134

HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

  • Upload
    others

  • View
    2

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,
Page 2: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,
Page 3: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

HASAN SUVERFatih Belediye Başkanı

GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜA. Kübra Yeşilay

YAYIN KURULUO. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız, İzzettin Öztosun, Veysel Karani Yüksel, Necati Selvi, Nevzat Şahin,

Çetin Bakşiş, Nilüfer Türütgen, İbrahim Kapaklıkaya, Levent Yardımcı, Abdullah Kargılı, Nurcan Albayrak, Sadi Sözen

BASKI TARİHİ VE YERİ2019 / İstanbul

BASKI - CİLTBAYEM AJANS

www.bayemajans.com

EDİTÖRBurcu Doygun

GÖRSEL YÖNETMENÜmit Oğuz

FATİH BELEDİYE BAŞKANLIĞIAkşemsettin Mahallesi Adnan Menderes (Vatan) Bulvarı No:54 Fatih/İstanbul

0212 453 14 53

FATİH BELEDİYESİ YAYINLARI ADINA SAHİBİ VE KİTABIN YAZARI

Page 4: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

İÇİNDEKİLERRUS BAŞI MODASI

ZAYIF YERİNDEN VURMAK

MERZİFONLU KARA MUSTAFA PAŞA’NIN HIRSI

PARİS SERGİSİ VE ABDÜLAZİZ’İN KATILIMI (1867)

ABDÜLHAMİT’İN GLADSTONE’A TOKADI

NEYE NİYET NEYE KISMET

MİMAR SİNAN’IN AKUSTİK DENEYİ

TARİHİMİZDE İKİ KANAL PROJESİ

CAHİLİN CESARETİ

MÜBAREK TERİNİZ DAMLADI

KAMUOYU

SİZ DIŞARIDAN BİZLER İÇERİDEN

EN ACI GERÇEK: YENİLGİ

İSTANBUL’U DA SİZE VERELİM!

BİZİ BIRAKIP NEREYE GİDİYORSUN?

İLETİŞİM DİLİ

MOLLA GÜRANİ VE SULTAN FATİH

TARİHİ İNKÂR EDEREK GELECEĞİ İNŞA ETMEK

LİDER OLUNMAZ DOĞULUR

HAYVAN SEVGİSİ

NANEYİ YEMEK

DAVA YOLUNUN DEĞERİ

MEDENİYETİMİZE YABANCI KALMIŞ AYDINLAR

MİLLİ MÜCADELE VE SOVYET RUSYA

BİZLERİ HAYRET VE HAYRANLIKLAR İÇİNDE BIRAKAN

NEREDEN NEREYE… İSTANBUL

KÜÇÜK HİKÂYEDEN EVRENSEL ROMANA

OTMAN BABA VE SULTAN FATİH

KENDİ GELEN

OSMANLI’DA SAĞLIKLI YAPI YERLERİNİN TESPİTİ

TÜRKLERİN ÖZGÜRLÜKLE SINAVI

YÖNETİMİN VE YÖNETİCİNİN BOZULMASI

BİR DEVLET İKİ ANLAYIŞ

ILIMLI İSLAM VE WAHHABİLİK

SÖZÜN GÜCÜ

AĞUSTOS’UN ADI NEREDEN GELİYOR?

ALMAN MİLLETİ

TEVFİK FİKRET

EFENDİ – KÖLE

ŞU BİZİM “X”İN BİLİNMEYEN HİKÂYESİ

TANRININ KIRBACI ATİLLA VE UHREVİ İKTİDAR

TARİH TEKRAR EDİYOR / GAZZALİ VE BÂTINİYE

III. SELİM VE KABAKÇI MUSTAFA

ZAMANINDA ANLAŞILMAK

MUHTERİS

HİPPOKRATES’İN HASTASI DEMOKRİTOS

İNSANOĞLU ÇOK DEĞİŞMEMİŞ

UYGARLIK GÖTÜRMEK

ANAKSAGORAS

ROBERT GROSSETESTE’NİN ÖĞRENCİSİ OLDUĞU

SÖYLENEN ROGER BACON: (1214-1294)

BEŞTEN BÜYÜK DÜNYA

AYASOFYA’NIN AÇILIŞI

HAZRETİ MEVLANA

OSMANLI YÖNETİMİNDE İLK KEZ

ETKİLİ OLAN KADIN HÜRREM SULTAN

iMPARATOR DRAGESES HORMiSDAS

BALKONUNDA KÂHiNLE

MEŞRUTİYET’İN İLANI 23 ARALIK 1876

ŞEREFTEN BAŞKA HER ŞEY MAHVOLMUŞTU

TAKVİM-İ VEKAYİ’NİN YAYINA BAŞLADIĞI GÜN

TARİHİ KÜLTÜR VARLIKLARI VE ŞEHİR

72

74

76

78

80

82

84

86

88

90

92

96

98

100

102

104

106

108

110

112

114

116

118

120

122

126

130

04

06

08

10

12

14

16

18

20

22

24

26

28

30

32

34

36

38

40

42

44

46

48

50

52

54

56

62

64

66

68

70

Page 5: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Tarihin Tebessümü

4

Page 6: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

5

Tarih, kaderin kazaya dönüşmüş halidir. Karl Marx’ın deyimiyle artık o değiştirilemez. Ancak alın yazısının gerçekleşmiş olaylarından ders almak, onların tekrar gelecekte meydana gelmesi için ya da olmaması için çalışmak -tarihin akışına katkıda bulunmak- mümkündür.

Bundan hareketle, tarihte olmuş bitmiş pek çok olay ölü değerde olmayıp determinist bir değer taşır. Dolayısıyla bunlar, geleceğimizin inşasında alacağımız kararlar bakımından çok önemli deneyimlerdir. Çünkü bugünü belirleyen dünün şartlarıdır. Dünün şartlarını bilirsek bugünü anlar ve yarın için daha doğru kararlar alabiliriz. Şartlara mahkûm olmamak ve onları belirlemek için çalışmak, yapılabilen bir şeydir. Bu kitapta bu konu, tarihin gülen yüzü ile pasajlar halinde ele alınmaya çalışılmıştır. Umarım keyifle okunur.

TAKDİM

Hasan SuverFatih Belediye Başkanı

Page 7: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Tarihin Tebessümü

6

RUS BAŞI MODASI

Page 8: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

1917 Rus Devrimi’nden sonra Bolşeviklerden kaçan kadınlı erkekli on binlerce Beyaz Rus İstanbul’a geldiler. Bir müddet sonra paraları bitince sefalete düştüler. Öyle ki; Beyaz Rus kadınları doğru dürüst giyecek elbise, kişisel bakımlarını yapacak imkânları bulamıyorlardı. Bundan ötürü temizliği kolay olsun diye, bitlenmeye karşı da tedbir amaçlı saçlarını kısa kestirip, çeşitli renklerde bez parçaları ile sarmaya başlamışlardı. Dökülen giysileri, uyduruk baş modelleriyle dolaşan Rus kadınların tarzını, dönemin Osmanlı kadınları moda belleyerek, onları taklit etmeye başladılar. Bir taraftan sefaletin dayattığı kötü şartlarla çaresizlik içinde mücadele edenler, diğer yandan bu sefil hayatı kendine örnek alan yerli Osmanlı hanımları. Kör bir taklitçiliğin insanı nasıl maymuna çevirdiğinin belgesidir “Rus Başı Modası”

7

Page 9: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Tarihin Tebessümü

8

ZAYIF YERİNDEN VURMAK

Page 10: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Sultan II. Abdülhamit’in Dezenformasyonu (Aldatmak amacıyla kasten haber yaymak) Ustaca Kullanma Becerisi

Nisan 1880’de İngiltere’de Muhafazakâr Parti’ye karşı büyük bir seçim zaferi ka-zanan Liberal Parti Başkanı William Ewart Gladstone (1809-1898), aynı zamanda aşırı bir Türk düşmanıydı. Sultan II. Abdülhamit de dünyadaki siyasi dengeleri göz önünde tutarak Gladstone’un Türk düşmanı politikasına “Pan-İslamcılık” ile karşılık veriyordu. O sıralarda Avrupa entelijansiyasi, din ile medeniyeti birleştirerek, sekülarizme yeni bir yorum getirdi ve bu yeni anlayışı Müslümanlar’a karşı bir üstünlük ve emperyalist emellerinin gerekçesi olarak savunmaya başladılar.

Berlin Antlaşması’ndan sonra İngilizlerin Osmanlı Devleti’ne karşı düşmanlık politi-kası uyguladıkları dönemde; Hindistan’da 40 milyondan fazla Müslüman İngiliz sömür-gesi altındaydı. İngiliz Hükümeti, Sultan II. Abdülhamit’in hilafet gücünü kullanarak, Hintli Müslümanları İngilizlerin aleyhine kışkırtmasından çok korkuyordu.

O sıralarda İstanbul’daki Özbekler Tekkesi’nin başında Şeyh Süleyman Efendi (1821-90) bulunuyordu. Şeyh Efendi aynı zamanda 1847’den beri Buhara Hanlığı’nın Babıali’deki “elçisi” durumunda idi. II. Abdülhamit’in de mutemedi olan Şeyh Süleyman’dan İngilizler, Rus ajanı diye şüpheleniyorlardı. Onu yanlarına çekmek için az bir ücretle, İngiliz gizli servisine casus olarak aldılar. Bu durumdan haberdar olan Sultan II. Abdülhamit, İngilizlerin bu zaaflarını kullandı. Önce onlara Şeyh Süleyman vasıtasıyla saraydan bazı ufak tefek olaylarla ilgili doğru bilgiler verdi. Sonra da, Hindistan’da kendisine bağlı olarak gizli çalışmayı kabul etmiş Hindistan’ın ileri gelen Müslümanların sözde uzun uzun listelerini vermiş. Bu durum İngilizleri hem korkutmuş, hem de çok uğraştırmıştı.

9

Page 11: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Tarihin Tebessümü

10

MERZİFONLU KARA MUSTAFA PAŞA’NIN HIRSI

Ordum Yenilsin, Ülkem Toprak Kaybetsin Hatta Başımı Da Alsınlar… Yeter Ki Hasetlik Duygum Tatmin Olsun…

1680 yılına gelindiğinde Avrupa’da mezhep savaşlarının da sonuna yaklaşılmıştı. Bu sırada, Tarhan Sultan eliyle Osmanlı Devleti yönetimine gelen Köprülüler sülalesinin son temsilcisi Kara Mustafa Paşa da Vezir-i Azam olmuştu (1676). Köprülüler, Osmanlı Devlet yönetiminde ve toplumun-da pek çok sıkıntıların olduğu bir dönemde yönetime geldiler. Kısa sürede iç karışıklıkları giderdiler. Hatta Uyvar Kalesini de fethederek dış işlerde de devleti eskiyi andıran bir havaya soktular.

Bu ekolün son temsilcisi olan Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın 4 yaşın-da iken kaybettiği babası, Köprülü Mehmet Paşa’nın arkadaşıydı. Babasız kalan Mustafa’yı Köprülü Mehmet evlatlık olarak aldı. Oğlu Fazıl’la beraber eğiterek, büyüttü. Devlet işlerinde çeşitli görevlendirmelerde bulundurduk-tan sonra kızıyla evlendirdi.

Sırasıyla Köprülü Mehmet ve Fazıl Paşalar ölünce Sultan IV. Mehmet, Vezir-i Azamlığı Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’ya verdi. Uzun yıllar Osmanlı Devleti’ni yöneten Köprülüler, ister istemez üst yönetim kademesinde bir bıkkınlık, bir bezginlik ve bir sevilmezlik hali yarattılar.

Page 12: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Yeni Vezir Merzifonlu Kara Mustafa Paşa şahin kişiliği, kibirliliği, cimriliği ve aşırı özgüveniyle devletin üst kademesinde yürüttüğü ilişkilerini daha da katlanılmaz hale getirmişti. Sarayda padişahtan gayrisi onu sevmiyordu. Ama otoriter, işini bilen, iyi bir paşaydı. Kuzeyde Rusları yenerek Podolya ve Ukrayna’yı almıştı ve Akdeniz’de Osmanlı’nın büyük problemi olan Girit’i fethetmişti. Onun bu başarıları ve etrafındaki vezirleri küçümseyen, azarlayan davranışları ona karşı duyulan kıskançlığı ve kini arttırıyordu. Meşveret yaptığı paşaların görüşlerine itibar etmez, deneyimlerine ve tavsiyelerine kulak asmazdı. İhtiraslı bir kişilik olan Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, Kanuni Dönemi ihtişamının hayaline düşmüştü. Bu hayalinin gerçeğe dönüşme fırsatını ona, Katolik Avusturya’ya karşı başkaldıran Protestan Orta Macar Kralı Tokeli İmre vermişti. Köprülü Fazıl Ahmet Paşa’nın vezir-i azamlık döneminde de Osmanlı’dan aman dileyen Tokeli İmre’ye, Avusturya ile yapılan saldırmazlık anlaşması dolayısıyla yardım edilememişti. Ama artık antlaşmanın da sonuna gelinmişti. Son çağrıda ise padişahı ikna eden Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, Alman İmparatorluğu’na bir ders vermek amacıyla yola çıktı. Ancak bu sefer, padişahın bilgisi olmadığı halde, sonradan II. Viyana Seferi’ne dönüştü. Bu Kanuni’den 154 yıl sonra gerçekleşen ikinci kuşatmaydı.

Kahlenberg (Alamandağı) Meydan Savaşı ve Viyana Bozgunu (12 Eylül 1683) pek çok hataların, ihanetlerin, tedbirsizliklerin ve basiretsizliklerin birbirini kovaladığı 59 günlük kuşatmanın sonunda, büyük bir Osmanlı Avrupa Savaşı başladı. İki dünya orduları karşı karşıya gelmişti. Osmanlı cephesinin sağ kanadını; Budin Beylerbeyi ihtiyar Arnavut Vezir Koca İbrahim Paşa, merkezi; Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, sol kanadı da; Kırım Hanı Murat Giray Han yönetiyordu. Savaşın en şiddetli anında sağ kanadın komutanı İbrahim Paşa, maiyetindeki askerle savaştan çekilip, Yanıkkale’ye geri döndü. Bozgunun başlamasına neden olan İbrahim Paşa’nın bu hareketi, bize savaşı kaybettirdi. Budin Beylerbeyi, Arnavut asıllı yaşlı Koca Vezir İbrahim Paşa, genç yaşında orduya girmiş zeki, çalışkan, devletine bağlı biriydi. Kısa zamanda yükselerek, padişahın kız kardeşiyle evlendi ve saraya damat oldu.

Fakat Merzifonlunun dayanılmaz kişiliği, onun da ruhunu kıskançlık ve kin içine itti. 50 yıllık devlet hizmetine rağmen, rakibi Merzifonluyu yıkmak için ihanet yolunu seçti. Böylece milletine, dinine ve devletine ihanet etti. Büyük bozgundan sonra geri çekilen Orduy-u Hümayun, 14 Eylül günü Yanıkkale önüne geldi. Çadırlar kuruldu. Serdar-ı Ekrem Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, Budin Beylerbeyi İbrahim Paşa’yı huzuruna çağırttı. Paşa gelip etek öptükten sonra, Kara Mustafa Paşa: ‘İhtiyar mel’un seni! Bu kadar zamandan beri padişahımızın vezirleri arasında senin için gayretli ve samimiyetli dedik. Ama sen meydan savaşında herkesten evvel kaçarak, tam manasıyla bütün İslam askerlerinin yenilmesine sebep oldun. Ondan sonra da gelip çadırına oturdun!” dedi ve bu sert sözlerden sonra başının vurulmasının emrini verdi. İbrahim Paşa ise, başı vurulmadan önce çavuş başına şu hayret verici sözleri söyler: “Padişahımıza söyle, bu yenilginin telafisini ancak Serdar-ı Ekrem (Kara Mustafa Paşa) yapabilir. Onu azletmesin!” Bu sözler, İbrahim Paşa’nın, yaptığı hatayı anladığını gösteren vicdanının sesiydi. Bu büyük bozgundan çıkışının önderinin yine Merzifonlu olacağını tasdik etmesi sonucu değiştirmeyecekti. Çünkü Merzifonlu karşıtı cephe çoktan harekete geçmiş ve Orduy-u Hümayun Serdar-ı Ekremsiz kalsa bile, kellesinin alınması hususunda padişahı ikna etmişlerdi.

11

Page 13: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Tarihin Tebessümü

12

PARİS SERGİSİ VE

ABDÜLAZİZ’İN KATILIMI

(1867)

Page 14: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Deli Pedro, Sultan Abdülaziz’den 170 yıl evvel (çar olmadan önce) 1697’de bir yıl boyunca sanayileşen Avrupa ülkelerini, adeta çıraklık edercesine büyük bir merakla in-celemiş ve ülkesine Çar olduktan sonra bu “yeni dünya” gibi olmak isteyen Rus halkıyla sanayileşmeyi başlatmıştı.

Sultan Abdülaziz ise 1867’de Fransa tarafından davet edildiği Paris Dünya Fuarı’na Osmanlı toprağı değildir diye az kalsın katılamıyordu! Bereket versin ki ayakkabılarının tabanlarına birer kat Osmanlı toprağı tabakası ilave ettirildikten sonra, fuara katılma hususunda fetva alınabildi.

Paris Dünya Fuarı’nda Sultan Abdülaziz’le birlikte İstanbul Belediye Başkan Yardımcısı Hafız Ömer Faiz Efendi ve Sultan Abdülaziz’in başyaveri Halil Paşa da gider. Fuarı birlikte gezen Hafız Ömer Faiz Efendi ile Halil Paşa, sanayinin ilerlemesi karşısın-da hayretler içinde kalır. Kendi ülkelerinin durumuna üzülür, gözleri yaşarır. Ham mad-deleri, zeki ve görev bilincine sahip insanları vardı. Ama tahsil, ilim ve teşkilatları yoktu. Bunlar ise devletin görevi ve toplumun isteği ile olabilen işlerdi. İkisi de yoktu!

Bu ikisinin kısa zamanda olabilmesi için de mucize lazımdı. Kimliğini belli etmeden maiyeti ile birlikte buruk bir tatla son kez fuarı gezen Sultan Abdülaziz Osmanlı pavyonunun ilerisinde, gezenleri eğlendirmek için kurulmuş bir dinamometre görür. Herkesin yumruk atarak gücünü denediği bu araç insan kafası şeklindedir ve adı “Türk Kafası”dır!

Padişah başyaveri Halil Paşa’ya dönüp eliyle işaret ederek, - Haydi Halil, göreyim seni! Der.Pehlivan yapılı, aslan kuvvetli Halil Paşa üzerindeki avniyyesini -yani o tarihte

Osmanlı zabitlerinin omuzlarına aldıkları çok şık ve zarif pelerini- çıkarıp şöylece bir tarafa koyar ve dinanometreye yanaşır. Yaradana sığınıp bir yumruk atınca, Fransız kol ve kuvvetine göre yapılmış olan yuvarlak mihverinden fırlar ve dinamometre tuzla buz olur… O mahşerî kalabalık, ağızları bir karış açık, gözleri can evinden fırlamış, olup bitene bakarken, Fransız Kurmay ve Yüksek Askeri Akademisi Ser-Sir mezunu Başyaver, şu nezaket dersini de verir: “Bu Türk Kafası değil… Türk’ün kafasına vurulmaz… Bu ancak Avrupalı kafası olmalı ki bir vuruşta dağıldı” dedi

13

Page 15: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Tarihin Tebessümü

14

ABDÜLHAMİT’İN GLADSTONE’A

TOKADIMısır 1517’de Yavuz Sultan Selim tarafından fethedilmiştir. Daha sonra

Kavalalı Mehmet Ali Paşa (1805’te) Mısır Valisi olunca, Sudan’ı da Mısır’a dâhil etmiştir (1821). Böylece Sudan, Osmanlı ülkesinin bir parçası olmuştur. 1869’da Süveyş Kanalı’nın açılmasıyla, öteden beri sömürge yarışında olan İngiltere ve Fransa için Mısır cazip hale gelmiştir. Hele Hindistan’daki sömürgelerinden dolayı İngiltere için çok daha fazla önem arz ediyordu.

ABDÜLHAMİT DÜŞMAN GİBİ GÖSTERİLİYOR1882 İngiltere’sinde yönetimde Liberal Parti ve başında büyük Türk

düşmanı William Ewart Gladstone vardı. Kavalalı’dan beri Mısır Eyaleti Osmanlı Devleti’nde önemli bir iç sorundu.

Page 16: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

1882’de Mısırın İngilizler tarafından işgal edilmesi, Hıdivlerle Osmanlı sultanları arasındaki ilişkileri değiştirdi. İngilizlere karşı koyabilmek için birbirlerine muhtaç hale geldiler. Fakat şartlar gereği bazen de birbirlerine karşı İngilizleri kullanmaya çalıştılar. Sudan’lılara (Albay önderliğindeki Subaylar Ayaklanması ile kendiliğinden oluşan mehdi hareketi) göre Sudan, esas itibariyle “Turkiyya” dedikleri İngiltere’nin bir aracısı olan Mısır tarafından işgal edilmişti. Bu işgale karşı çıkan da albaylar önderliğindeki subaylar (Arabi Paşa) ve kendiliğinden oluşan Mehdi liderliğindeki kökten dinciler hareketiydi. Bu hareket Osmanlılara karşıydı. Dolayısıyla Osmanlı bu iki isyanında uzun vadede baş hedefiydi. Hem İngilizler hem de Abdülhamit, Arabi’nin radikal milliyetçilerine ve Mehdi’nin dini militanlarına doğal olarak karşıydılar. İngili-zler, emperyal politikalarına karşı çıkan herkesi “ilerleme” karşıtı, Sultan Abdülhamit’i de her türlü isyancının toplumsal hareketçinin düşmanı diye gösteriyorlardı.

ALEYHTARLAR TUTUKLANDIII. Abdülhamit, Arabi’nin ayaklanmasından, hilafetin İngilizlerin desteğiyle,

Arapların eline geçirmesinden ve bu yolla Arabistan ve Irak’ın Osmanlı’dan kopmasından korkuyordu. Anadolu halkının Arabi’yi alkışlaması ise O’nu daha da korkutmuştu. Bu durumda Sudan’a propagandacılar göndererek, Arabi’yi destekler gibi görünürken, kendi aleyhinde yıkıcı konuşmalar yapanları tutuklattı. Sultan bir taraftan Müslümanlarla Hristiyanlar arasında bir çatışmanın çıkmaması için tedbir alırken, diğer yandan Arabi’ye karşı iş birliği öneren İngilizlerin teklifini kabul etmiyordu. Çünkü Sultan hem İngilizlere güvenmiyor hem de böyle bir hareketin Müslümanların lideri Halife’nin imajına zarar vereceğini biliyordu. Arabi Paşa karşı olmakla birlikte O’na müdahale etmemiş, İngiliz aleyhtarı duygulardan yararlanma yolunu seçmişti! Ayrıca, Arabi Paşa’ya unvanı geri vererek, kendisini madalya ile taltif etmişti. Fakat Mısır’ın İngilizler tarafından işgali canını sıkıyordu. Diğer yandan Sudan’da Mehdi Hareketi güçlenmeye devam ediyordu. Bu hareket kolaylıkla Kızıl Deniz’den Arabistan’a da sıçrayabilirdi. Bu süreçte Hidiv’in Mehdi ile savaşma talebini ve İngilizlerin Sudan’ı işgal tekliflerini de reddetti.

TÜRK DÜŞMANI GLADSTONE’UN İSTİFASI19 Ocak 1883’e gelindiğinde Mehdi isyan etti. İsyan eden Mehdi Hareketi’ni

bastırmak için Sudan üzerine yürüyen General William’ı, Mehdi güçleri Seyhan’da 5 Kasım 1883’te yendi. Yenilen General William görevinden istifa etti. Bu sefer O’nun yerine görevlendirilen Gordon Paşa da 1884 Mayısında bir çatışmada öldürüldü. Üst üste gelen yenilgiler Londra’da büyük moral bozukluğuna sebep oldu ve Türk düşmanı Gladstone da istifa etmek zorunda kaldı. Böylece Mehdi istemeyerek de olsa Bab-ı Ali’yi en büyük düşmanı olan Gladstone’dan kurtarmıştı. Sudan ve Arabistan’da hilafete karşı olan kabilelerle ittifaklar kurarak, bunları Abdülhamit’e karşı kışkırtmayı düşünen İngilizler yine hayal kırıklığına uğradılar. Çünkü bir Halife Sultan “İslam nüfuzuna karşı İngilizlerle ortak bir operasyona giremezdi.”

15

Page 17: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Tarihin Tebessümü

16

NEYE NİYET NEYE KISMET

Page 18: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

III. Osman (1699-1757), Sultan II. Mustafa’nın oğlu olup, annesi Sırp asıllı Şehsuvar Sultan’dır. Sultan I. Mahmut’un da kardeşi olan III. Osman, I. Mahmut 1754’te ölünce yerine geçerek, Osmanlı padişahı olmuştur.

Babası Sultan II. Mustafa tahtan indirildikten sonra, Edirne’den İstanbul’a getirilmiş ve henüz 14 yaşında iken Topkapı Sarayı “Şehzadegan Dairesine” kapa-tılmıştır. “Şimşirlik Dairesi” de denilen bu yer, harem ile birlikte Osmanlı Devleti’nin Topkapı Sarayı’nda 17. yüzyıldan sonra şehzadelerin bir nevi hapis hayatı içinde eğitim gördükleri yerdi. Bu yüzyıldan sonra şehzadeler, yetişmeleri için lalalarıy-la birlikte sancaklara gönderilmeyip, onun yerine bu mekânlara kapatılırlardı. İyi bir eğitim alıyor fakat toplumdan ve dünyadan kopuk yetişiyorlardı. İşte III. Osman da 51 yıl böyle bir mekânda kapalı kaldı. Toplumun gerçeklerinden kopuk olarak yaşadığı bu hayatın etkisiyle olacak ki, 2 yıl 10 ay 18 gün süren saltanatı döneminde 6 sadrazam değiştirdi, Bıyıklı Ali Paşa’ya yaptığı gibi bazılarını da astırdı. Yumuşak karakterli olmasına rağmen çabuk kızan tabiatı ve kontrol edemediği sinirli hare-ketleri vardı. Yalan ve rüşvetten hoşlanmayan, müziği ve kadınları sevmeyen ama şefkat ve merhamet sahibi bir insandı. 1757’de şirpençe hastalığından dolayı vefat etti.

Sultan III. Osman 3 yıllık iktidarı süresince ağabeyi Sultan I. Mahmut’un yaptığı eserleri tamamlamaya çalıştı. Bunlardan biri de Nuruosmaniye Camisi’dir. Nuru-osmaniye Camisi’ni tamamlayan Sultan III. Osman, camiye kendi adının verilmesi için devrin Şeyhülislam’ından fetva almıştır. Sultan I. Mahmut Cami’nin büyük bir bölümünü bitirmiş ve Cağaloğlu tarafında kendi adıyla anılan bir de türbe yaptırmıştır. Ancak vefat edince Sultan III. Osman burasını kendisi için düşündü ve ağabeyi Sultan I. Mahmut’un na’şını Yeni Cami’nin arkasındaki Hatice Turhan Sultan’ın türbesine defnettirdi. Ardından annesi vefat edince de onu Nuruos-maniye türbesine defnettirip, böylece kendini oraya hazırlamıştı. Ancak kendisi vefat edince yerine geçen III. Mustafa bu kez onu Yeni Cami arkasındaki türbeye gömdürdü ve böylece külliye türbesi hiçbir Sultan’a nasip olmadı.

17

Page 19: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Tarihin Tebessümü

18

MİMAR SİNAN’IN AKUSTIK DENEYİ

Page 20: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Mimar Sinan Süleymaniye Cami’nin su basmanı inşaatını bitirdikten sonra, inşaatın zemine oturmasına zaman tanımak için bir süreliğine ortadan kayboldu. Koca mimar habersiz gitmişti. Çünkü caminin bir an evvel bitirilmesini isteyen Kanuni, O’na bu bekleme süresi için zaman tanımayacaktı. Oysa bu eserin yüzyıllarca yaşaması için temelden sağlam olması gerekiyordu. Bunun için de gerekli olan zamanın temini için Mimar Sinan bir süreliğine bu çevreden uzaklaşmayı tercih etmişti. Mimar Sinan ortalıkta gözükmediği sürece O’nu kıskanan dedikoducular, fitneciler hemen işbaşı yapıp; Mimar Sinan’ın bu kadar büyük bir eseri yapamayacağından dolayı korkup kaçtığını dillerinde dolandırmaya başladılar.

Kararlaştırdığı süre geçtikten sonra Mimar Sinan geri geldi. Büyük bir organizasyonla ön gördüğü süre içinde caminin kaba inşaatını bitirdi. Sıra bu devasa eserin akustiğine gelmişti. İmamın sesinin caminin her yerinde aynı anda duyulması için çalışmalara başladı. Bunun için kubbenin iç kenarlarına küpler yerleştirmiş, sonra da tömbekisiz nargilesini fokurdatmaya başlamıştı. Koca mimar nargilenin çıkardığı seslerle akustik ayarlamalar yapıyordu. Bunu gören duyan dedikoducular hemen padişaha koşarak, Mimar Sinan’ın inşaatın bitimiyle uğraşmadığını, aksine saygısızca caminin içinde nargile içerek, keyif yaptığını gammazlarlar. Bunun üzerine hiddetlenen Kanuni hemen inşaata gelir, Büyük Mimar’ı nargile ile görünce öfkeyle sorar “ Bu ne haldir Mimar Başı?” Mimar Sinan caminin akustiği için ölçümler yaptığını söyleyince Kanuni’nin öfkesi yatışır. Büyük insan olabilmek için sadece deha yeterli değildir. Dedikodular ve cehaletle de mücadele etmek gerekir.

19

Page 21: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Tarihin Tebessümü

20

TARİHİMİZDE İKİ KANAL PROJESİ

Page 22: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

21

Ruslar “Slav”(Slovene) ırkındandır. Tarih sahnesine M.S. VI. yüzyılda çıktıkları kabul edilir. “Rus” ismi Doğu Avrupa’da Ros Nehri kenarında yaşayan bir kısım Slav halkına verilen isimden gelir. Bilinen Rus tarihi Türk tarihiyle beraber anılır. İlk Rus Devleti 9. yüzyılda İskandinavlılar tarafından kuruldu. Ruslar önce Avarların, Hazarların sonra da Altınordu (Altınorda: Hakan’ın oturduğu çadırın üstü altınla kaplı olduğundan bu isim verilmiş) gibi Türk Devleti’nin hâkimiyetinde yaşadılar. Altınordu Devleti 1440’da bölünüp, 1502’de tamamen ortadan kalkınca Rusların Moskova Knezliği’nin önü açılmış oldu. 15. yüzyılın başında bölünen Altınordu Devleti’nin hâkimiyetindeki Tatarlar, devlet bölününce göçebe hayatını bırakarak Kırım’a yerleştiler ve 1441’de hanlıklarını kurdular.

Sultan Fatih Karadeniz Havzası politikası gereği, Kırım Hanı I. Mengli Giray’ı destekleyerek, Kırım Hanlığı’nın Moskova Knezliği dışındaki Altınordu Devleti’ne ait toprakları fethetmesini sağladı. Önü açılan Moskova Knezliği I. Deli Petro yönetiminde Rus Çarlığı haline geldi ve çöken Cengizhan İmparatorluğu’nun topraklarını fethetmeye başladı. Bir Osmanlı gölü haline gelen Karadeniz’in Kırım, Kuzey Karadeniz ve Kafkasya bölgelerinde Rus tehlikesi belirdi. Ayrıca İran’ın siyasi tutumu Osmanlı’ya, Gürcistan ve Şirvan beylerine rahatsızlık veriyordu.

Bu sırada Kanun Sultan Süleyman Avrupa’da Habsburglarla ateşkes antlaşması yapmış (1562) ve kuzeydeki bu sorunu kalıcı bir şekilde çözmek için hazırlıklara başlamıştı (1563). Osmanlı Devleti gücünü gösterecek bir sefer düzenlemek istiyordu. Bu seferle hem Rusların güneye inişini durdurmayı, hem de İran’a haddini bildirmeyi hedeflemişti. Bunun üzerine Sokullu Mehmet Paşa’nın ünlü projesi uygulamaya konuldu. Böylece Osmanlı donanması ve ordusu, Karadeniz’e akan Don Nehri’nin Volga Nehri’ne en yakın noktası olan Perevolk’a sevk edildi. Amaç, Hazar Denizi’nin kuzeyindeki Astrahan Kalesi’ne ulaşmaktı. Bunun için iki nehir arasındaki en yakın yere kanal açmak gerekiyordu. Böylece Karadeniz’den açılan suyolu ile Hazar Denizi’ne inilerek, İran arkasından çevrilecek ve Aşağı Volga Havzası’ndaki Astrahan şehri Ruslardan alınarak, Kafkasya itaat altına alınacaktı. Ayrıca kanal açıldığında Orta Asya halklarıyla doğrudan ilişki kurulaca, Harezm-Astrahan-Kırım ticaret yolu kontrol altına alınacak ve bölgede ticaret canlandırılacaktı. Böylece Şirvan ve Gürcistan beylerinin, İranlılara karşı Osmanlı himayesi istekleri karşılanacak ve Moskof’un güneye inmesi durdurulacaktı. Osmanlı ordusu ve donanması bu minval üzere harekete geçti ve Ağustos 1569’da kanal kazılmaya başlandı. Fakat çok külfetli bir işti, Kırım Hanlığı’ndan da yeterince destek görülmüyordu. İş tahmin edilen hızda ilerleyemeyince, gemiler kızaklar üzerinden yürütüldü ve Astrahan Kalesi kuşatıldı. Kalenin çevresinin bataklık olması ve Rusların kaleyi çok iyi savunmaları, kuşatmayı başarısız kıldı. Ordu Kırım’a geri çekilmek zorunda kaldı. Kanal açma işi o sıralarda divandaki diğer vezirlerin muhalefet etmesiyle engellendi. Daha sonra Sokullu’nun ölümü üzerine tamamen gündemden kalktı.

İkinci Kanal Projesi Süveyş Kanalı idi (1568). Bu proje de Akdeniz ile Kızıldeniz’i birleştirme projesidir. Bu proje ile Akdeniz şehirlerinin ticari önemi arttırılacak, Hindistan ticareti yeniden Baharat Yolu’na çevrilecek, Hindistan ve Güneydoğu Asya’daki ülkelerle doğrudan ilişki kurulabilecekti. Ancak bu projeye de Sokullu’nun ömrü vefa etmedi ve o günkü şartlarda gerçekleştirilemedi. Fakat bugünden tarihe baktığımızda haklı olarak kanal bizim işimiz diyebiliyoruz.

