79

Hilafet Ve Saltanat

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: Hilafet Ve Saltanat
Page 2: Hilafet Ve Saltanat
Page 3: Hilafet Ve Saltanat

Abdüsselam Yasin

Page 4: Hilafet Ve Saltanat
Page 5: Hilafet Ve Saltanat

Abdüsselam Yasin

Çeviri Muhammed Ateş

Page 6: Hilafet Ve Saltanat

ISBN 978-605-4239-33-7

Yayınevi Sertifika Numarası - 14320

HİLAFET VE SALTANAT

ABDÜSSELAM YASİN

Çeviri

Muhammet Ateş

Kapak Tasarımı ve İç Tasarım

Divan

Baskı - Cilt

Berdan Matbaası Davutpaşa Cad. Güven Sanayi Sitesi C Blok No: 239

Topkapı/İstanbul Tel: (212) 613 12 11

© DİVAN KİTAP Bu kitabın tüm hakları DİVAN KİTAP ve yazarına aittir.

İzinsiz kopyalanması yasaktır, kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir.

1. Baskı, Divan Kitap, 2012

DİVAN KİTAP Oğuzlar Mah. Barış Manço Cad.

Nu: 12/3 Balgat – Çankaya - Ankara Tel - Faks: (312) 431 74 65

www.divankitap.com.tr [email protected], [email protected]

DİVAN KİTAP, Divan Kitap Matbaacılık Basın Yayın

Dağıtım ve Ajans Hizmetleri Ltd. Şti. yayın markasıdır.

Page 7: Hilafet Ve Saltanat
Page 8: Hilafet Ve Saltanat
Page 9: Hilafet Ve Saltanat

ÖNSÖZ

Bismillahirrahmanirrahim Salât ve selâm, efendimiz Muhammed’in, Onun Ehl-i

Beyt’inin, sahabesinin, kardeşlerinin ve O'nu rehber edinen-lerin üzerine olsun.

Hamd, karanlıkları ve nûru yaratan Allah’a mahsustur; ne var ki küfürde ayak direyenler kalkıp, putları Rablerine şirk koşuyorlar.

Sizinle yüzleşme yerimiz Yüce Allah'ın huzurudur ey İs-lamȋ yönetim, şiarı hidayet üzere kalmak ve hidayete erdir-mek olan 'raşid hilafet'ten saptırıp zalim bir saltanata ve ar-dından da tevarüs edilen dikta bir krallığa çevirenler!

‘Yüzleşme yerimiz Allah'ın huzurudur' sözü, Kümeyl bin Ziyad’ın, zulmün sembolü Haccac bin Yusuf karşısında sarf ettiği bir ifadedir; nitekim bu sözüne şunları da eklemiş ve bunun üzerine Haccac boynunun vurulmasını emretmişti: “İstediğin gibi hüküm ver; bu gün hüküm varsa elbet yarın da hesap vardır.'

‘Yüzleşme yerimiz Allah'ın huzurudur', Abdullah bin Abbas (r.a), Yezid b. Muaviye onu kendisine biat etmesi için çağırdığında bu ifadeyi kullanmıştı. Yezid'e yazdığı uzun

Page 10: Hilafet Ve Saltanat

8 ● ABDÜSSELAM YASİN

bir ret mektubunda söyle demişti: 'Yüzleşme yerimiz Allah-'ın huzurudur. Allah zalimlere karşı zafer için Mazlumlara kâfidir!'

Yüzleşme yerimiz Allah'ın huzurudur! Bu söz bizim de şiarımızdır ey zalim ve zorba saltanattan sonra nebevȋ yön-teme uygun olan ikinci hilafet döneminin geleceği yönün-deki Kutlu Nebi'nin vaadini gerçekleştirmek için çalışıp ça-balayan kutlu erler!

Ey bu sözlerimi okuyanlar! Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun! Yüzleşme yerimiz Allah'ın huzu-rudur; nitekim orada her insana yaptıklarının mükâfatı zer-re kadar haksızlığa uğramaksızın verilecek ve Allah yolun-da cihat edenler kendilerine vaat edilen faziletlere erişecek-lerdir.

Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun! Ey bu ümmete üzerlerine çöreklenen asırların bezginliğinden ve zalimlere boyun eğme acizliğinden silkinmeleri için din-lerini öğretenler.

Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun! Ey Rabbine yönelsin, bu uğurda ciddiyetle paçaları sıvayıp işe koyulsun ve gelişinde hiç şüphe olmayan kıyamet gününe hazırlansın diye gaflet uykusuna dalıp ahireti unutanları uyandıran!

Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun! Ey gaflet mezarından ve zillete teslimiyetten kurtulup Rableri-ne dönen mümin ve müminelere, İslam'ın en yüce mertebe-sinin 'ihsan' olduğunu ve en yüce söz Allah'ın, en alçak sö-zün de kâfirlerin olması için Allah yolunda cihat etmenin İs-lam'ın ziyneti olduğunu öğretenler!

Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun! Ey İslam davası sahil-i selamet ersin, Allah'ın askerleri dini

Page 11: Hilafet Ve Saltanat

HİLAFET VE SALTANAT ● 9

emaneti bir bütün olarak –hem dava hem devlet emanetini beraber olarak, ayırmaksızın- taşımaya ehil olsunlar diye Al-lah'ın askerleriyle beraber en amansız durumlarda dahi canhıraş bir sabır gösterenler!

Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun! Ey düşüklüğe rıza gösterenlerin ve alıştığı adetlerin, ilkesizlik-lerin esiri olan taklitçi kimselerin mezhebinden nefret eden nesiller! Allah'ın ve Resulü'nün risaletine çağıran davacıların davetine icabet eden necip nesiller!

Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun! Ey ehli ilim, bilen ve öğreten, yüce ruhlu ve ruhlar yücelten ne-siller! Efendimizin ak pak ümmetine halis, arı duru ve doğ-ru olan dini öğretin:

- Allah'ın rızasına ermek ve huzurunda samimiyete bahşedilen yüce makamlara erişmek için kulun Rabbine na-sıl yürüyeceğini,

- İslam ümmetinin akıbetini belirleyen yönetim meyda-nında nasıl misyon üstlenileceğini,

- Kalpleri ve akılları bürüyen şu cehalet perdeleri açılsın diye ilmin nurunu nasıl tahsil edeceğini, onunla nasıl aydın-lanıp aydınlatacağını,

- Allah'la aziz olmanın onurunu nasıl taşıyacağını, öyle bir onur ki bu ancak onunla zulüm reddedilir ve adaletin devleti ikame edilir,

- Allah'ın Resulünden rahmet ve hikmet mesajını tüm aleme tebliğ etme emanetine nasıl liyakat kesp edilip sadık kalınacağını,

- İnsanın iman, İslam ve ihsan olarak tüm yönleriyle eğitilme emanetinin nasıl ifa edileceğini,

Page 12: Hilafet Ve Saltanat

10 ● ABDÜSSELAM YASİN

- Çocukların saçlarına ak düşürecek denli korkunç mu-sibetler karşısında nasıl sabredeceğini; çünkü zalimin zulüm ve işkence alanındaki aklı, muhayyilesi ve hevesi sürekli ye-ni üsluplar üretir,

- Basiret ve bilgi sahibi uyanık akıllar olunmasını, zira ancak böylesi bir akılla Allah'ın rızasına ve O'na kavuşmaya kalplerimiz iştiyak duyar, hevesimiz kanatlanır, ikbalimiz O'nadır, ahdimizden dönmeyiz ve sözlerini tahrife yelten-meyiz asla.

Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun! Ey hakla ayakta duran, hakkı ilan eden, salaha vesile olan salih nesiller! Muhaliflerin tuzakları, düşmanın pusuları, şeytanın vesveseleri –biizinillah- zarar vermeyecektir size, siz ki ahiretten bihaber ona bigâne ehl-i dünya gibi basit metaların ardı sıra koşuşturmuyorsunuz, dünyanın önemsiz yaldızlı cazibesi sizi hak yoldan alıkoymayacaktır inşallah!

Buluşma yerimiz Allah'ın huzurudur, Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun ey bu sözlerimi tefekkür edip bana hayır dua eden okurlar!

6 Şaban 1420 Abdusselam Yasin

Page 13: Hilafet Ve Saltanat

BİRİNCİ BÖLÜM HALİFE MİYİM YOKSA KRAL MI?

Halife miyim Yoksa Kral mı?

Hilafet Hem Din Hem de Dünya İçindir Benzersiz Bir Olgu

Kur'anȋ Düzen İki Portre

Bir Halifenin Yüzü Bir Kralın Yüzü

Page 14: Hilafet Ve Saltanat
Page 15: Hilafet Ve Saltanat

Halife miyim Yoksa Kral mı? İbn Sa'd "Tabȃkȃt" adlı eserinde şöyle rivayet eder: Ömer b. Hattȃb (r.a), Selmȃn (r.a)'a bir defasında "ben halife

miyim yoksa melik miyim?" diye sordu. O da "eğer Müslümanla-rın topraklarından bir dirhem kadar veya bir dirhemden daha az ya da daha çok vergi alıp onu hakkı olmayan bir yere harcarsan sen halife değil meliksin." diye cevap verdi. Bu cevap üzerine Ömer b. Hattȃb dayanamayıp ağladı.

İbn Sa'd'ın aktardığı başka bir rivayet de şöyledir: Ömer b. Hattȃb (r.a) "Allah'a yemin olsun ki, melik miyim

yoksa halife miyim bilmiyorum, eğer meliksem bu çok vahim bir durumdur!" deyince orada bulunanlardan biri "aralarında fark var Ey Ömer!" dedi. Ömer (r.a) "fark nedir?" diye sordu; adam "Halife sadece hak olanı alır ve onu sadece hak olan yere sarf eder. Sen de –Allah'a hamd olsun ki- böylesin. Melik ise insanlara zul-meder, bir kısım insanların mallarını alıp diğer bir kısmına verir." diye cevap verdi.

Bu demek oluyor ki, sahabenin tasavvurunda "ihanet" ancak malda yapılabilirdi; ihanetin bunu aşıp dinle oyna-maya varacağını tasavvur dahi edemiyorlardı. Bu yüzden bu basit ölçütü belirlemişler; kaldı ki bu ölçü içinde insanoğ-lunun zayıf noktasının tespitini de taşımaktadır. İnsanın za-afı yani dünya malı.

Page 16: Hilafet Ve Saltanat

14 ● ABDÜSSELAM YASİN

Nübüvvetin halifeleri, insanların malları konusunda son derece adildiler. Başlıca faziletlerinden biri de bu yönleri idi. Onlar dini, bütün yönleriyle, hem ruh ve beden, hem adalet ve iktisat, hem de dava ve cihat yönleriyle ihya etmişlerdi.

Kadı Mȃverdȋ şöyle der: "Raşid halifeler, 'hilafet'i yalnızca dini ihya etmeye, 'idareciliği' de Müslümanların yararlarını gözetmeye dönük bir faaliyet olarak görüyorlardı. Müminle-re karşı son derece şefkat ehli idiler. Halifelik hayatları titiz bir adaletle geçmişti. Konuştukları zaman hak ile batılı birbi-rinden tam ayırır, hüküm verdiklerinde adaletle hüküm ve-rir, hakikatten başkasını dillendirmezlerdi. İbadet hırkası ve yünden elbise giymişlerdi. Kılıçlarını kınlarından çekip kâfir-lerle savaşmışlardı. Kırbaçlar edinip onlarla suçluları tedip etmişlerdi. Öyle ki, büyük fetihler gerçekleştirmiş, devasa orduları bozguna uğratmış, azılı zalimleri darma duman et-mişlerdi. Firavunlar öldürmüşlerdi. Doğuda ve batıda hak-kın nurunu izhar etmişlerdi. Zahirleri huşu, batınları Allah'a karşı tezellül duygusu ile bezeliydi. Yegâne emelleri ahireti kazanmaktı. Dünyayı ayaklarının altına almışlardı; çünkü onu gereğince tanımış ve hak ettiği yere koymuşlardı.1

Hilafet Hem Din Hem de Dünya İçindir Ahiret kaygısı ve Allah korkusu raşid halifelerinin içleri-

ni doldurmuştu. İdareciliğin birçok bozulma tehlikesi ba-rındırdığını müdrik idiler. Bu yüzden kralların yaptığı hak-sızlıklara ve yanlışlara düşmekten korkuyorlardı. Nübüvve-tin halifeleri olmaları hasebiyle tüm çabalarının dinin ıslahı-na dönük olması gerektiğini iyi biliyorlardı. Müslümanların mallarına karşı afif olmaları, müminlerin dünyalarını ıslah

1 Mȃverdȋ'nin "Nasihȃtu'l-Mülûk" isimli kitabından nakleden Said b. Said, Devletu'l-Hilafe, 174.

Page 17: Hilafet Ve Saltanat

HİLAFET VE SALTANAT ● 15

etmek suretiyle bu hedefi gerçekleştirmek içindi. Dünyayı ayakları altına alıp ihtiras ve kibir duygusunu dizginlemiş-lerdi. Bunlar öyle yıkıcı iki duygudur ki yularları serbest bı-rakıldığı takdirde toplumu tarumar ederler. İdarenin başın-da bulunan kişi ya bunları dizginler ve ümmet salaha erer veya bırakır ve bozulma önce yakınlarından başlamak üzere toplumun tamamına yayılır. Ümmetimizin yetiştirdiği eşsiz ve derya deniz olan allamesi İbn Haldun krallık ve hilafeti tanımlama bağlamında şöyle der:

"Tabiȋ meliklik, halkı nefsȋ amaç ve şehvetlere yöneltir. Siyasȋ meliklik, halkı dünyevi yararları sağlayıp zararları savmaya yöne-lik aklȋ düşünceye sevk eder. Hilafet, halkı uhrevi faydaları ve ahirete dönük dünyevi yararları sağlamaya yönelik şer'ȋ düşünce-nin gereklerine sevk eder; çünkü şari'in nazarında dünyanın tüm halleri ahirete ait yararlar sağlaması bakımından itibara alınır. Hi-lafet hakikatte dini koruma ve dünyayı onunla idare etme husu-sunda dinin sahibine naip olmaktır."2

Benzersiz Bir Olgu İbn Haldun'un terminolojisinde "tabiȋ krallık" asabiyete

dayalı bir kabile reisliğinde meydana gelir. Bu asabiyetin or-tasında sağlam bir çekirdek bulunur, o da müntesiplerinin aralarındaki bağın ve sahip çıkma duygusunun çok güçlü olduğu bir aşirettir. Bu asabiyet kendisini belli amaç ve ihti-raslar dolaysıyla topluluğa dayatır, yani hâkimiyeti ellerinde bulunduranların refahları ve nüfuzlarını perçinleme işlevini görür. Siyasi krallık, asabiyetin kurduğu ve fakat sonra ge-nişleyip medenileşen bir düzene sahiptir. Böylece birçok bo-yut kazanan bu sistemin gerekleri, aklȋ düşünce ile idare

2 İbn Haldun, Mukaddime, 338.

Page 18: Hilafet Ve Saltanat

16 ● ABDÜSSELAM YASİN

edilme zorunluluğu getirmiştir. İbn Haldun İslam tarihinde "iktidar uğruna girişilen çekişmeleri/çatışmaları" en iyi tah-lil eden âlimdir. Bu çekişmeler, iktidarın mahiyetinden uzak kalmayan hususlardandır. Bu yüzden de daha önce bahsi geçen iktidarın bariz vasıflarından "malda ihanet" hususuna eklenmeli. Bunu "şehvet ve kibirlenme" diye kavramlaştıra-biliriz; nitekim İbn Haldun da bunu "emeller ve ihtiraslar" diye ifade etti. Hilafete gelince, Mȃverdȋ'nin de zikrettiği üzere, hilafet kendisine tevdi edilen kimseler züht hırkaları-nı giyer dünyayı ayaklarının altına atarlardı. Halifeler aynı zaman da getirdiği sorumluluklardan korktukları için hali-felik vazifesini –ki bu benzeri görülmemiş bir olgudur- bir-birlerine atıyor ve ellerinden geldikçe ondan sakınıyorlardı. Bu, malumumuz olan insanoğlunun hâkimiyete hemen meyleden doğasıyla ters düşen bir durumdur.

