanması hakkı tanınmıştır.” Bahsedilen

antlaşmanın 7. maddesinde ise bu Antlaşmanın BM Sözleşmesi’nde belirtilen hakları

ve yükümlülüklerini veya BM’nin uluslararası barış ve güvenlik sorumluluklarını

etkilemeyeceği ifade edilmiştir.877

17 Nisan 1996 tarihli “Güvenlik Hususunda Japonya-ABD Ortak

Deklarasyonu - 21. Yüzyıl için İttifak” adlı belge ile iki ülke arasındaki güvenlik

ilişkilerinin Soğuk Savaş süresince Asya-Pasifik bölgesinde barış ve istikrar getirdiği

ve bu yükü iki devletin halklarının üstlendiği belirtilerek, iki devletin “özgürlüğün

korunması, demokrasi ve insan haklarına saygı” bağlamında işbirliğinin devam

edeceği vurgulanmıştır. Deklarasyonun “Bölgesel Manzara” kısmında, global

düzeyde bir silahlı çatışma olasılığının gerilediği fakat Kore yarımadasındaki askeri

kuvvetlerin fazlalığı, nükleer silahlar ile toprak sorunlarının Asya kıtasının

karşılaştığı en önemli sorunlar olduğu belirtilmiştir. Deklarasyonda ayrıca 1965

tarihli Antlaşma’ya atıfta bulunularak, temel noktaların bu Antlaşma’da düzenlendiği

ifade edilmiştir. Bunlara ilaveten, Japonya’nın 1995’de açıkladığı “Ulusal Savuma

Programı Ana Hatları”, Soğuk Savaş sonrası Japon Meşru Müdafaa Kuvvetleri’nin

uygun savunma kapasitesine sahip olmasını belirlemesine rağmen, 1965 tarihli

Antlaşma’nın Japonya’nın güvenliğini garanti altına alan bir belge olarak kabul

etmeye devam etmiştir.878

Güvenlik sorunu, ABD ile Japonya arasında karmaşık ilişkiler ağının en

önemli unsurları arasında yer almaktadır. Japonya için kısa dönemde Kuzey Kore,

uzun dönemde Çin en önemli tehdit olarak belirmektedir. 1998’de Kuzey Kore’nin

füze denemesi, Japonya’nın bu güvenlik kaygısını ortaya koymaktadır. Bu nedenle,

877 Antlaşma metni, Mendl’den Japan’s Asia Policy: Regional Security and Global Interests adlı kitabının ek bölümünden alınmıştır. Mendl, Japan’s Asia Policy, s. 167-168. 878 Http://www.mofa.go.jp/region/n-america/us/security/security.html, (Erişim Tarihi: 12 Mart 2005).

Page 292: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

282

ABD’nin inisiyatifi ile Cenevre görüşmelerinin yapılması ve ardından “Altı-Taraf

Görüşmeleri”nin başlatılması, ABD’nin Japonya’nın güvenliği konusundaki önemini

göstermektedir. Buna karşılık ABD, Japonya’dan güvenlik konularında özellikle

uluslararası politika açısından daha aktif bir tutum benimsemesini talep etmektedir.

Japonya ise Almanya gibi ABD’nin askeri katkı yapmasını talep ettiği uluslararası

kriz durumlarında genellikle “çek diplomasisi”ne başvurduğu görülmektedir.

Japonya, I. Körfez Krizi (1990-1991) sırasında ABD’nin asker talebine karşı Japon

Anayasası’nın 9. maddesi çerçevesinde asker göndermesinin mümkün olmadığını

ABD’ye bildirmiştir. Fakat ikili ilişkilerde sorun yaşanmaması amacıyla, 12-15

milyar ABD Doları arasında bir parayı ABD’nin savaşını finanse etmek için

kullanmıştır.879 II. Körfez Krizinde ise insani yardım adı altında Irak’ta siyasi

düzenin sağlanması amacıyla askeri birliklerini Irak’a göndermesi Japon

Anayasası’nın 9. maddesi çerçevesindeki tartışmayı daha da alevlendirmiştir.

Yakın gelecekte anayasanın 9. maddesinin değiştirilmesi konusunun daha çok

gündeme geleceği anlaşılmaktadır. Özellikle genç politikacılar arasında yapılan

anketler, sözkonusu maddenin revizyonuna sıcak bakıldığını ortaya koymaktadır.

Fakat bu revizyonun gerek iç politikada gerekse bölgesel ölçekte çok büyük tartışma

yaratacağı açıktır. İç politikada anayasanın değiştirilmesine karşı olan kitlelerin

sonuçta Japon elitlerinin vereceği karara saygı ile karşılamaları muhtemeldir. Diğer

yandan Çin ve Güney Kore böyle bir revizyona şiddetle karşı çıkacaklardır. Bu

durumda bölgesel güvenliğin tehdit edileceği ve ilişkilerin gerginleşeceği muhtemel

bir gelişme olarak değerlendirilebilir. ABD’nin ise yine bu süreçte taraflar arasında

inisiyatifi ele alarak politika geliştireceği ve Altı-Taraf Görüşmeleri”ne benzer

platformların devreye sokulabileceği düşünülebilir.

ABD ile güvenlik konusundaki ittifak hâlâ Japonya'nın dış politikası

açısından temel olma özelliğini korumaktadır. Güvenlik konusunda ABD ile

yaşanabilecek bir sıkıntı, Japon elitlerine göre kendi güvenliklerini tehdit edeceği

gibi, gerek bölgede gerekse dünyada Japonya’ya karşı bakışın değişmesi ihtimalini

de beraberinde getirebilecektir. Bununla birlikte 1972’de Nixon’un Japonya’ya haber

vermeden Çin ile gizlice yürüttüğü diplomasi Japon elitleri ile Japon toplumunda

yarattığı soru işaretleri hâlâ hafızalardadır. Benzer şekilde Sovyetler Birliği’nin 879 Chai, “Entrenching the Yoshida Defense Doctrine”, s. 393; Green, Japan’s Reluctant Realism, s. 17; McCormack, “Remilitarizing Japan”, s. 31.

Page 293: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

283

yıkılmasının ardından Rusya’ya Japonya'nın ekonomik yardımı konusunda ABD’nin

sert uyarıları Japon elitleri tarafından endişeyle değerlendirildiği görülmektedir. Bu

olayların ardından Japon politikasında bilhassa LDP içinde Japonya'nın güvenliğinin

kendisi tarafından sağlanması yolunda görüşler artık ciddi taraftar toplamaya

başlamakta ve bu kapsamda anayasanın 9. maddesinin revizyonu daha fazla bir

şekilde gündeme gelmektedir.

ABD ile Japonya arasında güvenlik ilişkileri kadar diğer bir önemli unsur

ticari ve mali boyutları bulunan ekonomik ilişkilerdir. 2004’de ABD ile Japonya

arasındaki ticaret hacmi 20 trilyon Japon Yenini aştığı ve ABD’ye 13.7 trilyon Japon

Yenlik ürün ihraç ettiği istatistiklerden ortaya çıkmaktadır Bunun yanı sıra, 6.7

trilyon Japon Yeni civarında ABD’den mal ve hizmet ithalatının yapılması ve

Japonya’nın ABD karşısında son 20 senedir yıllık olarak yaklaşık 6-7 trilyon Japon

Yeni ticaret fazlası vermesi, iki ülke arasında tartışma konusu olmaktadır.

Japonya'nın elde ettiği bu ticaret fazlası nedeniyle ABD’nin Japonya üzerinde

pazarını açması, finans sektörünü liberal hale getirmesi, Japon Yeninin değerinin

arttırılması ile özelleştirme yoluyla kamu sektörünün küçültülmesi ve kamunun

denetiminin deregülasyon aracılığıyla azaltılması gibi baskılar yapmasına yol

açmıştır.880

Japonya'nın büyük çoğunluğu ABD olmak üzere sadece Kuzey Amerika’ya

yaptığı doğrudan yabancı yatırımın son 12 yılda yaklaşık 60 milyar Japon Yenine

ulaştığı tahmin edilmektedir. Japonya'nın Kuzey Amerika’ya doğrudan yabancı

yatırım miktarı, Avrupa’ya yapılan doğrudan yabancı yatırımla kıyaslandığında

yaklaşık 1/3’üne tekabül etmekte (160 milyar Japon Yeni), Asya ile kıyaslandığında

ise ABD’ye yapılan doğrudan yabancı yatırımın toplamının yarısı kadar (120 milyar

Japon Yeni) olduğu görülmektedir.881 Yine aynı dönemde Kuzey Amerika’dan

Japonya’ya gelen doğrudan yabancı yatırım miktarı ise 60 milyar Japon Yen olarak

görülmektedir. Diğer yandan Japonya’ya gelen doğrudan yabancı yatırımların içinde

en fazla payı ABD oluştururken, Avrupa 20 milyar Japon Yeni, Asya ise 1 milyar

Japon Yeni civarında bir yatırım ile ABD’nin gerisinde kalmaktadırlar.882

Japonya’ya gelen doğrudan yabancı yatırımının düşüklüğünün nedenleri arasında

880 Gao, Japan’s Economic Dilemma, s. 15. 881 Http://web-japan.org/stat/stats/08TRA42.html (Erişim Tarihi: 14 Temmuz 2005) 882 Http://web-japan.org/stat/stats/08TRA52.html (Erişim Tarihi: 14 Temmuz 2005)

Page 294: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

284

Japonya'nın maddi yeterlikleri bölümünde incelendiği üzere, Japon şirketlerin

yabancı şirketlere olumlu bakmamaları, bürokrasinin engeller çıkarması

bulunmaktadır.

II. Dünya Savaşı sonrası Japonya'nın ekonomik açıdan yeniden yapılanması

sırasında ABD'nin etkisi büyük olmuştur. 1950’lerde yaptığı toplam 3 milyar ABD

Doları civarındaki yardımın yanı sıra Kore savaşı nedeniyle ABD, bölgede Japon

ekonomisine dayanması nedeniyle doğrudan Japon ekonomisine katkıda

bulunmuştur. Bunlara ilaveten, ABD, Japon şirketlerinin Amerikan teknolojisinden

yararlanmaları konusunda özellikle 1950’ler ile 1960’larda büyük kolaylıklar

sağlamıştır. 1950’ler sonrası Soğuk Savaş nedeniyle güvenlik hususunda iki devlet

arasında güçlü bir ittifak belirmesine rağmen, 1960’ların sonundan itibaren iki

ülkenin ekonomik ilişkileri artan bir şekilde özellikle Amerikan yetkilileri,

sanayicileri ve akademisyenleri arasında tartışma yaratmaya başlamıştır.

Tartışmaların gerekçesi, Japonya'nın serbest ticarete dayalı bir ekonomik sistemi

bulunmaması, yabancı şirketlerin Japon ekonomik sistemine dahil edilmesinde Japon

“demir üçgen”inin engeller çıkarması, Japonya'nın artan bir şekilde ABD’de

lobiciliğe başlaması, Japon mallarının ABD’de işsizliğe yol açtığının işçi ve işveren

temsilcileri tarafından savunulmaya başlanması ve Japonya'nın Amerikan

kamuoyunu yanılttığı gibi nedenlere dayandırılmıştır.883 Ticarette yaşanan başlıca

sorunlar ise yarı-iletkenler, otomotiv sektörü, balina avı, pirinç ve perakendecilik

piyasası alanlarında olmuştur.

1980’lerin ortalarından itibaren, yukarıda sayılan nedenlere dayalı olarak

ABD, Japonya’ya karşı bir dizi ekonomik karar almıştır. İlk olarak yarı-iletkenlerin

ticaretinde sorun yaşanmıştır. Yarı-iletken sanayisi ABD’de doğmasına rağmen,

Japonya ve Avrupa da bu alanda teknolojisini geliştirmiştir. Japonya, yarı-iletken

sanayisini geliştirmek için korumacı politikalar uygulamış ve yabancı şirketlerin

Japon piyasasına girmesini engellemiştir. Bunun karşılığında 1980’lerde Japon

şirketlerinin ABD’de paylarını arttırması ile iki ülkenin sanayileri arasında

tartışmalar yaşanmaya başlamıştır. Japonya'yı temsil eden MITI ile ABD ticaret

883 Yoichiro Sato, “Modeling Japan’s Foreign Economic Policy with the United States”, Akitoshi Miyashita and Yoichiro Sato (derl.), Japanese Foreign Policy in Asia and the Pacific: Domestic Interests, American Pressure, and Regional Integration, Houndsmills, Basingstoke, Hampshire and New York, Palgrave, 2001, s. 14-18.

Page 295: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

285

temsilcisi arasında yaşanan müzakerelerde, ABD, Japon piyasasında yabancı payının

% 20’ye yükseltilmesini ve bunun müzakereler sonrasında açıklanan metinde yer

almasını talep etmiştir. MITI yetkilileri, rakamsal hedefler koymaktan kaçınmışlar ve

bunun üzerine ABD, DTÖ’ye şikayette bulunmuştur. 1996 sonrasında ise ABD

şirketlerinin Japon piyasasındaki yarı-iletken payının % 20’yi geçmesi ile ABD, bu

sefer bunun kalıcı olmasına yönelik olarak MITI ile anlaşma yapılmasını önermiş

fakat Japonya bunu reddetmiştir. Böylece MITI, sayısal bir hedef belirlenmesine

karşı koymuş ve ABD’nin politikasına direnmiştir. 884

Yine aynı dönemde Japonya’nın ihraç ettiği başlıca ürün haline gelen

otomotiv sektörü, yarı-iletkenler sektörüne benzer şekilde koruyarak, ABD

piyasasında güçlü konuma yükseldi. Japonya ise yine kendi piyasasını buna karşın

yabancı şirketlere açmadı. Haziran 1980’de Ford ve Birleşik Otomobil İşçileri, Japon

otomotiv sanayine karşı ABD Kongresine şikayet dilekçesi sundular. Reagan

hükümeti bu durum karşısında kendi otomotiv sektörünün baskısıyla Japon

hükümetine “gönüllü ihracat kısıtlaması” önerisini götürdü. Japonya öneriyi kabul

etmekle birlikte kotanın yavaş yavaş arttırılmasını da ABD’ye kabul ettirdi. Kota

uygulamaları gündeme gelince, Japon şirketleri üretimini ABD’ye kaydırarak, daha

lüks model üretimine yöneldikleri gözlemlendi. Bu sayede Japon otomotiv sektörü

kâr marjını korudu. Fakat 1990’ların başından itibaren Amerikan otomotiv

sektörünün önde gelen şirketleri olan Ford, General Motors ve Chrsyler, Japon

otomotiv piyasasına yedek parça ve dağıtımı yoluyla daha fazla giriş imkanı elde

etmek için Bush yönetimini zorlamaya başlamaları ile bir kez daha ilişkiler

gerginleşti. Clinton döneminde de lobi faaliyetlerini sıklaştıran Amerikan şirketleri,

sayısal hedef koymaya çalıştılar ama Japon elitleri yine bu baskıya karşı direnmeyi

başardılar. Bununla beraber Japon bürokrasinin bilhassa MITI’nin şiddetli bir şekilde

ABD baskısına direnişi, Japon otomotiv şirketlerini endişelendirdi ve sayısal hedef

koymak zorunda kaldılar.885

Diğer önemli sorunlu alanlardan birini pirinç konusu oluşturmaktadır.

