188

Click here to load reader

Fişek gül hinçal sürüm1

Embed Size (px)

DESCRIPTION

ÖNSÖZ Sevgili Okurum, İçimizde yoğunlaşan duygular, mutlu olunca veya çoğunlukla da büyük acılardan sonra ortaya çıkmaktadır. Bu kitabı yazmaktaki amacım; insanların ilgisini doğal yaşama çekmektir. Günlük yaşam içinde istersek çevrenin farkında olabileceğimizi göstermektir. Nedenim ise, çok sevdiğim köpeğimin ölümü olmuştur. Bu olay, belki de birikmiş yaşam öykülerimin yüzeye çıkmasına neden olmuştur. Kitabımdaki olayları hepsi, gerçek yaşamdan alınmış öykülerden oluşmaktadır. Edebiyat ustalarının hoş görüsüne sığınarak, bu kitabı yazdım. İstediğim tek şey ise; Tüm İnsanî duyguları yanında, yüreğimdeki sevgileri eskitmeden, yıpratmadan sizlere sunmak, sizlerle paylaşmaktır. Doğa ve hayvan sevgisine dikkatleri çekmektir. Öykülerimin büyük bir çoğunluğu, yerel bir gazetede çıkmıştır. Onları aynı şekliyle sizlere sundum. Ayrıca; gündeme oturan bazı toplumsal, siyasi ve ekonomik olaylardan ve doğal afetlerden de söz etmeden geçemedim. Bu kitabı okurken, biraz geri itilmiş olan sevgilerimi

Citation preview

Page 1: Fişek gül hinçal sürüm1

1

Page 2: Fişek gül hinçal sürüm1

2

Page 3: Fişek gül hinçal sürüm1

3

Gül HINÇAL

FİŞEK

Page 4: Fişek gül hinçal sürüm1

4

FİŞEK

Yazar Gül HINÇAL

ISBN: 9944-62-037-8

Kapak Tasarım Ümit SAĞDIÇ

Basım Yeri ASPENDOS OFSET Matbaacılık Gazetecilik Tur.San. ve Tic. Ltd. Şti. Altındağ Mah. 100. Yıl Bulv. 161. Sok. Hakan Apt. No:18 ANTALYA Tel: (0.242) 247 43 66 - 247 80 38

YIL 2006

Page 5: Fişek gül hinçal sürüm1

5

İÇİNDEKİLER 1- Hoş geldin Fişek 2- Akarsular 3- Kuş severler 4- Derin Bir Nefestir Yaşamak 5- Oscar 6- Doyulmaz Doğa 7- Bebek Fişek 8- Yağmur Gözyaşlarını 9- Anadolu’da Geyikler 10- Josephina Ve Soytarı 11- Sadakat, Dostluk Ve Vefa 12- Kurbanlık 13- Mehmet Ve Köpekleri 14- Yılan Bile 15- Kar 16- Kara Kız 17- Çocuk Anne Hatice 18- Madalyonun İki Yüzü 19- Kıskançlık 20- Kadın, Gülmek Ve Korkmak 21- Adsız 22- Çıtırık Doğum Yaptı 23- Aylardan Mart 24- Seni Özlemek Var Ya 25- Deyzi

Page 6: Fişek gül hinçal sürüm1

6

26- Rüzgâr 27- Sardunyalarım Ve Tekir 28- Fişek Misafirlikte 29- Mahigül Hanımın Uğur’u 30- Şikâyetim Var 31- Portakal Çiçeği 32- Çiçeklerin En Güzelleri 33- Ressamın San İnekleri 34- İki Şeker 35- Su İle Gelen Can: Cansu 36- Yine Saçlarım Yanıyor 37- Sevginin Keşfi 38- Safiye İle Cihan 39- Çanakkale, Yemen Ve Dedelerim 40- Hürrem Sultan 41- Fişek Heybeliada’da 42- Komik Fişek 43- Sponky Ve Josie 44- Sarı Kız 45- Güle Güle Fişek

Page 7: Fişek gül hinçal sürüm1

7

ÖNSÖZ

Sevgili Okurum, İçimizde yoğunlaşan duygular, mutlu olunca veya

çoğunlukla da büyük acılardan sonra ortaya çıkmaktadır. Bu kitabı yazmaktaki amacım; insanların ilgisini doğal yaşama çekmektir. Günlük yaşam içinde istersek çevrenin farkında olabileceğimizi göstermektir. Nedenim ise, çok sevdiğim köpeğimin ölümü olmuştur. Bu olay, belki de birikmiş yaşam öykülerimin yüzeye çıkmasına neden olmuştur.

Kitabımdaki olayları hepsi, gerçek yaşamdan alınmış öykülerden oluşmaktadır. Edebiyat ustalarının hoş görüsüne sığınarak, bu kitabı yazdım. İstediğim tek şey ise; Tüm İnsanî duyguları yanında, yüreğimdeki sevgileri eskitmeden, yıpratmadan sizlere sunmak, sizlerle paylaşmaktır. Doğa ve hayvan sevgisine dikkatleri çekmektir.

Öykülerimin büyük bir çoğunluğu, yerel bir gazetede çıkmıştır. Onları aynı şekliyle sizlere sundum.

Ayrıca; gündeme oturan bazı toplumsal, siyasi ve ekonomik olaylardan ve doğal afetlerden de söz etmeden geçemedim.

Bu kitabı okurken, biraz geri itilmiş olan sevgilerimiz varsa, umarım tekrar yüzeye çıkar.

Gül Hınçal

Page 8: Fişek gül hinçal sürüm1

8

Page 9: Fişek gül hinçal sürüm1

9

HOŞ GELDİN FİŞEK Evrendeki tüm canlıların görünen

yanlarında olduğu kadar, görünmeyen yanlarında da benzerlikler olduğuna inanıyorum. Beden dili ile kendini ifade edebilen canlıların duygu yanını anlamak için onları biraz bilmek gerekebilir.

Antalya'da; su, hava ve sıcaklığın olumlu etkisiyle adeta büyümenin kıpırtısını duyabileceğimiz capcanlı bir bitki örtüsü var. Buna paralel çeşitlilikte de hayvan türleri...

İnsanoğlu tanıyıp bildiği şeyleri sever. Yazacağım anı ve öykülerde doğa ile ilgili bilgilerimizi, dolayısıyla sevgilerimizi tazeleyeceğim.

Hareket noktam 22 Temmuz 2004'de ebediyen kaybettiğim sevgili köpeğim, Fişek'in anıları olacak. Şüphesiz başka örneklerimiz de bulunacak.

Seni günlerdir bekliyorduk. İlk sahibin, anne sütünü almanız için iki ay bekletmişti bizi. Bir karton kutunun içinde getirmişti seni komşunun kızı Merve. Tüylerin isli gibi kirliydi. Korktuğun da çok belliydi. Ben köpeklerden korkardım; Senden bile korkuyordum. Nasıl dokunacaktım sana bilmiyorum. Mama ve su işlerini Merve ile çözdük. Sen bir başkasına hediye edilmek için gelmiştin benim evime. Sonra nasıl olduysa sen beni kendine sahip seçtin. Çaresiz, uysal ve sevgi dolu dolaşıyordun çevremde. Nasıl kıyabilirdim sana...

Antrede, kendine usulca bir yer seçtin kendine. Sana hazırladığım minderi altına serdim, uyudun... Hep birbirimizi seyrediyorduk. Gece bitkin düşene kadar sandalyede seni bekledim. Sanki uyursam sana birşey olacakmış gibi korkuyordum. Uykusuz, yorgun ama "çok mutlu" sözünü

Page 10: Fişek gül hinçal sürüm1

10

gerçek anlamda yaşıyordum. Yüzüme pembe bir mutluluk gelmişti. Hep gülümsemek geliyordu içimden. .

Seni eğitmek gerekeceğini biliyordum. Kitaplar almıştım. Oysa zaman içinde, sen bana gerçekten sevmeyi, sonrada -bildiğimi sandığım- nice güzellikleri, içgüdülerinde taşıdığın evrenin bilgeliği ile öğretecektin Sırtüstü yatarak "okşa" dercesine karnını açtın. Sıcacıktın... Kalbinin atışını duyuyordum... Sana dokunmak ne kadar güzeldi...

İhtiyaçlarını bana gösteriyordun; Anlamam için bekliyordun. Kucakta olmayı çok seviyordun. Yürüyüş yapmayı, bir de şıngırdaklı oyuncağınla oynamayı çok seviyordun.

Gözlerin su gibi berrak, kahverengiye kaçan bir elâ idi. Dikkatli, ürkek ve sevecendin, Evimizi ve yakın çevremizi izliyor. Dostluklar kuruyordun...

Bireyin kişilik oluşumunda "ben" öğesinin kendine güven duygusuna katkısı olabilir. Ancak "Dünya'nın merkezi benim diyorsanız sorunlar başlıyor demektir.

Gelişmiş ülkelerde verilen eğitimde "ben" olmak önemli, ama "herkes"i kapsayan renk armonisi içinde güzel olacağı kavratılmakta. Bu yüzden insan, doğa, ilişkileri sevecenlik içinde.

Az gelişmiş ülkelerde insan güvensiz ve anlamsız bir kargaşa içinde. Toplumsal yaşamın ahengini göremediği ya da bu ahenk en az olduğu için küçük bireysel çıkarlarının zavallılığı içinde kıvranmakta. Mutsuz, saldırgan ve acımasız durumda. Hoşgörü, sevecenlik, neşe, coşku gibi kavramlar, sıradanlık veya hafiflik gibi gösterilmekte.

Trafikte yeşil ışık yalnız bizim için yanar, trafiğin akışı gibi bir derdimiz yoktur. Nasıl olsa ben geçeceğim... Yine ben kırmızı ışıkta da durmayabilirim der içindeki bencillik.

Üst kat komşumuz yanan sigarasını balkondan atabilir...

Page 11: Fişek gül hinçal sürüm1

11

Hasta, yaşlı, özürlü gibi insanları saymayız, onların yaşama hakkı yoktur.

Her an, herkesin başına, her şeyin gelebileceğini düşünemeyiz. Çünkü içindeki "ben" sanki biyonik adamdır. Bize birşey olmaz!

Kendimizi kimsenin yerine koyamayız. Hatta hep biz haklıyız ya da her an bir suçlu bulup gösteriveririz. Sorun orada halâ duruyor olsa da, biz bencilliğimizi beslediğimiz için rahatladığımızı sanırız.

Ağaçtaki kuşlara taş atan, Kedi-köpeklere eziyet eden çocuklara "dur" demeyiz. O canlıların canını yakarak oynamalarına ses çıkarmayız. Hatta ayakkabının sivri burnuyla tekme atarız. Hayvanın can acısıyla bağırmasını kahramanca kabararak ve bundan zevk alarak seyredebiliriz!

Yollara tükürür, balgam atarız. Lafa gelince de anlamını bile bilmeden doğayı severiz.

İçindeki dehşeti, vahşeti durdurmadan hiçbir şeyi sevemezsin. Bu dehşet ve vahşet annelerin çocuklarına attıkları tokatlarla da görülmekte.

Dünyanın tek sahibi biz değiliz... Diğer canlılarla paylaşmak zorundayız... Doğa böyle dengesini buluyor.

Lütfen ağaçların dallarını kırmayınız. Sevimli dostlarımız sokak kedi ve köpeklerine iyi davranınız, onları seviniz.

Bunları bildiğinizden eminim, lütfen uygulayınız, siz kazanacaksınız.

Sevgilerimle

Page 12: Fişek gül hinçal sürüm1

AKARSULAR Anadolu yarımadası genç bir jeolojik yapıya sahip

olduğu için yüksektir. Dağlık alanlar oldukça geniş yer kaplar. Anadolu insanının yüreğinde de dağların yeri büyüktür. Dağları severiz. Köroğlu, Dadaloğlu, Ferhat dağlardadır... Deli gönül esince de dağlara vurmak ister kendini.

Doğu Torosları trenle geçmiştim yıllar önce. Rayların şakırtısı arasında hızlı çekim bir film gibi seyrediyordum dik yamaçları ve derin vadileri... İnce Memed'in dağlarını… Doğaseverler bilirler Doğada bir bütünlük vardır. Evet. Ama doğanın bazı yanlarını daha yakın hissederiz kendimize. Beni akarsular daha çok etkiler.

Filyos çayının en büyük kollarından biri olan Ulusu'nun beslendiği havzada doğdum. Aladağ’daki yaylamız ve evimizin ardından, sanki bir telâşı varmış gibi hızlı, bir o kadar da ahenkli ve şırıldayarak akan küçük dereler... Coşkun sular, irili ufaklı taşların bazen etrafını dolaşır, bazen de üstünden aşardı. Çayların, kenarında oynardık saatlerce. Bazen içine düştüğümüz de olurdu. Ağlayarak eve giderdik sırılsıklam... Ovaya indiğinde artık güçlüdür Ulusu. Biraz da mağrur. Bostanları sular. İlk yüzme denemelerini burada yapar yörenin çocukları.

Çocukluğum ve gençliğimin bir kısmı Göller yöresinde geçti. Kendimi bu yöreye daha yakın hissederim. Burdur, Salda, Gölcük, Eğirdir ve irili ufaldı birçok göl de gönlümde o yıllarda, yerlerini aldılar.

Düden ve Manavgat ilk gördüğüm çağlayanlardı. Meslek yaşamımda ve seyahatlerimde ağır basıyordu akarsular. Derelerin çayların öykülerini, türkülerini dinliyordum. Bir türkü, "Akmayası çaylar nerelere koydun Ümmü’mü" diyordu acı ve yanık bir sesle.

Çankırı yöresinde, Devrez çayının kolları deli akar

Page 13: Fişek gül hinçal sürüm1

13

kabarma mevsiminde. Sürüklenen odunları toplamak için derelere kapılan kadınların öykülerini dinlemiştim üzülerek. Porsuk çayı ve Sakarya ile de o yıllarda tanışmıştım. Sakarya'nın denize döküldüğü yeri görmek için tekrar gelecektim İstanbul'dan.

Yılları ve sırayı bir kenara bırakıyorum. Meriç'in taşkınlarında pirinç yetiştirilir. Edirne köprüsünden baktığınızda kum adalarını görürsünüz. Kenarlarındaki eğlence yerleri ile şip-şirindir. Anadolu-Trakya-Balkanlardaki göç alışverişinin en canlı tanığıdır Meriç. Nice yanık sevdalara da tanık olmuştur kim bilir? İç Anadolu’daki büyük kavsinde, adı gibi kızıl akar Kızılırmak.

Yeşilırmak gizli bir sevinç taşıyor gibi akar Amasya'dan. Tabii ki Boztepe'ye çıkarak baktım, Ordu'nun

derelerine... Melet ve Kelkit'i unutmayalım. Seyhan barajının kıyısında konuk olmuş ve yeşil sularını

seyretmiştim günlerce. Ceyhan'ın önemi inkâr edilmez Çukurova için. Tarsus.

Göksu... Aksu ve Eşen çayı. Kanyon ve Rafting... Sonra Thames nehrinde, bir tura katılmıştım. Kıyısındaki

parlamento binaları, açılan köprüsüyle manzara muhteşem görünüyordu. Ancak, suları ne mavi ne de yeşildi. Boz bulanık ve dalgalıydı. Buna rağmen sularının temiz olduğunu öğrenmiştim.

Kilometrelerce yüksekten geçerken tanıdım seni Tuna... Sen ne kadar bizdensin be Tuna! Özlediğimiz bir akraba gibi duruyorsun orada.

Pensilvanya'nın Lock Haven bölgesinden geçen Saskuhana (okunuşu gibi yazdım) söylenişindeki Kızılderili ağzından tutun da her şeyine aşıktım bu nehrin. Kıyısındaki merdivenler ve yüksek duvarlar eminim birçok ihtimale karşı yapılmıştı. Üniversiteli gençler kıyısında koşarlardı. Burada her gün 1-2 saat yürüyüş yapardım. Akmıyor sanılacak

Page 14: Fişek gül hinçal sürüm1

14

kadar yavaş bir akışı vardı. Kışın yüzeyi buzla kaplanırdı. Baharda cennetin burası olduğundan hiç kuşkum yoktu. Kasabanın adında geçen cennet sözcüğü bu yüzden olmalı.

Niyagara'nın deli akan kollarının heybetine de haksızlık etmeyelim. Ve muhteşem çağlayanına da... Su gibi aziz kalınız. Sevgilerle

Page 15: Fişek gül hinçal sürüm1

15

KUŞ SEVERLER Kendisinin, doğal ve sosyal çevresinin farkında olan

insanların yaşamları anlamlı ye güzeldir. Onlar birilerine göre ya da birileri gibi yaşamazlar, ama herkesle beraberdirler. Yüreklerindeki sevgi ve şefkati hemen hissedersiniz. Bu yaşam Onlara doğuştan sunulmamıştır kuşkusuz. Bilgi birikimi, emek, deneyim, sevgi gibi uzun süreçler gerekmiştir. Daha da önemlisi iyi bir yürek...

Bu gün, bu yolda gördüğüm insanların öykülerinden örnekler anlatacağım.

Şengül, anne, baba ve akrabalarının mezarlarını ziyarete gitmişti. Birkaç musluk ve kovaların bulunduğu yerden su alarak mezarlara döküyordu. Mezarın birinin ayakucunda teneke bir kutu diğerinde saksı gibi bir kap vardı. Bu kapları doldururken anlatıyordu. Ziyarete gelenler olmuş. Kapların dibinde hâlâ su var. Bu sular kuşlar için..." diyordu. Doğrusu mezarlığa bu amaçla su konulduğunu ilk defa görüyordum. İşte zengin Anadolu kültürünün bir güzel örneğiyle karşılaşmıştım yine. Haberleşmenin en doğa yolu ve güzel bir amaç yanyana idi.

83 Yaşındaki Niyaz teyze, her sabah evinin önündeki ağacın altına bir tas su koyar. "Kuşlar içsin anam." der. Yüreği kuş gibi hafif, gözleri ışıltılıdır Niyaz teyzenin, iyi bir şeyler yapmış olmanın mutluluğu vardır yüzünde.

Mevsim iyice kışa dönüyordu. Dört köşe bir tahtanın ortasındaki büyük çiviye bir mısır koçanı takıyordu Grace. "Bu büyük kuşlar için" diyordu. Küçükler için hazır yemlikler ve ince yem koyuyordu evin çevresindeki dev ağaçlara. Tabi sulukları da dolduruyordu. Bunu basit bir makara sistemi ile başarabiliyordu.

Osmanlı mimarisinin -Barok mimarisinden etkilendiği dönemde- yapılan, çok yüksek duvarlı yapıların ön yüzlerinde saksılar gibi duran kuş yuvaları ve suluklar

Page 16: Fişek gül hinçal sürüm1

16

vardır. İnsanın evini bu dostlarla paylaşması güzel olmalı. Kuşlar hayatımızın çok yakınındadırlar. Herkesin iyi ya da kötü anıları vardır mutlaka hayvan ve doğa ile ilgili. Bunlar yaşamımızın en güzel hâzineleridir.

Çocukluğumda elime aldığım iri bir bıldırcının, elimi ısırıp kaçmasından sonra seslerini ve seyretmeyi çok sevmeme rağmen, kuşlarla çok yakın temasım olmamıştı. Ta ki komşumun muhabbet kuşu Şirin’i tanıyıncaya kadar. İşten gelen sahibine "Fatoşum... Fatoşum... Hoşgeldin Fatoş’um... cici kuş şirin kuş..." diyordu. "canım", "şekerim ", ''biricik" gibi sözleri çok net anlaşıyordu. Hah..hah...ha ha..diye gülme taklidi yapıyordu. Fatoş onu kafesinden çıkardı. Sevinçle oradan oraya uçuyor ve şakıyordu. Aniden sağ omzuma kondu. Göğsümün üzerinden yürüyerek diğer omzuma geçti. Minik ayaklarından minicik canını hissediyordum bedenimde. Yanağıma öpücükler atıp

"canım.." "canım" diyordu. Göçmen kuşla-

rın öyküleri biraz hüzünlendirir be-ni oldum olası... Uzun ve zor bir yolculuktur göç. Bedeni yollara dayanamayanlar

da olur. İnsan yaşamında da göç, büyük ve zor bir olaydır.

Turnalarla selâm salarız sevgiliye. Leyleklerin gelişlerine sevinir, gidişlerine üzülürüz.

Şahinler, kartallar, atmacalar da yerlerini alırlar söylemlerimizde.

Altın kafese konulan bülbülde "ah vatanım" diyerek, alışık olduğumuz yaşamları özleyeceğimizi anlatmaz mı...

Page 17: Fişek gül hinçal sürüm1

17

Kanaryam güzel kuşum deriz, sarışın sevgiliye. Bu kadar bizimle içice olan bu küçük dostlarımızı fark

edin lütfen. Yaşamın günlük telâşları içinde yaşamdan kopmayalım. Onlara taş atanları uyaralım.

Çevre ve hava kirliliği bu küçük dostlarımızın yaşamlarını güçleştiriyor. Bazıları yok olma tehlikesi ile karşı karşıya. Doğayı koruyalım.

Bu gün yüreğinizde hep kuş sesleri olsun… Sevgiler.

Page 18: Fişek gül hinçal sürüm1

18

DERİN BİR NEFESTİR YAŞAMAK İnsanların, çocukluğunda öyküler bilen bir dedesi olmalı.

Bu konuda kendimi hep çok şanslı bulmuşumdur. Benim böyle bir dedem vardı. Babası Çanakkale savaşında şehit olmuş. Annesi onu bazen kayaların oyuğunda bazen de "yüklük" denilen yatak yorgan kaldırılan dolaba, yorgana sarıp saklamak zorunda kalmış, bu tek erkek çocuğu... Çok geçmeden annesini de kaybedince ablasını anneannesi, kendisini babaannesi büyütecektir. 16-17 yaşlarına geldiğinde o zamana göre yaşı büyükçe (20-22)sayılan ve varlıklı bir ailenin kızı olan anneannemle evlendirilmiş. Çalışkan ve mutlu çift yıllardır ekilmeyen; bahçe, bostan ve tarlalarını canlandırmışlar. Tiftik keçisi, koyun, sığır ve at sürüleri olmuş. Gelen çocuklar hem mutluluklarını hem de varlıklarını artırmış.

Bütün torunların toplandığı yaz tatillerinde dedemin öykülerini kıpırdamadan...gözlerimizi kırpmadan dinlerdik. Bazılarımız bu sırada uykuya geçer annelerimizin kucağında yatağa götürülürdük. Rüyalarımızı da dinlediğimiz öykülerin kahramanlar süslerdi.Bu vesile ile sevgili dedemi özlem ve rahmetle anıyorum...

Yemen çöllerinde Veysel Karani'yi bir ozan ağzı ile anlatırken gözlerinden yaş gelirdi. Aşık Dertli'yi anlatırken keyifle güler. "Telli sazdır bunun adı - Ne ayet dinler ne kadı."... Sonra oğullarından birine adını verdiği erkek güzelliğinin timsali olan Yusuf peygamberin hikayesini de. İbrahim Peygambere gelen koçu şevkle anlatırdı. Kuş dilini bilen Süleyman peygamberi, Bütün canlılardan bir çift gemisine koyan Nuh peygamberi, Yunus'u kıyıya çıkaran balığı.. Nemrut'un İbrahim peygamberi ateşe atışım, odunların nasıl balık olduğunu.... Yedi uyuyanların yanında uyuyan köpeği de...

Çalışkan bir çiftçi, taassubu olmayan bir dindardı dedem. Bu öykülerin yorumlarını işin uzmanlarına bırakarak

Page 19: Fişek gül hinçal sürüm1

19

dikkatinizi bir noktaya çekmek istiyorum. Tüm öykülerde denizde, karada, havada hep "hayvan unsuru," var. Çünkü; Evrende var olan her şey, bir pazılın parçaları gibidir. Kaybolan veya yok edilen en küçük bir parça bile resmin bütünlüğünü bozar, anlamını yitirmesine neden olur. Yanı siz, doğaya zarar verirken, kendi kolunuzu, bacağınızı veya yaşamsal önemi olan diğer organlarınızı yok ediyorsunuz demektir.

Öğrenim yaşamım devam ederken sanat ve edebiyat ilgimi çekmeye başlayacak. Dedemin gerçek zenginliğinin "duygu zenginliği" olduğunu anlayacaktım. O'na olan hayranlığım bir, kat daha artacaktı...

Öğretmenimiz destanlar konusunu işliyordu. Ödev vermediği halde ünlü destanları okumaya çalışıyordum lise

yıllarında. Tarihin masallaştırılmış şekli diyebileceğimiz destanlarda bitki ve hayvan unsuru çok yaygındır.

Yunanlıların uçan atı Pegasus. Truva'nın atı. Roma'yı kuracak olan Rornus ve Romulus' u emziren dişi

kurt. Fin destanı Kalevala' daki deniz hayvanı atadır. Suyun

Page 20: Fişek gül hinçal sürüm1

20

başını tutan ejderhalar... Asya'da yiğitler, beyler, hakanlar - Avrupa'da şövalyeler, krallar, atsız düşünebilir mi? Çift başlı kartal sembolü; Türk, Rus, Kore kültüründe yerini alır.

Antik Yunan vazolarında balık ye deniz hayvanlarını ve akantus yapraklarını görürüz.

Mezopotamya hikâyeleri bana çok sırlar fısıldadı... Günümüz masallarında da elmas bulan horoz, Bremen

mızıkacıları, kırmızı şapkalı kızı kandırmaya çalışan kurnaz kurt. Tavşanlar, tilkiler, leylekler, kargalar bol, bol yer alır masallarda.

Günlük hayattan bir örnek daha vereceğim. İstanbul'dan Yalova'ya vapurla giderken bir yunus sürüsü ile karşılaşmıştım. Karadeniz'e giden bir geminin ardından dans ederek gidiyorlar ve adeta gülüyorlardı..Herkesi hoş bir heyecan sarmıştı. Yine herkesi heyecanlandıran, Ordu kıyılarına Karadeniz' aşıp gelen yunus Aydın'ı hatırlamaz mısınız?

Destanlarda kutsallaştırılan ağaçlara da rastlarız. Kendi güzelliğine aşık olan tanrı Nargizos, güzelliğini yakalamak isterken suya düşer... Nergis çiçeği adını buradan alır. Aşırı derecede kendini beğenme, hatta kendine aşık olma hastalığı olan Narsizim de adını buradan alır.

Kendine sahip olmak amacıyla, kovalayan tanrıdan kurtulmak isteyen Dafne da defne ağacına dönüşecektir.

Bu örneklerden çıkarabileceğimiz sonuçlardan biri; Totem kabileler bitki ve hayvanları kutsal sayar.

Yaşanılan coğrafya fiziksel yapımızı etkilediği gibi duygu ve hayal dünyamızı da etkiler. Sosyal yaşamımızı, tarihimizi ve mizah duygumuzu da etkiler.

Destanlardan bu kadar söz etmişken kısaca insan unsuruna da değinelim. Güzel, akıllı, güçlü ve atılgan tipler

Page 21: Fişek gül hinçal sürüm1

21

olumluluğu yansıtırken, öfke, kıskançlık, akılsızlık, saldırganlık, tembellik, beceriksizlik ve hilecilik kötü unsurlar olarak yansıtılır.

Gelelim Dünya’nın sadece kendine ait olduğunu sananlara ve soralım "İnsan ömrü ne kadar bir süredir Evrende? Cevabı da biz verelim. "Bir ışığın yanıp sönmesi kadar kısa bir zaman "Elbette insan unsurunu çok önemsiyorum. Çırpınışlarımın nedeni de bundan kaynaklanıyor. Sen, Evrenden ne daha büyük, ne de daha bilgesin. Evrenin bilgeliği, her zaman insanın bilgeliğinden üstündür. İnsan, pazılın çok küçük parçalarından biridir. Bir an önce içsel yolculuğumuzu tamamlar ve de Dünya’nın güzelliğini fark etmeyi öğrenirsek bu Dünya’nın tadına doyulur mu? Yoksa ne para ne pul, ne makamlar, ne güzel yüzün, vücudun mutlu olmana yetmeyecektir.

Masal tadında mutluluklar diliyorum . Sevgiler.

Page 22: Fişek gül hinçal sürüm1

22

OSCAR Bir köpeğin adı Oscar (Oskar) olur mu? Olur... O hem

dişi, hem de bir sokak köpeği. Bu gün ondan haber aldım. Buradan taşınıp gitmişler.

Damacanalarla su bulunan prefabrik bir deponun etrafında yaşıyordu Oscar. Daha yaşına bile girmemiş orta boy simsiyah bir köpekti. Yakınındaki büfeye gidip-gelirken tanışmış, dost olmuştuk onunla. Birkaç kez benimle yürüyerek gelmiş, evimi öğrenmişti. Ona su ve yiyecek vermiştim.

Beni görünce ya da sesimi duyunca fırlayıp koşardı. Oldukça işlek olan bu caddede bir kazaya uğramasından korkardım. Bu yüzden buralarda sessiz olmaya çalışırdım. Olabildiğince alçak sesle konuşarak alışverişimi yapardım. Oscar’ın bu coşku dolu sevgisini esnaf da bildiği için, bu oyuna gülerek katılırlardı. İşim bitince onu mutlaka sever öyle oradan ayrılırdım. O hep oynayalım ister, beni bırakmamak için kollarıma, bacaklarıma sarılırdı. Sivri dişleri, sivri tırnakları ile canımı acıttığı da olurdu

Ama ben biliyordum. Onun kontrol edemediği, sadece tırnakları ve dişleri değil, sevgisiydi... Öyle bir duygu akışımız vardı ki onunla aramızda, küçük yüreği yerinden fırlıyordu sanki.

İşçi gençler "abla onun adı Oscar" dediler. "Bu isim nereden aklınıza geldi" diye sordum. Ayrıca "Oscar erkek ismi" dedim. "Abla, artist bu artist... Öyle rol yapıyor ki Oscar ödülü bile alır..." deyip hikâyeyi anlattılar.

Sağ arka ayağı yaralanmış. Topallayarak gelip onlara sığınmış Oscar. Gençler onu tedavi edip doyurmuşlar. Sonra da dışarı bırakmışlar.

Oscar, onlarla olmak istiyor, gitmek istemiyormuş. Kendince çözüm de bulmuş uyanık! Onları görünce yine topallamaya başlarmış. Gençler yine içeri alırlarmış.

Page 23: Fişek gül hinçal sürüm1

23

Amacına ulaşınca topallamaktan (rol yapmaktan) vazgeçermiş. Ve adını bu oyunculuğundan almış.

Yaz sezonu şirketin üst düzey yöneticileri de geç vakitlere kadar burada olurlardı. Oscar da tıpkı sahipli köpekler gibi, onların yanında oturur, ya da güven içinde uzanıp yatardı orada. Benimle olan dostluğu dolayısıyla konuşmak durumunda kaldık sahipleri ile. Oscar'ı gerçekten çok seviyor ve çok iyi bakıyorlardı. Kapkara tüyleri tertemiz pırıl, pırıl olmuştu. Artık yıkanıyor taranıyordu, Oscar hanım.

Müdür yokken onu azarlayan görevliler bile, müdürün yanında ona şirinlik yapıyorlarmış. (Keşke bütün müdürler hayvan sever olsa!)

Oscar'ı seven yöneticinin evinde bir köpeği varmış. Ama bizim artist(!) kendini o kadar sevdirmiş ki, ben daha o zaman anlamıştım olacakları. Adam onu sık, sık evine götürüyor, bir taraftan da ona sahip arıyordu.

Yaklaşık 2 aydır yoktum. Döndüğümde prefabrik bina yıkılmış, yeri otopark gibi kullanılır olmuştu. İçimi bir an korku kapladı. Oscar'a ne olmuştu? Buruk bir acı ve anlatılması zor bir hüzünle evime geliyordum. Oradan geçerken hep Oscar'la ilgili ihtimalleri düşünüyordum.

Bir taraftan da görür müyüm umuduyla etrafa bakınıyordum, Efendilikleri ile dikkatimi çeken delikanlılar geziyorlardı sokakta. Saygıyla geçtiler yanımdan. Biri, aniden hatırlamış gibi heyecanla seslendi. "Abla sucular yeni hal'in oraya taşındılar" dedi. "Ya Oscar" dememe kalmadan, "Genel müdür Oskar'ı evine aldı. Artık sürekli evde kalıyor" dedi. Kasım'ın son günlerindeki bu soğuk akşamda, güneşlerin en büyüğü içimi ısıttı... Onu özlüyorum, ama artık bir evi olduğu için mutluyum... Herkesi sıcak bir evi, olması dileğiyle. Sevgiler.

Page 24: Fişek gül hinçal sürüm1

24

DOYULMAZ DOĞA - DOYUMSUZ İNSAN Yaşanılan coğrafya, insanın hem fiziksel görünümünü,

hem de psikolojik yapısını etkiler. Bu yüzden insanlar, farklı fiziksel ve ruhsal yapılardadır. Akdeniz iklimi gibi ılık ve sıcak iklim insanları, sıcakkanlı, çabucak kaynaşan sevecen insanlardır. Aynı ölçüde de patlamaya hazır, çabuk öfkelenen insanlardır. Soğuk iklimlerde yaşayan kuzey insanları daha bir serinkanlıdır. Çabuk heyecanlanmaz. Öfkesi ve sevinci daha yavaş olur. Genel yapı böyledir. Daha da belirginleştirirsek, dar bir düz alanda yaşayan Karadenizli, yukarı doğru zıplayarak horon teperken geniş ovalardaki Egeli zeybek yayılarak oynar. Açar kollarını, vurur ayaklarını. Seymenler usul basar, ama kıvraktırlar.

Halk oyunları, türküler, atasözleri kültürümüzü -doğal olarak- çok güzel yansıtırlar. Sayısız bitki türlerinden örneklerle yansıtacağım duygularımızı. Urartu, Mezopotamya, Frikya, Hitit, Likya Tanrıçalarında bile bereketi yansıtan tarım kültürleri, Dünyanın ilk kültürleri arasındadır. Bu binlerce yıllık birikim kültürümüze bakın nasıl yansıyor.

Bazen, sevgiliyi bir çiçeğe benzetiriz "Papatya gibisin" deriz. "Selvi boylum", "Zeytin gözlüm" deriz. "Yarın yanağı güldür, dudakları kirazdır."

Bazen mevsimleri sorarız "Ayva çiçek açmış yaz mı gelecek?" Bazen de şaka yaparız "Bastımda kırıldı iğdenin dalı", "Erik dalı gevrek olur basmaya gelmez" diye başlayan cümlelerle de anlatırız gönül hikâyelerimizi. "Ne zaman kavuşacağız" sorusuna "Akasyalar açarken" ile cevap bulur. Gençlik heveslerimize kavak yelleri ses verir. Bazen de "Asmalarda üzüm" geçer içimizden, ya da "Cevizin yaprağı dal arasında." Ya o sevgiliye "Karadutum" diyen şair.

Beyaz-kırmızı güller, güz gülleri ve karanfiller, sayılamayacak kadar çoktur türkü, şarkı ve şiirlerimizde.

Page 25: Fişek gül hinçal sürüm1

25

Derviş, sarıçiçeğe sorar "Annen baban var mıdır?" Mor menekşe de, boynunu niçin eğmiş bilinmez!

Çiğdemler ve kardelenler, hem zarif hem de kahramandırlar.

"Ağaç yaşken eğilir"le başlayan birçok atasözümüzde bitkiler vardır. Tamburasının aslının ağaçtan olduğunu söyler şair. Ağaç dersem, gönüllenme- kırmızı gül ağaçtandır, diyerek de ağacın yüceliğini yansıtır.

Sarımsak da gelin olunca 40 gün kokmamış. Bu aşk, bu coşku seli doğanın ta kendisi değil mi? Yani kültürümüzün mayasında, temelinde "doğa" yok mu?

Bu gün sadece bitkilerden söz ediyorum. Tabii ki tamamlayan unsurlar da var...

O halde insanımızda ne oldu da doğaya karşı bu kadar acımasız oldu? "Teknoloji" demeyiniz. Teknolojinin kullanılması elbette gereklidir. Ancak bunu doğayı bozmadan yapabiliriz...

İnsanımız, tarım toplumunun izlerini, henüz üzerinden

Page 26: Fişek gül hinçal sürüm1

26

atmamışken, bu hızlı değişimin sebebi nedir? Yolda giderken, yakınımızdaki bir ağacın dalını neden kırarız? Neden topraktan uzaklaşmak marifettir? Apartmanlarda oturmamız, şık arabalarımız çağdaşlığın ölçüsü değildir.

Amerika'da Washington eyaletine kara yolu ile gidiyordum. Görünürde hiç yerleşim alanı yoktu. İki tarafında dev ağaçların olduğu düzgün otoyollardan ilerliyorduk. "Buralarda hiç köy, kasaba yok mudur?" dedim. "Ağaçların altından iyi bak" dediler. Baktım evleri gördüm. Bu eyalette evlerin boyu ağaçların boyunu geçemezmiş.

Bu yüzden yerleşim alanlarını göremiyormuşum. Yazın, Antalya'nın Konyaaltı plajlarında, güneşlenirken Lara semtine bakınca hançer yemiş gibi oluyorum.

"Evlerin boyu ağaçların boyunu geçemez..." geçiyor içimden. Ve bir dal kırmanın cezası 100 Dolar. Bu güzel yasalara ne zaman kavuşuruz acaba?