Ebû Nuaym, Fadȃilu's-Sahȃbe'de şu rivayeti aktarmıştır: kendisine halife olarak biat edilmesi üzerine Ebubekir (r.a) insanlara şöyle hitap etti:

"Ey insanlar! Eğer benim halifeliği, ona rağbet ettiğim veya si-

ze karşı ayrıcalık kazanmak için aldığımı zannediyorsanız irademi elinde tutan Allah'a yemin ediyorum ki hilafeti ona heves ettiğim için veya size ya da herhangi bir Müslüman’a karşı ayrıcalık ka-zanmak için almadım. Ne bir gece ne de bir gündüz bir defa bile ona heves etmedim. Ne aleni ne de gizli olarak onu Allah'tan talep etmedim. Bugün bana çok ağır bir vazife tevdi edildi; onu deruhte etmeye Allah'ın yardımı olmasa ben takat getiremem. Tüm kal-bimle isterdim ki onu adilce yerine getirecek olan Resulullah'ın herhangi bir sahabȋsine verilsin. Şimdi onu size geri veriyorum ve bana verdiğiniz biatı kaldırıyorum. Onu dilediğinize verin. Beni de kendinizden her hangi bir adam sayın."

Page 19: Hilafet Ve Saltanat

HİLAFET VE SALTANAT ● 17

Aşarȋ'den yapılan bir rivayette de şöyle geçer: Ebubekir (r.a)'a halife olarak biat edildiğinde o insanlara şöyle seslen-di: "Halife olmama içinizde razı olmayan var mı? Varsa ben bı-rakmak istiyorum". Bu sözler üzerine Ali (r.a) ona şöyle dedi: "Allah'a yemin olsun ki, hayır, ne seni azleder ne de senden halife-likten çekilmeni isteriz. Seni Resulullah (s.a.v) yüceltti, kim düşü-rebilir seni?"

İbn Rahyeh ve İbn Heyseme şöyle rivayet ederler: Ebubekir (r.a) halife seçildiğinde üzülüp evine çekildi;

Ömer (r.a) yanına girdiğinde ona "bu işi sen başıma sardın" diye ona sitem etti ve insanların içinde bu durumdan şika-yet etti, bunun üzerine Ömer (r.a) on a şöyle dedi: "Sen Resulullah'ın şu sözünü duymadın mı: mümin önder içtihat etti-ğinde eğer doğruya isabet ederse kendisine iki ecir, yanlışa giderse kendisine bir ecir vardır”. Hz. Ömer, bu sözlerle onu teskin etmiş, durumu kabullenmesini kolaylaştırmıştır.

Kur'anȋ Düzen Raşid halifeler, Yüce Allah'ın karşısında, getirdiği ağır

mesuliyetten korktukları için hilafeti birbirlerine havale edi-yorlardı. Hiç kuşkusuz ki bu iman yüceliğinden nübüvvet yönetiminin tabii uzantısı olan Kur'anȋ bir devlet doğacaktı. Üstat Hasan el-Bennȃ "İlk İslam Devleti" serlevhalı yazısında şöyle der:

"Kur'an'a ait bu ideal sosyal düzenin temelleri üzerinde ilk İs-lam devleti kuruldu ve bu düzene kalpten inandı, onu dakik bir özenle tatbik etti. Onu dünyanın dört bir tarafına yaydı. O derece ki ilk halife şöyle demişti: 'Eğer devemin yularını kaybetsem onu Allah'ın kitabında bulurum.' Ve o derece ki zekâtı vermeyenleri, bu düzenin rükünlerinden birini çiğnediler diye mürtet sayıp on-

Page 20: Hilafet Ve Saltanat

18 ● ABDÜSSELAM YASİN

larla savaşmış ve şöyle demişti: 'Allah'a yemin olsun ki, Resulullah'a (s.a.v) verip de bana vermedikleri bir yular dahi olsa elim kılıç tuttukça onlarla savaşırım.' Birlik ve beraberlik bütün mana ve görüntüsüyle bu yeni oluşan ümmeti kuşatmıştı. Top-lumsal birlik Kura'n'ın umumluğu ve dilinin kapsayıcılığı ile en geniş yelpazede gerçekleşmişti. Siyasi birlik, müminlerin emirinin gölgesinde ve başkentteki hilafet sancağı altında herkesi kucaklı-yordu. İslamȋ düşüncenin ordu, hazine ve valilerin tasarrufları ko-nularında adem-i merkeziyetçi olması, bu birliğe engel teşkil et-memişti; zira herkes aynı itikat ve aynı genel yönlendirmeyle hare-ket ediyorlardı.

Bu Kur'anȋ ilkeler, putperest hurafeliğini Arap yarımadasın-dan ve faris diyarından söküp attı. Kurnaz Yahudiliği kovup dar bir alana hasretti ve dini sultasına son verdi. Hıristiyanlıkla mü-cadele edip onun Asya ve Afrika’daki gücünü kırarak Avrupa’ya geriletti. Böylece İslam bu politik ve manevi hâkimiyetle iki büyük kıtada sağlam bir yer edindi. Üçüncü kıtaya da sürekli akınlar dü-zenledi, doğuda Kostantiniyye'ye (İstanbul'a) ısrarla hücum edip büyük bir kuşatmayla çok güç durumda bıraktı. Batıda ise Endü-lüs'e girip muzaffer ordusuyla Fransa'nın kalbine ve İtalya'nın kuzeyine kadar ilerledi. Avrupa'nın batısında yüksek mimarisiyle ve ilim irfan nuruyla güzel bir ülke kurdu. Daha sonra İstanbul'u fethetti. Hıristiyanlığı Avrupa'nın içinde belli bir bölümüne hap-setti. İslam donanmalarının iki denizde, ak ve kızıl denizin yüze-yinde kulak dolduran sesleriyle suyu yara yara yüzmeye başladı. Bu iki deniz adeta iki İslam gölü haline geldi. Bununla İslam dev-letleri denizlere açılan kapıları elinde tuttu. Denizde ve karada egemenlik sürdüler. Müslüman ümmet, diğer halklarla kurduğu iletişim neticesinde birçok medeniyet tanıdı; fakat kendi iman gücü ve sisteminin sağlamlığıyla hepsine galebe çalmayı bildi. Neredey-se tamamını İslamileştirdi. Dinini ve dilini bütün eşsizliği, canlılı-ğı ve estetiğiyle oralara taşıdı. Karşılaştığı bu medeniyetlerin güzel

Page 21: Hilafet Ve Saltanat

HİLAFET VE SALTANAT ● 19

taraflarını, kendi toplumsal ve siyasal birliğine zarar getirmeden almaktan geri durmadı.3

Bu mülahazaları İmam Hasan el-Bennȃ, İslam ümmetin-de çözülüş ve çöküşün sebeplerine değinmeden hemen önce zikretmiştir. Görülen o ki "İlk İslam Devleti" kavramının an-lam alanı olarak, raşid halifeler döneminden Osmanlının fe-tihlerine kadar uzayan dönemleri kapsayacak şekilde belir-lemiştir. Kuşkusuz ki, yönetim şeklinin bozulmasından son-ra da bu ümmetin gördüğü hayırlar, sağlam Kur'anȋ düzene dayalı olan nübüvvet ve raşid halifelik dönemlerinin etkileri sayesinde idi; zira sultanların yaptıkları tahribata rağmen o dönemlerin etkisi hala hissedilmekte idi. Kaldı ki bu sultan-ların içinde dini ihya etmek için say-u gayret gösteren fazilet ehli kimseler vardı. Ama sistem temelinden bozuksa geçici olan kişiler ne derece başarılı olabilirdi?

İki Portre Önceki dönemde iki portreyi dikkat-ı nazara alıp üzerin-

de düşünüyoruz. Biri bir halifenin diğeri ise bir kralın port-resi. Üzerinde tefekküre daldığımız portredeki yüz, bizi perde arkasında duran sessiz kahramanları, onu yönetime getirenleri ve daha sonra ona itaat eden veya başkaldıran, iyiliği emredip kötülükten nehyeden veya kırbaç ve kılıç zulmü altında inleyen toplumu görmekten alıkoyamayacak. Gerçek o ki, sıradan tarih okurunun sandığı gibi Müslüman tarihini, ne kadar nüfuz ve güç sahibi olsa da tek başına fert-ler inşa etmemiş, bilakis ümmeti bir arada tutan amaç ve faydalar inşa etmiştir. Yönetimi elinde bulunduran kimse, ya bu amaç ve faydaları koruyup kollamış ve halk tarafın-

3 Risalet-u Beyne'l-Emsi ve'l-Yevm

Page 22: Hilafet Ve Saltanat

20 ● ABDÜSSELAM YASİN

dan seçilip toplumun aynasından yansıyan temsili yüz ol-muştur, ya da dünyevi çıkarlar, amaçlar ve şehvetler galip gelmiş ve kullar zulme maruz kalmış, kılıç hüküm sürmüş, çıkarcı çingeneler yücelmiş ve ümmetin onuru ayaklar altına alınmıştır. Takdir Allah'ın takdirdir; insanlar kendi yaptıkla-rına ererler.

Bir Halifenin Yüzü Hz. Ali -kerremellahu vecheh-, Hz. Ömer'i –radiyallahu anh-

şöyle anlatır:

"Allah onu yüceltsin! O düzeni sağladı, sefaleti ortadan kaldır-dı. Fitneyi kırdı, sünneti yükseltti. Temiz bir elbise, az bir ayıpla gitti. Hayra acele etti, şerri es geçti. İtaati onu Yüce Allah'ın rızası yoluna erdirdi ve hukukuna riayet duygusu onu takva ehli kıldı."4

Evet, elbette ki yönetimin başındaki insan Ömer gibi bi-riyse bir hidayet abidesi, ümmetin kutlu rehberi olabilir; onun gidişiyle ümmetin bünyesinde gedikler oluşur ve yol-lar farklılaşır. Salah ve fesat konularında şahısların ehemmi-yeti şüphesiz ki yadsınamaz; lakin ilk mertebede hayrın ve şerrin kaynağı sistemdir. Kadı Bakıllȃnȋ "et-Temhid" adlı eserinde şöyle der:

"Ebubekir (r.a), Ömer'i halife olarak tayin etme konusundaki görüşünde yanılmamış ve tahmini yanlış çıkmamıştı; bilakis Ömer onun umduğundan ve takdir ettiğinden de fazla liyakat göstermiş-ti; Yüce Allah yolundaki metaneti ve salabeti eşsiz bir seviyede gün yüzüne çıkmıştı. Şehirler kurmuş, ordular donatmış, kralların kö-künü kazımış ve ülkelerini almıştı. İsabetli bakışı ile yerliyi ve gö-

4 Nehcu'l-Belaga, 2/222.

Page 23: Hilafet Ve Saltanat

HİLAFET VE SALTANAT ● 21

çebeyi, yakını ve ırağı sulh-u salaha eriştirmiş, kılıca başvurma ge-reği duymadan koruyucu önlemlerle düzeni en başarılı şekilde ku-rup idame ettirmişti. Şöyle demişti: 'Eğer ömrüm uzar da Müslü-manlara hizmet edersem Aden diyarındaki çobana dahi bu maldan hak ettiği ulaşacaktır.' Tüm bu büyük faaliyetler içinde Rabbine karşı son derece tevazu ve huşu içindeydi. Yapması gereken her-hangi bir hususta gevşeklik gösterip yüksünmezdi. Liderlik onu değiştirmedi. Nimete ermek onu savurgan kılmadı. Elindeki güce dayanıp bir müminin hakkına girmedi. Konumunun yüksekliğine bakarak herhangi bir kimseye imtiyaz tanımadı. Zayıfın zayıflığına bakarak hakkını almaktan geri durmadı. Allah yolunda kınayanla-rın kınamasına aldırmadı. Su testisini kendisi taşır, yamalı elbise giyer, dulların ve yatalakların nafakalarını bizzat kendisi sağlar, gece ve gündüz durumlarını bizzat kendisi kontrol ederdi. Onu anlatan Aişe, Abdurrahman, Amr b. el-As ve diğer sahabeler şöyle demişler: Dünya bütün ziynet ve süsüyle önüne çıktı, kalbindeki en güzel şeyleri (altınları) önüne serdi; ama o sığ bir dere üstünde yürür gibi yürüyüp geçti, oradan ayakları bile ıslanmadan çıktı.5

Muhakkak ki, güçlü liderliğin toplumun seyri üzerinde büyük tesiri vardır, fakat eğer toplum bozuk ve asabiyete yenikse bir adam ya da bir grup adam ne fayda sağlayabilir? Ömer'le beraber ve onun arkasında duran erkekler ve kadın-lar vardı; dünyanın yaldızlı şekillerine aldanmaz, tek adam peşine takılmazlardı. Onlar dünya işlerini iman kriterleriyle değerlendirirlerdi. Ömer, her şeyden önce, onların gözünde dünya deresini aşıp ayakları bile ıslanmamış olan adamdı. Uğraşı demek ahirete yönelik işler demekti onların nezdin-de. Onlar Allah'ın cemaatiydiler. Dikkat buyurun, felah bu-lacak olanlar elbette ki Allah'ın cemaatidir.

5 Yusuf Eybeş, en-Nusus el-İslamiyye, 72.

Page 24: Hilafet Ve Saltanat

22 ● ABDÜSSELAM YASİN

Bir Kralın Yüzü Burada bir kralın portresini çizeceğiz ve fakat onu ölü-

münden sonra kötü yâd etmek için değil; aksine hilafet ile melikliğin arasındaki farkı göstermek ve kaçınmamız gere-ken hususu – ki o baskı ve zulüm rejimidir- göstermek ve de ihya edip etrafında sımsıkı kenetlenmemiz gereken hususu –ki o hilafettir- tayin etmek için tarihten canlı örnekler aracı-lığıyla bu portreyi vasfedeceğiz.