Japonya, pirinç üretiminde kendi kendine yeterliliğini sağlayan bir ülke konumunu

sürdürmek istemiş ve büyük ölçüde sübvanse ettiği pirinç piyasasını GATT

kapsamından muaf tutmakta ve pirinç ithalatının yasağını devam ettirmmektedir. 884 İbid, s. 19-21. 885 İbid, s. 22-23.

Page 296: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

286

Buna karşın, Amerikan pirinç üreticileri zaman zaman Japon hükümetine şikayet

başvurusunda bulunarak Japon piyasasının kendilerine açılmasını talep etmektedirler.

Japon ekonomisini yönlendiren elitler, uluslararası ortam ve baskının yoğunluğuna

göre karar mekanizmalarını işletmektedirler. Pirinç olayı da bu örneklerden birini

oluşturmaktadır.

Japonya, pirinç konusunun GATT’ın Uruguay Görüşmeleri bağlamında

tartışılmasını istemiş ve bu platformda konu 1993’den itibaren ele alınmaya

başlamıştır. Japonya, aynı yıl, iklim şartları ve pirinçte rekoltenin düşüklüğünü ileri

sürerek, pirinç ithalatını 1994’de serbest bıraktığını açıklamıştır. Fakat Japon

ekonomik yönetimi 1999’da ise pirinç ithalatının gümrük tarifesine bağlı olduğunu

deklare etmiştir.886

Ticaret alanında ABD ile Japonya arasındaki diğer bir tartışmalı alan büyük

ölçekli perakendecilik sektörünün Japon piyasasına girmesine izin verilmemesi

üzerine yaşanmıştır. LDP’nin önemli oranda seçimlerde destek aldığı küçük ölçekli

perakendecilik sektörü yıllarca korunmuştur. 1980’lerin sonundan itibaren küçük

ölçekli perakendecilerin sayısının azalması ile büyük ölçekli perakendecilerin

piyasalara giriş yapmalarına izin verilmesi ise tartışmalara neden olmuştur. Bu arada

Amerikalı şirketlerde Japon piyasasında yerini almak için çaba göstermeye

başlamışlardır. Bush’un katıldığı bir törenle Amerikalı şirket Toy’s R Us’ın

Tokyo’da açılışı ile Amerikan şirketlerinin Japon piyasaya girişleri sağlanmış ve

1990’ların sonundan itibaren büyük ölçekli perakendecilik önündeki engeller

kaldırılmıştır.887 Fakat bu sefer başka görünmez engeller ortaya çıkmıştır. Bu

şirketler Japon toplumu tarafından benimsenmemiş ve şirketler Japon eleman

istihdam etmelerinde sorunlar yaşamışlardır.888

1980’lerin ortalarından itibaren özellikle ABD bütçesinin büyük açıklar

vermesi ile finansal alan Japonya ve ABD arasındaki ticaretten daha fazla önem

kazandığını göstermektedir. Japonya, dış ticaretinde büyük miktarda fazla vermesi

nedeniyle para biriminin değerlenmesi riskiyle karşılaşmakta ve bunu engellemek

için giderek artan oranlarda bilhassa ABD’de başta hazine bonosu ile menkul

886 İbid, s. 24. 887 İbid, s. 25-26; 888 Katz, “Selected Updates to Japan”, s. 162-166.

Page 297: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

287

kıymetler gibi portfolyö yatırımlarına yönelmektedir.889 Japon şirketlerinin

Amerikan şirketlerini alması ise Amerikan kamuoyu tarafından şüphe ve düşmanca

karşılanmaktadır. Ayrıca Japonya’nın 2004’ün sonu itibariyle 800 milyar ABD Dolar

civarındaki döviz rezervlerinin büyük çoğunluğu da dolar cinsinden tutulmakta ve bu

rezerv ABD’de ya hazine bonosu ya da diğer şekillerde bir şekilde kalmaktadır.890

ABD’nin Japon ekonomik sistemine girememesi, Japon ekonomisine yönelik

eleştirilerin kaynağında yer alan en önemli unsurdur. Özellikle bürokrasinin yanı sıra

LDP ile keiretsuların milliyetçi politikalar izlemesi ve yabancı şirketlerin piyasaya

girmesinin engellemesi, ABD tarafından Japon ekonomisinin serbest ticareti savunan

bir ekonomi niteliğinde bulunmadığı şeklinde eleştirilmesine neden olmaktadır.

Amerikalı ekonomistlerin çözüm önerileri ise Japonya'nın gerçek anlamda serbest

ticareti benimsemesi ve piyasalarını dışarıya açması şeklindedir. Japon ekonomik

sisteminin 1990’larda kötüye gitmesini Amerikalı yetkililer ve akademisyenler,

rekabetçi ve şeffaf niteliğinin bulunmamasına bağlamaktadırlar. Bilhassa finans

sektöründe geri dönmeyen kredilerin Japon hükümeti tarafından 200 milyar ABD

Doları civarında yardım paketine rağmen bu rakamın daha fazla olduğu yönündeki

tahminler bulunmaktadır. Bunların yanı sıra Japon ekonomisinin çok fazla bürokratik

olması ve aşırı derecede yasal düzenlemelerin bulunması gibi nedenlerle finans

sektörü başta olmak üzere Japon ekonomisinin yeniden yapılanmasını öneren

Amerikalı akademisyenler, daha az bürokrasinin hakim olduğu Amerikan tarzı

piyasa odaklı bir ekonomik modele yönlenmesi gerektiğini savunmaktadırlar.891 Bu

bağlamda, 1989’dan itibaren Japon yetkililer ile ABD’li yetkililer arasında başlayan

“Yapısal Engeller İnisiyatifi” (Structural Impediment Initiative-SII) ise halen devam

etmektedir. Fakat gelişmiş bir ekonomik yapıya sahip olması sebebiyle IMF

889 Yoichiro Sato, “Diplomacy of the Ministry of Finance: Promoting or Handicapping the Yen?”, Akitoshi Miyashita and Yoichiro Sato (derl.), Japanese Foreign Policy in Asia and the Pacific: Domestic Interests, American Pressure, and Regional Integration, Houndsmills, Basingstoke, Hampshire and New York, Palgrave, 2001, s.186; Chikara Higashi, G. Peter Lauter, The Internationalization of the Japanese Economy 2. Edition, Boston, Dordrecht, London, Kluwer Academic Publishers, 1990, s .335. 890 Wiiliam R. Cline, The Case for a New Plaza Agreement, Policy Briefs in International Economics No. PB05-4, Washington, Institute for International Economics, 2005, s.8. Sözkonusu rezerv miktarları, IMF’nin “International Financial Statistics” adlı kitabından derlenmiştir. Bu verilere göre 2004’ün sonu itibariyle Japonya, 833 milyar ABD Doları, Çin 614 milyar ABD Doları, Hong Kong 123 milyar ABD Doları, Kore 198 milyar ABD Doları, Malezya 66 milyar ABD Doları, Singapur 112 milyar ABD Doları, Tayvan 242 milyar ABD Doları ve Meksika 64 milyar ABD Doları rezerve sahiptir. 891 Gilpin, The Challenge of Global Capitalism, s. 279-281.

Page 298: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

288

aracığıyla da baskı yapılamayan Japon ekonomik sistemini açılacağına yönelik

olarak Amerikalı siyasetçilerin ve iş adamları ile akademisyenlerinin ümitlerinin

giderek azaldığı görülmektedir.892

Sonuçta, ABD ile Japonya arasındaki ilişkiler, özellikle güvenlik ve

ekonomik alanında çok boyutlu bir niteliğe sahiptir. İlişkinin bu boyutları artık

giderek artan oranda birbirleriyle entegre ve birbirlerini destekler hale gelmektdir.

I. Dünya Savaşı sonrası ABD işgali ile başlayan süreçte, Japon ekonomisinin

geliştirilmesi ABD’nin ana hedeflerinden biriydi. Bu kapsamda, Güneydoğu Asya,

kaybedilen Kore ve Çin'in yerine bir bakıma “hediye” edildi.893Bununla birlikte iki

devlet arasındaki ilişkiler gerginliklerden muaf değildir. Özellikle ticari alanda iki

ülke arasındaki gerginlik birbirlerini suçlamaları dahil kamuoyu önünde cereyan

etmektedir. Fakat bu konuda Japonya'nın geri adım atmadığı ve ABD’nin taleplerine

direndiği görülmektedir. Bununla birlikte güvenlik ve mali konularda ise işbirliği ise

ciddi bir entegrasyona ve karşılıklı bağımlılığa işaret etmektedir.

Japonya siyasi alanda ABD’nin uluslararası politikasına destek vermekte ve

dünyayı yönlendirmesine yönelik politikalarına onay vermektedir. Hatta bu dünya

politikasının uygulanması aşamasında ilk önceleri “çek” diplomasisini kullanmış

olan Japonya, giderek askeri operasyonlara bizatihi kendi askeri kuvvetleri ile Japon

Anayasasından kaynaklanan engellere rağmen 2004’den itibaren Irak’a asker

göndermesinin de gösterdiği üzere aktif bir şekilde katılmaya başladığı

gözlemlenmektedir. Diğer yandan Japonya, Asya politikasının uygulanmasında

ABD’den aktif bir şekilde destek beklemektedir. Burada ABD’den gerekli desteği

Kuzey Kore örneğinin gösterdiği üzere güvenlik konularında daha yoğun

bulabilmekte iken, ekonomik konularda Japonya'nın kendi inisiyatifiyle geliştirdiği

politikalara, Asya krizindeki gelişmelerin ortaya koyduğu gibi, ABD’den beklediği

desteği her zaman bulamamaktadır.

ABD ise Japonya'nın özellikle ekonomik konularda yalnız başına hareket

etmesini kabul etmemekte ve Japon elitlerini yanına çekmeye çalışmaktadır.

Kapitalist ve gelişmiş ülkelerin elitleri arasında ortak bir düşünce sistematiğini

geliştirmek ve bu sayede Gramşici anlamda bir tarihsel blok oluşturmak amacıyla

dizayn edilen Trilateral Komisyonu bunun en güzel örneğini oluşturmaktadır. 892 İbid, s. 282; Encarnation and Mason, “Neither MITI nor America”, s. 54. 893 C. K. Yeung, “Japan’s Role” s. 138.

Page 299: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

289

SONUÇ

Bilgiye nasıl ulaşılacağı sorusu günümüzde önemli sorunlardan biri olarak ortaya

çıkmaktadır. Pozitivizm bilgiye ulaşma konusunda yüzyıllardır üstünlüğünü

sürdürmektedir. Bilgiyi elde etmek için önemli bir kaynak olarak belirmesine rağmen

pozitivizm, sadece sosyal bilimlerde değil, aynı zamanda doğa bilimlerinde yaşanan

gelişmelerle birlikte bu üstünlüğü sorgulanmaktadır. Bu kapsamda elde edilen

bilginin tüm zaman ve mekânlara hükmettiğine ve nesnel olduğuna dair görüş artık

tartışılmaya başlandığı görülmektedir.

Uluslararası İlişkiler de bu tartışmalardan doğal olarak etkilenmektedir.

Uluslararası İlişkilerin tek paradigması pozitivizm çerçevesinde oluşturulan realist

teori ve türevlerinin tarihdışılığı ve teorinin zımnen güçlünün görüşlerini

barındırması gibi hususlar nedeniyle uluslararası politikanın açıklamasında yeterli

olmadığı kabul görmektedir. Günümüz dünya politikasının anlaşılmasında Robert

Cox’un kullandığı Gramşici hegemonya teorisi önemli bir açılım sağlamaktadır. Bu

teorinin gücü realist paradigmanın kullandığı temel unsurları da dikkate alarak,

uluslararası ilişkiler teorisini derinlemesine geliştirmesinde yatmaktadır. Her şeyden

önce, eleştirel teori, tarihin zaman dışılığını kabul etmemekte ve bunun yerine, tarihi

sarmal bir döngü bağlamında değerlendirerek, tarihin asla tekerrür etmediğini kabul

etmektedir. Böylece evrensel teori iddialarını reddetmektedir.

Bilgiye ulaşım sağlandıktan sonra bilginin kendisi sosyal bilimlerde bir sorun

olarak ortaya çıkmaktadır. Çünkü bilginin kendisi bir güç olarak siyasetten

ekonomiye, uluslararası ilişkilerden sanata kadar bir çok alana yön vermektedir. Bu

kapsamda, pozitivizm, bilginin nesnel ve tarafsız olabileceğini ileri sürmektedir.

Çünkü ampirisizme dayanan bu elde edilen bilginin dış dünyayı yansıttığını ve bilgi

ile dünya arasındaki bir denklik ilişkisi olduğunu kabul etmektedir. Diğer yandan

eleştirel teori ise bilginin “inşa edildiğini” ve bilgi ile dünya arasındaki ilişkinin bir

“kuruluş” ilişkisi olduğunu göstermeye çalışmaktadır. Böylece eleştirel teori bilginin

bir amaca yönelik olarak düzenlenebileceğini ortaya koymaktadır. Uluslararası

ilişkiler disiplininin bu bağlamda ABD'nin “sosyal bilimi” veya “dış politikası”nı

açıklamada kullanılan bir alan olarak görülmesi, bilginin bir amaca hizmet ettiği

görüşünü de haklı çıkarmaktadır.

Page 300: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

290

Birinci bölümde de bahsedildiği üzere, realist paradigma sadece askeri ve

maddi yeterliklerle teorisini donatmakta ve uluslararası politikadaki değişimi Soğuk

Savaşın bitişi ve Sovyetler Birliği’nin yıkılması örneklerinde de görüldüğü üzere

açıklamakta zorlanmaktadır. Realist paradigmanın temelinde pozitivizmin bulunması

teorinin bütün zaman ve mekân için geçerli olduğu görüşünü beraberinde

getirmektedir. Bu nedenle realizmin tarihi sadece kendi içinde bir dönüşüm olarak

ele alması doğal karşılanabilir. Bununla birlikte günümüz siyasi yapılarının,

ekonomik ilişkilerinin ve toplumunun eski Yunan veya hatta 19. yüzyıl Avrupa’sı ile

benzerlikleri olduğunu ileri sürmek imkansızdır. Dünya dinamik bir değişim

halindedir. Bu değişimi durağan kavramlarla açıklamak artık imkansızdır.

