12
4 9 KIRGIZ YAZAR CENGİZ AYTMATOV ANILDI Erciyes Üniversitesi Süleyman Çetinsaya İletişim Fakültesi Uygulama Gazetesi Yıl 5 Sayı 47 Gazete Kampus Gazete Kampus Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesi Haber Ajansı YAŞLI BEDENLERLE KAYBOLAN BİR GELENEK “DAK “ SOYADINIZ TANITMIYORSA LAKABINIZA BAŞVURUN Birçok ilimizde olduğu gibi Kayseri’de de insanlar, soyadlarından öte, lakaplarıyla tanınıyor ve öyle anılıyor. Kuşaktan kuşağa geçen lakaplar, ailelerle özdeşleşip, on- larla birlikte yaşıyor. Soyadı Kanunu öncesinde kullanıl- maya başlanan lakaplar, soyadlarının kişileri tanımlama- dığı yerde devreye girerek, kişilerin hangi aileye mensup olduğunu belirlemedeki vazgeçilmezliğini günümüzde de koruyor. Mezar taşlarına dahi yazılan lakaplar, ebedi- yete intikal etmiş olanları bile tanımlayacak kadar geniş bir kullanımın ürünü. Haberi 7’de Doğu ve Güneydoğu Anadolu insanının bedenini süs- leyen Dak, bazı dini ve batıl inanışlar neticesinde vücudun çeşitli yerlerine işlenen dövmelere yörede verilen isim. Dak, yüzyıllardır bölgede varlığını sürdüren, kendi kül- türünü ve alt yapısını oluşturan yöresel değerlerden biri. Dak, bedene uyumlu bir karışım maddesinin ömür boyu çıkmayacak biçimde derinin alt yüzeyine desenler halinde nakşedilmesi ile belli anlamlar kazanarak, sözsüz bir ileti- şim dili de oluşturmuş. Değişen koşullar ve anlayış biçimi zamanla Dak üzerinde de etkili olmaktan geri kalmamış. Haberi 12’de Modern bir semazen: PORTRE - SAYFA 10 SPOR - SAYFA 11 Dyamandi Keçeoğlu, Rum Ortodoks Mektebi’nde Mevlana’yı tanıyınca Müslüman olur. Yıllarca Mesnevi dersleri alan Dya- mandi, Mevlana’nın aşkını kuşanınca, Yaman Dede oldu. ULUBAT’TA AĞLARI KADINLAR ÇEKİYOR (sandal, gölyazılı kadınların olmazsa olmazı) - SAYFA 6 4 9 Son yıllarda hızla artan boşanmalar neticesinde, dağılan ailelerin ortasında kalan çocukların karşılaştığı sorunlar, sağlıksız bir neslin yetişmesine neden oluyor. İlki düzenlenen Aile Eğitim Seminerleri “Bütün Yönleriyle İnsan Nedir” konulu seminerle başladı. Etkinlikte insan vücudunun işleyişi ve yaradılış gerçeği masaya yatırıldı. AİLE EĞİTİM SEMİNERLERİ BAŞLADI BOŞANAN ÇİFTLER VE ARAFTAKİ ÇOCUKLAR MART 2011 YAMAN DEDE Çıkrıkçıoğlu Meslek Yüksekokulu tarafından “Mustafa Çıkrıkçıoğlu Özel Günü” ve “Kayseri’de Geleneksel El Sanatlarımızı Yaşatan Ustalar” konulu çalıştay düzenlendi. Çıkrıkçıoğlu Özel Günü ustaları bir araya getirdi Erciyes Üniversitesi Sabancı Kültür Sitesi’nde yapılan çalıştaya; Erciyes Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fahrettin Keleştemur, hayırsever iş adamı Mustafa Çıkrıkçıoğlu, Melikgazi Belediye Başkanı Memduh Büyükkılıç, Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği Başkanı Mustafa Alan, öğretim üyeleri ve öğrencilerin yanı sıra birçok davetli katıldı. Çalış- tayın açılış konuşmasını Mustafa Çıkrıkçıoğlu Mes- lek Yüksekokulu Müdürü Prof. Dr. Nafiz Kahraman yaptı. Prof. Dr. Kahraman konuşmasında: “Üniver- sitemiz Rektörlüğü, hayırseverlerle üniversitemiz arasındaki bağların koparılmaması ve onlara olan minnettarlığımızı gösterebilmemiz için hayırse- verler adına günler düzenlemektedir. Biz de bu bağlamda, Mustafa Çıkrıkçıoğlu Özel Günü etkin- liklerinin ilkini geçen yıl düzenlemiştik. El sanatları ve grafik tasarım programlarının öğretim eleman- ları ve öğrencilerinin düzenlemiş olduğu sergiyle kutlamıştık. Bu seneki kutlama programımızın temasını kaybolmaya yüz tutan mesleklerin konu edinildiği “Kayseri’de Geleneksel El Zanaatlarını Yaşatan Ustalarımız Çalıştayı” oluşturdu. Çalıştayın düzenlenmesinde verdiği her türlü destekten ötürü başta Rektörümüz Fahrettin Keleştemur ve özellik- le verdiği fikirlerle el zanaatlarına gösterdiği önem sebebiyle, eşi Fazilet Keleştemur hanımefendiye, çalıştayın oluşturulmasında emek sarf eden Öğr. Gör. Zahide Şahin olmak üzere tüm öğretim gö- revlisi ve personelimize teşekkür ediyorum.” dedi. Haberi 3’te ENGELLERİ KAR GÖZLÜKLERİYLE EŞİTLENDİ Kayseri Görme Engelliler İlköğretim Okulu öğrencileri kar gözlükleriyle Goalball oynarken, çevrelerinde olup bitenlere karşı da duyarlılık kazanıyor. Başarımızı Kayseri’de de kutladık 22. Genç İletişimciler Yarışması’nda fakülte- miz aldığı 18 ödülle, İstanbul’daki ödül töreninde tüm dikkatleri üzerine çekmişti. Yarışma tarihinin rekorunu kıran fakültemiz, bu başarısını Kayseri’de de coşkulu bir organizasyonla kutladı. Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksekokulu Konferans Salonu’nda 29 Aralık’ta yapılan kutlama törenine Kayseri Valisi Mevlüt Bilici, Kayseri Büyükşehir Be- lediye Başkanı Mehmet Özhaseki, Erciyes Üniversi- tesi Rektörü Prof.Dr. Fahrettin Keleştemur, İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Hamza Çakır, Kayseri Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Veli Altınkaya, Doğan Haber Ajansı Bölge Müdürü Oktay Ensari, fakülte- mizi yaptıran hayırsever işadamı Süleyman Çetin- saya, öğretim üyeleri ve öğrenciler katıldı. Törende konuşma yapan İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Hamza Çakır şunları söyledi: “Bu gurur tablosuyla ilgili fazla bir şey konuşmaya gerek yok, ama ba- şarı bir yolculuktur. Biz iletişim fakültesi olarak bu yola başladığımızda bir üçüncülük ödülü almıştık. Şimdiyse; yedi birincilik, dört ikincilik, yedi üçün- cülük ödülü alıp, toplam on sekiz ödülle Türkiye birincisi ve yarışma tarihinin rekortmeni olduk. Bu başarıda Sayın Rektörümüzün ve Sayın Süleyman Çetinsaya’nın büyük katkıları oldu. Neticede başarı tek başına elde edilmiyor. Tabi ki bu başarının mi- marı, öğrencilerimizdir.” dedi. Haberi 3’te 22. Genç İletişimciler Yarışması’nda fakültemizin gösterdiği üstün başarı, İstanbul’daki ödül töreninin ardından, 29 Aralık’ta Kayseri’de de coşkulu bir törenle kutlandı. FOTOĞRAF: TEVFİK IŞIK 2 2 İletişim Fakültesi ve Gazeteciler Cemiyeti’nce ortaklaşa hazırlanan “Kayseri Basınından Portreler” isimli kitap Çalışan Gazeteciler Günü hediyesi olarak yerel basın çalışanlarına dağıtıldı. ÇALIŞAN GAZETECİLER GÜNÜ’NÜ KUTLADIK 2008’de aramızdan ayrılan Çağdaş Kırgız Edebiyatı’nın usta kalemi Cengiz Aytmatov, Sabancı Kültür Sitesi’nde 15 Şubat’ta yapılan etkinlikte, Kırgız geleneklerine göre anıldı. Anma törenine Erciyes Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fahrettin Keleştemur, Talas Belediye Başkanı Rifat Yıldırım ve öğrenciler katıldı. İstiklal Marşı ve Kırgız Milli Marşı’nın okunması ile başlayan törende, Cengiz Aytmatov’un haya- tının anlatıldığı sinevizyon gösterildi. Etkinlikte konuşan Keleştemur, Cengiz Aytmatov’un edebi ve entelektüel ki- şiliğinin bir dünya mirası olduğunu söyledi. Haberi 2’de

Gazete Kampus 47

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Gazete Kampus 47

Citation preview

Page 1: Gazete Kampus 47

4 9

KIRGIZ YAZAR CENGİZ AYTMATOV ANILDI

E r c i y e s Ü n i v e r s i t e s i S ü l e y m a n Ç e t i n s a y a İ l e t i ş i m F a k ü l t e s i U y g u l a m a G a z e t e s i Y ı l 5 S a y ı 4 7

Gazete KampusGazete KampusE r c i y e s Ü n i v e r s i t e s i İ l e t i ş i m F a k ü l t e s i H a b e r A j a n s ı

YAŞLI BEDENLERLE KAYBOLAN BİR GELENEK “DAK “

SOYADINIZ TANITMIYORSA LAKABINIZA BAŞVURUN

Birçok ilimizde olduğu gibi Kayseri’de de insanlar, soyadlarından öte, lakaplarıyla tanınıyor ve öyle anılıyor. Kuşaktan kuşağa geçen lakaplar, ailelerle özdeşleşip, on-larla birlikte yaşıyor. Soyadı Kanunu öncesinde kullanıl-maya başlanan lakaplar, soyadlarının kişileri tanımlama-dığı yerde devreye girerek, kişilerin hangi aileye mensup olduğunu belirlemedeki vazgeçilmezliğini günümüzde de koruyor. Mezar taşlarına dahi yazılan lakaplar, ebedi-yete intikal etmiş olanları bile tanımlayacak kadar geniş bir kullanımın ürünü. Haberi 7’de

Doğu ve Güneydoğu Anadolu insanının bedenini süs-leyen Dak, bazı dini ve batıl inanışlar neticesinde vücudun çeşitli yerlerine işlenen dövmelere yörede verilen isim. Dak, yüzyıllardır bölgede varlığını sürdüren, kendi kül-türünü ve alt yapısını oluşturan yöresel değerlerden biri. Dak, bedene uyumlu bir karışım maddesinin ömür boyu çıkmayacak biçimde derinin alt yüzeyine desenler halinde nakşedilmesi ile belli anlamlar kazanarak, sözsüz bir ileti-şim dili de oluşturmuş. Değişen koşullar ve anlayış biçimi zamanla Dak üzerinde de etkili olmaktan geri kalmamış. Haberi 12’de

Modern bir semazen:PORTRE - SAYFA 10 SPOR - SAYFA 11

Dyamandi Keçeoğlu, Rum Ortodoks Mektebi’nde Mevlana’yı tanıyınca Müslüman olur. Yıllarca Mesnevi dersleri alan Dya-mandi, Mevlana’nın aşkını kuşanınca, Yaman Dede oldu.

ULUBAT’TA AĞLARI KADINLAR ÇEKİYOR (sandal, gölyazılı kadınların olmazsa olmazı) - SAYFA 6

4 9Son yıllarda hızla artan boşanmalar neticesinde, dağılan ailelerin ortasında kalan çocukların karşılaştığı sorunlar, sağlıksız bir neslin yetişmesine neden oluyor.

İlki düzenlenen Aile Eğitim Seminerleri “Bütün Yönleriyle İnsan Nedir” konulu seminerle başladı. Etkinlikte insan vücudunun işleyişi ve yaradılış gerçeği masaya yatırıldı.

AİLE EĞİTİM SEMİNERLERİ BAŞLADI

BOŞANAN ÇİFTLER VE ARAFTAKİ ÇOCUKLAR

M A R T 2 0 1 1

YAMAN DEDE

Çıkrıkçıoğlu Meslek Yüksekokulu tarafından “Mustafa Çıkrıkçıoğlu Özel Günü” ve “Kayseri’de Geleneksel El Sanatlarımızı Yaşatan Ustalar” konulu çalıştay düzenlendi.

Çıkrıkçıoğlu Özel Günü ustaları bir araya getirdiErciyes Üniversitesi Sabancı Kültür Sitesi’nde

yapılan çalıştaya; Erciyes Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fahrettin Keleştemur, hayırsever iş adamı Mustafa Çıkrıkçıoğlu, Melikgazi Belediye Başkanı Memduh Büyükkılıç, Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği Başkanı Mustafa Alan, öğretim üyeleri ve öğrencilerin yanı sıra birçok davetli katıldı. Çalış-tayın açılış konuşmasını Mustafa Çıkrıkçıoğlu Mes-lek Yüksekokulu Müdürü Prof. Dr. Nafiz Kahraman yaptı. Prof. Dr. Kahraman konuşmasında: “Üniver-

sitemiz Rektörlüğü, hayırseverlerle üniversitemiz arasındaki bağların koparılmaması ve onlara olan minnettarlığımızı gösterebilmemiz için hayırse-verler adına günler düzenlemektedir. Biz de bu bağlamda, Mustafa Çıkrıkçıoğlu Özel Günü etkin-liklerinin ilkini geçen yıl düzenlemiştik. El sanatları ve grafik tasarım programlarının öğretim eleman-ları ve öğrencilerinin düzenlemiş olduğu sergiyle kutlamıştık. Bu seneki kutlama programımızın temasını kaybolmaya yüz tutan mesleklerin konu

edinildiği “Kayseri’de Geleneksel El Zanaatlarını Yaşatan Ustalarımız Çalıştayı” oluşturdu. Çalıştayın düzenlenmesinde verdiği her türlü destekten ötürü başta Rektörümüz Fahrettin Keleştemur ve özellik-le verdiği fikirlerle el zanaatlarına gösterdiği önem sebebiyle, eşi Fazilet Keleştemur hanımefendiye, çalıştayın oluşturulmasında emek sarf eden Öğr. Gör. Zahide Şahin olmak üzere tüm öğretim gö-revlisi ve personelimize teşekkür ediyorum.” dedi. Haberi 3’te

ENGELLERİ KAR GÖZLÜKLERİYLE EŞİTLENDİ

Kayseri Görme Engelliler İlköğretim Okulu öğrencileri kar gözlükleriyle Goalball oynarken, çevrelerinde olup bitenlere karşı da duyarlılık kazanıyor.

Başarımızı Kayseri’de de kutladık22. Genç İletişimciler Yarışması’nda fakülte-

miz aldığı 18 ödülle, İstanbul’daki ödül töreninde tüm dikkatleri üzerine çekmişti. Yarışma tarihinin rekorunu kıran fakültemiz, bu başarısını Kayseri’de de coşkulu bir organizasyonla kutladı. Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksekokulu Konferans Salonu’nda 29 Aralık’ta yapılan kutlama törenine Kayseri Valisi Mevlüt Bilici, Kayseri Büyükşehir Be-lediye Başkanı Mehmet Özhaseki, Erciyes Üniversi-

tesi Rektörü Prof.Dr. Fahrettin Keleştemur, İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Hamza Çakır, Kayseri Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Veli Altınkaya, Doğan Haber Ajansı Bölge Müdürü Oktay Ensari, fakülte-mizi yaptıran hayırsever işadamı Süleyman Çetin-saya, öğretim üyeleri ve öğrenciler katıldı. Törende konuşma yapan İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Hamza Çakır şunları söyledi: “Bu gurur tablosuyla ilgili fazla bir şey konuşmaya gerek yok, ama ba-

şarı bir yolculuktur. Biz iletişim fakültesi olarak bu yola başladığımızda bir üçüncülük ödülü almıştık. Şimdiyse; yedi birincilik, dört ikincilik, yedi üçün-cülük ödülü alıp, toplam on sekiz ödülle Türkiye birincisi ve yarışma tarihinin rekortmeni olduk. Bu başarıda Sayın Rektörümüzün ve Sayın Süleyman Çetinsaya’nın büyük katkıları oldu. Neticede başarı tek başına elde edilmiyor. Tabi ki bu başarının mi-marı, öğrencilerimizdir.” dedi. Haberi 3’te

22. Genç İletişimciler Yarışması’nda fakültemizin gösterdiği üstün başarı, İstanbul’daki ödül töreninin ardından, 29 Aralık’ta Kayseri’de de coşkulu bir törenle kutlandı.

FOTO

ĞRAF

: TEV

FİK

IŞIK

22İletişim Fakültesi ve Gazeteciler Cemiyeti’nce ortaklaşa hazırlanan “Kayseri Basınından Portreler” isimli kitap Çalışan Gazeteciler Günü hediyesi olarak yerel basın çalışanlarına dağıtıldı.

ÇALIŞAN GAZETECİLERGÜNÜ’NÜ KUTLADIK

2008’de aramızdan ayrılan Çağdaş Kırgız Edebiyatı’nın usta kalemi Cengiz Aytmatov, Sabancı Kültür Sitesi’nde 15 Şubat’ta yapılan etkinlikte, Kırgız geleneklerine göre anıldı. Anma törenine Erciyes Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fahrettin Keleştemur, Talas Belediye Başkanı Rifat Yıldırım ve öğrenciler katıldı. İstiklal Marşı ve Kırgız Milli Marşı’nın okunması ile başlayan törende, Cengiz Aytmatov’un haya-tının anlatıldığı sinevizyon gösterildi. Etkinlikte konuşan Keleştemur, Cengiz Aytmatov’un edebi ve entelektüel ki-şiliğinin bir dünya mirası olduğunu söyledi. Haberi 2’de

Page 2: Gazete Kampus 47

SAYFA TASARIM: MUSTAFA DEMİRCİOĞLU

KAMPUS 2 MART 2011ÜNİVERSİTEDEN

Sabancı Kültür Sitesi’nde 15 Şubat’ta yapılan etkinliğe Erciyes Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fahrettin Keleştemur, Talas Belediye Başkanı Rifat Yıldırım ve öğrenciler katıldı. İstiklal Marşı ve Kırgız Milli Marşı ile başlanan törene Cen-giz Aytmatov’un hayatının anlatıldığı sinevizyonla devam edildi. Sinevizyonun ardından Prof. Dr. Keleştemur konuşma yaptı. Cengiz Aytmatov’un edebi ve entelektüel kişiliği-nin bir dünya mirası olduğunu söyleyen Keleştemur, onun mirasına sahip çıkılmasının önemine değindi. Türkiye’de Aytmatov’un fikirlerinin ve eser-lerinin ilgi ile takip edildiğini vurgulayan Keleştemur, konuş-masını şöyle sürdürdü: “Türk Cumhuriyetleri’nin bağımsızlığı-nı elde etmesiyle birbirimizi ta-nır olduk. Üniversite eğitimimiz sırasında bu tanışıklığı özlemle bekledik. Bu kavuşma bir mutlu-luktur. Cengiz Aytmatov herke-sin tanıdığı, sevdiği bir yazardır. Elli yıla yakındır onun eserleri ile birlikteyiz. Hem Kırgızistan’da hem de ülkemizde daha nice Aytmatovların yetişmesini te-menni ediyorum. Bu birlik ve beraberlik uzun süre devam etsin istiyorum.” dedi. Rektör Keleştemur’un ardından kürsüye gelen Talas Belediye Başkanı Rifat Yıldırım, Aytmatov’un doğduğu Talas’la Kayseri’nin ilçesi Talas’ın kardeş olduklarını belirtti. Bu açıdan Kayseri’ye gelen Kırgız öğrencilerin zorluk çekmediğini vurgulayan Yıldırım, Kırgızistan’dan üniversite-mizde eğitim gören öğrencilere her türlü kolaylığın sağlan-maya çalışıldığını da belirtti. Takdim edilen plaketlerin ar-dından, Kırgızistan’ın geleneksel şarkılarının sunumuna yer verildi. Güzel Sanatlar Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Gül-nara Jorobekova’nın piyano dinletisi ve Kırgız öğrencilerin

hazırlamış olduğu halk oyunlarıyla program sona erdi.

