16

GEBZE ÖZELİNDE TÜRKLERDE - kocaelitarihisempozyumu.com · Şamanizm tezine karşı çıkan araştırmacıların başında ise İbrahim Kafesoğlu gelir. Onun Onun düşüncesine

  • Upload
    others

  • View
    23

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

2158

GEBZE ÖZELİNDE TÜRKLERDE TÜRBE GELENEĞİ ve BU GELENEĞİN

HALK İNANIŞINA ETKİLERİ

Veli GÜVEN*

Eski Türk Dini Üzerine Tartışmalar ve Görüşler

Eski Türk Dini üzerine çalışmalar ilk olarak W. Radloff ile başlamıştır. Türklerin dininin Şamanizm olduğunu söyleyen Radloff yerli araştırmacıların da birçoğunu etkilemiş ve bu

fikri benimsemelerinde önemli pay sahibi olmuştur.

Türkiye’de konudan bahseden ilk isimlerden bir tanesi Ziya Gökalp’tir. Ancak o Türk Şa-manlığını diğer Asya kavimlerinin şaman inancından ayırmış ve özel olarak Türk şamalığına toyonizm denmesi gerektiğini vurgulamıştır. Bu gün ise Abdülkadir İnan’ın araştırmaları bize gösteriyor ki Toyonizm’in diğer Asya kavimlerindeki inançlardan bir farkı yoktur.

Şamanizm’in eski Türk inancı olduğuna dair fikirlerini dile getirenlerin başında ise Mehmed Fuat Köprülü ve Abdülkadir İnan isimlerini dile getirebiliriz. Abdülkadir İnan’ın düşüncesine göre Şamanizm Eski Türk dinidir ve Gök Tanrı, güneş, ay, yer, su, ata (cedd-i ala) ateş (ocak) kültleri ile birlikte görülür.1

Şamanizm tezine karşı çıkan araştırmacıların başında ise İbrahim Kafesoğlu gelir. Onun düşüncesine göre Eski Türk Dini hayatı tabiat kuvvetlerine inanma, atalar kültü ve Gök Tanrı inancından oluşmaktadır. Ve Şamanizm birçok millette olduğu gibi Türkleri de son-radan etkilemiştir.2 Dinler tarihi açısından çok önemli bir isim olan Mircea Eliade de eserin-de Türklerin girdiği pek çok dinin yanında Türklere ait bir din olarak Gök Tanrı dininden bahseder.3

Biz bu makale sınırları içerisinde zaman zaman fikir ayrılıklarının nedenlerine değinmekle birlikte bu tartışmalar içerisine çok fazla girmeyeceğiz. Çünkü ister Şamanizm olarak ad-landırılsın isterse Gök Tanrı Dini olarak zaten her ikisinde de sosyal hayatta (özellikle bizim bu makalede ön plana çıkaracağımız inanç motiflerinde) dini algının uygulamaları birbirine benzer örneklerle anlatılmaktadır.

* Tarihçi, [email protected] Abdülkadir İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm Materyaller ve Araştırmalar, TTK., Ankara 2013, s. 2.2 İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, Ötüken Yay., İstanbul 1998, s.302.3 Mircea Eliade, Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi, (trc. Ergun Kocabıyık), Kabalcı Yay., İstanbul 2003, III, 12-13.

Veli GÜVEN

2159

Eski Türk Dini

Şamanizm, insanların doğada gördükleri her şeyi canlı olarak kabul ettikleri bir inanç biçi-midir. Bu algının doğadaki hiçbir nesnenin incitilmemesi gerektiğini düşünmelerini sağlamış olmasından dolayı bir doğa dinidir diyebiliriz.

İlkel komünal dönemde doğayı bilim ile açıklayamayan insanın kendisini rahatlama yöntemi olarak inancı ortaya çıkarmış olması mümkündür. Şamanist topluluklarda doğadaki bu nes-nelerin ilahi güçlere sahip olduğu düşüncesi de kanaatimize göre bu şekilde ortaya çıkmış olmalıdır.4 Türklerde bu bağlamda yer-su kültleri ve bununla bağlantılı olarak semavi menşeli inançlar ve başka örnekler verebileceğimiz pek çok nesneden bahsedebiliriz. Ancak biz bu-rada konumuz dâhilinde atalar kültü ve tabiat kültünden (özellikle dağ mefhumu) bahsede-ceğiz.

Atalar Kültü

Toplumların inanç yapılarının oluşmasında yaşadıkları coğrafya, yaşam biçimleri, uğraştıkları ticari faaliyetler, iletişim halinde oldukları topluluklar vb... pek çok etken şüphesiz ki etkilidir. Asya Türk toplum yaşantısı ise düşüncemize göre inanç sahasında Türk atalarının ön plana çıkmasını sağlamıştır. Üzerlerinde göz alabildiğince uzanan gök, ayakları altında uçsuz bucak-sız bozkır üzerinde en üstte devlet, onun altında bodun (boylar birliği), urug (aileler birliği) ve oguş (aile) yapılanması ile yaşamıştır Türk toplulukları. Yaşadıkları coğrafya ne kadar geniş olsa da bu geniş sahada çadırlarını bir araya getirerek bir o kadar da iç içe yaşamışlarıdır. Bu durum, Türk ailesinde (oguş) baba’nın baskıcı olmaktan ziyade yol gösterici bir rol üstlenme-sini sağlamış ve daha onlar ölmeden toplum ve aile tarafından saygı duyulmalarını sağlamıştır. Bu sayede baba ocağı kutsal atfedilmiş öldükten sonra dahi onlara büyük bir saygı duyulmaya devam edilmiştir.

Bizim kanaatimize göre, bu saygı Türk çadırlarında ölen ataların birer suretini yaparak nesiller boyu onlara duyulan saygının devam edilmesi şeklinde görülse de inanç sahasına yansımasının farklı sebepleri vardır.

