1
2 ÇEVRE BERATI’NA SAHiP TEK SAYFA ÇEVRE BERATI’NA SAHiP TEK SAYFA 19 15 Şubat 2016 PAZARTESİ Editör: Ozan SÜRÜCÜ Çin kendi güneşini laboratuvarda yarattı Çinli bilim insanları, sınırsız enerji sağlayabilmek için nükleer füzyon yoluyla yapay güneş üretim çalış- masına başladı. Jiangsu Eyaleti’ndeki Hefei Fizik Bilimi Enstitüsü’nde, Güneş’in merkezindeki ısının 3 katı daha sıcak hidrojen gazı üretildi. 102 saniye süren bu deneyde 50 milyon Kelvin (49.999 mil- yon santigrat) ısı elde edildi. Güneş’in merkezindeki ısı ise 15 milyon Kelvin (14.999 milyon santigrat) olarak biliniyor. Tokamak isimli ve simit şeklindeki manyetik reaktörde nükleer füzyon ile üretilen bu yapay güneş, aynı zamanda temiz ve sınırsız enerji olarak da kullanılabilecek. n DIŞ HABERLER YAKLAŞIK 160 bin yıl önce ev edindiği- miz mağaraların duvarlarına resimler çize- rek başladık yaşamaya. Korktuğumuz her doğal olayı, güneşi, ateşi, suyu tanrı edindik. Aklımız yettiğince düşündük; fikir edindik; “Dünya düz” dedik, farklı düşünenleri katlet- tik... Ömrümüzü kısacık kılan enfeksiyonlar- dan bihaber, hastalıklardan mustarip olanları “lanetlenmiş”, hastalıklara çare bulanları “büyücü” diye taşladık, hatta kütüklere bağ- layıp yaktık. Bilim bütün direnişlere rağmen zorluklar içerisinde emeklemeyi, yürümeyi ve koşmayı öğrendi. Kendisini seven sevme- yen herkese el verdi. Kıyısından köşesinden biraz olsun bilime dokunanlarımız “bizi bize” anlattığı için gönlünü kaptırdı ona. Gökyü- züne, okyanuslara, kısacası tüm doğaya daha farklı bakar olduk. “Evrende yalnız mıyız?”, “Benzer dünyalar var mı?”, “Okyanusların derinliklerindeki, mikroskop altındaki sırlar nelerdir?”, “Neden varız?” diye sorgulamaya başladık. Kimi sorguladıkça büyüdü, kimi sor- guladıkça kayboldu. İnsanın doğasında sorgu- lamak var elbette... Bir türlü anlayamadık, yolumuzda doğrulara hasret ilerlerken seçilen ışık, bilim ise sorular yanıtla- nır, tercih batıllık ise her gözlem, her fikir çarpıtılır. Çarpıtmaların ardından çıkarlar, kapalı kapılar ardında dönen oyunlar, bilimsel değil filmsel hayata itiş, kandırmaca, aldatmaca... Derken biri uzayda, diğeri ülkesinden firarda, adaletin terazisi paramparça bir dünya... Sorularımıza yanıtlar ararken zaman zaman farkına vardığı- mız bir gerçekle yüz yüze geldik: “Bili- min de açık- laya- madığı fenomenler var.” Böylece bilim insanları olarak “Bilmiyorum” demeyi öğrendik. Metafiziksel kuramları dinleye- cek, bilimle bağdaştırmaya çalışacak kadar esnedik. Kanser araştırma merkez- leri kemoterapi uygular- ken ortaya çıkan yan etkileri gidermek için alternatif tıptan yardım istemeye başladı mesela. Ne ironidir ki, bilim ve bilimci- ler düşünce ve fikirlerinde esnemeye başladıkça bilimden uzak duranlar daha da katılaştılar, sabit fikirlerinde daha da sabit- lendiler. Her konuda “Biz biliriz” diyerek, hayatımızın “minik kara delikleri” olarak ışı- ğımızı, emeğimizi sömürerek büyüdüler. Fikir çatışmaları sonucunda ortaya çıkan açlık, fakirlik, hastalık, farklılık ve eşitsizlik tartışma- ları iyice kızışınca bilim ve metafizik el ele ilginç bir tartışmayı tekrar gündeme getirdi geçen hafta: Biyolojik frekans! Einstein, Dr. Royal Rife, Philip Hoyland, Dr. Bruce Tainio, Nikola Tesla ve Stephen Hawking gibi ünlü bilim adamlarıyla başlayan bu tartışmalı konu aynen şöyle özetleniyor: “İnsan vücudu megahertz (MHz) olarak ölçülebilecek biyolojik frekansa sahiptir.” Bu fikri ispat olarak Washington’daki Eastern State Üniversitesi’nde Dr. Bruce Tainio, yıllar önce yaptığı bir araştırma ile gün içinde insan vücudunun frekansının 62-72 MHz oldu- ğunu göstermiştir. Bu titreşim kadın, erkek, farklı ırklar ve fiziksel yapı fark etmeden her insanda aynıdır. Radyo