Cengiz Aytmatov kimdir?12 Aralık 1928 tarihinde

Kuzeybatı Kırgızistan’daki Talas eyaletinin Şeker köyünde doğdu. Babası Torekul Aytmatov, Sovyet Kırgızistan’ının seçkin bir devlet adamıydı. Tatar kızı olan annesi

Nagima Hamziyevna Abdulvaliyeva tiyatro aktrisiydi. Adı, Cengiz Han’dan esinlenerek konulmuştur. Gençliği sıkıntılar içinde geçen Aytmatov, yeni yerleşmeye başlayan siyasal sistem içinde II. Dünya Savaşı’nın zorlukları ile mücadele et-mek zorunda kaldı. Çok genç yaşta çalışmaya başladı; çünkü savaşın SSCB üzerindeki etkileri gençleri de etkiliyordu. On dört yaşında Şeker Köyü’nde, köy Sovyeti kolhozu sekreter-liğine getirildi. Burada tarım makinelerinin sayımı, vergi tahsildarlığı gibi işlerde çalıştı. Köyünden, Kazakistan’a

giderek Cambul Veterinerlik Teknik Okulu’nda okudu. Daha sonra Kırgızistan’ın başkenti Bişkek’e giderek, Frunze Ta-rım Enstitüsü’nde öğrenim gördü. Ardından Maksim Gorki Edebiyat Enstitüsü’ne geçti. Yazmaya bu yıllarda Pravda gazetesinde başladı. Cemile adlı eseri ile ünü kavuşan Ayt-matov, 1957 yılında Sovyet Yazarlar Birliği’ne üye kabul edildi. 1963’te Lenin Ödülü’nü aldı. Yapıtları onlarca dile çevrildi. 1990-2008 yılları arasında çeşitli yerlerde Rusya’yı Büyükelçi olarak temsil etti. Aytmatov, Gün Olur Asra Bedel romanının film çekimleri için gittiği Tataristan’da, 16 Mayıs 2008’de rahatsızlanarak böbrek yetmezliği teşhisiyle tedavi için Almanya’ya getirildi. Almanya’nın Nürnberg kentindeki Klinikum Nord’da tedavi gören Cengiz Aytmatov, 10 Haziran 2008 tarihinde aramızdan ayrıldı. Aytmatov’un bazı eser-leri: Zorlu Geçit, Yüz yüze, Cemile, İlk Öğretmenim, Dağlar ve Steplerden Masallar, Elveda Gülsarı, Beyaz Gemi, Selvi Boylum Al Yazmalım, Fuji Yama, Gün Olur Asra Bedel, Dişi kurdun Rüyaları, Toprak Ana, Cengiz Han’a Küsen Bulut, Ço-cukluğum, Kırmızı Elma, Dağlar Devrildiğinde-Ebedi Nişanlı.

Kırgız yazar Cengiz Aytmatov ERÜ’de anıldıErciyes Üniversitesi Uluslararası Ofis /Yabancı Öğrenciler Bürosu Türk Cumhuriyeti ve Akraba Topluluklar Kulübü tarafından “Cengiz Aytmatov ‘u Anma Günü” programı düzenlendi.

H A B E R & F OTO Ğ R A F: B İ LG E Y I L M A Z- E L İ F K Ü T Ü KO Ğ LU

Kazakistan Cumhuriyeti Ankara Büyükelçisi Can-seyit Tüymebayev, Erciyes Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fahrettin Keleştemur’u makamında ziyaret etti. Kazakistan ile Türkiye arasındaki eğitim işbirliğine değinen Tüymebayev: “Sağolsun Türkiye pek çok öğ-rencimizi kabul etti, 730 civarı öğrencimiz burada eğitim görmekte” dedi. Erciyes Üniversitesi’nin dünya sıralamasında 800, orijinal bilgi üretmede ise Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nden sonra Türkiye birincisi olduğunu söyleyen Prof. Dr. Keleştemur: “Araştırma merkezleri kuruyoruz. Bu araştırma merkezlerinden

H A B E R & F OTO Ğ R A F: H İ L A L S Ö N M E Z- Ö ZG E Y I L D I Z

H A B E R & F OTO Ğ R A F: İ B R A H İ M A R S L A N - H A M Z A A K TA Ş

Türkmenistanlı öğrencimize hüzünlü veda

Üniversitemizin, Türkan Tuncer Hasçalık Turizim İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksekokulu 2. sınıf öğrencisi Gaygsyz Çaryyew (19) geçirdiği beyin kanaması sonucu hayatını kaybetti. Çaryyew için okulunda tören düzenlendi.

Ölümünden yaklaşık on gün önce beyin kanaması geçiren Türkmenistanlı öğrenci, tedavi gördüğü Erciyes Üni-versitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde yaşama veda etti. Çaryyew için 11 Ocak 2011 Salı günü veda töreni düzenlendi. Türkan Tuncer Hasçalık Turizm İşlet-meciliği ve Otelcilik Yüksekokulu Kon-

ferans Salonunda düzenlenen törene Vali Yardımcısı Erdoğan Aygenç, Erciyes Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fahret-tin Keleştemur, Türkmenistan Ankara Büyükelçiliği İkinci Katibi Şadurdı Me-redov, Türkan Tuncer Hasçalık Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksekokulu Müdürü Doç. Dr. Kurtuluş Karamustafa, akademisyenler ve öğrenciler katıldı. Çaryyew’in cenazesi, konferans salonu-nun önünde kılınan cenaze namazının ardından gözyaşları arasında uçakla İstanbul’a oradan da Türkmenistan’a gönderildi, Lebap iline bağlı Halaç ilçe-sinde toprağa verilecek.

Çalışan Gazeteciler Günü’nü kutladık

Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesi ve Kayseri Gazeteciler Cemiyeti’nin 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü nedeniyle birlikte düzenlediği etkinlik, günün anlam ve öne-mini taçlandırdı. Etkinlik kapsamında ger-çekleştirilen Halı Saha Futbol Turnuvası’nda İletişim Fakültesi ve Kayseri Gazeteciler Ce-miyeti karşılaştı. Turnuva Erciyes Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fahrettin Keleştemur’un topa vuruşuyla başladı. Mücadelenin ilk yarısı Gazeteciler Cemiyeti’nin üstünlüğü ile geçerken, ikinci yarıda İletişim Fakültesi’nin attığı iki gol beraberliği getirdi. Dostluk ha-vası içerisinde geçen mücadele 2-2’lik bera-berlikle sona erdi. Karşılaşmanın ardından

her iki takım kupalarını alarak hatıra fotoğ-rafı çektirdi. Erciyes Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fahrettin Keleştemur, İletişim Fakültesi Dekanı Prof Dr. Hamza Çakır, Kayseri Gazete-ciler Cemiyeti Başkanı Veli Altınkaya ve yerel basının çalışanları etkinliğe dahil olan isimler arasındaydı.

Kayseri Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Veli Altınkaya ve Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Hamza Çakır gaze-tecilerin anlamlı gününü kutladı. Fakülte ve cemiyet ilişkilerinin Kayseri’de en güzel sevi-yede olduğunu dile getiren İletişim Fakültesi Dekanı Hamza Çakır: “Biz öğrencilerimize işin teorik kısmını öğretirken, siz işin pratiği-ni öğretiyorsunuz. Cemiyet ve fakülte etle tır-nak gibidir. İletişim Fakültesi olarak cemiyet-

le her zaman iyi ilişkiler içinde olduk. Zaten olması gereken de budur. Bu yıl cemiyetle ortak gerçekleştirdiğimiz basın için önemli bir kaynak olacağını düşündüğüm, Çarşam-ba Söyleşilerini bir kitap haline dönüştürdük” dedi. İletişim Fakültesi ve Gazeteciler Cemi-yeti tarafından ortaklaşa hazırlanan Kayseri Basınından Portreler isimli kitap yerel basın çalışanlarına dağıtıldı.

Kazakistan Büyükelçisi ERÜ’de

H A B E R & F OTO Ğ R A F: İ B R A H İ M A R S L A N

beklentimiz, Türk Cumhuriyetlerinden sadece öğrencile-rin değil bilim insanlarının da gelmesini sağlayarak, ortak çalışmalar üretmektir.” dedi. Kazak öğrencilerin sorunla-rını dinlemek üzere Tüymebayev ve Keleştemur öğrenci-lerle buluştu. Hocalarının ve arkadaşlarının ilgisinden ve yardımseverliklerinden memnun olduklarını ifade eden öğrenciler, ulaşımla ilgili sorunlar yaşadıklarını belirterek bu sorunun çözümünü istediler. Kazak öğrencilerden biri, Tüymebayev’e, diğer ülkelerden gelen arkadaşlarının kendi milli kıyafet ve enstrümanları olduğunu söyleye-rek, Kazakistan’a ait milli kıyafet ve enstrüman istediğini belirtti.

Page 3: Gazete Kampus 47

SAYFA TASARIM: SERVET TURSUN

KAMPUS 3MART 2011 ÜNİVERSİTEDEN

22. Genç İletişimciler Yarışması’nda elde ettiğimiz başarıyı Kayseri’de de kutladık

Aydın Doğan Vakfı’nın düzenlemiş olduğu 22. Genç İletişimciler Yarışması’nda fakültemizin gösterdiği üstün başarı, İstanbul’daki ödül töreninin ardından, Kayseri’de 29 Aralık’ta Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksekokulu Konferans Salonu’nda düzenlenen coşkulu bir törenle kutlandı.

Bu yıl 22.’si düzenlenen Aydın Doğan Vakfı Genç İletişimciler Yarışması’nda fakültemiz aldığı 18 sekiz ödülle İstanbul’daki ödül töreninde tüm dikkatleri üzerine çekmişti. Yarışma tarihinin reko-runu kıran fakültemiz bu başarısını Kayseri’de de coşkulu bir or-

ganizasyonla kutladı. Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksekokulu Konferans Salonu’nda 29 Aralık günü yapılan kutlama törenine Kayseri Valisi Mevlüt Bilici, Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Özhaseki, Erciyes Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fahrettin Keleştemur, İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Hamza Çakır, Kayseri Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Veli Altınkaya, Doğan Haber Ajansı Bölge Müdürü Oktay Ensari, fakültemizi yaptıran hayırsever işa-

damı Süleyman Çetinsaya, öğretim üyeleri ve öğrenciler katıldı. Saygı duruşu ve İstiklal Marşı’nın ardından öğrencilerin başarıları-nın gösterildiği sinevizyon gösterimi yapıldı. Gösterimin ardından İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Hamza Çakır konuşmasını yap-mak için kürsüye çıktı. Çakır: “Bu gurur tablosuyla ilgili fazla bir şey konuşmaya gerek yok ama, başarı bir yolculuktur. Biz iletişim fakültesi olarak bu yola başladığımızda bir üçüncülük ödülü almış-

tık. Şimdi ise; yedi birincilik, dört ikincilik, yedi üçüncülük ödülü alıp toplam on sekiz ödülle Türkiye birincisi olduk. Bu başarıda sa-yın rektörümüzün ve sayın Süleyman Çetinsaya’nın büyük katkıları oldu. Başarı tek başına elde edilmiyor. Tabi ki bu başarının mimarı öğrencilerimiz.”dedi. Daha sonra söz alan Doğan Haber Ajansı Böl-ge Müdürü Oktay Ensari, İstanbul’da ki ödül törenine gönderme yaparak şunları söyledi: “Bugün hepimiz için mutlu bir gün. Biz bu başarıyı İstanbul’da kutlamıştık. Öğrencileri tekrar tebrik edi-yorum.”

“Ben bir şey yaptım diyemiyorum”Oktay Ensari’den sonra Kayseri Gazeteciler Cemiyeti Başkanı

Veli Altınkaya konuşma yaptı. Altınkaya: “İstanbul’dan bakıldığı zaman Kayseri taşra olarak görülüyor ama; Kayseri her alanda taş-ra olmaktan çıktı ve birçok şehre örnek hale geldi. Bu fakülte henüz on yılını doldurmadı. Ancak, basın için ciddi olan bu organizasyon-da iki yıldır adından bahsettiriyor. Hem hayırsever işadamımızın, dekanımızın hem de cemiyetimizin destekleri oldukça öğrencile-rin başarılarının devamı gelecektir.” dedi. Cemiyet başkanı yaptığı konuşmadan sonra Prof. Dr. Çakır’a şilt takdim etti. Fakültemize değerli katkıları olan Kayserili hayırsever işadamı Süleyman Çetin-saya: “Başarılı öğrencileri yürekten kutluyorum. Bu başarı sizin ba-şarınız. Bizim yaptığımız şey katkıda bulunmak. Onun için ben bir şey yaptım diyemiyorum. Buradaki bütün projelerin hazırlanması sizin başarınızdır ve gurur verici bir başarıdır. Kayseri taşra gibi gö-rülüyor ama, böyle şehircilik hiçbir yerde yok. Öğrencilerin hepsine başarılar diliyorum. Siz üretin, biz her zaman yanınızdayız.” diyerek fakültemize ve öğrencilere olan desteğini bir kez daya yinelemiş oldu. Yapılan konuşmaların ardından törene katılan konukla-ra Prof. Dr. Çakır tarafından plaket takdimi yapıldı. Fakültemizi, ‘Mada’ kısa filmiyle ulusal ve uluslararası arenada ve yarışmalarda temsil eden ve birçok ödül alan Musa Ak’a Süleyman Çetinsaya tarafından dizüstü bilgisayar hediye edildi. 22. Genç İletişimciler Yarışması’nda dereceye girip ödül alan öğrencilere ve fakülte birim sorumlularına, Erciyes Üniversitesi Rektörlüğü, Kayseri Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı ve Süleyman Çetinsaya tarafından hazırlanmış hediyeler verildi. 23. Genç İletişimciler Yarışması’nda daha üstün başarılarla tekrar bir araya gelmek üzere alınan sözün ardından, törenin daima hatırlanması için toplu fotoğraf çekimi yapıldı. Kut-lama ödül töreninin ardında verilen kokteyle son buldu.

Mustafa Çıkrıkçıoğlu Özel Günü ustaları bir araya getirdiErciyes Üniversitesi Mustafa Çıkrıkçıoğlu Meslek Yüksek Okulu tarafından “Mustafa Çıkrıkçıoğlu Özel Günü” ve “Kayseri’de Geleneksel El Sanatlarımızı Yaşatan Ustalar” konulu çalıştay düzenlendi.

Erciyes Üniversitesi Sabancı Kültür Sitesi’nde yapılan çalış-taya; Erciyes Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fahrettin Keleştemur, hayırsever Mustafa Çıkrıkçıoğlu, Melikgazi Belediye Başkanı Memduh Büyükkılıç, Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği Başkanı Mustafa Alan, öğretim üyeleri ve öğrencilerin yanı sıra birçok davetli katıldı. Çalıştayın açılış konuşmasını Mustafa Çıkrıkçıoğ-lu Meslek Yüksek Okulu Müdürü Prof. Dr. Nafiz Kahraman yaptı. Prof. Dr. Kahraman Konuşmasında: “Üniversitemiz Rektörlüğü hayırseverlerle üniversitemiz arasındaki bağların koparılmaması ve onlara olan minnettarlığımızın ve şükranlarımızın bir nişane-si olması amacıyla hayırseverler adına günler düzenlemektedir. Bizde bu bağlamda Mustafa Çıkrıkçıoğlu Özel Günü etkinlikleri-nin ilkini geçen yıl düzenlemiştik. El sanatları ve grafik tasarım programlarının öğretim elemanları ve öğrencilerinin düzenle-miş olduğu sergiyle kutlamıştık. Bu yıl ise kutlama programımı-zın temasını kaybolmaya yüz tutan mesleklerin konu edinildiği “Kayseri’de Geleneksel El Zanaatlarını Yaşatan Ustalarımız Ça-lıştayı” oluşturdu. Çalıştayın düzenlenmesinde verdiği her tür-lü destekten ötürü başta Rektörümüz Fahrettin Keleştemur ve özellikle verdiği fikirlerle el zanaatlarına verdiği önem sebebiyle Fazilet Keleştemur hanımefendiye, çalıştayın oluşturulmasında emek sarf eden başta Öğr. Gör. Zahide Şahin olmak üzere tüm öğretim görevlisi ve personelimize teşekkür ediyorum.” dedi.

H A B E R & F OTO Ğ R A F: İ B R A H İ M A R S L A N

H A B E R : B İ LG E Y I L M A Z , E L İ F K Ü T Ü KO Ğ LU

F OTO Ğ R A F: İ B R A H İ M A R S L A N

Değerlerimize sahip çıkmak zorundayızMustafa Çıkrıkçıoğlı Meslek Yüksekokul’u Müdürü Prof. Dr. Na-

fiz Kahraman’ın ardından Kürsüye gelen Rektör Prof. Dr. Fahrettin Keleştemur Kayseri yörelerini ve milli kültürünü tanıttı, kaybolmaya yüz tutan meslekler ve son temsilcilerinden bahsetti. Keleştemur konuşmasına şöyle devam etti; “Bu yıl ikincisi düzenlenen Mustafa Çıkrıkçıoğlu Özel Günü’nün ana konusu kaybolmaya yüz tutan ge-leneksel zanaatlarımızın değerlendirilmesi, gün ışığına çıkarılması ve bunların gelecek nesillere aksettirilmesidir. Bu son derece önem-li bir konudur. Biz Türk milleti olarak ne yazıktır ki son iki yüzyıldır bir kimlik sorunu ile karşı karşıyayız. Osmanlı İmparatorluğu’nun çökmesinden ve Cumhuriyet’in kurulmasından sonra da bu kimlik meselesini halledebilmiş değiliz. Sırt çevirerek, onları reddederek modern bir toplum haline gelmemiz mümkün değildir. Eğer günü-müzdeki modern toplumlara, özelliklede batının teknolojik olarak ileri düzeye ulaşmış toplumlarına bakarsanız bunların hemen he-men hepsi geleneksel değerler üzerine modernizmi inşa etmiş top-lumlardır. Biz üniversiteler olarak, geleneksel değerlerimize sahip çıkmak zorundayız. Bu nedenle geleneksel değerlerimizi ön plana çıkararak biraz sonra gezeceğimiz serginin hazırlanmasında emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.” dedi.

