29
Türkiye’nin Ruh Sağlığı Dergisi // Sonbahar 2018 // Sayı: 02 // Ücretsizdir. AŞK MI BAĞIMLILIK MI? ZİHNİN UNUTTUĞUNU BEDEN HATIRLAR! ANNE ADAYININ KABUSU Gebelikte aşırı bulantı, kusma Psikolojik de olabilir mi? ALZHEİMER NEDİR? Ailevi Geçiş Var mıdır? İNFERTİLİTE İLE BAŞ ETME İnfertilite çiftlerin korunmamasına rağmen gebelik oluşmaması durumudur. HAYATA MERHABA Okullar açıldı, eyvah mı yaşasın mı? Okulda ne yesin ne içsin? Yoksa internet bağımlısı mı?

HAYATA MERHABA · Klinik Psikolog Alagün Belce Bahşi Klinik psikolog olup en çok ruhsal travma alanına ilgi duymaktadır. Bu nedenle bireysel ve toplumsal travmalarda sahalarda

  • Upload
    others

  • View
    8

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: HAYATA MERHABA · Klinik Psikolog Alagün Belce Bahşi Klinik psikolog olup en çok ruhsal travma alanına ilgi duymaktadır. Bu nedenle bireysel ve toplumsal travmalarda sahalarda

Türkiye’nin Ruh Sağlığı Dergisi // Sonbahar 2018 // Sayı: 02 // Ücretsizdir.

AŞK MI BAĞIMLILIK MI?

ZİHNİN UNUTTUĞUNUBEDEN HATIRLAR!

ANNE ADAYININ KABUSUGebelikte aşırı bulantı, kusma

Psikolojik de olabilir mi?

ALZHEİMER NEDİR?Ailevi Geçiş Var mıdır?

İNFERTİLİTE İLE BAŞ ETMEİnfertilite çiftlerin korunmamasına rağmen

gebelik oluşmaması durumudur.

HAYATAMERHABA

Okullar açıldı, eyvah mı yaşasın mı?Okulda ne yesin ne içsin?

Yoksa internet bağımlısı mı?

Page 2: HAYATA MERHABA · Klinik Psikolog Alagün Belce Bahşi Klinik psikolog olup en çok ruhsal travma alanına ilgi duymaktadır. Bu nedenle bireysel ve toplumsal travmalarda sahalarda

Sonbahar geldi. Okullar açıldı.

Yani hayat yeniden eski düzenine dönüyor.

Okulların açılması aslında bizlere bir haber.

Tatil bitti. Koşuşturmaca

başlıyor.

Çocuğu veya okullu çocuğu olmayanlar için bile aynı şeyler geçerli. Artık servisler yolda, trafik sıkışık, arkadaşlar çocuklarının peşinde olacak vb.

Okulların açılması hem çocukların hem ebeveynlerin hayatını etkiliyor. Okulların açılması koşuşturmaca demek. Trafik demek. Stresin artması demek. Ders çalıştırma demek. Disiplin demek.

Okulların açılması ebeveyn çocuk ilişkisi için de çok önemli.

Ebeveyn çocuk ilişkisinde gördüğümüz en büyük sorun “kural koymak”. İşte okulların açılması kural koyma konusunda ebeveynlere yeni fırsatlar tanıyor.

Okulların açılması çocuk için sorumluluklarını öğrenme zamanı. Ona sorumluluklarını yine ebeveynler öğretecek.

Zorluklar arttıkça çocuk ve ebeveyn ilişkisinde çatışmalar da artacak. İşte şimdi doğru bir şekilde çatışma çözme yöntemlerini öğrenme zamanı...

“Ben yapamadım” demeyin, yeni bir başlangıç yapabilirsiniz. Programınızı ve stratejinizi yapın ve uygulamaya geçin.

Okulların açılması yetişkinler için de stresin artması demek. O zaman “stresle başa çıkmayı öğrenmenin de zamanı geldi” demektir.

Duygularımızı yönetmenin, davranışlarımızı kontrol etmenin, yeni hedefler koymanın ve bu koşuşturmaca içinde kendimize zaman ayırmayı öğrenmenin de zamanı geldi.

Elinizdeki bu dergi insanın kendini geliştirmesi için var.

Biz bir şeyler yazdık, hayata geçirmek de sizin elinizde.

Hadi harekete geçelim, kendimiz için bir şeyler yapalım...

Okullar Açıldı, Hayata Merhaba!

Türkiye’nin Ruh Sağlığı DergisiSAYI 2, SONBAHAR 2018

Bu dergi Moodist Psikiyatri ve Nöroloji Hastanesi yayınıdır.Yılda 3 kez yayınlanır, ücretsiz dağıtılır.

Sahibi:H. Abdil Uşaklı

Editöryel KurulKültegin ÖgelDilşen ÖzdenNeslihan Turan

Sorumlu Yazı İşleri MüdürüA.Tamer Aker

İletişimAcıbadem Mahallesi, Çeçen Sokak No: 52 Üsküdar / İstanbulTel: 0 216 912 17 00E-posta: [email protected] sitesi: www.mood.ist

Görsel tasarımThe Band Creative

BaskıMilsan Basın 10.000 Adet

Bu dergi The Band Creative tarafından Moodist Psikiyatri ve Nöroloji Hastanesi için tanıtım amaçlı olarak hazırlanmıştır. Satılamaz ve dağıtılamaz. Dergide yayımlanan yazı, fotoğraf, harita, grafik, tasarım, illüstrasyon ve konularla ilgili her türlü yasal haklar saklıdır. Tüm yayın hakları saklıdır, yazıların izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden yayınlanması ve kullanılması yasaktır.

Tıbbi konularla ilgili yazı, açıklama ve değerlendirmeler, teşhis ya da tedavi amaçlı olmayıp, bilgilendirme amaçlıdır. Dergide yer alan hiçbir bilgi ya da belge, bir tavsiye ya da öneri olarak kabul edilemez ve herhangi bir karar veya eyleme temel oluşturulamaz.

Prof. Dr. Kültegin Ögel

Page 3: HAYATA MERHABA · Klinik Psikolog Alagün Belce Bahşi Klinik psikolog olup en çok ruhsal travma alanına ilgi duymaktadır. Bu nedenle bireysel ve toplumsal travmalarda sahalarda

Klinik Psikolog Alagün Belce BahşiKlinik psikolog olup en çok ruhsal travma alanına ilgi duymaktadır. Bu nedenle bireysel ve toplumsal travmalarda sahalarda rastlamak mümkündür. Psikoterapide şema terapi alanında çalışmalar yapmaktadır. Kurulumundan bu yana Moodist Hastanesi’nde klinik psikolog olarak çalışmaktadır.

Prof. Dr. Kültegin Ögel Genelde psikiyatri, özelde bağımlılık uzmanı. Çok sayıda kitabı, makalesi var. Bir çok uluslararası projede, proje liderliği yaptı. İşe yarar, dişe dokunur şeyler yapmayı sever. Halen Moodist’te Bağımlılık Klinik Direktörü.

Psikolog Neslihan Turan Klinik Psikolog olma yolunda teziyle savaşan bir psikolog. Şarkılar, oyuncaklar eşliğinde uzunca vaktini çocuklarla çalışmaya ayırmış ama artık Bilişsel Davranışçı Terapi ve Şema Terapi önderliğinde yetişkinlerin çocukluklarına inmeye çalışıyor. Test eğitimleri, terapi eğitimleri, tez çalışmaları derken oradan oraya yuvarlanıp gidiyor. 2016’dan beri de Moodist’te çalışıyor.

Klinik Psikolog Burcu Oğuzdoğan Klinik Psikolog, uzmanlığı çocuk ve ergen üzerine. Projektif ve bilişsel değerlendirme için uygulamalar yapar. Okumayı, yeni şeyler öğrenmeyi sever. Moodist’te Çocuk-Ergen psikoloğu olarak çalışmaktadır.

Uzm. Psikolog Zehra Olcay TunaZehra Olcay Tuna, Uzman Psikolog. Daha çok bağımlılık ile ilgili eğitimler aldı. Çeşitli projelerde, çalışmalarda yer aldı. Bir yerlerde çalıştı. Şimdi Moodist Bağımlılık Servisinde.

Uzm. Dr. Cavid GuliyevPsikiyatri uzmanı, özel ilgi alanları: bağımlılık, duygudurum bozuklukları, anksiyete bozuklukları ve şizofreni. Çeşitli konferanslara katılımı ve sunumları mevcut. Halen Moodist Hastanesi’nde çalışma hayatına devam etmekte olup, aynı zamanda hastanenin AMATEM sorumlu hekimidir.

Psikolog Özge KalkanPsikolog. Moodist ekibinin en yeni üyesi. İstanbul Bilgi Üniversitesi Travma ve Afet Çalışmaları Uygulamalı Ruh Sağlığı alanında yüksek lisans yapmakta, şu an tez aşamasında. Aynı zamanda psikoterapi eğitimlerine, süpervizyon süreçlerine ve test eğitimlerine tam gaz devam etmekte.

Uzm. Psikolog, MSc Kinyas Tekin Kinyas Tekin. O bir psikolog. Bağımlılıklarla özellikle kumarla çalışmayı seviyor, şemalarla oynamak, göz hareketleri yaptırmak, kağıt kalem bulursa resim çizdirmek ilgi alanlarıdır. Klinikte çalışmanın yanı sıra meslektaşlarına eğitimler planlamayı ve deneyimleri paylaşmayı mesleki sorumluluk olarak benimsiyor. Gönüllü projelerde yer almayı nefes almak olarak görüyor.

Doç. Dr. Önder Kavakcı Psikiyatrist. Özellikle travma ve EMDR terapisi alanında çalışır. Anne ruh sağlığı, gebelik sorunları, erişkin dikkat eksikliği hiperaktivitesi, cinsel sorunlar, kaygı bozuklukları, son zamanlarda da neurofeedback özel ilgi alanlarıdır. Çok sayıda makale ve kitap bölümü yazdı. Yeni tedavileri öğrenmeyi ve yeni yöntemler geliştirmeyi sever.

Dr. Gülmisal Erdoğan Nöroloji uzmanı, elektronörofizyolog. Yıllarca eğitim hastanesinde çeşitli nörologların eğitiminde aktif rol aldı. Epilepsi hastalığı, başağrıları özel ilgi alanında. Folklor oynar, yoga yapar, gezmeyi, yeni yerler görmeyi sever... Moodist’te çalışmakta.

Dr. Pervin Sevda BıkmazPsikiyatri uzmanı, psikoterapist. Çok sayıda uluslararası projede çalışmış, bir çok psikoloji programı kurmuş, yürütmüş ve sahada çalışan uzman yetiştirmiştir. Psikiyatri ve psikolojinin yüz güldürücü sonuçlarına ilişkin etkileyici deneyimlerinden aldığı ilhamla bu alandaki klinik ve akademik çalışmalarını inançla sürdürmektedir. Moodist’te çalışıyor olmak ona kendini üretken hissettiriyor.

Uzm. Diyetisyen Yeşim Nurdan ÖzkorucukluBeslenme ve diyetetik uzmanı ve hemşiredir. Hastalıklarda beslenme (obezite, yeme bozuklukları, diyabet, kalp ve damar hastalıkları, bariatrik cerrahi vb.), gebelik ve emziklik döneminde beslenme, çocuk beslenmesi, kişiye özel beslenme programları, yatan hastalarda nutrisyon tedavisi gibi alanlarda kendini geliştirmiştir. Uzman Diyetisyen olarak Moodist’te çalışmaktadır.

Prof. Dr. Işık KarakayaÇocuk ve Ergen Psikiyatristi ve mesleki deneyimlerini kişisel deneyimlerle zenginleştiren bir çocuğun (ergenin) annesi. Akademik çalışmalarının yanısıra Moodist’te “Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Biriminde” çalışıyor.

Prof. Dr. A.Tamer AkerPsikiyatri Profesörü, halk sağlığı uzmanı. Genelde psikiyatri, özelde afet ve travma ruh sağlığı ile ilgilenir. Bu alanda lisans üstü programlar yürütür. Çeşitli bakanlıklar, Dünya Sağlık Örgütü ve Birleşmiş Milletlere bağlı çeşitli kurumlara, STK’lara danışmanlık verir. Ulusal ve uluslararası afet ve travma yaşayan bölgelerde bulunur, çalışır. Uzun mesafe koşar, yorulur, yine koşar.

Dilşen Özdenİstanbul Bilgi Üniversitesi’nde Travma ve Afet Çalışmaları Uygulamalı Ruh Sağlığı Yüksek Lisansını tamamladı, tez aşamasında şimdi. Sosyolog, AÇEV- Anne Çocuk Eğitim Vakfı’nda gönüllü olarak çalıştı. Bilgi Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak derslere giriyor. Kendi psikoterapi sürecine, Somatik Deneyimleme ve Bilişssel Davranışçı Terapi eğitimlerine, süpervizyonlarına kafasında bir dolu soru ile birlikte devam ediyor... Moodist’te çalışıyor.

Dr. Selin Birgül BaranPsikiyatri uzmanı, çok sayıda bilimsel yayın yaptı ve birçok uluslararası kongrelere katıldı. Moodist Hastanesi’nde çalışmakta olup aile ve çift terapisi, cinsel terapi, bilişsel terapi, akupunktur tedavisi yapmaktadır. Beykent Üniversitesi Psikoloji Bölümünde öğretim üyeliği yapmaktadır.

KATKIDA BULUNANLAR

2

Page 4: HAYATA MERHABA · Klinik Psikolog Alagün Belce Bahşi Klinik psikolog olup en çok ruhsal travma alanına ilgi duymaktadır. Bu nedenle bireysel ve toplumsal travmalarda sahalarda

6 ANNEMLE BABAMBOŞANIYOR!

10 OKULLAR AÇILDI! EYVAH MI YAŞASIN MI?

14 AYAK TOPU: DÖRT YILIN ANLAM VE ÖNEMİ

16 İNFERTİLİTE İLE BAŞ ETME

18 HABERLER

23 KAYGILAR ŞELALE!20 MOODİSTSPOT

BU SAYIDA BU SAYIDA

40 ÇOCUKLARIMIZ İNTERNETE BAĞLI MI? BAĞIMLI MI?

44 BEDEN VE ZİHİN DEVR-İ ALEME ÇIKINCA GÖZÜMÜZDECANLANIR MI KOSKACA MAZİ!?

46 ANNE ADAYININ KABUSU: GEBELİKTE AŞIRI BULANTI KUSMA (HİPEREMESİS GRAVİDARUM) PSİKOLOJİK DE OLABİLİR Mİ?

48 ALZHEİMER HASTALIĞI NEDİR? AİLEVİ GEÇİŞİ VAR MIDIR?

50 ERKEK ADAM AĞLAR, KADIN DEDİĞİNKAHVEHANEDE OTURUR MU?

42 ŞİMDİ OKULLU OLDU, PEKİ ÇOCUĞUM NE YEMELİ?

33 MEVSİMLERİN GETİRDİKLERİ VE GÖTÜRDÜKLERİ

34 BEYİN: NE ZAMAN ÜZÜLÜR, NE ZAMAN SEVİNİR?

29 İÇ VE DIŞ DÜNYANIN ÇALKANTILI HALLERİ:SINIR DURUM KİŞİLİK VE SINIRDA KİŞİLİK

26 AŞK MI BAĞIMLILIK MI? BİT(E)MEYEN İLİŞKİLER

36 İDDAA’YA VAR MISINIZ?

Page 5: HAYATA MERHABA · Klinik Psikolog Alagün Belce Bahşi Klinik psikolog olup en çok ruhsal travma alanına ilgi duymaktadır. Bu nedenle bireysel ve toplumsal travmalarda sahalarda

ANNEMLE BABAMBOŞANIYOR!

Boşanma kararını açıklama şekliniz, çocuğunuzun durumdan etkilenme düzeyini etkiler.

Burcu OğuzdoğanKlinik Psikolog

BOŞANMA KARARINI ÇOCUKLARINIZA NE ZAMAN SÖYLEMELİSİNİZ?

Çocuklar ebeveynlerinin ayrılacağı/boşanacağı kararını yine onlardan duymalıdır. Karar alındıktan sonra çocuklara bildirilmeli ve onların da bu durum için hazır olması sağlanmalıdır.

Aşağıdaki basamaklar size çocuğunuzla bu kararınızı konuşmak için doğru zamanı bulabilmenizde yardımcı olacaktır.

Fiziksel bir ayrılığın gerçekleşmesi çok yakınlaştığında çocuğunuzla konuşun. Eğer çok daha önceden söylerseniz endişelenmek ve bunun olmaması için bir yol var mı diye düşünmek için

çok daha fazla zamanı olur. O sebeple, ayrılıktan 1-2 hafta önce çocuğunuza haber vermeniz uygun olacaktır.

Çocuğunuzla bu durumu evdeyken ve konuşmak için bolca zamanınız olduğunda paylaşın. Dışarıda ya da çocuğunuz bir yere gidecekken bu haberi vermeyin. Durumu açıklayıp onun sorularını cevaplayabilmeniz için zamanınız olsun.

Duygusal açıdan rahat hissettiğinizden emin olun. Evliliğinizi bitirmekle ilgili ne kadar üzgün ya da öfkeli olursanız olun bu yoğun duygularınızı çocuğunuza yansıtmayın ve sakin kalmaya çalışın.

BOŞANMA KARARINI ÇOCUKLARINIZA NASIL SÖYLEMELİSİNİZ?

