44
SAYI 3 KONGRE ÖZEL EYLÜL 2012 Apiterapi ve arı zehrinin apiterapi de kullanım amacı, yolları ve daha fazlası sayfa 4’ te… Çipura ve Levrek yetiştiriciliğinin Ege koylarındaki müthiş serüveni Sayfa 27’ de… SÜT SIĞIRCILIĞINDA SÜRÜ YÖNETİMİ İN VİTRO FERTİLİZASYON TIBBİ SÜLÜKLER VE HİRUDOTERAPİ ANTİVİRAL THERAPY

Hippocampus 3. sayı

Embed Size (px)

DESCRIPTION

AVBAT (Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Bilimsel Araştırma Topluluğu) olarak Hippocampus adlı dergimizin 3. sayısını çıkarmanın sevinci içerisindeyiz. Umarım severek okursunuz.

Citation preview

Page 1: Hippocampus 3. sayı

SAYI 3 KONGRE ÖZEL EYLÜL 2012

Apiterapi ve arı zehrinin apiterapi

de kullanım amacı, yolları ve daha

fazlası sayfa 4’ te…

Çipura ve Levrek yetiştiriciliğinin

Ege koylarındaki müthiş serüveni

Sayfa 27’ de…

SÜT S IĞ IRC IL IĞ INDA SÜRÜ YÖNET İM İ

İ N V İ TRO FERT İL İZASYON

T IBB İ SÜLÜKLER VE H İRUDOTERAP İ

ANT İV İRAL THERAPY

Page 2: Hippocampus 3. sayı
Page 3: Hippocampus 3. sayı

A N K A R A Ü N İ V E R S İ T E S İ V E T E R İ N E R F A K Ü L T E S İ

B İ L İ M S E L A R A Ş T I R M A T O P L U L U Ğ U

S A Y I 3 E Y L Ü L 2 0 1 2

Akademik Danışman

Prof. Dr. Özlem KÜPLÜLÜ

AVBAT Başkanı

Ahmet YURTSEVEN

Editör

Murat BAL

Tasarım

Yasin SEZER

Murat BAL ANKARA ÜNİVERSİTESİ VETERİNER FAKÜLTESİ İRFAN BAŞTUĞ CAD. 06110 – DIŞKAPI / ANKARA [email protected] www.avbat.org

APİTERAPİ ve ARI ZEHİRİNİN

APİTERAPİDE KULLANIMI

ARDA ATAY 4

ANTİVİRAL THERAPY

BARIŞHAN DOĞAN 10

KEDİ VE KÖPEKLERDE GERİATRİ

Dr. ALİ EVREN HAYDARDEDEOĞLU 14

KEDİ VE KÖPEKLERİN BAZI DAVRANIŞ

PROBLEMLERİ VE SAĞALTIM

SEÇENEKLERİ

SELAHATTİN HALİL ERGİN 17

SÜT SIĞIRCILIĞINDA SÜRÜ YÖNETİMİ

MURAT BAL 21

SIĞIRLARDA İN VİTRO FERTİLİZASYON

GÜRKAN DOĞRAMACI 23

EGE BÖLGESİNDE KÜLTÜR BALIĞI

YETİŞTİRİCİLİĞİ

SEVİM ISPARTA 27

TIBBİ SÜLÜKLER VE HİRUDOTERAPİ

H. KÜBRA GÜÇLÜ 32

TÜRKİYE SINIRLARI İÇERİSİNDE

BULUNAN TÜRK AT IRKLARI

MERVE SAZAL 35

Page 4: Hippocampus 3. sayı

Değerli okurlar;

Veteriner hekimlik bir meslek olmaktan çok insanlığın dünya düzeni kurulduğundan bu yana ihtiyaç duyduğu, olmazsa olmaz iki önemli alanı kapsamaktadır ; ‘’Sağlık’’ ve ‘’Gıda’’. Bir ihtiyaç listesi oluşturacak olursak şüphesiz bu iki alan her zaman beşeri ihtiyaçların en önde gelenleri ve vazgeçilmezleri olacaktır. Her iki alanı da bünyesinde barındıran ve önem açısından ilk sırada yer alması gereken mesleğimizi hak ettiği yere taşımak ve onu geliştirmek adına tüm veteriner hekimlere görev düştüğü gibi bu alanla ilgili herkese büyük görev düşmekte. ‘’ Medicina hominem curat veterinaria humanitatem ‘’ sözünü ciddiye almalı ve üzerimizdeki sorumluluğu en iyi şekilde yerine getirmeliyiz. Peki AVBAT ( Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Bilimsel Araştırma Topluluğu ) olarak biz bu konuda neler yapıyoruz bir de ona bakalım.

AVBAT faaliyetlerine geniş bir perspektiften bakacak olduğumuzda ; Öğrencilerin de görev alabilecekleri araştırma alanlarını ve konularını belirlemek. Öğretim elemanlarının da desteğiyle araştırma önerileri geliştirmek. Uygun görülen araştırma projelerinin yürütülmesine katılmak ya da tek başına yürütmek. Veteriner Bilimleri ve Halk Sağlığı alanında gelişmeleri izlemek ve üyelerini bu konuda bilgilendirmek. Sesli, görüntülü, basılı, her türlü eğitici belgeleri bulmak, geliştirmek, çoğaltmak ve üyelerine ulaştırmak; yeni yayınlar yapmak. Bilimsel amaçlı konferans, panel, seminer, kongre, kurs, teknik gezi vb, düzenlemek ve düzenlenen benzeri faaliyetlere katılmak. Öğrencilerin birbirleriyle tanışıp kaynaşması için sosyal faaliyetler yapmak, ayrıca yeni üyelerin topluluğa katılımını sağlamak. Aynı amaçlarla çalışan diğer grup, topluluk ve kişilerle işbirliği yapmak gibi hususlar karşımıza çıkmaktadır.

2012 faaliyetlerimiz ve planlanan organizasyonlar konusu da AVBAT’ın dinamizmini kesintisiz koruyan saygın bir topluluk olduğunun ayrıca göstergesidir. Düzenlenmiş olan faaliyetler Ankara Üniversitesi kültür haftasında gerçekleştirilen ‘’ HUMANİMAL ‘’ isimli patoloji sergisi, Seminer günleri, 2. Veteriner Bilimleri Öğrenci Çalıştayları, İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Öğrenci Kongresine 5 proje sunumu ve 40 katılımcıyla destek verilmesi, Muğla Veteriner Hekimler Odası Başkanı Yusuf Kayacık ev sahipliğinde Muğla Teknik Gezisinin gerçekleştirilmesi, ‘’Hippocampus ‘’ adlı dergimizin 2. sayısının İnfovet Genel Koordinatörü Barış Kolgu ve Prof. Dr. Şakir Tuncer desteği ile çıkarılması , Ankara Üniversitesi Proje Destek Birimi ve TÜBİTAK desteği ile öğrenci projelerinin gerçekleştirilmesi, teknik geziler, seminer, çalıştay, kongre, panel, kurs ve konferansların düzenlenmesi ve katılım gösterilmesi şeklinde sıralanabilir.

En başta da belirttiğim gibi temel beşeri ihtiyaçlar olan ‘’Sağlık’’ ve ‘’Gıda’’ mesleğimiz olan Veteriner Hekimliğin hem çalışma alanını oluşturmakta hem de mesleğimizi bu alanların lokomotifi haline getirmektedir. Bizler de öğrenciler olarak bu bilinçle mesleğimize sahip çıkıyor, her seferinde çıtayı yüksek tutarak onu geliştirmeye ve hak ettiği konuma getirmeye çalışıyoruz. Bu amaçla ‘’Hippocampus’’ dergimizin kongre özel sayısında da her satırında bilim kokan bir dergi hazırlamaya çalıştık ve bundan sonra ki sayılarda da aynı amaçla çalışmaya devam edeceğiz.

2. Veteriner Bilimleri Öğrenci Kongresi ve 3. Veteriner Bilimleri Öğrenci Çalıştaylarının düzenlenmesinde bizden desteğini esirgemeyen başta dekanlığımız olmak üzere sponsorlarımıza ve tüm sıralı hocalarıma teşekkürü bir borç bilirim.

AVBAT BAŞKANI

Ahmet YURTSEVEN

Page 5: Hippocampus 3. sayı

Sevgili Okurlar;

Eylül 2012 itibariyle çıkartmış olduğumuz Hippocampus adlı dergimizin 3. sayısını siz okuyucularımıza sunmanın sevinci içerisindeyiz. AVBAT 2. Veteriner Bilimleri Öğrenci Kongresi ve 3. Veteriner Bilimleri Öğrenci Çalıştaylarına da ithaf ettiğimiz bu sayıyı, umarım siz değerli okurlarımız da severek okurlar.

Bizler; Bilimsel Araştırma Topluluğu olarak, çok dinamik ve çalışkan bir ekiple, güzel işler başaracağımızı inandık ve bu inançla, beş ay içerisinde iki sayımızı birden yayınladık. Her zamanki gibi çalışma azminin, bilimsellik ışığı altında işleyerek güzel işler çıkarmayı amaçlayan AVBAT, derginin bu sayısında da çok emekler harcamış, her detay ince ince düşünülerek üzerinde titizlikle çalışılmıştır. Umarım bu çalışmanın bir ürünü olarak siz okuyucularımız da dergimizi bir çırpıda okur, veteriner hekimlik bilgilerine bir yenisini katarsınız.

Çağımız bilgi çağı ve teknoloji, günümüz insanlığının vazgeçilmezi. Fakat gittikçe yaygınlaşan teknoloji ağı, bilgi kirliliğine yol açmasıyla beraber, doğru bilgiye erişimi de zorlaştırıyor. Bizler AVBAT olarak gerek dönem içi bilimsel faaliyetler, gerek projeler, gerekse de elinizde tuttuğunuz bu dergi gibi çalışmalarımızın tümünde bu konu üzerinde hassasiyetle dururuz. Bu nedenden ötürü bizler ilk olarak bir konunun içeriğinden önce, çalışmanın kaynakçasına bakar ve bilginin doğruluğundan emin olduktan sonra konuyu inceler ve çalışmanın uygulanması için onay veririz . Bu yüzden okurlarımızın aklında bu ve benzeri soru işaretlerini kalmaması bizim en büyük hediyemiz olacaktır.