“Hayır yapmak insanlığa duyulan borçtur.”Rektör Keleştemur’un ardından hayırsever iş adamı Mustafa

Çıkrıkçıoğlu konuşmasında hayır yapmanın insanlığa karşı duyulması gereken bir borç olduğunu, hayır yapmaya vesile olanların en az hayır yapanlar kadar değerli olduğuna inan-dığını belirtti. Çıkrıkçıoğlu hayır müesseselerinin çalışmasına en büyük teşviki idarecilerden gördüklerini söyleyerek, böyle bir çalışmanın düzenlenmesinden duyduğu memnuniyeti dile getirdi. Program Develi Kaftan defilesinin ardından Rektör Prof. Dr. Fahrettin Keleştemur’un Hayırsever Mustafa Çıkrıkçıoğlu, Yüksekokul Müdürü Prof. Dr. Nafiz Kahraman, Öğr. Gör. Zahide Şahin’e teşekkür plaketi vermesiyle son buldu.

Kayseri Yöresine ait el sanatlarının ustaları Erciyes’te.Erciyes Üniversitesi Mustafa Çıkrıkçıoğlu Meslek Yüksek

Okulu tarafından Kayseri yöresine ait geleneksel el sanatları ustaları ve eserleri düzenlenen sergide bir araya geldi. Erciyes Üniversitesi Sabancı Kültür Sitesi Fuaye Salonu’nda düzen-lenen sergiyi Erciyes Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fahrettin Keleştemur, hayırsever iş adamı Mustafa Çıkrıkçıoğlu, Melik-gazi Belediye Başkanı Memduh Büyükkılıç’ın yanı sıra birçok

davetli ziyaret etti. Sergide Kayseri yöresine ait günümüzde yok olmaya yüz tutmuş el sanatlarının ustaları ve onların eserleri bir araya getirildi. Sergiye semer ustaları, halı ustaları, ip eğiren köylü kadınlar, taş ve ahşap ustaları ile bir çok mesleği icra eden usta-lar eserleri ile katıldı. Mustafa Çıkrıkçıoğlu Meslek Yüksek Okulu Müdürü Prof. Dr. Nafiz Kahraman daha önceleri bu tarz sergilerin belirli gün ve haftalarda yüksekokul bünyesinde ziyarete açıldığını daha sonraları bu sergilerin özellikle el sanatları sergilerinin iki yıldır Mustafa Çıkrıkçıoğlu günüyle beraber ziyarete açılmaya baş-ladığını söyledi. Prof. Dr. Nafiz Kahraman konuşmasına şu şekilde devam etti; “Bu gün kaybolmaya yüz tutan el sanatlarının önemi-ne dikkat çekmek ve orta yaş altındakilerin çoğunun görmediği el sanatlarını tanıtmak amacıyla “Kayseri’de geleneksel el sanatları-nı yaşatan ustalarımız” çalıştayını başlattık. Birçok ilçeden beklide son ustalarımızı davet ettik. Bu sergi sayesinde geçmişimizi gele-ceğe taşıyan sanat eserlerimizi gün ışığına çıkardık ve kayıt altına alınmasını sağlayacağız.” Kahraman, amaçlarının bundan sonraki yıllarda bu tarz etkinlikleri geleneksel hale getirmek ve böylelikle kültür bağlarımızı, sanat eserlerimizi geleceğe aktarmak olduğu-nu ifade etti. Sergi 2 gün süreyle misafirlerin ziyaretine açık kaldı.

Page 4: Gazete Kampus 47

SAYFA TASARIM: ASLI YILMAZ

KAMPUS 4 MART 2011ÜNİVERSİTEDEN

ERÜ-TOKİ yolu açılışı yapıldı

Erciyes Üniversitesi kampüs alanına Kayseri Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılan TOKİ Nizamiye kapısının açılış töreni yapıldı. Açılış törenine Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Özhaseki, Melikgazi Belediye Başkanı Memduh Büyükkılıç, Talas Belediye Başkanı Ri-fat Yıldırım, ERÜ Rektörü Prof. Dr. Fahrettin Ke-leştemur, rektör yardımcıları ve öğretim üyeleri katıldı.

Törenin açılış konuşmasını Erciyes Üniversi-tesi Rektörü Prof. Dr. Fahrettin Keleştemur yaptı.

Konuşmasında emeği geçen herkese teşekkür-lerini sunan Keleştemur, üniversiteyi araştırma üniversitesine dönüştüreceklerini belirterek, "Erciyes Üniversite’sinin temel fonksiyonu olan eğitim üniversitesinden araştırma üniversitesine dönüştürmeye çalışıyoruz. Bu konuda da oldukça mesafe aldık. Bu durumda elimizdeki parayı çok iyi kullanmak zorundayız. İleriye dönük vizyonu-muz ve tasarımız olduğu için paramızı, merkezle-rin kurulması, malzemelerin yapımı ve buradaki elemanların yetiştirilmesine harcıyoruz" dedi. Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Özhaseki konuşmasında yaptıkları çalışmaların detaylarını anlatarak bir müjde verdi. Erciyes

Üniversite’si ve Talas’a raylı sistem ihalesini bahar ayında yapacakları haberini veren Özhaseki, "Bu bahar aylarında Erciyes Üniversitesi ve Talas’a uzanacak raylı sisteminin ihalesine giriyoruz. Müteahhit firmadan isteklerimiz olacak. Bir yıl içerisinde Erciyes Üniversitesi Sivas caddesi bağlantısını bitirmelerini talep ederek, iki sene sonunda inşaatın tamamının bitirilmesini iste-yeceğiz. Bir an önce öğrencilerimize yeni ulaşım olanağı sunmak istiyoruz." diye konuştu. Konuş-maların ardından Rektör Prof. Dr. Keleştemur, katkılarından dolayı Özhaseki’ye plaket takdim etti. Plaket sunumunun ardından, yapılan yeni yolun açılışı yapıldı.

H A B E R : İ B R A H İ M A R S L A NF OTO Ğ R A F: H A M Z A A K TA Ş

H A B E R & F OTO Ğ R A F: M E RY E M A K K U R T

Eyüp Ataş’ın ilk kişiselsergisi ErciyesÜniverstesi GüzelSanatlar FakültesiResim Bölümütarafından ZaferBayburtoğlu SergiSalonu’nda sanatseverlerlebuluştu.

Erciyes Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim bölümü mezunu Eyüp Ataş lisans öğrenimi boyunca yaptığı resimleri mezun olduğu fakültede sergiledi. Oluşturduğu 13 yağlı boya tabloda Çerkez kültürüne dair öğelere yer verdiğini söyleyen genç ressam Ataş, resimlerinde gelenekselciliği elden bı-rakmadığını belirtti. Sergiye katılan Erciyes Üniver-

sitesi Rektörü Prof. Dr. Fahrettin Keleştemur, Ataş’ın çalışmalarını takdir ettiğini, gelecekte adından söz et-tirecek bir ressam olacağına inandığını söyledi. Erciyes Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekan Vekili Doç. Dr. Nurdan Karasu Gökçe ise Ataş’ın kendi kültürünü eserlerinde kullanmasını çok samimi bulduğunu ifade etti. Bir hafta süren “Düş İçinde Yaşam, Yaşam İçinde Düş” isimli sergiye sanatseverleri ilgisi yoğun oldu.

Eyüp Ataş’ın kişisel sergisi açıldı

Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik merkezi tarafından düzenlenen ‘Bütün Yönleriyle İnsan Nedir?’ seminerine Op. Dr. Kemal Tekden konuşmacı olarak katıldı.

ERÜ’de Aile Eğitim Seminerleri başladı

H A B E R & F OTO Ğ R A F: M İ N E Ç A L I K

Aile Eğitimi Seminerleri’nin ilki olan ‘Bütün Yönleriyle İnsan Nedir?’ konulu seminere konuş-macı olarak katılan Tekden Hastanesi Yönetim Kurulu Başkanı Op. Dr. Kemal Tekden, insanı maddi manevi yönleriyle tanımlamayarak söz-lerine başladı. İnsanın vücudundaki işleyişe ve yaradılışındaki mucizelere değinerek konuşma-sını sürdüren Kemal Tekden, "Adeta bir fabrikayı andıran insan vücudu bir makine değil, ve sesli çalışmıyor. İnsanda bir çift hücreden trilyonlarca hücre oluşuyor. İnsan vücudundaki hücre ta-mamlanması 80 yıl gibi gözüküyor, ancak insanın 9 ayda bu hücreleri tamamlanıyor ve hayattaki en büyük mucize gerçekleşiyor" ifadelerini kullandı.

Neden değişmiyoruz?İnsan vücudunun oluşumunun animasyon-

larla anlatıldığı seminerin devamında Tekden, "Bir insanın bir yılda bedeninin % 98'i yenileni-yor. Peki neden değişmiyoruz? Hücre genlerinde hiçbir değişiklik olmuyor. Akciğeri, beyni oluştu-ran genler aynı, ama nasıl oluyor da o organlar oluşuyor bu anlaşılamıyor." diyerek insan vücu-dundaki çözülemeyen sırlara değindi.

Ruh bedeni komuta ediyorİnsan beyninin varlığındaki önemine dikkat

çeken Kemal Tekden konuşmasında son olarak şunları söyledi: "Beyin vücudun kumanda merke-zidir. Beyni de komuta eden de ruhtur. İnsandaki bir diğer mucizede zekadır. Akıl insanı kötüye gö-türmez ama zeka götürür. Örneğin, Hitler bir dahi olabilir ama insanlığı kötüye götürmüştür. İnsan sürekli bir değişim arzusundadır. İşte bu yüzden yaşadığı dünyayı cehennemede çevirebilir cen-netede."

Erciyes Üniversitesi Kültür Sanat Komisyo-nu ve İktisadi İdari Bilimler Fakültesi işbirliğiyle “Divan Edebiyatı’nın Türk-İslam Medeniyetindeki Yeri” konulu konferans düzenlendi. Konferansa Erciyes Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fahrettin Keleştemur’un yanı sıra birçok öğretim üyesi ve öğrenci katıldı. Konferansın açılış konuşmasını İkisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ekrem Erdem yaptı. Prof. Dr. Erdem; “ Bir milletin

medeniyet algısını oluşturan en önemli unsur-larının başında edebiyat gelir. Çünkü, milletin duygu ve düşüncelerini kelimelerinden başlayıp bilgi düşünce ve dağarcığındaki her şeyi yazılı veya sözlü olarak yalnızca o milletin edebiyatı ile anlayabiliriz. Günümüzde bir zamanlar dö-nemine damgasını vurmuş olan edebiyatımızı bu gün lisede bir veya iki dönem nostalji olsun diye okutuyoruz ve sonunda unutuyoruz maale-sef. Bu gün bazı hocalarımız divan edebiyatımızı bize yazdıkları eserlerle sevdirmeye çalışıyorlar ve bunu başarıyorlar.” dedi .

Prof. Dr. Erdem’in ardından Edebiyat Fakül-tesi öğretim üyesi Prof. Dr. Atabey Kılıç, Divan Edebiyatı’nın isminin nereden geldiğini açıkla-yarak başladı. İlk büyük eserlerin Anadolu dı-şında verildiğini belirten Kılıç, Divan Edebiyatı’nı değerlendirirken başta Çağatay sahası olmak üzere birçok devletin de tahlil edilmesi gerekti-ğini vurguladı. İlk İslami eserlerin doğu kaynaklı olduğunu belirten Kılıç, bu eserlerde yazarların hayata dair unsurları kullandıklarının altını çizdi.

Son olarak bu yazarların hayatın dışında olmakla suçlanmasının nedenini halkın yazarları tanıma-masına bağlayan Kılıç, bu noktada kendilerine çok büyük iş düştüğünü belirtti. Konferans soru-cevap şeklinde sona erdi.

Divan Edebiyatı ve Türk-İslam Medeniyeti

H A B E R & F OTO Ğ R A F: İ B R A H İ M A R S L A N

Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde “Ahlakın Gelişimi ve Nörobiyolojisi” konulu panel düzenlendi. Panele konuşmacı olarak, Erciyes Üni-versitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ertuğrul Esel, Erciyes Üniversitesi Tıp Fakül-tesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı Yrd. Doç. Dr. Didem Behice Öztop ve Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Baş-kanı Prof. Dr. Ali Sa� et Gönül katıldı. Panelin açılış

konuşmasını Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı Yrd. Doç. Dr. Didem Behice Öztop yaptı. Öztop konuşmasında ‘Çocukta Ahlakın Gelişimi’ hakkında bilgi verdi. Çocuklarda ahlakın gelişimini geliştirme; ceza ve gözleme dayalı yöntemle sağlandığını belirten Öztop 7-14 yaş arası çocukların davranış tutumlarından bahsetti. Öztop’un sunumundan sonra kürsüye gelen Erciyes Üniversite-si Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ertuğrul Esel nörobiyolojik oluşum hakkında bilgi verdi. Ahlakın tamamen insan kültürünün ürünü ol-duğuna, günümüzde mantığın ve duygunun önem kazandığına işaret etti.

H A B E R : M E RY E M A K K U R TF OTO Ğ R A F: H A M Z A A K TA Ş

“Ahlakın Gelişimi ve Nörobiyolojisi” konulu panel

Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nin ev sa-hipliğini yaptığı konferansa konuşmacı olarak; İİBF Siyasal ve Sosyal Bilimler ABD Öğretim Üyesi Prof. Dr. Haluk Alkan katıldı. Osmanlı liberal düşüncesi hakkın-da bilgi veren Alkan, konuşmasının başında Türkiye’de sıkça karşılaşılan siyasal düşüncenin izlerini takip et-medeki yetersizliklere değindi. 1980’lerden sonra liberalizm kelimesinin günlük hayatımızda sıkça kul-lanıldığını belirten Alkan, bu düşüncenin Osmanlı’ya nasıl girdiğini, bizim aydınlarımızın bu düşünceyi ilk başlarda nasıl algıladığını, nasıl yorumladığını değer-lendirip geçmişteki Osmanlı aydınlarının liberalizm anlayışıyla günümüzdeki liberalizm anlayışının bir bi-riyle paralellik gösterdiği konulara dikkat çekti. Libe-ralizm ve bugün ki kavramları çok daha farklı değer-lendirmemiz için bunların kökenlerine inip bakmamız gerektiğini belirten Alkan, ağırlıklı olarak Osmanlı aydınlarında liberal düşüncenin toplum ve demokrasi algısı üzerinde durarak, Osmanlı liberalizmindeki iki önemli akımı o dönemlerde çıkan yayınlar, dergiler üzerinden örnekler vererek anlattı.

Osmanlı Liberal Düşüncesi

H A B E R : B U R A K S O M U N C U

Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İzzet Bayraktar Konferans Salonu’nda 16 Şubat Çarşamba günü “Osmanlı Liberal Düşüncesi” konulu konferans gerçekleştirildi.

İletişim Fakültesi Adına İmtiyaz Sahibi

Genel Yayın Yönetmeni

Gazete Kampus

Yazı İşleri Müdürü

İdari Koordinatör

Yayın Danışmanı

Görsel Yönetmen

Haber Merkezi

Adres

Telefon

Faks

İletişim Fakültesi DekanıProf. Dr. Hamza Çakır

Yrd. Doç. Dr. Hakan Aydın

Öğr. Gör. Deniz Elif Yavalar

Yrd.Doç.Dr.Ali Korkmaz

Yrd. Doç. Dr. Murat Soydan

Selami Öksüz

Sercan TopçularÖzge Yıldız

Öğr. Gör. Mustafa Bostancı

Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesi Haber Ajansı

Erciyes Üniversitesi İletişim FakültesiTalas / Kayseri

Gazetemizin baskı giderlerini karşılayan hayırsever iş adamı Süleyman

Çetinsaya’ya teşekkür ederiz.

0352 4375261

0352 4375261

Editör

Editör Yardımcısı

Page 5: Gazete Kampus 47

SAYFA TASARIM: SERVET TURSUN

KAMPUS 5MART 2011 ÜNİVERSİTEDEN

Mehmet Öztaşkın anıldı

Anma etkinliğine Erciyes Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fahrettin Keleştemur, Öztaşkın ailesi ve çok sayıda davetli katıldı. Etkinliğe hayırsever işadamı Yılmaz Öztaşkın ta-rafından üniversitemize kazandırılan Yılmaz ve Mehmet Öztaşkın Kalp Hastanesi’nin tanıtıldığı kısa film gösterimi ile başlandı. Etkinlik kapsamında konuşma yapan Erciyes Üniversitesi Hastaneleri Başhekimi Prof. Dr. Kudret Doğ-ru, düzenlenen anma etkinliğine ev sahipliği yapmaktan ekip olarak mutluluk duyduklarını söyledi. Kudret Doğru,

ayrıca 1999’da hizmete açılan, Yılmaz ve Mehmet Öztaş-kın Kalp Hastanesi’nde yılda yaklaşık 25 bin hastanın mu-ayene edildiğini kaydetti. Üniversitemiz Rektörü Prof. Dr. Fahrettin Keleştemur, Erciyes Üniversite’si bünyesindeki fakülte ve yüksekokulların yüzde doksanın hayırsever iş adamları tarafından yaptırıldığına dikkat çekti. Önümüz-deki yıllarda hayırseverlerin de destekleriyle bir Nano Tek-noloji Laboratuarı ve Fen Bilimleri Araştırma Merkezi ku-rulacağının da müjdesini verdi. Keleştemur konuşmasına

şöyle devam etti: “Tüm hayırsever işadamları ile birlikte, başta Öztaşkın ailesine, üniversitemize verdiği destekler-den dolayı çok teşekkür ediyorum. Bu destekler üniversi-temiz için çok önemli. Bu yıldan sonra ortak belirleyeceği-miz bir gün, üniversitemizde ‘Öztaşkın Ailesi Günü’ olarak kutlanacaktır.” dedi.

Üniversitemiz eski Rektörlerinden Prof. Dr. Zeki Yıl-maz, etkinlik kapsamında konuşma yaptı. Yılmaz ve Meh-met Öztaşkın Kalp Hastanesi’nin yapılış sürecinden bah-sederek anı tazeleyen eski Rektör Yılmaz, sözlerine şöyle devam etti: “Öncelikle rahmetli Mehmet Öztaşkın’ı saygı ve rahmetle anıyorum. Erciyes Üniversitesi’nin bu günlere gelmesinde hayırsever iş adamlarının büyük katkıları var-dır. Bu yüzden bizimde onlara ödememiz gereken bir vefa borcumuz vardır. Rektörümüze üniversitemizde emeği geçen herkesi yılda bir kez de olsa konuk etme geleneği başlattığı için çok teşekkür ediyorum.” dedi. Öztaşkın ailesi adına konuşma yapan hayırsever işadamı Yılmaz Öztaşkın, Mehmet Öztaşkın adına böyle bir etkinlik düzenlenme-sinden mutluluk duyduğunu ifade etti. Öztaşkın: “Bizim ticaret yapıp para kazanmaya başladığımız dönemde Kayseri’nin eğitim düzeyi çok düşüktü. Haliyle sağlık hiz-metleri de çok yetersizdi. Bizimde para kazanan iş adam-ları olarak bu şehre hizmet etmemiz gerekiyordu. Yılmaz ve Mehmet Öztaşkın kalp hastanesi ve diğer yatırımlar bu anlayışın ürünüdür. Bütün bu hizmetlerin karşılığını hatır-lanarak alıyoruz. Bu yüzden buradaki herkese çok teşekkür ediyorum.” dedi. Etkinlik Yılmaz ve Mehmet Öztaşkın Kalp Hastanesi’nde yapılan kısa bir geziyle son buldu.