İmam Buhȃrȋ, Said b. Amr b. Said'in dedesinden şöyle ri-vayet ettiğini aktarır: Medine'de Mescid-i Nebevȋ’de Ebû Hureyre ile beraber oturuyordum. Yanımızda Mervan da vardı. Ebû Hureyre dedi ki: Ben sözü ve özü sadık olan Ne-bi'nin şöyle dediğini duydum: "Ümmetimin yıkılışı Kureyşli bazı gençlerin eliyle olacaktır." Bu sözler üzerine Mervan "Al-lah'ın laneti o gençler üzerine olsun! Ne kötüdür o gençler!" dedi. Ebû Hureyre de "İstesem kim olduklarını aileleri ile beraber sayabilirim." dedi. Mervanoğulları Şam'da hüküm sürdüklerinde dedemle beraber orada gezerdik, dedem me-liklerin çok genç olduklarını gördüğünde "Kimbilir belki bunlar hadiste bahsedilenlerdir" der ben de "siz daha iyi bi-lirsiniz derdim."6

Bu bozuk gençler Yezid'le başladı, ardından rivayette de gördüğümüz üzere henüz günler kendisinin onlara önder olduğunu ortaya çıkarmadan gençleri lanetleyen Mervan'la devam etti. Sonra onun zürriyetinden gelenler ve Ümeyyeoğulları arasında az bir salih gurup dışında fesat ve ifsat yayıldı. Bu salihlerden en tanınanı Ömer b. Abdulaziz idi. Yezid b. Abdulmelik "alçak melikliğin" numunesiydi. Ahlaksız ve sefihti; içki içiyor, tüm zamanını eğlenceye ve

6 Bu rivayet farklı varyantlarla İmam Ahmed b. Hanbel'i n Müsned'inde de yer almaktadır.

Page 25: Hilafet Ve Saltanat

HİLAFET VE SALTANAT ● 23

aşk şiirlerine sarf ediyor, şarkıcıların şiirlerini söylüyor ve onlara söz yazıyordu. Fasıklığını ve zındıklığını gizleme ge-reği duymuyor, her şeyi aleni yapıyordu. Saltanatının payi-tahtına dört bir yandan şarkıcılar ve çalgıcılar toplayan ilk melikti. Küfrü o dereceye varmıştı ki, Kâbe’nin üzerine için-de içki içeceği bir kubbe yapmaya azmetmişti. Ve daha di-limizin iffetine yaraştıramayıp zikretmediğimiz birçok çir-keflikler yapmış, birçok hezeyanlar sarf etmişti. Kur'an'a karşı kalkıştığı şu akıllara ziyan terbiyesizliği konuyu eni konu tasavvur etmeye kâfi gelir diye inanıyorum. Mushafı açmış ve içindeki "ve durumlarının hükme bağlanmasını istedi-ler, bütün inatçı zalimler kaybetti, önlerinde cehennem var, irinli sudan içirilecekler"7 şeklindeki tehdit ayetlerini okuyup şöyle: "beni inatçı bir zalim olmakla tehdit ediyorsun, işte ben inat-çı ve zalimim, eğer haşir günü Rabbinle karşılaşırsan, beni Velid parçaladı de" demiş ve Mushafı yırtmıştı. Ona ahiret ve hesap hatırlatıldığında da şöyle demişti: Bana hesap vermeyi hatırlatıyorsun, ama bilmiyorum gerçekten hak mı ve gelecek mi bu söylediğin hesap, söyle Rabbine de yeme-ğimi kessin, söyle Rabbine de içeceğimi kessin"8

Böyle bir sefihin emri altında bulunan devletin ve ümme-tinin malının ve namuslarının ne hale geleceğini tasavvur et. Sivil makamları ve askeri rütbeleri satıyor, kendi kapatmala-rına ve sefahat alemindeki arkadaşlarına harcamak için halktan vergi topluyordu. İnsanları kendisine veliaht tayin ettiği iki sabiye biat etmeye zorlamakla bozgunculuğunu hat safhaya çıkardı. Yönetim düzeyi dibe vurmuştu. Bu nasıl gerçekleşti?

7 İbrahim, 15, 18. 8 Şezȃrȃtu'z-Zeheb, 1/170, 171.

Page 26: Hilafet Ve Saltanat
Page 27: Hilafet Ve Saltanat

İKİNCİ BÖLÜM TARİHİ KIRILIŞ

Allah'ın Yeryüzündeki Halifeleri Müminlerin Şehit İmamı

Cahiliye Hamiyetperverliği Uyanıyor

Page 28: Hilafet Ve Saltanat
Page 29: Hilafet Ve Saltanat

Allah'ın Yeryüzündeki Halifeleri Yüce Allah şöyle buyurur: "Allah sizden iman edip salih

amel işleyenlere, nasıl onlardan öncekileri halife kılmışsa onları da yeryüzünde halife kılacağını vadetti. Kendisinin onlar için seçtiği dinlerini yeryüzünde hâkim kılacak ve korkularını esenlik duygu-suna dönüştürecektir. Onlar yalnızca bana ibadet eder, bana hiçbir şeyi şirk koşmazlar. Bundan sonra da kalkıp küfre düşenler fasıkların ta kendileridir."9

Ebûbekir İbnu'l-Arabȋ bu ayetin tefsirinde şöyle der: "Âlimlerimiz şöyle demiştir: Bu ayet, hak bir vaat ve doğru bir kavildir, dört halifenin imametinin sıhhatine de delalet eder. Çünkü günümüze değin fazilette onları geçen kimse gelmedi. Onların imamlığı kesindir ve üzerine ümmet ittifak etmiştir. Allah'ın vaadi onlarda gerçekleşti. Onlar yüce Al-lah'ın kendileri için razı olduğu din üzere kaldılar. Düzen onlarda istikrara erdi. Müslümanların yönetimini üstlendi-ler. Dinin hamiliğini yapıp onu savundular. Ebubekir'e hak davetle, halkın ittifakıyla, açık hüccetle, dinin burhanıyla, yakini delillerle biat edildi. Sonra Ömer'i halife tayin etti. Hi-lafet sabit oldu ve naiplik vuku buldu, işitip itaat etmek va-cip oldu. Sonra Ömer halifeliği "şura" kararına bağladı. Sa-hih düşünce, açık yüceltme ve ahenk içinde alınan kararla Osman halife seçildi. Osman hem kendisi mazlum olarak, 9 Nur, 55.

Page 30: Hilafet Ve Saltanat

28 ● ABDÜSSELAM YASİN

hem de onun zatında tüm halk zulme uğratılarak öldürül-dü. Geride hilafete liyakat gösteren sadece Ali kaldı; zira fa-zilet ve üstünlük sırasına göre belirleme yapılırdı. "10

Resulullah (s.a.v) vefat ettiğinde kendisinden sonra ki-min yönetici olacağına dair herhangi bir vasiyet bırakmadı; sadece namazda kendisinin yerine Hz. Ebubekir'i naip tayin etmişti. Bu durumdan sahabîler Hz. Ebubekir'in hilafeti hak ettiği hükmünü çıkardılar. Çünkü şöyle demişlerdi: "Resulullah (s.a.v) ona bizim dinimiz konusunda razı oldu; biz dünyamız hususunda ona razı olmayacak mıyız?". Benû Saide evinde bu durumu konuştuktan sonra, Ebubekir üzerinde ittifak edip ona biat ettiler. Tartışmanın başında Ensâr ve Muhacir arasında yöneticilik konusundaki çekişme hayra acele etme kabilinden idi; nitekim arkasında bir kin bırak-mamış ve günler onun eserlerini kardeşlik gölgesinde ivedi-likle ortadan kaldırmıştı.

Peygamber Efendimizden bu konuda yalnızca Bezzâz ve Taberânî'nin İbn Mesud'dan rivayet ettiği şu hadis varid olmuştur. İbn Mesud şöyle dedi: Ayrılık vakti yaklaştığında biz Aişe'nin evinde bulunan Resulullah'ın yanına girdik. Bi-ze baktı, gözleri yaşardı ve şöyle buyurdu: "Merhaba, Yüce Allah size hayat versin, sizi korusun, size yardım etsin! Size Al-lah'ın takvasını vasiyet ediyorum. Sizi Allah'a emanet ediyorum. Ben size gönderilmiş açık ve dürüst bir uyarıcıyım. Kullarına ve ülkelerinde haksızlık yapıp Allah'a karşı gelmeyin. İntikal yakın, dönüşse Allah'adır, sidretül müntehaya'dır, cennet-i me'vaya'dır ve en mükemmel kâseyedir. Benden diğer Müslümanlara ve bun-dan sonra Müslüman olacaklara selam götürün."

10 İbnu'l-Arabi, Ahkamu'l-Kurân, 3/ 1380.

Page 31: Hilafet Ve Saltanat

HİLAFET VE SALTANAT ● 29

Peygamber Efendimiz önemle üzerinde durarak yeryü-zünde böbürlenip insanlara karşı kibirlenmeyi ümmetine yasakladı ve onları bundan sakındırdı. Ebubekir'in hilafe-tinde ümmet, üç yıl boyunca dinden dönen Bedevilerle cihat etti, ta ki yeryüzünde fitne kalmasın ve din yalnızca Allah'ın olsun. Sonra Hz. Ömer dönemi geldi ve ümmet gelişip kal-kındı. Bu durum, adil halife İslam ümmetine sızmış hain bir ırgatın eliyle suikasta uğrayana kadar devam etti. Adil hali-feyi, gadre uğratan hançerin başında İslam ümmetinin ge-nişlemesiyle yükselen asabiyetin damgası vardı.

Müminlerin Şehit İmamı İslam toplumunun bünyesi çok hızlı değişti. Farklı millet-

lerden birçok insan kendi rızasıyla iman edip, başka bazı kimseler de toprağını ve özgürlüğünü muhafaza etme dü-şüncesiyle Yüce Allah'ın dinine girdi. Şura meclisinde ehl-i hall ve'-lakd sahabeler Hz. Osman'ı halife olarak seçtiklerin-de işler başta önceki hilafetlerdeki seyri üzere devam etti; ne var ki Ümeyyeoğulları onun etrafını sarıp kendilerinden yönetimi kontrol eden bürokratik bir grup kurdular. Böylece korkunç olaylar gerçekleşti ve şiddet baş gösterdi. Hz. Os-man'ın şehit edilmesi, biteviye genişleyen ilk çatlağı oluş-turdu, kırılışımız ve zaafımızın başlangıcı olacak sonuçlar doğurdu.

Hz. Osman'ın öldürülmesinden ve sahabe tarafından Hz. Ali'nin halife seçilmesinden sonra en büyük fitne patlak verdi. Şam ahalisi, Hz. Osman'ın kanının yerde kalmamasını istediler, bu hususta ümmetin halifesini dinlemediler. Ve böylece onu öldürmek için kendilerine bir yol bulmuş oldu-lar. Kadı İbnu'l-Arabi bu konuda şöyle der: "Osman (r.a) öl-dürüldü, sahabeler onun kanından beriydiler, o kendisine

Page 32: Hilafet Ve Saltanat

30 ● ABDÜSSELAM YASİN

başkaldıranlarla savaşmaya izin vermemişti, 'ben, demişti, Resulullah'a halife olup da onun ümmetinde ilk kan akıtan kişi olmak istemiyorum'. Bu yüzden maruz kaldığı belaya sabretmiş, musibete teslim olmuş ve kendisini ümmetin se-lameti için feda etmişti. Ondan sonra elbette ki ümmetin yö-netimi başıboş bırakılamazdı. Hz. Ömer’in kurduğu şura meclisi durumu müzakere edip Hz. Ali'nin halife seçilmesi yönünde karara vardılar. Hz. Ali ihtiyaten ve ehil olmayan-ların o makama gelmesiyle batıl görüş ve hezeyanlarla kan akmasından korktuğu için bunu kabul etti. Hatta kabul et-meseydi belki de din değişir, İslam'ın direği kırılırdı. Hz. Ali'ye biat edildiği zaman Şamlılar, Hz. Osman'ın katillerine yaptıklarının hesabını sorması ve onlardan diyet almasını biat için ön şart olarak koştular. Buna mukabil Hz. Ali onla-ra 'Önce biat edin, sonra dilediğinize ulaşacaksınız' dedi. Onlar da 'Osman'ın katilleri seninle beraberken ve biz gece gündüz onlar görürken biatı hak ettiğini düşünmüyoruz.' dediler. Oysa Hz. Ali'nin görüşü daha doğru ve daha yerin-deydi. Çünkü Ali eğer onlardan diyet almaya kalkışsaydı kabileler tekrar onların etrafında kenetlenir ve üçüncü bir savaş çıkardı. Bu yüzden düzen kurulup biat tamamen alı-nıncaya kadar onlara karışmamayı doğru buldu. Daha sonra karar meclisinde yetkili ve etkili kimselerle durum hükme bağlanıp adalet yerini bulurdu."11

Fakihimiz ve kadımız İbnu'l-Arabî'nin o dönem sahabe arasında yaşanan tartışma ve çarpışmaları özellikle zikret-mediğini, görmezden geldiğini görmekteyiz. Cemel Harbini ve Sıffin felaketini atlayıp meseleyi bir öç alma ve diyet talep etme meselesi gibi gösteriyor. Bu tarihi mesele bir nevazil fı-kıh meselesi gibiymiş ve kadının hükmüne kalmış gibi bir

11 İbnu'l-Arabî, Ahkâmu'l-Kurân, 4/1706

Page 33: Hilafet Ve Saltanat

HİLAFET VE SALTANAT ● 31

tavır içinde olunmuş, önceki âlimlerimiz bu kanlı trajediler hakkında konuşmamış ve konuşulmamasını nasihat etmiş-tir. Geçmişte takılıp kalmak ve olmuş bitmiş bir hadiseden dolayı sahabeyi eleştirmek için kurcalamak, dini hamasete sahip bir kimse için lüzumsuz bir husus ise de tarihteki kor-kunç düşüşümüzün nedenlerini ortaya koymak için bazı perdeleri de aralamak en temel görevimizdir. Tüm sızıları-mızın anası olan bu dönem, her zikredildiğinde kulakları-mızı tıkayıp dilimize ket vurursak hilafeti geri getirmenin doğru yöntemini kavrayıp tespit etme durumundan uzakla-şırız. Kadı Ebubekir "el-Avâsım ve'l-Kavâsım" isimli kitabı-nı Ümeyyeoğulları’nın savunusuna tahsis etmiş. Yüce Allah bizleri ve onu affetsin! Şahısları ve onlar üzerinden tartış-mayı bir kenara atalım; dinî inhirafı ve toplumsal çözülüşü itibara alalım. Ta ki kamil olanı örnek edinme gayemizle tu-tarlı kalalım.

Cahiliye Hamiyetperverliği Uyanıyor Peygamber Efendimiz, karşısında fertlerinin kabile, aşiret

ve akrabalık bağları ile bağlı olan bir toplum gördü. Bu bağı korudu, kırmadı. Fakat müminler arasındaki kardeşlik ba-ğını güçlendirip sağlamlaştırmaya hizmet edecek dinamik-leri besledi. Müslümanlara kabile ve aşiretlerini, kabile ve aşiretleri olduğu için tanımazlıktan gelmelerini emretmedi. Lakin onlara küfürle bütün alakalarını kesmelerini emretti. Siyer-i Nebi'de Mekke'ye giren İslam ordusunun kabilelere göre nasıl birliklere ayrıldıklarını okuruz. Kendi aşireti için-de güven duyan insanların İslam kardeşliğine olan duygu-sunu da pekiştirip berkitiyordu. Büyük aile ve aşiret güven-ce ve dayanışmalarının Peygamberlerin gönderilmesi konu-sunda etkisi olmuştur. Peygamber Efendimiz şöyle buyur-

Page 34: Hilafet Ve Saltanat

32 ● ABDÜSSELAM YASİN

muştur: "Lut (kavminden bazı kimselerin misafirlerine yö-nelik ahlaksız talebi üzerine) 'size karşı bir gücüm olsaydı ya da sığınacağım sağlam bir temelim olsaydı12' dedi, elbette ki sağ-lam bir temeli vardı burada temelden maksat aşirettir. Yüce Allah ondan sonra gönderdiği bütün peygamberleri, kendi kavminin zirvesinde olanlardan gönderdi"13

Bu demek oluyor ki, Allah ve Resulü soy ve aşiret bağı-nın İslam davasına dayanak olmasını irade ediyor. Ama ka-bile asabiyeti İslam'a karşı bir tavra dönüşürse İslam onunla savaşır. İbn Kesir, Resulullah (s.a.v)'in şöyle buyurduğunu nakleder: "Haksızlık üzere olan kavmine yardım eden kişinin du-rumu, kuyuya düşen deveyi kuyruğundan tutup kurtarmak iste-meye benzer." Ebû Davud Nebi (s.a.v)'in şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Asabiyete davet eden bizden değildir. Asabiyet için savaşan bizden değildir. Asabiyet uğruna ölen bizden değildir." Buhârî de Cabir (r.a)'ın şöyle dediğini aktarır: "Bir savaştay-dık, muhacirlerden biri ensardan birinin sırtına vurdu, ensardan olan 'yetişin ey ensar', muhacir de 'yetişin ey muhacirler' dedi. Bu olay üzerine Resulullah (s.av) 'bırakın şu asabiyeti; o çürüyüp kokuştu artık' diye buyurdu.