En kötü evliliklerde bile çocuklar ebeveynlerinin ayrılık kararından yara alır. Boşanma kararını açıklama şekliniz, çocuğunuzun durumdan etkilenme düzeyini etkiler.

Boşanma kararını iki ebeveyn birlikte açıklamalıdır. Böyle olduğu zaman çocuk için bu kararın kesinliğini kabul etmek daha kolay olacaktır. Ayrıca, kararı iki ebeveynin beraber açıklaması çocuğun farklı açıklamalar duyarak kafasının karışmasını önler.

Eğer iki ebeveynin haberi birlikte verme imkanı bulunamıyorsa, orada bulunmayan ebeveynin en kısa zamanda çocuğu arayarak ya da çocuğa mektup yazarak bu durumu açıklaması önemlidir.

Bütün çocuklarınıza bu durumu aynı zamanda açıklayın. Kardeşlerin bir arada olması yaşayabilecekleri şok etkisini azaltır ve aile içi destek hissinin artmasını sağlar.

Anlaşılır ve dolambaçsız bir şekilde açıklayın. Durumu dürüst bir şekilde açıklamanız, yalan söylememeniz, bahaneler üretmemeniz ve olmayacak sözler vermemeniz gerekir. Aynı zamanda kararlı konuşmanız ve tereddüt etmemeniz çocukların bu kararın kesin olduğunu anlamalarına yardımcı olacaktır.

BOŞANMA KARARI İLE İLGİLİ OLARAK ÇOCUKLARA NELER SÖYLEMELİSİNİZ?

Çocuğunuza boşanma kararını açıklayacağınızda şu 3 amaca ulaşmayı hedeflemelisiniz.

• Ebeveynlerinin onu sevmeye devam edeceğine dair güvence vermek

• Çocuğunuzu suçluluk duygusuna karşı rahatlatmak

• İleriki zamanlarda travmatik olabilecek önemli hayat değişimlerine karşı çocuğu rahatlatmak

Konuşmaya net bir şekilde ‘’Biz beraber mutlu bir şekilde yaşamıyorduk o yüzden de boşanıp ayrı evlerde yaşamamızın daha iyi bir karar olacağını düşündük, ama ikimiz de sizi sevemeye ve anne babanız olmaya devam edeceğiz’’ gibi bir cümle söyleyerek başlayabilirsiniz. Siz haberi verdikten sonra çocuğunuzun aklına birçok soru gelebilir. Bu soruları ve nasıl cevaplayabileceğinizi şu şekilde açıklayabiliriz:

“Neden” Çocukların boşanmaya dair bütün üzücü kişisel sebepleri duymasına gerek yoktur. Bilmeleri gerek tek şey sizin beraber evliliği yürütemediğiniz ve ayrılmaya karar verdiğinizdir.

Kararınızı aniden ya da öylesine vermediğinizi çocukların bilmesi gerekir. Onlara bu konu üzerinde uzun uzun düşündüğünüzü belirtin.

“Peki ya ben?” Ebeveynlerin birbirinden ayrıldığını, kendisinden ayrılmayacağınızı ve kendisini sevmeye devam edeceğinizi bir kez daha hatırlatın. Sonrasında da aile yapısında olacak değişiklikleri anlatarak çocuğunuzun sorularını sormasına izin verin ve bu soruları dürüst bir şekilde cevaplayın.

“Ben nerede yaşayacağım?” Yaşanacak yer ile ilgili yapılacak bütün değişikliklerin sebebini açıklayın.

“ (Ayrı yaşayacak ebeveyn) nerede yaşayacak?” Ayrı yaşayacak olan ebeveynin yeni evini çocuğa gösterin, etrafı

ona gezdirin ve kendisini rahat hissetmesini sağlayın.

“(Ayrı yaşayacak olan ebeveyni) bir daha görebilecek miyim?” Onu sevmeye devam edeceğinizi tekrar ederek, birbirinizi görmek için zaman ayıracağınızı ve buluşmalar düzenleyeceğinizi belirtin.

“(Ayrı yaşayacak olan ebeveyni) ne zaman ve nerede göreceğim?” Ayrı yaşayacak olan ebeveyni nerede ve ne zaman görmek isteyeceğini çocuğunuza sorun. Ziyaret günlerinin ne zaman olacağını ve nerede görüşülebileceğini beraber konuşun.

ÇOCUĞUNUZ BOŞANMAYA NASIL BİR TEPKİ GÖSTEREBİLİR?

3-5 yaş arası çocukların tepkileri

Daha küçük yaştaki çocuklar boşanma kararının bütün karmaşasını anlamakta zorlanırlar. Ayrılma kararının sorumlusu olarak kendilerini görebilirler ve kendilerini suçlayabilirler. Suçluluk duygusuna ek olarak, bazı çocuklar tamamen terk edilme korkusuna kapılabilirler.

6 7

Page 6: HAYATA MERHABA · Klinik Psikolog Alagün Belce Bahşi Klinik psikolog olup en çok ruhsal travma alanına ilgi duymaktadır. Bu nedenle bireysel ve toplumsal travmalarda sahalarda

Diğer ebeveynin de onu terk edeceği korkusu bir çok çocuğun en küçük ayrılıklarda bile ayrılmak istemeyerek ve ağlayarak tepki göstermesine sebep olur.

Bazı çocuklar korku ve güvensizlik duygularından ötürü parmak emme, alt ıslatma, mızmızlanma gibi gelişimsel olarak daha geride davranışlar gösterebilirler.

Oyun, çocukların duygularını ifade edebilmelerinin en iyi yoludur. Oyuncaklar aracılığıyla çocuğunuzun kendini ifade etmesine izin verin ve onun neler yaşadığını, düşündüğünü, hissettiğini anlamaya çalışın.

6-11 yaş arası çocukların tepkileri

Daha büyük yaştaki çocuklar boşanmanın ne demek olduğunun daha çok farkındadırlar ve üzüntülerini fiziksel ve duygusal olarak birçok şekilde gösterebilirler. Bu dönemde; baş ve karın ağrıları, kabuslar, iştah kaybı, uyku düzeninde bozulmalar gibi değişiklikler gözlemleyebilirsiniz. Yaşı büyük olan çocuklar daha çok üzüntü ve öfkenin işaretlerini gösterirler.

Çocuklar bu dönemde üzüntülerini birçok farklı şekilde gösterebilirler; içe kapanabilir, sürekli ağlayabilir, siz ne olduğunu sorduğunuzda hiçbir şey olmadığını söyleyebilirler. Böyle bir zihin doluluğu, çocuğun dikkatini ve odaklamasını zorlaştırarak okul başarısında bir düşüşe sebep olabilir. Çocuğunuzun öğretmenini boşanma durumundan haberdar etmek önemlidir.

Genel olarak aşağıdaki ‘yapmanız gereken’ ve ‘yapmamanız gereken’ noktalara dikkat etmeniz süreci çocuğunuz için kolaylaştıracaktır.

Yapmanız gerekenler:

• Eğer boşanacağınız kesinse bunu kararlı bir şekilde, başka açık kapı bırakmadan açıklamak

• Çocuğunuzun duygularını söze dökmesi ve sorularını sorabilmesi

için desteklemek

• Çocuğunuzun endişelerini dikkatlice dinlemek

• Çocuğunuzun, ebeveynlerinin tekrar bir araya gelip mutlu bir şekilde yaşayacağına dair düşünceleri varsa vazgeçirmek

• Bir defa konuşmanın yeterli olmayacağını hatırlamak ve benzeri konuşmaları tekrarlayarak çocuğunuzun bu gerçeği kabul etmesine yardımcı olmak

• Çocuğunuza boşanmanın onun suçu olmadığını tekrar tekrar belirtmek

• Çocuğunuzu iki ebeveynin de her zaman sevmeye devam edeceğini sık sık hatırlatmak

Yapmamanız gerekenler:

• Kararsız olmak.

• Diğer ebeveyni boşanmadan dolayı suçlamak (açık bir şekilde bu onun hatası olsa bile)

• Çocuğunuzun önünde diğer ebeveyni kötülemek

• Çocuğunuzdan taraf seçmesini istemek

• Çocuğunuzdan duygusal destek beklemek

• Çocuğunuzun duygularını ifade etmesini ‘ Cesur ol’, ‘ Bize ne kadar güçlü olduğunu göster’ gibi ifadeler kullanarak engellemek

• “Zaten babanı çok fazla görmüyordun’’ gibi ifadeler kullanarak yaşanan kaybı küçümsemek

NE ZAMAN PROFESYONEL DESTEĞE BAŞVURMALISINIZ?

Siz veya çocuğunuz fazla stres, ciddi depresyon veya kaygı yaşıyorsanız, çocuğunuzun okul ya da sizin iş performansınızda düşüş varsa öfke nöbetleri gözlemliyorsanız profesyonel destek almak size yardımcı olabilir. Hem aile terapileri hem de bireysel terapiler, yaşanan acının hafiflemesinde, ileride yaşanabilecek olası sorunların önlenmesinde ve duygusal destek sağlama konusunda etkili olacaktır.

KAYNAKÇA

Schaefer, C. E., & DiGeronimo, T. F. (1994). How To Talk to Your Kids about Really Important Things: For Children Four to Twelve. Specific Questions and Answers and Useful Things To Say. Jossey-Bass, Inc., Publishers, 350 Sansome Street, San Francisco, CA 94104.

8

Page 7: HAYATA MERHABA · Klinik Psikolog Alagün Belce Bahşi Klinik psikolog olup en çok ruhsal travma alanına ilgi duymaktadır. Bu nedenle bireysel ve toplumsal travmalarda sahalarda

OKULLAR AÇILDI! EYVAH MI YAŞASIN MI?

Aslında erken çocukluk döneminde iyi desteklenmiş, bol bol oyun oynamış, ilgi ve merakları desteklenerek öğrenmeye açık hale getirilmiş ve

gelişimsel basamaklarını sağlıklı bir şekilde tamamlamış tüm çocuklar okula kısa sürede uyum sağlayabilmektedir.

Prof. Dr. Işık KarakayaÇocuk ve Ergen Psikiyatristi

Uzun bir tatil döneminden sonra okullar yeniden açıldı.

Hem çocuklarda hem de anne babalarda heyecan yaratan bir dönemdir okulların açıldığı eylül ayları. Çocukların kimileri yeni bir okula başlamanın, kimileri ise arkadaşları ve öğretmenleriyle yeniden bir arada olabilmenin heyecanını yaşarlar.

Acaba çocuğum okula giderken sıkıntı yaşayacak mı?

Anne babalar ise hem çocuklarının bu heyecanlarına eşlik ederler hem de farklı alanlarda endişeler barındırabilirler. Okula başlayacak olan çocuklarının okula uyumu ile ilgili kaygıları olabilir. “Acaba çocukları okula giderken sıkıntı yaşayacak mı?” sorusuna okulda başarılı olup olamayacağı, arkadaşlık kurup kuramayacağı gibi birçok soru da eşlik eder. Tüm bu kaygılar olağan ve beklendiktir.

Aslında erken çocukluk döneminde iyi desteklenmiş, bol bol oyun oynamış, ilgi ve merakları desteklenerek öğrenmeye açık hale getirilmiş ve gelişimsel basamaklarını sağlıklı bir şekilde tamamlamış tüm

çocuklar okula kısa sürede uyum sağlayabilmektedir.

Peki ya çocuğum zorlanıyorsa?

Bunların yanı sıra daha önceki okul deneyimlerinde zorluk yaşamış çocuklar için daha endişe verici bir dönemdir eylül ayı. Bu zorluklar; anneden ayrılma ile kaygılar, okul başarısızlığı, öğrenme ve dikkat sorunları, arkadaş ilişkilerinde güçlükler, davranış sorunları gibi pek çok alanda olabilir. Ancak unutulmamalıdır ki çocukların sergiledikleri her bir davranışın mutlaka bir nedeni bulunur. Örneğin sosyal ortamlarda çekingen davranan ve arkadaş edinmekte sıkıntı yaşayan bir çocuk, çekingen kişilik özelliklerine sahip olabilir ve/veya evdeki bakım verenleri tarafından fazlaca korunup kollanmış, sosyal becerilerini geliştirmek için fırsat bulamamış olabilir.

Davranış sorunları olan bir çocukta ise bu zorlukların anne baba tutumlarından ya da “dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu” gibi yapısal bir durumdan kaynaklı olabileceği akla gelir. Benzer şekilde çocuklarda öğrenme sorunları, okula uyum güçlüğü, dikkat eksikliği hiperaktivite

bozukuluğu, özgül öğrenme güçlüğü, zihinsel gelişim sorunları gibi birçok nedenle ilişkili olarak ortaya çıkabilir.

Bu noktada okulların yeniden açıldığı bu dönemde anne babalar eğer çocukları ile ilgili bir endişe taşıyorlarsa mutlaka çocuk ruh sağlığı profesyonelleri tarafından değerlendirilmeleri için başvurmalı, gerekli öneriler ve önlemler için işbirliği içinde olmalıdırlar.

Nasıl önlemler alabiliriz?

Eğer çocuklar okulda yaşadıkları zorluklar nedeniyle daha önceden bir tanı almış ve tedavi görmüş ise, tedavi ihtiyacının devam edip etmediği, ilaç kullanımı, destek tedaviler, okul ile işbirliği konuları için mümkünse okul açılmadan bir çocuk psikiyatrisi uzmanına başvurmaları uygun olacaktır. Böylece çocuğun okulun açıldığı günden itibaren takip ve tedavisi aksamadan sürdürülebilir.

Anne babalar çocuklarının ihtiyaçlarını gözeterek önlemler aldıkları takdirde tüm ailenin ortak duygusu “Eyvah okul açılıyor” yerine “Yaşasın okul açılıyor” olacaktır.

Herkese keyifli ve başarılı bir okul yılı dileklerimle….

10 11

Page 8: HAYATA MERHABA · Klinik Psikolog Alagün Belce Bahşi Klinik psikolog olup en çok ruhsal travma alanına ilgi duymaktadır. Bu nedenle bireysel ve toplumsal travmalarda sahalarda
Page 9: HAYATA MERHABA · Klinik Psikolog Alagün Belce Bahşi Klinik psikolog olup en çok ruhsal travma alanına ilgi duymaktadır. Bu nedenle bireysel ve toplumsal travmalarda sahalarda

Bu yazı geçmiş Dünya Kupası’nın hatırına yazılmıştır. Baştan belirtmek isterim. Hem Kupa’nın hem de yuvarlanan bu meşin yuvarlağın yazar ve benzerlerindeki hatırı büyüktür…

Kısaca topa içeriden ve dışarıdan bakıldığında oyun hayatın bir yansıması, ikamesidir.

Bir parçası sürekli ergen kalanlar için ise bu dört yıl neredeyse bir çeşit tavaftır. Kimileri kendi tarihlerini bu tavaf üzerinden yazarlar. Örneğin 1978 onlar için futbol filozofu Cruyff’un sol tarafı Rensenbrick’e bıraktığı yıldır. “Zengin bir kulubü neden yenemeyesiniz ki? Ben para dolu bir çantanın gol attığını hiç görmedim.” diyen bir asidir Cruyff. Ne var ki, onun olmadığı bir turnuvada ‘içi para dolu bir cunta çantası’ kupayı Peru üzerinden Arjantin’e getirir. Tüm olan bitene karşın yine de futbol dilencileri Arjantin’in yelelisi Mario Kempes’i unutmaz ve saygıda kusur etmezler.

1982 Dünya Kupası ise bize kaybedenlerin tarihinin en iyi kaybedenlerinden bir takım ve bir kişiyi sunar; Brezilya ve Socrates…Kaybederken güzeldir onlar. Socrates, bir tıp doktorudur. Gönüllü olarak yoksullara hizmet verir. Odasında iki poster olduğu söylenir; John Lennon ve o diyarların bir diğer tıp doktoru Che Guevara.

Her dört yıl, her tavaf, her muhabbet, her ilişki bizi büyüterek yenilerine gelmemize yol açar. Hayatın her dem kısa ve uzun tarihinin öyküsü gibidir Dünya Kupası. Emperyal Güçlerden Büyük Britanya, 1986 yılında eski sömürgelerinden Arjantin ile Falkland Adaları üzerinden savaşa tutuşur. Sonuç, bilinen bir hikayedir. Aynı yıl ise Arjantin bu kez yeşil zeminde meşin yuvarlak eşliğinde İngiltere ile karşılaşır. Boca’nın çocuğu Diego sanatının hakkını verir. Boca’nın kendini ifadesinin iki sanatı vardır. Duvar resimlerinin arkasındaki bu mahallede varlık kendini top ve

tango ile belli eder. Diego Armando Maradona “tanrının da eliyle” top sanatını konuşturur ve İngiltere’yi yıkar. Socrates’in deyimi ile diktatörler değil ama emperyaller çalımı fena yemiştir.

