Upload
buidiep
View
217
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
HACI BEKTÂŞ-I VELÎ’NİN DÜŞÜNCE DÜNYASI
Faik ASLAN
CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
Lisansüstü Eğitim- Öğretim ve Sınav Yönetmeliğinin Temel İslâm Bilimleri
Anabilim Dalı İslâm Mezhepler Tarihi Bilim Dalı İçin Öngördüğü
YÜKSEK LİSANS TEZİ
Olarak Hazırlanmıştır.
Tez Danışmanı
Doç. Dr. Metin BOZKUŞ
SİVAS
Şubat 2007
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE
Faik ASLAN’ın yapmış olduğu bu çalışma, jürimiz tarafından Temel
İslam Bilimleri Anabilim Dalı İslam Mezhepleri Tarihi Bilim Dalı’nda YÜKSEK
LİSANS TEZİ olarak kabul edilmiştir.
Başkan : Doç. Dr. Metin BOZKUŞ Üye : Doç. Dr. Kadir ÖZKÖSE Üye : Doç. Dr. Alim YILDZ
ONAY Yukarıdaki imzaların adı geçen öğretim görevlilerine ait olduğunu onaylarım. / / 2007 Prof. Dr. Nevzat GÜLDİKEN
Enstitü Müdürü
III
ÖNSÖZ
Hacı Bektâş-ı Velî, yaşadığı XIII. yüzyıldan günümüze kadar, gerek şahsiyeti
ve buna bağlı olarak teşekkül eden menkıbeler, gerekse fikirleri ve fikirlerinin işlendiği
eserleri ile Türk insanının gönlünde taht kurmuş, yüzlerce yıllık kültür tarihi içinde,
özellikle inanç dünyamızda düşünceleriyle kendini sürekli hissettirmiş ve geleceğe ait
pek çok önemli mesajlar vermiştir. Yılmadan usanmadan hoşgörü tohumları ekmiş
Anadolu Erenleri’nden biridir Hacı Bektâş-ı Veli.
Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşmasında ve genel olarak Türklerin
Anadolu’daki dini, sosyal ve kültürel hayatlarında çok önemli görevler üstlenen,
yaşadığı coğrafyaya ve çağa damgasını vuran büyük şahsiyetlerden bir tanesi de hiç
şüphesiz Hacı Bektâş-ı Veli’dir. O, kişiliği ile Anadolu’nun hayatına ve tarihine
damgasını vurduğu gibi, adına izafeten teşekkül eden Bektâşîlik tarikatı da fikirlerini ve
manevi önderliğini devam ettirerek asırlara uzanan ve toplumumuzu birçok alanda
kavrayan büyük bir etkinin oluşmasını sağlamıştır. Bu büyük etkinin bugün dahi toplum
hayatımızda devam ettiğini görmek mümkündür.
Birçok alanda milletimizi etkisi altına alan bu büyük şahsiyet ve adını taşıyan
tarikat hakkında birbirinden oldukça farklı görüşler dile getirilmiş, yine birbirinden
oldukça farklı hükümler içeren çalışmalar gerçekleştirilmiştir. Bu sebeple biz
çalışmamızda Hacı Bektâş-ı Velî’nin daha doğru ve bilimsel bir şekilde anlaşılmasına
katkıda bulunmak amacıyla hayatı, kişiliği, eserleri ve düşünce dünyası üzerinde
duracağız.
Bu tez çalışmamda yardımlarını esirgemeyen ve bana devamlı yardımcı olan
ve beni teşvik eden değerli hocam Doç.Dr.Metin BOZKUŞ’a teşekkürlerimi borç
bilirim.
Sivas-2007 Faik ASLAN
IV
İÇİNDEKİLER
ÖZET…………………………………………………………………………… I
ABSTRACT……………………………………………………………………. II
ÖNSÖZ…………………………………………………………………………. III
İÇİNDEKİLER………………………………………………………………… IV
KISALTMALAR………………………………………………………………. 1
GİRİŞ…………………………………………………………………………… 2
BİRİNCİ BÖLÜM
HACI BEKTAŞ-I VELİ’NİN HAYATI, KİŞİLİĞİ VE ESERLERİ
A. HAYATI
1.Doğumu ve Soyu…………………………………………………………. 8 2.Tahsili……………………………………………………………………. 10 3.Seyahati………………………………………………………………….. 11
4.Evliliği…………………………………………………………………… 14
5.Vefatı…………………………………………………………………….. 16
B.KİŞİLİĞİ……………………………………………………………………. 17 1.İlmi Yönü………………………………………………………………… 17
2.Tasavvufi Yönü……………………………………………………………18
C.ESERLERİ………………………………………………………………….. 21
V
İKİNCİ BÖLÜM
HACI BEKTÂŞ-I VELİ’NİN DÜŞÜNCE DÜNYASI A.AHLÂKÎ GÖRÜŞLERİ…………………………………………………… 25
1.İnsan Görüşü................................................................................................ 25 2.Din Görüşü................................................................................................... 31 3. Tasavvuf Görüşü………………………………………………………… 32
4.Hoşgörü Görüşü…………………………………………………………... 43
5.Cömertlik Görüşü…………………………………………………………. 45 6.Kadın Görüşü……………………………………………………………... 47 7.İlim Görüşü……………………………………………………………….. 49 8.Adalet Görüşü…………………………………………………………….. 51 9. İçki Görüşü……………………………………………………………….. 52 B.İTİKÂDİ GÖRÜŞLERİ…………………………………………………… 53 1.Allah İnancı………………………………………………………………... 53 2.Melek İnancı………………………………………………………………. 56 3.Kitap İnancı………………………………………………………………... 57
4.Peygamber İnancı………………………………………………………….. 59 5.Ahiret İnancı……………………………………………………………….. 62 6.Kader İnancı……………………………………………………………….. 64
C.İBADET ANLAYIŞI………………………………………………………... 66 1.Namaz Anlayışı…………………………………………………………….. 66 2.Oruç Anlayışı…………………………………………………………………69
VI
3.Hac Anlayışı…………………………………………………………………. 70 4.Zekât Anlayışı……………………………………………………………….. 73 5. Kurban Anlayışı…………………………………………………………….. 75
SONUÇ………………………………………………………………………..... 77
TERİMLER SÖZLÜĞÜ………………………………………………………. 82
BİBLİYOGRAFYA……………………………………………………………. 84
1
KISALTMALAR a.e. : Aynı Eser a.g.e. :Adı Geçen Eser a.g.m. :Adı Geçen Makale
Bkz. :Bakınız
CÜİF. :Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Çev. :Çeviren
DEİFD :Dokuz Eylül İlahiyat Fakültesi Dergisi
DİA :Diyanet İslam Ansiklopedisi
Haz. : Hazırlayan
Hz. :Hazreti
İA. : İslam Ansiklopedisi
MEB. : Milli Eğitim Bakanlığı
nşr. : Neşreden
ö. : Ölümü
s. : Sahife
sy. : Sayı
Terc. : Tercüme
Yay. : Yayınlar
2
GİRİŞ
Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşmasında, kültürel ve sosyal alanda çok
önemli görevler üstlenen, yaşadığı coğrafyaya ve günümüze damgasını vuran büyük
şahsiyetlerden bir tanesi de Hacı Bektâş-ı Veli’dir. Toplumuzu birçok alanda etkileyen
bu manevi önderin günümüzde de toplum hayatımıza yön verdiğini görmekteyiz.
Bundan dolayı onun düşünce dünyasını incelemeye çalışacağız. Onun dini kimliği
hakkında farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bazıları onu yaygın İslamî anlayışa uygun bir
Anadolu ereni, bazıları ise materyalist dünya görüşüne sahip halk lideri olarak
vasıflandırmıştır. Yani birtakım kimseler onu şeriata bağlı, sünnî bir mürşit, olgun bir
mutasavvıf olarak tanıtırken diğerleri bâtınî fikirlere sahip bir Alevî babası olarak
tanıtmaktadırlar.
Hacı Bektâş’ın düşünce dünyasını tespit etmek için takip edilmesi gereken yol,
ondan bahseden kaynakların incelenmesidir. Fakat Hacı Bektâş-ı Velî’yi kendi
zamanından epeyce sonra yazılmış ikinci dereceden kaynaklardan incelemek
mümkündür. Bu kaynakların başında; hiç şüphesiz XIV. yüzyılın ünlü sûfîlerinden
Aşık Paşa’nın oğlu Elvan Çelebi’nin “Menâkıbu’l Kudsiyye”adlı eseri gelir. Selçuklu
yönetimine karşı Babai İsyanı diye bilinen büyük sosyal hareketi gerçekleştiren Baba
İlyas’ı Horasani’nin torunu olan bu sûfî şairin eseri, Hacı Bektâş-ı Veli’yi yalnızca isim
olarak zikretmesine rağmen bize çok önemli ipuçları verir.
İkinci kaynağımız ise, Hacı Bektâş’ın vefatından yaklaşık yüzyıl sonra Ahmet
Eflâki’nin kaleme aldığı “Menakıbu’l Arifin” adlı eser ile Abdurahman Cami’nin
“Nefahatü’l Üns” adlı eseri gelir. Bu eserlerde Hacı Bektâş-ı Veli’nin mistik şahsiyeti
hakkında bilgiler vermektedir. Biz de çalışmamamızda bu kaynaklar başta olmak üzere
XVI. Yüzyılda kaleme alınan Taşköprüzâde’nin “eş-Şakaikü’n Numaniyye” adlı
biyografi eserinden faydalandık. Bu eser bize Hacı Bektâş’ın dini kimliği hakkında
fikirler vermektedir.
Aynı yüzyılda kaleme alınan diğer bir yapıtta, Aşıkpaşazâde’nin “Tevârih-i Âl-i
Osman”adlı eseridir. Bu eserde de Hacı Bektâş’a ait ilgi çekici bilgiler bulunmaktadır.
Ayrıca çalışmamızda diğer klasik kaynaklardan, tasavvuf kitaplarından ve
ansiklopedilerden de yararlandık.
3
Hacı Bektâş-ı Velî’ye ait olan eserlerden de faydalandık. Bilhassa, en önemli
eseri olan “Makâlât”tan ve yine son derce önem arz eden “Şerh-i Besmele” ve
“Velâyetname”den de yararlandık.
Hacı Bektâş-ı Velî’nin hayatı ve düşünce dünyasını ele almadan önce, onun
yaşadığı dönemin toplumsal yapısını bilmek gerekir. Bu toplumsal yapıyı
netleştirebildiğimiz oranda, onun hayatını ve düşünce dünyasını tespit imkanına da
ulaşmış oluruz.
1. Yaşadığı Dönemdeki Toplumsal Yapı
Hacı Bektâş-ı Velî, Horasan’dan Anadolu’ya geldiğinde, Anadolu’da
Babâiler ayaklanması yaşanmıştı (1240). Bu süreçte Anadolu’ya gelen Türkler, henüz
yüzeysel bir din anlayışına sahiptiler. Çünkü İslâmiyet, Türk’ler arasında başlangıçta
Budizm, Maniheizm ve Şamanizm gibi eski dinlerin bazı yönleriyle benzerlik arz eden,
Şiilik ve tasavvuf yoluyla yayılmıştı. Türkler Anadolu’ya göç ettiklerinde,
beraberlerinde şeyh ve dervişleri de getirmişlerdir. Bunların Müslümanlığı yüzeysel
olup, eski inançlarını devam ettirmişlerdir.1 Göçebelikten yerleşik hayata geçen
Türkler, tarımla yeni yeni uğraşmaya başlamış, soydaşlarıyla çıkar karşıtlığına, bir çeşit
sınıfsal çelişkiye düşmüşlerdir. Yer yer çatışmalar baş göstermiş, bu sıkıntılara Sadettin
Köpek’in zulmü, vergi toplayıcılarının acımasız baskısı da eklenince Türkmenler, artık
önder edinecekleri herhangi bir Baba’nın yönetiminde ayaklanmaya hazır hale
gelmişler. Bu önder Baba Rasul adını takınmış Baba İlyas olmuşsa da ayaklanmayı fiili
olarak yöneten Baba İshak olmuştur.2 Maraş, Kefersud ve sonraları Sivas, Tokat ve
Amasya’ya doğru yayılan ayaklanma devlet güçleri tarafından zorlukla bastırılmış ve
Baba İshak asılarak öldürülmüştür.3 Bu ayaklanma Anadolu Selçuklu devletinin maddi
ve manevi gücünü sarsmış, devletin güç ve otoritesini bozmuştur. Bu olayı fırsat bilen
Moğollar Anadolu’yu istila etmişlerdir (1243).
1Tahir Harimi, Balcıoğlu, Türk Tarihinde Mezhep Cereyanları , İstanbul, 1940, s.47-48. 2 Ahmet Yaşar, Ocak, Babailer İsyanı, İstanbul 1980, s.105-106. 3 İbn Bibi, el-Evâmiru’l Alaiyye fi’l Umuri’l Alaiyye II, Çev. Mürsel Öztürk, Ankara 1996, s.49. Bu konuda farklı görüşte olanlar da vardır. Asılarak öldürülenin Baba İlyas olduğunu söylemişlerdir. Baba İshak ise Baba İlyas’ın en büyük yardımcısı olduğunu iddia etmişlerdir. Bak. Ocak, “Babailik” DİA. IV/373. Y.Nuri Öztürk, Tarih Boyunca Bektaşilik, s.71.
4
Kösedağ savaşından sonra Selçuklu Devleti yıkıldığı için 1308 yılına
kadar, Anadolu coğrafyası sözde sultanların ve şehzadelerin birbirleriyle yaptıkları
saltanat mücadelesine sahne olmuş, bu şehzadeler kendi çıkarları doğrultusunda
ayaklanmalar çıkarmış ve kan dökmüşlerdir.4
1243 Kösedağ Moğol bozgunundan sonra Selçuklular gittikçe ağırlaşan
Moğol baskısına maruz kalmışlardır. Moğollar, her geçen gün vergilerini ve askeri
masraflarını artırmışlardır. 1277’den sonraki dönemde ise iktisadi, ictimâi ve medenî
hayat tamamen çökmüş ve ekonomik sıkıntılar yaşanmıştır.5 İşte bu dönemde
Anadolu’da yaşayan Müslüman halkın arasında en önemli dini farklılık, şehirlerde
yaşayan halk ile göçebe Türkmenler arasındaki anlayış farklılığı idi. Bu anlayış
farklılığı sonraki dönemlerde de devam etmiştir. Bu anlayış farklılıkları devletle, göçebe
Türkmenler arasında birtakım mücadelelere neden olmuştur. Şehirli halkın göçebeleri
küçük görmeleri taraflar arasında ayrılıklara neden olmuştur. Neticede şehirli halk,
köylü halka göre daha yüksek bir din bilgisi ve kültürüne sahipti. Dolayısıyla
şehirlerden uzak bölgelerde yaşayan halk, Türkmen şeyh ve dervişlerin etkisinde dini
bilgileri zayıf ve inançları da geleneksel ananelere dayalı bir din inanışları vardı.6 Dini
önderlerin bunlara öğrettiği Müslümanlık, Türkmenlerin yaşayışına uygun, sade ve daha
çok menkıbelere dayalı tasavvufi yönü ağır basan bir Müslümanlık anlayışı şeklinde
olmuştur. Buna bir nevi halk Müslümanlığı denmiştir.7
Dolayısıyla Türkler, dedeler ve babalar hakimiyetine dayanan, kendine özgü
bir Türkmen Sünniliği oluşturmuşlardır. Böylece sıradan dervişler yoluyla öğretilen
İslâm inançları ile medrese öğrenimine dayanan dini öğretim farklılaşması da ortaya
çıkmıştır.8 Bunun yanında göçebe hayatı yaşayan Türkmenler, İslâmiyet’in bilgiden
ziyade duygusal yönünü ön planda tutarak, İslâmiyet’i şekil olarak benimsemişler ve
daha çok eski Türk inançlarına bağlı bir dini hayatı sürdürmeye çalışmışlardır.9
4 İbrahim Kafesoğlu, Selçuklu Tarihi, İstanbul 1992, s.69-70. 5 Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul 1971, s.505-506. 6 Balcıoğlu, a.g.e., s.31-32 7 Metin, Boşkuş “Anadolu Selçuklarında Sosyal, Dini ve Mezhebi Yapı” CÜİFD. c.5, sy.2, Sivas 2001, s.251. 8 Boşkuş, “Türklerin İslâmiyeti Kabulü ve Aleviliğin Türkler Arasında Yayılması” CÜİFD. c.2, sy. 2, Sivas 1998, s.409-419. 9 Mehmet Eröz, Türkiye’de Alevilik ve Bektaşîlik, İstanbul 1990, s.203
5
Neticede devletin koymuş olduğu ağır vergiler ve devlet yöneticilerinin bazılarının
Türkmenlere kötü davranmaları, Türkmenlerle Selçuklu yönetimi arasında bir
mücadelenin oluşmasına neden olmuştur.10
XIII. yüzyılda tasavvufi alanda birtakım değişmeler olmuştur. Bu dönemde
halk, Moğol işkence ve zulmünden, kıtlık, yoksulluk ve ağır vergilerden dolayı korku ve
ümitsizliğe düşmüş, sığınacak yer aramış, bu yüzden de tasavvuf şeyhlerine ve
bilginlere aşırı derecede bağlılık göstermişlerdir.11 Anadolu toprakları Selçuklu
hakimiyetine girdiği zaman çeşitli milletlere mensup olan halk, düşünce bakımından
kozmopolit bir yapıya sahip olup tasavvuftan uzak ve fikri cereyanların yayılmasına
müsait bir durumda idi. Moğol istilasından kaçan Türkistanlı, İran ve diğer milletlere
ait birçok âlim, şair, mutasavvıf ve sanatkâr Anadolu’ya gelerek, ülkenin ilmi ve
kültürel bakımdan yükselmesini sağlamıştır.
Bu ortam içerisinde; âlim, şair ve tarikat şeyhlerinin benimsedikleri dini
inanç akımları, Anadolu’ya baştan başa yayılmıştır. İşte bu asırda büyük bir nüfûza
sahip olan ve şöhreti her tarafa yayılan Hacı Bektâş-ı Velî ve Yunus Emre gibi
mümtaz şahsiyetler dini ve sosyal hayatta önemli etkiler yapmışlardır.12 Böylesine
hoşgörülü ve fikir hürriyeti olan bir ortamda çeşitli tasavvufi hareketler olmuştur.
Bunların başında Rifâilik, Kâdirilik, Halvetîlik, Mevlevilik, Yesevilik gelir. 13 Sünnî bir
tarikatın öncüsü olan Mevlanâ hoşgörüyü ön planda tutarak, şehirlerde oturan gayri
Müslimlerin (Hristiyan ve Yahudi) arasına girerek onların ihtidalarına vesile
olmuştur.14
Mevlanâ Farsça gazellerini sema esnasında okuyup her sınıf halktan
dinleyenleri heyecanlandırmıştır. O devirde, halktan ve esnaftan cemiyette her türlü
insanla konuşup tanıştığında tenkide uğramıştır. Kalenderî ve Melâmeti şeyhlerinden
bazıları; sâliklerini, benlikleri ve gururlarını yenmek için onları dilenmeye teşvik
10 Ocak, Babailer İsyanı, s.41 11 Ahmet, Sevgi , “XIII. Asırda Anadolu’da Fikri ve Tasavvufi Hareketler” EÜİFD. sy.3, 1986, s.283 12 Sevgi, a.g.m. sy.3 s.285 , 1986. 13 Kadir, Özköse, “Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslâmlaşmasında Tasavvufi Zümre ve Akımların Rolü”, CÜİFD. c.7, sy.1, Sivas 2003, s.251-253 14 Ahmet Eflaki, Ariflerin Menkıbeleri, nşr.Tahsin Yazıcı І, İstanbul 1995, s. 137,273.
6
etmiştir. İnsanların arasında gelişen bu dostluk ve sevgi ortamı sayesinde, dînî
müsamaha gelişmiştir.
Moğolların çeşitli tarikat ve mezheplere karşı ilgisiz kalışları birçok tarikat
şeyhine propaganda imkanı sağlamıştır. Türkler İslamiyet’i kabul ettikten sonra düşünce
ve temayüllerine uygun gelen tasavvufi tarikatlara girmişlerdir. Türk şehirleri, tasavvuf
cereyanlarının belli başlı merkezleri durumuna gelmeye başlamıştı. Anadolu’nun Türk
ve İslâm yurdu hale gelmesinde pek çok etken vardır. Bunların biri de, Tasavvuf ve
tasavvufi zümrelerdir. Bu tasavvuf zümreleri, Anadolu insanının sıkıntılı anlarında
sığındığı kurumlar olmuştur.15 Selçuklular genellikle, Sünniliğin dört mezhebinden
Hanefî ve kısmen de Şâfî mezhebine mensupturlar. Hanefîlerin itikatta imamı Maturidî
(h. 944) insanda “irade-i cüziye” yi va’z etmek suretiyle akla, Türk örf ve adetlerine
yer verdiğinden, Türkler arasında bu itikadî mezhep çok yayılmıştır.
Anadolu’da tasavvuf şeyhleri, manevi birlik, sevgi ve hoşgörü ortamı
hazırladıkları gibi ahî teşkilatının kurulmasıyla sanat ve kültürün gelişmesinde büyük
katkıları olmuştur. Daha çok tasavvufi ve iktisadi bir esnaf teşekkülü mahiyetinde
görülen ahîlik teşkilatı çok gelişmiş ve her zanaatta çalışan kişileri bir pirin manevi
kudsiyetine inanan ve mesleğin şart ve kurallarına bağlı müridler haline getirmekteydi.
Bugünün esnaf dernekleri diyebileceğimiz ahî zaviyeleri içinde her meslekten insan
bulunmaktaydı. Aynı zamanda onlar, manevi mertebesi yüksek bir pirin gözetiminde
tasavvufi eğitim de almaktaydılar. Aldıkları terbiyenin neticesinde, herkesten kendi
mesleklerinin gereğini yerine getirmesi, işinin ehli olması ve ürettiklerinin kalitesine
dikkat etmesi istenmekteydi. En küçük yanlış hareketle pirinin sevgisinden ve
himmetinden mahrum kalacağı telkin edilmekteydi.16 Bu akımlar, merkezî otoritenin
tesisinde önemli rol oynamış, böylece devletin maddi gücü yanında, irade ve iman
birliğini de tesis etmiştir. Şeyhlerine büyük bir teslimiyetle bağlanan tarikat ehli,
bozulan cemiyeti düzeltmiş, muzdarip insanlara teselli ve ümit kaynağı olmuştur.17
İşte Hacı Bektâş-ı Velî, Moğol istilası gibi büyük yıkımın ve sosyal
karmaşanın yaşandığı XIII. yüzyıl Anadolu’sunda yaşamış bir şahsiyettir. Selçuklu
15 Özköse, a.g.m., c.7, sy.1, Sivas 2003, s.249 16 Neşet, Çağatay, Bir Türk Kurumu Olarak Ahilik, Ankara 1974 s.90-95 17 Sevgi, a.g.m. ,EÜİFD sy. 3 s.288-293 , 1986.
7
Anadolu’sunda, Babâi hareketinin lideri Baba İlyas’ın çevresinde ve Yeniçeri
Ocağı’nın kuruluşunda adı geçen Hacı Bektâş’ın, devrinin kaynaklarında hemen hemen
hiçbir iz bırakmadığına bakılırsa yaşadığı dönemde yaygın bir şöhrete sahip olmadığı
söylenebilir.18 Hacı Bektâş-ı Veli, Ürgüp yöresindeki Hristiyanlarla çok sıkı ilişkiler
geliştirmiş, onların ihtidasına zemin hazırlamış, bundan başka işgalci Şamanist
Moğolların da Müslümanlığı kabul etmeleri için yoğun faaliyetler göstermiştir
18 Ocak, “Hacı Bektaş-ı Velî” DİA. XIV/455.
8
BİRİNCİ BÖLÜM
HACI BEKTAŞ’I VELİ’NİN HAYATI ESERLERİ VE KİŞİLİĞİ
A-HAYATI
1.Doğumu ve Soyu
Hacı Bektâş-ı Velî’nin asıl adı Velâyetnâme’ye göre Bektaş’tır. Kaynaklar,
kendisinden daima “Hacı Bektaş” diye bahsederler. “Bektaş”, kelime olarak “bendeş”
ve “beğdeş” gibi eski Türkçe bir sözcük olup “eşit, müsâvî, müâdil ve misil”
anlamlarına gelmektedir.19 Bu kavram, kimi zaman “Bekteş” ve “Petteş” gibi farklı
şekillerde de yazılmaktadır.20 Esad Coşan, Hacı Bektâş’ın asıl adının “Muhammed”
olduğunu, Bektaş’ın ise mahlas olarak kullanıldığını belirtir. Ona göre o zamanlarda,
özellikle âlim ve asîl kişilerin, İranlı veya başka bir soydan olsa bile, muhakkak dinî
mahiyette bir ismi bulunmaktaydı.21
Hacı Bektaş, Horasan’ın Nişabur şehrinde doğmuştur.22 Onun doğum ve ölüm
tarihleri hakkında kesin bir tarih vermek çok güçtür. Osmanlı müelliflerinden
Taşköprüzâde, onu I. Murat (1362-1389) devri uleması arasında zikrederken23
Aşıkpaşazâde, onun doğu illerinden geldiğini ve Osmanlılardan hiçbiriyle
görüşmediğini belirtmektedir.24 Ahmet Eflâkî de Hacı Bektâş-ı Velî’nin Mevlânâ ile
(1207-1273) çağdaş olduğunu söylemektedir.25
19 Bkz. Tarama Sözlüğü, “Bektaş” TDK. IV/5, Ankara 1967, Meydan Larousse,”Bektaş” İstanbul,1969 , II/249. 20 Esad, Coşan, Makâlât ,Ankara 1971, s.XX,XXI. 21 Coşan, a.g.e., s.XX,XXI. 22 Abdülkadir , Sezgin , Hacı Bektaş-ı Velî ve Bektaşîlik , Ankara,1990, s.15. 23 Taşköprüzade Ahmet, eş-Şekaikun- Numaniyye, nşr.Ahmet Suphi Furat, İstanbul,1985, s.20. 24 Aşıkpaşazade, Tevarih-i Âl-i Osman, nşr.N.Adsız, İstanbul,1992 , s.21. 25 Ahmet Eflaki, Menâkıbu’l Arifin,terc. Tahsin Yazıcı, s.412.
9
Esad Coşan, Hacı Bektaş ilçesi Halk Kütüphanesinde yaptığı incelemelerde şu
bilgilere rastlamıştır: 14-15 nolu yazmada “Hazine-i Celileden şeref-vürûd olan tümâr-ı
kebîrde muharrer oldığı üzere tarih-i vilâdet-i şerîfleri 606/1209-1210 olarak müddet-i
ömr-i şerifleri 63 olmağıla 669/1270-1271 vefatı şerifleri muharrer olduğundan iş bu
mahalle tarir alındı.” kaydı bulunmaktadır.26 Bu kayıttan da anlaşıldığı gibi Hacı
Bektâş-ı Velî 606/1209-1210 tarihinde doğmuş, 669/1270-1271 tarihlerinde vefat
etmiştir. Hacı Bektâş’ın babası, İbrahim Sânî lakaplı Seyyid Muhammed b. Musa Sani,
annesi ise bilgin bir zat olan Şeyh Ahmet’in kızı Hatem Hatun’dur.27
Velâyetnâme başta olmak üzere bir çok kaynak, Hacı Bektaş’ı baba tarafından
Hz. Ali soyuna mensup saymakta ve buna ilişkin olarak soy zincirleri vermektedir.28
Bazı yazarlar Makâlât adlı eserini Arapça yazdığı için Hacı Bektâş’ın Arap, dolayısıyla
seyyid olduğu görüşünü bildirmektedir.29 İrene Melikoff da Hacı Bektâş’ın Türkmen
olduğunu ve Orta Asya’dan geldiğini dile getirmektedir.30 Yaşar Nuri Öztürk de Hacı
Bektâş-ı Velî’nin kan bağı bakımından Hz. Ali neslinden yani Arap olmakla birlikte
kültür ve duygu yapısı bakımından Türk olduğunu söylemektedir.31 Bektâşî kelimesinin
eski Türkçe sözcük olduğu düşünülürse Hacı Bektâş’ın Türk olduğu söylenebilir. Bütün
bunlara rağmen kaynaklar, Hacı Bektaş’ı yeterince tanıtmadığı için bu konuda kesin bir
şey söylemek oldukça zordur.
26 Coşan, a.g.e., s.xxv. 27Abdülbaki, Gölpınarlı, Velâyetnâme ,İstanbul,1995, s.1-4 , Y.Nuri Öztürk,Tarih Boyunca Bektaşîlik, İst , 1995 , s.57 , Ethem Ruhi Fığlalı ,Türkiye’de Alevilik- Bektaşîlik , İstanbul, 1994 , s.137-138. 28 Hacı Bektaş’ın soyunu Hz. Ali soyuna bağlayan soy zinciri şöyledir; 1.Hacı Bektaş 2.Muhammed İbrahim es-Sani 3.Musa es-Sani 4.İbrahim Mükerrem el-Mücap 5.Musa Kazım 6.Cafer es-Sadık 7. Muhammed el-Bakır 8. Zeyne’l Abidin Ali 9. Hz. Hüseyin 10. Hz. Ali. Bu soy kütüğü Velâyetnâme’de geçmektedir. Abdülbaki Gölpınarlı, a.g.e. ,s.1. 29 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.XXII. 30 İrene Melikoff, Uyur İdik Uyardılar , İstanbul,1993, s.35-36. 31 Y. Nuri, Öztürk, Tarih Boyunca Bektaşîlik , s.51.
10
2. Tahsili
Hacı Bektâş-ı Velî’nin, Hoca Ahmet Yesevî tarafından yetiştirilip Anadolu’ya
gönderildiğine dair bazı iddiaların olmasına karşın,32 yaşadıkları dönemler dikkate
alındığında, Ahmet Yesevî (562/1166-1167) ile, Hacı Bektâş-ı Velî’nin (669/1270-
1271) aralarında yüzyılı aşkın bir zaman dilimi olduğu görülür. Ancak Yesevî
ocağından feyz aldığı hususunda, mevcut araştırmalar ittifak halindedirler. Velâyetnâme
bu bağlılığı, Ahmet Yesevî ile Hacı Bektaş arasına Lokman-ı Parende’yi yerleştirmek
suretiyle çözer. Velâyetnâme’de anlatıldığına göre Hacı Bektâş’ın eğitimi için Ahmet
Yesevî’nin müridi olan Lokman-ı Parende görevlendirilmiştir.33 Babası, Hacı Bektaş’ı
Ahmet Yesevî’nin halifelerinden Lokman Parende’ye teslim etmiş, Lokman
Parende’nin himayesinde Yesevilikten feyz alarak yetişen Hacı Bektaş iyi bir eğitim
almıştır. Böylece Arapça ve Farsçayı kitap yazacak kadar iyi öğrenmiş ve devrinde
geçerli olan bütün bilgilerle donanmıştır.34 Parlak zekası ve düzenli eğitimi sayesinde,
küçük yaşta kendisini yetiştiren Bektaş, Kur’ân-ı Kerim’e, dini bilgilere ve bâtın ilmine
vakıf olmuştur. Gölpınarlı, Hacı Bektâş’ın vehbî bir ilme sahip olduğunu
Velâyetnâme’nin baş tarafında şöyle anlatır: “Bir gün Lokman Parende onun yanına
girdiğinde odanın nur ile dolu olduğunu görüp şaşırır; etrafına bakınır ve Bektaş’ın
sağında ve solunda iki nurâni zat görür. Bunlar Bektaş’a Kur’ân okutuyorlar. Lokman
Parende içeri girer girmez onlar hemen kaybolurlar. Lokman Parende, Hacı Bektâş-ı
Velî’ye ‘Bunlar kimdir?’ diye sorar ve birinin Hazreti Peygamber, diğerinin de Hazreti
Ali olduğunu anlar.”35 “Yine bir gün Hacı Bektâş-ı Velî, Lokman’dan ders okuyordu.