Page 23: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Tarihin Tebessümü

22

CAHİLİN CESARETİ

Page 24: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

İtalyanların Osmanlı toprağı olan Trablusgarb’a asker çıkarmasını (4 Ekim 1911) Osmanlı Devleti için bir zaaf sayan Sırbistan, Karadağ, Bulgaristan ve Yunanistan daha önce kendi aralarında gerçekleştirdikleri gizli anlaşmaya dayanarak Osmanlı Devleti’ne savaş açtılar (8 Ekim 1912). Savaşlarda, Karadağ ve Sırbistan, İşkodra, Kosova ve Manastır vilayetinin kuzeyini, Yunanistan Yanya, Selanik vilayetleriyle Manastır’ın güneyini ele geçirmişlerdi. Bulgarların gözü ise Trakya’nın tamamı hatta İstanbul’daydı. O sırada ordumuzun her bakımdan bozuk olan durumundan haberi olmayan darülfünun (üniversite) gençliği, Talat Bey, Ak Gündüz, Bahattin Şakir gibi isimler başta olmak üzere İttihatçılarla birlikte “Harp isteriz” diye Beyazıt ve Sultanahmet meydanlarında mitingler düzenliyorlardı. Bir gün Bab-ı Ali kapısına dayanan gençler, hep bir ağızdan yine “Harp isteriz. Harp, harp” diye bağırıyorlardı. Derken, sadaret kapısının aralandığı görüldü. Azametli, iri yarı bir kumandan silueti… Öfkeli ve aynı zamanda rahatsız edilmiş bir adam sesiyle:

-Ne bu gürültü, ne istiyorsunuz? -Harp istiyoruz, harp istiyoruz! Milli namusumuz domuz çobanlarının oyuncağı olamaz! -Harp istiyorsunuz öyle mi? Peki yarından başlayarak hepinizi askere alacağım. Razı mısınız?Bir durulma ve susma anı… Sonra zoraki bazı sesler:-Razıyız, razıyız. Biz miskinlik istemeyiz. Ya ölüm ya şeref!

Kaynak: Rumeli’ye Elveda-Taha Akyol sayfa:114

23

Page 25: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Tarihin Tebessümü

24

MÜBAREK TERİNİZ

DAMLADI

Page 26: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Nef’i; çok zeki, cesur, sivri dilli, hicivde divan edebiyatının zirvesine çıkmış usta bir şairdir. 1572’de Hasan Keyf’te doğup, Erzurum’da iyi bir eğitim alan Nef’i, genç yaşta şiir yazmaya başlamıştır. İlk mahlası Zarri “zararlı” idi. Daha sonra şiirlerini görüp beğenen Erzurum Defterdarı Müverrih Ali, O’na Nef’i (“nafi” yani yararlı) mahlasını vermiştir. I. Ahmet zamanında İstanbul’a gelmiş II. Osman ve IV. Murat dönemlerinde sarayla yakın ilişki içinde olmuştur. Şiirlerindeki usta hicivleriyle öne çıkan Nef’i, bu sayede çok öfke ve düşman kazanmıştır. Ona “kâfir” diyerek sataşan Müftüye,

‘Müftü efendi bize kâfir demiş, tutalım ben ona diyem MüselmanLakin vardıktan ruz-ı mahşere ikimiz de çıkarız orada yalan’ cevabını vermiştir. Yine kendisine “kelp”(köpek) diyen Tahir Efendi’ye,‘Tahir Efendi bana kelp demiş. İltifatı bu sözde zahirdir. Maliki mezhebim benim zira itikadımca kelp tahirdir’ mısrasıyla cevap vermiştir.Övgüde ve yergide hep aşırı uçlarda şiirler yazmış, Divan Edebiyatı’na yeni bir

ruh ve zenginlik katmıştır. IV. Murat O’nu, uzun zaman koruyarak hiciv yazmasını yasaklamıştır. Fakat Nef’i kalemine hâkim olamayarak, Vezir Bayram Paşa hakkında bir hiciv yazmıştır. Bunu duyan Veziriazam Bayram Paşa çok öfkelenmiş ve O’nu sarayın odunluğuna hapsetmiştir. Daha sonra da cezasının boğdurularak infaz edilmesine karar vermiştir. Fakat çok yetenekli bir şair olduğu için dostları ve sanatseverler araya girip Veziriazam Bayram Paşa’dan affını istemiştir. Bayram Paşa da ısrarlara dayanamayarak özür karşılığında affına razı olmuştur. Bunun için bir özür beyanı yazmaya karar verilmiştir. Nef’inin affı için özür dilekçesi yazmakta olan zenci kâğıda mürekkep damlatınca durumu gören Nef’i dayanamayarak zenci kâtibe “mübarek teriniz damladı” demiştir. Bardağı taşıran bu söz Büyük Şair Nef’i’nin son hicvi olmuş ve yağlı kayışla boğdurularak idam edilmiştir. Naaşı da Haliç’e atılmıştır (27 Ocak 1635).

25

Page 27: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Tarihin Tebessümü

26

KAMUOYU

Page 28: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

27

Meşrutiyetçiler, çok dinli Osmanlı Devleti’nin halklarına meşrutiyetin faydaları doğru dürüst anlatıldığı takdirde; devleti tutarlı bir politik yapıya dönüştürebileceklerine inanıyorlardı. Bunun için Müslüman nüfusa, meşrutiyetçiliğin ve parlamentonun, aslında cemaat (topluluk), şura (meclis), icma (toplumun görüşü) ve meşveret (danışma) gibi İslami prensip ve kurumlara uygun olarak işleyen bir sistem olduğunu inandırmaya çalıştılar. Fakat sadece bu kadarı yeterli değildi. Padişahın da meşrutiyetçilerin halkın desteğine sahip olduklarına dair ikna edilmesi gerekiyordu. Bunun için de pek inanmadıkları halde kendilerini “Milletin” veya “Halkın” sesi olan “Kamuoyu” olarak tanıtıyorlardı.

Bir gün Namık Kemal, “Kamuoyu” diye nitelenen bazı gazeteci arkadaşlarıyla birlikte, küçük bir kayıkla deniz gezintisine çıkmış. Bir müddet yol aldıktan sonra aniden bir fırtına çıkmış ve kayık devrilecek gibi olmuş. Bu esnada Namık Kemal, koca devletin kamuoyuna soyunanları kast ederek “İşte Osmanlı Kamuoyu denizin dibini boylayacak” demiş. Neyse ki korkulan olmamış; kayıktakiler de “Kamuoyu” da kurtulmuş.

Page 29: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Tarihin Tebessümü

28

SİZ DIŞARIDAN

BİZLER İÇERİDEN

Page 30: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Keçecizade Fuad PaşaSivaslı Şair Keçecizade İzzet Molla’nın oğludur. İlmiye’den müderris olmuştur. Tıb-

biyeyi bitirmiş, tercüme odasına girmiştir. Kısa zamanda baş mütercimliğe kadar yük-selmiştir. Meclisi Vala ve Meclisi Ali-i Tanzimat Başkanlığı, 5 dönem hariciye nazırlığı ve iki dönem sadrazamlık görevlerinde bulunmuştur.

Osmanlı Devleti’nin çöküş dönemlerinde dış politikada zekâsı ve dirayetiyle çok değerli hizmetleri olmuş, bu konuda ödüller almıştır. Diplomaside olduğu kadar, hazır cevaplılıkta da çok başarılı idi. Uzun boyu, keskin zekâsı ve nükteleriyle ünlüydü. Tan-zimat’ın üç önemli paşasından biriydi. Ömrünün sonuna doğru kalbinden rahatsızlan-mıştı. Tedavi gayesiyle gittiği Fransa’nın Nice Şehri’nde 12 Şubat 1896’da ölmüştür. Cenazesi İstanbul’a getirilerek, Binbirdirek Mahallesi Peykhane Sokağı’nda, kendi yaptırdığı caminin yanına defnedilmiştir. Keçecizade Fuat Paşa, Sultan Abdülaziz’le Paris fuarına katılır. Bir gün gezi esnasında Fransa İmparatoru 3. Napolyon, Dış İşleri Bakanı Fuat Paşa’ya Osmanlı Devleti’nden istediklerini sıralar:

“-Süveyş kanalını açmalısınız,-Girit’i Yunanistan’a vermelisiniz,-Kudüs’teki Katoliklere ait kutsal yerlerin yönetimi de Fransızların olacak.”Fuat Paşa’nın bunu kabul etmeyeceğini bilen 3. Napolyon, gerekçe gösterir:“Bunlar sizin için bir dert… Bu ağırlıklardan kurtulun… Ne kadar güçsüz halde

olduğunuzu herkes biliyor!”

Fuat Paşa gülerek karşılık verir:“Sayın İmparator, bu nasıl güçsüz bir devlettir ki, üç yüz senedir sizler dışarıdan

bizler de içeriden yıkmaya çalışıyoruz da bir türlü yıkılamıyor!”

29

Page 31: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Tarihin Tebessümü

30

EN ACI GERÇEK: YENİLGİ

Page 32: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Balkan Savaşları, Osmanlı ordusuna siyasetin ve ayrılıkçı milliyetçilik fikirlerinin bulaşmış olduğu bir dönem olmuştu. Yönetimi ele alan İttihat ve Terakki, orduda büyük bir terhis ve rütbe değiştirme operasyonu başlattı. Silahaltına alınan yeni askerler yeterince eğitim almadan, pek çoğunun aklı etnik milliyetçilik fikirleriyle dolu olduğu halde Sırp, Karadağ, Bulgar ve Yunan ordularına karşı savaşa koyuldular. Kötü hava şartları, ilaç, gıda sıkıntısı, kolera salgını, sevk ve idaredeki acemilikler, silah ve cephane yetersizliği yüzünden cephelerde korkunç bir çözülme olmuştu. Şanlı Plevne savun-masında olduğu gibi, Şükrü Paşa komutasındaki Edirne savunması dışında Rumeli’de Türk bayrağının dalgalandığı tek bir nokta kalmamıştı. Bütün olumsuz şartlara rağmen kahraman Şükrü Paşa Edirne’de direnirken Bulgar orduları Çatalca önlerine kadar gelmişti. Bulgar Çarı Ferdinand’ın niyeti İstanbul’u alıp, Ayasofya’da ayin yapmak-tı! Fakat umduğu olmadı. Güç bela toparlandık ve Bulgarların 17 Kasım 1912 sabahı Çatalca önlerinde başlattıkları büyük taarruzu, ertesi gün 18 Kasım’da geri püskürter-ek, büyük bir yenilgiye uğrattık. Nihayet kendimize gelmiştik. Bu ara Bulgar ordusu destek merkezlerinden uzaklaşmış, yorulmuş, üstüne üstlük koleraya yakalanmıştı. Arkasında, Yunan ve Sırp orduları kendi toprağı saydığı Makedonya’yı ele geçirmiş, kendisi Edirne’ye kilitlenmiş ve Çatalca önlerinde yenilmişti. Bu durumda savaşa ara verme teklifinde bulundu. Osmanlı tarafı da zaten bunu istiyordu.

28 Kasım 1912’de görüşmeler başladı. Türk heyetinde, Başkumandan Vekili ve Harbiye Nazırı Nazım Paşa, Ticaret ve Ziraat Nazırı Reşit Paşa, Kurmay Albay Ali Rıza Bey… Bulgar heyetinde, Meclis Başkanı Danef, Başkumandan Vekili General Savof ve Genelkurmay Başkanı General Fiçev bulunuyordu.

Ateşkes Antlaşması’nın en acıklı maddesi 7’inci madde idi. Bu maddeye göre Osmanlı donanması Karadeniz’deki Bulgaristan limanlarına uyguladığı ambargoyu kaldıracak; bu limanlardan Bulgar ordusuna gıda ve sağlık malzemeleri sevk edebilecek fakat Edirne’de açlık, hastalık, yetersiz silah ve cephane sıkıntılarıyla savunma yapan Türk askerine herhangi bir yardım yapılmayacaktı! Aylardır Şükrü Paşa komutasında bin bir zorluklar altında savunulan kale için bu madde can alıcı idi. Bu zalim dayatmaya isyan eden Ticaret ve Ziraat Nazırı Reşit Paşa, General Savof’a:

-“Biz de sizin deniz ve demir yollarından gıda sevkiyatımıza izin vermeyiz” diye tepki verdi. Bunun üzerine General Savof:

-“Yenilenler daima zafer kazananlara kolaylık gösterir!” cevabını verdi. Reşit Paşa vicdanının sesiyle direnirken, anlaşma için Nazım Paşa, General Savof’un elini sıktı. Gıda ve ilaç yüklü vagonlar Edirne’den geçerken askerlerimiz açlıktan ve ilaçsızlıktan kırılıyor-du. Yükselme Dönemi’nde mağluplarına tek taraflı anlaşma metni dayatan Cihan Devleti Osmanlı’nın kaderinde bu günleri de görmek varmış!

31

Page 33: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Tarihin Tebessümü

32

İSTANBUL’U DA SİZE

VERELİM!

Page 34: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Kanuni Sultan Süleyman Macaristan’ın tamamını fethederek, Alman İmparatoru Şarlken’i Avrupa’nın kuzeybatısında sıkıştırmak istiyordu. Böylece Orta Avrupa’da daha rahat edecekti. Ancak tarihin yönü öyle akmadı ve II. Viyana Savaşı’nda Osmanlı ordusu bozguna uğradı. Ardından 1699’da imzalanan Karlofça Antlaşması ile Mora ve Macaristan kaybedildi. Sürekli zaferlere alışkın olan Osmanlı Devleti, bu şaşkınlığı üzerinden atar atmaz kaybettiği toprakları geri almak için savaşlara girişti.

1711’de Rus Çarı Büyük Petro ile yapılan Prut Savaşı’nı kazanan Osmanlılar güven tazelediler. Venediklilerin eline geçen Mora Yarımadası’nda yaşayan halk Ortodoks ve Katoliklerin baskısından şikâyetçi olduğundan, tekrar Osmanlı yönetimine geçmek istiyordu. Mora’yı geri almak için bunu gerekçe gösteren Osmanlı Devleti, 8 Aralık 1714’de Venediklilere savaş açtı. Sadrazam Silahdar Damat Ali Paşa, 22 Ağustos 1715’de Mora’yı geri aldı. Bu durumda Avusturya, Mora’nın Osmanlılara geçmesini Karlofça Antlaşması’nın ihlali olarak gördüğünden Osmanlı Devleti’nden Mora’nın Venediklilere geri verilmesini istedi. Osmanlı Devleti bu talebi reddederek Avusturya’ya karşı savaş açtı. Ancak savaş kaybedildi. 18 Ağustos 1717 tarihinde Belgrad Avusturyalıların eline geçti. Avusturya Ordusu Komutanı Savoy Prensi Engen 76 bin kişilik ordusuyla Sırbistan’ın Novi Sad şehri yakınlarında bulunan Petrovaradin’de Sadrazam Silahtar Damat Ali Paşa komutasındaki 150 bin kişilik Osmanlı ordusunu yendi. Bu yenilgi II. Viyana Savaşı’ndan sonra yaşanan en büyük bozgundu. II. Viyana bozgununda kaçan Yeniçeriler bu savaşta da kaçtı. Sadrazam Silahtar Ali Paşa şehit düştü. Savaşın ardından göreve yeni gelen Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa barış yanlısı idi. Ardından barış görüşmelerini başlattı. Osmanlı Devleti Sırbistan’ın Pasarofça kasabasında Avusturya Arşidüklüğü ve Venedik Cumhuriyetiyle barış imzaladı. Barış görüşmelerini yapan Osmanlı heyetinin başında Şıkk-ı Sani Defterdarı (Maliye Müsteşarı) Silahtar İbrahim Efendi, Avusturya ve Venedik heyetlerinin başında Kont Virmond ve Carte Ruziği vardı. Bunların dışında Hollanda ve İngiltere’nin de görüşmelerde temsilcileri vardı. 2 ay süren hararetli uzun tartışmalardan sonra Osmanlı Devleti, Avusturyalılarla 20, Venediklilerle 26 madde üzerinde anlaştı. Yükselme devrindeki Osmanlı delegasyonu bu tür müzakerelere alışık değildi. Galip Osmanlı Devleti barış şartlarını tek taraflı olarak belirler ve muhatabına dayatırdı. Mağlup taraf da bu şartları kabul ederdi. Ancak tarihin seyri değişmişti. Bu antlaşmaya göre Osmanlı Devleti Belgrad ve Temaşvar’ın Banat bölgesini Avusturya’ya, Mora ve Dalmaçya kıyılarını Venedik’e vermek zorunda kalmıştı. Bu iki aylık müzakerelerin bir yerinde düşman delegeleri Belgrad’ı aldıktan sonra ona yakın olan Niş kasabasını da ısrarla isteyince bizim delegelerden biri dayanamayıp ayağa kalkarak

-“Ne hacet, İstanbul’u da size verelim!” diye öfkesini dile getirdi. Çünkü 196 yıldır Osmanlı toprağı olan Belgrad elden çıkmıştı. Belgrad’ın Niş’in elden çıkması İstanbul’a bir tehdit olarak algılanıyordu. “Babalarımız için Niş, İstanbul’a o kadar yakındı. Biz eğer Vardar’ı, Trablus’u, Girit’i ve Medine’yi bırakırsak Türk Milleti yaşayamaz sanıyorduk. Bugün ise çocuklarımızın Avrupası Marmara ve Meriç’te bitiyor” (Falih Rıfkı Atay, Zeytindağı önsözünden)

Bu millet toprağını hatta devletini de kaybedebilir. Ancak ruhunu, onu lider millet yapan ruhunu kaybetmemelidir.

“Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişizGelmişiz dünyaya milliyet nedir öğretmişiz.” Mehmet Akif Ersoy

33

Page 35: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Tarihin Tebessümü

34

BİZİ BIRAKIP NEREYE

GİDİYORSUN?

Page 36: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Sultan II. Abdülhamit Han’ı despot, Kızıl Sultan ve zalim diye karalayanlara, Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın cevabı:

“Bugünkü yöneticiler kendilerine sorsunlar: “Acaba 100 sene sonra insanlar bizi anmak için de konuşur mu?” diye. Bu çok önemli bir şey. Demek ki burada tarihe mal olan bir kişilik vardır. Cihan Harbi’nin en zor günlerinde, “Hakan-ı sabık” vefat ettiğinde Beylerbeyi Sarayı’ndan cenazesi kaldırılmış, cenaze mahalle arasından geçirilmiş ve nihayetinde Divanyolu üzerinde Sultan Mahmut Türbesi’ne ulaşmış. O dönemde İttihat ve Terakki’nin harp içinde diktası var.

Zaten harpte herkesin her istediğini yazıp söylemesi de beklenmemeli. Ama evlerin pencerelerinden bir takım kadınlar çıkıyor ve şöyle diyorlar: “Bize ekmeği 10 paraya yediren, kömürün okkasını 5 paraya aldıran padişahım, bizi bırakıp nereye gidiyorsun?”

Demek ki, bir insan, bir yönetim orada kendini aklamıştır. Onun da kara tarafları vardır ama muhasebe yapıldığı zaman, aklarla karalar ayrılır ve ortaya ne çıkmış, ona bakılır. Tarihçi bu bilançoyu namusla, dikkatle, ilmi hassasiyetle yapmak zorun-dadır. Bunu yapmaz da çalakalem giderse, işte o zaman İstanbul sokaklarında pencerelerden uzanıp ağlayan kadınlar tarihçiyi yalancı çıkarırlar.”

Kaynak: 1923 Cumhuriyet’in İlk Yüzyılı 2023 / s. 33

35

Page 37: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Tarihin Tebessümü

36

iLETiŞiM DiLi

Page 38: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Cemal Paşa (1872-1922), dönemine göre iyi bir askeri eğitim almış ve orgeneralliğe kadar yükselmiş bir paşamızdır. Cesur bir asker olmasına rağmen, şansızlıktan mıdır, bilinmez girdiği savaşlardan hiç birini kazanamamıştır. Buna karşın cephe gerisi işlerinde başarılı olmuştur. İttihat ve Terakki’nin en önemli üç paşasından (diğerleri Enver, Talat) biri idi. Bab-ı Ali baskınından sonra Fransız yanlısı olmasına rağmen Fransızlardan destek görmeyince diğer iki Paşa ile (Enver, Talat) istemeyerek de olsa Alman yanlısı olmuştur. Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşı’nı kaybedince, Enver ve Talat Paşalarla birlikte bir Alman denizaltı ile yurtdışına kaçmıştır ve 1922’de Tiflis’te Ermeni Komitacıları tarafından şehit edilmiştir.

Cemal Paşa, 21 Kasım 1914’de Batı cephesine yardım eden İngilizleri Mısır’da tut-mak veya Mısır’ı İngilizlerden almak için Haydar Paşa’dan trenle hareket etti. Görevi Harbiye Nazırlığı, 4. Ordu Komutanlığı ile Filistin-Arabistan Genel Valiliği idi. Uğurla-ma töreninde şu konuşmayı yaptı:

“Vazifemin yüksekliğini takdir ediyorum. Bu görevi yerine getirirken ne tür zorluklarla karşılaşacağımı da biliyorum.

Başarılı olabilmek için hiçbir özveriden çekinmeyeceğiz. Eğer başaramazsam, kanalın sularını kendimin ve kahraman arkadaşlarımın cesetleriyle dolduracağım. Hiç şüphesiz ki arkada kalanlar bizim cesetlerimizin üzerinden geçerek Mısır toprak-larına girecekler ve İslam ülkesini İngilizlerin istilasından kurtaracaklardır.”

Tarihimizde I. ve II. Kanal Harekâtı olarak da bilinen bu savaş öncesinde Cemal Paşa ordusunun sevkiyatı için belli bir mesafeye yol yaptırmak ister. Karargâhından o dönemin Şam Valisi Hulusi Bey’e (Eski Nafia Nazırı ve Mühendis) bu konuda emir verir. Ancak Hulusi Bey bu işin bu süre içinde teknik olarak mümkün olmadığını, bunun da nedenini açıklamak üzere kendisine bir başmühendis gönderdiğini bildirir.

Başmühendis koltuğunun altında bir yığın plan, proje vs çizimleri ve cetveli ile beraber gelir. Başmühendis savaş gibi çok aciliyetli bir durumda, orduya lazım olan bir yolun yapılamamasının teknik açıklamasını yapmaya, Cemal Paşa’yı bu konuda (!) ikna etmeye geliyordu.

Başmühendis Bey bir tomar kâğıt ve cetveliyle geldi ve Cemal Paşa’nın huzuruna çıktı. Cemal Paşa gözlüklü başmühendise;

“Elinizde ne varsa şu masanın üstüne atınız!” Başmühendis şaşırır bir halde iken daha sert bir ifadeyle; “Hepsini son kâğıdına kadar! Şimdi geç karşımda dur ve dinle!”“İstediğim yolun istediğim zamanda bitirilmesi için ne kadar para, işçi, kazma

kürek… Ne lazımsa gidip ilgili yerlerden temin edeceksin! Ve o yolu zamanında bitireceksin! Şayet bitmezse seni, yola konan son taşın konulduğu yerde idam ettireceğim!”

Aciliyetten habersiz, tembelliğe, akılsızlığa, kötü niyete, bilgisizliğe batmış bürokrasiyle etkili bir iletişim kuran Cemal Paşa’nın yolu, tam zamanında yetiştirildi. Cemal Paşa’nın bu son sözünün, I. Dünya Savaşı’nda sıklıkla uygulanan ceza yöntem-lerinden biri olduğu hatırlanmalı.

37

Page 39: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Tarihin Tebessümü

38

MOLLA GÜRANİ

VE SULTAN FATİH

Page 40: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Molla Gürani; hafızlık, kıraat, tefsir, hadis ve fıkıh ilimlerine hâkim, çeşitli medre-selerde müderrislik yapmış, ayrıca kazaskerlik ve Bursa Kadılığı görevlerinde bulunmuş büyük bir âlimdi. İlminin ihtişamı kadar, uzun boyu ve gür sakalıyla da heybetli ve vakur bir hali vardı.

Sözünü esirgemez, doğruları hemen hazır cevaplılığıyla söylerdi. Makam mevki karşısında eğilmez, vezirlere kendi adlarıyla hitap ederdi. Sultan Fatih, hocasına vezirlik teklif ettiyse de bu makam için çalışan çok sayıda yüksek yönetici olduğundan kabul etmemişti. Fatih, çok sevdiği hocasının hazır cevap zekâsını konuşturmak için bir gün O’nu saraya yemeğe davet etmişti. Konu da şu idi: Molla Gürani bir sohbetinde sultanların yediği lokmalarının çoğunun helalliğinin şüpheli olduğunu söylemişti. Sultan Fatih de bu konuda hocasını sınamak istemişti. Bu vesile ile Hocası Molla Gürani’yi sarayda yemeğe davet etmiş. Molla Gürani davete icabet etmiş. Hal hatır edildikten sonra yemeğe geçilmiş. Yemek esnasında Sultan Fatih, Molla Gürani’ye;

-“Hocam Sultanların lokmalarının şüpheli olduğunu söylemiştiniz. Ama şimdi siz de aynı lokmalardan yiyorsunuz” demiş.

Molla Gürani:-“Benim önümdeki lokmalar helaldir” demiş. Bunun üzerine Sultan Fatih yemek

kabını çevirmiş, kendi yemek yediği yer hocasının önüne gelmiş. Fakat Gürani hoca hiç istifini bozmayarak yemeğe devam etmiş. Bunun üzerine Sultan Fatih, “Hocam benim yediğim lokmalardan yiyorsunuz bunlar şüpheli değil mi?” diye sorunca Molla Gürani;

-“Siz bütün şüphelileri bitirmişsiniz. Bana helalleri kaldı!” demiş.

39

Page 41: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Tarihin Tebessümü

40

TARİHİ İNKÂR EDEREK GELECEĞİ İNŞA

ETMEK

Page 42: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

İttihat ve Terakki, değişik düşüncelere sahip aydınların toplandığı bir cemiyet idi. Osmanlıcılığı ve İslamcılığı hiçbir zaman kenara itmemiş, anayasaya ve parlamentoya dayanan bir yönetim şekli istiyordu. Cemiyet, ittihat (-kökü mazide olan ati- bütün Osmanlıların birleşmesi) ve terakki (ülkenin ilerlemesi) için çalışan bir topluluktu.

Yahya Kemal Beyatlı ile Ziya Gökalp de bu cemiyete mensup aydınlardı. Osmanlı’nın son dönem aydınları Balkan Savaşları’ndan (1912-1913) sonra Anadolu’da kalan toprakları elde tutmak için Osmanlıcılıktan vazgeçip, “çekirdek” bir etnik unsur aranmaya başladı. Bu unsur, Türk Milleti idi.

Türklerin rolünü vurgulamak için de tarihe bakmak gerekiyordu. Bunun da en yakın dönemi Osmanlı Dönemi idi. Oysa Ziya Gökalp’in de içinde olduğu bazı aydınlar, Osmanlı’yı sürekli geri çekilen ve yıkılışı çağrıştıran hatırasından dolayı istemiyordu. Bunun için de koca bir imparatorluğun kuruluşundaki Türk rolünü görmemezlikten geliyorlardı.

Onlar yeni bir başlangıç, yeni bir gelecek için tarihin ağırlıkları olan başarısızlıkları reddediyorlardı.

Bu düşüncenin karşısında ise Türk tarihini bütünüyle kabul eden, onu bir medeniyet inşası süreci olarak görenler vardı. Bunların önde gelenlerinden biri de Yahya Kemal Beyatlı’ydı. Bir içki sofrasında bir gün Ziya Gökalp, Yahya Kemal’in Osmanlı geçmişine olan aşırı hayranlığını kastederek kınamış. Onu tarihten başka gerçeği görmeyen paçavralara bürünmüş bir serseriye benzetmiş. Şair Yahya Kemal Beyatlı da Sosyolog Ziya Gökalp’e şu cevabı vermiş:

“Ne harâbi ne harâbâtiyimKökü mâzide olan âtiyim”

41

Page 43: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Tarihin Tebessümü

42

LİDER OLUNMAZ DOĞULUR

Şah Rıza Çavuş Yıl 1914, İran’ın Tahran şehrinde Alman Elçiliği’nde nöbet bekleyen bir

jandarma. Üzerinde emanet gibi duran üniforması içinde tüfeğine dayanarak, çevrede olup biteni gözetliyor. Oralarda dolaşan ve akşam serinliğinde su kanal-larının kenarında oturan Tahran halkını izliyor. Elçiliğin arka tarafındaki İngiliz bankasının çalışan yazı makinelerinin hummalı seslerini dinliyor ve nöbet beklediği bu mavi cepheli Alman Elçiliği’ne bir arı kovanı gibi girip çıkan işadamlarının bina içinde oluşturduğu uğultularını hayretle takip ediyor. Anlamaya çalıştığı bu yüksek devinim farklı bir anlayış, farklı bir dünya idi. Batı’yı üstün kılan bu çalışkanlık O’nda hayranlık duygusunu uyandırdı. Çalışkan Batı’ya imreniyor, tembel Doğu’ya hayıflanıyordu. Bu duygular ve düşünceler jandarma çavuşunun içindeki büyük devrim dalgalarını hareketlendiriyordu. “Ah ulan ah! Şu ülkeyi ben yönetecektim de gösterecektim bütün dünyaya İran milletinin nasıl bir millet olduğunu!” deyip iç geçiriyordu. Ne de olsa o; Rüstem’in, Darius’un, Nuşirvan’ın torunuydu.

Batı durup dururken kalkınmamıştı, üstünlüğünü böyle çalışarak kazanmıştı. İşte millet dediğin böyle olmalıydı. Çalışmalıydı! Uzatmalı nöbetçi çavuş, rütbe-sinin çok çok üstünde büyük hayallere dalıp gidiyordu.

Page 44: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Çavuş Rıza’yı kamçılayan sözlerBu esnada elçiliğe gidip gelen devlet adamlarını da tanımaya başladı. Pek çok bakanın girip

çıktığı bu binadan bazen devlet adamları ışıl ışıl bir yüzle çıkıyorlardı. Sanki kendilerine büyük bir nimet bahşedilmiş bir hal içinde adeta uçuyorlardı. Bazen de ölü gibi sapsarı ve ağır bir yükün altında imiş gibi sıkıntılıydılar. Haklarında idam hükmü verilmiş kişilere benziyorlardı. Bütün bunları gözlemleyen çavuş Rıza’ya zaman zaman elçilik binasından bir memur gelerek, bir mektup uzatır ve “Çabuk bunu falanca yere götür. Ama koşa koşa git seni köpek oğlu köpek! Yoksa elçi hazretleri küplere biner!” Bu aşağılayıcı sözler Rıza’nın ruhunda bir kamçı etkisi yapıyordu. Çünkü o, Rüstem’in, Darius’un, Nuşirvan’ın, Keyhusrev’in, Şah Abbas’ın ve Nadirşah gibi ünlülerin torunuydu. Ama buna rağmen bu kapıda aşağılanıyordu! Fakat bu durumu kendi soydaşları da bilmedikleri gibi onun içinde karanlık dilsiz bir ırmak gibi kımıldamadan akan, bazen de göğsünü parçalayıp çıkacak gibi olan ve onu umutsuzluk ve acı içinde yumruklarını kemirmeye zorlayan büyük ihtirasını da kimse bilemiyordu. Yüreğinden doğup taşan bu hamaset duygusunun içinde kahroluyordu. Bütün bunlar ileride liderlik için doğabilecek bir fırsatın alt zeminini hazırlamıştı.

Gilan’da komünizan ayaklanmaYıl 1918, I. Dünya Savaşı bitmiş, Rusya’da çarlık gitmiş yerine sosyalizm gelmişti (1917

Ekim Devrimi). Bunun üzerine Sosyalist Ruslar, Çarlık Rusya’sı Dönemi’nde işgal ettikleri topraklardan geri çekildiler. Fakat ardından İran’ın Hazar Denizi kıyısındaki Gilan eyaletinde; bu eyalette etkin olan Mirza Küçek Han’ın önderliğinde bir komünizan ayaklanma oldu. Bunun üzerine Sosyalist Rusya denizden ve karadan bu ayaklanmayı destekledi. İran hükümeti derhal isyancıların üzerine askeri güç gönderdi. Fakat eğitimsiz ve teçhizatı yetersiz İran birlikleri sürekli yenilerek, gerilemeye başladı.

Rıza Çavuş’un önderliğinde gelen zafer…Savaşan bu taburların birinde de Rıza Çavuş vardı. Onun taburu da diğerlerinden farksız,

yenilmiş ve gerisingeri kaçıyordu. Tam bu esnada bozulan safların önüne fırlayan Çavuş Rıza; “Siz ey İranlılar, niçin kaçıyorsunuz?” diye yüksek bir sesle haykırdı. Elindeki mavzer tüfeğini havaya kaldırarak şöyle devam etti: “Arkadaşlar! Kim kaçmaya kalkarsa, kardeşim de olsa leşini yere sereceğim!” diye gür bir sesle kararlı tehditlerini tekrarladı. Düşmana karşı bu öfkeli duruş İranlı askerler için yeni bir şeydi. Merak içinde şaşırmışlardı. Acaba bu çavuş ne düşünüyordu? Onun bildiği fakat onların bilmediği şey ne idi? Çavuşun bu çıkışına karşı, bazı subaylar karşı çıkarak, bir zaferin kazanılmasının umutsuz olduğunu ileri sürdüler. Hatta alay ederek; “Bize zafer mi kazandıracaksın?” dediler. İşte o an Rıza Çavuş, yıllardır içinde sessizce akan o nehrin kabardığını ve artık bendini yıkmanın zamanı geldiğini anladı. Yıllardır fırsat kollayan liderlik ruhunun toplumsal karşılığını bulmuştu ve inanç yüklü şu sözlerle “Evet, sizleri zafere ulaştıracağım, beni lideriniz olarak tanıyor musunuz?” diye bağırarak cevap verdi. Bu haykırış panik içindeki İran askerinin moralini anında geri kazandırdı. Bunda dirayetli duruşu da çok etkili oldu ve bir anda askerler “Evet, bizim liderimiz sen ol!” deyince “Pekâlâ” dedi Rıza Çavuş “Size ben kumandanlık edeceğim, kim kaçmaya yeltenirse, bilin ki gözümü kırpmadan öldürürüm!” Askerler artık yeni bir ruhla Rus bataryalarına saldırıp, onları püskürttüler, ardından gelen diğer askerlerin de desteğiyle savaşı kazandılar. Rıza Çavuş birkaç gün sonra yüzbaşı oldu. Ünü dalga dalga yayıldı. İran ordusu asırlardır beklediği liderini nihayet bulmuştu. Bu cesur kahramana büyük bir arzuyla tabi oluyorlardı. Bundan sonra Rıza Han önce orduya sonra hükümete el attı. Batı’yı referans alan bir dizi devrimler yaptı. Parça parça bir yamalı görüntü verse de “hayal ettiği bir düzen” kurdu. Böylece Alman elçiliğinde görevli Çavuş Rıza, işi şahlığını kurmaya kadar götürerek, İran’da yeni bir dönem başlattı.