Cahiliye hamiyetperverliği batıl üzerinde yardımlaşmak-tır. Arap atasözü şöyle der: "Zalim de olsa mazlum da sen kardeşine yardım et". Kabile asabiyeti güdenler bu sözü bi-rebir tatbik ederler. Allah'ın Resulü (s.a.v) bu sözün delale-tini değiştirip İslamileştirmiştir. İmam Ahmed ve İmam Buhari, Hasan'dan şöyle rivayet ederler: "Nebi (s.a.v) 'zalim de olsa mazlum da olsa kardeşine yardım et' deyince saha-beden biri 'ya Resulullah mazlumken yardım ederim, fakat zalimken nasıl yardım edebilirim?' diye sordu. Resulullah

12 Hud Suresi, 80. ayet. 13 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned.

Page 35: Hilafet Ve Saltanat

HİLAFET VE SALTANAT ● 33

(s.a.av) 'onu zulmetmekten engellersin, böylece ona yardım etmiş olursun.' diye buyurdu."

İbn Haldun, İslam diyarının genişlemesini, kabilelerin bedeviliğini ve cahiliye asabiyetinin uyanmasını anlatma bağlamında şöyle diyor: "Bu şehirlere inen Arapların ekseri-yeti katı tabiatlıydılar. Peygamber Efendimizin yanında çok bulunmamış, O'nun hayat tarzını ve adap ve ahlakını al-mamışlardı. Bununla beraber katı, asabiyetçi, övüngen ve imanın sekinetinden uzaktılar. Bu yüzden İslam devleti bü-yük bir gelişme ve genişleme kaydedince bunlar kendilerini Muhacir ve Ensar kabilelerine mensup ve İslam'a ilk giren şahısların emri altında buldular ve bunu içlerine sindirmedi-ler; çünkü kendilerini nesepleri ve sayılarının çokluğu ba-kımından daha üstün ve yöneticilikte daha çok hak sahibi görüyorlardı. Bu yüzden Kureyş kabilesini kötüleyip tahkir etmeye ve haksızlığa uğradıkları, taksimde adaleti sağlaya-madıkları gibi gerekçelerle onlara olan itaati aşındırıp sars-maya çalıştılar. "14

Bu demek oluyor ki, Mervan b. el-Hakem liderliğinde el-lerindeki iktidar gücünü istismar eden bir grup Kureyşli genç, mal taksimindeki eşitliği bozdular. Diğer tarafta da hükmetmeye tamah eden ve soy ve sayısıyla övünen, bunda Kureyş'le yarışan kabileler vardı. Özellikle de bu dönemde İslam ümmetinin orduları donatıp Faris ve Rumlarla savaşı-yor olması sayı çokluğuna ve gücün büyüklüğüne büyük bir önem kazandırmıştı. Bazı vali ve idareciler Hz. Osman'ın saçağının altına sızmışlardı. Bunlar bozguncu bir topluluk-tu. Bahane arayan kabilelerin eline, şikayetlenip öfkelerini izhar etmek, ardından isyan çıkarmak, ardından da devrim yapmak ve o temiz kana girmek için ileri sürecekleri gerek- 14 İbn Haldun, el-Mukaddime, 380.

Page 36: Hilafet Ve Saltanat

34 ● ABDÜSSELAM YASİN

çeler vermişlerdi. İnsanların hoşnutsuzluklarını açıkça ifade etmeleri üzerine Hz. Osman bazı valilerini azletmişti. Mervan'ın etrafındaki daire daralınca Hz. Osman'dan kâtibi Mervan'ı, kendi indinden Mısır valisini öldürme fermanı çı-kardığı suçlamasıyla kendisine teslim etmelerini istediler. Hz. Osman ondan bunu yapmadığına dair yemin etmesini istedi, o da yapmadığına yemin etti. Bunun üzerine Hz. Osman "hükümde bundan fazlası yok" dedi. Bununla itham edilenin aleyhine açık delil getirilemediğinde ondan yemin etmesini istemek dışında bir şey yapılamaz demek istemişti. Bundan dolayı Hz. Osman'ı öldürene kadar ablukaya aldı-lar.

Kargaşa ve fitnenin önüne set çeken o yegâne güç nere-deydi? Halifelerine evinin içinde savaş açılmışken, kendisi kuşatmaya alınmışken diğer sahabeler ne yapmışlardı? Bu da tarihi kırılışımıza sebep olan başka bir gedikti. İmam Osman (r.a), fitnenin daha da alevlenmesi korkusuyla onla-ra kendisine savaş ilan edip kendisini ablukaya alanlara kar-şı kılıç kullanıp savaşmalarını yasaklamıştı. Sahabeye gelin-ce –ki onlar bu dev dalgalı denizin ortasında azınlıktılar- şa-hit olduklarına karşı şaşırıp kalmış, hayretten adeta dona-kalmışlardı.

Bâkıllânî, "et-Temhid"e bu sefil insanların vahşiliğini şöy-

le anlatır: "Halife Hz. Osman'a saldırdıkları söylenen kimseler, avaneleri

değilse de kendileri tanınan kimselerdi: Ğafıkî, Kinâne b. Bişr et-Tecibî, Sevdân b. Hamrân, Abdullah b. Budeyl b. Verkâ', Amr b. Hımk el-Huzâî ve Muhammed b. Ebubekir. Halife Osman'ın evine girdiklerinde Muhammed b. Ebubekir önden gidip onu yere attı. Göğsü üzerine oturdu. Sakalından tutup salladı. Ona ağır sözler

Page 37: Hilafet Ve Saltanat

HİLAFET VE SALTANAT ● 35

söyledi. Elindeki keskin usturayla alnına vurdu. Daha da ileri git-mek istediğinde Hz. Osman ona nasihat etti ve şöyle dedi: "Baban bu durumunu görseydi yüreği parçalanırdı". İbn Ebubekir utanıp çekildi. Ğafıkî ve Kinâne onun utandığı için çekildiğini anladılar. Kinâne hemen öne atılıp şiddetli bir darbeyle onu yere serdi, kan damlaları önünde açık bulunan Kur'an'a sıçradı. Bunu gören Hz. Osman Mushaf’ı kapatıp uzaklaştırdı. Başkaları da ona vurdu. (…) Hz. Osman'ın eşi Naile kılıç darbelerinin sesini duyunca ha-reminden çıkıp kendisini onun üzerine kapattı. İnen kılıç darbesiy-le onun üç parmağı koptu. Bu namussuzlardan biri Hz. Osman'ın eşinin üzerindeki eline kılıç indirdi. Ardından eşi için 'bunu bana verin, büyük kalçaları var' dedi. Sesler yükseldi sonra, beytülmale koşun, beytülmale koşun diye. Önce Halife Hz. Osman'ın evini yağmaladılar, sonra da beytülmali. Ve evini ateşe verdiler. Bunlar-dan Amr b. el-Himk şöyle demişti: 'Osman'a altı darbe indirdim; üçü Allah için, diğer üçü de başkaları içindi.'15

Vahşilik, yağma, kundaklama, ahlaksızlık ve kaos… Sa-

habe bu durum karşısında adeta şaşırmışlık ve hayretten donakalmışlardı, her şey bir anda olup bitmiş ve bir şey ya-pamamışlardı. Kendilerine geldiklerinde hemen Hz. Ali'nin etrafında toplanıp ona biat ettiler. Fitnenin söndüğünü zan-nettiler. Fakat Şam ehli Osman'ın kanının yerde kalmaması-nı isteyip de savaş ateşi yeniden alevlenmeye başlayınca bir grup sahabe uzlete çekildi, tarihimizde bu çekişleri büyük bir boşluk oluşturdu ve ilk defa tarafsızlık düşüncesi doğdu. Diğer bir kısım sahabe de hak uğruna cesaretin ve haklının yanında durmanın -tıpkı Ammar b. Yasir gibi- timsali oldu-lar.

15 Nusus el-Fikr el-İslamî, 93, 94.

Page 38: Hilafet Ve Saltanat

36 ● ABDÜSSELAM YASİN

Bakıllânî şöyle der: "Eğer biri 'madem durum anlattığınız gibi sefil insanların Halife Osman'a karşı hadlerini aşmaları ve zulmetmeleri vahametinde idiyse sahabe niye hemen buna karşı çıkıp engellemedi? Halifeyi teslim edip zelil dü-şürmelerinde ne özürleri olabilir?' diye sorarsa cevabı şöyle-dir: 'Sahabeleri, halifeyi umarsız bırakıp düşmana teslim etme acizliği ve gayretsizliğinden tenzih ederiz, onlara bunu Hz. Osman emretmişti ve bu emrini birkaç defa tekrarlamış-tı. Onlardan Allah'ın hakkı için evlerinde kalmalarını iste-mişti."16

Fitne çıkması korkusundan pasif kalmak, bu barbarlara Hz. Osman'ı öldürme cüreti vermiş, akabinde gelen Hz. Ali'nin de elini zayıflatmıştı. Bakıllânî şöyle der: "Biri şöyle derse 'Ali (r.a)'ın hilafeti bu denli sahih ve sabit idiyse S'ad b. Ebu Vakkâs'ın, Said b. Zeyd, Abdullah b. Ömer, Muham-med b. Mesleme, Usâme b. Zeyd, Selâme b. Vakş ve daha başka kimselerin ona yardım etmekten ve emrine girmekten niye geri döndüler?' Cevabı şöyledir: 'İsimleri geçen kimse-lerin ona yardımdan ve itaatten geri durmaları onun halife-liğinde bir problem görmelerinde değil Müslümanlarla sa-vaşmayı kabul etmediklerinden, bundan korktuklarından ve günah saydıkları bir şeyde ona itaat etmeme kararlılığın-dan dolayı idi. Bu yüzden de ona niye yardım etmedikleri hususunda deliller ve gerekçeler öne sürmüşlerdi. Hatta on-lardan biri (Sa'd b. Ebu Vakkas) şöyle demişti: 'Bana dili olan, mümini kafirden ayıran ve bu mümindir bu da kafir-dir diyen bir kılıç getirmediğiniz müddetçe ben savaşmam. Benim kınından çıkaracağım kılıç ancak böyle bir kılıçtır.' Ona sen meşruiyeti olmayan ve itaati vacip olmayan bir halifesin' dememişlerdi. Nitekim Muhammed b. Mesleme

16 Nusus el-Fikr el-İslamî, 95.

Page 39: Hilafet Ve Saltanat

HİLAFET VE SALTANAT ● 37

bu konuda Hz. Osman'la tartıştıktan sonra ona şöyle demiş-ti: 'Nebi (s.a.v) benden Müslümanlar arasında fitne vuku buldu-ğunda kılıcımı kırıp tahtadan bir kılıç almam yönünde benden söz aldı.'

Bu iç burkucu sahifeyi dürüyoruz; çünkü ibret almamıza kifayet edecek kadarına değindik. Hem bu serseri fitneden doğan halihazırdaki acılarımız bize yeter. Kaza ve kader Al-lah'ındır. Her şey o yüceler yücesinin ellindedir.

Page 40: Hilafet Ve Saltanat
Page 41: Hilafet Ve Saltanat

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM SEÇİM VE MASUMUN VELAYETİ

Seçim ve Masumun Velayeti

Seçim Sünnet İsmet Taklit İcmâ'

Page 42: Hilafet Ve Saltanat
Page 43: Hilafet Ve Saltanat

Seçim ve Masumun Velayeti İmam Buhârî Abdullah b. Abbas (r.a)'tan şöyle rivayet

eder: "Nebi (s.a.v) vefat ettiği hastalığa yakalanmıştı, Ali (r.a) onu ziyaret edip dışarı çıktığında insanlar ona 'ey Ebu Ha-san! Resulullah (s.a.v)'in durumu nasıl?' diye sordular. O da 'elhamdülillah durumu iyi' dedi. Abbas b. Abdulmüttalip onun elinden tutup 'üç gün sonra sen üstünde kölelik asası-nı göreceksin, kanaatim o ki Allah'ın Resulü yakalandığı bu hastalıkta vefat edecek, ölümü yaklaştığında Abdulmutta-lib'in çocuklarının yüzlerinin aldığı hali biliyorum. Bizi Al-lah'ın Resulü’ne götür, ona kendisinden sonra yönetimin kime geçeceğini soralım, eğer bize geçekse bunu öğrenmiş oluruz, yok eğer başkasına geçecekse Nebi (s.a.v)'den bizim için onlara tavsiyede bulunmasını isteriz' dedi. Bu sözler üzerine Ali (r.a) şöyle dedi: 'Allah'a yemin olsun ki, eğer biz Allah'ın Resulünden bunu istesek ve o da vermezse, ondan sonra insanlar bize hiç vermezler, malumunuz olsun ki ben Resulullah (s.a.v)'den bu talepte bulunmayacağım."

İmam Müslim Hz. Aişe'den şöyle rivayet eder: "Resullah'ın kızı Fatıma ve Abbas, Ebubekir'e gelip ondan kendilerine Nebi (s.a.v)'den kalan mirası istediler. O zaman istedikleri Fedek'te bir arsa ve Hayber'den düşen paydı. Ebubekir, onlara ben Resulullah (s.a.v)'in 'biz peygamberler miras bırakmayız, ardımızda kalan sadakadır' dediğini işit-tim dedi. " Bir rivayette de bu durum üzerine Hz. Fatıma'nın

Page 44: Hilafet Ve Saltanat

42 ● ABDÜSSELAM YASİN

kendisine küstüğü ve ölene kadar bir daha bu konuyu onunla görüşmediği yer alır. İmam Müslim'in yukarıdaki rivayetinin devamı şöyledir: 'Bir adam Zührî'ye 'Ali Ebubekir'e altı ay biat etmedi mi?' diye sordu. O da 'Evet, ne o ne de Haşimoğullarından başka biri biat etti. Ali insanların kendisinden uzaklaştığını görünce Ebubekir'e biat etti.'

Hz. Ali'nin evinde Hz. Ebubekir ve Haşimoğulları bir araya geldiler. Hz. Ali hamd edip salat ve selam getirdikten sonra şöyle dedi: 'Sana biat etmememiz senin faziletini inkâr etmekten veya Yüce Allah'ın sana bahşettiği bir hayırda se-ninle rekabete girmekten dolayı değildi. Sebep bizim bunda hakkımızın olduğu ve sizin bunu haksızca bizden aldığınız yönündeki kanaatimizdi.' Sonra Ali Efendimiz (s.a.v)'e olan akrabalığından ve haklarından uzun uzadıya bahsetti, bu-nun üzerine halife Ebubekir ağladı. Hz. Ebubekir'in içinde mirası niye vermediğinin sebepleri de bulunan konuşma-sından sonra Hz. Ali ve Benû Haşim biat edeceklerini açık-ladılar. Öğlen namazını eda ettikten sonra Hz. Ebubekir, cemaate Hz. Ali'nin biat etmemesinin gerekçelerini ihtiva eden ve bunda onu mazur gören bir konuşma yaptı. Ardın-dan Hz. Ali ayağa kalktı ve Hz. Ebubekir'in faziletlerinden bahsetti, sonra da ona biat etti. Bu davranışını tasvip eden Müslümanlar, Hz. Ali'yi tebrik ettiler ve eski samimiyetleri-ne döndüler."

Bu iki rivayet esasında bu konuda fazla söze hacet bı-rakmıyor. Bunları zikretmemiz bu meselenin eki temel nass'ın bunlar olması dolaysıyladır. Şii kardeşlerimizin elle-rinde de kendi hilafet, imamet ve yönetim konusundaki gö-rüşlerine esas kabul ettikleri benzer metinler var.