Cox’un hegemonya teorisi sosyal bilimlere bütüncül bir bakış açısı getirmekte

ve Uluslararası İlişkileri sadece bir disiplin olarak ele almaktan ziyade, onun

epistemolojisi ve ontolojisinin yanı sıra sosyoloji, siyaset bilimi, tarih, ekonomi,

coğrafya, kültür, felsefe, psikoloji ve hatta güzel sanatlarla birlikte ele alarak

disiplinler arası bir bakış açısı getirmektedir. Gerçekte Cox, sosyal bilimlerin

içerisinde disiplinlerarası bir ayrıştırma yapılmasını reddetmekte ve onları bütüncül

yaklaşım çerçevesinde değerlendirmeyi uygun bulmaktadır. Bu sayede Cox, sosyal

bilimlerin bütününü uluslararası ilişkiler çerçevesinde değerlendirme imkanı

vermektedir. Bunu yaparken Cox, en başta uluslararası ilişkilerin toplumların sosyal

üretim ilişkileri temelinde yapılandığı ileri sürmektedir. Üretim ilişkileri bir üst organ

olan devlet ile, devlet ise dünya düzenleri ile ilişki halindedir. Bunların yanı sıra

Cox, kuvvet potansiyelleri adını verdiği maddi yeterlikler, fikirler ve kurumların yine

birbirleriyle etkileşim halinde, üretim ilişkilerini, devleti ve dünya düzenini

belirlediğini iddia etmektedir.

Uluslararası ilişkilerde bir çok değişim yaşanmasına rağmen Gramşici

anlamda devlet, temel aktör veya yapı olmaya devam etmektedir. Fakat devlet, realist

paradigmanın sadece maddi yeterlikleri ile açıklanamaz. Bunun yerine Wendt ve

Cox’un devlete getirdiği açılım önemlidir. Devlet, sürekli bir etkileşim halinde

sosyal olarak inşa edilen bir yapı-aktördür. Çünkü kurumlar sadece davranışları

düzenlemez, ayrıca kurumları sürekli bir şekilde oluşturur. Günümüz Almanya’sı

veya Japonya’sı böyle bir devlet tanımında daha rahat açıklanabilir. Aksi takdirde,

realist teori bağlamında Soğuk Savaş sonrasında tarihte geriye dönüp, bu devletleri

Page 301: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

291

güç politikası peşinde koşacak ve uluslararası alanda üstünlüğünü kabul ettirmeye

yönelik politikalar izleyen devletler olarak incelemek gerekmektedir. Halbuki Soğuk

Savaş’ın bitmesinden 15 yıl geçmesine rağmen, bu devletler böyle bir heves veya

hareket içinde değillerdir. Çok taraflı örgütlerle işbirliğine devam ettikleri ve hatta bu

örgütlerin geliştirilmesi için yoğun çaba sarf ettikleri görülmektedir. Burada

Wendt’in kimlik ve çıkarların subjektif unsurlar (inançlar ve fikirler) etrafında

belirlendiğini tezi devreye girmektedir. Bu kimlik ve çıkarlar, toplumdaki hakîm

yorumla birlikte şekillenmekte ve güçlenmektedir. Almanya ve Japonya, II. Dünya

Savaşı sonrasında kimlik ve çıkarlarını yeniden ürettiği ve bunların toplumda geniş

kabul gören bir yeni bir durum oluşturduğu kabul edilebilir. Fakat bu sürecin sürekli

bir şekilde yeniden üretildiği de dikkate alınması gereken bir unsur olarak ortaya

çıkmaktadır.

Realist akademisyenler arasında da uluslararası politika alanında ABD,

Almanya ve Japonya’nın oluşturduğu üstünlüğe karşı gelebilecek bir güç unsurunun

bulunmadığı kabul edilmektedir.894 ABD, askeri, ekonomik ve siyasi alanlarda bazı

gerilemeler yaşamasına rağmen, hâlâ bir çok politikanın uygulanmasında belirleyici

niteliktedir. Diğer yandan, 2000’li yılların başından itibaren, ABD'nin uluslararası

politikada tek taraflı davrandığı ve uzlaşma aramadığı görülmektedir. Bu nedenle

ABD’nin emperyal politikalara yöneldiği şeklindeki görüşler uluslararası ilişkiler

literatüründe gün geçtikçe ağırlık kazanmaktadır. Realistlerin kullandıkları

imparatorluk ile hegemonya kavramları açısından çok büyük farklılık

görülmemektedir. Onlara göre zaten ABD, kuruluşundan Soğuk Savaş dönemi

sonrasına kadar bir imparatorluğu temsil etmektedir. Bu nedenle uluslararası

politikada ABD'nin tek taraflı girişimleri yeni bir olay olarak

değerlendirmemektedirler. Hegemonya ise realist paradigma için üstünlük anlamına

gelmektedir. Bu üstünlük maddi yeterliklerin diğer devletler üzerinde baskın bir şekli

olarak ortaya çıkmaktadır. Halbuki Gramşici anlamda hegemonya , diğer devletlerin

kendilerinin rızasıyla oluşturulan bir durumu yansıtmaktadır. Bu durumu fikirler ve

kurumlar güçlendiren unsurlar olarak ortaya çıkmaktadır.

II. Dünya Savaşı’nın ardından ABD, dünya politikasında hegemonik bir güç

olarak belirmiştir. ABD’nin uluslararası alanı düzenleme çabaları, 1945 sonrasında 894 Jeffrey T. Bergner, The New Powers: Germany, Japan, the US, and the New World Order, New York, St. Martin’s Press, 1991, s. 196.

Page 302: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

292

BM ve uzmanlık kuruluşları aracılığıyla gerçekleştirilmiştir. Bu arada Sovyetler

Birliği ile yaşanan Soğuk Savaş, ABD’nin bu politikalarını daha etkili bir şekilde

uygulama imkanını sunmuştur. Bu dönemde Soğuk Savaş’ın da etkisiyle işçi sınıfını

da içerecek şekilde iş çevreleri ile siyaset ve bürokrasinin dahil olduğu tarihsel blok

ile kurulan hegemonya, 1970’lere kadar ABD’nin bu kültürel etkisini devam

ettirmesini sağlamıştır.

1970’de yaşanan gerek dünya çapında gerekse ABD düzeyinde yaşanan

ekonomik ve siyasi krizlerin ardından ABD, hegemonik gücünü yeniden üretmeye

çalışmaktadır. Reagan hükümetinin neoliberal politikaları çerçevesinde işçi-işveren

ve devletten oluşan eski tarihsel blok yerini sınıraşan şirketlerin sahipleri ile üst

düzey yöneticileri, uluslararası örgütlerin memurları (IMF, Dünya Bankası, DTÖ,

UNDP, UNCTAD gibi), merkez ülke siyasetçileri ve bürokrasisi ile çevre

ülkelerdeki siyasetçiler, bürokrasi ve uluslararası alanda faaliyet gösteren

işadamlarından oluşan yeni bir tarihsel bloğa bırakmaya başladığı görülmektedir.895

“Washington Uzlaşması”nda çizilen politikalar çerçevesinde devletin ekonomiye

müdahalesinin asgariye indirilmesi ve kamu harcamalarının azaltılması, ekonominin

kuralsızlaştırılması (deregulation), bütçe açığının düşürülmesi, özelleştirme,

doğrudan yabancı yatırımın teşvik edilmesi, fikrî ve sınaî mülkiyet haklarının

korunması, serbest ticaret ile birlikte sermayenin serbest dolaşımı temel ilkeler haline

gelmesi amaçlanan politikalardır.896 Bu bağlamda uluslararası finansal hareketlerin

devletlerin üzerinde daha belirleyici olması ile hükümetlerin gözü kendi

toplumlarından ziyade bu sınıraşan şirketlerin vereceği kararlara çevrilmeye

başlandığı kabul edilmektedir. Bu dönemde dünya politikasının formülasyonunda ve

uygulanmasında Trilateral Commission, Mont Pelerin, Bilderberg, Dünya Ekonomik

Forumu, G-7/G-8 gibi gayri-resmi platformlar büyük önem kazanmaktadır. Sınıraşan

bir grup oluşturma yolunda dayanışma ve ortak zemin yaratmayı amaçlayan bu

platformlar, sınıraşan tarihsel bloğun lideri konumundaki ABD hegemonyasının

genel ilkelerini yaygınlaştırma da önemli bir araç olarak ortaya çıkmaktadır. Böylece

Gramşici anlamda ABD hegemonyası günümüz dünyasındaki kültürel düzeyde

belirleyiciliğini devam ettirmek için yeni yollar aramaktadır. Bu bağlamda da yeni

895 William I. Robinson, A Theory of Global Capitalism, s. 72-74. 896 Manfred B. Steger, Globalization: A Very Short Introduction, Oxford and New York, Oxford University Press, 2003, s. 52-53.

Page 303: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

293

yeni belirmeye başlayan tarihsel blok çerçevesinde ABD küresel finans kapitalin

liderliğini üstlenmektedir. Bununla birlikte, bu tarihsel blok ise ABD ile etkileşim

halinde birbirlerini desteklediği görülmektedir.

Eleştirel teori bağlamında alt-hegemonya kavramı ise günümüz dünya

siyasetinde özellikle Almanya ve Japonya’nın pozisyonunun anlaşılması için uygun

bir zemin teşkil etmektedir. Alt-hegemonyalar, her şeyden önce global hegemonyaya

meydan okumamakta ve onun dünya politikasını belirlemesine alternatif bir görüş

getirmemektedirler. Almanya ve Japonya'nın ABD ile ilişkisi bununla beraber

tamamen gerginliklerden muaf değildir. ABD’nin Almanya ile Irak Savaşı öncesinde

yaşadığı gerginlik ve Japonya ile ekonomik konulardaki çekişmesi bu duruma örnek

olaylardır. Global hegemon ile alt-hegemonlar arasında yaşanan bu gerginlikler kısa

bir süre sonra özellikle elitler tarafından aşılmakta ve ilişkiler tekrar eski seviyelerine

döndürülmeye çalışılmaktadır. Almanya ve Japonya, ABD’nin inisiyatifi ile 1970’ler

sonrasında geliştirilen bir çok platformda aktif bir şekilde katılım sağlamaktadır.

Özellikle bu platformlardan Trilateral Commission, ortak bağ geliştirme açısından en

önemlisi olarak göze çarpmakta ve alt-hegemonyalar elitleri ile bu bağın

geliştirilmesinde önemli roller üstlenmektedirler. Bu gayri resmi platformlar

ilişkilerin düzenli bir şekilde seyretmesini ve sorunların aşılmasını sağlayacak

tampon bölgeler olarak da işlev üstlenmektedirler.

Global hegemon ile alt-hegemonların ilişkileri sadece siyasi düzeyde değil,

aynı zamanda askeri ve ekonomik konularda da yoğun bir ilişki ağına işaret

etmektedir. ABD, Almanya ve Japonya'nın en önemli ticari ve mali ortakları arasında

yer almaktadır. Bilhassa Japon Merkez Bankası bugün ABD Hazinesi’nin başlıca

finansörüdür. Ticari ilişkilerde de benzer eğilimler görülmektedir. Almanya’nın dış

ticaretinde ilk üç içinde ABD bulunmaktadır. ABD’nin dış ticaretinde ise Almanya

beşinci sırada yer almaktadır. Japonya’nın dış ticaretinde ABD benzer şekilde ilk

sıralarda yer alırken, Japonya, ABD’nin dış ticaretinde dördüncü sırada yer

almaktadır.

Güvenlik konularında alt-hegemonlar, global hegemonun güvencesi

altındadırlar. Bu durum, günümüzde daha çok Japonya için temel olmakla birlikte

Almanya için de devam etmektedir. Japonya’nın Doğu Asya’daki güvenliği tamamen

ABD’ye endekslidir. Almanya’nın güvenliği konusu ise gerek AB düzeyinde

Page 304: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

294

savunma politikasının geliştirilmesi konusundaki çabalar gerekse Soğuk Savaş

sonrası Sovyetler Birliği’nin ortadan kalkması ile nispî olarak büyük bir rahatlama

içine girmiş bulunmaktadır. Bununla birlikte Avrupa’nın sınırında belirsizliklerin

çoğalması ile artan yasadışı göçün yanı sıra Bosna ve Kosova olayları ABD’nin

Avrupa’da güvenlik konusunda hâlâ belirleyici bir role sahip olmasını sağlamaktadır.

Alt-hegemonyalar ise kendilerinin daha güçlü olduğu bölgelerde benzer

inisiyatifler geliştirmeye çalışmaktadırlar. Almanya, Avrupalılık kimliği konusuna

daha fazla atıfta bulunarak, AB’nin geliştirilmesine önem vermektedir. Bu kapsamda

sosyal politikadan bölgesel politikalara kadar hemen hemen bütün politika

alanlarında ortak bir bağ yaratılmaya çaba sarf edilmekte ve Almanya burada

belirleyici bir rol üstlenmektedir. Bu belirleyici rol, gerek ekonomik olarak katkı

gerekse gündemin belirlenmesi ve uygulanması şeklinde olmaktadır. AB sayesinde

Almanya, bölgesel düzeyde bir tarihsel blok oluşturma yolunda önemli adımlar

atmıştır. 1990 yılında Doğu Almanya Cumhuriyeti ile Federal Almanya

Cumhuriyeti’nin birleşmesi Avrupa’da çeşitli korkular uyandırmış olmasına rağmen,

Kohl hükümetinin AB’ye bağlı kalacağını taahhüt etmesi ve günümüze kadar devam

eden politikalarda AB’ye verdiği önemi göstermesi Avrupalı devletler açısından

rahatlatıcı bir unsur olmuştur.