Namaz vakti geldi. Lokman Parende öğrencisinden abdest için su istedi. Bektaş
hocasına dedi ki: ‘Bir nazar etseniz de, su burada aksa, dışarı gitmeye hacet kalmasa!’
Hocası kendi kudretinin buna yetmeyeceğini söyleyince, Hacı Bektâş-ı Velî, derhal
Allah’a dua etti. Lokman Parende ‘Amin’ dedi. O anda mektebin ortasında latif bir su
çıkıp kapıya doğru aktı gitti ve pınarın başında güzel susam çiçekleri açtı.”36
32Fuad,Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Ankara 2003, s.79. 33Gölpınarlı, a.g.e., s.5. 34Çiğdem, Aktaş, “Toplumsal Açıdan Erenlerin Sır Çeşmesi:Hacı Bektâş-ı Velî”, Hacı Bektâş-ı Velî Araştırma Dergisi, sy.14 , 2000, s.201. 35 Gölpınarlı, a.g.e., s.5., Fuad Köprülü, a.g.e., s.76. 36 Gölpınarlı, a.g.e., s.6., Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, s.77.
11
Ethem Ruhi Fığlalı, Hacı Bektâş-ı Velî’nin tahsilini Nişabur’da yaptığını,
Arapça ve Farsçayı iyi öğrendiğini ve manevi terbiyesini de aynı yerde tamamladığını
belirtir. Ayrıca Ahmet Yesevî’nin onun ilk hocası olmasının tarihsel olarak mümkün
olmadığını, ama Yesevî ocağından feyz aldığını ifade eder.37 Tarihsel açıdan
görüşmeleri imkansız olan bu iki şahsiyeti birbirine bağlama hususunda Velâyetnâme
bize ışık tutmakta ve zikredildiği gibi aralarına Lokman-ı Parende’yi koymaktadır.
Dolayısıyla bu bilgilere dayanarak Hacı Bektâş’ın Ahmet Yesevî’den doğrudan olmasa
bile, dolaylı yollarla feyz almış alması mümkündür.
3. Seyahati
Aslen Horasanlı olan ve Nişabur şehrinde doğduğu bilinen Hacı Bektâş-ı Velî,
hocasının dergahında üç yıl hizmet ettikten sonra şeyhinden icazet alır.38 Hocasının
“Müjde olsun ki, kutbu aktablık senindir; kırk yıl hükmün vardır. Şimdiye dek bizimdi,
bundan sonra senindir. Biz bu yokluk yurdunda çok eğlenmeyiz, ahirete gideriz. Var
seni Rum’a saldık, Sulucakarahöyük’ü sana yurt verdik, Rum abdallarına seni baş
yaptık.”39 demesiyle Hacı Bektaş Anadolu’ya gelmek için yola çıkar.
Hacı Bektâş’ın Amasya, Kayseri ve Sivas şehirlerine gittiği ve sonra
Karacahöyük’e yerleştiği ünlü tarihçi Aşıkpaşazâde tarafından nakledilmektedir.
Aşıkpaşazâde’nin anlattığına göre Hacı Bektaş, Anadolu’ya tek başına değil, kardeşi
Menteş ile birlikte Horasan’dan gelmiş, Baba İlyas’ı görme arzusuyla önce Sivas’a,
oradan Kırşehir’e ve Kayseri’ye varmışlar. Kardeşi Menteş tekrar Sivas’a dönmüş,
orada ölmüş. Hacı Bektaş ise Kayseri’den Sulucakarahöyük’e geçmiştir.40
Aşıkpaşazade, Hacı Bektâş’ın Baba İlyas’ı görme arzusuyla Sivas’a gittiğini
kaydetmektedir. Baba İlyas, Selçuklu yönetimine karşı yapılan Babâi ayaklanmasının
lideri Baba Rasül’dür.41 Ahmet Eflâki, Hacı Bektâş’ın, Baba Rasül’ün has halifesi
olduğunu kaydetmektedir.42 Bu bilgiler birbirini tamamlamakta olup , Hacı Bektâş’ın
Anadolu’ya geldiğinde Baba İlyas’la görüştüğü ve onun halifesi olduğu söylenebilir.
37 E.Ruhi Fığlalı, Türkiye’de Alevilik – Bektaşîlik , s.142. 38 Abdurrahman, Güzel, http/www.hbektaş.gazi.edu.tr / 08.08.2005. 39 Abdülkadir, Sezgin, Hacı Bektaş-ı Velî ve Bektaşîlik, Ankara 1990, s.16. 40 Aşıkpaşazade, Tevârih-i Âl-i Osman, nşr. N. Atsız s.223. 41 A.Yaşar, Ocak, Babailer İsyanı , s.89. 42 Bkz. Ahmet Eflaki, Menâkıbu’l Ârifin , nşr. T. Yazıcı, İstanbul 1995, s.412.
12
Ancak, Hacı Bektâş’ın ayaklanmaya bizzat katılıp katılmadığı konusu açık değildir.
Yaşar Nuri Öztürk’e göre isyana katılmamıştır.43 Ahmet Yaşar Ocak da, Hacı Bektâş’ın
isyanda hiçbir aktif rol almadığını söylemektedir.44 Menâkıbu’l Kudsiyye de, Bektaş’ın
isyana katılmadığını söylemektedir.45
Hacı Bektâş’ın Anadolu’ya gelmeden önceki hayatı hakkında Velâyetnâme’de
yer alan menkıbevi bilgiler dışında kesin bir şey söylemek mümkün değildir. Ancak,
onun “Horasan Erenleri” diye bilinen Kalenderiye akımına mensup sûfîlerden biri
olduğu düşünülebilir.46 Değişik kaynaklar da Bektaş’ın önce Necef, Mekke, Medine,
Kudüs, Halep, Elbistan ve oradan da Sivas, Kırşehir, Kayseri ve nihâyet
Sulucakarahöyük’e uğradığı, buralarda “erbâin” 47 çıkardığı rivâyet edilmektedir.48
Hacı Bektaş, Anadolu’ya geldiğinde, Anadolu’da toplumun sosyo-kültürel hayatına
yön veren bazı zümreler vardı. Bunlar; Gâziyân-ı Rum, Abdalân-ı Rum, Ahiyân-ı Rum
ve kadınlardan oluşan Bâciyân-ı Rum’dur.49 Velâyetnâme’ye göre Hacı Bektaş, Rum
Abdallarının başıydı.50
Hacı Bektâş’ın Anadolu’ya kaç yaşında ve kaç yılında geldiği konusunda
kesin bir bilgi yoktur. Fakat, Ethem Ruhi Fığlalı, Hacı Bektâş’ın olgunluğa adım
atmakta olduğu bir yaşta Anadolu’ya gelmiş olabileceğini söylemektedir.51
Âşıkpaşazâde’nin verdiği bilgiye göre 25 yaşını biraz geçtiği bir dönemde gelmiş
olmalıdır. Zira Âşıkpaşazâde’ye göre Hacı Bektaş, Anadolu’ya kardeşi Menteş ile
birlikte gelmiş, önce Sivas’a ve Kırşehir’e oradan Kayseri’ye birlikte gitmişler, Menteş,
Kayseri’den tekrar Sivas’a dönmüş ve Babâi ayaklanmasında öldürülmüştür.52 Babâi
43 Bkz. Öztürk, a.g.e., s.62. 44 Ocak, Babailer İsyanı , s.168,169. 45 Elvan Çelebi, Menâkîbu’l Kudsiyye Fi Menâsibi’l Ünsiyye, nşr. İsmail Erünsal, A.Yaşar Ocak, Ankara 1995, s.xxxıx. 46 Ocak, Hacı Bektaş-ı Velî , DİA, XIV/455. 47 Erbain, Arapça kırk demektir.Tasavvuf yollarında şeyh; dervişi, kırk gün az yemek, az içmek, az uyumak, kendini bütünüyle ibadete vermek üzere çile ve riyazata sokar.Buna erbaine sokmak veya girmek, tamamlamaya erbain çıkarmak denir. Ayr. Bk. Süleyman Uludağ , Tasavvuf Terimler Sözlüğü, Kabalcı Yay. İstanbul, 2002. 48 Aşıkpaşazade, Tevârih-i Âl-i Osman, s.221, Abdülbaki Gölpınarlı , Velâyetnâme, s.17-18. 49 Aşıkpaşazade, a.g.e., s.238. 50 Gölpınarlı, Velâyetnâme, s. 16. 51 Fığlalı, Türkiye’de Alevilik-Bektaşîlik, s.145. 52 Aşıkpaşazade, a.g.e., s.223.
13
ayaklanması, A.Yaşar Ocak’ın tespitine göre 1239-1240 yılları arasında vuku
bulmuştur.53 Hacı Bektâş’ın 1209-1210 tarihinde doğduğu kabul edilecek olursa
Anadolu’ya geldiğinde 30 yaşlarında olmalıdır.
Hacı Bektaş hakkında mutlaka temas edilmesi gereken konulardan biri de,
onun Yeniçeri Ocağı’nın kuruluşu ile olan alakasıdır. Geleneğe göre, Hacı Bektaş
kuruluş sırasında ocağı kutsamış, askerlerden birinin başını sıvazlarken hırkasının kolu
(yen’i) askerin arkasından sarkmıştır. Bu sebeple yeniçerilerin giydiği börk, Hacı
Bektâş’ın eli, arkaya sarkan kısmı ise hırkanın yeninden (kolundan) kinaye olduğu
belirtilir.54 Yeniçeri ismi de “Yen-İçeri” kelimesinden gelmektedir. Ne var ki bu
anlatılanlar rivâyet olmaktan öteye geçmemektedir. Her ne kadar Velâyetnâme’de Hacı
Bektâş’ın Osman Gazi ile görüştüğü55 anlatılıyorsa da bunun gerçekleşmesi mümkün
görülmemektedir. Çünkü Âşıkpaşazâde, Hacı Bektâş’ın Osman Gazi ile görüşmesi ve
Yeniçeri Ocağı ile olan ilişkisi konusunda net bilgiler vermektedir. Aşıkpaşazade, Hacı
Bektâş’ın Osmanlı hükümdarlarından hiç kimse ile görüşmediğini kesin bir dille
belirtirken, Hacı Bektâş’ın Yeniçeri’lerin başındaki taçla ilişkisini yalanlayıp bu tacın
Orhan Gazi zamanında Bilecik’te ortaya çıktığını, Hacı Bektaş’la alakası olmadığını
kaydetmektedir.56 Y.Nuri Öztürk ise, Âşıkpaşazâde’nin sözünü ettiği bükme elif tacın,
bacılar tarafından imal edildiğini ve menşeinin Kayseri’deki Külahdüzler Mahallesi’ne
de ismini veren “külah” modeline dayandığını ileri sürmektedir. Öztürk,
Âşıkpaşazâde’nin bu yorumunun eksik ve hatta maksatlı olduğunu söylemektedir.57 O
halde Hacı Bektâş-ı Velî ile Yeniçeri Ocağı arasında bir ilişkinin olmadığına göre, bu
irtibatlandırmalar nereden kaynaklanmaktadır?
Kısaca Hacı Bektâş’ın Orhan Gazi (1326-1362) ve oğlu I. Murat (1362-1389)
devrinde kurulan Yeniçeri Ocağına duâda bulunması, kıyafetlerini kutsaması daha
sonra Yeniçerilerin pîri kabul edilmesi ile ilgili rivâyetlerin, ilk Osmanlı fetihlerine
53 Ocak, Babailer İsyanı, s.223. 54 Cemal, Şener, Alevilik Üstüne Ne Dediler, İstanbul, 1990, s. 159. 55 Gölpınarlı, a.g.e. s. 71-73. 56 Aşıkpaşazade, Âşıkpaşaoğlu Tarihi, N.Atsız, İstanbul 1992, s.16, Abdülkadir Sezgin, Hacı Bektaş-ı Velî ve Bektaşîlik, s.128. 57 Öztürk, a.g.e., s.87.
14
katılan ve Yeniçeri Ocağı’nın kurulmasını sağlayan Kara Rüstem, Seyit Ali Sultan, Gazi
Evrenos, Abdai Musa gibi kişilerin, ahilik, gazilik ve Hacı Bektaş’la irtibatlı
olmalarından dolayı ortaya çıkmış olabileceği anlaşılmaktadır.58
4. Evliliği
Hacı Bektâş-ı Velî’nin evli olup olmadığı, Bektâşîler arasında ihtilaf konusu
olmuştur. Bektâşîler, bu konuda Hacı Bektâş-ı Velî’nin evli olduğu görüşünü kabul
eden Çelebiler kolu ve evlenmediği görüş ve kanaatinde olan Babağan (Babalar) kolu
olmak üzere iki gruba ayrılmışlardır.59
Coşan’a göre, Hacı Bektâş-ı Velî mücerret (bekar) olarak göçmüş, çocuğu
olmamıştır.60 Evlendiği kanaatinde olanlar şu olayı öne sürerler; Velâyetnâme’de,
Hünkâr’ın bir gün abdest alırken burnunun kanadığı, Kadıncık’tan bu abdest suyunu
tenha bir yere dökmesini istemiştir. Bunun üzerine Kadıncık Ana da bu suyu, Hünkar’a
göstermeden içmiş leğeni tekrar götürmüştür. Hünkar, Kadıncık Ana’nın bu suyu
içtiğini anlamış ve Hünkâr’ın sorusu üzerine Kadıncık Ana da; “Erenlere ne malûm
değil, erenlerden artanın bir yudumunu bile dökecek yer bulamadım, ancak karnımı
buldum.” demiştir. Hünkâr’ın da: “ Bizden umduğun nasibi aldın, senden iki oğlumuz
olacak, halkın yetmiş yaşındakileri, onların yedi yaşında olanlarının elini öpsünler.
Dünya bozulsa da onlar sırtları üstüne yatsınlar, hiç zahmet görmesinler.” Demiştir. Bu
söz üzerine Kadıncık’ın üç oğlu olduğu, ama bunlardan birinin Hünkâr’ın sağlığında
ölüp diğer ikisinin yaşadığı, soylarının yürüdüğü şeklinde anlatılmaktadır.61
Evlenmediği tezini savunan Babağan kolu, Hacı Bektâş’ın kesinlikle
evlenmediğine inanmaktadır. Onlara göre, Bektaş bekar göçmüştür. Kadıncık Ana
evladı, onun burun kanından gelme manevi evladıdır, bel evladı değil “nefes evladı”dır.
Bu görüşe karşı çıkan Çelebiler ise, Hacı Bektâş’ın Sulucakarahöyük’te yerleşmesini;
58 Coşan, Makâlât, s.XXIX., Abdülbaki Gölpınarlı, Velâyetnâme, s.127. 59 Hasan, Yavuzer, “Hacı Bektaş-ı Velî’nin Kişiliği ve Türk Tasavvuf Hayatındaki Yeri”, Hacı Bektaş-ı
Velî Araştırma Dergisi , Kasım 1997 Ankara, s. 178 . 60 Coşan, a.g.e., s.XXII. Ethem Ruhi Fığlalı,Türkiye’de Alevilik Bektaşîlik, s.151. 61 Gölpınarlı, a.g.e., s.65, E.Ruhi Fığlalı, Türkiye’de Alevilik-Bektaşîlik s.152, Y.N.Öztürk, Tarih Boyunca Bektaşîlik, s.94.
15
oraya gidince İdris Hocanın kızı Fatma Nuriye (Kadıncık Ana) ile evlenmesi ve bu
evlilikten İbrahim Seydi (Seyyid Ali Sultan=Timurtaş) adında bir çocuğun dünyaya
gelmesiyle açıklarlar.62
Abdülkadir Sezgin, Tarikat-ı Âliyye-i Bektâşîyye isminde bir kitap yazan
Munci Baba’dan, şu bilgiyi aktarmaktadır: “Benim Pîrim evli idi ve hâlâ nesl-i âliyyesi
bihamdillah pâyidardır. Menkûha-i muhteremesi, nikahlı eşleri ise Kutlu Melek
(Kadıncık Ana) denilmekte maruf Fatma Nuriye nâm hatun-ı mübarektir.” 63 Bedri
Noyan ise, Hacı Bektâş’ın evlenmediğini ileri sürmekte ve “Hacı Bektâş-ı Velî evladı”
deyimini Hacı Bektaş yoluna mensup olanlar anlamında anlamaktadır. Onun evli
olduğunu iddia ettikleri Kadıncık Ana, İdris Hoca adındaki kişi ile evli bir hanımdır.
Her ikisi Hacı Bektaş’a intisap edenlerdendir. Hacı Bektaş, Kadıncık Ana’yı kendisine
manevi evlat edinmiştir.64
Ethem Ruhi Fığlalı’ya göre Fatma Bacı, Ahi Evren’in karısı ve Ahi Evren’in
mürşidi Şeyh Evhadüddin-i Kirmani’nin kızıdır. Fatma Bacı, Ahi Evren ve ahilerinin
659/1261’de Kırşehir’de Nureddin Caca tarafından katliama tabi tutulmalarından sonra
kaçarak, Sulucakarahöyük’te Hacı Bektâş-ı Velî’ye sığınmıştır. Orada Bedrettin İdris
adlı biriyle evlenmiş, Hacı Bektaş da onu evlat edinmiş, o da Hacı Bektaş’tan ve
babasından kalan serveti erenler yolunda harcamış ve hatta Hacı Bektâş-ı Velî’nin
vefatından sonra ona türbe yaptırmıştır. 65
İddialar ne olursa olsun Hacı Bektâş’ın evliliği Çelebiler ve Babalar arasında
bazen alevlenen bazen de küllenen bir konu olmuştur. Hacı Bektâş’ın dinî düşüncesi
göz önünde bulundurulduğunda, evlenmiş olma ihtimalinin kuvvetli olduğu
söylenebilir.
62 Coşan, a.g.e., s.XXIII, Fığlalı, a.g.e., s.152. 63 Sezgin, a.g.e., s.17. 64 Bedri, Noyan, Bektaşîlik Alevilik Nedir, İstanbul 1995, s.22. 65 Fığlalı, a.g.e., s. 153.
16
5. Vefatı
Velâyetnâme’ye göre Hacı Bektaş hayatını sürdürdüğü Sulucakarahöyük’te
ölmüş ve aynı yerde toprağa verilmiştir. І. Murat, Bektaş’ın mezarını Yanko Madyan
adlı mimara yaptırtmış, ІІ. Beyazıt ise mezarın kubbesini kurşunla kaplattırmıştır.66
Tarihi verilere göre Hacı Bektaş, eski adı Sulucakarahöyük olup, günümüzde
Hacı Bektaş olarak bilinen yerde 1270-1271 tarihinde vefat etmiştir. Tabiatıyla mezarı
bu ilçede bulunmaktadır. Âşıkpaşazâde’nin belirttiğine göre mezarını Hatun Ana
(Kadıncık Ana) yaptırmıştır.67 Türbesi bugün hâlâ farklı zümrelere mensup insanlar
tarafından ziyaret edilmektedir. Ayrıca ilçede her yıl 16 Ağustos tarihinde ilçe
belediyesi tarafından “Hacı Bektaş’ı Anma Programı” düzenlenmektedir.
66 Gölpınarlı, a.g.e., s.89-90, İrene Melikoff, “İlk Osmanlıların Toplumsal Kökeni”, s.157. 67 Âşıkpaşazâde, a.g.e., s.223.
17
B. HACI BEKTÂŞ-I VELİ’NİN KİŞİLİĞİ
Hacı Bektâş-ı Velî’nin kişiliğini tespit edebilmek için öncelikle ona atfedilen
eserlerin ciddi bir şekilde incelenmesi ve içeriklerinin anlaşılması gerekir. Bu
bağlamda ona ait olan Makâlât ile Velâyetnâme adlı eserlerden istifade etmeye
çalışacağız.
1. İlmî Yönü
Velâyetnâme bize Hacı Bektâş-ı Velî’nin ilmî yönü hakkında yeterli ipuçları
vermektedir. Eserde anlatılan, Hacı Bektaş güçlü bir imana sahip, ibadetlerini yerine
getiren, takvâlı fakat, İslamî konularda derinleşmiş ve bu alanda otorite kabul edilecek
seviyede bilgisi olmayan bir şeyhtir. Göçebe yaşayan bir Türkmen şeyhinin köy köy
dolaşırken ilimlerde otorite olabilecek bir seviyeye ulaşması çok zordur.
Velâyetnâme’deki bazı rivâyetlerde, Hacı Bektâş’ın güçlü bir Allah inancının olduğu
anlaşılmaktadır. Mesela, “Bismillah deyip Kutbettin Haydarı kucağına aldı”,68
“Besmeleyle yemeğe başladı”69 vb. rivâyetler de olduğu gibi o, yaptığı her işte
Allah’ın adını anmayı dini bir prensip olarak hep uygulamıştır. Ayrıca insanlar bazı
dini konularla ilgili soru sormak için Hacı Bektâş-ı Velî’ye geliyorlardı. Bu da bize
gösteriyor ki o, yaşadığı çevrede dini konularda bilgi sahibi, yaşayış olarak dindar ve
takva sahibi bir şeyh olarak tanınmıştır.
Hacı Bektâş-ı Velî hocasından iyi bir eğitim almıştır. Arapça ve Farsçayı kitap
yazacak kadar iyi öğrenmiş ve devrinde geçerli olan bütün bilgilerle donanmış70 olması
da bu durumu göstermeye yeterlidir. Küçük yaştan itibaren Kur’an-ı Kerîm ve dini
bilgiler konusunda yeterli eğitimi almıştır. Vehbi bir ilme sahip olduğunu A.Gölpınarlı
belirtmiştir.71
68 Gölpınarlı, a.g.e., s.11. 69 Gölpınarlı, a.g.e., s.57. 70 Çiğdem, Aktaş, “Hacı Bektaş-ı Velî”, Hacı Bektaş-ı Velî Araştırma Dergisi sy. 14 2000, s.201. 71 Bak. Gölpınarlı, a.g.e., s. 6 , Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, s. 76-77.
18
Eflâki’ye göre, Hacı Bektâş-ı Velî tutucu değil, -Peygamberin sünnetini tam
anlamıyla izlememesine ve beş vakit namaz kılmamasına rağmen- iyi bir müslümandı.72
Yaşar Nuri Öztürk de, “Hacı Bektâş-ı Velî, Kur’ân ve sünnet kaynaklı genel sûfî
düşüncenin içindedir” der.73 Fakat Hacı Bektâş’ın Sünni akaide ters bir anlayışa sahip
olduğunu ileri sürenler de vardır.74
Makâlat adlı eserinde ise, Hacı Bektaş gerçekten dini konularda derinlemesine
bilgi sahibi biri olarak anlatılır. Eserin birçok sayfasında âyet ve hadisler yer almakta ve
anlatılan konular bunlarla desteklenmektedir. Mesela her varlığın aslına döneceğinden
bahsederken “Sizi yerden (topraktan) yarattık, oraya döndüreceğiz ve başka bir sefer
yine oradan çıkaracağız”75 âyetini zikreder.76 Peygambere iman konusunda,
Peygamberlerden bahsederken Hz. Muhammed’in (sav) “ Bir gün tok, iki gün aç
dururum.” hadisini nakleder.77 Bunlardan da anlaşıldığına göre Hacı Bektâş’ın
mevzûları izah ederken âyet ve hadislerden yararlandığı dolayısıyla âyet ve hadisleri iyi
bildiği anlaşılmaktadır.
2. Tasavvufi Yönü
Âşıkpaşazâde, Hacı Bektâş-ı Velî’yi meczup bir derviş olarak tanıtır.78
Âşıkpaşazâde, Hacı Bektâş’ın bir şeyh olacak ve bir tarikat kuracak durumda olmayıp,
kendini bilemeyecek kadar cezbe sahip bulunduğunu kaydeder. Elvan Çelebi de “tâc-ı
sultanı istemeyen, Allah’ın kendisine edep, ilim, bilim ve takva verdiği bir şahsiyet olup
şeriatı bilip onunla amel eder, tarikatta da ârif vasfına sahip kişidir.”79 der. Hacı
Bektâş’ın Sünni bir mutasavvıf olduğu tezini ileri sürenler, genellikle Makâlat isimli
72Ahmet Eflaki, Âriflerin Menkıbeleri, terc.Tahsin Yazıcı I, s. 411-412. 73 Öztürk, a.g.e., s.98. 74 Şakir,Keçeli, “Osmanlı Devletinin Kuruluşunda Aleviler”, Yol Dergisi 2, 1999 Ankara, s.48-49. 75 Taha 20/55 76 Hacı Bektâş-ı Veli, Makalât, Haz. Esat Hacı Bektâş-ı Veli, Sadeleştiren, Hüseyin Özbay, Ankara 1996, s.6. 77 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.9. 78 Âşıkpaşazâde, Tevarih-i Âli Osman, s. 204-205. 79 Elvan Çelebi, Menâkıbu’l Kudsiyye, nşr. İsmail Erünsal- A.Yaşar Ocak, s.170-171.
19
esere dayanırlar.80 Yaşar Nuri Öztürk, makâlat hakkında “Kur’ân ve sünnet üzerine
çevrilmiş bir Türkmen yorumudur.” 81 der.
Ahmet Yaşar Ocak’a göre, Velâyetnâme’nin dikkatli bir tahlili yapıldığında,
Hacı Bektâş-ı Velî’nin, hem Ahmet Yesevî hem de Yesevilik etkilerini geniş ölçüde
taşıyan Kutbettin Haydar geleneğini sıkı sıkıya koruyan bir Haydari şeyhi olduğu
ortaya çıkmaktadır. Hacı Bektaş, Yesevilik ve Kalenderiliğin karışımından oluşan
Haydari tarikatının bir mensubu olarak Anadolu’ya gelmiştir. Daha sonra Baba İlyas-ı
Horasani çevresine girerek Vefâilik tarikatına intisap etmiş ve hayatının sonuna kadar
da böyle yaşamıştır. Bektâşîlik tarikatını kendisinin kurmadığı muhakkaktır.82 Yaşar
Nuri Öztürk’e göre, Hacı Bektâş-ı Velî’nin düşüncesi Kur’ân ve sünnet kaynaklı genel
sûfî düşüncesinin tamamen içindedir. Tarih boyunca, en büyük Bektâşî düşmanlarının
bile, Hacı Bektaş’tan saygı ile bahsetmeleri bundandır. O, Türk’ün karekteristik
vasıflarıyla tasavvufu kaynaştırırken İslâm dairesinden dışarı çıkmamıştır. Yine o, İslam
ahlâkı ve ruhuyla Türk duygu ve civanmertliğinin birleşimi olan “Alp-eren” tipinin bir
tür amentüsü olarak görülebilir.83
Hacı Bektâş-ı Velî’nin eserlerini özellikle Makâlât’ı incelediğimiz zaman
karşımıza şu sonuç çıkıyor: Düşüncelerini Kur’ân âyetlerine ve hadislere
dayandırmıştır. Ayrıca önemli gördüğümüz bir diğer husus da, onun düşünce
dünyasında Şiiliğe ait bir durumun yer almamasıdır. Hacı Bektâş-ı Velî’nin Şii
olduğunu merhum Fuad Köprülü’nün “Anadolu’da İslamiyet” isimli makalede dile
getirmiştir. Köprülü bu bilgiye delil olarak Makâlât’ın ön kısmında yer alan şu beyitleri
vermiştir:
Hem on iki imama ikrarun
Bunların zıddına inkârın olsun
Muhip ol dostuna, zıddına düşman
Dilersem kim ola imanın rûşen84
80 A.Yaşar, Ocak, Türk Sufiliğine Bakışlar, İstanbul 1996, s.161. 81 Öztürk, Tarih Boyunca Bektaşîlik, s.97. 82 A.Yaşar, Ocak, Türk Sufiliğine Bakışlar ,s.163. 83 Öztürk., a.g.e., s.98. 84 Köprülü, Anadolu’da İslâmiyet, İst 1996, s.52,95.
20
Esad Coşan’a göre, anılan bu beyitler Makâlât’ın diğer güvenilir nüshalarında
mevcut değildir. Ve aynı mahalde Hz. Ebubekir , Hz. Ömer , Hz. Osman ve Hz. Ali
hakkında methiyeler yer almaktadır. Fuad Köprülü’nün kullandığı nüshaya ait
mukaddimenin tahrif edildiği anlaşılmaktadır. Eserin istinsahını yapan kişi mutaassıp
bir Alevî olduğu için, metindeki dört halife methine tahammül edememiş metni
değiştirmiştir. Çünkü, eserin sahibi ve nâzımı olan Muhammed Hatipoğlu’nun
Letâifnâmesi’nde aynı parçalar aynı şekilde bulunduğu ve Hatipoğlu’nun İznik
Medresesi’nde hadis ve tefsir müderrisi olduğu bilindiği için Köprülü’nün kullandığı
nüshaya ait mukaddimenin muharref ve bozuk olduğu rahatlıkla anlaşılır.85
Coşan: “Hacı Bektaş da, Aşık Paşa, Yunus Emre ve Mevlana gibi o çağların
Sünni, şeriata bağlı, riyadan, kötü huylardan, ilhad ve ibahecilikten uzak olgun
mutasavvıflar zümresindendir” der.86 İren Melikoff da, Baba İlyas’ın ve muridi Hacı
Bektâş-ı Velî’nin Şii olmadıklarını; Şiiliğin Bektâşîliğin içine XV. yüzyılın ikinci
yarısıyla XVI. yüzyılın başlarında girdiğini belirtir. İran’dan kaçan Hurûfî dervişleri
devletin takibatından kurtulmak için, Bektâşî tekkelerine sığınmışlardır. Bu durum da,
Bektâşîlerin düşüncelerini etkilemişledir. XV. Yüzyılın sonlarına doğru Erdebil Safevi
tarikatının Şiileşmiş biçiminin Anadolu’da yoğun propaganda faaliyetleri yapması
Bektâşî tarikatını da etkilemiştir.87
Tahir Harimi ise, bu görüşlere katılmaz. Ona göre, Hacı Bektâş-ı Velî Anadolu
Şiiliğini temsil eden şahsiyetlerin başında gelir. Lokman Parende, Şiiliğin mezhebini
taşıyan Cafer Sadık’tan hırka giymiş ve bu hırkayı da Beyazıd Bestami getirmiştir.88 O,
Hacı Bektâş-ı Velî’yi Anadolu üzerinde hakim bir nüfûz sahibi olan Şii dailerinden
birisi olarak görmektedir.
85 Coşan, Makâlât, s.XXXVII-XXXVIII, Y.N.Öztürk, Tarih Boyunca Bektaşîlik, s.99-100, Süleyman Hayri Bolay, “Hacı Bektaş Velâyetnamesinde İbadet Unsurları” s.83-91, I.Türk Kültürü ve Hacı Bektaş-ı Velî Sempozyumu Bildirileri,(22-24 Ekim 1998) Ankara 1999. 86 Coşan, a.g.e., s.XXXVIII. 87 İrene, Melikoff, a.g.m, s.152. 88 Tahir Harimi, Balcıoğlu, Türk Tarihinde Mezhep Cereyanları , s.179.
21
Sonuç olarak diyebiliriz ki, Hacı Bektâş-ı Veli’nin düşüncesi Kur’an ve
Sünnetle örtüşen bir yapıdadır. Onun sufi düşüncesinde de Kur’an ve sünnete muhalif
bir görüşü yoktur.