43

Page 45: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Tarihin Tebessümü

44

HAYVAN SEVGİSİ

Page 46: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Zembilli Ali Efendi 1445’te Karaman’da doğdu. Sultan I. Murat Dönemi’nin ünlü âlim-lerinden Cemaluddin Muhamed Aksariy’in soyundan Ahmet İbn-i Mehmet Çelebi’nin oğludur. Asıl adı Cemal olup, Zembilli Müftü olarak da bilinir. Sırasıyla Karaman, Konya, Bursa ve İstanbul’da tahsil gördü. Beyazıt Medresesi’nde müderrislik yaptı. Bursa’daki hocası Mevlana Husamzade Muslihiddin Efendi’nin kızı ile evlendi. Tahsilini tamamlayınca Edirne’de Taşlılı Alibey Medresesi’nde müderris oldu. 1503 yılında Os-manlı’nın 8. şeyhülislamı oldu. Onurlu bir kişilik sahibiydi. Doğru, halkı gözeten ve Yavuz Sultan Selim’e bile “Eğer şeriata aykırı emirler verirsen bende senin halline fetva veririm” diyecek kadar cesur bir âlimdi. Kanuni’ye de şeyhülislamlık yapan Ali Efendi’den Şair Kanuni Sultan Süleyman bir gün şiir diliyle,

“Dırahtı (ağacı) sarmış olsa eğer karınca,Zarar var mı karıncayı kırınca?” bir fetva ister.Zembilli,“Yarın Hakk’ın divanına varınca,Süleyman’dan alır hakkın karınca” diyerek aynı üslupla cevap vermesi ünlüdür. Ünlü Molla Fenari’nin hocasıdır. Rodos Savaşı’na katılmış, orada uzun yıllar kalıp çok

sayıda Rum’u Müslüman etmişti. 1526 yılında İstanbul’da öldü. Kabri; Zeyrek yokuşunda kendi dergâhının bahçesindedir. Güler yüzlü, arkadaş canlısı, yumuşak huylu, takva sahibi bir insandı. Çocukları bile muhatap alır, onlarla sohbet ederdi. Bütün bu özelliklerine rağmen yüce makam sahibi olduğundan ahali kendisinden çekiniyordu. Halkın çekinmeden rahatlıkla sorunlarını kendisine iletmeleri için bir metot geliştirdi: Zembil. Bu yöntemle halkın suallerine tarafsız fetva vermek için soruları aracısız olarak alır, aynı şekilde cevap verirdi. Bunun için Zeyrek’te oturduğu 2 katlı evin penceresinden aşağıya bir zembil (hasırdan örülen saplı bir sepet) sarkıtırdı. Ahali soracağı soruyu yazılı bir şekilde zembilin içine koyar, sonra da cevabını yine oradan alırdı.

Osmanlı tarihinde 24 yıl gibi bir süreyle en uzun Şeyhülislamlık yapan âlim oldu. Biri hukuk (Muhtaratü’l Feteva) biri de ahlak ile ilgili olmak üzere iki eseri bulunmaktadır. (Zeyrek’teki evi 1998’de yeniden yapılmak gayesiyle yıktırılmıştır.) Zembilli Ali Efendi, derin bilgisi hoşgörüsü ve muhabbetiyle ünlüydü. Bu ününün yayılmasında Zeyrek’teki evinin arka bahçesinde düzenlediği sohbetlerin de katkısı vardı.

Yine bir yaz günüydü, dostlarıyla bahçede sohbete dalmışlardı. Söz dolaştı kuşlara geldi. Muhabbette bulunanlardan biri; “Hocam en çok hangi kuş türünü seversiniz?” diye sordu. Zembilli Ali Efendi “Ben ayrım yapmam, bütün kuşları hatta bütün hayvanları severim” dedi.

“Peki, hocam ya insanları?” deyince; “İnsanları da severim ama tamamını değil. Hayvanların hepsi sevilir ancak insanların

bir kısmı öyle haller içinde bulunurlar ki, hayvanlardan daha aşağı seviyeye düşerler, işte ben bu seviyesizleri sevmem. Yani, ben şimdiye kadar Allah’ı hâşâ inkâr eden, yalan söyleyen, dolandırıcılık ve sahtekârlık yapan hayvan görmedim. Ama ne yazık ki böyle insanlar var” dedi.

45

Page 47: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Tarihin Tebessümü

46

NANEYİ YEMEK

Page 48: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Eski İstanbul’da medrese öğrencileri (softalar) Ramazan ayı boyunca vaaz vermek üzere İstanbul’un yakın köylerine cerre çıkarlardı (Cerre çıkmak: Verilen vaaz karşılığında köylünün softalara verdiği yağ, tavuk, yumurta gibi hediyelere denirdi). Yine İstanbul’da yaklaşan Ramazan öncesi günlerden bir gün softanın biri İstanbul’un yakın köylerinden birine cer için gitmiş. Köyün muhtarını bulmuş, meramını anlatmış. Muhtar nezaketle softayı kabul ederek, evine götürmüş. Sohbete dalmışlar. Sohbet uzun sürmüş, fakat konu bir türlü yemeğe gelmemiş. Yoldan gelen softa çok acıkmış. Sürmekte olan sohbetin bir yerinde medrese öğrencisi (softa) Muhtar Efendi’ye “Acaba biraz nan-elaziz rica edebilir miyim?” demiş, muhtar biraz şaşırmış. İçinden “Allah, Allah bu genç hoca “nane” ile “aziz’i” ne yapacak acaba?” diye meraklanmış. Ve hemen toparlanarak; “Tamam Hoca Efendi. Ben hemen getireyim” demiş. Odadan çıkarak dışarıdaki küçük oğluna, hemen bahçeden biraz nane toplayıp Hoca Efendi’ye götürmesini istemiş. Çocuk denileni yaparak genç hocaya topladığı naneleri götürmüş. Muhtar “nane”yi temin etmiş ama “aziz’i” nereden bulacaktı? Burası Müslüman bir köydü. Burada bir “aziz pederin” bulunması mümkün değildi. Biraz mahcup bir edayla Softa’nın yanına dönen Muhtar; “Hocam bildiğiniz gibi burası Müslüman bir köy, size bir “aziz” bulamadım” deyip lafını bitirince, tepsi içinde gönderdiği nanelerin sadece saplarının kaldığını fark etti. Muhtar hocanın acıktığını anladı. Hemen hanımından bir sofra hazırlamasını istedi ama Sohta naneyi çoktan yemiş oldu!

47

Page 49: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Tarihin Tebessümü

48

DAVA YOLUNUN

DEĞERİ

Page 50: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Yavuz Sultan Selim’in niyeti İslam Birliği’ni kurup, Avrupa’ya yürümekti. Bütün çalışmaları bu amaca matuftu. Tahta çıktıktan sonra siyasi ve askeri konularda komşu devlet olan Mısır Memluk (Kölemen) Hükümdarı Kansu Gavri’ye gönderdiği mektuplarla bilgi verirdi. Yavuz’un mektuplarında Hükümdar Kansu Gavri’ye “Babamız” diye hitap ederdi. Yavuz, İran Seferi’nden sonra Mısır’a yöneldi. Muhteşem ordusu yolda ilerlerken Kölemen Sultanı’na teslim olması için elçiler göndermişti. Yavuz Sultan Selim’in elçilerine Hükümdar Kansu Gavri şu cevabı verdi: “Sultanınız bize mektup yazdığında “Babamız” diye hitap ederdi. Şimdi de kalkmış bizi savaşla tehdit ediyor. Hiç evlat babasıyla savaşır mı, bunu ona sorunuz.” Geri dönen elçiler Sultan Selim’in huzuruna çıkarak, Kansu Gavri’nin sözlerini arz ettiler. Yavuz cevabı duyunca acı acı güldü ve şöyle dedi: “Biz yüce bir gayenin arkasından gidiyoruz. Yolumuza kim çıkarsa üstüne gideriz. Zamanında babamızın ve kardeşlerimizin üstüne gittiğimiz gibi.”

49

Page 51: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Tarihin Tebessümü

50

MEDENiYETiMiZE YABANCI KALMIŞ

AYDINLARHızla gelişen bilim ve teknoloji sayesinde bugün dünyadan 510 milyar

kilometre uzaklıktaki kuyruklu yıldıza araştırma yapmak üzere araç gönderilebiliyor. Bu ve benzer alanlarda bilim ve teknolojide meydana gelen gelişmeler sayesinde gerçekten büyük başarılar elde ediliyor. Ancak her sonucun bir başlangıcı olduğu gibi bu başarının da bir ilki vardır. Baş döndüren bu gelişmelerin, yeryüzünde ilk yerleşimlerin olduğu Ganj Nehri, İndus Vadisi, Sarı Nehir, Mezopotamya ve Nil Deltası’nda başladığı unutulmamalıdır. Medeniyet dediğimiz olgu tarih boyunca emekleyerek ve adımlayarak ilerlemiştir. Bugün çok kanıksadığımız tekerleğin icadı ne muhteşem bir şeydi!

Tarih boyunca bilim ve teknolojinin tek sahibi olmuştur: “İsteyen”. Hangi millet, hangi toplum ona sahip çıkmışsa, ona hizmet etmişse, bilim ve teknoloji de onunla olmuştur. Bundan dolayıdır ki bilim ve teknolojinin ideolojisi yoktur. 7. yüzyılda doğan İslamiyet, diğer dinlerin aksine bilimi teşvik eden buyruğuyla yeni bir medeniyetin kaynağı oldu. Müslümanlar birden bire ilim ve hikmet arayıcısı, araştırıcısı oldular. İlimle uğraşmak en makbul ibadet sayılmış ve o “Beşikten mezara kadar, erkek ve kadına farz kılınmıştı.” Büyük bir iman ve heyecanla İslam dünyası 8. yüzyıldan 12. yüzyıla kadar bilim ve teknikte en parlak dönemini yaşadı. Avrupa ise o çağda (Ortaçağ) karanlıklar içindeydi.

Page 52: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

51

İslam bilginleri Mevlana’nın pergel metaforunda olduğu gibi pergelin sabit ucunu Kuran’ı Kerim’de tutarken, diğer ucuyla farklı bulgulara, farklı ufuklara ulaşıyor-lardı. Bilim ve felsefede meydana gelen bu gelişmeler, İslam dünyasında endişe de yaratıyordu. Çünkü tek ve son din olan İslamiyet’in, hizipçiliğin içine çekilme ihtimali belirmişti. Bunun üzerine büyük âlim İmam-ı Gazzali, hemen her konuda eser veren İslam âlimlerinin İslam akaidi ve düşüncesi ile çelişen düşünsel eserlerini tek tek eleştirdi. Bu durum, eleştiriye konu olan âlimlerin diğer ilgi alanlarını da; kurunun yanında yaşın yanması gibi toptan bir dışlanmaya maruz bıraktı. İslam ulemasının bu yeni akımlara karşı tutumu, o günkü Endülüs Meydanı’nda İbn-i Rüşd’ün kitaplarını yaktırmıştı. Bu tarih, medresenin dine sarılarak (!) bilimden uzaklaşmaya başladığı tarihtir. Avrupa’da ise İslam dünyasının aksine dogmatik düşünce din (!) egemenliğin-den kurtularak, onun yerine rasyonel düşünce ve özgür yaşamı sağlayacak yeni bir anlayışa (laikliğe) doğru evrilmeyi başlatmıştı.

Rasyonalist İbn-i Rüşd, tam da o günkü Avrupa Rönesans düşüncesinin aradığı filo-zoftu. Çünkü o dogmatizmin panzehiri gibiydi. Bundan ötürü Papalık ona karşı büyük öfke duyuyordu. Sırf onun fikirlerini savunuyor diye Papalık, İbn-i Rüşd’ün ölümünden 314 sene sonra (1512’de), Rahip Hartmann Van Riswik’i Den Haag’da yakmak suretiyle infaz etmişti. Ortaçağ sonunda Avrupa rasyonelleşerek dışa açılmaya, İslam dünyası irrasyonelleşerek içe kapanmaya başladı. Böylece Avrupa dışa açılarak ulaştığı yeni dış dinamiklerle evriliyordu. İslam medeniyeti için ise süreç tersine işliyordu. İslam düşüncesi akıl ve bilimden uzaklaştıkça hurafelere, Batı aydınlanma düşüncesi de Hıris-tiyanlıktan uzaklaştıkça akıl ve bilime yaklaşıyordu.

h h hOysaki 9. asırda İslam bilginleri, kendilerinden önceki bütün medeni birikimleri

edinerek, bilim ve teknolojinin hemen her alanında muazzam gelişmeler kaydettiler. Dünyanın yuvarlaklığını, pusulayı keşfetmiş; optikte, matematikte ve coğrafyada büyük keşifler yapmışlardı. Enlem boylamı, ekvatorun uzunluğunu, Akdeniz’in yüzölçümünü hesapladılar. Haritacılıkta büyük mesafeler kat ettiler. Batı’nın “Coğrafi Keşifler” döneminden çok önce güçlü bir altyapıya sahip oldular ve Atlas Okyanusu’nu aşarak, Amerika’ya vardılar.

20. yüzyılın son yıllarında elde edilen bilimsel bulgular, Müslümanların Amerika’ya Avrupalılardan önce gittiğini ispatlamıştır. Amerika kıtasının keşfi, diğer alanlarda olduğu gibi Batı’ya gerekli olan teknik ve bilimsel desteği sağlamıştı. İslam medeniye-ti bu dönemde en parlak dönemini yaşarken, Batı medeniyeti emekleme döneminde idi. Bu aşama dünya medeniyetinin yeni bir evrilme dönemiydi. Coğrafi keşifleri, medeniyet tarihinin bu döneminden görmek lazım. İslam medeniyeti bütün birikim-lerini Batı’ya devrederken, Batı devraldığı bu mirasla yeni sentezlere varıyordu.

h h hBugüne ve tarihe Batı kültür ve medeniyetinin sunduğu yanlı bilgilerle bakanların,

Batı medeniyetinden başka bir medeniyetin varlığını kabul etmekte zorlandıklarını görüyoruz. Zihnen müstemlekeleşen bu beyinler, Batı medeniyetinden önce en par-lak medeniyetin İslam medeniyeti olduğunu göremiyorlar. Çünkü onlar, yaşadıkları toplumun kültürünü ve değerlerini de kabul etmekte zorlananlardır.

Page 53: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Tarihin Tebessümü

52

MİLLİ MÜCADELE

VE SOVYET RUSYA

Page 54: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

I. Dünya Savaşı’nda beş cephede birden savaşa giren Osmanlı Devleti yenilerek, tarihinin sonuna geldi. Büyük can ve mal kaybı yaşadı. Aşılması güç zorluklar içindeydi. Şartlar her bakımdan kötüydü. Ama hiçbiri esaretten daha kötü olamazdı. Bunun için yeniden bir “Milli Mücadele” gerekliydi.

Emperyalist dünyaya karşı yeni bir savaş başlatan Mustafa Kemal ve arkadaşları; o günkü dünyanın siyasi şartlarında yardım istenilebilecek en uygun devlet olan Sovyet Rusya’dan silah ve para istediler. O sırada Sovyet Rusya’nın yeni kurulan Lenin Hükümeti, mali bakımdan çok iyi durumda değildi. Ancak Lenin’e göre yine de emperyalizme karşı savaşan Türklerin desteklenmesi gerekirdi. 1868 yılından beri Rus hâkimiyeti altında bulunan Özbeklerin Buhara Emirliği 1920’de Cumhuriyet rejimine geçmişti. İlk ve son Cumhurbaşkanı da Osman Kocaoğlu idi. Sovyet Cumhuri-yetler Birliği’nin üye Cumhurbaşkanı sıfatıyla Lenin ile görüşmek için Moskova’da bulunduğu sırada; Türk heyetinin yardım taleplerini ve Rus hükümetinin mali yetersi-zliğini gören Buhara Cumhurbaşkanı Osman Bey, istenilen yardımı karşılayabileceğini Lenin’e teklif etti ve bunun üzerine Lenin tarafından Türk heyetine silah ve para yardımı sözü verildi. Bunun karşılığında Buhara Cumhuriyeti 100 milyon altını Lenin Hükümeti’ne teslim etti.

Lenin Hükümeti de Milli Mücadeleyi başlatan Türk Hükümeti’ne 3 taksitte 18 milyon 326 bin altını destek için gönderdi. Geri kalan 81 milyon 674 altına ise sosyalist işletmeci mantığıyla el koydu! Bizler ise koca Osmanlı Devleti’nin yıkılışına neden olan en büyük tarihi düşmanlarımızdan Çarlık Rusyası ve onun devamı Sovyet Rusya’sından bu zor zamandaki katkılarından dolayı, teşekkürümüzün ifadesi olarak Taksim Meydanı’na Milli Mücadele önderlerimizin yanında iki Sovyet Rus Gener-ali’nin heykelini diktik. Bugünkü Rusya da onlardan herhangi bir iz kalmamış olsa bile, General Mihail Vasilyeviç ve Mareşal Klimet Yefremoviç’in heykelleri, kendi tarihimizin bir dönemine işaret etmeye devam edecektir. Ne kadar kadir bilir bir milletiz. Hakkımızı gasp etse de iyiliği dokunanı asla unutmayız!

53

Page 55: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Tarihin Tebessümü

54

BİZLERİ HAYRET VE HAYRANLIKLAR

İÇİNDE BIRAKAN ŞU BÜYÜK

ATALARIMIZ

Page 56: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Hiçbir millet böyle bir “Dünya Devleti” kuramamıştır. Onlarla ne kadar gurur duysak azdır. Eleştirenler kıskançlıklarından dolayı eleştirirler. Bu duyguyu Halil İnalcık Hoca’nın kitabından yapılan bir alıntı ile paylaşalım:

“1250-1500 arasındaki dönemde Levant (yani iktisaden bütünleşmiş iç kesimleri de kapsayan Doğu Akdeniz Ülkeleri), 1500’de büyük keşiflerden önce Doğu ve Batı arasındaki mal ve teknoloji alışverişinin en canlı bölgesiydi. 1300-1453 yılları arasında Osmanlılar önce Fırat’tan Tuna’ya, Kırım’dan Ege adalarına kadar, Anadolu ve Balkanları fethederek, tüm bölgeyi egemenlikleri altında birleştirdiler. 1453’te ise Batı’dan gelen bir Haçlı tehdidine rağmen İstanbul’u fethederek, şehri imparatorluk başkenti yaptılar ve Boğazlar etrafında Anadolu ve Balkanları kapsayan büyük bir imparatorluk meydana getirdiler. 16. yüzyıl başlarında imparatorluklarına Suriye, Mısır, Arabistan ve Yemen (1516-1517) gibi Arap topraklarını da kattılar ve Hint Okyanusu’na çıktılar. Buradan kendilerini Portekizlilerle uzun bir mücadeleye itecek olan, Hint Okyanusu ve Kızıldeniz üzerinden geçen hac ve ticaret yollarını kontrolleri altına almaya çalıştılar. Tebriz-Bursa ve Tebriz-Halep İpek Yolu üzerinde tam bir kontrol sağlamak amacıyla doğuda çeşitli tarihlerde Tebriz (1517, 1534, 1585), Gürcistan (1549) ve Hazar Denizi’nde (1585) hâkimiyet kurdular. Kuzey Afrika ülkeleri ile Karadeniz’de kıyısı olan bütün ülkeleri fethederek, bu iki büyük denizi Osmanlı hâkimiyetindeki iki göl haline getirdiler. Kızıldeniz’den Portekizlileri geri attılar, Yemen, Aden ve Babülmedeb’i kontrolleri altına aldılar ve öte yandan 1534’te Irak’ın ilhakı ile Basra Körfez’ine açılıp, burada bir deniz üssü kurarak, Portekizliler ve İran Safevilerine karşı Basra ve Bağdat üzerinden Hint Okyanusu ticaretini imparatorluk lehine yeniden canlandırdılar. Ortadoğu tekrar dünya ticareti için başlıca koridor haline geldi (1517-1630). Vasco da Gama’dan sonra dünya ticaretinin en önemli kesimini oluşturan Hint Avrupa ticaretinin tümüyle Avrupalıların eline geçtiği iddiası, bugün tarihçiler tarafından reddedilmektedir. 16. yüzyıl ortasında Lizbon’a Ümit Burnu yoluyla 30 bin kental baharat gelirken, aynı ağırlıkta baharat, Kızıldeniz ve Basra Körfezi üzerinden Osmanlı ülkesine ulaşıyordu.”

Kaynak: Halil İnalcık Osmanlı ve Modern Türkiye-Timaş Yayınları İstanbul 2013 Syf. 219

55

Page 57: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Tarihin Tebessümü

56

Şehir; medeniyetin aynasıdır. Şehrin mimarisi, içinde barındırdığı medeniyetin mekâna yansımasıdır. Batı uygarlığı ile Batılı şehirlerin arasındaki paralellik bunun açık kanıtıdır. Yükselme Devri’nde Batı’nın önünde olan Osmanlı uygarlığı, Duraklama Dönemi’nde eşit seviyeye, Gerileme Dönemi’nde ise tamamen Batı’nın gerisine düşmüştü.

Osmanlı ülkesi modern anlamda sanayileşme ve ticarileşme bakımından gelişemediği için İstanbul tarım toplumu seviyesinde kalmıştı. Bir cami etrafında yoğunlaşan mahalle; müezzin sesinin ulaşabileceği bir çaplık alanda inşa edilmiş, 100-150 haneden meydana geliyordu. Genelde bahçeli olan evler ahşap malzemeden yapılmıştı. Sokaklar Bizans’tan devralındığından daha geniş olsa da, bazı yerlerdeki genişlikleri 1-2 metre kadardı.

İstanbul sokakları geceleri karanlıktı. Şehirde gece hayatı yoktu. Gece bir yerden bir yere gitmek icap ettiğinde, fakirlerin katlanabilir muşambalı, zenginlerin ise teneke ve camdan yapılan fenerleri vardı. Önden giderek aydınlatma görevini üstlenen fener taşıyıcısının yaptığı işe “fener çekmek” denirdi.

İçme suyu, mahalle çeşmelerinden evlere kaplarla taşıma suretiyle temin edilirdi. Çarşı pazarda su satan “sakalar” vardı. Diğer işler için lazım olan su, genelde evin bahçesindeki kuyulardan çıkarılırdı. Ancak aynı bahçede genelde fosseptik çukur olduğundan, kuyu suları sağlıklı değildi. Bizans Dönemi’nde Prafektuslar, Osmanlı Dönemi’nde Kadı Efendiler (veya Şehreminler) şehrin temizliğiyle ilgilenirlerdi. Çöp toplama sorumlusu çöplük subaşıydı. Çöp toplama işini “Haydi… Çöp çıkaram” diye bağıran Ermeni çöpçüler yapardı. İstanbul’un çöpü kuruluşundan 1953’e kadar denize dökülmüştür.

III. Selim Dönemi’nde şehirleşme için yapılan önemli işlerden biri; şehrin dar, geceleri karanlık, yağışlı havalarda çamur olan sokakların aydınlatılması ve kaldırım taşı döşenerek genişletilmesi idi. Çünkü artık İstanbul, Edirne ve Bursa gibi şehirlerden gelen nüfus akışıyla hareketlenmeye başlamıştı. Bu dönemde “kaldırım” kelimesi ilk defa yaya yolu için kullanılmaya başlandı. Sokakların genişletilmesi, geceleri aydınlatılması, Osmanlı insanının kafasında yeni düşüncelere, yeni değerlere yönelmesiyle örtüşüyordu.

Mahalle imamının yönetiminde ve Avarız Vakıflarının desteğinde olan mahalleli;

NEREDEN NEREYE… İSTANBUL

Page 58: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

57

birey, cami, çarşı ve ev arasındaki homojen (cemaat) dünyasından, farklı değerlerin yaşandığı topluma açılıyordu. Tanzimat ilan edildiğinde Avrupa (bugünkü anlamdaki) şehircilikte bizden 150 yıl önde idi. Avrupa’yı ziyaret eden Ziya Paşa, orada gördüğü şehirlerle İslam şehirlerini kıyaslarken bir şiirinde şöyle diyordu:

“Diyar-ı Küfrü gezdim beldeler kâşaneler gördümDolaştım mülk-i İslam’ı bütün viraneler gördüm”Tanzimat aydınına göre Avrupa hayatına daha hızlı ulaşmanın yolu şehirden geçiyordu.

Geceleri gündüz gibi aydınlatılmış tiyatroları, kütüphaneleri, dükkânları açık bulvarları, caddeleri cıvıl cıvıl, ulaşımı rahat, geniş parkları ve meydanları olan, görkemli resmi ve sivil mimari binalarıyla zengin bir uygarlık örneğini yaşayan Avrupa’nın şehirlerinden Londra’yı ziyaret eden Namık Kemal, babasına yazdığı mektubunda; bu şehrin konforundan bahsederken şöyle diyordu: “Londra öyle bir memlekettir ki burayı görmeyen rahatın manasını bilemez.” Tanzimat aydınlarına göre, Avrupa ile bütünleşmenin en önemli şartı, o modele göre imar edilmiş şehirlerdi.

Avrupa bu halde iken bizde mahalle imamı; başta zabıta ve hukuk işleri olmak üzere mahallenin her türlü medeni ilişkilerini düzenleyen bir sulh hâkimi rolünde idi. Aynı işi nahiyelerde naipler, kazalarda kadılar yapıyordu. Avrupalı gibi şehirler kurmak isteyen Tanzimatçılar şehir yönetimini de değiştirdiler. İlk uygulamayı Beyoğlu-Galata bölgesinde Paris Belediyesi’nin “Altıncı Dairesini” “Numune Daire” olarak kopyalayarak bizdeki belediyeciliğin “önder ruhu”nu oluşturdular.

İstanbul’un mabetler ve saraylar dışındaki binaları ahşaptı ve bu yapılar kolaylıkla yanabiliyordu. Bu sebepten dolayı İstanbul bir yangınlar şehriydi. Örneğin ahşap malzemeden yapılmış Hükümet Dairesi olan Bab-ı Ali, üç yüz yıl içinde beş kere yanmıştı. Böylece sokaklar genişlerken, ahşap binadan kâgir binalara dönüşüm başlatıldı. Ancak yine de külliyelerimiz dışında Batı’yla ölçüşecek binalarımız yoktu. Örneğin 1863 yılında Kuleli Kışla-i Hümayun’u inşa ettiğimizde, aynı yıl Paris’te yedi yüz odası ve yetmiş salonu olan bir lokanta yapılmıştı.

Tanzimatçıların İstanbul’u, Asya ile Avrupa’nın kucaklaştığı yerdi. O öyle bir payitaht idi ki yalnız başına bir devlete eş değerdi. Ona sahip olanlar ise cihana hükmedebilirdi. Fakat tarih onlara fırsat vermedi, başaramadılar. Osmanlı Devleti kendini ve ülkesini yenileyemeden tarih sahnesinden çekildi.

Ta 1960’larda bile Nişantaşı’nda en zenginimizin evi 250-300 metre kare iken, aynı zamanda İtalya’da bir zenginin yazlık malikânesi 49 odalı idi. Yine 1968 yılında Dünya Ticaret Odaları İstanbul’da toplanmıştı.

Her ülkeden ticaret odaları başkanları eşleriyle birlikte İstanbul’a gelmişlerdi. Gelen misafirlerin sayısı 1500’ü bulmuştu. O zaman yıldızlı otellerimiz Hilton, Divan ve Pera Palas’tı. Misafirlerimize toplu yemek verecek ve yatıracak yerimiz olmadığından, onları kalburüstü zenginlerimizin evlerine pay ederek misafir etmiştik.

Dil bilen genç insan çok azdı. Halkla ilişkilerin duayeni Betül Mardin Hanım Efendi, ilk defa bu organizasyonda işe başlamıştı. O günlerden bu günlere… Ünlü Prof. Dr. Kemal Karpat Hoca’nın tespitiyle AK Parti yönetimleri son 17 yılda her alanda gerçekleştirdiği başarılar, son 250 yıllık tarihimizde isteyip, başaramadığımız büyük bir hayalin gerçeğe dönüşmesidir. İstanbul; bugün barındırdığı 16 milyon nüfusuyla, sivil binaları, resmi binaları, kültür merkezleri, tiyatro ve sinemaları, gecesi gündüz gibi aydınlatılmış caddeleri, camileri, tarihi eserleri, çok sayıda sosyal ve kültürel mekânları, parkları, meydanları, modern ulaşım imkânları ve temizliğiyle dünyanın en önemli şehridir. Hoş diğer şehirlerimiz de öyle.

Page 59: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Tarihin Tebessümü

58

KÜÇÜK HİKÂYEDEN EVRENSEL ROMANA

Page 60: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Bugünden geriye, canlıların ilk yaratılışına dönüldüğünde insanlarla birlikte pek çok hayvan ve bitki çeşidinin sularda ve karalarda yaratılmış olduğunu, bu canlılar grubundan öne çıkan insanın önce 45 – 50 bin yıl süren göçebe bir hayattan sonra son 12 bin yıldır yerleşik hayatı sürdürdüğünü arkeolojiden ve kutsal kaynaklardan öğrenmekteyiz.

İnsan neslinin var olma arzusu kaçınılmaz olarak insan – doğa mücadelesini getirmiştir. Uzun süren göçebe hayattan sonra doğayı tanıyan ve öğrenen insan, onu dönüştürdükçe daha güvenli yaşayabileceğini öğrenmiştir. İnsan – doğa ilişkisi teknolojiyi geliştirmiş, refahın ve nüfusun artmasına çeşitli mesleklerin ve farklı toplumsal yapıların meydana gelmesine sebep olmuştur. İnsan – insan ilişkisi ise dinlerin, yönetim sistemlerinin, ideolojilerin, sanat ve kültürün meydana gelmesine neden olmuştur.

İlk yerleşik hayat tarım toplumuydu. Bu toplumun, üretimde kol ve hayvan gücü yerine buharla çalışan makine kullanmaya başlayınca sanayi toplumuna geçildi. Sanayi toplumu içinde çeşitli evreleri geçerek 4’üncü evreye geldiği bu döneme “Bilgi Çağı” diyoruz. Deneye dayalı bilgi dünya tarihinin hiçbir döneminde bu kadar çok üretilip, kullanılmamıştır.

Doğa karşısında egemenliğini ilan eden insan doğayı dönüştürme hedefine bu sefer kendini de koymuştur. İnsanın kendini değiştirme düşüncesi ve arzusu geleceği belirsiz ve esrarengiz kıldığı kadar, insanlık tarihinin en önemli dönüm noktası olmuştur. Bu dönem aynı zamanda insanın dünyadan başka gezegenleri de araştırmaya başladığı döneme denk düştüğünden, buna “Uzay Çağı” da denmektedir. İnsanlar yaratılışından günümüze son derece yaşamak için uygun ortam olan dünyada yaşamışlar. Ancak şimdi buradan (‘Allah yeryüzünü sizin için bir karar, gökyüzünü bir bina kıldı’ -Mümin 64-) evleri gibi olan evrenin diğer odalarına geçmeye, orada yaşam alanları oluşturmak için çalışmaya başladılar. Önümüzdeki süreçte insan kendini ve canlıları gen mühendisliği ile değiştirirken, bütün bir doğayı diğer gezegenlere taşıyıp, orada yaşatmanın uygun türünü ve ortamını üretmeye çalışacaktır.

59

Page 61: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Tarihin Tebessümü

Hayat için lazım olan suyu yani H2O’yu, orada mevcut olan diğer elementlerden güneş enerjisini kullanarak üretecektir. Örneğin atom ağırlığı 1 olan Hidrojen gezegende en çok bulunan herhangi bir maddeden üretilebilinirse; Hidrojen’den de onun 16 kat ağırlığındaki Oksijen üretilebilir. Böylece dünyadan başka bir gezegende hayatı kurmak için büyük bir aşama gerçekleşmiş olacak.

Maddenin en küçük birimi olan atom ilk yaratılışta enerjiden, belli şartlar altında birim ağırlıkları ve elektron sayıları farklı elementlere dönüştürüldüğü gibi; herhangi bir maddeyi ilk hali olan (atom altı) enerjiye ve oradan da belli şartların yardımıyla istenen elemente dönüştürmek teorik olarak mümkündür. Yani Einstein’ın ünlü formülü E=mc2 olduğu gibi mc2=E de olabilir. İşte E (enerji) haline getirilen bir maddeden istenilen herhangi bir madde de üretilebilinirse, dünyamızın dışındaki diğer gezegenlerin yaşam şartlarını dünyalaştırmak da mümkün olabilir. Önümüzde dünya gibi fevkalade bir örnek var. Ancak henüz bu teknoloji yok. Fakat baş döndürücü bir hızla ilerleyen bilim, buna yakın bir zamanda ulaşabileceği ümidini vermektedir.

Bir gün bilim, yaratılışın başına dönecek, elde edeceği deneyimle maddenin kuantum haline ulaşacaktır. Usta bir sanatkârın sazını çalmadan önce yok gibi duran notaların, sazı çalmaya başlayınca meydana çıkması gibi, bulunacak olan teknoloji aracılığı ile madde öncesi halden istenilen elementler üretilebilecektir. Herhangi bir maddeden hidrojen, hidrojenden azot, azottan oksijen ve bunlardan da su ve nefes aldığımız havayı üretebilecektir. Ve böylece herhangi bir gezegende sıfırdan bir yaşam alanı oluşturulabilecek, teknoloji bu büyük dönüşümü sağlarsa, uzayın kapıları insanlığa açılacaktır.

60

Page 62: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

61

Bu sayede yaşam alanlarının diğer gezegenlerde oluşturulmasıyla, insanlık tarihinin ikinci safhası olan “Uzay Çağı” başlayacaktır. Başlangıçta kuşlar, balıklar gibi insanlar da ulaşım ihtiyacını vasıtasız gerçekleştirirken, sonra hayvan ve makine gücünü kullanmaya başlamıştır. Bugün; belli bir hıza ve konfora ulaşmış olmasına rağmen, araç, yol ve kullanılan enerji bakımından bu ulaşım türü çok külfetli bir iştir. 40 kişi bir yerden bir yere, bir otobüsle taşınırken, sadece 40 kişi taşınmış olmuyor, onunla birlikte koca bir araç da taşınmış oluyor. Külfetli bir iş olan bu tür ulaşımın, güneş enerjisi ve sibernetik bilimi ile gelecekte geliştirilmesi mümkün olabilir mi?

Diğer gezegenlere gidebilmek ve oralarda yeni yaşam alanları kurabilmek için bu dünyada bilim ve teknolojinin gelişim süresi bakımından “bir beşik” gibi kullanılan insan, emekleme dönemini bitirmiş, “yeryüzünün bir karar, gökyüzünün bir bina kılındığı” (Mümin:64) gerçeğini kavramış ve bu yapının diğer kapılarını zorlamaya başlamıştır. İnsanlık için yeni bir zamanın başlangıcındayız. Yaratıcı irade dünyayı bütün canlıların yararına yarattığı gibi, uzaydaki diğer varlıkları da boşuna yaratmamıştır. “Halifem” dediği insan da bu gezegenleri dönüştürecek, orada yeni dünyalar kuracak donanımda yaratılmıştır. Bunun için kendi gen yapısı dâhil diğer canlıların genlerini geliştirip, değiştirecek ve bu yeni türleri yapay zekâlarla destekleyecek, kısaca sibernetik te-knolojileri ile yeni bir alan açacaktır. Önümüzde tarım toplumu anlayışını makine ile dönüştüren moderniteyi dönüştürecek yepyeni bir çağ durmaktadır. İnsanın var olduğu zamanın ikinci ve muhteşem dönemi. Zaman zaman söz edilen ama bir türlü tanım-lanmayan gerçek “uzaylılar” bu yeniçağın insanları olacaktır. Evrensel romanın kah-ramanları da bunlar olacaktır.