Güney İtalya tüm o güzelliğine karşın İtalya’nın siyahıdır. Napoli ise siyahın da ötesidir, üveydir, İtalyan bile değildir, ötekidir. Yoksulluk ve işsizliğin yanı sıra ötekileştirmenin en basit yargıları bile onlar içindir:

“Pistirler ve kötü kokarlar”. Güney; Maradona’nın bu caddelerinde çöp dağları yükselen, balkonlarını iplere dizili çamaşırlarla süsleyen, farklı etnik kimlikleri yaşatan Napoli Kenti’ne geldiğinde bir çeşit kentsel Spartaküs dönüşümü yaşar. İki şampiyonluk, madem manalar üzerinde duruyoruz sadece iki şampiyonluk değildir. Tam bu sırada bir başka Dünya Kupası’nda Roma’nın

250 km güneyinde, İtalya’da, Napoli’de İtalya Milli Takımı / Roma Ordusu Spartaküs ve arkadaşları Arjantinliler ile karşılaşır. Napoli’de yaşayan İtalyanlar Diego Spartaküs’ü destekler. Diego, Napoli’nin azizidir, tanrısıdır ve ondan sonra onun on numaralı forması takımdaki hiçbir topçuya verilmemiştir. Bu tanrısal forma Napoli’deki sıradan dükkanların duvarlarını süsleyen bir özgüven öykünmesi ve bağlantısıdır. Yani, görünen sadece futbol değildir.

Yuvarlanan bir topun peşi sıra koşan pek çok çocuk görmüşsünüzdür. Yuvarlanan bir topun ardından gönlü gitmeyen erişkinler de nadir değil, aksine çoktur. Bu yüzden mesele top ve oyun olunca, bu oyunu isteme ve arzulama yaş aralığını altmışlı yılların bile ötesine uzatmak mümkündür. Futbol basit oyundur derler. Ancak her basitliğin içerisinde insan doğasının karmaşık yaratıcılığının da bulunduğunu unutmamak gerekir. Futbol basittir, kaleci ile karşı karşıya iken vurursunuz ve golü atarsınız. Eğer bu sahnenin içine girerseniz nefes nefese ve arkanızdan gelen nefesi de hissettiğiniz anda, gözlerinize inen teri bile farketmeyecek bir şekilde, üstelik sanki başka bir gözle kalecinin nereye nasıl geldiğini görerek, bırakın bacaklarınıza verdiğiniz şekli parmaklarınızın ayakkabının içinde yaptığı o hareketlerden de bihaber, kafanızda o an için yarattığınız bir imgeyi “topun altına girip kalecinin üzerinden aşırmak”, bedeninizin nasıl ve ne şekilde yaptığını kadim bir şükür ve hayranlıkla, ya da golü kaçırdınızsa derin bir hayal kırıklığı ve üzüntüyle görmeniz ve yaşamanız mümkündür. Sözün özü, biz futbol dilencileri basit insanlarızdır ve kendi tarihimizi her dört yılda bir yeniden gözden geçiririz. Bir süre bizi kendi halimize bırakın… Topu izlerken içimizden geçsin;

Nasıl geçti habersiz o güzelim yıllarımBazen gözyaşı oldu, bazen içli bir şarkıHer anını eksiksiz, dün gibi hatırlarımDudaklarımda tuzu, içimde durur aşkı…

AYAK TOPU: DÖRT YILIN ANLAM VE ÖNEMİ

Prof. Dr. A. Tamer AkerMedikal Direktör, Psikiyatrist

“Hayat ve ahlak hakkında bildiğim herşeyi futboldan öğrendim” Albert Camus

14 15

Page 10: HAYATA MERHABA · Klinik Psikolog Alagün Belce Bahşi Klinik psikolog olup en çok ruhsal travma alanına ilgi duymaktadır. Bu nedenle bireysel ve toplumsal travmalarda sahalarda

İNFERTİLİTE İLE BAŞ ETME

“Her şey kafada bitiyor. Streslerinden bir kurtulsan olur.”“Sabret biraz, kendiliğinden olacak.” “Sen bu kadar taktın diye olmuyor.”

Bütün bunlar bebek sahibi olmak isteyen ve infertilite tanısı almış çiftlerin duyduğu cümlelerden sadece birkaçı… Her şeyin kafada bittiğini, aslında stres yapmazlarsa kolayca çocuk sahibi olabileceklerini veya ebeveynliğin zorluklarını ön plana çıkartarak teselli edildiklerini sıklıkla görebiliyoruz. Peki böyle bir durumda, gerçekten karşımızdaki insana iyi gelebilecek bir destek vermiş oluyor muyuz? İnfertilite ile baş eden çiftlerin nasıl bir desteğe ihtiyaç duyduklarını gerçekten biz biliyor muyuz? Dahası çiftlerin kendileri bu süreci ne kadar tanıyor ve biliyor?

İnfertilite tam tanımıyla, bir yıl veya daha uzun süreli aktif cinsel hayatı olan çiftlerin korunma yöntemlerine başvurmamalarına rağmen gebelik oluşmaması durumudur.

Bu durum tüm dünyada karşımıza çıkan ve 7 milyondan daha fazla çiftte rastladığımız bir durumdur.

Araştırmalar Türkiye’de de her 8 çiften birinde infertiliteye rastlandığını bize gösteriyor. Bu çiftler arasında bebek sahibi olmak isteyenler, kimi zaman oldukça uzun sürebilecek, yoğun ve zorlayıcı bir tedavi sürecine giriyorlar.

Stres mi infertiliteyi, infertilite mi stresi yaratıyor?

Bu sorunun cevabını bulmak bizi yumurta ve tavuk hikayesine götürüyor ve cevabını bulmak oldukça güçleşiyor. Bu tablo, tam anlamıyla bir kısır döngü ile karşı karşıya kaldığımızı gösteriyor. Araştırmalara baktığımızda, stres ve kaygı düzeyi yüksek olan kişilerde infertiliteye rastlandığı görülebildiği gibi, stres ve kaygı düzeylerinin yüksek olmasına rağmen infertilite görülmediği de oluyor.

Bunların yanında, tedavi sürecinin kendisinin yarattığı stresin ise oldukça yüksek olduğunu görülüyor. Yani durumun kendisinin değil, tedavi

sürecinin zorluklarıyla beraber stres ve kaygının daha çok arttığını görülüyor. Peki ne oluyor da medikal tedavi süreci çiftlerin süreç içindeki baş etmelerini zayıflatıyor? Bu süreçte neden psikolojik destek almak önemli bir yer tutuyor?

İnfertilite, tıbbi bir durum olmasının yanında, pek çok zorlayıcı psikolojik süreçleri içeren bir durumdur. Aile ve çift ilişkisini etkileyebilecek, bunun yanında kişilerin hayatlarında bireysel olarak da problemler doğurabilecek bir süreçtir. Sanılanın aksine infertilitede, yalnızca kadınlar zorlanmaz; erkekler için de benzer derecede zorlayıcı bir süreçtir. Bu noktadan bakıldığında suya atılan bir taşın yarattığı halkalar gibi, büyüyen ve derinleşen bir etkisi vardır. Tıbbi tedavi ile infertilite ele alınırken, psikolojik destekle de çiftlerin baş etmesini güçlendirmek süreci yönetmek için önemli bir kaynaktır.

İnfertilite tedavisi nerelerde çiftleri olumsuz etkileyebilir?

Tedavi gören kişinin kendisinin ve partnerinin duygusal dünyasını olumsuz etkileyebilir. İstenildiği halde çocuk sahibi olamamayı anlamlandırma süreci pek çok kişi için oldukça zorlayıcı olabiliyor. İnfertilite tedavisinde olumsuz etkilenen alanlar arasında çiftlerin kendi aralarındaki ilişkiden de bahsedebiliriz. Bu süreçte çiftlerin uyumlarının bozulduğu, öfkeyi yönetmekte zorlandıkları, aynı zamanda cinsel hayatlarındaki mahremiyetin ve spontanlığın da kaybolduğu görülür.

Diğer bir noktada, çiftlerin çevreye karşı yaşadıkları zorluklardan bahsedebiliriz. Pek çok çiftin en çok zorlandığı alanlardan biri, bunu ailelerine, yakınlarına ve çevrelerine açıklamak oluyor. “Ne zaman çocuk sahibi olacaksınız?” Sorularının ardı arkası kesilmezken, bu durumu yakınlarına açmak çiftler için oldukça

güç bir hal alabiliyor. Bu durum bir yanıyla çiftlere bırakılabileceği gibi diğer bir yanıyla da ihtiyaç duydukları destek ve güvenden çiftlerin kendilerini mahrum bırakmasına sebep olabilir. Anlaşılamayacağı için, ailesini üzmemek için ya da kimi zaman utanç duyguları ağır bastığı için aileleri ile bu durumu paylaşamayan çiftlerin; medikal tedavi süreci içinde daha çok yalnız kalmalarına sebep olabilir.

Çiftler benzer şekilde iş hayatında da çalışma arkadaşlarına durumu açıklayamamalarından kaynaklanan sorunlarla da baş etmek zorunda kalabiliyorlar. Örneğin; tedavi sürecinin aşamalarında izin almak, rutin ve sık gerçekleşen doktor kontrollerine gitmek, kişilerde yoğun strese sebep olabiliyor. Tüm bunları paylaşamadan aşmaya çalışmak, süreci olduğundan daha da zorlaştırabiliyor.

Neden Psikolojik Destek Alınmalı?

Olayın kendisinin ve sürecin getirdiği zorluklar birlikte göz önüne

alındığında, bütünüyle stres içeren bir tablo karşımıza çıkmaktadır. İnfertilite sürecinin tedavisi bir maraton gibi düşünecek olursak; kimi bu maratona daha deneyimli, kimi daha yorgun, kimi daha stres ve kaygılı girebiliyor. Başlangıçtaki koşullar hiç kimse için eşit olmadığından, uzun soluklu koşabilmek için psikolojik destek çiftlere destek niteliği görüyor. Bu koşuda en çok kadınlara yük düşüyormuş gibi görünse de bilinenin aksine bu, çiftin sahiplenmesi ve birlikte baş etmesi gereken bir süreçtir.

Çiftleri konu ile ilgili bilgilendirerek, stres yüklerini azaltmak ve bu zorlu süreçte daha uzun koşmalarını sağlamak için baş etme becerilerini güçlendirmek hedeflenmektedir. Ayrıca çiftlerin; konu ile ilgili bilgilendirici seminer, eğitim ya da grup terapilerine katılması önerilmektedir. Bu süreci daha sağlıklı, daha destekli ve daha korunaklı yaşamak hiç bilmediğimiz baş etme yanlarımızı keşfetmek için aynı zamanda iyi bir fırsat yaratabilir.

Alagün Belce BahşiKlinik Psikolog

16 17

Page 11: HAYATA MERHABA · Klinik Psikolog Alagün Belce Bahşi Klinik psikolog olup en çok ruhsal travma alanına ilgi duymaktadır. Bu nedenle bireysel ve toplumsal travmalarda sahalarda

HABERLER

02-03 KASIM “TOPLUM VE RUH SAĞLIĞI KONGRESİ”

“Ruh Sağlığımızı Korumak ve Güçlendirmek”

02-03 Kasım 2018 tarihleri arasında Moodist Psikiyatri ve Nöroloji Hastanesi olarak düzenleyeceğimiz Toplum Ruh Sağlığı Kongresi’nin ilkini siz meslektaşlarımızla paylaşmaktan büyük bir mutluluk duymaktayız.

Toplum Ruh Sağlığı Kongresi’yle Türkiye’nin Ruh sağlığı alanında önde gelen uzmanlarını, araştırmacılarını geniş bir katılımla bir araya getirmeyi hedeflemekteyiz.

Ruh Sağlığı hizmetlerini multidisipliner bir bakış açısıyla ele

almak üzere düzenleyeceğimiz bu kongrede kamu ve özel hastanelerde ruh sağlığı, koruyucu ruh sağlığı ve toplum ruh sağlığı uygulama ve sorunlarına odaklanacağız.

Toplum Ruh Sağlığı Kongresi’nde ele alınacak konular arasında;

Uygulama eksiklikleri, atılması gerekli adımlar- alınması gereken önlemler-, toplum ruh sağlığı politikaları, savaş-göç-terör-insan hakları sorunları, ihmal-istismar-şiddet- intihar -bağımlılık başlıkları yer almaktadır.

Toplum Ruh Sağlığına ilişkin temel yaklaşım uygulama ve yenilikler pratikten gelen bilgiler (uzman deneyimleri) ve güncel bilimsel verilerle ele alınacaktır.

Bu kongrenin; toplum ruh sağlığını korumak, ruh sağlığı uygulamalarını iyileştirmek, geliştirmek, toplum ruh sağlığı konusunda farkındalık yaratmak, fikir ve deneyimleri paylaşmak ve yeni fikirler geliştirmek için birlikte çalışma fırsatı yaratacağını umuyoruz.

Düzenleme kurulu adına; sizleri Bağlarbaşı Kültür Merkezi’nde ağırlamaktan mutluluk duyacağız. Kongremizde sizleri aramızda görmek umuduyla.

Saygılarımızla.

Yer : Bağlarbaşı Kültür Merkezi / İstanbul

Ayrıntılı Bilgi İçin: www.toplumruhsagligikongresi.com

MOODİST’TE SANAT VETEDAVİ

Moodist Hastanesi’nde hastalarımız için her gün tedavinin önemli bir parçası olan sanatın gücünden yararlanıyoruz.

Cuma günleri “Fatma Zeynep Çilek” sanat terapimize renk katıyor.

“Sanat terapisi, sanatın iyileştirici gücünden faydalanarak, otomatik düşüncenin etkisi altında kalmadan

duygularımızın dışa aktarımıdır ve iç dünyamız ile ilgili bize bilgi verir.

Terapi esnasında estetik kaygı gözetmeksizin danışanlara kendini ifade etme fırsatı verir ve kişiler özgürce, kendini kısıtlamadan, baskı altında kalmadan kendini ifade eder. Sözle ifade edilemeyen bazı şeyler resim, müzik, edebiyat ve tiyatro gibi sanat türleri ile ifade edilmektedir.

Bağımlılık ve ilgili sorunlar son yıllarda ülkemizde giderek artan bir sorun haline geldi.

Bağımlılığın önlenmesinde ve bağımlılığa uygun müdahalelerin yapılmasında, alanda çalışan uzmanların bilgi ve becerisi büyük önem taşımaktadır.

Bağımlılık; yeterli bilgi ve beceriye sahip uzmanlar tarafından önlenebilir veya tedavi edilebilir. Bağımlılık multidisipliner bir alandır. Bu nedenle çok farklı bilim dallarından insanların karşılaştığı bir sorundur.

Moodist Psikiyatri ve Nöroloji Hastanesi, farklı disiplinlere yönelik hazırladığı İstanbul Bağımlılık Sempozyumu bilimsel toplantısından sonra 13 -14 Ekim 2018 tarihlerinde II. İstanbul Bağımlılık Sempozyumu & Bağımlılık Atölyeleri’ni gerçekleştirdi.

Bilgi Üniversitesi Santral Kampüsü’nde gerçekleşen Bağımlılık Atölyeleri; psikolog, psikolojik danışman, rehber öğretmen, sosyal hizmet uzmanları, emniyet görevlileri,

sosyologlar gibi bağımlılık sorunuyla karşılaşan ve alanda çalışan yüzlerce profesyoneli ve ilgili öğrencileri biraraya getirdi.

Moodist Psikiyatri ve Nöroloji Hastanesi Bağımlılık Merkezi Direktörü Prof. Dr. Kültegin Ögel ve ekibi tarafından düzenlenen İstanbul Bağımlılık Sempozyumu;

Bahar dönemlerinde bilimsel toplantı, panel ve sunum,

Güz dönemlerinde ise atölye, kurs, ve workshop şeklinde planlanmaktadır.

Bağımlılığın önlenmesine ve tedavisine toplumsal bir katkımız olması dileğiyle…

Travma ve afet çalışanları olarak çok yorucu günlerden geçtiğimiz bu zamanda bir araya gelmek, güçlerimizi ve güçlüklerimizi paylaşmak, bilgi ve deneyimlerimizi aktarabilmek amacıyla yola çıktığımız Türkiye Travmatik Stres Kongresi’ne sizleri davet ediyoruz.

Türkiye Travmatik Stres Kongresi günümüzün en önemli sorunlarından biri olan “Toplum Ruh Sağlığı Boyutuyla Savaş, Göç ve Mültecilik” ana temasıyla 7-9 Aralık 2018 tarihinde İstanbul’da gerçekleşecektir.

Savaş, göç ve mültecilik sorununun her boyutuyla tartışılacağı kongremizde sizlerle birlikte olabilmeyi diliyoruz.

Saygılarımızla.

Yer : İstanbul Bilgi Üniversitesi/ Santral kampüsü

TÜRKİYE TRAVMATİK STRES KONGRESİ

II. İSTANBUL BAĞIMLILIK SEMPOZYUMU & BAĞIMLILIK ATÖLYELERİ YAPILDI

18 19

Page 12: HAYATA MERHABA · Klinik Psikolog Alagün Belce Bahşi Klinik psikolog olup en çok ruhsal travma alanına ilgi duymaktadır. Bu nedenle bireysel ve toplumsal travmalarda sahalarda

GENEL BİLGİLER

• AA ve NA gibi 12 Basamak destek grupları kişinin topluma entegrasyonunda önemli bir araçtır. Kişinin klinik tedavisi ya da ruhsal destek iyileşme süreci devam ederken, 12 Basamak temelli programın rehberlik, toplantılar vs. gibi araçları da, bağımlının iyileşmesine katkı sağlar.

• Kişinin tedavi süreci bittikten sonra da kişinin iyileşmesini sürdürebilmesi için devam edeceği bir iyileşme anlayışı sunarlar. Araştırmalar AA ve NA toplantısına giden kişilerin, tedavi başarısının arttığını göstermektedir.