Ben bu şehre yeni yerleştim. Hiçbir siyasi yapıyı henüz tanımıyorum. Kişilerle hiç derdim yok.

Sorun sadece Antalya'nın değil. Güzel ülkemizin her yeri, plânsız, ruhsatsız şehirlerle doldu. Ve bana "saçlarım yanıyor" duygusunu veren orman yangınları...

Bawyera Alpleri'nin serinliği geçiyor içimden. Bu örnekler insan bilincinin yarattığı güzellikler. Oysa benim ülkemin doğası kendiliğinden güzel... Benim güzel insanlarım bir de kazanma hırsının ölçüsünü bir bulabilse. Öfke ve saldırganlığımızın yerini sevgiye bir bırakabilsek. Bütün Dünya bizim olacak.

Dünyanın cenneti bu şehirde ve güzel ülkemde yaşamaya doyum olmayacak.

Page 27: Fişek gül hinçal sürüm1

27

BEBEK FİŞEK Köpeklerin, bebekliği çok kısa sürer, 6 aylık olduklarında

türünün hemen, hemen tüm özelliklerini almış olurlar. Bebekliğine doyamadığım "Fişek"'in yani "Canım oğlum" ya da "Güzel oğlum" un anılarından bir demet sunacağım size.

Evimizde, yeni yaşam şeklimize göre düzenlemeler yapıyorduk.

İlk yürüyüşlerimizden birinde tanışmıştık komiser hanımla. 3 köpeği, 2 kedisi, kuşları ve su kaplumbağaları vardı. Mutfak penceresinden bakınca bizi gördü. "Kim bu güzellik?" diye seslendi. Gülümsedim, "Fişek" dedim. Koşup geldi yanımıza, onu kucağına aldı. Biraz yürüdük. Sebze yedirmem gerektiğini ve bunu nasıl yapacağımı anlattı.

Akşam yürüyüşlerinde tanımaya başlayacaktık köpekli aileler birbirimizi. Mösyö, Cango, Pafı, Sinopy, Arche, Pia, Kont, Kontes, Sindy ve Fişek sitenin ünlü köpekleriydi. Cango çabuk ayrıldı akşam oyunlarından. Özel eğitim alıyor ve bir TV dizisinde oynuyordu. İkisi de erkek oldukları için Fişek'le hep hırlaşırlardı. Narin bir setter olan "Canım oğlum" ondan hep çekinirdi.

Sonraları sokağa bırakılmış siyah bir Terier olan "Kurabiye" ve Belediyenin katliamından çocukların saklaması ile kurtulan "Karakız" da acıklı öyküleri ile bize katılacaklar ve hep mutlu yaşamaya başlayacaklardı. Kurabiye'yi bir aile alacak, Karakız da daha çok benim olmak üzere binanın köpeği olacaktı. Yürüyüşlerimizden dönüşlerimizde tiyatrocu gençlerin köpeği olan Arche (Arçi) lerde otururduk bazen. Biz sanat, siyaset konuşurken, Fişek, Arçi ile oynamanın tadını çıkarırdı. Yorgun düşüp ön patileri ile birbirlerine sarılıp uyudukları da olurdu...

En sık görüştüğümüz ailelerden biri de sahibi mimar bir çift olan Pia'lar idi. Pia'ların "Kidi" adında bir de kedileri

Page 28: Fişek gül hinçal sürüm1

28

vardı. Fişek gelince yukarı balkona kaçardı zavallı Kidi. Büyüdükleri zaman Fişek'in ilk sevgilisi Pia olacaktı.

Her sabah, kısa da olsa, bir Fişek hikâyesi dinlemeye alışmıştı öğretmen arkadaşlarım. Sabahları bu hikâyelere gülümser güne iyi başlardık. Ben birşey anlatmasam onlar dayanamaz "oğlun nasıl" ya da "Oğlun ne yapıyor?" diye benden hikâye beklerlerdi. Yıllar içinde bu "oğul" sözü bana çok olağan gelmeye başlayacaktı.

Fişek öğleden sonra saat 15.00 gibi beklemeye başlardı beni, yola bakan odasının penceresinde... Arabamızın sesini siteye girmeden tanır, heyecanla aşağı kapıya koşardı. "Geldim oğlum, geldim biricikim" diye sarılır özlem giderirdik. Ardından hemen günün ilk yürüyüşünü yapardık. Fişek penceresinde, yalnız beni beklemezdi. Sabahları işe giderken ona

"Günaydın Fişek..." akşam dönüşlerinde de "N’aber Fişek..." diyen dostlardı vardı. Onların da saatlerini bilir, onları da beklerdi. Selâmlaşırken o muhteşem kuyruğunu sevinçle sallardı...

Page 29: Fişek gül hinçal sürüm1

29

Benim çalışma saatlerime göre düzenlemiştik hayatımızı. Ancak Haziran sınavlarında durum değişti. İstanbul trafiğine güvenemediğim için sabahlan çok erken çıkmam gerekiyordu... Bazen de geç dönüyordum. Çok üzülüyordum. Bazen komşuma anahtar bırakıyordum. Her zaman minnetle anacağım, çok kısa bir süre beraber çalıştığım okul müdürüm, İbrahim Bey, "Köpeğini getir de sevelim hoca hanım..." dedi koridorda. "Tuvalet eğitimi henüz bitmedi..." dedim. "Önemli değil, getir..." dedi.

Ertesi sabah Fişeğe "hadi gidiyoruz..." dedim. Yaşamı boyunca en çok sevdiği sözlerden biri olacaktır bu söz... Anlayamadı, şaşırdı... Bu saatte gitmek... pek olağan değildi. "Okula gidiyoruz" dedim. "Okul"da en iyi bildiği sözlerden biri olmuştur hep. Anne "Okula gidiyorum" deyince "Bende geleceğim" ısrarı olmazdı normalde.

Kırmızı süslü tasmamızı taktık. Çok da yakışırdı uzun beyaz tüyleri ve kahverengi iri beneklerine. Onun okula gelişi herkesin yüzünde hoş bir tebessüm yaratmıştı. Teknik eleman M. Ali "Ben bakarım" diyordu hevesle... Birinci kattaki sınav komisyonu odasına gittim. Bir ara bir boşluk bulan Fişek annesini aramaya başlayacaktır. Birinci kat mer-divenlerini çıktığı zaman Müdür Başyardımcısı ile karşılaşır. "Ne yapıyorsun burada Fişek..." der sertçe... Benimki korkar... "Otur bakalım" komutunu verir. Benimki en zarif halleriyle oturur, merdivenin başında.

Sonraları, bana "Hoca hanım, bu 4 – C’lerden daha çok söz dinliyor..." diyecektir, gülüşmeler arasında.

Gün içinde fırsat bulan herkes Fişek'i sevmeye gidecektir, giriş kapısındaki küçük binaya. M.Ali orada durmaktaydı.

Akşam uzaktan "Hanimiş oğlum.!.." dedim bebek ağzıyla. Kendini sevenlerin elinden çırpınarak kurtulup olan gücü ile bana koşuyordu. Ben de ona koşuyordum. O zamanki vücuduna göre kocaman kalan kulakları kendi

Page 30: Fişek gül hinçal sürüm1

30

rüzgârından uçuyordu. Kavuştuk. Sarıldık birbirimize... İşte günün yorgunluğu bitmişti. Huzur içinde döndük evimize.

Yaşamınız kavuşmalar ve sarılmalar ile dolu olsun. Sevgiler...

Page 31: Fişek gül hinçal sürüm1

31

YAĞMUR GÖZYAŞLARIM Bu köşede yazmaktaki amaçlarımdan biri sevimli

dostlarımız hayvanların öyküleri ile hoş vakit geçirirken, düşünmek ve de daha çok yüzünüzde bir tebessüm yaratmak. Ancak; istesek de istemesek de hayatın acı yanları da var.

Doğal çevrelerinde mutlu ve uyumlu olan hayvan dostlarımız ne yazık ki, şehir yaşamında zor durumdalar. Bu durumu zorlaştıran, en önemli unsurlardan biri, insan faktörü. Dikkâtsiz, duyarsız ya da acımasız insan.

Gelişmiş ülkelerde sincaplar ağaçlarda, yollarda ya da pencerenizin önünde dolaşırlar. Hiç zarar görmeyeceklerini bildikleri için korkusuzca yaşarlar. Rengeyikleri otoyol kenarında oynayıp, huzurevi veya hastanenin bahçesinde yavrulayabilirler. Çünkü insanlar onlara sevecenlikle yaklaşıyorlar.

Oysa biz; duygusal ve sıcak insan modeli olmakla övünürüz. Evet. Bunlar güzel özellikler. Ama duyarlı olmak duygusal olmaktan çok daha üstündür. Duyarlı insan; görür, hisseder, sorumluluk duyar, çözüm arar.

Artık iki köpeğim olmuştu. İçeride Fişek, kapının önünde Karakız yaşıyordu. Fişeğin kedilerle arası hiç bir zaman iyi olmamıştı. Karakız da ona havlamaları ile destek olurdu. Buna rağmen altıncı girişte oturan genç bir hanımın kedisi zaman, zaman benden yardım istemeye gelirdi. Sahibi bazen onu uzun süre dışarıda bırakıyordu. Onu tehlikelere karşı uyarmıştım.

Cerrahpaşa'ya tedavi için gelen Demet ile hastaneye gidecektik. Dış kapıyı kapattım. Yine o kedi ayaklarıma sürtünüyordu. "Acelem var, seni sonra severim" dedim. Miyavladı. Hareket ettim. Onun bana bir şey söyleme çabasında olduğunu anlamıştım. 100 metre kadar gittikten sonra, dayanamadım geri döndüm. Benim kapının

Page 32: Fişek gül hinçal sürüm1

32

önündeydi ve bekliyordu. Miyavladı "Ne istiyorsun, hadi göster" dedim. İkide bir arkasına bakıyor onu takip etmemi istiyordu. Öyle yaptık. Onların girişine geldiğimizde başını kaldırdı miyavladı. Dış kapı kapalıydı. O evine gitmek istiyordu. "Anladım" dedim. Kapıyı açtırdım. O merdivenlerden sevinçle koşarak evine gitti. Arkadaşım hayretle olayı izlemişti. Kedinin bir şeyler anlatmak istediğini hayvanlara hiç yakın olmayan ben bile anladım diyordu. Demet, Karakız'ın Veterinerlik fakültesindeki muayene oluşunu da izlemişti. Onun çaresiz teslimiyetini algılayabiliyordu.

Yarı şaka, "Seninle yaşanmaz kızım. Biraz daha seninle kalırsam dayanamayacağım. Ben de dert sahibi olacağım." diyordu. Karakız hastaydı. Kan geliyordu. Birkaç veterinerden sonra fakülteye gitmiştik. Karnı tıraş edildi. Ultrason yapılıyordu. Kulağım hocadaydı. Bütün organları kist kaplamış ve organlar birbirine yapışmıştı. O uysal bir şekilde izin veriyordu kontrole. Anestezide yapılmamıştı. Onun boynuna ben sarılmıştım anestezi yerine. Öğrencilerden biri çekinir gibi oldu" Korkma ben varken o bir şey yapmaz" dedim. Karakız'ın durumu iyi değildi. Uyutmak istediler izin vermedim. O sevginin gücü ile bir yıl daha yaşayacaktı. Ben uzun süreli yurt dışına çıkacaktım. Ona Kurabiye'nin sahibi (Çok değerli tiyatrocu Bozkurt Kuruç’un gelini) sevgili Bengü bakacaktı.

Sonbaharla kış arası günler yaşıyorduk. Artık hava erken kararıyordu. TEM otoyolunda pek yaya olmaz.(Hiç olmaması gerekir. Olsa da tekin değildir)Bir silüet gördüm, iyice baktım ellerini beline koymuş, çaresiz gibi duran delikanlıya. Yerde de bir köpek yatıyordu. Flaşörlerimi yakıp, sağa yanaştım. "Neler oluyor?" diyerek köpeğe yöneldim. "Vurup kaçtılar abla, ben de görüp geldim" dedi. Yaşıyordu, ama kanlar içindeydi. Çaresiz ve tevekkül ile bana bakıyordu. "Yardım et arabaya alalım yakında bir veteriner biliyorum" dedim. O sırada trafik polisi geldi.

Page 33: Fişek gül hinçal sürüm1

33

Köpeği yolun dışına çıkardılar. Polis el fenerini yakarak gözlerine baktı. "üzgünüm hanımefendi götürmeniz fayda etmez..." dedi. Dona kalmıştım. Aniden yağmur bastırdı. Silgeçler camları silmeye yetişemiyordu. İçeride benim göz yaşlarımı silmeye de hiçbir silgeç yetişemezdi...

İnsanoğlunun acımasızlığı karşısında kendimi hep çaresiz hissetmişimdir...

Burdur’da yavru bir sokak köpeğine çarpıp ölümüne neden olan adamla dialoglarımızı anlatıp sizleri iyice üzmek istemiyorum. O bir sokak köpeği olduğu için öldürülebilirdi. Bana ne oluyordu? Deli mi neydim?

EY İNSANLAR! CAN ALMAK KİMSENİN HAKKI OLAMAZ!

Antalya’ da sokak köpeklerini -genelde- mutlu ve güvende görmek beni sevindiriyor. Geçen yaz Beach Parkta yer minderleri ile dekore edilmiş cafede çay içip serinliyor sohbet ediyorduk. Orta boy, kahverengi yavru sayılabilecek bir köpek belirdi. Sağ arka ayağı yaralı idi. "gel" dedim aksayarak geldi. Kucağıma aldım. Sevilmek, onun acısını biraz azaltacaktı. "Ayağıma dikkat et lütfen" der gibiydi. "Korkma dikkat ederim." dedim. Kucağımda uyudu. Karşımda sevgili Nur Öz oturuyordu. Onun ayağım koruma gayretine içi acıyarak bakıyordu. Onun acısını, yüreğinde hissettiğini görebiliyordum. "Acaba yarasını sarsak mı?" diyordu. Yarası hafifti. Bir yere takıp sıyırmış olmalıydı. O yarasını yalayarak iyileştirecekti. Bir süre bize arkadaşlık ettikten sonra yanımızdan ayrıldı.

Bir akşam yürüyüşünde Işıklar caddesinde gri-siyah irice bir terier önümde arkamda yürüyordu. "Sevmemi istiyorsun değil mi?" diye seslendim yavaşça. Önümde durdu. Eğildim sevdim. Biraz gitti tekrar döndü. Bu da bir şeyler anlatmak istiyordu. "Ne istiyorsun canım." diye başım okşarken boynunu sıkan teli gördüm. "Bu ne!" dedim dehşetle. "Şimdi anladın beni" diyordu, vücut diliyle. Çözemiyordum... "Gel

Page 34: Fişek gül hinçal sürüm1

34

şuraya gidelim" dedim. Geldi. Kırtasiye dükkânından yardım istedik, olayı çözdük. Artık yoluna gidecekti. Döndü. Elime diliyle bir şlap! (öpücük) atarak teşekkür etti. Bütün sevimliliği ile tin, tin koşarak kayboldu gecenin karanlığında.

Herkes hayvanlara olan duygularını bir hayvansever gibi göstermek zorunda değil elbette. Ama herkes onlara dikkat etmek zorunda’ Biz acıyan ağrıyan yerimize çareler buluruz. Açlığımızı, susuzluğumuzu, korkularımızı dile getirip çareler arayabiliriz. Oysa hayvan dostlarımızın böyle bir şansları yok. Ancak fark edersek yardım edebiliriz. Onlardan "dostlarımız" diye söz etmemi anlamanızı bekliyorum. İlk evcilleşen hayvanlardan biri köpektir. Bin yıllardır bizimle yaşayan bu dostlarımızı sevelim. Sevmek fazla geliyor ise; ONLARA KÖTÜ DAVRANMAYALIM... O da yeter.

Yüreğinizden sevgi, şefkat ve merhametin sıcaklığı eksik olmasın.

Sevgiler

Page 35: Fişek gül hinçal sürüm1

35

ANADOLU’DA GEYİKLER Yeni yıla yaklaştığımız şu günlerde Saint Nicholas’ın

(Noel Babanın) geyiklerini anımsadım Henüz İslâmiyet’in başlamadığı dönemlerde Yöremizde yaşamış Hrıstiyan bir din adamı Nicholas. Kendi dininde, bizim erenlerimize benzer bir iş yapmakta. İnsanlara yardım ederek, dinine hizmet etmekte.

(Bütün dünyada Noel Baba olarak tanınan Aziz Nicholaos, Türkiye’nin Akdeniz kıyılarında önemli bir Lykia kenti olan Patam' da doğmuştur.

Bir süre sonra babası öldüğünde büyük bir servetin tek mirasçısı olmuş ve servetini yoksullara yardım için harcamaya karar vermiştir. Bu sırada Patara' da önceleri çok zengin olan bir şahıs fakirleşmiş ve kızlarının çeyizini yapamayacak duruma gelmiştir. Çaresizlikten kızlarını satmayı bile düşündüğü bir anda, Nicholaos durumu görerek onlara yardım etmeye karar verir. Kendini belli etmemek ve aynı zamanda gururlarını kırmamak için kızların evine gece gider. Onlar uykuda iken büyük kızın açık olan penceresinden çeyizine yetecek olan bir kese altını içeri atar. Sabah parayı bulan büyük kız çok sevinir ve kötü durumdan kurtulur.

Daha sonra ortanca ve küçük kızın çeyiz paralarını da karşılamak isteyen Nicholaos, pencereleri kapalı olduğu için bacadan atar. İşte Noel Baba'nın yılbaşında hediye bırakma öyküsü böylece doğar. İkonalarda ve resimlerde de Nicholaos'ın üç altıntop ile gösterilmesi bu yüzdendir.

Bütün dünyada "Noel Baba" adıyla tanınan, Avrupa ülkelerinde çoğunlukla Santa Claus olarak bilinen Aziz Nicholaos, Hristiyanlığın ilk yıllarında, Türkler henüz Anadolu'ya girmeden önce, Antalya’da yaşamış bir din adamıdır.

Bayan Claus: Noel Baba'nın karısı, onun en büyük

Page 36: Fişek gül hinçal sürüm1

36

yardımcısıdır. Çocukların kendisine yazdığı mektupları cevaplar, onlara Noel Baba'ya nasıl davranmaları gerektiği konusunda bilgiler verir, Noel Baba'nın, yolculuk sırasında yolda yesin diye kurabiye ve pastalarım pişirir, onları paketler. Noel Baba'nın kıyafetlerini yıkar, ütüler, onu her türlü şekilde rahat ettirmeye çalışır.)

Geyikler ve ceylanlar, Anadolu, Mezopotamya, Ortadoğu ve birçok yerin en eski tarihlerinden beri masal, öykü ve destanlarında yer alır. Hatta dini öğe olarak helâl et olmalarından söz edebiliriz.

Geyiklerin ve ceylanların bulunduğu bir ülkede yaşıyor olmak ne büyük şans. Bunun kıymetini bilmemek ise, o denli talihsizlik.

Phaselis Prensi ve Phaselis Kralı adlı kitapların yazarı, Ali Kemal Sen’an kitabının birinci cildinde bir geyik avına yer veriyor. Doğrusu "av" sözcüğü içimi acıtıyor ama öyküdeki avın, toplumsal yanlan var. Ayrıca yavru olan bir sürünün avlanmaması gerektiği vurgulanıyor.

Aslan avlayan bir kral ülkesini ve halkını koruyacak güç ve cesarette olduğunu göstermiş oluyordu. Büyük erkek geyik ise muhteşem boynuzları ile erkekliğin gücünün simgelerinden biriymiş. Her prens böyle bir geyik avlamayı hayal edermiş. Bu durum saraya ve halka gücünü ispat etmesi anlamına gelirmiş. Olay antik dönemde Antalya-Kemer çevresinde geçmektedir. Bakire Tanrıça Artemis, Acteon’a kızar. Çünkü; Artemis arkadaşları ile nilüferlerle kaplı bir gölde yüzerken Acteon O’nu rahatsız etmiş. Artemis de O’nu büyük bir erkek geyiğe çevirmiş. Sabahın erken saatlerinde Termesos ‘ta olursanız geyik seslerini hâlâ duyarmışsınız.

Bu gün, ülkemizde ne yazık ki geyiklerin sayısı da hızla azalmakta Oysa "Haberin sorarım peyiklerinen - Kırk yıl dağda gezdim geyiklerinen" diyen, türkülerimizi anımsayalım. Türkülerimize zarif bir heybetlilik ile girivermiş

Page 37: Fişek gül hinçal sürüm1

37

olan bu güzel hayvanı koruyalım. Avrupa’da "geyik çıkabilir" tabelâları görürsünüz.

Amerika’da otoyol kenarlarında oynaşarak koşan geyik grupları görürsünüz. Hatta efsanedeki gibi muhteşem boynuzları ile iri bir geyik yolun karşısına geçiyor olabilir. Hatta küçük kasabalardan birinde yaşıyorsanız, duyacağınız en hoş sohbetlerden biri hastanenin ya da huzurevinin bahçesine yavrulamış geyik hikâyeleridir. Onları rahatsız etmeden yardım etmeye herkes hazırdır. Yeni yıla girerken insanlar, evlerini ve bahçelerini ışıklandırılmış heykelcikler ile süslerler. Hatta bu konuda yarışmalar düzenlerler. Bahçelerindeki heykelciklere meleklerin ineceğine inanırlar. Bu heykelcikler arasında mutlaka geyik figürü vardır. Hatta en az süsleyen bile kapısının önündeki ağacı ve bir de geyik figürünü ışıklandırır. Her yerin karlarla kaplı olduğu bu mevsimde bu ışıklar sizi ayrı dünyalara götürür. Sizi hem heyecanlandıran hem de içinize sevinç veren bir şeyler hissedersiniz. Toplumsal uyumun gereklerinden biri de bu heyecanı hep birlikte duyabilmek değil midir?

Benim güzel ülkemin güzel insanları! Sevgi merhamet ve şefkati ibadet bilen asil duygulu insanlar! Bu duygularımızı çevremize neden göstermiyoruz? Bunu yapmaya başladığımız anda aynı duygular, doğadan I çoğalarak bize geri dönecektir, insanlık tarihi ile iç içe olan bitki ve hayvan motiflerinin, göründüğünden daha derin anlamlar taşıdığına inanıyorum. Onların suskun ve sıcak içtenlikleri güzel duygular veriyor insana.

Önce sağlık sonra da gönlünüzce yeni bir yıl diliyorum. Sevgiler

Page 38: Fişek gül hinçal sürüm1

38

JOSEPHİNA VE SOYTARI Bir şeyi sevince, başka bir şeyden nefret etmemiz

gerekmiyor. Köpek sahiplerinin kedileri kedi sahiplerinin de köpekleri sevmediklerini söylediklerini sıkça duymuşumdur. Ben böyle bir ayırım yapamıyorum. Anılarımda köpeklerin ön plâna çıkmasının nedeni, köpek sahibi olmamdandır. Yoksa yılan bile bana güzel gelen hayvanlardan biridir.

Toplumumuzda makbul insan olmak için; ya siyah ya da beyaz olmak zorundayız. Kişiliğinizin netliği belki böyle daha iyi anlaşılır. Ancak; sunulan kalıplara uyan kişiyi de denetlemek ve yönetmek daha kolaydır. Peki, siyah ve beyazın karışımı olan gri bir renk değil midir? Yani gri ikiyüzlülük müdür? Hayır. Gri yeni bir renktir. Kendine özgüdür ve asildir. Çünkü bazen siyah bazen beyaz değildir. Her zaman gridir.

Hatta sarı, kırmızı, mor, yeşil, turuncu da olalım. Böylece, toplumsal yaşamda gökkuşağını oluşturabiliriz. Gökkuşağı tek ya da iki renk olsaydı bu kadar güzel olur muydu? Farklı renkleri veya ara renkleri tanımadığımız için keskin, kavgacı dayatmacı ve ön yargılı olmaya çok yatkınız. Bizim bildiğimiz her şey o kadar doğru ve önemlidir ki; kimse bizim kadar doğru bilemez. Kimse bizim gibi bilemez. Biz başkalarının yerine de düşünüveririz. Kasılmaktan kendimizi bile göremeyiz.

Şu veya bu futbol takımını tutarsın. Diğerleri beceriksiz, başarısız, kötüdür. Dahası sizin düşmanınızdır. Holiganlara niye kızıyoruz ki, ektiğimizi biçiyoruz.

Solcu veya sağcısındır. Senden olmayan herkes cahil, basit ve kötüdür. Çünkü birileri nasıl iyi insan olunacağını sana öğretmiştir.

Onun kalıplarına uyduğun sürece sorun yoktur. Okumak, bilgilenmek, kendini tanımak zor ve uzun uğraşlardır. Buna ne gerek var? Bir tarafın fanatiği

Page 39: Fişek gül hinçal sürüm1

39

oluvermek daha kolay ve de daha itibarlıdır. Artık doğru adamsındır! Seni kimse eleştiremez de. Gelişmenin en temel unsuru olan eleştirinin gerçek anlamını da bilmezsin. Sana göre eleştiri kötülemedir. Günün birinde bunları aşmış olacağımızı (umutsuzca )umuyorum...

Fred’in kedisinin adı Josephina (cozefina) idi. Evdeki diğer iki kediden en bakımlısı ve en güzeli idi Josephina. Annemin adı diyordu gururla. En sevdiği kedisine annesinin adını vermişti. Kediler evin ayrı bir bölümünde yaşıyorlardı. Sadece, çok soğuklarda ön salona gelebiliyorlardı. Son derece bakımlı ve mağrur tavırlıydılar. Fred, şarkı söyler gibi ve dans eden adımlarla ona doğru giderken, Josephina... Josephina... derdi.

Antalya’da yavru bir köpek almış birisi, ona isim arıyordu. Hep yabancı isimler üzerinde duruyordu. "Neden Türkçe koymayı düşünmüyorsun" dedim. Aklınca, kurnazlıkla, tepkimi ölçmek istercesine, yüz ifadesini de şirinleştirerek, "senin adını koyayım mı?" dedi. "Çok sevinirim" dedim. Gerçekten sevinirim. Düşünsenize sahibi onu "Gülüm" diye sevecektir. Ne hoş olurdu. Ancak O, yine yabancı isim koydu köpeğine. Sonraları duydum ki bakamayıp başkasına vermiş. Türkçe adı olan birçok hayvan tanıyorum. Ancak insanımızın hassasiyetlerini biliyorum. Onları incitmemek için bu hayvanlardan söz edemiyorum.

Bizim gazetemizin de bir yavru kedisi var. Kubilay Bey’i kızdırdığı için adı "Soytarı". Daha iyi bir isim bulma konusunda onları ikna edemiyorum. Güzel bir kedi adı biliyorsanız bize yazın lütfen.

Ekrem Bey’le ilk tanıştığımızda konunun bir yerinde bu kedilerin adı geçmişti. Anneleri, yavrularına artık bakmıyormuş. Ekrem Bey, sabah süt alıp beslemiş onları. İşte yine bir hayvanseverle karşılaşmıştım. Çok sevindim... Köpekleri de severmiş...

Page 40: Fişek gül hinçal sürüm1

40

Sonraki gelişimde karşılaşmıştık soytarı ile. Selahattin Bey’in omzunda girdi içeri... Şaşkın gibi görünmesine rağmen akıllı ve çevikti. Elime aldım. Kolumdan tırmanarak benim de omzuma çıktı. Enseme doğru ilerleyip, saçlarımın arasına saklandı. Düşecek diye korkuyordum. Yusuf Bey’in yardımıyla çıkarabilmiştik saçlarımın arasından.

Üşüyünce gidip fax makinasının üzerine karnını koyup ısınıyormuş. Yusuf Bey de ona süt ve ekmek alıyor. Etrafı kirletince biraz kızıyorlar ve ona sahip arıyorlar.

İslam Bey’le oldukça mesafeli Soytarı... Kubilay Bey, affetmiyor hâlâ küs olduğunu söylüyor.

Ama, onu sevdiği çok belli oluyor. Bir gün soytarı ortalıktan kaybolmuş. Aramadık yer

bırakmamışlar, ama yok. Her zaman soytarı "miyav" sesine cevap verir, neredeyse ortaya çıkarmış. Önce teker, teker miyavlamışlar. Cevap yok Sonra hep birlikte miyavlamaya başlamışlar! Soytarıdan yine ses yok... Üzülmeye başlamışlar... Bir süre sonra Kubilay Bey’in sırt çantasının içinden yavaş, yavaş kafası görünmeye başlamış. Şaşkın bakışlar arasında çantanın kenarına tutunmaya çalışan minik patiler görünmeye başlamış... Bir yandan esneyerek, geriniyormuş. Herkes gülmeye başlamış.

Kubilay Bey onu affetmiyor. O da bir tek onun omzuna gitmiyor. Haa...artık omuza çıkmayı bıraktı. Kucakta uyuyor. Kafasını kolunuzla bedeninizin arasına saklıyor, öyle uyuyor. Uyanınca burnuna hafifçe, işaret parmağımla vuruyorum. Ağzıyla yakalamaya çalışıyor. Eğer yakalarsa minicik sivri dişleriyle ısırıyormuş gibi yapıyor. Hafif vuruşlarla patilerine dokunuyorum. Anında karşılık veriyor. Çoğunlukla boşa giden hamlelerle, o da bana vurmaya çalışıyor. Çok oyuncu bizim soytarı.

Page 41: Fişek gül hinçal sürüm1

41

Bizimki, şimdilik gazeteye yerleşmiş görünüyor. Kapıdan girdiğim an miyavlamaya başlıyor. Kimseyle konuşmama fırsat vermiyor. Önce onu kucağıma alırsam, konuşabiliyorum.

Onunla ilgili gelişmeleri size yazacağım. Barış ve sevgi dolu ve renklerin bol olduğu bir Dünya

diliyorum... Sevgiler.

Page 42: Fişek gül hinçal sürüm1

42

SADAKAT, DOSTLUK VE VEFA Geçici hevesleriniz ya da özentileriniz yüzünden hayvan

almayınız lütfen. (Köpeklerini süs ya da kıyafetinin tamamlayıcısı olarak görenleri hiçbir konuya dâhil etmediğimi özellikle belirtirim.) Çünkü hayvan beslemek çok zevkli, ancak bir o kadar da zor bir iştir. Çok büyük sorumluluk ister. Bu sorumluluğa kendinizi hazır hissetmeden hayvan almayınız. Hele çevrenizde zaman, zaman size yardım edecek kimse yok ise işiniz daha da zor olacaktır. En basit şekliyle şöyle düşününüz; Hiç büyümeyen, hiç konuşmayan, en doğal ihtiyaçlarında bile sizin yardımınıza ihtiyaç duyan bir canlı. Üstelik duyan, hisseden, acıyı, sevinci tanıyan ve sizi koşulsuz ve de ölesiye seven bir canlı. İster-istemez yaşam tarzınızı etkileyecektir.

Bütün hayvanseverler bu zorlukları yaşarlar. Ancak yaşadıkları büyük mutluluk karşısında buna katlanmaya gönüllüdürler. Size hiçbir kötülüğü olmayan, yalanı-plânı olmayan, ihanet nedir bilmeyen, hilesi-hurdası olmayan dahası sizi hep sevendir O. Sevilmekten başka bir arzusu da yoktur, Can dostunuzdur o sizin. Sizin için canını bile verir gerçekten.

Tarlada ölen sahibini köye haber verenlerden tutun da kar fırtınasına yakalanan sahibini kilometrelerce koşup haber veren köpek hikâyeleri pek çoktur.

Yazlıklarda bırakılan hayvanların nasıl perişan olduklarını eminim görmüşsünüzdür. Ben gözünden yaş gelerek ağlayanını gördüm. Öz ağlamayınca göz ağlamazmış. Vicdanınızı rahat hissedebiliyor musunuz?

Çok bilinen gerçek bir hikâyeden söz edeceğim size. Bir balıkçı ve köpeği... Her sabah sahile kadar birlikte yürüyüp, sahibi tekne ile açılınca o eve dönermiş. Akşam sahibinin dönüş saatinde tekrar sahile gelir, eve birlikte dönerlermiş. Yaz-kış, mevsimler ve yıllar boyu böyle devam etmiş

Page 43: Fişek gül hinçal sürüm1

43

yaşam. Yine böyle bir sabah sahibini yolcu etmiş, akşam da beklemeye gelmiş. Sahibi gelmiyormuş. Saatler geçmiş, gelen yok. Saatlerin yerini günler almış, ihtiyar balıkçı dönmüyormuş. Can dostu onu hâlâ bekliyormuş. Günlerin yerini haftalar almış. O yemeden, içmeden ve oradan ayrılmadan sahibini bekliyormuş. Çevrede yardım amaçlı gelenlerin çabaları da fayda etmemiş. Sonra... Beklenen son gerçekleşmiş. Tam anlamıyla sahibinin yolunda ölmüş, vefalı dost...

Çevredeki insanlar, bu güzel dostun, günlerce beklediği bu yere onun heykelini dikmişler. Takdir edersiniz ki bu sadece bir köpek heykeli değil, dostluk ve vefanın sembolüdür.

Bakınız köpeğiniz sizden ne ister. SADIK DOSTUNUZUN 10 RİCASI 1. Benim hayatım 10 ila 15 yıldır. Sizden her

ayrılışım bana acı verir. Beni almadan önce bunu düşünün. 2. Bana, sizin benden ne istediğinizi anlamam için

makul bir süre verin. Benim içimde güven duygusu uyandırın.

3. Bana hiçbir zaman kötü davranmayın. Cezalandırmak için bir yere kapatmayın. Unutmayın ki, sizin hayatınızda iş, eğlence ve dostlarınız var. Benim hayatımda ise sadece siz varsınız.

4. Arada sırada benimle konuşur musunuz? Sözlerinizi anlamasam bile bana yönelen sesinizi tanırım.

5. Bana daima nasıl davranacağımı gösteriniz. Beden dilinizi hiçbir zaman unutmam.

6. Bana kızabilirsiniz, ama beni dövmeden önce, aslında dişlerimle sizin kemiklerinizi kırabileceğimi ancak asla böyle bir terbiyesizlik yapmayacağımı biliniz.

Page 44: Fişek gül hinçal sürüm1

44

7. Beni, "isteksiz, tembel, inatçı..." diye azarlamadan önce bir düşününüz. Belki yediğim yemek dokunmuştur. Belki güneşin altında uzun süre kalmışımdır. Belki yorgun, halsiz düşmüşümdür.

8. Yaşlandığım zaman benimle ilgilenin. Çünkü bir gün siz de yaşlanacaksınız.

9. Zor anlarımda yanımda olun. Benim içim kaldırmaz, ya da ben görmeden olsun" demeyin. Çünkü benim için her şey sizin varlığınızla daha da kolay olacaktır. Size sevgiyle bağlı bir dostunuz. Sevgilerle.

Page 45: Fişek gül hinçal sürüm1

45

KURBANLIK Aspendos Bulvarı civarında kısım kısım yeşil otlar

gözüme çarpıyordu. Yazdan kalma günler yaşadığımız şu günlerde oralarda küçük keçi sürüleri görüyorum. Etrafta koyun, keçi görmeye başlayınca hemen Kurban Bayramının yaklaştığını anlarım.

Ben bayramları çok severim. Dahası bütün özel günler beni heyecanlandırır. Dini-milli bayramlar, anma günleri, doğum günleri beni mutlu eder. O günlere gereken önemi vermek isterim. Çocukluğumuzda bize sunulan güzel gelenekleri yaşatmak ve gençlere aktarmak gibi bir çabam da vardır.

Dini bayramlarda, tatlılar börekler yapmaya hiç üşenmem. Bilmediğim geleneksel yemekleri de yapmaya çalışırım. Küçük hediyeler paketlemek de çok ayrı bir zevktir benim için.

Milli bayramlarda, bayrağımı pencereme asar, Bayrama uygun giysiler giyer, tören alanlarına giderim.

Başka dinlerden olan dostlarımın da kutlama günlerine katıldığım oldu. Ünlü meydanlarda yeni yıla girdiğimde.

Biz kendimizi nerede ve nasıl görürsek görelim, biz bu kültüre ait insanlarız. Güzel geleneklerimizin yaşaması çağdaş insan olmamıza hiç engel değil. Ayrıca isteseniz de istemeseniz de bu kültüre göre yorumlanırsınız. Ait olduğumuz kültürü yaşamak bir zevk olmalı. Eskiye dönmek gibi bir özlemim olamaz. Tersine en ileri toplulukların hareket noktasının başlangıcı kendi kültürünü temel almakla olmuştur. (Ağalık ve töre geleneklerini konumun dışında tutuyorum. Türklere ait gelenekler olduğuna inanmıyorum.) Kendin olmanın, kendine yabancılaşmadan yaşamanın başka yolu var mı?

Çocukluğumuzda, arife günü, her şey tatlı bir heyecanla hazırlanmıştır. Akşam en son çocuklar da yıkanmış,

Page 46: Fişek gül hinçal sürüm1

46

yataklarına yatırılmışlardır. Ertesi günün bayram giysilerini, harçlıkları, şekerleri hayâl ederek uykuya dalarsınız. Evin erkekleri camiden gelmeden yataktan kalkmanız gerekir.