Sözlerimi tamamlarken dergimizin tüm okuyucuları başta olmak üzere, fakülte dekanımız sayın Prof. Dr. Rıfkı HAZIROĞLU’ na, topluluk başkanı arkadaşım Ahmet YURTSEVEN’ e, tüm yazarlarımıza, topluluk içerisindeki arkadaşlarıma, tüm sponsorlarımıza ve bütün hocalarıma yani kısacası bizleri bizler yapan herkese teşekkürü bir borç bilirim. Esenliklerle kalın.

Murat BAL

Page 6: Hippocampus 3. sayı

ARDA ATAY

A piterapi Nedir? Terminolojik olarak Apis kelimesinden köken alan apiterapi, bal arılarından (Apis mellifera L.)

elde edilen bal, polen, propolis, arı zehiri gibi ürünlerin tedavi amaçlı olarak değişik doz ve terkiplerde ilaç olarak kullanımıdır(13, 14). Geçmişi Hipokrat ve Galen dönemine dayanan apiterapi, popülerliği hızla artan alternatif tıp teknikleri içinde ortalama 1/3 lik kısmı oluşturmaktadır(12, 14, 15).

Ülkemizde ve Diğer Ülkelerdeki Durumu Uzakdoğu ülkelerinden başlayarak dünya çapında hızla gelişen bu yöntemin uygulanabilmesi için Japonya, Doğu Asya ülkeleri, Amerika Birleşik Devletleri, Kanada gibi ülkelerde tedavi merkezleri kurulduğu ve apiterapinin alternatif tıp teknikleri arasında yer almaya başladığı göze çarpmaktadır(3). Türkiye’de ise, arıcılık çok önemli bir boyutta olmasına karşın apiterapi uygulamalarının yeterli düzeyde olmadığı ve apiterapi ile ilgili herhangi bir tıp merkezinin bulunmadığı göze çarpmaktadır. Ancak arıcılık üzerine Mellifera ve Uludağ Arıcılık Dergisi adıyla iki periyodik dergi ile arıcılık üzerine faaliyet gösteren Hacettepe Üniversitesi Arı ve Arı Ürünleri Uygulama ve Araştırma Merkezi (HARÜM) isimli bir kurum bulunmaktadır(16). Ayrıca ülkemizde bal dışındaki arı ürünleri hakkında yeterince bilgi olmaması buna karşın halk arasında arı sütü, polen, propolis gibi ürünlere bir yönelimin söz konusu olduğu görülmektedir(17).

Ülkemiz gibi arıcılık cenneti olan bir ülkede apiterapi ile ilgili çalışmaları şöyle özetlemek mümkündür(15):

Ülkemiz tıp doktorlarının apiterapi uygulamaları hakkında yeteri kadar bilgisi, deneyimi, bilimsel toplantı ve bilgi paylaşımı bulunmaması, yapılan uygulamaların çoğunlukla bireysel düzeyde çalışma ve uygulamalar olması,

Hastaların kendi başına uygulama yapmalarının söz konusu olması ki bunun da birçok risk faktörü içerebilmesi,

Bilimsel dergilerde yayımlanan makalelere göre sıklıkla propolis ve bal üzerine deneysel veya az sayıda klinik uygulamaları içeren çalışmaların yapılması,

Apiterapi üzerine bilimsel toplantı, çalıştay ve çalışmalar yapabilmek için gerekli motivasyona duyulan ihtiyaç.

Arı Zehiri, Bileşimi, Elde Edilme Yolları ve Apiterapide Kullanımı Apiterapide arı zehrinin tedavi amaçlı olarak kullanımına ilişkin M.Ö. 2000 yılında Mısırda bir papirüs bulunmuştur. Daha sonrasında 1935 yılında Dr. Foster isimli bir Alman bilim insanı tarafından geliştirilen ve arı zehirini etken madde olarak içeren “FORAPİN” isimli ürün günümüzde halen daha kullanılmaya devam edilmektedir. Ayrıca günümüz Avrupa ülkelerinde arı zehiri içeren 22 farklı ürününün kullanıldığı görülmektedir(3).

Baldan sonra tıbbi açıdan önemli bir yere sahip arı zehiri açık renkli, kokusuz, hava ile temas ettiğinde gri-beyaz kristaller şeklinde çöken, su gibi sıvı bir madde olup keskin ve acı bir tadı bulunur(11, 12, 14). Bileşiminde %88 oranında su olmakla birlikte farmakolojik açıdan önemli en az 18 aktif madde içermektedir(12). Bu maddelerin en önemlisi kimyasal yapının yaklaşık %50 sini oluşturan Mellitin(Mellitin F) polipeptitidir. Arı zehirinin

B A L A R I L A R I N D A N G E L E N MUC İ Z E :

A P İ T E R A P İ v e A R I Z EH İ R İ N İ N A P İ T E R A P İ D E

K U L L A N I M I Te

rmin

olo

jik o

lara

k A

pis

kel

imes

ind

en k

öke

n a

lan

ap

iter

api,

bal

arı

ları

nd

an (

Ap

is m

ellif

era

L.)

eld

e ed

ilen

bal

, po

len

,

pro

po

lis, a

rı z

ehir

i gib

i ürü

nle

rin

ted

avi a

maç

lı o

lara

k d

eğiş

ik d

oz

ve t

erki

ple

rde

ilaç

ola

rak

kulla

nım

ıdır

.

A

N

K

A

R

A

Ü

N

İ

V

E

R

S

İ

T

E

S

İ

V

E

T

E

R

İ

N

E

R

F

A

K

Ü

L

T

E

S

İ

ARDA ATAY

Sayfa 4

Resim 1. Arı Terapisi (http://images.google.com)

Page 7: Hippocampus 3. sayı

ARDA ATAY

bileşiminde bulunan diğer maddeler ve özellikleri Tablo 1 ve 2 de gösterildiği gibidir.

Sayfa 5

Resim 2. Mellitinin Kimyasal Yapısı (TERWILLIGER, T.C., EISENBERG, D., The Structure of Melittin, The Journal of Biological Chemistry, Vol. 257, No. 11. Issue of June 10, pp. 6016-6022,

1982(Ulaşım Tarihi: 13 Temmuz 1981))

MOLEKÜL TİPLERİ BİLEŞENLER KURU AĞIRLIK BAŞINA ORAN(%)

PEPTİTLER

MELLİTİN F ve DİĞER MELLİTİN TÜREVLERİ

50

APAMİN 1–3

MAST HÜCRESİ DEGRANULASYON PEPTİDİ 1–2

SEKAPİN 0,5–2

TERTİAPİN 0,1

ADOLAPİN 1

PROTEAZ İNHİBİTÖRLERİ 0,8

PROKAMİN A ve B 1,4

MİNİMİN ve KARDİOPEPTİN 13–15

ENZİMLER

FOSFOLİPAZ A2 10–12

HİYALURONİDAZ 1–3

ACİD FOSFOMONOESTERAZ 1

GLUKOZİDAZ 0,6

LİZOFOSFOLİPAZ 1

AKTİF AMİNLER

HİSTAMİN 0,6–1,6

NOREPİNEFRİN 0,1–0,5

DOPAMİN 0,13–1

ŞEKERLER GLUKOZ ve FRUKTOZ 2

LİPİDLER 6 - FOSFOLİPİDLER 5

AMİNOASİTLER α - AMİNOASİTLER 1

AMİNOBÜTİRİK ASİT 0,4

UÇUCU BİLEŞİKLER 4–8

Tablo 1. Arı zehirinin bileşimindeki maddeler(14)

Page 8: Hippocampus 3. sayı

ARDA ATAY

Sayfa 6

MOLEKÜL TİPLERİ ÖZELLİKLER

MELLİTİN(ARI ZEHİRİNİN %40 - 60 LIK KISMINI OLUŞTURAN 26 AMİNOASİTLİK

BİR POLİPEPTİTTİR.)

BİLİNEN EN GÜÇLÜ ANTİENFLAMATUAR ETKİLİ AJANLARDAN BİRİDİR.

RADYOPROTEKTİF ETKİLİDİR.

ANTİJENİK ÖZELLİĞİ YOKTUR.

ANTİBAKTERİYEL ve ANTİFUNGAL ETKİLİDİR.

LYME HASTALIĞINDA IN VITRO BAKTERİSİDAL ETKİNLİK GÖSTERİR.

ANTİTUMORAL ETKİLİDİR.

GANGLİYONİK YAPILAR ve NÖROMUSKULER KAVŞAKTAKİ İLETİMİ BLOKE EDER.

HİSTAMİN SALINIMINA YOL AÇAR.

HEMOLİZ OLUŞTURUR.

KAN BASINCINI DÜŞÜRÜR.

AV DÜĞÜMLERDE YAVAŞLATICI ETKİSİ BULUNUR.

HİPOFİZ ve ADRRENAL BEZİ UYARARAK KATEKOLAMİN ve KORTİZOL SALINIMINI ARTTIRIR.

MAST DEGRANÜLASYON PEPTİTİ(MCD)

DENEY HAYVANLARINDAKİ ÇALIŞMALARDA ANTİENFLAMATUAR ETKİNLİK AÇISINDAN HİDROKORTİZONA GÖRE 100 KAT DAHA GÜÇLÜ OLDUĞU GÖRÜLMÜŞTÜR.

RADYOPROTEKTİF ETKİLİDİR.

HİSTAMİN SALINIMINI ARTTIRIR.

KAN BASINCINI DÜŞÜRÜR.

FOSFOLİPAZ A2 ANTİJENİK ÖZELLİĞİ BULUNUR.

ARI ZEHİRİNDEKİ EN ÖNEMLİ ALLERJEN YAPIDIR.

TETANOZ TOKSİNİNİ ve STAFİLOTOKSİK α - TOKSİNİNİ ANTAGONİZE EDER VE ANTİTUMORAL ETKİLİDİR.

HİYOLURONİDAZ

BAĞ DOKUSUNDAKİ HİYALURONİK ASİT POLİMERLERİNİ YIKAR ve ZEHİRİN DOKUYA NÜFUZ ETMESİNİ SAĞLAR.

KAPİLLAR PERMEABİLİTEYİ ARTIRIR.