dinlerken dinlemek istediğimiz kanalın frekansı gibiyiz anlayaca- ğınız. Ayarı biraz ileri biraz geri kaydırınca dinlediğimiz radyo kanalı gibi ya kaybolu- yoruz ya bozuluyoruz. Belli bir enerji boyu- tunda titreşen enerji formlarıyız kısacası. Gen farklılığımız, güzelliğimiz, çirkinliğimiz, mez- hebimiz, rengimiz, inancımız, inançsızlığımız o frekansa bakıldığında anlaşılmıyor. Eşitiz. Tek farkımız, kişiliklerimiz ve hayat tecrü- belerimiz. Vibrasyonlarımıza göre farklı ses- teyiz. Bir senfoni orkestrasında çalan farklı enstrümanlar gibiyiz. Her birimiz çok değer- liyiz, özeliz, gerekliyiz. Hep birlikte (armoni içerisindeyken) ortaya çıkan eser bir senfoni, ayrıştığımız an ise işe yaramaz bir gürültü. Asırlarca nereden gelip nereye gittiğimizi sor- gulamaktan, materyal ve metafizik dünyasının hakkımızda ileri sürdüğü büyüleyici iddiaları öğrenmekten aciziz. Bu yüzden kulaklarımız güzel bir senfoniye hasret. Bir senfonisin sen! İNSAN organizmasındaki trilyonlarca hüc- renin hepsi kendisine özel frekanslarda titre- şiyor. Bütün bu titreşimlerin toplamı kişinin genel frekans spektrumunu belirlemekte. İnsan organizmasının yaydığı farklı elektro- manyetik frekanslar ise kişinin bireysel fre- kans alanını oluşturuyor. Her organımızın kendine has bir frekansı olduğu tartışma- sını Dr. Bruce Tainio ve ekibi 1992 yılında başlattı. Teorilerine göre (örneğin) beynimiz 72 MHz, kalbimiz 67-70 MHz, karaciğeri- miz 55-60 MHz’de işlev görüyor. Dr. Royal Rife ise yıllar önce organlarımızın ve genelde vücut rezonans frekansımızın hastalıklarla değiştiğini iddia etmişti. Normalde 62-72 MHz olan vücut frekansımız gripte 57-60 MHz’e, bakteriyel enfeksiyonlarda 50 MHz’e, kanserde ise 42 MHz’e düşüyor. Ölüm 25 MHz ve aşağısında gerçekleşiyor. “Peki, bu düşen değerleri yükseltebilir miyiz?” soru- suna alternatif tıp yıllardır (doğal) çözüm- ler öneriyor. Ya tıp dünyası bu yaklaşıma ne diyor? Tahmin edeceğiniz üzere ilk reaksiyon son derece negatif ve tepkili. Lakin bu direnç başarılı tedavilerin artmasıyla yavaş yavaş kırılmaya başlamış durumda. Özellikle Can- cer Tutor’da yayımlanan bilimsel tartışmalar birçok onkoloğun dikkatini çekmişe benzi- yor. Hastalarda spesifik frekans jeneratörleri aracılığıyla enfeksiyöz ajanların, kanser hüc- relerinin yok edilebilmesi son zamanlarda en çok tartışılan çözüm yollarından birisi. YOK, yok... Sayfalarca anlatılacak bu kadar önemli bir bilimsel konuyu bu kadar küçük bir alanda anlatmaya niyetim yok. Geçen hafta Einstein’ı haklı çıkaran, med- yayı ve bilim dünyasını bomba gibi sallayan bu buluşun bende oluşturduğu duygu daha bir başka. O oluşan duygularla bu haftaki “Bir Senfonisin” başlıklı yazım ortaya çıkıverdi zaten. Çünkü “Kütle Çekim Teorisi doğru- landı” haberi halk arasında tahminlerimin çok çok üzerinde ilgi gördü. Herkes sosyal med- yada kendi futbol takımı maçı kazanmışçasına heyecanlanarak paylaştı. Neden? Ben şahsen hâlâ anlamış değilim! Buluşun büyüklüğünü tartışmaya bile gerek yok, ama konu bu değil. Sayfalarında haberi paylaşan arkadaşlardan bazılarına soruyorum: - Buluşun ne olduğunu anladın mı? - Hayır! - Peki neden sevindin? - Einstein haklı çıkmış da ona sevindim. Şeker adam! - Ne konuda haklı çıkmış onu anladın mı? - Bilmem... Yerçekimi falan mı ki? - Peki bu buluş ileride sana bana ne geti- recek? - Bilim ya! İyi bir şeylerdir herhalde... - Sırf bilim paylaşmak seni “cool” yapıyor diye mi paylaştın yoksa? - Değişiklik olsun diye... Biraz önce paragraflar dolusu “Bilimde yürüyeceğimiz yolumuz olmalı, ancak o zaman düze çıkarız” dedim durdum, ama bu şekilde değil vallahi! SAĞLIĞIMIZIN BOZULMASINDA ENERJİ FREKANSIMIZIN ETKİSİ VAR MI? KÜTLE ÇEKIM TEORISI doğrulandı da ne oldu?