Kurban bayramlarında, kahvaltıya kavrulmuş karaciğer gelir genellikle. Bu kavurmanın tadı ve kokusu bir ayrı güzeldir.

Bütün dinlere ve mezheplere saygım sonsuzdur. Ateist ve deist’lere de saygı duymaktayım. İkişer kez Kur’an ve İncil’in Türkçesini okudum. Tevrat’ın yorumlarını da. Konfüçyüs felsefesi ve dinler tarihine yabancı değilim. Buna rağmen hiçbir inanç veya ibadet sistemi hakkında yorum yapmak gibi bir niyetim olamaz ve haddim de değildir. Anlatacağım anımın bu anlamda anlaşılmasını isterim. Kimseyi incitmek gibi bir amacım olamaz.

Sevgili Türkan Al (Canlı) matematikte, ben de Türkçe’de sınıfın en iyileri idik. Köy enstitüsü mezunu öğretmenimiz Haşan Çelik idi. Ne bitmez tükenmez azim ve sevgi fideleri dikmişsin içimize sevgili öğretmenim. Hâlâ bitmediği gibi artarak devam ediyor.

Türkan’ların evi (o zamana göre) şehrin biraz kenarında kalıyordu. Onların da bizim de bahçelerimiz vardı. Rahmetli babası Atatürk devrinin bir subayı olup annesini Libya’dan gelin getirmiştir. Annesi, bahçede inek beslerdi. Bizim evde de kurbanlık her yıl biraz erken alınır. Hem hayvana biraz bakım yapmak hem de benim oynamam için... Ne kadar çok sevinirdim hayvan bahçeye geldiğinde... Eve çıkmak istemez, hep onunla olmak isterdim. Okuldan gelince kuzumu alır, Türkan’lara giderdim. Biz doyasıya oynarken kuzum otlardı. Onun sık, sık boynuna sarıldığımı anımsıyorum. Hayvanla tam birbirimize alışırız, kurban bayramı gelirdi. Annem, kurban hikâyesini anlatarak beni hazırlamaya çalışırdı. Hz. İbrahim, ileri yaşına rağmen, Tanrıdan bir oğul ister ve kendisine kurban edeceğini vaat eder. Bir oğul olur. Melekler verdiği sözü kendisine

Page 47: Fişek gül hinçal sürüm1

47

hatırlatılır... Günü geldiğinde oğul İsmail’i alarak dağa çıkar. O’nu kurban edecektir. Tam bıçağı boynuna çalacakken bir melek kurbanlık koç getirir.

Annem, "eğer O çocuğunu keseydi biz de şimdi çocuklarımızı kesiyor olacaktık" derdi. Ben "Sen hangimizi keserdin anne?" derdim. "Allah göstermesin. Ben de olmazdım herhalde. Ben en büyük çocuğum önce beni keserlerdi herhalde..." derdi. Çocuk aklımla ben ortanca olduğuma göre kesilmeyeceğimi düşünürdüm. Her kurban bayramının ilk günü benim ağlamalarım ve kaprislerimle geçerdi. Burnumu pencereye dayar, kesilmiş olan arkadaşımın pay edilişini gözyaşları içinde seyrederdim. Yazın okullar kapanınca bana hayvan alacaklarına söz verirlerdi. Ama bunu hiç yapmadılar.

Kurban kesme geleneği birçok dinde var. Aztek, İnka, Maya, Viking, Kızılderili kabilelerde de... Yanardağ püskürmesin diye kraterden her yıl topluluğun, en güzel genç kızını atan topluluklar da var. Bu gelenekler O topluluklar gibi tarihte kalmışlar.

Kurban olayının dinsel yanına bir şey diyemem ama hayvanların kesilmesine kıyamıyorum...

Kurban Bayramınız kutlu olsun...

Page 48: Fişek gül hinçal sürüm1

48

MEHMET VE KÖPEKLERİ 20’li yaşların hayalleri, 30’lu yaşların kararlı adımlarla

ulaşmak istediğimiz yaşama koşmamız ne güzeldir. İnsan olmanın güzelliği ve mesleki tatmin de bu yıllarda başlarsa da biraz 40’lı yaşlara taşar. Tabii ki bu sadece takvim yaşına bağlı bir olay değildir. Yaşam bilincine bağlıdır. Yoksa şairin dediği gibi "70 yaşında çocuğum ben" de diyebilirsiniz. 25 yaşında benliğini bulup duygusal olgunluğa da erişebilirsiniz.

Kimlik, kişilik ve duygusal olgunluk ne kadar çabuk oluşursa mutlu ve başarılı yılların süresi de o kadar uzun olur. (Tabiidir ki, çocukluğunu doyasıya yaşamak da şarttır.)Baskıcı eğitimden kurtulup kişiliğin özgür ve özgün olduğu eğitime geçebilirsek bu insan tipine ulaşabiliriz. Tersine anne-baba ve öğretmeninden hakaret ve şiddet görerek büyürsek, benliğimizde açılan yaralar iyileşmeyecek, içten içe şiddete yönelme başlayacaktır. Şiddet gören, mutlaka bir gün şiddete başvuracaktır. Bu acizlik duygusunu yaşamımıza sokmayalım...

Oysa sevgi gören sevgi verecektir. Saygı gören de saygı göstermeyi bilecektir. Saygı göstermek hazırolda durmak veya ceket iliklemekle olmaz. Olaya gereken önemi ve değeri vermek ve de takdir duygusunu doğru olarak kullanabilmektir. Dilimize doladığımız "sevgi" de öyle çok kolay elde edilen bir duygu değildir. Sevmek hoşlanmak değildir. Sevgi iyilik ister, emek ister. Yani sevgi beslenmez ise ölür. Beslemek için iyi niyet, sabır, fedakârlık, paylaşma ve dayanışma gerekir. Kendini sevmeden kimseyi sevemezsin. Kendini sevmek narsist ya da megaloman olmak değildir. Kendinle barış yapmaktır. Kendinin iyi kötü yanlarını -olabildiğince- objektif olarak tanıyıp, eksik yanlarını tamamlamak, iyi yanlarını geliştirmek ile olur. Bunun için sabır bilgi ve uzun süreçler gerekir.

Gençlik yıllarımızda, kötü olaylar hep başkalarının

Page 49: Fişek gül hinçal sürüm1

49

başına gelir sanırdık. Trafik kazaları, hastalık, ameliyatlar, ölüm... hep başkalarının başına gelir! bize bir şey olmaz sanır, hatta bunu bir üstünlük olarak görmez miydik? (Bu da toplumdan aldığımız olumsuz bilgilenme sonucudur.) Sağlıklı yaşam herkese en içten dileğimizdir. Unutmayalım ki O insanlar da başlarına bir olay gelmeden önce bizim gibi düşünüyorlardı...

Ertesi gün ailesiyle birlikte tatile gidecek olan genç mühendis, kendi hatası olmadığı halde kaza sonucu o güne iki bacağı kesik girmişti.

Erken teşhis kanserlerde ve şeker hastalarında da birçok organ kesilerek alınıyor. Savaşlar ve daha birçok etken böyle durumlara neden olabilmekte... İnsanlar o organın yokluğuna üzülmekten ziyade yaşadıklarına sevinmektedirler. Onlardaki görüntü değişikliğini yadırgayan çiğ davranışlardan kaçınalım. Onları üzmeye kimsenin hakkı olamaz. Elbette sağlıklı olmak çok güzel, ancak; bizi biz yapan sadece fiziksel yapımız değil, duygu ve düşünce dünyamızdır.

Mehmet, 40’lı yaşlarda gece bekçisi, (ya da güvenlik görevlisi) eski sanayide. Gırtlağına madeni bir cihazla bastırarak konuşabiliyor. O’nun yaşama sıkıca bağlı olduğunu gözlerindeki ışıltıdan görebilirsiniz. En iyi dostlarının köpekleri olduğunu görebiliyorum. Bazen 2-3, bazen 4-5 köpek görürüm yanında. Köpekleri ile hem görev yapar hem de onlara çok iyi bakar. Mehmet, kendine acıyıp bir kenara çekilen aciz bir insan değil. Hastalık sağlık insana mahsus olduğunu kavramış, her şeye rağmen yaşamın güzelliğini fark etmiş ve hayatın yaşanmaya değer olduğunu görebilen bir güzel insan Mehmet. Köpekler bu sessiz sahiplerini çok seviyorlar. Onun el işaretine, bakışlarına, kısacası vücut diline o kadar alışmışlar ki, hiç komut gerektirmeyen uyumlu bir arkadaşlıkları var. Sıradan sokak köpekleri gibi görünen bu gruba kolay yanaşamazsınız.

Page 50: Fişek gül hinçal sürüm1

50

Önce Mehmet’in sizi tanıtması gerekir. Üzülme Mehmet, boş konuşmaktansa öz konuşmak

daha iyi. Ayrıca sen herkesin yakalayamadığı bir duyguya sahipsin. Sen bir hayvanseversin. Fedakâr ve sadık dostların var. Senin altın kalbini gören insanlar da var. Sen takdir edilir, saygı görürsün...

Sağlıklı ve sevgi dolu günler diliyorum.

Page 51: Fişek gül hinçal sürüm1

51

YILAN BİLE Yazılarımı okuyanlar artık benim bir doğa tutkunu ve

Anadolu kültürü aşığı olduğumu biliyorlar. Öyküler, türküler, şiirler destanlar, atasözleri. Bir atasözümüz vardır. "Tatlı dil yılanı deliğinden, acı dil insanı dinden çıkarırmış." Bugünkü öykümüzün kahramanı bir yılan...

Fişek, yeni karşılaştığı her hayvanı koklamak ister, Bu yetmezse sağ ön patisi ile evire çevire incelerdi. Bir yaz tatilimizde ilk kez koyun görecekti. Koklayamadığı için kıyameti koparıyordu. Onu zor zapt ediyordum. Yine aynı tatilde at görecekti. Bulunduğumuz yerin karşısındaki otluğa her sabah sahibi bir at çakıp gidiyordu. At akşama kadar orada kalıyordu. Fişek günde sayısız kez atın yanına gidiyordu. Yanaşamadığı için havlayıp havlayıp dönüyordu. At yelelerini uçuşturarak aşağı yukarı kafasını sallarken sesler çıkarıyor, sanki "Ya sabır, Nereden çıktı bu köpek" diyordu.

Koyunları ve atı koklayamamıştı, içi rahat değildi. Hatta bir keresinde sürüyü koruyan çoban köpeğini görünce korkmuştu. Köpek bize doğru koşarak geliyordu. Bu bir anlamda restleşme idi. Çoban "koyuna." komutunu verdi. Hayvan duraksadı. Tekrar "koyuna." deyince hayvan sürüye döndü. Benimki tehlikenin geçtiğini görünce, sanki korkmamış gibi havlıyor, güya restini çekiyordu.

Bir arkadaşım yurt dışından yaşıyordu. Tatile geldiğinde kuş gölünü görmek istiyordu. Ben de istiyordum. Acaba Fişek sorun olur muydu? Deneyecektik. İçeriye girdiğimizde kulenin arızalı olduğunu öğrendik. Etrafı gezmek amacıyla birbirimizden ayrıldık İnsanlar "ağaçların altından görebileceğimiz kuşlar olur mu?" diye geziniyorlardı. Göl tarafından gelen bir aile gördüm. Çok küçük yazılmış tehlike belirten yazıyı görmemiştim. Fişekle gölün kıyısına geldik. Kayalar vardı. Oturduk, dinlendik. Oyalandık. Kuş

Page 52: Fişek gül hinçal sürüm1

52

görebilmek için çabaladım. Mümkün olamadı. Oldukça uzun kalmıştık burada. Kalktığımızda 2 görevlinin çırpınırcasına işaretler yaptıklarını ve toplanmış olan insanların bize baktıklarını görüyordum. Normal olmayan bir şeyler vardı Biz yavaş, yavaş yürüyorduk.

Görevli hiç ses çıkarmadan sağ elinin işaret parmağı ile çimleri gösteriyordu. İşareti fark ettiğimi anlayınca, ikisi birden çırpınmaya başladılar. Yaklaşık 30-40 m. olan yolda bizden başka kimse yoktu. Yolun ortasında boyu yaklaşık 1,5 m. kadar olan bir yılan bize doğru geliyordu. Fişeği diğer yanıma aldım. Zincirinden tutmak yetmeyebilirdi. Bir elimle zincirini diğer elimle tasmasını sıkıca tutuyordum. Yılandan çok fişekten korkuyordum. Onu fark ederse koklamaya gidecek, belki beni de sürükleyecekti. Yılanı kızdıracak belki de boynuna dolanacaktı. Soğukkanlı olmaya çalışıyordum. Ama kalbimin atışını yılan bile duyabilirdi.

Yılan, başını kaldırdı, gözgöze geldik. Çok yavaş bir sesle "git lütfen." dedim. Fişek olağanüstü bir şeyler olduğunu anlamıştı ama 2 m. ötemizdeki yılanı fark edememişti. Yılan, başını çimlerin üzerine koydu, akar gibi yoluna devam etti. İnsanların bizi bekledikleri alana geldiğimizde, dizlerimin bağı çözülmüştü. Kahramanlar gibi karşılandık. Herkes bizi alkışlıyordu. Fişek alkışı tanır ve bundan çok mutlu olurdu. Tezahürata kasılarak ve de kuyruk sallayarak cevap veriyordu.

Doğada en etkili dilin sevgi ve uyum olduğuna inanıyorum.

Ağız tadınız bozulmasın. Diliniz tatlı kalsın...

Page 53: Fişek gül hinçal sürüm1

53

KAR Troposferde yükselen sıcak havanın aniden soğuması

ve yoğuşması ile oluşan bir yağış şeklidir kar. Kurban bayramının dördüncü günündeyiz. Sabah

gözümü açtığımda küçük pamuk parçalan gibi düzgün sıralar halinde yağan karı gördüm.

Beyaz ...sessiz..yavaş....düzgün dingin... İçe huzur, dışa güzellik veriyor.

Doğanın mükemmel nizamına hep hayran olmuşumdur. İlk beş yaşımın geçtiği Bolu'da saçaklardan sarkan buzları hayal-meyal hatırlarım. Öğretmenliğimin ilk yıllarında Çankırı'nın bir köyünde zor kışlar yaşamıştım. Hatta sömestr tatiline gelirken, yollar kapalı olduğu için minibüs işleyen köye kadar at sırtında indiğim olurdu. O yıllarda zorluklar bana birer oyun gibi gelirdi.

Pensilvanya'da da kış çok sert geçiyordu. Çocukluğumda gördüklerim buzlardan, daha büyük, saçaklardan sarkan buzlan burada görecektim. Grace'in gece bile, ortasında ışık olan kar temizleme makinası ile evin yolunu, ana yola kadar açık tutmaya çalıştığını görürdüm. Bunun nedenini sonraki yıllarda New- York'ta öğrenecektim. Kapının önünü ve evin hizasındaki kaldırımı temizlemek yasa gereği zorunlu idi. Eğer temizlemezseniz ve de orada bir kişi düşerse ona tazminat ödemek zorundasınız. Sabah evinin önünü temizlemekte geç kalmış Amerikalı komşum bir taraftan kar temizlerken, diğer yandan geçen herkesden özür diliyordu. Bazen lise çağlarındaki zenci veya beyaz çocuklar kapı, kapı dolaşıp 5-10 dolar karşılığında yolumuzu açmayı teklif ederlerdi. Resmi görevliler, şehirde ve açık alanlarda yollan açık tutmayı başarırken, kaldırmaları ev sahipleri açık tutuyorlardı.

Karla ilgili olmamasına rağmen yollarla ilgili bir konuyu anımsadım. New Jersey'den Atlantic City'e giderken o

Page 54: Fişek gül hinçal sürüm1

54

meşhur beş şeritli yolları görürsünüz. Üç şeritli olan yan yollar da vardır. Biz gezerek gitmeyi plânladığımız için üç şeritli yollardan gidiyorduk. Yolların kenarları tertemizdi. Bu nasıl sağlanıyordu Lafta değil, işlevsel anlamda sivil toplum örgütü bu olmalı. Gerçi organizasyonu kilise yapıyormuş. Ancak bağımsız bir sivil toplum örgütü, yol boyunca olan uzunluğu aile sayısına bölüyormuş. Her aile kendine düşen kilometre yolun kıyısını temizliyorlarmış.

Kar yağışı beni çok uzaklara götürdü. İlk-orta-lise yıllarımın geçtiği evime dönüyorum. Aile fertlerinin eski ev diye beğenmedikleri, benim çok sevdiğim, ailemizin tarihine tanık olan, her yanı anılarla dolu olan eski ev! Yeğenim Burçin; "Hala, bahçeye kar birikince babam; ablamla bizi karlara yatırır boyumuzu ölçerdi. Sonra da kartopu oynardık. Bu eve nasıl kıyılır. (Şimdi Fişeğin mezarı da orada.) Her bayram toplanan kardeşler sözü döndürüp dolaştırıp bu evin satılmasına getirirler. Herkesin kendi zevkine göre evi olmasına rağmen bu konu mutlaka dile getirilir. Soba yakmanın zorluğu dile getirilir. Bu konuya hiç karışmıyorum. Ancak 80’li yaşlara merdiven dayamış iki yaşlı insanın nasıl yeni komşular edineceklerini düşünen yoktur... Bu gerçekten iyi niyetle söyleniyorsa, kalorifer sistemi koydurmak çok mu zordur? Bilinmez.

Yapraklarını çoktan dökmüş olan erik ağacı kuru dallarını pencereme dayamış. Asma, onu taşıyan korkuluklarda kuru dalları ile bahçeyi dolanmış. Nar, dut, kayısı, ceviz çok yalnız kalmışlar. Uzayıp gitmiş olan çam, yağan karlarla süslenmeye çalışıyor. Fişeğin mezarına da, kar birikmeye çalışıyor. Canım oğlum, biricik oğlum, seni çok özlüyorum.

Çankırı'dan, İstanbul'a geleli uzun yıllar olmuştu. Öğrencilerimle Uludağ’a yakınlarımla Kartalkaya'ya gidiyorduk. Kayak yapmayı Eğridir' de öğrenmiştim, çok yıllar önce...

Page 55: Fişek gül hinçal sürüm1

55

Bir pazar sabahı komşu gençlerin, gülüşmeleri ve kadınların sesleri ile uyandım, kar yağıyordu. Bu sevince biz de katılmalıydık. Hadi Fişek koş dedim. Fırlayıp çıktık. Fişek aniden fren yaptı(!) Bu neydi? Su gibi parlak kahverengi ela gözleriyle bana soruyordu. "Anne bu ne?" Herkes gibi anne de neşeli olduğuna göre bu iyi birşey olmalıydı.

Boynuna sarıldım. "Bu kar Fişek, çok güzel hadi oynayalım..." dedim. Önce karı keşfetmek amacıyla yukarı atlıyor, kar tanelerini yakalamaya çalışıyordu. Bu kar denilen şey, her ne ise, herkesi eğlendiren bir şeydi, ilk zıplaması ile oyuna katıldı. Herkesle birlikte koşuyor, oynuyor, atlıyor, yuvarlanıyordu. Gülüyor gibi açık duran ağzından buharlar çıkıyordu. Saatlerce oynadık. Evimize dönerken, onun tüyleri sırılsıklam ıslanmıştı. Benim ise ellerim ve yüzüm soğuktan ve koşmaktan kıpkırmızı olmuştu. Doğanın sunduğu bu şölen bizi mutlu etmişti. Aynı olayı bir de akşam yaşamıştık. Bahçelerimizin ışıkları, ortadaki oyun bahçesinin ışıkları altında oynamıştık. Fişek artık deneyim kazanmıştı. Oyunun tadını çıkarıyordu.

Gelin, doğanın dengesini, bozmayalım. Onu koruyalım, kirletmeyelim. Doğanın sunduğu şölenleri yaşayalım.

Sevgiler

Page 56: Fişek gül hinçal sürüm1

56

KARAKIZ Anadolu' da sıkça kullanılan sonu "kız" ile biten sevgi

sözleri vardır. Esmer güzeline "karakız" beyaz tenlilere "ak kız", mavi gözlülere "gök kız", sarı saçlılara "sarı kız", kırmızı yanaklılara "gremise" (bir tür altın) kız, gözü pek, sevimli, biraz da yaramaz olanlara da "deli kız" denilir.

Tüyleri siyah olduğu için, bu rengi çağrıştıran bazı isimleri denedikten sonra O’na "karakız" adını vermiştik.

Sitenin ucundaki lojmanların bulunduğu apartmanın bodrumunda yaşıyordu Karakız. Binanın çocukları okuldan gelince onunla oynamaya bayılırlardı. Yoldan geçen her arabaya havladığı için "Yahu! bu köpeğin sahibi yok mu? Niye bağırtıyor?" dediğimiz olurdu.

Mevsim ilkbahardan yaza dönüyordu. Akşamüstü yürüyüşe çıkmıştık. Yolun karşısından bir kamyon ağır ağır geliyordu. Çocuklar, bağrışarak koşuyorlardı. Etraf savaş alanı, çocuklar da bozguna uğramış bir ordu gibiydi. Besledikleri sokak köpeklerini saklamaya, çalışıyorlardı.

İlkokul çağlarındaki bir erkek çocuk "Teyze kaçın, köpekleri vuruyorlar..." diye bağırıyordu. Farkında bile olmadan otoparkın üstündeki beton alana çıkmıştım.

Page 57: Fişek gül hinçal sürüm1

57

Bu ilkel tablo karşısında gözlerim dehşetle açılmış, içimi

korku kaplamıştı. Ölüm, elle tutulur bir halde etrafımızda kol geziyordu. Çocuklar bağrışıyorlardı...

Ne yapacağımı bilemiyordum. Fişeği de bırakıp gidemiyordum. Site sakinlerinden birine seslendim. Bu ne korkunç bir durumdu. O ise; "Korkmayın, sadece bayıltıyorlar, sonra kısırlaştırıp geri bırakıyorlar" dedi. Buna inanmak istiyordum. Bayılan(?!) sokak köpekleri arka bacaklarından tutulup savrularak kamyona atılıyordu.

Belediyeciler fırtına gibi geçmişlerdi. Zayiatı ertesi gün görebilecektik. Akşam yürüyüşünde köpek sahipleri estik, yağdık, kızdık, söylendik... Başka da birşey yapamadık. O da ne? Kara köpek yine havlıyordu. Çocuklar onu bodruma saklamışlardı.

Komşuların yazlıklara gitmeye hazırlandıkları günlerde herkesi tatlı bir telâş sarmıştı. Alt bahçelerden birine bir köpek yavrulamıştı. Herkes onlara süt v.b. şeyler taşıyorlardı. Doğrusu ben pek ilgilenememiştim. Yoğun çalıştığım bir dönemdi.

Yan komşum yazlığa gideceklerini, yavrulara bakıp bakamayacağımı soruyordu. Bu çok zor bir sorumluluktu. Üstelik Fişek, nazlı ve çok ilgi isteyen bir köpekti. Ne yapacağımı bilemiyordum.

Yönetici bir fırsatını bulup yavruları attırmış İbrahim'e... Apartman görevlisi bu genç, yavruları uzağa atmaya kıyamamış yakına bırakmıştı. Karakız o gece yavrularını tek tek yine aynı yere geri getirmiş.

Acımasız yönetici bu sefer uzağa attırmış yavruları. O gece bahçe demirlerini kapatan bitkinin arasından viik...viik.. diye bir ağlama sesi vardı. Gece, saat belki de 03:00 civarındaydı. Bahçenin demir kapısını açtım. Gelen Karakızdı.

Page 58: Fişek gül hinçal sürüm1

58

"Neyin var Karakız, ne oldu? gel..." dedim. İçeri girdi. Patisini koluma koyup, hafif çekiştiriyordu. Bu yalvarma işaretini tanıyordum. (Fişek de bana "neyin var?.. ne olur üzülme" demek istediği zamanlar yapardı)

Gözlerinde yaş vardı Karakız' ın. Süt dolmuş memeleri şişmiş ve kıpkırmızı olmuştu. Memelerine dokundum, ateş gibi yanıyordu ve acı çekiyordu. "Sen bahçemde kal karakız sana yardım etmeye çalışacağım" dedim.

Diğer yan komşum göçmen dede duruma çok üzülmüştü. Yavruları aramaya çıkmıştı. Dönerken her bir yavruyu bir naylon poşete koyup gelmişti. Çocuklar bayram yapıyorlardı. Kirlenmiş olan yavrulara hemen isim bile takmışlardı. Yıldırım, Atakan, Sürmeli…

Böylece 5 yavru 2 yetişkin olmak üzere 7 köpeğe bakacaktım. Bu görevi 2 ay yaptım. Yavru köpeklerin sevimliliği ayrı bir renk katmıştı hayatımıza.

Gece rüzgâra, sabah güneşe göre bitişik nizam olan bahçelere dağılıyorlardı. Sabahleyin ben kapımı açınca bulundukları yerden başlarını kaldırıyor, sonra koşarak benim bahçeme geliyorlardı... Çok oyuncu ve çok tatlı olmuşlardı...

Bir gün eve geldiğimde yavrular yoktu... Acaba komşu

Page 59: Fişek gül hinçal sürüm1

59

bahçelere mi gitmişlerdi? Tabii ki öyle olmamıştı. Yönetici artırmıştı onları.

O günden sonra Karakız benim kapımdan hiç gitmedi. Bazen ortalıktan kaybolduğu olurdu. Bazen onu çimlere kıvrılmış ve yaralı bulurdum. Isırılmış ve tecavüze uğramış olduğunu da görürdüm. Kucaklayıp eve getirir tedavi ederdim.

Yine bir gün eve geldiğimde Karakız kapının önündeydi. Ayaklarını karnının altına almış hıçkırmaya benzer bir hareketle başını silkeliyordu. Zincir gibi de gözyaşı döküyordu. Köpekler böyle ağlar mıydı? İlk defa böyle birşey görüyordum... "Aman Allahım...ne oldu sana?" diye koştum. Ağlamaya devam ediyordu. Yaralıydı. Vücudunda taş izleri vardı. Karnına da tekme yemiş olmalıydı.

Ağlamadığınızı sanırken hiç gözünüzden yaş geldi mi? Benim geldi. Ağlamıyordum ama kocaman bir damla gözyaşı hızla düşmüştü yere. Güzel kızım acısını unutup patisi ile dokunarak beni teselli etmeye çalışıyordu.

Gönüllü veterinerlerden oluşan ekibe yardım ettik. Sokak köpeklerini aşılattırdık. Ekip son derece becerikli ve usta idiler. En azgın sokak köpekleri bile çocuklar ile gelip kuzu, kuzu aşı oluyorlardı. Karakız da oradaydı. Genç bir hanım, çok özel bir köpek olduğunu hissettiren Karakızı sordu. Onun acı hikâyesini kısaca anlattım.

Ertesi gün öğrenci servisinde şoför çocukların uykusu açılsın diye radyoyu açmış. Radyoda benim sesim ve Karakızın öyküsünü anlatıyorum. Öğrencilerin hepsi dikkat kesilmiş. (Meğer o genç hanım radyocuymuş)

O sabah, lise birlerden bir kız öğrencim boynuma sarılmış ağlıyordu. "Karakıza sonra ne oldu hocam?". Saçlarını okşadım. "Karakız artık çok mutlu, ona ben iyi bakıyorum" dedim. Onu teselli ettim.

Başka bir gün eve geldiğimde gezici hayvan

Page 60: Fişek gül hinçal sürüm1

60

hastanesinde Karakızın operasyonla kısırlaştırıldığını öğrendim. Yan binanın apartman görevlisi, büyük bir iyi niyet göstererek "ben yaptırdım hocam..." diyordu.

Karakız’dan yine kan geliyordu. Ağrısı olduğunu görebiliyordum. (Gidiş hazırlıkları için eşyaları da toplamıştık.) Karakızın eve girmesine izin verdim. İstediği zaman içeri girebiliyordu. Zaten çok uzun zamandan beri yıkanan, bakım yapılan bir köpekti Karakız.

Terier Kurabiye' nin sahibi Bengü ile beraber bakıyorduk. Yaşlıydı. Sık, sık hasta oluyordu. Serumlar veriliyor, ayaklarına renkli bandajlar sarılıyordu

Çocuklar... Sevgili çocuklar... Sizleri çok seviyorum. Hiç ortalıkta görünmezlerken, Karakızın sargılarını görünce hemen ortalıkta bitiverirlerdi. Onun durumu ile ilgili soru yağmuruna tutarlardı bizi.

Sokak köpekleri hem ezik, hem olgundurlar. Karakız ile çok duygu paylaştık. Bazen Fişeğin sevgisinin önüne geçtiği olurdu. Kanaâtkardı, sevecendi, kapris bilmezdi. Ona bakmak hiç zor değil, tersine bir zevkti.

Hastalığı giderek artıyordu. Ünlü veterinerlere ve ünlü hayvan hastanelerine götürüyorduk. Animalya'daki genç veteriner hanım ağlamaktan kızarmış gözlerimize bakıp "Karakızın işi çok zor hanımlar..." diyor, tedavisini yapıp bırakıyordu.

Bengü ve benim kredi kartlarımız bir hayli açılmıştı. (Binlerce kez helâl olsun..) En son ben veterinerlik fakültesine götürdüm. Yine kan geliyordu. Karnı tıraş edildi. Hiç huysuzluk etmiyordu. İnsanların ona yardım etmek istediğini anlıyordu. Boynuna sarıldım. Ultrason yapıldı. Bütün iç organları kist bağlamıştı. Hoca "durumu iyi değil uyutalım" diyordu. Kabul etmedim. Ben uzun süreli yurtdışına çıkacaktım ona Bengü bakacaktı. Sevginin gücü ile bir yıl daha yaşayacaktı Karakız.

Page 61: Fişek gül hinçal sürüm1

61

Ömrünün son yıllarını geçirdiği bu binanın önündeki yeşil alanda yatıyor şimdi. "Mutlu öldü" diyordu Bengü telefonda.

Hayvanların mutlu olduğu bir Dünya, bizim için de mutluluklarla dolu olacaktır.

SEVGİLER.

Page 62: Fişek gül hinçal sürüm1

62

ÇOCUK ANNE HATİCE Hayvan sahiplerinin (özellikle köpek) en sık duyduğu

sözlerden biri "Bunu besleyeceğine, bir çocuk alıp baksana" Bu cümle söyleyenin bulunduğu kültür kategorisine göre kabalaşabilir, inceleşebilir. Ama içerik aynıdır.

Yani siz bunu söylemeseniz, hayvan sahibi böyle bir şeyi düşünemeyecekti(!) Önerinize teşekkürler. Sizin çok akıllı olduğunuzu unutmuştuk bir an. Bu hatırlatma ile çok insani bir şey yapıyorsunuz üstelik! Öte yandan, özel yaşama saygı, kavramınızın olmadığının farkında bile değilsiniz. Önce aklınızı besleyip, büyütebilirseniz, bu ayırımı görebileceksiniz.

Hiç tanımadığın, hiç denemediğin, hiç yaşamadığın, hatta hiç bilmediğin konularda ahkâm kesmek nasıl doğru olabilir.

Çocuk büyütmenin zor ve ulvi bir görev olduğunu kim inkâr edebilir? Ama sen, hiçbir hayvana daha karşıdan bile bakmamışken, yani bu konuda hiçbir özgün fikrin yok iken, bu konuda deneyimli veya deneyim kazanma sürecindeki bir insana nasıl akıl verirsin? Onu nasıl eleştirebilirsin?

Bunu yaparken, önemli ve değerli iki duyguyu; takdir ve yergiyi nasıl çabucak ve kolayca harcayıveriyorsun?

Torosları seven, doğa ile ilgili bir dernekte bir bayanla karşılaştım. Köpekten tiksiniyor. Ve doğadan korkuyordu. Sevgili bayan, medeni herkes senin kadar temiz olmayı bilir. Dahası senin bilmediğin bir şeyi de bilir. Doğallığı ve yüreğini de temiz tutmayı..

Bu kadının Dünyasındaki doğanın sınırlarını merak etmiyorum desem yalan olur. Acaba gerçekten doğayı seviyor mu? Yoksa öyle görünmek gerektiğine mi inanıyor? Bilemem. Ancak bir önerim var. İzin ver, biz sana bu duygunun gerçek ve güzel olanını yakalatalım. Bize değil kendine izin ver. Kendine bir iyilik yap, KIR KABUĞUNU!

Page 63: Fişek gül hinçal sürüm1

63

Herhangi bir nesnenin ihtiyaçlarımıza göre, durumu, estetik yapısı, malzemenin kalitesi hakkında fikir yürütebiliriz Ancak, onu yapan ustanın duygularının nasıl olması gerektiği hakkında akıl vermek komik olur. Dahası saygısızlık olur.

Bir atasözümüz vardır. "Tereciye tere satma" İnşaat ustasının duygularını bilemezsin. Her eli iğne tutan terzi değildir. Her yemek yapan da ahçı değildir. Terziye, aşçıya akıl veremeyiz. İsteğimizi veya fikrimizi söyleyebiliriz. Aksi halde O’nun uzmanlığına saygısızlık etmiş oluruz. Bir usta kaleme, usta bir fırçaya, usta bir mızraba akıl vermek ne kendini bilmezliktir.

Yazımızın başında bize akıl veren dostumuza gelelim. Bir çocuğun ihtiyaçları ile, bir köpeğin ihtiyaçları aynı olabilir mi? Çocuk, sosyal bir varlıktır. Maddi, manevi, sosyal ve toplumsal ihtiyaçları vardır.

Ayrıca, çevremizde gördüğümüz 3-5 çocuk ile sorun çözülecekse, biz yine de varız. Ancak, biliyoruz ki bu durum bireyleri çok aşan boyuttadır. Bu işi ancak sosyal devlet çözebilir. Bireyler devletten güçlü olabilir mi? Bu konuda gerçekten bir şeyler yapmak isteyenler, gönüllü kuruluşlar aracılığıyla ancak sevgilerini verebilirler. Veya aranan özelliklere uygun aile iseler evlât edinebilirler.

Anne olma yaşını çoktan geçmiş sanatçı bir arkadaşım, Yugoslavya’dan bir savaş çocuğunu evlât edindi. Bu güzel çocuk, arkadaşımın yalnız dünyasına mutluluk ve parlak bir ışık getirdi. Bu kadar asil bir duyguyu kim yok sayabilir. Annenin yetişemediği alanlarda kurumlar O’na destek veriyorlar.

Gelişmiş ülkeler bizim sorunlarımızı çoktan aştıkları için bana çok uç noktalarda gelen faaliyetlerini hayretle izlemişimdir. Sözgelimi, Londra’da, kırmızı sincapların soylarını koruma derneği.

Page 64: Fişek gül hinçal sürüm1

64

Çocuk anneler, nerdeyse tüm Avrupa ve Amerika’nın en önemli toplumsal sorunlarından biri. Metroya bebek arabasıyla gelen ve abla gibi görünen kız çocuğu aslında bir anne. Neredeyse oyuncak bebekle oynama yaşında iken gerçek bebeği var. Kendisi çocuk olan anne...

Ortaokul-Lise çağlarında hamile kalanlara devlet ya da devlet denetimindeki aileler yardım ediyorlar.

Böyle bir Türk kızı tanıdım. Adı Hatice. Çocuk anne Hatice... Ailesi tüm kahramanlığını(!) sergilemiş tabi ki. Anne

okulda bayılmış. Baba hemen evlâtlıktan reddederek gerekeni(!) yapmış. Sevgili kahraman baba(!) böylece sorun çözülmüş oluyor mu? Namusun temizlendi mi? Senin namusun nasıl bir şey ki hemen fırlatıp atılıveriyor. Bu kadar ucuz ve kolay mı senin namusun...

"Ne yapsın yani" diyenleri duyar gibiyim. Acaba bu çocuğun yaralarını şefkatle sarmak daha doğru değil midir? "Çocuk olur mu? Bebek yapmayı bilmiş" diyenler de olacaktır. Bunun için özel bir eğitim gerekmiyor. Doğa, bazı şeyleri kendiliğinden öğretir.

Anne-baba olmak, karşılaşılan ilk zorlukta çocuğunu sokağa atmak mıdır? Daha dün varlığı ile bizi mutlu eden meleklerimize nasıl böyle kıyabilmekteyiz. (Konum olmadığı halde Hatice’yi merak edeceğinizi düşünerek, kısaca öyküyü anlatacağım.) Devlet Hatice’yi Amerika’lı gönüllü bir ailenin yanına yerleştirmiş. Hamilelik ve doğum... Şimdi 7- 8 yaşlarında olan, güzel bir melez oğlu Dünya’ya gelir. 1-2 yıl sonra terbiye(!) öğrensin diye Türkiye’ye gitmeye zorlanır Hatice. Böylece okulundan da kopmuş olur. Türkçeyi bile zor konuşan bu güzel çocuk bir fırsatını bulup Amerika’ya geri döner.

İkinci evliliğini yapmış. Ve de mutlu. Bu evliliğinden de bir oğlu var, Ailesi O’na hâlâ dargınlar. Ailesinin

Page 65: Fişek gül hinçal sürüm1

65

gösteremediği olgunluğu, O gösterip barışmaya, görüşmeye çalışıyor. İnatla yumuşamıyor ailesi. Kocası ve kocasının ailesi jest olsun diye torunlarının doğum gününü Türk ailede yapmalarına ve bizim geleneklerimize çok saygı göstermelerine rağmen, bizimkiler Nuh diyor, peygamber demiyorlar... (Bu zorunlu ziyareti lütfen kabul etmelerine rağmen, namuslarına yedirip(!) Onları asla ziyaret etmiyorlar.)