• 12 Basamak Program üyeleri iyileşmeleriyle örnek rol model teşkil ederek kullanmadan yeni çıkan kişinin iyileşmekte olan bağımlı kimliği geliştirmesine yardımcı olur.

• Kullanmaya geri dönüşün yaşandığı durumlarda, kullanmanın bir başarısızlık ya da suçlu hissedilecek bir durum değil, hastalık olduğunu kabul ettikleri için, kişiyi iyileşme yönünde destekleyerek, temiz kalmayı tekrar denemesi için motive ederler.

• Din, dil, ırk, cinsiyet, yaş sosyoekonomik sınıf ayrımı gözetmeksizin oluşturulan bir topluluk olduğu için, iyileşme deneyimi çeşitlilik gösterir.

• Toplantılara katılım ücretsizdir.

• Tek odak noktaları iyileşme olduğu için bireyin kullanma geçmişi ya da kişisel detayları vs. ile ilgilenmezler.

• Bağımlılıkta izolasyon önemli sorundur. Aktif bağımlılığın izolasyonu iyileşme toplantılarının “biz” anlayışı ile yer değiştirir. Sadece toplantıda olmak dahi bağımlının iyileşmesine yol açar.

• Adsızlık; bağımlının toplantıda güven içinde paylaşmasına ve paylaşmayı dinleyenlerle empati kurmasına aracılık eder.

SIK SORULAN SORULAR VE YANITLARI

Toplantılara kullananlar da geliyor. Takip ettiğim bağımlı kayar mı?

• 12 basamak anlayışına göre toplantılara kullanarak gelenler, kullanmayı bırakma arzusu taşıyan kişilerdir. En az toplantılara temiz gelmeye devam eden kişiler kadar kullananların da toplantılara katılma hakkı vardır. Burada önemli olan, bağımlıyı iyileşme toplantısına yönlendirilirken, kullanan insanların da toplantıda olabileceği hakkında bilgilendirme yapmaktır.

• Yapılacak bilgilendirmede vurgulanacak noktalar iki temel esas üzerine kuruludur. Madde kullanan kişiler her yerde mevcuttur. Bağımlı temiz kalıyor diye, kullanıcılar iyileşme toplantısı içinde ve dışında temiz kalmazlar. Bir diğer nokta da, on iki basamaklı programlarda kişiler kullanıyor ve kullanmıyor diye etiketlenmezler. Herkesin eşit derecede iyileşme ve yeni bir yaşam yolunu umut etme hakkı vardır.

Toplantılarda kullanımdan bahsediliyor. Takip ettiğim bağımlı “craving” benzeri bir durum yaşayıp sonunda kullanmaya döner mi?

• Bağımlıların 12 basamak çerçevesinde kullanımdan bahsetmesinin amacı, geldikleri yeri unutmamak ve bugün nasıl temiz kaldıklarını ifade etmektir. 12 basamak arkadaşlık birliği üyeleri kullanımdan bahsederken vurguladıkları şey; nasıl kullandıkları değil, kullanım esnasında çektikleri acı, yaşadıkları sonuçlar ve kayıplarıdır. 12 basamak iyileşme anlayışına göre, üye geldiği yeri unutarak ya da yok farz ederek değil, kabullenerek temiz ve iyileşmede kalır.

Takip ettiğim bağımlının tercih maddesi “…”. Diğerlerini de kullanır mı?

• Bağımlılar her türlü maddeyi kullanma eğilimi gösterebilir. 12 basamak anlayışına göre, maddeler

arası alkol dahil olmak üzere ayrım gözetilmez. 12 basamak iyileşme anlayışında, kişi tercih maddesi kavramından bağımsız olarak bütün maddeleri kullanmaya eşit derecede yakın olduğu için bütün maddelerden uzak durması önemlidir.

• Adsız Alkoliklerde 1. basamak alkol üzerine odaklansa da, üyeler reçete edilmiş ilaçların kötüye kullanımı dahil her hangi bir başka ruh ve akıl hali değiştirici maddeden uzak durarak ayıklıklarını korurlar. Adsız Narkotiğin 1 basamakta vurgu yaptığı yer maddeler değil, bağımlılık hastalığıdır. Bağımlılık hastalığını ruhsal, zihinsel ve fiziksel etkileri çerçevesinde ele alırlar.

12 basamaklı programlar tamamıyla her türlü maddeden uzak durma düşüncesi üzerine kurulu olduğunu duydum. Takip ettiğim bağımlının ilaç tedavisine karışan üyeler olursa ne yapmalıyım?

• 12 basamak iyileşme anlayışına göre ilaç tedavisi ya da klinik yaklaşımlar dışında kalan konulardır ve 12 basamak arkadaşlık birlikleri, kendi dışında kalan konular üzerinde fikir yürütmez. Genellikle üyeler ilaç tedavileri ile ilgili kendi olumsuz deneyimlerini paylaşırlar. Öte yandan bağımlıların ilaçlara dair olumsuz deneyimleri olduğu kadar, olumlu deneyimleri de olabilir ve bunları da bağımlıyla/yeni gelenle paylaşabilirler. Burada önemli olan bağımlıyı toplantıya yönlendirirken, 12 basamaklı arkadaşlık birliklerinin ilaç ve benzeri konularda bir fikri olmadığını, bağımlıya hatırlatmaktır.

Takip ettiğim bağımlının ikincil teşhisi var. Bu durum sorun olur mu?

• On iki basamak iyileşme anlayışına göre diğer ruhsal hastalıklar programın odak noktasında yer almazlar. Burada önemli olan, takip edilen bağımlıyı bağımlılığın iyileşmesine odaklanması için destek olmak ve ikincil teşhis için doktoru ve psikoloğuyla işbirliği içinde olmasına teşvik etmektir.

SPOT

Bağımlılık tedavisinde tüm araştırmalar AA ve NA’nın tedavi başarısınıartırdığını göstermektedir. AA ve NA hakkında yeterli bilgiye sahip miyiz?

Bu Spot’ta AA ve NA hakkında temel bilgileri, doğrudanAA ve NA üyelerinin ağzından vermeye çalıştık.

12 BASAMAK ARKADAŞLIK BİRLİKLERİ (AA VE NA) HAKKINDA TEMEL BİLGİLER

20 21

Page 13: HAYATA MERHABA · Klinik Psikolog Alagün Belce Bahşi Klinik psikolog olup en çok ruhsal travma alanına ilgi duymaktadır. Bu nedenle bireysel ve toplumsal travmalarda sahalarda

KAYGILAR ŞELALE!

Vay be nasıl da geçmiş bunca yıl derken, giymiş formasını, takmış çantasını ve gidiyor ufaklık. Belki biraz ağlıyor, belki biraz gülüyor, belki de biraz heyecanlı.

Peki ya sen, sen nasılsın caaanım ebeveyn?Sen gel dokuz ay karnında taşı, sonra kucağına al, koynunda besle, ayağında uyut, bezini doldursun diye dualar et, gecelerce başında bekle ve hoooop ilk adım... Bak yavaş yavaş senin yörüngenden çıkmaya başladı bile! Sonra o ilk adımlar, ilk kelimeler büyür ve koşmalar, kocaman cümleler gelmeye başlar. Vay be nasıl da geçmiş bunca yıl derken, giymiş formasını, takmış çantasını ve gidiyor ufaklık. Belki biraz ağlıyor, belki biraz gülüyor, belki de biraz heyecanlı. Peki ya sen, sen nasılsın caaanım ebeveyn?Eylül ayı itibari ile açılan okullarla beraber birçok duygularımızın da kapakları açılıyor. Belki çok iyi tanıyoruz, belki sadece gözümüz bir yerden ısırıyor ve belki de ilk kez tanışmış olacağız ama bu gelen ya da gelmekte olan duyguya merhaba demeyi öğreneceğiz. Merhaba kaygı!Kaygı, kişinin korktuğu, sonucunun ne olacağını bilmediği, yeni karşılaştığı veya beklentilerinin yüksek olduğu durumlara verdiği olağan bir tepki olarak tanımlanabilir. Ancak kaygının şiddetini ve süresini saptamak, günlük hayatımıza, işlevselliğimize ne kadar zarar verdiğini veya vermek üzere olduğunu gözlemlemek, onu kontrol altına alabilmek adına çok büyük önem taşımaktadır. Kaygını tanı! Hani düşünün ki Behlül’sünüz ve amcanız durumu ne zaman öğrenecek bilmiyorsunuz, her kapı tıkırtısı her hışırtı sizi hop oturtup hop kaldırıyor. Ya da Nihal’siniz ve beklentileriniz o kadar büyük ki ulaşamamak sizi kaygılandırıyor. Ya da Aliye’siniz ve çocuklarınızı bir

daha göremeyecek olma düşüncesi sizi çıldırtıyor. İşte bunların hepsi biraz kaygı, işte hepsi biraz konuşulmalı, belki biraz çalışılmalı...Okullar açıldı. Varolduğu andan itibaren anneye ve daha sonra babaya bağımlı olan bir çocuğun özgürleşmesinden, tek başına sorumluluk almasından söz ediyoruz. İşte kaygı tam da oracıkta. Hem çocuk için hem de ebeveynler için yepyeni bir duygu. Çocuklarımız bu sürece nasıl alışacak? Bensiz ne yapacak? Ne yiyip içecek? Ağlayacak mı? Kaygılanacak mı? Onlar için ne yapmalı ne etmeli? Ve kafalarda hunharca dolaşan daha milyonlarca soru. Hey hey hey durun bir dakika! Peki siz bu kaygıları yaşarken, birilerinden bağımsız olarak belki de ilk yaşam deneyimini tadacak olan bir çocuğun nasıl kaygılanmamasını beklersiniz ki? Zannetmeyin ki bu süreçte sadece çocuklar kaygılı, ürkek ve ailesinden ayrılmakta zorlanıyor. Ebeveynler bu sürece nasıl alışacak? Çocuğu olmadan durabilecek mi? Ağlayacak mı? Kaygısından yerinde durabilecek mi? Onlar için ne yapmalı ne etmeli diye sormak çok daha yerinde olur sanırım. Çünkü unutmayalım ki birçok çocuğun bu ayrılık kaygılarını yoğun

yaşamalarındaki sebeplerden biri de ailenin hissettiği o koca kaygıyı farketmiş olmalarıdır.Kafalarımızda çiftetelli oynayan sorular, suratımızda Küçük Emrah bakışlarıyla eni boyu fındık kadar yer kaplayan bir çocuğa bakıp, “korkma” diyoruz bir de. Pardon? Size şimdi bu bakış ve davranışların Türkçe altyazısını belirtmek istiyorum; “Annem babam fena kaygılı, bakışlarına baksana. Bu kadar korktuklarına göre beni bıraktıkları yer pek de güvenli bir yer değil. Vedalaşırken bu kadar zorlandığına göre sanırım beni burada bırakıp bir daha da almayacaklar. Koş yapış eteğine! Anneeeeeeeeeeeeee” ve gözyaşları şelale...

Neslihan TuranPsikolog

22 23

Page 14: HAYATA MERHABA · Klinik Psikolog Alagün Belce Bahşi Klinik psikolog olup en çok ruhsal travma alanına ilgi duymaktadır. Bu nedenle bireysel ve toplumsal travmalarda sahalarda

Kaygı hissedildiğinde hayatta kalabilmek adına vücudumuzda belli birtakım kimyasal salgılanım gerçekleşir ve mantıklı düşünmek zorlaşır, duygular alarm vermeye başlar. Çünkü kaygı sırasında prefrontal korteks (beynin mantıksal bölümü) beklemeye alınırken, yönetimi duygusal beyin ele alır. Bundan dolayı kaygının yoğun olduğu bu anlarda çocuklarımıza o an yaşadığı duyguların ne kadar olağan olduğunu anlatmak çokça güçleşir. Peki ne yapsak iyi gelir dediğinizi düşünerek birkaç küçük öneride bulunmak isterim. Öncelikle sizler bir durun ve bedeninize duygularınıza bir bakın. Aynı şekilde çocuğunuzla da bunu yapın. Empati kurmaktan veya kurmaya çalışmaktan asla vazgeçmeyin. Çocuğunuzun boy hizasına gelerek ve tamamen ona odaklanarak onu anladığınızı ve onun

için neler yapabileceğinizi beraberce konuşun. Biraz sakinleştikten sonra tüm canlıların kaygılanmasının iyi bir şey olduğunu, kaygı sayesinde hayatta kalabildiğimizi sakince ona anlatın. Tabi kendinize de (!). Sonra biraz kaygının sebeplerine odaklanmaya çalışıp onu neyin korkuttuğunu, aklında nelerin canlandığını ve bunları neden böyle düşündüğünü paylaşmasını sağlayın. Aynı soruları kendinize de sorun ve sonra tekrar kendinize ve çocuğunuza bakın. Siz ne kadar rahatlıyorsanız o da sizden bunu alacak ve bir miktar da olsa kaygılarında azalma hissedecektir.Ah ebeveynciğim çocuğunun nasıl olduğunu, sensiz ne yapacağını düşünmek ve onun için kaygılanmak en doğal hakkın. Var olan yeni bir sürece adapte olmaya çalışmak her iki taraf için de çok zor bir durum. Biraz zaman, biraz heyecan, biraz kaygı adaptasyon için zaten gerekli.

Sizler onların kaygı sebepleri değil kocaman kahramanlarısınız. Kendizi asla suçlamayın. Size ve ona iyi gelecek her şeyi önceliğiniz yapıp bu geçişi tatlı heyecanlarla atlatabilirsinz. Bu süreci yaşarken kendinizi farketmeli, duygularınızı dengelemeye çalışmalı, yapamıyorsak destek almayı ihmal etmemeli, sakin ve rahat görünerek çocuklarımızın bu sürece “güvenli” bir şekilde alışmasını sağlamalıyız. Evet endişeliyiz, evet neler olacak merak ediyoruz, evet çocuğunuz büyüyor ve bunu çok yakından görüyorsunuz. Oysaki ne güzel büyüdüğünü görmek, ne güzel bu anlara eşlik etmek, edebiliyor olmak. Zor günler olsa da, çabalamak gerekse de herşeye rağmen ikinci baharını yaşayan Ali Haydar ve Hanım gibi, siz de bu yeni baharın tadını çıkarmaya bakın, bırakın kaygılar değil duygular şelale olsun der güneşli günler dilerim...

24

Page 15: HAYATA MERHABA · Klinik Psikolog Alagün Belce Bahşi Klinik psikolog olup en çok ruhsal travma alanına ilgi duymaktadır. Bu nedenle bireysel ve toplumsal travmalarda sahalarda

AŞK MI BAĞIMLILIK MI? BİT(E)MEYEN İLİŞKİLER

“Bu ilişki bana zarar veriyor biliyorum ama bitirme düşüncesi beni çok korkutuyor”

“Sürekli kavga ediyoruz ama birbirimizden ayrı kalamıyoruz”

“Ayrılıyorum fakat bir hafta sonra dayanamayıp tekrar arıyorum”

“Bana kötü davranıyor ama çok aşığım onsuz yapamam”

Bu sözler size tanıdık geliyor mu? Eğer ilişkilerinizde benzer durumlar varsa aşık değil bağımlı olabilirsiniz.

Yaşanılan duygular aynı olmasa da başka bir insana sağlıksız bir şekilde bağlanma yaşıyorsanız beyniniz biyolojik olarak alkol ya da madde bağımlığına benzer şekilde değişime uğrar.

Kişi (ilk görüşte) aşık olduğunda sanki alkol ya da madde almışçasına heyecanla karışık coşku hisseder. Beyinde dopamin seviyesinde artış olur bu da ilginin belli bir şeye odaklanmasına ve belli bir amaca yönelik davranışlarının artmasına neden olur. Aşkın da sevilen kişiye yönelik bir ilgi odaklanması olduğu düşünüldüğünde dopaminin bu işte parmağının olduğunu tahmin etmek çok zor değil.

Bağımlı kişilikler benlik duygusunu arttırmak ve içlerindeki boşluğu doldurmak için eşlerini kullanılar. Partner için yapılan her şey aslında kendileri içindir. Bir süre sonra bu durum mutluluk yerine eziyete dönüşür. Karşı tarafa çok bağımlı hale gelinir ve terk etmesini önlemek için çılgınca çabalanır.

Aşk özgürlüktür, bağımlılık ise sahip olmak ve sonra bağlanılan nesnesin esiri haline gelmektir.

Gerçek aşk durumunda kıskançlık çok fazla ön planda değildir. İkili arasındaki sevgi sorgulanmayı gerektirmez ve güvende hissedebilmek için ona ihtiyaç yoktur. Ayrıca karşılıklı aşk durumunda gerçek

benliğiniz ortaya çıkar. Eşiniz her halinizi sevdiği için zayıf yönlerinizi göstermekten korkmazsınız. Eşiniz de bunun için öncesinde sizi gerçekte kim olduğunuz konusunda teşvik eder.

Bağımlılık hâllerinde partneriniz üzerindeki kontrol davranışları artış eğilimindedir. Partnerinizin gerçek hislerini ve düşüncelerini tam anlamıyla bilememekten dolayı, uzakta olduğunuzda ne yaptığını düşünmeden edemezsiniz. Kendinizi güvende bulduğunuz tek an onun sizin yanınızda olduğu zamanlardır. Aşık olduğunuzda ego daha az olacağı için ben merkezci durum az görülür. Böyle bir ilişki egonuzun azalmasına hizmet ederken, büyümenizi sağlar ve sizi, daha az bencil ve daha fazla sevecen olmaya teşvik eder. Eşinizle olan ilişkiniz ikiniz için de olumlu değişikliklere neden olur.