Hayırsever işadamları Yılmaz Öztaşkın ve merhum Mehmet Öztaşkın adına gerçekleştirilen anma etkinliği, Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Baş Hekimlik toplantı salonunda gerçekleştirildi.

“Türk Müziğinin Sosyal ve Kültürel Tarihi”

Erciyes Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi ve Kültür Sanat Komisyonu işbirliğiyle “Türk Müziğinin Sosyal ve Kültürel Tarihi” konulu konferans, İktisadi İdari Bilimler Fakültesi konferans salonunda düzenlendi.

“Türk Müziğinin Sosyal ve Kültürel Tarihi” konulu konferans, İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ekrem Erdem’in konuşması ile başladı. Erdem konuşmasında, müziğin Türk kültürü-nün ayrılmaz parçalarından biri oldu-ğuna değindi. Güzel Sanatlar Fakültesi Müzik Bölümü öğrencileri davetlilere mini bir konser verdi. Konferansa uz-man konuşmacı olarak Erciyes Üniver-sitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bö-lümü öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Koray Değirmenci katıldı. Avrupalı’nın, Türk Müziği araştırmalarında 18. yy’da do-ğuyu teşhis ederek, kendini tanımladı-ğından bahseden Değirmenci, Avrupalı gözlemcilerin raporlarına dikkat çekti. Değirmenci, 1780 yılında Jean Benja-min de Laborde’nin raporunda yer alan Türk Musikisi hakkında yazdığı şu notu paylaştı: “Bu musiki bizim musikimizin ifade edemeyeceği şeylerin ifade edil-mesini sağlar ve duygusal olarak büyük bir etki uyandırır.” Konferansta bilinen Türk Musikisi’nin Osmanlı Musikisi oldu-ğunu belirten Değirmenci, Osmanlı’nın 18. yy’dan sonraki müzikal geçmişine de değindi. Osmanlı Musikisi’nin me-lez bir kültür olduğunu, kendine has formlardan oluştuğunu, halkla iç içe ol-duğunu belirten Değirmenci, Avrupalı araştırmacıların Osmanlı Musikisi’ni bir yüksek kültür olarak tanımladıklarını, hâlbuki bunun tam tersi bir durum söz konusu olduğunu belirtti. Değirmen-ci: “Osmanlı müziği ne Anadolu halk müziğine ne de alt kültür müziklerine karşı duyarsız değildir. Osmanlı musi-kisi halkla iç içedir.” dedi. Bunları ka-nıtlarcasına 18.yy’dan bazı fotoğra� ar

da gösteren Değirmenci, fotoğra� arla beraber Osmanlı musikisinin hem çok uluslu bir yapıya sahip olduğunu, hem de 18.yy’da ney’in, tambur’un Osmanlı musikisinin temel sazlarından oldu-ğunu belirtti. Değirmenci, “Bilinenin aksine ud Osmanlı musikisinin temel sazlarından olmamıştır. Osmanlı mu-sikisinin temel sazı tamburdur. Ayrıca tambur Osmanlı musikisinin dünya-ya verdiği en güzel hediyedir.” dedi. 19. yy’da batılılaşmanın ilk başladığı alanın, musiki olduğunu ifade eden Değirmenci,Osmanlı musikisinde batı-lılaşmanın ilk belirtileri olarak şunları örnek verdi: “1797 yılında III. Selim zamanında Topkapı Sarayı’nda bir İtalyan Operası sahnelenmesi, Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması ve bu örgütün parçası olan Mehteran takımının da kaldırılmasıyla Musika-i Humayun kurulmuş ve bu bandonun başına Donizetti Paşa (Guiseppe Donizetti) getirilmiştir. Donizetti Paşayla bera-ber Osmanlı müzik kültürüne, Avrupa müzik kültürü daha çok girmeye baş-lamıştır.” Değirmenci, 19. yy’ın ikinci yarısından itibaren çok sesli bestelerin ortaya çıkması ve yaygınlaşmasını, batılılaştıkça halk sazlarının yerini piyanoların almasıyla ilişkilendirerek “II. Abdulhamit’in, Ziya Gökalp’in ve Atatürk’ün Türk musikisiyle ilgili ver-dikleri görüşler birbirlerine çok yakın-dır. Dede Efendi gibi insanlar, klasik müzikle gelenekselciliği birleştirdik-ler. Osmanlı musikisinin günümüz ko-şullarında canlandırılması gerektiğini düşünüyorum” dedi.

H A B E R & F OTO Ğ R A F: M E RY E M A K K U R T

H A B E R & F OTO Ğ R A F: E R M A N B A L A K

Prof. Dr. Berker, Erciyes Üniversitesi’ndeErciyes Üniversitesi’ne üçüncü ziyaretini gerçekleştiren TÜBA Üyesi Prof. Dr. Nihat Berker İletişim Fakültesinin Uygulama Birimlerini ziyaret etti.

H A B E R & F OTO Ğ R A F: M A Ş A L L A H Ç AY I R

Sabancı Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ni-hat Berker Fen-Edebiyat Fakültesi Fizik Bölümü Başkanlığı tarafından Erciyes Üniversitesi’ne davet edildi. Prof. Dr. Nihat Berker “Tersine Üçlü Kritiklik, Apoloniyüs Laleleri ve Evrensel-liğin Kuvvetle Bozulması: Donmuş Düzensiz-liğin Düzenlenmeye Zengin Katkıları” konulu konferansla öğrencilerle bir araya geldi. Nihat Berker konferans öncesi İletişim Fakültesi De-kanı Prof. Dr. Hamza Çakır eşliğinde fakültenin Uygulama Birimlerini gezdi. Kampus TV’nin yenilenmiş olan stüdyosunu beğendiğini söy-leyen Berker, öğrencilere yeni uygulama alan-larında başarılar diledi. Ardından “Türkiye’de Bilimin Düzeyi ve Yeni Araştırmalar” adlı canlı yayın söyleşisinde şunları dile getirdi; “Türkiye’de canlı ve daha dinamik bir gençlik oluşturmak, daha kaliteli bir eğitim suna-bilmenin tek yöntemi araştırma konularının

artırılmasıdır. Bilimsellik düzeyini artırmak, yeni uygulama alanlarının çoğaltılmasıyla gerçekleşebilir. Özellikle Anadolu üniversi-teleri bu alanda önemli mesafeler kat etmiş durumdadır. Başarılı öğrencileri ödüllendir-me, onların buluşlarını, yeniliklerini başka yerlerde anlatmak başarılarını ödüllendirmek anlamına gelir.” İletişim Fakültesi’nden sonra Fen-Edebiyat Fakültesi dekanlık konferans sa-lonunda, fizik bölümü öğrencileriyle buluştu. Berker, kendi buluşlarını ve ders verdiği yük-sek lisans öğrencilerinin fizik alanındaki yeni buluşlarını anlattı. Katılımcılar için bir ders ha-vasından gecen konferansta, değişen fizik ku-ralları slâyt şeklinde gösterildi. İlginin yoğun olduğu konferans, Berker’in Erciyes Üniversite-si öğrencilerinin yeni buluşlarıyla fizik bilimini zenginleştirmesi temennisi ile son buldu.

Edebiyatın Hayatımızdaki Yeri KonuşulduErciyes Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi’nin düzenlediği “Edebiyatın Hayatımızdaki Yeri “ konulu konferansa Türkiye Yazarlar Birliği İstanbul Şubesi Başkanı Abdurrahim Ali Ural katıldı. Ural, edebiyatı seven herkesin muhakkak bir seviyeye kadar edebiyatla ilgilenebileceğine dikkat çekti

H A B E R : H İ L A L D O G R U E L F OTO Ğ R A F: İ B R A H İ M A R S L A N

H A B E R : M E RY E M A K K U R T

İlahiyat Fakültesi İzzet Bayraktar Kon-ferans Salonu’nda düzenlenen, Edebiyatın Hayatımızdaki Yeri” konulu konferansı, Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof Dr. Mehmet Zeki Duman’ın yanı sıra birçok aka-demisyen ve öğrenci takip etti. Konferansa konuşmacı olarak Türkiye Yazarlar Birliği İs-tanbul Şubesi Başkanı Abdurrahim Ali Ural katıldı. Edebiyatın günümüzde birçok kişi tarafından sanal alemde takip edilebilecek bir olgu olarak görülmesine dikkat çeken, bunun aksine edebiyat sanal alem gibi görünse de, o aslında hayatın içinden beslenen, gücünü yaşamdan alan bir uğraş alanı olduğunu söy-ledi. Ural edebiyatla gerçeklerin daha iyi an-

laşabileceğini, yaşanan toplumsal ve psikolojik olayların edebiyat ile insanlara daha iyi ve etkili bir şekilde aktarılabileceğine inandığını belirtti. Ural, “Bir tabloda ressam neyi çerçevelediyse bir hikâye, romanda da yazar onu çerçevelendirir ve çerçevelenen gerçek bir sanat eseriyse bizi titre-tir, heyecanlandırır, derinden sarsar. Kısacası bizi etki alanına alır” sözleriyle gerçek sanat eserinin nerelere dayanması gerektiğini ve yöntemini de çizmiş oldu. Birbirinden çarpıcı şiir örneklerine de yer veren Ural dünden bugüne şiirin evrensel gelişiminden bahsederek ‘’Edebiyat, hayatın ta-mamına yönelik bir etkinliktir. Edebiyatı seven, biraz ilgi duyan her birey hangi seviyede olursa olsun edebiyatla ilgilenebilir’’ dedi.

Erciyes Üniversitesi Fen Fakültesi bünyesinde düzenlenen “Total Sınır-lılık ve Quasi-Cauchy Dizileri” konulu konferansa Maltepe Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Matematik Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hüseyin Çakallı katıldı. Erciyes Üniversitesi öğretim

üyelerinin ve öğrencilerinin de yoğun olarak katıldığı konferansta konuşma-sına ‘Quasi-Cauchy Dizisi’nin ne oldu-ğunu anlatarak başlayan Çakallı, sınırlı küme ile total sınırlı küme arasındaki farklardan bahsederek, reel durumlar-da sınırlı kümeler hakkında bilgi verdi.

“Total Sınırlılık ve Quasi-Cauchy Dizileri”

Page 6: Gazete Kampus 47

“Kayığın arka tarafında erkek gibiyiz” Gölyazılı kız çocukları, oyuncak bebeklerle oynayarak kurmu-

yorlar hayallerini. Onlar küçük, ama maharetli elleriyle ağları tamir ederken, Ulubat Gölü’nün mavi sularında izliyor düşlerini. Büyümüş kabul edilmenin, işe yaradığını hissetmenin yolu gölden geçiyor. Kızlar ilkokulu bitirdiği gibi çalışmaya başlar, eve destek olurlarmış. Bu doğrultuda en çok tercih edilen meslek tabii ki balıkçılık olmuş. Çeyizlerinden önce geliyor ağ örme işi. Çünkü, onların içine işlemiş bir göl sevdası var. Gölyazılı kızlardan biri olan 12 yaşındaki Fevziye Evin, babasıyla birlikte kayığa binip, denizkızı değil ama bir göl kızı oluyor balıkların ardında. Yorulduğunda kayığın arkasında bir şekerleme ya-parak güç topluyor. “O yıllarda balıkçılık, işten ziyade bir hayal gibiydi benim için. Çevremden onu gördüm, ben de yapmak istedim. Babam isteğimi kırmadı, balığa çıkarken beni de yanına almaya başladı. O gün bu gündür balıkla uğraşıyorum. Onun için göl benim hayatımdır.” şeklinde ifade ediyor gölkızı Fevziye hayatını. İşin ilginç yanı, küçük kız Fevziye gibi birçok balıkçı kadın da yüzme bilmiyormuş. Şimdiye kadar sandalları devrilsede kurtaranları olmuş ve zarar görmemişler. “Kadın olduğumuza bakmayın, kayığın arka tarafında erkek gibiyiz” diyor Gölyazılı kadınlar. Cesaret ve hırs Gölyazılı kadınlara gerçekten çok yakışıyor. Dik başları, duruşlarıyla gücün sembolü olmuşlar adeta.

“Oğlumu gölde büyüttüm”Gölyazı’nın kadınları için çocuk büyütmek diğer kadınlara göre

oldukça zor. Daha bebeklikten itibaren onlarla beraber girişiyorlar ha-yat mücadelesine. Eş, dost hepsi ya balıkta ya da başka işlerde oluyor. Durum böyle olunca başlarının çaresine bakmak zorunda kalıyorlar. İş başa düşünce de ilginç çözümler üretiliyor. 30 yıldır balıkçılık yapan Hanife Liman, yaşadığı zorlukları anlatırken gözleri uzaklara dalıyor. Arada bir tebessüm ediyor yorgun yüzüyle. Geçimini balıkçılıktan kar-şıladığı için çocuklarıyla yeterince ilgilenemediğini, bunun için vakit

SAYFA TASARIM: ŞEFİK KENAR

KAMPUS 6 MART 2011HABER

H A B E R & F OTO Ğ R A F: E S R A Ö Z D İ L İ M

Türbeli evin gelini: Hafize GülperserEskişehir’deki Ahu Mahmut Dede Türbesi’ni diğer türbelerden farklı kılan, 58 yıldır Hafize Gülperser’in hayatını burada sürdürmesi. Hafize Gülperser, Mevlevi müritlerinden Hacı Fazıl’a gelin olunca başlar yaşamaya Ahu Mahmut Dede’nin türbesinde. Türbeli evinde 58 yıldır normal bir evde yaşarmışçasına devam eder hayatına.

H A B E R & F OTO Ğ R A F: M İ N E Ç A L I K

Mevlevi Tarikatı’nın müritlerinden Hacı Fazıl, 1800’lü yıllarda tarikatın şeyhleri tarafından Eskişehir’e gönderilir. Eskişehir’e geldiğinde ona, Kurşunlu Külliyesi’nin üst ta-rafındaki Ahu Mahmut Dede Türbesi gösterilir ve bundan sonra türbeden sorumlu olduğu söylenir. Bunun üzerine Hacı Fazıl yeni görev yerinde yaşamaya başlar. Ancak; ka-lacak yeri olmadığı için Hacı Fazıl, türbenin yanına barın-mak için bir oda inşa eder. Hacı Fazıl ve ailesi bu türbede

Ulubat Gölü’nde ağları kadınlar çekiyorSisli suların ortasından yemyeşil bir yarımadaya çıkıyor yollar. Sıcacık, güler yüzlü insanlar karşılıyor bu küçük balıkçı köyünde ziyaretçileri. Gölün puslu sularına bakarken, kıyıya yaklaşan kayıklar takılıyor gözümüze. Kayıkların içinde, her erkeğin yanında birer de kadın balıkçı beliriyor. Hemen yanlarına sokulup, kadın balıkçıların hikâyesine ortak oluyoruz.

Bursa şehir merkezine yaklaşık 40 km uzaklıkta yer alan, kendi yağıyla kavrulan şirin bir balıkçı köyü Gölyazı’ya vardığımda sanki Ulubat Gölü’nün puslu hava-sı, berrak ve sakin suyu meydanı kaplamış gibiydi. San-dallarını kenara çeken balıkçılar kendilerini dinlenceye çekmiş, Ağlayan Çınarın altında oturmuş çay içiyorlardı. Göl yazılıların balıkçılıktan başka geçim kaynakları yok denecek kadar az. Bağ bahçe işiyle uğraşanların da sayısı oldukça az. İnsanlar tuttukları balığın çok ucuza gittiğin-den yakınsalar da bu işi yapmaya devam ediyorlar. Erkek-ler av için göle açılacakları zaman, tayfa olarak yanlarına eşlerini, kız kardeşini, kızını ya da gelinini alıyor. Balıkçılık erkeklere mahsus bir iş, ama Gölyazılı kadınlar da erkek-ler kadar denizci ve balıkçı. Erinmeden çıkıyorlar ava, belli ki erkekler kadar onlar da benimsemişler balıkçılığı. Az rastlanan bir durum olsa da Gölyazı’da balıkçılık artık kadınların da mesleği olmuş.

Amaç ev ekonomisiGölyazılılar’ın yaşam biçimleri mesleklerine göre

şekillenmiş. Burada yaşayan her iki aileden birinin mu-hakkak sandalı var. İnsanlar evlerinin önünde arabalarını park edecekleri alana sandallarını koymuşlar. Hayat-larının ayrılmaz parçası, olmazsa olmazı sandal, ağ ve misina. Balıkçılık mesleğinin cinsiyet ayrımı olmaksızın yapılmasını geçim derdine bağlıyorlar. Çünkü, kadınların göle açılmasının asıl sebebi, eşlerinin kazancının başka bir ortağa bölünmemesiymiş. Kadınlar, eşleri balığa çıktı-ğında kazanılacak paranın ailede kalması için başlamışlar balıkçılığa. Hem de hiçbir zorlama olmadan. Kimi küçük yaşta babasıyla kimi de evlendikten sonra eşiyle başlamış bu işe. Kadınlar hem ev işlerini idare ediyor, hem de göle açıldıklarında vira bismillah deyip ağları göle salıyorlar. Motoru çalıştırıyor, kürekleri çekiyor, ağlardan balık top-luyor, ağları tamir ediyorlar.

bulamadığını söylüyor. Erken saatte çocukların ihtiyaçlarını karşıla-yıp, rüzgâr çıkmadan da balığa gitmesi gerekiyor. “Sabah namazın-da uyanır, sabah ekmeğini yapar öyle açılırız göle. Rüzgâr olmaz o saatte. Eğer ağlar önceden atılmışsa onları toplarız, atılmamışsa ağ atar bekleriz. İşimiz bittikten sonra kıyıya döner mezata başlarız. Tabii dönmemiz öğleni buluyor ve çocukları bırakacak yer bulamı-yoruz. Oğlumu gölde büyüttüm ben. Kızım biraz büyümeye başla-dığı zaman yeni doğan bebeğimi ona bırakmaya başladım. Baktım olmuyor, iyice sardım sarmaladım yanıma almaya başladım bebe-ğimi. Sütünü güneşte ısıttım onun.”diyor Balıkçı Hanife. Sustuğu anda öyle bir bakış oturuyor ki gözlerine, tüm fedakârlıklarını helal ediyor adeta. Çocuklarını zor şartlarda sağlıklı büyütebildi-ği için şükrediyor gözleriyle.

Mezat bereket kokuyorBin bir zahmetle tuttukları balıkların satışını mezat

usulüyle yapıyorlar. Balıkçıların kıyıya yaklaşmasıyla öğ-len saatlerinde köy meydanında mezat başlıyor ve hareket-lilik zamanı geliyor. Erkeklerle birlikte kadınlar da geçimleri-ni temin edecek balıkları satmak için canla başla uğraşıyorlar. Mahsulün bereketi, mezat yerindeki heyecanı arttırıyor. Gölün etrafındaki fabrikalar atıklarını suya bırakmaya başladığından beri gölün kendi balığının nesli tükenmiş. Farklı tatlı su balıklarının göle atılıp yetişmesiyle yapıyorlar işlerini. Haliyle bu durum, balığın de-ğerini düşürüyor. Eşi de kendi gibi balıkçılık yapan Mehmet Yılmaz, zararlı atıkların göldeki balık nüfusuna, dolayısıyla da onların ka-zancını bayağı düşürdüğünü ifade ederek sözlerine şöyle devam ediyor: “Biz bu gölün asıl balığını yakalayıp satmakla meşhurduk aslında. Fabrikalar yüzünden o balıkların nesli tükenince, her gölde bulunabilen balıklara kaldık. Eskiye oranla kazancımız çok düştü. Şimdiki balıklar bol Allaha şükür ama değeri düşük.” Balıkçılığa ba-badan dededen miras gibi bakıyor Gölyazılılar. Ekmeklerini gölden

çıkarmaya çalışıyorlar fakat artık evlerini geçindirmeye yetecek kadar para kazanamıyorlar bu işten. Emeklerinin karşılığını alamıyorlar yeterince. Yıllarca eşiyle beraber balıkçılık yapmış olan Sabriye Yılmaz, “Kaç yıl balıkçılık yaptık bu gölde. Artık ne eskisi gibi balık çıkıyor ne de tuttuğumuz balık değerinde satılıyor. Buradan kazandı-ğımızla geçinemez olduk. En sonunda Bursa’ya taşınıp başka işler yapmaya başladık. Kadınlar, kızlar fabrikalar-da çalışmaya başladı. Balıkçılıkla geçinenlerin sayısı çok azaldı.” diyor. Tüm zorluklarına karşın misinalara dolan-manın zevkini de hiçbir şey ile kıyaslamıyorlar.