ÇEVRE Çin kendi BERATI’NA SAHiP laboratuvarda TEK SAYFA ...“büyücü ” diye taşladık ... hayatımızın “minik kara delikleri” olarak ışı-ğımızı, emeğimizi sömürerek

  • Upload
    others

  • View
    8

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: ÇEVRE Çin kendi BERATI’NA SAHiP laboratuvarda TEK SAYFA ...“büyücü ” diye taşladık ... hayatımızın “minik kara delikleri” olarak ışı-ğımızı, emeğimizi sömürerek

2ÇEVREBERATI’NA

SAHiPTEK SAYFA

2ÇEVREBERATI’NA

SAHiPTEK SAYFA

ÇEVREBERATI’NA

SAHiPTEK SAYFA

ÇEVREBERATI’NA

SAHiPTEK SAYFA

1915 Şubat 2016 PAZARTESİEditör: Ozan SÜRÜCÜ

Çin kendi güneşini

laboratuvarda yarattı

Çinli bilim insanları, sınırsız enerji sağlayabilmek için nükleer füzyon yoluyla yapay güneş üretim çalış-masına başladı. Jiangsu Eyaleti’ndeki Hefei Fizik Bilimi Enstitüsü’nde, Güneş’in merkezindeki ısının 3 katı daha sıcak hidrojen gazı üretildi. 102 saniye süren bu deneyde 50 milyon Kelvin (49.999 mil-

yon santigrat) ısı elde edildi. Güneş’in merkezindeki ısı ise 15 milyon Kelvin (14.999 milyon santigrat) olarak biliniyor. Tokamak isimli ve simit şeklindeki manyetik reaktörde nükleer füzyon ile üretilen bu yapay güneş, aynı zamanda temiz ve sınırsız enerji olarak da kullanılabilecek. n DIŞ HABERLER