Kimsesiz çocuklar, fakir çocuklar, şiddet gören çocuklar, dilendirilen çocuklar, aç çocuklar, tinerci çocuklar, savaş çocukları. Bizim yüreğimizi acıtıp kanatmaz mı sanırsınız?

İnsanoğlunun ihtiyaçları çok boyutludur. Tek başına O’na cevap vermek kolay iş değildir. Oysa bir köpeğe (veya herhangi bir hayvana) tek başınıza bakabilirsiniz. O’nun ihtiyaçları çok basittir. Biraz yiyecek, biraz ilgi, bolca sevgi. Hepsi bu. Karşılığında bütün iyi duygular ve bolca sevgi.

Bakım hakkında söylediklerim anlatırken kolay görünse de çok emek isteyen bir durumdur. Çünkü sorumlu olduğunuz şey bir candır.

Bitkiler dahil tüm canlılar aldıkları sevgiyi size geri yansıtırlar. Ne kadar seversen o kadar sevilirsin. Eğer amaç sevginin bu sıcaklığını yaşamaksa, canlının türü fark etmez. Bitki, hayvan, insan olabilir.

Sevilmek istiyorsanız, koşulsuz sevin. Sevgiyle kalın.

Page 66: Fişek gül hinçal sürüm1

MADALYONUN İKİ YÜZÜ "Vur" deyince öldüren bir milletiz evelallah(!) Bu gün

böyle bir olaya üzülerek tanık oldum. Fener mahallesi sahilindeki yürüyüş yolu pek güzel

olmuş, (ışıklandırma biraz az olduğu için akşam yürüyüşleri biraz ürkütüyor olsa da)

Haftalardır, fırtına, soğuk, yağmur, çamur biraz içerilere kapatmıştı insanları. Güneşli bir pazar olan bu günde, bu yürüyüş yolu insanlarla dolmuştu. İnsanlar; eşleri, çocukları, arkadaşları ile hem yürüyüş yapıyor, hem de kendini özleten güneşin tadını çıkarıyorlardı.

Hayvan sahipleri de elbette böyle bir günü kaçırmak istemezlerdi. Onlar da köpekleri ile yürüyüşe çıkmışlardı.

Şu ana kadarki yazılarımda hep insanların hayvanlara karşı duyarsız ve acımasız davranışlarını vurguladım, yakındım.

Ancak hayvan sahiplerinin de dikkat etmeleri gereken konular oyduğunu gözardı etmemek gerekir.

Hayvanlarımızın yaptığı hatalardan biz sorumluyuz. Çünkü onun Dünyasında insanoğlunun üst kültür yapısına ait kurallar yoktur. O, sadece kendi doğasının kurallarını bilir. Yanlışlar doğrular bize ait sorunlardır.

Aldığım e-maillerden ve sözle edilen şikâyetlerden hareketle bazı konulara değinmek gerektiğine karar verdim.

En çok şikâyet edilen konuların başında hayvan dışkılarının alınmamasıdır. Ey güzel insanlar, insanların yaşadıkları alanlar bizim hayvanlarımızın tuvalet sahası değildir. Bu işin uluslararası kuralı bellidir. Üzerinde faraş ve fırça bulunan uyarı tabelâlarını koymak gerekli. Bunları taşımak zor gelirse, bir naylon poşetle de yapabiliriz bu işi. Uymayanlara Belediyelerin para cezası verme yetkisi olmalı.

Beni en çok üzen yanlışlardan biri, çocukları hayvanlarla

Page 67: Fişek gül hinçal sürüm1

67

korkutmaktır. Korkutmak yanlış bir eğitim şeklidir. Hayvanlarla korkutmak daha büyük bir yanlıştır. Siz sorunu o an için çözmüş olsanız bile çocuk belki ömür boyu hayvanlardan korkacaktır.

Geçmiş yıllarda sokak köpekleri ile ilgili bir çalışma yapmak istemiştim. O şehirde etkin faaliyetleri ile bilinen bir arkadaşım nedenini anlayamadığım bir şekilde beni oyalıyordu. Sonunda yaptığı açıklama beni bir hayli şaşırtmıştı. Çocuğu yeni konuşmaya başladığı yıllarda bir köpekle yaşanan olaydan korkmuş ve 4 yaşına kadar konuşamamış.

Kesinlikle, çok üzücü bir olay. Ancak intikam almaya çalıştığın canlının bunu kavrayıp pişman olması mümkün değil. Dahası bu tür olayların başkalarının başına da gelmemesi için bize yardım etmeliydi bence.

Bu gün karşılaştığımız olay da bu türden. Yürüyüşe çıkmış olan 4 bayandan biri genç bir Boxer köpeğin saldırısına uğramış. Hayvan önce kaykay süren çocuğa saldırmak istemiş. Sahibi güçlü zinciri ile tutarak zor zaptetmiş, "otur" komutuyla oturmuş. Sonra da kafasına bir tokat vurmuş.(Dikkatinizi çekmek isterim. Hayvan komuta uyuyor ama yine tokat yiyor. Bunu ben bile anlayamıyorum. O nasıl anlasın.) Hayvan, koluna ceketini atmış yürümekte olan bayanın dirseğini tamamen ağzına alarak yakalamış. Beklediği komutu alamayınca ve bayanın takdir edilecek soğukkanlılığının etkisiyle dirseğini bırakmış. İki diş izi kolun iç tarafında, hafif kanamalı bir diş izi de kolun üst tarafında görülmekteydi. Üstelik, bu bayanın daha önce geçirdiği bir operasyon nedeniyle bu kolunu hiç yaralamaması gerekmekte. Bir Boxerin çene kuvvetinin 2 ton kadar olduğunu duymuştum. Yani kıramayacağı kemik yok. İstese o dirseği un ufak edebilirdi.

Hayvan sahibi hanım üzülmüş, özür dilemiş, yardım etmek istemiş. Ancak bunlar yetmez. Eğer hayvanınızın

Page 68: Fişek gül hinçal sürüm1

68

huyu bu ise, ağzına ısırmayı engelleyen ağızlık takımlısınız. Eğer geçici bir gerginlik yaşıyorsa, ona yardım

etmelisiniz. Şehir dışına çıkarın. Koşsun, oynasın, stresini atsın.

Aşı karnesini görmek için akşam aramaya çıktığımızda, bu hayvanın hep böyle sert tavırlı olduğunu söylüyordu herkes.

Evde çok kapalı kalmak, kalabalıktan sıkılmak, kendini tehdit altında görmek, çiftleşme isteği, belki de aldığı bir eğitimle bayanın kolundaki ceket arasında bir bağlantı kurmak veya bilmediğimiz birçok neden olabilir.

Bizim hayvanımız var diye, biz onu çok seviyoruz diye başkalarına zarar vermeye hiç hakkımız yoktur.

Hayvanımızın insanlarla uyumlu yaşaması için elimizden gelen herşeyi yapmalıyız. Bizim onu seviyor olmamız yanlışları görmemize engel olmamalı.

İnsanlar birçok zararlı alışkanlığı seviyorlar. Buna hak vermek doğru olabilir mi? "sigara içmeyi seviyorum" diyen insana "ne güzel yapıyorsun, devam et" demek mi gerekli yoksa "yazık, keşke bırakabilsen" mi demek gerekli?

Arabanın küllüğünü yola boşaltan yüksek sesle müzik dinleyen, v.b. haklı olabilir mi? Her ödevin karşısında bir hak, her hakkın karşısında bir ödev vardır. Hayvanlarımızın kötü muamele görmeden mutlu yaşamalarını sağlamak için elbette elimizden gelen herşeyi yapacağız. Buna karşılık,

Page 69: Fişek gül hinçal sürüm1

69

biz de başkalarının yaşamlarına saygı duymayı bilmeliyiz. Zarar vermemeyi ilke edinmeliyiz.

Sevgili hayvanseverler, haklı olabilmek için görevlerimizi tam yapmalıyız. Eğer bunu ihmal edersek; hem çok sevgili hayvanlarımız, hem de çevre ve insanlar zarar görecektir.

Barış ve uyum içinde, huzur dolu günler diliyorum. Sevgiler

Page 70: Fişek gül hinçal sürüm1

70

KISKANÇLIK Birini veya bir şeyi beğenmek, imrenmek, özenmek,

herkeste var olan, olağan duygulardır. Oysa kıskançlık, tahrip gücü yüksek bomba gibi bir duygudur.

Kıskanılanı ne kadar etkiler bilinmez ama, duyguyu taşıyan insanı çok etkiler. O’na çok zarar verir. İnsanın içine bir kor gibi düşerse önce O insanı yakar, kavurur, bitirir. Bu yüzden çok tehlikeli bir duygudur. Tıbbi bir ilacı da yoktur. Ancak kişi kendi gayreti ile bu duyguyu yenip, yerine iyi duygular koyabilir.

Kıskançlık ile sevgi arasında bir bağlantı var mıdır? Ozan;

Mühür gözlüm seni elden, Sakınırım, kıskanırım, diyor. Buradaki kıskançlık, hasetlik anlamındaki kıskançlıktan

çok farklıdır. Aralarında çok ince bir ayırım vardır. Sevilen herkes, ya da her şey kıskanılır mı? Yoksa

kıskançlık, ne pahasına olursa olsun birilerinin önünü kesmek ya da birilerinin önüne geçmek midir? Herkesin yerine her şey olmak mıdır? Belki de bunların hepsidir...

Sportmence yarışmak ya da tatlı bir rekabet en iyiyi ortaya çıkaracağı için güzeldir. Kötü duygulardan uzak, tersine teşvik edici bir coşkusu vardır. Hak eden kazanacaktır. Bundan daha olağan ne olabilir ki?

"Kardeş kardeşi bıçaklamış, Dönmüş bir de kucaklamış."

Kardeşlerin paylaşamadığı nedir? Ya sonra da birbirine kıyamamak?

İş arkadaşları, okul arkadaşları, mahalle arkadaşları birbirlerini niçin kıskanırlar? Arkadaşını muhtemel tehlike veya yükselmene engel olarak görmek, ne kadar kötü bir duygu. Oysa herkes kendi kulvarında ilerlerse kimsenin

Page 71: Fişek gül hinçal sürüm1

71

kimseye zararı olmayacaktır. Tabii önce bir kulvar edinmeyi bilmek gerekli.

Akrabalar ve komşular arasında da -ne yazık ki- çok yaygın bir duygudur kıskançlık. Maddi güç, çocukların öğrenimleri, bulunulan statüler. v.s.

Yaptığın her işin daha iyisini yapmak için yarış kendinle. Ama herkesten üstün olacağım diye kendini bitirmek ne anlamsız. Kimse, herkes olamaz. Bu ne anlamsız bir durum. Bu durum tam da yetersizlik duygusunun bir yansıması olmalı.

Kendinden emin, iyi niyetli ve sevecen bir insan kıskanmak bir yana gördüğü güzelliklerden, başarılardan mutlu olmayı bilir. Takdir duygusu gelişir. Gözü döndüren, gönlü körelten kıskançlık duygusu yer bulamaz onun güzel Dünyasında.

Çocuklarımızı da gözümüzden kıskanırız. Buradaki kıskançlık, bence koruma, kollama ağırlıklı olmak üzere yoğun bir sevginin göstergesidir.

Yüzünde göz izi var Sana kim baktı yârim. Eh, ancak bu kadar sakınır sevdiğini ve ancak bu kadar

estetik ifade eder. Eşler arsında şiddete varan kıskançlığın sevgiden

kaynaklandığına inanmıyorum. Bir tabloyu çok seversek kıskanır mıyız? Sevdiğimiz artistleri kıskanır mıyız?.. Hayır... O halde buradaki kıskançlık, sahiplenme duygusu mudur? Sizce insanın, insan sahibi olmalı mıdır? Bence kimse kimsenin malı değildir. Ne kadar çok sevilirse sevilsin tüm ilişkilerde değer vermeyi bilmek, önemsemek, saygı duymak esas olmalıdır. Diğerlerinin hasta sevgiler olduğuna inanıyorum.

Tüm bunlara rağmen, Fişekle Şükufe arasında geçen olaylara isim koyamıyorum, (şimdi biraz gülelim.)

Page 72: Fişek gül hinçal sürüm1

72

Uzun zamandır görmediğim bir arkadaşımın çok şirin bir kızı olmuştu. Fişekle onları ziyarete gitmiştik. Eve girince kısa bir tur atan Fişek, bulunduğu yeri tespit ettikten sonra, herkesin sevgi sözlerini o muhteşem kuyruğunu sallayarak kabul ediyor, insanları bir bir koklayarak belleğine yerleştiriyordu.

Dış kapının arkasına eski bir yoğurt kabına Fişek için su koyduk. Biz hararetle hasret giderirken, kaşla-göz arasında emekleyen Şükufe ile Fişek ortadan kaybolmuşlardı. Annesinin "Ay! şunlara bakın", çığlığına koştuk. Çocuk, dört ayak üstüne gelmiş, yoğurt kabına kafasını uzatırken yakalanmıştı. Fişek O’na nasıl su içileceğini öğretiyordu galiba! Çünkü ağzının ıslaklığına bakılırsa önce Fişek su içmişti.

Sonra, bize geldikleri bir gün Fişek O’nun emziğini kapıp bir köşede emmişti.(Normalde kırması veya çiğnemesi

gerekir.) Sema bir yandan yedek emziği çıkarırken bir yandan da söyleniyordu. "Oğluna baksana kızım. Allah, Allah.." diyordu.

Fişek, düşen bebekleri yerden kaldırır, ağlayanları susturmak için gözyaşlarını yalayıp onları avutmaya çalışırdı. Bazı çocuklar bundan daha çok korkarken, bazıları ise niye ağladıklarını unutup Fişekle oynamaya dalarlardı.

Sıcak ve uzun yaz günlerinden biriydi. Müthiş bir uyku basmıştı beni. Fişek de köşesinde

Page 73: Fişek gül hinçal sürüm1

73

uyukluyordu. Şükufe ise oynamak istiyordu. Ben bir yarım saat uyumak üzere odama çıktım. Sema çocuklara (!) bakacaktı.

Ben, hemen uykuya dalmışım. Şükufe eline bir çan geçirmiş durmadan sallıyor çıkan sese seviniyormuş. Fişek birkaç kez gözünü açmış, homurdanmış, olmamış... Kalkmış çanı almış.

Sema "N’oluyor Fişek annen onu bize verdi ver-sene." deyip ağzından almış.

Çocuk, daha hızlı çalmaya başlamış. Fişek, çok kararlı bir şekilde kalkmış. Çanı çocuğun elinden almış, açık olan salon kapısından bahçeye çıkmış, çanı ağzı ile savurarak fırlatmış. Homurdanarak geri gelip, tekrar yerine yatmış. Bu anlamlı davranış, gerçek bir hayvan sever olan arkadaşımı bile şaşırtmıştı. "Senin köpeğin normal değil kızım." diyordu hayretle...

Kıskançlıktan uzak, sevgilerle dopdolu günler dilerim.

Page 74: Fişek gül hinçal sürüm1

74

KADIN, GÜLMEK VE KORKMAK Gülmek; korkuları, baskıları silen, neşeyi ön plana

çıkaran ne güzel bir ruh halidir. Yüreğiniz hafifler, gerilimleriniz koşarak kaçıp terk eder bedeninizi. Dünya daha bir hoş gelir insana. İnsana sunulmuş en güzel nimetlerden biridir gülmek. Sadece insana özgüdür. Başka hiçbir canlıda yoktur. Gülmenin de çeşitleri var elbette. Sadece neşeli olmanın ifadesi değildir gülmek. Karda ayağı kayıp düşen insana da güleriz. Çoğunlukla kendisi de güler haline.

Komik bir duruma veya fıkraya da güleriz. Gülmek için yapılan küçük şaşırtmacalar, şakalar da hoş

olabilir. Ama uzatarak alay şekline dönüşmesi incitici olabilir. Bazen de ağlanacak halimize güleriz! Mutlulukla gülümsemek ne güzel hazdır. Dolu, dolu

gülmek en büyük servettir. Gülebilmek için mizah duygusunun gelişmiş olması

gerekir. Espritüel olmak için genetik ne kadar etkilidir bilmiyorum, .az da olsa bir rolü olduğunu düşünüyorum. Ancak, asıl önemlisi; mizahı yakalayabilmek için, bilgi birikimi ve ilişkileri gözlemleyebilecek göz, berrak akan dereler gibi çağıldayıp coşan temiz bir yürek gereklidir. Böylece gülerken düşünecek, düşünürken öğreneceğiz. En etkili öğrenme yollarından biridir mizahla öğrenmektir.

Güldürmek ise çok zor bir sanattır. Bir Dünya görüşünü, bir felsefeyi bir hicvi gülerek verebilmek hiç kolay bir iş değildir. Bu yüzden mizah ustalarına ayrı bir hayranlık duyarım. Nasrettin Hoca, Dünya’ya mal olmuş, bir mizah ustasıdır. Fıkraları ile güldürür, düşündürür. Hacivat- Karagöz ayrı bir versiyon olarak güldürürler. Pişekâr ile Kavuklu da yıllarca güldürdü insanları.

Günümüzün tiyatro kökenli sanatçılarından Zeki Alasya, Metin Akpınar, Müjdat Gezen, Ferhan Şensoy, Yılmaz

Page 75: Fişek gül hinçal sürüm1

75

Erdoğan, Demet Akbağ, Levent Kırca, Oya Başar, Yasemin Yalçın, Nejat Uygur, Ata Demirer’e gülmemek mümkün mü? Rahmetli Kemal Sunal’ı da bu vesile ile anmış olalım.

Yeni bir tür olan stand-up sanatçıları da toplumumuzdaki çarpıklıkları yansıtıp güldürüyorlar. Cem Yılmaz, Cem Özer, Okan Bayülgen. .v.b. sanatçılara gülmemek mümkün mü ?.

Yerinde ve zamanında gülmek ne güzeldir. Korkularımızı da siler götürür. Ancak Türk büyüklerinin portrelerine bakıyorum, bir tek gülen yüz yok. Toplumumuzda, sanki gülmek ciddiyetsizlikle eşdeğer gibi görülmekte. Bu ne büyük bir yanlışlık.

Korku; insanı çaresiz bırakan duygulardan biridir. Himaye edilme, korunma, sığınma ihtiyacı hissettirir. Bu yüzden tarih boyunca egemenliği elinde bulunduranlar, zamanın geçer silahına göre; günah, yasak, ayıp gibi çeşitli ceza şekilleri ile insanları korkutmuşlardır.

Korku; yaratma, üretme, hatta doğal davranmayı engelleyen bir duygudur. İnsanlar daha bebekken başlanır korkutulmaya. Bu "cıss.." ile başlayan korkutma, emeklerken "düşersin" diye devam eder. Yanlış yapmaktan, kırık not almaktan, babanın duymasından, annenin görmesinden, kızın büyümesinden, oğlanın küpe takmak istemesinden, korkulur. Başarısız olmaktan, işini kaybetmekten, parasız kalmaktan, hasta olmaktan. V.b. korkulur.

Kısacası, hayatın her adımında korkacak bir şey vardır. Oysa her sorunun, bir çözümü mutlaka vardır. O an için

çözümsüz gibi görünen, birçok olay bazen zaman içinde kendiliğinden bile çözülebilmektedir. Biraz gayret, biraz da sabrettikten sonra, sorun hâlâ çözülmüyorsa, işi biraz akışına bırakmak iyi olabilir.

Kadınların gülmesi hafiflikle eş anlamlı gibi görülmekte. Bu yüzden kadınların gülmesi yasaktır. Çünkü gülen kadın

Page 76: Fişek gül hinçal sürüm1

76

şeytanla işbirliği yapıyor, demektir. O’nu günah ve yasakla korkutmak, bastırmak, sindirmek, gerekmektedir.

İlkçağlarda; anaerkil toplumlarda, kadın bu tür baskılara muhatap değildi. Hatta ana tanrıça idi. Orta çağlarda, ataerkil topluma geçişle beraber, kadının yeri birdenbire şeytanın yanma itildi. Bu durumun iki cins arasındaki rekabetten kaynaklandığı şeklinde yorumlanır genellikle. Oysa bir elmanın iki yarısı gibi olan bu iki cins, keşke barış içinde üretip barış içinde paylaşabilselerdi. Günümüzde de yaşamın birçok alanında hâlâ bu kavgaya çeşitli şekillerde tanık olmaktayız. ( Ne yazık ki ).

Yüzyıllar boyunca uygulanan bu baskı, öyle bir işlendi ki kadına, yaşadıkları doğal gelmeye başladı. Hatta kadınlar, rollerini o kadar benimsediler ki, birbirleri ile yarışmaya başladılar. Yarışma konusu, asla insani değerler değil tamamen cinsiyetini sergilemeye özgü görünümlerdi. En önemli amacı; karşı cinsin beğenisini kazanmak, bir süs veya zevk aracı olmaya gönüllü, hatta bu konuda yarışır hale geldi. Daha da ileri giderek erkek yanlısı söylemler ile kendine itibar sağlama yollarına başvurdu.

Böylece hemcinsini yerden yere vurur hale geldi. Bu gün televizyonlarda, insana baygınlık veren sabah programlarına veya akşam dizilerine konu malzemesi oldu.

Erkeksi tavır ve söylemleri ile erkeklere karşı çıkanları da anlamak zor. Belki de etki-tepki meselesidir.

Oysa her cins kendine özgü olabilir. Zarif, ince ve güzel olmak akıllı olmaya engel değildir. Kaba zevklere hitap etmeyi marifet sayıp aptal kadını oynamanın nasıl mantıklı bir açıklaması olabilir ki. Temiz, bakımlı ve estetik olmaya çalışmak çağdaş her insanın görevidir zaten. Her iki cins de bunu yapmalıdır. Sözüm sadece dış görünüşü ile uğraşmaktan başka işi olmayanlara. Sonuçta taşıdığımız bu beden 37 derece sıcaklıkta bir su torbasıdır. Bunu temiz ve bakımlı tutmak bütün dinlerde ve felsefelerde esastır. Ayrıca

Page 77: Fişek gül hinçal sürüm1

77

bu fiziksel yapının içini güzelliklerle doldurmak gerekir. Güzellik; kişiye göre değişen bir kavramdır. Öyle olmasa herkesin güzeli aynı olurdu. İçi boş bir güzelliğin anlamı olmayacağı gibi, bakımsız olmanın da gerekçesi olamaz.

Akıllı kadın, zaten güzeldir. Çünkü beynindeki bilgi, yüreğindeki sevgi onun yüzüne güzellik olarak yansır. Bu öyle bir güzelliktir ki; hiç bir makyöz veya imajör bu güzelliği yapmayı başaramaz.

Erkeklerin de, erkeksi görünmek için kaba olmaları gerekmiyor. Zarif ve kibar bir beyefendiye kim ne diyebilir ki.

Dünya kadınlarının anıldığı bu günlerde, kadının

erkekten farklı bir insan olmadığını anlayalım artık. Tüm canlı türlerinde olduğu gibi sadece cinsiyet farkı vardır. Bu da aşağılanacak değil övünülecek bir durumdur.

Korkulardan uzak ve gülmek için hep bir nedeniniz olması dileğiyle Sevgiler.

Page 78: Fişek gül hinçal sürüm1

78

ADSIZ Bireysel hataları mesleğe mal etmek doğru değildir.

Ama bizde çok yaygın bir söylemdir bu durum. Bırakın yanlış yapmayı ayağınıza taş değse suçlu olan mesleğinizdir. Şüphesiz aydın insan davranışlarına daha çok dikkat eder. Ancak, hata yapmak, insana özgüdür. Bırakın yanlışı, kendi küçücük beynine uymuyorsanız, tepki aynen şöyledir. Aa.Ama siz öğretmensiniz.. Bir de doktor olacak. Bu nasıl Avukat .v.b...

Mesleğiyle ilgili yetersizlik gördüğümüz kişilere canımızın sıkılması, söylenmemiz doğaldır. Yanlış teşhis koyan doktorun hatasının telafisi mümkün müdür? Yani yedek parçası olan bir ürün değil ki vücut... Bu tür hataları hoş görmek pek mümkün görünmüyor.

Yasaları iyi bilmeyen yenilikleri takip etmeyen bir Avukat, insana ne büyük maddi manevi zararlar verir.

Öğrencilerini sevmeyen, dahası yanlış bilgi veren bir öğretmen de hoş görülemez. Yanlış bilgi, hiç bilmemekten daha kötüdür.

Örnekleri çoğaltmak mümkündür. Evet, böyle hatalarda mesleğin adı söylenerek eleştiri yapılabilir.

Hele bazı meslekler vardır ki; gerçekten mesleğin misyonunu kişiliğinizde taşımak zorundasınızdır. Bir öğretmenin bir günde 8 saat derse girdiğini varsayalım. Sınıfları da 30’ar kişi düşünelim. Bir günde 250 kişiyle iletişim halindedir. Öğrencilerin yarısının evde o günü anlattıklarını varsayarsak, her gün en az 500 kişi tarafından gözlemlenmektesiniz demektir. Bu büyük bir sorumluluktur.

Geniş kitlelere muhatap mesleklerden biri de din görevlileridir. Din adamı deyince, benim aklıma; konusuna hâkim, kişiliğini geliştirmiş, olgunlaşmış, insana huzur veren, pir ü pak insan gelir. Görsel basından tanıdığımız böyle

Page 79: Fişek gül hinçal sürüm1

79

birkaç sima var. Onun dışında ne yazık ki çok iyi örneklerle pek karşılaşamıyoruz. Böyle bir mesleğin en önemli görevi insanlığa hizmet etmektir.

Resmi görevliler dışında da bu role bürünmüş pek çok kişi var. Acımasız, sevgisiz, hain bakışlı yüzündeki bu ifadeyi kara sakalı kapatmıyor, tersine bu ifadeyi güçlendiriyor. Bu insanlar insanı dine çağırmaz, insanı dinden çıkarır. Tanrı sevgisini yüreğinde duyan kişi sevmeyi bilir. Dini bilgileri bu sevgi ve şefkatle yoğurarak verir.

İnançlara çok saygı duyan biri olmama rağmen, ne yazık ki, bu konuda çoğunlukla kötü örneklerle karşılaştım. Yurt dışında bulunduğum zamanlardaydı. Farklı inançların ibadetlerini gözlemek amacıyla bir kiliseyi ziyarete gitmiştim. Bir Müslüman kadın bizi ziyarete gelmiş diye alkışladılar. Uğradığım mescitlerde ise bana bir hoşgeldin demeyi çok gördüler. Anlatılmaz derecede üzülmüştüm. Herşey bir yana aynı ülkenin insanları değil miydik?

Oysa: üç dini birarada yaşatan şehirlerimiz, Cami, kilise ve havranın bir arada bulunduğu semtlerimiz var. "Ne olursan ol. Gel." diyen Mevlana'mız var. Din adamı aynı zamanda gönül adamıdır.

Yunus der ki, ey hoca İstersen var bin hacca Hepisinden iyice Bir gönüle girmektir. Diyen bir Yunus Emre'miz var. Biz bu öğretileri yaşayan

ve yaşatan din adamları görmek istiyoruz. Aspendos Bulvarı civarında, haftanın bir kaç günü

gittiğim bir işim var. İşyerimizin çevresinde yaşayan iki de köpeğimiz vardı. İşverenimiz dahil, herkes bu hayvanları

Page 80: Fişek gül hinçal sürüm1

80

himâye etmekteydi. Kahverengi iri benekleri olan beyaz köpek; adı Çıtırık, aynı zamanda hamile idi. İsim koymaya bile fırsatımız olamayan bir de siyah köpeğimiz vardı. Henüz 1-2 haftadır tanışıyorduk. Çok oyuncu, çok sevimli bir hayvandı.

Bir sabah işe geldiğimde, çöp konteynırının yanında yatan bir köpek ölüsüyle karşılaştım. Vücudu kaskatı kesilmiş bir siyah köpek...

İlk aklıma gelen, en sık görülen şekliyle trafik kazası olduğuydu. Ancak hayvanın boynunda kurşun yarasına benzer bir oyuk vardı. Yanılıyor muyum? Diye iyice bakarken ikinci oyuğun da kürek kemiğinin altından gövdeye girmiş olduğunu gördüm. Ayrıca bacağına da ip bağlanıp sürüklenmişti hayvancağız. Ne büyük eziyet görmüştü hayvancık. Yani olay kaza değil cinayetti. Kime ne yapmıştı ki bu zavallı hayvan? Alışkanlıkla ilk aklıma gelen Belediye oldu. Ancak Muratpaşa Belediyesinin, sokak hayvanları konusunda iyi bir tavrı olduğunu biliyorum.

Birkaç gün sonra olay anlaşıldı. Gece bekçisi Mehmet, haberi almıştı. Bu civarda din görevlilerinin lojmanları vardı. Köpeğimizi bu din görevlilerinden biri vurmuştu. İsim vermiyordu. Hatta biraz da hak verir gibi köpeğimizin suçunu söylüyordu. Din görevlisinin ördeklerini boğmuş. Yani bizim köpek cezalandırılmış oldu mu şimdi? Cezanın amacı; pişmanlık duyurarak, yanlışın tekrarına engel olmaktır. Öldürmek, ceza değil cinayettir.

Sonuçta; her ikisi de hayvan bunların. Bizi uyarsaydı mutlaka daha insancıl bir çözüm bulabilirdik.

Günde en az 5 kere ibadet amacıyla, Allah’ın adını anıyorsun. Belki her nefeste Allah diyorsun. Peki.- Allah’ın verdiği bir cana nasıl kıyıyorsun? Bu hakkı sana kim veriyor. Ben bu davranışı bu adamın mesleğine mal ederek herkese duyuruyorum. Ayıp ettin ve de çok günaha girdin Hoca. Seni şiddetle kınıyorum.

Page 81: Fişek gül hinçal sürüm1

81

Gelin canlar bir olalım İşi kolay kılalım. Sevelim, sevilelim Dünya kimseye kalmaz. Sevgilerle

Page 82: Fişek gül hinçal sürüm1

82

ÇITIRIK DOĞUM YAPTI Adsızın gitmesinin(!) yarattığı boşluk bizi birkaç gündür

hüzne boğmuştu. Çıtırık da ortalıkta görünmüyordu. Kötü bir şeyle karşılaşırım korkusuyla aramaya da çıkamıyordum.

Bu gün (12 Mart) masamda unuttuğum bir şeyi almak için iş yerime gittim. Oda arkadaşım Sultan’ın ilkokula giden 9-10 yaşlarındaki güzel kızı Duru da gelmişti. Duru’nun, adı gibi duru bir yüzü, sevgi dolu bir kalbi, ne kadar zeki olduğunu hemen görebileceğiniz pırıl, pırıl parlayan gözleri vardı. Kısacası dupduru bir güzellikti Duru.

Onunla hayvan sevgisi üzerine çok şey paylaşırdık genellikle. Sık, sık sarılır öpüşür, sevgimizi dile getirirdik.

Zaman, zaman buraya gelmesinin asıl sebebi köpekleri görmek, onları sevebilmekti. Bu sabah O’nu buraya getiren abisi Cemre’ye, Adsız’ı ve Çıtırığı göstermeye çok çabalamış ama tabii ki(!) bunu başaramamıştı. Tesadüfen uğramam O’nu çok sevindirdi. Çünkü bizim ortak zevklerimiz vardı.

Annesi, -bütün anneler gibi- hep Duru’nun ellerinin yıkanmasının peşindedir. Dışarıda köpekleri sevdiğimizi bilir, -beni de kırmamak için- gizlice Duru’nun peşinden koşar. Sık, sık ellerini yıkamasını hatırlatır.

Duru bu sabah geldiğinde bir süre Adsız’ı aramış. Annesi bana işle ilgili gibi bir not uzatır gibi, Adsız’ı söyleyemedim, dedi. Anladım işareti yaptım.

Duru ile, küçük sohbetimizin sonu yine köpeklere gelmişti. Adsızı bulamamak O’nu çok üzüyordu. "O bizi bırakıp başka bir yere gitti galiba" dedim. Çıtırığın da doğum yapmak için bir yerlere saklanmış olabileceğini söyledim.

Tam ayrılacağım sırada pencereden Çıtırığı gördüm. Zor yürüyordu. Sık, sık çömeliyor, boynunu yere doğru uzatıyordu. "Duru!" dedim heyecanla "Çıtırık gelmiş." İkimiz de koşarak çıktık. Duru, onu sevgiyle okşuyordu. Seveceğini

Page 83: Fişek gül hinçal sürüm1

83

umduğumuz yiyeceklerden verdik. Kokladı ama hiç ilgilenmedi. Kâh yürüyor, kâh çöküyordu. Doğumun başlamak üzere olduğunu anlamıştım.

Heyecanlandım, telaşlandım. Duygularımı bastırmaya çalışarak, "Çıtırığın bebekleri olacak" dedim. Duru, tereddütlü bir sesle "bebekler nasıl doğacak" dedi "Çiş yaptığımız yere yakın bir yerden doğacaklar" dedim. Daha fazla sormanın ayıp olacağını düşünüyor gibiydi.

Doğum için kuytu bir yere kartonlar serdik.. Onu kucağıma alıp hazırladığımız yere götürdüm. Biraz yattı, ama sancıdan duramadığı çok belliydi. Rehberden bulduğum bir veterinerlik kliniğini çevirdim. Alt-Kem Veterinerlik kliniği diyordu. Durumu anlattım. Ona yardımımız olabilir miydi? Ya da nasıl yardım edebilirdik Telefonun diğer ucundaki İbrahim Bey, konuştukça ben rahatlamaya başlamıştım. 20 yıllık veteriner olduğunu söyleyen İbrahim Beyin konusuna çok hakim olduğu hemen anlaşılıyordu.

Hayvanı kendi haline bırakmalıydık, keşke kapalı bir yer hazırlayabilseydik, Kepezaltı’nda Belediyenin boş kulübelerini kullanabilirmişiz (Geçen hafta televizyonlarda gördüğümüz o vahşet görüntülerinden sonra bu kulübe haberi bana ilaç gibi gelmişti.) Hangi Belediyeye ait ise kutluyor ve de teşekkür ediyorum. Bu topraklarda bir zamanlar şefkatin ne kadar yaygın olduğunu anımsadım bir an. Göçmen kuşlara yapılan yuvaları, yaralı hayvanlara bakılan yerleri, özel ulakların atlarının zorlanmaması için dinlenmiş atlar bekletilen kervansarayları...)

Ancak, şu aşamada gitmemiz doğru olmazmış. Doğuma zarar verebilirmişiz. Etrafında insanların olması da doğumu geciktirebilirmiş. Zaten şu aşamada ondan ayrılmayı biz de istemezdik. Uterus hakkında ve sıvı durumu ile ilgili sorular sordu. Doğumun 7-8 saat sürebileceğini bizim yapabileceğimiz bir şey olmadığını söyledi. Bize verdiği

Page 84: Fişek gül hinçal sürüm1

84

bilgilerden ve moralden dolayı İbrahim Bey’e teşekkürü bir borç biliyorum.

Ben telefonda iken Çıtırık yine ortalıktan kaybolmuştu. Onu rahatsız etmemeliydik. Duru, veterinerle konuşmalarımıza tanık olmuştu. Son derece terbiyeli bir duruş sergileyen bu çocuk aynı terbiye ile ve samimiyetle sordu. "O sıvı çiş gibi bir şey mi?" dedi. "Hayır" dedim. "Biraz daha kıvamlı bir sıvı" olduğunu söyledim. Hiç terbiyesini bozmadan tekrar sordu. "salya gibi mi?" dedi. "Evet Duru, salya gibi bir sıvı" dedim. "Bebekler o sıvı sayesinde, kayarak Dünyaya gelecekler" dedim.

Cıvıl, cıvıl tavırlarıyla bizim neşe kaynağımız olan Dilek "git artık Gül abla. Kaç yere söz verdin, yetişemeyeceksin" diye beni uyarıyordu. Gerçekten de öyle bir gündü. Gitmem gerekliydi. Çaresiz, gözüm arkada ayrıldım oradan. Olabildiği kadar bekçimizden haber almakla yetinecektim.

Pazartesi ilk işim Çıtırığı aramak oldu. Yine ortalıkta yoktu. Genç çıraklardan Fatih, yavrulardan birini ölü bulmuş ve gömmüştü. Demek ki doğum başladıktan sonra kendisine hazırladığı yere gitmiş olmalıydı.

Onu ancak yavrular biraz büyüdükten sonra görebileceğimizi tahmin ediyorum. Ancak, bu haberi sizlere iletmeye sabırsızlandım. Bir yavruyu kaybetmiş olsak da haberin ucu görünmüştü.

Çıtırık, artık bir anne. Eminim artık tek işi eniklerine bakmak olacak. Anne olmanın gurur veren o büyük hazzını yaşayacak.

Doğum bütün evlere neşe ve sevinç getirir. Bu yolda olan annelere, sağlıklı bir doğum ve kolaylıklar dilerim, Bu dileğim babalar için 9 kez geçerlidir!