Dayanışma dernekle pekişiyorGölyazı’nın çalışkan hanımları balıktan geldikten

sonra da boş durmuyorlar. Bir kısmı ev işlerini düzene koyduktan sonra oturuyor gözleme sofrasının başına. Biri hamuru açıyor, biri içini koyuyor, bir diğeri pişiriyor. Bu imece ortamında kadınlar bir araya toplanmış ve kadın dayanışma derneği kurmuşlar. Derneğin Başkan Yardım-cısı Perihan Hanım, faaliyetlerini şöyle anlatıyor: “Bura-daki kadınlar kendi aralarındaki dayanışma hususunda oldukça hassas. Balıktan sonra meydanda gözleme açılı-yor, lokma dökülüyor. Ayrıca reçel, tarhana gibi ev ürünle-ri çıkarıp satılıyor ve bunlardan kazanılan para, derneğin kasasında toplanıyor. Kimin nişanı, düğünü varsa ya da sadece para-ya ihtiyacı olduysa yardımcı oluyoruz. Köy içinde daya-nışma artıyor, huzur ortamı

devamlılığı-

nı sürdü-rüyor bu vesiley-le.” Akşam kızıllığıyla Gölyazı’dan ayrılırken, el sallıyor arkamızdan hayat müş-terekliğinin vücut bulduğu Gölyazılı balıkçı kadınlar.

yaşamlarını sürdürür. Zamanla bu türbe bir eve dönüşür. Hayatını türbe evde yaşayarak sürdüren Hacı Fazıl’ın oğlu Ali Rıza Gülperser evlenme çağına gelir ve görücü usulü ile Hafize Gülperser’le evlendirilir.

Türbede geçen 58 yılHafize Gülperser, gelin geldiği Gülperser ailesinin

evinde bir yatır olduğunu bilmeden evlenir eşi Ali Rıza Bey ile. Gelin geldiği gün de türbeli eve götürülmez Gülperser; “18 yaşındaydım evlendiğimde. Zaten görücü usulüyle evlendik eşimle, yoktu bizim zamanımızda severek evlen-mek, babalarımız uygun görmüştü biz de tamam demiş-tik. Evleneceğim zaman da söylememişlerdi bana evde türbe olduğunu, söyleselerdi bir şey değişir miydi diye so-ruyorum bazen kendime, değişmezdi sanırım. Evlendiğim gün de buraya gelin olarak indirilmedim. Karşıdaki eve gelin girmiştim. Daha sonra burada yaşamaya başladım. İlk zamanlar biraz tedirgin olmuştum, ama zamanla alış-tım.” diyerek 58 yıldır türbeli evde yaşadığını ifade ediyor. Hafize nine, türbeli evde yaşamaktan korkmadığını, hatta burada yaşamanın kendini, manevi açıdan da güvende hissettirdiğini belirtiyor. “Neredeyse bütün hayatım bura-da geçti, evet insanlar ilk gördüklerinde çok şaşırıyorlar;

‘Teyze korkmuyor musun hiç?’ diyorlar, bende; ‘Temiz tut-tuktan ve saygıda bir kusur etmedikten sonra neden kor-kayım.’ diyorum. Hayretleri birkaç kat daha artıyor. Doğru-su bende bu kadar şaşırmalarına şaşırıyorum, çünkü devir öyle bir devir oldu ki artık insanlar yatırlardan, ölülerden değil dirilerden korkmalılar.” diyor.

Türbeli oda hem mutfak hem de oturma odasıHafize Gülperser’in evi 2 odalı. Odanın birinde Ahu

Mahmut Dede’nin naaşı bulunuyor. Bu durum Hafize ninenin türbeli odayı da kullanmasını zorunlu kılıyor. Türbeli oda içindeki buzdolabı, fırın ve terek ile mutfağı; gardırobu, duvar halıları ve süsleriyle de bir oturma oda-sını andırıyor. Türbe’yi düzenlerken ziyaretçileri de unut-mayan ve odanın bir kısmını da misafirlerin oturmaları için sandalyelerle döşeyen Hafize nine; “76 yaşındayım. Kaç yıldır buradayım artık bir düzen oturttum kendimce. Görüyorsunuz ev çok dar, biz de türbenin yan tara� arını da kullanım alanı olarak düzenlemek zorunda kaldık. Ne-ticede aile olarak yaşadık burada şimdi ben yalnız kaldım ama…” diyerek iç geçiriyor eski günleri hatırlayarak.

Page 7: Gazete Kampus 47

SAYFA TASARIM: ASLI YILMAZ - MUSTAFA DEMİRCİOĞLU

KAMPUS 7MART 2011 HABER

Fatma Şıldır

tanıtmıyorsa lakabınızaBirçok ilimizde olduğu gibi Kayseri’de de insanlar, soyisimlerinden öte lakaplarıyla tanınıyor ve öyle anılıyor. Kuşaktan kuşağa geçen lakaplar, ailelerle özdeşleşip, onlarla birlikte yaşıyor. Soyadı Kanunu öncesinde kullanılmaya başlanan lakaplar, soyadlarının kişileri tanımlamadığı yerde devreye girerek, kişilerin hangi aileye mensup olduğunu belirlemedeki vazgeçilmezliğini günümüzde de koruyor. Mezar taşlarına dahi yazılan lakaplar, ebediyete intikal etmiş olanları bile tanımlayacak kadar geniş bir kullanımın ürünü.

Kayseri, pek çok kültüre ev sahipliği yapan Anadolu şehirle-rinden biri. Uzun yıllar sonucunda toplumu tanımlayan yemek kültürü, giyim-kuşam, eğlence, düğün, gelenek ve görenekler kültürün birbirine bağlı halkalarını oluşturmuştur. Bu zenginli-ğine katkısı olan halkalardan biri de ilçelerde ve kent merkezin-de kullanılan lakaplar. Kayseri’nin hemen hemen her ilçesinde ve yerli halkında soyisim yerine geçer lakaplar. Bu özelliğin öne-minin yanında, o lakapların nereden geldiği ve nasıl kullanıl-maya başlandığı da önemli aslında. Soyadı Kanunu öncesinde, aynı isimli insanları karıştırmamak için kullanılmaya başlanan lakaplar, aileleri tanımlamanın dışında, o ailelerin lakaplandı-rılmasında öne çıkan bazı özellikleri dolayısıyla farklı bir değer de taşımaktadır.

Lakaplar halk kültürünün bir yansıması Kayseri merkezi ve ilçelerinde kullanılan lakaplarla ilgili

araştırmalar yapan yazar Tevfik Eraslan, “İlk bakışta lakaplar, soyadların işlevini üstlenmiş gibi görünse de ortaya çıkmaları-nın asıl sebebi sadece bu değil. Aynı isimli kişileri birbirinden ayırma amacından daha öte bir boyut sergiler lakaplar. Bir adı olan insana ikinci bir isim takma dürtüsünün altında çok sayıda neden yatmaktadır. İnsanlar, yaratılışları gereği çevrelerinde gördükleri her şeye bir isim verme alışkanlığına sahiptir. Özel-likle dar çevrelerde, insanların birbirleriyle iç içe, sıkı ilişkiler kurdukları yerlerde bu alışkanlık daha yoğun şekilde gösterir kendini. Lakaplar, çeşitli şekilde sını� andırılıyor. Kişinin be-denindeki kusurlar, yaptığı işler, farklı davranışları, doğduğu yerin adı ve ailelerin küçük çocuklara verdikleri sıfatlar bu sı-nı� andırmalardan bazıları. Lakapların sadece kırsal kesimlerde olduğunu düşünmek de yanlıştır. Ayrıca lakaplar, kişi hakkında-ki bilginin unutulmaması için yapılan sık tekrarlardan oluşur. Davranışları toplum tarafından sevilmeyen bireylere kendine çeki-düzen vermesi için olumsuz lakaplar takılırdı. Halka ait her şeyde olduğu gibi lakaplar da halk kültürünü ve kültürel değiş-meleri yansıtma gücüne sahiptir. Benzetme yoluyla lakap takı-lırken halk, bildiği, tanıdığı ve kullandığı objelerin ismini seçer. Çünkü; sözlü kültürlerde insan etkinliğinden kopuk bilgiler ve veriler pek yer almaz. İşte bu seçim yardımıyla halk kültürünün unsurları konusunda fikirler yürütülebilir. Örneğin, yüzyıl önce-sinin kültürel ortamında “astronot” lakabıyla karşılaşılabilinir miydi?” diyor. Bir diğer araştırmacı Halit Erkiletlioğlu, lakapların Soyadı Kanunu çıkmadan önce aynı isimli insanları birbirinden ayırmak için kullanıldığını ifade ederek konuşmasını şu şekilde sürdürüyor: “ İnsanların fotoğra� arı da olmayınca bu durumun

başvurunSoyadınız

H A B E R & F OTO Ğ R A F: E L İ F K Ü T Ü KO Ğ LU

mecburiyeti arttı tabii. İki tane Ahmet varsa bunları birbirinden ayırmak gerekliydi. Bu da lakaplar sayesinde oldu. Lakaplar aynı zamanda insanların mertebesini de belirtir. Ahmetlerden birine Ağa Ahmet deniyorsa, diğerine Topal Ahmet denirdi.”

Yaşanan bazı olaylardan doğan lakaplarHalkın yaşadığı olaylar, başından geçen talihsiz kazalar,

kişinin fiziksel özellikleri, yaptığı meslek ya da askeri rütbesi bir ailenin alacağı lakapta etkili olan unsurlardan bazıları. Pı-narbaşı ilçesi sakinlerinden Hamza Atay da evinin ilginç özel-liğinden dolayı lakap alanlardan. Atay; “Köyün en yüksekte olan yeri benim evim. Köyün hiçbir yerinde çekmeyen telefon sadece benim evimin etrafında veya içinde çekiyor. Evimden uzaklaştıklarında insanlar ne uzakta olan yakınlarıyla konu-şabiliyorlar ne de başkalarıyla iletişim kurabiliyorlar. Evimin bu özelliğini bilen hemşerilerim de bana “Şebeke” lakabını taktılar. Şimdi böyle anılıyorum.” diyor. İlçe halkından Mustafa Yılmaz, böcekler alemine olan saygısından dolayı lakaplandı-rılmış. Evine giren, bahçesinde bulduğu böcekleri öldürme-diğini belirten Yılmaz, “Hamam böceği, yılan, kertenkele, arı, uğur böceği gibi hayvanları evime alıp, beslemeye başladım. Bu ilginç özelliğim Kayseri şivesinin de etkisiyle “Böcükçü Mus-tafa” lakabıyla hatırlanmama neden oldu” şeklinde özetliyor hikayesini. Vücut özelliklerine göre lakaplandırılan Ahmet Atay da Pınarbaşılı. Atay, yürüdüğünde kafası sağ tarafa doğru yatık duruyor ve onun bu istemsiz vücut yapısı “Boynu Eğri Ahmet” lakabını getiriyor ona. Yahyalı ilçesi halkından olan Mehmet Topal ise gençliğinde Almanya’ya çalışmaya gidiyor, ülkesine döndüğünde de oradan bir çizme getiriyor. Bahçeye, bağa veya tarlaya giderken ayakları çamur olmasın diye çizmesini giyiyor. Yahyalı halkı ilk defa çizmeyi onun ayağında görüyor ve Topal’ın lakabı “Çizmeli” kalıyor. Halen, Mehmet denilince kimse tanı-mıyor onu. Ancak, “Çizmeli Mehmet” dendiğinde herkes tara-fından biliniyor.

Esrarengiz hikayeler ilçelerde saklıDuyanlara tebessüm ettiren ya da ilginç gelen lakaplara

İncesu ilçesinde de rastlanır. Esrarengiz olaylar yaşayıp, halk tarafından lakaplandırılan bir başka isim Hava ve Bekir Boyacı çifti. Hava Boyacı lakaplandırılmalarının hikayesini şöyle anla-tıyor; “İncesu çarşısına yakın, merkezde bir yerde oturuyorduk. Evimizin içinde herhangi mezar ya da türbe gibi somut bir şey yoktu; ama Hacı Bekir Dede denen önemli bir zatın hayali evi-mizde görünürdü bazı zamanlar. Kendi ilçemizden, çevre köy-

lerden ya da farklı ilçelerden evimizin bu özelliğini duyanlar, hasta çocuklarını, işsiz eşlerini, evde kalmış kızlarını ya da çocuğu olmayan yakınlarını getirirlerdi. Perşembe akşamı bize gelirler, burada yatarlardı. Evimizde kalan insanların bazısı rü-yasında Hacı Bekir Dede’yi gördüğünü söylerdi. Gelirken çeşitli erzaklar, yemekler, hediyeler getirirlerdi. Hatta evin önünde kurban keserlerdi. Evimizin bu özelliğinden dolayı bize “Oca-kevi” dendi. Zamanla dilimizde aşındı ve “Ocaevi” olarak kaldı. Lakabımız da bu oldu.” Hava Boyacı’nın yaşadıklarına tanık olan 78 yaşındaki Emine Deveci komşusunu onaylarak; “Hava ve Bekir Boyacı’nın evi zamanla yıprandı ve yıkıldı. Ev yıkılınca Hacı Bekir Dede diye bildiğimiz önemli zat, bazı kimselerin ve ev halkının rüyasına girdi. Anlattıklarına göre “Evimi yıktınız. Yerimde rahat değilim, evimi yerine tekrar dikin.” diyordu. Zamanın belediye başkanına bahsettiler bu durumu. Başkan da evin eski yerine hemen küçük bir kulübe yaptırdı. Orayı da zabıta kontrol noktası olarak kullanmaya başladılar. Şimdi görevli gençler bekliyor orayı. Orada uyuduklarında Hacı Be-kir Dede’yi rüyasında gördüğünü söyleyen görevliler bile var.” diyor.

Komik ve mizahi olaylar da esin kaynağıİncesu ilçesinde ilginç lakap sahiplerinden bir diğeri ise;

Ahmet Yallıca. Yallıca, askerlik yapacağı yerin Niğde ili olduğu-nu öğrenmiş ve birliğine teslim olma zamanı geldiğinde de ar-kadaşlarıyla birlikte yürüyerek yola çıkmış. Niğde yakınlarında Araplı yokuşu denen bir yerde nüfus cüzdanını unuttuğunu farketmiş Yallıca ve yürüyerek İncesu’ya geri dönüp, nüfus cüzdanını almış. Daha sonra da arkadaşları Niğde’ye var-madan onlara yetişmiş. Yallıca’nın şaşırtan hızı ve atik-liği sonucunda lakabı “Tintin Ahmet” olur. Süleyman Karabel ise; müstakil bir evde oturur ve bahçesinde meyve-sebze yetiştirir. Nereden geldiğini bilemedi-ği bir sıpa bahçesine girer. Bahçedeki çoğu mahsulü talan eder. Karabel binbir emekle yetiştirdiği bahçesini talan edilmiş olarak görünce çok si-nirlenerek sıpayı dere kenarından aşağı atar. Karabel’in lakabı bu olay sonrasında “Sıpacının Sülüman” olarak yerle-şir halk diline. 65 yaşındaki Elife Işık, kişilerin sahip oldukları ilginç özelliklerin lakaplara yansıdığını belirterek dedesinin nasıl lakab-landırıldığını şöyle dile getiriyor;

“Benim dedem hocaymış zamanında. Öyle hocay-mış ki yere serilen koyun postunu dua ederek hare-ket ettirirmiş. Onun bu bilgeliğini duyan hastalar, dedemin kapısını beklerlermiş, iyi olalım diye. Her-kes tarafından bilinen bu özelliğinden dolayı “Deli İmam” demişler dedeme. Şimdi bizim aile bu lakap-la anılır. Bir diğer İncesu sakini Mehmet Sarı, “Bizim ilçemizde ve Kayseri’nin diğer ilçelerinde kullanılan lakaplar bizim bir parçamızı oluşturuyor aslında. İn-sanların başından geçen olaylar, sadece anı olarak kalmıyor. Yıllar geçse bile hatırlanacak, kişinin is-minden sonra gelecek lakap olarak kullanılıyor. Gü-lüyoruz bazen lakaplara ya da esrarengiz ve ilginç buluyoruz. Ama; başımızdan geçen olaylar ilgiye değer olmasaydı lakaplarımız da bu kadar hatırda kalmazdı.” diyerek Kayseri kültüründe lakapların önemini belirtiyor. Sobacı Hacı Ömer, Çapkınoğlu Ali, Ahi Osman, Enfiyeci İbrahim, Hoşafçı Hasan Ağa ve Tahsildar Bekir, kuşaktan kuşağa devam ettirile-cek lakapların bazıları. Bu kültür zamanla yok olsa da kullanılan lakaplar ve hikayeleri kuşaklar sonra-sında tebessümle anılacak.

Page 8: Gazete Kampus 47

SAYFA TASARIM: BURAK SOMUNCU

KAMPUS 8 MART 2011HABER

Mustafa Germirli İmam Hatip Lisesi 45 ülkeden ve ayrı milletlerden olan 500 öğrencisiyle dünyayı tek çatı altında toplayan ilk ve tek okul. Dostluk ve kardeşlik köprüsünün harcı, Türkçe ile Türkiye’nin orta yerinde karılıyor. Burada yetişen öğrenciler ile dünyanın her

yerine uzanacak olan bir gönül köprüsü inşa edilmeye çalışılıyor.

Mustafa Germirli Anadolu İmam Hatip Lisesi’nin Kayseri’de ki diğer liseler arasında ayrı bir yeri var. Germirli İmamhatip Lisesi 2005 yılından beri Diyanet vakfı ve M.E.B. işbirliğiyle Kayseri’nin Kocasinan ilçesinde 45 milletten, 550 öğrenciye eğitim-öğretim hizmeti veriyor. Germirli İmam Hatip Lisesi’ni benzerlerinden farklı kılan; bu okulda 45 farklı milletten ve kültürden öğrencinin bulunması. Bu yönüyle Germirli Lisesi Türkiye’nin ilk ve tek yabancı lisesi konumunda. Okul öğren-cilerinin göstermiş olduğu başarılar da lisenin adını duyuran etmenler arasında. Mini dünya kupası düzenlenmiş, Tübitak’a projeler gönderilmiş, okul bu projelerle birçok ödül de almış.