C- HAC-I BEKTÂŞ-I VELİ’NİN ESERLERİ
Yakın zamana kadar Hacı Bektâş-ı Veli’ye ait olduğu bilinen eserlerin sayısı
oldukça azdı. Fuad Köprülü, onun sadece “Fatiha Tefsiri” ve “Makalât” adlı eserinin
olduğunu iddia etmiştir.89 Daha sonraki araştırmacıların Hacı Bektâş’a ait olduğunu
söyledikleri eserler ise şunlardır:
1. Kitabu’l – Fevaid
İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi Türkçe yazmalar bölümü 55 numarada bir
nüshası bulunan90 eserin muhtevası üçüncü bir şahıs tarafından anlatılmakta, fakat
anlatılanların Hacı Bektâş’ın kendi kaleminden çıktığı, esere “Fevaid” adını onun
verdiği belirtilmektedir. Abdülbaki Gölpınarlı, bu eserin Hacı Bektâş-ı Velî’ye ait
olmadığını, Mesnevi, Nefahat,.. gibi tasavvufi eserlerden intihapla oluşturulduğunu,
eserin uydurma olduğunu ve muhtevasındaki sözlerin çoğu tefsirlerde ve Mesnevi’de
geçtiğini belirtmektedir.91 Esad Coşan ise, bu eserin, Makâlât ile şaşılacak derecede
benzerlik arz ettiğini, Kitabu’l Fevaid ile Hacı Bektaş arasında bir ilgi ve irtibat
bulunduğu; ancak eserin çeşitli ilave ve tahrifler ile orijinal hüviyetinden uzaklaştığı
düşüncesindedir. Ona göre; eser, bir mürit tarafından, onun ağzından çıkanları
kaydetmek suretiyle yazılmış olabilir.92
Eserin, İstanbul Üniversitesindeki nüshası Türkçeye çevrilmiş ve eser
çoğaltılmıştır.93
89 Fuad Köprülü, Anadolu’da İslamiyet, s.86. 90 Coşan, a.g.e., s.XXXIX. 91 Gölpınarlı, “Bektaş” , Türk Ansiklopedisi ,VI/33 ,İstanbul 1968. 92 Coşan, a.g.e., s.XL. 93 Gölpınarlı, “Bektaş” , Türk Ansiklopedisi ,VI/33.
22
2. Fatiha Suresi Tefsiri
Hacı Bektâş-ı Velî’nin böyle bir eserinin bulunduğunu ilk defa Fuad Köprülü
belirtir. O da, Baha Said Beyin, Tire’de yanan bir kütüphanede Hacı Bektaş’a ait bir
Fatiha tefsirini gördüğü bilgisine dayanmaktadır.94
Esad Coşan ise, eser hakkında daha geniş bir araştırma yapmak için bu
kütüphaneye gittiğini, ancak, ne ilgili nüshaya ne de başka bir kayda rastladığını, ancak
mutasavvıfların, özellikle Fatiha Suresi Tefsiri ile uğraşmaları yaygın olduğundan, Hacı
Bektâş’ın gerçekten böyle bir kitap yazmasının muhtemel olduğunu söylemektedir.95
3. Şathiyye96
Hacı Bektâş’ın iki sayfa kadar tutan bir Şathiyye’si mevcuttur. 1091/1680
yılında Enverî mahlaslı Hurûfî ve Nakşi bir müellif bu Şathiyye’yi nazım ve nesir
karışık olarak “Tuhfetû’s- Sâlikîn” adıyla şerh etmiştir.97 Eserin yeri bilinmemektedir.
Bu konuda Türk Ansiklopedisi’nin “Bektaş” maddesinde sınırlı bilgi veren Gölpınarlı,
eserin yerini zikretmemiştir.98
4. Hacı Bektâş’ın Nasihatları
Hacı Bektaş ilçesi, Halk Kütüphanesi 29 numarada kayıtlı olan nüshada
Dedemoğlu tarafından yazılan “Akâid i Tarîkât”ın devamında, Hacı Bektâş’ın
emanetleri (yani nasihat ve vasiyetleri) kaydedilmiştir. Ayrıca İstanbul Arkeoloji
Kütüphanesi 891numarada kayıtlı “Mecmûatür- Resâil” içinde tamamlanmamış bir Hacı
Bektaş Nasihatleri bulunmaktadır. Bu nasihatlerin ona ait olup olmadığı tespit
edilememiştir.99
94 Fuad,Köprülü, “Anadolu’da İslâmiyet”, s.86. 95 Coşan, a.g.e., s.XL-XLI. 96 Şathiye, çoğulu şatahat,şathiyattır.Mutasavvıfların manevi sarhoşluk ve cezbe anında sarfettikleri , ölçüye sığmaz sözleridir.bk. İslâm Ansiklopedisi, Şath. Mad. XI/351. 97 Coşan, a.g.e., s. XL-XLI. 98 Gölpınarlı, “Bektaş” mad.VI/33. 99 Coşan, a.g.e., s. XLI.
23
5. Şerh-i Besmele
Bir nüshası Manisa Kütüphanesi’nde 3536 numarada kayıtlı olup, “Kitâb-ı
Tefsîr-i Besmele Ma’a Makâlât-ı Hacı Bektâş Rahmetullâh” başlığını taşıyan 827/1422
yılında Cafer b. Hasan tarafından istinsah edilmiş bir eserdir. 57 sayfa olup, Rüştü
Şardağ tarafından 1985’te yayınlanmıştır.100
6. Makâlât
Hacı Bektâş’ın en önemli ve en kapsamlı eseridir. Birçok nüshası
bulunmaktadır. Süleymaniye ve İstanbul Üniversitesi Kütüphanelerinde yazmaları
mevcuttur. Bu eser üzerinde ilk ciddi çalışmayı Esad Coşan yapmıştır.101 Kitabın
orijinali Arapça olup henüz ele geçirilememiştir.102 Eserde; şeriat, tarikat, hakikat ve
marifet kapıları, âyet ve hadislerle desteklenerek açıklanmıştır. Velâyetnâme’de
Makâlât’ın aslının Arapça olduğu ve Sadettin Konevî tarafından Türkçeye çevrildiği
rivâyet edilmektedir.103
Esad Coşan, yaptığı araştırmalar sonucunda eserin kesin olarak Hacı Bektaş’a
ait olduğu kanısına varmıştır.104 Fakat Ahmet Yaşar Ocak, eserin kesin olarak Hacı
Bektaş’a ait olduğunun söylenemeyeceğini ifade etmektedir. Ona göre Hacı Bektâş-ı
Velî’ye izafe edilen diğer eserler gibi, Makâlât’ın da onun kaleminden çıkmış olduğu
tarihen ispat edilememiştir.105 Yılmaz Soyyer de Esad Coşan’ın sözlerine katılarak bu
eserin Hacı Bektaş’a ait olduğu düşüncesindedir.106 Son olarak Hüseyin Özbay, Esad
Coşan’ın tenkitli neşrini sadeleştirerek yayınlamıştır.107
100Bkz. Rüştü Şardağ, Her Yönü İle Hacı Bektaş-ı Velî ve Şerh-i Besmele, İzmir, 1985 , E.Ruhi, Fığlalı, Türkiye’de Alevilik-Bektaşîlik , s.160, Bayram Ali Çetinkaya, “Hacı Bektaş-ı Velî’nin Hayatı ve Eserleri” CÜİFD. sy.3,1999, s.349. 101 Esad Hacı Bektâş-ı Veli , Makâlât, Seha Neşriyat, Ankara 1971. 102 Ocak , Bektaşî Menakıbnamelerinde İslâm Öncesi İnanç Motifleri, İstanbul 1983, s.5 , bkz. Meydan Larausse, “Bektaşîlik” , II/249. 103 Gölpınarlı, a.g.e., s. 61. 104 Coşan, a.g.e., s. XLIII. 105 Ocak, “Hacı Bektaş-ı Velî” , DİA. XIV/457. 106 Soyyer, Sosyolojik Açıdan Alevi Bektaşî Geleneği, İstanbul1996, s.3. 107 Hüseyin Özbay, Hacı Bektaş-ı Velî Makâlât, Ankara 1990.
24
7. Hacı Bektâş-ı Velî’ye Atfedilen Diğer Eserler
Makâlât-ı Gaybiyye, Kelimet-i Ayniyye, Hurde-Nâme, Üssü’l-Hakîka gibi bazı
eserlerin de Hacı Bektâş-ı Velî’ye ait olduğundan söz edilse de, adı geçen eserlerin Hacı
Bektâş-ı Velî’ye ait olduğu ortaya konulabilmiş değildir.108
108 Coşan, a.g.e., s.XLI, Abdülbaki Gölpınarlı, “Bektaş” , Türk Ansiklopedisi ,VI/33.
25
İKİNCİ BÖLÜM
HACI BEKTAŞ VELİ’NİN DÜŞÜNCE DÜNYASI Hacı Bektâş’ın düşünce dünyasını ortaya çıkarmak için, ona atfedilen eserleri
temel kaynaklar olarak almak gerekir. Bu eserlerin başında ise Makâlât, ve Şerh-i
Besmele gelmektedir. Ayrıca Firdevsî (Şuara tezkirelerinde Firdevs-i Rumî ve Firdevs-i
Tavil diye adı geçen tarih ve muhadaratta bilgi sahibi olan Bursalı İlyas b. Hızır’dır. II.
Beyazıt adına 380 cüzlük “Süleymannâme” yazmış bu eserin 300 cüzü beğenilmediği
ve yakıldığı için kızarak İran’a kaçmış ve orada ölmüştür.) tarafından yazıldığı bilinen
Velâyetnâme’nin109 de önemi büyüktür. Onun düşünce dünyasını üç başlıkta ele aldık.
Bunlar; Ahlâkî görüşleri, İtikâdî görüşleri ve İbadet anlayışı.
A. AHLÂKÎ GÖRÜŞLERİ
Hacı Bektâş-ı Veli’nin eserlerinde üzerinde durduğu konuların başında ahlâkî
görüşleri gelir. İnsanın mizacı ve karekteriyle ilgili hususlar üzerinde durur. Bir insanın
tarikata girebilmesi için güzel ahlâkla ahlâklanması , kötü hasletten kurtulması gerekir.
Nefsin kötü arzularından uzaklaşıp kendini olgunlaştırmalıdır. İnsan nefsini nasıl eğitir
ve İnsanı kâmil olmanın yollarını bize öğretir. Dış görünüşüne hiç önem vermeyen
Hacı Bektâş-ı Veli’nin insan görüşünü inceleyelim.
1. HACI BEKTÂŞ-I VELİ’NİN İNSAN GÖRÜŞÜ
Allah, bütün kainatın yaratıcısıdır. Gökteki meleklerden cinlere kadar,
hayvanât, nebâtât her şey Allah’ın “ol” demesiyle var olmuşlardır. İnsan yaratılmışlar
içerisinde en önemlisi olup “eşref-i mahlukât”tır. Kur’ân’a göre insan, Allah’ın
yeryüzündeki halifesidir. Pek çok âyette insanın halife olduğuna dair ifadelerden biri;
“Hatırla ki, Rabbin meleklere: ‘Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım’, dedi. Onlar:
bizler hamdinle seni tesbih ve takdis edip dururken yeryüzünde fesad çıkaracak, orada
kan dökecek insanı mı halife kılıyorsun? dediler. Allah da onlara: Sizin
109 Coşan, a.g.e., s.XVII.
26
bilemeyeceğinizi ben bilirim dedi”.110 İşte Hacı Bektâş-ı Velî bu fikirleri ifade eden
âyetlerden dolayı insanı, Allah’ın yeryüzündeki halifesi olarak kabul eder. O bu konuda
şunları söyler; “Âdemi rıza suyuyla yıkadılar, ululuk ve ihtişam tâcını başına koydular,
kerâmet hilatını üstüne giydirdiler. Yücelik kürsüsü üzerine oturttular. Halife adını
koydular ve yerde ve gökte halifesin dediler”.111
Hacı Bektâş-ı Velî insanla kainat arasında bir münasebet kurar ve bu
münasebeti, insan vücudunu evrenle mukayese etmek suretiyle göstermeye çalışır.
“İnsanın başı Arş’a benzer. Dünya da gök var, yer var. İnsanın da arkası göğe, tabanı
yere benzer. Akıl aya, marifet güne, ilim yıldızlara benzer. Hem yedi kat gök vardır.
İnsanın teni dahi yedi kattır. Deri, et, kan, damar, sinir… Dünyada bulut var, yağmur
var. İnsanda kaygı buluta, gözyaşı yağmura benzer”.112
Hacı Bektâş-ı Velî, kâmil bir insanın vasıflarını da bize öğretiyor: Kâmil
insan her şeyden önce, gönül dünyası kirlerden arınmış bir insandır. Hacı Bektâş,
mükemmel bir insan olma yolunda dış görünüşe hiç değer atfetmez. Sözlerimiz ve
giysilerimizle ve hatta davranışlarımızla filan veya falan unvanları alabiliriz, ama bunun
gerçekte bir değeri yoktur. Yaratıcı katında unvanımız, gönül şehrimizin temizliğine
göre belirlenecektir.113 Hacı Bektaş dış görünüşe önem vermez, önemli olan iç dünyadır.
Yani şekilciliğe önem vermeyen bir insan modeli çizmektedir.
“Hararet nardadır, sac’da değildir
Keramet baştadır, tac’da değildir
Her ne arar isen kendinde ara
Kudüs’te Mekke’de, Hac’da değildir.114”
diyen Hacı Bektâş-ı Velî, her şeyi insanda arayan, Hakk’ı kendi özünde, kendi özünü
Hakk’ta bulan anlayışıyla sevgiyi kendisine rehber kılmıştır. Onun din anlayışı her türlü
gösterişten, tutuculuktan ve şekilcilikten uzaktır. Onun dine bakışının esasını, insan
sevgisi, evrensel barış, hoşgörü, doğruluk gibi erdemli ilkeler oluşturur. O, Cenneti,
Mekke’de, Kudüs’te, Hira Dağı’nda değil, kalplerde, gönüllerde arar. O “Ellerin
110 Bakara 2/30. 111Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.46. 112 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.34. 113 Öztürk, Tarih Boyunca Bektaşîlik, s.115. 114 İsmet Zeki,Eyupoğlu, Bütün Yönleriyle Hacı Bektaş-ı Velî, İstanbul 1998, s.103.
27
Kâbe’si var, benim Kâbe’m insandır” diyerek bu erdemli düşüncesini dile
getirmektedir. İnsana verdiği değeri, “Düşmanınızın bile insan olduğunu unutmayınız”
sözüyle dile getirir.115
Hacı Bektâş-ı Velî, insan ömrünü beş vakit namaza benzetir. Çocukluk halini
sabah namazına, ergenlik halini öğle namazına, yiğitlik halini ikindi namazına, yaşlılık
halini de yatsı namazına benzetmektedir. Uyumayı ölüme benzetir, tekrar uyanmayı da
ölüp geri dirilmeye benzetir.116 Hacı Bektâş-ı Velî insanları dört gruba ayırarak
değerlendirir: Âbidler, Şahitler, Ârifler ve Muhipler.117
Âbidler; şeriat mertebesinde kalan kimselerdir. Bunlar ibadetlerin şart
olduğunu bilir, fakat yeterli olmadığını bilmezler. Kuralları icra etmenin her şey
olduğunu zannederler. Hacı Bektâş-ı Velî, “âbidler” olarak isimlendirdiği kişilerin
avam olduğunu, bunların kendilerini tam olgunluğa eriştiremedikleri için, birbirlerini
incitebileceklerini, birbirlerine karşı kibir ve kıskançlık gösterebileceklerini belirterek,
bunların birbirlerine düşman olabileceğine dikkat çekmektedir.118
Şâhitler; bunlar ateş ehli olup, tarikat kavmidir. Bunlar dünyada kendilerini
yakarlar. Ancak bu dünyada çektikleri ıstırabın ve katlandıkları fedakârlığın karşılığı
olarak sonsuzlaşmış, ahiret kaygılarından kurtulmuşlardır. Ölümden sonra onlara korku
ve endişe yoktur. Hacı Bektâş bunları, gece gündüz ibadet edip, korku ve ümit arasında
bulunan, nereden gelip nereye gittiklerini bilmeyen kimseler olarak tasvir etmektedir.
Ona göre bu guruptaki insanlar bu makama kendi çabalarıyla gelmişlerdir.119
Ârifler; bunlar hem arı hem de arıtıcı insanlardır. Âriflerin aslını suya
benzeten Hacı Bektâş-ı Veli, bu guruptaki insanların içlerinde ne kötülükten ne de
pislikten hiçbir şeyin bulunmadığını dile getirmektedir. Ona göre âriflik mertebesine
ulaşmış kişi, artık dünya ve ahiret endişesinden uzaklaşmış, çok derinden Allah’ı
düşünerek manevi mertebesinin yükselmesini bekleyen, istediğini sadece Allah’tan
isteyen ve ümitsizliğe düşmemesi gereken kişi der.120
115 Hünkâr Hacı Bektaş-ı Velî’nin Kişiliği, http/www.ziyababa.org. 02.02.2006. 116 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.41. 117Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.30-31. 118 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.31. 119 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.3. 120 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.31.
28
Muhipler ise, hakikat ehli olup asılları topraktandır. O, bu konuda şöyle der:
“Bunlar hakikat kavmidirler. Bunların aslı topraktandır. Toprak teslimiyet ve rızâyı
temsil eder. Bu yüzden muhip de teslimiyet ve rızâ içinde olmalıdır.”121
Hacı Bektâş-ı Velî’nin insanlar için kullandığı birtakım vasıflar vardır.
Bunlardan biri “âkil” yani “akıllı olma” sıfatıdır. O akıllı kişinin üç bekçisinin
bulunduğunu, bu üç bekçinin gönülden rızayı ve dünya sevgisini çıkaracağını, şeytanın
da bu üç erdemden (sabır, haya, kanaat) korktuğunu ifade eder.122 İnsanlar için
kullandığı vasıflardan birisi de “mürid” dir. O , müridi “mürid-i mutlak, mürid-i mecaz
ve mürid-i mürted” diye üçe ayırır.123
Hacı Bektaş’a göre insan, Allah’ın kendisini akıl, bilgi ve gönül ile donattığı
insandır. O, kul ile Allah’ın yakınlığını önemseyerek “münacat” adını verdiği ve
Allah’a, “O’nu görüyormuş gibi kulluk etmenin” gerekliliğini ifade eden hadisin
insanlarca rehber kılınmasına hep vurgu yapmıştır. Ona göre insanların “Çalap
Tanrı’yı kendilerinden, kendilerini de Çalap Tanrı’dan bildiklerini” söyleyen
muhiplerin, ârif ve âşıkların, kısaca kâmil velilerin yolunda olması gerekir. Bunun için
insan, her şeyden önce içini tertemiz kılıp, dış görünüşe önem vermemeli; tevazu
sahibi olmalı, yetmiş iki milleti ayıplamamalı, bütün yaratılmışları Yaratan’dan ötürü
sevmesini bilmeli, onlara karşı hoşgörülü ve emin olmalı, daima münacat aşk ve şevkle
Allah ile biliş buluş içinde bulunmalıdır.124
Hacı Bektâş-ı Velî’ye göre, kâmil insan, her şeyden önce iç dünyası,
kirlerden arınmış insandır. O, mükemmel insan olma yolunda dış görünüşe hiçbir değer
vermeyendir. Türk tasavvuf düşüncesinin bu anlayışı, Horasan diyarındaki Melâmet
ocağının ürünü olarak kendisini gösterir. Melâmet anlayışı ki, Hacı Bektaş’ın
kişiliğinin dinsel yönünü oluşturur. Melamet anlayışı, Türklerin mert, sevecen fakat
göründüğü gibi olmayı esas alan karakterleriyle de uyuşmuş ve bu kaynaşma hem Hacı
Bektaş’ta hem de Yunus’ta zirveye ulaşmıştır. Ona göre din, iman ve insanlığın özü, iç
ve dışın aynı olmasıdır.125 Öztürk ise Hacı Bektâş-ı Velî’nin kişiliğini ve insana bakışını
farklı bir şekilde değerlendirir. Ona göre, Hacı Bektaş doğup yetiştiği topraklardaki
121Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.5. 122Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.31. 123 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.14-15. 124Fığlalı, Türkiye’de Alevilik Bektaşîlik, s.177. 125 Bayram Ali, Çetinkaya, “Hacı Bektaş-ı Velî’nin Hayatı ve Eserleri” CÜİFD , sy.3 1999, s.355.
29
çeşitli milletler ve Arap mirasının karışımı ile Anadolu’daki Grek ve Bizans karışımını
İslam kültürüyle kaynaştıran bir kişilik yapısına sahiptir. O, insana ve insanlığa
bakışında bütün dar ve peşin fikirlerin üstüne çıkmış, bütün insanları sevmeyi,
başkalarını ayıplamamayı insan olmanın koşulu olarak kabul etmiştir.126
Hacı Bektâş-ı Velî’nin insan anlayışını tamamladıktan sonra şimdi de insan
sevgisini ele almak istiyorum. Hoca Ahmet Yesevi ile birlikte anılan Horasan
Okulu’nda yetişen ve Ahmet Yesevi’nin Anadolu’ya attığı sevgi fidanını,
Sulucakarahöyük’te yeşerten Hacı Bektaş, sevgi ile oturup sevgi ile kalkmış bir velidir.
Eserlerinin pek çok yerinde sevginin mekanı olan kalp hakkında bilgi veren Hacı
Bektaş’a göre, kişiyi aşktan sevgiden alıkoyan yegane engel dünya sevgisidir. Kalbini
dünya sevgisi ile dolduranlar devamlı onu elde etmek için mücadele ederler. Hacı
Bektâş-ı Velî’ye göre dünyaperestler hiçbir zaman ondan ayrılmazlar.127 Fakat dünyayı
tam manasıyla elde etmek de mümkün değildir. O, dünya hakkında şunları söyler:
Dünyayı zahmetle elde ederler ve hasetle muhafaza ederler, hasretle de ellerinden
çıkarırlar.128 Ona göre dünya Müslümanların birbirleriyle mücadele etmelerine
değmeyecek kadar değersizdir. Değerli olan bir şey varsa o da, Allah ve Allah’ın
yarattıklarına sevgi duymaktır. Kalpte duyulan Allah ve insan sevgisi davranışlara da
sabır, tahammül, hoşgörü ve fedakarlık olarak yansır.
Hacı Bektâş-ı Velî’de insan sevgisi en yüksek noktaya ulaşmış olup, bu sevgi
yumağı etrafında toplanan insanlar gönül erliğine ulaşmanın hazzını yaşarlar. İnsanlığın
ancak XX.yüzyılda, üstelik de çoğu kez politik amaçlarla kullandığı insan sevgisi ve
insan haklarını, Mevlana, Yunus Emre ve Hacı Bektâş-ı Velî gibi insanlar, en buhranlı
bir dönemde bile en içten duygularla dile getirmişlerdir. O, dini kurallara bağlı kalma,
manevi güce dayanma ve Ehlibeyt sevgisiyle yetişme gibi hasletleri, engin zekası ve
sarsılmaz inancıyla, kitlelere aşılamış ve günümüzde de aşılamaya devam etmektedir.
O, bir yandan “Oturduğun yeri pak et, kazandığın lokmayı hak et”129 diyerek,
temizlik, dürüstlük, çalışmak ve helal kazanç konusunda tavsiyelerde bulunur, diğer
yandan yıkıcılığa, zulme, sömürüye ve tembelliğe karşı da tavır koyarak toplumsal
126 Bkz. Öztürk, Tarih Boyunca Bektaşîlik, s.118. 127 Baki, Öz, Hacı Bektaş-ı Veli Kitabu’l Fevaid, İstanbul 1996, s.15. 128 Öz, Hacı Bektaş-ı Veli Kitabu’l Fevaid, s.56. 129 Erdoğan, Alevi Bektaşî Gerçeği, s.35.
30
barışın devamını sağlamaya çalışır.
Hacı Bektâş-ı Veli;
“Ayağa kalkarsan hizmet amacıyla kalk,
Eğer konuşacaksan, hikmet ile konuş
Ve oturacağın zaman, saygı ile otur.”130
sözleri ile toplumda birlik ve dirliğin sağlanması, gönüllere sevgi yumağının dolması,
insanların kardeş olarak yaşaması gibi hususları şu sözleri ile dile getirir: “Gelin
canlar bir olalım”, “Bir olalım diri olalım, iri olalım.”131 Bu şekilde gönüllere taht
kuran Hacı Bektâş-ı Veli, birleştirici, yapıcı, hoşgörü sahibi, sevgi dolu bir gönül eri,
büyük bir mutasavvıftır. Hacı Bektâş-ı Velî’nin insan anlayışı konusunda derin anlamı
bulunan sözlerden bazıları şunlardır:
“Karşısındaki insanın iyi olmasını isteyen önce kendisi iyi olmalıdır.”132
“Ayağa kalkarsan, hizmet için kalk!”133
“Biz dile ve söze bakmayız, içe ve hâle bakarız.”134
“Gönül Kâbe’sini üstün tutmak gerekir.”135
“Düşmanınızın dahi insan olduğunu unutmayınız.”136
“Okunacak en büyük kitap insandır.” 137
“İncinsen de incitme!”138
130 Erdoğan, a.g.e., s.35. 131 Erdoğan, a.g.e., s.36. 132 Ali, Sümer, Hacı Bektâş-ı Veli’nin Söyleyişleri, Ankara 1974, s.5. 133 Sümer, a.g.e, s.5. 134 Erdoğan, a.g.e, s. 37. 135 Erdoğan, a.g.e, s.38. 136 Sümer, a.g.e., s.5. 137 Erdoğan, a.g.e, s.39. 138 Erdoğan, a.g.e, s. 40.
31
2. HACI BEKTÂŞ-I VELİ’NİN DİN GÖRÜŞÜ
Hacı Bektâş-ı Veli, diğer dinlere karşı da hoşgörülü idi. Hiçbir insanı ve
toplumu dininden, düşüncesinden dolayı dışlamamıştır. Bütün insanlığa karşı hoşgörülü
olmuştur. Her türlü görüş ve düşüncedeki insana hitap ederek kendi şemsiyesi altında
yer bulacaklarını söylemiştir. Onun bu çağrısı, ulusçuluğu aşan evrensel bir çağrıdır.
O, “Bütün tavladan boşanan, bizim tavlamızda eğlensin”139 sözünü söyleyerek, dünya
kardeşliğini kurma sürecini başlatmıştır.
Hacı Bektaş, aynı dinin mensuplarının birbirlerine karşı hoşgörülü olmakla
yetinmeyip, farklı dinden insanların da kardeşçe bir arada yaşamasının örneklerini
sunmuştur. Yani diğer dinlere karşı tutucu, bağnaz bir düşünce gütmemiştir. O,
Kayseri’den Ürgüp’e gelirken yolda “Semoson” denen bir Hristiyan köyüne uğrar.
Hristiyanlar çavdar ekmeği pişirmişlerdi. Bir kadın bu ekmekten ikram eder ve burada
buğday bitmediğini söyler ve bundan dolayı kendisini ayıplamamasını ister. O, bu sözü
duyunca : “Bereketli olsun, çavdar ekin buğday biçin, küçük hamur yapın büyük olsun”
der ve onun bu duası kabul olur. O köydeki Hristiyanlar, onu ziyaret edip adaklar
getirirler.140
Hacı Bektâş-ı Velî’nin insanlık görüşü, onun din anlayışını da ortaya koyar.
Hacı Bektâş-ı Velî öğretisi evrensel bir yaklaşımla, dünya insanının kardeşliğini, dünya
uluslarının dostluğunu savunur: O, insanlığa olan sevgisini “yetmiş iki milleti
ayıplamamak”, “yetmiş iki millet birdir bize”, “dünya içinde yaratılmış nesneler eşittir” 141sözleriyle dile getirir. Hacı Bektaş-ı Veli’nin Hristiyanlarla sıkı ilişki içinde olması ve
onların dinine karşı hoşgörülü davranması, onların ihtidasına zemin hazırlamıştır.142
139 Sümer, a.g.e., s.6. 140 Gölpınarlı, a.g.e., s.23. 141 Çiğdem, Aktaş, “Toplumsal Açıdan Erenlerin Ser Çeşmesi ,Hacı Bektaş-ı Velî” , Hacı Bektaş-ı Velî Araştırma Dergisi, sy.14 2000,s.216. 142 Ocak, “Hacı Bektaş-ı Velî”, DİA, XIV/456.
32
3. HACI BEKTÂŞ-I VELİ’NİN TASAVVUFÎ GÖRÜŞÜ
Tasavvuf, Allah’ın rızasını kazanmak ve ebedi saadete ermek için nefsi
temizlemek demektir. Bunu yaparken hareket noktası, İslâm’ın ana kaynakları olan,
Kur’ân ve sünnettir. Tasavvuf, Allah’a tam teslimiyettir, kalp temizliğidir.143 Tasavvuf,
Kur’ân-ı Kerim’i, Hz. Rasulullah gibi yaşamaya çalışmak demektir.144 Tasavvuf
kelimesinin hangi kökten geldiği konusu ihtilaflıdır. Tasavvufun kökeni hakkında
değişik görüşler mevcuttur. Tasavvufun Mahir İz’in kitabında145 “Ashab-ı Suffa” dan
146 (Mescidi Nebevi’nin sofasında oturan ve orada ibadet ve riyazatla uğraşan sahabiler)
türediğini söyleyenler olduğu gibi, bazı görüşler de; “Saffı Evvel” den147 türediğini dile
getirmişlerdi. (Namazda ön safta bulunanlar) Kimileri de “Safavi”148 kelimesinden
türediğini söylemişlerdir. Bazıları da Yunanca “hikmet” manasına gelen “sofos” veya
“sofia”149 kelimesinden türediğini iddia etmiştir. Kimileri de; Arapça, “yün” anlamına
gelen “suf”150 kelimesinden türetildiğini iddia etmiştir. Bu görüş daha çok taraftar
bulmuştur. Tasavvuf, mutasavvıfların zühtün ve dünyayı terk etmenin bir işareti olarak
giydikleri yün elbiseden gelmektedir.151 Tasavvuf kelimesi hicri ikinci asırdan itibaren
kullanılmaya başlanmıştır. Tasavvuf, İslam’ın rûhî hayatı ve İslam Peygamber’inin
şahsında temsil ettiği manevi otoritenin müesseseleşmiş ve yaygınlaşarak günümüze
kadar gelmiş şeklidir.152
Hacı Bektâş-ı Velî Horasan ilinden almış olduğu icâzetle, Anadolu’ya gelmiş,
hizmet ve kerametleriyle Anadolu’yu aydınlatmıştır. Etrafına topladığı insanlara
tasavvufun inceliklerini anlatmış, insan-ı kâmil olmanın, Hakk’a ulaşmanın, hakikate
kavuşmanın yollarını talebelerine öğretmiştir. Sahip olduğu marifet bilgisini müritlerine
anlatarak onlara Allah’ı sevdirmiştir. Hacı Bektâş-ı Veli “incinsen de incitme”
metodunu kullanarak insanların kalplerini kazanmıştır.153
143 H.Kamil, Yılmaz, Ana Hatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, İstanbul 2000, s.28. 144 Ethem, Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Ankara 1997, s.345 145 Mahir, İz, Tasavvuf , Haz. M.Ertuğrul Düzdağ, İstanbul 2000, s.33-38. 146 Kuşeyrî, Risâle-i Kuşeyrî, Mısır 1949, s183. 147 Zeki Mübarek, et-Tasavvufu’l İslâm, Mısır 1956, s.66. 148 Sühreverdî, Avârifu’l Meârif I, Mısır 1940, s.337. 149 Şemsettin Sami, Kâmûs-i Türkî, Tasavvuf Mad. İstanbul 1960. 150 İbn Haldun, Mukaddime II, İstanbul 1918, s.85. 151 Seyfullah, Sevim, “Suf” İA. X/455, İstanbul 1971, Y.Nuri Öztürk, Kur’ân-ı Kerim ve Sünnet’e göre Tasavvuf, İstanbul 1979, s.3-7 152 H.Kamil, Yılmaz, a.g.e., s.17. 153 Osman,Eğri, Bektaşîlikte Tasavvufi Eğitim, İstanbul 2001, s.12.