Tabiat Kültü

Genelde Orta Asya toplumlarının önemli bir kısmı, özelde ise özgün algılarıyla birlikte Türk-ler, dünyayı yer ve gök olarak iki farklı biçimde algılamışlardır. Bu durum Orhun Abideleri’nde, “Üstte mavi gök, altta yağız yer kılındıkta, ikisi arasında insanoğlu kılınmış” ifadeleriyle anlatı-lır.5 Mircea Eliade’ye göre bu gök ve yer’in ayrılması biçiminde- kozmogonik bir sonuç olarak algılanabilir.6

4 Oğuz’un semavi menşe’li iki karısından olma çocuklarının isimleri Gün-Han, Ay-Han, Yıldız-Han, Gök-Han, Dağ-Han, Deniz-Han gök ve yer mefhumuyla ilgili isimlerdir. Bunun yanında şuna da dikkat etmek gerekir ki gök’ün bizzat kendisi de Gök Tanrı mefhumundan tamamen ayrı düşünülmektedir. Bu itibarla, güneş, ay vs. de tabiat kültünün unsurlarıdır ve çeşitli Türk boy ve devletleri bunlara büyük önem vermektedir.

5 Muharrem Ergin, Orhun Abideleri, Boğaziçi Yay., İstanbul 2011, s.96 Eliade, Dinsel İnançlar, III, 13

Gebze Özelinde Türklerde Türbe Geleneği ve Bu Geleneğin Halk İnanışına Etkileri

2160

Tabiat kültü yukarıda bahsettiğimiz gibi bizim düşüncemize göre, insanın doğayı algılamakta güçlük çekmesi sonucunda kendisini rahatlatmak için onlara kutsallık atfetmesi ile ortaya çıkmıştır. Bunlardan Türk yaşam biçiminde ön plana çıkan en önemli öğe ise dağ kültüdür. Tüm insan topluluklarının ilk inanç biçimlerinde olduğu gibi Türklerde buralarda en başta doğanın kendisine kutsallık atfedilmiş hatta kurbanlar sunulmuştur. 7 Örneğin; Hunlar her yıl çeşitli dağlarda ( Yeni-şi-san, Şan-diğn-şan) Gök Tanrıya kurban keserlerdi. Çin ile yaptıkları sözleşmeleri Hun Dağı’nın tepesinde kurban kestikleri bir antla teyit ederlerdi. Gök Tanrı inanışı ile dağ kültünün birbiriyle yakın ilgisi olduğu Altaylara kadar gelen şaman ayinlerinden anlaşılmaktadır. Orta Asya’nın diğer kavimlerinde de Gök Tanrıya kurbanların dağ tepelerinde sunulduğunu Çin kaynakları haber vermektedir.8

Atalar Kültünden Doğaya, Ata Mezarları

Bizim düşüncemize göre zamanla Türk inanç yapısında, bu algı bir farklılığa uğramıştır. Başta doğanın kendisine kutsallık atfedilmekte iken daha sonraları buralarda var olduğu düşünülen ruhlara kutsallık atfedilmeye başlanmıştır.

Atalara saygı olarak başlayan manevi duygunun zamanla din adamlarında da (kam veya şaman) aynı şekilde devam ettiğini görüyoruz. Toplum yapısı içerisinde tanrı ve tanrılarla irtibat kur-masının yanısıra, sihir ve büyü yapmak, yâda taşı ile yağmur yağdırmak (ki bu da tabiat kültü ile doğrudan alakalıdır) ruh ile alakalı hastalıkları tedavi ettirmek gibi pek çok görevinin yanısıra Türk sözlü geleneğini sürdüren kamlar toplum içerisinde önemli bir yere de sahip olmuşlardır. Hatta kurultay içerisinde dahi yetkileri vardır. Bununla birlikte Cengiz Han’ın kamı Kököçü Asya’da kamların önemini vurgulaması açısından verilebilecek en önemli şahsiyettir.9

Din adamlarına duyulan saygı, öldükten sonra da onların yaşanan bölgelerden uzak yerlere gö-mülmelerine neden olmuştur. Başlarda sadece bu yeterli iken zamanla vahşi hayvanlardan, yol-lardan da uzak bölgelere gömülmek istenmeleri ile dağ başlarına gömülme geleneği başlamıştır.

Türklerde başlarda yer-su kültü olarak ortaya çıkmış olan doğaya saygı duymak zamanla din adamlarının dağ başlarına, akarsu kenarlarına vs... gömülmeleri ile buralarda farklı bir kutsallığa neden olmuştur. Artık Türkler sadece buradaki doğaya kutsallık atfetmemeye başlamışlar onda var olduğuna inandıkları iye’ye (ruh, tin) kutsallık atfetmeye başlamışlardır. Örneğin Or-hun kitabelerinde Göktürklerin “ıduk yer-sub”(mukaddes yer-su )10 ile ifade ettikleri mefhum hem koruyucu ruhlar hem de vatandır.11

Kısaca anlatmak istediğimiz şey şudur ki Şamanizm’in oluşturduğu algı doğa ile zaten inanç sahasında önemli bir yere sahip olmuştur. Atalar kültünün toplum içerisinde yarattığı manevi algı ise zamanla din adamlarına da saygıya dönüşmüştür. Onların doğaya ve özellikle de dağ başlarına gömülmeleri ise daha önce doğrudan doğanın kendisini kutsal olarak gören Türk topluluklarının burada bulunduğuna inandıkları iye’leri ön plana çıkarmalarına sebep olmuştur.

7 İnan, a.g.e., s.5 8 İnan, a.g.e., s.49.9 Jean-PaulRoux, Türklerin ve Moğolların Eski Dini, (trc.Aykut Kazancıgil), Kabalcı Yay., İstanbul 2002, s.76.10 Muharrem Ergin, Abideler., Kül Tigin Abidesi, Doğu yüzü, satır XI. : “Yukarıda Türk Tanrısı mukaddes yeri öyle

tanzim etmiş. ; Bilge Kagan Abidesi, Doğu yüzü, satır X : “Türk Tanrısı, mukaddes yeri, suyu öyle tanzim etmiştir.”11 İnan, a.g.e.., s.48.

Veli GÜVEN

2161

Türklerde Ölü Gömme Âdetleri

Asya kökenli inançlarda zaman algısı, orta doğu dinlerinden farklıdır. Orta Doğuda şekillen-miş olan inanç sistemlerinde zaman başlar devam eder ve sonlanırken Asya kökenli dinlerde dönen bir zaman algısı mevcuttur.12 Mesela Orhun abidelerinde pek çok yerde ölmek keli-mesinin yerinde “uçtu” denmektedir.13 Bu, Asya kökenli inançlarda ölüm algısının orta doğu merkezli dinlerden farklı olarak nihai bir son olarak görülmediğini bize gösterir.