Page 45: Hilafet Ve Saltanat

HİLAFET VE SALTANAT ● 43

Hz. Ali –kerremallahu vecheh- alicenap, yiğit, mert ve cesa-rette zirve bir şahsiyetti. İslam, onun kılıcıyla zaferler ka-zandı. İlmiyle, raşit hilafetler boyunca Müslümanların yolu-nu aydınlattı. Onun ehl-i beytten olması, Resulullah (s.a.v)'in akrabası olmasının yanında faziletleri ve Nebi (s.a.v)'in ona tezkiyesini ifade eden rivayetler varittir. Tirmizî, Zeyd b. Arkam'dan Peygamber Efendimizin şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Ben kimin efendisi isem Ali de onun efendisidir" . Bu sahih bir hadistir. Buhârî, Müslim ve Tirmizî Peygamber efendimizin şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir: "Senin benim neznimdeki yerin, Harun'un Musa'-nın neznindeki yeri gibidir; ne var ki benden sonra Nebi gelmeye-cektir."

Şia'nın yanında da kendi metodolojilerine göre güvenilir kabul ettikleri rivayetler var. Onlar bu rivayetlerden Nebi (s.a.v)'in Kendisinden sonra Hz. Ali'nin halife tayin edilme-sini vasiyet ettiğini anlıyorlar. Gadirhum diye andıkları bir kıssaları var ve bu kıssada Efendimiz (s.a.v) Hz. Ali'nin hali-fe olmasını vasiyet ediyor. Bu kıssa, rivayeti sabit olma kri-terlerine uymadığından Ehl-i Sünnet alimleri tarafından in-kar edilir. Kaldı ki yukarda zikrettiğimiz rivayetlerde görül-düğü üzere ehli beyt hilafetin kendilerinde olduğu husu-sunda kat'i bir delalete değil, kendi zanlarına istinat etmiş-lerdi.

İmam Osman öldürülüp de sahabe Hz. Ali'ye yardım ve biat etme konusunda görüş ayrılığına düşünce ümmet en büyük tefrika musibetine uğradı. Fitne ve harp koşulları da bu ihtilafın büyüyüp kökleşmesine yol açtı. Bu karanlığın ortasında Hz. Ali hidayetle parıldayan bir güneş gibi doğdu; kargaşa içinde sarsılmaz bir dağ gibi karar kıldı ve eşsiz bir komutan oldu. Bu kaos içinde bir çok inhiraf meydana çıktı.

Page 46: Hilafet Ve Saltanat

44 ● ABDÜSSELAM YASİN

Kimi Ali'nin muhabbetinde ifrata gidip ona ibadet etti, kimi de ona düşmanlık yapmada aşırılığa kaçıp (Hariciler) onu tekfir etti. Ümeyyeoğulları’ndan bir taifeyse minberlerden ona sövüp saydı. Kinler bilendi, Ehl-i Beyt taraftarlarının hamaseti yükseldikçe yükseldi. Fakat bu hamaset, özellikle de Kerbela'nın aslanı, ümmetin övünç kaynağı Hz. Hüseyin-'in şehit edilmesinden sonra, sadece var olan bu musibetleri daha da alevlendirdi. Böylece hilafetin Ehl-i Beyt’in, Hz. Ali'nin sonra da onun çocuklarının –salat ve selam üzerlerine olsun- hakkı olduğunu söyleyen Şiî mezhebi kuruldu. Onla-rın itikadı böyledir.

Bu meyanda Gulat-u Şia'dan –aşırılıkçı Şiilerden- Rafızî ve Batınî mezheplerine değinmeye lüzum görmüyoruz; çünkü onlar her ne kadar İslam tarihinde bu ümmetin başı-na bela olmuş ve etkileri hala devam eden ciddi problemlere neden olmuş iseler de şu an önem verdiğimiz husus, mute-dil şii kardeşlerimizle aramızda bir iletişim köprüsü kura-bilmek için aramızdaki ihtilaf esaslarını belirleyip Alim ve Hakim olan Allah'ın izni ve tevfiki ile gelecekte çekişme ve çatışmanın yerini uyum ve ahengin aldığı bir durum oluştu-rabilmektir. Keza, Ehl-i Beyt'e kinini dışa vurmak, onları de-ğersizleştirmek için Ehl-i Sünnet itikadını maske olarak kul-lananlara da değinmeyeceğiz; zira bunun yapıcı ve olumlu tavrımıza bir katkısı yoktur.

Seçim Ehl-i Sünnet âlimleri, hilafetin nass veya vasiyet ile değil,

seçimle belirlendiği hususunda ittifak etmiştir. Zira onlara göre 'halife'nin tayinine yönelik sahih ve sabit bir nass yok. Bakıllânî "et-Temhid" adlı eserinde bu konuda şöyle der: "Eğer bir kimse 'İmamın/Halifenin belirlenmesi nass ile değil

Page 47: Hilafet Ve Saltanat

HİLAFET VE SALTANAT ● 45

ümmetin seçimi ile olduğu yönündeki görüşünüzün delili ne?' di-ye bir soru sorarsa ona şöyle cevap verilir: 'Nass fasit ise seçim sa-hih olur. Çünkü ümmet, halife tayin etmenin sadece bu iki doğru yolu olduğu konusunda ittifak etmiştir. O halde biri fasit olunca diğeri sabit ve sahih olur."17

Böylece "Nass fasit ise seçim sahih olur" şeklinde bir cedelî

kaide meydana geldi. İslam siyaset tarihinde Bakıllânî, Maverdî ve Gazzalî gibi âlimler, nass ile tayini reddedip se-çimle tayinin doğru olduğunu savundular.

Fakihlerin bu savaşı, kılıç ve asabiyetle Müslümanların idaresini elinde bulunduran sultanlara zaruri bir destek nite-liğindeydi. Bu sultanların yönetimlerinin meşruiyetini bü-yük bir gayretle savunmalarının sebebi ümmetin birliğini sağlama gayretiydi. Buna mukabil Şia bilginleri de Ehl-i Beyt’in başkaldırmalarını ve hükümetlerini gerekçelendire-bilmek için var güçleriyle nass'la tayini savunup, seçimle ta-yini reddettiler. Bu fıkhî ve kelâmî tartışmalara siyaset adamlarının manevraları da katıldı. Nitekim Abbasi halifesi Me'mun'un, ardından da Vasık ve Mu'atasım'ın –resmiyette Ehl-i Sünnet halifeleri görülmelerine rağmen- önce 'mutezile' itikadına, sonra da Şiilik düşüncesine temayül et-tiklerini biliyoruz. Bu durum Ehl-i Sünnet mezhebine dönen halife Mütevekkil dönemine kadar böyle devam etmişti. Sonra yönetimdeki sultanlarla Şiî gruplar arasında büyük bir çatışma meydana gelmişti. Ardından da Abbasiler ile Fa-tımiler arasında, insanları kendi mezheplerinin doğruluğu-na ikna etmek için hem silahların hem de cedellerin kulla-nıldığı çetin çarpışmalar geldi.

17 Nusus el-Fikr el-İslamî, 33.

Page 48: Hilafet Ve Saltanat

46 ● ABDÜSSELAM YASİN

Sünnet-i Nebi Bütün grup ve hizipler Kur'an-ı Kerim'in sıhhati ve Al-

lah'ın kelamı olduğu üzerine ittifak ediyorlardı. Bu durum hala da aynıdır. Bu durum –Allah'a hamd olsun ki-büyük bir nimettir, büyük bir şükür vesilesi fazl-u keremdir. Hz. Osman'ın Mushaf'ına ilişkin kimi ihtilaflar çıkmışsa da bun-ların kıymeti harbiyesi olmamıştır. Umut ediyoruz ki bazı Şiî kardeşlerimizin kaynaklarında yer alan kaybolan bir Kur'an'ın olduğuna dair akıllara ziyan rivayetler de sönüp zamanla ölür, nitekim Şia'nın bazı akil adamları da bu riva-yetleri reddeder.

Sünnet, bize göre Resulullah (s.a.v)'den sahih senetle nakledilen bütün haberlerdir. Şia'nın yanında da böyledir; ne var ki onların ricali değerlendirme ölçüleri bizim ölçüle-rimizden farklıdır. Şia, Ehl-i Beyt dışındaki sahabelerin riva-yetlerini kabul etmez. İmamlarının sözleri Şia nezdinde ma-sumdur, onlarda hata ihtimali yoktur ve onlarla amel etmek vaciptir.

Bu problemi çözmek bizim açımızdan çok zor değildir; çünkü Ehl-i Sünnet alimleri bu konuda Tirmizî'nin rivayet ettiği Resulullah (s.a.v)'in şu tavsiyesini şiar edinmiştir: "Be-nim sünnetime ve benden sonra raşit halifelerin sünnetine sımsıkı sarılın". Bunun neticesi olarak da "sünnet" mefhumunun an-lam alanı raşit halifelerin sünnetlerini de kapsayacak şekilde zenginleştirilmiştir. Hiç kuşkusuz ki 'Al-i Beyt'in imam ve âlimleri de ehl-i ilim ve ehl-i rüşttür, nübüvvet evinin varis-leridir. Onlardan sahih olarak gelen tüm rivayetler kabulü-müzdür. Bir müminin –imanı oldukça- kalkıp Al-i Beyt’i tan eyleyeceğine ihtimal vermiyorum.

İhtilaflı konulardan "masumluk/günahsızlık" meselesi kaldı ki bu çok hassas ve nazik bir konudur.

Page 49: Hilafet Ve Saltanat

HİLAFET VE SALTANAT ● 47

İsmet/ Günahsızlık Hz. Ali ve soyundan gelen büyük âlimler, Şii kardeşleri-

mizin inancına göre masumdurlar. Nass ve vasiyetle halife tayin olunmaya ek olarak Şia itikadında Ehl-i Beyt âlimleri, kendi asırlarındaki herkesten daha üstündürler, İlahî tevfik ve ilhamla desteklenirler. Bu ilham, peygamberlere inen va-hiyden farklıdır. Onların yanında İmam şeriatın tek emini-dir; kendi döneminde yalnızca o şer'i konularda içtihat ve tefsir yapma hakkına sahiptir. İmam'ın şahsı ise ümmetin yönelmesi gereken yegâne kıble, etrafında toplanılması la-zım olan yegâne önderdir. On iki imamdan sonra –imamiyyeye göre- Ehl-i Beyt’in sırları beklenen kayıp İmam-'a geçti. Dolaysıyla fakihlerin tüm içtihatları beklenen kayıp imama niyabeten yapılmış içtihatlardır. İmam Humeynî, "veleyet-i fakih" nazariyesiyle Şiilik mezhebine tecdit yaptı; zira bu nazariyeyle fakihlere niyabeten de olsa içtihat yapma hakkı doğdu.

Böylece umut ediyoruz ki, hâlihazırda önümüzde duran ve gelecekte önümüzde bulacağımız vakıanın gerekleri, ümmetin bu iki kolunu birleştirir ve tarihî ihtilafın sebep ol-duğu acılar ve karşıtlıklar son bulur.

İcmâ' Dinî hükümlerin üçüncü kaynağı da icmâ'dır. Ümmetin

âlimleri, hakkında sübutu ve delaleti kati olan bir nass’ın bu-lunmadığı bir konuda bir hüküm üzerine ittifak ettiği za-man bu hüküm bağlayıcıdır. Şii kardeşlerimize göre ise icmâ', bir kimsenin imam olduğu konusunda ve bir görüşün ya da amelin imama ait olduğu hususunda ittifak etmek demektir. İcmâ' konusunda bizim mezhebimiz daha işlevsel

Page 50: Hilafet Ve Saltanat

48 ● ABDÜSSELAM YASİN

ve tarihin akışında vuku bulan olaylara çözüm üretme hu-susunda daha faaldir.

Âlimlerimiz arasında icmâ'a dair bazı ihtilaflar vardır; icmâ'nın tarifi, sınırları, dönemi ve bağlayıcılığının müddeti gibi konularda âlimlerimiz arasında görüş farklılıkları vuku bulmuştur. Ne ki sonraları icmâ'ın kullanımı bazı siyasi müdahalelere maruz kaldı. Bu durum "içtihat kapısı"nın ka-patılıp "taklit"in hâkim olması sürecine kadar devam etti.

Mezhepleri ilkesel olarak imamların taklidi üzerine ku-rulmuşsa da günümüzde yerinde ve işlevsel içtihatlar gör-mekteyiz; İran ve Irak'taki ilmî müesseseler bu içtihatları yapacak büyük âlimler yetiştirdiler. Bu âlimler şu an yöne-timi yürüten kimselerdir. Allah onları muvaffak kılsın!

Taklid Bu kısa sunumla aşağıdaki şu mühim hususları ifade et-

mek istiyoruz: • Miras aldığımız İslam, bize kırık, mezhepsel ve askerî çekişmeler dolu bir tarihle geldi. • Bu çekişme ve çatışmaların bütün sorumluluğunu fıkhî mezheplerin görüşlerinde gören ve dini asrileştirmek için bu birikmiş yığını atmamız gerekir diye düşünenleri, bu fakih-lerin görüşlerinin sadece kendi yüzyılları için bağlayıcı ol-duğuna, temel kaynaklarımız olan Kur'an ve sünnetin şer'î maksatları anlamamızın önündeki bütün engelleri kaldır-maya ve hilafeti, nebevî yöntem doğrultusunda tecdit etme-ye kâfi olduğuna ikna etmek zordur. Bu yüzden bizim kendi tarihimizi, okuyup anlamamız onlarınkinden farklı olmalı-dır. • İslam ümmeti, eğer ihtilaf asırlarının geride bıraktığı da-ğınıklığı toplamazsa bugünün ve geleceğin problemlerine

Page 51: Hilafet Ve Saltanat

HİLAFET VE SALTANAT ● 49

karşı koyamaz. Bu da ancak inşaya yönelik etkinliklerde ile-tişim köprüleri kurmak ve yardımlaşmakla mümkündür; ta ki bu ortak faaliyet, belli bir zaman sonra görüş birliğine sevk ve teşvik etsin. Karşılıklı iletişimi geciktirmenin anlamı olmadığı gibi birlik olmayı, ittifak kurmayı aceleye getirme-nin de mantığı yoktur. Arkamızda birikegelmiş büyük kor-kulara bakıp ümitsiz düşmenin de lüzumu yoktur. Gerçek o ki, hissî tavırlardan kurtulup birleştirici kardeşlik duygula-rına sarılırsak Allah'ın izniyle sular eski mecrasına dönecek-tir. • Ümmetin birliği, sabit ve sahih asıllara dönmekle ve ta-rihte yaşanmış acıları ve trajedileri unutup sadece birer ibret vesikası saymakla gerçekleşebilir. İhtilaflarımızın teferruatı-na karşı onurluca görmezden gelme tavrı -bu soylu tavır- bizi ayrıştıran değil bir araya getiren birlik ve dirlik sahibi kılan yönlerimizin öne çıkması için zaruridir. • Birlik ve ittifakın geleceğini tesis etmek, mezhepsel bir ihtilafı asıl görüp dayanak alarak yapılamaz. Aksi takdirde şu tarihî tefrika ve ayrışmışlığa kendimizi mahkûm etmiş oluruz. Kaldı ki yüce Allah'ın ümmetlerin en hayırlısı kıldığı şu ümmetin tarihi kırılışını daha da fazlalaştırma ihtimali-miz de bunun cabasıdır. Oysa biz bu ümmetin tekrar ihya olup kendisine verilmiş ‘şahit olma’ payesini ehil olarak de-ruhte etmesini istiyoruz. Şahit olanın da sebat, güven ve güçte örnek olması gerekir.

Asırların ihtilaflarını taklit etmeye bir son verip Selef-i Sa-

lih'imiz gibi özgün şahitler olarak hakka ram olalım, hakkı tutup kaldıralım.