Page 63: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Tarihin Tebessümü

62

OTMAN BABA VE SULTAN

FATİHOtman Baba, Sultan Fatih Dönemi’nde yaşamış ünlü abdallardan (vel-

ilerden) biridir. Otman Baba’nın tanımına göre Abdal “Allah’tan başka her şeyden vazgeçen kişidir.” Abdallar, nefislerini terbiye ederek, hikmete (ilahi bilgiye) ulaşırlar.

Nefsin terbiyesi sonucunda gelen ilim sayesinde “insan-ı kâmil” olurlar. Maneviyatın kutbuna çıkan bu tür insanlar ilim-i ledün’den yararlanarak, eşyanın ve olayların sırrına vakıf olurlar. Abdallar bir yerde durmazlar, sürekli hareket halindedirler. Aileden, ev sahibi olmaktan, mal mülk edinmekten vazgeçerek; dünya ile ilişki kurulabilecek hiçbir işin içinde olmazlar. Onların zenginliği kendi iç âlemlerindedir. Belli bir tarikata bağlılıkları yoktur. Giysiye, giysinin örttüğü bedene değil, o bedene anlam veren ruha değer verirler. Mezarları bile belli değildir.

Page 64: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Abdalların doğası bir yönüyle İslam öncesi göçebe Türk toplumlarındaki Şamanlara benzer. Şamanlar, göçebe Türk toplumlarında devlet otoritesi tanımadan yaşarlardı. Türkler suni İslam’ı kabul edip yerleşik hayata geçince, Şamanlık da abdallığa dönüştü. Yeni düzende hayatı düzenleyen devlet otoritesi, Şamanlar gibi özgür yaşamaya alışık Abdalların yaşam tarzıyla çelişti. Abdallar kendilerini ihtiyaç sahibi kişilere yardıma adamışlardı. Baskı altında ezilen, çaresiz garip miskinlerin, evini yurdunu bırakıp şurada burada gezen işsiz güçsüz çaresizlerin yardımına koşarlardı. İşte Otman Baba da anlatmaya çalıştığımız bu abdalların (gezgin dervişlerin) liderleri konumunda biri idi. Ona dervişler “Kutbu’l Aktab (Kutublar kutbu)” demişlerdi. Sürekli cezbe (keşf) halinde olduğuna inanıldığından; onun bu durumu çevresindekilere Tanrı’nın aracısı hissini verirdi. Bu kanıdan dolayı ona meczup gözüyle bakılırdı.

Sufiyya tarikinin inancına göre cezbe hali velilikte en yüce aşama, en yüksek makamdır. Otman Baba’nın makamı burc-ı velayet idi. O’nun İlyas-Hızır (as) ile yakın işbirliği içinde olduğuna inanılırdı. Otman Baba kendi yolunda olan dervişlere de hamilik yapardı.

Yönetimde merkeziyetçiliğe çok önem veren Sultan Fatih, uygulamalarıyla Otman Baba’nın dervişlerinin yaşam tarzına müdahale edince, maddi âlemin sultanıyla manevi âlemin sultanı karşı karşıya gelmişlerdi. Bir gün Baba, Fatih ilçesinin batı tarafında bulunan Silivrikapısı’nda oturuyordu. Sultan Fatih veziri Mahmut Paşa ile yapacağı seferi konuşurken, Macarlardan Belgrad Kalesi’ni almak istediğini söyledi. Bunu duyan Baba yerinden kalkarak, Sultan Fatih’i bu seferi yapmama konusunda uyardı ve dedi ki; “Çanlarına ot tıkarlar, kaçarsın”. Bu söz üzerine hiddetlenen Sultan Fatih, kılıcını çekip, Otman Baba’nın üzerine yürüdü. Fatih ki; bir sefer kararına karşı duran iki yüz yeniçeriyi toptan idam ettirmişti. Yanındaki Mahmut Paşa ileri atılıp, “Hay Sultanım neylersin, zinhar ve zinhar sakın, senin tasavvur ettiğin kimse değildir, gafil olmalı ki bu kimse sahib-i velayettir’ diyerek, elim bir olayın çıkmasını önledi. Ardından Sultan Fatih, Baba’nın uyarısına aldırmayarak Macaristan’a Belgrad Kalesi’ni almak için 1456’da sefer düzenledi.

Ancak Baba’nın dediği çıktı, kaleyi alamadan geri döndü. Bir gün de Fatih şehirde dolaşırken Baba önüne çıktı ve şu soruyu sordu: “Tız cevap ver ki, Sultan sen misin, yoksa ben miyim?” Fatih Baba’yı tanıdı, atından inerek elini öptü ve dedi ki; “Padişah sensin ve sırr-ı hudasın ve ben senin kemine, kemterünüm (daha değersiz) Babacığım.” Bundan sonra bir müddet gizli konuşmalar yaptıktan sonra ayrıldılar. Aradan bir zaman geçtikten sonra Fatih, Baba’ya solaklarından biriyle bir miktar altın göndermiş. Baba bu duruma çok kızarak, solağı kovmuştur.

Kaynak: İnalcık Halil, Osmanlı Tarihinde İslamiyet ve Devlet, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2016, İstanbul, Syf 100-101

63

Page 65: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Tarihin Tebessümü

64

KENDİ GELENKût’ül Amare Zaferi, çökmekte olan Osmanlı Devleti’nin Çanakkale

Zaferi’nden sonra kazandığı en önemli zaferlerden biridir. Başını İngilizlerin çektiği “müttefiklerin” emperyalist İngiliz ordusu tam bir “Osmanlı tokatı” ile vurulmuştur.

1915’te Irak’ın doğusunda Dicle Nehri’nin kenarında küçük bir nehir liman kasabası olan Kût’ül Amare, İngiliz General Charles Townshend’in komutasındaki 31 bin asker tarafından işgal edildi. İşgal edilen Osmanlı toprağını geri almak için ilk savaş, 22 Kasım 1915’te İngiliz kuvvetlerine karşı Selman-ı Pak Muharebesi ile oldu. Savaşı Osmanlı güçleri kazandı. Bu savaşın ardından Kût şehrinde, Osmanlı kuvvetlerince teslim alınıncaya kadar çok sayıda savaşlar oldu. Bu süreç savaşmanın yanında pek çok zorluklarla mücadele ederek yaşandı. Yağış, soğuk hava şartları ve taşan Dicle Nehri’nin siperleri su ve çamur altında bırakması, gıda, su temini, temizlik ve hastalık gibi sorunlar, savaş kadar hayati önem taşıyordu. 24 Nisan 1916’ya gelindiğinde aynı şey İngiliz ordusu için de geçerliydi. Hatta onlar atlarını ve katırlarını kesip yemeğe başlamışlardı bile. Abluka altındaki İngiliz kuvvetlerine tek ulaşım imkânı olan havadan gıda ulaştırmak için beş İngiliz uçağı pek çok kez teşebbüse geçti, ancak bunların ikisi Türk kuvvetleri tarafından düşürüldü. Diğerleri de 25 kilogramdan fazla ağırlık taşıyamadıkları için yetersiz kalmışlardı. Ayrıca yoğun Türk ateşini aşamayan İngiliz uçaklarının attıkları gıda maddeleri bazen Dicle Nehri’ne bazen de Türk siperleri civarına düşüyordu. Bu yöntemle Kût’ül Amare kalesindekileri doyurmak mümkün değildi.

Page 66: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Bunun üzerine İngilizler Dicle Irmağı’nı kullanarak gıda maddesi ulaştırmayı planladılar. Julnar adlı gemiyi zırhla kaplayarak, içini 270 ton gıda maddesi ile doldurdular. Gemi gece vakti 3 subay, 12 mürettebatla kuzeyde bulunan Kût’ül Amare Kalesi’nin limanına doğru hareket etti. Gece de olsa motorunun çıkaracağı sesten dolayı duyulabilirdi. Geminin makine sesinin duyulmasını engellemek için ise İngiliz ordusu bütün cephelerinde top ve makineli tüfek atışlarını başlattı. Gemi Felâhiye mevzilerinden sonra Es-sin Sahili’ne kadar geldi. Bu sırada gemiyi fark eden 52. Osmanlı Tümeni nehrin akışına ters kuzeye doğru ilerlemeye çalışan zırhlı Jurnal adlı gemiye her iki sahilden ateş açarak, Makasis yakınlarında karaya oturttu. Böylece İngilizlerin son umudu da 24 Nisan 1915’te Dicle’nin kenar kumlarına oturmuş oldu. Bisküvisinden konservesine, çikolatasından pirincine ve ununa kadar zengin bir ganimete kavuşan Türk askeri bayram etti. Ele geçirilen Jurnal adlı gemiye Türk askeri “Kendigelen” ismini verdi. Vapur daha önce alınan diğer ganimetler gibi Türk Ordusu’nun hizmetine alındı.

Bütün umutları tükenen İngilizler son çare olarak; 19 Nisan 1916’da bu cephede 18. Kolordu Komutanlığında Albay rütbesiyle görev yaparken Generalliğe terfi eden Türk Ordusu Komutanı Halil (Kut) Paşa’ya çok miktarda para teklif ettiler. Ancak kabul edilmedi. Teklifleri kabul edilmeyince 29 Nisan 1916’da 5 İngiliz generali, 272 İngiliz subayı, 204 İngilizlerin yanında savaşan Hintli subay, 2592 İngiliz eri, 6988 Hintli eri, 3248 hizmetli eri ile teslim olmak zorunda kaldılar.

Ölürken bile destan yazmasını bilen kahraman ecdadımızın bu zaferi 1950’ye kadar Türk Silahlı Kuvvetlerinde “KUT BAYRAMI” olarak kutlanmıştır.

Bu büyük zaferin sonunda Halil Paşa’nın birliklerine yayınladığı “Kut Bayramı” mesajını sizlerle paylaşırken, kahraman ecdadımızın emanetine sonsuza kadar sahip çıkma kararlılığıyla onları rahmet ve minnetle anıyoruz.

“Orduma!Arslanlar! Bütün Türklere şeref, şan, İngilizlere kara meydan olan şu kızgın

toprakların güneşli havasında şehitlerimizin ruhu şad ve handan uçuşuyorlar. Hepinizin pak alınlarından öperek, cümlenizi tebrik ederim. Bize iki yüz seneden beri tarihimizde okunmayan bir vakayı kaydettiren yüce Allah’a hamd ve şükürler olsun. Allah’ın azametine bakınız ki, bin beş yüz senelik İngiliz tarihine böyle bir vak’ayı ilk defa sizin süngülerinizle yazdırdı. Ordum, gerek Kut karşısında gerekse Kut’u kurtarmak isteyenler karşısında 300’den fazla zabiti ile 10 bin erini şehit ve yaralı verdi. Fakat buna karşılık İngiliz ordusundan bugün burada 5 general, 481 subay ve 13.300 er esir aldı. Bunları kurtarmaya gelen İngiliz ordusunun ise bugüne kadar zayiatı 30 bin kişidir. Türk sebatının İngiliz inadını kırdığı bu harpte birinci vaka Çanakkale’de, ikinci vaka da burada geçti. Bugüne, “KUT BAYRAMI” adını veriyorum! Ordumun her ferdi, her sene bu günü kutlarken, şehitlerimize Yasinler, Tebarekeler, Fatihalar okusun.”

Kaynak: Mirliva Halil Altıncı Ordu Komutanı 29 Nisan 1916 - Bağdat

65

Page 67: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Tarihin Tebessümü

66

OSMANLI’DA SAĞLIKLI

YAPI YERLERİNİN TESPİTİ

Page 68: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Konstantinopol 29 Mayıs 1453’te fethedildiğinde perişan halde idi. Şehir hem güçsüz Bizans yönetimi tarafından savaştan önce bakımsız ve metruk halde bırakılmış, hem de savaş esnasında büyük yıkımlara maruz kalmıştı. Sultan Fatih Edirnekapı’dan atıyla Ayasofya’ya doğru ağır ağır ilerlerken, gördüğü manzaradan dolayı çok üzülmüştü. Bu üzüntünün son sınırlarını görebilmek için ise Ayasofya’nın kubbesine çıkarak etrafı seyre dalınca duygu ve düşüncelerini; ünlü tarihçimiz Tarsun Bey’in yazdıklarına göre İran şairi Firdevsi’nin Şehnamesi’nde geçen;

“Örümcek Hüsrev’in Sarayında perdeci olmuş Baykuş Afrasiyab Kalesi’nde Nöbet borusu çalar” beyitini söyleyerek dile getirdi. Konstantinopol gibi mamur bir şehrin bu perişan hali, o zamana kadar tarihin gördüğü

en kudretli hükümdarlar olan Hüsrev ve Afrisiyab gibilerinin zamanla yok oluşlarını hatırlattı. Bir hüzünlü an yaşandı.

Fakat Osmanlı Devleti yoluna devam etmeliydi ve öyle de oldu. Sultan Fatih şehrin kısa sürede toparlanması için asayiş ve idari işleri “Karıştıran” Süleyman Çelebi’ye, belediye işlerini Kadı Hızır Çelebi’ye ve yapı-imar işlerini de Mimarbaşı Atik Sinan Çelebi’ye vermişti. Konstantiniye 20 yıl içinde İstanbul’a dönüştürüldü. Müslüman evlerin sayısı 9 bine, gayrimüslimlerinki 6 bine ulaştı. Dükkân sayısı ise 3 bin 670’ti.

Şehirde imar faaliyetleri yürütülürken, sağlıklı arsa yeri temini için yapılan tespit çalışmaları ilginçti. Örneğin yapının yapılacağı yerin yılın en sıcak ayında sağlığa etkisini tespit için arsa yerine bir keçi kesilerek asılır. Keçi etinin bu en sıcak ayda bozulma süresi ile aynı yerde soğuğa dayanıklılığı bilinen yeşil elmanın en soğuk ayı olan “zemheri” ayındaki donmaya dayanıklılığına bakılır. Etin bozulma, yeşil elmanın donma sürelerinin uzunluğuna göre yapının arsa yerine karar verilirdi.

Hem insan sağlığı hem de yapının dayanıklılığıyla da ilgili olan bu ön teknikle çalışılmıştır. II. Bayezıt Dönemi’nde 181’e çıkan mahalle sayılarına 1957’de ilçe olmasından dolayı Zeytinburnu’na geçen Merkez Efendi ve Kazlıçeşme Mahalleri de dahildi.

67

Page 69: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Tarihin Tebessümü

68

TÜRKLERİN ÖZGÜRLÜKLE

SINAVI

Page 70: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Peygamberimiz (s.a.v.)’den beri hızla yayılan İslam dini ile Türklerin ilk teması Hz. Ömer Dönemi’nde başlamıştır. Müslüman tacirlerle tebliğciler ve küçük çaplı çatışmalarla devam eden temaslar, 642 yılında Nihavend Savaşı’nda İranlıların Müslüman Araplara yenilmesi sonucunda, orada yaşayan çok sayıdaki Türklerden dolayı yoğunlaştı. Daha sonra Emeviler Dönemi’nde ( 661-750) ticari ve dini tebliğ gayesiyle kurulan ilişkiler artarak devam etti. Abbasiler Dönemi’nin (750-1258) başlangıcı olan 751’de, Müslüman Arapların Çinlilerle yaptıkları savaşa Türklerin destek vermesiyle Talas Savaşı kazanıldı ve ilk defa Müslüman Araplarla Türkler, aynı düşmana karşı birlikte mücadele etmenin ortak duygusunu yaşadılar. Bu savaşla birlikte Abbasilerin Türklere bakışı farklılaştı. Bundan sonra iki toplum arasında askeri, siyasi, ticari ve dini faaliyetler daha da artış gösterdi.

Süren bu temaslarla birlikte 10. yüzyılın ilk yıllarına gelindiğinde, sırasıyla İdil (Volga Nehri orta havzası) Bulgarları Almış Han yönetiminde 912’de, Balkaş Gölü ve Kaşgar arasındaki bölgede yaşayan Karahanlılar Satuk Buğra Han yönetiminde 932’de, İslamiyet’i ilk kabul eden devletler oldular. 11. yüzyılın ilk yıllarında gelişen şehirleşme, ticarileşme ile birlikte, kültürel ve entelektüel seviye de yükseldi. Karahanlılar da Arapça dini ve Türkçe edebi çalışmalarda büyük başarılar sağlandı. Akabinde Gazneliler de eski Sasanilerin güney Hindistan’ın ve Pakistan’ın topraklarında kabul ettikleri İslam dini ile birlikte, kültür ve medeniyette büyük gelişme gösterdiler.

Bu dönemde bu devletlerle birlikte Peçenekler Kuzey Karadeniz’de, Uzlar Balkanlarda, Kıpçaklar Kuzey Karadeniz ve Doğu Kafkaslarda, Selçuklular ise İran-Türkistan bölgesinde bulunuyorlardı. Bu devletlerden hemen hepsi Sir-i Derya steplerinden gelen Oğuz-Türk-menlerin kurduğu Selçuklu Beyi’nden önce İslam’la karşılaşmış ve tarih sahnesine çıkmışlardı. Ancak hiçbiri, bir Selçuklu evladı olan Tuğrul Bey gibi diğer beylikleri kendi yönetimi altında toplayamamış ve hiç bir Türk boyu Oğuz-Türkmenleri kadar İslam tarihinde etkin rol oynayamamıştır. 1040’da Dandanakan Savaşı’nda Gaznelilerin sultanını yenen Selçuk Beyi Tuğrul Bey, büyük bir devlet kurmayı başarmış ve yayılışı duraklama noktasına gelen İslamiyet, kendisini yayacak ve koruyacak yeni bir millet bulmuştur. Oğuz Türkmenlerin bu güçlü bağımsızlık iradesi, Selçuklular’dan Osmanlı’lara Osmanlı’lardan Cumhuriyet’e, bin yıldır dünyanın en zor coğrafyasında kesintisiz devam etmektedir. Bu üstün karakter bizim milletimize özgü bir meziyettir. Bizleri kendileri gibi bilen ve Türklerin özgürlükle imtihanını hesap edemeyen bedhahların başına gelecekler var demektir.

69

Page 71: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Tarihin Tebessümü

70

YÖNETİMİN VE YÖNETİCİNİN

BOZULMASIOsmanlı toplumu ekonomik anlamda tarım ve ticarete dayanıyordu. Bu düzende

devlete ait olan topraklara miri arazi denir ve bu topraklar dirlik (tımar) ve mukataa olmak üzere iki ayrı sistemle işletilirdi. Tımar, sipahi askerlerinin barındığı yerler olup, gelirleri tımar sahibine bu askerlere maaş olarak ödenmesi için verilirdi. I. Murat Dönemi’nde kurulan bu sistem Osmanlı’nın kuruluş ve yükseliş döneminde çok başarılı oldu. Mukataa sistemi ise, miri arazilerin dirlik (tımar) sisteminin dışında kalan arazileri işleten sisteme denirdi. Bu sistemde toprak vergisinin toplanma işi (iltizam) ihale yoluyla gerçekleştirilirdi. İltizam sisteminde ihaleyi kazanan mültezim vergiyi devlete peşin ödedikten sonra anaparasını üzerine koyduğu karla çiftçiden geri alırdı. Mültezimin vergi tahsilâtının miktarı her ne kadar ayanlarla (ayan veya eşraf, kısmi özerk bir hanedandan veya eski bir devlet adamının soyundan gelen halkın doğal temsilcileri) kararlaştırılsa da zamanla ödenebilir miktarı çok aştığından, 16. yüzyılın yarısında meydana gelen Celali İsyanları’ndan anlaşıldığı gibi çiftçileri arazilerini terk etmek zorunda bırakmıştı.

Page 72: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Uzun süren ve kazanılamayan savaşların, ganimet alma yerine tazminat ödetmesi, dünya ticaret yollarının değişmesi ile kapitülasyonlar ve bu gibi etkenler Osmanlı toplumunun ekonomisini ve devletinin maliyesini zora sokmuştu. Devlet, II. Mahmut Dönemi’nde hazinenin açığını kapatmak için bir yandan vergileri arttırırken, diğer yandan dirlik (tımar) sistemini mukataa sistemine çevirerek, arazilerin gelirlerini “tapu temessükü” (herhangi bir taşınmaz üzerinde tasarruf hakkını belirten belge) ile satışa çıkarmak zorunda kalmıştı. Böylece hazinenin açığı kapatılırken Osmanlı mali sisteminde yeni bir toprak sahibi sınıfı da doğmuş oldu.

Ayan sınıfı klasik Osmanlı toprak sisteminin bozulması sonucunda oluştu. Dış olgu güçlerinin etkisiyle Osmanlı ekonomik sisteminin bozulması sonucu oluşan ayan sınıfı, toplumsal yapıda önemli değişiklikler meydana getirdiği için bu oluşumdan kısaca bahsetmek gerekir.

III. Selim kurduğu Nizam-ı Cedit ordusunun giderlerini, ayanların elindeki toprakların gelirlerinden karşılamaya kalkınca ayanlar isyana kalkıştı. Bunun üzerine III. Selim ayanlarla “Sened-i İttifak” antlaşmasını imzalayarak, uzlaşmaya vardı. Bir kısmı yerli esnaftan gelen bu yapı (ayan sınıfı) 19. yüzyılda merkezi yönetimi güçlendirmek isteyen II. Mahmut tarafından yeniçeriler gibi ortadan kaldırıldı. Ayanların önü kesildikten sonra bu yüzyılın sonuna doğru devletin modernleşme çabalarına eş olarak, bürokrasinin alt ve orta tabakasını beslemek ve tabanı dar olan yönetim hiyerarşisini genişletmek için daha sonra Jön Türkleri oluşturacak olan İstanbul’daki eğitimi parasız okullara, ayan ve eşrafın çocukları gelmeye başlamıştı. Osmanlı Devleti’nin bozulan tımar sisteminin idari yapıya ve yönetici unsura nasıl yansıdığını tarihi bir olayla anlatalım.

1850’li yıllarda Amasya Vilayetine Vali olarak atanan Ziya Paşa’ya, o dönemin Zile Müftüsü olan Lütfullah Efendi hakkında şikâyet gelir. Anlatıldığına göre Lütfullah Efendi bir yönü ile devlet memuru (müftü), diğer yönüyle de eşraftan biriydi. O tarihlerde Zile kazasına devletten bir ferman gelir. Fermanda; halktan ellerindeki ordunun ihtiyacı olan sığır ve atların gönüllü olarak devlete bağışlanması istenir. Bu haberi Zile’de ilk duyan Lütfullah Efendi, halkın elindeki at ve sığırları satın alır. Sonra bağışları toplamak için gelen memuru, bir akşam misafir edip, halkın bağış olarak getireceği hayvanları niteliksiz bulup almaması konusunda bir şekilde ikna ederek anlaşır. Bunun üzerine gelen memur, zor durumda kalan ahaliye Lütfullah Efendi’nin elinde bulunan hayvanların bağış için uygun olduğunu ifade eder. Çaresiz kalan halk, zorunlu olarak, Lütfullah Efendi’nin elindeki malları iki-üç kat fiyatına geri satın alara, devlete bağışlar.

Kaynak: Mardin Şerif, Türkiye’de Toplum ve Siyaset, İletişim Yayınları, 22. Baskı, 2016, İstanbul, Syf 113

71

Page 73: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Tarihin Tebessümü

72

BİR DEVLET İKİ ANLAYIŞ

Osmanlı Devleti, büyük ölçüde Selçuklu deneyimi üzerinde kurulmuştu. Selçuklular ise binlerce yılda Orta Asya’da töre (yasa) ile oluşan Türk Devlet geleneğini İslam prensipleri ile birlikte dine ters düşmeyen maslahat (halkın yararı) örf ve geleneklerle yeni bir devlet konsepti geliştirdiler. Bunu yaparken bir yandan İslam dinini korudular, diğer yandan varlıklarını özgür bir şekilde sürdürdüler. Selçukluların devamı olan Osmanlı’da da, Sultan Fatih ve Kanuni Sultan Süleyman dönemlerinde olduğu gibi, hayatın gereği olarak devlet ve toplum işlerinde yasal düzenlemeler yapıldı.

Örneğin; askeri ve idari işlerde dönemin hukukçuları tarafından dine ve maslahata aykırı olmayacak şekilde gerekli olan yeni yasal düzenlemeler yapılarak, akıl ve teknolojiden sonuna kadar yararlandılar (1). Ancak daha sonra Osmanlı aydınlarının kaza ve kader konusundaki görüşlerinde değişmeler meydana geldi.

Bu değişim 16’ıncı yüzyılda yaşamış ünlü Türk ahlakçısı Kınalızade Ali Efendi (1516 – 1571)’nin 15. yüzyılda yaşamış olan Celaleddin Devvani’nin (1426 – 1502) İbn-i Sina’dan (980 – 1037) aldığı kuramını, Osmanlı kültür dünyasına aktarmasıyla başlamıştır. Bu kuramın sahibi İbn-i Sina’ya göre; Allah’ın iradesi dünyanın dışında teşekkül eder ve bir varlıklar zinciri şeklinde yeryüzüne bağlanır. Bu zincir sayesinde Allah’ın iradesi, varlıkları kademe kademe etkileyerek, yeryüzüne iner. Bu zincirin ilk halkası yaratıcıya dayanır. Son halkası ise insandır. Anlama kabiliyeti ve zekânın yeryüzüne inişi gibi irade de Allah’tan insanlara intikal eder.

Page 74: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Buna göre bu teoriden insan, kendi iradesi yerine, ona intikal eden yaratıcının iradesini kullanır sonucu çıkar. Osmanlı uleması ve medresesi ile yöneten ve yönetilenler arasında yayılan bu görüş, insan aklının (İrade-i cüziyye) kuruluş ve yükseliş dönemlerinde olduğu gibi sonuna kadar kullanma zorunluluğunu hafifletmiş, alanını daraltmıştır. Oysa bu dönemden önce yazılmış olan dini ve fikri kitaplarda, devlet yönetiminde ve toplumsal hayatta irade-i cüziyyenin alanı hayli genişti. Ancak bundan sonra durum yavaş yavaş değişmeye başladı. Böylece çöküş süreci önce bu düşüncenin hakim olduğu beyinlerde başlamış oldu.

Ulemaya göre çöküşün nedeni, dünya işlerinin değil, din işlerinin ihmalinden kaynaklanıyordu. Bundan dolayı asıl önemli olan şey insanın Allah ile münasebetiydi. Bu anlayış sorumluluğu akıldan alıyor, aklı kullanma yerine aklı kullanmadan Allah’a teslimiyeti telkin ediyordu. Akıl sorumluluktan kurtuldukça irade-i cuziyyeye karşı irade-i külliyenin alanı büyüyor ve bununla birlikte ulemanın devlet ve toplum üzerindeki etkisi artıyordu. Bu konuda yaşanmış örneklerden biri şöyledir;

18’inci yüzyılın sonuna doğru dönemin Avrupa’sının gelişmiş ülkelerinden biri, tanıtım veya yardım amaçlı yeni teknolojiye göre üretilmiş askeri malzeme ve eğitim yardımını sunmak gayesiyle dönemin Osmanlı padişahına bir teklif getirir. Padişah da öneriyi danışmanlarından Vak’a Nuvis (Saray Tarihçisi) Vasıf Efendi’ye (Bağdat’ta doğdu, 1806 yılında İstanbul’da öldü) havale eder. Vasıf Efendi; ‘Avrupalı düşünürler Allah’ın savaş dâhil, ‘umur-u cuziyyede’ eli hiç olmadığına, bundan dolayı maddi olarak en iyi hazırlanan tarafın savaşı kazanacağına inanırlar. Oysa biz muharebede galibiyetin imana bağlı olduğuna inanırız’ gerekçesiyle teklife olumsuz yanıt verir.

Bu şekilde sadece inancın etkin olduğu kararların devlet nezdinde nasıl sonuçlara neden olduğunu, Sultan II. Mahmut Dönemi’nden bir başka olayla örnekleyelim. Sultan II. Mahmut Osmanlı Devleti’nin çöküşünü durdurmak için iradeyi zorlayarak, büyük gayretler ortaya koyan, bu meyanda adı ‘Gâvur Padişah’a çıkmış çok önemli yenilikçi padişahlarımızdan biriydi. 1828 – 29 Osmanlı – Rus savaşı öncesinde Ruslar, türlü nedenlerle Osmanlı Devleti ile savaşmak bahaneleri aradıkları bir günde, durumu görüşmek üzere Sultan II. Mahmut’un nezaretinde toplanan divanda, bir grup yenilikçi vezirler, dağıtılan Yeniçeri ordusunun yerine kurulan Asakir-i Mansure-i Muhammediye ordusunun teçhizat ve eğitim bakımından yeterli olmadığı, dolayısıyla eğitimli, deneyimli ve teçhizatlı bir düşman ordusu karşısında başarısız olunabileceği dile getirilirken, diğer grup da aksini savunuyordu. Aksi görüşten yana olan Sultan II. Mahmut ordumuzun yeterince hazırlıklı olmadığını kabul etmekle beraber, eksikliklerimize rağmen Allah’ın (c.c.) gücüne güvenip, -sanki Allah’tan (c.c.) açıktan bir vaat almış gibi- savaşı kazanabi-leceğimizi söyleyerek, savaşa karar aldırmıştır. Bunun üzerine divanda bulunan İzzet Molla, Sultan’a ‘Bu devlet şer’i devlet midir? Akli devlet midir? Bazen akli bazen şer’i devlet olma halini göstermek çelişkilidir’ diyerek Osmanlı Devleti’nin çöküş sürecindeki devlet anlayışını ortaya koymuştur (2). Oysa kavranılması lazım gelen şey, her şeyi bir nedenden dolayı yaratan Allah’ın aklı da boşuna yaratmış olmadığıdır. O halde akıl sahibi olan aklını sonuna kadar kullanmak durumundadır.

Kaynaklar:1- İnalcık Halil: Osmanlı Tarihinde İslamiyet ve Devlet – İş Bankası Yayınları / 2016 İstanbul. Syf:199-2022- Mardin Şerif: Türkiye’de Toplum ve Siyaset – İletişim Yayınları / 2016 İstanbul. Syf:165

73

Page 75: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Tarihin Tebessümü

74

ILIMLI İSLAM VE WAHHABİLİK 16. yüzyıla gelindiğinde Avrupa’da çoktan Rönesans hareketleri başlamış,

kilisenin kurduğu Ortaçağ dünya düzenine karşı aklı esas alan yeni bir dünya görüşü entelektüel boyutta kendine alan bulmuş ve yeni bir mezhep; Protestanlık (1592) ortaya çıkmıştı. Diğer yandan keşfedilen Amerika kıtasının altın, gümüş ve benzeri zenginlikleri Avrupa’ya akarken, coğrafi keşfiler sayesinde Osmanlı ülkesi dışında yeni ve ekonomik ticaret yolları da keşfedilmişti. Bütün bu gelişmeler sonuç itibariyle Avrupa’da bilim, sanat ve teknolojinin gelişmesine zemin sağlamıştı. Avrupa düşüncesi, ekonomik, kültürel, bilim, sanat ve teknoloji alanında aklı esas alan (aydınlanmacı) düşüncelerle yeni bir dünya düzenine doğru evrilme heyecanını yaşarken, Osmanlıların, bugün üzerinde 64 devletin kurulduğu coğrafyada çeşit çeşit dinden, mezhepten, ırktan, kültürden ve coğrafyalardan oluşan toplumların devasa çapta sevk ve idaresiyle uğraşan yönetici elitlerinin “kızıl elması” İla-yi Kelimetullah, (Tevhid inancını hâkim kılma) ve devletleri ebed-i müddet (sonsuza kadar sürecek devlet) olsa da Cihan Devleti Osmanlı, büyüyebileceği en geniş alanın sınırlarına ulaşmıştı. Dünyayı bir kendisi bir de “küffar” (kâfirler) diye ikiye ayıran bu yücelik, yüzyıllarca kazanılan zaferlerin, fetihlerin ve oluşturulan medeniyetin haklı gururu, kendinden emin olma ve kendinden olmayanları dikkate almama ruh halini oluşturmuştu. Dışarıya karşı ilgisizlik ve kendini beğenmişlik Osmanlı Devleti’nin dayandığı Padişah (sultan), Kalemiye (bürokrasi), Seyfiye (askeri) ve İlmiyeyi (medrese) kurumlarını yavaş yavaş zehirlemeye başlamıştı. Yükselme Devri’ndeki o ataklık gitmiş, yerine atalet gelmişti.

Page 76: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

İslam şeriatının engin hoşgörüsüne dayanarak yönetimi altındaki bütün ekalliyetlere yaşama hakkı tanıyan ve bu çeşitliliğin üzerinde büyük ve zengin bir medeniyet kuran Osmanlı İmparatorluğu’nun ulaştığı bu durum, 16. yüzyılda Avrupa’daki Protestan hare-ketini anımsatan dinin özünden uzaklaşma eleştirilerine maruz kalmaya başlamıştı.