Bu zaman algısı dâhilinde Türk inanç biçiminin ilk dönemlerinde tenâsüh’ün (reenkarnasyon, metampsikoz) henüz sistematik hale gelmemiş basit bir halinin var olduğunu görüyoruz.14 Ki bu zaman algısının bir sonucu olarak Batı Türklerinde öldükten sonra “şunkar oldu”, “şahin oldu” deyimi kullanılmaktadır.15 Bu zaman algısının bir sonucu da şudur ki, defin merasimleri yılın belirli zamanlarında yapılır. İlkbaharda ölenler sonbaharda, kışın veya güzün ölenler ise ilkbaharda gömülür.

Eski Türk dini ile ilgili bilgi veren kaynakları iki başlık altında toplamak mümkün görünmek-tedir. Bunlardan birisi, yazılı kaynaklardır ki bu konuda bize Çin yıllıkları, Farsça, Yunanca metinler, Bizans kaynakları ile birlikte az sayıdaki Türkçe eserler bilgi vermektedir. Diğeri ise Türk dini inancının çok önemli bir kısmını oluşturan mezar kalıntılarıdır.

Eski Türk göçerlerin türbeleri göçer yaşamdan dolayı, Çin sınırından Tuna havzasına kadar olan sahayı süsleyen ana unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Yazılı kaynaklar ve bu mezar kalıntılarından elde edilen bilgilere göre Türklerde, yoğ (ölü için yapılan yas merasimi), ölüyü gömmek (ilk örneklerde bir tabut ile ağaca asma geleneğinin mevcut olduğu da bilinmekte-dir), yakmak,16 birden fazla ölü gömmek, cesetleri mumyalamak, eşya ve yiyecekleri ile birlikte gömmek, at gömmek ve alp’in mezarı yanına kendi heykelini, (sin) ve öldürdüğü kişilerin sim-gesini dikmek (balbal) geleneklerinin olduğunu görüyoruz.

Mezar kalıntılarının önemli araştırma sahaları arasında Tuva ve Altay’daki Kudirge Mezarlığı ön plana çıkmaktadır.17 Özellikle Kudirge mezarlığında otuz kadar dikdörtgen veya oval me-zarlık ortaya çıkartılmış ve bunların her birisinde sırt üstü yatırılmış bir kişi defnedilmiştir. Bu mezarların her birisinde yüzleri sahiplerine dönük şekilde birer at eşlik etmiştir. Bu atla birlik-te defin geleneğine özellikle Karlukların sık sık ziyaret ettiği (ki onlar Yedisu ve Tiyanşan’ın kuzey yarısına hâkimdir) yüksek otlaklarda rastlanmaktadır. Bunun yanında Karadeniz’in ku-zeyine göç eden Türk kabileleri, Dinyeper steplerindeki Peçenekler (X. ve XI. yüzyılın ilk yarısında) XI. yüzyıl başlarında Don ve Azak steplerinde Kumanlarda da rastlanır.

Bu mezar kalıntılarının ilk örnekleri, çok uzun bir zaman dönemi içerisinde Eski Türk yaşamın-da kullanılmış olan taşlevha türbeleridir (geyik taşları)18 diyebiliriz. Ancak daha sonraki örnek-lere bakarak atalara adandığı konusunda kolaylıkla çıkarım yapabileceğimiz bu yapılar sadece

12 İrene Melikoff, Uyur İdik Uyardılar, (trc. Turan Alptekin), demos yay., İstanbul, 2011, s. 32. 13 Muharrem Ergin, Abideler., ss. 13,17,19,29,31,39...14 Alım Mürsel, “Türklerde Mezar Geleneği” s. 1115 Alım Mürsel, “a.g.m.”, s. 1 ; Yıldız Kocasavaş, “Eski Türklerde Yas ve Ölü Gömme Âdetleri”, s.1. 16 Yıldız Kocasavaş, “Eski Türklerde Yas ve Ölü Gömme Âdetleri”, s.2 ; Bu ateşin en temiz şey olmasından dolayı

tüm kötülükleri temizleyeceği inancından kaynaklanmaktadır.17 Ciro Lo Muzio, “ Erken Dönem Türklerinde Defin İşlemleri”, s.3.18 Genellikle mezar taşları üzerinde erkek geyik resmi çizilmiş olduğundan dolayı bu ismi almışlardır. Kş bu mezar

taşları insan şeklinde muhteşem dekorasyonlara sahiptir.

Gebze Özelinde Türklerde Türbe Geleneği ve Bu Geleneğin Halk İnanışına Etkileri

2162

birer mezardan ibarettir. Göktürklerin bu kutsal mezarları ne defin ne de ölü yakma vb... izleri taşımaktadır. Muhtemelen şimdi bahsedeceğimiz ve daha sonraki dönemleri kapsayan abide kompleksleri bu yapıların zamanla önem kazanması ve Türk büyüklerine atfedilmiş halleridir.

“Abide kompleksi yapılarına” Moğolistan, Tuva ve Altay’da olduğu kadar Kırgızistan ve Kaza-kistan’da da (çok sayıda oldukları belirtilse de çok nadir örnekleri bulunabilmiş) örneklerine,19 sıklıkla mezarlar içinde olmakla birlikte rastlanmaktadır.20 Genellikle kare ve dikdörtgen olan bu yapılar, 15, 20 metrekarelik taş levhalardan yapılmış bir duvar görünümündedir. Ortasında küçük taşlardan bir tümsek bulunur. Girişleri daima doğuya bakar ve dışarda balballar (ölen kişinin savaşta öldürdüğü kişileri temsil eden semboller) ve insan biçimli bir kitabe (ölen kişiyi temsil eder) bulunur.21

Gördüğümüz gibi Türklerde dönen zaman algısı sonucu, mezarlarda kişiye eşlik etmek üze-re atlarının gömülmesi yanında daha ilk zamanlardan itibaren mezar taşlarının kullanıldığını görüyoruz. Bu çok daha uzun bir zaman diliminde kullanılmaya devam etmiş ve günümüzde Anadolu’da neredeyse her köy ve kasabada bulunan Türk Türbelerinde de kullanılmaya de-vam edilecektir.