Amacımız geleceğe yön vermekGermirli lisesi gerek eğitim donanımı olsun, gerekte bu

eğitimi profesyonel yöntemlerle uygulama noktasında olsun, gerçekten öğrencilerini hayata en iyi şekilde hazırlıyor. Öğren-ciler de okullarının bu imkanlarını sonuna kadar kullanabilmek adına azimle çalışıyorlar. Farklı kültürlerin çatıştığı şu dünyada, kültürlerin farklılığından doğan zenginlikle ortak fikir ve pro-jelerin üretilmesi okulun vizyonu açıkça ortaya koyuyor. Okul müdürü ve Başöğretmen Dr. Hayrettin Şahin, eğitimde kalite-nin olmazsa olmazları olduğunu söylüyor. Farklı milletlerden gelen öğrencileri Türk kültürü, gelenek ve görenekleriyle do-natmanın, aynı havayı tene� üs etmenin, üzüntüleri sevinçleri beraber paylaşmanın bir gönül birliği oluşturmanın yerini hiçbir şeyin tutamayacağını da ifade ediyor. Şahin: “Siyahıyla, beyazıyla; Asyalısı, Afrikalısı, Avrupalısıyla bizim olan, bizden olan bu gençlerin gelecekte ailelerine, ülkelerine hizmet ede-rek bizimle aralarında barış ve kardeşlik köprüsü kuracakları-na, dostça bir dünyanın oluşmasına katkıda bulunacaklarına inanıyorum.” diyor. Öğrenciler 45 farklı milletten olunca, ortak paydayı bulmak ve sağlıklı bir iletişim kurabilmek zor oluyor elbette. Okulun Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni Mehmet Ay-doğdu bu okuldan mezun olduğunu ve öğretmen olmak için bu okulu tercih ettiğini dile getirirken, proje hakkında bilgisi olmasına rağmen zorluk çektiğini ifade ediyor. Öğrencilerle ilk tanışmalarında zorlanan öğretmenler, zamanla sevgi ve sami-miyet içerisinde anlaşabilecekleri ortak noktalar bulup, öğren-cilerle kaynaşabilmişler. Tabi bunu sağlayabilmek için, okulu evleri bilip, tüm zamanlarını orada geçirmeleri gerekmiş. Türkçe öğretmeni Cavit Işık; “Sınıfımda Pakistan, Kongo, En-donezya, Sırbistan ve Nijerya gibi farklı ülkelerden öğrenciler var. İşimin ne kadar zor olduğunu biliyorum, fakat öğrencilerle yaptığım kısa sohbetler esnasında, onların yarım yamalak bir Türkçe ile okudukları şarkılarla, şiirlerle bütün yorgunluğumu bir kenara atıyorum. Yaptığın işin meyvesini almak kadar güzel bir şey yok. Haftada 25 saat değil, 100 saat bile olsa bu derse girmekten gocunmam.”diyor.

Türkçeyi ve Türkleri çok seviyorlarKenya’dan gelen İsmail, Türk insanının, özellikle de Kayseri

halkının samimiyetine çok güveniyor. “Türkiye bize kucak açtı.” diyor. Türk insanını ağabeyleri, ablaları, hatta anne babaları yerine koymuşlar. Öğretmenlerinin her isteklerini yerine ge-tirdiklerini dile getiren öğrenciler, bu yüzden Türkiye’ye alış-makta zorluk çekmediklerini ifade ediyorlar. Gerçekten de ko-nuşmalarındaki sıcaklık ve samimiyet, atılan adımların olumlu sonuçlarını gözler önüne sermek için yeterli oluyor. Sanki yıllardır buradalar, onlarla konuşurken bazen Türkçeyi sizden daha iyi konuştuklarını sezebilirsiniz. İsmail bunları söylerken yüzündeki o küçük gülümseme hiç kaybolmuyor. En büyük za-afımız konusunda da bizi uyarıyor. Türkleri tekrar tekrar çok sevdiğini ifade eden İsmail, Türklerin sigara içmelerine anlam veremiyor. Yolda gördü-ğü sigara içenlerden hazzetmediği-ni söylüyor.

öğrencilerle kurulan gönül köprüsüFarklı milletlerden

yi öğrenme hızları ve doğru kullanmada kat etikleri yol ve hassasiyetleri şaşırtıcı nitelikte. Ahmet; “Biz Türklerden zor olanın güzel olduğunu öğrendik, onun için çalıştık didindik, buraya geldiğimiz için de hiç pişman değiliz. Hatta Türkçe konuştuğumuz için çok mutluyuz’’ diyerek ifade ediyor ken-dini. Okulun misyonu da, Ahmet’in yukarıda söylediklerini destekleyip pekiştirmeye yönelik. Okulun en başlıca sorun-larında biri, belirli bir yönetmeliğinin olmaması. Çünkü bu okul Türkiye’de tek ve öğretmenler kendi planlarını kendileri

Sohbetimiz, Afganistanlı Ahmet’le devam ediyor. Ahmet de Türkiye sevdalısı, bizden, içimizden biri olmuş artık. Ahmet: “ Türkiye misafirperverliğini bütün dünyaya ispatlamış kardeş bir ülke. En önemlisi burada ırkçılık diye bir şey yok.” Türkmenistan, Afganistan gibi köken itibari ile bağlarımızın yakınlığı ve kültürel benzerliklerimiz dolayısı ile yakın coğrafyadan gelen öğrencilerin Türkiye’ye daha iyi adapte olduğunu söyleyebiliriz. Buralardan gelen öğrenciler Türkiye’yi ikinci vatanları olarak görüyorlar. Açıkçası Türkçe-

hazırlamak zorunda. Bu öğrencilerin mimarı öğretmenlerimiz, büyük fedakârlıklarla sürdürüyorlar bu ödevi. Yemek yerken öğrencilerle beraber sıraya giriyor, tene� üs saatlerinde öğret-menler odasında dinlenip bir sıcak çay içmektense bahçede öğrencilerle vakit geçiriyorlar. Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni Mehmet Aydoğdu; “Onlar artık bizim hayatımız oldu, bu öğ-renciler bizim dinlencemiz.” diyor. Sını� arda bulunduğumuz sırada ilginç espriler yapılıyor. Bu espriler Türkçe olunca bizim içinde anlamı artıyor tabi. Lavan adlı öğrencinin okuduğu “Ben öğretmen olmak istiyorum” şiiri göz doldururken, Barış Manço’nun “Gülpembe” adlı şarkısını farklı dillerden öğrenci-lerin Türkçe olarak söylemesi de gerçekten ilginç geliyor. Bu konuyu edebiyat öğretmeni Cavit Işık; “Biz sevgi dilini, Türkçeyi kullanıyoruz.” diyerek açıklıyor. Anlaşılıyor ki buradaki insanla-rın sevgi dili olmuş güzel Türkçemiz. Okulu gezdiğimiz sırada gözümüze çok ilginç bir fotoğraf ilişiyor. Siyahla beyazın bu-luşması ancak bu kadar sıra dışı olabilir. Kar ile ilk defa tanışan siyahi gençler, şaşkınlıklarını gizleyemezken, eğlenmekten de geri durmamışlar. Yaptıkları kardan adamın yanında poz verir-ken biz hep birlikte Türkiye’yiz diyorlar.

Okul sosyal etkinliklere ve ödüllere doymuyorMustafa Germirli Anadolu İmam Hatip Lisesi eğitim öğre-

tim yuvası olmasının yanı sıra, aynı zamanda bir sosyal etkinlik yuvası. Germir Anadolu İmam Hatip Lisesi ve Ali Rıza Özderici İmam Hatip Lisesi’nin ortaklaşa hazırlamış oldukları Kutlu Do-ğum gecesi büyük ilgi çekmiş. Okul içinde mini dünya kupası düzenlenmiş. Finale kalan Kosova ve Gana’nın şampiyonluk yarışının sonucuysa şimdilik merak konusu. Ayrıca okulun Türk dili ve edebiyatı öğretmeni Cavit Işık koordinesinde başlatılan ve devamının da geleceğine inanılan şiir dinletileri büyük bir ilgi ile takip ediliyor. Mesleki Tanıtım Kulübü’nün düzenlediği çeşitli yarışmalarda da öğrenciler üstün başarılar elde etmişler. Afganistanlı Abdulhay Hazretkul, hafızlık yarışmasında 2007 ‘de Türkiye 3.’sü, 2008 yılındaysa Türkiye 2.’si olmuş. Mesleki tanıtım öğretmeni Ramazan Bayhan; dünyayı aydınlatacak gençlerin bu okulda yetiştirildiğini söyleyerek, okulun Türki-ye için önemini bir kez daha hatırlatıyor. Azerbaycanlı Ruhin Şabanov, başarılı bir sporcu. Boks müsabakalarında ülkesinde olduğu gibi Türkiye’de de başarıdan başarıya koşuyor. 2008’de Samsun’daki özel turnuvada finale kadar yükselen Şabanov ,fi-nalde Muhammed Aydın ile yaptığı maçta şampiyonluğu gö-ğüslemiş. Türk Milli Takımı’na çağrılan Şabanov, Nevşehir’deki Gençler Dünya Şampiyonası hazırlık kampına katılıp, bütün rakiplerini devirmeyi başarmış. Maalesef Türk vatandaşı ola-madığı için Dünya Şampiyonası’na katılamamış. Şu anda tek hedefi Türk vatandaşı olarak şampiyonaya katılıp, ay yıldızlı bayrağını göndere çektirmek. Okulun Toplam Kalite Yönetimi ekibi yoğun bir çalışma neticesinde “Yerel Spor Dallarının Ta-nıtımı” adlı projede Türkiye 1.’si olmuş. Öğrencilere Türkiye’yi daha yakından tanıtabilmek adına yurdun çeşitli yerlerine geziler düzenleniyor. Doğu Karadeniz’e düzenlenen gezide Rize’nin temiz havası çocukları çok etkilemiş. Bunun dışında Kapadokya gezisinde öğrenciler elleri kolları sıvayıp çömlek yapımına el atmışlar. Mesleki ders öğretmeni Şuayib Yazıcı’nın gezi notlarında bir detay dikkatimizi çekiyor. Doğu Karedeniz gezisinde Bosnalı bir öğrenci; “Hocam ülkemiz hep böyle man-zaralarla doludur, bu tür manzaralar pek dikkatimizi çekmiyor, bize tarihi anlatan yerleri gösterin, biz Türkiye’nin tarihi ve kül-türel değerlerini daha çok merak ediyoruz. Bizleri böyle yerlere götürün, oraları daha çok görmek isteriz” demiş. Bu öğrenciler tarihimizi ve kültürümüzü belki bizden daha çok merak edi-

yorlar. Tarihimize bu kadar duyarlı, kültürümüze bu denli meraklı öğrencilerin bulunması, ülkemizin

atacağı büyük adımların habercisidir hiç şüphesiz.

H A B E R & F OTO Ğ R A F: B U R A K E K İ C İ

Page 9: Gazete Kampus 47

mamış annesine. Onun sesine kulak verildiğindeyse her şey için çok geç kalınmıştı. Cangül’ün öz babası, üvey babası hapse atıldığında onu yanına alarak ba-balık görevlerini yerine getirmeye çalışır. Cangül, daha baba evine gitmeden yaşadıkları insanların arasında konuşulmaya başlanmış. Cangül 15 yaşına geldiğinde halasının ve toplumun babasına yaptığı baskıyla hala-sının oğluyla evlendirilir. Daha çocuk yaşta olan Can-gül o günleri şöyle anlatıyor; “Daha çocuktum ve hiçbir şey bilmiyordum. Ev işi yapmak, yemek pişirmek, te-mizlik ve daha bir sürü bilmediğim iş. Kömürcülükle uğraşırdı halamlar. Küçük yaşta bu ağır işte beni de çalıştırdılar. Halam bana etmediğini bırakmadı. Daha sonrada evliliğimi bitirmek için elinden geleni yaptı ve başardı.” Sonuçta Cangül, annesinin evine dönmüş bıkkın bir psikolojiyle. Geçmişinden aldığı derslerle kararlı bir ifadeyle hayat hikayesini anlatmaya devam eden Cangül “Bıkmıştım artık hayattan. Denize düşen yılana sarılır misali, sarıldım birilerine. Sonra yaşamak bile zor gelmeye başladı. Annem ve babam ayrılma-saydı böyle olmazdı. İkisi de kendi bencillikleri yüzün-den benim hayatımı mahvettiler. Ayrılırken bana sor-madılar ve sonuçta olan bana oldu. Evliyim, şimdi bir kızım bir de oğlum var. Onlar için yaşıyorum sadece. Kabullendim yaşadıklarımı artık. Geçmişim yüzünden insanlar bana farklı gözle bakıyor. Bazen eşim bile suçluyor beni, ama kızım var benim gibi olmasına izin vermem. Başkalarına bırakmam kızımı.”diyor. Cangül bir zamanların gonca gülü, solmuş şimdi, koparılmış yaprakları. Can suyunu vermemişler, susuz bırakmışlar bereketli topraklarda kalbini. O da yenilmiş hayatın getirdiklerine. Sonra iki damla yağmur düşmüş avuç-larına. Yaşam suyu bilmiş ve sarılmış çocuklarına.

“Hayatta amacım yok ”Olumsuz şartlar altında büyüyen çocuklar, ge-

leceğe umutla bakmaktan vazgeçerek, hayatlarını yok ediyorlar. Ailenin olumsuz yaklaşımı, çocukların kendilerini toplumdan soyutlamasına neden oluyor.Yaşadıklarını genelleştiren çocuklar, bir amaca tutun-madan devam ediyorlar hayatlarına ve birçok zararlı alışkanlığa yönelebiliyorlar. Salih M. de yaşadıkların-dan dolayı anlamsızlaştırdığı hayatı başıboş bir şekilde yaşıyor. Salih’in babası boşanmış ve yeniden evlenmiş. Üvey annesi ve öz babası onu yok saymış. Henüz yirmi sekiz yaşında olan Salih de artık yok sayıyor onları. Kü-çük yaşta sigaraya başlamış, bir işe girmiş, kazancının çoğunuda kumarda kaybetmiş. Salih bir başına kal-dığı hayat mücadelesinde yaşadıklarını umursamaz bir duruşla şöyle anlatıyor: “Ben boşverdim hayata. Çalışıyorum çalıştığımı yiyorum. Olmazsa hırsızlık yapıyorum. Kimse beni umursamıyor ben de kimseyi umursamıyorum. Zamanında çok ağladım. Şimdiden sonra ölmüşüm kalmışım umurumda değil. Hayatta hiçbir amacım yok.” Salih bütün hayallerini, umutla-rını, geleceğini yok saymış. Kendince bir yaşam seçmiş, kimine göre yanlış kimine göre doğru. Ona göre yanlış veya doğru umurunda değil, o sadece gününü ya-şıyor, geleceğe dair ya da geçmişine dair düşündüğü hiçbir şey yok.

“Sağlıklı aileden sağ-lıklı bireyler yetişir ”

Psikolog Fazilet Özer, anne ve babaların çocuklara göstermiş olduğu olumsuz davranışların, çocuklarda kişilik bozukluğuna dö-nüştüğünü söylüyor. Boşanmalarda en çok çocukların düşünül-

de şiddetle karşı karşıya kalan çocukların, topluma ve kuracakları yeni aileye uyumu zorlaşıyor. Ailesinin ay-rılmasıyla şiddete maruz kalanlardan biri Filiz Albay-rak. Anne ve babası ayrıldığında Filiz beş yaşındaymış. Babası, annesinin üzerine ikinci bir eş getirince Filiz’in annesi dayanamamış bu duruma, çocuklarını bıra-karak baba evine dönmüş. Filiz ağabeyi Cumali’den sürekli annesini istemiş. “Ağabey annemi istiyorum, beni anneme götür.” dese de duyuramamış sesini. Filiz Albayrak, o günleri şöyle anlatıyor; “Ağabeyim Cumali ile birlikte üvey annemiz tarafından dört yıl şiddet gördük. Aç kaldık ve kötü şartlarda yaşamaya zorlandık. O günden bana kalansa, nefes darlığı ve psikolojik sorunlar. Unutmak istiyorum, ama sağlığım günden güne kötüleştikçe unutmak imkansızlaşıyor. Evliyim bir oğlum, bir kızım var. Onlara yeterince annelik yapamıyorum. Yaşadığım psikolojik sorunlar ister istemez aileme yansıyor. Neyse ki eşim geçmişi-mi biliyor ve beni anlıyor. Bir ailede meydana gelen yıkım gelecekte kurulacak birçok aileyi etkiliyor. Allah kimsenin yuvasını dağıtmasın, çok zor.” Mahkemede bazen tek celsede biten evlilikler, Filiz gibi çocuklarda bir ömür varlığını hissettiriyor. A� etmemiş babasını Filiz. “Yaşarken öldü benim için.” derken kararlılığı ses tonundan hissediliyor.

“Biz küçükken büyüdük ”Boşanıp bir daha evlenen çiftlerde önceki evlilik-

ten olan çocuklar, genellikle yeni aile içinde de dışla-nıyor. İkinci evlilikten olan çocuklar öne çıkarılarak ilk eşten olan çocuklar genelde geri plana itiliyor. Filiz’in ağabeyisi Cumali Yıldız, aile içinde dışlandıklarını söy-lüyor. “Çocuktuk ve yaşadıklarımız kolay şeyler değil-di. Üvey annemiz Ümüş Hanım, bizi dışlayarak kendi çocuklarını öne çıkardı. Yani, şiddetin yanı sıra bir de bizi dışladılar. Biz, artık o aileden değildik ve gün geçtikçe bu durum daha net bir şekilde görülmeye başladı. Dört senede biz çocukluğumuzu bilmeden büyüdük. Dört yılın sonunda evden ayrıldık, zor şart-larda çalıştık ve bu günlere geldik. Unutulmuyor. Şu an evliyim, ama ailemde bile bu yaşadıklarım hisse-diliyor. Sinirlerim alt üst oldu, ufakcık şeylere sinirle-niyorum. İki çocuğum var, ama onları nasıl seveceğimi bile bilmiyorum, çünkü ben görmedim ki sevgi. İnsan görmeyince yadırgıyor. Yine de Allah’ıma şükür, ailem yanımda ve çocuklarım bizimle büyüyor.” İki kardeş acılarının ortaklığıyla destek almışlar birbirlerinden. Yıkımın ortasında cılızlaşsa da bedenleri, pes etme-mişler, inatla sarılmışlar hayata. Kimsesizlik bükse de boyunlarını, onları ayrılıkların içinde birliktelikleri bütünleştirmiş.

“Annem ve babam ayrılmasaydı böyle olmazdı”Her yıl hızla artan boşanmalar ve daha sonra

yapılan evliliklerde oluşan sağlıksız bir aile düzeni, dışlanan çocukları, dönüşü olmaz

kararlar almaya itiyor. Genç kızlar taciz ediliyor ve tecavüze uğruyor. Böylesi

durumlara maruz kalan kızlar, düşün-meden aldıkları kararlar nedeniyle

bir anlamda hayatlarını da karar-tıyorlar. Kimi intihar ederek kimi

de kaçarak içinde bulunduğu du-rumdan kurtulmaya çalışıyor. Bu

genç kızlardan biri de Cangül Karataş (21). Annesinin ikin-

ci evliliğinden sonra üvey babasının tacizleriyle karşı

karşıya kalmış Cangül. Henüz 12 yaşında olan

Cangül, sesini duyura-

SAYFA TASARIM: ENDER YAZICI

KAMPUS 9MART 2011 HABER

BO

ŞAN

AN

AİL

ELE

RARAFTAKİ ÇOCUKLAR

Hızla artan boşanmalar neticesinde, dağılan ailelerin ortasında kalan çocuklar karşılaştığı sorunlarla baş edemez konumda kalıyor. Dolayısıyla boşanan çiftler sağlıksız bir neslin yetişmesine zemin hazırlamış oluyorlar. Devlet Planlama Örgütü’nün araştırmasına

göre, son üç yılda artan boşanmalar, beş yıllık periyoda bin 976 çiftin ayrılması olarak yansıdı. Ayrılık ve yıkımlar arasında kendine ait olmayan hayatı yaşayan çocuklar, yenilerek kabulleniyor acısını.