33
Hacı Bektâş-ı Velî, yaşadığı dönemin “Ârif-i Billah” şeyhlerinden olup
keramet sahibi velilerinden biridir.154 Eserlerine bakıldığında dini ibadetlerine düşkün,
namazını kılan, keramet ehli marifet sahibi bir şeyh olduğu görülür.155 Ömrü boyunca
nefsiyle mücadele etmiş, insanların kusurlarını görmezden gelen mütevâzı bir
Türkmen şeyhidir. Bazen şekle takılıp birilerine ders vermek gerekiyorsa, pos bıyıklı,
uzun tırnaklı bir görünümde karşımıza çıkar.156 Tasavvuf zümreleri arasında az da olsa
görülen rekabet, Anadolu’da bulunan şeyhlerle onun arasında da vuku bulmuştur.
Anadolu’daki bazı şeyhlerin kendisine karşı takındıkları olumsuz tavrı, müsamaha ve
hoşgörülü davranışlarıyla geçiştirmiştir. Kendini küçümseyenlere barış ve alçak
gönüllülüğün sembolü olan güvercin masumiyetiyle yaklaşarak gönül dünyalarını
yumuşatmıştır. Hayatını Anadolu’da barış ve hoşgörünün hakim olmasına adamıştır.157
Hacı Bektâş-ı Velî, insanları tasavvufun engin sevgi ve iman aşkıyla
yoğurmuştur. Elindeki çapasıyla dağ başlarında yer açıp yerleşen, bağ ve bahçe
yetiştiren; dolayısıyla göçebe ruhunu medenileştiren, onlardan imanlı, şuurlu, kendini
bilen bir insan tipi, yani insan-ı kâmil yetiştirmeye çalışan bir mürşittir.158
Hacı Bektâş-ı Velî’ye göre tasavvuf, Allah’tan başka her şeyden
uzaklaşmaktır. Kafandaki her türlü düşünceyi bir kenara bırakmak, elindeki malı ihtiyaç
sahiplerine vermektir. Gerçek derviş, hiç kimsenin kendisini incitmesinden incinmez.
Er odur ki, kırılmaya layık olanı da kırıp gücendirmez. Dervişlik, aç gözlülüğü, mal ve
para biriktirmeyi bırakmaktır. İnsanın süsü ve güzelliği sözlerinin doğruluğunda ve
iyiliğindedir. Olgunluğu ise işinin dürüstlüğündedir.159
Hacı Bektâş-ı Velî’nin tasavvufi düşüncesinde dört sayısının ayrı bir önemi
vardır. Bir müridin takip edeceği tasavvuf makam ve hallerini, “dört kapı kırk makam”
olarak açıklar. Bunda geleneksel kültürlerde yer alan sayıların anlamlarının da bir rolü
154 M.Necmettin, Bardakçı, “ Bir Tasavvuf Mektebi Olarak Bektaşîlik”, Uluslar Arası Bektaşîlik ve Alevilik Sempozyumu I, (28-30 Ekim) Isparta 2005, s.53. 155 Gölpınarlı, Velâyetnâme, s.4. 156 Gölpınarlı, ,a.g.e., s.57. 157 Hacı Bektaş güvercin kılığında Anadolu’ya gelmiştir. Anadolu erenleri onun gelişinden rahatsız olmuş ve Hacı Bektaş’ı Anadolu’dan çıkarmak üzere Hacı Doğrul’u, doğan şeklinde göndermişler, bunu gören Hacı Bektaş, tekrar insan kılığına dönerek, Hacı Doğrul’u perişan edip, Anadolu erenlerine velâyet gücünü göstermiştir. Bkz. A. Gölpınarlı, Velâyetnâme, s. 18-19. 158 Fığlalı, Türkiye’de Alevilik Bektaşîlik, s.149. 159 Önder, Göçgün, “Hacı Bektaş-ı Velî ve İnsan İmajı”, I. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş-ı Velî Sempozyumu, (22-24 Ekim 1998) Ankara 1999, s.152.
34
bulunmaktadır. Zira dört sayısı, maddi düzenin sayısı ve ideal bir sayı olarak kabul
edilir. Dört ile kırk arasında bir ilişki kurulur. İslam geleneğinde de dört sayısının
önemli bir yeri vardır. Allah tarafından indirilen kutsal kitaplar (Tevrat, Zebur, İncil, ve
Kur’ân-ı Kerim) dört tane, Azrail, İsrafil, Mikail ve Cebrail dört büyük meleği, Hz.
Osman, Hz.Ebubekir, Hz.Ömer ve Hz. Ali dört halifeyi, Ceberut, Melekût, Nâsût ve
Lâhut dört âlemi teşkil eder. Tasavvufi düşünce de ise Allah’a ulaşmak için geçilmesi
gereken, dört kapı vardır: Şeriat, tarikat, marifet ve hakikat.160
Şeriata bağlılığı mükemmel olmayan kimseye Tarikat, Marifet ve Hakikat
mertebeleri de kapalı kalır. Bu mertebeleri usulüne uygun olarak tamamlayan kimse
sonradan Şeriata bağlılığını bozarsa, Tarikat, Marifet ve Hakikati de bozmuş olur.161
Bu dört mertebe kırk tane makam ihtiva eder. İnsan Allah’ü Teala’ya ancak bu
makamları geçerek ulaşır. Bunlardan on tanesi Şeriat’ta, on tanesi Tarikat’ta, on tanesi
Marifet’te, on tanesi de Hakikat’tadır. Hacı Bektâş-ı Velî’ye göre “Şeriat” makamları
şunlardır:
1.İman esaslarına inanmaktır.
“İman ; Allah’a, onun meleklerine, kitaplarına, elçisi Peygamber’ine, son
güne, kadere, iyi ve kötü kaderin her ikisinin de Allah tarafından olduğuna
inanmaktır.”162
2.İlim Öğrenmektir.
Şeriatın ikinci makamı ilimdir, yani bilmektir. Çünkü bilmeden yapılan dini
işler sapıklık olur, buna karşılık fiile tatbik edilmeyen kuru bilgi de vebal ve
mesuliyetten ibaret olur.
3. İslam Esaslarını Yapmak.
Bu kurala; namaz kılmak, oruç tutmak, zekat vermek, hacca gitmek, gazâ
yapmak ve cünüplükten temizlenmek girer.
4. Helal kazanmak ve faizi haram kabul etmektir.
5. Nikahlı yaşamaktır.
6. Kadın, hayız ve loğusa iken birleşmeyi haram kabul etmek demektir.
160 Bardakçı, a.g.m. s.55. 161 Sezgin, Hacı Bektaş-ı Velî ve Bektaşîlik, s.84. 162 Sezgin, Hacı Bektaş-ı Velî ve Bektaşîlik, s.85.
35
7. Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat içinde olmaktır.
8. Şefkatli olmaktır.
9. Temiz yemek ve temiz giyinmektir.
10. İyiliği emredip kötülükten sakındırmaktır. (Emr-i bi’l mâ’ruf, nehy-i an’il
münker)163
Hacı Bektâş-ı Velî’ye göre “Tarikat” makamları şunlardır:
1. Pirden el alıp tövbe etmektir.
Hacı Bektâş-ı Velî’nin istediği tövbe, tam pişmanlık tövbesidir. Bunun için
Hacı Bektaş şöyle demektedir: “Öyle tövbe etmek gerek ki, onda tereddüt ve şüphe
olmasın, yine tövbeyi öyle yapmak gerek ki, fayda getirsin, çünkü tövbe etmek
pişmanlıktır. Pişmanlığın esası budur ki, yetmiş yıllık günah, bir özre değişilir.”164
Burada Hacı Bektaş, tarikata girmenin basit bir alan olmadığını, geçmişte yapılmış
olduğu hatalara dönülmemesi için irade sahibi olunması gerektiğini belirtmiştir.
2. Mürid olmaktır.
Hacı Bektâş-ı Velî’ye göre tarikat makamlarının ikincisi mürid olmaktır. O,
müridi üç kısma ayırır: Birincisi mutlak müriddir. Böyle bir mürid, şeyhine tam bir
teslimiyet içinde olduğunu belirtir. İkincisi, mecâzî müriddir. Bu mürid zahirde şeyhine
tam bir teslimiyet içinde olduğunu; ancak içinden kendi isteklerine uyduğunu
belirtmektedir. Üçüncüsü mürted müriddir. Bu mürid, şeyhinin bir halini görünce yüz
çeviren mürid. Yani şeyhinden değişik bir hal gördüğü zaman onu, ilmi az olduğundan,
nefsinin arzusuna uyup terk ediveren kişidir.165
3. Tıraş olmaktır. Saçları kestirip elbiseyi değiştirmektir.
Kâbe’yi tavaftan önce yapılan işleri, tarikat makamlarındaki kişilerin de
yapmaları gerekir. Bunun anlamı, temiz ve düzenli olarak kulun kendini, Allah’ın
huzuruna kendisini hazırlaması demektir.166
163 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.11-12, Hasan Yavuzer, “Hacı Bektaş-ı Velî’nin Kişiliği ve Türk Tasavvuf
Hayatındaki Yeri”, Hacı Bektaş-ı Velî Araştırma Dergisi , Kasım 1997 Ankara, s.82. 164 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.13. Osman Eğri, Bektaşîlikte Tasavvufi Eğitim, s.17. 165 Sezgin, a.g.e., s.91. 166 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e.,s.15, Mehmet Aydın, a.g.m. s.545 cilt. 8 sy.23.
36
4. Nefis mücadelesi yapmak.
Mutasavvıflar, Hz. Peygamber’in; “Nefsini bilen Rabbi’ni bilir”167 hadisinden
yola çıkarak, nefis kavramı üzerinde durmuşlardır. K.Kerim’deki “Şüphesiz nefis
kötülüğü emreder.”168 âyetinden hareketle, nefislerini eğitmişler ve kötülüğü emretmez
hale getirmenin çarelerini aramışlardır.169 Hacı Bektâş-ı Velî de nefis kavramı ve nefsin
basamakları üzerinde durmuştur. “Kim Rabbi’ni Rububiyetle bildi ise, ancak o nefsini
ubudiyetle bildi. Kim nefsini fakr ile bildi ise, ancak o Rabbi’ni vefa ile bildi. Kim
nefsini kusur ile bildi ise ancak o, Rabbi’ni bekâ (sonsuzluk) ile bildi”.170 Burada Hacı
Bektâş-ı Velî, nefsinin kusurlu, aciz ve fakir olduğunu anlayan insanın, Allah’ın
mükemmelliğini, kudret ve bağışlayıcılığını daha iyi anlayacağını izah etmektedir.
Hacı Bektâş-ı Velî’de, nefsi bilmede ilme’l yakîn, ayne’l yakîn ve hakka’l
yakîn dereceleri vardır. Alimler ilmel yakîn, arifler aynel yakîn, muhipler de hakka’l
yakîn ile nefislerini ve Rablerini bilirler.171 Hayvani sıfatlardan kurtulmanın yolu nefsi
terbiye etmek ve nefsi bilmekten geçer.
5. Hizmet etmek.
Bu makamda şuna işaret edilmektedir: Nefis mücadelesini yapan kişilerin
kendilerini hizmete adamaları gerekir. Bunun için Hacı Bektâş-ı Velî “Hizmet eden
kimse hizmet görür”172 kaidesine bağlı kalmayı tavsiye eder.
6. Havf (Korku).
Burada Hacı Bektâş-ı Velî çok ince ve hassas bir konuya temas etmektedir.
Şöyle ki, müridin, yaptığı ibadetlere ve zikirlere güvenmemesi gerektiği, Allah’tan
167 İsmail.b.Muhammed Aclûnî, Keşfu’l Hafâ II, S. 262. Muhyiddin-i Nevevi, Riyazü’s Salihin ve Tercemesi, c.1, Ankara 1995, s.414. 168 Yusuf 12/53. 169 Osman, Eğri, Bektaşîlikte Tasavvufi Eğitim, s.30. 170 Baki, Öz, Hacı Bektaş-ı Velî Kitabu’l Fevaid, s.61-62, Osman Eğri, Bektaşîlikte Tasavvufi Eğitim, s.31. 171 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s. 31, Baki Öz, a.g.e., s.30. 172 Kutluay, Erdoğan, Alevi-Bektaşî Gerçeği, İstanbul 2000, s.22.
37
daima korkması icap ettiği ve hiçbir zaman kendini manevi yönden güven içinde
hissetmemesi gerektiğini belirtmektedir.
7. Recâ (Ümit).
Altıncı makamdaki korku ile yedinci makamdaki ümit birbirini
tamamlamaktadır. Bu hal Müslümanların hali olmalıdır. Yani müminlerin bir yandan
Allah’tan korkmaları, bir yandan da Allah’tan ümit kesmemeleri gerekmektedir. Hacı
Bektâş-ı Velî müridin de böyle olması gerektiğine işaret etmektedir.173
8. Hırka, zenbil, makas, seccade, tesbih, iğne ve âsâdır.
Bunlar, müridin sahip olması gereken şeylerdir. Bunlar bir yandan müridin,
dünyadan uzak kalması, sahip olduklarıyla yetinmesi anlamına gelirken, diğer yandan
da, müridin kendi işini kendisinin yapması gerektiği anlayışını ifade etmektedir.174
9. Makam sahibi, cemiyet sahibi, nasihat sahibi ve muhabbet sahibi olmaktır.
Hacı Bektâş-ı Velî, müridin doğruluk ve ibret üzere olması gerektiğini
vurgulamaktadır.
10. Aşk, şevk, safâ ve fakirliktir.175
Hacı Bektâş-ı Velî bu son makamı, cân makamı olarak nitelendirir. Bir cânın
bu makamda aşk ve şevkle hareket etmesine, vecde gelip kendinden geçmesine, fenâya
ermesine şaşmamalıdır.176
Hacı Bektâş-ı Velî’ye göre “Marifet” makamları şunlardır:
1. Edebdir.
Hacı Bektaş’a göre, en büyük makamlara ulaşanlar edeble ulaşmışlardır.
Mahrum kalanlar da saygı ve edebi terk ettikleri için, mahrum kalmışlardır. Bundan
dolayı bütün tarikatlarda edebe büyük bir önem verilmiştir. Çünkü her şey edebin
sonucunda elde edilir.
2. Korkudur.
173 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.15. 174 Mehmet Aydın, “Hacı Bektaş-ı Velî’de Dini Boyut”, Erdem Dergisi ,Türklerde Hoşgörü Özel Sayısı II. Cilt 8 sy.23, s.546. 175Hacı Bektâş-ı Veli Makâlât,s.13-16, Mehmet Aydın, “Hacı Bektaş-ı Velî’de Dini Boyut” , Erdem Dergisi, Türklerde Hoşgörü Özel Sayısı II. Cilt 8 sy.23, s.544-545. 176 Hacı Bektâş-ı Veli,a.g.e., s.16.
38
Marifetin ikinci basamağı korkmaktır. Allah’tan yeterince korkanlara Allah,
iki cennet hazırlamıştır. Bundan dolayı Hacı Bektaş şu âyeti zikretmektedir: “Rabbinin
makamından korkanlara iki cennet vardır.”177
3. Perhiz etmektir, riyazettir.
Burada nefis terbiyesi, açlık ve kanaatkârlıktır. Karınlarını tıka basa
doyuranlar, gaflete daha yakın olan insanlardır. Bunun için bütün tarikatlarda az yemek,
az uyumak ve az konuşmak prensip haline gelmiştir.
4. Sabır ve kanattır.
Hacı Bektâş-ı Velî bu yolun yolcularına sabır ve kanaati tavsiye etmektedir.
Sabır, seyr ü sülûktaki imtihanların başarı anahtarıdır. Bütün mutasavvıflar sabır ve
kanaati tavsiye etmişlerdir. Kanaat, insanın elindeki ile yetinmesi durumudur. Nefsin
başka şeylere meyletmemesi, başkasının elindekine tamah etmemesidir. Hacı Bektaş’a
göre kendini bu noktaya getiren kimse marifet yolunda belli bir dereceye ulaşmış
kişidir.
5. Utanmak ve hayâ sahibi olmaktır.
Marifet makamlarından birisi de utanmaktır. Peygamberimiz de hayânın
imandan olduğunu belirtmektedir.178 Hacı Bektâş-ı Velî de “Edep urbasını sırtınızdan
ölünceye kadar çıkarmayınız”179 demiştir.
6. Cömertliktir.
Marifet yolunda cimriliğe yer olmaz. Cimrilik avamın işidir. Bütün
tarikatlarda Allah’ın verdiği nimeti, başkaları ile paylaşmak Allah’a teslimiyetin bir
ifadesidir. Cömertlikte Allah’ın güven duygusu yatmaktadır.
7. İlimdir.
Bu konuda Hacı Bektâş-ı Velî Peygamber’imizin şu hadisini zikretmektedir:
“Dünyanın durması dört şey üzerinde ve onlar sayesindedir. Alimlerin ilmi,
hükümdarların adaleti, cömertlerin el açıklığı ve yoksulların duaları”180 Burada o,
toplumun temel direklerini bize gösteriyor. Çünkü ilmin olmadığı yerde cehalet,
177 Rahman 55 /46. 178 Buhari, İman, 16, Müslim, İman, 57-59. 179 Haydar, Teberoğlu “Hacı Bektaş-ı Velî Düşüncesi” , I.Türk Kültürü ve Hacı Bektaş-ı Velî Sempozyumu ,Ankara 1999, s.141. 180 Sahihi Buhari Muhtasar, Tecrid-i Sarih Tercemesi, İstanbul 2004 c. 1, s.62.
39
adaletin olmadığı yerde azgınlık kendini gösterir. Bundan dolayı Hünkâr, “İlimden
gidilmeyen yolun sonu karanlıktır”181 demektedir.
8. Miskinliktir.
Hacı Bektâş’ın burada kastettiği şey, Allah’tan müstağni olarak yaşamamak
halidir. İnsan her zaman Allah’a karşı muhtaç olduğu duygusu ile yaşamalıdır. Nefsinin
nankörlüğüne kendini kaptırmamalıdır. İnsan kalbini yumuşatmalı, inceltmeli ve tevazu
içinde yaşamalıdır.
9. Marifettir.
Kalbi ve gönlü hoşnut kılmaktır. Çünkü kalp Allah’ın arşıdır. Bunun için
sûfîlikte gönül yıkmak çok büyük bir günahtır. Hacı Bektaş da mü’minin kalbine dikkat
çekmekte ve gönül kırmamaya davet etmektedir. Hacı Bektaş’ın şu mısralarında bu
konuyla ilgili düşüncesi oldukça açıktır:
Sakin ol! kimsenin kalbini yıkma
Gerçek erenlerin izinden çıkma182
10. Kendini bilmektir.183
Son makamda insanın kendisini bilip tanımasıdır. Kendini bilen insan Rabbini
de bilir.
Hacı Bektâş-ı Velî’ye göre “Hakikat” makamları şunlardır.
1. Toprak gibi tevazu sahibi olmaktır.
Hacı Bektaş, İnsanın tevazu sahibi olmasını istemiştir. Bunu açıklamak için
Hacı Bektaş şöyle demektedir: “Bir kişinin incitmesinden incinmemesi, aksine kendine
rastlayan her şeyi Allah’tan bilmesi, başına gelen musibetlerin tümüne rıza göstermesi,
iradesini Allah’a terk ve havale etmesi ve istemeyi sadece Allah’a ait bilmesidir”.184
2. Yetmiş iki milleti bir görüp onları ayıplamamaktır.
Bu makamdaki bir kimsenin, bütün kainata tek bir gözle bakmasının
gerektiğini dile getirmektedir. O, herkesi Allah yarattığı için sevmek gerektiğini
belirtmiştir.
181Osman, Eğri, Bektaşîlikte Tasavvufi Eğitim, s.37. 182 Teberoğlu, a.g.m., Ankara 1999,s.142. 183 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.17, Ali Dinçal, Alevilik Bektaşîlik ve Notaları ile Semah, Ankara 1997, s.91-92. 184 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.120.
40
3. Elinden gelen iyilikleri esirgememektir.
Bu, kişinin Allah’ın kendisine vermiş olduğu nimetleri gönül hoşnutluğu ve
Allah rızası için başkasına vermesidir. Allah’ın kendisine ikram eylemiş olduğu
yemeklerden, giyimlerden vermeyi sakınmamak, aksine Allah’ın rızasını kazanma
isteğiyle, O’nun yolunda bol bol vermektir. Bu konuda Hünkâr, Kur’ân-ı Kerim
âyetlerini zikretmektedir. “Mallarını Allah yolunda harcayanlar her birinde yüzer tane
tohum mevcut olan yedi başak bitiren bir tohum tanesi gibidirler”.185
4. Kulun ölmeden önce nefsini öldürmesi.
Bu, kişinin bütün arzularından arınması ve sadece Allah’a teslim olması
demektir. Bütün sûfî ekollerin üzerinde durduğu gibi; Hacı Bektâş-ı Velî de bu noktaya
önem vermektedir. Çünkü bu bir mana da Allah’tan başka her şeyden soyutlanmak
anlamına gelmektedir. Hacı Bektâş-ı Velî bu konuyu Kur’ân-ı Kerim’den âyetlerle
açıklamaktadır. “Sizin yanınızdakiler tükenir, fakat Allah’ın yanındakiler daimî ve
bâkidir.”186
5. Kişinin yaratıklardan hiçbirine zarar vermemesi ve onların kendisinden cefa
görmemeleridir.
Burada Bektaş, iyi bir Müslüman’ın temel özelliklerinden bahsetmektedir.
Çünkü Peygamber’imiz bir hadislerinde, “Müslüman, diğer Müslümanların kendisinin
elinden ve dilinden zarar görmedikleri kimsedir.” buyurmuştur.187
6. Sohbette hakikat sırlarını söylemektir.
Kişinin, sohbet esnasında gerçekleri söylemesi ve söylediklerine gönülden
tam olarak uymasıdır. Yani müridin, şeyhini can kulağıyla dinlemesi ve duyduklarını
yerine getirmesi gerekir.
7. Seyr ü Sülûktur.
İyi ve olgun kulların girdiği yola girmektir. Yani seyr ü sülûka girmeleri
gerekmektedir. Hacı Bektâş-ı Velî burada şu âyet-i kerimeyi delil gösterir: “Gerek
âfâkta, gerek kendi nefislerinde âyetlerimizi yakında onlara göstereceğiz”.188 Burada
185 Bakara 2/261. 186 Sezgin, a.g.e., s.94. 187 Sahîh-i Buhârî I, çev. Abdullah Fevzi Kocaer, Konya, 2004, s.28. 188 Fussilet 41/53.
41
Hacı Bektâş-ı Velî insanın seyr ü sülûk yoluna girdiği zaman, neticede Allah’ın kendi
nefsindeki işaretlerini anlayacak bir duruma geleceğine işaret etmektedir.
8. Kendinden sâdır olan kerametleri saklamak.
Kerâmet gösterecek duruma gelenlerin, kerâmetlerini gizlemeleridir. Kerâmeti
izhar etmek, açıklamak çok ayıptır. Çünkü bu, Allah’ın insanlara vermiş olduğu bir
nimetin ifşası anlamına gelmektedir. Bu durum halk nazarında da bilinince işin içine
riya ve şöhret karışarak kulun sâfiyeti bozulabilir. Bundan dolayı Hacı Bektaş,
kerameti göstermemeyi hakikatin makamları arasında saymıştır.
9. Münacattır.
Sabretmek, Tanrı’ya ulaşmak ve Tanrı’ya yakarmaktır. Hacı Bektâş-ı Velî bu
konuda Kur’ân-ı Kerim’den şu âyeti örnek olarak verir: “Ey inanan kimseler!
Sabrediniz, sabırda yardımlaşın, birbirlerinizle irtibatlı olun ve Allah’tan korkunuz ki
kurtulasınız”.189
10. Allah Teala’ya vuslattır.190
İlm-i Ledünnî’yi öğrenmektir. Yani iç gözüyle gözlemde bulunmak, Tanrısal
bilimi öğrenmektir.191 Allah Teala’nın şu sözü gereğince “Biz ona kendi tarafımızdan
ilim öğrettik.”192
Marifet ve Hakikat, Şeriat ve Tarikat makamlarından geçmesini bilenler,
eliyle, diliyle ve beliyle hata işleyemezler. Çünkü bu dört kapı, elin, dilin ve belin
terbiyesi içindir. Gönülde rahmânî ve şeytânî iki güç hükümranlık kurmak için
mücadele ederler. Allah sevgisinin gönle yerleşmesi için can bostanını marifet suyu ile
sulamak gerekir. .Marifeti bir ağaca benzeterek anlatan Hacı Bektâş-ı Velî, tevhidin,
marifet ağacının başı olduğunu ve arşın da bu ağacın üstünde bulunduğunu ifade eder.
Bu ağacın gövdesi iman, yaprakları İslam, dibi yakınlık, kökü tevekkül, budakları
kötülükten sakınmak, suyu havf ü recâ, meyvesi ilim, yeri de müminin gönlüdür.193
189 Âl-i İmran 3/200. 190 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.18-20, Sezgin, a.g.e., s.93-95. 191 Mehmet Aydın, “Hacı Bektaş-ı Velî’de Dini Boyut”, Erdem Dergisi ,Türklerde Hoşgörü Özel Sayısı II. Cilt 8 sy.23,s.549. 192 Kehf 18/65. 193 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.38.
42
Dikkatlice bakıldığı zaman, Hacı Bektâş-ı Velî’nin ele aldığı konuların
İslam’ın temel prensipleri ile tamamen örtüştüğü görülür. Bu da onun XIII. yüzyıl
Anadolu’sunda sûfîliğin bel kemiğini oluşturan ve Ahmet Yesevi’ye dayanan güçlü bir
tasavvufî anlayışın önemli bir temsilcisi olduğunu bize gösteriyor.
Hacı Bektâş-ı Velî’nin tasavvuf düşüncesini burada noktalıyor ve şimdi de
onun bir tarikat kurup kurmadığı konusunu incelemek istiyorum. Hacı Bektâş’ın bir
tarikat kurup kurmadığı, şeyhliği ve müritlerinin olup olmadığı gibi hususlar
günümüzde de tartışılmaktadır. Hacı Bektâş’ın, Bektaşî tarikatına kendi adını verdiği
için bu tarikatın kurucusu olduğunu düşünenler, bu konuda çeşitli tarikat zincirleri
vermektedirler.194 Söz konusu bu zincirlerin de bir değerinin olup olmadığı
tartışmalıdır. Aşıkpaşazâde’ye göre, bu silsilelerin bir önemi yoktur. Ona göre Hacı
Bektâş-ı Velî, Osmanlıların kuruluşundan önce Anadolu’ya gelip yerleşmiş meczup bir
derviştir ve hiçbir suretle tarikat kurmamıştır. Üstelik kişiliği böyle bir tarikat kurmaya
manidir.195
Köprülü’ye göre, Anadolu Türkleri arasında XIII. yüzyıldan başlayarak XIV-
XV hatta XVI. yüzyıllarda da devam eden dini kaynaşmalar arasında, çeşitli
mahiyetteki mezhep ve tarikatlar gibi Bektâşî tarikatı da –daha önce değilse bile
herhalde- XV. Yüzyılın başlarında layıkıyla teşekkül etmiş ve XIII. yüzyıldan beri tarihi
mahiyeti unutularak halk arasında menkıbeleri teşekkül etmiş olan Hacı Bektaş’ı Pîr
seçmiştir.196 Hacı Bektâş’ın tarikat kurup kurmadığı konusunda tarihi kaynaklara
bakıldığında durum çok da farklı değildir. Nitekim Hacı Bektaş’tan bahseden en eski
kaynak XIV. Yüzyılda Elvan Çelebi tarafından yazılan “Menâkıbu’l Kudsiyye fi
Menâsibu’l Ünsiyye” adlı eserdir. Fakat ne bu eserde ne de daha sonra yazılan diğer
eserlerde,197 onun bir tarikatın kurucusu olduğu veya herhangi bir tarikatla ilgisinin
bulunduğundan söz edilmemiştir. Üstelik Aşıkpaşazâde, tarikat kurmadığı üzerinde
ısrarla durmuştur.
194 Köprülü, İlk Mutasavvıflar, s.127. 195 Aşıkpaşazade, Osmanlı Tarihleri I, s.222. 196 Köprülü,a.g.e., s.127-128. 197 Bkz. Elvan Çelebi, Menâkıbu’l Kudsiyye fi Menâsibu’l Ünsiyye , Nefahatü’l Üns ( Abdurrahman Cami, trc. Lami Çelebi), Tevârih-i Âl-i Osman (Aşıkpaşazâde) ve Şekaiku’n Numaniyye (Taşköprülüzâde Ahmet, nşr. Ahmet Suphi Fırat)
43
Bu bilgiler ışığında, Hacı Bektâş’ın bir tarikat kurmadığı, ancak daha
sonraki dönemlerde isminin ve sevenlerinin şöhreti ve çokluğu sebebiyle kurulan bir
tarikatın onun ismine nispet edildiği söylenebilir.
4.HACI BEKTÂŞ-I VELİ’NİN HOŞGÖRÜ GÖRÜŞÜ
Hoşgörü “müsamaha-tahammül” anlamına gelir.198 Aslında Türkçeye
tolerans olarak girmiş. Latince “tolarare” kökünden türetilmiş bir sözcüktür.199 Kelime
anlamı olarak da “savundukları görüşleri ve açığa vurdukları duyguları, bizimle çelişen
kişileri sabırla karşılama ve tahammül etme” olarak tanımlanır. Hoşgörü, inançlara,
düşüncelere her çeşit manevî özgürlüğe saygı gösterme olgunluğudur.200
Anadolu’da hoşgörü tohumlarını yılmadan usanmadan eken Hacı Bektaş,
kimseyi kendinden küçük görmemeyi, iyi ahlâk, hoşgörü sahibi olmayı, bütün dünya
insanlarını birleştirici evrensel dostluk ve kardeşlik yaratma çabası göstermeyi, hiçbir
milleti ve dini ayıplamayıp onları hor görmemeyi öğütlemiştir. Hacı Bektâş-ı Velî’de
insanlığa karşı bir sevgi ve müsamaha vardır. O kendine düşmanlık besleyenlere bile
sevgi ve müsamaha ile bakmıştır. Hacı Bektâş-ı Velî sadece kendi dininden olan
insanlara karşı hoşgörülü değildi, diğer dinlerdeki insanlara karşı da hoşgörülüydü.201
“Gelin canlar bir olalım, diri olalım” diye birliğe çağıran Hacı Bektaş bu sözüyle de
hoşgörü anlayışını ortaya koymuştur. O, her fırsatta insanları birliğe, dirliğe, sabra ve
hoşgörüye davet etmiştir.
Menkabeye göre, XII. ve XIII. yüzyılın savaş ve kargaşa ortamında, barışın
ve mazlumun simgesi olan bir güvercin donuyla Anadolu’ya gelen202 Hacı Bektâş-ı
Velî, savaş yerine barışı; düşmanlık yerine dostluğu, kin yerine sevgi ve müsamahayı
temel ilke edinen bir dünya görüşüne sahipti. O, farklı dini ve etnik kökenlerden ve
farklı kültürlerden gelen insanları bir çatı altında toplayan, ceylanla aslanı203 zayıfı ve
güçlüyü, dost olarak kucaklayan bir mutasavvıftı. Hacı Bektâş-ı Velî’ye göre, dünyada
198Mehmet, Doğan, Büyük Türkçe Sözlük, I/385, İst 1996. 199 Tarama Sözlüğü, TDK. ,Ankara 1998 s.1005. 200 Güven,Aykan “Hacı Bektaş-ı Velî Nerede Doğdu ,Kimdir” Hacı Bektaş-ı Velî Dergisi ,sy.15 2000, s.220. 201 Aykan, a.g.m. s.229. 202 Gölpınarlı, a.g.e., s.18. 203 Gölpınarlı, a.g.e., s.86.