Sevgiler

Page 85: Fişek gül hinçal sürüm1

85

AYLARDAN MART Kış aylarının sert yaşandığı bölgelerimizde "Mart

kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır" denir. Bazen de, Mart ayı dert ayıdır. Çünkü kış için hazırlanmış olan odun, kömür, kuru erzak v.b. bitmiştir. Havalar biraz sert giderse, vay halimize. Mart ayı ile ilgili o kadar çok şey var ki. Ben sadece birkaç örnek vereceğim.

8 Mart, Dünya kadınlar günüdür. Kadınların erkeklerle eşit ve daha da önemlisi insan olduklarım haykırdıkları gündür.

Geçmiş bir 12 Mart, vücudumun, bana ilk muhtırasını verdiği gündür. Ameliyat oldum. 18 Mart, Emperyalizmin kendini açıkça gösterdiği Çanakkale Savaşlarıdır. Çok aydınımızı bu savaşlarda şehit verdik. Ama Çanakkale’nin geçilemeyeceğini, tüm dünyaya haykırdık. Yurtlarından çok uzakta olan, Yeni Zelanda'lı ve Hintli askerlerin ölülerini de şefkatle bağrımıza bastık.

Cemreler de Mart ayı içinde toprağa düşer. Bundan sonra havaların ısınacağına inanılır. Öyle de olur. Geleneksel olan bu söylem, bilimsel olarak da doğrudur. Tarım toplumu olan Mezopotamya ve Ön Asya’da, binlerce yılın gözlemleri sonucu elde edilmiş bir bilgidir.

Çünkü Atmosfer yerden ısınır. Güneş ışınları önce toprağı ısıtır. Fazla olan ısıyı Atmosfere geri yansıtır. İşte bu yansıyan sıcaklık ile havalar ısınır.

Tarım toplumları için toprak kadar, Atmosfer ve Gökyüzü de önemlidir. Çünkü ürünün durumu atmosfere bağlıdır. Yağmur, kar, bulut, rüzgâr, güneş hatta yıldızlar önemledir.

Araziyi ve ürünleri adil paylaşabilmek için matematik ve geometriyi buldu insanoğlu. Ürün fazlasını tapınağa teslim ederken başlayan işaretler zamanla yazının doğmasına neden olacaktır.

Page 86: Fişek gül hinçal sürüm1

86

21 Mart, ekinokstur. Nevruz bayramıdır, Aşık Veysel’ in öldüğü, benim de doğduğum gündür.

Ekinoks; güneş ışınlarının ekvatora dik geldiği zamandır. Bu noktada aydınlanma çemberi Yerküreyi iki eşit parçaya böler. Yani gece ile gündüz süreleri birbirine eşittir.

Nevruz; yeniden doğuş anlamına gelir. Asya ülkelerinde, bahar bayramıdır. Geçmişte her nedense bu bayramın kutlanmasına resmî izin verilmiyordu. Bu yüzden bayram değil, savaş günü gibi yaşanıyordu.

Efsaneye göre; Mezopotamya’da yaşayan bir zalim kral varmış. Bu kral, her gün bir gencin beynini çıkartıp, yermiş. Mücadele için plânlar kurulmuş. İşaretleşme şekli de ateşler yakmak olacakmış. Nevruz’da ateş yakma geleneği buradan geliyor. Şimdi bu bayrama izin veriliyor. Ancak, savaş görüntüleri devam ediyor. Her mitolojiyi bu güne taşıyarak yaşarsak, bu günü ne zaman yaşayacağız? Ayrıca o Kral buralarda yaşarken, Türkler Anadolu’da değildi. Bir şeyleri ifade etmek için, güzelliklerle dolu kültürümüz alet edilmesin. Ne yapılmak isteniyorsa kendi adıyla yapılsın. İzmir’in kurtuluşundan sonra, Atatürk’ün ayaklarının altına Yunan bayrağı sererler. Ulu önder, Bayrak bir ülkenin namus ve şerefidir diyerek basmaz ve bayrağı hemen toplatır. Hiç bir bayrak çiğnenmemelidir. Nevruz diye Türk bayrağı çiğneyenlere ne demeli?

Aşık Veysel öldüğü zaman lise öğrencisi idim. Ölümüne çok üzülmüş, okulun duvar gazetesine ilk makalemi yazmıştım.

Ankara’da, Atpazarı’ndan, Samanpazarı’ndan Ulus’a inen, gözleri kör, gönül gözü açık bir ozanı anlatmıştım. Hey Koca Veysel, hayatlarımızın çakıştığı nokta ne kadar ilginç. Her doğum günümde, bir hüzün halkası olarak yanımdasın. Öz ailesinin bu özel günde beni davet etmeleri beni çok duygulandırdı. Kendi içlerindeki dayanışma, fedakârlık, sevgi ve saygının çok güzel bir örneğidir bu aile. Anne

Page 87: Fişek gül hinçal sürüm1

87

Sevim Hanım, Cumhuriyet döneminin ilk kaymakamlarından birinin kızdır. Bize her zaman anlatacağı çok güzel anılan vardır. Bir de elinde okunmaya başlanmış bir kitabı mutlaka vardır. Nur, emekli coğrafya öğretmeni olup, Atatürkçülüğü yaşam tarzı Haline getirmiş, ilkeli bir güzel insandır. Emeklilik O’nu pasifıze etmemiş, tam tersine yaşamına ivme katmıştır.

Adaşım Gül ile liseden sınıf arkadaşıyız. Halen İ.B.Sürelsan Konservatuvarına devam etmektedir. Eşsiz güzellikte, bir sese sahip. O ipek gibi, kadife gibi sesi, yerel radyo ve televizyonlarda mutlaka dinlemişsinizdir.

Yeni Öğretmenevindeki müzikli akşam yemeği güzel geçiyordu. Yakın masalardan birinde; orta yaşların olgunluk döneminin tadını çıkaran güzel bir çift gözümüze çarptı Önce tango sonra da müthiş güzel bir vals yaptılar. Estetik, zerafet ve nezaket bir araya gelince seyrine doyum olmayan bir armoni ortaya çıkıyor.

İnsan en yakma en kibar olmalı. Bizde yaygın olan yabancıya kibar davranmaktır. İtirazımız yok ama önce yakınına bu inceliği göstermelisin. Yabancıyı belki de bir daha hiç görmeyeceksin. Yakınınla her gün berabersin. İlişkilerin iyi gitmesinde nezaketin önemini kim inkâr edebilir. Danslarına ve tavırlarına hayran kaldığımız bu çifti tebrik ettik. Onlar da beni kutladılar.

AKM’deki Aşık Veysel’i anma programına yetiştik. Türküler söylenirken perdeye görüntüler yansıtılıyordu. Bir görüntü bana çok çarpıcı geldi. Veysel ve karısı bahçedeler. Karısı bir yandan Veysel’in koluna girmiş, diğer elinde kirmanı var. İkisi de gülüyorlar. Çocuklar gibi saf ve temiz, biraz da utangaç.

Görüntüleri birbirlerine hiç benzemeyen bu iki çift arasında müthiş bir benzerlik hissettim bir an. Neydi bu benzerlik? Her iki çift de sevgi ve saygı dışarıya taşmıştı. Bütünleşmişlerdi. Yıllar içinde yakalanan mutluluk bu

Page 88: Fişek gül hinçal sürüm1

88

olmalı... Eşlerin uyumunda etkili olan birçok şey var kuşkusuz.

Hatta şansın bile rolü olduğuna inanıyorum ben. Ancak; asgaride, iyi bir yürek, açık bir zihin ve dürüstlükle işe başlamanın yararlı olacağına inanıyorum. Eşler birbirlerine iyi davranabilirlerse, yaşam, iyi bakılmış çiçekler gibi sağlıklı olacaktır.

Böyle çiftler gençlere model olmalı. Yoksa gençliğin etrafını saran çıplak fotoğraflar gençlerin aklını karışmaktan başka ne işe yarıyor? Sadece, duygu Dünyalarını zarara uğratıyorlar. Duygusuz bir beden; kör, sağır ve dilsizdir.

Doğanın canlandığı bu günlerde Mart ayının güzelliklerini düşünmek istiyorum. Yüzün yardım tırmık ilen, bel ilen Gene beni karşıladın gül ilen Diyen Veysel’ e Dostlar seni unutmadı diyorum. Ve de Hoş geldin bahar diyorum. Sevgiler

Page 89: Fişek gül hinçal sürüm1

89

SENİ ÖZLEMEK VAR YA Dün gece (16 Mart) Fişeği rüyamda gördüm. Uzun

zamandır görmüyordum. Evimizin önündeki elektrik direğinin yanında, canı

sıkılmış bir şekilde oturuyordu. Sağ patisini sağ kulağından yüzüne doğru gezdiriyordu. Tüylerinin beyaz kısımları biraz kirlenmiş, donuklaşmış, kahverengi iri benekleri sanki biraz matlaşmıştı.

"Hiii, Fişek gelmiş" diye haykırarak uyandım. Sanki gerçekten gelmiş gibiydi. (çiftleşme dönemlerinde yalvarmalarına dayanamaz, - yılda bir, iki kez- geceyi dışarıda geçirmesine izin verirdim) Bir an öyle gibi algıladım. Sanki dışarıdaymış da eve dönmüş gibiydi. Gözlerim açık olmasına rağmen bir türlü zihnim uyanamıyordu. Hâlâ rüyamın etkisindeydim. Beynimde bir boşluk... Biraz durdum. Zihnim, açılmaya başladı. Ancak yine de acaba dönmüş olabilir mi sorusu geçiyordu aklımdan. Keşke öyle olabilseydi. Ama bu olanaksızdı. Artık onun bir mezarı olduğunu içim yanarak anımsadım.

Geçenlerde, bir sabah yürüyüşünde de sanki yanımda yürüyor gibiydi. Sık sık başını bana doğru çevirerek, bakıyor. Gelip gelmediğimi kontrol ediyor gibiydi. Çok canlı bir hayaldi. Boğazıma birşeyler tıkandı. Gözyaşlarını kontrolümden çıktı. Tanrım, ne olur bana sabır ver.

Sensiz olmak ne kadar zormuş güzel oğlum... Seni özlemek ne kadar yürek dağlarmış meğer Biliyorum sağ olsaydın, patini koluma koyar "üzülme n'olur" yapardın. Senin, ne güzel bir kalbin vardı. Ne uyumlu bir ana- oğulduk canım oğlum. 10,5 seneyi hep güzel yaşadık. İnsanların Dünyasında bunu başarmak çok zordur güzel oğlum.

Senin beni çok iyi anladığından hiç şüphem olmadı. Ama ben, düşünebilen yaratık -homosapience- olarak seni ne kadar anlayabildim bilmiyorum. Ancak şunu iyi biliyorum

Page 90: Fişek gül hinçal sürüm1

90

ki; seni çok ama çok sevdim canım oğlum. Anladıkça, tanıdıkça daha çok, daha çok sevdim seni biriciğim. Sana biriciğim dememi de çok severdin. (Özellikle ğ yerine k ile söylerdim. Bu da bizim bebek dilimizdi.) Belki anlamını bilmezdin ama yürekten gelen bir sevgi sözü olduğunu hissederdin. İlkbahar geldi güzel oğlum. Baharları ne çok severdik seninle. En sevdiğimiz oyunları, senin çok sevdiğin, en uzun yürüyüşleri de bu mevsimde yapardık.

Bazen sen, bazen de ben komiklikler yapardık. Bazen benim nefesimin yettiği yere kadar koşardık. Sen devam etmek isterdin. Ben ise yorulurdum.

Yıllardan beri, ilk defa, sensiz bir bahara başlıyorum güzel oğlum.

Sensizlik çok zor Fişek. İçimde bir yerlerde elle tutulur bir acı ve kontrol edemediğim gözyaşları var gözlerimde.

Bana sevgilerin en yalınım en içten olanını tattıran güzel oğlum.

Sevgiye dair bana çok şey öğreten bir tanem. Hadi bana sensiz nasıl yaşanacağını da öğret. Yoksa bu acı bitirecek beni.

Acın hiç küllenmiyor. Yokluğun, çok büyük boşluk. Hiç bir şeyle dolmuyor. Hiç bir şey beni avutmuyor. Sensiz olmak çok zor bir tanem.

Yerküre, ağır gövdesini arada bir titreterek de olsa dönmeye devam ediyor. Dünyanın sevinçleri ve kederlerinde de pek değişen bir şey yok.

Aslında, bu yazılara başlamamın amacı; sadece seni anlatmaktı. Hayvanların Dünyasına yabancı olanlara sinyaller de verebilirdik. Sokakta yaşayan hayvanlara dikkati çekebilir. Onlara karınca kararınca da olsa yardım edebilirdik. Biliyorsun, biz yardım etmeyi severiz, değil mi? Bizden rahatsız olanlara bu vesile ile söyleyelim. Bizim başka amacımız olamaz. Biz basit hırsları, göstermelik

Page 91: Fişek gül hinçal sürüm1

91

hedefleri çoktan aştık. Biz yüreğimizde olgunlaşan meyveleri çürütmeden, kaybetmeden insanlarla paylaşıp birlikte yemek istiyoruz. Ne şanda, şöhrette, ne de başka hedeflerde gözümüz yok. Bu böyle biline.

Çevremizde olanlarla ilgilenmekle, belki de yaşamın bir yerlerine tutunmaya çalışıyorum canım oğlum. İçimizdeki barışı da sürdürmeye çalışıyorum. Oldukça zor, buralarda bunu başarmak canım oğlum. Üstümüze gelen belâlardan her zaman kaçamıyoruz işte...

Burada durumlar böyle Fişek. Canım oğlum, rüyalarıma daha sık uğra lütfen. Böylece özlemlerim biraz azalır belki.

Anneciğinin yüreği senin acınla dağlanıyor. Seni çok seviyor ve de çok özlüyorum.

Özlediklerinizin dönebilecekleri diyarlarda olmalarını dilerim.

Sevgiler.

Page 92: Fişek gül hinçal sürüm1

92

DEYZİ Deyzi; 9 yaşında Dagıl cinsi bir köpek. Hani şu sosise

benzeyen kahverengi kısa tüylü köpeklerden. Hem insani yönleriyle çok sevdiğim, hem kendime yakın bulduğum, hem de birçok yönleriyle takdir ettiğim bir ailenin köpeği Deyzi

Onlara her gidişimde çok sevinir Deyzi. Bu sevinci göstermeye kuyruğunu sallaması yetmez, adeta titretir kuyruğunu. Ayaklarımın etrafında döner kendine özgü seramoniler yapar. Sonra sırt üstü yatar ayaklarını kaldırarak, karnını açar "hadi beni sev" der sanki... Dayanamam okşarım karnını. İlgisiz davranırsam, kendini göstermek ve yapmam gerekenleri hatırlatmak amacıyla sesler çıkarır. Daha da olmazsa havlayarak kendini ifade etmeye çalışır. Sonra kucağıma atlar, kendini sevdirir. Hoşuna gitmeyen en ufak şeyde ciddi ciddi hırlayarak tepkisini koyar. Onu çok sevmeme rağmen bazen ben bile çekiniyorum Deyzi' den.

Baba, Ali Agâh Bey, emekli bir memur. O, diğer emekliler gibi kahve köşelerinde zaman öldüren biri değildir. Zamanının çoğunu bilgisayarının başında geçirir. Son derece anlamlı ve ciddi çalışmalar yapar. Teknolojiyi çağdaş amaçlar için kullanan aydın bir insandır. Ayrıca, Türk Halk Müziği korolarına katılarak, yararlı bir uğraş vermektedir.

Berna, üniversiteye hazırlanan bir genç kız. Uyumlu bir psikolojiye sahip. İyi kalpli, iyi huylu ve güzel bir genç kız. Evde üniversiteye hazırlık yapan çocukları olan aileleri yıllardır bilirim. Hiç kolay bir yıl değildir.

Ali Bey, kızına, her konuda destek ve yardımcı. Böyle insanların olduğuna görmek beni sevindiriyor. Çünkü mutlu insanlar, mutlu aileleri, mutlu aileler de mutlu toplumları oluştururlar.

Anne Bedriye Hanım, Türk kadınında görmek istediğim tüm özelliklere sahip. Açık yürekli, dürüst ve çalışkan.

Page 93: Fişek gül hinçal sürüm1

93

Yaşamın zor ve acılı dönemlerinde ailesini toplayıp, ayakta tutmayı başarmış bir kadın. Yaptığı fedakârlıkları konu etmek gereğini bile duymaz. Duygu sömürüsü ile insanı bunaltan kadınlardan değil O.

Bedriye Hanım, emekli bir bankacı. Evine, eşine, kızına, çalışan büyük kızının oğluna ve de Deyzi'ye bakmaktadır. İnandığı Dünya görüşü doğrultusunda siyasi parti ve dernek çalışmalarına katılmakta sağlık kuruluşlarında gönüllülük (meleklik) yapmaktadır. Birbirinden güzel el işleriyle de Dünyasını renklendirir. Ben O' nu bunalımda, suratı asık, aksilik yaparken veya birilerinin hakkında dedikodu yaparken hiç görmedin. Böyle hem cinslerimin varlığını bilmek beni gururlandırıyor.

Haydi hanımlar, uyanın. Sizi ezen, üzen o ağırlığı atın üzerinizden. Yaşamın güzelliklerini keşfe çıkın. Yaşamdan şikâyet etmeyi bırakın, onu istediğiniz hale siz getirin. Bunu başaran kadınların hepsinin tuzu kuru sanmayın. Bir sabah aynaya bakarken gülümseyin. Zoraki değil. Gözlerinizin içi gülene kadar devam edin. O ruh haline geçtiğinize inanınca kendinize "Ben güzelim. Güzelliklerle karşılaşmak, güzellikleri yaşamak, etrafıma güzellikler vermek istiyorum" deyin... İnanın o gün diğer günlerden daha güzel geçecektir. Olmazsa da vazgeçmeyin. Tekrar tekrar deneyin Sonuç mutlaka iyi olacaktır. Kararlı olmaktan vazgeçmeyiniz. Güzel günler güzel haftaları, haftalar ayları, aylar yılları getirecektir. Böylece mutlu bir hayat yaşamış olacaksınız- Demek ki bir günü güzel yaşamak bu kadar önemli- . Yaşam günlerden oluşmuyor mu?

Bunu yaparken Polyannacılık oynayın demiyorum. Sorunlarınızın üstüne atmaca gibi atlamaktan korkmayın.

Bu aileyi niçin anlattım size? Etrafımda mutlu insanlar görmek beni mutlu ediyor. Toplumumuzda hep acı örnekler görmekten yoruldum artık. Onları yok saymıyorum. Ancak benim küçük Dünyam bu sorunları çözmeye yetmiyor. Zaten

Page 94: Fişek gül hinçal sürüm1

94

bu tür örnekler o kadar çok işleniyor ki bu konuda bana ihtiyaç yok.

Mutlu olmanın reçetesi yok. Kendinle barışmak (yanlışlarını tespit edip onları düzeltmeye çalışmak) ilk adım olabilir. Sonrası sizin özel yeteneğinize kalmıştır. İyi niyet, sabır hoşgörü ve sevginin olumlu katkıları kesinlikle olacaktır. Sorumluluklarını ve haklarını bilmek de önemli. Maddi koşulların önemini kabul ediyorum ancak ilk sıralarda yer aldığına inanmıyorum. Çünkü her gelir grubundan mutlu insanlar tanıdım. Kötü örnekler de gördüm. Yaşamın zor şartlarıyla boğuşmak zorunda olan dar gelirli gruplarda da, varsıl gruplarda da çok iyi insanlar vardır. Yoksul olmak aşağılanmayı gerektirmediği gibi, varsıl olmak da suç değildir

Köy kökenli olduğu halde sermaye yanlısı olarak bildiğimiz siyasiler olduğu gibi tamamen proleter bir tutum içinde olan ancak yalıda büyümüş şairlerimiz olduğunu unutmayalım. Beni işin insani boyutları ilgilendirdiği için, diğer konuları ekonomistlere ve siyasetçilere bırakıyorum.

Deyzi'nin sorunları var. Abla Berna’yı kıskanmak yetmezmiş gibi bir de torun Deniz gelmişti. Üstelik Deniz varken odaya kapatılıyor. Bu yüzden, oldukça gergin ve sinirli. Bu gün (13 Mart) Onlara uğradım. Güneş de yüzünü göstermişken Deyzi’yi yürüyüşe çıkarabileceğimi düşündüm.

Dışarı çıkacağını anlayan Deyzi'nin heyecanını tahmin edebilirsiniz. Tasmasını takmakta bile güçlük çekiyorduk. Ama gözü de annesinde. Onu almadan gitmeye pek niyeti yok Evde yalnız olan Bedriye Hanım gazete, süt gibi ihtiyaçlar için bizimle indi. Markete kadar beraber yürüdük. O içeri girdi. Biz devam ettik, diyemiyorum Devam edemedik. Deyzi bir adım bile atmıyor, annesini istiyordu. Köşeye kadar kandırmaya çalıştımsa da nafile. Kucağıma aldım. Trafik ışıklarını geçtik. Yere inince durum aynı, asla yürümüyor. Çaresiz geri döndük. Sokaklarını kesen

Page 95: Fişek gül hinçal sürüm1

95

caddeye geldik. Belki burada yürütebilirdim. Ne mümkün. Sokaklarının hizasından milim öteye gitmiyordu. Eh. Pes yani Deyzi bana da mı güvenmiyorsun?

Çaresiz sokaklarına geri döndük. O komutayı eline aldı. Alışık olduğunu sandığım alanlarda yürüdük. Rahatladı. Cüssesine bakmadan, kendisi kadar iri kedilere meydan okudu aklınca.

Eve döndüğümüzde yorgunluktan bitkin düşmüştü. Benim amacım da buydu. Patileri yıkadık, koltuğuna kıvrılıp uyudu. Biraz sonra gelecek olan abla ve babayı sevinçle karşılayacaktı. Ailenin bir arada olduğu mutlu saatler başlayacaktı.

Bekleyenleriniz ve beklediklerinizle en güzel zamanlar geçirmeniz dileğiyle.

Sevgiler

Page 96: Fişek gül hinçal sürüm1

96

RÜZGÂR Isınan havanın genleşip hafiflemesi ve yükselmesi ile

boşalan yere, daha ağır olan soğuk havanın dolması sırasındaki sarmal bir harekettir rüzgâr.

Yurdumuzu, Sibirya, Asor ve Basra gibi kıtasal basınç alanları etkiler. Sibirya antisiklonu kışın sert hava koşullarına, düşük sıcaklık ve don olaylarına sebep olurken, Basra alçak basıncı da yazın çöl sıcaklarına sebep olur. Ortalığı yakar, kavurur

Torosları kendine siper alıp, dağların eteklerinin denize ulaştığı kıyıya yerleşmiş olan Antalya'mız bu kıtasal kütlelerden çok fazla etkilenmez

Yerel rüzgârların kuzey, kuzey-batı ve güney yönlü estiğini tespit ettim

En etkili ana rüzgârlardan biri eskilerin kaba yel dedikleri lodostur. Lodos güney - doğudan esen, aslında kuru bir rüzgârdır. Ancak, ardından yağış getirir. Bir haftaya yakın süredir Lodos neredeyse fırtına gibi esmekteydi. Bu sabah hırçınlığını bırakıp sanki meltem gibi esmeye başlamıştı.

Yaz günlerinin bizi serinleten, yüzümüzü okşayan, bizi romantikleştirip, içimizden şarkılar söyletip, yüzümüze tebessümü yapıştıran meltemleri unutmayalım. Yüzümüzde, vücudumuzda varlığını tatlı tatlı hissettiren, rüzgârı tabiat ananın bizi kucaklaması diye düşünüyorum.

Bazen yumuşak, ılık, bizi sakinleştirip huzur bulmamızı sağlayan. Saçlarımızı savururken bizi şımartan. Bazen de bir tokat gibi yüzümüze vurup kendimize getiren. Sonuçta her durumda bizi saran doğal bir güçtür rüzgâr.

Bu sabahki (16 Şubat) sakin lodos, penceremin karşısındaki badem ağacı ile flört ediyordu. Badem ağacı, oldukça kalınlaşmış dört dalı ile yükseliyordu. Uçlardaki dallar mısır patlağı gibi bembeyaz çiçeklerle dolmuştu. Pembeler, yeşiller, eflatunlar da kendini göstermeye

Page 97: Fişek gül hinçal sürüm1

97

çalışıyordu. Biz de buradayız diyorlardı. Rüzgâr, eminim çiçekleri okşamak istiyordu. Dalları, kıkırdayan sevgililer gibi sallıyordu. Uçlardaki ince dallan eğilen ağaç, bu sallanmalara izin verirken gövdesini dimdik tutarak, rüzgâra karşı koyuyordu. Benliğini bırakmıyordu. Bu görüntüyü daha etkin yaşamak için balkon kapısını açtım Hemen yumuşacık ellerini bütün yüzümde gezdirdi tabiat ana. Gülümsedim. Beni de şımartmak istiyordu galiba. İçimi coşturan bir heyecan dalgası geçti bir an. Tüy kadar hafiflediğimi hissederken, kendimi tüm bedenimi saran şefkatine bıraktım ılık bahar rüzgârının. İşte güne güzel başlamıştık yine.

Hava durumundan şikâyet ettiğim günleri düşündükçe şimdi üzülüyorum. Her hava koşulunun ayrı bir güzellik olduğunu artık görebiliyorum. Lodos başta olmak üzere birçok rüzgâr ardından yağış getirir. Bu nedenle yağmur ile rüzgâr biraz içice geçmiş gibidir.

Ocak ayı ortalarında, yağmurun göz açtırmadığı bir gündü. Adeta kovalar boşalıyor gibiydi. Dalgalar Konyaaltı sahilini köpürerek, dövüyordu. Hava kapalı, hatta karanlık gibiydi. Telefonum çaldı. Derin duygu dünyasından gelen yumuşacık bir ses, beni dışarıya çıkmaya davet ediyordu. Bu güzel insan, çok saygı duyduğum edebiyatla ilgili bir büyüğüm idi.

Ben böyle havalarda çok severim diyordu. Yağmurun minik darbeleri belki onun içindeki coşkuları anlatıyordu. Dalgalar dinamizmini, kapalı hava da onun duygu dünyasının gizemi olmalıydı. O halde gün sizindi... Günün akış yönünü size bırakmak gerekirdi.

Konyaaltı sahilinde, Fransız ve Rus yazarlardan söz ettik. Bazı Türk şairlerini andık. Bir kaç saat içinde ruhumuz, doğanın ve sanatın bize sunduğu güzellikler ile doydu. Böyle kapalı bir gün ancak bu kadar güzel yaşanabilirdi.

Pek çok insan yağmuru penceresinden seyretmeyi sever. Çayınızı veya sevdiğimiz bir içeceği yudumlayarak,

Page 98: Fişek gül hinçal sürüm1

98

yağmurun dolu - dizgin koşmasını izlemek ne güzeldir. Geçmişte böyle günler anımsıyorum. Sanatla ilgili ne varsa dağarcığınızda dökersiniz. Bazen de yaşamdan anılar dile gelir.

Yollar sel suları ile doluyor, mazgallar yetişmiyor Sürücülerin çoğu, ayrı bir dert. Evleri su basıyor, elektrikler kesiliyor, sel herşeyi alıp götürüyor mu diyorsunuz? Bunda doğanın hiçbir suçu yok. Yine biz hatalıyız. Hem çaya, dereye akacak yer bırakmayacağız, ağaç, bitki bırakmayacağız, doğanın hareket alanına el koyacağız, sonrada şikâyet edeceğiz. Böyle haksızlık olmaz...

Güneşin sıcaklığı da ayrı bir güzellik Aydınlık ve sıcaklık seni de çok özledik. Güneş, çabuk gel. Sıcak yüzünü de özledik artık. Bekliyoruz. Çabuk gel.

Beklediklerinize, sevdiklerinize ve güzel günlere kavuşmanız dileğiyle.

Sevgiler

Page 99: Fişek gül hinçal sürüm1

99

SARDUNYALARIM VE TEKİR Baharı özlemişliğin verdiği şevkle, sabahları erken

uyanmaya başladım. Geçen yaz küçücük bir fide olan sardunyalarım bu yıl

kocaman birer çiçek oldular. Sardunyaları çok seviyorum. Kırmızı çiçekli olanları galiba biraz daha çok seviyorum.

Kendimi bildim bileli annemin balkonunda hep sardunyalar vardır. Onun sardunyaları çok kıymetlidir. Annem, onların sorunlarını, aile fertlerinin sorunları gibi anlatırdı. Gençlik yıllarımızda bu konuyu dinliyormuş gibi yapardık. Şimdi ne kadar iyi anlıyorum O'nu. Bu çiçeğe orada caran denir.

Annem, bizim üniversite yıllarımızda her birimiz için, ağaçlar dikmişti bahçesine. Ne de olsa evden ayrılma zamanlarımız yaklaşmaktaydı. Eminim bizlerin yokluğunda, bizim adlarımızla çok çağırmıştır ağaçlarını. Sonra gelinler ve damat için de ağaç dikmişti.

Nar, erik, kayısı, kiraz....sonra ilk torun için dut. Kamelyayı ve bahçenin etrafını saran Kara üzüm asması. Asma, hâlâ çok lezzetli üzümlerini sunar bize. Boyu ise üçüncü katın terasına kadar uzadı.

Nar; yıllarca, bıkıp usanmadan iri taneli ve çok lezzetli meyvesinden verdi bize. Geçen yaz yaşlandığı için budandı. Taze ve yeşil dallan ile yeniden hayat buldu.

Ben kirazdım galiba. Kurudu ve bahçede yok artık. Can erik, inatla benim pencereme yaslanmaya devam etmekte. Kaç kere budandı. Ama o hep benim penceremdedir. Onu, oradan ayırmak pek mümkün görünmüyor. Hep pencerenin dışında kalması gerektiğini bilir. Ama yine hep oradadır. Arada bir meyve verdiği de olur. Yeşilliğinin güzelliğine mi güvenir bilinmez. Her ne hal ise hep ısrarla oradadır. Oysa artık kiraz öleli yıllar olmuştur.

Page 100: Fişek gül hinçal sürüm1

100

En uzun ömürlü ve en verimli kayısılar çıktı. Annem onlara sadece -şekerpare- der. Hâlâ her yıl hem doyasıya meyvesi yenir. Hem de 4-5 ailenin kışlık reçeli bu iki ağaçtan yapılır. Mis gibi kokusunu reçelde bile hissedersiniz.

Sardunyalarımın fidelerim annemden almıştım. Yanımda bulunan arkadaşıma da fide vermişti. O'nun çiçekleri de çok güzel oldu. Bir araya geldiğimizde, dudaklarımızı ısırarak anlatırız sardunyalarımızın güzelliklerini. Sevinç duyar, güleriz. Annemin de kulaklarını çınlatırız.

Her sabah, sardunyalarımı benden önce uyanmış ve güne başlamış buluyorum. Onları çok bekletmemek için önce onlara günaydın diyorum. Bazen dayanamayıp, yapraklarına ve çiçeklerine dokunuyorum yavaşça, kıyamayarak.

Çiçeklerim, dokunuşumu anında hissediyorlar. Hemen, daha yeşil, daha kırmızı daha diri oluveriyorlar. Biraz da hadi sevmeye devanı et diye şımarıyor gibidirler...

Bu hissediş tabi ki hemen bana da yansır. Yüreğim kıpırdar, zihnim aydınlanır. Huzurun verdiği tebessümün yüzüme yapışmış olduğunu görürüm, saçlarımı tararken.

Baharın getirdiği canlılığı yakalamak, bence; yaşamın gizemine eşdeğer gibidir.

Sabahların bu keyfini yaşamak için erken uyanmaya başladım. Bazen işin dozunu kaçırıp, daha kapılar açılmadan işe gelmiş buluyorum kendimi.

O zaman ne mi yapıyorum. Benim her zaman yapacağım bir güzel işim vardır. Bu zamanı çevredeki hayvan dostlarımla ilgilenerek geçiriyorum.

Çıtırık ortalıklarda görünmeye başlamış. Ben henüz karşılaşmadım. Üç yavrusu ile bizim kapıya gelmiş. Eminim bana yavrularını göstermek için dolaşmıştır. Onları en kısa

Page 101: Fişek gül hinçal sürüm1

101

zamanda göreceğimi umuyorum. Yeni dekorları ile ilgimi çeken yan komşumuzun

bahçesinde bir kedi yaşıyor. O sıradan bir tekir. Tüyleri de pekiyi görünmüyor. Bir sabah gelip benimle tanıştı. Şimdi arabamın sesini duyunca bizim bahçeye geçiyor.

Bu sabah, sahiplerini karşılıyordu. Bir ara yalnız kaldığını gördüm. Pisi. pisi, pisi pisi, diye çağırdım onu. Kulaklarını dikti. Beni duymuştu. Ama gelmiyordu. Az sonra adamlardan biri, elinde bir kap ile göründü. Süte ekmek doğramış getiriyordu. Meğer bizim leydinin kahvaltı saatiymiş. Adamla selamlaştık. Tekirin yeni doğmuş dört yavrusunun olduğunu söyledi.

Tekirle birbirimize sevgilerimizi bakınız nasıl ifade ederiz. Önce sarı yeşil gözlerini bana diker. Kuyruğunu da dikmiştir. Sürtünür, kendini kaşıtır. Miyav derken, ince, sivri dişlerini görürüm.

Ne yapıyorsun canısı, derim. - Miyavv. der. - İyi misin? - miyavv - Çok tatlısın. - Miyavv. - Sana hiç kıyamam. - Miyavv. Bu diyalogu tercüme etmeye gerek var mı?

Anladığınızdan eminim. Çünkü siz bu köşeyi okuduğunuza göre; ya bir hayvan seversiniz, veya hayvanlara ilgi duyuyorsunuz.

Belki de sevginin evrenselliğini yakalamış bir filozofsunuz.

Bu tanımlara uyuyorsanız, bu aralar, eminim siz de

Page 102: Fişek gül hinçal sürüm1

102

benim gibi duygu yoğun günler yaşıyorsunuzdur. Mevsim, beni, anlatılmaz etkiliyor.

Güneşle saklambaç oynuyorum çoğu kez. Kimin önce sobeleyeceği pek belli olmuyor. Geçen gün o sobeledi. Üç gün hasta oldum. Tüm bunlara rağmen, duygu Dünyamda anlatılmaz bir yoğunluk var.

Doğa canlanırken sanki canıma can katıldığını hissediyorum.

Gözümün önünde beliren manzaralar, tüm görüş ufkumu kapatıyor. Söz gelimi; karla kaplı uçsuz bucaksız düzlükler görüyorum. Ve yine karla kaplı ulu dağlar beliriyor gözlerimin önünde.

Kavakların, söğütlerin yeşilini çalmış da oyun oynayarak akan dereler.

Lacivertin, mavinin güzelini, serince koynuna almış deniz.

Hani, Şairin dediği gibi; Yaşamak, güzel şey be kardeşim. Yaşamak güzel... Sevgiler

Page 103: Fişek gül hinçal sürüm1

103

FİŞEK MİSAFİRLİKTE Fişek huzurlu, uyumlu ve uslu bir köpekti. Çünkü O

sevgi ile büyümüştü. İlk zamanlar poposuna gazete ile hafif vurarak eğitebileceğimi söylemişlerdi. Birkaç kez bunu denemiştik. Güzel gözlerini kırparak ve kuyruğunu kısarak kaçıyordu. Ben buna dayanamazdım. (Gazeteler sadece okunmak içindir.) Bu yöntemi hemen bıraktık. Söz ile anlatmak daha etkili oluyordu. Bazen defalarca söylemek gerekse bile.

Şiddet ve korku ile otorite sağlamak yaşamımın hiçbir evresinde, hiçbir yerde gerekmemiştir. Hiç de otorite sorunu yaşadığımı hatırlamıyorum. Meslek yaşamımda her zaman, otoritenin "bilgi" ile kurulacağına inandım. Bilmediklerimi söylemekten kaçınmadım, araştırmaktan yılmadım.

Sayılmadığını yerde oyalanmak da bana göre değildir. Saygı duyarım, saygı beklerim. Bunun dışındaki ilişkiler benliğime zarar verip aşağı çekileceğimden ve incitileceğimden korktuğum için geri çekilmeyi tercih ederim. Kendimi zorla kabul ettirmek de bana göre değildir. İnsanın değerini, insan bilir, sözüne inananlardanım.

Öğretmenler kurullarında yaramaz sınıflardan, yaramaz öğrencilerden şikâyet edilirdi. Bu meslektaşlarımın çoğunun sınıflarda şiddet uyguladıklarını duyardım. (Ne yazık ki. ) Benim o sınıflar ve O öğrencilerle uzun süreli bir sorunum hiç olmamıştır. Disiplin cezalarının kaldırılmasına karşı çıkanlar olurdu. Gelecek yıl yine başımıza bela olacakları vurgulanırdı. Burası engizisyon mahkemesi midir acaba? Konuya muhatap olan kişiler 13-17 yaş arasındaki gençlerdir. Genç hata yapacaktır. O’na hatasını gösterip affetmek gerekir. Affetmez isek O’na kendini düzeltme fırsatını nasıl vereceğiz?

Müdürüm böyle sınıfları almamı üzülerek rica ederdi. Kabul ederdim. Bazen o sınıflardan ne cevherler yakalardım. Bu kez iyi sınıfların velileri okula dolar,

Page 104: Fişek gül hinçal sürüm1

104

"Öğretmenimizi niye aldınız. Bu çocuklar üniversiteye gidecek" isyanları olurdu.