Bu mezar kalıntılarının bize sağladığı bilgilerin yanında yazılı kaynaklarda da pek çok bilgiye sahip olabiliyoruz. Defin merasimlerine dair ilk bilgileri ise M.Ö. III. Yüzyıla ait Çin kaynakları bize haber vermektedir. Verilen bilgiye göre Hunlar ölülerini bir tabut içerisine koymaktadır-lar ve bu tabut iç ve dış tabut olmak üzere iki bölümden oluşmaktadır. Tabutların dışı ise altın ve gümüş işlemeli kumaş ve kürklerle örtülmüştür.22

Yine Çin kaynaklarında Göktürklere dair de bilgilere ulaşabiliyoruz. Onları verdiği bilgiye göre Göktürkler ölülerini çadıra koyarlar, akrabaları onun için kurbanlar keserler. Arkasından ka-pının önünde bıçakla yüzlerini kesip ağlarlar. Bu tören yedi defa tekrar edilir. Daha sonra bir gün ölenin atı, kullandığı bütün eşya ile birlikte yakılır ve külleri toprağa verilirdi. İlkbaharda ölenler sonbaharda, kışın veya güzün ölenler ise ilkbaharda gömülürdü. Defin töreninde de ölünün akrabaları tıpkı öldüğü gün yaptıkları gibi at üzerinde gezer ve yüzlerini kesip ağlarlar. Son olarak mezar üzerinde bir yapı kurulur. Bu yapının üzerine, ölünün resmi çizilir. Hayatında yaptığı savaşla r resmedilir ve bir adam öldürmüş ise onu sembolize etmek için mezar üzerine bir taş konulur.23

IX. yüzyılda Türklerde bu geleneklerin durumunu ise İbn Fadlan Seyahatnamesinden öğre-nebiliyoruz. Fadlan Oğuzlara dair verdiği bilgide, “ İçlerinden önemli bir adam ölürse ev gibi onun için bir çukur kazarlar, ölüye gömleğini giydirirler, kemerini takarlar, yayını kuşandırırlar, eline içinde şarağ (nebiz) olan ağaçtan bir kadeh verirler. Her şeyini getirip bu oda gibi mezara koyarlar. Sonra onu oturtup odanın üzerine çamurdan kubbe gibi bir tümsek yaparlar. Sonra

19 Yıldız Kocasavaş, “a.g.m.”, s.2; Bunun sebebi her ne kadar az sonra örneklerini de vereceğimiz gibi, mezarı yapanların dahi öldürülmesi, nehir yataklarına dağ başlarında (yani yaşanan yerlerden uzak ve bulunması zor yerlere bu mezarlar yapılsa da içlerine değerli eşyalarda konulan bu mezarların yağmalanması, pekçok saldırıya maruz kalmalarıdır.

20 Ciro Lo Muzio, “a.g.m.”, s.5. 21 Tuva mezar komplekslerinde 3’ten 57’ye kadar balballar sayılabilmektedir. Bumin Kagan’ın (581) Selenga

Havzasındaki Türbesi, 270 taş ile çevrilidir. Bilge Kagan’ın kardeşi Kül Tegin’in mezrında ise 900 balbal bulunmaktadır.

22 İnan, a.g.e., s.177.23 İnan, a.g.e., ss. 177-178.

Veli GÜVEN

2163

hayvanlarının yanına varırlar. Miktarına göre 100 veya 200, bazen bir hayvanı öldürürler. Baş-ları, ayakları, derisi, kuyruğu dışındaki etlerini yerler, Kalan kısımlarını sırıklar üzerine koyup mezarının etrafına asarlar. “Bunlar cennete giderken bineceği hayvanlar” derler.24 Eğer ölen kişi sağlığında insan öldürmüş, yiğit bir kişiyse öldürdüğü adam sayısı kadar ağaçtan suret yon-tup mezarının başına dikerler. “Bunlar onun hizmetçileri Cennette onlara hizmet edecekler” derler.”25

Hazarlar ise Hakan ölünce onun için 20 odalı büyük bir mezar yaparlar. Her odasına bir me-zar kazılır. Toz haline gelinceye kadar taş kırılır. Bu toz mezara döşenir. Tozun üzerine kireç dökülür. Evin üzerinden nehir geçer.26 Nehir, akan büyük bir nehirdir. Mezarı bu nehrin altına yaparlar. “ona insan, kurt, haşerat zarar vermesin” derler. Defin işlevi tamamlanınca, mezarın odalardan hangisinde olduğu bilinmesin diye, onu gömenlerin başlarını vururlar.27

Kaynaklarda, Türklerin defin işlemlerine dair pek çok malûmata ulaşmak mümkündür. Örnek olarak Yine İbn Fadlan’ın Bulgarlara ait verdiği bilgiler,28 Manas Destanı,29 XIII. yüzyıl Kıp-çak-Kuman boyları,30 Dede Korkut Hikâyelerinden31 bahsederek konuyu daha fazla uzatma-dan sonlandıralım.

İlk mezar geleneklerinden sonraki yazılı kaynaklarda da örneklerle anlatmaya çalıştığımız üze-re, Türklerde devam eden yıllarda atın kişiyle birlikte gömülmesi devam ettirilmiştir. Bunun yanında ölen kişinin yakınları onun için kurbanlar keser. Ki bu gün Anadolu’da da türbeler için belirli zamanlarda kurban kesme âdeti hala devam ettirilmektedir. Zaman algısı da değişme-den dönen bir zaman algısı olarak uzun süre devam edip özellikle Alevi-Bektaşi geleneğini etkilemiştir. Biz burada sadece Dede Korkut Hikâyeleri ile örneklendirsek te çok daha fazla kaynakta yer alan ölü aşı geleneğinden de son olarak bahsetmek gerekir. Türkler de başlarda mezara konulan yemekler,32 sonraları “sevabını ölünün ruhuna bağışlamak üzere yoksullara yedirmek” şeklinde değişmiş ve daha sistematik bir hal almıştır. Ve hatta Tahsin Özgür yapılan kazılarda Ön Tarihte Anadolu’da da kurban merasimi ve ölü yemeği geleneğinin bulunduğunu haber verir.33

Anadolu’da Ön Plana Çıkan İsimler ve Türbe Geleneği

Hiçbir topluluk kendi kültür ve geleneklerini tamamen bir kenara bırakarak başka bir din veya geleneği kabul etmez ve edemez. Nitekim Türkler içerisinde her ne kadar İslamiyet kabul edilmiş olsa da eski inanç ve geleneklerini de tanıdıkları bu inanç içerisinde yüzyıllar boyu (günümüzde dahi) sürdüreceklerdir.

24 Buradaki “Cennet” kelimesi İbn Fadlan’ın ifadesidir. Şaman geleneğinde öldükten sonra hayal edilen dünya bu dünyadan farksızdır.