44
yaşanan kavga, dövüş ve savaşların altındaki en önemli sebebi, insanî değerlerin
yoksunluğu; bencillik, hoşgörüsüzlük, kibir, gurur ve haset gibi olumsuzlukların
varlığıdır. İnsanlara “ Her ne arar isen kendinde ara!”204diye seslenen Hacı Bektâş-ı
Velî “İncinsen de incitme!”205 sözleriyle hoşgörü anlayışını ortaya koymaktadır. Hacı
Bektâş-ı Velî bütün insanlığı sevgi barış ve kardeşliğe çağırmıştır.206
Hacı Bektâş-ı Velî’nin hoşgörüsü o kadar geniştir ki, onun bu tavrı sadece
insanları değil tüm canlıları da kapsar. Bu yüzden bugün onun yolunu izleyenler,
“Marulu seviyorsan, gübreyi de hoş görmeyi bilmelisin.” diyebilmelidirler.207
Hoşgörülü olmanın başlangıcı sevgi ve saygıdan geçer. Başkalarını sevip – sayabilmek,
onlarda kusur aramaya çalışmakla mümkün değildir. Çevremizde görebileceğimiz ufak
tefek kusurları da görmezlikten gelmek, onları büyütmemek daha büyük çaptaki
güzelliklerin oluşmasına imkan tanımamız açısından önemlidir. Bu nedenle Hacı
Bektaş, “Gördüğünü ört, görmediğini söyleme.” ve “Kimsenin ayıbını görmeyen cana,
aşk olsun.”208 der. Hacı Bektâş-ı Velî, Anadolu’da hoşgörüsü sayesinde insanların
gönlüne girmiştir. Onun hayatında hoşgörünün çok ciddî bir yeri olduğu görülmektedir.
Peygamber’imizin “Birbirinizi sevmedikçe gerçek mümin olamazsınız.”209 sözünü kabul
eden bu ünlü düşünür, yetmiş iki millete aynı gözle bakmış ve bütün insanlara karşı
hoşgörü ve sevgi ile yaklaşmıştır. Hacı Bektâş-ı Velî’ye atfedilen şu söz hoşgörüsünün
bir başka delilidir. “Her tavladan boşanan at, bizim tavlamızda eğleşir. Bizim
tavlamızdan boşanan at ise felah bulamaz.” 210Bu ifadeyle o, herkese kapılarının açık
olduğunu ve bunun için uygun ortamın bulunduğunu anlatmak istemiştir.
Hacı Bektâş-ı Velî’nin tövbe ehline karşı tutumu, hoşgörünün sembolü haline
gelmiş çağdaşı Mevlana’nın bile takdirini kazanmıştır. Çaldığı koyun postunu
koltuğunun altına alan bir genç, Hz. Mevlana’ya gelir. Hz. Pir, postun çalıntı ve gencin
de hırsız olduğunu gönül gözü ile derhal anlar ancak belli etmez. Genç:
204 Sümer, a.g.e. s.14. 205 Sümer, a.g.e., s. 12. 206 Eğri, Bektaşîlikte Tasavvufi Eğitim, s.132. 207 Belkıs, Temren, “Anadolu’ya Hoşgörü Tohumlarını Eken Hacı Bektaş-ı Velî” ,Erdem Dergisi,Türklerde Hoşgörü Özel Sayısı II. Cilt 8,sy. 24, s.764. 208 Hüseyin, Özcan, “Alevi Bektaşî Şiirinde Âdap ve Erkan” , Uluslar Arası Bektaşîlik ve Alevilik Sempozyumu I, (28-30 Ekim) Isparta 2005 , s.151. 209 Muhyiddin-i Nevevi,Riyazü’s Salihin ve Tercemesi, c.1, s.410. 210 Sümer, a.g.e. s. 8.
45
-“Postumu dergahınıza serebilir miyim? Yani burada kalabilir miyim?” diye
sorar. Hz. Mevlana:
-Hayır buraya seremezsiniz.Hacı Bektâş-ı Velî’ye gidiniz, cevabını verir.
Genç, postu alır, Hacı Bektaş’a gider. Bu defa ondan izin ister. Hacı Bektâş-ı Velî de:
-Hay hay, postunu dergahımıza serip, bizde kalabilirsiniz, der. Genç, postunu
serer; Hacı Bektaş dergahında kalır, çile çıkarır, nefsini eğitir ve uzun zaman sonra,
memleketine dönmek üzere izin ister. Kendisine izin verilir. Ancak işin başından beri
gencin zihnini, “Beni Hz. Mevlana niye kabul etmedi de Hacı Bektâş-ı Velî kabul etti?”
sorusu kemirip durmaktadır. Bu durumun farkında olan Hacı Bektâş-ı Velî, gence şöyle
bir açıklama yapar:
- “Bak delikanlı; Hz. Mevlana o kadar saf, duru berrak bir denizdir ki, senin
o kirli, çalıntı postun o denize ve o makama yakışmazdı. Biz ise, onun kadar saflığa,
berraklığa ulaşamadığımız için, zaten kirliliğe batmışız diyerek seni kabul ettik, postunu
serdik.” der.
Genç, şükür ve dualarla oradan ayrılır. Dönüşte Konya’ya uğrayarak, doğruca
Hz. Mevlana’yı ziyaret eder. Kendisini güler yüzle karşılarlar. Hz. Mevlana’nın
huzuruna vardığında, bu defa büyük veli;
-Hoş geldin, biz vaktiyle seni ve postunu kabul etmedik, gönderdiğimiz yer
kabul etti, çile çıkardın, nefsini eğittin, tekrar merakını yenmek için bize geldin diyerek,
kendisinin niçin böyle davrandığını şu şekilde izah eder:
-“Biz kendi halimizde küçük bir su birikintisi, bir göl gibiyiz. Onun için, senin
postunu temizlemeye gücümüz yetmezdi, onu ancak bir okyanus temizlerdi ve o postun
serildiği, atıldığı okyanusa hiçbir şey olmazdı. O okyanus da, işte seni kendisine
yolladığımız Hacı Bektaş-ı Veli idi.” der.211
Hz. Mevlana’nın da ifade ettiği gibi Hacı Bektaş o kadar hoşgörülüdür ki,
onun hoşgörüsünden yararlanmayacak insan yok gibidir. Hırsız olan bir genç bile onun
kucağında, onun hoşgörüsü sayesinde nefsini eğitmiş ve kâmil bir insan olmuştur. Hacı
Bektâş-ı Velî’de düşmanlık ve kin tohumları yoktur.
211Önder, Göcgün, “Hacı Bektaş-ı Velî ve İnsan İmajı”, I. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş-ı Velî Sempozyumu, (22-24 Ekim 1998) Ankara 1999 ,s.146-147.
46
5. HACI BEKTÂŞ-I VELİ’NİN CÖMERTLİK GÖRÜŞÜ
Hacı Bektâş-ı Velî, cömertliği dörde ayırır:
1.Mal cömertliği, zenginlere hastır.
2.Ten cömertliği, zahitlerin cömertliğidir.
3. Can cömertliği, âşıkların cömertliğidir.
4.Gönül cömertliği, âriflerin cömertliğidir.212
Dört cömertlikten ilki, mal cömertliğidir. Bu cömertlik maddî varlığı yerinde
olan bir kişinin başka hiçbir zahmete katlanmaksızın, elinde bulunan çeşitli imkanlardan
muhtaç durumda bulunanları yararlandırması biçiminde tarif edilir. Yani zenginlere
hastır.213
İkincisi; devamlı Allah’a ibadet eden zahitlerin cömertliğidir. Bunlar öldükleri
zaman cehennem azabından kurtulmak ve cennete girerek ebedî rahat ve huzura
kavuşabilmek için, yaşadıkları süre boyunca Allah’a hoş gelecek iyiliklerde bulunmak
isterler. Bunun için de, durmadan ibadet ederler; her türlü güçlüklere, yoksulluklara
şikâyet etmeden katlanırlar. İhtiyaç sahiplerine yardım etmek için maddî varlıkları
yetişmiyorsa, bedenen çalışmak suretiyle bu yardımı yapmaya gayret ederler.214
Üçüncü grup; âşıkların cömertliğidir. Seven bir insan, sevdiği için en değerli
varlığı olan canını bile vermekten çekinmez. Âşığın gönlü sevgililerin en yücesinde olan
Yüce Allah’a yönelmiş ise, malın da canın da onun için artık hiçbir anlamı ve değeri
kalmamış olur.215
Dördüncü cömertlik ise; gönül cömertliğidir. Her şeyi, herkesi hiçbir karşılık
beklemeksizin içten gelen, gönülden kopan bir istekle, bir tutkuyla sevebilmek
cömertliklerin en anlamlısı, en değerlisi ve en yücesidir. Maddî ve manevî hiçbir
karşılık beklemeden, hiçbir çıkar hesabı gözetmeden yalnızca verebilmek, ancak Yüce
Allah’a ve onunla bir ve beraber olabilme sırrına erişmiş âriflere, kâmil insanlara has bir
cömertlik anlayışıdır.216
212 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.28. 213 Aziz Yalçın, Makâlât-ı Hacı Bektaş-ı Velî, İstanbul 2004, s.140. 214 Yalçın, a.g.e., s. 141. 215 Yalçın, a.g.e., s. 141. 216 Yalçın, a.g.e., s. 142.
47
Hacı Bektâş-ı Velî’nin üzerinde durduğu cömertlik, toplumun insanlardan
beklediği ve çok önem verdiği, güzel bir davranış biçimidir. Cömertlik, sadece para-
pul, mal-mülk gibi maddi varlıklarla yapılmaz. Yani zengin olan insanların, muhtaç
durumda bulunan insanlara yardım etmesi anlamına gelmez. İlim sahibi, bilmeyenlere
bilgisini hiç esirgemeden öğreterek; işçi, kendisine ekmek parası kazandıran,
başkalarına muhtaç olmaktan kurtaran işini en iyi biçimde yapmak suretiyle de
cömertlik yapmış olur.
Hacı Bektâş-ı Velî “Utanmak dileyen cömertliği sever.”217 demektedir.
Utanma duygusu taşıyan, utanmayı bilen herkes, Allah’ın yüce emirlerine de uymayı
bilir. Toplumun iyi, güzel ve değerli olarak kabul ettiği şeyleri de benimser. Utanmanın
ne olduğunu bilen kişi, kendisi tok olsa bile bir yakınının ya da komşusunun aç olarak
yatmasından utanır. Bir insan kendi evini, yuvasını rahatça ısıtabilmişse yakıtları
bulunmadığı için, çoluk çocuk soğukta üşüdüklerini gördüğü insanlardan utanır.
Utanan insan, bu duygudan kurtulmak ister. Zira; utanmak, kişiyi rahatsız ve huzursuz
eder. Bu durum onu, bunlardan kurtulmaya yöneltir. Böyle bir kurtuluş da, insanın
elinde bulunan imkanlardan muhtaç durumda bulunanlara özveride bulunmasıyla
gerçekleşir.
Cömert kişi, her şeyde cömerttir. Yardımda, sevgide, dostluk ve kardeşlikte,
özveri ve alçak gönüllükte de cömerttir.
6. HACI BEKTÂŞ-I VELİ’NİN KADIN GÖRÜŞÜ
Hacı Bektâş-ı Velî, kadına büyük değer vermiş, kadını hiçbir zaman ikinci
sınıf birey olarak görmemiştir. Ayrıca kadına cinsiyet olarak bakmamış, kadını insanın
diğer yarısı olarak görmüştür. O, kadının dört duvar arasında kalmaması gerektiğini
savunmuş, kadınla erkeğin yan yana mutlu, birbirine kardeş, eş, ana, bacı olduğunu
belirtmiştir. Ona göre, kadın sevilen, sayılan eştir. O şu sözü ile kadın erkek eşitliğini
şöyle vurgulamaktadır:
217 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e.., s.28.
48
“Erkek dişi sorulmaz, muhabbetin dilinde
Hakk’ın yarattığı her şey, yerli yerinde
Bizim nazarımızda kadın, erkek farkı yok
Noksanlık, eksiklik senin görüşlerinde.”218
Hacı Bektâş-ı Velî, kadınların okutulmasını öğütleyerek, gelecek kuşakların
bilinçli annelerin elinde yetişmesini ister. “Kızlarınızı okutunuz, onlar geleceğin
anneleridir.”219 “Kadınları okutunuz.”220 “Kadının yüzünün peçetesi, kadınlık iffeti ve
haysiyetidir.”221 Ayrıca, “Kadınları okutmayan milletler yükselemezler.”222 sözüyle de
kadınlara verdiği değeri gösterir.
Hacı Bektaş devrinin Anadolu’sunda kadının toplumsal statüsüne
baktığımızda, Âşıkpaşazâde’nin Anadolu erenleri arasında “Bacıyân-ı Rûm” adlı bir
kadın örgütlenmesinden bahsettiğini görürüz. Bacıyân-ı Rûm, Anadolu’da bulunan ve
isimleri Gaziyân-ı Rûm, Âhiyân-ı Rûm, Abdalân-ı Rûm olarak anılan örgütlenmelerden
biridir.223 Bektâşî dergâhlarında kadın dervişler de vardı. Kadıncık Ana, bu derviş ve
dergah yöneticisi kadınlardan biriydi.
Hacı Bektâş’ın kadına verdiği değeri, Şeriat makamlarının beşinci ve altıncı
makamları arasında söylemiş olduğu sözlerden de anlayabiliriz.224 O, erkeklerin,
nikâhında olmayan bir kadınla cinsel bir ilişki kurmaya kalkışmamalarını, Kur’ân-ı
Kerim’in bu husustaki uyarılarını hatırlatarak öğütlemiş, kadının erkek için bir zevk
aracı olmadığını kuvvetle vurgulamıştır. Böylece kadının, kişiliğine ve onuruna vermiş
olduğu değeri de açıkça ortaya koymuştur.
218 Haydar Teberoğlu, a.g.m. s. 143, Belkıs Temren, “Bektaşî –Alevi Kültüründe Kadın”, I. Türk Kültürü ve Hacı Bektaşî Veli Sempozyumu, Ankara 1999, s.320. 219 Teberoğlu, a.g.m., s. 143 220 Önder Göçgün, “Hacı Bektâş-ı Veli ve İnsan İmajı”, I. Türk Kültürü ve Hacı Bektaşî Veli Sempozyumu, Ankara 1999, s.152. 221 Teberoğlu, a.g.m., s. 144 222 Teberoğlu, a.g.m., s. 144. 223 Âşıkpaşazâde, a.g.e., s.205-206 , İrene Melikoff, Uyur İdik Uyardılar, İstanbul 1993, s. 218. 224 Şeriatın beşinci makamı “nikah kıymaktır”, altıncı makamı da “hayz ve lohusalıkta cinsi münasebeti harâm bilmektir”.Bkz. Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.11.
49
Bunun dışında, Hacı Bektaş kadına vermiş olduğu önemi, kadın sağlığı ile
ilgili konuyu ele alarak da gösterir. Bakara Suresi’nin 222. âyetinde225 işaret edilmiş
olduğu gibi, modern tıp bilimi de kadınların muayyen rahatsızlık günlerinde ve
loğusalık hallerinde cinsel ilişkilerde bulunmalarını, kadın sağlığı açısından son derece
sakıncalı bulmaktadır. Hacı Bektâş-ı Velî de, erkekleri bu konuda “hayz ve loğusalıkta
cinsi münasebeti haram bilmektir” 226 sözüyle uyararak onları, eşlerinin sağlıklarını
tehlikeye sokabilecek davranışlarda bulunmamaya çağırır.
Ayrıca Hacı Bektâş-ı Velî, bir erkeğin çok eşliliğine sıcak bakmaz. Tek evlilik
ve tek eşlilik esastır. Hacı Bektaş, evliliği şart koşar. Bundan dolayı, şeriat kapısının
beşinci makamını “evlenmek, nikah kıymak” olarak görür. O bu yolla sağlıklı bir aile
kurumu oluşturmayı ve toplumu bu aile kurumu üzerine oturtmayı amaçlar. Yine O,
erkeğin hanımın üzerine kuma getirmesini, tevhid inancını puta tapıcılıkla karıştırmaya
benzetir ve şöyle der: “Tekkenin üst katında tefekküre daldığım bir sırada kulağıma bir
ses geldi. Dikkat ettiğimde bir kadının kocasıyla konuştuğunu anladım. Kadın kocasına:
‘Dövdün, yüz döndürmedim. Başıma ne belâ getirdinse seni bırakıp gitmedim, üstüme
bir başkasını almayasın diye. Benim üstüme bir başkasını alırsan ben ne yaparım?’ Ben
bu sözün benzerini Kur’ân’da aradım ve şu âyeti buldum: “Şüphesiz Allah kendisine
ortak koşulmasının dışında dilediği kimselerin günahlarını bağışlar.”227 Yüce Allah bu
âyette, tüm günahlarını bağışlarım, bana kulluğunda eksiklik olursa örterim. Bütün
bunları şunun için yaparım ki, benim üstüme bir nesneye inanıp bağlanmayasın diye.” 228 Bundan dolayı Hacı Bektaş, çok eşliliğe sıcak bakmaz.
7. HACI BEKTÂŞ-I VELİ’NİN İLİM GÖRÜŞÜ
Kur’ân-ı Kerim’de “De ki, hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”229
buyruğundan sonra Allah Teala, bilgiyi ve bilgili kimseleri; aydınlığa, gerçeği görene,
ışığa ve diri olanlara; bilgisiz ve cahil insanları da körlüğe, karanlığa ve ölülere
225 “Bir de sana kadınların ay halini sorarlar. De ki:Bu bir rahatsızlıktır, onun için âdet sırasında kadınlardan geri durun ve onlar temizleninceye kadar, kendilerine cinsel yaklaşmada bulunmayın..” Bakara, 2/222 226 Hacı Bektâş-ı Veli, Makâlât, s.11. 227 Nisa 4/48. 228 Rüştü Şardağ, Hacı Bektaş-ı Velî ve Besmele Tefsiri, Ankara 1996, s. 19-20. 229 Zümer 39/9.
50
benzetir.230 Hz. Muhammed (sav) bir hadislerinde, “İlim öğrenmek kadın erkek herkese
farzdır”231 buyurarak İslam dininin ilme verdiği önemi göstermiştir.
Bilmek, manasına gelen ilim, Makâlât’ta, şeriat makamlarından ikincisi,
marifet makamlarından yedincisi olarak geçmektedir. Birinci makamı iman, ikinci
makamı ilimdir der.232 Hacı Bektaş burada, geleneksel anlayışın aksine, şeriatın ilk
makamı olarak “ilim öğrenmeği” göstermekte, diğer İslam şartlarını bunun ardından
anmaktadır. Makâlât’ta, ilmin yeri göğüstür. Göğüs ise, gönlün bulunduğu yerdir. Bir
şehre benzetilen gönlün içinde rahmanî ve şeytanî iki sultan vardır. Rahmanî olan
sultanın adı, akıldır ve yüreğin sağ kulağında yedi kale vardır. Allah-u Teâla her bir
kalede bir muhafızı vekil kılmıştır. O muhafızlardan birincisi ilimdir.233 Dolayısıyla
ilmin aslı rahmanîdir. Kişi ilmi ve doğru amelleri sayesinde Allah’a kavuşur, akıl ve
ilim sayesinde marifete, oradan da Hakk’a ulaşır. Ayrıca Hacı Bektâş-ı Velî, yol
göstericiliği sebebiyle ilmi, yıldızlara benzetir. Nasıl ki kullar açık ve bulutsuz bir
havada yollarını kolayca bulurlar, gerçek ilim sahipleri de Hak’tan yana yol bulurlar.
Hacı Bektaş’a göre, ilim sahipleri olmasa Hak’tan yana yol bulunmaz. Dolayısıyla
âlimleri, ana ve babadan daha iyi ağırlamak gerekir. Çünkü Hacı Bektâş-ı Velî’ye göre,
anne-baba, çocuklarını dünya sıkıntılarından, korur. Âlimler ise; Müslümanları, ahiret
belasından, cehennem ateşinden ve sıkıntısından korurlar. O, “Nesneler can ile, can ise
bilgi ile dirilir.” diyerek, “Bir kimsede akıl, marifet, ilim olmaz ise, Hak’tan yana nasıl
yol alıp, yolunu nasıl görecektir? Eğer âlimler olmasa, Allah’a giden yolu kim, nasıl
bilebilirdi?” der. 234
Dolayısıyla Hacı Bektâş-ı Velî’nin en fazla değer verdiği konuların başında,
fazilet ve bilgi gelir. Faziletli bir insan modeli oluşturabilmek için tek yol vardır: O da
ilimdir. İlmi, üstün bir değer olarak kabul eden Hacı Bektaş: “Her kim ki ilme yakın olsa
öğrenmelikten mahrum kalmaya”235 sözüyle ilmin önemini vurgular.
230 Fatır 35/19-20. 231 Sahîh-i Buhâri Muhtasar, Tecrid-i Sarih Tercemesi I, s.49. 232 Hacı Bektâş-ı Veli ,a.g.e., s.11. 233 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.21. 234 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.54, Şardağ, a.g.e., s.105. 235 Aziz Yalçın, Makâlât-ı Hacı Bektaş-ı Velî, İstanbul 2004, s.223.
51
Kısaca Hacı Bektâş-ı Velî, “İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır.”
sözüyle ilmi ve bilgiyi, insanı ve insanlığın yolunu aydınlatan birer ışık olarak görür.
İnsan; bilmek, tanımak, öğrenmek ve öğretmek için yaratılmıştır. Bilgi, insanın en
önemli yönünü oluşturur. İlim hakkında düşüncelerini anlatmaya çalıştığımız Hacı
Bektâş’ın ilim konusunda meşhur olan sözlerinden bazıları şunlardır:
“İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır.”
“Araştırma açık bir sınavdır.”
“Biliniz, görünüz.”
“İlmi ve bilgiyi yüce tutan kimse, hiçbir zaman alçalmaz.”236
8. HACI BEKTÂŞ-I VELİ’NİN ADALET GÖRÜŞÜ
Hacı Bektâş-ı Velî, üretimde, tüketimde, insanlara karşı muamelede hep
âdaletli olmuş ve adaletli olmayı öğütlemiştir. O, insanın alnı açık ve cesur olarak
dolaşması için, her şeyden önce adaletli olması gerektiğini237 savunan bir mutasavvıftır.
O, insanlara dininden ve mezhebinden dolayı farklı bakmamış, bütün insanları
bir olarak görmüştür. Yani Hristiyanlığa mensup olanlara farklı, İslâm dininde olanlara
farklı bir muamele yapmamıştır. O, “Yetmiş iki milleti bir görmüştür”. Ayrıca, “ Dünya
içindeki yaratılmış nesneler eşittir.”238 ilkesiyle, bütün insanları bir gördüğünü vurgular
ve bundan dolayı insanlara eşit davranmanın önemine dikkat çeker. Hacı Bektâş-ı Velî,
âdil, eşitlikçi, paylaşımcı ve toplumcu bir toplum modeli çizer.
Hacı Bektaş, cinsiyet ayırımı gözetmez, kadın erkek ayırımı da yapmaz,
adaletli davranırdı. O, sadece insanlara değil, hayvanlara karşı da merhametli ve eşit
davranırdı. Hayvanların incinmesine ve onlara işkence yapılmasına karşıydı. Hacı
Bektaş, canlılar arasında ayrım yapmadan hepsine karşı merhametli davranırdı.
Kısaca Hacı Bektaş, inanç ve düşünce ayrılığı gözetmemiş, bütün insanlara
sevecenlikle, hoşgörüyle ve âdaletle davranmıştır.
236 Göçgün, a.g.m. s. 148, “Haydar Teberoğlu, Hacı Bektaş-ı Velî Düşüncesi”, Hacı Bektaş-ı Velî Araştırma Dergisi, sy.16 2000, s.149. 237 İ.Zeki Eyupoğlu, Bütün Yönleriyle Hacı Bektaş-ı Velî, İstanbul 1998, s.121. 238 Aktaş, a.g.m. , sy.14 2000,s.216.
52
9. HACI BEKTÂŞ-I VELİ’NİN İÇKİ HAKKINDAKİ GÖRÜŞÜ
İçki ve sarhoşluk veren uyuşturucular, İslâm dinine göre, haram
kılınmıştır.239 Hz. Muhammed de, “Sarhoşluk veren tüm içecekler haramdır.” sözüyle
içkiyi haram kabul etmiştir.240
Hacı Bektâş-ı Velî de, Makâlât adlı eserinde şunları söylemektedir: “Bir
kuyuya bir damla murdar (içki) damlasa, kuyunun suyunu tamamen boşaltıp, bir yere
dökseler, bu dökülen yerde ot bitse, o otu koyun yese, ehli takva katında o koyunun eti
haramdır. Çünkü, murdar nesnenin haramlığı ve murdarlığı şeytan fiilindendir.”241 Bu
ifadesiyle o, içkinin haramlılığı konusunda, net bir görüş belirtmiştir.
Başlangıçta Alevi-Bektaşî kesim içki içmezdi. İçkinin haram olması dışında
da kötü hatıraları vardı ve ondan tiksinilirdi. Çünkü Kerbela faciası yaşandıktan sonra,
Hz. Peygamber’in sevgili torunu Hz. Hüseyin’in mübarek başı kesilerek gümüş tepsi
içinde, Yezid’e,
- “İşte, düşmanın Hüseyin’in başı.” diye takdim edilmiş, o da bu iş karşısında
keyiflenerek, iki bardak şarap getirtmiş ve içmiş.242 Onun için de, Hz. Hüseyin’i
sevenler; içki içmek Yezid’in işidir diye içkiden tiksinmişler ve içki içmemişlerdir.
Haydar Kaya’ya göre içki, Bektaşilik tarikatına, Babağan Kolu tarafından,
XVI. yüzyılın ikinci yarısında, “Dimetoka” dergahından girmiştir. Ak Abdullah Baba
tarafından içki tarikata sokulmuştur. Yine yazara göre, Çelebi Cemaleddin Efendi’ye
gelinceye kadar, Hacı Bektaş Çelebileri içki içmemiş ve erkânlarında içkiyi
kullanmamışlardır.243
239 Maide 5/90. 240 Sahîh-i Buhari Muhtasar, Tecrid-i Sarih Tercemesi II, s. 701. 241 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s. 4-5. 242 Sezgin, Hacı Bektaş-ı Veli ve Bektaşilik, s.76. 243 Haydar Kaya, Alevi-Bektaşi Erkanı, İstanbul 1993, s.485-490.
53
B.İTİKADİ GÖRÜŞLERİ
Hacı Bektâş-ı Veli’nin dini düşüncesinin temelini, itikadî görüşleri oluşturur. Bu
görüşlerin başında; Allah inancı, Peygamberlere olan inancı, Meleklere olan inancı,
Ahiret inancı, Kitaplara olan inancı ve Kader ve Kaza’ya olan inancı gelir. Onun dini
düşüncesine baktığımızda güçlü bir Allah inancının ve peygamber inancının olduğunu
rahatlıkla söyleyebiliriz.
1.HACI BEKTÂŞ-I VELÎ’DE ALLAH İNANCI
Hacı Bektâş-ı Velî’den bahseden klasik kaynaklar, onun dini kimliği
konusunda yeteri kadar aydınlatıcı değildir. Bazıları onu şeriata bağlı ve dini
görevlerini yerine getiren244 bir kişi olarak tanıtırken, bazıları da şeriata uymayan,
namaz kılmayan245 bir kimse olarak tanıtırlar. Bu çelişkili görüşler günümüzde de
varlığını devam ettiriyor. Kimi düşünürler, onu Sünnî bir velî, en azından dindar bir kişi
olarak görürken246 kimileri de Sünnî olmadığını, şeriatçı olmadığını savunur.247
Görüldüğü gibi, Hacı Bektaş ile ilgili kaynaklar, onun dini kimliği konusunda,
benzer bilgiler vermemektedir. O halde bu kaynaklarla yetinmek yeterli olmamaktadır.
Makâlât adlı esere bakmak gerekir. Bilhassa onun Velâyetnâmesi’ne bakmak zaruridir.
Velâyetnâme, Hacı Bektâş’ın vefatından yaklaşık iki yüz yıl sonra kaleme alınmış bir
eserdir.
İslam dininde itikat esaslarının temeli, imandır. İman; Allah’a, meleklerine,
kitaplarına, peygamberlerine, kıyamet gününe, kadere, hayır ve şerrin Allah’tan
geldiğine inanmaktır. İslam dininde, Allah inancının yeri ve önemi çok büyüktür. Hacı
Bektâş-ı Velî’ye göre de imân; “dört kapı, kırk makam” içerisinde şeriat makamlarının
birincisidir. Hacı Bektâş-ı Velî, “Allah”ı; Hakk, Çalap, Tanrı, Mevlâ gibi isimlerle
zikreder.248 Makâlât incelendiğinde, Hacı Bektâş’ın Allah’a olan inancı güçlü bir
şekilde görülmektedir. O, şeriatın makamlarını sayarken, ilk sırada Allah inancının
244 Elvan Çelebi, Menâkıbul Kudsiyye, nşr. İ.Erunsal-A.Y. Ocak, s.170-171. 245 Ahmet Eflâkî, Âriflerin Menkıbeleri I, terc. Tahsin Yazıcı, s.412. 246Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e. s. XXXVII. 247 Şakir Keçeli, “Hacı Bektaş-ı Velî Şeriatçı mıydı?”, Yol Dergisi II, Ekim-Kasım ,1999, s.48. 248 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e. , s.2,6,8,9,30,42.
54
olduğunu söyler.249 Ona göre, Rahman’ın aslı iman, şeytanın aslı ise, şüphedir. Fakat
imana şüphe katmak güçtür. Çünkü iman akıl üzeredir; akıl sultandır ve ten içinde
imanın naibidir. Sultan giderse naip nasıl durabilir? Bunu örnek vererek açıklar. İmanı
hazineye benzeten Hacı Bektaş, “İman bir hazinedir, iblis hırsız, akıl da bekçidir. Eğer
bekçi giderse hırsız hazineyi çalar.” der. Bir başka yerde, “İnsan koyundur ve akıl
çobandır ve iblis kurttur. Çoban giderse, kurt koyunu ne yapar? Kapar. Yaratan
Tanrı’ya inanmak imandır ve emrini tutmak da imandır. Sakın dediğinden sakınmamak
Tanrı’ya inanmamaktır”250 diyen Hacı Bektaş, böylece Allah’a iman etmenin önemine
işaret eder. Ona göre, Allah’ın emrini yerine getirmemek ve sakının dediğinden
sakınmamak, inanmamak anlamına gelmektedir. Bu sözlerden de anlaşılmaktadır ki o,
imanı salt zihinsel süreç olarak görmemekte ve varoluşsal bir boyut eklemektedir. Amel
iman arasında zorunlu bir ilişki kurmaktadır.
Makâlât’ın başka bir yerinde imanı, ameli ve küfrü ticari kavramlara
benzeterek açıklamaktadır: “İmanı” ticaret yapmak için gerekli olan “sermaye”ye,
“ameli” yani Allah’ın emirlerini tutmayı “kâr”a, “küfrü” de “iflas”a benzetmektedir.251
Bu benzetmelerden şu sonucu çıkarabiliriz; Nasıl sermayesiz ticaret yapmak mümkün
değilse, imansız da Müslüman olmak mümkün değildir. Ticaret yapmaktan maksat, kâr
elde etmektir. O halde imanı elde etmek yeterli olmayıp Allah’ın emirlerini de yerine
getirmek lazımdır. Hacı Bekâş-ı Veli soyut bir kavram olan imanı, amel ve ahlakla
ilişkilendirerek somut bir hale getirmektedir. O soyut olarak Allah’a inanmayı yeterli
görmez bunu amellerle olması gerektiği üzerinde durur.