ANTİJENİK ÖZELLİĞİNDEN DOLAYI İMMUN YANITIN GELİŞMESİNE YOL AÇAR.

KARDİOPEPTİN

KORONER DOLAŞIMI BOZMADAN (+)KRONOTROPİK ve (+)İNOTROPİK ETKİ OLUŞTURUR.

ANTİARİTMİK ÖZELLİKLERİ BULUNUR.

ADOLAPİN ANALJEZİK ve ANTİENFLAMATUAR ETKİLİDİR.

UÇUCU BİLEŞİKLER

ANTİENFLAMATUAR ÖZELLİĞİ BULUNUR.

ANTİJENİK YAPIDADIR.

Tablo 2. Arı zehirinin bileşimindeki maddelerin özellikleri (12, 14)

Page 9: Hippocampus 3. sayı

ARDA ATAY

Sayfa 7

Arı Zehirinin Elde Edilmesi ve Kullanım Yolları Farmakolojik olarak kan dolaşımını arttırıcı, antibakteriyel, radyoproktetif, tansiyon düşürücü, MS, kanser, artirit gibi ciddi hastalıklarda kullanılan arı zehirinin elde edilmesi için en yaygın yol geçmişi 1950’lere dayanan elektrik şoku uygulamasıdır(12). Günümüzde modernize edilerek bu yöntemle kurulan düzenekte kovana yerleştirilen bir tel ızgara, alt kısmına tespit edilen geçirgen yüzey (ki tercihen gazlı bez) ve zehirin toplanacağı hazneden oluşmaktadır. Kovana aralık şekilde uygulanan elektrik akımı arılarca tehdit olarak algılandığından tel ızgara ile temas ederek iğnelerini geçirgen yüzeye batırarak zehiri zerk ederler. Bu uygulamaya 30 dakikalık seanslar halinde devam edilirse yaklaşık 10000 arılık bir kovandan ortalama 1 gram zehir elde edilir. Bu işlem arılara çok fazla zarar vermez ve kovanın %0,01 (10 arı) kadar bir kayıp söz konusu olur(14). Sağım işlemini takiben elde edilen zehir kurutulur ve elde edilen zehirin 1 gramı 1litrelik FTS (%0,9 luk NaCl çözeltisi) içinde çözülerek tedavi amaçlı kullanılır(14).

Elektrikle sağımdan başka tüm arının kurutulması yoluyla da arı zehiri elde edilmektedir. Ancak bu yolla arı zehiri elde edilirken feçes, polen ve arının iç organlarıyla bir kontaminasyonun söz konusudur ve rengi bileşimindeki maddelerin oksidasyonuna bağlı olarak sarı veya kahverengi renkte değişebilir. Çözeltilerde tekrar berrak bir görünüm alır. Çoğunlukla krem, merhem, solüsyon içerisinde ve tablet formda da kullanılır. Rutubet ve nemden uzak tutulması halinde 5 yıl süreyle bozulmadan saklanabilir. Ancak en uygun yöntem derin dondurucuda muhafaza yoluyladır(9, 14).

Resim 3. Arı zehirinin elektrik yoluyla elde edilmesi (http://images.google.com)

Page 10: Hippocampus 3. sayı

ARDA ATAY

Zehir solüsyonunu hazırlamak için ısıtılmış steril izotonik solüsyon içinde çözdürülmesi yeterli olmakta ancak bu durumda zehirin bileşiminde bulunan bazı aktif maddeler ısıya bağlı olarak kısmen bozulabilir. Bununla birlikte unutulmaması gereken bir diğer hususta sağım aşamasında uçucu maddelerin uğrayacağı kayba bağlıdır. Bu yüzden hiçbir farmasötik şekil arının direkt sokması kadar terapötik etkili olmayacaktır(9, 14). Ancak son dönemde geliştirilen yöntemler sayesinde zehir soğuk izotonik solüsyon içersinde hazırlanabilmekte ve bileşimindeki bazı maddelerin ısıya bağlı kaybının önüne geçilebilmektedir(9, 14). Arı zehiri günümüzde yaklaşık 500 hastalığın tedavisinde kullanılmaktadır. Tablo 3’te arı zehirinin terapötik etkinlik gösterdiği bazı hastalıklara yer verilmiştir(5, 12, 14).

Arı Zehirinin Kullanım Şekilleri Merhem, tablet, intramuskuler ve intravenöz enjeksiyon, solüsyon yoluyla kullanılabileceği gibi cilt yüzeyine sürülen arı zehiri içerikli merhem veya solusyonu elektrik akımı veya ultrasonik akım yardımıyla emilimi arttırılmasına dayalı yöntemle kullanılabilmektedir. Çin tıbbında bu yöntemle bronşiyal astım ve artrit olgularının tedavisinde başarıyla kullanımı söz konusudur.(9, 14) Merhem veya solusyon formda kullanılan arı zehiri ile Romanya’da “APİREVEN” isimli ilaç romatoid artrit vakalarında kullanılmaktadır(9, 14).

Gene haricen yapılan uygulamalarda tedavinin başarısı açısından tablet formda kullanılan oral preparatlar önemli rol oynamaktadır. Bu tarz bir uygulama özellikle steroide gereksinim duyan romatoid artrit hastalarında büyük rahatlama sağlamaktadır(10, 14).

Bunun haricinde akupunktur iğnelerinin arı zehiri içeren preparatlara batırılması veya cilt yüzeyine sürülen bu preparatların içinden geçirilerek yapılan akupunktur kürleri ile tedavi söz konusudur. Akupunktur iğnesi haricinde bu işlem canlı arıya direk sokturma yoluyla da olabilmektedir. Bu şekilde yapılan uygulamaların epilepsi ve empotans gibi hastalıkların tedavisinde faydalı olabileceği düşünülmektedir(9, 14).

Arı zehiri ile tedaviye başlamadan önce alerji testi yapılması gerekmektedir ve tedaviye ortalama 4 – 5 gün devam edilip 2 – 3 gün kadar bir ara verilmesi ve bu döngünün birkaç kez tekrarlanması gerekmektedir. Burada amaç hem hastanın şikâyetlerinin giderilmesi hem de arı zehirine bağlı herhangi bir yan etkinin önüne geçilmek istenmesidir.

Arı zehirinin enjeksiyonla tatbiki invazif bir yöntem olduğundan bireyin ağrı eşiği tedavide belirleyici rol oynar. Zehirin lidokain gibi analjeziklerle karıştırılması ile hastada kısmen rahatlama sağlanabilir. Ancak hastanın enjeksiyona tahammül gösterememesi durumunda ultrasonoforez veya elektroforez yöntemi denenebilir(14).

Arı zehiri ile tedavide ne yolla olursa olsun, cilt dezenfeksiyonu için alkol ya da iyot içeren ajanların kullanılması tedavinin başarısını düşüreceğinden dezenfeksiyon işleminde fenolik eterin tercih edilmesi veya su ve sabunla dezenfeksiyonun yapılması tavsiye edilir(9, 14).

Arı zehirinin bileşenleri ve terapötik potansiyellerine ilişkin bilimsel anlamda nitelikli bir kaynak bulunmayışından dolayı apiterapi, bazı olgularda etkisiz kalabildiği gibi yan etkilere de yol açabilmektedir. Bunun olası nedenleri hastanın tedavi protokolüne riayet etmemesi, kötü kalitede veya uygunsuz şekilde hazırlanan solüsyonların kullanılması, uygulama tekniğinin yetersiz olması, malnütrisyon, atopik bünye, arı zehirinin birlikte alınan NSAİİ(Nonsteroidal antienflamatuar ilaçlar) gibi başka ajanlarla etkileşime sebep olabilir. Bununla birlikte şu

ana kadar arı zehiri kaynaklı ciddi bir yan etkiye veya ölüm olgusuna rastlanmadığı ifade edilmektedir(9, 14).

Sayfa 8

OTOİMMUN HASTALIKLAR

MULTIPL SKLEROZ SİSTEMİK LUPUS ERITEMATOZUS SKLERODEMA

FİZİK TEDAVİ İLE İLGİLİ BOZUKLUKLAR

ARTRALJİ GUT ARTRİTİ

ROMATOİD ARTRİT TENİSÇİ DİRSEĞİ

BURSİT FİBROSİT

NÖROLOJİK BOZUKLUKLAR

EPİLEPSİ KRONİK AĞRI

AMİLOİD NÖROPATİSİ MİGREN

ENFEKSİYON HASTALIKLARI

LYME HASTALIĞI MYCOPLASMA

HOMINIS MASTITIS

TEKRARLAYAN ENFEKSİYONLAR

KARDİOVASKULER SİSTEM İLE İLGİLİ BOZUKLUKLAR

HİPERTANSİYON HİPER

KOLESTEROLEMİ HİPERLİPİDEMİ

JİNEKOLOJİK BOZUKLUKLAR PREMENSTRÜEL

SENDROM

ÜROLOJİK SORUNLAR EMPOTANS

DERMATOLOJİK SORUNLAR

SKAR DOKULARI KRONİK ÜLSERE

LEZYONLAR

GÖĞÜS HASTALIKLARI BRONŞİYAL ASTIM

PSİKİYATRİK BOZUKLUKLAR DEPRESYON

KBB HASTALIKLARI SAĞIRLIK

Tablo 3. Arı zehiri bileşenlerinin terapötik etkinlik gösterdiği hastalıklar(5, 12, 14).

Resim 4. Arı zehirinin kullanım şekilleri (http://images.google.com)

Page 11: Hippocampus 3. sayı

ARDA ATAY

Sayfa 9

TARTIŞMA ve SONUÇ Arı zehiri, Batı toplumlarında alternatif tıp

yöntemleri arasında sıkça kullanılan bir üründür ki Amerika’da 1997 yılından sonra son 10 yıllık dönem içersinde çok sayıda Multipl Skleroz ve Romatoid Artrit hastasında tedavi amaçlı olarak klasik antienflamatuarlar ve immunsupresif ilaçlar yerine tedavide özellikle arı zehirini veya bileşenlerini tercih ettikleri görülmektedir. Bu hasta grubunun apiterapiyi tercih etmelerinde en önemli nedenler arasında günümüz tedavi yöntemlerinin mevcut semptomları gidermede yetersiz kaldığı ve yaşam kalitesini ciddi ölçüde düşüren yan etkilere yol açıyor olması önemli rol oynamaktadır(12, 13).