25 İbn Fadlan Seyahatnamesi, (trc. Ramazan Şeşen), Yeditepe Yayınevi, 2010, s. 15.26 Bu mezarı saklamak için (saldırı ve soygundan korumak amacıyla).27 Ramazan Şeşen, a.g.e., ss. 45-46. 28 Ramazan Şeşen, a.g.e., s., 36.29 İnan, a.g.e., 182.30 İnan, a.g.e., 179.31 Muharrem Ergin, Dede Korkut Kitabı, Boğaziçi Yayınları A.Ş., İstanbul 2012., s. 193. ; “Sakur Kazanın Evinin

Yağmalandığı” hikayesinde “ölüler için verilen yemekten” bahsediliyor.32 Bu, Türklerde öldükten sonraki hayatın yaşanılan hayattan farksız olduğu düşüncesinin sonucudur. O yine

acıkacak, gideceği yere atı ile gidecek ve hatta savaşta öldürdüğü düşmanları ona hizmet edeceklerdir.33 Yıldız Kocasavaş, “a.g.m., s.3.

Gebze Özelinde Türklerde Türbe Geleneği ve Bu Geleneğin Halk İnanışına Etkileri

2164

İslamiyet’le tanışan Türk toplulukları içerisinde din adamlarının toplum üzerindeki etkileri de artmaya başlamıştır. Özellikle Horasan da yayılan tasavvufi akımlar İslamiyet’i kabul eden Türklerin dini kendi yaşam biçimlerine uygun halde yorumlamalarına neden olmuştur. Bu dö-nemde her tarafta tekkeler yükselmeye başlamıştır.

Bize göre bu tekkeler Eski Türk İnancında kamların, başta yaşanan yerlerden uzak bölgelere daha sonra ise özellikle dağ başlarına gömülmeleri evriminin son adımı olarak karşımızda dur-maktadır. Bu eski Türk geleneğinin İslamiyet’le uyum haline getirilmesi sonraki dönemde de Türkler arasında varlığını sürdürmüştür.

Bu bölümde Anadolu da ön plana çıkan din adamlarından ve Türkler için önemli hale gelen türbelerinin nerede bulunduklarından bahsedeceğiz.

Büyük Selçuklu Devletinin kurulması ve İran etkisinin devlet yapısında değişikliklere neden olması ise olayı farklı bir boyuta taşımıştır. Özellikle Türkmenler geleneklerine bağlılıklarıyla devlete karşı durmuş, devletten dışlanmışlardır. Zaman zaman hükümdarlarla bu gurup ara-sında şiddetli çarpışmalar da meydana gelir. Örneğin Sencer 1153 Mart-Nisan aylarında büyük bir bozguna uğramış ve esir düşmüştür.

Bu dışlanma ile birlikte devlet ile meydana gelen çatışmaların Vefai, Haydari, Cavlaki ve Ka-lenderi dervişlerin faaliyetleri ile halk üzerinde nüfuzlarının artması Türkmenleri devletten uzaklaştırmakla birlikte öyle görülüyor ki din adamlarına olan bağlılığı da arttırmıştır.

Uzun süre devam edecek bu durum Türkiye Selçuklularında da aynı şekilde devam etmiş, hatta devlete karşı çıkan en büyük isyana zemin hazırlamıştır. Eski Türk geleneklerinde etkili olmakla birlikte meclis içerisinde sınırlı söz sahibi olan din adamları Babai İsyanı sırasında halka önderlik ederken görülmektedir. Bu nüfuz artışı onlar öldükten sonra da onlara duyu-lan manevi duyguyu arttırmış olacak ki hepsinin mezarları ve türbeleri ayrı ayrı birer ziyaret merkezi olarak varlıklarını sürdürmektedirler.

Hacı Bektaş-ı Veli34

Hacı Bektaş-ı Veli, Babai ayaklanmasından önce bu coğrafyaya abisi Menteş ile birlikte gel-miştir. İsyandan önce abisi ile Sivas’tadırlar. Daha sonra Kırşehir ve Kayseri’ye geçerler. Bura-dan sonra yolları ayrılan iki kardeşten, Menteş öldürüldüğü yer olan Sivas’a dönerken Hacı Bektaş-ı Veli adının efsaneleşeceği Solucakaraöyük’e doğru yol alır. Ancak isyana katılmasa da o, Baba İlyas’ın halifelerindendir.35

Ününün XXI. yüzyıldaki halini alması ise aslolarak kendi yaşamına bağlı değildir. Müridi Hacım Sultan’ın yanına gelen Abdal Musa’nın adını yeniçeri tarikatına sokması ile başlayan algı de-ğişimi onu tarihsel süreçte kendi zamanında olduğundan çok daha ünlü hale getirdi. Aslında o, kendinden geçmiş bir meczup idi. Hatta Aşıkpaşazade Tarihine göre tarikat dahi kurma-mıştı.36

34 Geniş bilgi için bkz., Esat Korkmaz, Vilayetname (Menakıb-ı Hacı Bektaş Veli), Can Yay., İstanbul 2011. 35 İrene Melikoff, Hacı Bektaş Efsaneden Gerçeğe, (trc. Turan Alptekin), Cumhuriyet Kitabevi, İstanbul 1998, s. 94.36 İrene Melikoff, a.g.e., s.96.

Veli GÜVEN

2165

Hacı Bektaş-ı Veli bu gün Anadolu Alevileri tarafından adeta hac vazifesi gören bir mekân olarak dikkat çekmektedir.

Kaygusuz Abdal37

XIV. yüzyılın son yarısı ile XV. Yüzyılın başında yaşamış olan Kaygusuz Abdal, Abdurrahman Güzel’e göre Alaiye beyi Hüsamü’d- Din Mahmud’un oğludur. Kalenderi dervişlerde genellikle gördüğümüz şekli ile belden yukarısı çıplak dolaşan Kaygusuzun saçı, sakalı ve vücudundaki bütün kılları kazınmıştır. O yine neredeyse bütün kalenderi dervişlerde görüldüğü gibi uzun seyahatlerle hayatını geçirmiştir.