Japonya ise Almanya’ya benzer şekilde kendi bölgesinde kimlik konusunu ön

plana çıkarmaktadır. Gittikçe artan bir şekilde Asyalılık kimliğine vurgu yapan Japon

elitleri henüz Almanya kadar başarılı olamamıştır. Asya bölgesinde tarihi

düşmanlıkların izleri hâlâ silinememiş ve ülkeler arasındaki tarihsel olaylar ve

semboller kolayca büyük çatışmalara yol açtığı görülmüştür. ASEAN ile siyasi,

ekonomik ve kültürel ilişkilerini çeşitli düzeylerde geliştirmiş olan Japonya, benzer

düzeyde ilişkileri Çin ve Kuzey Kore ile kuramamıştır. Japon tarih kitaplarının

yeniden yazılmasını öngören çalışmalar ile Yasukuni tapınağına Japon başbakanları

tarafından yapılan ziyaretler, Çin, Kuzey Kore ile Güney Kore’nin toplumlarının

yanı sıra elitlerinin de sert tepkisiyle karşılanmıştır. Bu nedenle Japonya'nın

Almanya benzeri bir kimlik vurgusu Asya kıtasında henüz şimdiye kadar kabul

görmemiş ve bu kavrama fazla atıflarda tarihsel bağlamda geçmişteki Japon işgali ile

bağlantılandırılmıştır. Japonya'nın bölge ile siyasi ve kültürel düzeyde

geliştiremediği ilişkilerin ekonomik boyutu ise gittikçe arttığına şahit olunmuştur.

Page 305: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

295

Ekonomik bağın artmasına karşın siyasi ilişkilerin gerginliğini koruması Japon

elitlerinin sınırlarını ortaya koymuştur.

Sonuç olarak, eleştirel teori çerçevesinde alt-hegemonyaların varlığından söz

edilebilir. Almanya ve Japonya, alt-hegemonya için iki örnek olarak belirmektedir.

Öngörülebilir bir tarihsel sürede bu devletlerin global hegemon ile ilişkilerinde

karmaşık ilişki ağının etkisinin devam edeceği düşünülmektedir. Bununla birlikte

Vico’nun kullandığı anlamda tarihin asla tekerrür etmediği varsayılarak, gelecekte

ilişkilerin ne yönde gelişeceğinin bilinemez olduğunun vurgulanmasına ihtiyaç

duyulmaktadır. Diğer yandan alt hegemonyalar yine kestirilebilir bir süre zarfında

kendi hegemonyalarını bölgesel düzeyde daha da geliştirme yolunda çaba sarf

etmeye devam edecekleri öngörülmektedir. Almanya, bu bağlamda alt-hegemon

olabilme yolunda önemli mesafeler katetmiş iken, Japonya’nın bölgesinde hâlâ

tarihsel sorunlardan sıyrılamadığı ve bu nedenle alt-hegemonyasının özellikle

geçmişten gelen derin güvensizlik problemi ile karşılaştığı görülmektedir.

Page 306: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

296

ÖZET

Uluslararası ilişkiler disiplini sosyal bilimlerdeki paradigma açısından yaşanan

gelişmelere paralel bir şekilde değişime uğramaktadır. Disiplinin tek paradigması

olan realist teoriye alternatif teoriler akademik dünyada gittikçe ağırlığını

arttırmaktadır. Robert W. Cox’un öncülü olduğu eleştirel teori, bu alternatif teorilerin

ana kaynağı haline gelmektedir. Cox’un ileri sürdüğü hegemonya teorisi esas olarak

Gramsci’nin hegemonya teorisinin uluslararası ilişkilere uygulanmış halidir. Cox’un

teorisine göre uluslararası ilişkiler üç kategori ve üç düzlem ile açıklanmaktadır. Üç

kategori; maddi yeterlikler, fikirler ve kurumlardır. Üç düzlem; üretim, devlet ve

dünya düzenidir.

Eleştirel teori çerçevesinde sadece hegemonya kavramı üzerinde

durulmaktadır. Buna göre uluslararası alanda hegemonik bir kültür yaygınlaştırabilen

sınıf, devlet veya başka bir yapı dünya üzerinde hegemonyasını kurabilmektedir. Bu

kapsamda eleştirel teori, sadece ABD’nin bu türden bir hegemonik kültür

yaratabileceği kabul edilmektedir. Diğer yandan eleştirel teori bir tarihsel blok

çerçevesinde alternatif bir hegemonik kültürün devletler veya sınıf tarafından

oluşturulabileceğini ve dünya üzerinde hakimiyet kurabileceğini ileri sürmektedir.

Günümüz dünya politikası açısından ABD’nin dünyaya yaydığı ideolojisi ile

bir alternatifi bulunmamaktadır. Diğer yandan, Japonya ve Almanya gibi devletler

realist paradigma bağlamında Soğuk Savaş sonrasında ABD’ye alternatif olarak

sunulmaktadırlar. Bu devletler küresel bağlamda alternatif bir kültür yaratmak

eğiliminde olmadıkları gibi böyle bir güçleri de bulunmamaktadır. Bununla beraber

söz konusu devletler kendi bölgelerinde resmi veya gayri resmi örgütler ve

platformlar aracılığıyla tarihsel bloklar oluşturmaya çalışmaktadırlar. Bu kapsamda

alt-hegemonya olarak ileri sürülebilecek devletler Almanya ve Japonya olarak

belirmektedir. Almanya için Avrupalılık kimliği bağlamında AB bunun için uygun

bir zemin yaratmaktadır. Japonya da benzer şekilde Asyalılık kimliği temelinde

çeşitli platformlar aracığıyla Asya’da benzer kültürel bağlar geliştirme hususunda

çaba göstermektedir. Bu arada alt-hegemonyaların ABD ile ilişkisi de iniş çıkışlarına

rağmen istikrarlı bir şekilde sürmeye devam etmektedir. Sonuç olarak, eleştirel teori

çerçevesinde alt-hegemonyalar varlığından söz edilebilir.

Page 307: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

297

ABSTRACT

International relations discipline has been in a transformation in paralel to the

developments occuring within the Social sciences in general. The alternative theories

to the realist theory which is the only paradigm of the discipline has been gaining

ground in the academic world. Critical theory developed by Robert W. Cox has

become the main source of these alternative theories. Cox’s hegemony theory is an

applied theory of Gramsci’s hegemony theory. According to Cox, international

relations can be best explained by three categories and three levels. Three categories

are material capabilities, ideas and institutions. Three levels are production, state and

world orders.

It is only the hegemony concept mentioned within the framework of critical

theory. For this explanation, class, state or another structure can establish its

hegemony through spreading a hegemonic culture in international arena. In this

context critical theory acknowledges only the USA as it can create such a hegemonic

culture. On the other hand, critical theory asserts that an alternative hegemonic

culture can be established by states or classes through historical block.

There is not ideologically an alternative structure of the USA in terms of

current world politics. However, states such as Japan and Germany have been

presented as alternatives to the USA in the post-Cold War era by the realist

paradigm. On the other hand, these states neither have inclined to create such an

alternative culture nor have power to do it. In addition the states in question in the

regions that they are located, through official and non-official organisations and

platforms strive to create historical blocs. In this context sub-hegemonic states

emerges. For Germany, European Union on the basis of Europeanness identity

creates such a base. Japan similiarly tries to enhance cultural ties with Asia on the

basis of Asianess. Although there are ups and downs in the relations of sub-

hegemonies with the USA, the relations remains stable. In conclusion it can be

acknowledged that there are sub-hegemonies within the framework of critical theory.

Page 308: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

298

KAYNAKÇA

Acharya, Amitav, (2004), “How Ideas Spread: Whose Norms Matter? Norm Localization and Institutional Change in Asian Regionalism”, International Organization, Vol:58, Spring. Adamson, Walter L., (1980), Hegemony and Revolution: A Study of Antonio Gramsci’s Political and Cultural Theory, Berkeley, Los Angeles, London, University of California Press. Adenauer, Konrad, (2002), “Bir Sivil Olarak Adenauer”, Türkiye Cumhuriyeti ve Almanya Federal Cumhuriyeti: Fikri Temeller ve Siyasi Yönelim, Ankara: Konrad Adenauer Vakfı. Agnew, John and Corbridge, Stuart, (1995), Mastering Space: Hegemony, Territory, and International Political Economy, London and New York, Routledge. Akalın, Gülsüm Özlem, (2002), “Dünya Ekonomisinde Yönetim Arayışı: WTO”, Uğur Selçuk Akalın (der.), Globalizasyonun Yansımaları, İstanbul, Don Kişot Yayınları. Allen, Christopher S. (1993), “From Social Market to Mesocorporatism to European Integration: The Politics of German Economic Policy”, Michael G. Huelshoff, Andrei S. Markovits, Simon Reich (derl.), From Bundesrepublik to Deutschland: German Politics After Unification, Ann Arbor, University of Michigan Press. Allen, Larry, (2003), Keseden Bankaya: Küresel Finans Sisteminin Öyküsü, (Çev. Mahmut Tekçe), İstanbul, Kitap Yayınevi. Allison, Mark and Et al, (2000), Contemporary Germany: Essays and Texts on Politics, Economics and Society, Edinburgh, Pearson Education. Anderson, Pery, (2002), “Force and Consent”, New Left Review, 17, September-October. Arı, Tayyar, (1996), Basra Körfezi ve Ortadoğu’da Güç Dengesi: 1978-1996, 2. Baskı, İstanbul, Alfa Yayınları. Arı, Tayyar, (2002), Uluslararası İlişkiler Teorileri: Çatışma, Hegemonya, İşbirliği, İstanbul, Alfa Yayınları. Arıboğan, Deniz Ülke, (1998), Kabileden Küreselleşmeye: Uluslararası İlişkiler Düşüncesi, İstanbul, Sarmal Yayınevi. Arıboğan, Deniz Ülke, (2004), “Güvenliksiz Barıştan, Barışsız Güvenliğe”, Toktamış Ateş (der.), Kartal’ın Kanat Sesleri: ABD Dış Politikasında Yeni Yönelimler ve Dünya, Ankara, Ümit Yayıncılık.

Page 309: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

299

Armaoğlu, Fahir, (1999), 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1789-1914), 2. Basım, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi. Arrighi, Giovanni, (1999), The Global Market, Journal of World-Systems Research, Vol:V, No: 2, Summer. Arrighi, Giovanni, (2000), Uzun Yirminci Yüzyıl, (Çev. Recep Boztemur), Ankara, İmge Kitabevi. Arrighi, Giovanni, (2000), “Globalization and Historical Macrosociology”, Janet Abu-Lughod (der.), Sociology for the Twenty-First Century: Continuities and Cutting Edges, Chicago, Chicago University Press. Arslan, Hüsamettin, (1999), Epistemik Cemaat: Bir Bilim Sosyolojisi Denemesi, İstanbul, Paradigma Yayınları. Ay, İsmail Cem, (2002), “Küreselleşme Sürecinde Bölgeselleşme Eğilimlerinin Dinamikleri”, Alkan Soyak (der.), Küreselleşme: İktisadi Yönelimler ve Sosyopolitik Karşıtlıklar, İstanbul, Om Yayınevi. Aydın, Mustafa, (2004), “Uluslararası İlişkilerin “Gerçekçi” Teorisi: Kökeni, Kapsamı, Kritiği”, Uluslararası İlişkiler, Cilt:1, Sayı:1. Axelrod, Robert, and Keohane, Robert O., (1993), “Achieving Cooperation under Anarchy: Strategies and Institutions”, David A. Baldwin (der.), Neorealism and Neoliberalism: The Contemporary Debate, New York, Columbia University Press. Bach, Jonathan P.G., “Germany After Unification and Eastern Europe: New Perspectives, New Problems”, Http://www.columbia.edu/cu/sipa/REGIONAL/ECE/ vol3no1/bach.pdf, (Erişim Tarihi: 14.04.2005). Bağcı, Hüseyin, (1994), “Hırvatistan ve Slovenya’nın Yugoslavya’dan Ayrılmalarında Almanya’nın Rolü”, Avrasya Dosyası, Cilt:1, Sayı:1, İlkbahar. Barsoc, Cristian, (1997), Kapitalizmin Çarkları: Marksist İktisadi Analiz Öğeleri, (Çev. Bülent Tanatar), İstanbul, Yazın Yayıncılık. Baldwin, David A., (1996), “Neoliberalism, Neorealism, and World Politics”, David A. Baldwin (der.), Neorealism and Neoliberalism: The Contemporary Debate, New York, Columbia University Press. Banchoff, Thomas, (1997), “German Policy towards the European Union: The Effects of Historical Memory”, German Politics, Vol:6, No:1, April. Banchoff, Thomas, (1999), “The Enduring Transformation of Postwar German Foreign Policy”, John S. Brady, and Et al, (derl.), The Postwar Transformation of

Page 310: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

300

Germany: Democracy, Prosperty and Nationhood, Ann Arbor, University of Michigan Press. Baran, Aylin Görgün, (2005), “Postmodernizmin Özne ve Akıl Kavramlarına Yönelttiği Eleştirelere Eleştirel Bir Bakış”, Düşünen Siyaset Dergisi, Sayı: 21. Baumann, Rainer and Hellmann, Gunther, (2001), “Germany and the Use of Military Force: ‘Total War’, the ‘Culture of Restraint’ and the Quest for Normality”, German Politics, Vol: 10, No:1, April. Baun, Michael (2005), “Germany and Central Europe: Hegemony Re-examined”, German Politics, Vol:14, No: 3, September. Beasley, W. G., (1991), Japanese Imperalism: 1894-1945, Oxford, Clarendon Press. Behar, Büşra Ersanlı, (1992), İktidar ve Tarih: Türkiye’de “Resmi Tarih” Tezlerinin Oluşumu (1929-1937), İstanbul, Afa Yayınları. Berger, Thomas U., (1997), “The Past in the Present: Historical Memory and German National Security Policy”, German Politics, Vol:6, No:1, April. Bergner, Jeffrey T. (1991), The New Powers: Germany, Japan, the US, and the New World Order, New York, St. Martin’s Press. Bieler, Andreas and Morton, Adam David, (2001), “The Gordion Knot of Agency-Structure in International Relations: A Neo-Gramscian Perspective” European Journal of International Relations, Vol:7, No:1, March. Blackbourn, David, (1998), The Long Nineteenth Century: A History of Germany (1780-1918), New York and Oxford, Oxford University Press. Bostanoğlu, Burcu, (1997), “Türkiye’nin Ulusal Çıkar Kavramlaştırmasının ABD İle İlişkileri Çerçevesinde Epistemolojik Bir Eleştirisi”, Araştırma Dergisi, Sayı 2. Bostanoğlu, Burcu, (1999), Türkiye-ABD İlişkilerinin Politikası: Kuram ve Siyasa, Ankara, İmge Kitabevi. Bostanoğlu, Burcu, (2004), “Amerika’da Tarihi Kim Yazacak?”, Panomara Dergisi, Http://www.panomaradergisi.com/mart2004/index.php?dosya=anakonu, (Erişim Tarihi: 13 Nisan 2004). Bulmer, Simon and Et al, (2001), “The European Policy-Making Machinery in the Berlin Republic: Hindrance or Handmaiden?”, German Politics, Vol:10, No:1, April. Bumin, Tülin, (der. ve Çev.), (1993), Hegel’i Okumak, 2. Baskı, İstanbul, Kabalcı Yayınevi.