Ancak ülkemiz ki bal üretiminde İKİNCİ(!) sırada

olan, neredeyse tüm bölgelerinde arıcılık yapılan bir coğrafyada bulunan, yaklaşık 4 milyon kovana ve 63 milyon tona yakın bal üretimine sahip bir durumda olmasına karşın ülkemizde kovan başına ortalama bal üretiminin 16 kilogramdır. Dünyada ise bu durum kovan başına ortalama 20 kilogramdır. Ayrıca Türkiye dünya bal ticaretinde %1.87 lik bir payla 10. sırada yer almaktadır. Sahip olunan kovan sayısına ve bal üretim oranına göre bu durumda görülen azlık büyük bir tezat oluşturmaktadır(10).

Bu durum Prof. Dr. Tanyüksel’in 21 - 25 Şubat 2010 tarihlerinde düzenlenen Türkiye - İsrail I. Arıcılık Konferansı’ndaki bildirisinde belirttiği hususların haricinde ülkemizde yapılan çalışmaların özellikle bal, polen ve propolis üzerinde yoğunlaştırıldığı göze çarpmakta ancak bunlarında mevcut tedavi yöntemlerine yardımcı olarak kullanımı üzerinde çok fazla çalışma göze çarpmamaktadır.

KAYNAKÇA

1. Anonim. http://aricilikmuzesi.net/DuyuruDetay2.aspx?

DuyuruId=29(Erişim tarihi: 18 Temmuz 2012)

2. Anonim. http://apiterapi.uzerine.com/index.jsp?objid=324(Erişim tarihi: 18 Temmuz 2012)

3. Anonim. http://baldoktorum.com/arizehri.html (Erişim tarihi: 18 Temmuz 2012)

4. Anonim. http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=15333514(Erişim tarihi:18 Temmuz 2012)

5. Anonim. http://www.apitherapy.com/products_venom_composition.php (Erişim tarihi: 18 Temmuz 2012)

6. Anonim. http://www.aribakani.com/forum/index.php?topic=371.0(Erişim tarihi: 18 Temmuz 2012)

7. Anonim. http://images.google.com(Erişim tarihi: 18 Temmuz 2012)

8. Anonim.http://www.ibiblio.org/pub/academic/agriculture/entomology/beekeeping/general/venomtherapy/bevenfaq.html(Erişim tarihi: 18 Temmuz 2012)

9. Anonim.http://www.internethealthlibrary.com/Therapies/beevenomresearchulsers.htm(Erişim tarihi: 18 Temmuz 2012)

10. Anonim. http://www.turkiyearicilik.com/aricilik-hakkinda-bilgiler/turkiyede-aricilik.html(Erişim tarihi: 18 Temmuz 2012)

11. CANBAKAL, E., DEREBAŞI, E., Arı Zehrinin Kimyasal Yapısı ve Tıbbi Çalışmalarda Kullanımı. Arıcılık Araştırma Enstitüsü / ORDU, 32–34

12. DİNÇ, H., KARABAĞ, K., SELÇUK, M., Bal Arısı Zehrinin Biyokimyasal Yapısı ve Tıptaki Yeri. Ulusal Meslek Yüksekokulları Öğrenci Sempozyumu, 21–22 Ekim 2010

13. MERT, G., Apiterapi; Arı Ürünleri ve Tıpta Kullanımı. 3. Uluslararası Zootekni Öğrenci Kongresi, 17 – 18 Mayıs 2007, Kahramanmaraş.

14. KELLE, İ., Apiterapi. Dicle Tıp Dergisi, 34:4, 311–315, 2007. 15. TANYÜKSEL, M., Türkiye'de Apiterapi. Türkiye - İsrail I. Arıcılık

Konferansı, 21 - 25 Şubat 2010.

16. TERWILLIGER, T.C., EISENBERG, D., The Structure of Melittin, The Journal of Biological Chemistry, Vol. 257, No. 11. Issue of June 10, pp. 6016-6022, 1982(Ulaşım Tarihi: 13 Temmuz 1981)

17. YÖNDEMLİ, F., Arı Zehriyle Tedavide(Apiterapi-Apikoterapi) Biz Neredeyiz, Dünya Nerede?. Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Lokman Hekim Tıp Tarihi ve Folklorik Tıp Dergisi(2.Basım), 10, 2011

Resim 5. Arı zehirinin kullanım şekilleri (http://baldoktorum.com/arizehri.html)

Resim 6. Arı zehirinin uygulandığı bölgelerden bazıları (http://images.google.com)

Page 12: Hippocampus 3. sayı

BARIŞHAN DOĞAN

V iruslar, ışık mikroskobu ile görülmeyen, hücre dışında herhangi bir biyolojik aktivite göstermeyen, nükleik asit,

protein ve eğer zarflı bir virus söz konusu ise lipid membrandan oluşan oldukça basit yapıya sahip, zorunlu hücre içi parazittir. Zarflı viruslar, hücreden tomurcuklanma ile olgunla-şarak bir zar kazanırlar. Viral zarf, hücre membran lipidleri ve virus tarafından kodlanan özgül proteinler içerir. Bu özellikleri ve replikasyonda ise enfekte hücreye ait sentez mekanizmalarını kullanmaları, viruslara karşı kullanılabilecek özgül antivirallerin geliştirile-bilmesi açısından önemli engeller oluşturmakta-dır.

Antibakteriyel ilaçların gelişimi ve yaygın kullanımı ile karşılaştırıldığında viral enfeksiyonlarda proflaksi ya da tedavi amacıyla kullanılan ilaçlar oldukça az sayıda ve yetersiz-dir. Buna karşın virusların moleküler biyolojisi ve patogenezisinin daha iyi anlaşılması sonucu ilaç hedefi olabilecek yapı ya da özellikleri orta-ya çıkarılmıştır. Eldeki bu verilerin yardımıyla kimyasal ürün kataloglarının taranması, kimya-sal modifikasyonlar ve bilgisayarlı ilaç modelle-me yöntemleriyle birçok virusa karşı değişik mekanizmalarda etkin olabilecek ilaçlar gelişti-rilmiş ve kullanıma girmiştir.

Virusların hücre içerisinde çoğaldığı dü-şünüldüğünde kullanılan ilaçların, hücrenin içerisindeki virusa ait özel bir hedefi, hücresel aktiviteyi en düşük düzeyde etkileyerek baskı-laması gerekliliğini ortaya koyar.

Bir ajanın, Antiviral etkinlik gösterebil-mesi için hücre içinde virusa ait özgül bir hedefi ya da enfekte hücrede virusun çoğalmasını en-gelleyecek hücresel bir hedefi etkilemesi gerek-mektedir. Bu şekilde virusun sahip olduğu bir yapıyı ya da kullandığı bir metabolik yolu etki-leyen, viral hedefe hücresel hedeften daha fazla affinite gösteren ya da sadece enfekte hücreler-de aktif hale gelebilen bileşikler, Antiviral ajan-lar olarak adlandırılırlar.

Antiviral ilacın virusun üremesini baskı-larken hücresel fonksiyonları en düşük düzeyde baskılaması en ideali olsa da çoğu kez durum bu şekilde olmamaktadır. Virusların üremesini baskılayan birçok maddenin, ciddi yan etkileri nedeniyle klinik alanında kullanılması pek mümkün olmamıştır.

Antiviral bileşiğin hücresel fonksiyonları baskılama derecesi “ Terapötik İndeks “ kavra-mı ile tanımlanır. Terapötik indeks, temel olarak ilacın hedef virusa karşı inhibitör düzeylerinin, hücresel fonksiyonlara olan oranıdır. Bu oran efektif ilaçlar için 100 – 1000 düzeyinde olması gerektiği söylenebilir.

Virusa karşı seçici toksik etki dışında, uygun bir Antiviral bileşiğin suda çözünebilir-lik, hedefe ulaşıncaya kadar stabil kalabilme, hücre içine kolaylıkla girebilme gibi özelliklere sahip olması, ayrıca uygulama dozlarında antijenik, toksik, mutajenik ya da teratojenik olmaması da gereklidir. Virusun hücreye girip kendi replikasyonunu gerçekleştirebilmesi ve duyarlı başka bir hücrede enfeksiyonu yeniden başlatabilmesi, virusun tutunma, penetrasyon, kapsidin soyulması, viral replikasyon ve gen ekspresyonu, assembly ve release basamakları-

nın gerçekleşmesine bağlıdır.

A N T İ V İ R A L T H ER A P Y V

iral

en

feks

iyo

n; h

ızlı,

ses

siz

ve ö

lüm

cül.

Ço

k ge

ç o

lmad

an, d

urd

uru

n !

A

N

K

A

R

A

Ü

N

İ

V

E

R

S

İ

T

E

S

İ

V

E

T

E

R

İ

N

E

R

F

A

K

Ü

L

T

E

S

İ

BARIŞHAN DOĞAN

Sayfa 10

Resim 1: http://www.wired.comwiredscience201203ff_antivirals

Resim 2: http://www.wired.comwiredscience201203ff_antivirals

Page 13: Hippocampus 3. sayı

BARIŞHAN DOĞAN

Virus replikasyonunu tanımlayan bu basamaklar, Antiviral ilaçlar için etki bölgeleri oluşturan hedeflerdir. Virusların kendi replikasyonunda kullandığı özelleşmiş yapı ve enzimlerin sayısı arttıkça, ilaç hedefi olabilecek moleküller de artmaktadır.

Antiviral ilaçlar virusların yaşam döngüsünde farklı aşamalarda etki göstermektedir. Etki gösterme şekillerine göre Antiviral ilaçlar ;

1.Hücreye giriş öncesi etkili ilaçlar

2.Virusların hücre girişini inhibe eden ilaçlar

3.Viral partiküllerin sentezi üzerine etkili ilaçlar

4.Assembly fazında etkili ilaçlar

5.Viral partiküllerin salınım ( Release ) fazında etki-

li ilaçlar olarak sınıflandırılabilir.