Page 52: Hilafet Ve Saltanat
Page 53: Hilafet Ve Saltanat

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM HİLAFETİN SALTANATA DÖNÜŞMESİ

Din ve Siyaset Saltanat Boyunduruğu Mutlak İtaat Dindarlığı Onları Kılıçla Bastırınca

İşgalciyi Emir Tayin Etmek Belanın Aslı

Belanın Ekseni Halife Tayin Etmek

Page 54: Hilafet Ve Saltanat
Page 55: Hilafet Ve Saltanat

Din ve Siyaset Eğer mazimizdeki bu tarihi kırılış, geçip gitmiş mazinin

derinliklerine gömülmüş olsaydı, biz onu yeniden gündeme getirmezdik. Fitne ateşi yandı ve alevi asırlarca devam etti. Biraz sönse de mutlaka daha büyük olarak tekrar geri dön-dü. Bugün Müslümanlar yeni bir fecirle uyanıyorlar, kültür-lerinde, hatıra ve mezheplerinde bu yangının hala etkileri var. Bugün maruz kaldığımız cahiliyetin kahrı, dün aramız-da vuku bulan acıları unutturacak mı? Ümmet yeniden hâ-lihazırda ve gelecekte cihadın közü etrafında birlik olacak mı?

Bahse konu fitnenin olumsuz tesirlerinden biri İslam ta-rihindeki şanlı olayları dillerine pelesenk edip onların arka-sındaki ümmetin katlanmış olduğu büyük cihadı, fedakâr-lıkları ve de zalim sultanların sultası altında tattıkları acıları unutmalarıdır. İslam tarihindeki bu şanlı hadiseleri gerçek-leştirenler âlimler, imanı kavi süvari ve erlerdi; oysa hala bi-rileri kalkıp bu başarıları padişahlara, Zeyd'e, Amr'a nisbet edip kan akıtan, ırz çiğneyen, diyarları harap eden eli kanlı zalimlere mal etmektedir. Bunu yapmaktaki maksat, kimi yardakçıların ve de kimi iyi kalpli ama temiz insanların yar-dımıyla kurulmuş sahte vitrinin albenisini korumaktır. Bu efsanevi anlayış taklit kapısından zihinlere giriyor; zira taklit eden tenkit edemez. Dolaysıyla da kör bir karanlıkta kalır ve yarını için dününden ibretler devşiremez.

Page 56: Hilafet Ve Saltanat

54 ● ABDÜSSELAM YASİN

Büyük üstat Hasan en-Nedevî, "Müslümanların Gerile-mesiyle Dünya Neler Kaybetti" isimli eserinde sultanların "din"i, "siyaset"ten nasıl ayırdıklarını şöyle anlatır:

"Ve vakıada dinle siyaset birbirinden ayrıldı. Sultanlar gerek dinî ilim bakımından gerekse siyasi bilgi bakımından kendilerine yeterek âlimlere ihtiyaç duymayacak seviyede değillerdi. Bu yüz-den yönetim ve siyaseti zorbaca yalnızca kendi ellerine aldılar, sa-dece ihtiyaç duyuldukları takdirde fakih ve âlimlere birer danışman olarak başvurdular. Öyle ki diledikleri zaman âlimleri kendi şahsi çıkarları için kullanıp dilediklerindeyse onlara baskı yapıp marji-nalleştirdiler. Böylece siyaset dinin denetiminden azade oldu; bir kisralık, bir kayserlik, bir zalim sultanlık oldu; yuları bırakılmış es-rik, serseri bir deveye dönüştü. Bu durum karşısında âlimler ve din adamları ayrıldılar, kimi hilafeti destekledi, kimi karşı çıktı, kimisi kenara çekilip kendi hayatıyla ilgilenip etrafında cereyan eden olay-lara karşı gözlerini kapatarak ıslah umudunu yitirdi; kimisi de bu durumu olanca şiddetiyle eleştirdi, gördüklerine karşı öfkelendi ama elinden bir şey gelmedi ve kimisi de şahsî ya da dinî bir çıkar için sultanlarla yardımlaştı. Herkesin niyeti kendisinedir. İşte o zaman din ve siyaset birbirinden ayrıldı ve raşit halifeliklerden ön-ceki döneme dönüldü. Din, kanatları kopuk, elleri bağlı kaldı. Siya-set ise elleri serbest, davranışında özgür, kelimesi nüfuzlu, emre-den ve nehyeden oldu. Bu yüzden iki ayrı seçkin tabaka çıktı orta-ya, biri din adamları, diğeri de siyaset adamları. Aralarındaki ayrı-lık oldukça büyüktü ve hatta kimi zaman çekişme ve düşmanlığa varıyordu."18

18 Hasan en-Nedvî, Müslümanların Gerilemesiyle Dünya Neler Kay-betti, 133.

Page 57: Hilafet Ve Saltanat

HİLAFET VE SALTANAT ● 55

Saltanat Boyunduruğu Hz. Ebubekir'in halifelik sorumluluğunu yüklendiğinde

nasıl hüzünlendiğini ve hakkını ifa edememekten korktu-ğunu, sahabenin Hz. Ömer'den "satıhtan yürüyüp ayakları-nı bile ıslatmadığı" için nasıl sitayişle söz ettiğini daha önce zikrettik. Ne ki hilafet bir baskıcı saltanata dönüşünce düzen ümmetin boynunda ağır bir boyunduruk halini aldı. Ümmet kılıcın kahrı altında istibdattan ne kendisi kurtulabildi ne de fazilet sahibi sultanlar onu kurtarabildi. Bu faziletli kimsele-rin gitmesiyle düzen eski kahrıyla yeniden tüm ağırlığıyla dönüyordu. Gerçekleşen devrimler sadece yönetimi bir ai-leden alıp başka bir aileye, bir sülaleden alıp başka bir süla-leye vermek şekliyle gerçekleşiyordu. Tarihçilerin bilgesi İbn Haldun şöyle der:

"Malumun olsun ki, içine girdikten sonra saltanattan kurtuluş

son derece zordur. Kurtulmak isteyen kimse eğer sultanın kendisi ise reaya da, asabiyet güdüsüyle etrafında toplananlar da ona bir an olsun göz bile açtırmaz, hatta bu niyetini belli etmesi kendi egemenliğini yıkması ve kendisini ölüme teslim etmesi demektir. Yılların oluşmuş örfü hep bu yönde cereyan eder. Şu da var ki sal-tanat boyunduruğundan kurtulmak çok zordur; bahusus devlet iyice büyüdüğünde."19

Ümmet, zalim bir melikliğin tutsağı haline geldi; efendi

tutsak haline düştü. Zaten zorbalığın tabiatı da böyledir. Baskı ve dikta, ümmetteki bütün cesaret ve özgür iradelerin ölümüne yol açmıştı. Ümmet, kral ve avenesinin hükmü al-tında bir grup yetime dönmüştü. Tarihi seyri iyi takip etti-ğimizde bu onurlu ve hür başların nasıl olurda kılıçla eğdi- 19 İbn Haldun, el-Mukkadime, 504.

Page 58: Hilafet Ve Saltanat

56 ● ABDÜSSELAM YASİN

rilmiş olduğunun sırlarını keşfederiz. Ahdine ihanet etme-yen Müslüman’ın zimmeti gadre uğramış ve zalim despot-ların emrine girmişti. Buhârî, Nafi'den şöyle rivayet eder:

"Medine ehli, Yezid'i azledince İbn Ömer çocuklarını ve yakınlarını toplayıp şöyle dedi: Resulullah (s.a.v)'in şöyle buyurduğunu işittim: 'Kıyamet gününde ahdine ihanet eden herkese bir sancak dikilecek.' Biz de bu adama Allah'ın ve Re-sul'ünün biatı üzerine biat ettik. Gadrin en büyüğü, Allah ve Resulünün biatı üzerine birine biat edip sonra da kalkıp ona harp ilan etmektir. Sizden biriniz ona biat ettiği halde kalkıp onu azledenlere biat ederse bu benimle onun kesin ayrılığı olur."

Bu sözler, büyük ve vefakâr bir yüce sahabenindir ki gadrin akıbetinden korkuyor. Fakat nasıl biat etmişti? Kadı İbnu'l-Arabî, Hayyât'ın şöyle dediğini aktarır: "Abdullah'ın Yezide biatı ikrah sonucu gerçekleşmişti. Yoksa Yezid on-dan nasıl biat alabilirdi ki! Abdullah, dindarlığı ve ilmi ile Allah'ın emrine teslim olmayı ve Yezid'in azline yetmeyecek olan o kadar pak kanın akıtılmasını engellemeyi seçti. Eğer azletmek mümkün olsaydı dönemin nabzını en iyi tutanlar-dan olan Abdullah'ın bunu fark etmemesi mümkün olabilir miydi?20"

İbnu'l-Arabî, bu sözleri aktardıktan sonra şöyle der: "Bu büyük bir asıldır. Onu kavrayın, ilke edinin, Mevla'nın iz-niyle doğru yolu bulmuş olursunuz." Allah bizi ve İbnu'l-Arabî'yi affetsin, bize zorbaların biatine sadık kalmamızı sa-lık veriyor.

Böylece gördük ki, dinin siyasetten ayrılması, hakikatte dinin siyasete boyun eğmesi ve ikrah biatiyle kuşatmak su-

20 İbnu'l-Arabî, Ahkâmu'l-Kur'an, 2/ 976.

Page 59: Hilafet Ve Saltanat

HİLAFET VE SALTANAT ● 57

retiyle takva ehlinin takvasını istismar etmek demektir. Mezhepsel fitneler, tarihimizde onulmaz bir yara olduğun-dan, akıllara bu çekişmeler hengamesi ortasında dinin zayi olması korkusu hükmettiğinden "ikrah biat"ini kabul etmek hocaların talebelerine tavsiye ettiği bir asıl haline geldi.

Medine ehli, hicrî altmış üç yılında Yezid'i azletti. Ve ta-rihe Harre olayı diye geçen o zalim ve kanlı bastırma ger-çekleşti. Birçok onurlu, cengâver, civanmert Muhacir ve Ensar çocukları katledildi. Abdullah b. Ömer’in, bu büyük sahabenin nasıl biatı üzere kaldığını gördük: içtihat. Abdul-lah b. Ömer'den sonra bazı âlimler onun bu tavrını bir esas kabul ettiler: ölü bir taklit.

İmam Malik (r.h.), hadis rivayeti meclislerinde "ikrahla talak yapanın talakı vaki değildir" hadisini rivayet ediyordu. İnsanlar bu hadisin rivayeti üzerine "zorla talak vaki değil-se", "zorla olan biat'ta bağlayıcı değildir" kıyas yapıp ko-nuşmaya başladılar. Dönemin meliki Abbasi meliki Ebu Ca-fer el-Mensur idi. Bu hadiste kendisine yapılan biate karşı bir tehlike görüyordu. Özellikle onun döneminde Muham-med bin Abdullah o meşhur kıyamını gerçekleştirdiği za-man adamları "zorla alınan biatin biat olmadığına" bu hadisi delil getirmişlerdi. Ebu Cafer, İmam Malik'e bu hadisi riva-yet etmesini yasakladı; fakat İmam Malik hadisi rivayet et-meye devam etti. Bunun üzerine yakalanıp her iki omuzu çıkana kadar işkence edildi. Onun gönlü, kıyam eden Mu-hammed b. Abdullah'ın tarafında; içtihadı da zorla alınmış biatin boyunduruğunu çıkarıp atmak yönündeydi.

Mutlak İtaat Dindarlığı Biat, ihtiyarî bir akit iken; zulmün ve baskının uzun süre-

ciyle kılıca boyun eğen itaat ruhuna dönüştü. Biat, imama

Page 60: Hilafet Ve Saltanat

58 ● ABDÜSSELAM YASİN

belli şartlarla itaat hakkı veren bir akit iken, kayıtsız şartsız itaatin adı haline geldi. Biatin hükümleri ve imametin mese-leleri fer'î ve önemsiz bir meseleymiş gibi fıkıh kitaplarına eklenmeye başlandı. Bu arada ümmetin hayatına "mutlak itaat dindarlığı" hâkim oldu. Mutlak itaat dindarlığının ilk kaidesi, ikrahla itaat alan kişinin –adı lazım değil- şu sözü-dür: "Kim kafasıyla hayır derse, bizden kılıçla evet yanıtını alır."

Ümmetin bilgesi şöyle der: "Melikler için riyaset boyası iyi-

ce pekişti. İtikatlarda onlara itaat etme ve teslim olma dindarlığı enikonu kökleşti. İnsanlar kendi itikatları uğruna savaşıyormuş gibi onların cenahında savaştılar. Halkın onlara itaat etmesi için baş eğdiren büyük bir güce de gerek kalmadı, hatta sanki onlara itaat etmek Allah'ın farz kıldığı, aksi düşünülemeyen bir hüküm-dür. İmamet meselesinin, kelam kitaplarında itikat şartlarının he-men arkasında yer alması çok manidardır!"21

Onları Kılıçla Bastırınca Kadı Ebu Ye'lâ, İmam Ahmed b. Hanbel'in şöyle dediğini

aktarır: "İmamet bastırma ve galip gelmeyle sabit olur, akde ihtiyaç duymaz." Abdus b. Malik b. Attâr'ın rivayetindeyse şöyle der: "Kim onlara kılıçla galebe çalarsa ve bunun neti-cesinde halife olup kendisine 'müminlerin emiri' denilirse Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir kimsenin uyuyup da gündüz kalktığında onu, ister iyi ister kötü olsun, halife ola-rak görmemesi doğru değildir." Ebu Haris'in rivayetinde de İmam Ahmed'e halkın bir bölümünün taraftarlığını kazanıp imameti almak için yanında halkın diğer bölümü olan mev-cut imama karşı çıkan kimsenin durumu sorulunca o "Biz 21 İbn Haldun, el-Mukaddime, 272.

Page 61: Hilafet Ve Saltanat

HİLAFET VE SALTANAT ● 59

galip gelenle beraberiz" dedi. Buna Abdullah b. Ömer'in Harre'de insanlara namaz kıldırıp ardından "biz galip olanla beraberiz" kavlini hüccet olarak getirmiştir.22

İmam Ahmed b. Hanbel'in sahabe kavline dayanarak verdiği galibin imametinin sahih olduğu ve cemaatin kılıcın yanında yer aldığı fetvasını gördük. Hemen kaydetmemiz gerekir ki, imamlarımız hakkında zanlara düşülmemeli; çünkü onlar dinleri ve ümmetleri için ihtiyattan yana tavır almışlardı. Allah onları en güzel şekilde mükâfatlandırsın! Onlar kendi vakıalarını/reel politiği daha iyi biliyor ve itaa-tin mi yoksa başkaldırının mı daha olumlu netice vereceğini daha iyi takdir ediyorlardı. Ne ki belirtmemiz gerekir, İmam Ahmed b. Hanbel'in rivayet edip de mesnet edinmediği bir hadisin günümüzde fetvaya daha uygun bir dayanak oldu-ğu kanaatindeyiz. Bu hadis Ebu Huzeyfe (r.a)'ın şu rivayeti-dir: "Peygamber Efendimizin sahabesi, ona 'hayırları' ben de ona 'şerler'i soruyordum. Ona Ey Allah'ın Resul'ü 'hayırdan sonra, hayırdan önce olduğu gibi şer var mıdır?' diye sor-dum. 'Evet' dedi Nebi (s.a.v); ben de 'ondan nasıl korunabi-linir?' dedim. 'Kılıçtır diye zannediyorum' dedi. 'Sonra ne olacak?' dedim. 'Sonra sapkınlığa çağıranlar çıkacak' dedi ve ekledi: 'Eğer o gün yeryüzünde Allah'ın bir halifesi varsa malın ve canın pahasına da olsa ona tutun; eğer yoksa ora-dan kaç, ağzında bir ağaç parçasıyla öleceksen de kaç'. 'Son-ra ne olacak' dedim. 'Deccal çıkacak' dedi. 'O kendisiyle be-raber ne getirecek?' dedim. 'Bir nehir ve suyla gelecek; onun nehrine girenin sevapları silinir azaba müstahak olur, ateşi-ne gireninse günahları silinir mükâfatı hak eder' dedi. 'Sonra ne olur' dedim. 'Bir atın doğurdu mu daha tayına binmeden kıyamet kopar' dedi."