Şiddet konusunun işlendiği kurullarda önceleri yumuşak girişlerle bu yanlışa dikkat çekmeye çalışırdım. Çocukların gözlerinde, kulaklarında protez olabileceğini bunun başlarına dert açabileceğini vurgulardım. Aslında biz çocukları değil, çaresiz kaldığımız için kendimizi dövmekteydik. Sorunun çözümü genelde çok basittir. Sorun, sorunun ne olduğunu "bilmektir". O zaman çözümü bulmak kolaydır.

Son yıllara doğru Fişeğim güzel huyları ile ortaya çıkmaya

başlamıştı. Ben bir dört ayaklıyı dövmeden eğittim diye övünerek söylüyordum. Peki, insanoğluna niçin kötü davranışı hak görürsünüz?

Kışın uzun akşamlarda bazen misafirliğe davet edilirdik. Eğer Fişekle çağırılmış isek giderdik, değilse mazeret bildirirdik.

Genellikle çocuklu aileler ya da köpekli aileler davet ederlerdi.

Page 105: Fişek gül hinçal sürüm1

105

Çocuklu ailelerde, Fişekle, önce kaynaşma hareketleri olurdu. Sonra oynamaya başlarlardı. Oyunun koyulaştığı zaman çocuklar onunla normal çocuk gibi konuşurlardı. Varsayalım ki halka olup oturacaklar. Fişek de son derece uygun bir şekilde halkaya otururdu. Okul gezilerinde de halkaya doğru oturmayı bilirdi. Çocuklar uyku için odalarına çekildiklerinde Fişek de annesinin ayaklarına sırtını dayayıp tatlı bir uykuya geçerdi.

Sık gittiğimiz evlerden biri İspanyol Koker’ı Sindy’lerdi. Onlar da bize sık gelirlerdi. Bir cadde yukarı taşınmışlardı. Aramızda 1 km den fazla uzunlukta çok güzel bir park vardı. Parkın üst tarafı oldukça dik bir yamaçtı. Bu parkı akşamları yalnız geçmek tehlikeli olabilirdi. Kötü amaçlı insanlar olabileceği ihtimalinden başka Zeus ve grubu burada yaşıyordu.

Sevgili çocuklar, ne güzel isimler bulurlar. Zeus, çoban ve Kangal karışımı muhteşem bir köpekti bir sokak köpeğiydi. Birçok insan ve ev köpeklerinin çoğu korkarlardı ondan. Bu yüzden yolu dolanarak ve arabamızla giderdik.

Yine böyle bir akşam Fişek eve dönmek istemiyor, huysuzluk ediyor havlıyordu. Ertesi gün iş günüydü. Uykularımız gelmişti. Müzeyyen "Bırak kalsın İhsan çalışacak. Bakar onlara" diyordu. Eve geldim. İçim hiç rahat değildi. Fişeğin odasına gittim. Penceresinden Sindy’lerin evi görünüyordu.

O da ne? Parkın tepesinde sadece kuyruğunu iyi seçebildiğim ve Fişeğe çok benzettiğim bir köpek, geri gidiyor tekrar tepeye dönüyordu. Hayvan epeyce bir süre dönüp durdu. Acaba gördüğüm Fişek olabilir miydi? Değildir herhalde. O mu? Değimli endişesi ile doğru dürüst uyuyamadım.

Müzeyyen sabah işe giderken Fişeği getirdi. Hikâyenin kalan kısmını tamamladı. Ben ayrıldıktan sonra, Fişek dışarı çıkmak istemiş. İhsan Bey ona kapıları açmış. Tuvalet

Page 106: Fişek gül hinçal sürüm1

106

ihtiyacını düşünmüş olabileceği gibi, farkında olmadan da açmış olabilir. Onun dalgınlık hikâyelerine her zaman gülerdik. Kendisi de gülerdi.

Evet. O gördüğüm Fişek imiş. Korkudan parkı geçemiyormuş. Geri dönmüş. Ancak bu kez de dış kapı kapalıymış.

Apartman görevlisinin ışığı yanıyormuş. Boyu da pencereye erişebildiği için ön ayakları ile pencereye abanmış ve patisi ile camı çalmış. Perdeyi açan görevli Onunla burun buruna gelmiş. Ancak sanki çok olağan bir şey görmüş gibi, "yukarıdakilere gelen misafir köpek"

demiş ve dış kapıyı açmış. Benimki içeri girmiş,

doğruca Sindy’lerin kapısını yine patisi ile çalmış. İhsan Bey kapıyı açmış "Nerde kaldın lan?" demiş çok olağan bir sesle. Canım oğlum bu kadar maceralı bir akşamdan sonra bitkin düşüp bir köşede uyumuş.

Maceraların hayata renk kattığı söylenirse de ölçüsünü bulmak gerekir diyorum. Amerika’lıların bir sözü var "Adventure is dangerous"

(Macera tehlikelidir) Tehlikesiz, güvenli ve güzel günler dilerim.

Page 107: Fişek gül hinçal sürüm1

107

MAHİGÜL HANIMIN UĞUR’U Vazomdaki karanfillerin suyunu değiştirip, bakımlarını

yapıyordum. Karanfil ne güzel bir çiçek... Çiçeklerin güzel olmayanı var mı? Ancak, karanfillerin sanki ayrı bir güzelliği var. Gizemli ve biraz da mağrur.

Çiçeklerin ne anlama geldikleri ile ilgili bir şeyler okumuştum bir zamanlar. Gül, karanfil, menekşe, papatya, zambak, çiğdem, gelincik, kolay yetişen, alçak gönüllü çiçeklerdir. Kanaatkârdırlar. Güzel olduklarını bilirler belki, ama kibirli değillerdir. İnsanları mutlu etmeyi severler. Gloyer, orkide gibi nadide olanlar biraz mağrur olsalar da ayrı bir güzeldirler. Her birinin ayrı bir anlamı vardı çiçeklerin. Hatta her cins renklerine göre de ayrı anlamlar taşıyorlardı. Aşkı, tutkuyu, dostluğu, nezaketi ifade ediyorlardı.

Eşe, dosta, aile fertlerine uygun zamanlarda çiçek verilir. Hasta ziyaretlerinde de çiçek götürmek adettendir.(Ancak, alerji yapabilecekleri göz önünde bulundurulursa, bu adetten vazgeçmek gerekmektedir.) En yaygın olanı da sevgiliye çiçek vermektir.

Çiçek vermek kadar almak da güzeldir. En temiz, en içten duygulan sunmak ve kabul etmektir, çiçek alıp-vermek.

Karanfillerimi yerleştirirken, "Akşama doğru" programını anımsadım nedense. Seynan Levent, o mükemmel Türkçesi ile sunardı. Bir gün, faili meçhul bir cinayetin anısına, bir karanfil koymuştu masasındaki vazoya. Katiller bulununcaya dek, masasındaki vazoda hep bir karanfil olacaktı.

Bir anda, düşüncelerimin başka bir yere atlamış olduğunu fark ettim. Dün ziyaret ettiğim Mahigül Hanım geçiyordu aklımdan.

Mahigül Hanım, yetmişli yılları yaşamış, acılara tanık olmuş, yanık ve içten analardan biriydi. Köklerinin üzerinde durmayı başarmış, güler yüzünü de kaybetmemişti. O yılları

Page 108: Fişek gül hinçal sürüm1

108

yaşayanlar bilirler. Her gün acı bir haberle yüreğimiz burkulurdu. Ölen gençlere mi üzülürsünüz, her biri alanının en üst noktasında olan bilim adamlarına mı? Bu değerli insanlar, şarkılarla, sembollerle anılmaya devam ediliyorlar hâlâ.

Böyle bir anma gününde, Mahigül Hanım televizyon izlemektedir. Uğur Mumcu anılmaktadır. Üzüntünün tüm ağırlığı ruhunu ve bedenini sarmıştır. Biraz kendine gelebilmek için, balkona çıkar. Sarı bir kuş gelir, balkon demirine konar. Kocasına yavaşça seslenir. "Bir kanarya geldi" der. Kocası onun muhabbet kuşu olduğunu söyler. Yere çömelerek kuşa yavaşça yaklaşır. Kuş gelir omzuna konar. Aynı özen ve yavaşlıkla içeriye alırlar muhabbet kuşunu. İçeride Mahigül Hanım, elini uzatır. Kuş gelir eline konar. Yüreğindeki bunalma, yerini garip bir duyguyu, hüzne bulanmış bir sevince dönüşmeye başlamıştır. "Hoş geldin Uğur" der. Kocası yem ve kafes almaya gittiğinde, onlar kaynaşmışlardır bile.

Uğur’un zor ve uzun bir yolculuktan geldiği çok bellidir. Acıkmış ve susamıştır. Kuş yüreği, kuş gibi atmaktadır. Korkmuş mudur acaba? Korkmuş olsa bile, korkmak da canlılara özgü bir doğallık değil midir? Mahigül Hanım, Uğur’u kahvaltılıklar ile doyurur. Dostlukları başlar böylece. Hem, bundan böyle, evinin uğuru olacaktır Uğur.

Uğur zamanla tüm aile fertlerinin sevgilisi olmuş. Herkesle arası iyi ama ille de anne Mahigül Hanım başkadır. Uğur onu kimseyle paylaşmaya kıyamıyor. O da Uğur’una hiç kıyamaz. O Uğursuz, Uğur onsuz asla olamıyorlar.

Uğurları, uğurlamak zorunda kalmamamız dileğiyle.

Page 109: Fişek gül hinçal sürüm1

109

ŞİKÂYETİM VAR Sabahları pencerenizi açıp, odanızı

havalandırıyorsunuz, kuşkusuz. Bir önerim var. Şafak sökerken açın pencerenizi. Bu kadar erken

kalkmanız gerekmiyorsa, tekrar yatağınıza dönebilirsiniz. Böylece, eğer uyursanız, kuş sesleri ile uyumuş, kuş sesleri ile uyanmış olacaksınız. Kuşluk vakti ise ibibiklerin ötüşlerini, diğer kuş seslerinden hemen ayırt edebileceksiniz.

Nisan ayı tüm güzelliğini sunmaya devam ediyor. Gözümün çarptığı her yerde, papatyalar, gelincikler, zambaklar/ sarıçiçekler görüyorum. Yeşil otlar üzerinde, beyaz, sarı, kırmızı ve mor renkleri hayal edin.

Hayır. Hayal etmeyin. Dışarıya çıkın. Görün, dokunun, koklayın, hissedin, yaşayın. Bunları sakın ha! gereksiz görmeyin. Bu kadarcık bir çaba, sizin benliğinize sandığınızdan daha büyük armağanlar verecektir.

Dingin bir zihin ve beden, sizi, hem mutlu, hem de başarılı kılacaktır. Unutmayın ki, sizin yaşamınızı, sizden başka kimse düzeltemez. Güzel bir yaşam için, önce sizin güzel şeylere başlamanız gerekir. Kimse sizin elinizden tutup nasıl yaşayacağınızı öğretemez. Eliniz, yüzünüz, gözünüz gibi yaşamınız da size özgüdür. Dünyada ne kadar insan varsa, o kadar da Dünya vardır, .Bence dikkat edilmesi gereken konu, yörüngeyi iyi çizmek ve ona göre hareket etmektir.

Ülkemi çok seviyorum. Belki, köklerim burada olduğu için, belki de çocukluğum ve gençliğim beni çağırdığı için. Belki de; ezgi, türkü, ağıt olduğum için. Belki, nadas, ekin, hasat olduğum için. Ya da yağmur, boran, kar olduğum için buradayım. Çıplak ayaklı çocuklara kıyamadığım için Okula, aydınlığa susamış insanımız için. Ve elleri kan içinde olanlar için buradayım.

Page 110: Fişek gül hinçal sürüm1

110

Kısacası; ben bu kutsal toprakların çocuğu olduğum için ve de bu çileli topraklara aşık olduğum için buradayım.

Aydınlık bir gökyüzü, kıpırtısını duyacağınız, sıcak topraklar, çağıldayan dereler ve uçsuz bucaksız deniz. Tanrım, sana teşekkür ederiz.

Bilerek yaratılan tüm olumsuzluklara karşın, Dünya'nın en şanslı ülkelerinden biri olduğumuza inanıyorum. Şansların en büyüğü ise Antalya'da yaşıyor olmak.

Bu sabah doğayı dinlerken, yani onunla sessiz sohbetimizi yaparken, bir an kendimi Bavyera Alp'lerinin serinliğinde buldum. (Yazılarımda zaman, zaman başka yerlerden söz etmemin amacı, sadece örnekleri somutlaştırmak içindir.)

Karayolu ile bir hayli gittikten sonra, yukarıya teleferik ile çıkmıştık. Bu teleferik, 50 yıldır hiç tamir görmemiş. Sadece rutin bakımı yapılmış. Ben, ülkemde bu kadar uzun süre tamir edilmemiş bir şey hiç görmedim.

Bakımlı, düzgün ve yeşillikler içindeki yolarda ilerliyorduk. Zaman zaman gözüme çarpan bir şey vardı. Yol kenarları ve yamaçlarda, yaklaşık bir basket topu büyüklüğünde, etrafı çevrilmiş tümsekler görüyordum. Çim ve çiçekler. Ortada bir tabela, tabelanın ortasında fotoğraf ve yazılar. Pek bir anlam verememiştim. Bir döner kavşağın kıyısında da aynı şeyi görünce dayanamadım, sordum. Meğer trafik kazalarında ölenler için, öldükleri noktaya yapılan tümseklermiş. Amaç, hem burada kaza olabileceğini anımsatmak, hem de ölülerine saygı göstermekmiş.

Biz böyle bir şey yapmaya kalksak, herhalde her yer fotoğraf albümüne dönerdi. Çünkü kaza olmayan yer yok. Sürücülerimizin çoğu kendinden habersiz ve kural tanımaz halde. Geçiş üstünlüğü de arabaların markasına göre değişiyor. Bayan sürücülere de anlaşılması zor bir tahammülsüzlük içindeler.

Page 111: Fişek gül hinçal sürüm1

111

Kuyrukta sıra olmayı kısmen öğrendik. Bu kez de görevlilerin hışmından kurtulamıyoruz. Önce güvenlikçilerin insana koyun muamelesi yapan tavırlarına alışıp, azarlanmanız gerekiyor. Türkçesi bozuk memuru, bir kerede anlayamazsanız vay halinize. Bulunduğu yere her nasılsa gelmiş, yöneticiler ise ayrı bir komedi.

Şimdi de bize özgü, sözde aydın tipine bir bakalım. Kaşlar genellikle çatıktır. Her şeye itiraz eder, kızar, bağırır, kavga eder. Her şeyden şikâyetçidirler. Asla çözüm önermez. Çorbayı hep karıştırır. Asla kotarıp sofraya koyamaz. Zaten amaçları da bu değildir. Dostlar alış-verişte görsünler.

Sübjektif, bireysel, bencil, sert, kaba ve şiddete dayanan otoriteye ilkel otorite denir.

Kendisinden, bilgisinden emin, objektif, sevecen, paylaşımcı, onurlandırıcı, yüreklendirici ve güler yüzlü otoriteye de çağdaş otorite denir.

Esnafın yüzü gülmüyor. Alış-verişin zevkine varamamaktan şikâyetçiyim.

Kadınların uğradığı sözlü ve fiziksel tacizden şikâyetçiyim.

Marka düşkünü garip tiplerden ve magandalardan şikâyetçiyim. Bu insan tipleri bizim kültürümüze ait olamaz. Bizim türkülerimiz "Rızasız bahçenin gülü derilmez" der. Aşkın, sevginin, dostlukların unutulmuş olmasından şikâyetçiyim.

İçtenlikle, laubaliliğin ayırt edilememesinden şikâyetçiyim.

Eğitimin kalitesinin düşüklüğünden, gençlere gelecek güvencesi verememekten şikâyetçiyim.

Tavana vuran işsizlikten, geçim sıkıntısından şikâyetçiyim.

Page 112: Fişek gül hinçal sürüm1

112

Vergi kaçakçısından, hortumcudan, hırsızlardan şikâyetçiyim.

Adam kayırtmasından, Halkımın aşağılanmasından şikâyetçiyim.

Çevre ve gürültü kirliliğinden, kötü yapılaşmadan, doğanın tahrip edilmesinden şikâyetçiyim.

Hayvanlara kötü davranılmasından, hormonlu yiyeceklerden şikâyetçiyim.

Kötü televizyon programlarından şikâyetçiyim. Trafik teröründen, kapkaç teröründen şikâyetçiyim. AB ve ABD ye şirin görünme yarışından ve ülkem için

hazırlanan tuzaklardan şikâyetçiyim. Savaşlardan, açlıktan, zulümlerden şikâyetçiyim. Halkına güvenmeyen, onu potansiyel suçlu gören

yasalardan şikâyetçiyim. İnsanımızı bölen, fitne-fesattan şikâyetçiyim. İnançlara hakaretten, bayrağımıza yapılan

saygısızlıktan şikâyetçiyim. Güzel ülkemin, güzel insanları güzelliklere lâyıktır.

Tüm güzelliklere bir an önce kavuşmamız dileğiyle. Sevgiler.

Page 113: Fişek gül hinçal sürüm1

113

PORTAKAL ÇİÇEĞİ Mayıs ayında, Dünya’nın tüm renkleri ve kokularıyla doğa büyük bir gösteri yapıyor doğrusu. Antalya’ya bu ayda da gelmelisiniz. Doğaya nasıl aşık olunurmuş görmelisiniz. En çok buna hayran oldum derken bir başka güzellik aklınızı başınızdan alıyor. Ben en çok hangi rengi severdim, hangi koku en güzeldi, artık emin değilim. Antalya’da renklerin, kokuların hepsi çok güzel. Ağaçlar, çiçekler, nişanlığını giymiş genç kızlar gibi. Heyecanlarını gizlemeye çalışan delikanlılar gibi telaşlı ve cıvıl, cıvıl olmuşlar.

Kendi halinizde yürüyorsunuz. Bir koku olanca güzelliği ile burnunuza çarpıyor. Bütün bedeninize yayılıyor. Koku, "Hadi beni bulsana!" diyor, gülerek. Elinizde olmadan etrafınıza bakıyorsunuz. Sonra buluyorsunuz o yaramazı. Büyük bir olasılıkla, bir kapı girişini sarmış, bir hanımelidir bu. Boyunuz dallarına erişebiliyorsa, uzanıp çiçeklerini kokluyorsunuz incitmeden Çiçekler mutlu, siz mutlu devam ediyorsunuz. Az ilerde bir iğde, yolunuzu bekliyor. "Sizi çok sevdiğimi, sen de biliyorsun değil mi?" diyorsunuz yavaşça. Yanında durup biraz sohbet de edebilirsiniz alçak gönüllü iğde ile. Bu sadeliğinle bu güzel kokuları nasıl verdiğini de soruyorsunuz. Yakın komşusu bir başka ağaç, eflatun ve mor renklerle donanmış ve sanki bir kır düğününe hazırlanmış gibi. Bahçe kenarlarındaki beyaz güllerin kokuları, kırmızı güllerin renkleri, güzelliği sizi başka Dünyalara götürecektir.

Ya portakal çiçeğinin kokusu? Dünyada bundan daha güzel bir koku var mıdır acaba. Bu koku ile geç tanışmış olmayı, büyük kayıp olarak görüyorum. Bence Antalya’yı anlatan en önemli sembol bu olmalı. Bu koku ile bir akşam yürüyüşünde tanışmıştım. Tatlı, taze ve yumuşacıktı. Bu çiçeğin kokusuyla "Antalya Geceleri" adında parfüm ve kolonyalar yapılıyormuş. Ne kadar iyi bir fikir. Bu koku, tüm

Page 114: Fişek gül hinçal sürüm1

114

insanlığa sunulmalı. Her yerde portakal sembolü görmek istemeyenlerin

olduğunu duyuyorum. Biraz şaşırmadım desem yalan olur. İnsanoğlunun ne kadar farklı zevkleri olduğunu anımsadım tekrar. Bundan nasıl bıkılabilir ki? Siz adınızı duymaktan bıkar mısınız? Antalya ile portakal böyle bir şey bence.

Öncelikle portakal görüntüsü güzel, sevilerek yenilen, tadı güzel ve çok da faydalı bir meyve. Kabuğunun rengine kendi adını vermiş, "orange". Biz turuncu diyelim. Yuvarlak bir turuncunun üzerinde yeşil bir yaprak. Bundan daha uyumlu bir görüntü nasıl olabilir ki.

Keşke, hem sembolü hem de kendisi daha çok olabilseydi. Şehri saran atmosferin portakal çiçeği kokusuyla dolu olduğunu hayal edin. Ağaçların dallarına kuşlar konup, şarkılar söylesin. Ağustos böcekleri ötsün. Gözleriniz renk deryasına dalsın. Ilık bir serinlik sarsın bedeninizi. Dünyanın cenneti başka neresi olabilir ki?

Portakal bahçelerinin nasıl yok edildiğinin öyküsünü içim burkularak dinledim. Nasıl kıyabildiniz bilmiyorum. Madem kıyılması bu kadar gerekli idiyse, bu katliam düzeyinde olmasaydı. Diyelim ki, bir furyanın akışına kapılıp bu yanlışı yaptınız. Hata yapmak insanoğluna özgüdür, diyerek esnek olmaya çalışıyorum, sabırla. Durmayı bilmek kaydıyla ilk hatanın affedileceğini varsayalım. Ancak, hata tekrar ediyorsa artık suç olmuştur. Artık suç işliyorsunuz. Çünkü yeni yapılan yerleşim alanlarında da aynı hata yapılmaya devam ediliyor. "Tarlama, bahçeme karışamazsınız" mı diyorsunuz. Karışırız efendim. Bahçe senin olabilir ama Yerküre herkesindir. Senin bahçen de Yerküre üzerindeki bir alandır. Siz herkese gerekli olan doğayı bozma hakkına sahip olamazsınız.

Akdeniz üniversitesinin yerleşke alanında, doğa tahrip edilmeden, çevre dokusu hem korunarak, hem de geliştirilerek yerleşim alanı haline getirilebiliyor. Demek ki;

Page 115: Fişek gül hinçal sürüm1

115

istenirse, bu yapılabiliyor. O halde, bu şehirleşmede neden gerçekleştirilemiyor? Öncelikle, bizler bu konuda duyarlı ve istekli olmalıyız. Şehir plânlaması yapılırken, bina ve sitelerin belli sayıda ağaç bulundurması zorunlu olmalı. Sadece binaların değil, yol boylarında da bu zorunluluk olmalı. Yaşamakta olduğunuz bu güzelliği fark edebilmek için bunu kaybetmenizin gerekmemesini dilerim.

Tek tesellim, kıyı boyunca, çok güzel düzenlenmiş parkların varlığı. Atatürk Parkından tutun da kıyı boyunca, Karayolları, DSİ, Tophane, Karaalioğlu, Fener, Gençlik Parkı, hepsi birbirinden güzel. İç kesimlerde de semtlere serpiştirilmiş parklar var. Buralar aynı zamanda, medeniyet göstergesi alanlardır.

Yat limanını çevreleyen parklardan baktığınızda, nefes alan eski Antalya evlerini görürsünüz. Bu evler bütün samimi güzelliği ile sizi gülümseyerek davet ederler. Karşınızdaki görüntüyü bir ressamın tablosu zannedersiniz. Sizi çağırmaktadır sessizce. Akdeniz sıcaklığı, denizin serinliği ile sizi ağırlamak istemektedir. Taş yığını gökdelenleriniz bu duyguyu verebiliyor mu?

Geçmişte olduğu gibi, bir gün, tüm Antalya’yı, portakal çiçeği kokularının sarmasını diliyorum.

Page 116: Fişek gül hinçal sürüm1

116

ÇİÇEKLERİN EN GÜZELLERİ İnsan yaşamında görünmez çizgilerin var olduğuna

inanıyorum. Adını her ne koyarsanız koyun, bazı şeyler isteseniz de tam olarak değişemiyor. Benim yaşamımda okul böyle noktalardan biri.

İrice bir çocuk olduğum için, 5 yaşımı bile doldurmadan ilkokula başlamıştım. O gün, bu gün yaşamımdan hiç çıkmadı okul. O kullar bitirdim, yine okula devam ettim. Bundan şikâyetçi değilim elbette. Meslek yaşamım da okulda geçti tabiî ki.

Emekli olup Antalya’ya yerleşmeye karar verince, bir ev almak istedim. Uzunca bir arayış, kıl payı ile vazgeçilen kararlardan sonra, farkında olmadan, bir ilköğretim okulunun karşısından ev almış buldum kendimi. Okul, işte yine yaşamıma girmeyi başarmıştı. Hiç yabancı olmadığım zil sesleri, çocuk cıvıltıları ile iç içe yaşayacaktım yine.

Okul bahçesinin başlangıç ve bitişin hizasında hız kesen tümsekler olmasına rağmen, sürâtle geçen araba sesleri ve yüreğimi ağzıma getiren fren sesleri ile sık, sık irkiliyorum. Okulun toplanma ve dağılma saatlerinde, mavi önlük beyaz yakalıkları ile Dünyanın en güzel çiçekleri kaplıyor her yeri. Mayıs ayında bu kadar çok çiçeklerden bahsetmişken, Dünyanın en güzel çiçeklerini unutmak olur mu?

Büyük şair, Ceyhun A. Kansu, yıkılan okul duvarının altında kalan öğrencilerine böyle sesleniyor. Onlara, Dünyanın tüm çiçekleri diyor. Türkiye’nin dört-bir yanındaki çiçek adlarını sayıyor onları öğrencilerine benzetiyor. Kaderleri, çileleri ne çok birbirine benziyor bu çiçeklerin. Bu şiiri, yıllarca, tam da yüreğimin içinde duyarak okudum. Hâlâ aynı tazelikte seviyor, aynı heyecanı duyuyorum. Onlar bizim çiçeklerimiz. Onların biyolojik bağları kime ait olursa olsun, çocuklar toplumundur. Geleceğimiz onların elindedir. Unutmayalım ki, ne ekersek onu biçeriz. Bu gün biz onları ne kadar sever önemsersek, yarın onlar bizi o kadar sever

Page 117: Fişek gül hinçal sürüm1

117

sayarlar. İşte bu yüzden, bu nadide çiçekleri koruyup, kollayalım. Çiçeklerimizi zehirlemek için okul önlerinde tuzak kuran, onların taze bedenlerini ve zihinlerini uyuşturmak için, fırsat kollayan kötü niyetli kişilere karşı uyanık olalım.

Delikanlılık, gerçekten de kanın deli aktığı bir dönemdir. Bu yüzden, gençler -çoğunlukla- her şeyi biraz abartılı yaşarlar. Bu abartıların, kendilerine ve birbirlerine zarar verir hale gelmesine engel olalım. Nasıl mı? Çok basit. Fazla gelen bu enerjiyi iyi şeylere yönlendirelim. Her çağdaş insanda mutlaka olması gereken uğraşılar edinmeli. Spor, müzik. V.b. Sadece okul derslerinde başarılı olmak, yaşamda da başarılı olunacak anlamına gelmez. Edineceği uğraşılar, onun sosyalleşmesinde çok etkili olacaktır.

İnsanlar avcı- toplayıcı toplumdan, yerleşik yaşama geçtikleri günden beri okula gereksinim duymuşlardır. Belki adı, okul değildi o zamanlar. Ama yapılan iş, eğitim öğretim ise bu kurumlar okuldur. En belirgin olarak, zigguratlardan başlayabiliriz. Bu tapınaklar aynı zamanda okul idiler. Mısır kültüründe, firavunlar dönemindeki kâtipliğin önemine bakarak burada da eğitimin önemli olduğunu görebiliriz. Orta çağ Avrupa’sının karanlığı çökene kadar, bilim özgür bir şekilde devam eder. Ninova, Bağdat, İskenderiye gibi kütüphaneler de devrin eğitim merkezleri olmuşlardır. Bilimin aydınlığından korkan istilacılar, önce kütüphaneleri yakmışlardır.

Bir tomurcuğun patlama anını hiç gördünüz mü? Çiçeğin tazecik başını gösterip, Dünya’ya merhaba dediği anı? Saniyeden daha kısa bir zamandır o an. Doyulmaz bir heyecan anıdır. Taptaze bir renk çıkar ortaya. Güneşle tanışıp selâmlaşmaya başlamıştır bile.

Ben, binlerce, milyonlarca kez görmüş olmalıyım. Dersi dikkâtle dinleyen öğrenciler, içi dolu, patlamaya hazır tomurcuklar gibidirler. Sınıf tek yürek gibidir. Sınıfta sessizlik hakimdir. Konuyu ilk anlayan öğrencinin gözlerinde,

Page 118: Fişek gül hinçal sürüm1

118

saniyeden az bir zamanda bir ışığın yanıp geçtiğini görürsünüz. İşte ilk tomurcuk açmıştır. Sonra birkaç tomurcuğun açtığını görürsünüz. Ardından mısır patlar gibi, ışıklar yanmaya başlar. O ne güzel andır! İşte, tomurcuklar açılmış, her yer çiçek tarlasına dönüşmüştür. Sınıf ışık deryası ile aydınlanmıştır. Öğretmen de bu renk ve ışık deryasında yüzmenin, hazzını yaşar.

Öğrenciler böyle dersleri çok severler. Bu arada çoğunlukla bekledikleri teneffüs zili çalar. Bu kez, aaa.. diyerek olumsuz sesler çıkarıp, çıkmaz istemezler. Bazıları teneffüse çıkmamayı teklif ederler. İyi bir öğretmen, çiçeklerinin dinlenme zamanlarına engel olmaz.

Dünyanın en güzel çiçeklerinin, her gün yeni bir renkle, yeni bir ışıkla açılmalarını istiyorum.

Page 119: Fişek gül hinçal sürüm1

119

RESSAMIN SARI İNEKLERİ Hayvanları sevmesi kadar ilginç kişiliği ile hafızama yer

etmiş, dost bir insandan söz edeceğim. Yaklaşık 7 yıl birlikle çalışmıştık Onunla. Ancak yakınlığımız uzun yıllar sonra yani Fişek geldikten sonra başlayacaktı. O zamana kadar sadece bir resim öğretmeni olarak gördüğüm bu kadının derin duygu dünyasını fark edecek, anlamaya başladıkça da dostluk temellerimiz atılmaya başlayacaktı.

Bu güzel dostumun tevazu dolu yaşamına duyduğum saygıdan dolayı adını ve ailesini açıklamayacağım. Teneffüslerdeki kısa sohbetlerle başlayacaktı dostluğumuz. Babasının kaymakamlığı döneminde yöremizde bulunmuşlardı. (Sonra uzun yıllar Elâzığ valiliği yapıp emekli olmuştur.) Ancak bu kısa geçmişi satır aralarında öğrenmiş bulunmaktaydım. O, babasının iyi bir NÜ sanatçısı olmasıyla övünürdü. Belki de resme bu yüzden yönelmişti.

Akademiye gitmiş, mezun olunca çizgi film yapımında ve dergilerde çalıştıktan sonra öğretmenlikte karar kılmıştı.

Çocukluğumuz, geleceğimizin sinyalleri ile doludur. Ama

o yıllarda bunu bilemeyiz. Arkadaşım, Tefenni de ilkokula giderken, fırsat buldukça ekin tarlalarına kaçıp, ekinlerin içine yatarak, gökyüzünü seyredermiş.

Page 120: Fişek gül hinçal sürüm1

120

(Ben de Onun tablolarındaki gökyüzünü seyretmeye doyamazdım.) Bu doğa aşığı iki kadının hayallerinden biraz söz edelim. Bu hayaller otuzlu yaşların ortalarında kurulmuştu. Hayaller genç kızlıkta kurulur gibi gelse de bence her yaşta kurulmalı. Benim, hâlâ hayallerim var. Çünkü hâlâ yaşıyorum.

Doğu Karadeniz'de evlerimiz olmalıydı. Tabi ki komşu

olmalıydık. O, sarı inekler besleyecekti. Ben ise, kazlarımın ve ördeklerimin de olmasını istiyordum. Onların yürüyüşleri bana çok hoş gelir.

Bu sohbetlerimiz sırasında bana bir özlemini, sır gibi açıklayacaktı. Ahır kokusu özlediğini söyleyecekti. Yok artık, daha neler demeyiniz. -Ben de bunu hâlâ çözebilmiş değilim- Ayrıca ben O’nun ahır görmüş olacağına bile inanamıyorum. Yaş tezek kokusunun neyi özlenebilirdi ki.

Uzun yıllar büyük şehirde yaşamış olmanın verdiği bir reaksiyon olarak yorumladım. Ama hep de merak ettim.

Aklımda kalanları çözme sürecini yaşadığım şu

Page 121: Fişek gül hinçal sürüm1

121

günlerde, geçtiğimiz Eylül ayında bir şey bahane ederek bir köye gittim. Ahır kapısının eşiğinde durdum. İki sıra halinde dizilmiş ala (siyah-beyaz) ineklere baktım. Ahıra baktım. İlginç olan bir şey göremedim. İnekler başlarını kaldırıp, git işine der gibi şöyle bir baktılar bana. Sonra yemlerini yemeye ve ıslak kara burunlarını yalamaya devam ettiler. O, bilmediğim duyguyu yine yakalayamamıştım.

Doğasever iki dostum, Esat ve Ökkeş'e konuyu açtım. Onlar da arkadaşımla hemfikir idiler. Ahıra karışan kokulardan söz ettiler. Ter, nitrik asit… ve ineklerin memelerine bulaşan süt kokusundan söz ettiler.

Doğrusu, duyguyu yakalayamamıştım ama süt kokusu sözü içimi ısıttı. Buzağıların karınları doyunca nasıl kıç atarak koştuklarını anımsadım Kuzular da ön ayaklarıyla diz çökerek emerler annelerini. Sevinçle kuyruklarını sallarlar. O sürünün içinde nasıl arar bulurlar birbirlerini Meleşir kavuşurlar. Etraf bayram yerine döner.

Sevgili anneler ve babalar, Tanrı kuzularınızdan ayırmasın Sevgiler. EK: 2012’den beri Yağca köyüne, haftada bir gün süt almaya gidiyorum. Ahıra da giriyorum. Bu kokunun artık beni rahatsız etmediğine hayretle tanık oluyorum.

Page 122: Fişek gül hinçal sürüm1

122

İKİ ŞEKER Çok sevimli, çok şirin şeylere "çok şeker" deriz, sıklıkla.

Bu gün hayatımda çok şeker iki canlı var. Biri Aslı diğeri onun misafir köpeği Boncuk.

Aslı’nın kendisi de misafir. İki gün önce tanıştık onunla. Komşum olan halası Ayşe, kapımı çalıp, gururla tanıştırdı beni, bu cici kızla. Az hissedilen bozuklukta bir Türkçe ile konuşan 10-11 yaşlarında cin gibi bir kız çocuğu duruyordu karşımda. Türkiye’de olmak Onu heyecanlı ve mutlu kılıyordu. Sevgi dolu olduğu hemen hissedilen bu çocuk, başarılarıyla bu tatili hak etmişti. Üstelik yalnız gelmişti. Ülkesini ve akrabalarını tanıyacaktı. Deniz, güneş ve çiçeklerin cenneti Antalya’nın tadını çıkaracaktı.

Saçlarını boncuklarla ördürmüş, havuzlar plajlar arasında koşup duruyordu. Halası çalıştığı için, her gün bir başka akrabası alıyordu Aslı’yı. Yatmaya hazırlandığım bir akşam, balkon kapısını kapatıyordum. Beni çağırıyor, bir sürprizleri olduklarını söylüyorlardı. Aslı’nın heveslerini kırmamak için gittim. Çünkü çocuklara verilecek en güzel hediyenin, onların duygu dünyasını zenginleştirecek olan "güzel anılar" olduğuna inanırım.

Aslı, daha dış kapıda anlatmaya başlamıştı bile. "Benim artık bir köpeğim var" diyordu. Adı, Boncuk. Boncuk, kucağıma geldi. Seviliyor ve iyi bakılıyordu. Ama onun biraz buruk olduğu da hissediliyordu. Karpuzkaldıran kampına gelmiş, subay bir ailenin köpeğiydi. Onu kampa almadıkları için Ayşe misafir edebileceğini söylemiş, böylece herkes mutlu olmuştu. Bu mutluluktan bana da pay düştüğü için memnunundum.

Boncuk’un durgunluğuna Aslı’yı biraz üzüyordu. Yemek yemiyordu Boncuk. Ona biraz zaman tanıması gerektiğini söyledim. Çünkü o ailesinden ayrılmıştı. "Ama biz de çok

Page 123: Fişek gül hinçal sürüm1

123

seviyoruz" diyordu. "Halanı seviyor musun" dedim. "Evet" dedi. "Ama aileni

de seviyor ve özlüyorsun değil mi?" Ne söylemek istediğimi hemen anladı ve "tamam" dedi.

Akrabaları onu aldıkları zaman, bazen Boncuğu bana bırakıyordu. Benim yaşamımda oldukça renklenmişti.

Boncuğa bakmak çok zevkliydi. Uslu ve sevecen bir köpekti. Günü gelip onu yolcu ettikten sonra Aslı ile başka hayvan maceraları yaşayacaktık.

Teşekkürler şekerlerim.