İslam’ın zengin entelektüel mirası üzerinde yükselen Osmanlı uleması, Ortaçağ İslam dünyasının bütün entelektüel problemlerini çözmüştü. Kurulan stabil (dayanıklı) sistem yeni dinamiklere (itki) izin vermediğinden, ne toplum kendi içinde bir evrilmeye yönele-bilmiş ne de dış dünyadaki değişimler onu kısa vadede etkileyebilmişti. Ancak kendini tekrar eden medrese sisteminden ana kaynaklarla toplumun yüzyıllar içinde geldiği nokta arasında açılan makasa dikkat çeken bazı âlimler çıkabilmişti. Bunların önde gelenlerinden biri olan Mehmet Birgivi, 1522’de Balıkesir’de müderris bir babanın oğlu olarak dünyaya geldi. Önce babasından eğitim alıp, sonra Fatih’teki Sahn-ı Seman Medreselerinde ilim teshil ederek müderris oldu. Mehmet Birgivi, bir ara tasavvufla ilgilendikten sonra İzmir-Ödemiş ilçesinin Birgivi beldesinde, II. Selim’in Hocası Ataullah Efendi’nin inşa ettirdiği medreseye müderris olarak tayin edildi. İlmi ve yazdığı eserlerle ünü Osmanlı ülkesinin her yanına yayıldığından medresesine öğrenciler akın akın gelerek, kendisinden ilim tahsil etmişlerdi. Âlim Mehmet Efendi Birgivi mahlasını medresenin bulunduğu beldeden dolayı almıştı. Birgivi’nin ilmen durduğu nokta Kur’an ve sünnet olup, Hambeli mezhebinin ku-rucusu İbn-i Taymiye’ye yakındı. (www.ehlisunnetbuyukleri.com/İslam-Alimleri) Bu görüşe göre Peygamber Efendimiz’in vefatından sonra İslam dünyasının olağan gördüğü pek çok şey bid’at idi. Yani Peygamber Efendimiz’den sonra hayatımıza giren şeylerdi. Mehmet Birgivi’ye göre, ölüleri anma töreni, türbeleri ziyaret etme, ölülerden yardım dileme gibi şeyler gerçek İslam teolojisinde küfür sayılırdı. Ayrıca yönetici sınıfın lüks tüketimi ve israfı, çağın adaletsizliği, ahlaki çöküntü ve tekkeler gibi kurumlar, kuvvetle eleştirdiği konulardı (İnalcık Halil, Osmanlı Tarihinde İslamiyet ve Devlet, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2016, Syf206). Birgivi, 1573 yılında vebadan ölünce onun talebeleri İstanbul’da çeşitli camilerde ve medreselerde göreve başladılar. Yaygın adları “Fakih” olarak bilinen bu ekolün en ateşlileri Ayasofya Cami imamı olan Kadızade Mehmet Efendi (1582-1635) idi. Medreselerdeki fakir talebelerden, bir kısım halktan ve mütevazı esnaftan destek alan bu Fakihler, yaptıkları vaazlarla halkı harekete geçirerek, 1656 yılında İstanbul’daki derviş hücrelerine baskın düzenlediler. Bunun üzerine onların (Fakihler) bu eylemleri topluma ve devlete zarar verdiği hususunda, devlet ricali ve âlimler tarafından kanaat getirilince; dönemin padişahına vekâlet eden Valide Turhan Sultan, o yıllarda İstanbul Belediye Başkanı olan Mehmet Köprülü’yü güçlü yetkilerle sadrazamlığa getirdi ve Fakihleri İstan-bul’dan sürdürdü. Böylece sükûnet sağlanmış oldu. Ancak, bu olaydan sonra 18. yüzyılda bu kez Suudi Arabistan’da aşırı dini bir hareket olarak, entelektüel adı Selefiye olan; Wah-habilik doğdu. Bunun da temel hareket noktası bid’at karşıtlığıydı. Hatta çoğu noktalarda hadislere de karşı çıkan katı bir din anlayışını savunuyordu. Zamanın değişim gücü mü, yoksa üç kuşak sonra meydana çıkan iktidar paylaşımı sorunu mu bilinmez ama Wah-habilik bu katı tutumunu yumuşatmak zorunda kalmış olacak ki Suud’un Wahhabi yönet-icileri ılımlı İslam’a yönelme açıklamalarında bulundular. Ya da 28 Şubat Askeri Darbesiy ile Refah Partisi kapatıldığında “Siyasal İslam bitmiştir. Bundan sonra kültürel İslam var” tezini savunan Fetöcülerin kültürel İslam projesini, Türkiye’de uygulamaya koyamayan hegemonik güçlerin aynı projeyi Suudi Arabistan’da deneme teşebbüslerinin bir sena-ryosuyla Wahhabilik örseleniyor mu? Sorusunun cevabı zamana kaldı.

75

Page 77: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Tarihin Tebessümü

76

SÖZÜN GÜCÜSöz ola kese savaşıSöz ola kestire başıSöz ola ağulu aşıBal ile yağ ede bir söz’ (1)

Şüphesiz söz ya da yazı, iletişim bakımından en kolay ve en etkili anlatımdır. Çünkü sözü kullanırken hem cümle yapısıyla hem de ses tonu ile gayeyi destekleyen düzenleme ve vurgu öne çıkarılabilir. Muhatabı etkilemek için kelimenin heceleri üzerine uygulanan ses tonu sadece zihni değil, duyguları da harekete geçirerek, karşı taraf üzerinde çok boyutlu bir etki gerçekleştirilebilir. Bununla birlikte muhataba hayal gücünü kullandırtarak verilmek istenen mesajın atmosferine duygu ve düşünce bakımından farklı anlam kapıları açabilir. Hiçbir araca gerek duymadan etkilemeyi güçlendirmek için yüz yüze göz temasında, jest ve mimikler kullanılabilir. Anlatılmak istenen şeyle ilgili çeşitli örnekler ko-laylıkla verilebilir. Mesaj, şiir, makale, hikâye roman gibi edebiyat örneklerinin herhangi birisiyle anlatım bakımından daha etkili hale getirilebilir. Her yaş, cins, kültür düzeyine ve çeşidine göre sunulabilir. Duygu, düşünce, olaylar vs. en kolay söz ile anlatılabilir. Bu iletişim tarzında muhatabın soru veya itirazına anında yanıt verilebilir. İnsanın olabildiği hemen her ortamda ışık vs. gibi hiçbir şeye gereksinim duymadan bu yöntem kullanılabilir. Genel kabul görmüş simgeler (kelimeler) kullanıldığından mesaj tam ve kesin olarak verilebilir ve daha pek çok sebepten dolayı atalarımız, insanların ‘konuşa konuşa anlaşabileceklerini’ söylemişlerdir. İnsanın bu güçlü yönünden dolayıdır ki, bütün kutsal kitaplar pey-gamberleri tarafından insanlara sözlü olarak aktarılmıştır.

Sözü etkili hale getiren sanatlar edebi sanatlardır. Edebi sanatların başında da şiir gelir. Şiir ahengi ile kulağa, mesajı ile beyne ve ruha hitap eder. Etkisi ve kalıcılığı diğer edebi sanatlara göre daha fazladır. Yüz yıllar sonra bile yeni söylenmiş gibi karşınıza çıkabilir. İnsanların sevk ve idaresi söz konusu olduğu çağdan beri etkili konuşma, hitabet hep şiirle desteklenmiştir. Bu dönemlerden beri şiir okumak, yazmak yöneticilerin, özellikle hükümdarların çok önemsedikleri bir gereksinim olmuştur. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) döneminde yaşadığı Mekke şehrinde, hitabet ve şiir çok revaçta idi. Arap şairler arasında şiir yarışmaları düzenlenir, en iyi şiirler Kâbe’nin duvarına asılmak suretiyle ödüllendirilirdi.

Page 78: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Ayrıca şairler bu özelliklerinden dolayı zenginler tarafından da desteklenirdi. İslam’ın ilk yıllarında İslam’a muhalif şairler, şiirin esrarlı gücünü kullanarak yazdıkları şiirlerle Allah’ın ayetlerine karşı çıkmaya çalışmışlardı. Bunlardan biri de Ka’b Bin Züheyr idi. Ka’b Bin Züheyr, şair Züheyr’in oğludur. Edip ve şair olan Züheyr, Mekke’ye gelip giden ehl-i kitap bilginlerin takip ettiği sohbetlerin birinde; yer yüzüne bir ahir zaman peygamberinin geleceğini duymuş ve bir zaman sonra bir gece rüyasında gökten yer yüzüne sarkan bir ipin ucunu bütün uğraşmalarına rağmen tutamadığını görmüş. Yaşı ilerlemiş olduğundan bu ipin, gönderilecek son peygambere, gelecek olan dinin de son din olduğunu yorumlayarak; iki oğluna böyle bir peygamber ortaya çıkınca, O’na iman etmelerini vasiyet etmiş ve bir müddet sonra ölmüş.

Ardından Peygamber Efendimiz (s.a.v.) İslam’a daveti başlatınca Ka’b Bin Züheyr’in küçük kardeşi İslam’ı kabul ettiği halde, şair olan büyük ağabeyi kabul etmemiş. Kardeşinin Müslüman olmasını bir türlü kabullenemeyen şair Ka’b Bin Zuheyr, bir gün kardeşi Büceyr’e İslam’a karşı kaleme aldığı kin, nefret ve hakaret dolu bir şiirini göndermiş. Büceyr şiiri Peygamber Efendimiz (s.a.v.) huzurunda okuyunca, Peygamberimiz (s.a.v.) çok üzülmüş. Şiir diliyle yapılan bu saldırının karşılığında Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Ka’b Bin Züheyr’in görüldüğü yerde öldürülmesini emretmiş. Bu haber Ka’b’a ulaşınca rahatsız edici korkulara kapılmış. Yeryüzü ona dar gelmeye başlamış. Ya küfür üzere ısrar edecekti ya da İslam’ı kabul edecekti. Sonunda İslam’ı kabul etmeye karar vermiş ve Resulullah’ın huzuruna çıkarak kelime-i şehadet getirmiş. Bu olaydan sonra; Resulullah (s.a.v.) Ka’b’a sen kimsin diye sorar. O da Ka’b Bin Züheyr olduğunu söyleyince orada bulunan sahabenin biri boynunu vurmak için Peygamber Efendimiz’den izin ister. Ancak Resulullah (s.a.v.) onun artık iman etmiş olduğunu söyleyerek, engel olur. Bundan sonra Şair Ka’b yanında getirdiği kasidesini (Banet Süadü) Resulullah’ın huzurunda oradakilere okur. Şiirinin; ‘Şüphe yok ki Resulullah doğru yolu gösteren bir nur, kötülükleri yok etmek için Allah’ın sıyrılmış, keskin ve yalın kılıçlarından bir kılıçtır’ (2) beyti Efendimiz (s.a.v.)’in çok hoşuna gider ve bu memnuniyetinin ifadesi olarak o esnada giydiği hırkasını çıkarıp Ka’b Bin Zuheyr’e hediye eder (3). Peygamber Efendimiz’i (s.a.v.) bu kadar hiddetlendiren ve bu kadar sevindiren şey ustalıkla kullanılan sözün etkisi idi. Hele o zamanlar şiir etkili söz söyleme sanatında başat rol oynuyordu ve sanat güçlü bir silah gibiydi. Dinimizin peygamberi bu güce dikkat çekmek için hırkasını bu yeteneği kullanan insana hediye etmiştir. Çünkü o aynı zamanda, yeni kurulacak İslam medeniyetinin peygamberiydi. Medeniyete giden yolda sanatın önemine işaret etmek istiyordu. O şimdiden medeniyetinin işaret taşlarını koyuyordu. O günün zor şartlarında ortaya konan bu hassasiyetin bugünkü şartlarda neresindeyiz? Sanata, sanatçıya hak ettiği değeri verebiliyor muyuz?

Hikâyeye devam edersek; Ka’b’ın okuduğu kasidenin o günkü adı ‘Banet Suadü’ iken Hırka-i Şerif’in hediye edilişinden sonra adı ‘Kaside-i Bürde’ (Çizgili Hırka Kasidesi) olmuştur. Ka’b Bin Zuheyr ölünceye kadar çok istemelerine rağmen, Hırka-i Şerif’i hiçbir bedel karşılığında satmamıştır. Vefat ettikten sonra Emevi Halifesi Muaviye, yeğenlerinden büyük bir bedel karşılığında hırkayı satın almıştır. Hırka-i Saadet, Emevilerden sonra Abbasiler’e, Abbasilerden de 1517 yılında Yavuz Sultan Selim aracılığıyla Osmanlılar’a geçmiştir. Halen Topkapı Sarayı’nda Mukaddes Emanetler odasında saklanan Hırka-i Saadet bu El- Bürde’dir (Çizgili Hırkadır).

Kaynakça:1- Yunus Emre2-https://sorularlaislamiyet.com/.../sair-kab-bin-zuheyrin-musluman-olmasi-ve-kaside-iburde - 3-Bağlam Süleyman Zeki İstanbul’un Kitabı Fatih – Fatih Belediye Başkanlığı yayınları – İstanbul 2011 / S.411

77

Page 79: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Tarihin Tebessümü

78

AĞUSTOS’UN ADI NEREDEN

GELİYOR?

Page 80: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Augustus, (soylu yükseltilmiş kişi - M.Ö. 63-19) Roma İmparatoru Jul Sezar’ın kardeşinin oğlu olup, ilk adı Gaius Octavius Thurinus’dur. Genç Octavius’u İmparator amcası Jul Sezar evlatlık aldı. Sezar M.Ö. 44 yılında öldürülünce onun varisi olmuş ve adı Gaius Jullius Caesar Octavianus oldu. Ardından Roma Devleti’nin başına geçere,k Marcus Antonius ve Marcus Aemlius Lepidus ile birlikte “ikinci üçlü hükümdarlık” (triumvira) askeri diktatörlük olarak da bilinen Roma İmparatorluğu’nu yönetti. Bir müddet sonra bu güç birliği dağılsa da Augustus Roma Senatosu’nun desteğiyle hükümdarlığa devam etti. Kendisinden önce Roma Cumhuriyeti olarak tasarlanan devleti yeniden yapılandırarak, onu imparatorluğa dönüştürdü. Pek çok ekonomik, askeri, siyasi, şehircilik ve sosyal (pax Augustos) başarılar elde etti. 14 yıl süren imparatorluk dönemi sonunda M.Ö. 19’da öldü. Ölümünden sonra Roma Senatosu bir kararla Romalıların ibadet etmeleri gereken bir Tanrı olduğunu resmen ilan etti.

Kendisinden sonra gelen imparatorların kullandıkları Augustos, Caesar (Kayzer) isimleri onundur. Roma Cumhuriyeti’ni devletten imparatorluğa dönüştürmek için yaptığı büyük değişikliklerden dolayı kendisine duyulan saygının bir ifadesi olarak Augustus unvanı verilmişti. Hatta ondan sonra Sextilis ayının da adı “Augustos” olarak değiştirilmiştir. Bunun birkaç nedeni vardır. Biri, Julius Caesar’ın ayı olan temmuz ayının 31 çekmesi gibi, Sextilis’in yanı 6. ayın da 31 gün çekmesidir.

Bu ayın yılın ikinci büyük ayı olmasından dolayı adı imparatorun adıyla (Augustus) değiştirilmiştir. Bundan böyle 6. (sextilis) ayın adı Augustus olmuştur. Roma takviminde birinci ay Mart ayı olduğuna göre, sextilis (altıncı) ay da Ağustos olmuştur. Bu böyle olmakla beraber sextilisin Augustus olarak değiştirilmesinin bir diğer nedeni de imparatorun rakibi Antonius ve Kleopatra’nın bu ayda ölmüş olması, Mısır’ın düşmesi ve Roma İmparatorluğu’nda yükselmenin durmasıydı. Ayrıca İskenderiye’nin düşmesi gibi Augustus zamanında pek çok olay bu ayda meydana gelmişti.

Eski Türklerde bu aya (bugün sekizinci ay olarak kabul edilen Ağustos ayına) “Harman ayı” ya da “Lobut ayı” denilirdi.

79

Page 81: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Tarihin Tebessümü

80

ALMAN MiLLETi

Almanya I. Dünya Savaşı’nı kaybedince ödemek zorunda kaldığı tazminattan dolayı ekonomisi çökmüştü. Onu bu halden Amerika’nın desteği kurtarmıştı.

Ancak 1929’da New York’ta patlayan kriz, Almanya’yı da çok etkilemiş, yüksek lisans ve doktoralı işsizlere varıncaya kadar Alman toplumunun bütün kesimlerini kapsayan büyük bir işsizlik yaratmış, ülkeden sermaye kaçmış, büyük firmalar tek tek kapanmıştı. Bu büyük bunalım sonucunda Alman halkına, zengin ve onurlu bir hayat vaat eden Hitler iktidara gelmişti.

Pek çok sanayicinin de desteklediği Hitler’in ekonomi balkanı Schacht ile birlikte kısa zamanda toparlanan ve büyümeye çalışan Alman ekonomisi, sömürgesi olmadığı için Avrupa’nın ortasında kendine “hayat sahası” aramaya başlayınca II. Dünya Savaşı patladı. Bu savaş, en çok can ve mal kaybı ile tarihin en büyük savaşı oldu.

Savaşın sonunda Almanya II. Dünya Savaşı’nda kaybederek, savaşın galipleri müttefiklere teslim oldu. Ardından ABD Başkanı Roosvelt Almanya’nın endüstriyel varlığını yok etme kararı aldı. Ruslar ve Amerikalılar değerli Alman bilim adamlarını, özellikle Ruslar kıymetli fabrikaları yerinden sökerek ülkelerine taşıdılar. Almanya II. Dünya Savaşı sırasında doğmuş olan çocukların 1/3 kaybetmişti. On bir milyon Alman esir olmuş, on dört milyon Alman Orta Avrupa’dan kovulmuştu.

Page 82: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Almanya’yı uzun ve karanlık bir dönem beklerken bir ışık beliriverdi. Rus lider Stalin’le anlaşamayan müttefiklerin lideri Amerika, Rusya’ya karşı Almanya’yı ve Avrupa’yı destekleme kararı aldı. ABD’nin yeni başkanı Marshall, hem ABD ekonomisini hem de Avrupa ekonomisini canlandıracak olan Marshall planını ortaya koydu. Buna göre, Almanya’dan Musevi topluluğu istisna tutularak savaş tazminatı istenmemiş ve soykırıma uğramış Musevi ailelere 100 milyarlık Mark ödenmesi kabul edilmiştir. Buna karşılık ABD Almanya’da 16 üst kurarak onu denetleme niyetini sürdürdü. Bundan böyle Almanya, uluslararası alanda açıktan siyasi bir varlık gösterememiş, büyük bir ordu kuramamıştır. Almanya böylece bütün enerjisini ekonomiye, ülkenin yeniden inşasına ve dünya pazarlarına açılmaya harcadı. Büyük bir ekonomik seferberlik başlatarak askeri gücü ile işgal edemediği toprakları kaliteli ürünler üreten ekonomisiyle fethetmek için çalışmalara başladı. Alman milletine yeni bir tarihi fırsat doğdu. Bütün Almanlar da millet bilinci ile bu fırsatı büyütmeye hazırdı.

Alman ekonomi bakanı Ludwig Erhard bu fırsatı hemen değerlendirmeye koydu. Önce para reformunu gerçekleştirdi ve ekonomi denetimini eline aldı. Yeni kalkınma ekonomisinin felsefesi Kant ahlakına dayanıyordu. Buna göre insan hem kendine hem de topluma hizmet etmelidir.

Bu kabul edildiğinde siyasi otoritenin çıkarlarına göre dokunamayacağı bir finans sisteminin de kabul edilmesi gerekli oldu. Ve böylece daha sonra bütün Avrupa’nın para sistemini denetleyecek olan Alman Merkez Bankası (Bundesbank) doğmuş oldu. Bundesbank bu süreç içerisinde ekonomik uyuşmazlıkları çözdü.

Yeni icraatların önünü açtı. Şirketlerin sağlıklı rekabet koşullarında çalışmalarını sağladı. Sendikalarla işverenler ekonominin büyümesinin yaratacağı avantajlara dikkat ederek daima anlaşabildi.

Özel mülkiyet ekonomik gelişmenin temeli olarak kabul edildi. Ancak zenginlerin ücretlilere ve profesyonel gelişmeye katkı sunmaları sağlandı. Bu arada “Deuteche Mark” ABD’de gizlice basıldıktan sonra gemilerle Avrupa’ya oradan da trenlerle taşınarak Alman Merkez Bankası’na teslim edildi ve 20 Haziran 1949’da radyo aracılığıyla yeni paranın varlığı Almanlara duyuruldu. Alman Merkez Bankası yöneticileri daha sonra kurulan Avrupa Merkez Bankası’na geçerek Mark’tan sonra Euro’yu da kontrol etmeye başladılar.

Sonuç olarak;ABD dünyanın iki büyük savaşında taraf olan Almanya’yı ileride yeni bir soruna neden

olmaması için endüstri gücünden arındırarak kontrolde tutmayı düşünürken, II. Dünya Savaşı’nda müttefiki olan Sovyet Rusyası ile anlaşamadığı için, Almanya’yı Sovyetlere karşı yeniden canlandırmaya karar vermek zorunda kaldı. Tarih tekerrür etti ve bugün Almanya, o I. Dünya Savaşı öncesi istenmeyen ekonomik gücüne ulaştı. Gelinen noktada siyasi olarak görünmese de ekonomik olarak, Avrupa’da Rusya ile birlikte ABD’nin karşısına bir Alman İmparatorluğu olarak çıkmış bulunmaktadır.

Kaynak: Prof. Dr. Hasan Köni – Kaos – Wizart Yayınları İstanbul / 2016 Syf: 137 – 140

81

Page 83: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Tarihin Tebessümü

82

TEVFİK FİKRETBabası Hüseyin Efendi Çankırılı Ahmet Ağa’nın oğludur. 1867’de Aksaray

Semti’nde doğdu. O yıllarda babası hem İstanbul Belediyesi Meclis Üyesi hem de Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü’nde memurdu. Sırasıyla Hama, Nablus, Akka, Urfa ve Halep şehirlerinde Mutasarrıflık (Sancak Yöneticisi) yaptı. Daha sonra işlediği bir suçtan dolayı Arabistan’a sürgüne gönderildi. Sürgün hayatının 19. yılında Arabistan’da öldü. Aslen Rum olup, sonradan Müslüman olan annesi de kendisi 12 yaşında iken hac dönüşü yolda koleradan öldü. Aksaray’daki konaklarında varlıklı bir hayat içinde büyüyen Tevfik Fikret, bundan sonra kız kardeşi ile birlikte anneannesinin yanında yaşamaya başladı. Çocukluk dönemi oldukça dindar bir çevrede geçti. Önce Aksaray’daki Mahmudiye Mektebi’ne, ardından da Galatasaray Sultanisi’ne devam etti. Çok başarılı bir öğrencilik dönemi yaşadı. Bu okulda devrin en ünlü edebiyatçıları Recaizade Ekrem, Muallim Naci ve Muallim Fevzi gibi hocaları tanıdı. Resim yeteneği de olan sanatçımızın ilk şiiri bu öğretmenlerin teşviki ile Tercüman-ı Hakikat’te yayımlandı. Mezun olduğu yıl, Hariciyi Nezareti İstişare Odası’nda işe başladı. Oradan Maarif Mektubi Kalemi’ne geçti. Ancak yılını doldurmadan maaşını hak etmediği gerekçesiyle istifa edip, işinden ayrıldı. Daha sonra tekrar aynı işe muavin olarak geri döndü. Bu görevinin yanı sıra Yüksek Ticaret Okulu’nda Fransızca ve Türkçe dersler vermekteydi. 1890’da Trabzon Valisi olan dayısının kızıyla evlenip, evine yerleşti. Bu arada Mirsad Dergisi’nde şiirlerini yayımlamaya başladı. 1892’de Mekteb-i Sultaniye’ye önce Türkçe öğretmeni sonra da müdür olarak atandı. Aynı dönem Darulfunun’da edebiyat öğretmenliği de yapıyordu. Ancak dönemin hükümeti bütçe yetersizliğinden maaşların yüzde onunu ödeyemeyince, tepki olarak her iki görevinden de istifa edip, inzivaya çekildi. Ardından Mirsad Dergisi kapanınca Malûmat Dergisi’nde yazmaya devam etti.

Bu dönemde Sultan II. Abdülhamit’e bağlı, hatta onu öven şiirler yazıyordu.Daha sonra çevresinin ısrarıyla o zamana kadar bir bilim dergisi olan Servet-i Funun Dergisi’nin başına geçti ve dergiye bilim yerine Batı Edebiyatı tarzında yeni bir misyon verdi. 1895’te oğlu Haluk doğdu. Ardından Rubab-ı Şikeste (Kırık Saz) yı yazdı.

Bundan sonra Servet-i Funun kapandı. Onun yerine Edebiyat-ı Cedide’yi (Yeni Edebiyat) yönetmeye başladı. Sultan II. Abdülhamit yönetimi onu sıkmaya başlamıştı. Arkadaşları sürgüne gönderildi. Kız kardeşini ve babasını kaybetti. Kötü günler yaşayan şair ünlü “Sis” şiirini bu dönemde yazdı. İnzivaya çekilmek istiyordu. Bu amaçla Aksaray’daki konağını sattı, aldığı parayla Aşiyan’da planını kendi çizdiği üç katlı evini yaptırdı.

Page 84: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

1905’ten sonra Tevfik Fikret için din, millet, tarih ve kahramanlık gibi kavramlar değersiz gelmeye başladı. Etkisinde kaldığı Batı düşüncesi ve edebiyatı şairimizi kendi toplumuna karşı yapıcı eleştiriden yabancılaşma noktasına getirdi. Hatta Tarih-i Kadim şiiriyle saldırgan hale getirdi. O yıllarda bir Ermeni teröristin Sultan II. Abdülhamit’e karşı giriştiği, tarihte Yıldız Suikasti olarak bilinen bombalı saldırı olayının amacına ulaşamadığı için çok üzüldüğünü, faili Ermeni teröristi de “şanlı avcı” adıyla kahramanlaştırıp alkışladığını “Bir Lahza-i Ta’ahhur” (Bir Anlık Duraklama) şiirinde şu şekilde dile getirmişti:

“Ey Şanlı Avcı damını bi hude kurmadın Attın fakat ne yazık ki, yazıklar ki vurmadın” Burada Ermeni terörist “şanlı avcı” Koca Osmanlı Padişahı Sultan II. Abdülhamit Han Hazretleri

de “av” olarak aşağılanmıştı. İttihat ve Terakki’nin darbeyle Sultan Abdülhamit’i tahttan uzaklaştırıp, yönetime haksızca el

koymasına hiçbir tepki vermeyerek, Mektebi Sultani de müdürlük görevine devam etti. Bir müddet sonra maarif nazırı ile anlaşamayarak tekrar istifa edip, inzivaya çekildi. ittihat ve Terakki’de umduğunu bulamayınca onları da “Doksan Beşe Doğru” şiiriyle eleştirdi. 1909’da oğlu Haluk’u 14 yaşında iken elektrik mühendisi olması için İskoçya’ya tahsile gönderdi. Ancak o önce Hristiyan olup, sonra mühendis sonra da rahiplik mesleğini seçerek ailesinden, milletinden ve vatanından koparak, Amerika’da izini kaybettirmiştir. Şair; 1915’te Aşiyan’da ölmüştür.

Tevfik Fikret 1839’da Tanzimat’la başlayan bir bunalım döneminin sanatkârıdır. Bu dönemin Osmanlı yöneticilerinin iyi niyetle Batı’nın bilim ve tekniğini öğrensinler diye Avrupa’ya gönderdiği gençler, bunalımlı, isyankâr bir hal ile geri dönüyorlardı. Bu durumu Peyami Safa “Batı bize bir buse verdi, ruhumuzu emdi” şeklinde özetler. Sultan II. Abdülhamit bunları “Batı hastalığına yakalanmışlar”, Cemil Meriç ise “Batı’nın Yeniçerileri” şeklinde tanımlardı.

“Şüphe bir nura doğru koşmaktır” düsturuyla bizde pozitivist, materyalist düşünceyi temsil eden Tevfik Fikret, Batı’nın Aydınlanma Dönemi düşünürlerinden etkilendi. Ona bu Deizm yolunu açan Şinasi’dir. Hayatta yaşanan çelişkileri, dine, yönetime ve toplumsal kültüre yükler. Bu tezatları bir tür uyumla yaşatan topluma kızar. Bir yandan ondan kaçmak isterken diğer yandan onun perişanlığını şiirlerine taşır. Bir arayış içinde olan şair kendini ondan farklı kabul eder ve onu oluşturan değerlere ilgisiz kalır.

“Kimseden ümmid-i feyz (fayda) etmem, dilenmem perr-ü bal (kol-kanat)Kendi cevvim (boşluk), kendi eflakimde (gök kubbem) kendim tairim (gezginim),İnhina tavk-ı esaretten girandır (bir eğik baş boyunduruktan ağırdır) boynumaFikri hür, irfanı hür, vicdanı hür bir şairim” Ona göre vatan altı yüzyıllık bir çınardır ve bu çınarın çektiği ızdıraplar yeni bir vatanın doğum

sancılarıdır. Bütün ümidini deist bir gençliğe bağlamıştır.Kültürü ve inancı sorgulayıp, eleştiren ama yerine yenisi koyamayan Tevfik Fikret, yaşadığı

toplumun değerlerine karşı bigâne ve Türk gençliğine örnek olarak yetiştirdiği oğlu Haluk Amerika’da rahip olarak ölmüştür. Kendini dünyanın merkezinde konumlandıran, değişken ve kırılgan bir kişilik olan üstat, son derece nezaketli, hayatı boyunca kendince doğrudan yana tavır koymuş, aruz veznini Türkçe’ye çok başarılı şekilde uygulamış, uygarlık ve özgürlük aşığı şairlerim-izdendir. Aruzu ve Türkçe’yi ustalıkla kullanmanın ötesinde, duygu ve düşünceyi sanatla ifade etmede çok takdir edilmemiştir. Türkiye’de Tevfik Fikret’e sol anlayış sahip çıkar. Bu sahiplenmenin nedeni Tevfik Fikret’in yaşadığı toplumun değerlerini eleştirmesinden dolayıdır. Yoksa Tevfik Fikret halk çocuğu değil, Osmanlı ricalinden gelen biri idi. Halkın yaşadığı maddi sıkıntıları hiçbir zaman yaşamamış, canı istediği zaman istifasını sunup, Aşiyan’ında inzivaya çekilmiştir. Osmanlı Devleti’nin yönetiminden şikâyetçi olmuş, yoksulların hallerini dert edinmiş ama hiçbir zaman sosyalist bir çözümden bahsetmemiş, bu konuda herhangi bir toplumcu görüş sunmamıştır.

83

Page 85: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Tarihin Tebessümü

84

EFENDİ – KÖLEAvrupa, Kavimler Göçü baskısına karşı dayanamayan Roma İmparator-

luğu’nun çökmesiyle (M.S. 395) bütünlüğünü kaybederek, çok parçalı hale geldi. Bu parçalı yapı, uzun yıllar kilisenin manevi iktidarında bir arada tutulmaya çalışıldı. 1337 yılına gelindiğinde İngiltere Kralı III. Edward’ın Fransız tahtında hak iddia etmesi üzerine bu iki devlet arasında savaş çıktı. 116 yıl içinde 21 kez tekrarlanan ve 1453’te sona eren bu savaşlara Avrupa tarihinde ‘Yüzyıl Savaşları’ denir. Yüzyıl Savaşları Avrupalı’nın ulusalcı duygularını, devlet ve ülke bilincini geliştirdi.

Ortaçağ tarihi boyunca kilise, dini gücünü kullanarak bütün kıtada kültürel, siyasi ve ekonomik varlığını kabul ettirdi. Kilisenin, bu baskısı -taassubu- toplumu bir çıkışa zorladı ve mezhep kaynaklı savaşların eşiğine getirdi.

Böylece Katolik Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu ve İspanya’nın karşısında Protestan Danimarka, İsveç ve Katolik Fransa’nın taraf olduğu iki blok oluştu ve aralarında 1618’de savaş başladı. 30 yıl süren bu savaşlar, 1648’de bitti. Tamamen dini sebeplerden dolayı yapılmış olan bu savaşlara Avrupa tarihinde 30 yıl savaşları ya da ‘Mezhep Savaşları’ denildi. Bu savaşların sonucunda Avrupa’da devlet anlayışı, dini gerekçeleri değil de ekonomik ve siyasi çıkarları önceleyen yeni bir anlayışa evrildi.

Page 86: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Rönesans ve reform hareketlerinin yaşandığı dönemde meydana gelen bu savaşlardan sonra Avrupa’da ‘Aydınlanma Çağı’ başladı ve bu dönem toplumun her alanında, 1789 Fransız Devrimi’nin düşüncesini hazırladı. Demokrasi ile birlikte Avrupa’da kapitalizm gelişti. Milli menfaatleri her şeyin üstünde tutan ‘Milli Devlet’ anlayışına ve emperyalizm aşamasına gelindi. Akabinde büyük bir iştahla Batı medeniyetinin devletleri dünyayı sömürmeye başladılar. Ancak dünyanın sınırlı kaynakları bu sefer de onları kaçınılmaz olarak karşı karşıya getirdi. Daha çok sömürgeye sahip olmak isteyenler I. ve II. Dünya Savaşlarını yaptılar. Dünya büyük bir felaket yaşadı. Yaralı ve kayıplar hariç 50 milyondan fazla insan öldü. Avrupa bilim ve teknolojide gelişiyordu. Fakat bu ‘gelişmişlik’ kendine ve başka kıtalarda yaşayanlara büyük zararlar veriyordu. Ortak kültür ve medeniyeti paylaşan ve gücü elinde bulunduran Avrupa, bu güçten zarar görmemeliydi.

Yapılan yanlışlardan dersler çıkarılmalı, güçlülerin huzur ve refah içinde yaşayabilmeleri için birbirleriyle savaşmamalıydı. Onlar dünyanın efendileriydiler. Açlık, hastalık, ölüm ve iç savaş zayıf toplumların kaderi olmalıydı. Bu toplumların rahat sömürülebilmesi için onların gelişmesini engellemek gerekirdi. Bunun için de bu toplumların hassasiyetleri olan etnik yapıları, dinleri, mezhepleri ve yönetim şekilleri istismar edilmeliydi.

Bu amaçla önce 1949’da Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu kuruldu. Zaman içinde topluluk gelişerek üye sayısını artırdı ve 1951’de Paris Antlaşması ile Avrupa Ekonomik Topluluğu’na dönüştü. Topluluk üye sayısını arttırarak, Avrupa kıtasına doğru genişledi ve 1965’te Avrupa Topluluğu adını aldı. 1992’de 28 üye ülkeye ulaşan topluluk, ünlü Maastricht Kriterlerini kabul ederek Avrupa Birliği adı altında yeniden yapılandırıldı. AB bugün dünyanın en önemli ekonomik, kültürel ve siyasi birliğidir. Avrupa Roma İmparatorluğu’nun çöküşünden sonra kendi içinde yaşadığı 1500 yıllık deneyimden sonra ulaştığı aşama Avrupa Birliği’dir. Oysa aynı Avrupa, bizlere çok uluslu, çok dinli ve çok mezhepli diye 20 milyon kilometrekarelik Devlet-i Aliyemizi yıktırdı. Ardından onun enkazı üzerine bin bir güçlüklerle kurduğumuz Türkiye Cumhuriyeti’ni de parçalamak için dini, mezhepsel, etnik sorunlar ihdas etmekte, onları ajanları ve terör örgütleri ile desteklemektedir. Sözde demokrasi, fikir özgürlüğü ve insan haklarını bahane ederek devletimizi zayıflatıp, ülkemizi ve milletimizi parçalamaya çalışmaktadır.

Birlikte kalkınmak, gelişmek, demokrasi ve hukukun üstünlüğünde refah ve huzur içinde yaşamak Batılı için temel bir insanlık hakkı. Ama aynı şey Ortadoğulu insanlar için geçerli değil. Onların huzurlu bir ortamları varsa, çeşitli ajanlarla karıştırılır, terörize edilir, dahası işgal edilir. Demokratik kurallar içinde seçilmiş iktidarları eğer kendilerinden yana değilse darbeyle iktidardan uzaklaştırılır. Çünkü Batı hangi yeni elbiseyi giyerse giysin, nasıl görünürse görünsün, sanat, bilim ve teknolojide ne kadar ilerlerse ilerlesin o daima menfaatinin peşinde olan bencil bir karakterdir. Bu konuda hiçbir ilkeyi tanımaz. Dostunun (!) arkasında mezar kazmak huyundan vazgeçmez. Ortadoğu’nun hali ortada. O geçmişte olduğu gibi kendini efendi, diğerlerini köle olarak görmeye devam ediyor.