YAKLAŞIK 160 bin yıl önce ev edindiği-miz mağaraların duvarlarına resimler çize-rek başladık yaşamaya. Korktuğumuz her doğal olayı, güneşi, ateşi, suyu tanrı edindik. Aklımız yettiğince düşündük; fikir edindik; “Dünya düz” dedik, farklı düşünenleri katlet-tik... Ömrümüzü kısacık kılan enfeksiyonlar-dan bihaber, hastalıklardan mustarip olanları “lanetlenmiş”, hastalıklara çare bulanları “büyücü” diye taşladık, hatta kütüklere bağ-layıp yaktık. Bilim bütün direnişlere rağmen zorluklar içerisinde emeklemeyi, yürümeyi ve koşmayı öğrendi. Kendisini seven sevme-yen herkese el verdi. Kıyısından köşesinden biraz olsun bilime dokunanlarımız “bizi bize” anlattığı için gönlünü kaptırdı ona. Gökyü-züne, okyanuslara, kısacası tüm doğaya daha farklı bakar olduk. “Evrende yalnız mıyız?”, “Benzer dünyalar var mı?”, “Okyanusların derinliklerindeki, mikroskop altındaki sırlar nelerdir?”, “Neden varız?” diye sorgulamaya başladık. Kimi sorguladıkça büyüdü, kimi sor-guladıkça kayboldu. İnsanın doğasında sorgu-lamak var elbette... Bir türlü anlayamadık, yolumuzda doğrulara hasret ilerlerken seçilen ışık, bilim ise sorular yanıtla-nır, tercih batıllık ise her gözlem, her fikir çarpıtılır. Çarpıtmaların

ardından çıkarlar, kapalı kapılar ardında dönen oyunlar, bilimsel değil filmsel hayata itiş, kandırmaca, aldatmaca... Derken biri uzayda, diğeri ülkesinden firarda, adaletin terazisi paramparça bir dünya...

Sorularımıza yanıtlar ararken zaman zaman farkına vardığı-mız bir gerçekle yüz yüze geldik: “Bili-min de açık-laya-

madığı fenomenler var.” Böylece bilim insanları olarak “Bilmiyorum” demeyi öğrendik. Metafiziksel kuramları dinleye-

cek, bilimle bağdaştırmaya çalışacak kadar esnedik. Kanser araştırma merkez-

leri kemoterapi uygular-ken ortaya çıkan yan etkileri

gidermek için alternatif tıptan yardım istemeye başladı mesela.

Ne ironidir ki, bilim ve bilimci-ler düşünce ve fikirlerinde esnemeye

başladıkça bilimden uzak duranlar daha da katılaştılar, sabit fikirlerinde daha da sabit-lendiler. Her konuda “Biz biliriz” diyerek, hayatımızın “minik kara delikleri” olarak ışı-ğımızı, emeğimizi sömürerek büyüdüler. Fikir çatışmaları sonucunda ortaya çıkan açlık, fakirlik, hastalık, farklılık ve eşitsizlik tartışma-ları iyice kızışınca bilim ve metafizik el ele ilginç bir tartışmayı tekrar gündeme getirdi geçen hafta: Biyolojik frekans!

Einstein, Dr. Royal Rife, Philip Hoyland,

Dr. Bruce Tainio, Nikola Tesla ve Stephen Hawking gibi ünlü bilim adamlarıyla başlayan bu tartışmalı konu aynen şöyle özetleniyor:

“İnsan vücudu megahertz (MHz) olarak ölçülebilecek biyolojik frekansa sahiptir.” Bu fikri ispat olarak Washington’daki Eastern State Üniversitesi’nde Dr. Bruce Tainio, yıllar önce yaptığı bir araştırma ile gün içinde insan vücudunun frekansının 62-72 MHz oldu-ğunu göstermiştir. Bu titreşim kadın, erkek, farklı ırklar ve fiziksel yapı fark etmeden her insanda aynıdır. Radyo dinlerken dinlemek istediğimiz kanalın frekansı gibiyiz anlayaca-ğınız. Ayarı biraz ileri biraz geri kaydırınca dinlediğimiz radyo kanalı gibi ya kaybolu-yoruz ya bozuluyoruz. Belli bir enerji boyu-tunda titreşen enerji formlarıyız kısacası. Gen farklılığımız, güzelliğimiz, çirkinliğimiz, mez-hebimiz, rengimiz, inancımız, inançsızlığımız o frekansa bakıldığında anlaşılmıyor. Eşitiz. Tek farkımız, kişiliklerimiz ve hayat tecrü-belerimiz. Vibrasyonlarımıza göre farklı ses-teyiz. Bir senfoni orkestrasında çalan farklı enstrümanlar gibiyiz. Her birimiz çok değer-liyiz, özeliz, gerekliyiz. Hep birlikte (armoni içerisindeyken) ortaya çıkan eser bir senfoni, ayrıştığımız an ise işe yaramaz bir gürültü. Asırlarca nereden gelip nereye gittiğimizi sor-gulamaktan, materyal ve metafizik dünyasının hakkımızda ileri sürdüğü büyüleyici iddiaları öğrenmekten aciziz. Bu yüzden kulaklarımız güzel bir senfoniye hasret.