Bağımlılık temelli ilişkilerde ise egonun egemenliği söz konusudur. Kendi içinizdeki sorunları çözmeyi zor bulursunuz. Bu da, partneriniz olmadan mutlu olamazsınız hissini tetikler. Sorunlarınızı çözmek için diğer kişilere çok fazla güvenirsiniz.

Aşk içindeki çiftler birbirlerini güçlendirir, bağlanma ise taraf tutar. Gerçek aşkı hissetmek sizi yeni zirvelere taşımak için kanatlar verir. Size yenilenmiş enerji ve özgürlük duygusu verir. Hayallerinizi partnerinizle paylaşır ve eşit destekle onların hayallerine ortak olurusunuz. Bağımlı ilişkide devamlı bir güç mücadelesi vardır. Kişi asla terk edilmemek ve kendini güvence altına almak için tek taraflı kararlar verir. Aşk, zaman geçtikçe ayakta kalır.

Partneriniz ile hayat koşulları nedeniyle bir ayrılık olsa bile gerçekten aşıksanız, o kişinin daima kalbinizde bir yeri vardır ve hayatın geri kalanı için onun adına iyi dileklerde bulunursunuz. Bağımlılık durumlarında ise bir ayrılık söz konusu olduğunda kin hissedilir. Hatta ihanet hissi

yaşanabilir. Bu duyguların sebebi, partneriniz üzerinde bağlanmadan kaynaklı oluşan onun sizi mutlu edecek yükümlülüğe sahip olduğu varsayımınızdır.

Mutluluğun formülünün ancak bir partnerle olacağını varsayıyorsanız dikkat edin. Kişinin aslında sahip olmadığı bir mutluluğu, romantik ilişki kurarak yakalamaya çabalamasının, olası bir bağımlı ilişki kurma potansiyeli oluşturduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu nedenle, bir ilişkiye başlamadan önce, bireyin kendini iyi tanıması, hayattan ve ilişkiden beklentilerini doğru değerlendirmesi, eş seçiminde sağlıklı sonuç elde etmek için en garanti yol olacaktır.

Sosyal kültürün ve medyanın size önerdiği uzun boylu, esmer, karizmatik, yakışıklı veya sarışın, beyaz tenli, yeşil gözlü, iyi kariyere sahip olan mükemmel eş profilini, sevgililer gününde Facebook’ta, Intsagram’da, Twitter’da karşınıza çıkan pahalı hediye paylaşımlarını ve arkadaşınızın çok özendiğiniz tropikal adadaki balayı hikayelerini bir kenara bırakın. Çünkü hiç biri gerçek değil. Kendi gerçek beklentilerinize ve hikayenize odaklanın… Belki de bu yüzden yanı başınızdaki gerçek mutlulukları erteliyor olabilirsiniz… Unutmayın ki gerçek mutluluk tüm bağımlılıklardan kurtulup özgürleşmeden gerçekleşmez….

KAYNAKÇA

Dr. Femke Buisman-Pijlman, Ph.D., an addiction researcher and senior lecturer at the Faculty of Health Sciences at the University of Adelaide in Australia.

Paul, Dr. Buisman-Pijlman, and a classic questionnairethat experts use to assess love and sex addiction

Margaret Paul, Ph.D., a relationship expert who has been counseling couples

Dr. Selin B. BaranPsikiyatrist

Işıkların açık ama sen evde değilsinZihnin kendi değil

Kalbin terler, vücudun titrerUyuyamazsın, yiyemezsin

Hiç şüphe yok ki, derindesinBoğazın sıkı, nefes alamıyorsun

İhtiyacın olan tek şey sevgilinin öpücüğü.Sen bağlanmaya karşı bağışık olduğunu düşünmeyi seviyorsun, evet

Yeterince alamadığını söylemek gerçeğe daha yakın.Yüzleşmen gerektiğini biliyorsun, sevgiye bağımlısın

İşaretleri görüyorsun ama okuyamıyorsunFarklı bir hızda koşuyorsun

Kalbin iki kez atıyorYüzleşmen gerek ki terkedilirsen unutulma yoksunluğu çekiyorsun.

Sen aşka bağımlısın.

Robert Palmer-Addicted to love

26 27

Page 16: HAYATA MERHABA · Klinik Psikolog Alagün Belce Bahşi Klinik psikolog olup en çok ruhsal travma alanına ilgi duymaktadır. Bu nedenle bireysel ve toplumsal travmalarda sahalarda

İÇ VE DIŞ DÜNYANIN ÇALKANTILI HALLERİ:SINIR DURUM KİŞİLİK VE

SINIRDA KİŞİLİK

Erken çocukluk yaşlarında anne, baba ve çevreyle yaşadığımız ilk ilişki deneyimleri depresif, bağımlı, bencil, inatçı, rekabetçi kişilik özelliklerinin

gelişimine zemin oluşturur.

Dr. Pervin Sevda BıkmazPsikiyatrist

Kişiliğimiz; dış dünya (öteki) ve iç dünya (kendimiz) ile kurduğumuz ilişki biçiminin belirleyicisidir. Uyum becerilerimizi, davranışlarımızı, tercihlerimizi, itkilerimizi ve duygulanımlarımızı tayin eder. Kişilik yapılanmasından kaynaklanan iç ve dış çatışmaların derinlik ve kapsamının değerlendirilmesi en etkin tedavi ve müdahale yöntemlerini belirlememiz açısından yararlıdır.

Haz almaya yönelik çalışan bir kişilik yapılanması tüm içsel itkilerin, hatta birbiriyle çelişseler dahi tüm arzuların ivedilikle doyurulmasını bekler. Örneğin sınavda çok başarılı olmayı arzulayan birinin aynı zamanda tüm vaktini arkadaşlarına ayırmak istemesi, ders çalışmayı hiç arzu etmemesi birbiriyle uyumlu değildir. Oysa; kişilerarası ilişkiler ve dış dünyanın gerçekleri arzularımızın gerektiğinde bekletilmesi, ertelenmesi ya da doyumdan tümüyle alıkonulması yönünde bir etki sağlar.

Dürtülerimiz herhangi bir engelle karşılaşmaksızın kolaylıkla doyurulduğunda ya da aşırı ve şiddetle engellendiğinde kişilik gelişimi farklı bozukluk yönlerine kayar. Ayrıca erken çocukluk yaşlarında anne, baba ve çevreyle yaşadığımız ilk ilişki deneyimleri depresif, bağımlı, bencil,

inatçı, rekabetçi kişilik özelliklerinin gelişimine zemin oluşturur. Ruhsal yapının ego (benlik) bileşeni hayatın gerçekliğini esas alır. Yani ego arzular ile engeller, kurallar ve ahlak arasında bir denge kurar. Gelişmiş bir ego yapılanması ve onun savunma mekanizmaları gerçekliğin en hoşa gitmeyen hallerine tahammül edebilmeyi, onlarla baş edebilmeyi sağlar.

Kişilik yaşamın ilk altı yılında belirlenirken sonraki yaşam dönemlerinde gelişmeye ve değişmeye devam eder. Çocuğun ayrılma bireyleşme süreçleri ve ilk nesne ilişkileri kişilik gelişiminde ve bireyin kendini algılayış biçiminde etkilidir. Kişinin kendisi hakkındaki ben ‘kötüyüm’, ‘yetersizim’, ‘sevilmeyi hak etmiyorum’, ‘tehlikeliyim’ şeklindeki içsel açıklamaları hayatın ilk yıllarındaki ilişkiler sırasında kazanılır.

Çocuğun dünyayı, bu dünyadaki nesneleri nasıl deneyimlediği, nasıl içselleştirdiği, onlarla nasıl bağlar ve ilişkiler kurduğu, bilinçdışında nasıl temsil ettiği kişilik gelişimine etki eder. Nesne ilişkileri açısından ele alındığında kişi ileriki yaşam süreçlerinde ve nesne ilişkilerinde de yaşamının erken dönemlerinde

deneyimlediği nesne davranışlarına benzer davranışlar oluşturacak bir ilişki örüntüsü geliştirir. Böylelikle bir yandan şaşırtıcı gibi görünse de hayatın erken dönemlerinde deneyimlediğimiz ilişki örüntüleri yaşam boyu süregider. Öte yandan bu durum pek de şaşırtıcı değildir çünkü ilişkinin bir tarafı olan ‘ben’ ve ‘ben tarafından içe atılmış’ nesnelerimiz sabittir.

Kişilik; kendilik ifadesini, ilişki tarzını, içgüdülerle ahlaki değerler ve dış gerçeklik arasındaki uyumu sağlayan biyo-psiko-sosyal sistemlerin dinamik örgütlenmesidir. Doğuştan getirdiğimiz mizaç özelliklerinin çevre etkileşimleriyle şekillenmesi sonucunda kişilik yapılanması ortaya çıkar. Olgun bir kişilik yapısı, zenginleşmeye açıktır. Farklı “yeni” durumlarda, bireyin önceden sahip olduklarıyla yeni kazanımları tutarlılıkla bağlantılandırılır. Kişilik bozukluğunda ise yeniliğe ve değişime bütünüyle kapalılık, katılık, patolojik bir tutarlılık vardır. Kişi yaşamın akışına uyum sağlamakta zorlanır, kendi patolojik davranış kalıpları içinde donakalır. Kimlik bütünleşmesi tam olarak sağlanamadığında sınır durum kişilik yapılanması ortaya çıkar.

28 29

Page 17: HAYATA MERHABA · Klinik Psikolog Alagün Belce Bahşi Klinik psikolog olup en çok ruhsal travma alanına ilgi duymaktadır. Bu nedenle bireysel ve toplumsal travmalarda sahalarda

Kimlik bütünlüğünün düzeyi sınır durum kişilik yapılanması açısından önemli bir tanısal belirleyicidir. Kimlik bütünlüğünün sağlanamamış olduğunun işaretleri çelişkili kişilik özellikleri, boşluk duygusu, cinsel kimlikle ilişkili hoşnutsuzluklar, beden imgesi bozuklukları, ahlaki değerlerde ikirciklilik, birbiriyle çelişen yaşam hedefleri, toplumsal ya da tarihsel aidiyetin yokluğu olarak sıralanabilir. Tutarlı bir kendiliğin ortaya konulamıyor olması daima kimlik dağınıklığı ve bir sınır durum yapılanması anlamına gelmeyeceğinden klinik değerlendirmede bu ayrımın yapılması önemlidir.

Sınır durum kişilik yapılanması ve sınırda kişilik bozukluğu birbirinden farklı iki klinik tanımlamadır. Sınır durum kişilik yapılanması terimi birbirinden farklı özellikler gösteren çeşitli durumları kapsar. Sınırda, depresif, hipomanik, şizoid, antisosyal, narsisistik ya da paranoid kişiliklerin ve alkol madde kullanım bozukluklarının zemininde sınır durum kişilik yapılanması yer alır. Sınır durum kişilik yapılanmasında; ayrılma ve bireyleşme süreçlerinde, kendilikte, kimlik bütünlüğü ve nesne sürekliliğinde bozulma görülür.

Farklı kendilik imgeleri, farklı ve kısmi nesne imgeleri olan ayrı benlik parçaları vardır. Bu ayrı parçalar farklı duygulanımlara yatkındır. Yani böyle bir durumda; kendini neşeli ve coşkulu hisseden biri bir anda çökkün ve üzüntülü hissedebilir. Erken ruhsal gelişim dönemlerinden kalan bir saldırganlık ve aşırı cezalandırıcılık mevcuttur. Sınır durum kişilik yapılanmasında gerçeklikle ilişki görece olarak korunmuş ya da değişen derecelerde bozulmuş olabilir. Sınır durum hastalar psikotik örgütlenme düzeyindeki kişilere göre başkalarına daha fazla güvenme kapasitesine sahip olsalar da değişen sıklıklarda ilkel savunmaları kullanırlar.

Sınır durum hasta, kendiliğinin ve nesne tasarımlarının ‘iyi’ ve ‘kötü’ taraflarını bölme yoluyla birbirinden ayırır. Böylece iyi ve kötünün tahammül edilemez ikircikliği engellemiş olur. Ortaya çıkan saf ‘tümden iyi’ ve ‘tümden kötü’ tarafların yansıtmalı özdeşim yoluyla dışa atılması ‘kötü ben’ duygusunun ve ‘bu kötü benle bağlantılı hınç’ duygulanımının ilişkide ötekine yüklenmesine ve bu yükün kişinin üzerinden atılmasına yarar. Sınır durum hasta yaptığı yansıtmaya rağmen olumsuz duyguları belli bir düzeyde taşımaya devam eder. Yansıtılan duygudan tam olarak kurtulma hedefini gerçekleştiremez.

Özetle; sınır durum kişilik yapılanması ayrılma ve bireyleşme süreçlerindeki aksaklıklarla şekillenir. Bütünleşmemiş kendilik, ‘tümden iyi’ ya da ‘tümden kötü’ kısmi nesne imgeleri, kendilik ve nesne sürekliliğinde eksiklik ve farklı duygulanımlara yatkın ayrı benlik parçaları gibi öğelerce oluşturulur. Erken ruhsal gelişim dönemlerine ait süreçleri barındırır.

Sınır durum kişilik yapılanmasının klinik yansımalarından biri olan sınırda kişilik bozukluğunda ise değersizlik/üstünlük duyguları arasında salınan bir kendiliğe eşlik

eden değişken bir kimlik duygusu ve duygulanım mevcuttur. Kimlik, insan ilişkileri ve duygulanım alanlarındaki değişkenlik nedeniyle dış dünya ‘ya hep ya hiç’ tarzıyla yorumlanır. Kişilerarası ilişkilerde ve aşk ilişkilerinde ilkel idealizasyon/değersizleştirme, yakınlaşma/uzaklaşma uçları arasında gelgitler görülür. Bağımlı ve talepkar bir ilişki örüntüsü belirgindir. İlişkideki ötekinin ayrı bir birey oluşuna tahammülsüzlük, büyüklenmecilik, tümgüçlülük, yıkıcı bir öfke ve umutsuzluk tabloya hakimdir.

Sınırda kişilik bozukluğunda karşılaştığımız klinik özellikler (dürtüsellik, duygulanımda keskin dalgalanmalar, idealizasyon/değersizleştirme arasında gidip gelen yoğun/gergin/tutarsız ve ikircikli kişiler arası ilişkiler, kuşkuculuk, sıkıntı ve boşluk duyguları, öfke, risk alma davranışı, baştan çıkarıcı eylemler, riskli cinsel ilişkiler, ahlaki değerlerde çifte standartlılık, intihar ve kendine zarar verici davranışlar) bozukluğun zeminindeki sınır durum kişilik yapılanmasının görüngüleridir.

Sınır durum kişilik yapılanması ve sınırda kişilik bozukluğu olgularında gözlemlenen iç ve dış dünyanın bu çalkantılı halleri karşısında ilaç tedavileri ve psikoterapi seçenekleri oldukça etkin müdahele araçlarıdır. İlaç tedavileri duygulanımdaki iniş çıkışları, kontrolsüz dürtüsel davranışları, kendine zarar verme girişimlerini engeller.

Psikoterapide; terapist ve hasta arasındaki ilişki alanında kişinin öteki ve kendisiyle kurduğu ilişki ve iletişim örüntüsü üzerinde çalışılır. Kronik, yaygın, işlevsiz iletişim biçimleri ve kökleşmiş kişilerarası uyumsuz döngüsel ilişki örüntüleri, işlevsellikteki bozulmalar, yaşanan kişilerarası zorluklar ele alınır. Kişinin kendisi ve ötekiyle kurduğu iletişim biçimleri değiştirilerek, yeni bir ilişki deneyimi ve anlayışı geliştirilir

30

Page 18: HAYATA MERHABA · Klinik Psikolog Alagün Belce Bahşi Klinik psikolog olup en çok ruhsal travma alanına ilgi duymaktadır. Bu nedenle bireysel ve toplumsal travmalarda sahalarda

MEVSİMLERİN GETİRDİKLERİ VE GÖTÜRDÜKLERİ

Kimisi yaz aylarını sever, kimisi kış aylarını sever. Kimisi bahar aylarını sever, kimisi bahardan

nefret eder.

Hem iyi hem kötü haberler var. Sonbahar geldi.

Tatil bitti, okullar açıldı. Günler kısalıyor. Hava soğuyor. Güneş bizi terk etme sinyallerini veriyor. Yapraklar hükmünü yitirdi ve dökülüyor.

Tüm bunlar içimizi karartabilir. Hüzün çökebilir. Işığımız sönebilir. Umutlar azalmaya başlayabilir.

Sonbahar iyi yüzüyle de gelebilir. Doğanın renk cümbüşü, güneşi çekilmesi, doğanın durgunluğu keyif verebilir. Hayatın yine bir düzene kavuşması, sosyalliğin artması, aktivitelere geri dönüş insanı mutlu edebilir. Yazın bekler halinin yerine, yeni hedefler yaratma ve onlara koşmanın hazzı hissedilebilir.

Sonbaharın sonu kıştır. Kısacık güneş. Karanlığın egemenliği. Tatsız tuzsuz bir hava. Hep üşüme. Hep koşuşturma. Sıkı giyimlerin altında yorgun hissetmek.