Page 124: Fişek gül hinçal sürüm1

124

SU İLE GELEN CAN: CANSU İlk çağ filozofları Dünya’nın toprak, su, hava ve ateşten

oluştuğunu savunmuşlardır. Her birinin yaşamımızdaki rolü yadsınamaz. Yaşamsal tüm olaylar, bu dört temel öğeye dayanıyor. Doğayı korumak, bu anlamda da çok önemlidir.

Yaz sıcaklarının çok yoğun yaşandığı şu günlerde, geceleri genellikle pencereler açık yatılıyor. Gecenin sessizliğinde her ses duyuluyor. Üç gecedir sürekli miyavlayan bir kedi sesi duyuyorduk. Enik, feryat figan ağlıyordu. Yan apartmanlardan bir bey kediyi el feneri ile aramış, bulamamıştı.

O akşamüstü, birkaç çocuğun "o teyzeye götürelim" dediklerini duyuyordum. Benden söz ettiklerine göre büyük bir olasılıkla bir hayvan problemi olmalıydı.

Kedi eniğini getirdiler. Son anlarını yaşıyor gibiydi. Artık sesi bile çıkmıyor, ağzını açıp-kapatıyordu. Bu arada son bir gayretle, sol ön patisini bana uzatıyor, "ne olur kurtar" diyordu sanki. Allahım, ne yapmalıydım. Su vermeye çalıştım, içmiyordu. Son dakikalarını yaşadığını anlıyordum. Bana uzattığı patisini çaresiz bir şekilde tutuyordum.

Belli ki çocuklar onu sevmek için annesinden ayırmışlardı. Sıkılınca da sokağa atmışlardı. Sevmek bu mudur? Hiçbir sorumluluk duymadan, bir canı onu yaşama bağlayan annesinden koparmak, ne büyük acımasızlık. İşte bizim eğitimimiz eksik yanlarından biri de, bu İnsanî değerlerin tanınmaması, yaşamsal değerlere saygı duyulmaması. Bunlar önce ailede verilmeli, sonra da örgün eğitimle de pekiştirilmelidir. Bunları bir yerlerde aramamıza gerek yok. Kaybolan kültürümüze bakmamız yeterli.

Kadınlar ve çocuklar, toplanmış kediyi seyrediyorlardı. Oralarda bir şeylerle meşgul olan komşumuz, Turan Bey yanımıza geldi. "Bu hayvanın bütün vücudu susuz kalmış hocam" dedi. Bir leğende biraz su getirmemi istedi. Kediyi

Page 125: Fişek gül hinçal sürüm1

125

içine yavaşça koydu. Avucuna aldığı suyla, sırtını ve bütün vücudunu ıslatmaya başladı. Titremeleri azalmaya başladı. Hareket etmeye başladı. Ayaklarının üzerine kalkmaya çalışıyordu. "miyav" dedi. Canlanmıştı. Suyla gelen bu cana Cansu adını verdik, Cansu yeniden yaşama merhaba diyordu. Biberonu bile alamıyordu, damlalar ile besliyordum onu. Herkes gidince Cansu, bana kalmıştı tabiî ki. Bir canlının sorumluluğunu alabilecek durumda-değildim. Ancak, onu besleyebilir, evin çevresinde büyütür doğasına bırakabilirdim. Gecenin ilerleyen saatlerinde Cansu yine ağamaya başlamıştı. Annesini arıyor olabileceğini düşündüm. Sabah karşılaştığım manzara, korkunçtu. Özellikle yapıldığını anlamamız için, boynuna taktığımız kurdele çözülmüş ve bodruma inilen merdiven çukuruna atılmıştı. Bunu çocuklar yapmış olamazdı...

Kendimi, sadece insanın acımasızlığı karşısında çaresiz hissederim. Cansu’yu eve almak zorunda kaldım. Aslı sık, sık Cansu’ya bakmaya geliyordu. Dışarıda olacağım günler, bazen Sıla, bazen Aslı yardım ediyorlardı. Aslı’nın misafir köpeği de ailesinin yanına gitmişti. Aslı, tutku ile bağlandı Cansu’ya.

Her gün Onu telefonla arayan babasına Cansu’nun maceralarını anlatıyordu. Babası isterse onu Almanya’ya getirebileceğini söylemişti. Aslı’nın mutluluğunu anlatmaya hiçbir kelime yetmez. Aşılarını yaptırdık. Yasal gerekleri yerine getirdik. Yol hazırlıklarını tamamladık.

Aslı vedalaşmaya geldiğinde, Cansu’ya iyi bakacağını söylüyor, diğer yandan, sanki bir yetişkin edasıyla ayrılığı olgun karşılamaya çalışıyordu.

Cansu, Aslı’nın kedisi olarak Berlin’de yaşıyor şimdi...

Page 126: Fişek gül hinçal sürüm1

126

Page 127: Fişek gül hinçal sürüm1

127

YİNE SAÇLARIM YANIYOR Her yaz saçlarım yanıyor. Ateş sadece bir teline düşse

bile aniden, tüm saçlarım, cızırtılar çıkararak, kontrolü olanaksız bir hızla yangına dönüşüyor. Ağlıyorum. Ta kalbimin derinliklerinden gelen acı ile ağlıyorum.

Şampuan reklâmlarında gördüğümüz, siyah, kumral, kızıl, sarı renkleri olan, renkleri kadar, düz, dalgalı veya kıvırcık saçların her biri ayrı bir güzel değil midir?

Tıpkı; meşe, gürgen, kızılçam karaçam, selvi, söğüt, kavak v.b.Yer kürenin, güzel saçlarıdır onlar. Orman altı bitkileri ise yeniden çıkan saçlar gibidir.

İşte bu yüzden; ne zaman orman yangını haberini duysam, saçlarım yanıyor gibi hissederim. Benimle birlikte yüzlerce, binlerce insanın saçının yandığını görürüm. Ağaçlar da ağlar. Yanarken çıkardıkları cızırtılar, onların çığlıklarıdır. Ayakları yok ki kaçabilsinler. Ağlaya, ağlaya yanmaya devam ederler içinde yaşayan canlıların da kaçacak yerleri yoktur. Çünkü onların Dünyası sadece bu ormandır. Onları yakmayı tasarlayan beyinlere, onları yakan ellere ne demeli bilmiyorum. En azından "yazıklar olsun size" diyorum. Bir gün, bu canların, hesabını umarım verirsiniz.

Kırık bir cam parçasının çok ısınması veya yine insan ihmalinin etken olduğu birçok nedenle orman yangınları çıkabilir. Bir zamanlar, tarla açmak amacıyla ormanların yakıldığı söylenirdi. Şimdi de başka amaçlar ağır basıyor. Yangının, üzerinden biraz zaman geçince, buralara büyük otellerin veya çok katlı sitelerin dikildiğini görüyoruz. Bu bindiği dalı kesen, para hırsından gözü dönmüş insanlara, söylenecek hiçbir sözün anlamı yok.

Page 128: Fişek gül hinçal sürüm1

128

Peki, yaptıkları yanlarına kâr mı kalmalı. Hayır. Kesinlikle yargılanıp, cezalandırılmalı. Hem de cinayet suçundan yargılanmalı. Çünkü yaptıkları cinayet değilse, nedir?

Şu yangını söndürün lütfen. Su, köpük ile değil, edep,

ahlâk, merhamet duyguları ile söndürün. Ormanların yaşaması, tüm canlıların yaşaması demektir.

Yeryüzü, güzel saçlarını savurmaya devam edebilsin.

Page 129: Fişek gül hinçal sürüm1

129

SEVGİNİN KEŞFİ Bir şeyin görüntüsünden hoşlanmak veya içgüdülere

dayalı bu yakınlık duymak, sevgi değildir. Çünkü sevgi kolay elde edilen bir duygu değildir. Bu yüzden elde ettiğimiz sevgileri korumayı, onları canlı tutmak için çaba göstermeyi, bilmeliyiz. Sevgi denen bu narin çiçeğin, bakımı emek ister. Kendine verilen önem ve değeri zaman, zaman somut örneklerle görmek ister. Etkilere açık, bazen de tepkiseldir sevgi. Kısacası onu elde etmek kadar, elde tutmak da zordur.

Sevgi; sevilecek şeyi tanımakla başlar. Kendimizi tanıdıkça severiz. İnsan ömrü, insana, kendisini öğrenmesi için verilmiş bir bağıştır. Tanımak, giderek bilmek, sevgi için atılan en önemli adımlardır. Kendimizi, insanları, doğayı, hayvanları tanıdıkça severiz. Sevginin besin kaynağı; akıl, iyi niyet, hoşgörü, anlayıştır, Kısacası emektir sevmek. Emek vermeyi bildiğimiz sürece, çevremiz sevgilerle doludur. İhmal edersek, bizi terk edip gittiğinden haberimiz bile olmaz.

Hastalıklı bağımlılıkları, sevgi ile karıştırmamak gerekir. Karısını evden çıkarmayandan tutun da 30 yerinden bıçaklayan adama kadar, pek çok örnek var yaşamda. Çocukların, hayvanlarla oynamak için, onlara zarar vermeleri, Bitkilere acımadan kıyan insanlar. Bunların, sevgi ile açıklamasının yapılması, büyük bir yanlıştır. Sevgi öldürmez, yaşatır, Ağlatmaz, güldürür. Üzmez, sevindirir.

Sevgi; özgür ruhlara sunulmuş, güzel bir bağıştır. İnsanı kin, nefret, gibi kötü duygulardan arındırır.

Yaşamın ve tüm bilimlerin amacı; insanın ve doğanın sırlarını çözmektir. Bu sırların çözülmesi, yaşamı daha kolay hâle getirmek kadar, bence, sevginin önemini de vurgulamaktadır.

Doğanın bize cömertçe sunduklarının değerini

Page 130: Fişek gül hinçal sürüm1

130

bilmiyorsak, hormonlu yiyeceklerden yakınmaya hakkımız yoktur. Kendimize şu iki soruyu sorarak başlayabiliriz işe. "Şimdiye kadar, doğayı korumak için ne yaptım." "Kendimin dışındaki, yaşamların öneminin ne kadar farkındayım." Daha önemlisi, "Kendimin ne kadar farkındayım." Bu sorular bize önemli yol göstericiler olacaktı. Samimiyet ve dürüstlüğü de unutmamak kaydı ile.

Kendinizi sevin, kendinizle barışın sözlerini sık, sık duyar olduk. İnsanların büyük bir çoğunluğu, bunu çok yüzeysel bir anlamda anlayarak, aynadaki görüntülerini kavramaktalar. Ya da her konuda haklı olduklarını sanmalarına neden olmaktadır. Oysa burada sözü edilen, yanlışlarınızı tespit edip, onlardan kurtulun.

Kendinizi geliştirin, içsel barışınızı tamamlayın denmek isteniyor. Kendinizle barışmanız, doğa ve hayvan sevgisine atılmış çok önemli, bir adım olacaktır.

Öğrencileri, teorik bilgiler bombardımanına tutmak, çağdaş, uyumlu ve başarılı olmalarına yetmiyor. Havuz problemini çözmüş olmak yaşam sorunlarını çözmeye yetmiyor. Bu yüzden, en iyi okulları bitiren kişilerin bile, yaşamda ne kadar acemi kaldıklarını görmekteyiz. O halde

Page 131: Fişek gül hinçal sürüm1

131

önce birey olmanın özelliklerini kazanmalı, sonra da doğa dostu olmayı öğrenmeliyiz. Ancak, o zaman, kendimizin ve doğanın dostu olabiliriz.

İnsanın gelişiminde ruh ve beden sağlığı ön plâna çıkarılmalı, bilimsel gerçekler onun üzerine inşa edilmelidir. Sevgi, uyum ve barışa ulaşmanın başka yolu yoktur.

Page 132: Fişek gül hinçal sürüm1

132

SAFİYE İLE CİHAN 1971 Burdur depreminde, evimiz çok hasar görmüştü.

Herkes gibi, biz de çadırlarda kalacaktık. Ailem, beni Gerede’deki akrabalarımın yanına göndermişlerdi.

Akrabalarımın üç tane genç kızları vardı. Safiye, Refiye ve Nazife. Bir de ben katılınca, dört genç kız olmuştuk. Günler, o kadar güzel geçmeye başlamıştı ki, yaşadığım felâketi, neredeyse unutmaya başlamıştım. Çok uyumlu ve çok neşeliydik. Nelere gülerdik, bilmiyorum, ama çok güldüğümüzü hatırlıyorum. İki büklüm olup yerlere kapanacak kadar çok gülüyorduk. Anneleri, bizi ikaz etmekten bıkardı. Sonunda bazen O da bize katılırdı. Akşam babaları gelince, hepimiz uslu kızlar olur, çıt çıkarmazdık. Babasının hâl hatır sorularına, çok kibar cevaplar verirdik. En muzip olanımız Nazife idi. Gündüz yapılan komiklikleri hatırlatan bir işaret yaparsa, odadan dışarı fırlayıp, yine gülerdik. Nazife’nin dediğini yapmazsak, bizi babasına şikâyet edeceği tehdidini savururdu. O’nun oyun-bozanlık yapmaması için, istediğini yapardık. En sakin mizaçlımız Refiye idi. O’nun esprileri, düz cümlelerin arasında geçerdi. Fark ettiğimiz zaman, yine gülmekten katılırdık. En büyükleri Safiye idi. Ben O’nu Sophia Loren’e benzetirdim. Hatta Ondan bile güzel bulurdum. Beyaz tenli, elâ gözlü, dal gibi uzun boylu bir kızdı. Dimdik duruşu ve güzel yürüyüşü ile, her giydiğini yakıştırırdı. Hafta geçmez, Safiye’ye görücü gelirdi. Böylece, bize, yeni gülme konuları bulunmuş olurdu. Nazife, bin-bir türlü taklitler yapar. Bazen görücülerin konuşmalarını duymak için kapı dinlediği olurdu. Bunlar bile gülmemiz için yeterli olurdu.

Ben döndükten sonra, Safiye’yi esnaftan bir gence vermişlerdi. Müstakbel eşi Zeki, çok iyi bir gençti. Temiz huylu, çalışkan ve dürüsttü. Evlendiler. Çok da mutlu oldular. Çok geçmeden, beklenen haber de gelmişti. Safiye, hamileydi. Bütün anneler gibi, ilk bebeğine, heyecanla

Page 133: Fişek gül hinçal sürüm1

133

hazırlanıyordu. Beklenen gün gelmiş, Safiye’nin bir oğlu olmuştu. İlk torun ve ilk çocuktu Cihan.

Cihan, çok güzel bir bebekti. Ancak, bir şeyler yolunda değildi sanki. Doktora gittiler. Cihan’ın, özürlü bir bebek olduğu, anlaşılmıştı. Sadece başını hareket ettirebilecek, vücudu büyümeyecekti. Hep bir kundak bebeği olarak yaşayacaktı. Duyacak, ama konuşamayacaktı. Haberin şoku yaşanıyordu. Sevinç yerini hüzne bırakmıştı. Hastalığın nedeni, kan uyuşmazlığı idi.

Safiye, kendini toparlamayı bildi. Oğluna hiç özürlü muamelesi yapmadı. Zeki ve Safiye, biricik oğulları Cihan’ı her zaman çok sevdiler. O’na çok iyi baktılar. Safiye O’nu, hep kollarında taşımaktan, hiçbir zaman, en ufak bir yılgınlık göstermedi. Her zaman en önemli uğraşı, biricik oğlu Cihan’ı oldu. Her zaman sevgi dolu sözlerle sevdi oğlunu, Zeki de hep iyi bir baba olmaya çalıştı. Dışarıdan geldiği zaman, önce oğlunu sever, onun çıkardığı seslerden ve gülücüklerinden mutlu olurdu. Çevrenin sözleri Safiye’yi yaralıyordu, ama asla yıldırmıyordu. Biricik oğluna söz söylenmesini istemiyordu. Acımasız ve kendini bilmez insanlardan "ölse de kurtulsan" diyenler bile oluyordu. Safiye, hemen oğlunu bağrına basar, saçlarını koklar, öperdi. "Allah korusun" derdi. Cihan’ın askerlik yoklaması da gelmişti. Anne-babası, O’nu kucaklarında götürmüşlerdi. Safiye bunu sıkça söylerdi. Hangi duygularla anlatırdı bilemem.

Sonradan, normal iki kızları oldu. Anneleri Onlara Cihan’a "abi" demelerini öğretmişti. Kızlar da, anne ve babalarından gördükleri gibi Cihan’ı hep sevip, saydılar. Kızlar, okudular. Güzel işleri ve iyi evlilikleri oldu.

Safiye, 30 yıla yakın oğlunu kollarında taşıdı. Şimdi, kızlarından olan torunlarını kollarına alıyor. Özürlü olmak suç değildir. Yaşlılara, çocuklara ve özürlülere sahip çıkmak uygarlığın bir gereğidir.

Page 134: Fişek gül hinçal sürüm1

134

ÇANAKKALE, YEMEN VE DEDELERİM Türküleri severim. Hele iki türkü vardır ki; yüreğimi ta

derinden titretir. Bu türkülerden birisi, Çanakkale içinde vurdular beni Ölmeden mezara koydular beni. Of, gençliğim eyvah. Diğeri ise; Ah o Yemen’dir Gülü çimendir Giden gelmiyor Acep nedendir. Diye başlar, acı öyküsünü satırlara yansıtarak devam

eder. Çocukluğumda dinlemiştim, bu türkülerin öykülerini. Her dinleyişimde halen boğazım düğümlenir.

Dedemin babası, Çanakkale’de şehit olmuştu. Anneannemin babası da Yemen‘de esir olmuş. Hikâyeyi, büyük teyzemden dinlemiştim.

Yayla zamanı (Mayıs - Haziran ayları), annesi, kızları ve koyunları ile yaylaya çıkarmış. Atlılar gelirmiş, yayla meydanına. Gelenin dost mu, düşman mı olduğunu nal seslerinden tanırlarmış. Büyük teyzem nal seslerini o kadar canlı anlatıyordu ki, ikimiz de nal sesleri duyuyor gibi olmuştuk.

Kuvva-yi Milliye’cilerin nal seslerini duyunca, sevinçle koşarlarmış, yayla meydanına. Herkes evinde ne varsa (yağ, yoğurt, somun ekmek) götürürlermiş. Yabancı at seslerini duyunca, anneleri, kızlarını ağıla indirir, koyunların

Page 135: Fişek gül hinçal sürüm1

135

arasına saklarmış onları. Koyun gibi görünsünler diye, üzerlerini beyaz örtü ile kapatırmış. "Sonra" dedi. İçini çekti büyük teyzem. "Bir gece kapımız çalındı. Anam sertçe bağırdı "kim o?" Dışarıdaki ses, "Açın kapıyı benim" diyordu. Anam fırlayıp, kapıyı açtı. Tanımıştı sesi. 10 yıldır duymadığı, döneceğinden pek de umutlu olmadığı, bu sesi hemen tanımıştı. Nasıl tanımazdı. Canı, yüreği, sevdiği, kocası gelmişti.

Kapıda, saçı sakalı birbirine karışmış, üstü başı, yırtık- pırtık dağ gibi bir adam gülümseyerek duruyormuş. Yataklarından doğrulup oturmuş olan, anneannem ve ablası, şaşkın bakıyorlarmış, bu dev adama. "Yavrularım, ben geldim" demiş. Kızlar, fırlayıp sarılmışlar, babalarının boynuna.

Büyük dedem, Yemen‘de esir düşmüş. Orada kaç yıl kaldı bilmiyorum. Dönüş yolunun da kaç yıl sürdüğünü bilmiyorum. Esir kampından dirsekleri üzerinde kilometrelerce sürünerek kaçtığını ve de evinden 10 yıl ayrı kaldığını biliyorum.

Yani, O giderken 3-5 yaşlarında olan kızları, 13-15 yaşlarına gelmişlerdi. Karşılaşmayı hayal etmeye çalışıyorum. 10 yıldır görmediğiniz, sağ olup olmadığını bilmediğiniz, babanız çıkıp gelse ne yaparsınız? Herhalde sevinçten çıldırır insan.

Son günlerde, bu savaşları yok sayan, yazılar okuyorum. Öfkem kabarıyor doğrusu. Türküler, kolay yazılmaz. Hangi türkü, yaşanmadan yazılmıştır? Hiçbiri.

Ne adına olduğu belli olmaya, sonu pek de iyi görünmeyen, uluslar arası anlaşmalara imza atan iktidarlara da sesleniyorum.

Dedelerimin kemiklerini sızlatmayın.

Page 136: Fişek gül hinçal sürüm1

136

HURREM SULTAN Sokak kedilerini besleyen komşum, bir süreliğine onları

bana emanet etmişti. Çok çabuk alıştılar bana. Öğün vakitleri gelince, miyavlamaya başlayarak beni çağırıyorlardı. Oldukça hoş vakit geçiriyordum onlarla. Komşum, döndüğü zaman, arada bir bana dolaşsalar bile, komşuma geri dönmüşlerdi.

Antalya’nın yüksek kesimlerinde gözleme yapan bir kır evine gitmiştik. Arkamda beni koklayan, bir nefes hissettim. Dönüp baktığımda, bunun bir köpek olduğunu gördüm. "N’aber canım" dememle birlikte, boynuma atıldı. Onu, biraz, okşayıp, sevdim. Bize servis yapan 10-11 yaşlarındaki kıza sordum. "Adı ne?" Gülümsedi, "Caner" dedi. Ve ekledi, "Adını ben koydum." Ben de gülümsedim. Doğrusu benim de hoşuma gitmişti bu isim.

Aynı hafta, Aydınkent’in (İbradı) bir köyünde, birkaç gün konuk oldum. Muhtarın, bir kangal köpeği vardı. Genç, dinamik, oyuncu ve çok akıllı bir köpekti. Tabi ki, yine adını sordum. "Çocuklar, Hürrem Sultan koymuşlar" dedi. Çok hoş, çok ilginç bir buluştu bu. Aslında, farkında olmadan bir gerçeği yansıtmışlardı. Kangal cinsi, köpeklerin sultanıydı. Dünyanın en iyi cinsleri arasında, kangal, ilkler arasındadır. Ben, Ona sadece Hürrem diyordum, diğer büyükler gibi.

Hürrem, huzursuzdu. Çiftleşme dönemi gelmişti ve bu ilk çiftleşmesi olacaktı. Sabaha kadar havlıyor, uluyarak erkek köpekleri çağırıyordu. Sahipleri ise, ırkının bozulmaması için, ona izin vermiyorlardı. Aydınkent’te bir üzüm bağını bekleyen, erkek bir kangal vardı. Hürrem’i, oraya götürmeyi düşünüyorlardı.

İnsanların, işleri yoğundu. Hürrem ise, o denli sabırsızdı. Umarım, Hürrem’in bu gereksinimi karşılanmıştır.

Oradan ayrılırken, Hürrem’in, kara burnunu, kara gözlerini sevdim, sırtım okşadım. Yanından ayrılmamı

Page 137: Fişek gül hinçal sürüm1

137

istemiyordu. Biz insanlar, böyleyiz sevgili Hürrem. Hep bir yerlere gideriz. Senin, bunu anlaman olanaksız. Çünkü senin yaşamında, sadece doğal gereksinimlerin vardır. Beslenmek, barınmak, uyumak, korunmak ve çoğalmak vb. Oysa insanların, bu doğal yaşama ek başka yaşamları vardır. Sosyo-kültürel dediğimiz, yani toplumsal yaşamdır bu. Bizler, bu yaşama öyle kaptırırız ki kendimizi, günlük işler, doğal yaşamın önüne geçer.

İşte, toplumsal yaşam yüzünden, hep hareket halinde oluruz biz. İşte bu yüzden, ayrılmak zorundayız, sevgili Hürrem. Ama senin güzelliğini ve özellikle de adını hiç unutmayacağım.

Hoşça kal güzel kız.

Page 138: Fişek gül hinçal sürüm1

FİŞEK, HEYBELİADA’DA Okullarda, Mayıs ayı geldiğinde, konular azalmış, ısınan

hava ile birlikte, gençlerin kanı iyice coşmaya başlamış olur. Okul gezisi yapmak için ısrarlar da bu zamanlara rastlar. Bu ısrarlarla, en çok karşılaşanlardan biri de (coğrafya öğretmeni olarak) ben olurdum. Okul müdürümüz, sosyal faaliyetlerin yararına inanan biriydi. Bu yüzden izin işleri çabuk yürürdü.

Birkaç öğretmen arkadaşım ve velilerin yardımlarını alarak, gezi düzenlerdim. Böylece, hem ben, öğrencilere baskı kurmak zorunda kalmazdım. Hem de veliler bu işbirliğinden, çok memnun olurlardı. Gezi plânımız tamamlanıp, hazırlık aşamasına geldiğimizde de, bu kez, Fişek de gelsin, ısrarları başlardı. Fişek, okul gezilerine bayılırdı. Nasıl sevinmesin, hem birçok arkadaşı olacak, hem de annenin yanında olacaktır. Bu yüzden, Fişek, okul gezilerinin müdavimlerinden olmuştu. ( Bu özelliği ile Fişek, okul yıllıklarında, çok yer almıştır. Şamata sayfalarında, bazen fotoğrafı konularak, bazen de karikatürü çizilerek, ona da yer verilirdi.)

138

Page 139: Fişek gül hinçal sürüm1

139

Ön koltuk ve boşluk, Fişekle benim olurdu. Böylece öğrenciler de rahat olurlardı. Fişek, arabaya binmeyi çok severdi. Bir keresinde, bu memnuniyetini ifade etmek için, şöförün, yanağına bir şlap! (öpücük) atarak ifade etmişti. Şoför, neye uğradığının şaşkınlığı içindeyken, öğrenciler gülmekten kırılıyorlardı.

Lise son sınıflarla, TEMA vakfının, Yalova’daki ağaç

müzesine gitmeye karar vermiştik. Vapurda, ilginç (Fişekli) maceralar yaşanmıştı. Müzede (haklı olarak) Fişeği içeri almadılar

Page 140: Fişek gül hinçal sürüm1

140

Dünyanın dört bir yanından getirilmiş, bu ağaçlar, sesten bile rahatsız olabilirlerdi.

Hatta yere sert basmak bile yasaktı. Biz de tüm kurallara uyarak, müzeyi gez-dik. Okulumuza dik-mek üzere bir de ağaç satın aldık. Okulun giriş kapı-sına yakın bir yere diktik. Bu olay hepimizi çok mutlu etmişti. Yıllar sonra bile, o ağaç, bize gezimizi anımsa-tacaktı. Hem de ağaç dikmenin zev-kini hep birlikte yaşamıştık.

Bu geziyi duyan

Page 141: Fişek gül hinçal sürüm1

141

diğer sınıflar, kendilerini de bir yerlere götürmem için yalvarıyorlardı.

Çaresiz, bir gezi daha düzenledim. Yine birkaç anneyi davet ettim. Öğretmen arkadaşlarımdan, kimlerin müsait olabileceğini düşünürken, bir tanesi geziyi duymuş, katılmak istediğini söylemişti. Her meslek grubunda zapt edilmesi zor insanlar vardır. Bu arkadaşımız da bunlardan biriydi. Öğrencilere mi O’na mı göz-kulak olacaktım, bilmiyordum. Heybeliada’ya gidecektik. Gezi plânımızın ne olduğunu bilmeden, gruba hâkim olmaya çalışıyor, beni zor durumda bırakıyordu. İlk sorun, oturulacak yer konusunda çıkmış, grup ikiye ayrılmıştı. Gezinin tadının kaçmaması için kırıcı olmamaya özen' gösteriyordum.

Ada, çok kalabalıktı. Pek çok okul geziye gelmişti.

Öğrenciler, ip atlıyor, top oynuyor, eşeklere ve faytonlara binerek Adanın tadını çıkarıyorlardı. Anneler, öğrencileri kontrol edebilmeme çok yardımcı oluyorlardı. Ben iki grup arasında mekik dokuyordum. Buna rağmen, gruptan ayrılan öğrenciler olduğunu sonradan duyacaktım.

Page 142: Fişek gül hinçal sürüm1

142

Fişek, öğrencilerle oynamaktan ve çevreden sevenlere ilgi göstermekten yorulmuştu. Ben onunla ilgilenemez olmuştum. Akşamüstüne doğru, Fişek ortalıkta yoktu. Hiç kimse, onu en son nerede gördüğünü anımsamıyordu. Soğukkanlı olmaya çalışıyor, üzüntümü yansıtmamaya gayret ediyordum. Aklı başında 8- 10 öğrenci ile, adayı dolaşmaya başladık. Onu bulamamıştık. Olayı duyan, ada polisi gelmişti. Motosikletli polis, bize sorular soruyordu. Fişeğin resmini gösterdim. Görürseniz, "hadi anneye deyin", diye tembihledim. Polis güldü, "anlar mı?" dedi. "Evet, anlar" dedim. Polis, onu aramak üzere yanımızdan ayrıldı.

Son vapurun saati yaklaşıyordu. Adada hiçbirimizin cep telefonları çekmiyordu. Herkes, bir çözüm bulmaya çalışıyordu. Annelerden biri, bir savcının eşi idi. Telefonlar çekse arama emri istemeyi düşünüyormuş.

Çaresiz, yorgun ve üzgün yaslanmıştım, ortalıkta, kullanılmayan, ağaç bekçi kulübesine. Ne yapmalıydım acaba, vapurun saati de iyice yaklaşmıştı. Elim, boş kulübenin pencere boşluğuna düşmüştü. Farkında olmadan, kulübenin içine baktım. Ne göreyim?! Fişek, içeride uyuyordu. Öğrenciler, çılgınca bağırıyor, alkışlıyorlardı. Fişek, esneyerek uyanmaya çalışıyor, bu abartılı sevincin ne olabileceğini anlamamış gözlerle bakıyordu.

Gezimizi mutlu sonla tamamlayabilmiştik. Her okul grubu, zilli defle tempo tutarak şarkılar söylüyorlardı. Bizimkiler de yıkıyorlardı vapuru.

Page 143: Fişek gül hinçal sürüm1

KOMİK FİŞEK Fişeğin bebekliğinden itibaren, hatırlayabildiğim, komik

hallerinden bazılarını, bu bölümde aktaracağım. Onun, vücut diliyle anlatmak istediklerini tercüme edeceğim.

* * *

Eve geldiği ilk günlerden biriydi. İhtiyaçları için, banyo kapısını açık bırakarak, gitmiştim. Eve döndüğümde, gördüğüm manzaraya bakakalmıştım. Evin her yerine, tuvalet kâğıdı serilmişti. Bir rulo kâğıdı açmak, koşmak, oynamak, epey zamanını almış olmalıydı.

* * *

Dişleri çıkıyordu. Ona oyuncak almamı önermişlerdi. Çocuklara alman diş halkalarından alsam mı acaba deyip, güldüm, içimden. İki diş halkası ve birkaç oyun-cak aldım. Halkalardan biri şıngırdarlı idi. Oyuncakları, önüne serdim. Hepsini bir, bir denedi. Şıngırdarlı diş halkasını çok sevmişti. Onu sallıyor, çıkan ses-lere bayılıyordu. O oyun-cağı, o kadar çok sev-mişti ki, bazen oyuncak ağzında uyuyup kaldığı

oluyordu. Birkaç gün sonra ise, oyuncağın üzerindeki, renkli topları, kütür, kütür kırmıştı.

143

Page 144: Fişek gül hinçal sürüm1

144

* * *

Her alış-verişten geldiğimde, elimdeki poşetleri bir, bir koklardı. "Ne aldın?" derdi sanki. Kendisine aldığım mama kutularını fark edince, poşeti asılır, sabırsızlanırdı.

* * *

Bebekken arabaya binmeye alıştırmam gerektiğini söylemişlerdi. Yoksa kusma alışkanlığı oluşabilirmiş. Onu yanımdaki koltuğa alıyordum ve gezintiler yapıyorduk. Ön koltukta oturmayı, çok seviyordu. Aslında bu yanlıştı. Ani bir fren veya onu ürküten bir şey, bizi tehlikeye sokabilirdi. Eğer üzerine güneş gelirse, torpido gözünün altına giriyor. Orada uyukluyordu. Yine böyle bir gezintide, ön koltukta oturuyor-du. Patisi ile koluma dokundu.

"Ne istiyorsun annecim" dedim. Durdu. Sonra, tekrar ve sık, sık dokunmaya başlamıştı. Pencere aralıktı, hava alabiliyordu. Trafik iyiydi, sarsılmıyordu. Ne istiyor olacağını anlayamıyordum. Anlamadığımı görünce, arka ayaklarının üzerinde doğruldu. Ön patileri ile omzuma yükseldi ve trampet çalar gibi vurmaya başladı. Yumuşak bir tavırla da olsa beni dövüyor gibiydi.

Bir sorun olduğu kesindi. Ama neydi? Gördüğümüz ilk benzinciye girdik. Küçük köpek yavrusunu gören işçiler, yanımıza geldiler. İçlerinden biri, "Hanımefendi bu hayvan susamış "dedi. Hay Allah, bunu nasıl düşünememiştim. Ben de hayvan bakma konusunda acemi idim. Arabadan indi.

Su içti, çiş yaptı, koştu, oynadı, kendini sevdirdi. Bir şişe su alıp, yola devam ettik. Bu olaydan sonra arabamızda hep su bulundurduk.

*

Page 145: Fişek gül hinçal sürüm1

145

* * Fişek arabaya binmeyi seviyordu. Hiç kusmamıştı. Pencerelerden biri, mutlaka aralık bırakılmalıydı. Yoksa köpeğiniz, havasızlıktan ölebilirdi. Her gün yeni bir şey öğreniyordum. Hata yapmamak için olağanüstü gayret sarf ediyordum. Arka koltuğa alıştırmaya çalışıyor, ama bunu başaramıyordum. Arka koltuğa bindirsem bile, araba hareket halinde iken, yine ön koltuğa geçiyordu. Torpido gözünün altına girmeyi hâlâ çok seviyordu. Ama artık 4- 5 aylık olmuştu ve oraya sığmıyordu. "Buraya ne oldu? Niye sığmıyorum?" diye benimle kavga ediyordu.

"Oraya bir şey olmadı annecim, sen büyüdün" diyordum. Bana bakan, su gibi parlak gözle-rinden, bunu anlaya-madığını görüyordum. Çaresiz, koltuğuna geri dönüyordu.

* * *

Oğlum ve ben, iyi birer gözlemci idik. Birbi-rimizi bu yolla çok iyi tanıyacaktık. Mutlu ve uyumlu yuvamızın temel-leri böyle oluşacaktı. O aynı zamanda iyi bir kâşifti. Sözgelimi, kapı-

ların açılması için, kapı koluna basmak gerektiğini anlamıştı. Boyunun yetişmediği zamanlarda bile, ön patilerini kapı koluna gelecek şekilde ayarlar, sıçrayarak kapıyı açabilirdi.

Araba kullanırken de hep beni gözlerdi. "Ne o Fişek,

Page 146: Fişek gül hinçal sürüm1

146

ehliyet almayı mı düşünüyorsun" der gülerdim. Bir gün, bir ihtiyaç için, yolun kenarında durdum ve bir

dükkâna girdim. Fişek, arabadaydı. Acele ile alışverişimi yaptım. Hemen dışarı çıktım. O da ne? Birçok insan bizim arabanın başına toplanmış, pencereden içeri bakıyorlardı. Allahım, n’olur kötü bir şey olmasın diye koşmaya başladım. Yaklaştıkça, insanların gülmekte olduklarını gördüm. İyi, o halde kötü bir durum yoktu. Gördüğüm manzara gülünmeyecek gibi değildi. Fişek, benim koltuğuma oturmuş, patilerini de direksiyona koymuştu. İnsanların gülüşmelerine bakarak da, iyi bir şey yaptığını düşünüyor, keyifleniyor, sürücü pozunu sürdürüyordu.

* * *

Köpekler, bebek iken, çok heyecanlandıkları zaman, birkaç damla idrar kaçırabilirler. Bu normaldir. Ancak, ben bunu bilmiyor ve bu konuya çözüm arıyordum. Çevremdeki köpek sahiplerine soruyor, bu sorunu bir an önce bitirmek istiyordum. Fişek, kendinin konu olduğunu anlıyor ve canı sıkılıyordu. Yine bize misafir olmuş bir köpek sahibine anlatıyordum. Fişek, utandı, saklandı, olmadı. Ben devam ediyordum. En sonunda, karşıma geçip, havladı, havladı kafasını çevirip gitti. Yani, "Herkese ne anlatıp duruyorsun" diyordu. Komşum da anlamıştı, bu mesajı. Oğlumu utandırmamak için, bu sorun bitinceye kadar, bir daha kimseye anlatmadım.

* * *

Page 147: Fişek gül hinçal sürüm1

147

Evde çalıştığım saatler, evimizin kutsal saatleriydi sanki. Eğer masada çalışıyorsam, Fişek, köşesinde oturur, hiç sesini çıkar-mazdı. Koltuk veya bahçede kitap oku-yorsam da durum değişmezdi. Her zaman ilgi isteyen, hatta şımartılmak isteyen oğlum, böy-le zamanlarda, beni hiç rahatsız etmez-di. Sınav sorusu hazırladığım veya sınav kâğıdı okudu-ğum zamanlar, geç saatlere kadar ça-lıştığım olurdu.