Page 311: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

301

Burchill, Scott, (1996), “Realism and Neo-Realism”, Scott Burchill and Andrew Linklater (derl.), Theories of International Relations, New York, St. Martin’s Press. Burchill, Scott, (1996), “Liberal Institutionalism”, Scott Burchill and Andrew Linklater (derl.), Theories of International Relations, New York, St. Martin’s Press. Buzan, Barry, (1996), “The Timeless Wisdom of Realism?”, Steve Smith, Ken Booth, Marysia Zalewski (derl.), International Theory: Positivism and Beyond, Cambridge, Melbourne, Cambridge University Press. Calder, Kent E. (1997), “Domestic Constraints and Japan’s Emerging International Role”, Armand Clesse and Et al (derl.), The Vitality of Japan: Sources of National Strength and Weakness, Houdsmills, Basingstoke, Hampshire and London, Macmillan Press. Calder, Kent E., (2005), “Japonya’nın Enerji Sıkıntısı ve Hazar’da Büyük Oyun” (Çev. Mustafa Aydın ve Sevim Tezel-Aydın), Mustafa Aydın (der.), Küresel Politikada Orta Asya: Avrasya Üçlemesi I, Ankara, Nobel Yayın Dağıtım. Canbolat, İbrahim S., (1995), Değişen Dünya ve Alman Dış Politikası: Ulusal Birlik, Ulusal Çıkar ve Kamuoyu Tercihi Açısından Bir İnceleme, Bursa, Ezgi Kitabevi Yayınları. Chai, Sun-Ki, (1997), “Entrenching the Yoshida Defense Doctrine: Three Techniques for Institutionalization”, International Organization, Vol:51, No:3, Summer 1997. Chandler, William M., (1998), “The German Party System since Unification”, Klaus Larres (der.), Germany Since Unification: The Domestic and External Consequences, Houndmills, Basingstoke, Hampshire and London, Macmillan Press. Checkel, Jeffrey T., (1998), “The Constructivist Turn in International Relations Theory”, World Politics, Vol:50, No:2. Christine Buci-Glucksmann, (1980), Gramsci and the State, (Fransızca’dan İngilizce’ye Çev. David Fernbach), London, Lawrence and Wishart. Cox, Michael, (2003), “Empire’s Back in Town: Or America’s Imperial Temptation Again”, Millenium: Journal of International Studies, Vol:32, No:1. Cox, Robert W., and Jacobson, Harold K., (1974), “Power, Polities and Politics: The Environment”, Robert W. Cox and Harold K. Jacobson (derl), The Anatomy of Influence: Decision Making in International Organization, New Haven and London, Yale University Press.

Page 312: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

302

Cox, Robert W., (1987), Production, Power and World Order: Social Forces in the Making of History, New York, Columbia University Press. Cox, Robert W., (1993), “Structural Issues of Global Governance: Implications for Europe”, Stephen Gill (der.), Gramsci, Historical Materialism and International Relations, Cambridge and Victoria, Cambridge University Press. Cox, Robert W., (1993), “Gramsci, Hegemony and International Relations”, Stephen Gill (der.), Gramsci, Historical Materialism and International Relations, Cambridge, Victoria, Cambridge University Press. Cox, Robert W., (1995), “Critical Political Economy”, Björn Hettne (der.), International Political Economy: Understanding Global Disorder, London and New Jersey, Zed Books. Cox, Robert W., (1996), “Social Forces, States, and World Orders: Beyond International Relations Theory”, Robert W. Cox, Approaches to World Order, Cambridge, Melbourne, Cambridge University Press. Cox, Robert W., (1996), “Towards a Posthegemonic Conceptualization of World Order: Reflections on the Relevancy of Ibn Khaldun”, Robert W. Cox with Timothy J. Sinclair, Approaches to World Order, Cambridge, Melbourne, Cambridge University Press. Cox, Robert W., (1996), “On Thinking about Future World Order”, Robert W. Cox with Timothy J. Sinclair, Approaches to World Order, Cambridge, Melbourne, Cambridge University Press. Cox, Robert W., (1996), “Middlepowermanship, Japan, and Future World Order”, Robert W. Cox, Approaches to World Order, Cambridge, Melbourne, Cambridge University Press.

Cox, Robert W., (1996), “Realism, Positivism, and Historicism”, Robert W. Cox with Timothy J. Sinclair, Approaches to World Order, Cambridge, Melbourne, Cambridge University Press. Cox, Robert W., (1996), “Gramsci, Hegemony and International Relations”, Robert W. Cox, Approaches to World Order, Cambridge, Cambridge University Press. Cox, Robert W., (1997), “Some Reflections on the Oslo Symposium”, Stephen Gill (der.), Globalization, Democratization and Multilateralism, Tokyo, New York, Paris, United Nations University Press. Cox, Robert W., (2003), The Political Economy of a Plural World: Critical Reflections on Power, Morals and Civilization, London and New York, Routledge.

Page 313: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

303

Cline, William R. (2005), The Case for a New Plaza Agreement, Policy Briefs in International Economics No. PB05-4, Washington, Institute for International Economics. Cox, Wayne S. and Sjolander, C. Turenne, (1994), “Critical Reflections on International Relations, Wayne S. Cox and C. Turenne Sjolander (derl.), Beyond Positivism: Critical Reflections on International Relations, Boulder and London, Lynne Rienner Publishers. Craig, Gordon A., (1981), Germany: 1866-1945, New York, Oxford, Oxford University Press. Curzon, Gerard, and Curzon, Victoria, (1974), “GATT: Traders’ Club,” Robert W. Cox and Harold K. Jacobson (derl.), The Anatomy of Influence: Decision Making in International Organization, New Haven and London, Yale University Press. Çolakoğlu, Selçuk, “Şanghay İşbirliği Örgütü’nün Geleceği ve Çin”, Uluslararası İlişkiler, Http://www.uidergisi.com/sayi1_7.html, (Erişim Tarihi: 10 Ağustos 2005). Dağcı, Kenan, (2005), Avrupa Birliği ve Kapitalizm: Almanya, İngiltere ve Türkiye Perspektifleri, İstanbul, Tasam Yayınları. Dallmeyer, Jens, and Stobbe Antje, (2004), Reviving The German Economy: A Domestic Imperative and A Windfall Gain for the Transatlantic Partnership, AICGS Policy Report 12, American Institute for Contemporary German Studies, Washington, The John Hopkins University. Dedeoğlu, Beril, (1996), Adım Adım Avrupa Birliği, İstanbul, Çınar Yayınları. Dedeoğlu, Beril, (2001), “Değişen Uluslararası Sistemde Türkiye-ABD İlişkilerinin Türkiye-AB İlişkilerine Etkileri”, Faruk Sönmezoğlu (der.), Türk Dış Politikasının Analizi, 2. Basım, İstanbul, Der Yayınları. Demir, Ömer, (2000), Bilim Felsefesi, 2. Baskı, Ankara, Vadi Yayınları. Devetak, Richard, (1996), “Critical Theory”, Scott Burchill and Andrew Linklater (derl.), Theories of International Relations, New York, St. Martin’s Press. Dougherty, James E., and Pfaltzgraff, Robert L., (1990), Contending Theories of International Relations, 3. Baskı, New York, Harper Collins Publishers. Duus, Peter, and Scheiner, Irwin (1998), “Socialism, Liberalism, and Marxism, 1901-31”, Bob Tadashi Wakabayashi (der.), Modern Japanese Thought, Cambridge, Cambridge University Press. Dyson, Tom, (2002), “Civilian Power and ‘History-Making’ Decisions: German Agenda-Setting on Europe”, European Security, Vol:11, No:1, Spring.

Page 314: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

304

Ekrem, Nuraniye Hidayet, (2003), Çin Halk Cumhuriyeti Dış Politikası (1950-2000), Ankara, ASAM Yayınları. Eley, Geoff, (1992), “Bismarckian Years”, Gordon Martel (der.), Modern Germany Reconsidered:1870-1945, London and New York, Routledge. Encarnation, Dennis J., and Mason, Mark, (1990), “Neither MITI nor America: The Political Economy of Capital Liberalization in Japan”, International Organization, Vol:44, No:1, Winter. Eralp, Atila, (1996), “Uluslararası İlişkiler Disiplinin Oluşumu: İdealizm-Realizm Tartışması”, Atila Eralp (der.), Devlet, Sistem ve Kimlik: Uluslararası İlişkilerde Temel Yaklaşımlar, İstanbul, İletişim Yayınları. Eralp, Atila, (2005), “Sistem”, Atila Eralp (der.), Devlet ve Ötesi: Uluslararası İlişkilerde Temel Kavramlar, İstanbul, İletişim Yayıncılık. Erdem, Nuraniye Hidayet, (2005), “Şanghay Güç Kazanıyor”, Cumhuriyet Strateji, Yıl:2, Sayı:72. Erdem, Tevfik, (2005), “Postmodernizmin “Öteki”si Hangi “Öteki”?”, Düşünen Siyaset Dergisi, Sayı:21. Ersoy, Günhan Emre, (1998), II. Dünya Savaşından Günümüze Kadar Avrupa Güvenlik Kimliğinin Gelişimi ve Türkiye Üzerinde Etkileri, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, Ankara Üniversitesi. Ercan, Fuat, (2001), Modernizm, Kapitalizm ve Azgelişmişlik, 2. Basım, İstanbul, Bağlam Yayınları. European Commission, (1998), The Regulation of Working Conditions in the Member States of the European Union, Luxembourg, Office for Official Publications of the European Communities. European Commission, (2001), Employee Representatives in Europe and Their Economic Prerogatives, Luxembourg, Office for Official Publications of the European Communities.

Evans, Graham and Newnham, Jeffrey, (1998), Dictionary of International Relations, London, Penguin Books. Evans, Richard J., (2002), “Alman Tarihinde Toplumdan Dışlananlar”, Robert Gellately ve Nathan Stoltzfus (derl.), (Çev. Bilge Tanrıseven, Funda İşbuğa Erel, S. Nihad Şad), Nazi Almanya’sında Toplumdan Dışlananlar içinde, Ankara, Phoneix Yayınları. Feldman, Regine M., (2003), “German by Virtue of Others: The Search for Identity in Three Debates”, Cultural Studies, Vol:17, No:2.

Page 315: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

305

Forgau, David, (der.), (2000), The Gramsci Reader: Selected Writings 1916-1935, New York, New York University Press. Frankel, Richard, (2003), “From the Beer Halls to the Halls of Power: The Cult of Bismarck and the Legitimization of a New German Right”, German Studies Review, Vol: XXVI, No:3, October. Freundenstein, Roland, (1998), “Poland, Germany and the EU”, International Affairs, Vol:74, No:1, January. Frieden, Jeffrey A. (1996), “Economic Integration and the Politics of Monetary Policy in the United States”, Robert O. Keohane and Helen Miller (derl.), Internationalization and Domestic Politics, Cambridge, New York, Cambridge University Press. Gao, Bai, (2001), Japan’s Economic Dilemma: The Institutional Origins of Prosperity and Stagnation, Cambridge, Cambridge University Press. Gill, Stephen and Law, David, (1988), The Global Political Economy: Perspectives, Problems, and Policies, New York, London, Harvester, Wheatsheaf. Gill, Stephen, (1990), American Hegemony and Trilateral Commission, Cambridge, Cambridge University Press. Gill, Stephen, (1991), “Historical Materialism, Gramsci, and International Political Economy”, Craig N. Murphy and Roger Tooze (derl.), The New International Political Economy, Boulder, Lynne Publishers. Gill, Stephen, (der.), (1993), Gramsci, Historical Materialism and International Relations, Cambridge, Victoria, Cambridge University Press. Gill, Stephen and Law, David (1993), “Global Hegemony and Structural Power of Capital”, Stephen Gill (der.), Gramsci, Historical Materialism and International Relations, Cambridge, New York, Victoria, Cambridge University Press. Gill, Stephen, (1995), “Theorizing the Interregnum: The Double Movement and Global Politics in the 1990s”, Björn Hettne (der.), International Political Economy: Understanding Global Order, London and New Jersey, Zed Books. Gill, Stephen, (1995), “Globalisation, Market Civilisation, and Disciplinary Neoliberalism”, Millennium: Journal of International Studies, Vol: 24, No:3. Gilpin, Robert, (1981), War and Change in World Politics, Cambridge, Cambridge University Press.

Page 316: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

306

Gilpin, Robert G., (1986), “The Richness of the Tradition of Political Realism”, Robert O. Keohane (der.), Neorealism and Its Critics, New York, Columbia University Press. Gilpin, Robert, (1987), The Political Economy of International Relations, Princeton, New Jersey, Princeton University Press. Gilpin, Robert, (1997), “The Japan Problem: Economic Challenge or Strategic Threat”, Armand Clesse and Et al (derl.), The Vitality of Japan: Sources of National Strength and Weakness, Houdsmills, Basingstoke, Hampshire and London, Macmillan Press. Gilpin, Robert, (2000), The Challenge of Global Capitalism: The World Economy in the 21st Century, Princeton, New Jersey, Princeton University Press. Gilpin, Robert (2001), Global Political Economy: Understanding International Order, Princeton and Oxford, Princeton University Press. Gills, Barry, (1993), “The Hegemonic Transition in East Asia: A Historical Perspective”, Stephen Gill, Gramsci, Historical Materialism and International Relations, Cambridge, Cambridge University Press. Glees, Anthony (1999), “Building a New Europe: Britain, Germany and the Problem of Russia", German Politics, Vol:8, No:1, April. Gleick, James, (2003), Kaos: Yeni Bir Bilim Teorisi (Çev. Fikren Üçcan), TÜBİTAK Yayınları, Ankara. Gowan, Peter, (2003), “US:UN”, New Left Review, 24, November-December. Gowan, Peter, (2005), “Pax Europea Review”, New Left Review, 34, July-August. Gökırmak, Mert, “Bilgi, İktidar ve Üniversite”, Http://iktisat.uludag.edu.tr/dergi (Erişim Tarihi: 12 Haziran 2004). Gönen, Hakan, (2004), “ABD-Japonya Güvenlik Antlaşmaları: Oluşumu, Evrimi ve Sonuçları”, Uluslararası İlişkiler, Cilt: 1, No:4, Kış. Graff, William D., (1994), “Introduction”, William D. Graff (der.), The Internationalization of the German Political Economy: Evolution of A Hegemonic Project, London and New York, Routledge. Gramsci, Antonio, (1997), Hapishane Defterleri: Felsefe ve Politika Sorunları, (Çev. Adnan Cemgil), 3. Baskı, İstanbul, Belge Yayınları. Green, Michael Jonathan, (2001), Japan’s Reluctant Realism: Foreign Policy Challenges in an Era of Uncertain Power, Houdsmills, Basingstoke, Hampshire, New York, Palgrave.