İlk olarak Mısır’a gitmiştir. Burada muhtemelen ilk önce Cemalü’d- Din-i Savi zaviyesine git-miş, buradan Kahire’ye geçerek Mısır sultanı ile görüşmüştür. Seyahati sırasında 1404-1405 tarihlerinde Mukattam dağın’daki Kasru’l Ayn zaviyesini inşa ettikten sonra ise Hicaz’a geç-miştir. Arkasından bu Haleb, Humus, Bağdat vs. şehirlerde birçok Kalenderi zaviyesini dolaş-tıktan sonra38 ise Mukattam dağına dönmüş ve hayatının sonuna kadar burada kalmıştır.

Kaygusuz Abdal ve Kalenderi geleneği bize gösteriyor ki bu tekke ve zaviyeler sadece Ana-dolu ile de sınırlı değildir.

Seyid Ali Sultan39

Seyyid Ali Sultan’ın neredeyse bir diğer ismi haline gelmiş olan meşhur lakabı “Kızıl Deli”dir. XIV. Yüzyılın ilk yarısı ile XV. yüzyıl içinde yaşadığı bilinmektedir.

Adına yazılmış olan Seyyid Ali Sultan menkıbesinde Seyyid Rüstem Gazi ile birlikte yaşadıkları anlatılır. Menkıbeye göre Yıldırım Bayezid zamanında (1389-1402) Rumeli’nin fetih faaliyet-lerine katılmış ve Dimetoka’nın zaptında bizzat bulunmuştur. Gösterdikleri yararlılıklar neti-cesinde ise ele geçirilen diğer bilgelerde olduğu gibi burada da bir zaviye kurulmuştur. Ancak diğerlerinin aksine, Seyyid Ali Sultan buraya yerleşir.

XIII. yüzyıldan itibaren Anadolu Kalenderiliğin merkezi olan Seyyid Gazi Zaviyesi ’ne çok yakın bir yerde zaviye açarak yerleşmiş ve burada teşekkül eden köye adını vermiştir. Bu gün köyün adı Arslanbeyli olarak değiştirilmiştir ve varlığını devam ettirmektedir.

Otman Baba40

XV. yüzyılda yaşamış olan şeyhlerden birisi de Otman babadır. Halifesi Küçük Abdal’ın kale-me aldığı eseri bize onun hakkında teferruatlı bilgi verir.

37 Geniş bilgi için bkz., Abdurrahman Güzel, Kaygusuz Abdal (Alaeddin Gaybi) Menakıbnamesi, TTK. Yay.,Ankara 1999

38 Ahmet Yaşar Ocak, Osmanlı İmparatorluğunda Marjinal Sufilik: KALENDERİLER (XIV-XVII. Yüzyıllar), s.95.39 Geniş Bilgi için bkz., Seyyid Ali Sultan (Kızıldeli) ve Velayetnamesi, TTK. Yay. Ankara 2007.40 Geniş bilgi için bkz., Haşim Şahin, “Otman Baba”, DİA, (Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi) İstanbul 1999

Gebze Özelinde Türklerde Türbe Geleneği ve Bu Geleneğin Halk İnanışına Etkileri

2166

1378-79 yıllarında doğmuştur. Fatih’in şehzadeliği sırasında Manisa’dadır. Menkıbeye göre Hacı Bektaş-ı Veli’nin halifesi Hacım Sultan’ın nefes evladıdır ve onun tarafından Germiyan iline zaviye açmakla görevlendirilir. Elbette bu durumun gerçek olma ihtimali yoktur. Daha doğru bir saptamayla onun Hacı Bektaş-ı Veli’nin takipçisi bir Kalenderi şeyhi olduğu çıkarımı yapılabilir.41

Saç, sakal, bıyık ve kaşlarını tıraş eden Otman Baba yazları balkanlarda yüz abdalı ile birlikte dolaşır. Görünüşlerinden dolayı genelde halk onları kaçgun ve deli olarak tanımlarlar. Yöne-ticilerle kavgalı olan bu gurup genellikle şehir ve kasabalara sokulmaz istenmezler. Ancak yönetimle problemlerine rağmen Fatih’e yakındırlar. Kendilerine Rum abdalları derler.

Şer’i kaidelere uymama ve tenasüh, hulül vs. inançlarından dolayı ise yargılanmışlardır. Otman Baba bilhassa balkanlarda büyük ün kazanmış öldükten sonra da Varna’da bulunan zaviyesine gömülmüştür (ö. 1478-79).

Gebze Türbeleri

Çoban Mustafa Paşa Türbesi

Çoban Mustafa Paşa Külliyesinin içerisinde bulunan Çoban Mustafa Paşa’nın Türbesi cami-nin güneyinde, diğer yapılardan bir duvar ile ayrılan hazirenin içerisinde bulunmaktadır. Türbe içerisinde yalnızca Çoban Mustafa Paşa’nın mezarı bulunmaktadır. Külliye 1523-1524 tarihle-ri arasında yapılmıştır. Çoban Mustafa Paşa 1579 tarihinde, Viyana Seferi sırasında ölmüş, Gebze’de ölümünden önce yapılan türbesine gömülmüştür.

41 Ahmet Yaşar Ocak, a.g.e., s.100. ,

Veli GÜVEN

2167

Türbe Klasik Osmanlı Türbe Mimarisinin tipik örneklerindendir. Kesme taştan sekizgen plan-lıdır. Üzeri sekizgen bir kasnağın taşıdığı bir kubbe ile örtülmüştür. Bu kubbe küçük pandan-tifli olup üç sıra halinde mukarnas dizileri de kubbe ile eteğini oluşturulmuştur. Türbenin içerisi alt sıra pencerelerin üzerine kadar çinilerle kaplanmıştır. İç mekân giriş cephesi dışında altlı üstlü her kenarda ikişer pencere ile aydınlatılmıştır. Bunlardan alt sıra pencereler mermer söveli ve dikdörtgen, üst sıra ise sivri kemerli alçı şebekelidir. Türbenin girişi zemindn0.75 m. yükseklikte bir girişi vardır. Üzeri ayaklar ve türbe duvarı arasındaki kirişlere atılmış eğimli bir çatı ile örtülmüştür. Türbe girişi kırmızı ve beyaz renkte alternatif sıralamış taş dizileri ile görkemli bir görünümü vardır. Sivri kemerli, Bursa kemerli bir kapı ve kemerlerle giriş oluştu-rulmuştur.