Kışın beyazlığı. Evin sıcaklığı. Tatilin belirsizliği yerine, hayatın belirliliği. Bu da bir çok insanı mutlu edebilir.

İlkbahar herkese güzel midir? Güneşin geri gelmesi, doğada yeşilin hakimiyeti ile umutların da yeşermesi. Doğanın coşkusunu içimizde hissetmek. Bunlar baharın olumlu ruh halleri

Ama işin bir de öte yanı var. Dengesiz havalar, güzel havada gezmek varken işe gitmek. Keyfiniz yokken hep mutlu gözüken insanların gözümüze batması.

Yazla birlikte dinlenmek, tatil umutları, her şeyi ertelemek ve bunun toplumsal kabul görmesi. Denizin sevgisine kavuşmak. Mutlu eder insanı...

Ortalığın boşalması, hedeflerin ertelenmesi, ruhun içinin de boşalması. Herkes tatile giderken, evde oturmak. Sıcaktan uyuyamamak. Mutsuz edebilir insanı...

Mevsimi geldiğinde kuşlar takvime bakıp “hadi kalk gidelim” demiyorlar. Sirkadiyen ritm dediğimiz biyolojik saat onlara güneye veya kuzeye gitmelerini söylüyor. Mevsim değişikliğinde kediler, köpekler tüy değiştiriyor.

Bizim bedenimizde sirkadiyen ritm ile çalışıyor. Mevsim değişikliklerinde

farklılıklar oluşuyor. Doğal olarak bu değişiklikler, ruh halimizi de etkiliyor.

Bazı insanlar her kış depresyona girer. Bazıları ise her yaz depresyonunu yaşar. Bu durum biraz biyolojik yapımız ile ilgili.

Ama bunun psikolojik tarafı da var.

Kimisi yaz aylarını sever, kimisi kış aylarını sever. Kimisi bahar aylarını sever, kimisi bahardan nefret eder.

Bu durum; mevsimlerde hayat düzenimizdeki değişiklikler ve bizim mevsimlere yüklediğimiz anlamlardan kaynaklanır. Zaman içinde şartlanmalarımız oluşur. “Ben kışı hiç sevmem”. Geçtiğimiz kışları sevmemiştiniz ama belki bu kış size iyi gelecek.

Mevsimlerin iki yönü var. İyi haberler yanında kötü haberler de var. Mevsimlerin iki yanını görmeye çalışın. Kendinizi mevsimlere uydurmaya çalışın. Her duruma göre yeni düzenler oluşturun. Şartlanmalara teslim olmayın.

Her mevsimi, her anı sorgusuz sualsiz yaşamayı deneyin.

Prof. Dr. Kültegin ÖgelPsikiyatrist

32 33

Page 19: HAYATA MERHABA · Klinik Psikolog Alagün Belce Bahşi Klinik psikolog olup en çok ruhsal travma alanına ilgi duymaktadır. Bu nedenle bireysel ve toplumsal travmalarda sahalarda

Bilindiği üzere insan duyguları karmaşıktır ve insan duygularıyla var olur. Farklı nedenlere bağlı olarak sinirlenebilir, üzülebilir, sevinebilir, korkabilir veya

şaşırabiliriz. Bazen de farklı duyguları aynı anda yaşayabiliriz örneğin sevinirken üzüntü yaşayabiliriz.

Peki insan bu duyguları nasıl yaşar veya bu duygular nasıl ortaya çıkar?

İlk olarak duyguların beynin bazı bölgelerinde ortaya çıkan kimyasal değişiklikler sonucu oluştuğunun bilinmesi gerekiyor. Bizi üzen bir olayla karşılaştığımızda, üzücü bir olayı hatırladığımızda, sevindirici bir haber aldığımızda beynimizin bazı bölgelerinde kimyasal birtakım değişiklikler olur. Bu kimyasal değişiklikler beynin sinir hücreleri arasında iletimi sağlayan nörotransmitter adı verilen maddeler sayesinde olur.

Nörotransmitterler bir sinir hücresindeki uyarıyı diğer sinir hücresine aktarmaktan sorumludur. Bir duygu oluştuğunda hücreler arası alanda ilgili nörotransmitter miktarında artma veya azalma meydana gelir. Bunlara örnek olarak serotonini, dopamini, noradrenalini, glutamatı, endorfinleri sayabiliriz. Şunu da ayrıca vurgulamak gerekiyor ki bu maddeler halk arasında yaygın olarak hormon olarak adlandırılsa da hormon değillerdir, sadece noradrenalinin hormon görevi de mevcuttur.

Nedir Serotonin?

Serotonin duygudurumun, iştah ve uykunun, düşüncenin, dürtü kontrolünün düzenlenmesinde önemli rol oynar. Serotonin miktarındaki değişiklikler psikiyatrik hastalıkları ortaya çıkmasına neden olur. Örneğin depresyon ve kaygı bozukluklarında sinir hücreleri arasındaki alanda serotonin miktarı azalır. Bilindiği gibi antidepresanlar serotonin üzerine etki ederek yani hücreler arası alanda miktarını artırarak etki ederler.

Uzun süre strese maruz kalındığı zaman vücutta kortizol salınımının artmasıyla birlikte beyinde serotonin miktarı azalır ve böylece stres kişide üzüntüye ve daha da şiddetlenirse depresyona neden olabilir. Güneş ışınları hücreler arası alanda

serotonini tekrar hücreye geri alan proteini engelleyerek serotonin miktarında artışa neden olur ve bu kişinin daha mutlu hissetmesini sağlar. Bu nedenle kış aylarında depresyon daha sık görülebilir.

Peki Nedir Dopamin?

Dopamin duyguları, davranışları, zihinsel işlevleri etkileyen önemli bir nörotransmitterdir. Özellikle birşeylerden haz duymamıza yardımcı olur. Dopamin beyindeki ‘Ödül yolağı’ denilen yapının en temel nörotransmitteridir ki bu yapı haz duygusunun oluşmasında çok önemli role sahiptir.

Dopaminin aynı zamanda motivasyonun oluşumunda da önemli görevi vardır. Dopaminin düzenli salgılanması kişinin haz duymasına veya bir şey yapmak için motivasyon oluşmasına yardımcı olur ancak düşük ve yüksek miktarlarda salgılaması farklı psikiyatrik hastalıkların ortaya çıkmasına neden olur.

Endorfin Nedir?

Endorfinler vücudun doğal opiyatlarıdır. Birşeylerden hoşlanmamızdan sorumlu oldukları gibi ağrı kesici özellikleri de vardır. Özellikle spor yaptığımızda miktarları artar ve daha rahat hissetmemizi sağlarlar.

Bunlarla birlikte üzüldüğümüzde veya sevindiğimizde beynimizin amigdala,

hipokampus, prefrontal korteks (ön beyin), talamus, insula gibi bazı bölgelerinde değişiklikler meydana gelir.

Amigdala beyinde öfke, hoşlanma, üzüntü, korku duygularıyla ilişkili olan limbik sistemin bir parçasıdır. Kişi daha önce korktuğu bir anını hatırladığında amigdalada aktivasyon artışı olur. Yine beyin görüntüleme çalışmalarında üzüntülü bir anını düşünen gönüllülerin amigdalalarında aktivite arışı gözlenmiştir.

Hipocampus da yine limbik sistemin bir parçasıdır ve daha çok uzun süreli hafızanın işlenmesinden ve anımsamadan sorumludur. Depresyon tanısı olan hastalarda boyutunda küçülme olduğu görülmüş ve uzun süre strese maruz kalındığında bu bölgede sinir hücresi gelişiminin bozulduğu düşünülüyor.

Bir çalışmada mutlu insanların beyinlerinin sağ precuneus bölgesinde daha çok gri cevher olduğu gözlemlenmiştir.

Sevindiğimizde beynimizin sağ ön bölgesi, precuneus, sol amigdala ve sol insula gibi bölgelerinin aktive olduğu, üzüldüğümüzde ise sağ oksipital lob, sol insula, sol talamus, amigdala ve hipokampusta aktivasyon olduğu görülmüştür.

Sonuçta yukarıda kısaca bahsetmeye çalıştığımız gibi beynimizde hem kimyasal hem de organ düzeyinde cereyan eden bir takım değişiklikler duygularımızın ortaya çıkmasına neden oluyor. Çoğu zaman bunlar olağan fizyolojik değişiklerdir ancak bazen bu değişiklikler örneğin uzun süre strese maruz kalındığında patolojik derecede olabilir ve çeşitli psikiyatrik hastalıklar ortaya çıkabilir. Bu nedenle psikiyatrik hastalıkların biyolojik temellerinin olduğunun bilinmesi toplumun bu hastalıklara ve tedaviye bakışını önemli derecede etkileyecektir.

Uzm. Dr. Cavid GuliyevPsikiyatrist

BEYİN: NE ZAMAN ÜZÜLÜR, NE ZAMAN SEVİNİR?

34 35

Page 20: HAYATA MERHABA · Klinik Psikolog Alagün Belce Bahşi Klinik psikolog olup en çok ruhsal travma alanına ilgi duymaktadır. Bu nedenle bireysel ve toplumsal travmalarda sahalarda

Bahis oynamanın yarattığı sorunların en belirgini finansal sorunlardır. Eğlence için başlanan bahisler; başta kazandırma, sonrasında ise

kaybettirdiklerinin peşine düşürerek kişisel ve ailesel iflasa kadar ekonomik sorunlara neden olabilmektedir.

BAHİS NEDİR?

“Spor bahisleri”, en basit haliyle, bir spor karşılaşmasının sonucuna veya fikstür içinde gerçekleşen olaylara mali bir bahis oynamaktır. Tarihsel olarak 1990’ların ortasından sonra at yarışlarına yapılan bahislerin takım sporlarına yapılmaya başlaması ve 2008 sonrasında internet üzerinden oynanmaya başlaması, bahis bağımlılığını günümüzün önemli sorunlarından biri haline getirmiştir. İnternet sayesinde kumarın her türüne kolay erişim, paranın kolay ve kontrolsüzce aktarılması, gizli oynama ve sürükleyici ara yüzü sayesinde kumarın küresel boyutta artmasına neden olmuştur.

İnternet ve ilgili teknolojilerin (telefon, tablet ve uygulamalar) artması ve genişlemesi, spor bahislerinin daha fazla çevrimiçi duruma geçmesine neden oldu. Çevrimiçi olan bahisçiler için oyun başlamadan önce yapılan bahisler dışında asıl spor başladıktan sonra sayısız seçeneğe bahis (canlı bahis) yapabilme fırsatı yaratılmış oldu. Bu durum kişilerin kumar oynamaya daha fazla maruz kalmasına neden olduğu için sağlık, sosyal ve finans gibi biz dizi problemlere sebep olmaktadır.

At yarışı, Köpek yarışı, Sanal At Yarışı, Sanal Köpek Yarışı, Rapido, Futbol, Tenis, Basketbol, Sanal Golf, Sanal Hokey, Sanal Basketbol, Sanal Badminton, Formula-1 Yarışı, Golf, Hokey, Kriket, Sanal futbol, Sanal Tenis.

NEDEN BAHİS YAPILIR?

Bahis için temel motivasyonun ise bahisçinin bahis yaptığı spor hakkında “kendi bilgi birikimine ve deneyimlerine atfettiği anlamlar” olduğu belirtilmektedir. Kişi ilgi duyduğu spor hakkında daha fazla bilgiye sahibi oldukça bahislere de katılmaya istekli olabilmektedir. Bazı kişiler ise bahis oynamayı “beyin gücü ve yetenek” gerektiren bir kumar olarak görmekte ve “kazanan kişi ya da takımı başarılı bir şekilde seçebilme ve bununla dünyada iyi bir şeyler yapabildiğini gösterme” şeklinde düşünmektedir.

Riskli spor bahislerine katılan kişiler kazanma hayalleri ile birlikte bu etkinliklerin yarattığı adrenalin ve heyecan sayesinde gündelik hayatın can sıkıntısından uzaklaştıklarını düşünmektedirler. Çok sayıda katılımcı için bahis, rahatlama, çeşitli nedenlerle uğraşmak, sosyalleşmek, eğlenceye tanıklık etmek ve büyük olasılıkla para kazanmak için eğlenceli bir eğlence aracıdır.

RİSKLİ KİŞİLER VE DURUMLAR

Bahis yapmanın spor ve diğer etkinliklere yayılması, daha az deneyimi olan insanlar da dahil olmak üzere daha fazla insanın kumar oynaması anlamına gelmektedir. Bahis oynayan popülasyona bakıldığında daha çok; genç erkek, yüksek sosyoekonomik durum, iyi eğitimli ve çalışan bireylerin değişen teknoloji ve erişebilirlikle daha fazla bahis oynadığını belirtmektedir.

Spor bahislerinin yeni insanları düzenli kumarbazlar haline getirdiğini gösteren kanıtlar olsa da, araştırmalar spor bahisleriyle ilgili sorun yaşayan insanların genellikle diğer kumar türleriyle ilgili sorunları olduğunu göstermektedir.

Ailede kumar ya da bahislere maruz kalma, kültürel olarak kumarın kabul görülmesi, kumara erişimin kolay olması gibi etmenler bu davranışı sürdürmede risk faktörleri olabilmektedir. Kişinin yaşamının spor

içinde geçmiş olması (antrenör, sporcu vs.) ve bu nedenle içeriden de bilgi sahibi olması gibi ayrıcalıklar da kumarı oynama ve sürdürme nedenleri olabilmektedir.

BAHİS NEDEN YAYGINLAŞTI?

Bahis reklamları, spor bahislerini taraftarların beklentileri ile uyumlu hale getirerek bireyleri oyun sırasında “canlı bahis” oynamaya teşvik etmektedir. Bu reklamlar, çoğu izleyicinin dikkatini çekecek spor yayınlarındaki kritik noktalarda yapılarak, yükseltilmiş bir duygu ve uyarılma yaratmaktadır. Spor etkinliği sırasında bahis oynamaya teşvik etmek için o anda cazip oranlar ve teklifler sunularak potansiyel kazanma-kaybetme pişmanlığı yaratılmaktadır. Kazanma potansiyeli olan bahisler vurgulanarak bahisçinin kaybettiklerinin peşine düşmesine ve daha fazla bahis oynamasına teşvik edilmektedir.

Spor bahisleri ile ilgili pazarlama ve tanıtımların yaygınlığının bu oranda artmasının spora ve bahislere yönelik tutumları kökten değiştirdiği belirtilmektedir. İnsanların eskisi gibi maçlara takımlarını desteklemeye gitmedikleri, spor müsabakalarını izlemek yerine sonuçlarına odaklandıkları ve dolayısıyla sporla sağlıklı etkileşimin de giderek azaldığı ifade edilmektedir. Kumar reklamlarına toplumun alışmaya başladığı

Kinyas TekinUzman Psikolog, MSc

Moodist Bağımlılık Merkezi

36 37

Page 21: HAYATA MERHABA · Klinik Psikolog Alagün Belce Bahşi Klinik psikolog olup en çok ruhsal travma alanına ilgi duymaktadır. Bu nedenle bireysel ve toplumsal travmalarda sahalarda

ve bir zamanlar fastfood reklamlarının bir nesli obez yaptığı gibi bahis ile ilgili reklamların da benzer sorunlar yaşayan bir neslin yetişmesine sebep olabilceğinden endişe edilmektedir.

Birçok toplumda kumar oynama “olumsuz” bir davranış olarak değerlendirilirken, casino oyunları ile kıyaslandığında (diğer uyuşturucu maddelerin esrar ile kıyaslaması gibi) bahis oynama da masum olarak kabul edilmektedir. Bununla birlikte bahis çoğu zaman diğer kumar etkinliklerinin bir parçası gibi de görünmektedir.

BAHİS VE SORUNLAR

Araştırmalar, çevrimiçi kumarbazların zamanla ve dışarıdaki dünyayı kaybetme “oyunda kaybolmak” riskine daha çok sahip olduklarını gösteriyor. Bu koşullar altında yargı ve risk değerlendirme bilinci bozulabilmektedir.

Bahis oynamanın yarattığı en belirgin sorun finansal sorunlardır. Eğlence için başlanan bahisler başta kazandırma, sonrasında ise kaybettirdiklerinin peşine düşürerek kişisel ve ailesel iflasa kadar ekonomik sorunlara neden olabilmektedir.

Çevrimiçi bahis oynarken izole olmak kolaydır. Başkalarıyla kumar oynamak, birbirinin bahis oynama davranışını izleme ve sınırlama kumar için ılımlı bir deneyim olarak görülür. Ancak

çevrimiçi kumarda bu koruma söz konusu olmadığından risk daha fazladır.

Bahis oynamak birçok ülkede yasal değildir. Bu nedenle birçok kişi yasadışı çevrimiçi sitelerde bahis oynamaya başvurmaktadır.

Bahis oyunları, aile üyeleri arasında çatışma, kişinin kaybı, boşanma, terk etme/edilme, aşırı mali sıkıntılar, bedensel (tansiyon, ağrı, sinirlilik, melankoli vb.) problemlere neden olabilir.

Bahis oynayan kişilerde işlevselliği bozan önemli faktörlerden biri de sonuçları olasılıklara bağlı olan bu etkinliklerin sonuçlarını tahmin etmek ve kazançlarını yükseltmek için spor verilerini analiz etmek için harcanan büyük zamandır.