Bir senfonisin sen!

İNSAN organizmasındaki trilyonlarca hüc-renin hepsi kendisine özel frekanslarda titre-şiyor. Bütün bu titreşimlerin toplamı kişinin genel frekans spektrumunu belirlemekte. İnsan organizmasının yaydığı farklı elektro-manyetik frekanslar ise kişinin bireysel fre-kans alanını oluşturuyor. Her organımızın kendine has bir frekansı olduğu tartışma-

sını Dr. Bruce Tainio ve ekibi 1992 yılında başlattı. Teorilerine göre (örneğin) beynimiz 72 MHz, kalbimiz 67-70 MHz, karaciğeri-miz 55-60 MHz’de işlev görüyor. Dr. Royal Rife ise yıllar önce organlarımızın ve genelde vücut rezonans frekansımızın hastalıklarla değiştiğini iddia etmişti. Normalde 62-72 MHz olan vücut frekansımız gripte 57-60

MHz’e, bakteriyel enfeksiyonlarda 50 MHz’e, kanserde ise 42 MHz’e düşüyor. Ölüm 25 MHz ve aşağısında gerçekleşiyor. “Peki, bu düşen değerleri yükseltebilir miyiz?” soru-suna alternatif tıp yıllardır (doğal) çözüm-ler öneriyor. Ya tıp dünyası bu yaklaşıma ne diyor? Tahmin edeceğiniz üzere ilk reaksiyon son derece negatif ve tepkili. Lakin bu direnç

başarılı tedavilerin artmasıyla yavaş yavaş kırılmaya başlamış durumda. Özellikle Can-cer Tutor’da yayımlanan bilimsel tartışmalar birçok onkoloğun dikkatini çekmişe benzi-yor. Hastalarda spesifik frekans jeneratörleri aracılığıyla enfeksiyöz ajanların, kanser hüc-relerinin yok edilebilmesi son zamanlarda en çok tartışılan çözüm yollarından birisi.

YOK, yok... Sayfalarca anlatılacak bu kadar önemli bir bilimsel konuyu bu kadar küçük bir alanda anlatmaya niyetim yok. Geçen hafta Einstein’ı haklı çıkaran, med-yayı ve bilim dünyasını bomba gibi sallayan bu buluşun bende oluşturduğu duygu daha bir başka. O oluşan duygularla bu haftaki “Bir Senfonisin” başlıklı yazım ortaya çıkıverdi zaten. Çünkü “Kütle Çekim Teorisi doğru-landı” haberi halk arasında tahminlerimin çok çok üzerinde ilgi gördü. Herkes sosyal med-yada kendi futbol takımı maçı kazanmışçasına heyecanlanarak paylaştı. Neden? Ben şahsen hâlâ anlamış değilim! Buluşun büyüklüğünü tartışmaya bile gerek yok, ama konu bu değil. Sayfalarında haberi paylaşan arkadaşlardan bazılarına soruyorum:

- Buluşun ne olduğunu anladın mı? - Hayır! - Peki neden sevindin? - Einstein haklı çıkmış da ona sevindim.

Şeker adam! - Ne konuda haklı çıkmış onu anladın mı? - Bilmem... Yerçekimi falan mı ki? - Peki bu buluş ileride sana bana ne geti-

recek? - Bilim ya! İyi bir şeylerdir herhalde... - Sırf bilim paylaşmak seni “cool” yapıyor

diye mi paylaştın yoksa? - Değişiklik olsun diye...Biraz önce paragraflar dolusu “Bilimde

yürüyeceğimiz yolumuz olmalı, ancak o zaman düze çıkarız” dedim durdum, ama bu şekilde değil vallahi!

SAĞLIĞIMIZIN BOZULMASINDA ENERJİ FREKANSIMIZIN ETKİSİ VAR MI?

KÜTLE ÇEKIM TEORISI doğrulandı da ne oldu?