85

Page 87: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Tarihin Tebessümü

86

ŞU BiZiM “X”İN

BiLiNMEYEN HiKÂYESi

Page 88: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Mutlak akıl, bütün evreni ve içindekileri kusursuz bir hesap ve harikulade bir tasarımla yaratmıştır. Yeteneklerle donatılan ve eşref-i mahlûkat olan insan yaratıcının halifesi olarak yeryüzünü imar etmeye gönderilmiştir. Bu minvalde insanlık tarihi boyunca çözülmeye çalışılan insan-doğa, insan-insan ilişkileri de medeniyetleri oluşturmuştur. Medeniyetler ise hikmetin, bilimin ve sanatın eserleridir. Hoşgörüsü yüksek toplumlarda yetişen hikmet, bilim ve sanatla hakikati bulmaya çalışan filozoflar, tarihte gerçekleşen medeniyetlerin yolunu açmışlardır. Hoşgörüye önem veren İslam dinini referans alan toplumlarda da pek çok değerli filozof yetişmiştir.

Dünya medeniyetinin oluşmasında büyük katkıları olan Müslüman filozoflarından biri de kısa adıyla Ömer Hayyam’dır. İran’ın Nişabur şehrinde doğan Ömer Hayyam’ın (1048-1131) asıl adı Gıyaseddin Eb’ul Feth Ömer İbni İbrahim el-Hayyam’dır. Çadır üreten bir esnafın oğlu olduğu için Farisiler ona çadırcı anlamına gelen “Hayyam” adını verdiler. İyi bir eğitim ve öğretim gören Ömer Hayyam’ın dönemin ünlü âlimi Muvvaffakeddin Abdüllatif İbn el Lubad’dan Büyük Selçuklu Devleti’nin Veziri Nizamülmülk ve Haşhaşi tarikatının kurucusu Hasan Sabbah ile aynı medresede eğitim gördükleri rivayet edilir.

Matematik, şiir ve astronomiye ilgi duyan filozof, çok iyi bir matematikçi olup, 11. yüzyıl dünyasında ilim, felsefe ve sanatın en parlak yıldızlarından biriydi. O zaman yaptığı çalışmalar sonucunda 3 bilinmeyenli denklemleri çözmüştü.

Bu işlemi yaparken denklemdeki bilinmeyen sayıya Arapça “şey” demişti. Daha sonra bu çalışması Batı dillerine (İspanyolcaya) “xay” olarak tercüme edildi. Ancak zamanla kullanımında kolaylık olsun diye kelime kısaltarak “x” olarak kullanılmaya başlandı. Bugün cebirde kullanılan ve X1,X2 ve X3 diye adlandırılan (bilinmeyen) sayıların babası Ömer Hayyam’dır. Ünlü ”x” sayısı buradan gelmektedir.

Sayılarla kurduğu ilişkiyi kelimeler dünyasında da sürdüren filozof, yaşadığı İslam toplumunun çelişkilerini rubailerine (dört dizeden oluşan şiir) taşıyarak, üç bilinmeyenli denklemleri matematik aklıyla çözdüğü gibi rubailerinde de kelimeleri matematik mantıkla örerek şairlik sanatında zirveye oturmuştur. Matematik metodundan beslenen akıl yürütme gücüyle kendinden önceki görüşlere takılmayarak, çağını aşan görüşlere imza atmıştır. Ayrıca İran’ın Rey Rasathanesi’nde Selçuklu Sultanı Celaleddin Bey’in ricasıyla İran takvimini bu gün kullandığımız takvime yakın bir biçimde, Takvimi Celali diye yeniden düzenlemiştir. Okullarda “Paskal Üçgeni” olarak öğretilen matematik kavramını da o bulmuştur. Çok sayıda ilmi, felsefi ve edebi konuda eserler vermiş olan filozofumuzun dünya görüşü olarak Batını Mutezile mezhebine yakın olduğu rivayet edilir.

87

Page 89: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Tarihin Tebessümü

88

TANRININ KIRBACI ATİLLA

VE UHREVİ İKTİDAR

Page 90: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Çok sayıda eseri içinden “Paralel Yaşayanlar” adlı eseriyle ünlü olan Plutarkhos (46-120 yılları arasında yaşamış); Yunan kökenli bir Romalı’dır. İmkânları olduğu için Atina’da iyi bir eğitim aldı. Biyografi ve deneme yazarı, rahip, elçi, hâkimlik gibi görevlerde bulundu, felsefeyle ilgilendi, felsefi ekol olarak da Plâtoncu felsefe yanlısı oldu. Plutarkhos’a göre, ruh bedenin prensidir ve bütün vücudu baştan yönetir. Buna benzer şekilde devlet bedeninin başında bulunan prens de devletin ruhudur. Prens, yeryüzünde Tanrı’nın kulu ve vekilidir. Tanrı’ya inanlara hizmet etmek için tıpkı vücutta duran ruh gibi devletin başında durarak onu yönetir.

Gözün, kulağın, dilin görevini, yargıçlarla bölge valileri yapar. Senato ise, kalp gibi iyilik ve kötülük adına kararların alındığı yerdir. Memurlar ve askerler elleri, mali işler ve muhasebe memurları da mide ile bağırsakları ve son olarak ayaklar da çiftçileri temsil eder. Ancak çiftçiler toprağa bağlı yaşadıklarından sık sık taşa takılıp tökezlerler, bundan dolayı korunmalıdırlar. Zira ayaklar, bedenin yükünü taşıyarak onu ayakta tutar ve ona hareket kabiliyeti kazandırırlar. Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcisi olan prensin gücü Tanrı’dan kaynaklanır. Yeryüzünü yaratan Tanrı, burada prens aracılığıyla gücünü kullanır. Yani Tanrı rahmeti, adaleti ve gazabını gerçekleştirirken prensi kullanır. Prensin kullandığı güç Tanrı’nın gücü olduğundan buna karşı direnen, Tanrı’nın tayin etmiş olduğu kadere karşı direnmiş olur. Gücü tevdi eden Tanrı, onu istediğine verir ve istediğinden alır.

Prens tebaasına acımasızca davranıyorsa bu eylem onun değil cezalandırmak veya ıslah etmek isteyen Tanrı’nın takdiri ve emridir. Bu tespit Yuhanna İncili’nden bir alıntıya dayanır ve “İniş Kuramı”nın dayanağıdır. Buna göre Hz. İsa’ya karşı olumsuz davranan Roma İmparatorluğu’nun Filistin Valisi Platus’a Hz. İsa; “Eğer yukarıdan verilmemiş olsaydı, senin benim üzerimde hiçbir etkin olmazdı” tepkisi delil olarak kabul edilir.

5. yüzyılın Hristiyan Avrupası’nda henüz dünyevileşmeyen Hristiyanlığın dünya görüşü böyle idi. Hristiyan ilahiyatçılar “Sezar’ın hakkı Sezar’a, Tanrı’nın hakkını Tanrı’ya veren dünya krallığından” uzak bir hayat vaaz ediyorlardı. Tam da bu dönem ünlü Hun komutan Atilla (395-453) akınlarıyla Avrupa’yı kasıp, kavuruyordu. Sıra bir kiliseye gelmişti. Ancak kilisenin demir kapısı kapalıydı.

Atilla; kilisenin demir kapısına dayandı ve kapıyı çaldı. Saygın bir piskopos kapıyı çalana kimsin diye sordu. Atilla “Ben, Tanrı’nın belası Atilla’yım!” diye cevap verdi. Bu sesi duyan piskopos Tanrı’nın yeryüzündeki gazabıyla karşı karşıya geldiğini anladı. Büyük bir sükûnet ve saygıyla, “Tanrı’nın elçisi hoş geldin. Efendimiz adına gelen kutsaldır” dedi ve büyük bir teslimiyet içinde kilisenin kapısını açarak, kendi hayatına son veren Atilla’yı içeri aldı. Piskopos karşı koymayı düşünmemişti. Çünkü aynı felaket Peygamberi Hz. İsa’nın da başına gelmiş ve o da kaderine boyun eğerek, karşı koymamıştı.

89

Page 91: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Tarihin Tebessümü

90

TARİH TEKRAR EDİYOR GAZZALİ

VE BÂTINİYE 1058 yılında İran’ın Horasan bölgesi Tus (bugünkü Meşhed) şehrinde

doğan Ebu Hamid El-Gazzali çocuk denecek yaşta babasını kaybedince, babasının sufi arkadaşı tarafından sahiplenilir ve Cürcan’a, İslami ilimleri öğrenmeye gönderilir. Beş yıllık medrese tahsili gördükten sonra bir kervan eşliğinde memleketine dönerken, soyguncuların baskınına maruz kalır. Kervandaki hemen her şeye el koyan soyguncular, Gazzali’in elindeki ders notlarını da alır. Gazzali bu notlarının eşkıyaların her hangi bir işine yaramayacağını ama kendisi için beş yıllık bir emek olduğunu düşünerek soyguncuların eşkıya başına ricasını arz eder. Ancak oralı olmayan eşkıya başı Gazzali’ye “Âlimliğin şu kâğıtlarla birlikte bana mı geçti” diye bir müddet alaya aldıktan sonra notlarını geri verir.

Page 92: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Bu olaydan çok utanan Gazzali, Tus’a döndükten sonra üç yıl kendini bu notları ezberlemeye verir ve bu musibet onun genç yaşta medrese ilimlerini özümsemesinde çok etkili olur. Güçlü bir zekâya sahip olan Gazzali, böylece bilgeliğini genç yaşta sağlam bir temele dayandırır. Daha sonra dönemin ünlü âlimi Eş’ari ekolünün üstadı Harameyn Ebu’l Meali el-Caveyni (ölümü 1084)’den felsefe ve kelam dersleri, yine dönemin büyük sufisi Kuşeyri’nin öğrencilerinden Ebu Ali Farmedi’den de tasavvuf dersleri alır.

Gazzali 28 yaşına vardığında ünü yayılmaya başladı ve bu sırada onu Büyük Selçuklu Devleti’nin ünlü veziri Nizamülmülk sarayına danışman olarak aldı. Nizamülmülk düşünce ve eylemleriyle İslam birliğine zarar veren sapık mezheplere karşı, İslam’ın saf ve temiz dinini korumak için Nizamiye Medreselerini kurmuştu. Bununla da yetinmeyen büyük devlet adamı ayrıca Gazzali’den o günkü fitnenin başı Hasan Sabbah’ın (ölümü 1124) yönetiminde olan ve pek çok siyasi cinayetler işleyen Bâtınilerin (Haşhaşilerin) dünya görüşünü, düşünce planında durdurmak için ilmi çalışmalar yapmasını istedi.

Bâtınilik Bâtınilere göre Kuran’ı Kerim ve Hadis-i Şeriflerin bir zahir (açık) bir de bâtıni (gizli) anlamı

vardır. Bu anlamı zaman ve yere göre teke indirmek, Peygamberden sonra O’nun vekili olan “imam”a kalmıştır. İmam Allah tarafından gönderilmiş, masum ve kutlu bir kişidir. İnsanlar Allah’ın yüce muradını her ay onunla birlikte olan bu günahsız zattan öğrenebilirler. Bu zatın söylediği her söz Allah’ın murat ettiği şeydir. Bu şahsın Bâtıni inancındaki adı imamdır. Örgüte giren öğrencilere, imamın (Örn: Hasan Sabbah) Allah’la her an beraber olduğuna ve onun görevinin, aldığı talimatları inananlara aktarmak olduğuna inandırıldı. İmamlar halka “Dai” denilen bağlıları tarafından açılırlar, propagandalarını yaptırırlardı.

Dai’ler imam ne derse onu yapmakla mükelleftirler. Dolayısıyla bu inanca göre Dai’lerin yaptıkları ve söyledikleri Allah’ın imama verdiği talimattan farklı bir şey değildir. Dai’lerle birlikte Bâtıniliğe hizmet eden ikinci grup “Fedailer” idi. Fedailer de örgütün önünde engel teşkil eden kişileri ortadan kaldırırlardı. Zamanla uluslararası bir terör örgütüne dönen Haşhaşilerin belini Moğol Hükümdarı Hulagü Han kırmıştır. İşte Nizamülmülk, Gazzali’den masum insanları kandırıp onları suç makinesine dönüştüren bu sapık inanç sistemini hem dini, hem de akli metotlarla çürütmek istemişti. Nitekim Gazzali bu konuda ilmi çalışmalarını tamamladı ve Fedaih’ul Bâtıniye adlı eserini yazdı. Ancak onun bu çalışması geç kalmıştır Bâtıniler (Haşhaşiler) 1092’de Nizamülmülk’ü, 1093’te de Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah’ı öldürdüler.

Olaylar Gazzali’yi derinden etkiledi ve Sultan Melikşah’ın yerine geçen Sultan Berk-yaruk’tan hacca gitmek için izin alıp, saraydan ayrıldı. Tarih tekerrür ediyor. Bâtınilikten mülhem dini yorumlar hala İslam dünyasını rahatsız etmektedir. Allah (c.c.) ile (hâşâ) görüşen Hasan Sabbah yerine Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ile görüşen “Kâinat İmam” ortaya çıkmıştır. O gün bir Gazzali vardı bu görüşü çürüttü, fakat bugün Fetö’yü, Gazzali gibi esaslı bir şekilde ilmen ve fikren eleştiren bir eser henüz çıkmadı.

91

Page 93: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Tarihin Tebessümü

92

III. SELİM VE KABAKÇI

MUSTAFA Osmanlı Devleti Kanuni Dönemi ile devasa sınırlarına ulaşmıştı. Buna

göre bu kadar geniş bir coğrafyada çok sayıda dini, kültürü ve ırkı temsil eden milletleri adaletle yönetmek de zorlaşmıştı. Bu zirvede durabilmek bile, başlı başına bir başarıydı. Nitekim bu duruşu tehdit eden rüşvet gibi pek çok iç sorunları vardı. Örneğin Şair Fuzuli’nin, kendisine tahsis edilen maaşını rüşvetsiz alamayınca Kanuni’ye yazdığı; “Selam verdim almadılar rüşvet değildir deyu” diye başlayan ünlü mektubu bilinir.

Osmanlı Devleti’nin entelektüel kaynağı medrese, kendini dini bilimlerde tekrar ederken, müspet bilimlerden ve teknikten uzaklaşmaya başlamıştı. Medresenin bu atalet durumu, hem devleti hem de toplumu geriletiyordu. Medrese kendi işini iyi yapmadığı gibi, devleti kurtarma adına yapılan iyileştirme çalışmalarına da karşı çıkmıştı. Kurum amacından öyle sapmıştı ki; bir kısım ulemanın kişisel menfaatleri dinin, milletin, devletin menfaatlerinin önüne geçmişti.

Page 94: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Bunun yanında devlet kademelerindeki rüşvet, aşırı israf, devleti ve milleti umursamazlık, lüks ve eğlence gibi hastalıklar da üst tabakadan topluma sirayet etmişti.

Osmanlı Devleti orduya, milleti de devlete dayanıyordu. Orduya rüşvetle rastgele insanların alınması, Yeniçerilerin savaş dışı zamanlarda bazı işlerle meşgul olmalarına izin verilmesi, ordunun yeni savaş teknolojilerini edinememesi gibi olumsuzluklar Yeniçeri Ocağı’nı bozmuştu. Yeniçeri, eski disiplin ve ahlakından uzaklaşmış; milletin malına, namusuna el uzatan, savaşa sadece ganimet için katılan, sıkıştığı zaman çarpışmadan kaçan, yeniliklere karşı çıkan ve her türlü fitneye teşne olan bir zorbaya dönüşmüştü. Öyle ki Zigetvar Seferi dönüşünde Kanuni’nin vefatını öğrenen Yeniçeriler, etrafı mateme boğarken; ardından tahta geçen II. Selim’den cülus bahşişi alamayınca da hem II. Selim’e hem babası merhum Kanuni’ye beddualar etmekten geri durmaz hale gelmişlerdi.

HHH

Padişahlığa gelince; 1603 yılında, I. Ahmet Dönemi’nde “ekber evlat” uygulamasıyla kardeş katlinden vazgeçilip, yerine “kafes sistemi” getirildi. Bu sistemde tahta çıkabilecek şehzadeler muhafızların göz hapsinde tutuluyordu. Bu uygulamayla “sancağa çıkma” görevi şehzadelerden alındı. Bu durum ileride padişah olacak veliahdın idari yeteneklerinin körleşmesine neden oluyordu. Şehzadeler bundan böyle dünyaya “kafes içinden” bakıyor, hocalarından ve yakın akrabalarından öğrendikleri kadar hayatı, dünyayı ve devleti tanıyabiliyorlardı. Osmanlı Devleti’nin ilmiye, seyfiye, kalemiye ve ayan sınıflarını yönetecek otoritenin başı, Yükselme Devri’nin aksine, daha çocukluk çağından itibaren dünyadan kopuk, uygulamasız eğitim alıyordu. Otorite erki ruhundan uzaklaştırılıyordu. Bu sistemde devletin bütün kademelerinde otoritesini hissettirecek bir sultan yetişemiyordu. Padişahın otoritesi hadım ediliyor, makamının içi boşaltılıyordu. Yönetimin bu güç boşluğunu ise devletin bekasını düşünmeyen bir takım menfaatperestler ve hainler dolduruyordu. Yönetim zaafı adalette, orduda, ulema sınıfında ve toplumda ciddi sıkıntılara yol açmış, kurumlarıyla devlet ve toplum çürümeye başlamıştı. Öyle ki Osmanlı Devleti’nin zirvesindeki sadvetli Hükümdar Kanuni’den 230 yıl sonra padişah olan III. Mustafa bu durumdan;

“Yıkılıptır bu cihan sanma ki bizde düzeleDevleti çarh-deni verdi kamu mübtezeleŞimdi ebvâb-saadette gezen heb hezeleİşimiz kaldı hemân nerhamet-i tevn-yezel’e”(Yıkılıptır bu cihan sanma ki bizde düzeleKadere bak ki devleti verdi kepazelereAlçak denir, şimdi kapısında gezinenlereKurtuluşumuz kaldı Allah’ın merhametine) diye şikâyet ediyordu.

93

Page 95: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Tarihin Tebessümü

III. Selim de kafes arkasından gelen III. Mustafa’nın oğludur. Annesi Gürcü güzeli Mihrişah Sultan’dı. Şair Munib Efendi onu;

“Mihrişah kadın o hurşid-i kamer-kevkebe kimPertev-i şân kılar gam-kede-i âlemi şenMehd-i ulyâ ki idüp re’feti temdid-i sürürKimsenin tıfl-ı dili derd ile kalmaz şiven”(Güzelliği ay gibi, gönlü sevgiyle dolu olan Mihrişah kadının ünü, Dünyada ulaştığı yerdeki gamı kederi neşeye çevirir. Ulu bir beşik gibi olan merhametini sunduğunda Evlat acısı çekenin bile gönlünde matem kalmaz) şeklinde betimlemişti.

III. Selim 28 yaşına kadar sancağa çıkma yerine kafeste, böyle bir annenin şefkatinde ruhunu biçimleyerek kişiliğini oluşturmuş, hocalarından uygulamalı devlet bilgisi ve savaş sanatları öğrenmek yerine edebiyat, musiki ve diğer Osmanlı sanatlarının eğitimini alarak, ömrünün en değerli zamanlarını harcamıştı. III. Selim tahta çıktığında Osmanlı Devleti Avusturya ve Rusya ile savaşıyordu. O yıllarda Avrupa siyasetinin konuştuğu “Şark Meselesi”, Osmanlıları Avrupa’dan kovmanın örtülü adıydı. III. Selim savaşı kaybederek, derin bir üzüntü ile 1792’de Avusturya ile Yaş, Rusya ile Zistovi antlaşmalarının imzalamak zorunda kalmıştı. Fakat bu ağır mağlubiyetten ne fesata bulaşmış millet, ne ulema, ne de Yeniçeriler üzülüyordu. Ordu, devleti oluşturmuştu. Ordu bozulunca da devlet dirayetini kaybetmişti. Ordu Osmanlı Devleti’nin ruhuydu. Bunu çok iyi bilen III. Selim, yapılan barış antlaşmalarını fırsat bilerek, bozulan bu ruhu bir dizi reformlarla tekrar sağlığına kavuşturmak ve bundan dolayı yeni bir ordu (Nizam-ı Cedid) kurmak için teşebbüse geçti (1793). Ancak devletin otoritesine hâkim değildi. Devlet ricali, Yeniçeri ve ulema (meşihat) padişaha rağmen otorite kullanıyorlardı. Örneğin kadılıklar rüşvetle satılıyordu. Halk ise cahil, fakir ve menfaatperest olmuştu. Hatta para karşılığında ömründen yıl bile satanlar vardı (!)

HHH

Diğer yandan III. Selim’in etrafı menfaatperest, eğlence ehli ve hainler tarafından sarılmış, memlekette olup biten olayları ancak kendisine aktarıldığı şekil ve miktarı kadar bilebiliyor ve nüfuzu İstanbul’un dışına tesir etmiyordu. Taşradaki halk, derebeylerin baskısı altında ses çıkartılmadan sömürülüyordu. Devlet içinde çalışan bunca hain unsurlar varken, Osmanlı Devleti’nin yıkılması için Rusya’ya ve İngiltere’ye ihtiyaç yoktu. Devleti yöneten bürokratlar gurur ve kibir içinde halka yüksek vergiler salarken kendileri rüşvet, himaye ve iltimaslarla sefahat içinde yaşıyordu. Devlet büyükleri, müzeyyen yalılar, muhteşem konaklar inşa ettiriyorlardı. Diğer yandan bu harcamaları karşılamak için salınan vergilere neden olarak Nizam-ı Cedid’i gösteriyorlardı. III. Selim de en güzide musıki-şinaslarla gece mehtaplarda zevk ve sefa içinde vakit geçiriyordu. Boğaz içinde mehtap âlemleri, Çırağan şenliklerinde zarif kadınlar ve erkeklerle geçirilen hoş vakitlerin halka yansıması büyük bir öfke ve nefretle karşılık buluyordu. Her ne kadar devleti başarılı bir şekilde

94

Page 96: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

modernleştirmeye çalışmışsa da, III. Selim bir sanat adamıydı. Devlet denen ata, usta bir binici gibi binmeyi becerememişti. Onun modernleşme çalışmalarına karşı çıkan Yeniçeri ve ulema sınıfına karşı, başarılı bir siyasi strateji geliştirememişti. En yakınındaki Şeyhül İslam Topal Ataullah Efendi ve Payıtahtın Kaymakamı Selanikli Köse Musa Paşa’nın bile ihanet içinde olduklarını anlayamamıştı (!)

HHH

Nizam-ı Cedid’i istemeyen ulema ve Yeniçeri ağaları aleyhte propaganda yapıyorlardı. Öyle ki Yeniçeriler “Moskof olurum da Nizam-ı Cedid olmam” diyecek raddeye gelmişlerdi. Nizam-ı Cedid kıyafetini Frenk kıyafeti olarak bellemişler ve “Biz kuloğlu kuluz! Eba-an-ced yeniçeriyiz. Nizam-ı Cedid elbisesi giymeyiz!” diye isyan eden Yeniçeri askerleri, zaman zaman ağalarına saldırıyorlardı. Halkın fakirliği, esnafa salınan ağır vergiler, devletteki israf, sefahat ve otorite boşluğu, Nizam-ı Cedid gibi istenmeyen ıslahat hareketleri, isyanı beklenen bir olay haline getirmişti. Ortamın isyan için olgunlaştığını gören Şeyhülislam Ataullah Efendi ile Kaymakam Musa Paşa, zekiliği ve kurnazlığı ile tanınan Kastamonulu Kabakçı Mustafa Çavuş’u isyanın lideri olarak seçtiler. İsyanın ilk kıvılcımı Rumeli Konağı’nda başladı. Hedef Nizam-ı Cedid ve diğer ıslahatlardı. Oradan Büyükdere Çayırı’na ve payitahta katlana katlana geldi. Olayın mahiyeti ilk günler padişahtan saklanarak, büyümesine destek verildi. İsyanı, halktan çapulcu ve cahiller ile ordudan yeniçeriler yağma için, ulema ve devlet erkânı ise şahsi menfaatleri için desteklediler. Nihayet isyancılar, Et Meydanı’ndan At Meydanı’na geçerek, Kabakçı Mustafa başkanlığında ve bir kısım ulemanın danışmanlığında karargâh kurdular. III. Selim’le yapılan pazarlıklar sürecinde 6 gün boyunca kelle aldılar.

Şeyhülislam ve kaymakam tarafından kellesi alınacakların listesi bir defter halinde Kabakçı Mustafa’ya verilmişti. Kabakçı idamlarını buna göre yapıyordu. Bu esnada “başı şallı bir kimse” Kabakçı’ya Yahudi ve Ermeni esnaflardan oluşan bir idamlık listesi verdi. Amacı bu karambolde her nedense husumet duyduğu kimseleri idam ettirmekti. Fakat Kabakçı temkinli davranıp defterine bakınca, verilen isimleri bulamadı. Bunun üzerine yanındaki Yeniçeri kâtiplerinden Ali Efendi’ye “Ne yapalım bunları?” diye sordu, Ali Efendi de tanıdığı bu isimler için, “Bunlar herkesin işine yarayan günahsız tüccarlardır” deyince Kabakçı listeyi vereni yanından kovdu. Kabakçı’ya göre isyanda adam asmanın da bir hukuku vardır(!)

III. Selim tahtını ve vatanını kurtarmak için hiçbir kuvvete teşebbüs etmeyerek, atalarının aksine acziyetine teslim oldu. Tahtını IV. Mustafa’ya devretti ve başlattığı ıslahatları kaldırarak, yeniden saray odasında inzivaya çekildi. Tek tepkisi onu boğmaya gelen cellâtlara karşı canını kurtarmak için gösterdiği direnç oldu (29 Mayıs 1808). İsyanın ardından Boğazlar Komutanlığı görevine gelen Kabakçı, Rusçuk’tan İstanbul’a gelerek, III. Selim’i tekrar padişah yapmak isteyen Alemdar Mustafa Paşa’nın askerleri tarafından gece Boğaz’daki evinde basılmak suretiyle öldürüldü (12 Ağustos 1808).

95

Page 97: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Tarihin Tebessümü

96

ZAMANINDA ANLAŞILMAK

1870 yılına gelindiğinde dünyadaki sömürgeleriyle ilgilendiğinden, Avrupa’da Alman Prensliklerinin birleşerek bir devlet oluşmasına mani olamayan İngiltere, Fransız-Alman Savaşı’nı Almanya’nın kazanmasıyla, Avrupa’da kuvvetler dengesinin değiştiğini gördü. Böylece dünya sömürgeciliğinde başı çeken İngiltere, Fransa ve Rusya’nın yanında Osmanlı toprakları üzerinde sömürge emellerine kapılan Almanya da yer almış oldu. Bu tarihe kadar, Fransa’dan çekindiği için dünyadaki sömürgelerine zarar gelmesinden korkan İngiltere, dünya siyasi dengesinde önemli bir yerde duran Osmanlı Devleti’ne karşı menfaati gereği hep korumacı politikalardan yana oldu. Hatta 9 Ocak 1853’de Çar Nikolay, St. Petersburg’da İngiliz Büyükelçisi Lord Saymaur, Osmanlı Devleti’nin yakında ölecek bir “Hasta Adam” olduğunu ifade ederek; bu devletin topraklarının paylaşımını daha sonra bir memorandumla İngiltere’ye bildirdiğinde, Parlmeston politikasıyla yönetilen İngiltere dışişleri, Osmanlı Devleti’nin yaşamaya olan gücüne güvendiğini ve bu devletin yıkılmasını çabuklaştıracak bir eylemin içinde olmayacağını belirtmişti.

Page 98: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Osmanlı toprakları üzerinde hak iddia eden Fransa’nın yenilgisiyle rahatlayan İngil-tere, bundan sonrası için Rusya’ya yaklaşmaya başladı. Siyasi manevralarla Rusya’yı Osmanlı’ya saldırttıktan sonra korumacı pozisyonla ortaya çıkıp, bunun karşılığında tek kurşun atmadan Osmanlı topraklarından pay almaya başladı. Örneğin 1877-78 Osmanlı Rus Savaşı’nın sonunda Kıbrıs’ı bir nevi arabulucu payı olarak alması gibi. II. Abdülhamit tahta çıktığında İngiltere’ye karşı ülkesini hem savunmak hem de ondan yardım istemek gibi bir ikilem içinde kalmıştı.

Batılılar bir yandan Tanzimat Fermanı’ndan mülhem reformları Osmanlı Devleti’ne dayatırken, diğer yandan yüksek faizli borç, ticaret antlaşmaları ve savaşlarla Türkiye’nin kalkınmasını engellemeye çalışıyorlardı. Dış politikada İngiltere, Rusya, Fransa ve Almanya başta olmak üzere pek çok emperyalist devletlere karşı Osmanlı’nın, toprak ve insan bütünlüğünü korumaya çalışan Sultan II. Abdülhamit, içeride de her biri bir emperyalist devletin dostu olan, bürokrat, aydın ve ayrımcı cemaatlerle uğraşmak zorundaydı.

Ülkeyi, devleti ve milleti emperyalistlere ve onlar tarafından kullanıldıklarının farkında olmayan bürokrat ve aydınlara karşı korumak ve kalkındırmak isteyen Sultan II. Abdülhamit’in amacı, bir yandan toplumu maddi bakımdan modernleştirmek suretiyle güçlendirmek, diğer yandan Müslümanları Avrupa destekli ayrılıkçı akımlara rağmen, Osmanlı Devleti’nde birlik ve beraberlik içinde yaşatmaktı.

Bu dönemde, orta sınıfın (Müslim-Gayri Müslim) serbest teşebbüsünde, yabancı yatırımın gelişmesinde, devlet topraklarının özelleştirilmesinde, bürokrasinin profesyonelleşmesinde ve büyümesinde, ordunun modernleşmesinde ve subay sayısının hızla artmasında, ulaşım (demiryolu) ve iletişimde (telgraf) sağlıkta, tarım ve hayvancılıkta Osmanlı tarihinde eşine rastlanmamış büyük gelişmeler gerçekleşti. Tarihin hiçbir döneminde Osmanlı toplumu bu denli bir değişim yaşamamıştı. Bu dönemde kapitalist sistem pekişti, sivil toplum ortaya çıktı, İslami kimlik ve kültürü, Türk kimlik ve kültürüne dönüştü, dış politika güçlendi. Sultan, hilafet aracılığıyla İslami siyasi bir ideolojik güç olarak hem iç hem de dış politikada kullandı.

William Gladstone 1880’de İngiltere’ye başbakan olduktan sonra, Osmanlı’yı parçalamak için bir araya gelen İngilizleri ve Fransızları, bir halife olarak cihad çağrısında bulunmakla tehdit ederek, bu emellerini durdurdu. Sultan II. Abdülhamit pek çok muhalif aydını destekledi, modern bir Osmanlı kültür ve sanatının gelişmesine zemin hazırladı. Modern Türkiye Cumhuriyeti’nin tohumunu oluşturan fikirler ve kurumlar da onun döneminde yeşerdi. Bu anlamda pek çok reformun mimarı oldu.

33 sene klasik Osmanlı’dan modern bir ülke çıkarmak için adeta tek başına çırpındı. Mücadele ettiği büyük cephenin karşısında tek başına kaldığı için gösterdiği bir takım insani zaafları dikkate alınmazsa Osmanlı’nın en siyasi padişahlarından biri olduğu söylenebilir.

Fakat dış düşmanları onu iyi anladığı halde, “Batı hastalığına yakalanmış” olan entelektüellerimiz onu anlayamadı. Anlayanlar da Filozof Rıza Tevfik gibi;

“Tarihler ismini andığı zamanSana hak verecek ey koca Sultan;Bizdik utanmadan iftira atanAsrın en siyasi Padişahına” diyecek ve iş işten geçtikten sonra anlamış olacaktı.

97

Page 99: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Tarihin Tebessümü

98

MUHTERİSAnadolu Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubat, Kayseri’de öldüğünde

II. Gıyasettin Keyhüsrev, Keykubadiye’de diğer oğulları İzzeddin Kılıç Aslan ve Rükneddin Kayseri’de idi. Alaettin Keykubat, ölmeden önce düzenlenen bir bayram merasiminde veliaht olarak Kılıç Arslan’ı göstermiş olsa da; ölümünden iki gün sonra naaşı henüz Konya’daki ecdat türbesine defnedilmek üzere yola çıkmadan oğulları arasında tahta çıkma yarışı başladı.

Bu mücadelenin sonunda aralarında Saadettin Köpeğin de bulunduğu taraftarları Gısasettin Keyhüsrev’i tahta çıkarmayı başardılar. Bey iken Alaettin Keykubat Dönemi’nde Selçuklu Devleti’nin hizmetine giren, Eyyubilere karşı girişilen bir savaşta gösterdiği başarılarla birlikte kısa zamanda devlet kademesinde önemli mevkilere yükselmeyi başaran Saadettin Köpek, aynı zamanda mimar ve nakkaşlık gibi meslekleri olan yetenekli bir devlet adamıydı.

Ayrıca zekâsı ve yetenekleri kadar hasetçi ve ihtiraslı biriydi. İhtirasları onu devlet içinde entrikaya, fesada sürüklemiş, pek çok fitnenin mimarı olmuştu. Bununla birlikte fakiri gözeten, mazluma yardım eden, halka karşı iyi muamelede bulunan, zalimi cezalandıran, adalette zengin fakir, yabancı yakın arasında fark gözetmeyen biri idi. Bu özelliklerinin yanı sıra bayındırlık işlerine meraklı olduğundan Konya yakınlarında halk dilinde kendi adıyla “zazadin” diye anılan bir de kervansaray yaptırmıştı.

Page 100: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Sultanı ve saltanatı koruyan biri olduğunu Gıyaseddin Keyhisrev’e inandıran Saadettin Köpek, onun güvenini kazanınca baş veziri oldu. Entrikacı, müfsit ve muhteris biri olan Köpek, hayallerine engel olabilecek başta saltanat varisleri olmak üzere, pek çok devlet adamı ve komutanlarla Sultan Gıyasettin Keyhüsrev arasında fitne çıkararak, bazen birbirine kırdırarak, bazen de iftiralarla suçlayarak infazlarını ya hapiste ya da bir şekilde öldürterek gerçekleştirdi. Öyle ki devletin komuta kademesinde gerçekleştirdiği kıyımlar Anadolu Selçuklularını Moğol orduları karşısında güçsüz bırakmasına neden oldu.

Sadettin Köpek devlet bünyesinde açtığı bu yaralardan dolayı hakkında konuşulan dedikoduları bastırmak için de bir yandan bütün bu olup bitenlerin Sultan Gıyasettin’in onayı ile olduğunu halk arasında yaymaya çalışıyordu.