22 Nusus el-Fikr el-İslamî, 241.

Page 62: Hilafet Ve Saltanat

60 ● ABDÜSSELAM YASİN

Resulullah (s.a.v)'in rivayette geçen 'kılıçtır diye zannediyorum' şeklindeki sözü, hadisin râvisinin de tekit et-tiği mühim bir sözdür. Bu sözü gereğince bahse konu etti-ğimizde ondan istibdada karşı direnişin lüzumuna istidlal yapabiliyoruz. Açık bir küfürle ortaya çıktıkları zaman küf-rün önderleriyle harp etmenin gerekliliğini belirten başka hadisler de vardır. 'kılıçtır diye zannediyorum' sözü bize şu gevşekliğin, gayretsizliğin ilacını da sunmaktadır. Barışçıl ve akl-ı selimin vesileleri fayda etmediğinde zulüm boyundu-ruğunu çıkarıp atmak için kılıcı ancak kılıç iflah eder. Şerden kurtulmanın yolu, onunla yüzleşmek ve ona karşı diren-mektir.

İşgalciyi Emir Tayin Etmek Galip gelenin emir olduğu görüşü, içinde bölünmüş

ümmeti mümkün mertebe toplamaya yönelik fıkhî bir çö-zümdür. Bu görüş, kılıcın hükmü hat safhaya çıkınca ve devlet birkaç devlete bölününce fakihlerin belli bir esneklik içinde ehven-i şerr'i tercih ettiklerini gösterir. Bununla fakih-ler, farklı aile ya da sülale ismiyle kurulmuş olan devletleri tek bir isim altında merkezi bir güce bağlamak istiyorlardı. Abbasi halifesi, dilediği bölgeye dilediği valiyi tayin edemi-yordu. Bu yüzden silahlı gücü olup itaat etmeyeni oraya vali tayin etmek zorunda kalıyordu. Böylece devletin ismi hut-belerde okunuyor ve paralar halifelerin ismiyle darp edili-yordu. Kadı Ebu Ya'lâ "el-Ahkâm es-Sultaniyyesi"nde şöyle der: "Akdedilmesi zorunda kalınan işgalci emirliğine gelince o halifenin emri altında bulunan bir bölgede birinin güçle hâkimiyetini kurması demektir. Bu durumda oranın yöne-timini halife ona verirdi. (…)

Page 63: Hilafet Ve Saltanat

HİLAFET VE SALTANAT ● 61

Bu durum her ne kadar mutlak taklit âdetinin dışında ise de bazı ihmal edilmemesi kaçınılmaz olan şer'i hükümlerin tatbikini sağlamıştır."23

Büyük fakih, manzarayı ve şekli koruduğumuzda bunun bozuklukları gidereceğini düşünmektedir. Onların ümmetin birliği üzerine olan titizlenmeleri, ümmetin dağıldığını gör-düklerinde onları en düşük düzeyde bir birliği bile savun-maya sevk etmiştir.

Maverdî, istila'yı enikonu taksim ve tafsil ederek şöyle

demiştir: "Tasarruf noksanlığı iki kısımdır: biri hacr, diğeri ka-hır'dır. Hacr, bir kimsenin taraftarlarıyla beraber yönetime el koyması ve açıktan bir günah işlemeyip bir eziyet vermemesidir ki bu durum onun imametine mani değil ve velayetinin sıhhatine ha-lel getirmez."

Biz deriz ki, vitrin kabul edildi mi artık istibdat günah

diye adlandırılmıyor, imam imam kalıyor, vali de vali! Kılı-cın hükmü böyledir, istibdat üzerinde istibdat, dünya galip gelenindir. Yüce Kadı sonra ekliyor: "Fakat bir yeri emri al-tına alanın durumuna bakılır, eğer hükümleri dine ve adale-te uygunluk arz ediyorsa bu hükümlerin uygulanışını ko-rumak için onun velayetini ikrar caizdir. Eğer etkinlikleri din dairesinin dışındaysa ve adalete ters düşüyorsa onun velayetini ikrar caiz değildir ve onun galebesine son verecek biri etrafında toplanmak gerekir."24

Maverdî'nin kullandığı "hacr" kelimesi, asker komutanla-rının Mu'tasım'dan sonra Abbasî halifelerine yaptıklarını

23 Maverdî, el-Ahkâm es-Sultaniyye, 260. 24 el-Ahkâm es-Sultaniyye, 21.

Page 64: Hilafet Ve Saltanat

62 ● ABDÜSSELAM YASİN

gizleyen utangaç bir kelimedir. Bu komutanlar kendilerine itaat edenleri hükümde bırakıp etmeyenleri alaşağı ediyor-lar, işkencelere maruz bırakıyor ve kimisinin de gözlerine mil çekiyorlardı. Ümmet ise tüm bu hadislerin dışındaydı. Mutlak itaat dindarlığıyla hareket ediyordu. Son cümle yö-netim etrafında düzenlenen komploları, askerler arasında etkinlik alanını genişletme çekişmelerini ortaya koyuyor.

Yönetimde müthiş bir çözülme vardı. Fakihler, tüm çaba-larıyla yerli ve yersiz istidlallerle bu yırtığı yamamaya çalı-şıyorlardı. Ama heyhat ki, bu istidlaller düzeltebilsindi hali, ümmetin dört bir yanı gizli çıkar ve garez hesaplarıyla kuşa-tılmıştı. Kapı, her silahlı asabiyet için "biz galip gelenle bera-beriz" fetvası nedeniyle ardına kadar açıktı.

Belanın Aslı Ebû Davud ve Tirmizî peygamberimizin azatlı kölesi Se-

fîne'den şöyle rivayet eder: "Nebi (s.a.v) 'benim ümmetim içinde hilafet otuz yıldır. Ondan sonra meliklik gelecektir.' diye buyurdu. Ebubekir, Ömer, Osman ve Ali'nin hilafetle-rini hesapla otuz yıl eder. Sefîne'ye 'Benû Mervan kendi yö-netimlerini hilafet sayıyorlar' denilince o şöyle dedi: 'Zerkâ'nın çocukları yalan söylüyorlar; onlar melikler hem de en adisinden."

Bu Tirmizî'deki ibaredir, Ebû Davud'un rivayetinde ibare şöyledir:

Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu: 'Nübüvetten sonra halifelik otuz senedir. Sonra Yüce Allah egemenliği diledi-ğine verir.' Hadisin ravisi Said, Sefîne'nin kendisine şöyle dediğini aktarır: 'Hesapla, Ebubekir iki, Ömer on, Osman on iki, Ali altı yıl yapmıştır.' Ben de ona 'bunlar (Emeviler) Ali'-

Page 65: Hilafet Ve Saltanat

HİLAFET VE SALTANAT ● 63

nin halife olmadığını söylüyorlar' dedim. O şöyle dedi: 'ya-lan, alçaklıktan verilmiş düzmece bir hükümdür bu."

Belanın Ekseni Peygamber Efendimizin haber verdiği ve sahabelerin an-

lattığı gibi meliklik, bir karanlık bela olarak en şerli biçimde başladı. Hala sıkıntısını çektiğimiz tevarüs edilen saltanat gelip ümmetin başına çöreklendi. Belanın ekseni babadan oğula geçen şu tevarüs olgusudur ki, ümmetin tercih hakkı-nı ortadan kaldırmış ve şûra olması gereken yönetim siste-mini elinden alınarak onu iradesiz bırakmıştır. Yani durum şu birkaç yeni yetmenin gelip ümmeti helake sürüklemesi meselesidir. Ebu Hureyre (r.a), Efendimiz (s.a.v)'in şöyle buyurduğunu aktarır: "Sabilerin imaretinden Allah'a sığınırm". Ona 'ey Allah'ın Resulü! Mahiyeti nedir bu imare-tin?' diye sorulduğunda O 'Eğer onlara itaat ederseniz helak olursunuz, itaat etmezseniz sizi helak ederler' diye cevap verdi."

Hafız İbn Hacer, bu rivayeti aktardıktan sonra Ebû Şeybe'nin şunu aktardığını söyler: "Ebu Hureyre çarşıda yü-rürken 'Allah'ım beni altmışıncı yıla, yeniyetmelerin yöne-timine ulaştırma' diye dua ederdi."

İbn Hacer bu rivayetin şerhinde şunlara yer verir: "Bu ri-vayetten anlaşılmaktadır ki yeniyetmelerin hükmü altmışın-cı yılda başlayacaktır; nitekim öyle de olmuştur altmışıncı yılda Yezid b. Muaviye yönetimi ele almıştır."

Ve böylece tarihimizde bütün belaların anası olan ‘yöne-timde tevarüs’ bid'ati başlamıştır. Halen de aleni bir oyun olarak varlığını devam ettirmektedir. Krallık aileleri, tüm dikta çirkeflikleriyle maslahatını ve bekasını korumak isti-yor, aile içinde veliahtlar tayin ediliyor. Bu zalim ve haksız

Page 66: Hilafet Ve Saltanat

64 ● ABDÜSSELAM YASİN

tevarüse de insanları biate zorlayarak şer'i bir kılık uydur-maktan geri durmuyorlar. Oysa yaptıkları dinin emrettiği bir biat değil, dinin satılmasıdır. Çocuklar veliaht tayin edi-lip onlara biat alındı, hatta bazen henüz doğmamış olana bi-at alındı. Böylelikle yönetim mekanizması ifsat edildi, ege-menlik karartıldı, genlere tapıldı. Kutlu Nebi'nin haber ver-diği gibi bu ümmetin helâkı oldu. İbn Haldun bu meyanda şöyle der:

"Küçük bir sabi, ailede ezik yetişmiş, babasından sonra sultan-

lığa tayin ediliyor, ya da ailesi ve akrabaları ve babasının has adamları tarafından öne çıkartılıyor, yöneticilik etkinliğinde bulu-namayacağı için de ona vasi olan tüm işleri eline alıp belli bir alış-tırma süreci içinde onu tamamen emri altına alıyor. Çocuğu halk-tan uzaklaştırıyor, sefahat ve zevk meclis ve müsamerelerine alıştı-rarak hilafet işlerini unutmasını sağlıyor. Ve artık çocuğa öyle ge-liyor ki sultan olmak, arşa oturmak, anlaşmalara imza atmak, kor-kutucu nutuklar atmak ve haremde kadınlarla zaman geçirmek-tir."25

Yüce Allah, İbn Haldun'a rahmet etsin, o bu olayların

tamamını yaşadı, yakından tanıklık etti, bu yüzden de o bir tespit değil, bir tanıklık olarak belirtmektedir bunları.

Halife Tayin Etmek Babadan oğula ya da aile içinde tevarüs edilen sultanlık

sanki Hz. Ebubekir'in, Hz. Ömer'i veliaht tayin etmesinin tabii bir uzantısıymış gibi sunuldu. Oysa bu tevarüs, ruhun-dan soyutlanmış salt şekli kalmış bir uygulamaydı; çünkü

25 İbn Haldun, Mukaddime, 329.

Page 67: Hilafet Ve Saltanat

HİLAFET VE SALTANAT ● 65

raşid halife içtihat etmiş ve ümmet için en ehil, en liyakatli kişiyi seçmişti. Halbuki sultanların çocuklarını veliaht tayin etmekle güttükleri tek gaye, iktidarı kendi sülalelerinde tutmaktı.

Bu iki durum arasında ne büyük fark var! Birinde halife içtihat ediyor, yönetime en ehil, müminlerin maslahatlarını gözetmeye en muktedir, en merhametli kişiyi seçiyor ve ümmet bu içtihadı tasvip edip, biat ediyor. Diğerindeyse avına pençelerini saplamış zalim bir iktidar tutkusunun ümmetin mal ve imkanlarını azınlık bir zümreye peşkeş çekmesi var. Bu avdan pençesi ayrılır ayrılmaz, aynı sülale-den başka bir zalim pençelerini aynı haksızlıkla saplıyor. Bunda da dine sığınıp biatlerini müminlerin boynuna dola-dılar. Oysa müminler iyi biliyorlardı ki, bunda bir aldatma-ca var; zira liyakat, ilim, takva… Tüm bunlar biat etmenin zaruri şartıydılar.

İbn Hacer, İmam Nevevî'den şöyle aktarır: "Alimler, hila-

fetin bir önceki halifenin kendisinden sonra halife tayin etmekle ve başka bir halifenin bulunmaması kaydıyla ehl-i hall ve'l-akd'ın bir kimseyi belirlemesiyle gerçekleşeceği ve halife olan kimsenin de ka-rarları şûra neticesinde vermesi gerektiği hususunda icmâ' etmiş-tir."26

Maverdî, Hz. Ebubekir'in Hz. Ömer'i kendisinden sonra

halife tayin etmelerine razı olmalarını, halife tayin etmenin sıhhatine delil getiriyor ve cumhurun halk razı olsa da ol-masa da tayin edilen kimsenin hilafetinin lazım olduğu yö-nündeki görüşü benimsiyor. Ama bu konuda başka bir

26 İbn Hacer, Fethu'l-Bari, c. 13, s. 28.

Page 68: Hilafet Ve Saltanat

66 ● ABDÜSSELAM YASİN

mezhep daha zikrediyor ki bize o göre o görüş daha doğru-dur; zira yozlaşmanın ümmetin üzerine akın ettiği önüne set oluyor. Bu görüşü şöyle açıklıyor: "Bazı Basralı alimlere göre, ihtiyar ehlinin (kanaat önderlerinin) rızası, önceki halife tarafından tayin olunan halifenin hilafetinin ümmeti bağlayıcı olması için şarttır. Çünkü yönetim onları ilgilendiren bir haktır, dolayısıyla kanaat önderlerinin rızası olmadan halifelik bağlayıcı bir hale ge-lemez."27

Ümmetin eşsiz dâhisi halife Ömer, uygulamaya daha

müsait ve Kur'anî emre daha uygun bir kuram getirmiş ve hilafet tayinini cemaate bırakmıştır. İbn Hacer, İbn Battal'ın bu konudaki görüşünü şöyle hülasa etmiştir: "Ömer fitneyi önleme kaygısıyla bu konuda orta bir yol çizdi. Halife tayin edilmesinin Müslümanların durumu için daha yerinde ol-duğunu gördü. Kendisinden sonra halife olarak tayin edil-mek için altı kişi belirledi. Böylece hem Resulullah (s.a.v)'in hem de Ebubekir'in yolunu takip etti. Nebi (s.a.v)'in fiilin-den bir taraf aldı ki bu halife tayin etmemesidir, Ebubekir'in fiilinden de bir taraf aldı ki o da halifeliği altı kişiyle sınır-landırmasıdır."28

Sahabîler, Hz. Ebubekir'in, Hz. Ömer'i halife tayin etme-sini yerinde ve bilgece bir karar olarak görmüşlerdi. Nitekim Buharî ve Müslim'de yer alan bir rivayette, halife Ömer ölüm döşeğindeyken Abdullah'ın, kız kardeşi Hafsa'ya ba-basının halife tayin etmediğini ve bunun Müslümanlar için iyi olmayacağını söylediği, kardeşinin de Hz. Ömer'e gidip halife tayin etmesinin gerekliliği konusunda konuştuğu yer almaktadır.

27 Maverdî, el-Ahkam es-Sultaniyye, 10. 28 İbn Hacer, Fethu'l-Bari, 13 / 207.

Page 69: Hilafet Ve Saltanat

HİLAFET VE SALTANAT ● 67

İbn Kuteybe "el-İmame ve's-Siyase" isimli eserinde şunla-

rı aktarır: "Ebubekir'in ölüm anı gelince insanları çağırdı ve onları halife tayini konusunda muhayyer kıldı. Dilerlerse kendileri istişare edip seçerler, dilerlerse de kendisi onlar için halife tayin eder. Bunun üzerine insanlar ona: "Ey Allah-'ın Resulünün halifesi! Sen en üstünümüz ve en bilginimiz-sin. Sen seç." dediler."