1.Hücreye giriş öncesi etkili ilaçlar:

Virüslerin reseptöre bağlanması, konak hücresine girmeden önce zarf yapısından kurtulması ve hücre içerisi-ne giriş aşamaları antiviral ajanların geliştirilmesinde bilin-mesi gereken önemli aşamalardır. Viral partiküllerin hücre içerisine girmesi iki şekilde engellenebilmektedir.

a.) Virus yüzeyinde bulunan ve konak hücre resep-törlerine bağlanmasını sağlayan protein (Virus associated protein – VAP) yapısına benzer proteinler antiviral ajanlar olarak sentezlenebilmektedir. Hücre yüzeyinde bulunan spesifik reseptörlere bağlanabilen bu proteinler virusların hücrelere tutunmasına engel olmaktadır.

b.) Hücrelerin yüzeyinde virusların bağlanabildiği spesifik reseptör yapıları sentetik olarak antiviral etki gös-termesi amacıyla oluşturulabilmektedir. Bu reseptörler VAP ile birleşerek virusların konak hücrelere bağlanmadan tutulmasını sağlayabilmektedir.

2.)Virusların hücre girişini inhibe eden ilaçlar:

Viruslar, hücreye bağlandıktan sonra konak hücreye girişi-ni engelleyen “giriş-inhibe edici” veya “ giriş-bloklayıcı ” çeşitli ilaçlar özellikle HIV gibi viruslara karşı kullanılmak-tadır.

Bu ilaçlar arasında “soyunma” inhibitörleri, zarflı viruslarda hücreye bağlanan virusların zarf çıkarma aşa-masında etki göstermektedir. Zarf yapısından ayrılamayan viruslar konak hücre içerisine girememektedir. Bu ilaçlara örnek olarak Pleconaril, Amatadine ve Rimantadine verile-bilir.

3.)Viral Partiküllerin Sentezi Üzerine Etkili İlaçlar:

Viruslar konak hücre içerisine girdiklerinde çeşitli enzim ve ben-zeri maddeler yardımıyla kendi nükleik asit materyallerini çoğalt-maktadır. Bu aşamada çeşitli gö-

revleri olan enzimleri deaktive eden ilaçlar virusların kendilerini çoğaltmalarına engel olmaktadır.

Reverse transkriptaz inhibitörleri, RNA virusların kendi genetik materyallerini hücre içerisinde çoğaltabilme-leri için kullandıkları reverse transkriptaz enzimini inhibe ederek normal transkripsiyonun oluşumu engellenmekte-dir. Bu şekilde virusun genetik materyali hücre içerisinde çoğaltılamadığından virusun etkisi ortadan kaldırılmış olur. Bu ilaçlara örnek olarak Acyclovir, Zidovudine ve Lamivudine verilebilmektedir.

Virusların genetik materyalini DNA’ya aktardıktan sonra çoğalması için gerekli olan integraz enzimi inhibitör-leri DNA’nın spesifik parçalara bölünmesini engellemekte-dir. Bu etki sayesinde DNA üzerinde bulunan virus genetik materyali çoğaltılamamaktadır.

Virusların genetik materyallerinin çoğalmasını engel-lemek için transkripsiyon aşamasındaki reaksiyonlar engel-lenmeye çalışılmaktadır. Virusların genetik materyalleri kendi proteinlerinin sentezi amacıyla mRNA oluşturmakta-dır. Bu aşamada etkili olan antiviral ajanlar DNA’nın trans-kripsiyonunu engellereyek etkisini gösterebilmektedir.

Translasyon aşamasında ise virusun DNA veya RNA diziliminde bulunan kritik bölgeleri tamamlayıcı özelliğe sahip moleküller sentezlenerek virusun çoğalması engellen-mektedir. Bu tür moleküller bağlandıkları bölgede ilerleme-yi bloklayarak etkilerini göstermektedir. Bu tür molekülle-re “ Antisense ” molekül ismi verilmektedir. Formivirsen isimli ilaç bu moleküllere örnek olarak gösterilebilir.

Yine translasyon aşamasında sentetik ribozom yapı-ları antiviral ilaçlar olarak etki göstermektedir. Sentezlenen ribozomlar istenmeyen DNA ve RNA moleküllerini kese-rek inhibe eder. Bu tür ilaçlar insanlarda hepatit C virusu ve HIV virusuna karşı geliştirilmektedir. Proteaz inhibitör-leri ise bazı virusların yapısında bulunan proteaz enzimini deaktive etmektedir. Proteaz enzimi ile viral proteinler ge-rekli boyutlarda kesilerek yeni kapsid yapıları sentezlen-mektedir. Bu enzimin inhibisyonu ile virus için gerekli olan protein yapıları sentezlenememektedir.

Resim 5: http://www.paranoias.org201106glass-microbiology-by-luke-jerram

Sayfa 11

Resim 3: http://www.saglikbilgisi.gen.tr

Resim 4: http://www.saglikbilgisi.gen.tr

Page 14: Hippocampus 3. sayı

BARIŞHAN DOĞAN

4.)Assembly fazında etkili ilaçlar :

Viral proteinler sentezlendikten sonra virusun yapısı-na uygun bir şekilde dizilim göstermektedir. Bu aşamada etkili olan ilaçlar sentezlenen proteinlerin virus yapısına göre dizilimini engelleyerek virusun konak hücreden çıkışı-na engel olmaktadır. Bu ilaçlara örnek olarak Rifampicin verilebilmektedir.

5.)Viral Partiküllerin Salınım (Release) Fazında Etkili İlaçlar :

Viral partiküller oluşturulduktan sonra konak hücre içerisinden çıkarak diğer hücrelere bağlanmakta ve bu şe-kilde sayısını arttırmaktadır. Bu aşamada “ neuraminidaz ” isimli influenza viruslerin yapısında bulunan bir enzimi deaktive ederek virus yayılımı engellenebilmektedir. Bu ilaçlara örnek olarak özellikle son zamanlarda ön planda olan Zanamivir ve Oseltamivir isimli ilaçlar verilebilir. Ay-rıca immun sistem uyarıcı ilaçlar özellikle interferon sente-zini arttırarak viruslara karşı etkili olabilmektedir.

Tablo 20,1: Önemli antiviral ajanlar ve hedefleri (Ergünay,

K. 2004. Moleküler Viroloji)

Virus Antiviral İlaç Hedef Yapı

İnsan İmmunyetmezlik

Virusu ( HIV )

Zidovudine(AZT)

Didanosine(ddI)

Zalcitabine(ddC)

Stavudine(d4T)

Abacavir(1592U89)

Viral Reverse

Transkriptaz

Nevirapine

Delavirdine

Efavirenz

Viral Reverse

Transkriptaz

Indinavir

Ritonavir

Saquinavir

Nelfinavir

Amprenavir

Viral Proteaz

Herpesviruslar

Asiklovir, Idoksurudin

Valasiklovir, Foskarnet

Pensiklovir , Sidofovir

Famsiklovir ,Vidarabin

Trifluridin ,Gansiklovir

Viral DNA

Polimeraz

Picornaviruslar

Arildone , Plecoranil,

WIN bileşikleri

Viral Kapsid Proteini

Influenza Virus

Amantadin, Rimantadin

Viral Matriks Proteini

Zanamivir, Oseltamivir

Viral Nöramini

daz

Hepatit-C Virusu

Ribavirin Viral RNA Polimeraz

Interferon-α

Hücresel Enzim

Aktivas-yonu

Hepatit-B Virusu

Lamivudin Viral

Polimeraz

Interferon-α

Hücresel Enzim

Aktivas-yonu

Sayfa 12

Page 15: Hippocampus 3. sayı

BARIŞHAN DOĞAN

Antiviral Therapy Neden Önemlidir ?

Dünyada özellikle zoonoz hastalıklar başta olmak üzere birçok viral kökenli hastalık canlılarda önemli sağlık problemlerine sebep olmaktadır. Bu tür hastalıklara karşı hızlı bir şekilde etki gösteren tedavi yöntemlerinin geliştiril-mesi hastalığın prognozu açısından büyük öneme sahiptir. Antiviral ilaçların birçoğu hücresel mekanizmalar üzerin-den, virusların üremesini etkilediğinden olumsuz etkilere sahip olabilmektedir. Fakat viruslar üzerine etkileri daha ön planda olduğu durumlarda bu tür ilaçların kullanımı gerek-li olabilmektedir. Son yıllarda ortaya çıkan ve hızlı bir şekil-de bulaşabilen Avian influenza, Swine flu gibi hastalıkların tedavisi amacıyla antiviral ilaçların kullanımı, oluşabilecek ciddi sağlık problemlerine engel olmuştur.

İnterferonlar Ve Antiviral Etkileri

İnterferonlar, vücut hücrelerinin bakteri, parazit ve viruslar gibi yabancı etkenlere karşı sentezlediği, sitokinler sınıfında yer alan, glikoprotein tabiatında bir moleküldür.

İmmun sistem fonksiyonlarında önemli görevleri olan interferonların bir kısmı, virus hastalıklarının tedavi-sinde de kullanılmaktadır. İnterferonlar farklı yapı ve etkin-liklere sahip olan α , β ve γ gruplarından oluşur.

a-interferon, reseptörüne bağlanması sonucunda RNase-L enzimini aktive etmektedir. RNase-L enzimi, hüc-relerin RNA’larını parçalayarak viral ve hücresel RNA fonksiyonlarını baskılar. Böylece hücredeki protein sentezi durdurulur.

β-interferon, fıbroblastik hücrelerde viral stimülüs ile indüklenen düşük pH'ya dayanıklı iki glikoproteinden olu-şan, antiviral bir inhibitördür.

γ-interferon, T lenfositler tarafından üretilen, bağışık-lık sistemi uyarıcı ve doğrudan viral replikasyon inhibe edicidir. Ayrıca Antiviral immunoregülatör ve Anti-tümör özellikleri de bulunmaktadır.

IFN direk olarak antiviral etkili değildir, ancak virüs ile karşılaşan hücrelerden çok sayıda efektör proteinin yapı-mına neden olur. IFN önce hücre yüzeyindeki spesifik re-septörlere bağlanır, daha sonra virüs ve hücre tipine bağlı olarak;

• viral penetrasyon,

• viral tomurcuklanma,

• mRNA’nın sentez veya metilasyonu,

• viral proteinlerin translasyonu, basamak-larına engel olur.