Evlilik, insan hayatının en güzel olgularından biridir. Mutlu bir birlikteliğe imza atan insanlar, arzu ettikleri aile kavramının etrafında birleşirler. Şarkılar ve danslar eşliğinde eş dost herkes sevince ortak olur, fakat mutlu başlayan bu birlikteliklerin bir kısmı mut-suz bir şekilde sonlanıyor maalesef. Çiftler çeşitli ne-denlerle beraberliklerini bitirme kararı alarak, boşanı-yorlar. Devlet Planlama Örgütü’nün hazırlamış olduğu yıllık rapora göre, son beş yılda Türkiye’de bin 976 çift boşandı. Son üç yılda, boşanma oranının, geçmişe nis-peten daha fazla olduğu gözlemlenmiş. Bu sorun gün geçtikçe toplumun bütünlüğüne ve sağlıklı gelişimine zarar veriyor. Dağılan ailelerin yıkımları içinde kalan çocuklar, birçok sorunla karşılaşıyor. Bu durum, aynı zamanda çocukların kişiliklerinde derin izler bırakabi-liyor. Küçük yaşta savunmasız yüreklere verilen acıların büyüklüğü, hayatı onların gözünde bayağı ve adaletsiz gösteriyor. Özgüveni gelişmemiş, amacı ve beklentisi olmayan insanlar topluluğunu oluşturuyor. Arada ka-lan çocuklar anne ya da babalarının farklı insanlarla yaptığı ikinci evliliklerde ise çoğu kez dışlanıyor ya da şiddete maruz kalıyorlar. Biz de bu durumda olan insanların yaşam hikâyelerini dinleyip acılarına ortak olmak için onlarla görüştük.

“Psikolojik olarak sorunlar yaşıyorum”Aileler arasında yaşanan anlaşmazlıklar, birçok

çocuğun gelecekte psikolojik sorunlar yaşamasına neden oluyor. Üstelik bu anlaşmazlıkların yanında bir

mesi gerektiğini ifade eden Özer, konuyla ilgili olarak şunları söylüyor; “Boşanan eşlerde iki taraf da ilk eşe karşı olan kinini, nefretini çocuklarına yansıtabiliyor. Belki de ikinci eşlerin, çocuklarına yanlış yaklaştığını fark ediyorlardır, ancak bu düşünceden dolayı koruyu-cu olamıyorlardır. Boşanma olgusunda en büyük zararı çocuklar yaşar. Çocuklar anne ve balarının yanında olmasını ister, çünkü onları ayrı düşünmez. Anne ve babadaki bu çatışma çocuklarda deprem etkisi yapar. Kendilerini kaygan zeminde hisseder ve ayaklarını sağlam bir zemin üzerine basamazlar. Gelecekte özgü-veni olmayan, topluma kapalı bireyler olabilme olası-lıkları çok yüksektir. Aile toplumun temelidir ve aile ne kadar sağlam olursa toplumda o derece sağlıklıdır. Aile topluma birey üretir ve sağlıklı aileden sağlıklı bireyler yetişir.” İnsanların bir an önce bilinçlendirilmesinin al-tını çizen Fazilet Özer, alınacak önlemleri ve yapılması gerekenleri de şöyle ifade ediyor; “Devletin aileyi koru-yucu önlemleri alması gerekiyor. Bu tür sorunları olan insanların yardım alacağı kurumlar oluşturulmalı ve sorunlu ailelere ücretsiz yardım edilmeli. Sağlık ocak-larında psiko-sosyal ruh sağlığını destekleyici birimler kurulmalıdır. Ayrıca psikolog ve sosyologlar halka açıl-malı. Halk sosyolog ve psikologları tanımalı ve onlara güvenmeli.”

Onlar farklı hayatlarda benzer acıları yaşadılar. Bıraktılar bazen nefes arasında yaşama sevincini. Za-manın akışını izlediler, acılar üst üste gelince. Anlam-sızlaştı, değersizleşti dünya çoğunun gözünde. Onlar büyük bir yıkımın altında kalan insanlardan sadece birkaçı. Türkiye’de aileler arasında meydana gelen bu çözülme birçok toplumsal sorunun temelini oluşturu-yor. Bugünün çocukları geleceğin anneleri ve babaları. Salgın hastalık gibi yayılan boşanma ve beraberinde yaşanan olumsuzluklar toplumu çürütmekte.

H A B E R & F OTO Ğ R A F: D E M E T YA LÇ I N

Fazilet Özer

VE

Cumali Yıldız

Cangül Karataş Salih M.

Page 10: Gazete Kampus 47

SAYFA TASARIM: KENAN ŞİLEN

KAMPUS 10 MART 2011PORTRE

Mevlana’yı rehberedinmiş modern bir semazen:

Yaman DedeBu dörtlükler ne bir tekke ne de bir divan şairi-

ne ait. Okunduğunda Osmanlı döneminde yaşamış mutasavvıf bir şaire ait olduğu düşünülen bu mısra-ların sahibi, Rum bir semazen; Dyamandi Keçeoğlu. Ömrünü Allah, Peygamber ve Mevlana sevgisine adayan bir insan. O, hayat hikâyesiyle de ezber boz-muş biri. Kayseri Rumlarından iplik tüccarı Yuvan oğlu Afurani’den doğma Dyamandi, Kayseri’nin Talas ilçesinde 1887 yılında dünyaya geldi. Daha on aylık iken ailesi Kastamonu’ya göç etti. İlk tahsilini bura-daki Rum Ortodoks Mektebi’nde yapan Dyamandi, Mevlana ismiyle de burada tanıştı. Farsça hocasının Mesnevi’nin ilk iki mısrasını kara tahtaya yazıp, altına Mevlana diye not düşmesiyle o, artık eski Dyaman-di değildi. Dyamandi o anı şöyle anlatır: “Tahtaya yazılan Mevlana ismi bana pek tatlı geldi. Okunan beyitler beni derinden sarstı. Son beyit sinemi ha-kikaten şerha şerha etmişti. O andan itibaren tatlı tatlı yanmaya başladım. Şiddetle yakan, fakat anne busesi kadar tatlı gelen alevler, iç alemimi kaplamış-tı.” Bu dakikadan sonra artık ömrünün son nefesine kadar ilahi aşkla yanmaya devam edecektir. Hukuk tahsili için İstanbul’a gittiği dönemlerde, İstanbul’un manevi havası, tanıştığı muhterem şahsiyetler onun gönlündeki Muhammedî ateşin daha da artmasına vesile olur. Mevlevi Galata hanesindeki dönemin ünlü şahsiyetlerinden Mesnevi dersi almaya devam eder. İstanbul Hukuk Fakültesi’nden mezun olduk-tan sonra, uzun süre avukatlık yapan Dyamandi, I931’de Edebiyat ve Farsça öğretmenliği yapmaya başlar. Anadolu’nun çeşitli illerinde Mevlana ve Mesnevî konulu konferanslar vermeye devam eden Dyamandi’nin gönlü çoktan Müslüman olmuştur; fakat âlem bilmemekte, en yakınlarına bile inancını söyleyememekte, sırrını açıklayamamaktadır. Dya-mandi yaşadığı o dönemi şöyle betimler: ‘’Namazımı en kuytu semtlerin küçük mescitlerinde kılardım. Tam kırk yıl, bazen sahursuz bazen iftarsız gizli gizli oruçlar tuttum, eşim dahi bu durumundan haber-dar değildi.” İçindeki iman çağlayanlarını daha fazla saklayamayıp 1942’de Müslüman olduğunu açıklar. Dyamandi’nin Müslümanlığı, ciddi sıkıntılar yaşa-masına, zaman zaman aile içinde huzursuzluklar çıkmasına sebep olur. Fakat onun derinden duyduğu, ruhunu eriten Allah sevgisi, bütün sıkıntıları ve ke-derleri unutturur. Durumunu eşine ve kızına açıkla-dığı bir gece dilinden dökülenler şunlardır: “Aşkımın bedeli bu yaşananlar. Sizler sakın üzülmeyiniz. Aşk, ızdırapsız olmaz. Size acı vermeye hakkım yok, bu ev ve içindekiler size kalsın, elveda!” diyerek ailesini terk etmiştir.

Kendi toplumuyla ve ailesiyle çeşitli sıkıntılar yaşaması, din değiştirmesini ve bunu 45 yaşına ka-dar gizlemesi, onu daha içe kapanık bir hale getirir. Mevlana aşkıyla yanıp tutuşması, bu uğurda yıllarca sessiz kalmasına neden olur. Artık zor da olsa hayal-lerine kavuşmuştur ve dinini özgürce yaşayabiliyor-du. Mehmet Kadir Keçeoğlu olarak adını değiştiren

Dyamandi, Yaman Dede adını Dyamendi isminden çevrilerek Kayserili bir din âlimi olan Ahmet Remzi Dede’den alır. Müslümanlığı “Bütün kâinatı kuşatan bir aşk” olarak gören bu ince insan; Yaman Dede oluşunu şöyle anlatır: “Hidâyet nurunun alevden damlalar halinde gönlüme akması, şahlar güzelinin (Mevlana) tatlı ve mübarek ismini işittiğim andan iti-baren başladı. Ondan sonraki merhaleler baş döndü-rücü bir hızla birbirini takip etti. Merhum ve mağfur Ahmet Remzi Dede’den Mesnevi okudum. Ufkum son derece genişledi. İmanım da o nispette kuvvetlendi. Koca Mevlana’nın büyüklüğü karşısında ürperme-ye başladım. Koca Sultan, Mesnevi’de mikrobu ve serumu haber veriyor; hayata gözlerini kapayacağı yılı da bildiriyordu. Mesnevi’nin görebildiğim derin-likleri karşısında gözüm kararıyor, korkuya benzer hisler bütün benliğimi kaplıyordu. Bütün derinliğini görmemin imkânı yoktu. Mesnevi’yi bitirdim, daha doğrusu Mesnevi beni bitirdi. Her zerremde aşkın alevleri çıkmaya başlamıştı. Hidayete doğru deyişim şunun için pek yerindedir. Hidayetin dereceleri vardır. Kelime-i Şehadet’in gönülden söylenmesiyle iman ve İslâm tahakkuk eder. Fakat bununla hidayetin son mertebesine, iman kuvvetinin pek yüksek derece-lerine erişmiş olur muyuz? Elbette olamayız. Bunun içindir ki, nasıl Müslüman oldum? Sorusunu şöylece tamamlamak lazım: Nasıl Müslüman oldum ve ol-maktayım? ” Yakın dostu şair Yahya Kemal Beyatlı, onu şu mısralar ile tanımlar:

Yüz sürdü gerçi payine çok Müslüman DedeMolla’yı Rum görmedi bundan Yaman Dede

Düşünceleri kardeşlik üzerineydi ve kardeşliği öğrettiYaman Dedenin ders verdiği her talebesi, ona

gönülden bağlanmıştı. Bu isimlerden biri olan Doç. Dr. Emin Işık, Yaman Dede’nin ismi tela� uz edildi-ğinde gözleri dolarak hocasını şu şekilde anlatıyor: “Bugün her biri kendi branşında otorite olan Avrupa Uluslararası İslam Üniversite’sinde öğretim üyesi Prof. Dr. Hayreddin Karaman, Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, İs-tanbul Eski Müftüsü Selahaddin Kaya, Yazar Osman Nuri Topbaş gibi pek çok kişi öğrencilik yıllarında Farsçayı Yaman Dede’den öğrendi. Bize sadece ders-leriyle değil, kişiliğiyle de insanların kardeş olduğunu öğretti. Kimilerine göre Yaman Dede, kimilerine göre Yanar Dede kimilerine göre de Yanan Dede, yazdığı bütün şiirlerde isimlerine yakışır şekilde hep yanma temasını kullandı. Merhum tam bir Konya aşığıydı ve her fırsatta bunu dile getirirdi. Mevleviler arasında Konya; Âşıklar Kâbe’sidir. Yaman Dede de kırklı yıllar-da fırsat buldukça Konya’ya seyahat eder. Şeb-i Arus törenlerinin özel davetlisi olarak katılırdı. Konya ve Mevlana onun için özel aşk bestesinin vazgeçilmez iki notasıydı. Yazdığı şiirler, yazılar ve yaptığı dini müzik-ler hep bu iki temada işlerdi.” Yaman Dede’nin farklı ırklara, dinlere mensup olan insanların nasıl bir arada

yaşayabileceğini yaşamıyla ortaya koyduğunu söyle-yen Işık, “Kendisi uzun yıllar resmiyette gayrimüslim olduğu bilinerek Yüksek İslam Enstitüsü ve İmam Ha-tiplerde ders veriyor. Bu durum medeniyetlerin nasıl bir arada mutlu ve birlikte yaşayabildiğini anlatıyor. Tüm dünyada medeniyetler çatışması konuşulurken ve savaş sebeplerinin etnik yapı, dinsel ve kültürel farklılık olduğu söylenirken Yaman Dede’nin şahsın-da ve yaşadığı hayat da bunun tamamen yanlış ol-duğunu ortaya çıkardı. İnsanlar huzur ve mutlulukla medeniyetlerini ve dinlerini yaşamalı. Medeniyetler birbirleriyle çatıştırılmaktansa, her düşünce ve fark-lılık bulunan toplum içinde hazmedilmeli fakat yok etmemelidir.” diyor.

“ Yaman Dede bu topraklarda yaşayan insanların gurur kaynağıdır ”

Yaman Dede ismini çok sonraları keşfeden biri olan yazar Muhsin İlyas Subaşı, Ya-man Dede hakkında iki kitap yayınladı. Bunlardan ilki “İki Mevlevi” isminde Kayserili iki Mevlana aşığını tanıtırken, ikici kitabı tamamen Yaman Dede’ye atfedilmiş ve “Yaman Dede” ismiyle yayınlanmıştır. Mevlana dostuna dost olmuş biri İlyas Subaşı. Yaman Dede’nin gereği kadar hatır-lanmamasından şikayet eden Subaşı kitaplarının yazılış amacının biraz da bu nedenle olduğunu vurgulayarak, sözlerini şu şekilde sürdürdü: “İstikbal göklerde aranırken göklerimiz-den ayrılmamalıyız. Kayserinin manevi mimarlarından olan Yaman Dede, daha fazla itibarı hak ediyor. Bizlere bu konuda yüklenmiş ağır bir yük var. Ben kitaplarımı yazmaya bu istek ve arzuyla başladım. Yaman Dede’yi Kayseri’ye ülkeye hat-ta daha da ilerisine, dünyaya tanıtmalıyız. Yaman Dede bu topraklarda yaşayan insanların gurur kaynağıdır. Bu Mevlana dostunun, dinini seçerken uğ-radığı baskıyı, çektiği sıkıntıyı başkalarının yaşamaması için herkese hatırlatmalıyız. Ben, biz geride kalanların sorumluluğunun bu olduğunu düşünüyorum. Kendisini bir kalıba sokmakta Yaman Dede’ye yapılacak bir di-ğer büyük bir haksızlıktır. Onu yalnızca tasavvufi veya şair kimliğiyle tanıtmakta yetmez. O, aynı zamanda bir bestekâr, düşünür ve fikir adamıdır. Saygısıyla her kesimden itibar gören ve mütevaziliğiyle kendisini bu dönemlere taşıyan bir insan, sadece hakkıyla anıl-maya layıktır.”

Sevgisi içinde ateş olan Yaman Dede, bu ateşle geçirdi ömrünü. Yaşadığı gibi terk etti bu dünyayı 3 Mayıs 1962’de.

Gönül hûn oldu şevkinden boyandım yâ RasulallahNasıl bilmem bu nirâna dayandım yâ RasulallahEzel bezminde bir dinmez figândım yâ RasulallahCemâlinle ferahnâk et ki, yandım yâ Rasulallah

Yanan kalbe devasın Sen, bulunmaz bir şifâsın SenBulunmaz bir sehâsın Sen, dilersen rûnümâsın Sen Habib-i Kibriyâsın Sen, Muhammed Mustafa’sın Sen,Cemâlinle ferahnâk et ki, yandım yâ Rasulallah...

H A B E R : M A Ş A L L A H Ç AY I R

Page 11: Gazete Kampus 47

SAYFA TASARIM: KENAN ŞİLEN

KAMPUS 11MART 2011 SPOR

Engelli vatandaşlarımızın sayısını ve durumunu belirlemek üzere 2002’de ilk defa yapılan araştırma sonuçları bilinmesi gereken bazı çarpıcı gerçekleri sundu bize. Bugün itibari ile ülkemizde yaşayan 1,5 milyonu aşkın görme engelli vatandaşımız var. Ancak; görememek onların bedensel güçlerini kullanmalarına mani değil. Bunun da en güzel örneği hayata dört elle sarılmaları neticesinde gerçekleştirdikleri sosyal faaliyetler ve bu alanda elde ettikleri başarılar olsa gerek. Bu durum da aktör Jacques Brel’in “Yetenek diye bir şey yoktur, hayat isteklerden oluşur” sözünü haklı çıkarıyor.