Bundan anlamaktayız ki, halife tayin etmek, ümmetin doğruda istikrarı için bazen bir yönlendirme olabiliyor. Ama eğer dayatma ve zorla halife tayin edilirse bu felakete kaymanın başlangıcı olabilir. Hâkim, Hz. Ali'den Peygam-ber efendimizin şöyle dediğini rivayet eder: "Eğer kendim-den sonra halife tayin etseydin İbn Ummi Abd'ı tayin eder-dim."

Hz. Osman, Hz. Ömer'in en yakın müsteşarıydı. Bu yüz-den ona redif29 diyorlardı, bu redif fikri, hilafetin geleceği için bize fayda verebilir. Çünkü İmam bulunmadığında ümmet bir imam edinene değin redif bir boşluğu doldurabi-lir.

29 Aynı bineğe binen kişilerin ikincisi demektir.

Page 70: Hilafet Ve Saltanat
Page 71: Hilafet Ve Saltanat

BEŞİNCİ BÖLÜM İSLAM SALTANATI YERER

Ayıp ile Zaruret Arasında Dalkavuklar Şeref ve Mal

Vergi Toplamak ve Konfor Düşkünlüğü Gücü Ona Yardım Etti

Bin Bir Gece Dönemi Bitti

Page 72: Hilafet Ve Saltanat
Page 73: Hilafet Ve Saltanat

Ayıp İle Zaruret Arasında İbn Teymiyye der ki: "Amaç burada raşid hilafetten sonra or-

taya çıkan sultanlığın kabul ve terkinde hayırları ve şerleri topla-yan durumu beyan etmektir. Bu hassas bir makamdır; çünkü Pey-gamber efendimizin nübüvvetten sonra gelen hilafetin biteceğini beyan eden hadisinde sultanlığa yergi ve ayıplama vardır. Özellik-le Ebu Bekre'nin hadisinde geçen Peygamber efendimizin kendisi-ne anlatılan rüyadan hazzetmeyince söylediği şu sözü: "Hilafet otuz yıldır, sonra Allah mülkü dilediğine verecektir." Diğer taraf-tan imam ve emirleri tayin etmeyi gerektiren nasslar, üstlendikleri salih amellerden hasıl olan sevap buna övgü ve teşviktir. Bu yüz-den övüleni ile yerilenini birbirinden ayırmak gerekir. Nebi (s.a.v)'den şöyle rivayet edilir: "Kul ve peygamber olmakla, Nebi ve kral olmak arasında muhayyer kılındım. Ben kul ve peygamber olmayı tercih ettim."30

İşte böyle, İbn Teymiyye hükümdarlığın ayıbı ile zarureti

arasında bir denge kurmuş. Bu kelam aynı zamanda fakih-lerimizin karşılarında buldukları zorlu durumu ortaya koymaktadır; zira onlar İslam ümmetinin birliği dağılmasın diye kaim olan yönetimi savunmak durumundalar. Ne ki buna rağmen İbn Teymiyye birkaç sayfa sonra gönlünde olanı söylüyor: "Yönetimi elinde tutmak isteyen kişinin buna

30 İbn Teymiyye, Fetâvâ, C. 35, S. 21.

Page 74: Hilafet Ve Saltanat

72 ● ABDÜSSELAM YASİN

zimmetine mal geçirme, insanları hükmetme sevdası, mal taksi-minde bazılarına haksız ayrıcalıklar tanımak ve daha başka dünye-vi şehvetlere ulaşmak düşüncesiyle yeltenmemelidir. Bu tür du-rumlar hükümdarların devletinde çoktur. Bu devletlerin emirleri, valileri, kadıları, âlim ve abitlerin genelinde bu türden emeller var-dır. Bu nedenledir ki ümmet arasında fitne ortaya çıkmıştır."31

İbn Teymiyye iyi bilmektedir ki, yönetimin bozulması

ümmeti ifsat etmiştir. Nitekim emirin bozulmasıyla farklı toplum katmanlarının, kadıların, âlimlerin, abitlerin de bo-zulduğunu ifade etmektedir. İbn Haldun aynı noktadan ha-reketle "hükümdarlığı" savunuyor; zira onun olumsuzlukla-rı ile getirileri arasında bir denge kuruyor. Diyor ki: "Malum ola ki, şeriat "hükümdarlığı" özünden dolayı zemmetmemiş ve yasaklamamıştır. Ondan doğan kötülükleri, haksızlıkları, zulümleri, zevk düşkünlüğünü yermiştir. Kuşkusuz ki bu kötülükler dinen mahzurdur. Ve bunlar hükmetmekten tü-rer. Bunun mukabilinde şeriat; adaleti, insafı, dini ritüelleri ikame etmeyi, dini savunmayı methetmiştir. Bu haslet ve et-kinliklere büyük sevap yazmıştır. Bunlar da hükmetmekten türer. Demek ki, hükümdarlığın yerilmesi bir vasfına dö-nüktür, diğerine değil. Yani bu yergiler hükmetmenin özüne yönelik değildir."32

Eğer kahrın, zulmün, istibdadın ve ahlaki çözülüş hü-kümdarlıktan doğuyorsa ve ondan ayrılmıyorsa artık fasit olan bir şeyin salaha sebep olacağına nasıl inanabiliriz? Hü-kümdarlığın özü, sıfatlarından ayrılmazken onu nasıl beri ilan edebiliriz? Rejimin temelinde bozuk olması, kimi zaman

31 İbn Teymiyye, Fetâvâ, C. 35, S. 30. 32 İbn Haldun, Mukaddime, 341.

Page 75: Hilafet Ve Saltanat

HİLAFET VE SALTANAT ● 73

salih sultanların gelmesiyle düzelmeyeceği aşikâr ki o da ka-ideden istisna hükmündedir. Peygamber Efendimizin hü-kümdarlığı zorbalık ve zalimlikle nitelemesi onun zemmi için kâfidir. Zorbalık ve zalimliğin nesinde hayır olabilir?

Dalkavuklar İmam Gazali, kendi döneminin emirlerinden

Muciruddin'e harika bir mektup yazmıştır. Mektubunda demiştir ki: "Halka yardım etme konusuna gelince, hepsi yardıma muhtaç durumdadır; çünkü zulüm haddini aşmıştır. Merhametsiz ve pervasız zalimlerin zulmünü görmeye dayanamayıp Tus'a hic-ret etmem üzerinden bir yıla yakın bir zaman geçti; fakat zaruri bir dönüş yapmak durumunda kaldım. Ne ki zulmün olduğu gibi de-vam ettiğini, halkın sıkıntılarının katlanarak devam ettiğini gör-düm."

Mektubunun devamında Emir’in hizmetçi ve yakınlarına

değinerek şöyle demiştir: "Eğer aklederse görecektir ki onlar ona değil, bilakis kendi arzu ve emellerine hizmet ediyorlar. Onların o övgüleri, meth-u senaları, sevgi gösterileri içten değildir. Hakikatte dostlukları sadece aldıkları o alçak dirhemler içindir. Bağlılıkları rezilanedir ve emellerine ulaşmak içindir. Emir'e hizmet edip sa-dakat gösterirler; ne var ki Emir’in kendilerini azledip başkasını alacağı duyumunu aldıklarında da ondan yüz çevirip hizmetleri-nin on katı düşmanlık sergilerler."33

Şeref ve Mal Alçak dirhemler, satılan vicdanlar ve nüfuzun istismar

edilmesi bozuk rejimlerin karakteristiğidir, sıfat-ı lazımesi-

33 Fezailu'l-Enam, 97.

Page 76: Hilafet Ve Saltanat

74 ● ABDÜSSELAM YASİN

dir. Bir yaşanmışlığın tanıklığına başvuralım istersen, İbn Haldun yani, o der ki: "Şan ve şeref sahibi için işler çoktur. Bu işler zengin olana kısa zamanda fayda getirir ve serveti-ne servet katar. Bu yüzden riyaset hep servet kazandıran bir geçim vesilesi olarak görülmüştür."34

Ve der ki: "Kentlinin serveti artınca emirler ve melikler ona yaranmakta yarışırlar, içten içe de zenginliğini burnun-dan getirmeye çalışırlar. İnsanoğlunun doğasında düşman-lık olduğu için gözlerini onun elindekine dikerler. Malında onunla yarışırlar, bunda mümkün olan her vesileye başvu-rurlar. Ta ki onu faka bastırıp, yönetime karşı açıkça suçlu duruma getirirler ve malını kendi ellerine geçirirler. Hü-kümdarlıklara ait kanunların ekseri zalimdir; çünkü ‘adalet-i mahza’yı gözeten ancak şer''î hilafettir." 35

Vergi Toplamak ve Konfor Düşkünlüğü Teref, Kur'anî bir tabirdir. Rağib İsfehânî'nin belirttiği

üzere 'gündelik hayatta lükse ve konfora düşkün olmayı' ifade eder. Teref Kur'an'da zemmedilir; çünkü o kibirlen-menin, küfrün ve Allah'ın yolundan alıkoymanın adresle-rindendir. Son derce yetkin tarihçimiz İbn Haldun'un dü-şüncesinde devletlerin düşüş ve toplumların çözülüş sebep-leri arasında sadece siyasi ve iktisadi sebeplerle yetinmeyen bir tahlil görmekteyiz. Önemli bir sebep daha zikretmededir ki o da terefin (konforizmin) getirdiği ahlaki bozukluktur. Bu tahlil Kur'anî hatta yürür. Yönetim rejimi, terefin doğup geliştiği ortamdır. Terefin gelişmesi, nüfuzun istismarı ile haksız yere kazançla sağlanır. Yani teref malî yolsuzluk çöp-lüğünde biten çiçektir. İktisat, siyaset ve toplumun seyrine 34 İbn Haldun, Mukaddime, 693. 35 İbn Haldun, Mukaddime, 655.

Page 77: Hilafet Ve Saltanat

HİLAFET VE SALTANAT ● 75

göre oluşan bir psikolojik komplekstir. Modern batı felsefe-sindeki materyalist akımın filozofların yanında teref kavra-mına denk düşecek, ona yakın gelecek bir mefhum yoktur. Bu İslami analizlerin, materyalist analizlerden üstünlüğü-nün sadece bir yönüdür. İşte teref'in doğuşu, gelişip büyü-mesi ve bir bütün olarak siyaset, ekonomi ve toplumla aka-sının bir çözümleme örneği. İbn Haldun der ki: "Sonra istila başlar ve gittikçe büyür, hükümdarlık devasa bir hale gelir. Terefe (konformizme) davet eder. Harcamalar arttıkça artar. Sultan ve yönetim tabakasındaki diğer kimselerin kişisel harcamaları fazlalaşır; hatta bu ahaliye de bulaşır. Bu da as-kerin maaşlarını arttırılmasına ve görevlilerin erzaklarının fazlalaştırılması gerekliliğini doğurur. Böylece teref büyür, harcamalarda, israf artar. Halkta aynı müsriflikle davranır; zira halk hükümdarlarının dini üzeredir. Sultan, hem halkın üzerine sinen refahı gördüğü, hem kendi harcamalarını ve askerinin nafakasını daha da çoğaltmak için ek vergiler koymaya başlar. Ne var ki teref, hep mala daha fazla ihtiyaç olarak döner, böylece vergiler yetmez. Devlet halkı artık iyi-ce sıkboğaz etmeye başlar ve elini doğrudan halkın malına uzatır."36

Gücü Ona Yardım Etti Şer'î şerifin hükümdarlığı yermesine, alimlerin babadan

oğula tevarüs edilen sultanlığın bozukluğu konusundaki farkındalıklarına karşın bir çok alim kaos olur ve işler çığı-rından çıkar kaygısıyla onu savunmaktan geri durmamıştır. İmam Gazalî şöyle der: "Sultan gücü kendisine ona imkan sağladığı kadar zalim, dengesiz ve azli zor olduğundan ve

36 İbn Haldun, Mukaddime, 525.

Page 78: Hilafet Ve Saltanat

76 ● ABDÜSSELAM YASİN

ona karşı ayaklanmanın getireceği fitnenin çekilmez olaca-ğından ona karışılmamalı ve itaat edilmelidir."

Bu sözleri sarf eden Gazâlî, aynı zamanda zulmü lanetle-yen, halka eziyeti tahammül edilmez bulan ve alçak dirhem rejimini zemmeden Gazâlî'dir. Babadan oğula tevarüs eden zalim rejim, ümmetin yakalandığı zalim bir hastalık gibi adeta; onu tedavi edemeyince onunla yaşamaya alışmayı yeğlemiştir. Yüce Allah'ın Nebisinin dili üzerine aşikar ettiği takdiri de elbette gerçekleşecektir, şer'î şerifi de bu münkiri ortadan kaldırmayı bize farz kılmıştır.

Bin Bir Gece Dönemi Bitti Beraber İslam'ın geleceğine yönelik umutla parıldayan,

fitne devletine karşı hışımla kaşlarını çatan bir sayfa okuya-lım. Son dönem Müslüman yazarlar içinde en beliği ve Müs-lümanların hali hakkında en bilgini olan Şeyh Hasan en-Nedvî'nin sesine kulak verelim:

"Hükümdarlık dönemi doğuda uzunca bir süre devam etti. Arkasında bu ümmetin nefsinde, edebiyatında, şiirinde, ahlakında ve toplumunda kalıntılar bıraktı. Arap kütüpha-nesinde eserler bıraktı. Konuşan bu eserlerden biri "Bin Bir Gece" kitabıdır. Bu kitap o dönemi çok güzel tasvir eder. O dönemi, Bağdat'ta halifenin, Dımaşk'te ya da Kahire'de me-lik'in her şey olduğu, yaşam hikayesinin kahramanı, daire-nin merkezi olduğu günleri… Bu dönem İslamî bir dönem değildi. Makul ve tabii bir dönem de değildi. Ne İslam on-dan razı olur ne de akıl onu kabul eder. Hatta tam aksine İs-lam o yapıyı yıkmak için gelmiştir. O Peygamber Efendimi-zin gönderildikten sonra "cahiliye" adlandırdığı ayaklarını altına aldığı, Kisra ve Kayser gibi krallarının eylemlerini ve

Page 79: Hilafet Ve Saltanat

HİLAFET VE SALTANAT ● 77

lüks düşkünlüklerini en şiddetli şekilde inkar ettiği dönemin aynısıdır.

O şaz bir durumdu, bırakın devam etmesini, bir gün bile kalmaması gerekirdi. Eğer tarihin bir uzunca bir dönemini teşkil ediyorsa bunun nedeni ya ümmetin gaflet içinde ol-ması, ya ona mecbur bırakılması ya da İslam'ın zayıf, cahiliyenin güçlü olmasından idi. Ama İslam'ın güneşi ışı-dıkça, şuur uyandıkça ve ümmet muhasebe-i nefis yaptıkça pörsüyüp yok olmaya mahkumdur.

Malumunuz ola ki, bin bir gece dönemi bitti. Kimse ken-disini kandırıp da kırılıp yok olan bir tekerleğe gönül bağ-lamasın. Hükümdarlık/krallık –tabiri caizse- yağı tükenmiş, fitili yanmış bir kandildir. Erken bir sönmeye yüz tutmuş-tur, sönmesi için bir şiddetli rüzgara gerek yoktur. O öyle bir gemidir ki ümmetin ve Arapların hayrı, o gemi batıp kendileri de boğulmadan onu terk etmektir."37

37 Hasan en-Nedevi, Maza Hasire el-Alemu binhitati'l-Müslimin, 279, 291.