Antiviral İlacın Etkinliği

Virus’a ait spesifik mekanizmaları baskılayan her Antiviral ajana karşı mutasyonlarla direnç gelişimi, virusun replikasyonu sürdüğü sürece kaçınılmazdır. Bu konuda önem kazanan nokta, ilacın viral replikasyonu, dirençli mutantlar ortaya çıkmayacak düzey ve etkinlikte baskılaya-bilmesidir. Viral replikasyon efektif olarak baskılandığı sü-rece, enfekte hücreler, ilaç direnci oluşmasına imkanı olma-dan immun sistem tarafından temizlenecek ya da direnç uzun süre sonra, devam eden düşük düzey replikasyona bağlı olarak ortaya çıkacaktır.

Antiviral Direncin Saptanması

Antiviral ilaçlara karşı oluşan direnç Genotipik veya Fenotipik yöntemler kullanılarak saptanmaktadır.

Genotipik yöntemler, dirençten sorumlu olan mutas-yonların viral genomda varlığının çeşitli moleküler yöntem-lerle saptanması esasına dayanır. Bu yönteme örnek olarak PCR, RT-PCR gösterilebilir.

Fenotipik yöntemler, ise hastadan elde edilen virusun ya da viral genomun bir kısmının in vitro ilaç etkisi altında üreme/replikasyon yeteneği saptanır. Bu yönteme örnek olarak ise hücre kültürü deneyleri gösterilebilir.

Antivirallere karşı direncin in vitro testlerle rutin olarak saptanmasını engelleyen sorunlar, testlerin pahalı, rutin mikrobiyoloji laboratuarında uygulanmayacak kadar komplike olması ve alanında uzman kişilerin sayıca az ol-masıdır.

K A Y N A K Ç A

1. Brady R C, Bernstein D I . Treatment of herpes simplex virus infections. Antiviral Research 61:73-81;2004.

2. Rotbart H A. Review: antiviral therapy for enteroviruses and rhinoviruses. Antiviral Chem Chemotherapy 11: 261-271;2000.

3. Vajpayee M, Mahotra N. Antiviral drugs against herpes infections. Indian Journal of Pharmacology 32:330-338;2000.

4. Pillay D. Emergence and control of resistance to antiviral drugs in resistance in herpes viruses, hepatitis B virus, and HIV. Communicable Disease and Public Health. 1: 5-13;1998.

5. McKinlay M A. Recent advances in the treatment of rhinovirus infections. Current Opinion in Pharmacology 1: 447-481;2001.

6. Cann A J. Principles of Molecular Virology Elsevir Academic Press, San Diego, California, USA, 2001.

7. Nokes J D, Cane P A. New strategies for control of respiratory syncytial virus infection. Current Opinion in Infectious Diseases. 21(6): 639-643.

8. Bishop N E. Examination of potantial inhibitors of hepatit A virus uncoating. Intervirology. 41(6): 261-271;1998.

9. Almela M J, González M E, Carrasco L. Inhibitors of poliovirus uncoating efficiently block the early membrane permeabilization induced by virus particles. Journal Virology. 65(5): 2572-2577;1991.

10. Berginer P, Troy D A, Remington J P. Remington, the science and practice of pharmacy. Hagerstwon, MD; Lippincott Williams & Wilkins. P 1419; 2006.

Resim 6 : http://explow.com

Sayfa 13

Page 16: Hippocampus 3. sayı

Dr. ALİ EVREN HAYDARDEDEOĞLU

G erontoloji; geras (ileri yaş) ve logos (bilim) kelimelerinin birleşiminden oluşan yaşlan-ma olaylarını ve fizyolojisini

inceleyen bilim dalıdır. Geriatri ise, geras ve iatros (hekimlik) kelimelerinin birleşiminden oluşmuş yaşlılıkla gelişen hastalıkları ile sorun-ları ve sağaltımlarını inceler (Barut, 2000). Geriatrik sözcüğü insanlarda olgun anlamında kullanılmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü insan-larda orta yaşlılığı; 49-59 yaşlar arası, yaşlılığı 60-74 yaşlar arası, en yaşlı hali ise 75’in üzeri ola-rak geriatrik olarak tanımlamıştır. Geriatrik sağ-lık koruma programına, yaşlıların izlenmesi ile başlanabilir (Goldston, 1989). Hayvanlarda ge-niş bir tür ve ırk çeşitliliği bulunduğundan hay-vanları geriatrik olarak tanımlayabilecek spesi-fik bir yaş bulunmamaktadır. Buna rağmen ön-görülen, yaşam süresinin % 75’ine ulaşan hay-vanların geriatrik olarak tanımlanması genel bir kabul görmüştür (Hoskins ve McCurnin, 1997).

Kedi ve köpeklerde ilerleyen yaşlarda

reflekslerin zayıflaması, ağız ve burun bölgesin-deki kıllarda ağar-ma, hareketlerin yavaşlaması gibi dış görünüşte de-ğişimler olduğu bildirilmektedir. Geriatri tanımı kedi ve köpek ırk-larına göre değişe-bilmektedir. Ge-

nelde köpeğin ömrünün bir senesi insanda yedi yıla karşılık geldiği söylenmektedir. Bu yaşlan-ma süreci köpeğin cinsine göre büyük farklılık gösterir. Genellikle küçük ırklar, büyük ırklara göre ve karma ırklar, saf ırklara göre daha uzun yaşarlar. Genel bir perspektiften bakıldığında geriatrik olarak değerlendirme köpeğin erişkin ağırlığıda dikkate alınmaktadır (Glowaski, 2002).

Yaşlılığın başlangıcı;

Küçük yapılı köpeklerde (<10 kg) 9-13 yaş

Orta yapılı köpeklerde (11-25 kg) 9-11.5 yaş

Büyük yapılı köpeklerde (26-45 kg) 7.5-10.5 yaş

Çok büyük yapılı köpeklerde (>45 kg) 6-9 yaş

Kedilerde 8-10 yaş olarak kabul edilmekte-dir (Glowaski, 2002).

Bu dönemde organ fonksiyonlarında

meydana gelen değişiklikler normaldir. Ancak Veteriner hekimler ve hayvan sahipleri bu deği-şikliklere uyum sağlayabilmek için gerekli ön-lemleri almalıdırlar.

Yaşamın evresi üç kısma ayrılabilir. Bun-lar, büyüme, olgunluk ve yaşlılık evresi (Tiramis, 1978). Genellikle köpeklerde büyüme evresi bir ve iki yaşlar arasında tamamlanır. Olgunluk evresi; büyümenin durduğu zaman-dan organlarda yaşlılığa bağlı gelişen fonksiyon bozukluklarının ortaya çıktığı zamana kadar geçen süredir. Fizyolojik olarak yaşlı hayvanlar genç hayvanlarla aynı kabul edilemez. Yaşlılık kendi başına bir hastalık değil aksine azalmış organ fonksiyonu ve hastalıklara karşı duyarlı-lık artışı ile sonuçlanan biyolojik bir süreçtir. Yaşın etkileri geri dönüşümsüz ve ilerleyicidir (Glowaski, 2002). Organlardaki bu değişimler organizmanın strese ve hastalığa maruz kalma-sıyla birlikte gizli kalan hastalıklar açığa çık-maktadır (Hoskins ve McCurnin, 1997). Yaşlan-ma evresini açıklamak için çeşitli teoriler ileri sürülmüştür. Genetik teoride hücre organ ve canlıların yaşam süreleri daha önceden belirlen-miştir. Çeşitli genetik hasarlar ve yaralanmalar ortalama yaşam süresini kısaltmaktadır (Mosier, 1990). İmmunolojik teorilerde yaşlılığın immun sistemdeki değişikliklerden kaynaklandığı belir-tilmektedir. Bu değişiklikler; supressor veya T lenfositerin fonksiyonlarında azalma, otoantikor üretiminde yükselme ve immun sistemin du-yarlılığında azalmadır (Mosier, 1990). Diğer teorilerde ise; hücre içinde artık ürünlerin birik-tiği ve hücresel hasar ya da yaşlılıkla ilgili hücre sayısında azalmanın meydana geldiği savunul-maktadır. Yaşlılığın nedenleri, hücre membran fonksiyon ve yapısal değişiklikler, hücre içinde lipofusin birikimi, hücresel enzimlerin artması ya da azalması DNA’nın yıkımlanması, serbest oksijen radikallerinin dokuları yıkımlaması ve hücresel mutasyonlardır (Mosier, 1990).

K ED İ V E K Ö P EK L E R D E G E R İ A T R İ

A

N

K

A

R

A

Ü

N

İ

V

E

R

S

İ

T

E

S

İ

V

E

T

E

R

İ

N

E

R

F

A

K

Ü

L

T

E

S

İ

Dr. ALİ EVREN HAYDARDEDEOĞLU

Ge

nel

de

köp

eğin

öm

rün

ün

bir

sen

esi i

nsa

nd

a ye

di y

ıla k

arşı

lık g

eld

iği s

öyl

enm

ekte

dir

. Bu

yaş

lan

ma

süre

ci k

öp

eğin

cin

sin

e gö

re b

üyü

k fa

rklıl

ık g

öst

erir

. Ge

nel

likle

çük

ırkl

ar, b

üyü

k ır

klar

a gö

re v

e ka

rma

ırkl

ar, s

af ır

klar

a gö

re d

aha

uzu

n y

aşar

lar.