Diğer yandan da devletin ve ülkenin başarısı için çalıştığını göstermek için bir zafere ihtiyacı olduğunu hissediyordu. Bu arzusunu yerine getirmek için Konya’dan yola çıkarak, o dönemde devlet gücü çok zayıflamış olan Eyyubilerin Sumeysat Kalesi’ni ordusuyla kuşattı. Kaleyi teslim aldıktan sonra civarındaki birkaç kaleyi de Anadolu Selçuklu Devleti sınırlarına katarak, büyük bir zafer edasıyla geri döndü. Artık hem halkın hem de devletin nezdinde, sultandan sonra tek adam oldu. Gönlünde yanan arzu sultan olmaktı. Ancak II. Gıyasettin Keyhüsrev’i öldürtse bile sultanın soyundan gelmediği için Anadolu Selçuklu Devleti’nin başına geçemezdi. Çünkü devrin siyasi meşruiyet yasası buna izin vermezdi.

Hileleri tükenmeyen Sadettin Köpek’in bu engeli aşmak için de bir planı vardı. Kendisinin de bir hanedan mensubu olduğunu yayacaktı. Güya Sadettin Köpek’in annesi Şehnaz Hatun Konya’nın zengin ve asil ailelerinin bir kızı iken nasıl olmuşsa I. Gıyasettin Keyhüsrev kendisine düşkün olmuştu. Derken bu güzel kızı bir gün saraya götürüp hamile bırakmıştı. Olaydan sonra evine dönen Şehnaz Hanımın macerasını sadece annesi biliyormuş. Aradan iki ay geçtikten sonra Şehnaz Hanım dengi birisiyle evlenmiş ve zeki bir kadın olduğu için bakire olmadığının anlaşılmasını engellemiş. Evlendikten sonra yedi ay geçince Köpek Saadettin dünyaya gelmiş. Saadettin Köpek bu kurmacaya dayanarak “Ben yedi ay sonra dünyaya geldim” diyerek saltanat varisi olduğunu etrafına yaymaya başlamış. Ayrıca Selçuklu sancağını değiştireceğini ve Abbasilerin hilafetini tanımayacağını tekrarlayıp durmuş. Niyeti ayan beyan olan Saadettin Köpek’in bu ihtirası sultanı harekete geçmek mecburiyetinde bıraktı.

Bunun üzerine Saadettin Köpek’in halli görevini Sivas Subaşısı Hüsameddin Karaca’ya özel bir ulakla bildirdi. Hüsamettin Karaca da kurduğu özel ilişki sonucunda bir yemek davetinde Saadettin Köpek’in infazını gerçekleştirerek, Selçuklu Devleti’ni bir büyük beladan kurtardı (1238).

99

Page 101: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Tarihin Tebessümü

100

HİPPOKRATES’İN HASTASI

DEMOKRİTOS

Page 102: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Hippokrates M.Ö. 460 yılında İstanköy adasında ünlü bir hekim ailesinin ferdi olarak dünyaya geldi. Ailesinin zengin imkânları sayesinde iyi bir eğitim aldı ve zekâsıyla kısa zamanda ünlü oldu. O zamanlar bu adada ve hemen karşısındaki Datça, Reşadiye (Knidos) Yarımadası’nda tıp okulları vardı. Hippokrates zamanla bu iki okulun da en etkili ismi oldu. Öyle ki buradan yayılan tıbbi bilgiler onun onayından geçti. Çıktığı seyahatlerden (araştırma gezilerinden) dolayı ünü Trakya, Marmara Denizi kıyıları, Taşoz Adası ve Atina’da yayıldı. Yüz yaşına kadar yaşayan Hippokrates, oğullarını ve damatlarını da hekim olarak yetiştirdi.

O zamandan günümüze aktarılan portresi; bilgin, iyi bir gözlemci, hastalara karşı mer-hametli, sabırlı, bildiklerini başkalarına öğretmeye hevesli, ağır başlı, ihtiraslarına hâkim ve vicdanı temiz bir kişiliği içerir. Hippokrates’in günümüze intikal eden en önemli özelliği bilimsel buluşlarından ziyade onun o dönem tıpta uyguladığı gözlem ve deneye dayanan metoduydu. Metodu ve tıp mesleğine kazandırdığı özellikleri, kendisinden sonra onun tıb-bın babası sayılmasına ve uyguladığı ilkelerin de bir tıp yemini olarak kabul edilmesine yol açtı. Hippokrates’in, hayata mitos anlayışıyla bakan, olayların sebep-sonuç ilişkilerini irdelemeyen, sonuçları bir takım tanrıların takdiri ile izah eden bir dinin ve onun oluştur-duğu kültür ortamında; böyle bir çıkış yapmış olması tıp için çok önemli bir olaydı. Örneğin sara hastalığının tanrısal, kutsal bir hastalık olduğuna inanılan bir dönemde Hippokrates hastalığın tanrısallığından başka bir sebebe dayandığını tespit etmişti.

Çok tanrılı bir dinin hâkim olduğu eski Yunan’da akıl-din çelişkileri de çoktu. Hippokrates’in çağdaşı olan ünlü atomcu Demokritos (doğum tarihi M.Ö. 470) Taşoz Adası’nın karşısında Abdera’da çok zengin bir babanın çocuğu olarak dünyaya geldi. Atomculuk felsefi okulunu Leukippos ile birlikte kurmuş ve o dönemin çok tanrılı inancına ters düşmüştür. Bu gün materyalist diyebileceğimiz bir düşünce sistemine sahip olmuş olan Demokritos bir farkla ruhun varlığını inkâr etmemiş, onu da bir nevi atom bileşmesi olarak kabul etmişti. Onun bu ekolü deneyci metodun başlangıcı idi. Demokritos’un atomculuğu ve matematikçiliği Francis Bacon’a göre onu Aristo’dan daha bilimsel bir konuma çıkarmıştır. Haris ve didişken bir insan olmayan Demokritos Atina’da bulunduğu sırada çağdaşları olan ne Sokrates ne Eflatun ile temas etmemiştir. Zira ona göre tartışma ve çekişme ile insan bir şey öğrenemezdi. Eflatun kendisinden çok istifade ettiği halde ondan hiç bahsetmemiş, hatta rivayet edildiğine göre kıskandığı için eserlerini satın alıp yakmaya bile teşebbüs etmişti.

Materyalistlerin piri olan Demokritos, tabiatı ve olaylarının izahını atomlara ve atomların hareketlerine bağlamış, hurafelere konu olan ruhları ve tanrıların ölümsüzlüğünü reddet-mişti. Sadece bir evrensel ruhun varlığını kabul etmişti.

Hippokrates’in çağdaşı ve hemşehrisi olan Demokritos’un açıklamalarından ve hallerin-den memnun olmayan halk, akıl hastası diye onu ünlü hekim Hippokrates’e muayene etmesi hususunda ricada bulunmuşlar. Hippokrates de onu muayene etmiş ve şu tanıyı koymuştu; kendisinin akıl hastası değil, büyük bir bilge olduğunu söylemiş. Daha sonra da onunla dost olmuştur.

101

Page 103: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Tarihin Tebessümü

102

İNSANOĞLU ÇOK

DEĞİŞMEMİŞ

Page 104: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Nuh tufanından sonra Mezopotamya, Mısır, Hindistan ve Çin’de yerleşik hayat yeniden başladı. Mısır’ın dışındaki diğer şehir devletlerini aynı zamanda din önderi olan krallar yönetirken, Mısır’ı “Tanrı Krallar” (firavunlar) yönetiyordu. Bu firavunlardan II. Thutmose 14 yıl eski Mısır’ı yönettikten sonra 3497 yıl evvel ölmüştür. Mumyası Kahire Müzesi’nde sergilenmektedir.

II. Thutmose’ın vezirine öğütleri şöyle idi:-Hiçbir topluluğun kölesi olmadan vezirliğini yap.-Her şeyi yasasına göre, herkese hakkını vererek yap.-Halkın makama karşı saygı duymasını sağla.-Devletin otoritesini hakkıyla temsil et. Zira devlet otoritesini temsil etmeyen amirler

yönetici sayılmazlar.II. Thutmose Dönemi’nin Ptoh-Hotep adlı yüksek düzeyli bir yöneticisi de başarı

kazanmak ve yükselebilmek için genç memurlara şöyle öğüt vermiştir:-Senden büyük birisinde iyi izlenim bırakmak için, konuşurken hep yüzüne bak, ne

söylerse kabul et, o gülünce sen de gül.-Halk arasında kendini köylü takımı gibi yap, önder durumundaysan planlarını

buyruklar biçiminde sun. Yine bu dönemde Khati, üst düzeydeki yöneticilere öğüt verir.-Ağlayanın yasını dindir.-Kimseyi babasının mülkünden sürme.-Prensleri kalıtsal memurluklarından etme.-Makam sahibinin oğlu ile halktan birinin oğluna davranırken ayrım yapma.-Prensleri yüceltirsen onlar da senin yasalarını, buyruklarını uygular ve sürdürürler.Yine bu dönem Mısır’da pazara getirdiği malına (her ne sebeptense) el koyulan bir

çiftçinin şehrin yerel yöneticisine yazdığı dilekçede “Sen öksüzlerin babası, dulların kocası, anaların koruyucususun. Büyük yönetici efendim, sen ülkenle birlikte göğün de efendisisin. İnsanların bütün malları senin. Sen davaları dinlemek, davalılar arasında yargı vermek, hırsızları yargılamak için atandın. Adalet ebedidir… Yakarışımı duy, adaleti yerine getir” der.

Bu dilekçe yerel yöneticinin çok hoşuna gider. Firavun’un da beğeneceğini düşünerek dilekçeyi kendisine gönderir. Firavun da dilekçeyi pek beğenir ve onu papirüse yazdırarak, bir belge olarak arşivletir. Anlaşıldığı gibi insanoğlu çok değişmemiş…

103

Page 105: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Tarihin Tebessümü

104

UYGARLIK GÖTÜRMEK

Page 106: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Batı, tarih boyunca gururu ve kibiriyle kendini hep diğer toplumlar karşısında üstün görmüştür. Kendinden olmayanı aşağılamış, hatta onlara “barbar” demiştir. Hal böyle olunca dinleri ne olursa olsun Doğu’yu temsil edenle Batı’yı temsil eden kültürler arasın-da çatışmalar sürüp gitmiştir.

İlk olarak Pers İmparatoru Büyük Dairus (M.Ö. 552-485) batı Anadolu’da o zaman ki devleti İyonya’da çıkan isyanı bastırmak üzere Batı’ya bir sefer düzenler. Boğaz’ı geçtik-ten sonra (M.Ö. 512) umulmadık bir şekilde Yunan şehir devletlerinin direnişi ile karşılaşır. İskitleri kuzey bozkırlarına doğru kovalasa da yeterince lojistik sağlayamadığı için Trakya ve Makedonya’yı işgalden başka bir başarı elde edemeyip, geri döner.

Bundan 178 yıl sonra M.Ö. 334’te Büyük İskender büyük bir ordu ile Doğu’yu işgale çıkar. Gaye barbar Doğu’ya uygarlık götürmektir. Güya Helen Uygarlığı Doğu’ya taşınarak, bir senteze (birleşim) varılacaktı. Fakat uygulama çok farklı oldu. İskender donanımı yük-sek, iyi eğitimli ordusuyla geçtiği her yeri yakıp yıktı. Oluk gibi kanlar akıttı. İran’ı, güney Hindistan’ı zapt edip, Mezopotamya’nın Babil şehrinde öldü. Zapt ettiği ülkeleri, komu-tanları arasında bölüştürdü. Helenizm talan etme palavrası, bir algı yönetiminden baş-ka bir şey değildi. Zaten kısa sürede bu ülkedeler tekrar bağımsızlıklarına kavuşarak, İskender belasından kurtuldular. Fakat belanın ancak bir safhası kapanmıştı, tarih tekerrür (yinelemeye) etmeye devam ediyordu. Bu seferde boşluğu Roma İmparatorluğu doldurma-ya başladı. Aradan yüzyıllar geçti, Batı bir Doğu dini olan Hıristiyanlığı kabul etti. Bu din sayesinde Avrupa değişti. Bu sefer yine yeni haliyle Doğu’ya uygarlık (!) getirilmesi gereki-yordu. Bu amaçla en az dört Haçlı seferi düzenlendi. Yüz binlerce Müslüman kanı akıtıldı. Yetmedi Osmanlıyı Avrupa’dan atmak için yapılan pek çok savaştan sonra tekrar Doğu’ya uygarlık götürmek için “yedi düvelle” Çanakkale Boğazı’na dayandılar.

Yetmedi bugün de “yedi düvelin” destekledikleri terör örgütleri açık veya kapalı çok sayı-da savaş araçlarıyla birden fazla cepheden saldırıyorlar. Çünkü Batı insanının genlerinde devlet kuranın meşruluğu gücündedir. St. Augustinus’un Tanrı Devleti kitabında bir hikâye anlatılır. Hikâyeye göre Büyük İskender Dönemi’nde bir korsan yakalanarak İskender’in huzuruna getirilir. Büyük İskender korsana; “Niçin denizi kötü amaçlar için tutuyorsun?” diye sorar. Korsan “Ya sen, niçin bütün dünyayı eline geçiriyorsun? Ben bu işi küçük bir gemi ile yaptığım için, bana haydut deniyor; sen aynı işi büyük bir filoyla yapınca imparator diye anılıyorsun” diye cevap verir. Görünen o ki zaman, din değişmiş ama Batı’nın huyu değişmemiştir. Uygarlık; gücü değil, hakkı üstün tutmaktır.

Kaynak: Şenel Alâeddin, Siyasal Düşünme Tarihi 1991. Ankara / Varsa Yayınları - Syf. 314

105

Page 107: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Tarihin Tebessümü

106

ANAKSAGORAS

Page 108: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Anaksagoras (M.Ö. 500-428), Sokrat’tan önce yaşamış en önemli düşünürlerdendir. İzmir’in Urla kazası yakınlarındaki Klazomenai şehrinde, asil ve zengin bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Bütün servetini ve zamanını bilime harcadı. Bu ideal uğruna Atina’ya ilk yerleşen düşünür oldu. Orada çok iyi karşılandı ve daha sonra öğrencisi ve dostu olacak olan Atina şehrinin reformist sosyal demokrat devlet başkanı Perikles (M.Ö. 495-429) ile tanıştı. O çağda Atinalılar çok tanrılı dine inanırlardı. Bu tanrıların bir kısmı da yıldızlardı. Anaksagoras, çalışmalarında deneyciliğe önem veren bir düşünürdü. M.Ö. 468 yılında düşen bir gök taşını incelemiş ve onun ilk halinin kızgın bir taş kitlesi olduğu kanaatine varmıştı.

Daha sonra ay ve güneş tutulmasını incelemiş, yıldızlar ve gök cisimlerin dünya ile benzer taş ve topraktan oluştuklarını, ancak güneş ve yıldızların bu türün yanmakta olan bir çeşidi olduğunu iddia etti. Bunu duyan Yunanlılar, bu iddiayı Tanrılarına bir hakaret kabul edip, Anaksagoras’ı mahkemeye şikâyet ettiler. Ancak dostu Perikles araya girerek, hocasını kurtardı. Ardından bir müddet geçtikten sonra bir gün, bir Atinalı tek boynuzlu bir keçiyi, Perikles’in huzuruna getirdi. O zamanki inançlara göre tek boynuzlu keçinin “dini ve sihri” bir takım anlamlarının olması gerekiyordu.

O sırada orada Anaksagoras ile bir de rahip bulunuyordu. Rahip, Perikles huzurunda tek boynuzlu keçi hakkında siyasi ve toplumsal anlamda olumsuz sayılabilecek kanaatlerini açıklayınca; Anaksagoras dayanamayıp, bu açıklamanın batıl olduğunu, keçinin tek boynuzlu olmasının nedeninin hayvanın başındaki kemikler büyürken dolanarak tek boynuz halinde çıkması olduğunu söyleyip, bunu da hayvanın başını yararak ispatlayınca oradakiler, Anaksagoras’ı alkışladılar. Ancak rahip fena bozuldu. Mistik ve dini gücünü kullanarak halkı Anaksagoras’a karşı kışkırttı. Bunun üzerine Anaksagoras, Atina’dan Lapseki’ye göç etmek zorunda kaldı. Orada yine öğretimine devam etti. M.Ö. 428’de öldü. Öğrencileri onu çok severdi ve öldükten sonra bir heykelini yaparak, onu her yıl anmaya başladılar.

107

Page 109: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Tarihin Tebessümü

108

ROBERT GROSSETESTE’NİN

ÖĞRENCİSİ OLDUĞU SÖYLENEN

ROGER BACON (1214-1294)Roger Bacon; çağdaşları tarafından “Doktor Mirabilis” (Muhteşem Doktor)

olarak anılan, ünlü İngiliz din ve bilim insanıdır. Oxford’da doğan Bacon, kilisenin eğitim sisteminde yetişmiş, önce Fransiskan (bir Hıristiyan mezhebi) keşişi olmuştur. Papazlık rütbesine yükselen Bacon daha sonra eğitimini Oxford ve Paris üniversitelerinde sürdürmüştür. Yaşadığı dönemde skolastizm (ilahiyata dayalı ve onunla sınırlı bir felsefe) zirve yapmış olmasına rağmen o matematiğe ve astronomiye, fiziğe ve fiziğin ışık bahsine ilgi duymuş, matematiği bütün bilimlerin ortak dili ve esası olarak kabul etmiş, ilimde deneyci ve gözlemci metotlara önem vererek, pozitif bilimlerin önünü açmıştır. Işık, gökkuşağı ve mercekler konusunda incelemelerde bulunmuş, gece gökyüzünde neden ışık olmadığını araştırmıştır.

Page 110: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Dünyanın yuvarlak olduğunu ispata çalışmış ve sürekli Batı’ya gidildiği takdirde Doğu’ya ulaşılabileceğini açıklamıştır. Basit bir kimya laboratuarı kurarak, kapalı kapta ateşlenen barutun gücünü keşfetmiştir.

Bu başarılı çalışmalardan sonra akla gelen soru şudur:Bütün kıta Avrupası skolâstiğin hâkimiyetinde iken, Roger Bacon papaz kimliğiyle

kiliseye ve çağının Avrupa’sına ters düşen bu bilgilere nasıl ulaşıyordu? Onun şu açıklaması bize yardımcı olacak niteliktedir. Ona göre Müslüman bilgin İbn-i Sina (980-1037), Aristotales’ten sonraki en büyük filozoftur. O yıllarda Arapça’dan Avrupa dillerine tercüme edilen İbn-i Sina’nın eserlerinden deney ve gözlemciliği, Cabir bin el- Hayyan-ül- Esdi (721-815) ve Ebu Cafer Muhammed bin Musa el- Harezmî (780-850) ve Ebulvefa- el Burcani (940-998) den kimya ve matematiği öğrenen Roger Bacon, Aquinas’lı Thomas’ın Aristo felsefesini Hıristiyan ilahiyatına göre yeniden yorumlayarak, Avrupa zihnine ördüğü skolâstik duvarı aşmaya teşebbüs eden ilk aydın olmuştur. Onun gayesi Hıristiyanlığı eleştirmek veya dinsizliği savunmak değildi. O tam aksine Hıristiyanlığın gelişmesi ve kilisenin kuvvetlendirilmesi gerektiğini savunuyordu.

Ancak bunu yaparken gerçeklerin inkâr edilemeyeceğini, gerçeğe de deney ve gözlemle varılabileceğini açıklıyordu. Ona göre felsefenin görevi, insanı Tanrı bilgisine götürmek ve onun hizmetine koşmak olmalıdır. Roger Bacon, Rönesans için erken açan bir çiçekti. Müslüman entellektüellerinden devşirdiği bilgiler başına işler açmış; sürgün, meslekten ve kitap yazmaktan men edilme, hatta 14 yıl hapis yatmasına neden olmuştur.

Ancak devşirmeci davranarak, kendisini üne kavuşturan bu çığır açıcı bilgilerin kaynağını belirtmemiştir. Oxford Üniversitesi’nde öğretim görevlisi iken bir gün üniversitede deney yapmaya kalkışınca ortalık karışmıştır.

Bütün Oxford hocaları öğrencileriyle birlikte ayaklanmışlardı. Papazlar, keşişiler, öğrenciler Oxford’un sokaklarında Roger Bacon’un aleyhinde cübbelerini sallaya sallaya, “gebersin sihirbaz” haykırışlarıyla dolaştılar. Bu öğrenci ve hoca topluluğunun tepkileri Oxford’un sakin ve ağırbaşlı öğrenci yerleşkelerini ve dershanelerini bir kasırga gibi sarsmıştı. Roger Bacon Arapça eserlere verdiği değerden dolayı yeni bir suçlamayla karşı karşıya kaldı. Ona karşı olanlar onun bu tutumundan dolayı onu sokaklarda “Müslüman oldu” diye bağırarak suçluyorlardı. Tıpkı İslam ülkelerinde doğal ilimlerle uğraşanların düşündüklerini açıkladıklarında “gâvur oldu” diye suçlanmaları gibi.

Karanlık Avrupa’yı o dönemde Roger Bacon’un penceresinden aydınlatan ışık Doğu’dan (İslam Âlemi’nden) geliyordu. Ne yazık ki bu ışık skolastizim etkisinde kalan karanlık Avrupa’yı aydınlatırken, kendi üstüne çöken skolastizmin karanlığıyla soluyordu.

109

Page 111: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Tarihin Tebessümü

110

BEŞTEN BÜYÜK DÜNYA

Avrupa tarihinde 30 yıl süren savaşlar bir Protestan - Katolik Savaşı olarak görünse de aslında katılan çoğu devletlerin amaçları bakımından siyasi idi. Bu savaşların sonucunda Almanya Katolik, Protestan ve Kalvenizm dinlerini kabul edip, 300 prensliğe ayrılırken, Fransa mutlakıyet yönetiminde merkezi idaresini kurdu. Kutsal Roma - Germen İmparatorluğu ise dağıldı. Bu savaşın sonunda varılan Vestefalya Antlaşması ile kilisenin devlet egemenliği üzerindeki etkisi kaldırıldı. Toplumu bir arada tutan bağın din değil menfaat birliği, toplumu karakterize eden faktörün de ulus bilinci olduğu kabul edildi. Böylece dinin devlet üzerindeki etkisi kırılarak, devletin temel özelliklerinden olan egemenliğin kısmi de olsa başka bir vesayetçi yapıya devredilemez kurumsal bir nitelik olduğu anlaşıldı. Bu antlaşma devletler tarihinde Orta Çağ’dan modern çağa geçişin tarihi olarak kabul edildi. Vestefalya Antlaşması modern devletin doğuş tarihidir. Bu antlaşmadan sonra devletler kendi egemenlikleri üzerinde başka bir gücü tanımama hakkını elde ettiler. Bu egemenlik hakkı siyaset bilimine devletin temel bir özelliği olarak girdi. 1648’den sonra gel zaman git zaman Avrupa’da pek çok ekonomik, sosyal ve siyasi gelişmeler meydana geldi. Menfaati esas alan bu dünya görüşünde sanayi devrimi (üretim teknolojileri ve ilişkileri) dini değerler yerine sosyal yapıyı ve siyasi ideolojiyi belirlemeye başladı. Yeni teknolojiler, üretim ve tüketimde yeni düşünceleri, yeni düşünceler yeni davranışları ve alışkanlıkları, bunlar da yeni yaşam biçimlerini getirdi.

Page 112: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Böylece biriken nicel değişimler nitel değişimlere evrildi ve bu büyük dönüşüm süreci içerisinde 1789 Fransız Devrimi, ardından I. Dünya Savaşı meydana geldi.

Bu olayların sonucunda çok kan döküldü, büyük kayıplar ve acılar yaşandı. Dünya siyasi haritası değişti. Bunun üzerine ABD Başkanı Woodrow Wilson dünya barışının kalıcı hale gelmesi için tarihe “Wilson İlkeleri” diye geçen bir metin kaleme aldı. “Barış Cemiyeti”ne dönüştürmek istediği bu metnin büyük güçler tarafından da desteklenmesini istedi. Dünya devletleri arasında herhangi bir anlaşmazlık olduğunda bu sorunu gidermek üzere görevlendirilen bu oluşum, Milletler Cemiyeti adı altında 1919’da Paris’te Versay Antlaşması ile somut hale geldi. ABD’nin ve Rusya’nın alınmadığı bu cemiyetin başını İngiltere, Fransa ve Almanya devletleri çekti. Çok geçmeden Milletler Cemiyeti’nin, büyük devletlerin çıkarlarına hizmet eden bir kuruma dönüşmesi sonucunda Almanya Versay Antlaşması’nı tanımadığını ilan ederek, II. Dünya Savaşı’nı başlattı.

Böylece Milletler Cemiyeti bekleneni yapamadığından ortadan kalktı ve yerine 1945’te Birleşmiş Milletler kuruldu. Bu gün 195 üyesi olan bu kurumun Güvenlik Konseyi’nde veto hakkı bulunan ABD, Rusya, Fransa, İngiltere ve Çin olmak üzere beş daimi üyesi var. Bu konsey; hukuka uygun olmayan adaletsiz yapısı ve uygulamasıyla beş daimi üyenin menfaatlerini koruması ve dünyada kan ve gözyaşının akışına engel olamaması bakımından Milletler Cemiyeti’ni andırır.

Vestefalya Antlaşması, kilisenin (dinin) devlet egemenliği üzerindeki etkisini kaldırmış ancak yerine, BM Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesinin dolaylı etkisi gelmiştir. Şöyle ki; BM üyeleri üç kategoriye ayrılmaktadır. Birinci kategoride egemen ve eşit devletler vardır. Bunlar küçük ve orta boy devletlerdir. Sayıları 180 civarındadır. İkinci kategoridekiler sayıları sekiz ile on arasında olan kapitalist-endüstriyel devletlerdir. Beş büyükler olarak bilinen üçüncü kategoridekiler, ikinci gruptakilere göre imtiyazlı konumda olan Amerika, İngiltere, Rusya, Çin ve Fransa’dır.

Bu beş büyükler de kendi aralarında iki gruba ayrılır. Bunlardan biri nükleer silahları olanlar ve bu silahları meşru müdafaada kullanma hakkına sahip olanlar. Aynı grup ülkelerin dünya ekonomisini yöneten G7/8 ülkeleri de olma gibi bir özellikleri daha var. BM Güvenlik Konseyi’nde veto yetkisine sahip olan bu ülkeler, bu yetkilerini süper güçlerini ve müttefiklerinin kendi güçlerini iradeleri doğrultusunda kullanabiliyorlar. (Köni Hasan, Kaos

Batı Hâkimiyetinin Çöküşü, Wizart Yayınları, 3. baskı, İstanbul 2016) Anlaşıldığı gibi 1648 Vestefalya Anlaşması’nda modern ulus devleti oluşurken kiliseye karşı kazanılan egemenlik, “Beş Büyükler” karşısında kaybedilmiştir. Beş Büyükler sahip oldukları çeşitli argümanlarla devletlerin iç işlerine karışarak egemenliklerini etki altında tutabilmektedirler. Değişmeyen gerçek ise 1648 öncesi devletlerin egemenliğine etki eden kilisenin yerini şimdi “Beş Büyükler”in almış olmasıdır. 21. yüzyılda devletler arası ilişkilerde hukukun yerine hala gücün belirleyici unsur olması, sayısal olarak beşten büyük olan dünyayı, nitelik olarak yetersiz kaldığından güce boyun eğmeye zorlamıştır.

111

Page 113: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Tarihin Tebessümü

112

AYASOFYA’NIN AÇILIŞI (27 ARALIK 537)

Page 114: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

İmparator Konstantin, 11 Mayıs 330’da büyük bir törenle Konstantinapol’ü Doğu Roma’nın başkenti olarak açtığında; her şeyiyle Roma şehrine benzettiği Konstanti-nopol’ün önemli bir eksikliği olduğunun henüz farkında değildi.

Roma İmparatorluğu iktisadi gücü bakımından büyük ölçüde köle emeğinin ürettiği artı değere dayanan bir imparatorluktu. Zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri olmayan köleler arasında, -hiç değilse öbür dünyada cennet vaat eden- Hristiyanlık hızla yayılmaya başlamıştı. Çok tanrılı bir inanç sistemini benimseyen Roma İmparatorluğu, başlangıçta Hıristiyanlara karşı çok sert katliamlara girişmişse de, tebaasının büyük bir ekseriyetini teşkil eden Hıristiyan köleleri, daha kolay yönetmek için Hıristiyanlığı kabul etmek zorunda kalmıştı. Akıllı bir hükümdar olan Konstantin bunun gereği olarak bugünkü Ayasofya’nın bulunduğu yerde Konstantinopol’un bazilika tipinde ilk kilisesini yaptırmaya karar verdi. Ancak ömrü vefa etmedi. İnşaatı oğlu tamamladı (15 Şubat 360).

Daha sonra 5. yüzyılın başlarında, kiremit örtülü ve ahşap çatılı olan bu madet, çıkan bir isyan sırasında yandı ve çatısı çöktü. Dönemin İmparatoru II. Theodosios (408-450), kiliseyi yeniden inşa etti (10 Ekim 415).

Fakat Doğu Roma’nın başkentinde sular durulmuyordu. İmparator İustinianos (527-565) iktidarının ilk yıllarında, bu sefer de Nika İsyanı patlak verdi. Ayasofya ikinci kez yandı. Bu isyanda 30 bin kişiyi katleden İustinianos, biraz da onun manevi baskısıyla eşi benzeri olmayan bir mabet yapmaya karar verdi. Bu işi batı anadoluda yetişmiş, biri Trallesli, diğeri de İsidoros adlı iki mühendis mimara verdi. İmparatorluğun çeşitli bölgelerindeki eski mabetlerinden getirilen elverişli malzemelerle, ilk defa bu kadar geniş kubbeli ve ihtişamlı bir kilisi inşa edildi. Hiçbir masrafından kaçınmayan İuistinianos, 5 yıllık bir çalışmadan sonra 27 Aralık 537’de büyük bir açılış töreni düzenledi. Törende İuistinianos, binanın ihtişamından çok etkilendi. Kendinden önce Hz. Süleyman tarafından en büyük mabet olarak inşa ettirilen Mescid-i Aksa’yı kast ederek; “Seni geçtim ey Süleyman” diye haykırdığı rivayet edilir. Bu muhteşem yapıya bundan sonra “Kutsal Hikmet” anlamına gelen “Ayasofya” denmeye başlandı. Ayasofya’nın kubbesi bugünkü halinden daha genişti ve 558’de çöktü. Yeniden daha yüksek ve daha dar bir şekilde inşa edildi. Buna rağmen 10. ve 14. yüzyıllarda yine çöktü. Fetih’ten sonra Mimar Sinan, istinat duvarlarıyla yapıyı güçlendirdi ve kubbe bir daha çökmedi.

113

Page 115: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Tarihin Tebessümü

114

HAZRETİ MEVLANA

Page 116: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Mevlana denildiğinde, büyük bir ruh ve akıl denizinin kenarında buluruz kendimizi. Suyu, aşk ve sevgiden oluşan bir deniz. Ya da bazen en alçaktan akıp, en doruktakilere hayat veren su. Şekilleri, renkleri farklı olsa da bütün canlılarla bir ve beraber olan: Aşk!

O, bunların da ötesinde iklimler üstü bir atmosferdedir. Bütün maddi ve manevi ilimlere tek bir gözle bakabilen Büyük Bilge. Zerreden kâinatı, varlıktan yokluğu görebilen mutlak bakışın sahibi. Acı ile sevincin, ayrılıkla vuslatın ürettiğine “zehir” veya “bal” diye ayrılanlara, ilmi ledünle bakabilen ruhsal zekâ. Bal üreten arıyı, zehir üreten yılanı yaratandan ötürü sevebilen koca bir yürek. Gölgeyi güneşte, nesneyi yoklukta bulabilen akıl.

Hazreti Pir, iki dünyayı aynı anda yaşamıştı. O, duygu ve düşüncesini zamanın ötesinden beslemişti. Zamanın içinde iken, zamanın dışından devşirdiklerini Mesnevi ile bizlere taşımıştı. Zamanın eskitemediği Mesnevisiyle de ebedileşmiştir. Onun şiirinin seması hiç bitmeyecektir.

Bütün dinlerin, insanların ortak diliyle konuşuyordu. Dilden duyguya, araçtan amaca geçmişti. Ona göre hepimiz bir kökün dallarıydık. Bundan ötürü sen, ben kavgasının ne anlamı vardı? O, isyanın ve savaşın ortasında barışın, kardeşliğin sesiydi.

O, zübte-i âlem içinde ayrılık derdiyle yorgun düşmüştü. Vuslat, onun istirahata çekilmek, bütün dertlerden kurtulma anının başlangıcı; şeb-i aruzuydu. Somuttan soyuta ulaşmanın özgürlüğüydü. Çağdaşı Yunus Emre’nin dediği gibi “Ölenler hayvan imiş âşıklar ölmez” di. Beden vasıtaydı, ölüm vuslat, ruh sonsuzluktu.

Ey Sevgili Mevlana,İrfan güneşimizi sakladılar. Kültürün içinde karanlıklardayız şimdi. Elimizde yanmayan

mumlarla yol almaya çalışıyoruz. Her kafadan bir söz çıkıyor. Yalan yanlış. Bazen birbirimize çarpıyor, bazen ayağımız kayıyor, düşüyoruz. Oluklar artık çift değil artık. Oluk tek ve her şey oradan akıyor. Arıyoruz bulamıyoruz. Bazen bulduğumuzdan kaçıyoruz. Bedenlerimiz buluşsa bile, ruhlarımız buluşamıyor. Dizilerle rüyalarımız karışıyor. Muhabbet gönüllerimizden sürgün edildi. Sanallaşıyoruz. Bedenimiz doygunluktan ruhumuz açlıktan yorgun.

Ruh rütbelerimiz söküldü. Toplumsal sorumluluğumuzu kaybettik. Sevgi eksenli huzur toplumundan, kâr eksenli birey toplumuna dönüştürüldük. Güzel sözü, güzel konuşmayı unuttuk. Bizim medeniyetimiz güzel konuşma ile başlardı. Ya güzel konuşur, ya da susardık. Muhabbetimizi kaybettik.

Gönülden gönül aydınlanır, huzur yayılırdı. Mesnevi, huzur yurdumuzdu. Aldılar O’nu gönlümüzden. Sürgündeyiz artık.

Hazreti Pir gibi bir Deha hakkında konuşmaktan hicap ederim. Bizim yaptığımız denizden bir damla su almaktır.

115

Page 117: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Tarihin Tebessümü

116

OSMANLI YÖNETiMiNDE iLK KEZ

ETKiLi OLAN KADINHÜRREM SULTAN

Hürrem Sultan, Topkapı Sarayı’nda Sultan Süleyman’ın gözdesi olduğu günden beri kendisine rakip olarak Haseki Kadın, Abdullah kızı, Şehzade Mustafa’nın annesi, Kanuni’nin ilk eşi Mahidevran’ı görür. Mahidevran Kanuni’nin kız kardeşi Hatice Muhsine Sultan’ın can yoldaşıdır. Hatice Muhsine Sultan ise Kanuni’nin has odabaşısı çok zeki, çalışkan Osmanlı’ya bağlı, aldığı her görevde başarılı olan Parga’lı İbrahim Paşa’ya gönül verir.