Page 317: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

307

Grieco, Joseph M., (1993), “Anarchy and the Limits of Cooperation: A Realist Critique of the Newest Liberal Institutionalism”, David A. Baldwin (der.), Neorealism and Neoliberalism: The Contemporary Debate, New York, Columbia University Press. Grunberg, Isabelle, (1990), “Exploring the Myth of Hegemonic Stability”, International Organization, Vol: 44, No:4, Autumn. Guzzini, Stefano, (1997), “Robert Gilpin: The Realist Quest for the Dynamics of Power”, Iver B. Neumann ve Ole Waever (derl.), The Future of International Relations: Masters in the Making, London, New York, Routledge. Güçlü, A. Baki, Et al., (2002), Felsefe Sözlüğü, Ankara, Bilim ve Sanat Yayınları. Güzel, Cemal, (1996), “Bir Bilgi Anarşisti: Paul K. Feyerabend”, Cemal Güzel (der.), Bir Bilgi Anarşisti: Paul K. Feyerabend, Ankara, Bilim ve Sanat Yayınları. Güzel, Cemal, (1999), “Çoğulculuğun Kuramcısı: Lakatos” içinde, Cemal Güzel, (der.), Çoğulculuğun Kuramcısı: Lakatos, Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları. Han, Ahmet K., (2004), “Tarafsız Olmayan Savaş, Yeni Muhafazakar Komplo (?) ve Bush Doktrini”, Toktamış Ateş (der.), Kartal’ın Kanat Sesleri: ABD Dış Politikasında Yeni Yönelimler ve Dünya, Ankara, Ümit Yayıncılık. Haggard, Stephan, and Simmons, Beth A., (1987), “Theories of International Regimes”, International Organization, Vol:41 No:3 Summer. Hall, Stuart, Et al, (1985), Siyaset ve İdeoloji: Gramsci, (Çev. Sadun Emrealp) Ankara, Birey ve Toplum Yayınları. Hardt, Michael, (2002), “Today’s Bandung”, New Left Review, No: 14, March-April. Harnisch, Sebastian, and Maull, Hanns W., (2001), “Introduction”, Sebastian Harnisch and Hanns W. Maull (derl.), Germany as a Civilian Power? The Foreign Policy of the Berlin Republic, Manchester and New York, Manchester University Press. Higashi, Chikara, and Lauter, G. Peter, (1990), The Internationalization of the Japanese Economy 2. Baskı, Boston, Dordrecht, London, Kluwer Academic Publishers. Hirst, Paul ve Thompson, Grahame, (2000), Küreselleşme Sorgulanıyor, (Çev. Çağla Erdem, Elif Yücel), 2. Baskı, Ankara, Dost Kitabevi. Hitler, Adolf, (2005), Kavgam (Çev. Ö. Kenan Yalıtaş), İstanbul, Emre Yayınevi.

Page 318: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

308

Hiwatari, Nobuhiro, (2006), “Japan in 2005”, Asian Survey, Vol:XLVI, No:1, January-February. Hoffman, Stanley, (1995), “An American Social Science: International Relations”, James Der Derian (der.), International Theory: Critical Investigations, New York, New York University Press. Holsti, Ole R. (1996), “Theories of International Relations and Foreign Policy: Realism and Its Challenges”, Charles W. Kegley Jr. (der.), Controversies in International Relations Theory: Realism and The Neoliberal Challenge, New York, St. Martin’s Press. Hunter, Janet E., (2002), Modern Japonya’nın Doğuşu: 1853’ten Günümüze (Çev. Müfit Günay), Ankara, İmge Kitabevi. Huntington, Samuel P. (2004), Biz Kimiz: Amerika’nın Ulusal Kimlik Arayışı, (Çev. Aytül Özer), İstanbul, CSA Global Yayın Ajansı. Hurrell, Andrew, (1995), “Explaining the Resurgence of Regionalism in World Politics”, Review of International Studies, Vol:21, No: 4. Hyde-Price, Adrian, (1998), “Germany’s Security Policy Dilemmas: NATO, the WEU, and the OSCE”, Klaus Larres (der.), Germany Since Unification: The Domestic and External Consequences, Houndmills, Basingstoke, Hampshire and London, Macmillan Press. Hyde-Price, Adrian, (1999), “The New Pattern of International Relations in Europe”, Victoria Curzon Price, Alice Landau and Richard G. Whitman, The Enlargement of the European Union: Issue and Strategies, Routledge, London and New York. Ikenberry G. John, and Kupchan, Charles A. (1990), “Socialization and Hegemonic Power”, International Organization, Vol:44, No:3, Summer. İsen, Galip B., (2004), “Amerikan Bilgeliğinin Irak Yazı-Turası: Gücün Gerçeği mi, Gerçeğin Gücü mü”, Toktamış Ateş (der.) Kartal’ın Kanat Sesleri: ABD Dış Politikasında Yeni Yönelimler ve Dünya, Ankara, Ümit Yayıncılık. James, Harold, (1999), Alman Kimliği: 1770’den Bugüne, (Çev. İsmail Türkmen), İstanbul, Kızıl Elma Yayınları. Jansen, Marius B., (2000), The Making of Modern Japan, Cambridge, Massachusetts, London, The Belknap Press of Harvard University Press. Japanese Ministry of Foreign Affairs, (2003), Diplomatic Bluebook 2003: Japanese Diplomacy and Global Affairs in 2002, Tokyo, Ministry of Foreign Affairs. Japanese Ministry of Foreign Affairs, (2004), Diplomatic Bluebook 2004: Japanese Diplomacy and Global Affairs in 2003, Tokyo, Ministry of Foreign Affairs.

Page 319: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

309

Jeffrey, Charlie, (1998), “German Federalism in the 1990s: On the Road to a Divided Polity”, Klaus Larres (der.), Germany Since Unification: The Domestic and External Consequences, Houndmills, Basingstoke, Hampshire and London, Macmillan Press. Kagan, Robert, (2005), Cennet ve Güç: Yeni Dünya Düzeninde Amerika ve Avrupa, (Çev. Selim Yeniçeri), İstanbul, Koridor Yayıncılık. Kagan, Robert, (2004), “America’s Crisis of Legitimacy”, Foreign Affairs, Vol:83, No:2.

Kagan, Robert, (2002), “Power and Weakness”, Policy Review, June. Http://www.policyreview.org/JUN02/kagan.html (Erişim Tarihi: 12 Haziran 2003). Kanet Roger E., and Kozhemiakin, A.V., (1997), The Foreign Policy of the Russian Federation, London, Macmillan Press. Katz, Richard, (2001), “Selected Updates to Japan-The System that Soured: The Rise and Fall of Japanese Economic Miracle”, The Japanese Economy, Vol:29, No:5-6, November/December. Katzenstein, Peter, (1996), Cultural Norms and National Security: Police and Military in Postwar Japan, Ithaca and London, Cornell University Press. Kazgan, Gülten, (2002), Küreselleşme ve Ulus-Devlet: Yeni Ekonomik Düzen, 3. Baskı, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları. Keat, Russel ve Urry, John, (2001), Bilim Olarak Sosyal Teori, (Çev. Nilgün Çelebi), 2. Baskı, Ankara, İmge Kitabevi. Kennedy, Paul, (1996), Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri: 1500’den 2000’e Ekonomik Değişme ve Askeri Çatışma, (Çev. Birtane Karanakçı), Ankara, İş Bankası Yayınları. Keohane, Robert O. and Nye Joseph S., (1973), Transnational Relations and World Politics, Cambridge, Massachusetts, Harvard University Press Keohane, Robert O., (1984) After Hegemony: Cooperation and Discord in the World Political Economy, Princeton, New Jersey, Princeton University Press. Keohane, Robert O. and Nye Joseph S., (1989), Power and Interdependence, New York, Harper Collins Publishers. Keohane, Robert O., (1991), “Cooperation and International Regimes”, Richard Little ve Michael Smith, (derl.) Pespectives on World Politics, London and New York, Routledge.

Page 320: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

310

Keohane, Robert O. ve Nye, Joseph S. (1996), “Güç ve Karşılıklı Bağımlılık”, (Çev. Zana Çitak), H. Williams, Et al, (derl.), Uluslararası İlişkiler ve Siyaset Teorisi Üzerine Bir Derleme, Ankara, Siyasal Kitabevi. Kensy, Rainer (2001), Keiretsu Economy-New Economy? Japan’s Multinational Enterprises from a Postmodern Perspective, Houdsmills, Basingstoke, Hampshire and New York, Palgrave. Keyman, E. Fuat, (1996), “Eleştirel Düşünce: İletişim, Hegemonya, Kimlik/Fark”, Atila Eralp (der.), Devlet, Sistem ve Kimlik: Uluslararası İlişkilerde Temel Yaklaşımlar, İstanbul, İletişim Yayınları. Kılıçlıoğlu, Safa, Et al, (derl.), (1979), İstanbul, Meydan Larousse Ansiklopedisi, 5. Cilt, Meydan Yayınevi. Kindleberger, Charles P. (1973), The World in Depression, 1929-1939, London, Allen Lane The Penguin Press. Kleinfeld, Gerald R., (1995), “Partners in Leadership?: The Future of German-American Relations”, Peter H. Merkl (der.), The Federal Republic of Germany at Forty-Five: Union without Unity, New York, New York University Press. Klepatskii, Lev, (1999), “Russia’s Foreign Policy Landmarks”, International Affairs (Moscow), Vol: 45, No:2. Koç, Yıldırım, (2005), Batılı İşçi Sömürüye Ortak: Burjuva Proletarya, Ankara, Bilgi Yayınevi. Köni, Hasan, (2001), Genel Sistem Kuramı ve Uluslararası Siyasetteki Yeri, Ankara, ASAM Yayınları. König, Gert, (2001), “Doğa Felsefesi”, Doğan Özlem (der.), Günümüzde Felsefe Disiplinleri, 2. Basım, İstanbul, İnkılap Yayınevi. Krasner, Stephen D. (der.), (1982), International Regimes Ithaca, London, Cornell University Press. Krasner, Stephen D., (1991), “State Power and the Structure of International Trade”, Richard Little and Michael Smith (derl.), Perspectives on World Politics, London and New York, Routledge. Kristol, William and Kagan, Robert, (1996), “Toward a Neo-Reaganite Foreign Policy”, Foreign Affairs, Vol:75, No:4, July-August. Kuhn, Thomas S., (2000), Bilimsel Devrimlerin Yapısı içinde (Çev. Nilüfer Kuyaş), 5. Baskı, İstanbul, Alan Yayıncılık.

Page 321: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

311

Kuechler, Manfred, (1993), “Political attitudes and Behavior in Germany: The Making of a Democratic Society”, Michael G. Huelshoff, Andrei S. Markovits and Simon Reich (derl.), From Bundesrepublic to Deutschland: German Politics after Unification, Ann Arbor, The University of Michigan Press. Kut, Şule, (2001), “Yugoslavya Bunalımı ve Türkiye’nin Bosna-Hersek ve Makedonya Politikası, 1990-1993”, Faruk Sönmezoğlu (der.), Türk Dış Politikasının Analizi, 2. Basım, İstanbul, Der Yayınları. Kühnhardt, Ludger and Mead, Walter Russels, (2004), Power and Principle: Prospects for Transatlantic Cooperation, Washington, The Johns Hopkins University, Http://www.aicgs.org/ documents/polrep16.pdf, (Erişim Tarihi: 21 Mart 2005). Kvistad, Gregg O. (1999), “Building Democracy and Changing Institutions: The Professional Civil Service and Political Parties in the Federal Republic of Germany”, John S. Brady, and Et al, (derl.), The Postwar Transformation of Germany: Democracy, Prosperty and Nationhood, Ann Arbor, University of Michigan Press. Kvistad, Gregg, (1999), The Rise and Demise of German Statism: Loyalty and Political Membership, Providence and Oxford, Berghahn Books. Lakatos, İmre, (1999), “Yanlışlama ile Bilimsel Araştırma İzlencelerinin Yöntembilgisi”, Cemal Güzel (der.), Çoğulculuğun Kuramcısı: Lakatos, Ankara, Bilim ve Sanat Yayınları. Lakatos, İmre, (1999), “Bilimle Sözdebilim”, Cemal Güzel (der.), Çoğulculuğun Kuramcısı: Lakatos, Ankara, Bilim ve Sanat Yayınları. Lavelle, Pierre, (1993), Çağdaş Japon Siyasal Düşüncesi (Çev. Galip Üstün), İstanbul, İletişim Yayınları. Leavitt, Sandra R., (2005), The lack of secuirty Cooperation between Souteast Asia and Japan: Yen Yes, Pax Nippon No”, Asian Survey, Vol:XLV, No:2, March-April. Lehnert, Detlef, and Megerle, Klaus (1993), “Problems of Identity and Consensus in a Fragmented Society: Weimar Republic”, Dirk Berg-Scholesser and Ralf Rytlewski (derl.), Political Culture in Germany, New York, St. Martin’s Press. Lenin, V. İ., (1998), Kapitalizmin Son Aşaması: Emperyalizm, (Çev. Kenan Somer), Ankara, Bilim ve Sosyalizm Yayınları. Lincoln, Edward J., (2002), “Whitter Trade Policy with Japan”, The Japanese Economy, Vol:30, No:2, March/April. Linklater, Andrew, (1990), Beyond Realism and Marxism: Critical Theory and International Relations, London, Macmillan.