Velâyetnâme incelendiğinde ise, çok güçlü bir Allah inancı göze çarpar. Bu
inanç sadece, Allah’ın varlığını, birliğini, aşkın ve yüce bir varlık olduğunu kabulle
sınırlı, bir inanç değil, bunun ötesinde Allah’ın sıfatlarının da gerektiği gibi bilinip
kabul edildiği bir inançtır. Velâyetnâme’nin daha ilk sayfalarında, Hacı Bektâş’ın
doğumu anlatılırken, şunlar kaydedilir: Zeynep Hatun (Hatem Hatun), oğlu Hacı
Bektaş’ı emzirmek istemiş, ancak çocuk annesini emmemiş, altı ay geçince de şahadet
parmağını kaldırarak “Eşhedü en lâ ilâhe illallâhu vahdehu lâ şerîke leh ve eşhedü enne
Muhammed’en abduhu ve rasalûhu” ( Ben şahadet ederim ki, Allah’tan başka ilah
249 Hacı Bektâş-ı Veli , a.g.e. s.11. 250 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.9. 251 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.39.
55
yoktur ve yine şahadet ederim ki, Hz. Muhammed Allah’ın kulu ve elçisidir.) demiştir.
Altı aylık bir bebekken Hacı Bektâş’ın ağzından çıkan ilk söz bu olmuştur.252 Hacı
Bektaş’ın Müslüman olduğu ve Müslüman olarak yaşadığını daha iyi ifade edebilmek
için, böyle bir yola başvurulmuş olmalıdır.
Velâyetnâme’nin birçok yerinde Allah ve Tanrı adları çeşitli şekillerde
geçmektedir. Mesela, “Hacı Bektaş bir keresinde, Allah deyip elini uzatarak, taşı tuttu,
parmakları hamura gömülür gibi taşa gömüldü.”253 ifadesinde, Hacı Bektâş’ın kerâmet
gösterirken, Allah’ı andığı görülmektedir. Bu ifade Bektaş’ın kerâmet gösterirken
Allah’tan yardım isteği anlamını da taşımaktadır. Yine Hacı Bektaş, işlerini yaparken
Allah’ın adını da anmaktadır. Hacı Bektaş, “Bismillah” diyerek Haydar’ı kucağına
aldı.254 “Hünkâr besmele ile ağaca çıktı.”255
Ayrıca, Hacı Bektâş’ın, Allah’ın sıfatlarını bilip, onlara inandığını gösteren
pek çok söz de nakledilir: Hacı Bektaş Bedahşan’da * kafirlerle mücadele ederken, “Ya
Rabbi bu kafirlerin günlerini karart, sen bana yardım et.” 256 diye özellikle Allah’ın
rububiyet sıfatlarını kendinde toplayan “Rab” ismine sığınarak Allah’a el açıp dua
etmiştir. Hacı Bektâş’ın Allah’a dua edip yalvarması Allah’ın yüceliğini kabul ettiğini
gösterdiği gibi, onun sıfatlarından da haberdar olduğunu göstermektedir.
Ayrıca Vilayetnâme’nin başka bir bölümünde de Hacı Bektâş’ın ölümü
anlatılırken, “Tanrıya can verdi.” 257 ifadesi geçer. Bu söz onun acizliğinin ifadesi
yanında, Allah’ın yaratıcılığını kabul ve geri dönüşün yine ona olduğunu kabul edişin
de bir ifadesidir.
Görüldüğü gibi bu ifadelerden, Hacı Bektâş’ın Müslüman olduğunu, daha
doğduğu ilk aylardan itibaren Allah’ın varlığını, birliğini ve Hz. Muhammed’in
Allah’ın kulu ve elçisi olduğunu kabul ettiği anlaşılmaktadır. Dikkat edilirse Hacı
Bektaş hayatın her safhasında Allah’ın adını anmadan hiçbir iş yapmamış, sürekli olarak
“Bismillah” diyerek işlere başlamıştır. Bu ifadeler bize onun Allah’ın varlığını ve
252 Gölpınarlı, a.g.e., s.4. 253 Gölpınarlı, a.g.e., s. 60. 254 Gölpınarlı, a.g.e., s.11. 255 Gölpınarlı, a.g.e., s.32. 256 Gölpınarlı, a.g.e., s.9-14. * Amu-deryanın (Ceyhun) kaynağı olan Perc’in yukarı mecrasının sol sahilindeki dağlık memleket (Türkistan). 257 Gölpınarlı, a.g.e., s.88.
56
birliğini iliklerinde hisseder derecede kabul ettiğini gösteriyor. Onun Allah’tan yardım
dilemesi, ona dua etmesi ve ölümünde Allah’a can verdiğinin ifade edilmesi, onda bu
inancın güçlü bir şekilde var olduğunu ispat eder. Nitekim hiçbir insan, inanmadığı bir
varlıktan yardım dilemez ve kabul etmediği bir varlığın adını da sürekli zikretmez.
2.HACI BEKTÂŞ-I VELÎ’DE MELEK İNANCI
Melekler gözle görülmeyen nurânî varlıklardır. Kur’ân-ı Kerim’de var
oldukları bildirilir.258 Hacı Bektâş’ın melekler konusundaki görüşü açık ve nettir.
Makâlât’ta “Melek” kavramı için “Melek ve ferişte” isimleri geçer. Aynı eserde Onun,
“..ve hem meleklerine inanmak imandandır”259 ifadesi, meleklere inanmanın imanın
şartlarından biri olduğunu gösterir. Ayrıca Hacı Bektâş-ı Velî, meleklere iman
konusundaki imanını şu sözlerle sürdürür: “Pes imdi azizmen, her bir kişiye üç yüz
altmış melek müekkeldir. Pes bunca melekler arasında edepsizlik edersin de ve senin
gibi insan olan kişilerin yanında edepsizlik etmezsin. Hani meleklere inandığın?”260
Hacı Bektâş-ı Velî burada, Yüce Allah’ın her bir insan için, onu görüp
gözetleyen üç yüz altmış adet melek yarattığını, bu melekler, insanları Yüce Allah
adına, her yerde ve her an denetim altında bulundurduğunu vurguluyor. Buna böyle
inanması gerekirken, bir kişi kötü bir hareket, uygunsuz bir davranış ya da çirkin bir iş
yapacağı vakit, çok defa yanında ve yakınında kendisini görebilecek başka bir insanın
olmamasına dikkat eder. Ama hiç düşünmez ki, kendisini gece gündüz her an
gözetleyen onca melek vardır. Dolayısıyla insanlardan çekinen insan, onca meleklerden
nasıl çekinmez, nasıl utanmaz, diyerek melekler konusundaki görüşünü dile getirir.
Ayrıca meleklerin Hz. Adem’e secde edişi, “Rıdvan” adlı meleğin Cennet’in kapıcısı
olması, “Mâlik” adlı meleğin Cehennem’in kapıcısı olması, “Kirâmen Kâtibin”
meleklerinin günah ve sevapları yazması gibi çeşitli atıflar bazı vesilelerle zikredilir.261
Velâyetnâme’ye baktığımız zaman, Hacı Bektâş-ı Velî’nin melekler
konusundaki görüşlerini daha net bulabiliriz. Eserde anlatıldığına göre, Ahmet Yesevi,
Hacı Bektaş’ı Anadolu’ya göndermiş, O da Anadolu’ya gelmek için yola çıkmıştır. Hacı 258 Bakara 1/285, Meryem 19/64. 259 Hacı Bektâş-ı Veli, Makâlât, s.9. 260 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.9. 261 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e.., s.44,42.
57
Bektâş’ın gelişi, Rum erenlerine mâlum olmuş, ancak erenler bundan memnun
olmamışlar, ülkeyi ele geçirmesinden ve halkı da kendisine muhip etmesinden endişe
duydukları için, onun gelişine engel olmak istemişler ve velâyet kanallarını birbirine
çatıp yolu bağlamışlardır. Hacı Bektaş da yolun bağlı olduğunu görünce, “Bismillahi ve
billahi” diyerek velâyetle sıçramış ve arşın tavanına yetişmiş, burada kendisini,
melekler karşılayıp selam vermişlerdir.262
Burada Hacı Bektaş, meleklerin kutsal varlıklar olduğuna, onun zıplayıp arşa
yükseldiğinde, meleklerin orada bulunduğuna ve oradaki meleklerle görüştüğüne, yani
meleklerle velîlerin görüşebileceğine, hatta bulundukları yere kadar
yükselebileceklerine, meleklerin ona selam vermesinin, onun üstün bir veli oluşundan
kaynaklandığına inanılmaktadır. Burada meleklerden bahsedilmesi, onlara iman
edildiğine işaret etmektedir. Çünkü, varlığını kabul etmeyen ve ona inanmayan bir
insan meleklerden bahsetmez.
3.HACI BEKTÂŞ-I VELÎ’DE KİTAP İNANCI
Kutsal kitaplara inanmak (Tevrat, Zebur, İncil ve K.Kerim) İslam’ın temel
inançlarından birisidir. Bu kutsal kitaplardan birine inanılmadığı zaman bu iman
gerçekleşmiş olmaz. Kur’ân-ı Kerim dışındaki diğer kutsal kitaplar, gönderildikleri
zamandan bugüne asıl özelliklerini koruyamamış ve tahrif edilmişlerdir. Kur’ân, Allah
tarafından indirildiği gibi günümüze kadar gelmiştir.
Hacı Bektâş-ı Velî, Makâlât adlı eserinde, şeriatın ilk basamağının iman
etmek olduğunu belirtir. Bunun içinde; Allah’a, peygamberlere ve kitaplara iman da
vardır. Dolayısıyla Hacı Bektaş, kitaplara iman etmeyi, “kırk makamdan” biri olarak
sayar.263 Tanrı’nın Kur’ân’ına ve diğer kitaplara inanmak da imandır der. Makâlât’ta
en çok adı geçen kitap, Kur’ân-ı Kerîm’dir.264 Diğer kutsal kitaplar; “İncil, Zebur,
Tevrat” ise İsa Peygamber’le ilgili bir kıssada geçmektedir.265 “Kibir, haset, cimrilik,
tamah, öfke, gıybet, şamata ve maskaralık... Hangi kitapta, bunlardan birisinin iman
262 Abdulbaki Gölpınarlı, a.g.e., s.18. 263 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.8. 264 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.12,13,20. 265 İsa aleyhisselam bir gün yürürken dağ dibine ulaşır ve oradan su içer. Fakat içtiği su, acı ve dağ da sürekli sallanıyordu. Bunun için hal diliyle dağa sorar: Su niçin acı ve niçin sallanırsın? Dağ, Musa aleyhisselam zamanında bir yiğit gezerken buraya geldi ve şu âyeti okudu; “Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu o ateşten koruyunuz ki onun odunu insan ve taşlar olacaktır” Tahrîm Suresi 66/6, Sonra bu âyet Tevrat’ta ve İncil’de ve Zebur’da ve Kur’ân’da’da var mıdır?dedi. O zaman İsa Aleyhisselam , İncil’de ve Tevrat’ta ve Zebur’da ve Kur’ân’da bu âyet vardır dedi. Bkz. Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.3.
58
ehlinin içinde olacağı buyrulur? Nerde kaldı Allah’ın kitaplarına inandığın?” 266
diyerek diğer kutsal kitaplara da inandığı açıkça söylenebilir.
Velâyetnâme de ise, kitaplara iman konusu direkt söylenmez ama dolaylı
yollardan dile getirilir: Ahmet Yesevî’nin Tanrı’ya duasından bahsedilirken onun “Ey
herkesin sırrını bilen Tanrı! Hz. Adem’den Hz. Muhammed’e kadar bütün
peygamberlerin hakkı için” 267 ifadesi, bütün peygamberleri kapsamaktadır. Dolayısıyla
peygamberlere inanan kimse, onun getirdiği kutsal kitaplara da inanır.
Allah tarafından indirilen ve hiçbir değişikliğe uğramamış bulunan ve esasen
korunmasını bizzat Allah’ın üzerine aldığı268 Kur’ân-ı Kerîm’den Velâyetnâme’de
daima saygı ile bahsedilir. Eserde anlatıldığına göre, Hacı Bektâş’ın anne ve babası,
uzun süre evli kalmalarına rağmen çocukları olmamıştır. Hacı Bektâş’ın babası bu
duruma çok üzülmektedir. Babası, şehirde ne kadar hafız ve derviş varsa toplamış,
bunlara Kur’ân okutmuş ve yoksulları doyurmuştur. Bu okunan Kur’ân’ın ve yapılan
duaların karşılığında Allah, İbrahim Sâni ve Hatem Hatun’a bir çocuk vermiş ve Hacı
Bektaş doğmuştur.269 Burada çocuğun doğması için, Kur’ân’ın yüceliğinden istifade
edilmiş ve Kur’ân okunduktan sonra dua edilmiştir. Bu durum Kur’ân’a ne kadar önem
verildiğini göstermektedir. Yine Velâyetnâme’de, Hacı Bektâş’ın eğitimi için Lokman-ı
Parende görevlendirilmiştir. Ders alırken bir gün, Hacı Bektâş’ın sağında ve solunda, iki
kişinin bulunduğunu görmüş, onlara yaklaştığında ise, ikisi birden kaybolmuşlar.
Lokman Parende, bunların kim olduğunu sorduğunda, Hacı Bektaş, sağında oturanın
Hz. Muhammed (sav), solunda oturanın ise, Hz. Ali (ra) olduğunu, birisinin kendisine,
Kur’ân’ın zahirini, diğerinin ise, Kur’ân’ın bâtınını öğrettiğini söylemiştir.270 Bu
demek oluyor ki, Hacı Bektaş Kur’ân’a ait bilgileri, alınabilecek en sağlam ellerden
almıştır. Kur’ân’a iman konusunda en ufak bir şüphe yoktur.
Eserde anlatılan başka bir olay da şöyledir: Hacı Bektaş Bedahşan ilini zapt
etmiş ve orayı ele geçirmiştir. Halk yenilince Hacı Bektaş’tan eman dilemiş ve onu
kendilerine padişah yapmak istemişler. O ise bunu kabul etmeyerek halka Kur’ân
266 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.9. 267 Gölpınarlı, a.g.e., s.10. 268 Hicr Suresi, 15/9. 269 Gölpınarlı, a.g.e., s.3-4. 270 Gölpınarlı, a.g.e., s.5.
59
okumayı ve namaz kılmayı öğretmiştir.271 Hacı Bektaş, Kur’ân’ı sadece öğrenmekle
kalmamış, diğer insanlara da öğretmiştir. Dolayısıyla Kur’ân’a inanmayan biri olsaydı,
kendisi öğrenmezdi halka da öğretmezdi.
Ayrıca Hacı Bektaş, öleceğini hissedince vasiyetini bildirmiş, Tanrı’ya
niyazda bulunmuş, Peygambere salavat getirmiş ve Yasin Sûresi’ni okumuştur.272
Özellikle Yasin Sûresi’nden bahsedilmesi, bu sureye verilen değerin onun tarafından
bilindiği anlamını da taşımaktadır. Diğer bir olay da, Hacı Bektaş Anadolu’ya gelirken,
Necef, Medine, Kudüs gibi şehirlere uğrayarak “erbaîn” çıkarmış, hac görevini eda
ederek Elbistan’a gelmiş ve burada Ashab-ı Kehf mağarasına uğramış ve burada erbain
çıkarmıştır.273 Bilindiği gibi Ashab-ı Kehf kıssası Kur’ân’da geçmektedir. Hacı
Bektâş’ın burada erbain çıkarması ve buraları ziyaret etmesi, Kur’ân’daki Kehf
Sûresi’ni okumuş olabileceği ve dolayısıyla Kur’ân’a inandığını göstermektedir.
Özet olarak diyebiliriz ki, Hacı Bektaş’tan kitaplara iman konusunda herhangi
olumsuz bir tutum ve söz sâdır olmamıştır. Üstelik kitaplara iman etme konusuna atıflar
yapılmaktadır.
4.HACI BEKTÂŞ-I VELÎ’DE PEYGAMBER İNANCI
Peygamberler, Yüce Allah’ın insanları uyarmak ve ilahi dinleri onlara
öğretmek amacıyla gönderildiği ve bazılarına kitap indirdiği seçilmiş elçilerdir. Allah,
peygamberlerine vahiy göndermiş ve onları mucizelerle desteklemiştir.
Makâlât’ta peygamber kavramı, “peygamber”274, “Tanrı dostları”275 gibi
kelimelerle ifade edilir. Hacı Bektaş, peygamberlere iman etmeyi imanın şartlarından
biri olarak görür ve şeriatın ilk basamağını, kırk makamdan birincisi olarak iman etmek
olarak belirtir. Bu makamın içerisine peygamberlere imanı da girdirir.276 Eserde en çok
adı geçen peygamberler; Hz. Muhammed, Hz. İsa ve Hz. Âdem’dir. Hz Muhammed’i
271 Gölpınarlı, a.g.e., s.13. 272 Gölpınarlı, a.g.e., s.88. 273 Gölpınarlı, a.g.e., s.18. 274 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.8. 275 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.9. 276 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.8.
60
(sav) Hz. Rasul, Muhammed-i Mustafa gibi adlarla zikreder. Konuların izahını Hz.
Muhammed’den hadisler vermek suretiyle izah eder. Yine insanın yaratılışının sebebini,
“Muhammed adının harfleri üzerinedir” şeklinde bir izah getirmiştir.277 Yani insanın
bedenini, Muhammed isminin harflerine benzeterek izah etmiştir. Hz. Muhammed’den
sonra kendisinden en çok bahsedilen peygamber, Hz. Âdem’dir. Hz. Âdem bahsi başlı
başına bir konu olarak ele alınmıştır. Allah’ın Hz. Âdem’i, yaratmak isteyişi, bunu
meleklere söylemesi, Âdem’in topraktan yaratılışı, kendisine ruh verilişi ve meleklerin
kendisine secde edişi anlatılmıştır.278 Dolayısıyla peygamberleri kabul etmeyen biri,
peygamberlere imandan bahsetmez. Ayrıca Hacı Bektaş, “Tanrı dostlarına inanmak da
imandır.” der. Ona göre, Tanrı dostları miskinliği kabul ettiler. İkiliği, kesreti bırakıp
vahdet yoluna girdiler. Tanrı dostları bir gün tok, iki gün aç gezerler.279 Burada
peygamberlerden bahsederek, onların peygamberliklerini de kabul etmiş olmaktadırlar.
Çünkü, peygamberlere inanmayan birisi, onlardan hiçbir zaman bahsetmez.
Velâyetnâme’ye baktığımızda, peygamberlik anlayışının sınırlı olarak
işlendiğini görürüz. Sınırlı da olsa işlenen konuda Kur’ân’a mutabık yaklaşımlar
bulmaktayız. Eserin başlangıcında, Hacı Bektaş doğduktan altı ay sonra, şahadet
parmağını kaldırarak, “Eşhedu enlâ ilahe illâllah vahdehû lâ şerîke leh ve eşhedü enne
Muhammed’en abduhû ve resûluhu”280 ( Tanıklık ediyorum ki, Allah’tan başka ilah
yoktur, O’nun hiçbir ortağı bulunmamaktadır; yine şahitlik ederim ki, Muhammed
Allah’ın kulu ve peygamberidir.) diyerek şahadet getirmiştir. Hacı Bektâş’ın bu sözü
Hz. Muhammed’i peygamber olarak kabul ettiğinin ispatıdır. Başka bir yerde de,
Lokman Parende’nin, Hacı Bektaş’a yanındakinin kim olduğunu sorması üzerine
“Yanımdaki iki cihan güneşi atam Hz. Muhammed Mustafa ve bana Kur’ân’ın zahirini
öğretiyordu.”281 Şeklindeki ifadesi de, peygamberliğin tasdiklendiğinin kanıtıdır.
Bunların dışında eserde, Hz. Muhammed (sav) ile ilgili olarak “gerçek din
Muhammed dini, Peygambere salavat, ve Tanrı elçisi”282 gibi ifadeler geçmektedir.
277 Âdem’in başı “mim” gibidir, iki eli “ha” gibidir ve karnı “mim” gibidir, iki ayağı da “dal” gibidir.Bkz. Hacı Bektâş-ı Veli, Makâlât, s.41. 278 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.44-46. 279 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.8. 280 Gölpınarlı, a.g.e., s.4. 281 Gölpınarlı, a.g.e., s.5. 282 Gölpınarlı, a.g.e., s.12,44.
61
Yine Hacı Bektaş-ı Veli’nin soyunun Hz. Muhammed’e dayandığı birkaç kez ifade
edilmektedir.283 Bütün bunlar bize Hacı Bektaş’ın kuvvetli bir şekilde Hz.
Muhammed’e olan inancını göstermektedir.
Peygambere iman konusu sadece Hz. Muhammed’in nübüvvetinin tasdik
edilmesi değil, aynı zamanda diğer peygamberlerin de peygamberliklerinin tasdik
edilmesi anlamına gelmektedir. Eserde, Ahmet Yesevi’nin duasından bahsedilirken,
onun “Ey herkesin sırrını bilen Tanrı! Adem’den Hz. Muhammed’e kadar bütün
peygamberlerin hakkı için..”284 ifadesi, ilk peygamber Hz. Adem ile son peygamber
Hz. Muhammed’in nübüvvetlerinin tasdik edildiği gibi, bu ikisi arasında gönderilen
bütün peygamberlere de atıf yapılarak, onların da peygamberliğini kabul edildiği anlamı
çıkarılabilir. Ayrıca bazı alimlerin salih bir insan, bazı alimlerin peygamber olduğunu
söylediği Hızır’dan sık sık bahsedilmekte ve Hacı Bektâş’ın onunla buluşup, sohbet
ettiği eserde geçmektedir. Mesela, Hacı Bektaş çok zamanlar Hızır peygamberle
buluşurdu. Yine bir gün Saklan Kalesi * yakınlarında Hızır’la buluştu, sohbet ettiler.285
Ayrıca Hacı Bektâş’ın ölümü esnasında, “Tanrı’ya niyazda bulundu, Peygamber’e
salâvat getirdi.”286 ifadesi Hz. Muhammed’in peygamberliğini kabul ettiğini
göstermektedir.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, Velâyetnâme’de Hacı Bektaş Hz. Muhammed ve
Hz. Adem’in peygamberliklerini kabul etmekte, dua ederken kendilerine hürmet ve
saygı gösterilip, tevessül edilmektedir. Diğer peygamberlerden de üstü kapalı bir şekilde
bahsedildiği için onların da peygamberliklerinin kabul edilmektedir.
283 Gölpınarlı, a.g.e., s.1,19. 284 Gölpınarlı, a.g.e., s.10. 285 Gölpınarlı, a.g.e., s.11,19,22. 286 Gölpınarlı, a.g.e., s.88. * Kayseri ilinde
62
5.HACI BEKTÂŞ-I VELÎ’DE AHİRET İNANCI
Ahirete iman, iman esaslarından biridir. Kur’ân-ı Kerim’de bu inançla
kıyametin hak olduğu,287 diriliş,288 mahşer,289 cennet290 ve cehennemin291 gerçek olduğu
ifade edilir.
Kur’ân’da bahsedilen ahiret anlayışı ile, Hacı Bektâş’ın Ahiret anlayışı
arasında bir paralellik vardır. Dört kapı, kırk makamın ilk mertebesi olan şeriatın ilk
makamı, iman getirmektir. İman etmenin bir şartı da Âhiret gününe inanmaktır.292
Ayrıca Hacı Bektaş, ahirete inanmanın nasıl olması gerektiği konusu üzerinde durur. O,
“Kıyamete inanmak, böyle sizin gibi inanmak değildir. Zira siz, harâm ve helâl her ne
bulursanız giyinir, donanır; haksız yere nimetler yiyip beslenirsiniz. İşte bu inanmak
mıdır ki siz inanmış olacaksınız?”293 diyerek ahirete inanmanın önemine dikkat
çekmektedir. Kıyamete inanan insanların bu dünyada harama ve helâle dikkat etmesi
gerektiğini, buna uymayanların kıyamet gününden korkmadığını ve imanının eksik
olduğunu söyler. Buradan da anlaşıldığı gibi, Hacı Bektaş, kıyamete inanmakta ve
ahiretin varlığını kabul etmektedir.
Ayrıca Hacı Bektaş, cennet ve cehennemden de bahseder. Cennette Tuba
ağacının olduğunu, burada yeme içmenin olduğunu ifade eder. Ayrıca şahitlerin
özelliklerinden bahsederken, “Bunların aslı ateştendir. Bu sebeple gece gündüz
yanmaları, kendilerini yakmaları lazımdır. Her kim bu dünyada kendisini yakarsa, yarın
Ahiret’te türlü azaplardan kurtulacaktır.” İfadesini kullanır. O, “bir kez yanan başka
yanmaz” diyerek ahiretin varlığına ve Cehennem ateşine inandığını vurgular.294
Dünyayı ahirete tercih edenlerin hayvanlardan daha kötü olduğunu, Allah aşkı ile
yananların yarın cehennem ateşinde yanmayacağını vurgular. Dolayısıyla cennet ve
cehennem kavramları, ahiret inancıyla alakalı kavramlardır. Ahirete inanmayan bir
insan bu kavramlardan da bahsetmez.
287 Sebe 34/8, el Âraf ,7/8. 288 El Hac 22/5-7. 289 Et-Tegabün 64/9. 290 En Necm 53/13-15. 291 El Ahzab 33/64. 292 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.8. 293 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.10. 294 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s. 2, 25, 39,54.
63
Velâyetnâme’ye baktığımız zaman, onun ahiret inancıyla ilgili verdiği
bilgilerde İslam’ın temel esaslarına aykırı bir durum görülmez. Kur’ân’ın verdiği ahiret
anlayışıyla Hacı Bektâş’ın vurgu yaptığı ahiret anlayışı arasında bir uygunluk vardır.
Hacı Bektaş bir gün, Molla Sadettin’in daveti üzerine yemeğe gider, sofra kurulur, fakat
yemekler tuzsuzdur. Bunun üzerine Hacı Bektaş, “Filan yere gidin orada tuz madeni
var, kazın çıkarın. Kıyamete dek bizden armağan olsun.” der. Gerçekten de Hacı
Bektâş’ın dediği yerde tuz bulunur.295 Bu ifadeden, biz onun kıyamet inancına sahip
olduğunu, açık bir şekilde anlamaktayız.
Aynı şekilde eserde, “mahşer” inancına da âtıf yapılmaktadır. Buna göre,
Hacı Bektaş Tatarlara Karadonlu Can Baba’yı göndermiş, onlar da müslüman olarak
Hacı Bektaş’a muhip olmuşlardır. Ancak zamanla eski âdetlerine geri dönmüşler.
Bunun üzerine Hacı Bektaş, halifelerinden “Huy Ata”yı Tatar topluluğuna göndermiştir.
Huy Ata, onların arasında, birkaç yıl kalmış, kerametler göstermiş ve onların
sakladıkları putları bularak hepsini yakmıştır. Neden böyle yaptın denilince, “Tanrı’yı
ve Peygamber’i tanıdınız, bu yaptığınız şeriata ve tarikata uymaz. Buna aykırı
harekette bulunmayın ki, mahşer günü Peygamber bayrağı dibinde haşrolunasınız.”
der.296 Görüldüğü gibi mahşere olan inanç burada açık bir biçimde ifade edilir.
Eserde, “sıratla” ilgili ifadeler de bulunmaktadır. Hacı Bektaş, Kolu Açık
Hacım Sultan’ı Germiyan iline göndermiş, Hacım Sultan “Susuz”* denilen yerde
yerleşmiştir. Orada yaşayan iklim erenleri, Seyit Gazi’yi ziyaret için kurban hazırlayıp
yola düşmüşler, ancak ırmak taşkın olduğu için karşıya geçememişlerdir. Hacım Sultan
iklim erenlerinin suyu geçemediğini görünce, onlara: “Hal böyleyken yarın kıyamet
günü, bunca müridi, muhibleri sırat köprüsünden ve bunca berzahlardan nasıl
geçireceksiniz?” der ve sonra da başındaki elifî tacı çıkartarak sudan geçmeyi başarır.297
295 Gölpınarlı, a.g.e., s.57. 296 Gölpınarlı, a.g.e., s.44. * Uşak iline bağlı köy 297 Gölpınarlı, a.g.e., s.82.
64
Ahiret inancıyla ilgili başka bir husus da, onun “Cehennem ateşi” ifadesini
kullanmasıdır. Hacı Bektaş, Kavus Han’a gönderdiği Karadonlu Can Baba’nın kazanda
kaynatıldığını anlayınca, onu serinletmek istemiş ve kerametiyle yerden pınar
çıkartmıştır. Hacı Bektaş, pınarı görünce “Nerede ihtiyacımız olsa gel derdik, gelirdi.
Kim bu pınarda yıkanırsa, Cehennem ateşinde yanmasın” demiştir.298
Ayrıca Velâyetnâme’de, muhtelif kimselerden bahsedilirken zaman zaman
“ahirete göçtü” ifadesi kullanılır. Örneğin, Baba Resul’den hikaye edilirken, “ O, bunca
velâyet ve kerâmet gösterdikten sonra Beşkarış * makamında ahirete göçtü.” denilir.299
Sonuç olarak diyebiliriz ki, Hacı Bektâş-ı Velî ahirete inanmış ve bu inancına
uygun olarak yaşamaya çalışmıştır.
6.HACI BEKTÂŞ-I VELÎ’DE KADER VE KAZA İNANCI
İslâmî inançlardan biri de, “kader” ve “kaza”ya inanmaktır. Kader ve kaza
konusu, kelâmî ekoller arasında büyük tartışmalara ve ayrılıklara yol açmış, ancak bu
tartışmalar ve ayrılıklar kaza ve kadere iman noktasında değil, bunun anlaşılması ve
izahı noktasında olmuştur.300
Hacı Bektâş’ın kader ve kaza konusundaki inancını, Makâlât adlı eserinde
görmekteyiz. O, kader ve kazayı imanın şartlarından biri olarak görür. O, “İmanın şartı
altıdır; Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kadere, hayır
ve şerrin Allah’tan geldiğine inanmaktır”301 der.
Ayrıca Velâyetnâme’de kader ve kaza konusunda şöyle bir rivâyete rastlanır.
Bu rivâyete göre, Hacım Sultan, Seyyid Gazi tekkesini ziyarete gitmek ister, ancak
tekkedeki şeyh, bundan memnun olmaz. Bu durum, Hacım Sultan’a malûm olur ve
semâ etmeye başlar. Semâ ederken eteği kime değdiyse ölür, tekke şeyhi Kara İbrahim
ise, buna kızarak Hacım Sultan topluluğundaki bütün demir aletleri tandıra doldurarak
298Gölpınarlı, a.g.e., s.41. 299 Gölpınarlı, a.g.e., s.86. 300 Bekir Topaloğlu, Kelâm İlmi, İstanbul 1996, s.284.
• Kütahya’nın Altıntaş ilçesine bağlı köy 301 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.8.
65
yakar. Bunun üzerine Hacım Sultan, “Sen bizi ateşle sınadın, biz de seni Tanrı kazasıyla
sınayalım.” der ve o anda gökten bir yıldırım Kara İbrahim’e isabet eder.302 Kaza,
Allah’ın ezeldeki hükmünün yürürlüğe girmesidir ki, Kara İbrahim’e yıldırım isabet
etmesi ve onu yakması Tanrı kazası olarak değerlendirilir. Bundan başka herhangi bir
rivâyet söz konusu değildir. Sonuç olarak diyebiliriz ki, Hacı Bektaş İslam’ın
öngördüğü şekilde bir kader ve kaza inancına sahiptir. Yani kader ve kazaya inanmıştır.
302 Gölpınarlı, a.g.e., s.84.
66
C.İBADET ANLAYIŞI
Hacı Bektâş-ı Veli’nin düşünce dünyasını oluşturan konularından biri de
ibadet anlayışıdır. İbadetlerine sıkı sıkıya bağlı olan bir mutasavvıftır. Onun
düşüncelerine baktığımız zaman ibadetlerini yerine getirmiş ve hatta diğer insanlara da
ibadetlerin yerine getirilmesi konusunda öğütler vermiş olan bir velidir.