Malkoçoğlu Mehmet Bey Türbesi

Kocaeli, Gebze ilçesinin güneyinde, Belediyenin arkasında bulunan Malkoçoğlu Mehmet Bey’in türbesi günümüze ulaşamamıştır. Eski İstanbul yolunun Gebze’ye giriş yolu üzerindeki mezarlığın yaklaşık otuz yıl önce ortadan kaldırılmasıyla birlikte bu türbe de yıkılmıştır. Ancak mezarın yeri bilinmektedir.

Türbe açık kümbet şeklinde olup kitabesi Halil Edhem tarafından yayınlanmış, rölövesi de Y.Mimar Hasan Ergezen tarafından çizilmiştir. Kitabesi günümüze gelememiş, çalınmıştır.

Türbe 6.00x6.00 m. ölçüsünde kare planlı bir yapı olup üzeri Osmanlı Mimarisinde ender görülen sivri bir külahla üzeri örtülmüştür. Türbenin köşelerinde L şeklinde yığma ayaklar, bunların ortasında birer mermer sütun yer almıştır. Sütunlar ve ayaklar yuvarlak kemerlerle birbirlerine bağlanmış, üzeri de tuğladan düz bir kasnak ve sivri konik külahla örülmüştür.

Türbenin ortasındaki iki sandukadan biri 1385’de ölen Malkoçoğlu Mehmed Bey’in, diğerinin kim ait olduğu bilinmemektedir. Türbeyi Mehmet Bey’in babası Malkoçoğlu yaptırmıştır.

İlyas Bey Türbesi

Kocaeli, Gebze ilçesi, Menzilhane Mahallesi’nde İlyas Çelebi Camisi’nin avlusunda bulunan Türbe, XIV. Yüzyılın ilk yarısında yaptırılmıştır. Uzun süre içerisinde pek çok onarıma uğrayan

Gebze Özelinde Türklerde Türbe Geleneği ve Bu Geleneğin Halk İnanışına Etkileri

2168

türbe orijinal durumunu yitirmiştir. Türbe içerisindeki bir kitabeden İlyas Çelebi’nin torun-larından Şıkk-ı Evvel Defterdar Hasan Bey’in cami ile birlikte türbeyi de 1776’da onardığı öğrenilmektedir.

Kadı Feyzullah Bey Türbesi

ocaeli Gebze ilçesinin güneydoğusunda E-5 karayolunun kenarında bulunan türbenin yapım tarihi bilinmemektedir. Feyzullah Bey’in 1451 yılında ölümünden sonra ailesi tarafından yap-tırılmıştır. Büyük olasılıkla da büyük torunu Kudbeddin Çelebi tarafından yaptırılmıştır.

Türbe moloz taştan yapılmış olup 13.50x15.95 m. ölçüsünde dikdörtgen planlıdır. Türbenin üzeri ahşap bir çatı ile örtülüdür. Yakın tarihlerde Gebze Belediyesi tarafından onarılmıştır.

Horasanlı Şeyh Kudbettin Çelebi Türbesi

Kocaeli, Gebze ilçesinde, Çarşısı içerisinde Horasanlı Şeyh Kudbeddin’in türbesi bulunmak-tadır. Kudbeddin Bey Gebze kadısı Feyzullahzade Kemalettin Bey’in oğludur. Türbenin ne

Veli GÜVEN

2169

zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı kesinlik kazanamamıştır. Yaygın bir söylentiye göre Şeyh Kudbeddin Timur’un orduları ile birlikte Anadolu’ya gelmiş ve Gebze’de ölmüştür.

Selçuklu Türbeleri üslubundaki türbenin XIV-XV yüzyılda yapıldığı mimari üslubundan anla-şılmıştır. Moloz taştan kare planlı olarak yapılmış, üzeri de basık bir kubbe ile örtülmüştür. Türbenin altında mumyalığı vardır. Türbenin kuzey girişinde kapısı ve diğer kenarlarda da birer penceresi bulunuyordu. Türbe, İsmet Paşa Caddesinin 1970 yılında açılışı sırasında yıkı-larak ortadan kaldırılmıştır.

Akçet Dede Türbesi

Kocaeli Gebze ilçesi Denizli Köyü’ne yaklaşık 2 km. uzaklıkta Akçet Dede Türbesi bulunmak-tadır. Akçet Dede’nin kim olduğu konusunda bir bilgi bulunmamaktadır.

Türbe kare planlı olup Erken Osmanlı döneminde yapıldığı sanılmaktadır. Üzeri piramidal konik bir çatı ile örtülüdür. Çeşitli dönemlerde yapılan onarımlarla özelliğini yitirmiştir.

Sonuç

Hepimizin birer kimlik kartı var. Yaşayan her insanın kendisini tanıtan birer kimlik kartları mevcuttur. Köylerin, kentlerin ve şehirlerin kimlik kartları da geçmişten kalan anıtlarıdır. Bir şehrin geçmişini bilmek, ilk zamanları ile ilgili bilgi sahibi olmak o şehrin taşıdığı ruhu anlamak için anıtlarına bakmak gerekir. Bu anıtlar içerisinde en dramatik olanları kuşkusuz mezarlık-lardır. Bir şehrin hangi topluma ait olduğunu öğrenmek için ilk bakılması gereken yerin me-zarlıkların olması gerektiğini düşünüyorum. Her gün önünden geçip gittiğimiz mezarlıklar ve türbeler o şehrin tapu senetleridir.

Uzun yıllar boyunca sınırlı sayıda örneğini verdiğimiz bu önemli dervişler ve türbeleri dışında da Anadolu içlerine pek çok türbe var olagelmiştir. Bu gün Anadolu’da hangi Türk köyü, ka-sabası gezilse çok sayıda türbelerle karşılaşılması son derece olağan karşılanan bir durumdur.

Bu türbelere atfedilen önem ise ilginçtir. Tokat Almus ilçesi köylerine (özellikle Alevi köyleri) yaptığımız seyehatte42 gördük ki bu civarda bulunan türbeler (ki bunların en önemlileri dağ başlarında olanlardır) Alevi inancında “gayb erenler” olarak adlandırılan yüz yirmi dört bin evliya oldukları düşünülmektedir. Bölgede bulunan Mehrap, Pansat, Dünek, Peyik, İmam Gazi ve adını zikretmediğimiz pek çok tekkeyi bunlar arasında sıralayabiliriz.

Elbette biliyoruz ki bu tekkeler sadece Tokat çevresi ile sınırlanmamış, Sivas, Maraş, Çorum ve diğer iller de de aynı şekilde varlığını sürdürmüştür.