Sayfa 14

Page 17: Hippocampus 3. sayı

Dr. ALİ EVREN HAYDARDEDEOĞLU

Geriatrik hayvanlarda hastalıklar; azalan organ fonk-siyonu ile birlikte hastanın yaşına bağlı olarak ortaya çıka-bilmektedir (Glowaski, 2002). Geriatrik hayvanlarda fizyo-lojik olaylar ve hemostatik mekanizmalar devamlı olarak yavaşlar bu nedenle hayvanlarda ciddi olmayan çizik gibi yaralanmalarda bile ölüm riski ortaya çıkabilir. Yaşlılık ev-resinde meydana gelebilecek bir rahatsızlık çok önemlidir ve sağaltımı çok uzun sürebilir (Mosier, 1990). Rat, insan ve köpeklerde yapılan çalışmalarda yaşlılık sürecinde meyda-na gelen metabolik değişiklikler metabolizmada yavaşla-ma, strese dayanma yeteneğinde azalma, oksidatif metabo-lizmadaki değişiklikler, termoregülasyon kapasitesinde düşme ve susuzluk hissinde azalma olarak dikkat çekmek-tedir (Kirk, 1978). Köpeğin vücut ısısının düzenleme yetene-ğinin düşmesi; ısı üretiminin azalması ve periferal vazomotor mekanizmaların yavaşlaması sonucunda mey-dana gelmektedir. Yaşlılıkta susama hissinin azalması, ozmoreseptörlere kan akımını sağlayan kapiller damarlarda fibrozise ve lateral superior hiptalamusta ozmoreseptörlerin sayısında azalmaya bağlı olmaktadır (Kirk, 1978).

Yaşlılıkta yağlanma artmaktadır. Tükrük bezinde ve karaciğerde yağlanma meydana gelmektedir. Tükürük be-zinde yağlanma tükrük sekresyonunda azalmaya yol açar. Yaşlı köpeklerde serum biyokimyasal profillerinde, alkaline fosfataz, fosfor, kolesterol konsantrasyonları yükselme eği-limindedir (Sheffy, 1985). Geriatrik köpeklerde endojen tok-sinler, letarji, dehidratasyon, dokuların yaralanmasına ne-den olduğu için önemli bir problemdir. Özellikle gingivitis ve diş taşı problemlerinde toksinler ağız boşluğundan önemli düzeyde emilirler. Toksinlerin diğer kaynağı gastrointestinal sistem lezyonlarıdır. Geriatrik hayvanların hareketlerinin yavaşlaması gıdaların gastrointestinal kanal-dan geçiş sürelerinin yavaşlaması toksinlerin daha fazla emilmesine yol açar. Karaciğerde yağlanma ve kan sirkülas-yonunun kötü olması toksinlerin detoksifiye edilmesini güçleştirir. Protein metabolizmasındaki artık ürünler böbre-ğin süzme kapasitesini aştığı zaman kanda birikir (Mosier, 1990).

Sağlığın korunması ve birçok hastalığın kontrol altın-

da tutulmasındaki temel faktörlerden en önemlisi diyettir. Bireylerin biyokimyasal farklılıklarına bağlı olarak belirli besin maddelerinin farklı miktarlarına gereksinim vardır. Gastrointestinal ve üriner sistemde yaşlılığa bağlı olarak ortaya çıkan değişiklikler organizmadaki metabolik deği-şikliklerin de katılmasıyla geritarik hayvanın besin gereksi-nimlerini değiştirebilir. Kronik organ hastalıkları, kalp yet-mezliği, böbrek yetmezliği gibi hastalıklar da diyetin değiş-tirilmesine bağlı olarak ilerleyebilir ya da gerileyebilir (Mosier, 1990). Geriatrik petlerin sağlıklı ve uzun yaşaması için özel diyet değişiklikleri yapılır. Sodyum, kalsiyum, fosfor, fitat, doymuş yağ ve yüksek kalorili besinler kısıtla-nır ya da bu besin maddelerinin eksikliğinde protein, doy-mamış yağ asitleri, vitaminler, mineraller diyette gerekli oranda katılır (Lewis ve Morris, 1984). Geriatrik hayvanla-rın beslenme durumunun değerlendirlmesinde deri önemli bir unsurdur. Deri ve kıl yapısının bozulduğu zaman çinko içeren maddeler verilmesi gereklidir (Robertson, 1963; Morley, 1980).

Geriatrik hayvanların sistematik muayenesinde dik-kat edilmesi gereken hususlar; abdominal palpasyon, dental muayene, kulakların ve gözlerin inspeksiyonu, kas iskelet sisteminin muayenesi, rektal muayene ve prostat bezinin palpasyonu, deri ve kıl örtüsü ve tırnak muayenesi, göğüs boşluğu ve kalbin oskültasyonu ile birlikte laboratu-ar muayeneleri ve bunlara bağlı olarak kapsamlı bir geriatrik izleme programı uygulanmasıdır (Hoskins ve McCurnin, 1997). Yapılan biyokimyasal ve hematolojik de-ğerlendirmelerde tam kan ve serum biyokimyasal profilleri genellikle olası organ hasarına yönelik olmalıdır.

Geriatrik Hayvanlarda Yaşlılığa Bağlı Gelişen Fiz-yolojik Değişiklikler

Geriatrik hayvanların genç hayvanlara göre hastalık-lara duyarlılığı ve yakalanma oranı daha fazladır. Yaşlan-mayla birlikte lipid dokuların oranı diğer dokulara göre artar. Bunun yanında metabolik olarak aktif dokularda ve yağsız beden kitlesinin yıpranmasını yansıtan intraselüler sıvılarda önemli azalmalar olur. Maksimum oksijen tüketi-minde ise kas dokusundaki kayba bağlı olarak düşüş göz-lemlenir. Yaşın ilerlemesiyle oluşan daha fazla dinlenme isteği ve kardiyak outputtaki azalma, vücut kitlesinin azal-dığının bir göstergesidir. Vücut ısısı da bunlara bağlı olarak düştüğünden geriatrik hastaların normal hipotalamik termostatik düzenlemeleri yapmalarına karşı genç yetişkin-lere göre vücut sıcaklıklarının daha düşük olduğu gözlem-lenmektedir (Barut, 2000). Kan dolaşımının bozulması, or-gan rezervlerinin azalması, enzim fonksiyonlarının değiş-mesi, ilaçların ekskresyon oranlarının düşmesi yaşlılıkla ilgili diğer değişikliklerdir. Bu değişikliklere bağlı olarak ilaçların seçimi ve doz oranı da değişir. İlaçların emilimini etkileyen faktörler, hidroklorik asit sekresyonunun düşme-si, gastrik boşalma süresinin uzaması, intestinal kan akımı-nın azalmasıdır. Kardiak outputtaki düşme ve karaciğerin ilaçları metabolize etme yeteneğinin düşmesi ilaçların metabolize olmasındaki aksama ilaçların kan konstrasyonlarındaki yükselmelerine neden olur. Renal kan akımında ve glomerüler filtrasyondaki düşme ile ekskresyon oranı azalır. Yaşlı hastalarda farmakokinetik faktörlerden dolayı emilme, dağılma, metabolize olma ve ekskresyonda değişiklikler meydana gelir (Mosier, 1990).

Geriatrik Hayvanlarda Sağlık Bakım Programları Veteriner kliniğine getirilen hayvanların önemli bir

bölümünü geriatrik köpek ve kediler oluşturur. Bir veteri-ner hekimin geriatrik kedi ve köpeklere karşı sorumluluğu; vücut sistemlerinin bozulmalarının doğal yaşlanma süre-cinden daha hızlı bir şekilde oluşmasını geciktirmek veya en azından bunları minimuma indirmek, ve hatta haftalar veya aylar sonrası için ileri bir yaşam kalitesi sunmaktır (Goldston, 1989, Mosier, 1987).

Sayfa 15

Page 18: Hippocampus 3. sayı

Dr. ALİ EVREN HAYDARDEDEOĞLU

Hekimliğin icrasında, cerrahi tedavi ve uygun bir beslenme planının kullanımıyla birlikte temel olarak geriatrik köpek ve kediler için yeniden yapılandırılmış sağ-lık bakım programının uygulanması hedeflenir (Hoskins 1993). Geriatrik sağlık koruması kan ve idrar testlerinin kullanımını da kapsar. Sağlıklı görünen ve hasta hayvanlar-da düzenli olarak uygulanan laboratuvar testleri ile önce-den nadir olduğunu düşündüğümüz ancak sık görülen has-talıkların spektrumunun farkına varmamıza imkan sağlar. Anormal laboratuvar değerleri tamamen araştırılmalı ve gerek görülürse yardımcı teşhis metodlarına başvurulmalı-dır. Temel ve düzenli olarak elde edilen veriler hakkında hayvan sahiplerin bilgilendirilmesi ve hayvanın hayatı bo-yunca sürekli izlenmesi için gerekli laboratuvar testlerinin programı yapılır. Yaşlı hayvanlarda başarı ve memnuniye-tin en yüksek seviyesine ulaşmak için hayvan sahiplerin esaslı bir eğitimi ve yüksek kalitede çalışması ile sağlanır.

İdrar ve kan testlerinin önerilmesi için hastalıktan şüphe edilene kadar bekleniyorsa, hayvan sahibinin koruyucu hekimliğin değerini anlaması zor olur. Geriatrik köpek veya kedilerin sahipleri en azından yıllık olarak hayvanlarının muayene edilmesi konusunda teşvik edilmelidir. Düzenli programlanan aşılamalar ile iç ve dış parazit kontrolleri tavsiye edilmeli ve hatta bu konunda diretilmelidir. Hangi aşının ne kadar sıklıkla uygulanacağı; hayvanın enfeksiyöz ajanlara maruz kalma riskinin ve immun kökenli bir hastalı-ğın gelişme ihtimalinin belirlenmesine dayalı olarak tavsiye edilmelidir. Geriatrik bir hayvanda dahi dışkı muayenesi yapılmalıdır. Eğer hayvanda klinik bulgular varsa deri ka-zıntısı alınıp incelenmelidir. Geriatrik hayvanlarda en sık görülen parazitler pire, kene, kulak uyuzu ve şeritleri içeririr. Kancalı kurtlar, kamçılı kurtlar, giardiya türleri ve demodeks türleri gibi diğer parazitler de immun sistemin zayıflanmasından dolayı yaşlı hayvanlarda görülebilir. Ço-ğu hayvan kalp kurdu, pire ve kene için önleyici ilaçlar al-malıdır. Bu önleyici ürünlerin yaşlı hayvanlarda ve hatta yavru hayvanlarda dahi kullanımı prospektüsteki açıkla-malara uyulduğu takdirde güvenlidir. Köpek ve muhteme-len kedilere kalp kurdu hastalığı için her yıl tekrarlanan testlerin yapılması tavsiye edilir. Koruyucu hekimliğin di-ğer önemli bir tarafı da, özellikle beslenme, düzenli egzer-siz, doğal yaşlanma süreci, kanser ve onun etkileri ve kay-bedilen ve sahiplendirilen hayvanlar için danışma servisleri alanlarında hayvan sahiplerin bilgilendirilmesidir. Bu tarz danışman tavsiyeleri, hayvan sahiplerinin kaliteli eğitim bilgileri ile donanmasını sağlar. Veteriner hekim ve hastane personeli, halk sağlığı hakkında her yaştaki insanın eğiti-minde can alıcı rol oynar (Hoskins, 2004).