Ülkemizde on beş görme engelliler ilköğretim okulu mevcut. Ankara, İstanbul, Gaziantep, Erzurum gibi şehir-lerde bulunan okulların biri de Kayseri’de. Elli iki öğrencisi ile bölgede, okul olarak eğitim-öğretim veren Kayseri Gör-me Engelliler İlköğretim Okulu, çevre il ve ilçelerden gelen öğrencilere de yatılı hizmet sunmakta. Öğrencilerin yüzde 90’ının görme artığı var, yani öğrenciler kısmen görme ye-teneğine sahip. Diğer okullardan ve öğrencilerden farkları yok, onlar da tüm özel günlerde kutlamalar yapıp, şiirler, şarkılar söyleyip, yarışmalar düzenlemekteler. Onları farklı kılan; görme engelli olmayan öğrencilerin görerek yaptık-larını, görmeden duyarak ve hissederek yapmaya çalışma-ları. Futsal ve goalball bunlardan birkaçı. Bu tür çalışmalarla çocukların, sosyal hayata daha iyi adapte olmaları amaçla-nıyor. Günlük yaşamlarını kolaylaştırmayı ve başkalarına en az ihtiyaç duyacakları şekilde belli duyularını da geliştirmeyi hede� eyen bu faaliyetler, görme engelli öğrencilerin kendi-lerine olan güvenlerini de pekiştiriyor. “Onlara bir birey gibi davranalım”

Ana okul çağından itibaren öğrenci almaya başlayan Görme Engelliler İlköğretim Okulu’nda eğitim, ilköğretim 8. sınıfa kadar sürdürülebiliyor. Sonrasında, öğrenciler normal liselerde eğitimlerine devam ediyorlar, çünkü ülkemizde henüz onlar için özel bir lise ve üniversite yok. Bu okulların müfredatının diğer okullardan çok farklı olduğu söylene-mez. Onlar da Türkçe, matematik gibi dersler görmekteler. Bunların yanı sıra toplum içinde daha rahat hareket ede-bilmeleri adına bedenlerini, bastonlarını nasıl kullanmaları gerektiğine dair özel eğitimler almaktalar. Görme Engelliler İlköğretim Okulu müdür yardımcısı Tekin Başol; “Özel bir durum onlarınki, ancak görememeleri acınacak durumda oldukları anlamına gelmez. Mümkün olduğu kadar yardım-cı olmalıyız elbette, fakat rencide etmeden. Toplumda bir işe yarar olmanın hissi onlar için oldukça önemli. Mücadele ederek yapabilecekleri şeylerin önüne geçip onları tembel-liğe alıştırmamalıyız. Koruyucu aile modeli, anne ve baba o kadar hassas ki; neredeyse çocuklarını yürütmeyecekler. Göreve başladığım ilk yıllarda koşmayı bilmeyen, yürüme-ye korkan öğrenciler gördüm, aileler biraz rahat bıraksalar çocuklarını her şey çok daha başka olabilir. Okulda, annesi ve babası da görme engelli olan öğrenciler var. Ümit Selçuk onlardan biri, babası da okulda görevli. ” diyor. Tekin Başol aslında bu örnekle çok önemli bir noktaya dikkat çekerek sözlerine şöyle devam ediyor: “Görme engelli bir anne baba, çocuğunun ihtiyaçlarını görmeden nasıl gideriyor, nasıl bü-yütüyor onu ve böyle bir hayata nasıl uyum sağlayabiliyor çocuklar? Hiç görmeyen bir çocuğun normal bir topla futbol oynadığına şahit oldum. Tüm uyarılarımıza, korkularımıza rağmen o, aldırış etmeden heyecanla koşturuyordu. Kendi-ne olan güveni, ailesinin desteği ve yetiştirilme tarzı bunda etkiliydi elbette. Koruma içgüdüsüyle, pamuk ipliklere sarıp sarmalanmamıştı, dolayısıyla korkmadan koşabiliyordu. Sürekli korumaya çalışarak onları başkalarına bağımlı hale getirmekten başka bir şey yapmıyoruz aslında. Bırakalım düşe kalka keşfetsinler dünyayı.” ‘Hedefim tam 12’

Aldıkları eğitim, yaptıkları sportif faaliyetler onların hayata daha da sıkı sarılmasını sağlıyor. Kendilerine olan güvenleri ve derslerindeki başarıları artıyor, düzenlenen etkinlikler çerçevesinde başka şehirlere gidiyorlar, yeni ar-kadaşlar ediniyorlar. Geçen yıl yaklaşık üç ay süren, ‘Hedefim Tam 12’ projesi, bu gelişmelere imkân tanıyan faaliyetler-den biri. Avrupa Birliği Devlet Planlama Teşkilatı Eğitim ve Gençlik Programları Merkezi Başkanlığı kapsamında, İl Gençlik Müdürlüğü ile koordineli düzenlenen, öğrencilerin çoğunluğunun katıldığı bir etkinlikti, ‘Hedefim Tam 12.’ Elle-rinde yay ve oklar, karşılarında hedef tahtaları, her okla he-defte vurdukları yere göre puan alan öğrencilerin amacı, he-defi tam 12’den vurmaktı. Onlar için özel olarak hazırlanan aparatlar ve kabartmalı hede� er sayesinde öğrenciler oku, hangi numaradan vurduklarını da öğrendiler. Görme Engel-liler İlköğretim Okulu müdür yardımcısı Tekin Başol; “Yadır-gayacağınız bir şey bu, görme engelli biri nasıl ok atabilir, hedefi nasıl tutturabilir diye düşünürsünüz haklı olarak, alışkın olmadığımız hatta hiç aklımıza gelmeyen bir durum. Onlar için de farklı ve oldukça heyecanlı bir deneyimdi. Belli mesafelerden, talimatlarla yönlendirdiğimiz öğrencilerimiz, ellerinde oklarla tam olarak göremedikleri yerleri hedef al-

dılar, nitekim başarılı da oldular.” Bu tarz etkinlik-lerde amaç, öğrencilerin biraz daha sosyalleşmesini sağlamak, kapalı bir mekânda zaman onlar için daha da zor geçer, görememek hapsolmak, diğer insanlardan ayrılmak değil elbette, bunun farkında olan idareciler de ellerinden geldiğince düzenlenen faaliyetlere katılmakta. Goalball ve futsal da yapılan diğer aktivitelerden. Futbol, onlar için Futsal

Görme engelliler için futsal, 25m-15m ölçü-lerinde dikdörtgen şeklinde bir sahada, 400 gram ağırlığında içinde zil bulunan bir topla, biri kaleci beş as ve yedi yedek oyuncu ile oynanan bir oyun. Oyuncuların hepsi görme keskinliği, ışık algısı ol-mayan B1 düzeyinde olmalı. Sporcuları yönlendiren zilli topla oynanan oyun aslında, bildiğimiz futbol gibi bir nevi, serbest vuruşlar, taç atışları, penaltı, sarı ya da kırmızı ceza kartı gerektiren hareketlerden oluşuyor. Farklı olan kurallardan birkaçına baktığı-mızda, başlama vuruşunu yapan oyuncu, top başka bir oyuncuya değmeden ikinci kez topa dokunamı-yor; oyuncu topu eliyle kontrol ettikten sonra dört saniye içinde topu oyuna bırakmalı ya da kendi ala-nında topu kontrolünde dört saniyeden fazla bulun-durmamalı olarak sıralayabiliriz. Antrenör Ahmet Pakırcı da sabırla öğrencilere oyunu ve kurallarını

öğrettiğini, fakat işinin zor olmadığını söyleyerek sözlerine şöyle devam ediyor: “Öğrenciler alanında uzman öğretmenler tarafından zaten eğitiliyor, biz sadece oyunu ve kuralları anlatıyoruz, onlar da is-tekle çalışıyorlar. Tüm etkinliklerimizde olduğu gibi bunda da amaç öğrencilerimizin sosyalleşmesine yardımcı olmak. Futsal sayesinde gelişme gösteren yetenekleri, Brezilya Futbolu'ndan çıkan Pele, Zico, Bebeto gibi yıldızları şimdilerde açıkça görebiliyo-ruz, bizimde yetiştirdiğimiz, milli takıma gönderdi-ğimiz öğrencilerimiz var, hal böyleyken onlar için bir şeyler yapmak, ancak keyif verir bizlere.” Goalball ile duyarak atılan goller

Goalball ise 1946’da Avusturyalı Hanz Lorenzen ve Alman Sett Renidle tarafından, savaşta görme yetilerini kaybeden gazilerin rehabilitasyonuna yar-dımcı olmak amacıyla geliştirilmiş bir oyun. Goal-ball, bugün tüm IBSA (Uluslararası Görme Engelliler Spor Federasyonu) üye ülkelerinde oynanmaktadır. Oyunu bize Görme Engelliler İlköğretim Okulu goal-ball takımından Ümit Selçuk şöyle anlatıyor; “Goal-ball, üç as üç yedek toplam altı görme engelli bayan ve erkek oyuncu tarafından oynanan bir oyundur. Oyuncuların görememe dereceleri farklı olduğu için eşitlik sağlamak amacıyla siyah kar gözlükleri veya göz bandı kullanılır. Böylece oyuncular oyunu eşit

koşullarda, sadece işitme ve dokunma duyularını kullana-rak oynarlar. Oyun 9m-18m ölçülerinde, karşılıklı iki kalenin bulunduğu, savunma, oyun ve tarafsız olmak üzere üç ayrı bölgeden oluşan kabartma işaretleri olan sahada oynanır. Böylelikle oyuncu dokunarak yerini ve yüzünü döndüğü yeri belirler. Goalball, 1.250 gram ağırlığındaki zilli bir topla oy-nanır. Topun yüzeyinde zil sesinin dışa yayılmasını sağlayan sekiz delik bulunur. Topun içindeki ziller, oyuncuların yön-lendirilmesini ve verilen paslara anında tepki verebilmele-rini sağlamak içindir.” “Sizlerden daha çok duyuyor değiliz”

Görme Engelliler İlköğretim Okulu Goalball takımı; Ahmet Pakırcı antrenörlüğünde, kaptan Oğuz Koyuncu ve Emre Selçuk, Ümit Selçuk, Görkem Yarıçam, Mertcan Kara-can, Enes Korkmaz’dan oluşuyor. Goalball’ün görme engelli öğrencilere sağladığı birçok yarar var. Ümit Selçuk; “Oyunda sesleri takip ederek gol atmaya çalışıyoruz. Sizlerden ya da diğerlerinden daha fazla duyuyor değiliz, ancak göreme-mek diğer duyularımızı biraz daha fazla kullanmamızı ve onların daha hassas olmasını sağladı. Görme eksikliğimizi diğer duyularımızla tamamladık yani. Bu oyun, seslere olan duyarlılığımızı artırdı. Günlük hayatımızı kolaylaştırdı. Uzaktan gelen sesleri ayırt etmemizi ve ona göre davranma-mızı sağladı.” diyor. Görmeden aslında ne kadar büyük bir şey başardıklarının ve bu oyunla neler kazandıklarının far-kındalar. Enes Korkmaz da aynı düşüncede; “Ben oyunda ve takımda yeniyim, ama çok çalışıyoruz. Görme eksikliğimizi, oyunun bize sağladığı sesleri duymadaki hassasiyetimizle gideriyoruz. Görmeden sesleri ayırt edebiliyorum ve ona göre hareket ediyorum.” Düzenlenen müsabakaların ve oy-nanan oyunların öğrencilere bir kazanım olarak döndüğünü ifade eden müdür yardımcısı Başol; “Başlangıçta alt tarafı bir oyun diye düşündük, ancak bunun onlar için ne kadar önemli olduğunu, kazanmak, bir oyunla var olmak için ne kadar çok çalıştıkların gördük. Heyecanla ve zevkle izledik onları, gol anındaki sessizliğimizi maç sonunda bozduk, beraberce sevindik. Devam eden süreçte oyunun onların gelişimindeki etkilerini gözlemledik ve elimizden geldiğin-ce de destek olduk” şeklinde konuşmasını noktalıyor. On-lar görmeden, duyarak var olmaya çalışıyor. Bu bağlamda, çok azımızın bildiği yeni gelişmeler bunlar. Belki de yakın gelecekte daha iyi tesislerde oynanabilecek bu oyunlar, oyunların eğitici yönlerinin yanında kamuoyuna anlatılması ve toplumun bilinçlendirilmesi anlamında da önemli geliş-melere vesile olabilir.

“Oyunda sesleri takip ederek gol atmaya çalışıyoruz. Sizlerden ya da diğerlerinden daha fazla duyuyor değiliz, ancak görememek diğer duyularımızı daha fazla kullanmamızı dolayısıyla o duyularımızın güçlenmesini, daha hassas olmasını sağladı. Görme eksikliğimizi diğer duyularımızla tamamladık yani. Bu oyun, seslere olan duyarlılığımızı artırdı. Günlük hayatımızı kolaylaştırdı. Uzaktan gelen sesleri ayırt etmemizi ve ona göre davranmamızı sağladı.”

H A B E R : Ö ZG E Y I L D I ZF OTO Ğ R A F : S E L A M İ Ö K S Ü Z

T E K İ N B A Ş O L

Engelleri kargözlükleriyle esitlendi.

Page 12: Gazete Kampus 47

KAMPUS 12 MART 2011YAŞAM

SAYFA TASARIM: BURAK SOMUNCU

yaşlı bedenlerlekaybolan bir gelenek

Geçmişte güzelliğin, soyluluğun ve gücün sembolü olan Dak, yeni nesil tarafından cehaletin ve gericiliğin bir göstergesi olarak kabul ediliyor. Bunun neticesi olarak Dak yaptıranlar ve yapanlar, bir kültürün yok oluşunu izliyorlar. Vücudun çeşitli yerlerine işlenen Dak’ın taşıdığı çeşitli anlamlarla beraber bir iletişim dili de yok oluyor.

Farklı karışımlardan oluşan boya maddesinin alt deri yüzeyine kadar kalıcı şekilde işlenmesi tekniğiyle oluşan dövme, bedenin çeşitli yerlerinde vuku bulan desen ve imgelerle kendisini ölümsüzleştiriyor.Ancak uygulandığı alana verdiği acı hissiyatı ile beraber kan kaybına bağlı bazı rahatsızlıklara ve enfeksiyon sonucu zehirlenmelere yol açabiliyor. Güneydoğu Anadolu’da yaygın olarak uygulanan Dak’ı, Müslüman Araplar, Kürtler ve Türklerin yanı sıra Yezidiler, Ermeniler ve Süryanilerde de görmek mümkün.

Doğu ve Güneydoğu Anadolu insanının bedenini süsleyen Dak, bazı dini ve batıl inanışlar neticesinde vücudun çeşitli yer-lerine işlenen dövmelere yörede verilen isim. Dak, yüzyıllardır bölgede varlığı görülen, kendi kültürünü ve alt yapısını oluştu-ran yöresel değerlerden biri. Dak, bedene uyumlu bir karışım maddesinin ömür boyu çıkmayacak biçimde derinin alt yüzeyi-ne desenler halinde nakşedilmesi ile belli anlamlar kazanarak sözsüz bir iletişim dili de oluşturmuştur. Değişen koşullar ve anlayış biçimi zamanla Dak üzerinde de etkili olmaktan geri kalmamış. Günümüzde daha çok Arap, Kürt, Yezidi ve Süryani ailelerinin 60 yaş ve üzerindeki üyelerinde sıkça görülen bu gelenek, şimdilerde yok olmayla karşı karşıya. Bir zamanların güzellik, soyluluk ve güç sembolü olan Dak, değişen koşullar sonucu yeni nesil tarafından geriliğin ve cehaletin göstergesi olarak kabul görüyor. Yok olmaya yüz tutmuş Dak kültünün iz-lerini Şanlıurfa’da sürdük.

“Güzelliğin ve soyluluğun simgesi”Tarihi serüveni çok eskilere dayanan bu geleneğin

yok oluşunu, Şanlıurfa’da hala bedenlerinde bu kül-türün izlerini taşıyan insanlar üzerinde gözlemleme

şansını elde ettik. Kimisi bizi yakın bir ilgi ile karşılar-ken kimisi de objektifimize poz, sorularımıza cevap

vermekten kaçındı. Zeliha Gülek (65), bedenine nakşedilen ve Dak olarak adlandırılan dövme zanaatının izlerini taşıyan son nesillerden. Dak yaptırmalarının nedenini şöyle açıklıyor Zeliha Gülek; “Biz bu geleneği atalarımızdan öğrendik, büyüklerimiz bizleri kötülükten, nazardan, has-talıktan korusun diye bu dövmeyi bedenlerimize işlediler. Dövme, kadınlarımız için güzelliğin, za-ri� iğin ve soyluluğun, erkeklerimiz içinse gücün

sembolüdür. Bizim zamanımızda bu gelenek çok yaygındı. Gençlerimiz artık Dak yaptırmıyorlar.

Gün geçtikçe artık taze dövmeli kızları ve erkekleri göremez olduk.” Yok olma yolunda hızlıca yol kat et-meye başlayan bu kültürün bir başka elçisi ise Fatma

Şıldır (90), gençliğinde vücudunun çeşitli yerlerine yaptırmış olduğu dövmenin izleri belirginliğini

biraz yitirmiş olsa da dile kolay, 70 yıldır gururla taşıyor vücudunun çeşitli yerlerine yaptırdığı Dakları.

Dekkah ve Dekkaklar artık yokFatma Şıldır da Dak’ın kendi gençliklerinde

olduğu gibi bugün gençlerin rüyalarını süslemediğini belir-tiyor. Dak yaptıran olmayınca elbette bu zanaatın emekçileri de yok oluyor yavaş yavaş. Erkek Dak işleyicilerine Dekkah, kadın işleyicilereyse Dekkak adı veriliyor. Şıldır; “Gençliğim-de Dekkahlara yumurta, arpa, buğday karşılığında dövme yaptırılırdı. Şimdilerde ne Dekkah var ne de dövme yaptıran. Kadınlarımız önceleri göbeklerine dövme yaptırırlardı. Böylece doğurganlıklarının artığına inanırlardı. Artık o inanışta bitti.” diyor.Bölgede karşılaştığımız genç kızların hiçbirinde Dak gö-remiyoruz. Görüştüğümüz genç kızların ortak cevabı Dak ta-şımaktan hoşlanmıyor olmaları. Yöre gençliğinde Dak ile ilgili genel kanı, cehaletin, gericiliğin bir simgesi olduğu yönünde. Bu inanış Dak yaptırmama sebeplerini de fazlasıyla ortaya koyuyor. Dak üzerine çalışmaları olan Mehmet Sait Tunç ile de görüşme fırsatımız oluyor. Tunç, özellikle Suriye sınırına yakın yerleşim yerlerinde Arap, Kürt, Yezidi ve Süryani ailelerinin 60 yaş üzerindeki kadın ve erkeklerde sıkça görülen Dak’ın, kişinin toplumdaki yerini belirlediğini ve dövmenin, insanları kötülük, hastalık ve nazardan koruduğuna inandıklarına dikkat çekiyor.

Dak ile bir iletişim dili de yok oluyor500 yıllık dövme geleneğinin, Suriye sınırındaki yerleşim

birimlerinin dışında, etkisini son yıllarda kaybetmeye başla-dığını anlatan Tunç; “Bu geleneğin yerine özellikle genç kızlar, kozmetik ürünlerden yararlanarak özel günlerde ellerine, çe-nelerine, dudaklarına ve yanaklarına geçici dövmeler yaptırı-yor. Bekâr erkeklerse burun, çene ve elmacık kemikleri üzerine birer nokta şeklinde dövme yaparak çevresindekilere evlenme çağında olduğunu gösteriyor. Yapımı çok zor olan dövme, deri tarafından tümüyle yok edilemeyen bir boya maddesinin belir-li bir teknikle sac islerinden ve anne sütüyle karıştırılması sure-tiyle altderi yüzeyine kadar işlenmesiyle yapılıyor. Sivri uçlu bir araçla yarıklar veya delikler açılıyor. Açılan bu yarıklara kibrit, iğne veya diken gibi bir araç yardımıyla gerekli boya maddesi konuluyor. Böylece Dak dediğimiz şekiller, moti� er vücutta kendine yer buluyor.” diyor.

Bedenlere işlenen Daklar ile kimileri bereket ve bolluğa kavuşacağına, kimileri de hastalıklara ve nazara karşı koruna-cağına inanıyor. Onun için Dak yaptırmanın tehlikeli ve acılarla dolu yapım aşaması, inançların gölgesinde silikleşip gidiyor. Dak belli anlamlarla yüklü olduğu için, vücudunda Dak taşı-yanlar arasında da bir iletişim dili oluşturmuş. Dak yaptıranlar azaldığı için bu iletişim dili de yavaş yavaş yok oluyor. Şimdiler-de 60 yaş ve üzerindeki bedenlerle ölümsüzleşen Dak kültürü, onlardan sonra yok olacağa benziyor.

“ “

H A B E R : B U R A K S O M U N C U & K E N A N Ş İ L E N

F OTO Ğ R A F L A R : i B R A H İ M Ş İ M Ş E K

Zeliha Gülek Fatma Şıldır