Hürrem’in beş çocuğu vardır. Kanuni’nin de çok sevdiği, ölünce anısına Şehzadebaşı Cami’ni yaptırdığı (1548) Şehzade Mehmet, Hürrem’in en büyük oğludur. Manisa’ya sancak beyi olarak tayin edildiğinde yapılan şenlikler esnasında hastalanır ve 1 hafta sonra 7 Kasım 1543’te ölür. İkinci oğlu Sarı Selim’dir. Kanuni’den sonra padişah olur (1566). Üçüncü oğlu Şehzade Bayezıd’dır. Lala Mustafa Paşa şahsi menfaatleri yüzünden II. Selim ile Bayezıd’ın arasını açar. Çıkan huzursuzlukları Kanuni Sultan Süleyman tayin ile çözmeye çalışır. Şehzade Bayezıd’ın tayinini Kütahya’dan Amasya’ya, Şehzade Selim’in tayinini de Manisa’dan Konya’ya sancak beyi olarak çıkartır. Ancak Şehzade Bayezıd bazı tahriklere aldanarak, maalesef bu fermanı dinlemez. Padişahın emri ile üzerine ordu gönderilir ve yenilir. Kaçıp İran’a sığınsa da Şah tarafından Osmanlı’ya teslim edilir. Şeyhül İslam Ebusuud Efendi fetvası ile 1562’de dört oğlu ile birlikte idam edilir.

IV. oğlu ise Şehzade Cihangir’di. Şehzade Cihangir, Şehzade Mustafa’nın katledilmesine dayanamayarak, üzüntüden ölür (1554). Hürrem’in kızı Mihrimah Sultan (rivayet o dur ki) Mimar Sinan’ın da sevdiği bir kızdı. Hürrem Sultan sarayda gücünü arttırmak için kızını Rüstem Paşa ile şehzadelerin (Cihangir ve Bayezıd) sünnet düğünlerinde evlendirir (1544). Bu evlilik Hürrem’e güç vermiştir. Artık Osmanlı tarihinde ilk defa devlet yönetimine

Page 118: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

kadın nüfusunun etkisini gösterecek örgüt gerçekleşmişti: Arnavut devşirmesi Rüstem Paşa, Ukraynalı Rahip kızı Hürrem ve Hürrem’den olma Kanuni kızı Mihrimah Hatun. Bu arada Kanuni’nin ilk eşi Mahidevran tarafını tutan annesi Hafza Sultan 1534’te ölür.

Hürrem, Osmanlı sarayında söz sahibi olmasına en büyük engel olarak Mahidevran’ın oğlu Şehzade Mustafa’yı görür. Onu ortadan kaldırmak için çeşitli fitne işlerine girişir. Damat Rüstem Paşa ve kızı ile birlikte Kanuni’nin de meyli olduğu oğlu Şehzade Bayezıd’ı tahta çıkarmak için planlar yaparlar: Güya Şehzade Mustafa, babası Kanuni’nin ihtiyarladığını, devleti eskisi gibi yönetemediğini, devletin daha iyi yönetilmesi için kendisinin babasının yerine geçmesi gerektiğini söylermiş. Bu söylence askerler arasında da konuşulur. Kanuni’ye bu söylenti açıklandığında “Hâşâ Mustafa bu küstahlığa cüret ede. Bazı müfsitler kendi arzularını mülk ve saltanat ona kalmasın deyu iftira ederler” diye sert tepki verir. Fesat planlar işlemeye devam eder. Yine güya Şehzade Mustafa babasını devirmek için İran şahı Tahmasb ile gizlice anlaşmış. Onun kızını alıp, damadı olacakmış. O da, Şehzade Mustafa’ya babasını devirmek için yardımda bulunacakmış. Tüm bu iddialar Damat Rüstem Paşa tarafından sahte mektuplarla belgelendirilerek, desteklenir.

Şehzade Mustafa; cesur, kahraman, ilim sahibi, askerler, âlimler, meşayıh ve halk tarafından şehzadeler arasında en çok sevilen ve istenendi. Buna rağmen Kanuni’nin gönlünde Şehzade Bayezıd vardı. Bu dedikodulardan sonra Kanuni, Mustafa’nın hıyanet içinde olup, isyan edeceğine inandı. Üçüncü İran Seferi için Konya Ereğlisi civarlarında olan Osmanlı ordusuna, Mustafa Manisa’dan 30 bin kişilik kuvvetle katılır. Kanuni bu hareketini isyan için orduya sızma olarak anlar. Mustafa babası ile silahsız olarak çadırda görüşmeye gittiğinde dilsiz cellâtlar tarafından boğdurulur (1553). Cenazesi Bursa’da defnedilir. Fetvası Damat Rüstem Paşa tarafından kamufleli bir şekilde devlete isyan suçuna binaen idamdan önce Ebussuud Efendi’den alınır. Katli, devlete isyandan dolayıdır; ancak deliller yanlış, şahitler yalancıdır. Naaşı Bursa’da defnedilir. Oğlu Mehmet’i de 1 sene sonra 1554’te Bursa’da boğdururlar.

Kanuni bu tarihte 58 yaşında idi. Olay toplumda büyük üzüntü yaratmış, sıkıntılar meydana getirmişti. Osmanlı askerlerinin bir kısmı savaş durumunda İran tarafına geçebileceğini dillendirmişlerdi. Moraller bozuldu, üçüncü İran seferi iptal edildi. Askerler, bu olaydan ötürü Damat Rüstem Paşa’dan rahatsız olmuş, azlini istemişler. Kanuni bu isteği yerine getirmiş, oğlu için üzülmüş ama iş işten geçmişti. Mahidevran iyice gözden düştü. Bundan sonra hayatını fakirlik içinde, Bursa’da sürdürdü. II. Selim sancak beyi iken, 1555’te Şehzade Mustafa’nın türbesini yaptırdı. Annesi Hürrem Sultan 1558’de öldükten sonra Mahidevran’a maaş bağlattı. Mahidevran da 1580’de öldü.

Şehzade Mustafa’nın annesi Mahidevran ile Kanuni’den sonra devletin iki numaralı adamı olan İbrahim Paşa arasındaki dostluğa, dayanışmaya diş bileyen Hürrem Sultan ve Damadı Rüstem Paşa, entrikalarına devam ettiler. Çok başarılı olmasına rağmen, İbrahim Paşa’yı ani bir kararla bir gece sarayda boğdurdular (1536). Sebep; Kanuni üzerinde etkili olmasını çekememesi ve Bağdat fethinden sonra Defterdar İskender Çelebi’nin idamına sebebiyet vermesi idi.

Kanuni çok hasta olmasına rağmen ataları gibi seferde ölmek ister. 1566’da 7 Eylül sabaha karşı Sigetvar’da ölür.

117

Page 119: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Tarihin Tebessümü

118

iMPARATOR DRAGESES HORMiSDAS BALKONUNDA KÂHiNLE

Page 120: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

İstanbul’un, Sultan II. Mehmet tarafından fethedileceği haberleri Bizans’ın üst düzey yöneticileri arasında konuşulduğu günlerin birinde, Konstantin Drageses Bukaleon’un denize nazır balkonunda zihni bu düşüncelerle meşguldü. Günün sonunda güneş Yedikule surlarının arkasına doğru dinlenmeye çekilirken, akşam yemeği için aşçıları kendisine balık tava hazırlamaktaydılar. Birden aklına, Konstantinopol’un geleceği konusunda görüşünü öğrenmek üzere kâhini çağırmak geldi. Emir buyurdu ve kâhin efendi geldi. Güneş, gün batımında yerini iyice kızıl bulutlara terk emiş, kurşuni bir renge bürünen Boğaz’ın suları hafif esen rüzgârın etkisiyle hareketlenmişti.

Konstantin Drageses, kafasındaki soruyu ciğerlerine çektiği Boğaz havası ile yoğurarak, “Söyle bakalım Kahin Efendi, şu toy sultan Konstantinopol’u alabilecek mi?” Kâhin bu sorunun cevabına ilişkin daha önce çalışmış, cevabını da biliyordu. Ama soruyu soran XI. Konstantin Palaiologos Drageses’ti. Onu şimdiye kadar hiç yanıltmamıştı. Acı olsa da bildiği doğruyu söylemek, hem sadakatinin hem de vicdanının sesiydi. Fakat bir imparatorun sonu demek olan bu cevabı nasıl söyleyebilirdi? Böylesine zor bir soruyla şimdiye kadar hiç karşılaşmamıştı. Kâhin Efendi’nin duraklaması karşısında imparator soruyu yineledi. Bu kez Kâhin Efendi; “Ekselans Hazretleri, ne yazık ki evet!” dedi. Cevabı duyan İmparator, birden bire hiddetle karışık bir öfkeyle “Ne bu densizlik! Ne akılsız bir cevap” diye sert bir tepki verdi. “Dünyanın en sağlam, en korunaklı kalesi nasıl alınabilir?” Kâhin başını öne eğdi ve sustu. Fakat söylenen söylenmişti. Söz ok gibi yayından çıkmış ve hedefini vurmuştu. Az önce ılık rüzgârla oynayan Marmara’nın suları kurşundan bir deniz gibi onu boğmaya başladı. Bir an hayalleri ile olan ilişkisi koptu. Sonra tahkim edilmiş Konstantinopol’un ünlü surları aklına geldi. Vücut kimyasında ağırdan iyimser bir dönüşüm başladı. Bu iyimserliği pekiştirmek için imkânsız bir önermeyle Kâhin Efendi’yi susturmak istedi. İçten gelmeyen küçük bir kahkahayla; “Senin o toy sultanın Konstantinopolis’i alması, şurada tavada kızarmakta olan balıkların canlanıp suya atlaması gibi imkânsız bir şeydir, Kâhin Efendi” dedi. O anda olağanüstü bir şey oldu ve balıklar pişmekte oldukları tavadan denize atladğ. Balıklar bu dünyada ikinci hayatlarına kavuşutular ama Kâhin Efendi yeni hayatı için dünya değiştirmek zorunda kaldı. Kim bilir İmparator Drageses kendisine akşam yemeği için yeni bir tava balık hazırlatmıştır ama Konstantinopol’u kaybetmiştir. Bu hikâyemiz de muhtemelen Hormidas’ın balkonunda kurgulanmıştır.

119

Page 121: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Tarihin Tebessümü

120

MEŞRUTİYET’İN İLANI

23 ARALIK 1876

Page 122: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Batı’da güçlenen müteşebbisin (üretim ve ticareti örgütleyen gücün) kurduğu yeni toplumsal düzen, bir yandan Osmanlı karşısındaki devletleri güçlendirirken, diğer yanda Osmanlı hâkimiyetindeki milletlere de bağımsızlıkları için ilham kaynağı olmuştu. Üretimde kol ve hayvan gücü yerine makine kullanarak, büyük bir ekonomik devrim gerçekleştiren Batılı ülkeler modern devlet yapılanmasına geçerken; Osmanlı Devleti, ilmiye, kalemiye, seyfiye ve reayaya dayanıyordu. Toplumun üretim ayağını oluşturan reaya kullandığı ilkel yöntemlerle Batı ile rekabet edemiyordu. İlmiye (medrese) tekrar hurafeye bulaşmış, kalemiye (bürokrasi) yeni dünyayı kavramaya çalışıyor, değişim yapamıyordu. Seyfiye (ordu); yetersiz donanım, yetersiz askeriyle savaşamıyordu.

Bu şartlarda değişim isteyen padişah ve bazı devlet adamları cehaleti ve kurumsal menfaatleri aşamıyordu. Sonunda 1839’da “Tanzimat” ilan edilmek zorunda kalındı. Osmanlı ülkesinin ve devletinin güçlenmesini sağlayacak yeni insan unsuru için Batı’ya öğrenci gönderildi. Özellikle Fransa’ya giden bu gençlere Jön Türkler deniliyordu. Gençler, Batı’da Osmanlı’nın kurtuluşunun meşrutiyet rejimi ile mümkün olabileceğini öğrendiler. Batı’yı bu hale getiren bilimin, teknolojinin ve sanayinin temel dinamiklerini öğrenemediler. Onlar alafranga hayatın tüketim yanını gördüler. O kültürü benimsediler. Böylece anayasalı bir sisteme geçerek kalkınabileceklerini zannettiler. Bu heyecan ve hevesle 1876’da Mithat Paşa ve arkadaşları Sultan Abdülaziz’i tahttan indirerek, yerine ruh sağlığı bozuk V. Murat’ı geçirdiler. Fakat işlerin bununla yürümeyeceğini anlayınca meşrutiyeti ilan edeceğine söz veren II. Abdülhamit’i, onun yerine padişah yaptılar. II. Abdülhamit tahta çıktığında Balkanlar’da karışıklıklar başlamıştı. Bunu fırsat bilen Batılı devletler İstanbul’da Balkan sorunlarının tartışılacağı bir konferans düzenlediler. Katılımcı devletler, Sultandan reformlar yapmasını istedikleri gün, II. Abdülhamit 23 Aralık 1876’da Kanun-i Esasi’yi (anayasayı) ilan etti. Böylece ilk defa padişahın başkanlığında anayasası ve parlamentosu olan yeni bir rejime girmiş olduk.

121

Page 123: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Tarihin Tebessümü

122

ŞEREFTEN BAŞKA HER ŞEY MAHVOLMUŞTU!

Sarıkamış Şehitlerini Rahmet ve Minnetle Anıyoruz.

Page 124: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

18. yüzyılda sömürge yarışına giren İngiltere ile Fransa’yı, gerilerden Rusya takip ediyordu. 19. yüzyılda da ise Almanya-Fransa savaşı sona erdikten sonra ‘’Üzerinde güneş batmayan ülke’’ olan İngiltere’yi “Güneşin altındaki ülkelerden” pay almak isteyen Almanya takip etmeye başladı. Emperyalistlerin geliştikçe büyüyen, büyüdükçe daha çok ham maddeye ihtiyaç duyan sanayileri arasındaki rekabetin, savaşa dönüşmesi kaçınılmazdı. Bu çekişme dünyada; Almanya-Avusturya–Macaristan (ki daha sonra buna Osmanlı İmparatorluğu da katılarak İtilaf Devletleri olacak) ile İngiltere-Fransa-Rusya (Müttefik Devletleri) olmak üzere iki büyük grubu oluşturmuştu.

20. yüzyılın başlarına gelindiğinde her iki blok, dünya tarihinde görülmedik düzeyde silahlanmıştı. Müttefik devletleri çıkabilecek bir savaşta ekonomisi iflas etmiş, silahları olmayan savaş yorgunu Osmanlı Devleti’ni yanlarına çekmeyi kendilerine bir külfet olarak gördüklerinden, onun bu savaşta tarafsız kalmasını istemişlerdi. Bunun karşılığında, bağımsızlığının ve sınır dokunulmazlığının garanti edilmesini, ekonomik kapitülasyonlarının kaldırılmasını, yiyecek, para ve her türlü yardımın yapılmasını önermişlerdi.

Diğer yandan Almanlar, Osmanlı orduları silahlarla donatılır ve iyi yönetilirse bulunduğu coğrafi konum itibariyle de çok yararlı bir bağlaşık olacağını gördüler ve çok önceleri başlattıkları girişimlerini; Osmanlı ile Müttefik Devletleri aralarında tarafsızlık müzakerelerini sürdürürken bir oldu bitti ile İttihat ve Terakki yönetimindeki Osmanlı Devleti’ni, kendi yanlarına çekmeyi başardılar.

Alman gücü ile yeniden Balkanlar’da ve Kafkasya’da üstünlük kurma hayallerine kapılan Genelkurmay Başkanı Enver Paşa da Almanlardan yana idi. Osmanlı bandıralı iki Alman savaş gemisi (sonraları adları Yavuz ve Midilli olmuştu) Rusya’nın Odessa ve Sivastopol şehirleri bombalandıktan sonra 12 Kasım 1914’te Osmanlı Devleti de Müttefik Devletleri’ne karşı fiilen savaşa girmiş oldu.

Osmanlı Devleti Almanya’nın yanında beş cephede savaşa katılmıştı. Bunlardan biri de Kafkas Cephesi idi. İttihad ve Terakki yönetimi eski ve yeni sömürgeci bloklarla savaş öncesi durumları müzakere ederken, 2 Ağustos 1914’te seferberlik ilan etmişti.

Almanlar oldu bitti ile büyük savaş için yanlarına çektikleri Osmanlı Devleti’ni askeri sorumluluğunu almadan Kafkaslar’dan Ruslara karşı cephe açmasını istiyorlardı. Çünkü Rusya’nın Hırvatistan’daki batı cephesinin direncini kırmak gerekiyordu. Enver Paşa Kafkas cephesinde az sayıda Rus gücünü bir baskın harekatıyla yok etmeyi düşünüyordu. Milliyetçi akımların tesirinde kalan Türk subayları da Rus İmparatorluğu hakimiyeti altındaki Türk topluluklarını kurtarmak gayesiyle Türkçü- Turancı ideallerin tesirinde cepheye koşmuşlardı.

123

Page 125: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Tarihin Tebessümü

124

Ruslar, Kafkas cephesine yardım gitmesin diye 6 Kasım’da Zonguldak açıklarında Bahrıahmer, Bezmialem ve Mithatpaşa vapurları ile 11 Aralık’ta Derne vapuru ve aynı gün boğaz girişinde Rusların döşediği mayınlara çarpan Nilüfer gemisini batırdılar.

Yemen’den yazlık kıyafetleriyle kara yolundan, Haydarpaşa’dan ve diğer muhtelif merkezlerden Ruslarla Sarıkamış’ta çarpışmak için Erzurum’daki 3’üncü orduya birlikler katılmaya başlamıştı. Askerlerimizin yiyecek, giyecek, ilaç, hijyen, ulaştırma hizmetleri ve barınak şartları yetersizdi. Bu sebeple amansız kış şartları yanında tifo ve benzeri hastalıklarla da savaşmak zorunda idi.

Ruslar ise 65.000 askerini kış şartlarına göre konuşlandırmışlardı. Dağlarla sarılı Sarıkamış’a az bir kuvvet bırakıp, asıl güçlerini Azap Vadisi’nde toplamışlardı. III. Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa komutasındaki ordumuz Ruslarla 7 Kasım sabahı Köprüköy civarında karşılaşmışlar. Çatışma sonunda, Rusları Azap sırtlarına kadar geri püskürtmüşlerdir. Daha sonra askeri okuldan Enver Paşa’nın hocası olan 3. Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa, askerin donanımı ve kış şartları ile ilgili bir değerlendirmesini yapmış ve Enver Paşa’ya bu görevi yürütemeyeceği hususunda istifasını vermiştir.

Bundan sonra 3. ordu komutasını Enver Paşa almıştır. Enver Paşa’nın planı şöyle idi: 11. Kolordu ve 2. Nizamiye fırkası 35.000 askerle Aras Vadisi’nden (cepheden) Ruslara taarruz ederek, onları oyalarken 10. Kolordu Hafız Hakkı Bey’in komutasında 30.000 askerle İd (Narman)- Oltu üzerinden Bardız’a ve oradan Sarıkamış’a varacaktı. 9. Kolordu ise İhsan Paşa komutasında 25.000 askerle Ara-İd arasındaki dağlardan Kötek yönünde ilerleyerek Sarıkamış’a ulaşacaktı.

Askerin donanımı kış şartlarına uygun değildi. Isı-20 -25 derecelerde, kar kalınlığı 50 cm civarındaydı ve yol yoktu. Güzergahta ki bazı yerler tipi ile kapanmıştı. Askere yiyecek olarak, 4-5 gün yetecek kadar zeytin ve ekmek verilmişti. Ağır askeri araçları ve atları yamaçlardan aşırtmak çok zordu. Bütün bu olumsuz şartlara rağmen en geç 5 gün içinde, Rusların, Kars Sarıkamış destek yolunu kontrol altına almak için Sarıkamış’ı ele geçirmek gerekiyordu.

Rusların neredeyse bütün gücü olan 65.000 askeri Aras Vadisi’ndeki cephede idi. Sarıkamış’ta çok az asker ve silah bulunduruyorlardı. Bu bilgileri Enver Paşa biliyordu. Eğer hızlı bir şekilde hareket edilebilse idi başarmak mümkündü.

Fakat kış şartlarının zorluğu, hastalık ve soğuk geceler, civar köylerdeki evlere

Page 126: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

125

giden askerlerin büyük oranda firar etmesi ve yolda donmaları, komutanların bilgisizliği, basiretsizliği, isteksizliği harekâtı zayıflatıyordu. Sarıkamış’a varıldığında, 10. ve 9. Kolordu çok büyük silah ve asker zayiatı vermişti. Buradaki Rus askeri ile bizim asker sayımız denk gibi idi.

Ancak bizim askerler aç, yorgun ve hasta idi. Zaman geçtikçe de Ruslara takviye güçleri geliyordu. 1 Ocak’ta, Bardır Sarıkamış- Eşekmeydanı Geçidi’nde Türk kuvvetleri Ruslar tarafından sarıldı. 9. Kolordu az sayıda güçle teslim oldu. Savaş kaybedilmişti.

Harekatın Sonuçları: • Rus birliklerinin bir kısmının batı cephesinden Kafkaslar’a kaydırılması

Almanlar bakımından olumlu olmuştur. • Rusların harekâtı geri püskürtmelerine rağmen 16.000 ölü, 12.000 hasta,

2000 esir vermişlerdir. Türklerin bu cesareti onları korkutmuş, bundan sonra Kafkaslar’da daha çok asker tutmak zorunda kalmışlardır.

• 3. ordunun nerde ise tamamı yok olmuş ve Anadolu Ruslara karşı savunmasız kalmıştır.

• Başından beri Ruslara destek veren Ermeni çeteleri bozgundan sonra iyice cesaretlenerek, Van ve diğer illerde isyanlar çıkartmışlardır. Yapılan katliamlar sonunda İttihat ve Terakki 27 Mayıs 1915 yılında Ermeni tehcirini uygulamak zorunda kalmıştır.

• Ertesi yıl Ruslar, Ermeni çeteleri ile birlikte Kuzeydoğu Anadolu’yu istila ederek, 1,5 milyon insanımız yurtlarından sürülmüş, bölgede açlık ve sefillik hâkim olmuştur.

• Turancılık- Türkçülük ideali çökmüş, yerini Milli Mücadele’de Türkiye Milliyetçiliği’ne bırakmıştır.

• Sarıkamış Harekâtı Çanakkale Cephesi’nin açılmasına vesile olmuştur.Bütün olumsuzluklara rağmen askerimiz kahramanca savaşmıştır. Grandük

Nikola Rus Başkomutanı 2 Ocak 1915’te Londra’ya gönderdiği telgrafta; “Telefonları, telgrafları işlemez hale getiren dondurucu kış, Türk orduları donduramıyor” demişti. 9. ve 10. Kolorduları başına getirilen Hafız Hakkı Paşa ricat emrini verirken kullandığı bir cümle şöyle idi ‘’Şereften başka her şey mahvolmuştu!’’

Ruhları şad olsun.

Page 127: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Tarihin Tebessümü

126

TAKVİM-İ VEKÂYI’NIN YAYINA

BAŞLADIĞI GÜN

Page 128: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Takvim-i Vekâyı, ilk Türkçe gazetemizdir. Sultan II. Mahmut Dönemi’nde Vakanüvis Esad Efendi döneminde Türkçe, Fransızca, Arapça, Ermenice ve Rumca yayınlanmıştır. Amaç halkı eğitmek ve bir kısım devlet kararlarını ilan etmekti. İç, dış haberler, ekonomi, devlet memurları ve askerleri ile ilgili bölümlerden oluşan Takvim-i Vekayı önceleri düzenli olarak haftada bir sonraları düzensiz olarak yayımlandı. 1860’lardan itibaren sadece resmi konularda yayım yapan gazete 1878’de kapatıldı. 1891-92’de yeniden yayıma başladıysa da sehven işlenen bir baskı hatası yüzünden tekrar kapatıldı. II. Meşrutiyetin ilanıyla 1908’de yeniden yayımlanmaya başlandı. Cumhuriyet’in kurulmasına kadar yayımını sürdüren gazete, şuan T.C.’nin Resmi Gazetesi olarak yayımına devam etmektedir.

Alemdar Vak’ası 16 Kasım 18081789 Fransız Devrimi ve onu oluşturan şartlar, Osmanlı Devleti’ni yakından

etkilemişti. Dönemin Osmanlı Padişahı III. Selim büyük devletlerdeki gelişme ve Osmanlı Devleti’ndeki gerileme nedenlerini kavramış, aydın bir hükümdardı. Sorumlu davranarak, Büyük devletlerle Osmanlı Devleti arasındaki mesafeyi kapatmak için Nizam-ı Cedit ile başta askeri olmak üzere, mülki, idari, ticari, toplumsal ve siyasi bir dizi düzenlemelere başladı. Ancak onun Osmanlı Devleti’ni yeniden güçlü kılacak bu düşünce ve gayretleri, içerideki menfaat gruplarıyla, dışarıdaki düşman devletlerinin ağır düşmanlıklarını üzerine çekti.

Kastamonulu Kabakçı Mustafa önderliğinde örgütlenen isyancılar, III. Selim’i tahtan indirip, yerine kendilerine daha yakın buldukları amcası I. Abdülhamit Han’ın oğlu IV. Mustafa’yı padişah yaptılar. Ancak III. Selim Topkapı Sarayı’nın bir odasına çekilmiş olmasına rağmen, şehir isyancılar yüzünden huzursuzdu. Bunun üzerine IV. Mustafa asayişi sağlamak için, o sırada Bulgaristan’ın Ruscuk şehrinde olan Alemdar Mustafa Paşa’dan yardım istedi. III. Selim yanlısı olan paşa on bine yakın askeriyle İstanbul’a geldi. Payitahta gelen Alemdar Mustafa Paşa’nın amacı hem isyanı bastırmak, hem de III. Selim’i yeniden tahta çıkarmaktı. Bunu öğrenen IV. Mustafa III. Selim’in ve kardeşi II. Mahmut’un öldürülmesini emretti. III. Selim öldürüldü fakat II. Mahmut kaçırılarak, saklandı. O esnada saraya giren Alemdar Mustafa Paşa’nın askerleri IV. Mustafa’yı tahtan indirip II. Mahmut’u bularak, padişah ilan ettiler (28 Temmuz 1808). Böylece yeni padişahın sadrazamı da Alemdar Mustafa Paşa oldu. Bu esnada İstanbul sokaklarında isyancılarla Alemdar Mustafa Paşa’nın askerleri çatışıyordu. İsyan sonuçlanıncaya kadar ceset sayısı

127

Page 129: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Tarihin Tebessümü

128

5-6 bini bulmuştu. II. Mahmut, iktidar yüzünden olan bu kaosu dindirmek için önce kendine rakip olan ağabeyi IV. Murat’ı halletmeye karar verdi ve onu 28 Temmuz 1808’de boğdurdu. O sırada Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa “Sekban-ı Cedit” adında yeni bir ordu kurmak için asker topluyordu. Ayrıca Rumeli’den getirdiği askerleri İstanbul halkına huzursuzluk vermeye devam ediyordu. Bu durumda Yeniçerilerin ve halkın öfkesi Alemdar Mustafa Paşa’nın üzerinde yoğunlaşırken, kendi başına buyruk hareketlerinden dolayı Sultan II. Mahmut’un da tepkisini çekiyordu.

Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa’nın halli için fırsat kollayan Yeniçeriler, şartlar olgunlaşınca planlarını uygulamaya koydular. Buna göre Kadir Gecesi Ayasofya’nın önündeki kalabalıktan yararlanarak, Babıali basılacak ve Alemdar öldürülecekti. Plana göre hareket edildi. Babıali basıldı. Yardıma koşan Alemdar’ın askerleri Yeniçeriler tarafından öldürüldü. Ertesi gün öğlene kadar dayanabilen Alemdar Mustafa Paşa’ya saraydan herhangi bir yardım gelmedi. Çaresiz kalan paşa, sığındığı Babıali’nin bodrumundaki cephaneyi patlatarak, hem Babıali’ye her taraftan girmeye çalışan yüzlerce yeniçerinin hem de kendi hayatına, son verdi (16 Kasım 1808).

Tanzimat Fermanı’nın İlanı 3 Kasım 1839Karlofça Anlaşması’ndan sonra Osmanlı Devleti Avrupa ile rekabet

edememesinin sıkıntılarını hemen hemen her alanda yaşamaya başlamıştı. 19. yüzyılın başlarına gelince o zamana kadar yapılan kısmi düzenlemelerin yerine köklü bir değişimin gerekliliğine karar verilmişti. Tanzimat Fermanı I. Abdülhamit Dönemi’nde Paris ve Londra elçiliklerinde bulunduktan sonra İngiltere’nin desteğiyle Sadrazam olan Mustafa Reşit Paşa tarafından hazırlanmıştı. Fermanda Osmanlı Devleti’nin kuruluş ve yükseliş dönemlerindeki devlet ve hukuk sisteminden övgüyle bahsedilmiş, fakat son 150 senede meydana gelen çeşitli nedenlerden dolayı söz konusu eski sistem işlemez hale geldiğinden, yeni bir düzenlemeye ihtiyaç duyulduğuna dikkat çekilmiştir. İngilizlerin tavsiyeleriyle hazırlanan Tanzimat Fermanı’yla azınlık isyanlarını önlemek, Batılı devletlerin azınlıkları bahane ederek, Osmanlı’nın iç işlerine karışmasını engellemek ve

Page 130: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

129

Osmanlı Devleti’nin bütünlüğünü sağlamak gibi amaçlar hedeflenmişti. Ferman 3 Kasım 1839 ‘da Gülhane’de yabancı elçiler, konsolosluklar, devlet adamları, saray erkânı, azınlık cemaat liderleri ve kalabalık bir halk topluluğu huzurunda Sadrazam Mustafa Reşit Paşa tarafından okundu.

Fakat durum hiç de beklendiği gibi olmadı. Bir yandan Rusya, diğer yandan İngiltere Fransa Tanzimat Fermanı’nı bahane ederek, daha çok iç işlerimize karışarak, dışarıda savaşlar, içeride isyanlar çıkartarak Osmanlı Devleti’ni sürekli zayıflatmanın yollarını aradılar. Böylece Osmanlı Devleti daha çabuk bir çöküş sürecine itilda. Böylece büyük ümitlerle bağlandığımız projenin uygulanması Cumhuriyet Dönemi’ne kaldı. Ülkede ise Tanzimat Fermanı’nın sonuçlarından ne Müslümanlar ne de azınlıklar memnun kaldı.

İstanbul’un İşgali 13 Kasım 1918I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti ve müttefikleri yenilince; Devleti savaşa

sokan İttihat ve Terakki Partisi’nin üç önemli adamı Enver, Talat ve Cemal paşalar yurtdışına kaçmışlardı. Ardından 13 Kasım 1978’de işgal güçleri 55 parça donanma 3500 askerle Haydarpaşa’dan karaya çıkarak, 5 yıl sürecek bir işgale başladılar. İşgalci İngiliz, Fransız ve İtalyan askerleri ve onların yerli azınlıklardan bir takım işbirlikçileri, 1453’ten beri ilk defa İstanbul halkına zulmetmeye başladılar. İstanbul’un işgaliyle milletimizin tek kurtuluş ümidi Kuvayı Milliye oldu.

Saltanatın Kaldırılması (1 Kasım 1922)Kurtuluş Savaşı’nın başarıyla sonuçlanmasının ardından Lozan’da başlatılacak

olan barış görüşmeleri için İtilaf Devletleri, Ankara hükümeti ile birlikte İstanbul hükümetini de davet etmişlerdi. Milleti temsilen TBMM’sinden başka herhangi bir oluşumun İstiklal Harbi’ni kazanan millet adına temsilci olunamayacağı gerekçesiyle, İtilaf Devletlerinin İstanbul hükümetini davetine ve İstanbul hükümetinin buna icabetine Gazi Mustafa Kemal şiddetle karşı çıkmıştır. Ülkede iki başlılığa son vermek amacıyla saltanatı kaldırmış, (1 Kasım 1922) bu değişikliğe muhalefet edenleri de idam cezası kapsamında yargılanacağı kararını aldırmıştır (5 Nisan 1923).

Page 131: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Tarihin Tebessümü

130

TARİHİ KÜLTÜR VARLIKLARI

VE ŞEHİR

Page 132: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,

Kültür ve medeniyet şehirlerde üretilir. Anılmaya değer olarak kabul ettiğimiz zaman dilimi tarih, kültür ve medeniyetin üretildiği dönemlerdir. Eğer Sümerler ilk tekerleği, ilk kemeri, kubbeyi, ilk dini mekânları, evleri, bahçeleri, ilk cadde ve sokakları, yapmasalardı, ilk şehirleri kurmasalardı, hepsinden önemlisi ilk yazıyı bulmasalardı tarih onlarla başlamayacaktı. Fakat onlar daha fazlasını yaptılar. Bugünkü medeniyetin temellerini kurdular. Tarihi süreç içinde onların kurduğu medeniyetten etkilenen toplumlar, yeni katkılar ilave ederek, onu kendilerinden sonra gelenlere devrettiler. Ancak, medeniyetlerin beşiği şehirlerin, sahip oldukları medeniyetlerle el değiştirmeleri, her zaman hoşgörülü bir anlayışla olmamıştır.

Örneğin 820 yıllık Endülüs İslam Medeniyeti, 450 yıllık Osmanlı’nın Balkanlar’daki tarihi kültürel varlıkları, tarihi inkâr edercesine yok edilmişlerdir. Fakat 1453’te fethedilen Konstantinopol için aynı şey söz konusu olmamıştır. Sultan Fatih, Bizans’ın sadece maddi kültür varlıklarını değil, bütün ekalliyetlerini hukuki düzenlemelerle himayesi altına almıştır. Osmanlı medeniyeti büyük bir hoşgörü ve özgüvenle bu birikimin üzerine inşa edilmiştir. Ayasofya, Pantokrator ve Valens Kemeri, Süleymaniye, Sultanahmet ve Topkapı Sarayı bize emanettir. Bizler bu bilinç ve sorumlulukla biliyoruz ki, Fatih kültür varlıklarıyla Fatih’tir. Tarihi kültür varlıkları, yaşanmış zamanın somutlaşmış halidir. Kendi dönemlerinin konuşan dilleridir. Bu dil, şehrin yaşayan ruhudur. Fatih’te Belediye Başkanı olmak, 8500 yıllık kültürel birikimin sorumluluğunu taşımaktır. Fatih’i Fatih yapan eserleri ihya etmek, onları işlevsel hale getirerek, gelecek kuşaklara emanet etmektir. Bu bir yerel yönetim görevinin ötesinde, ülkemize ve dünya kültür mirasına karşı kutsal bir görevdir. Sınırlı imkânlarımızla, bir sarraf titizliğiyle dünyanın en zengin açık hava müzesini en iyi şekilde ihya etmeye çalışıyoruz.

131

Page 133: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,
Page 134: HASAN SUVER - fatih.bel.tr · HASAN SUVER Fatih Belediye Başkanı GENEL YAYIN YÖNETMENİ VE YAYIN KOORDİNATÖRÜ A. Kübra Yeşilay YAYIN KURULU O. Erhan Oflaz, Ahmet Ayyıldız,