1.HACI BEKTÂŞ-I VELİ’NİN NAMAZ ANLAYIŞI
Yüce Allah’ın farz kıldığı ibadetlerden birisi de namazdır. Namaz, müminin
miracıdır. Abdest alarak, temiz kıyafetlerle Allah’ın huzuruna geçmek, ona dua edip
yalvarmak manevi bir yakınlık kurulmasını sağlar. Hz. Peygamber miraca çıkıp
döndükten sonra diğer müslümanların miracı sayılan beş vakit namaz, müslümanlara
farz kılınmıştır.303
Hacı Bektâş-ı Velî Makâlât’ta, dört kapı kırk makam bağlamında şeriat
makamlarından bahisle namaza temas eder. Burada namaz, şeriatın üçüncü makamı
olarak zikredilir.304 O, Makâlât’ta, namaz konusunda şunları söyler: “Pes imdi adam
gerek kim suya yaraya ve su gerek, kim abdeste yaraya ve abdest gerek kim namaza
yaraya ve namaz gerek kim Çalap Tealâ’ya yaraya.”305 Burada Hacı Bektâş-ı Velî,
abdestin susuz olamayacağı gibi, namazın da abdestsiz olamayacağını ve Allah’ın
rızasını kazanmanın namazsız mümkün olmadığına vurgu yapıyor. O, başka yerde ise,
insanoğlunun gençlik, ihtiyarlık vs…gibi dönemlerini namaz vakitlerine benzetir şöyle
ki; çocukluk hali, sabah namazına; ergenlik hali, öğle namazına; yiğitlik hali, ikindi
namazına; kırgınlık hali, akşam namazına ve yaşlılık hali de yatsı namazına
benzemektedir.306 Hacı Bektaş-ı Veli namaz gibi önemli bir ibadeti ısrarla tavsiye eder.
Ayrıca ona göre, peygamberimizin isimlerinden olan “Ahmet” ifadesi “namaz”a
benzetilmektedir. Elif kıyâma, ha rüku’ya, mim secdeye, dal tahıyyâta benzetilir.307 O,
303 Nisa , 4/5, el Bakara 2/110,238. 304 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.11. 305 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.8. 306 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.41 ,Cenksu Üçer, “Geleneksel Alevilikte İbadet Telakkileri”, Uluslar arası Bektaşîlik ve Alevilik Sempozyumu, 28-30 Ekim 2005, Isparta, s.301. 307 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.41.
67
namaz vakitlerinde Allah’ı tesbih etmenin gerekliliği üzerinde ısrarla durur: “O halde
akşama girdiğinizde ve sabahladığınız vakit Allah’ı tesbih ediniz, göklerde ve yerde
hamd O’nundur. İkindi ve öğle vakitlerinde de Allah’ı tesbih edin”308 âyetini delil
getirir.309 Yine o, tarikatın sekizinci makamında, namazla ilgili olarak “seccade” ve
“tesbih” gibi maddi unsurlardan da bahseder.310
Onun bir diğer eseri olan Velâyetnâme’de ise, namaz konusuna oldukça fazla
atıf bulunuyor. Bu atıflar sadece beş vakit namazla ilgili değil, cuma namazı ve cenaze
namazı konusunda da pek çok rivayet zikredilir. Bunların birinde, Lokman Parende,
Kabe’de namaz kılarken Hacı Bektaş’ın da, keramet sergileyerek orada namaz kıldığını
görür, ancak namaz bitince, gözden kaybolduğunu söyler.311 Bir diğer bir rivâyete göre
ise, Horasan pirleri Hacı Bektaş’a pirinin kim olduğunu sorar, bunun üzerine O,
“Sizden kim susam yaprağı üzerinde iki rekat namaz kılarsa biz onu pirliğe kabul
ederiz.” der. Erenler buna cesaret edemeyince kendisi hemen abdest alıp, susam yaprağı
üzerinde iki rekat namaz kılar.312 Ayrıca O, Bedahşan’daki kafirleri imana getirmek
üzere gider, orada bir mağarada ibadet halinde iken kendisine saldırmak üzere gelenler,
onu namaz kılarken bulurlar.313 Yine Bedahşan’daki halk Müslüman olunca o, bu halka
namaz kılmayı öğretir. Yine onun darı taneleri üzerinde namaz kıldığı da anlatılır. 314
Yine onun Alacık* köyüne gittiği, orada akşam namazı vakti girince abdest alıp,
namaza duracakları vakit, köyün “Kara Fakı” adlı imamının Hacı Bektâş’ın önüne
geçip imam olacağı sırada, aklına Kur’ân’dan hiçbir şeyin gelmediği ve dolayısıyla
namazı bozduğu anlatılır.315
308 Rum 30/17-18. 309 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.41. 310 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.15. 311 Gölpınarlı, a.g.e., s.7. 312 Gölpınarlı, a.g.e., s.8. 313 Gölpınarlı, a.g.e., s.12. 314Gölpınarlı, a.g.e., s.16 , S.Hayri Bolay, a.g.m. Ankara 1999, s.84-85. 315 Gölpınarlı, a.g.e., s.33. * Hacı Bektaş ilçesinin güneyinde bulunan köy. 315 Gölpınarlı, a.g.e., s.55.
68
Hacı Bektâş bir gün, müritlerinden birini Müslüman olan bir keşişe gönderir
ve bu keşiş ile müridin birlikte namaz kıldıkları Velâyetnâme’de nakledilir.316
Tuzköyü’nün* kahyası, Molla Sadeddin’e Hacı Bektaş’ı anlatırken “Köy mescidine
gidip namaz kılmıyor da kendi dervişleriyle namaz kılıyor.” der.317 Ayrıca Molla
Sadettin, Açıksaray* köyünde Hacı Bektaş’ı namaz kılarken görür.318 Yine Hacı
Bektâş’ın ölüm gününden bahsedilirken, “Hacı Bektaş bir gün namaz kıldı, evradını
okudu.” denilmektedir.319
Bize göre Velâyetnâme’de namaz konusunun geçtiği en çarpıcı rivâyet
şöyledir: Hacı Bektaş halktan çekildi, ibadete ve riyazata yöneldi ve bu durum öyle bir
hale geldi ki namazda rükû ettiği zaman, başından mübarek beyni hareket eder,
rükû’dan kalkınca yine yerine gelirdi. Tam kırk yıl ibadet etti. Tanrı’dan, “İbadetin
kabul oldu.” diye bir ses gelince daha fazla ibadete koyuldu.320
Velâyetnâme’de cuma günü ve cuma gecesine ait bilgiler de vardır. Bunlardan
bir tanesi şöyledir: Hacı Bektaş Sulucakarahöyük’ün doğu tarafında bulunan bir köye
gider, buğday ve arpalarını döven köylülerden eteğini açıp bir şeyler ister, onlar da
vermeyince, taş olsun diye beddua eder ve o anda bütün mahsul taş olur. Köylüler,
bunlar hiçbir işe yaramaz deyince, Hacı Bektaş, “İşe yarar, çocuğu olmayan kadınlar üç
gün oruç tutup, cuma gecesi bunlardan yutsunlar der.”321 Çocuğu olmayan kadınlardan
buğday tanelerini cuma gecesi yutmalarını istemesi, onun cuma gününe ve cuma
gecesine verdiği önem ve değerden, bu gecenin mübarek bir gece olmasından
kaynaklanmaktadır.
Cenaze namazının kılınmasıyla ilgili olarak da Velâyetnâme’de Hacı
Bektâş’ın ölümü anlatılmaktadır. Hacı Bektâş’ın vasiyeti üzerine, o öldükten sonra Sarı
316 Gölpınarlı, a.g.e., s.55. 317 Gölpınarlı, a.g.e., s.56. 318 Gölpınarlı, a.g.e., s.56. 319 Gölpınarlı, a.g.e., s.8. 320 Gölpınarlı, a.g.e., s.8. 321 Gölpınarlı, a.g.e., s.34. * Nevşehir ili Gülşehir ilçesine bağlı köy. * Nevşehir iline bağlı belde
69
İsmail, yüzü nikaplı kişiyi bekledi, Hacı Bektaş’ı ikisi yıkadılar, kefenlediler. Bu kişi,
imamlık etti, namazını kılıp götürüp gömdüler.322
Ayrıca Velâyetnâme’de Hacı Bektaş’ın namaz kıldığından bahsedilen bölüm
şöyledir: “Bir gün Hacı Bektaş, Tekkekaya’da* oturup sohbet ederken öğle namazının
vakti girdi. Molla Sadeddin’in gönlünden, “Hünkâr, her namaz vaktinde kaybolur, acaba
nereye gider?” düşüncesi geldi. Bu düşünce Hacı Bektaş’a malum oldu. Sadeddin’e
‘İleri gel elini elime ver, ayağını ayağımın üzerine koy.’dedi. Bir de baktı ki Kâbe’de,
halk sünnet namazı kılmakta. Derken kamet getirildi ve farza durdular. Namaz bitince
Hacı Bektaş kayboldu. Sadeddin öbür namaz vaktine kadar Mekke’de kaldı. Namaz
vakti baktı ki, Hacı Bektaş yine Mekke’de, namazdan sonra yine kayboldu. Sadeddin
oradakilere; ‘Şurada namaz kılan eri tanır mısınız?’ diye sordu. ‘Evet’ dediler, her vakit
namazını burada kılar. Bu şekilde Sadeddin kırk gün Mekke’de kaldı.”323 Bu rivâyet
incelendiğinde, Hacı Bektâş’ın beş vakit namaza verdiği önemi anlayabiliriz. Nitekim
Sadeddin’in Mekke’dekilere sorduğu sorunun cevabına karşılık olarak “Her vakit
namazını burada kılar.” şeklindeki söz genel bir ifadedir ve bütün vakit namazlarını
kapsamaktadır.
Özet olarak diyebiliriz ki, Hacı Bektaş, namaz ibadetine önem vermiş, namaz
kılmayı şeriatın makamları arasında saymış, Bedahşan halkına namazın nasıl
kılınacağını göstermiş, kendisi de keramet eseri olarak Kâbe’de namaz kılmıştır. Ayrıca
o, abdestsiz olarak namaz kılınamayacağını söylemiş ve namazı insanın hayat
evrelerine benzetmiştir.
2.HACI BEKTÂŞ-I VELİ’NİN ORUÇ ANLAYIŞI
İslâmî ibadetlerin en önemlilerinden biri de oruç ibadetidir. Kur’ân’ın
ifadesiyle, bu ibadet bizden önceki ümmetlere farz kılındığı gibi, biz Müslümanlara da
farz kılınmıştır.324 Bu ibadet Ramazan ayında otuz gün olarak yerine getirilir. Oruç
322 Gölpınarlı, a.g.e., s.89. 323 Gölpınarlı, a.g.e., s.61.
* Eskişehir ili Seyitgazi ilçesine bağlı köy 324 Bakara, 2/183-185.
70
ibadeti İslam’a has bir ibadet olmayıp, diğer ilahi dinlerde de bu ibadet vardı ve farz
kılınmıştı.325 İslami gelenekte farz olan oruçlardan başka adak ve nafile oruçlar da
yaygın olarak tutulmaktadır.326
Hacı Bektâş-ı Velî, oruç hakkındaki görüşünü, Makâlât adlı eserinin dört
kapı kırk makam bağlamında ilk kapı olan Şeriat kapısının üçüncü makamında net bir
suretle vurgular.327 Yani, onun oruç tutmayı şeriatın makamları arasında saydığını ve
bu ibadete büyük değer verdiğini görmekteyiz.
Velâyetnâme’ye baktığımız zaman, Hacı Bektâş’ın oruç ibadetine ilişkin
görüşlerini görürüz. Bu görüşlerin birinde, Hacı Bektâş’ın oruç tuttuğu anlatılır. Burada
nakledildiğine göre, Ahmet Yesevi, Hacı Bektaş’tan Bedahşan’a gidip oğlu Haydar’ı
kurtarmasını ister. Hacı Bektaş bu emri duyunca kendi kendine, “Bedahşan iline gidip,
Haydar’ı azad etmedikçe ekmek yemeyeyim, su içmeyeyim, orucumu bozmayayım.”
der.328 Bu rivâyette onun oruç tuttuğu anlatılmaktadır. Buradaki tutulan oruç adak
orucudur. Hacı Bektaş, sadece yapacağı işi bitirinceye kadar oruç tutmaya and içmiştir.
Velâyetnâme’de Hacı Bektâş’ın oruç tuttuğuna dair başka bir rivâyet yoktur. Ancak
Velâyetnâme’de geçen bir bölümde, Hacı Bektaş, çocuğu olmayan kadınlara, üç gün
oruç tutmalarını ve bıraktığı buğday tanelerinden yutmalarını tavsiye etmiştir.329 Bu
rivâyette Hacı Bektâş’ın kadınlara oruç tutmayı öğütlemesi, âdeta onların istedikleri
şeyin gerçekleşmesi için şart koşulmuştur. Bu da Hacı Bektâş’ın oruç ibadetine verdiği
önemi ve değeri göstermektedir.
3.HACI BEKTÂŞ-I VELİ’NİN HAC ANLAYIŞI
Kur’ân-ı Kerim’de, imkanı olanların yerine getirmesi, Allah’ın kulları
üzerindeki hakkı olarak açıklanan hac ibadeti, farz olan bir ibadettir.330 Hali vakti
yerinde olan bir Müslüman’ın ömründe bir defa hacca gitmesi gerekir. Pek çok dinde
kutsal bazı mekanların ziyaret edilmesi şeklinde hacca benzer kimi uygulamaların
325 Bakara, 2/183. 326 Ö. Nasuhi Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, s.307-320. 327 Hacı Bektâş-ı Veli , a.g.e..s.11. 328 Gölpınarlı, a.g.e., s.10, S.Hayri Bolay, a.g.m., Ankara 1999, s.87. 329 Gölpınarlı, a.g.e., s.34. 330 Âl-i İmran, 3/97.
71
olduğu bir vakıadır. Yahudilik ve Hristiyanlık için Kudüs şehri, kutsal bir mekandır ve
ziyaret edilir. Ancak bu durum İslâm dinindeki hac ibadeti kadar yoğun ve sistemli bir
şekilde cereyan etmez. Hac ibadeti, sosyal açıdan çok önemli olduğu kadar
Müslümanların aynı gaye için burada toplanmış olmaları da onlar açısından psikolojik
bir motivasyon sunmaktadır.
Hacı Bektâş-ı Velî Makâlât’ta, hac ibadetini, şeriat kapısının makamları
arasında sayar ve hacca gitmeyi insan için imkan bulma şartına bağlar.331 Ayrıca
eserin başka bir bölümünde ise, Hac ibadeti çeşitli teşbihler çerçevesinde ele alınır.
Burada mümin kişinin gönlü Kâbe’ye benzetilir. Dolayısıyla Hac ibadeti tasavvufi bir
anlatımla işlenir. Kâbe’ye gidene kılavuz gerektiği, gönlün kılavuzunun ise Allah
olduğu dile getirilerek başlanan cümlelerde, hakkı batıldan ayırmak ihram giymeye,
yoldan bir taş kaldırmak hacdaki şeytan taşlamaya, nefsin hevâ ve hevesini tepelemek
kurban kesmeye, geçmiş ömür Safâ’ya, gelecek ömür Merve’ye, geçmiş ömür için
pişmanlık duyup tövbe etmek ve kalan ömrü Allah’ın kulluğunda geçirmek Safâ ile
Merve arasında yürümeye, devamlı tövbe-istiğfar halinde olmak ise Kâbe’yi tavaf
etmeye benzetilir.332
Velâyetnâme de ise, hac ibadeti, çok açık ve net bir şekilde dikkat çeker.
Eserde Lokman Parende’nin hacca gittiği, Kâbe’yi tavaf ettiği, hac görevlerini yerine
getirip arife günü Arafat’a çıkıp vakfeye durduğu, ayrıca Hacı Bektâş’ın keramet
yoluyla Lokman-ı Parende’nin yanına gittiği nakledilir.333 Hacı Bektâş’ın hacca
gittiğini gösteren bir başka rivâyet ise şöyledir: Hacı Bektaş, Rûm ülkesine hareket
edince, önce hacca niyet eder, Necef, Medine, Kudüs ve Halep şehirlerine uğrar
“erbain” çıkarır ve böylece hac farizasını eda ederek Elbistan ve Kayseri üzerinden
Anadolu’ya gelir. Bu rivâyet onun hac vazifesini yerine getirdiğini açık bir şekilde
gösteriyor.334
Yine onun bu ibadeti yerine getirdiğini yansıtan bir diğer ayrıntı ise, ona
“hacı” denmesidir. Bilindiği üzere hacca giden birisi döndüğünde, “hacı” diye 331 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.11. 332 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.40. 333 Gölpınarlı, a.g.e., s.6. 334 Gölpınarlı, a.g.e.,s.17-18.
72
isimlendirilir. Artık “hacı” o kişinin isimlerinden biri olur. Hacı Bektaş’a bu isim şöyle
verilmiştir: Lokman Parende hacca gittiğinde, arife günü canı “bişi” çeker, bu durum
Hacı Bektaş’a malûm olur. Derhal bir tepsiye bişileri koyarak hocasına götürür,
Lokman-ı Parende hac dönüşü bu durumu, kendisini ziyarete gelenlere anlatır ve Hacı
Bektaş’a artık “hacı” denmesi gerektiğini söyler.335 Başka bir rivâyette ise Hacı
Bektâş’ın keramet göstererek Kâbe’ye gittiği ve orada namaz kıldığı anlatılır. 336
Günümüzde bu konuda dikkat çeken nokta, Anadolu’daki bazı Alevî-
Bektâşîlerin hac ibadetini farklı yorumlamaları ve Hacı Bektâş’ın hac yapmadığına dair
görüşleridir. Bunların bir kısmı, Hacı Bektâş’ın türbesini ziyareti hac, bunu yapanı da
hacı olarak görmekteler.337 Oysa hac ibadeti Makâlât’ta son derece açık ve net olarak
ifade edilmiş bir husustur. Hacı Bektâş’a ait türbenin, onun sağlığında mevcut
olmadığı gerçeğinden hareketle, Kâbe’ye onun hac için gittiği ve hac yaptığı hakikati
ortaya çıkmaktadır. Ayrıca bazı Alevi-Bektâşîlerin hac ibadetini farklı yorumlamalarına
delil olarak ileri sürdükleri şey, onun şu sözleridir:
Hararet nardadır, sacda değildir
Akıl baştadır, tacda değildir
Her ne arar isen, kendinde ara
Mekke’de Kudüs’te Hac’da değildir.338
Hacı Bektaş bu sözüyle, İslam’ın şartı olan ve bütün Müslümanların kabul ettiği hac
ibadetini küçümsemez veya gereksiz görmez. Yani bu sözün gayesi hac değil, insandır.
O, hacla insan arasında bir benzetme yaparak insana değer katmak ister. Bu sözüyle
dindarlık anlayışının insan merkezli olmasına vurgu yapmıştır. Ayrıca bu sözden
Kâbe’ye karşı olmak ve haccı gereksiz görmek gibi bir yaklaşım çıkarmak yerine,
insana verilen önemin ifade edildiği bir önemli vurguyu anlamak gerekir. Burada insana
verdiği değeri göstermek için bu yola baş vurmuştur.
335 Gölpınarlı, a.g.e., s.6. 336 Gölpınarlı, a.g.e., s.61, Süleyman Hayri Bolay, a.g.m. , Ankara 1999, s.87. 337 T.Mümtaz, Sözengil , Tarih Boyunca Alevilik, İstanbul 1991, s.103, Cenksu Üçer, “Geleneksel Alevilikte İbadet Telakkileri”, Uluslar arası Bektaşîlik ve Alevilik Sempozyumu, 28-30 Ekim 2005, Isparta, s.305. 338 İsmet Zeki,Eyupoğlu, a.g.e., s.103.
73
Özet olarak diyebiliriz ki, Hacı Bektaş, hac ibadetine önem vermiş ve aynı
zamanda da hac görevini ifa etmiştir. Haccı lüzumsuz görmesi veya kötülemesi söz
konusu değildir. Onun bu sözünü, hacca karşı görmek ise Onu anlamamak ve ona karşı
yapılmış bir saygısızlıktır.
4.HACI BEKTÂŞ-I VELİ’NİN ZEKAT ANLAYIŞI
İslam’ın şartlarından biri de zekat vermektir. Zekat, kelime olarak temizlik,
bereket, çoğalma ve güzel övgü manalarını taşır. Terim olarak ise, nisaba ermiş maddi
zenginliğin kitap ve sünnetle belirlenmiş bölümünü, belirli bir zamanda muhtaç olan
kimselere, sırf Yüce Allah’ın rızasını dileyerek vermektir.339
İslâm’da malî bir ibadet olarak önemli bir yeri olan zekatın farz oluşu, Kur’ân
âyetleriyle sabittir.340 Zekat, kimi ayetlerde tek başına ele alınmış ve pek çok âyette ise
namazla birlikte emredilmiştir.341 Zekat, İslam’ın toplumsal hayatla ilgili getirdiği en
önemli ibadetlerden biridir. Zekat, toplumda sosyal adaleti sağlayan bir ibadettir. Bunun
için zekât vermek, birey ve toplum için ekonomik ve sosyal huzurun en önemli
dayanağıdır. Sosyal katmanlar arasındaki eşitsizlikleri, karşılıklı bakış açılarını en güzel
tolere eden sosyal boyutlu bir ibadettir.
Hacı Bektâş-ı Velî, Makâlât’ta zekâtı, şeriat kapısının makamları arasında
sayar.342 Yani, onu kırk makamdan biri olarak görür. Bir başka yerde ise, bu konuda
şöyle der: “Bir kişi diliyle ‘iman ettim’ dese, ama gönlüyle inanmasa veya zekatı tamam
vermese veya hacca giderken yoldan geri dönse o kişinin amelleri tamamen boşa
gider”.343 Velâyetnâme’de ise, zekât ibadetine ilişkin herhangi bir atıf mevcut değildir.
Kur’ân’da birçok yerde namazla birlikte anılan zekât konusunun, namazın çok fazla
işlendiği Velâyetnâme’de geçmemesi dikkat çekicidir. Ancak İslâm’da malî ibadetlerin
farklı boyutlarını teşkil eden sadaka vermek, misafirlere ikramda bulunmak,
yardımlaşmak, sofra açıp insanları yedirip içirmek gibi hususlara burada fazlasıyla yer
verilmiş olduğu görülür. Ayrıca burada Hacı Bektâş’ın şöhretinin arttığı, fukaranın
onun huzurunda toplandığı, Kızılca Halvet’in yakınında bir misafirhane kurularak
339 Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslâm Fıkhı, II, s.107. 340 Bkz. el Bakara 2/110, Nisa 4/77, et Tevbe 9/71. 341 Bkz. el A’raf 7/156, el Bakara 2/43,110, et Tevbe 9/5,11,71. 342 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.11, Aziz Yalçın, Makâlât-ı Hacı Bektaş-ı Velî, s.193. 343 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.18.
74
mutfak ve fırın yapıldığı, orada gelene gidene yedirilip içirildiği ve izzet ikramda
bulunulduğu bu konuda fiili bir zekat anlayışını yansıtıyor.344
Başka bir yerde ise, Hacı Bektâş’ın, kendisine gelip tövbe etmek istediğini
söyleyen bir haramiye, bir bostan ekip, yetişen mahsulü gelene geçene yedirmesini
tavsiye ettiği anlatılır.345 Aynı şekilde Kadıncık Ana’nın, babasından kalan bütün
malını erenler yolunda harcadığı, yalnız üzerinde bir gömleğinin kaldığı, onu da Hacı
Bektaş’ı ziyarete gelen Kalender topluluğunu karşılamak için satıp onlara sofra kurduğu
anlatılmaktadır.346 Netice itibariyle, Hacı Bektaş kendisi cömertlik edip sadakalar
verdiği gibi, bunu kendi halifelerine ve müritlerine de tavsiye etmiştir. O, vefatına
yakın bir zamanda Sarı İsmail’e şu tavsiyede bulunur: “Hizmet et, sofra yay. Himmet
dilersen cömertlikte bulun. Benden kisvet giyen her mürid, konuk istesin, konuğa hizmet
etsin.”347 Aynı zamanda o, sadece Müslümanlara karşı cömert olmakla kalmamış,
gayrimüslimlere de yardım etmiştir. Örneğin o, bir kıtlık yılında sıkıntıya düşen bir
keşiş için bizzat ilgilenmiş, ona bir dervişi vasıtasıyla buğday göndermiş ve onun
sıkıntısını gidermiştir.348
Kısaca , Velâyetnâme’de zekâta ilişkin hiçbir işarete rastlanmamaktadır.
Fakat sadaka vermenin, cömertliğin ve yoksullara yardım etmenin üzerinde titizlikle
durulmuş, hatta Hacı Bektaş bunu vasiyetin de bile söylemiştir. Sofra kurup yedirmek,
yoksullara yardım etmek ve ihtiyaç sahiplerinin sıkıntısını gidermek, İslâm’ın tavsiye
ettiği güzel davranışlardandır. Makâlât adlı eserde de, zekât açıkça geçmekte olup,
şeriat makamları arasındadır.
344 Gölpınarlı, a.g.e., s.43. 345 Gölpınarlı, a.g.e., s.54. 346 Gölpınarlı, a.g.e., s.63. 347 Gölpınarlı, a.g.e., s.88. 348 Gölpınarlı, a.g.e., s.55
75
5.HACI BEKTÂŞ-I VELİ’NİN KURBAN ANLAYIŞI
Kurban, her yıl Allah’a ibadet etmek amacıyla belli özellikleri olan bir
hayvanın kanını akıtma işlemidir. Kurban kesme işleminden, zengin olan Müslümanlar
sorumludur. Zengin olmayanlar kurban kesmeyebilir. Zenginlikten kasıt ise, zekât
verecek kadar malı olmasıdır. İbadet maksadıyla yılda bir defa kesilen kurbanın dışında,
adak ve değişik zamanlarda kesilen kurbanlar da vardır. Kurban, Allah’a yaklaşmak ve
onun rızasını kazanmak amacıyla kesildiği gibi, kaza ve belalardan korunmak amacıyla
da kesilmektedir. Kurban, toplumsal açıdan da önemli bir fonksiyona sahiptir. Zira bu
sayede maddi imkanı olmayanlar hiç olmasa bu vesileyle bolca et yeme imkanı
bulmaktalar. Bu yönüyle kurban kesmek, toplumsal barış ve yardımlaşma açısından
önemli bir ibadettir.
Hacı Bektâş-ı Velî, Makâlât’ta, nefsin arzularını defetmeyi Kabe’de kurban
kesmeye benzetir.349 Burada onun kurban kestiğine dair bir atıf yoktur. Hacı Bektaş,
Hz. İbrahim (a.s)’ın, Hz. İsmail (a.s)’i kurban etme olayını başka bir açıdan
değerlendirir: Şöyle ki; o, Hz. İbrahim’i ruha, Hz. İsmail’i de kalbe benzetir. Kalp, ruh
ile akıl arasındadır. Hz. Cebrail ise, akıl konumundadır ve kalp ile nefis arasında
hakemdir. Cebrail’in getirdiği kurban da nefistir.350 Kalp, tam bir teslimiyet
gösterdiğinde nefsini kurban etmiş olmaktadır.
Velâyetnâme’de ise kurban ibadeti konusunda daha fazla bilgi vardır. Kurban,
bilindiği üzere kurban bayramında kesilmektedir. Fakat Velâyetnâme’de açıkça Kurban
Bayramı ifadesi geçmemektedir. Bunun yerine “Hacılar Bayramı” ifadesi tercih
edilmiştir. Rivâyete göre Hacı Bektaş, her yıl Kurban (Hacılar) Bayramını müritleriyle
birlikte Seyyid Gazi * zaviyesinde kutlamaktadır.351 Başka bir rivâyette de Hacı
Bektâş’ın halifelerinden birisi olan Kolu Açık Hacım Sultan, Susuz denilen yerde Bekce
ve Habib Hacım adlı iki dervişe rastlar. Bu dervişler kurbanlarıyla birlikte Hacılar
Bayramı için Seyyid Gazi Zaviyesi’ne gitmektedirler.352 Bu rivâyetlerden anlaşıldığına
göre, Hacı Bektaş da müritleri de Kurban Bayramı’nı kutlamakta ve kurban
kesmektedirler. Velâyetnâme’de Kurban Bayramı dışında kesilen bazı kurbanlardan da 349 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e..,s.40 350 Baki Öz, Hacı Bektaş-ı Veli Kitabu’l Fevaid, s.61-62. 351 Gölpınarlı, a.g.e., s.70-71. 352 Gölpınarlı, a.g.e., s.82.
76
bahsedilir. Örneğin, Tatar beylerinin yaylaya çıkarken kurbanlarıyla Kızılca Halvet
önünden Tekke Kaya’ya kadar sofra kurdukları, yüzlerce kurban keserek Hacı Bektâş’ın
önünde sohbet ettikleri anlatılmaktadır.353
Netice olarak Velâyetnâme’de Kurban Bayram’ı kutlanmakta ve kurbanlar
kesilmektedir. Fakat Makâlât’ta ise, Velâyetnâme’deki gibi açıkça kurban kesildiğine
dair bir rivâyet yoktur. Makâlât’taki kurban kesme olayı, metaforik açıdan
değerlendirilmiştir.
353 Gölpınarlı, a.g.e., s. 43.
*Eskişehir iline bağlı Seyyid Gazi ilçesinde
77
SONUÇ
Hacı Bektâş-ı Velî 1209-1210 tarihlerinde Nişabur şehrinde doğmuştur.
Hoca Ahmet Yesevi tarafından yetiştirilip, Anadolu’ya gönderildiğine dair iddiaların
olmasına rağmen, yaşadıkları dönem göz önüne alındığında, bu iki mümtaz şahsiyetin
görüşmelerinin imkansız olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu sorunu Velâyetnâme, Hacı
Bektaş ile Ahmet Yesevi arasına, Lokman Parende’yi yerleştirmek suretiyle çözer. Hacı
Bektaş, iyi bir eğitim almış, devrinin geçerli olan bütün bilgileriyle donanmıştır.
Türkler, 1071 Malazgirt zaferinden sonra, yoğun bir şekilde Anadolu’ya göç
etmişler ve bu göçler nedeniyle İslamlaşma süreci de zamana yayılmıştır. XIII. yüzyılın
ilk yarısından itibaren bozulan siyasî ve ekonomik durum nedeniyle, göçebe
Türkmenler ayaklanmış ve Babâî isyanı çıkmıştır. Ardından Moğollar karşısında
yaşanan yenilgi ile Moğol işgali yaşanmıştır. Bu istila sonucu, ülkede büyük bir kaos
ortamı oluşmuş ve bu durum bir ölçüde şeyh ve dervişlerin işine yaramıştır. Bu
dönemde, Sünnî olan ve olmayan birçok tarikat şeyhi Anadolu’ya gelmiştir. Bunlar
arasında Hacı Bektâş-ı Veli de bulunmaktadır. Bu kaos ortamında Hacı Bektâş-ı Velî,
çevresindeki birçok insanı etkilemiştir.
İşte böyle bir dönemde hocasının görevlendirmesiyle Anadolu’ya gelen Hacı
Bektâş-ı Velî, Anadolu’ya gelmeden önce Necef, Mekke, Kudüs ve Halep’e uğramış,
oradan da, Sivas, Kırşehir, Kayseri ve Sulucakarahöyük’e gelmiştir. Anadolu’ya geldiği
bu dönemde, Babaîler ayaklanması çıkmış fakat kendisi bu ayaklanmaya katılmamıştır.
Hacı Bektâş’ın yeniçerilerle olan ilişkisi bu ocağın askerleri arasında Hacı Bektâş-ı
Veli’ye sevgi duyan insanların fazla olmasından kaynaklanmış ve bu durum zaman
içinde bir tür resmiyet kazanmıştır. Aynı şekilde Hacı Bektâş-ı Veli, Osmanlı
hanedanından hiçbir kimseyle görüşmediği halde, yeniçeri ocağını kutsadığı ve
başlarındaki börkün Bektâşî tacı olduğuna dair yaygın kanaat, onun şöhretinden
kaynaklanmıştır.