Alkol, madde kötüye kullanım, yoğun nikotin tüketimi, psikosomatik hastalıklar, paranoya, depresyon ve intihar görülebilecek ruhsal problemler arasındadır.

Kumarın özellikle gençlerin ve çocukların sosyal medya hesaplarında çıkması, telefon ya da tabletlerde yer alan oyunların çevrimiçi satın alınabilmesi bahis bağımlılığı için riskler teşkil etmektedir.

BAHİS İÇİN ALINABİLECEK ÖNLEMLER

• Bahis için zaman ve para konusunda

limit belirlenmeli ve bunun dışına çıkılmamalıdır.

• Mobil cüzdan veya online bankacılık bahis sırasında sınırlandırılmalıdır.

• Bahisler spor etkinliği sırasında değil öncesinde yapılmalıdır. Oyun sırasında bahis yapmak spordan keyif almayı ve verilecek kararları olumsuz etkileyebilir.

• Kayıpların peşinden gitmek daha fazla kayıp ve üzüntü yaratacağı için engellenmelidir.

• Kaybetmeyi göze aldığımızdan daha fazlası ile bahis yapılmamalıdır.

• Bahis sitelerinin “bonus verme” ve “abartılı kazançlar” konusundaki yanlış yönlendirmelerine dikkat edilmelidir. Demo oyunlar veya programlarla kazanacağınız algısı yaratılabilir.

• Bonus sitelerinin kazanan kişi profillerini ve kazançlarını paylaşmaları, bahis oynayanları “biz de kazanabiliriz” yanılgısına düşüreceğinden dikkate alınmamalıdır.

• Kazançlarınızı geri çekin ve hesabınızda fazla para bulundurmayın.

• Bahisleriniz, kayıp ve kazançlarınız konusunda güvendiğiniz birine düzenli ve eksiksiz bilgi verin. Bu durum size gerçeklik kontrolleri vermeyi sağlar.

38

Page 22: HAYATA MERHABA · Klinik Psikolog Alagün Belce Bahşi Klinik psikolog olup en çok ruhsal travma alanına ilgi duymaktadır. Bu nedenle bireysel ve toplumsal travmalarda sahalarda

Günümüzde eğitim dahil pek çok alandaki varlığıyla günlük hayattan bağımsız düşünemediğimiz internet, çocukların da her daim hayatında. Ve tabi ki gerçek hayatla içiçe geçen bu sanal yaşamlar birçok sorunu da beraberinde getirmekte.

Peki çocuğunuzun internetle ilişkisinde bir sorun olup olmadığına dair gözetmeniz gereken sinyaller nelerdir?

• İnternet kullanımı için belirlenen zaman sınırlamalarına uyamaması

• Uyku düzenindeki değişiklikler ve buna bağlı yorgunluk hali yaşaması

• İnternet erişimi olmadığında veya kesintiye uğradığında agresif, depresif, huzursuz olması

• Ev ödevi veya ders çalışma yerine internette zaman geçirmesi

• Hobilerine ve eskiden keyif aldığı etkinliklere karşı olan ilgisinde düşüş yaşaması

• Arkadaşları ve/veya ailesiyle zaman geçirmek yerine internette zaman geçirmesi

• Çevrimiçi olarak tanıştığı kişilerle yeni ilişkiler kurması

• Bilgisayardan uzaktayken internete geri dönmekle meşgul görünmesi

Durumu Değerlendirin!

• Bu alarm sinyallerini fark ettiyseniz öncelikli olarak durumu değerlendirin. Çocuğunuz günün kaç saatini bilgisayar başında geçiriyor? Ne oynuyor? Nerede ve kimle oynuyor? İnternet ve bilgisayar bağımlılığı kriterlerini karşılıyor mu?

• Ebeveynler olarak ortak bir cephe belirleyin ve çocuğunuza onu sevdiğinizi ve önemsediğinizi

hatırlatarak konuşmaya başlayın.

• İnternet kullanımı ile ilgili soruları ve konuşmayı eleştiri ve suçlama olarak yorumlayabilir. Bu nedenle durumuna ilişkin endişelerinizi yargılamadan, onun davranışlarında fark ettiğiniz değişimleri belirterek aktarın.

• İnternette geçirdiği süreyi ve kullanım amacını belirlemek için 2-3 hafta not tutması yönünde destekleyin. Çocuğun ya da gencin kendini izlemesi (internette geçirdiği süre ve kullanım şekli) sorunu hakkındaki farkındalığını artırarak,

sonraki süreçte yapılacak anlaşmaya karşı karşılaşabileceğiniz direnci azaltacaktır.

• Kontrol yönteminizi seçin. Bu yöntemi belirlerken yakınınızla beraber ortak bir yöntem belirleyin. Bu yöntem; günlük/haftalık süre belirlemek ya da internete girilecek gün sayısını azaltmak olabilir. Burada öncelikli hedef, seçeceğiniz yöntemin yakınınız tarafından uygulanabilir olmasıdır.

• İnternet veya bilgisayar kullanımı dışındaki konuları da konuşun. Başka şeylerden bahsedin. Ve bunu yaparken oyunun başında olmamasına özen gösterin.

• İnternet ve bilgisayar kullanımı konusunda koyduğunuz kurallarla beraber yeni yaşam kuralları da saptayın. Sadece bu durumla ilgili kural konması davranışın daha da artmasına neden olabilir.

Kolay pes etmeyin!

• İnternete bağımlı bir çocuk, bilgisayar ya da ekran süresinin sınırlandırılması fikriyle karşılaşınca kendini tehdit altında hissedebilir. Size kendinizi suçlu ve yetersiz hissettirecek ifadeler kullanabilir. Böyle bir durumda çocuğunuzun duygularını kabul etmeniz ancak internet kullanımı ile ilgili bulunacağınız müdahalelere odaklanmanız gerekecektir.

• Koyacağınız kuralların ne olduğunu; Kurallara uyulmazsa ya da uyulursa ne olacağını, bu kuralların ne kadar süre ile geçerli olacağını, önceden karşılıklı anlaşma ile oluşturun. Bu anlaşma ise yazılı olarak hem yakınınızda hem siz de bulunsun.

• Ateşkesin bozulmasına izin vermeyin. Koyulan kuralları uygulamada tutarlı olun. Kolay pes etmeyin.

Birçok ebeveyn çocuğunda internet bağımlılığı belirtileri gördüğünde öfkeyle birtakım işlevsiz problem çözme taktikleri uygular. Çocuğunuzun sizi iş birlikçisi yerine düşman olarak görmesine

neden olmamak için; sınırlı internet kullanımı konusunda net kurallar oluşturmaya çalışın. Bu durumun size hissettirdiklerine değil; koyduğunuz kurallara sadık kalın.

ÇOCUKLARIMIZ İNTERNETE BAĞLI MI? BAĞIMLI MI?

“Birçok ebeveyn çocuğunda internet bağımlılığı belirtileri gördüğünde öfke ile beraber birtakım işlevsiz problem çözme taktikleri uygular. Çocuğunuzun sizi iş birlikçisi değil de düşman olarak görmesini engellemek için; sınırlı İnternet

kullanımı konusunda net kurallar oluşturmaya çalışın.”

Zehra Olcay TunaUzman Psikolog

40 41

Page 23: HAYATA MERHABA · Klinik Psikolog Alagün Belce Bahşi Klinik psikolog olup en çok ruhsal travma alanına ilgi duymaktadır. Bu nedenle bireysel ve toplumsal travmalarda sahalarda

Yaşamın en temel ihtiyacı olan beslenmenin, fizyolojik olmasının yanı sıra davranışsal bir bilim olması sebebi ile yeterli ve dengeli beslenme için iyi bir beslenme alışkanlığı kazanılması gerekmektedir. Beslenme alışkanlıkları, bireyden bireye, yaşa, cinsiyete, yaşanılan topluma, inançlara, tüketilen besin grupları gibi birçok faktöre bağlı olarak değişmektedir. Beslenme alışkanlığının kazanıldığı en önemli dönem yaşamın ilk dönemleriyken çeşitli sebeplerden dolayı değişmesi muhtemel en riskli dönem okul çağıdır.

Okul çağı, 6-12 yaş grubunu kapsayan fiziksel, bilişsel, sosyal büyümenin ve gelişmenin hızlandığı, duygusal gelişim hızının arttığı, yaşam boyu sürecek davranışların kazanılmaya başlandığı dönemdir. Bu yüzden yeterli ve dengeli beslenme kadar, iyi geliştirilmiş beslenme alışkanlıkları da edinmek ileride ortaya çıkabilecek beslenme sorunlarını önlemekte ve çocuğun gelişimine katkı sağlamaktadır.

Okul çağı döneminde toplum yaşamına ilk kez bilinçli olarak katılan çocuk; evden aileden farklı bir çevreye alışıyor, beslenme alışkanlıkları gelişiyor, ev dışında arkadaşlarıyla yemek yemeye başlıyor, besin öğesi gereksinimleri artıyor.

Yapılan araştırmalar yeterli besin çeşitliliğini sağlayamayan, yanlış beslenme alışkanlıkları kazanan çocukların büyüme ve gelişme hızında azalma, konsantrasyon bozuklukları, öğrenme kapasitesinde azalma ve aktivite hızında azalma gibi hem fiziksel hem de zihinsel yönden geri kaldıklarını göstermektedir. Bu nedenle çocuğun beslenmesinde amaç; normal, sağlıklı büyüme ve gelişme ile olumlu beslenme alışkanlıklarının kazandırılmasını sağlamaktır.

Çocuklarda beslenme; çocuğun yaşına, cinsiyetine, vücut ağırlığına, fiziksel aktivitesine göre düzenlenmelidir. Okul çocuklarının beslenmesinde; besin çeşitliliğinin sağlanması, sağlıklı vücut ağırlığının korunması, makrobesin öğelerinin (karbonhidrat, protein, yağ) dengeli dağılımı, vitamin ve minerallerin yeterli düzeyde alınması, şeker ve şekerli gıdaların sınırlandırılması temel beslenme ilkeleridir. Bu ilkeler için besin gruplarını inceleyecek olursak;

1. Süt, peynir ve yoğurt; çocukların güçlü kemiklere, dişlere ve kaslara sahip olması için gerekli olan protein, kalsiyum ve D vitaminini sağlar. Bu gruptan günde 2-3 porsiyon tüketilmelidir.

2. Et, tavuk, balık, yumurta, kurubaklagil, yağlı tohumlar; güçlü kaslar için gerekli olan proteini, demir, çinko, iyot ve B vitaminlerini sağlar. Bu besinlerden günde 2- 3 porsiyon tüketilmelidir.

3. Ekmek ve tahıllar; B vitamini, demir, mineral ve posa içerir. İçerdiği yüksek orandaki karbonhidrat sebebi ile çocukların aktiviteleri için gereken enerjiyi sağlarlar. Bu grup besinlerden günde 5-9 porsiyon tüketilmelidir.

4. Sebzeler; A ve C vitamini, kompleks karbonhidratlar ve posa içerir. Ayrıca belirli miktarlarda B vitaminleri, potasyum, kalsiyum ve diğer mineralleri içerir. Günde 3-4 porsiyon tüketilmelidir.

5. Meyveler; A ve C vitamini, potasyumu ve diğer mineralleri içerir. Hastalıklara karşı direncin oluşumunda, hücre yenilenmesi, doku onarımı ve deri ve göz sağlığının korunmasında, bilişsel fonksiyonların korunmasında, kemik ve diş sağlığının korunmasında, barsakların düzenli çalışmasında etkilidir. Günde 2-3 porsiyon meyve tüketilmelidir.

Çocuklarınızın günlük ihtiyaç duyacağı miktarlarda ve çeşitlikte besin öğesini içeren örnek bir menü aşağıdaki gibidir. Sağlıklı günler…

Yeşim Nurdan ÖzkorucukluDiyetisyen & Hemşire

42 43

Page 24: HAYATA MERHABA · Klinik Psikolog Alagün Belce Bahşi Klinik psikolog olup en çok ruhsal travma alanına ilgi duymaktadır. Bu nedenle bireysel ve toplumsal travmalarda sahalarda

Bir manzaraya bakarken, bir yaprağın hışırdamasında, tam da bir toplantının ortasında belki gözünüze takılan bir renkte, size bakan birinin bakışlarında, belki sokakta birbirine karışmış seslerde, belki sessizlikte, ocaktaki yemeğin kokusunda, söylenmiş bir kelimede, yediğiniz bir tatlıda, belki bir dokunuşta, gözün gördüğü, kulağın duyduğu, dilin tattığı, tenin hissettiği her bir noktada ne olur da zihin devr-i aleme çıkar?

Hızlı trenin geçtiği gibi anılar da geçiverir teker teker zihnimizden…

Şarkıda dediği gibi “gözümde canlandı koskoca mazi…” Peki nasıl olur da canlanıverir gözümde koskoca mazi hem de hiç beklemediğim bir anda? Üstelik de neden şimdi!?

Biz bugün burada kendi zamanımızdayken örneğin on yıl önceye gidiveririz, belki de çocukluktan bir anıya bazen bizi mutlu eden, bazen üzen, bazen öfkelendiren, bazen kaygılandıran anılar çıkıp çıkıp geliverir zihnimize.

Peki ya zihnimizin unuttukları? Hatırlamadıklarımız? Belki de hatırlamak istemediklerimiz? Anılardaki kopukluklar, boşluklar… Kelimelere dökerek ifade edemediğimiz ama “içimizde garip bir hissin olma hali” tüm bunları nasıl anlamlandıralım?

Zihin anlamlandırmak, tanımlamak, kategorize etmek ister bu tarz anları ve anıları. Oysa bazen kelimeler yoktur. Ama “his”ler vardır. İşte tam da burada somatik hafıza; bedenin hafızası girer devreye.

Somatik hafıza, vücudumuzdaki sinir sisteminin iletişim ağına dayanır. Sinir sistemini, beyin ve vücuttaki tüm noktalar arasında bilgi aktardığı sinapslar aracılığıyla ele alır ve sinapslar yoluyla duyusal bilgiyi iletir. Bilginin işlenmesi ve kodlanması belleğin ilk adımıdır. Hafıza duyusal girdi ile başlar. Bir deneyimin ilk izlenimi genellikle duyularımızdan gelir.

Bu izlenimler kelimeler olarak değil, somatik duyular olarak kodlanır: kokular, manzaralar, sesler, dokunuşlar, tatlar, hareket, konum, davranışlar, içsel tepkiler (viseral reaksiyonlar). Bu tarz benzer duyusal girdilerle karşılaşırsak, örtük belleğimizde saklanan daha önceden kodlanmış bir olayın duyumları ortaya çıkarılabilir. Yani herhangi bir durumdan veya kişiden tetiklenebiliriz. Ama zihnimizin bilinç seviyesinde yoktur bu bilgi.

“Yıllardır bunu düşünmemiştim!”, “Nereden geldi şimdi bu aklıma!?” gibi sorular da tam da bu sebeplerden cümleler olarak dökülüverirler dilimizden. “Zihnin bilinç seviyesinde unuttuğunu, beden hatırlar.”

“Örtük bellekteki hislerimiz, kognitif farkındalığımızı tetiklerler.”

Vücudumuzun iç ortamının durumunu kaydeden; kalp hızı, solunum, ağrı, iç sıcaklık, iç organ hisleri ve kas gerginliği, bunlar hep içsel duyularımızdır.

“Midemde kelebekler uçuşuyor sanki” cümlesi tanıdık geldi mi?

Bu da içsel duyumuzdan gelen bir bilgi sayesinde kurabildiğimiz bir cümledir. Yine “bağırsaklarımızdaki o garip his”, içsel bir duygumuzun özetidir.

Duygularımızı tanımlamaya ve adlandırmaya yardımcı olan hep içsel duyumlarımızdır.

Her temel duygumuz (korku, öfke, utanç, üzüntü, ilgi, hayal kırıklığı veya mutluluk) beyinde ona eşlik eden ayrı bir dizi vücut duyumlarına sahiptir. Beden ve beyindeki bu duygudurum biyolojisi bize zihin ve bedenin aslında ne kadar da birbirleriyle birlikte hareket ettiklerini göstermektedir. O zaman çalsın şarkımız inceden inceden ve gelsin koskoca mazi gözümüzün önüne yavaştan yavaştan...

BEDEN VE ZİHİNDEVR-İ ALEME ÇIKINCA GÖZÜMÜZDECANLANIR MIKOSKOCA MAZİ!?

Dilşen ÖzdenTravma Yüksek Lisans / Sosyolog

Şarkıda dediği gibi “gözümde canlandı koskoca mazi…” Peki nasıl olur da canlanıverir gözümde koskoca mazi hem de hiç beklemediğim bir anda? Üstelik de neden şimdi?

44

Page 25: HAYATA MERHABA · Klinik Psikolog Alagün Belce Bahşi Klinik psikolog olup en çok ruhsal travma alanına ilgi duymaktadır. Bu nedenle bireysel ve toplumsal travmalarda sahalarda

ANNE ADAYININ KABUSU: GEBELİKTE AŞIRI BULANTI KUSMA (HİPEREMESİS GRAVİDARUM)

PSİKOLOJİK DE OLABİLİR Mİ?

Her çift çocuk sahibi olmak ister. Bebek hayata anlam katar. Gebelik kadın için hem çok arzulanan bir durumdur, hem de baş etmesi gereken bir çok durumla

karşı karşıya bırakan stresli bir dönemdir. Anne adayı bir yandan dünyaya bir çocuk getirmenin heyecanını yaşarken, diğer yandan da doğacak çocuğun

normal olup olmayacağı gibi endişeler yaşar.