Arada bir kalktığımda, O, gözlerini açar, "bitti mi?" der gibi bakardı. "Odana gidip, yatsana annecik." der başını okşardım. O beni beklemeyi tercih ederdi.

* * *

Mutfak penceremiz, giriş kapısından taraftaydı. Geniş bir avlu alan vardı. Fişeği oraya bıraktığım zamanlar ben de bir yandan mutfak işleri yapar, bir yandan da onu gözlerdim. Eve girmek istediği zaman, patileri ile trampet çalar gibi, kapıyı çalardı. Kapıyı açardım. O, önce su içer, sonra da mutfak kapısından içeriyi koklar, sanki "ne pişirdin?" der gibi yüzüme bakardı.

Page 148: Fişek gül hinçal sürüm1

148

* * *

Bir gün, hava aniden soğumuştu. Sonbahar, sanki bir günde gelmişti. Fişek henüz 4-5 aylıktı. Dışarı çıkmak istiyordu. Çıktık. Havaya da ne olmuştu. Acele ile ihtiyaçlarını tamamladı. İçeri girdiğimizde, koşarak koltuğuna çıktı. Dört ayağını da karnının altına aldı. Gözleri ile soruyordu. "Ne oldu bu havaya, ben neden üşüyorum. "Der gibi bakıyordu. Yaşamının ilk sonbahar mevsimiydi. "Bu sonbahar anneciğim, artık havalar soğuyacak" dedim.

* * *

Fişek, bir av köpeği idi. Zaman, zaman açık alanlarda koşması gerekiyordu. Böyle zamanlarda, kendini nasıl özür ve mutlu hissettiğini görebiliyordum. Özgürlük, ne de yakışırdı, güzel oğluma. Narin ve duygulu Fişeğim, kendisine zincir takılmasından, hiç hoşlanmazdı. Çaresiz, günlük yürüyüşlerimizde takıyorduk. Her seferinde "yine mi anne?" sorusunu gözlerinde görebiliyordum. Oysa zincir takmadığım zamanlarda bile, o, yanımdan ayrılmazdı. O önde ise, beni bekler, ben önde isem, onu beklerdim. O hiçbir kimseye, hiçbir şeye zarar vermezdi. Ancak, bunu insanlara anlatabilmemiz mümkün değildi. Bazı insanlar, onun iri görüntüsünden bile korkuyorlardı. Zincirli dolaşırken bile terslenenler olurdu. Her zincir takışımda, onun üzüntüsünü görür. "Özür dilerim oğlum, bu zinciri sana değil, sevgisiz insanlara takıyorum" derdim.

* * *

Fişek, artık eve tam uyumlu hale gelmişti. Eğer, benim her zamankinden farklı bir davranışım olursa, "anne yanlış yapıyorsun" der gibi yüzüme bakardı. Bu kadar, dikkatli olmasına rağmen, bazı yanlışları olurdu "Olur mu

Page 149: Fişek gül hinçal sürüm1

149

Fişek, bu yasak" derdim. Durur, düşünürdü. Bazen de, bu seferlik idare ediver canım, der gibi kuyruk sallardı. Aynı yanlışı asla tekrar etmezdi.

* * *

Fişekle, tatil yapmak zordu. Birkaç tatil yerinin evcil hayvanları kabul ettiklerini duymuştum. Lapseki’de köpek eğitimi yapan, emekli bir polis şefinin olduğunu duymuştum. Fişeği burada 10-15 gün eğitime bırakıp, ben de biraz tatil yapabilirdim. Son derece bakımlı bir çiftlikti burası. Ünlü fabrikaların, iyi cins köpeklerini eğitiyordu. Kulübeler, standartlara uygun, temiz, kuru ve havadardı. Çoğunluğu Alman kurdu olan köpekler, Fişeği görünce, kıyameti koparırcasına havlamaya başladılar. Narin oğlum, onlardan çok korkmuştu. Kendini geri çekiyor, bizimle dolaşmaya bile gelmiyordu.

Ayrıntıları görüşmek üzere, kabul salonuna gelmiştik. Fişek, içeriye girmek istemiyordu. Belki gelir umuduyla kapıyı açık bırakıp, biz konuyu görüşmeye başlamıştık. Bardaktan boşanırcasına yağmur başlamıştı. Ama Fişek, gelmiyordu. Merak etmeye başladım, ben dışarı çıktım. Fişek, kapının önünde oturmuş ve gözyaşı dökerek ağlıyordu. Onun, ilk kez, gözyaşı döktüğünü görüyordum Islanmıştı. Islaklıktan mı, korkudan mı bilmem, titriyordu. "N’olur gidelim" diyordu. Buna asla dayanamazdım. Canım oğlum ağlıyordu. Onun sırılsıklam tüylerine aldırmadan, boynuna sarıldım. Eğitim almanı isterdim, ama hiçbir şey senin mutluluğundan daha önemli olamazdı. Benim eğitimim, sana yeterdi. Emekli polis şefine, teşekkür ederek oradan ayrıldık.

* * *

Page 150: Fişek gül hinçal sürüm1

150

Lapseki’de bizi kabul eden bir pansiyon bulmuştuk. Fişek, kendine özgü yöntemlerle hemen dostluklar kurmayı başarmıştı. Çocukların ve gençlerin sevgilisi olmuştu. O da, onlarla beraber olmaya bayılıyordu. Bütün gününü, Onlarla geçirmekten bıkmıyordu. Bir gün, bir grup genç gelmişti. Fişeği götürmek

için izin istiyorlardı. Fişek, telâşla etrafımda dolaşıyor. "Ne olur, bırak da gideyim" diye yalvarıyordu. Tatilde, biraz daha hoşgörülü olmak gerekir, düşüncesi ile izin verdim, gittiler. Bir süre sonra, gençlerin kahkaha seslerini duyarak dışarı çıktım. Anlaşılan çok eğlenmişlerdi. Gençler, gülmekten, olanları anlatamıyorlardı. Benimki de, dilini yana attığına göre çok mutlu olmalıydı. Sık, sık gülmekten kesilen konuşmaların arasında konuyu anlayabilmiştim. Fişeği, Disco’ya götürmüşlerdi. E, ne de olsa benim oğlum da zamane çocuğuydu.

Fişeğin ünü hemen yayılmıştı. Ankara’dan kendi yazlığına gelmiş olan bir veteriner, bizi ziyarete gelmiş, acil bir durum olursa diye, evini tarif etmişti. Daha sonra, bir grup avcı da Fişeği görmeye gelmişlerdi. Israrla, ondan yavru almak istediklerini söylüyorlardı. Çünkü O, safkan bir İngiliz seteri idi. Yani gerçek bir av köpeği idi.

Page 151: Fişek gül hinçal sürüm1

151

Dönüş zamanımız gelmişti. Ayrılan konuklar için veda partisi verilmesi gelenekmiş. Biz de bu geleneğe uyacaktık. Partinin özelliği ise, zenne gelmesiymiş. Zenne, dansöz kıyafeti giymiş, erkektir. Akşam; tülleri, pulları, zilleri ile zenne gelmişti. Herkes, çok güzel eğleniyordu. Bu gelenekte, bir de ayrılan ailenin zenne ile dans etmesi, gerekiyormuş. Dolayısıyla, ben zenne ile oynayacaktım. Ayağa kalktım, oynamaya başladık. Fişek, kıyameti koparıyor, benim, zenne ile oynamamı istemiyordu. Halka olmuş grubun etrafında havlayarak dönüyordu. İnsanlar, yine gülmekten kırılıyorlardı. "Oğlun izin vermiyor" diye bize takılıyorlardı. Ben, oturdum. Bütün gece, herkes dans etti. Biz oturduğumuz yerden eğlenmeye çalıştık.

* * *

Kısa süreli bir Avrupa seyahati fırsatı doğmuştu. Annem, Fişeğe bakmak üzere İstanbul’a gelmişti. Alışverişlerini yaptım. Birkaç önemli hatırlatma yapıp gitmiştim. Annem, Fişeğin su kabına, su koymayı unutmuş. Fişek, su kabının başına gidip, geliyor, ancak derdini bir türlü anlatamıyormuş. Annem, ayağa kalkmış, ne istiyor olacağım anlamak amacıyla, etrafa bakınmaya başlamış. Bu arada Fişek, gelip anneme patisi ile dokunmuş. Annem, dalgınlıkla, "hoşt!" demiş. Bu kez de Fişek şaşırmış etrafta köpek aramaya başlamış!

İstediğini bir türlü anlatamayınca, su kabını ağzına alıp, salona getirmiş. Annem, hayretler içinde kalmış ve su kabını doldurmuş.

* * *

Fişeği her zaman, "annesinin biriciği, canım oğlum." gibi sevgi sözleri ile severdim. Bir atasözümüz vardır. "Ne ekersen, onu biçersin." Çocuk eğitiminde, bu sözü, sıkça

Page 152: Fişek gül hinçal sürüm1

152

kullanırız. Yani, çocuklarınızın yanında, kötü sözler söylerseniz, kötü sözler duyarsınız. Güzel şeyler söylerseniz. İyi şeyler duyarsınız. Bu atasözünün, hayvanlar için de geçerli olduğunu görecektim. Fişek, bir öğle uykusundan uyanıyordu. Esniyor sanmıştım. Ama bir kelime duymuş gibiydim, "an-ne" diyordu. Hayal görüyor olmalıydım. Birkaç gün kimseye söyleyemedim.

Yanılmış da olabi-lirdim. Belki de bana öyle gelmişti. Ancak, bunu biriyle paylaş-maya can atıyordum. Yan dairede oturan komşum Çiğdem’e anlattım. Pek şaşır-madı. Şimdiye kadar, Fişeğin öyle ilginç davranışlarını gör-müştü ki, bunun da olabileceğine inanı-yordu. Biraz daha cesaretlenmiştim. Er-tesi gün, en yakın arkadaşlarımdan biri olan, edebiyat öğret-meni Ayşe Hanım’a anlattım. O da pek şaşırmadı. Böyle şeylerin olabileceğini

söyledi. Oldukça rahatlamıştım. Duyduğum, gerçek olabilirdi.

Aradan uzun zaman geçti. Yine annemin bizde olduğu bir zamandı. Ben alışverişten gelmiş, dış kapının

Page 153: Fişek gül hinçal sürüm1

153

arkasındaydım. Annem, mutfak kapısının önündeydi. Fişek de salon kapısının ağzındaydı. Bu üçgen duruşta biraz sıkışır gibi olmuştuk. Fişek boynunu uzattı, yine esner gibi sesler çıkararak "an-ne" dedi. Çok heyecanlanmıştım. Elimdekileri oraya bırakıp, boynuna sarıldım. "Bir daha söyle annecim" dedim. Daha net bir şekilde, "anne" dedi. "Anne duydun mu?" dedim. Annem, destur, bismillah çekiyor. Başıyla, duydum, duydum diyordu. Demek ki; önceki korkularım yersizmiş. Artık bir şahidimiz olduğuna göre, oğlumla övünebilir, bunu herkese anlatabilirdim.

Yıllar sonra, Fişek, Burdur’da bahçede yaşamak zorunda kalmıştı. Bir sabah, pencerenin altına gelip, anne dediğini duyan komşular olmuştu. Bana müjdelemek için koşarak gelmişlerdi. Fişeğin bunu çok nadiren de olsa yaptığını ve bu öyküyü, onlara da anlatmıştım.

* * *

Evcil hayvanı olanlar için, en zor dönemlerden biri, hayvanların çiftleşme zamanıdır. Hayvan huzursuz, üzgün ve mutsuzdur. Fişeğin ilk çiftleşme zamanı gelmişti. Davranışlarından bunu anlıyordum. Şimdi ne yapacaktık. Fişek, çevresinde ünlü bir köpekti. Birçok özelliğinin yanında, uslu ve uysal olması ile tanınırdı. 4-5 yaşlarında, dişi seterleri olan bir aile, Fişeği duymuşlardı. Telefon ederek, çiftleşme için, izin istiyorlardı. Kabul ettim. Aileyi bir pazar kahvaltıya davet ettim. Hava güzeldi. Kahvaltıyı bahçeye hazırlamıştım.

Kız köpek daha arabadan iner inmez, Fişek, çıldırmış gibi ona koşuyordu. Ona yaklaşmak istiyordu. Kız köpek ise, sahiplerinin arkasına saklanıyor, Fişekten kaçıyordu. Köpekleri salonda bırakıp, biz bahçeye geçtik. Bu güzel köpeğin acı hikâyesini de bu arada öğrenecektim. Bebekliğinde, sokak köpeklerinin boğmasından zor kurtulmuştu. Bundan sonra, başka köpeklerden, hep kaçar

Page 154: Fişek gül hinçal sürüm1

154

olmuştu. Hayvan çiftleşme dönemi geldiği zaman çok üzülüyormuş Kendine eş bulunması için, ağlıyormuş. Yavru yapabilmeyi o kadar istiyormuş ki, bir keresinde yalancı gebelik geçirmiş. Yani, gerçekte hamile olmadığı halde, karnı şişmiş, memeleri büyümüş, hamile tavırlar içinde dolaşmış, aylarca.

Zaman geçiyor ama sonuç alamıyorduk. Fişek acemi, o ise çok korkaktı. Sahibi olan Bey, arada salona giriyor, yardım etmeye çalışıyordu. Ben, elimde telefon veterinerimizle sürekli bağlantı halindeydim. Sahibinin tüm çabalarına rağmen, o gün, başarısız geçmişti. Aile, çok üzgün ayrılmışlardı. Fişeğin uslu olduğunu duyup gelmişlerdi. Fişek, son umutlarıydı.

Yine o günlerde, avcı bir genç, köpeğini aşılatmak üzere bizim kapının önünden geçerken Fişeği görmüş,

onu çağırmış. Bizimki, dişi sevdasına peşlerine takılmış, veterinere gitmişler. Adam ısrarla Fişekten yavru almak istediğini, kendisinin bu konuda yardımcı olmasını istiyormuş. Veteriner sahibinin haberi olmadan bunu yapamayacağını söylemesine rağmen, adamın ısrarlarına biraz esnek davranmış olmalı. Birkaç saat sonra, telefonum çaldı. Veterinerimiz, Fişeğin orada olduğunu, merak

Page 155: Fişek gül hinçal sürüm1

155

etmememi söylüyordu. Koşarak, fırladım evden. Oraya vardığımda, yine aynı manzara ile karşılaşmıştım. Hayvanlar, nefes, nefese kalmışlar Fişek, perişan. Ama yine sonuç yok. Fişeğimin bu deneyimi de başarısız, geçmişti. Üstelik hayvanlara, su vermeyi bile akıl edememişlerdi. Biraz kızarak, söylendim. Fişeği alıp eve geldim.

Ancak, Fişeğin çiftleşme isteği sürüyor, dışarı çıkmak için yalvarıyordu. Dışarıda ise; çoban-kangal kırması olan, Zeus, sürüsüyle yaşıyordu. Fişek, ancak onun sürüsünden dişi çalabilirdi. Zeus da onu parçalardı. Yalvarmalarına dayanmak, olanaksızdı. Onu gece dışarı bırakmaktan başka çarem kalmamıştı. O, sevinerek gitti. Ben, o gece uyumadan bekledim. Yaralı geleceğinden emindim. Ancak, bu sorunu aşmanın başka yolu yok gibi görünüyordu.

Sabah oldu. Fişek yok. Öğle oldu yine yok. Ne yapacağımı düşünürken akşam olmuştu. Patisi ile kapıyı çaldığını duydum. Oğlum gelmişti. Koşup kapıyı açtım. Fişek, bir kabadayı edasıyla ayaklarını savurarak yürüyordu. "Hayırdır Fişek, bu hava ne böyle!" dedim. Sonuç alındığı anlaşılıyordu. İki gün yerinden zor kalktı. Birkaç dönem bu sıkıntıları yaşadık, Karakız geldikten sonra, Bu sorun da tamamen çözülmüş oldu.

Page 156: Fişek gül hinçal sürüm1

156

SPONKY VE JOSİE Sponky, orta boy bir terier büyüklüğünde, siyah-beyaz

bir köpekti. Bahçedeki kulübesinde yaşıyordu. Çok soğuk akşamlarda bazen içeriye alınıyordu. Sabahları, Grace’nin arabasının motoru ısınıncaya kadar, Sponky ile ilgilenirdim. Gözleri donuk ve açık maviydi. Bunun köpeklerde, yaşlılık körlüğünden olduğunu, bu vesile ile öğrenmiş olacaktım.

Sponky, hep neşeliydi. Ağzı, hep gülüyor gibi açık dururdu. Kendisini sevmemden, çok mutlu olduğunu görürdüm.

Josie ise, genç bir Labrador idi. O evde yaşıyor ve yaşlı Fred’e arkadaşlık ediyordu. Fred’in alt katta, masası, kütüp-hanesi, televizyonu olan, bir çalışma odası vardı. Josie de genellikle yanında olur-du. Fred’in televiz-yonunda, sinema kanalı neredeyse sür-ekli açık olurdu. Amerikan film tarihini izlemeye doyamazdı Fred.

Evde kimse olma-yacağı zamanlar, Josie, Fred’in sallanan koltuğuna oturur. Açık olan televizyonun se-siyle uyuklardı. Evde sürekli konuk öğrenci bulunduğu için, yaban-

Page 157: Fişek gül hinçal sürüm1

157

cılara yakın durmasına pek izin verilmezdi. Ben biraz ayrı-calıklı oldum. Fişeğe olan özlemim ve Josie’nin bana olan aşırı ilgisi nedeniyle, bize hoşgörü göstermişlerdi, saatlerimi bekler olmuştu. K a p ı d a n g i r i n c e "hazır mısın Josie" diyordum. Odama gidip dönmeme sabredemiyor, kapımda bekliyordu. Kasabanın yukarısında kalan, yürüyüş yoluna gidiyorduk. Bu yolu bize, Lisa öğretmişti. Bu yolda, bizim gibi her gün yürüyenler vardı. Önceleri selâmlaşmaya, zamanla da kısa sohbetin yapmaya başlamıştık. İki tarafı dev ağaçlarla kaplı bu yolu çok seviyordum. Yolun kenarında eski bir kilise de vardı.

Kış iyice bastırmıştı. Her yer karlarla kaplanmış, saçaklardan bir metreyi aşan buzlar sarkmaya başlamıştı. Böyle günlerden birini sabahında, Sponky yerinde yoktu. Aradık, taradık yoktu. Grace, kızı Lisa’yı çağırdı, Lisa da bulamamıştı Sponkyi Oğlu arabasıyla çevreyi kolaçan etti. Nafile. Sponky yoktu. Hayvanları koruma demeğine haber verildi. Bütün kasaba ayağa kalkmıştı. Ama Sponky yoktu.

Sponky kaybolalı 3 gün olmuştu. Artık umudumuzu

kesmeye başlamıştık. Hepimiz suskun ve çok üzgündük.

Page 158: Fişek gül hinçal sürüm1

158

Eve yakın olan ormandan vahşi hayvanların inmiş olacağını düşünmeye başlamıştık. O gece, Grace ve Fred, kasabadaki kulüplerine gitmişlerdi. Ben evde derse çalışıyordum. Dışarıda bir tıkırtı duydum. Kulak kesildim. Tıkırtı durmuştu. Tekrar çalışmaya başladım. Sesler de tekrar duyulmaya başladı. Biraz ürkerek, belki de korkarak kapıya doğru ilerledim. Kapıyı yavaş, yavaş açmaya başladım. Kapının önünde Sponky duruyordu. Tüyleri kabarmış, yorgun, bitkin susuz ve açtı. Onu içeriye aldım. Onu rahatlattıktan sonra Grace’e telefon ettim. İnanamıyordu. "Kim getirdi?" diyordu. Sevinerek eve döndüler. Fred, olayı tam anlatmaya İngilizcemin yetmiyor olacağını düşünerek, tekrar, tekrar soruyordu. Kollarını uzatarak "kimin kucağında geldi?" diye soruyordu. Ben de nasıl geldiğini tekrar, tekrar anlatıyordum. Fred, hem olaya inanamıyor, hem de Sponky‘nin bu başarısından çok gururlanıyordu.

Evin suskun hali sona ermiş, tekrar normal hayata dönebilmiştik.

Page 159: Fişek gül hinçal sürüm1

159

SARIKIZ Hayvanlardan gördüğüm ilgi, beni çok mutlu eder. Beni

kendilerim' sahip seçmelerine hem sevinir, hem de yeterince ilgilenemezsem korkusuna kapılırım.

Birkaç hafta önce, apartmanın çevresinde kızıl-kahverengi tüyleri olan, orta boy bir köpek belirdi. Çocuklarla kovalamaca oynuyor ve halinden pek memnun görünüyordu. Çocuklar dağılıp gittiler. Köpek binanın çevresinden ayrılmıyordu.

Beni görünce, kaçmak şöyle dursun, hemen ayaklanma sarıldı. Kuyruğunu sallıyor, sesler çıkarıyordu. "Sen ne yapıyorsun buralarda" dedim. O bütün marifetlerini göstermeye çalışıyor, bütün sevimliliğiyle kendini sevdirmeye çalışıyordu. Komşularımdan birçoğu köpekten korkuyordu. Onların huzurunu kaçırmak istemiyordum. Köpekle çok ilgilenmemeye çalışıyordum. Ancak, onu görünce, sevinmeden edemiyordum. Ona "Sarıkız" demeye başlamıştım. Sabahları balkonumun karşısına oturuyor. Beni pür dikkat izliyordu. Benim hareketlerimi, başını hareket ettirerek takip ediyordu. Dayanamayıp ona kahvaltı vermeye başladım. Akşam yemeği hızla artmaya başladı, Sarıkızın. Sarıkızın kalmasını isteyenler ona gizlice yemek getiriyorlardı. Bunlardan biri de çok sevdiğimiz Hacı amcamızdı.

Sarıkız, arka bahçeyi darmadağın etmişti. Etraf, kâğıt ve çöp dolmaya başlamıştı. Komşularım beni üzmemek için seslenmiyorlardı ama Onların son derece rahatsız olduklarını görüyordum. Onlar, benim mutlaka bir çözüm bulacağıma inanıyorlardı.

Sarıkız peşimi hiç bırakmıyordu. Her yere onunla gidiyorduk. Arabayla gittiğim zamanlar da arabanın arkasından koşmaya başlamıştı. Olası bir kaza endişesiyle,

Page 160: Fişek gül hinçal sürüm1

160

üzülmeye başladım. Ona güvenli bir yer bulmalıydım. İlk aklıma gelen Belediyeden yardım istemek oldu.

Birkaç telefondan sonra, Belediyenin hayvanseverlere devrettiği barınma yerine ulaştım. İşçiler, beni 3 gün oyaladılar, ama gelip almadılar. Her gün uğramaya başladığım kasaptaki bayan eleman Sarıkızı almak istiyordu. Orada da kızın patronu sorun yaratmıştı. Sarıkızı çok seveceğinden emin olduğum büfenin sahibinde de kalmamış, ertesi gün eve gelmişti. Böyle devam ederse galiba Sarıkız benim olacaktı. Kapımın eşiğini kendine yastık ederek sabaha kadar beni bekliyordu. Ona çok alışmaya başlamıştım.

Evimde yapılması gereken bir tamirat için, usta ile sanayiye gitmem gerekiyordu. Sarıkız çılgın gibi kamyonetin açık penceresine atlıyordu. İki sokak, bir caddeyi böyle gittik. Trafiğin sıkıştığı bir yerde durmuştuk. Sarıkız yine kamyonete atlıyor, yanıma gelmek istiyordu. Onu yavaşça itmek isterken, elim burnuna çarptı. Sarıkız orada kaldı. Eve yakındık. Onun akşama eve döneceğini umuyordum. Sarı kız dönmedi. Bana darılmıştı. Bir, iki gün bekledim. Gelmedi. Acaba bir kaza mı olmuştu. Onu aramaya çıktım. Her zaman uğradığımız, oto yıkamacısı ile işe başlayacaktım. Onun da "Darling" adında bir köpeği vardı. "Sarıkız bana darıldı, eve gelmiyor. Merak ediyorum" dedim. "Abla, o gün akşama kadar Darling’le oynadı akşam onları besledim. Yukarı tarafta bir bekçi var. O geldi ve köpeğin kendine ait olduğunu bir aydır kayıp olduğunu söyledi. Sarıkızı alıp götürdü." dedi.

Page 161: Fişek gül hinçal sürüm1

161

Onun sahibini bulmuş olmasına sevindim ama gözlerim hep onu arıyordu. Birkaç gün sonra, kestirme olacağını

düşündüğüm, daha önce hiç girmediğim bir sokağa girmiştim. Kızıl-sarı bir köpek sırtını güneşe vermiş, yatıyordu. Onun hizasından geçmekteyken aniden döndüm. O da aynı anda başını kaldırmıştı. Göz göze gelmiştik Sarıkızla. Canım,

güzel kızım diye döndüm. O da ayaklarıma sarılıyordu. Sahipleri ile tanıştım.

Onun güvende olmasına sevinmiştim. Ama onun zincire bağlanmış olması, çok içimi sızlatıyordu. Daha sonraki uğramalarımda zinciri çözülmüştü. Bekçi eğitim amacıyla birkaç gün öyle tutmuş. Sarıkızın artık zinciri yoktu. Peşimden geleceğini umuyordum. Gelmedi. Sanki o sevimli, küçük köpek gitmiş, yerine sorumlulukları olan genç bir köpek gelmişti. Bazen onu ziyarete gidiyorum.

Page 162: Fişek gül hinçal sürüm1

162

GÜLE, GÜLE FİŞEK Amerika’da olduğum dönemde Fişek, Burdur’da

kalmıştı. Oraya yerleşmeyi düşündüğüm için, İstanbul’daki evimizi dağıtmıştım. Uygun zamanda gelip, Fişeği götürecektim. Yaşam, bazen bizim plânladığımız gibi akmıyor. Atlas okyanusunu 4 kez oğlum için aşmıştım. Yaşam bizi Burdur’da yaşamaya zorlamıştı.

Aileme ait binanın bir katında biz oturacaktık. Ailem, Fişeğin evde yaşamasına izin vermiyordu. Köpek, evde yaşarsa, eve melekler inmezmiş. Yoksa ben de oturamazmışım evde. Çaresiz, bahçede bulunan, depremde yıkılmadan kalabilmiş, odayı düzenlemeye başladım. Depo gibi kullanılan bu odanın çatısı teneke idi. Yağmurun çıkardığı sesler Fişeği rahatsız ediyor, içeri girmektense, ıslanmayı tercih ediyordu. Çatıya kiremit döşettim. Çift camlı bir kapı yaptırdım. Böylece dışarıyı görecek ve sıkılmayacaktı. Üçlü bir kanepe ve örtüler sererek, odayı yaşanılır hale getirdim.

Bir plân çerçevesinde yürüyüşlerimize de başladık. Her gün şehrin bir semtini geziyorduk. Böylece Fişek, bu küçük şehri kolayca öğrenecek ve kaybolma olasılığı olmayacaktı. Nereye gitse evimize dönebilecekti. İstanbul’da iken Fişeği, iki kere çaldırmış, üç kez de kaybetmiştim. Bu yüzden, kaybetmenin acısını biliyordum. Yine bu yüzden, ona tasmasını nasıl çıkarabileceğini de öğretmiştim. Tasmasını oldukça bol bağlıyordum. Uzun tüylerinden, bu gevşeklik fark edilmiyordu. Zorda kalınca tasmasını boynundan sıyırıp kaçabilmeyi biliyordu.

Sonra her gün aynı güzergâhta yürümeye başladık. Burası şehrin oldukça tenha bir caddesiydi. İlk zamanlar, köpekli kadın görüntüsüne biraz yadırgayarak bakan insanlar, zamanla bizi kabullendiler. Fişek, herkese kendini sevdirmeyi yine başarmıştı. Arkadaşlıklar bile kurmuştu.

Page 163: Fişek gül hinçal sürüm1

163

Sağlık kontrollerim için sık, sık Antalya’ya gelmem gerekiyordu. Antalya-Burdur arasında mekik dokur hale gelmiştim. Bu sık ayrılışlar Fişeği huzursuz ediyordu Bu yüzden havlamaları artmıştı. Bazen şikâyet ediliyor, bazen de hakarete uğruyorduk. Yine de yıllar akıp gidiyordu. Fişeğin havlamaları hep sorun oluyordu.

Çok havladığı bir gün, yukarıdan atılan büyük bir taş hayatımızı değiştirecekti. Bu kocaman taş, Fişeğin kalça kemiğine gelmişti. Yavrum acı ile kıvranıyordu. Gece, havlamadan çok böğürmeye benzeyen sesler çıkarıyordu. Fırlayıp bahçeye gidiyor, canım oğluma nasıl yardım edebileceğimi bilemiyordu. Ayağa kalkmak istiyor ama arka ayaklarını kontrol edemiyor ve kalkamıyordu. Zor bir geceden sonra, yine sabah olmuştu. Hangi veterinere götürmeliydim. Bir tek veteriner tanımıştık.

O da büyükbaşlara baktığını, bize yardım etmek için Fişeğin aşılarını yaptığını söylemişti. Fakülteye götürsem nasıl olurdu, bilemiyordum.

Düşüncelerimi toparlayabilmek ve doğru karar verebilmek için, her zamanki yürüyüş yolumuzda yürümeye başladım. Her gün önünden geçtiğimiz karpuzcunun yanında duran genç bir adam, Fişeği sordu. "Fişek çok hasta dedim." Yeni mezun veteriner bir yeğeninin klinik açtığını, çok iyi olduğunu, gerekirse operasyon yapabilme olanaklarının olduğunu anlatıyordu. İstersem beni hemen oraya götürebilecekti. Gittik. Ayhan (Kara) Bey ilgi gösterdi. Hemen çantasını alıp bize geldi. Durum, ciddi görünüyordu. Tedaviye başladı. Ayhan Bey’in, mesleğini ve hayvanları sevdiği anlaşılıyordu. Bu arada kendisini ziyarete Ankara’dan gelmiş olan arkadaşı da bize geliyordu. İki veteriner muayene ve ilaçların sonuçlarını görebilmek amacıyla sık, sık bize uğruyorlardı. Bu acı ve zor günlerimde bu genç veterinerlerin yaklaşımları beni biraz rahatlatıyordu. Ancak, veterinerlerin birbirlerine

Page 164: Fişek gül hinçal sürüm1

164

bakışlarından, bir şeylerin yolunda olmadığını hissediyordum. Sonunda; "Hocam biz Fişeği iyileştiririz ama siz artık hazırlıklı olmalısınız" dedi. Bu ne demekti? Ben neye hazırlıklı olacaktım? Ne diyordu bu gençler? Fişek hep hasta olur, biz veterinere gideriz, o da iyileşirdi. Yine böyle olmayacak mıydı?

"Fişek, çok yaşlanmış hocam, Büyük köpekler 8-10 yıl yaşarlar". Hayır, bu olamazdı. Bir yanlışlık olmalıydı. "Doğanın kanunları böyle hocam" dediler en son. Bu uyarıdan sonra, Fişeğin gözlerindeki donuk maviliğin( körlük) ne kadar artmış olduğunu fark ettim. Ne zaman oluşmuştu bu mavilik, ne zaman bu kadar artmıştı. Yanaklarının da ne kadar çökmüş olduğunu görür hale gelmiştim.

Bizimkiler, Ankara’ya gitmişlerdi. Fişeği eve aldım. Evde olmayı çok seviyordu. Ancak, inlemeleri kesilmiyordu. Pipisinden pıhtılaşmış, kahverengimsi bir kan geliyordu. Ayhan Beyin ziyaretleri bana güç veriyorsa da, artık korkmaya başlamıştım. Durumun ciddiyetini anlamaya başlamıştım. Acaba bu beraberliğimiz, son kez evde oluşumuz mu olacaktı? Tanrım ne olur, öyle olmasın diye yalvarıyordum.

Fişek, birdenbire iyileşti. Bir dirilik, bir canlılık gelmişti. Yürüyüşe çıkmak istedi. Her zamanki yürüyüş yolumuza çıktık. Kendini seven bütün evlere, istisnasız hepsine tek, tek uğruyordu. Onları görmeden kapılarından ayrılmıyordu. Bu durum 3 gün devam etti. Kendini sevenlere uğraması, aklıma yine kötü şeyler getiriyordu. Yoksa kendini sevenlerle vedalaşıyor muydu? Halk arasında, ağır hastaların, ölmeden birkaç gün önce iyileşmiş gibi olduklarım duymuştum. Acaba Fişek "ölüm iyisi" mi olmuştu. Buna inanmak istemiyor, değildir herhalde diyordum. Üçüncü çünkü yürüyüşümüzde, evin birkaç sokak ötesinde, bir sokağın kenarında durdu ve yolun kenarına yattı.

Page 165: Fişek gül hinçal sürüm1

165

Yürümesi için yalvardım. Hayır, bu kadardı ve yürümek istemiyordu. Oradan geçen bir çocuğa Fişeği biraz beklemesini, arabayı alıp geleceğimi söyledim. Fişek, kucağımda taşıyamayacağım kadar ağırdı. Araba ile gelip, onu eve götürdüm.

Bu arada, 3 gün için Antalya’ya gitmek zorundaydım, işim uzadı bir hafta kaldım. Her gün annemi arıyor, oğlumun durumunu soruyordum.

Annem, Fişeğin iyi olduğunu, veterinerin gelmeye devam ettiğini söylüyordu. Emniyette olduğunu düşünmek beni biraz rahatlatıyordu. Bir sabah, yine telefon ettim. Geleceğim günü söylüyordum. Annem, "bir süre gelme istersen" dedi. "Anne ne oldu? Oğlum nasıl?" derken, ağlamaya başlamıştım bile. "Başın sağ olsun kızım" dedi. Sıcak gözyaşlarını, beynimi, bedenimi yakıyordu. Tanrım, bu ne kadar büyük bir acıydı böyle.

Sonradan, ölümünün ayrıntılarını öğrendim. İki gün ölme

haline girmiş. Bizimkiler de o da sessizce ölümü beklemeye başlamışlar. Ayhan Bey, o günlerde bile yanlarında bulunmuş. Bu vesile ile binlerce teşekkürü hak etmiş, gerçek bir hayvan dostu olarak görüyorum kendisini. Bu

Page 166: Fişek gül hinçal sürüm1

166

sessiz bekleyiş sırasında, pencerenin önünde yatmakta olan Fişekten, bir su boşalmış. Nerden geldiğini görememişler. Sonra, yavaşça kalkıp, bahçe duvarına doğru yürümüş. Yüzü duvara gelecek şekilde uzanmış. Başını yavaşça yere doğru uzatmış. Uslu oğlum son uykusuna da usluca gitmiş.

İki işçi bulup bahçeye mezar kazdırmışlar. Çok sevdiği bir örtüyü, annem kefen gibi sarmış. Mezarını görmeye dayanamayacağımı sandığı için, bir süre gitmedim. Sonunda, o acı, soğuk boşluğu yaşamaya alışacak mıydım?

Sonunda gittim. Mezarını gördüm. Acı ile fırlayıp, her zamanki yürüyüş yolumuza çıktım. Yanımda gibiydi ama yoktu. Boğazım düğümleniyordu. Adımlarımı hızlandırdım. Yoksa buralarda düşüp kalabilirdim. Dönerken, her zaman uğradığımız, bakkal ve karısının kapının önünde oturmakta olduklarını gördüm. Selâm verip, yoluma devam etmek istiyordum. Biraz oturmam için çok ısrar ettiler. Kadın, dayanamadı ağlamaya başladı. Benimle bütünleşen oğlumun hayaline mi, bana mı ağlıyordu bilmiyorum. Ben de gözyaşlarımı silerken. Adamın da gizlice gözyaşlarını sildiğini görmüştüm.

Fişeğin ölümü, herkesi çok üzmüştü. Dünyanın dört bir yanından telefonlar alıyordum. Bana Dünya’nın en güzel sevgilerini yaşatmış olan, güzel oğlumun anılarını, ben de Dünya’ya sunuyorum. Seni hep özleyeceğim. Güle, güle canım oğlum.

Fişeğin Annesi

Page 167: Fişek gül hinçal sürüm1

167

EK: KİTAP HAKKINDA YORUMLAR

Page 168: Fişek gül hinçal sürüm1

168

Page 169: Fişek gül hinçal sürüm1

169

Page 170: Fişek gül hinçal sürüm1

170

Page 171: Fişek gül hinçal sürüm1

171

Page 172: Fişek gül hinçal sürüm1

172

Page 173: Fişek gül hinçal sürüm1

173

Page 174: Fişek gül hinçal sürüm1

174

Page 175: Fişek gül hinçal sürüm1

175

Page 176: Fişek gül hinçal sürüm1

176

Page 177: Fişek gül hinçal sürüm1

177

Page 178: Fişek gül hinçal sürüm1

178

Page 179: Fişek gül hinçal sürüm1

179

Page 180: Fişek gül hinçal sürüm1

180

Page 181: Fişek gül hinçal sürüm1

181

Page 182: Fişek gül hinçal sürüm1

182

Page 183: Fişek gül hinçal sürüm1

183

Page 184: Fişek gül hinçal sürüm1

184

Page 185: Fişek gül hinçal sürüm1

185

Page 186: Fişek gül hinçal sürüm1

186

Page 187: Fişek gül hinçal sürüm1

187

Page 188: Fişek gül hinçal sürüm1

188