Hacı Bektâş-ı Velî’nin evli olup olmadığı konusu, Bektâşîler arasında ihtilaf
konusu olmuştur. Dolayısıyla Bektâşilik, onun evlendiğini kabul eden “Çelebiler Kolu”
78
ve evlenmediği görüşünü kabul eden “Babağan Kolu” olmak üzere iki gruba
ayrılmıştır. Bizim kanaatimize göre ise Hacı Bektaş evlenmiştir. 1270-1271 tarihlerinde
vefat eden Hacı Bektâş-ı Velî’nin mezarı, Sulucakarahöyük’tedir. Türbesi günümüzde
ziyaret edilmekte olup, son yıllarda 16 Ağustos tarihinde burada her yıl Hacı Bektaş
ilçesinde, geleneksel olarak Hacı Bektaş’ı anma şenlikleri düzenlenmektedir.
Hacı Bektâş-ı Velî’nin düşünce sistemi, genel hatlarıyla âyetler ile hadislerin
tasavvufî yorumlarına dayanmış olduğunu görürüz. Onun dini düşünce sisteminde,
kesinlikle bir Şiilik anlayışından söz edilemez. Onun düşünce dünyası içinde, insan
anlayışının önemli bir yer tuttuğunu görmekteyiz. İnsanı, Allah’ın yeryüzündeki halifesi
olarak kabul eden Hacı Bektaş, bize kâmil bir insan tipinin vasıflarının nasıl olması
gerektiğini gösterir; Kâmil insan her şeyden önce gönül dünyası, kirlerden arınmış bir
insandır. Mükemmel bir insan olma yolunda, dış görünüşe hiçbir zaman değer
vermeyen Hacı Bektâş-ı Velî, “sözlerimizle giysilerimizle bazı unvanlar alabiliriz, ama
bunun gerçekle hiçbir değeri yoktur” diyerek iç görünüşe verilen değeri vurgular. Yine
o, “Yaratıcı katında unvanımız, gönül şehrimizin temizliğidir.” sözüyle de şekilciliğe
önem vermeyen bir insan modeli çizer. Bundan dolayı o, her şeyi insanın özünde
arayan bir düşünce sistemine sahiptir. O, insana verdiği bu değeri “Benim gönül
Kâbe’m insandır.” sözüyle özetlemiştir.
O, aynı din mensuplarının birbirlerine karşı hoşgörülü olmasıyla yetinmeyip,
farklı dinlerden insanların da kardeşçe bir arada yaşayabileceklerini söyler ve bunu
hayatında gösterir. O, hiçbir bireyi ve topluluğu inancından ve milliyetinden dolayı
dışlamaz. Bu yönüyle o, yetmiş iki milleti bir gözle görmüş ve “Dünya içinde
yaratılmış nesneler eşittir.” sözüyle de bütün düşüncesini ifade etmiştir.
Hacı Bektâş-ı Veli’nin düşünce sistemini oluşturan temel unsurlardan biri de,
onun tasavvufi düşünceye yaptığı yeni açılımlar olmuştur. Hocası Lokman Parende’nin
manevi işaretiyle Anadolu’ya gelen, buradaki hizmet ve kerametleriyle insanları
etrafına toplayan Hacı Bektâş-ı Veli, insanlara tasavvufun inceliklerini anlatmış, insan-ı
kâmil olmanın yollarını müritlerini öğretmiş ve sahip olduğu marifet bilgisini
79
müritlerine anlatarak, Allah’ı onlara sevdirmiştir. Yine o, “incinsen de incitme”
düsturuyla insanların kalplerini kazanmıştır. Ona göre, Allah’a ulaşmak için geçilmesi
gereken “Şeriat, Tarikat, Hakikat ve Marifet” gibi dört kapı vardır. Bu dört kapının da
kırk makamı bulunmaktadır. O, kendisi doğrudan bir tarikat kurmamış, ancak daha
sonraki dönemlerde, manevi şöhreti ve müritlerinin çokluğu nedeniyle “Bektaşilik”
adıyla, Ona nispet edilen bir tarikat kurulmuştur.
Hacı Bektâş’ın hoşgörü anlayışı, düşünce dünyasının temelini oluşturur.
Onun düşünce sisteminde, insanlığa karşı sınırsız bir sevgi ve hoşgörü vardır. Kendisine
düşmanlık besleyenlere bile hoşgörüyle bakmıştır. Bundan dolayı hoşgörüsü sadece
kendi dininden olan insanlarla sınırlı kalmamış, diğer din mensuplarını da içine almıştır.
O, XII. ve XIII. yüzyılın savaş ve kargaşa ortamında, Anadolu’ya gelmiş, savaş yerine
barışı, düşmanlık yerine dostluğu, kin yerine sevgiyi ve hoşgörüyü temel ilke edinen
insan merkezli bir anlayışı egemen kılmaya çalışmıştır. Hırsız olan bir genç bile onun
kucağında, onun hoşgörüsü sayesinde nefsini eğitmiş ve neticede kâmil bir insan
olmuştur. Hacı Bektâş’ın hoşgörüsü o kadar geniştir ki, sadece insanlara değil tüm
canlıları kapsar.
Hacı Bektaş, cömertlik anlayışını dörde ayırır: “Mal cömertliği, ten
cömertliği, can cömertliği ve gönül cömertliği.” Bu cömertlik tasnifinden de
anlaşılabileceği gibi o, cömertliği, sadece para-pul, mal- mülk olarak görmez. Ona
göre, ilim sahibinin bilgisini diğer insanlarla paylaşması, insanların birbirleriyle
dostane ilişkiler içinde olması ve yardımlaşması, insanların birbirlerine karşı uhuvvet
duyguları beslemesi cömertliğin tezahürlerindendir.
Kadına büyük değer veren Hacı Bektâş, kadını hiçbir zaman ikinci sınıf birey
olarak görmez, kadına cinsi bir meta olarak bakmaz ve kadını insanın diğer yarısı olarak
görür. Kadının dört duvar arasında kalmaması gerektiğini savunan Hacı Bektâş, kadınla
erkeğin toplumsal yaşamın içinde birlikte olması gerektiğini söyler. Hacı Bektaş,
kadınların okutulmasını öğütleyerek, gelecek kuşakların bilinçli anaların elinde
80
yetişmesini ister. Ayrıca o, bir erkeğin çok eşliliğine sıcak bakmaz ve evlilikte tek
eşliliği savunur.
Hacı Bektaş, şeriat kapısının ikinci basamağı olarak gösterdiği ilim
anlayışını, faziletli bir insan modeli oluşturabilmenin tek yolu olarak görür. Yine o,
“İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır.” sözüyle de bilgiyi, insanlığın yolunu
aydınlatan yegane ışık olarak görür.
Hacı Bektaş, insanın toplum içinde alnı açık ve cesur olarak dolaşabilmesi
için, her şeyden önce dürüst olması gerektiğini savunur. O, üretim ve tüketimde hep
adil olmayı öğütler. Bu konularda hiçbir zaman cinsiyet ayırımı gözetmez ve bütün
insanları eşit görür.
Hacı Bektaş, Hz. Peygamber’in bütün kötülüklerin anası olarak kabul ettiği
içkiyi, haram olarak saymış ve bu konudaki görüşünü ve tavrını net bir şekilde ortaya
koymuştur. O, içkinin haram olma durumunu verdiği şu örnekle çok daha geniş bir
çerçeveye taşımıştır: İçkinin döküldüğü toprak üzerinde biten otu yiyen bir hayvanın eti
de o içkiden dolayı haramdır.
Hacı Bektâş-ı Velî, iman esaslarını kabul eder ve inanç esaslarının başında da
Allah inancını zikreder. Allah inancını güçlü bir şekilde vurgular ve her işe Allah’ın
adını zikrederek başlar. Bebekken kelime-i şahadet getiren Hacı Bektâş-ı Veli, Allah’tan
başka ilah olmadığını ve Hz. Muhammed’in (sav) onun elçisi olduğunu vurgulayarak,
Allah inancını açıkça ortaya koyar.
Peygamberlere iman konusunda da net bir tavır sergilemiştir. Kelime-i
şahadet getirirken, Hz. Muhammed’in peygamberliği kabul edildiği gibi,
Velayetnâme’de yer alan “Hz. Adem’den Hz. Muhammed’e kadar bütün peygamberler”
ifadesi de, diğer peygamberlere iman edildiğini göstermektedir.
Meleklere iman konusunda da Hacı Bektâş’ın görüşü açıktır. Meleklere
inanmaktadır. Peygamberlere inanan insan, meleklere de inanır. Çünkü, peygamberlik
görevini Allah’tan alıp peygamberlere getiren varlık Cebrail adlı melektir.
Hacı Bektâş’ın ahiret inancıyla, Kur’ân’ın ahiret inancı arasında bir paralellik
söz konusudur. Kıyamete inanmış, “cennet, cehennem, sırat ve mahşer” gibi kavramları
da sıkça kullanmıştır. Bu da Bektâş’ın ahirete inandığını gösterir. Ayrıca kader ve
kazaya da inanır.
81
Hacı Bektaş’ın ibadetler konusundaki görüşlerini incelediğimizde namaz
ibadetinin önemli bir yer tuttuğunu görürüz. Hacı Bektaş namaz kılmış ve Bedahşan
halkına da namaz kılmayı öğretmiştir. Keramet göstereceği zaman iki rekat namaz
kılmayı ihmal etmemiş, namaz vakitlerinin çoğunu Kabe’de kılmıştır. Bu da bize Hacı
Bektaş’ın namaz ibadetine verdiği önemi gösterir.
Oruç konusundaki düşüncesi ise, namaz konusundaki tavrı ve düşüncesi kadar
açık ve net değildir. Oruç tutmuştur, fakat Ramazan orucunu tuttuğuna dair bir rivâyet
yoktur. Adak orucu tutmuştur. Fakat, oruç ibadeti veya diğer nafile oruçlar konusunda
olumsuz bir tutum yoktur.
Hac ibadeti konusundaki görüşü açık ve nettir. Hacı Bektaş Anadolu’ya
gelmeden önce hacca gitmiş, haccını yapmış ve oradan da Anadolu’ya gelmiştir.
Zekât konusundaki görüşü açık ve net değildir. Fakat, sadaka, cömertlik ve
yoksullara yardım etmenin üzerinde özenle durmuştur.
Hacı Bektaş kurban ibadetini de yerine getirmiş ve Kurban Bayramı’nda
kurban kesmiştir.
Kısaca Hacı Bektâş-ı Velî’nin düşüncelerine baktığımız zaman, Kur’ân’a ve
Peygamber’in sünnetine uygun olduğunu görmekteyiz. Alemlere rahmet olarak
gönderilen Hz. Peygamber’in takipçisi olan Hacı Bektâş-ı Velî, rahmet, sevgi ve
hoşgörüyü hakim kılmak için, çalışmış ve bunda da büyük ölçüde başarılı olmuştur.
82
Terimler Sözlüğü
Âbidler : İbadet eden demektir. Hacı Bektaş Veli’ye göre dört grub insanlardan
biridir.
Ârifler : Bilen demektir. Hacı Bektaş Veli’ye göre dört grup insanlardan biridir.
Ârif-i Billah: Marifeti Allah’a vasıl olan velilik mertebesine ulaşmış kimse, veli.
Bişi : Anadolu’da bazlama yapılarak pişirilen yağlı çörek.
Börk : Hayvan postundan yapılan başlık. Yani el örgüsüyle koyun kılından yapılan
bere.
Çalap : Moğolcadan gelmiş bir kelimedir ve Tanrı anlamına gelmektedir.
Dede : Tarikat şeyhi, yöneticisi ve büyüğü anlamında kullanılan bir kelimedir.
Elif-i Tacı : Tepesi sivrice, uzun ve dört parçanın dikilmesinden meydana gelmiş ve
kalınca keçeden yapılan taçlara denir.
Erbaîn çıkarmak : Arapça kırk anlamına gelir, Farsçası “çihle, çile” dir. Dervişler, dar
bir odada, veya kutlu bir yerde kırk gün kalırlar. Bu müddet içinde az yerler, az uyurlar,
az içerler. Hatta bazıları ilk günü kırk, ikinci günü otuzdokuz, üçüncü günü otuz sekiz
zeytin yemek ve her gün bir zeytin eksilterek, kırkıncı günü bir zeytinle gıdalanmak
suretiyle kendilerini ibadete verirler. Böylece de nefislerini terbiye ettiklerine inanırlar.
Bu ibadete girişe “erbaîne girmek”, kırk günü tamamlamaya “erbaîn çıkarmak” denir.
Ferişte : Melek demektir.
Gülbank :Hep bir ağızdan ve makamla okunan duadır. Bir tek kişi tarafından da
okunur.
Hırka giymek : Sûfîlerde şeyh tarafından dervişe giydirilen yakasız,genişçe
kollu,ayaklara kadar uzun, geniş ve önü açık üst kostümü. Şeyh bir törenle dervişe hırka
giydirmekle halini ve hakikatini ona vermiş olur.
İcazet : Şeyhlik ve halifelik verilen zata, bu rütbesini ispat için verilen yazılı
kağıda verilen addır.
İhtida : Hidayete ermek demektir. Delâlet ve irşadı kabul edip doğru yola
girmek. Allah'a ve Resül-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimize iman etmek.
83
Kutbu’l Aktab : Kutub, değirmen taşının mili anlamına gelir. Kutbu’l Aktab ise,
kutupların kutbudur. Sûfîlere göre mânevî mertebelerin her birinin bir kutbu olduğu gibi
her şehrin, her kasabanın hatta her köyün de bir kutbu vardır. Fakat bir de kutupların
kutbu vardır ki bu zat, Hz. Muhammed’in hakikatine vârisidir.
Muhip : Bir şeye sevgi duyan, seven anlamına gelir. Bektaşilikte ise, tarikata
ikrar vermiş ve âşık mertebesinden bir basamak yükselmiş, tarikata girmiş adam
demektir.
Rûşen olmak : Yanmak, aydınlanmak, ışıklanmak.
Şahitler : Hacı Bektaş Veli’ye göre dört grup insanlardan biridir.
Şathiye : Çoğulu “şatahat” tır. Mutasavvıfların manevi sarhoşluk ve cezbe anında sarf ettikleri, ölçüye sığmaz sözleridir. Tığlamak : Kurban kesmeğe denir.
84
BİBLİYOGRAFYA
Abdurrahman Cami, Nefehâtü’l-Üns Evliya Menkıbeleri, trc. Lami Çelebi, haz.
Mustafa Kara, Süleyman Uludağ, Marifet Yay. İstanbul 1998.
Ahmet Eflâkî, Âriflerin Menkıbeleri, trc.Tahsin Yazıcı, MEB Basımevi, İstanbul 1986.
AKDAĞ, Mustafa, Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihi,c.I, Can Yay.İstanbul 1974.
AKTAŞ, Çiğdem, Toplumsal Açıdan Erenlerin Ser Çeşmesi: Hacı Bektâş-ı Velî, Hacı
Bektâş-ı Velî Araştırma Dergisi, sy.14, 2000.
ALTINTAŞ, Hayrani, Hacı Bektâş-ı Velî Düşüncesinde İbadet ve Ahlak,
http://www.hbektaş.gazi.edu.tr/01 altintas.htm,08.08.2005.
ATSIZ, A.Nihal, Aşıkpaşaoğlu Tarihi, Ankara 1985.
AYDIN, Mehmet, Hacı Bektâş-ı Velî’de Dini Boyut, Erdem (Türklerde Hoşgörü Özel
Sayısı II) c.8, sy. 23.
AYKAN, Güven, Hacı Bektâş-ı Velî Nerede Doğdu, Kimdir, Soyu Nereye Dayanıyor,
Hacı Bektâş-ı Velî Araştırma Dergisi, sy.15, 2000.
Aşıkpaşazâde, Tevarih-i Âl-i Osman, nşr. N. Atsız, MEB İstanbul 1970.
Baha Said, Türkiye’de Alevi-Bektâşî, Ahi ve Nusayri Zümreleri, haz. İsmail Görkem,
Kültür Bakanlığı Yay. Ankara 2000.
BALCIOĞLU, Tahir Harimi, Türk Tarihinde Mezhep Cereyanları, Kanaat Kitapevi,
1940.
BARDAKÇI, Mehmet Necmettin, “Bir Tasavvuf Mektebi olarak Bektâşîlik” , Uluslar
arası Bektâşîlik ve Alevilik Semp. 28-30 Ekim, 2005, Isparta.
BALİ, Muhan, İki Bilim Adamı ve Hacı Bektâş-ı Velî, I. Türk Kültürü ve Hacı Bektâş-ı
Velî Sempozyumu, Ankara 1999.
BİLGİNER, Recep, Hacı Bektaş ve Barış, I. Türk Kültürü ve Hacı Bektâş-ı Velî
Sempozyumu, Ankara 1999.
BİLMEN, Ömer Nasuhi, Büyük İslam İlmihali, Huzur Yayınevi, İstanbul.
BİRGE, John Kingsley, Bektâşîlik Tarihi, çev. Reha Çamuroğlu, Ant Yay. İstanbul1991
BOLAY, Süleyman Hayri, Hacı Bektaş Velâyetnâmesinde İbadet Unsurları, I. Türk
Kültürü ve Hacı Bektâş-ı Velî Sempozyumu, Ankara 1999.
85
BOZKUŞ, Metin, Anadolu Selçuklularında Sosyal, Dini ve Mezhebi Yapı, CÜİFD. c.5,
sy.2, Sivas 2001.
_________Türklerin İslamiyeti Kabulü ve Aleviliğin Türkler Arasında Yayılması,
CÜİFD. c.2, sy.1 Sivas 1998.
Buhari, Müslim, Çağrı Yay. İstanbul 1992.
CEBECİOĞLU, Ethem, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Rehber Yayınları,
Ankara 1997.
COŞAN, Esad, Makâlât, Seha Neşriyat, Ankara 1971.
_________ Makâlât, Kültür Bakanlığı Yay. Ankara 1996.
ÇAĞATAY, Neşet, Bir Türk Kurumu Olarak Ahîlik, Ankara Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Yay. Ankara 1974.
ÇETİNKAYA, Bayram Ali, Bir Anadolu Ereni Hacı Bektâş-ı Velî: Hayatı, Eserleri ve
İnsan Anlayışı, CÜİFD. sy.3, 1999.
DİNCAL, Ali, Alevilik ve Bektâşîlik Notaları ile Semah, Cem Matbası, Ankara 1997.
DOĞAN, Mehmet, Türkçe Sözlük, İz Yay. İst 1996.
EĞRİ, Osman, Bektâşîlikte Tasavvufi Eğitim, Horasan Yay. İstanbul 2001.
_________ Yaygın Din Eğitimi Açısından Bektâşîlik, Horasan Yay. İstanbul 2003.
_________ “Kitab-ı Cabbar Kulu’nda Din Öğretimi Unsurları”, Uluslar arası
Bektâşîlik ve Alevilik Semp. 28-30 Ekim 2005, Isparta.
_________ Alevilik ve Bektâşîlik Hristiyanlıktan Etkilenmiş midir?, I. Türk Kültürü ve
Hacı Bektâş-ı Velî Sempozyumu, Ankara 1999.
Elvan Çelebi, Menâkıbu’l-Kudsiyye Fi Menasibi’l-Ünsiyye, haz. İsmail Erünsal,
A.Yaşar Ocak, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1995.
ERDOĞAN, Kutluay, Alevi Bektâşî Gerçeği, Alfa Yay. İstanbul 2000.
ERÖZ, Mehmet, Türkiye’de Alevilik ve Bektâşîlik, Kültür Bakanlığı Yay. Ankara 1990.
________ Eski Türk Dini ve Alevilik-Bektâşîlik, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı,
İstanbul 1992.
EYÜPOĞLU, İsmet Zeki, Bütün Yönleriyle Hacı Bektâş-ı Velî, Özgür Yay. İstanbul
1998.
FIĞLALI, Ethem Ruhi, Türkiye’de Alevilik Bektâşîlik, Selçuk Yay. Ankara 1994.
86
_________ Geçmişten Günümüze Halk İnançları İtibariyle Alevilik-Bektâşîlik, Türk
Halk Kültürü Araştırma ve Tanıtma Vakfı Yay. Ankara 1994.
_________ Hünkâr Hacı Bektâş-ı Velî, Erdem (Türkler’de Hoşgörü Özel Sayısı II) c.8,
sy. 23.
GÖÇGÜN, Önder, Hacı Bektâş-ı Velî ve İnsan İmajı, I. Türk Kültürü ve Hacı Bektâş-ı
Velî Sempozyumu, Ankara 1999.
GÖLPINARLI, Abdülbaki, Velâyetnâme, İnkılap Yayınevi, İstanbul 1995.
GÖRTAŞ, İrfan, Hacı Bektâş-ı Velî, Makâlât ve Bilgi Sorunu, Erdem (Türkler’de
Hoşgörü Özel Sayısı III) c.8, sy. 24.
GÜMÜŞOĞLU, Dursun, “Bektâşîliğe Göre İnsan ve Murşid Anlayışı” Uluslar arası
Bektâşîlik ve Alevilik Sempozyumu, 28-30 Ekim 2005, Isparta.
GÜZEL, Abdurrahman, Hacı Bektâş-ı Velî Armağanı, Gazi Üniversitesi Türk Kültürü
ve Hacı Bektâş-ı Velî Araştırma Merkezi, Ankara1987.
________Hacı Bektâş-ı Velî’nin Hayatı, Eserleri ve Fikirleri, Türk Kültürü ve Hacı
Bektâş-ı Velî Vakfı Yay. Ankara 1998.
_________ Hacı Bektâş-ı Velî, Hacı Bektâş-ı Velî Araştırma Dergisi, Kasım 1997,
Ankara.
HALICI, Fevzi, Hoşgörü ve Hacı Bektâş-ı Velî, Erdem (Türkler’de Hoşgörü Özel Sayısı
III) c.8, sy. 24.
İbn Bibi, el-Evâmiru’l Alaiyye fi’l Umuri’l Alaiyye II, Çev. Mürsel Öztürk, Kültür
Bakanlığı Yayınları, Ankara 1996.
İZ, Mâhir, Tasavvuf, Haz. M.Ertuğrul Düzdağ, Kitapevi 2 Yayınları, İstanbul 2000.
KAFESOĞLU, İbrahim, Selçuklu Tarihi, MEB Yay. İstanbul 1992.
KAYA, Haydar, Alevi-Bektaşi Erkanı, Engin Yayıncılık, İstanbul 1993.
KEÇELİ, Şakir, Hacı Bektâş-ı Velî Şeratçı mıydı?, Yol Dergisi-2, Ekim Kasım 1999,
Ankara.
KÖPRÜLÜ, M. Fuad, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Akçay Yay. Ankara 2003
_________ “Hacı Bektâş-ı Velî” md. İA. , MEB c.II, İstanbul1940.
_________ Anadolu’da İslamiyet, haz. Mehmet Katar, İnsan Yay. İstanbul 1996.
MELİKOFF, İrene, Uyur İdik Uyardılar, trc. Turan Alptekin, Cem Yayınevi, İstanbul
1993.
87
_________ “İlk Osmanlıların Toplumsal Kökeni”, Osmanlı Beyliği,(1300-1389) Tarih
Vakfı Yurt Yay. İstanbul 1997.
Meydan Larousse, “Bektaş” md. İstanbul 1997.
Muhyiddîn-i Nevevî, Riyazü’s Salihin ve Tercemesi, Diyanet İşleri Başkanlığı
Yayınları, Ankara 1995.
NOYAN, Bedri, Bektâşîlik Alevilik Nedir, Can Yay. İstanbul 1995.
OCAK, A. Yaşar, “Babailik” md. DİA, c. IV, İstanbul1988.
_________ Babailer İsyanı, Dergah Yay. İstanbul 1980.
_________ “Hacı Bektâş-ı Velî” md. DİA, c. XIV. İstanbul 1988.
_________ Alevi Bektâşî İnançlarının İslam Öncesi Temelleri, İletişim Yay. İstanbul
2000.
_________ “Bektâşîlik” md. DİA. c.V, İstanbul 1988.
_________ “Balım Sultan” md. DİA, c.V, İstanbul 1988.
_________ “Baba İlyas” md. DİA, c.IV, İstanbul 1988.
_________ Kültür Tarihi Kaynağı Olarak Menakıpnâmeler, Türk Tarih Kurumu
Basımevi, Ankara 1992.
_________ Türk Sufiliğine Bakışlar, İletişim Yay. İstanbul 1996.
_________ Osmanlı Beyliği Topraklarındaki Sufi Çevreler ve Abdalan-ı Rum Sorunu,
Tarih Vakfı Yay. İstanbul 1997.
ÖZ, Baki, Bektâşîlik Nedir?, Der Yay. İstanbul 1997.
_________ Kitâbu’l- Fevâid, Can Yay. İstanbul 1996.
_________ Hacı Bektaşı Oluşturan Düşünsel Kaynaklar, I. Türk Kültürü ve Hacı
Bektâş-ı Velî Sempozyumu, Ankara 1999.
_________ Osmanlı Devletinin Kuruluşunda Alevi-Bektâşî-Ahi Çevrelerin Rolü, Yol
Dergisi -2, Ekim-Kasım 1999, Ankara.
ÖZCAN, Hüseyin, “Alevi- Bektâşî Şiirinde Âdâb ve Erkân”, Uluslar arası Bektâşîlik ve
Alevilik Semp. 28-30 Ekim 2005, Isparta.
ÖZKIRIMLI, Atilla, Alevilik Bektaşilik, Kültür Yayınları, İstanbul 1998.
ÖZKÖSE, Kadir, Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşmasında Tasavvufi Zümre ve
Akımların Rolü, CÜİFD. c.VII, sy.1, Sivas, 2003.
ÖZTÜRK, Y. Nuri, Tarih Boyunca Bektâşîlik, Yeni Boyut Yay. İstanbul 1995.
88
_________ Kur’ân-ı Kerim ve Sünnet’e Göre Tasavvuf, Fatih Yayınevi, İstanbul 1979.
_________Hacı Bektâş’ın Düşünce Dünyası, http://www.hbektaş.gazi.edu.tr/
01ozturk.htm, 08.08.2005.
Sahihi Buhari Muhtasarı, Tecrid-i Sarih Tercemesi I-II, çvr. Abdullah Fevzi Kocaer,
Hüner Yay. Konya,2004.
SEVGİ, Ahmet, XIII. Asırda Anadolu’da Fikri ve Tasavvufi Hareketler, EÜİFD, sy. 3,
Isparta 1986.
SEVİM, Seyfullah, “Suf” md. İslam Ansiklopedisi, MEB Yay. c.10, İstanbul 1971.
SEZGİN, Abdülkadir, Alevilik Deyince, Burak Yayınevi, İstanbul 1996.
_________ Hacı Bektaşı Veli ve Bektâşîlik, Kültür Bakanlığı Yay. Ankara 1990.
_________ İslam Düşüncesinde Tarikat ve Bektâşî Tarikatı, Erdem (Türkler’de
Hoşgörü Özel Sayısı II) c.8, sy. 23.
_________“Bektaş” md. Türk Ansiklopedisi, c.6, İstanbul 1968.
SOYYER, A. Yılmaz, Alevi Bektâşî Geleneği, Seyran Yay. İstanbul 1996.
_________19. Yüzyılda Bektâşîlik, Akademi Kitapevi, İzmir 2005.
SÖZENGİL, T. Mümtaz, Tarih Boyunca Alevilik, Çözüm Yay. İstanbul 1991.
SÜMER, Ali, “Bektâşîlikte Eğitim Metodları” Uluslar arası Bektâşîlik ve Alevilik
Semp. 28-30 Ekim, 2005, Isparta.
_________Hacı Bektâş-ı Velî ve Öğretileri, I. Türk Kültürü ve Hacı Bektâş-ı Velî
Sempozyumu, Ankara 1999.
_________Hacı Bektâş-ı Veli’nin Söyleyişleri, Yeni Sanat Matbası, Ankara 1974.
ŞARDAĞ, Rüştü, Her Yönü İle Hacı Bektâş-ı Velî ve Şerh-i Besmele, İzmir 1985.
ŞENER, Cemal, Alevilik Üstüne Ne Dediler, Ant Yay. İstanbul 1990.
Tarama Sözlüğü, “Bektaş” TDK. Ankara 1967.
Taşköprülüzâde Ahmet, eş- Şekaiku’n Numaniyye Fi Ulemai’d Devleti Osmaniye, nşr.
Ahmet Subhi Furat, İstanbul Edebiyat Fakültesi Basımevi, İstanbul 1985.
TEBEROĞLU, Haydar, Hacı Bektâş-ı Velî Düşüncesi, Hacı Bektâş-ı Velî Araştırma
Dergisi, sy.16, 2000.
TEMREN, Belkıs, Anadolu’ya Hoşgörü Tohumları Eken Hacı Bektâş-ı Velî, Erdem
(Türkler’de Hoşgörü Özel Sayısı III) c.8, sy. 24.
89
_________Bektâşî ve Alevi Kültüründe Kadın, I. Türk Kültürü ve Hacı Bektâş-ı Velî
Sempozyumu, Ankara 1999.
TOPALOĞLU, Bekir, Kelam İlmi, Damla Yay. İstanbul 1996.
TURAN, Osman, Selçuklu Zamanında Türkiye, Turan Neşriyat, İstanbul 1971.
TÜMER, Günay; Abdurrahman Küçük, Dinler Tarihi, Ocak Yay. Ankara 1988.
ULUÇAY, Çağatay, İlk Müslüman Türk Devletleri, MEB Yay. İstanbul 1977.
ULUÇAY, Ömer, Bir Bayraktır Hacı Bektaş, I. Türk Kültürü ve Hacı Bektâş-ı Velî
Sempozyumu, Ankara 1999.
ULUDAĞ, Süleyman, Tasavvuf Terimler Sözlüğü, Kabalcı Yay. İstanbul 2000.
UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı, Osmanlı Tarihi, Türk Tarih Kurumu Yay. Ankara1988.
ÜÇER, Cenksu, “Geleneksel Alevilikte İbadet Telakkileri”, Uluslar arası Bektâşîlik ve
Alevilik Semp. 28-30 Ekim, 2005, Isparta.
ÜZÜM, İlyas, Velâyetnâme-i Hacı Bektâş-ı Velî’ye Göre İslami İnanç ve İbadetler, I.
Türk Kültürü ve Hacı Bektâş-ı Velî Sempozyumu Bildirileri, Ankara 1999.
_________Günümüz Aleviliği, Türk Diyanet Vakfı Yay. İstanbul 1997.
YALÇIN, Aziz, Makâlât-ı Hacı Bektâş-ı Velî, Der Yay. İstanbul 2004.
YAVUZER, Hasan, Hacı Bektâş-ı Velî’nin Kişiliği ve Türk Tasavvuf Hayatındaki Yeri,
Hacı Bektâş-ı Velî Araştırma Dergisi, Kasım 1997, Ankara.
YILDIRIM, Ahmet, “Alevi- Bektâşîlerin Dinin Temel Kaynaklarından Kur’ân ve
Sünnete Bakışı”, Uluslar arası Bektâşîlik ve Alevilik Semp. 28-30 Ekim
2005, Isparta.
YILDIRIM, Suat, Kur’ân-ı Kerim ve Meali, İstanbul 1998.
YILDIZ, Harun, Anadolu Aleviliği, Araştırma Yayınları, Ankara 2004.
YILMAZ, H. Kamil, Anahatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, Ensar Neşriyat, İstanbul
2000.
YÜKSEL, Hasan, Saim Savaş, Üveysilikten Bektâşîliğe Kitab-ı Cebbâr Kulu, Sivas
1997.