Page 322: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

312

Linklater, Andrew, (1996), “The Achievements of Critical Theory”, Steve Smith, Ken Booth, Marysia Zalewski (derl.), International Theory: Positivism and Beyond, Cambridge, Melbourne, Cape Town, Cambridge University Press. Lipson, Charles, (1993), “International Cooperation in Economic and Security Affairs”, David A. Baldwin (der.), Neorealism and Neoliberalism: The Contemporary Debate, New York, Columbia University Press. Little, Richard, (1985),“Structuralism and Neo-Realism”, Margot Light and A. J. R. Groom (derl.), International Relations: A Handbook of Current Theory, London, Frances Pinter Publishers. Little, Richard, (1996), “The Growing Relevance of Pluralism?”, Steve Smith, Ken Booth, Marysia Zalewski (derl.), International Theory: Positivism and Beyond, Cambridge, Cambridge University Press. Lütz, Susanne, (2000), “From Managed to Market Capitalism? German Finance in Transition”, German Politics, Vol.9, No:2, August. McCormack, Gavan, (2002), “Breaking the Iron Triangle”, New Left Review, No:13, January-February. McCormack, Gavan, (2004), “Remilitarizing Japan”, New Left Review, No:29, September-October. Markovits, Andrei S. and Reich, Simon (1993), “Should Europe Fear the Germans?”, Michael G. Huelshoff, Andrei S. Markovits and Simon Reich (derl.), From Bundesrepublic to Deutschland: German Politics after Unification, Ann Arbor, The University of Michigan Press. Maswood, Syed Javed, (1989), Japan and Protection: The Growth of Protectionist Sentiment and the Japanese Response, London and New York, Routledge. Matray, James I. (2001), Japan’s Emergence as a Global Power, Wesport, Connecticut and London, Greeenwood Press. Maull, Hans, (1990) “Germany and Japan: The New Civilian Powers”, Foreign Affairs, Vol: 69, No:5, Winter. Maull, Hanns W., (2001), “Germany’s Foreign Policy, Post-Kosova: Still a ‘Civilian Power’?”, Sebastian Harnisch and Hanns W. Maull (derl), Germany as a Civilian Power: The Foreign Policy of the Berlin Republic, Manchester and New York, Manchester University Press. McLean, Iain (der.), (1996), The Concise Oxford Dictionary of Politics, Oxford, New York, Oxford University Press.

Page 323: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

313

Mearsheimer, John J., (1990), “Back to the Future: Instability in Europe after the Cold War”, International Security, Vol:15, No:1, Summer. Mendl, Wolf, (1995), Japan’s Asia Policy: Regional Security and Global Interests, New York and London, Routledge. Miskimmon, Alister John, (2001), “Recasting the Security Bargains: Germany, European Security Policy and the Transatlantic Relationship”, German Politics, Vol: 10, No:1, April. Miyashita, Akitoshi, (2001), “Consensus or Compliance? Gaiatsu, Interests, and Japan’s Foreign Aid”, Akitoshi Miyashita and Yoichiro Sato (derl.), Japanese Foreign Policy in Asia and the Pacific: Domestic Interests, American Pressure, and Regional Integration, Houndsmills, Basingstoke, Hampshire, New York, Palgrave. Modelski, George, (1987), Long Cycles in World Politics, Seattle and London, University of Washington Press.

Modelski, George, (1995), “The Evolution of Global Politics”, Journal of World-Systems Research, Volume:1, No:7. Mooers, Colin, (1997), Burjuva Avrupa’nın Kuruluşu:Mutlakçılık, Devrim ve İngiltere, Fransa, Almanya’da Kapitalizmin Yükselişi, (Çev. Bahadır Sina Şener), Ankara, Dost Kitabevi Yayınları. Morrison, Charles E., (1988), “Japan and the ASEAN Countries: The Evolution of Japan’s Regional Role”, Daniel I. Okimoto and Thomas P. Rohlen (derl.), Inside the Japanese System: Readings on Contemporary Society and Political Economy, Standford, California, Standford University Press. Mouritzen, Hans, (1997), “Kenneth Waltz: A Critical Rationalist between International Politics and Foreign Policy”, Iver B. Neumann ve Ole Waever (derl.), The Future of International Relations: Masters in the Making?, London, New York, Routledge. Müller, Harald, (1992), “German Foreign Policy after Unification”, Paul B. Stares (der.), The New Germany and the New Europe, New York, The Brookings Institution. Najita, Tetsuo, and Harootunian, H. D., (1998), “Japan’s Revolt against the West”, Bob Tadashi Wakabayashi (der.), Modern Japanese Thought, Cambridge, Cambridge University Press. Nester, William R., (1991), Japanese Industrial Targeting: Ther Neomercantilist Path to Economic Superpower, London, Macmillan.

Page 324: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

314

Nye, Joseph S., (2003), Amerikan Gücünün Paradoksu, (Çev. Gürol Koca), İstanbul, Literatür Yayınları. O’Brien, Patrick, (2003), “The Myth of Anglophone Succesion: From British Supremacy to American Hegemony”, New Left Review, Vol:24 November-December. Ogan, Sinan, “Şanghay İşbirliği Örgütü Küresel Güç Olma Yolunda”,

Http://turksam.org/tr/yazilar.asp?kat=44&yazi=417 (Erişim Tarihi: 9 Temmuz 2005). Oran, Baskın, (1988), Atatürk Milliyetçiliği: Resmi İdeoloji Dışı Bir İnceleme, 3. Basım, Ankara, Bilgi Yayınevi. Oran, Baskın, ve Et al, (derl.), (1996), Karşılaştırmalı Zamandizini-2: 1945-1995 (Dünya Gelişmeleri/Türk Dış Politikası), Ankara, Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları. Oran, Baskın, (1997), Azgelişmiş Ülke Milliyetçiliği, 3. Basım, Ankara, Bilgi Kitabevi. Oran, Baskın, (2000), Küreselleşme ve Azınlıklar, 3. Basım, Ankara, İmaj Yayınevi. Oran, Baskın, ve Et al (derl.), (2001), Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt:1 (1919-1980), İstanbul, İletişim Yayınları. Ortaylı, İlber, (1998), Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman Nüfuzu, İstanbul, İletişim Yayıncılık. Otte, Max, (2000), A Rising Middle Power: German Foreign Policy in Transformation: 1989-1999, New York, St. Martin’s Press. Overhaus, Marco (2005), “German Foreign Policy and the Shadow of the Past”, SAIS Review of International Affairs, Vol:XXV, No:2, Summer-Fall. Owen, John W., (2003), “Why American Hegemony is Here to Stay”, Internationale Politik und Gesellschaft, Vol: 1, Http://fesportal.fes.de/pls/portal30 /doc /FOLDER/IPG/IPG1_2003/ ARTOWEN.HTM, (Erişim Tarihi: 10.3.2004). Öniş, Ziya and Şenses, Fikret, (2003), “Rethinking the Emerging Post-Washington Consensus: A Critical Appraisal”, ERC Working Paper, http://www.erc.metu.edu.tr, (Erişim Tarihi: 21 Mart 2005). Özdemir, Şennur, (2004), “Bilgi Sosyolojisi Açısından ‘Doğu’ ve ‘Batı’ ”, Uluslararası İlişkiler, Cilt: 1, Sayı:1.

Page 325: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

315

Özel, Mustafa, (2005), “Kapitalist Hegemonyadan Küresel İmparatorluğa”, Fatma Sel Turhan (der.), Küresel Güçler, İstanbul, Küre Yayınları. Özlem, Doğan, (der. ve Çev.), (1997), Günümüzde Felsefe Displinleri, İstanbul, İnkılap Kitabevi. Özlem, Doğan, (2003), Bilim Felsefesi: Ders Notları, İstanbul, İnkılap Yayınevi. Özlem, Doğan, (2000), Kültür Bilimleri ve Kültür Felsefesi, İstanbul, İnkılap. Panitch, Leo, and Gindin, Sam, (2005), “Superintending Global Capital”, New Left Review, No:35, September-October. Parkes, Stuart, (1997), Understanding Contemporary Germany, London and New York, Routledge. Philip, Mark, (1997), “Michel Foucalt”, Quentin Skinner, Çağdaş Temel Kuramlar (Çev. Ahmet Demirhan), 2. Baskı, Ankara, Vadi Yayınları. Philippi, Nina, (2001), “Civilian Power and War: The German Debate about Out-of-Area Operations, 1990-1999”, Sebastian Harnisch and Hanns W. Maull (derl.), Germany as a Civilian Power: The Foreign Policy of the Berlin Republic, Manchester and New York, Manchester University Press. Porter, Tony, (1994), “Postmodern Political Realism and the Third Debate”, Wayne S. Cox and C. Turenne Sjolander (derl.), Beyond Positivism: Critical Reflections on International Relations, Boulder and London, Lynne Rienner Publishers. Price, Richard, and Reus-Smit, Christian (1998), “Dangerous Liasons? Critical International Theory and Constructivism”, European Journal of International Relations, Vol: 4, No:3, 1998. Pyle, Kenneth B., (2003), “Regionalism in Asia: Past and Future”, Cambridge Review of International Affairs, Vol:16, No:1. Pyle, Kenneth B., (1998), “Meici Conservatism”, Bob Tadashi Wakabayashi (der.), Modern Japanese Thought, Cambridge, Cambridge University Press. Reichel, Peter, (1993), “Culture and Politics in Nazi Germany”, Dirk Berg-Scholesser and Ralf Rytlewski (derl.), Political Culture in Germany, New York, St. Martin’s Press. Reifer, Thomas ve Sudler, Jamie, (2000), “Devletlerarası Sistem”, Terence Hopkins ve Immanuel Wallerstein (derl.), Geçiş Çağı: Dünya Sisteminin Yörüngesi (1945-2025), (Çevl. Nuri Ersoy, Ender Abadoğlu, Orhan Akalın, Yücel Kaya), İstanbul, Avesta Yayınları.

Page 326: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

316

Reus-Smit, Christian, (1997), “The Constitutional Structure of International Society and the Nature of Fundamental Institutions”, International Organization, Vol:51, No:4, Autumn. Richter, Michaela, (1999), “From State Culture to Citizen Culture: Political Parties and the Postwar Transformation of Political Culture in Germany”, John S. Brady, and Et al, (derl.), The Postwar Transformation of Germany: Democracy, Prosperty and Nationhood içinde, Ann Arbor, University of Michigan Press. Ringmar, Eric, (1997), “Alexander Wendt: A Social Scientist Struggling with History”, Iver B. Neumann ve Ole Waever (derl.), The Future of International Relations: Masters in the Making, London, New York, Routledge. Rittberger, Volker, and Wagner, Wolfang, (1999), Germany’s Post-Unification Foreign Policy in Search of an Explanation: Realist, Liberal and Constructivist Approaches, 16-20 Şubat 1999 tarihleri arasında International Studies Association’nın 1999 Yıllık Konvansiyonunda sunulan tebliğ, Washington. Robinson, William I., (1996), Promoting Polyarchy: Globalization, US Intervention, and Hegemony, Cambridge, Cambridge University Press. Robinson, William I., (2004), A Theory of Global Capitalism: Production, Class, and State in a Transnational World, Baltimore and London, The John Hopkins University Press. Rosenau, James N., (1990), Turbulence in World Politics: A Theory of Change and Continuity, Princeton, New Jersey, Princeton University Press. Rubinstein, Alvin Z., (2000), “Russia Adrift: Strategic Anchors for Russia’s Foreign Policy”, Harvard International Review, Vol:22 Issue: 1. Russett, Bruce, (1985), “The Mysterious Case of Vanishing Hegemony; or Is Mark Twain Really Dead?”, International Organization, Vol:32, No:2, Spring. Saito Kunihiko (1998), “US-Japan Relations” Http://www.nixoncenter. org/publications/Program%20Briefs/Vol4no15saito.doc (Erişim Tarihi: 14 Temmuz 2005). Sallan Gül, Songül, (2004), Sosyal Devlet Bitti, Yaşasın Piyasa: Yeni Liberalizm ve Muhafazakârlık Kıskacında Refah Devleti, İstanbul, Etik Yayınları. Sakai, Hidekazu (2001), “Continuity and Discontinuity of Japanese Foreign Policy toward North Korea: Freezing the Korean Energy Development Organization (KEDO) in 1998”, Akitoshi Miyashita and Yoichiro Sato (derl.), Japanese Foreign Policy in Asia and the Pacific: Domestic Interests, American Pressure, and Regional Integration, Houndsmills, Basingstoke, Hampshire, New York, Palgrave.

Page 327: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

317

Saskia Sassen, (1999), “Global Financial Centers”, Foreign Affairs, Vol:78, No:1, January-February. Sato, Kazuo, (2002), “The Japanese Economy-A Primer: Historical Perspectives”, The Japanese Economy, Vol:30, No:4-5, July/October. Sato, Yoichiro, (2001), “Diplomacy of the Ministry of Finance: Promoting or Handicapping the Yen?”, Akitoshi Miyashita and Yoichiro Sato (derl.), Japanese Foreign Policy in Asia and the Pacific: Domestic Interests, American Pressure, and Regional Integration, Houndsmills, Basingstoke, Hampshire and New York, Palgrave. Sato, Yoichiro, “(2001), Modeling Japan’s Foreign Policy with the United States”, Akitoshi Miyashita and Yoichiro Sato (derl.), Japanese Foreign Policy in Asia and the Pacific: Domestic Interests, American Pressure, and Regional Integration, Houndsmills, Basingstoke, Hampshire and New York, Palgrave. Satoshi İkeda, (2000), “Dünya Üretimi”, Terence K. Hopkins, İmmanuel Wallerstein (derl.), Geçiş Çağı: Dünya Sisteminin Yörüngesi (1945-2025), (Çev. Nuri Ersoy, Ender Abadoğlu, Orhan Akalın, Yücel Kaya), İstanbul, Avesta Yayınları. Schwarz, Hans Peter, (2002), “Kurucu Başbakan Konrad Adenauer”, Türkiye Cumhuriyeti ve Almanya Federal Cumhuriyeti: Fikri Temeller ve Siyasi Yönelim, Ankara, Konrad Adenauer Vakfı. Schwarz, Hans Peter, (2002), “Adenauer’in Almanya’nın Batıya Entegrasyonu ve Avrupa’daki Uzlaşmaya Katkısı”, Türkiye Cumhuriyeti ve Almanya Federal Cumhuriyeti: Fikri Temeller ve Siyasi Yönelim, Ankara, Konrad Adenauer Vakfı. Seyidoğlu, Halil, (1993), Uluslararası İktisat: Teori, Pratik ve Uygulama, 9. Baskı, İstanbul, Güzem Yayınları. Shambough, David, (2004), “China Engages Asia: Reshaping the Regional Order”, International Security, Vol:29, No:3. Sheenan, Michael, (1996), The Balance of Power: History and Theory, London and New York, Routledge. Shibuichi, Daiki, (2005), “The Yasukuni Shrine Dispute and the Politics of Identity in Japan: Why All the Fuss?”, Asian Survey, Vol: XLV, No:2, March-April. Sinclair, Timothy J., (1996), “Beyond International Relations Theory: Robert W. Cox and Approaches to World Order”, Robert W. Cox with Timothy J. Sinclair, Approaches to World Order, Cambridge, Melbourne, Cambridge University Press. Singer, Peter, (2003), Düşüncenin Ustaları: Hegel (Çev. Bahar Öcal Düzgören), İstanbul, Altın Kitaplar Yayınevi.