Gebelikte bulantı ve kusma bir bebeğin varlığının ilk habercisi olabilir ve gebeliklerin yaklaşık %80-90’ında görülür. Genellikle 5-6. haftada başlar ve 12. haftada sonlanır. Gebeliklerin üçte birinde ise belirgin sıkıntı yaratır, bulantıya aşırı tükürük salgısı ve kuru öğürtü eşlik eder. Aşırı sıvı kaybı ve açlığa neden olduğunda ise hastaneye yatış gerektirir. Gebelikte aşırı bulantı kusma, çeşitli yemekleri görmek, kokuları duymakla tetiklenebilir ve

anneyi lavabodan çıkamaz, normal hayatını sürdüremez hale getirebilir.

Gebelikte aşırı bulantı kusma genellikle gebeliklerin %0.3-2’sinde doğum öncesi gebelerde en sık hastaneye yatma nedenidir ve genellikle hastanede kalış süresi 3-4 gündür. Kadınların %95’inde taburcu edildikten sonraki iki haftada belirtiler devam eder. Aşırı bulantı kusma geliştiren kadınların dörtte biri bu

sorunla gebelikleri boyunca tekrar tekrar hastaneye yatmak zorunda kalabilir.

Bazı araştırmalar gebelikte bulantı kusmanın bebek için avantaj bile olabileceğini göstermiştir. Düşünülürse, günümüzdeki gibi suların dezenfekte edilmediği, besinlerin buzdolabı gibi sağlıklı koşullarda saklanamadığı çok eski zamanlarda, annenin gebeliğin ilk haftalarında besinlerden kaçınmasını sağlamakta, zehirli ya da sağlıksız olabilecek yiyecekle beslenmekten anneyi uzak tutabilmekte ve bebeği zehirlenmekten kurtarabilmekteydi. Bebek ilk haftalarda çok küçük olduğu için fazla besin gereksinimi olmadan anne beslenmese bile onun kaynaklarını kullanarak hayatta ve bulantı kusma nedeni ile tehlikelerden uzak kalabilmekteydi.

Bu koruyucu mekanizma kontrolden çıkarsa bulantı kusma aşırı olabilir. Bu durum tıbbi yayınlarda aşırı gebelik kusması (hiperemesis gravidarum) olarak adlandırılmaktadır. Hiperemesis gravidarum normal gebelik-kusmasından farklı olarak anne ve bebek için çok önemli sıkıntılara neden olabilir. Hatta damardan beslenmenin

Doç. Dr. Önder KavakçıPsikiyatrist

uygulanamadığı geçmiş dönemlerde anne ya da bebeğin kaybına yol açabildiği bilinmektedir.

Bir çok etken Hiperemesis gravidaruma neden olabilir. Bunlar arasında idrar yolu iltihapları başta olmak üzere çeşitli enfeksiyonlar, safra kesesi, karaciğer rahatsızlıkları, tiroid (guatr) hastalıkları gibi durumlar sayılabilir Bu durumun tedavisinde etkenlerin düzeltilmesi kaybedilen sıvı ve elektrolitlerin damardan beslenme ile yerine konulması önceliklidir.

Son yıllarda çeşitli araştırmalar psikolojik nedenlerin gebelikte aşırı bulantı kusmanın nedeni olabileceğini ya da var olan durumları şiddetlendirebileceğini ortaya koymuştur. Annenin kaygılarının azaltılmasına, rahatlatılmasına yönelik

hipnoz-EMDR gibi çeşitli tedavilerin gebelik bulantı kusmasını azaltabildiği ve gebeliğin daha rahat geçmesine yardımcı olabildiği gösterilmiştir.

EMDR terapisi (Türkçe’ye göz hareketleri ile duyarsızlaştırma ve yeniden işleme diye çevrilen yeni bir terapi yaklaşımı) çoğunlukla travma ile ortaya çıkan ruhsal rahatsızlıkların tedavisinde kullanılmaktadır. Tarafımdan geliştirilen EMDR temelli bir uygulama ile gebelikte bulantı kusmanın hızlı ve etkin bir şekilde tedavi edilebileceği gösterilmiştir. Bu yöntemde öncelikle annenin kaygılarının stresinin azaltılması sağlanır, ardından da gebelikte bulantı kusmayı tetikleyen çeşitli kokular-durumlar hedeflenir ve annelerin bu kokularla bulantı-kusmasının harekete geçmesi önlenir.

EMDR terapisinin getirdiği olanaklar ile gebelerin bulantı kusmasının hafifletilmesi yanında normal doğum yapmakla ilgili korkular, gebelikte kaygı bozuklukları, depresyon doğum sonrası gelişen sıkıntılar üzerinde de çalışılabilmekte ve ilaç kullanmadan belirgin düzelmeler sağlanabilmektedir.

KAYNAKÇA

• Kavakcı Ö, İmir Yenicesu G. Eye Movement Desensitization and Reprocessing (EMDR) for Hyperemesis Gravidarum: a Case Series Düşünen Adam The Journal of Psychiatry and Neurological Sciences 2014;27:335-341

• Kavakci O. EMDR and Hyperemesis gravidarum in pregnant women. Chapter .13 Eye Movement Desensitization and Reprocessing (EMDR) .Scripted Protocols and Summary Sheets: Treating Trauma in Somatic and Medical Related Conditions 1st Edition (içindde) editor Marilyn Luber, Springer Publishing, (baskıda)

46 47

Page 26: HAYATA MERHABA · Klinik Psikolog Alagün Belce Bahşi Klinik psikolog olup en çok ruhsal travma alanına ilgi duymaktadır. Bu nedenle bireysel ve toplumsal travmalarda sahalarda

Alzheimer hastalığında genetik yatkınlık tek başına yeterli değildir. Araştırmacılar genetiğe eşlik eden çevresel faktörlerin hastalığın gelişiminde oldukça büyük bir rol oynadığını düşünmektedir.

Demans, hastanın yüksek kortikal fonksiyonlarını etkileyen ve günlük yaşam aktivitelerini eskisi gibi yürütememeye neden olan tüm bozukluklara verilen isimdir.

Alzheimer hastalığı ilk olarak 1906 yılında Alman doktor Alzheimer tarafından tarif edilmiş olup geçmiş dönemlerde tüm demanslara Alzheimer Demans denmesine karşın artık demansların %50-60’ını oluşturduğu bilinmektedir. Hastalığın 65 yaş üzerinde görülme sıklığı %10, 85 yaş üzerinde ise %50’ler civarındadır. Alzheimer hastalığına neden olabilecek çok fazla risk faktörü bulunmaktadır. Bu risk faktörleri değiştirilebilir ve değiştirilemez olmak üzere ikiye ayrılır. Değiştirilemeyen risk faktörleri yaş, kadın olmak, düşük eğitim seviyesi, kafa travmaları, aile öyküsü ve APOe proteinin varlığıdır. Değiştirilebilir risk faktörleri arasında tansiyon yüksekliği, kan lipid ve homosistein düzeyleri, diabet hastalığı, obezite, hipotiroidi, depresyon bulunmaktadır.

Alzheimer Hastalığı seyri oldukça sinsi olup üç evreden oluşur. Bu hastalık ortalama 8-10 yıl sürer. Bununla beraber 3-20 yıl aralığı da gözlenmiştir. Hafif evrede unutkanlık mevcuttur. Bu unutkanlık özellikle yakın hafıza ile ilişkilidir.

Yani hasta kısa süre önce söylenen sözleri, yaptıklarını, okuduklarını unutur. Bir süre sonra hastanın günlük işlevleri bozulmaya başlar. Orta evrede davranışsal bulgular eklenir. Normalde davrandığından çok farklı davranabilir. Hastada işitsel ve görsel sanrılar ve hezeyanlar gibi psikiyatrik bulgular görülür. İleri evrede ise motor bulgular ile idrar ve gaita kaçırma eklenir. Bir süre sonra da kaslarda sertlik, yatağa bağımlı olma, tamamen çevreden kopma eklenir.

Özellikle ailesinde Alzheimer hastalığı bulunanların merak ettiği soruların başında bu hastalığın genetik olup olmadığı gelmektedir. Ailevi Alzheimer hastalığının değişik çalışmalarda oranının %25-40 arası olduğu gösterilmiştir. Ailevi olduğu düşünülen grubun sadece %5’inin otozomal dominan denilen kesin geçişli olduğuna dair çalışmalar vardır.

Yapılan çalışmalarda genlerde sadece bilinen üç adet mutasyon tespit edilmiştir. Bu mutasyonlar PS1, PS2 ve APP dir. Fakat bu mutasyonlar ailevi gecişlilerin sadece %2’sini oluşturur.

En sık görülen mutasyon PS1’dedir. Hastada 65 yaş altı ailevi Alzheimer hastalığı düşünülüyor ise bir genetik uzmanına danışarak PS1 tetkiki istenebilir. Fakat rutin tanıda yeri

yoktur. Ayrıca hastalarda APOe4 mutasyonuna rastlanmakla beraber bu da kesin tanı koydurucu değildir. APOe mutasyonu Alzheimer hastalığı olanların %50’sinde saptanmasına rağmen normal toplumun %16’sında mevcuttur. Özellikle Down Sendromunda yani trizomi 21’de Alzheimer hastalığı sık görülür. Son yıllarda mitokondriyal mutasyonlar üzerinde de çok durulmaktadır. Genetik çalışmalar çeşitli merkezlerde sürmektedir. Bu sonuçlara bakarak şunu söyleyebiliriz ki ailevi olduğunu düşündüğümüz hastalarda nedenini kesin olarak saptayamadığımız oran aslında çok yüksektir.

Tüm bu bilgiler ışığında tanı öncelikle aile üyelerinden ve hastadan alınan anamnez, doktor muayenesi, görüntüleme, nöropsikolojik testler ve demansa neden olan diğer hastalıkların ekarte edilmesi ile konur ve doğruluk oranı %85-90’lardadır. Sonuç olarak şöyle diyebiliriz ki Alzheimer hastalığında genetik yatkınlık tek başına yeterli değildir. Genetiğe eşlik eden çevresel faktörlerin hastalığın gelişiminde oldukça büyük bir rol oynadığı araştırmacılar tarafından düşünülmektedir.

ALZHEİMER HASTALIĞI NEDİR? AİLEVİ GEÇİŞİ VAR MIDIR?

Dr. Gülmisal ErdoğanNöroloji Uzmanı

48 49

Page 27: HAYATA MERHABA · Klinik Psikolog Alagün Belce Bahşi Klinik psikolog olup en çok ruhsal travma alanına ilgi duymaktadır. Bu nedenle bireysel ve toplumsal travmalarda sahalarda

ERKEK ADAM AĞLAR,KADIN DEDİĞİNKAHVEHANEDE

OTURUR MU?

“TOPLUMSAL CİNSİYET ROLLERİNEKÜLTÜRÜMÜZ VE

AYRIMCILIK AÇISINDAN BAKIŞ”

Özge KalkanPsikolog

50 51

Page 28: HAYATA MERHABA · Klinik Psikolog Alagün Belce Bahşi Klinik psikolog olup en çok ruhsal travma alanına ilgi duymaktadır. Bu nedenle bireysel ve toplumsal travmalarda sahalarda

“Kadın” ya da “erkek” deyince aklımıza ne gelir?

Kadın ya da erkek deyince akla fiziksel farklılıklar gelebilir, evet. Bireylerin doğuştan getirdiği, genetik ve biyolojik özellikler kadın ve erkeği tanımlayabilir. Fakat bazen de kadın ya da erkek deyince akla toplumsal roller gelir, kadın ve erkeğin biyolojik cinsiyetinin rollere bürünmesi, sorumlulukları gelir. Toplumsal cinsiyet bu bağlamda, sonradan öğrenilen, sosyal ve kültürel açılardan kadın ya da erkeklerden rol beklentilerini ifade eder.

Şimdi birlikte düşünelim, kadın deyince ilk aklımıza ne geliyor? Anne geliyor, duygusallık, hassaslık geliyor, alışveriş geliyor, özveri, bakım, sevgi geliyor belki. Peki şimdi erkeği düşünelim. Erkek deyince ne geliyor? Erkek deyince baba geliyor, adam geliyor, tadilat işleri, katı-sert-soğuk ve mesafeli tutum geliyor.

Peki tüm bu roller nasıl oluyor da bizim aklımıza geliyor?

Aslında bunun hikâyesi ilkel toplumlardaki eril ve dişinin biyolojik olarak farklılaşmasına ve bu farklılaşmasının da cinsiyet esaslı iş bölümünün sağlanmasına dayanıyor. Ataerkil toplumda kadının gebe kalması, gebeliğin hareket kısıtlığı getirmesi, doğumdan sonra çocuk bakması ve erkeğin dışarıda hayvancılık ya da taşıyıcılık yaparak aileye bakması ilkel toplumda iş bölümünü getirmiştir. Bu iş bölümü zaman içerisinde evrilmiş ve günümüz şartlarındaki kadın ve erkeklere yönelik belirli kültürel kodları belirlemiştir. Zamanla farklı toplumlarda kadınların ve erkeklerin nasıl olacağına dair kalıpyargılar ortaya çıkmıştır.

Şimdi hep birlikte kendi toplumumuzdaki kültürel kodları düşünelim.

Siz hiç evde bulaşıkları babanızın ya da eşiniz/partnerinizin yıkadığını,

çamaşırları onun astığını ve ütülediğini, bir şeyleri diktiğini, camları sildiğini gördünüz mü? Peki siz hiç annenizin ya da eşiniz/partnerinizin bir kahvehanede oturduğunu, avizeleri astığını, musluk bozulduğunda tamir ettiğini gördünüz mü? Görmüş olabilirsiniz elbette ama bunun sıklığını düşünmek önemli olabilir.

Diyelim ki bir kadın evde avize asmaya çalışıyor, evdeki bir bireyden şöyle bir yanıt alabilir mi “ Elinin hamuruyla erkeğin işine karışma”. Ya da diyelim ki bir erkek “Sen bugün çok yoruldun hanım, gel otur, bugün yemeği ben yapayım” dedi ve alacağı yanıtın şu olması tahmin edilebilir bir şey midir: “Aa, olur mu öyle şey, erkek dediğin yemek yapar mı hiç, o kadının işidir”. Bu gibi cümleleri toplumumuzda duyma olasılığımız çok yüksektir.

Bazen bu gibi kalıpların kazançları olabilir kadın ya da erkek için fakat bazen de bu durum duygusal olarak kayıplara yol açabilir. Mesela “Erkek adam hiç ağlar mı, hiç korkar mı, karı gibi zırlıyorsun” cümleleri duyguların nasıl göz ardı edildiğini açık şekilde göstermektedir. Çünkü gerçekten bu gibi kalıplarla büyüyen bir erkek, ağlama ihtiyacı hissettiğinde ağlayamayacak ya da gözlerden uzak bir yerde ağlayacaktır. Bu da o duyguyla yüzleşmekte zorlanmasına, kaçınmasına hatta ağlamasından ötürü utanç ve suçluluk duymasına sebep olacaktır.

Araştırmalara göre kadınlar erkeklerden daha fazla yardım arama davranışı gösterir.

Bunun sebebi sizce kadınların erkeklerden daha fazla yardıma muhtaç olması mıdır? Elbette ki değildir. Toplumsal cinsiyet rollerine göre, erkekler psikolojik ya da tıbbi destek almaktan kaçınırlar (bir gören olmasın, erkek adam dediğin güçlüdür, ağlamaz gibi yargılardan), kadınlar ise yine toplumsal cinsiyet rollerine göre daha hassas, duygusal olduğu için yardıma ihtiyaçları olduğunda destek almaktan kaçınmazlar.

Çoğu zaman bu kalıpyargılar hem kadın hem erkek için, ayrımcılığa, dışlanmaya, ötekileştirilmeye yol açar. Partnerinden ayrıldı diye ağlayan bir erkek, diğer arkadaşları tarafından ayrımcılığa uğrayabilir ya da ev işini yapmayan kadın partnerinin annesi tarafından ötekileştirilmeye maruz kalabilir.

Günümüz toplumunda ne kadar farkında olmasak da çoğu girdiğimiz toplumsal ortamda kadın ya da erkek ayrımcılığına maruz kalıyoruz, bazen de şahit oluyoruz. Kimi zaman açık ve net şekilde hak ihlallerini, verdiği zararları görürken kimi zaman bir kadın ya da erkeğin bir birey olarak ne kadar incindiğini, fiziksel ya da duygusal olarak yara aldığını göremiyoruz.

Üzerimize sinen, o her yerde duyduğumuz yargıları hunharca karşımızdaki kişiye karşı kullanabiliyor ve eşitsizliği görmezden gelebiliyoruz. Oysaki kadın da erkek de sevgi ve empati ile yaklaşıp toplumsal cinsiyet rollerinin ötesine geçebilse, ataerkil toplumdaki iş bölümü ve kişiye karşı eşit tutum bir nebze de olsa sağlanabilir.

Sevgi, işbirliği ve eşitlik ile kalın.

52 53

Page 29: HAYATA MERHABA · Klinik Psikolog Alagün Belce Bahşi Klinik psikolog olup en çok ruhsal travma alanına ilgi duymaktadır. Bu nedenle bireysel ve toplumsal travmalarda sahalarda