Erzincan (özellikle Kemah çevresi), Tunceli gibi daha çok Kürt ve Zazaların bulundukları böl-gelerde ise Türk köy ve kasabalarından farklı olarak, kurban kesilen, ayin yapılan bölgelerde –genel olarak- bu tür bir tekke, mezar, türbe bulunmamakla birlikte doğanın kendisinin kutsal atfedilmesi önemli bir ayrıntıdır.

42 Özcan SALMAN özel kütüphanesi; Tokat, Almus ilçeleri gezi ve röportajlar.

Gebze Özelinde Türklerde Türbe Geleneği ve Bu Geleneğin Halk İnanışına Etkileri

2170

Tarihin akışı içerisinde toplumlar farklı kültürlerle tanışmışlar, farklı dinler öğrenip kabul et-mişler ve inanç değiştirmişlerdir. Ancak tarihin derin zincirleriyle birbirine bağlı olan aşamala-rında asla eski olan inançlarını tamamen unutmamış, tanıştıkları yeni inanç ve kültür içerisinde kendi hayatlarına uyum sağlayacak biçimde devam ettirmişlerdir.

İster Şamanizm densin ister Gök Tanrı dini Türkler arasında tabiat özel bir ilgiye maruz kalmış ve ona kutsallık atfedilmiştir. Zamanla atalar kültünün inanç sahasındaki yansıması olarak din adamlarının doğanın farklı bölgelerine gömülmeleri ile (örneğin nehir yataklarının altına) onların ruhlarına duyulan saygı tabiat kültü ile birleşmiş ve yer-su kültlerinin daha da derin bir şekilde toplum tarafından benimsenmesine neden olmuştur.

Türbe geleneklerinin alt yapısını oluşturacak olan ilk mezar geleneklerinden başlayarak, kulla-nıldığını gördüğümüz, kişiyi toprağa gömme adeti ve kişi hakkında bilgi veren, aynı zamanda onun portresi niteliğini taşıyan mezar taşları, fiziksel manada uzun yıllar boyunca süregelip Anadolu’ya taşınırken, düşünce boyutu da daha sistematik hale gelecek ve Türk dini algısında doğada bulunan farklı bir ruha işaret edecektir.

Bu ruhların “sahip” ya da “iye” olarak adlandırılmaları şeklinde devam ettirilen inanç İslami-yet’le tanıştıktan sonra da sürdürülür. Tasavvufi akımlar içerisinde kendisini devam ettiren doğa tapımlarının bir parçası olarak din adamlarının genelde doğada, özelde ise dağ başlarında gömülmeye başlanmaları türbe geleneğinin başlangıcını oluşturur. Bu bağlamda Hoca Ahmed Yesevi ve bugün Türkistan’da bulunan türbesi bunun ilk örneklerindendir.

Özellikle Türkmenlerin devlet yönetiminden dışlanmaları ve vefai, haydari vb... gurupların bu guruba önderlik etmeleri din adamları ile toplum arasındaki bağı derinleştirmiş, hem yüzyıllar boyu Hacı Bektaş-ı Veli, Kaygusuz Abdal, Otman Baba gibi bahsettiğimiz şahsiyetlerin hem de konuyu daha fazla uzatmamak adına bahsetmekten kaçındığımız, Veli Baba, Sarı Saltuk vb. pek çok abdalın türbelerine yüzyıllar boyu saygı duyulmasına neden olmuştur.

Bu önemli şahsiyetler dışında Cumhuriyet devri tekke ve zaviyelerin kapatılması, kararlarına rağmen ise Anadolu’da bulunan tekkelerden vazgeçilmemiş ve hatta bu kişiler İslamiyet’in özüne bağlanarak “gayb erenler”, “yüz yirmi dört bin evliya” olarak saygı görmüşler ve görme-ye devam etmektedirler.

Veli GÜVEN

2171

KAYNAKÇA

Ciro Lo Muzio, “Erken Dönem Türklerinde Defin İşlemleri”

Develi Hayati, Ahmed Yesevi

Eliade Mircea, Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi, (trc. Ergun Kocabıyık), Kabalcı Yay., İstan-bul 2003, III.

Ergin Muharrem, Orhun Abideleri, Boğaziçi Yay. A.Ş., İstanbul 2011.

Güzel Abdurrahman, Kaygusuz Abdal (Alaeddin Gaybi) Menakıbnamesi, TTK. Yay.,Ankara 1999.

............ , Dede Korkut Kitabı, Boğaziçi Yay. A.Ş., İstanbul 2012

İbn Fadlan Seyahatnamesi, (trc. Ramazan Şeşen), Yeditepe Yay., İstanbul 2012.

İnan Abdülkadir, Tarihte ve Bugün Şamanizm Materyaller ve Araştırmalar, TTK.,Ankara 2013.

Kafesoğlu İbrahim, Türk Milli Kültürü, Ötüken Yay., İstanbul 1998.

Karamürsel Alım, “Türklerde Mezar Geleneği”

Korkmaz Esat, Vilayetname (Menakıb-ı Hacı Bektaş Veli), Can Yay., İstanbul 2011.

Kocasavaş Yıldız, “Eski Türklerde Yas ve Ölü Gömme Âdetleri”

Köprülü Mehmed Fuad, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Akçağ Yay., Ankara 2009.

Melikoff İrene, Hacı Bektaş Efsaneden Gerçeğe, (trc. Turan Alptekin), Cumhuriyet Kitabevi, İstanbul 1998.

............ , Uyur İdik Uyardılar, (trc. Turan Alptekin), demos yay., İstanbul 2011.

Salman Özcan, Tokat Almus İlçeleri Gezisi, 2016.

Şahin Haşim, “Otman Baba”, DİA, (Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi) İstanbul 1999, XXXIV.

Ocak Ahmet Yaşar, Osmanlı İmparatorluğunda Marjinal Sufilik: KALENDERİLER (XIV-XVII. Yüzyıllar), TTK Yay., Ankara 1999.

Roux Jean-Paul, Türklerin ve Moğolların Eski Dini, (trc.Aykut Kazancıgil), Kabalcı Yay., İstanbul 2002.

Yıldırım Rıza, Seyyid Ali Sultan (Kızıldeli) ve Velayetnamesi, TTK. Yay. Ankara 2007.

Gebze Özelinde Türklerde Türbe Geleneği ve Bu Geleneğin Halk İnanışına Etkileri

2172