Page 328: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

318

Smith, Eric Owen, (1994), The German Economy, London and New York, Routledge. Smith, Eric Owen (1998), “The German Model and European Integration”, Klaus Larres (der.), Germany Since Unification: The Domestic and External Consequences, Houndmills, Basingstoke, Hampshire and London, Macmillan Press. Smith, Steve, (1989), “Paradigm Dominance in International Relations: The Development of International Relations as a Social Science”, Hugh C. Dyer and Leon Mangasarian (derl.), The Study of International Relations: The State of the Art, London, Macmillan. Smith, Steve, (1996), “Positivism and Beyond”, Steve Smith, Ken Booth, Marysia Zalewski (derl.), International Theory: Positivism and Beyond, Cambridge, Melbourne, Cambridge University Press. Smith, Steve, (2000), “The Discipline of International Relations: Still an American Social Science”, 5 Ekim 2000’de Avusturalya Politika Bilimi Derneği’nin yıllık konferansına sunlan tebliğ, http://apsa2000.anu.edu.au/Smith.rtf, (Erişim Tarihi: 3 Şubat 2006). Smith, Steve, (2002), “The United States and the Discipline of International Relations: Hegemonic Country, Hegemonic Discipline”, International Studies Review, Vol:4, No:2, Summer. Smith, Woodruff D., (1986), The Ideological Origins of Nazi Imperalism, Oxford and New York, Oxford University Press. Snidal, Duncan, (1985) “The Limits of Hegemonic Stability Theory”, International Organization, Vol. 39, No:4, Autumn. Soyak, Alkan (2002), “Küreselleşme, Teknoloji Politikası, Türkiye”, Alkan Soyak (der.), Küreselleşme: İktisadi Yönelimler ve Sosyopolitik Karşıtlıklar, İstanbul, Om Yayınevi. Sönmez, Sinan, (1998), Dünya Ekonomisinde Dönüşüm: Sömürgecilikten Küreselleşmeye, Ankara, İmge Kitabevi. Sönmezoğlu, Faruk, (1992), “Sunuş”, Sabahattin Şen (der.), Yeni Dünya Düzeni ve Türkiye, 2. basım, İstanbul, Bağlam Yayınları. Sönmezoğlu, Faruk, (1995), Uluslararası Politika ve Dış Politika Analizi, 2. Baskı, İstanbul, Filiz Kitabevi. Sperling, James, (1999), “The German Architecture for Europe: Military, Political and Economic Dimensions”, John S. Brady, and Et al, (derl.), The Postwar Transformation of Germany: Democracy, Prosperty and Nationhood, Ann Arbor, University of Michigan Press.

Page 329: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

319

Sperling, James, (2003), “The Foreign Policy of the Berlin Republic: The Very Model of a Post-Modern Major Power? A Review Essay, German Politics, Vol: 12, No:3, December. Steger, Manfred B., (2003), Globalization: A Very Short Introduction, Oxford and New York, Oxford University Press. Steininger, Rolf, (1998), “German Question, 1945-1995”, Klaus Larres (der.), Germany Since Unification: The Domestic and External Consequences, Houndmills, Basingstoke, Hampshire and London, Macmillan Press, 1998. Strange, Susan, (1998), Mad Money, Manchester, Manchester University Press. Strange, Susan, (1996), The Retreat of the State, Cambridge, Cambridge University Press. Strange, Susan, (1988), States and Markets, London, Pinter Publishers.

Strange, Susan, (1987), “The Persistent Myth of Lost Hegemony”, International Organization, Vol:41, No:4 Autumn. Strange, Susan, (1985), “Protectionism and World Politics”, International Organization, Vol:39, No:2, Spring. Strange, Susan (1982), “Cave! Hic Dragones: A Critique of Regime Analysis”, Stephen D. Krasner (der.), International Regimes, Ithaca and London, Ithaca University Press. Strokes, Doug, (2005), “The Heart of Empire? Theorising US Empire in an Era of Transnational Capitalism”, Third World Quarterly, Vol:26, No:2. Sukehiro, Hirakawa (1998), “Japan’s Turn to the West” (Japonca’dan İngilizce’ye Çev. Bob Tadashi Wakabayashi), Bob Tadashi Wakabayashi (der.), Modern Japanese Thought, Cambridge, Cambridge University Press. Suk-man, Hwang and Hyun-Chin, Lim, (2003), “Restructuring Revisited: Flexible Korea and Rigid Japan”, Development and Society, Vol:32, No:2 December. Sunar, İlkay, (1999), Düşün ve Toplum, 3. Baskı, Ankara, Doruk Yayınları. Suny, Ronald Grigor, (1999), “Provisional Stabilities: The Politics of Identities in Post-Soviet Eurasia”, International Security, Vol:24, Issue: 3. Suzuki, Shogo, (2005), “Japan’s Socialization into Janus-Faced European International Society”, European Journal of International Relations, Vol:11 (1).

Page 330: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

320

Swatuk, Larry A., and Shaw Timothy M., (derl.) (1994), The South at the End of the Twentieth Century: Rethinking the Political Economy of Foreign Policy in Africa, Asia, the Caribbean and Latin America, New York, St. Martin’s Press. Swingewood, Alan, (1988), Sosyolojik Düşüncenin Kısa Tarihi, (Çev. Osman Akınhay), Ankara, Bilim ve Sanat Yayınları. Tanaka, Akihiko, (1994), “Japan’s Security Policy in the 1990s”, Yoichi Funabashi (der.), Japan’s International Agenda, New York and London, New York University Press. Tanrısever, Oktay F., (1996), “Yöntem Sorunu: Gelenekselcilik-Davranışsalcılık Tartışması”, Atila Eralp (der.), Devlet, Sistem ve Kimlik: Uluslararası İlişkilerde Temel Yaklaşımlar, İstanbul, İletişim Yayınları. Tewes, Henning, (1997), “The Emergence of a Civilian Power: Germany and Central Europe”, German Politics, Vol:6, No:2, August. Tewes, Henning, (2001), “How civilian? How much Power? Germany and the Eastern Enlargement of NATO?”, Sebastian Harnisch and Hanns W. Maull (derl.), Germany as a Civilian Power: The Foreign Policy of the Berlin Republic, Manchester and New York, Manchester University Press. Tunçoku, A. Mete, (2002), Japonya-Çin Halk Cumhuriyeti İlişkileri 2. Baskı, Ankara, Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi Yayınları. Ülger, İrfan Kaya, (2002), “Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikasının Arkaplanı, Oluşumu ve Temel Anlaşmazlık Konuları”, Refet Yinanç ve Hakan Taşdemir (derl.), Uluslararası Güvenlik Sorunları ve Türkiye içinde, Ankara, Seçkin Yayınları. Ülman, Burak, (2003), “Uluslararası İlişkiler Kuramı ve Realizm”, Ayhan Kaya ve Günay Göksu Özdoğan (derl.), Uluslararası İlişkilerde Sınır Tanımayan Sorunlar: Göç, Yurttaşlık, İnsan Hakları, Toplumsal Cinsiyet, Küresel Adalet ve Güvenlik, İstanbul, Bağlam Yayınları. Üşür, Serpil Sancar, (1997), İdeolojinin Serüveni: Yanlış Bilinç ve Hegemonyadan Söyleme, Ankara, İmge Kitabevi. Van der Pijl, Kees, (1984), The Making of an Atlantic Ruling Class, London, Verso. Van der Pijl, Kees, (1989), “Restructuring the Atlantic Ruling Class in the 1970s and 1980s”, Stephen Gill (der.), Atlantic Relations: Beyond the Reagan Era, New York, St. Martin’s Press. Van der Pijl, Kees (1995) “The Second Glorious Revolution: Globalizing Elites and Historical Change”, Björn Hettne (der.), International Political Economy: Understanding Global Disorder, London and New Jersey, Zed Books.

Page 331: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

321

Vayrynen, Raimo, (2003), “Regionalism: Old and New”, International Studies Review, Vol: 5, No:1, March. Wade, Robert, (2001), “Showdown at the World Bank”, New Left Review, Vol:7, January-February. Wakabayashi, Bob Tadashi, (1998), “Introduction”, Bob Tadashi Wakabayashi (der.), Modern Japanese Thought, Cambridge, Cambridge University Press. Walferen, Karel von (2003), “Sorting out the Conceptual Muddle: The Role of the Japanese Economy in the Asian Financial Crisis, Cambridge Review of International Affairs, Vol:16, No:1. Walicki, Andrzej, (1979), A History of Russian Thought: From the Enlightment to Marxism, (Polonyaca’dan İngilizce’ye Çev. Hilda Andrews-Rusiecka), Stanford, California, Standford University Press. Wallerstein, Immanuel, (1974), The Modern World System I: Capitalist Agriculture and the Origins of the European World-Economy in the Sixteenth Century, New York, London, Sydney, Tokyo, Toronto Academic Press.

Wallerstein, Immanuel, (1991), “The Rise and Future Demise of the World Capitalist System: Concepts for Comparative Analysis”, Richard Little ve Michael Smith, (derl.) Perspectives on World Politics, London and New York, Routledge. Wallerstein, Immanuel, (1992), Tarihsel Kapitalizm, (Çev. Necmiye Alpay), İstanbul, Metis Yayınları, 1992, s.48. Wallerstein, Immanuel, (1998), Liberalizmden Sonra, (Çev. Erol Öz), İstanbul, Metis Yayınları. Wallerstein, Immanuel, (2004), Amerikan Gücünün Gerileyişi: Kaotik Bir Dünyada ABD (Çev. Tuncay Birkan), İstanbul, Metis Yayınları. Wallerstein, Immanuel, (2005), Dünya Sistemleri Analizi: Bir Giriş, 2. Baskı, (Çev. Ender Abadoğlu, Nuri Ersoy), İstanbul, Aram Yayıncılık. Waltz, Kenneth N., (1959), Man, the State and War: A Theoritical Analysis, New York, Columbia University Press. Waltz, Kenneth N., (1979), Theory of International Politics, New York, Random House. Waltz, Kenneth N., (1996), “Reflections on the Theory of International Politics”, Robert O. Keohane (der.), Neorealism and Its Critics içinde, New York, Columbia University Press.

Page 332: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

322

Waltz, Kenneth N., (1993), “The Emerging Structure of International Politics”, International Security, Vol 18, No.2, Fall. Wendt, Alexander, (1987), “The Agent Structure Problem in International Relations Theory”, International Organization, Vol:41, No:3, Autumn. Wendt, Alexander, (1992), “Anarchy is What States Make of it: The Social Construction of Power Politics”, International Organization, Vol:46, No:2, Spring. Wendt, Alexander, (1996), “Identity and Structural Change in International Politics”, Yosef Lapid and F. Kratochwil (derl.), The Return of Culture and Identity in International Relations Theory, Boulder and London, Lynne Rienner Publishers. Wendt, Alexander, (1999), Social Theory of International Politics, Cambridge, Cambridge University Press. Weiss, Linda, (1997), “Globalization and the Myth of the Powerless State”, New Left Review. No:225, September-October. White, Brian, (2001), Understanding European Foreign Policy, New York, Palgrave. World Trade Organization, (2003), World Trade Report-2003, Geneva, WTO Publications. Yarar, Erhan (tarihsiz), “Türk-Alman İlişkilerinde Ortak Çıkar ve Çatışmaları ile Olası Çözümler”, Erhan Yarar (der.), Çıkarlar, Çatışmalar, Çözümler: Tarihten Geleceğe Türk-Alman İlişkileri, Ankara, Ajans-Türk. Yalvaç, Faruk, (1996), “Uluslararası İlişkiler Kuramında Yapısalcı Yaklaşımlar”, Atila Eralp (der.), Devlet, Sistem ve Kimlik: Uluslararası İlişkilerde Temel Yaklaşımlar, İstanbul, İletişim Yayınları. Yalvaç, Faruk, (2005), “Devlet”, Atila Eralp (der.), Devlet ve Ötesi: Uluslararası İlişkilerde Temel Kavramlar, İstanbul, İletişim Yayınları. Yeung, C. K., (2001), “Japan’s Role in the Making of the Asia-Pacific Economic Cooperation (APEC)”, Akitoshi Miyashita and Yoichiro Sato (derl.), Japanese Foreign Policy in Asia and the Pacific: Domestic Interests, American Pressure, and Regional Integration, Houndsmills, Basingstoke, Hampshire, New York, Palgrave. Yoshimatsu, Hidetaka, (2005), “Japan’s Keidanren and Free Trade Agreements: Societal Interests and Trade Policy”, Asian Survey, Vol:XLV, No:2, March-April. Yoshino, Kosaku, (1992), Cultural Nationalism in Contemporary Japan: A Sociological Enquiry, London and New York, Routledge.

Page 333: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

323

Yurdusev, A. Nuri, (1996), “Uluslararası İlişkiler Öncesi”, Atila Eralp (der.), Devlet, Sistem ve Kimlik: Uluslararası İlişkilerde Temel Yaklaşımlar, İstanbul, İletişim Yayınları. Zimmer, Matthias, (1997), “Return of the Mittelage: The Discourse of the Centre in German Foreign Policy”, German Politics, Vol:6, No:1, April. İnternet Kaynakları ABD Almanya Büyükelçiliği Http://www.usembassy.de/. Alman Dışişleri Bakanlığı, Http://www.auswaertiges-amt.de/. Alman İstatistik Bürosu, Http://www.destatis.de/. Alman Merkez Bankası, Http://www.bundesbank.de/. APEC Sekreteryası, Http://www.apec.org/. Asahi, Http://www.asahi.com/. ASEAN, Http://www.aseansec.org/. AB Komisyonu, Http://europa.eu.int/. China Daily News, Http://www.chinadaily.com.cn/. Dünya Ticaret Örgütü, Http://www.wto.org/. G-8 Sekreteryası, Http://www.fco.gov.uk/. Guardian, Http://www.guardian.co.uk/. International Herald Tribune, Http://www.iht.com/. Japonya Başbakanlık, Http://kantei.go.jp/. Japon Dışişleri Bakanlığı, Http://www.mofa.go.jp/. Japon Dış Ticaret Kurumu, Http://www.jetro.go.jp/. Japan Times, htpp://www.japantimes.co.jp/. Milliyet, Http://www.milliyet.com.tr/.

NATO, Http://www.nato.int/. The Global Site, Http://www.theglobalsite.ac.uk/.

Page 334: Elestirel Teori Cercevesinde Hegemonya Ve Alt Hegemonya Almanya Ve Japonya Ornegi Hegemony and Sub Hegemony Within the Framework of Critical Theory Germany and Japan Case

324