KAYNAKÇA

Barut A. (2000) Geriatrik Kedi ve Köpeklerde Anestezi. A.Ü Sağ. Bil. Seminer No:1

Glowaski, M.M. (2002) Anesthesia for the Geriatric Patient. Tufts University North Grafton, MA, USA

Goldston, R.T. (1989) Geriatrics and gerontology. Vet. Clin North Am Small Anim Pract 19:1-202

Hoskins JD: Geriatric preventive medicine. In geriatric medicine, St, Louis, 1993, Ralston Purina.

Hoskins, J.D, McCurnin, D.M (1997) Geriatrics and Vet. Clin North Am Small Anim Pract 27:195-616

Kırk, R.W (1978) Small Anim Geriatric and Pediatric Practice Cornell Vet 68 (Suppl.7):268-275

Lewis, L.D.; Morris, M.L. (1984) Feeding Dogs In small Anim Clin Nutr, 2nd Ed. Mark Morris Associates, Topeka. Kan, pp 2-30.

Hoskins J.D: Geriatrics and Gerontology of Dog and Cat Chapter 23 Health Care Programs page Copyrigth Elsevier Saunders 2nd

edition 375-379 2004.

Mosier J: (1987) How aging affect body systems in the dog. In Geriatric medicin: contemporary clinical medicine and practice management approaches, Lenaxa, Kan, Veterinary Medicine Publishing.

Robertson, B.T., Burns, M.J. (1963) Zinc Metabolism and Zinc Deficiency Syndrome in the Dog AJVR 24:997-1002

Sheffy, B.E (1985) Nutrition of Geriatric Dog Cornell Vet 75:324-347

Tiramis, P.S (1978) Biological Perspectives on Aging Amer. Scient 66(5):605-612

Anonim. http://tallpastor.blogspot.com/2012/04/old-dog-new-tricks.html (Erişim tarihi: 06 Eylül 2012)

Anonim. http://runningthroughfog.wordpress.com/2011/04/ 27/old-dog-old-tricks/ (Erişim tarihi: 06 Eylül 2012)

Anonim. http://colette-kzlarm.blogspot.com/2012/08/dostluk-

ve-sadakat.html (Erişim tarihi: 06 Eylül 2012)

Anonim. http://bianet.org/bianet/hayvan-haklari/114965-kopek-ebru-ve-sizlattigi-vicdanimiz (Erişim tarihi: 06 Eylül 2012)

Sayfa 16

Page 19: Hippocampus 3. sayı

SELAHATTİN HALİL ERGİN

D avranış; canlıların dış dünya-ya karşı gösterdikleri beden-sel tepkilerin genel adıdır. Canlının çevreyle etkileşim

ve uyum mekanizmalarının toplamını da içerir ve çevreye en iyi uyum sağlayan canlının ev-rimsel düzeyde hayatta kalma olasılığı daha yüksektir. Davranış, kompleks bir olay oldu-ğu için bileşenleri mevcuttur. Bunlar; psikoloji, nöroloji, antropolojinin konusuna giren sayısız hareket ve uyum şeklidir. (3)

Gelişmiş olan hayvanların iç ve dıştan gelen uyarılara karşı geliştirdikleri tepkiler sinir ve hormon sistemleri tarafından kontrol edilir. İç dengeyi de sağlayan bu tepkiye homeostazi denir. Canlının genetik olaylara oluşturduğu davranışlara içgüdü denir. Örneğin; hayvanlar-da göç etme, üreme ve yavrularını besleme gibi davranışlar. Refleks ise canlılarda etkiye karşı oluşan ani ve değişmez tepkiler olarak isimlendirilir(3). Canlılarda yeni davranış oluş-ması için bunun bir şekilde öğrenilmesi gerekir. Öğrenme şekilleri ise;

İzleme yoluyla öğrenme

Şartlanma yoluyla öğrenme

Deneme yoluyla öğrenmedir.

Davranış Bozukluğu

D a v r a n ı ş problemleri kedi ve köpeklerde yay-gın olarak gözlen-mektedir ve bu problemlerin olu-şumunda pek çok sebep etkilidir. Bu nedenle davranış problemlerinin değiştirilmesi için de farklı sağaltım yolları uygulanmaktadır. Sağaltıma başlamadan önce ilk olarak muhte-mel medikal sebepler elimine edilmesi gerekir. Tanı konulduktan sonra sağaltım seçenekleri ve prognoz hakkında hasta sahibiyle görüşülmeli-dir. Sağaltımda farmakolojik yaklaşımın yanın-da feromonoterapi, problem olan davranışın değiştirilmesi, sahibinin tutumunun değiştiril-mesi, cerrahi müdahale ve alternatif sağaltım uygulamaları gibi seçeneklerden yararlanılabilir(2).

Davranış problemlerine evcil köpeklerde ve kedilerde oldukça sık karşılaşıldığı ve ötena-zinin en yaygın nedeni olduğu bildirilmektedir. Örneğin; köpeklerin % 60’ında ev içinde ürinasyon, defekasyon ya da ziyaretçilere karşı aşırı reaksiyon gösterme gibi en az birkaç kü-çük, %20-25’ninde ise, agresyon ve yağmacılık gibi ciddi problemlere sahip oldukları rapor edilmiştir(1). Davranış bozukluklarının sağaltı-mında amaç, hayvan sahipleri ve hayvanların yaşam kalitelerini yükseltmektir. Problemin tanısı doğru olarak yapılmalı ve farmakolojik yaklaşım ya da davranış değiştirme stratejileri hazırlanmalıdır. Davranış probleminin sağaltı-mında kullanılacak olan ilaçların her hastada iyi sonuç vermeyebileceği ve beklenmeyen yan etkilerinin oluşabileceği unutulmamalıdır. Eğer bu kurallara uyulursa hayvanların davra-nış problemlerinin düzeltilmesinde farmakolo-jik yöntemler başarılı bir şekilde kullanılabilir. Ayrıca ek olarak feromonoterapi, problem olan davranış söndürme ve yok etme, sahibin tutu-munu değiştirme uygulanabilir.

1.Agresyon ve Sağaltımında Kullanılan İlaçlar,

Agresyon sınıflandırılması, problemin sağaltımı ve farmakolojik yaklaşım açışından yararlıdır. Kedilerde agresyon; yağmacı davra-nışlar, oyunla ilgili davranışlar, kendini savun-ma agresyonu, ezikliğin neden olduğu agresyon, saldırı agresyonu, kişiye bağlı olma-yan genel agresyon, patolojik agresyon olarak sınıflandırılırken, köpeklerde agresyon; korku, endişe ve fobi agresyonu, sahibine karşı agresyon, gıda ile ilgili agresyon, bölgesel agresyon, yağmacı davranışlar ve anksiete ilgili davranışlar olarak sınıflandırılmıştır. Agresyon çeşitliliği farklı beyin merkezleri ve nöromediatörlerinin oluşturduğu cevaptan kay-naklanır. Örneğin ; yağmalama agresyonu kö-kenini hipotalamustan alır ve nörotransmitter asetilkolinin bu agresyonun oluşumunda büyük

etkisi vardır .

K ED İ V E K Ö P EK L E R İ N B A Z I D A V R A N I Ş

P R O B L EM L ER İ V E S A Ğ A L T I M S EÇ EN E K L E R İ G

en

ellik

le S

ağal

tım

a b

aşla

mad

an ö

nce

sah

ibin

in t

utu

mu

nu

n d

eğiş

tiri

lmes

i, d

avra

nış

pro

ble

min

de

uyg

ula

nm

ası

pla

nla

nan

sağ

altı

mın

baş

arıs

ı açı

sın

dan

ön

emlid

ir.

A

N

K

A

R

A

Ü

N

İ

V

E

R

S

İ

T

E

S

İ

V

E

T

E

R

İ

N

E

R

F

A

K

Ü

L

T

E

S

İ

S. HALİL ERGİN

Resim 1

Sayfa 17

Page 20: Hippocampus 3. sayı

SELAHATTİN HALİL ERGİN

Etkili agresyon, frontal korteks amigdalarından kö-ken alan ve serotonerjik, katekolaminerjik, kolinerjik ve muhtemelen GABA sistemini içermektedir. Her bir du-rumda agresyon tipinin, beyin merkezi ve muhtemelen içerdiği nörotransmitter sistemi belirlenerek problemin çö-zümü için uygun ilaç seçilebilir. (Bkz:tablo 1)

2.Anksiete, Korku, Fobi ve Sağaltımında Kullanı-lan İlaçlar

Anksiete, korku ve kesin olmayan sebepler tarafında oluşturulan karmaşık bir durumdur. Anksiete akut olabile-ceği gibi, seperasyon anksiete gibi kronik de olabilir. Kro-nik anksiete iştah yada uyku durumlarında gözlenen ciddi değişimler, aşırı tetikte olma ve havlama, bazen de idrar ya da dışkı ile işaretleme davranışlarıyla karakterizedir.

Korkular, anksieteden çok daha spesifiktir ve sebep ya da sebepleri kesin olarak tanımlanabilir. Hayvanlar yaşadıkları kişilerden (başka hayvanlar ya da insan), du-yusal uyarılardan (ses, ışık, koku ve veteriner ofisine gitme vs. ) korkabilir. Korku agresyonlu kediler arasında utan-gaç kedi potansiyelinin yeri tam olarak bilinmemektedir ve her zaman korkutulan kedilerin agresif oldukları görülmüş-tür. Bu kediler görünüşte hiçbir uyarı olmadan da korkabi-lir. Davranış modifikasyonu, korku agresyonunun gelişti-ği ilk durumda iyi bir sağaltım seçeneğidir. Hayvanlar yeni olaylarda ya da daha önce bildikleri şeylerle farklı şekilde karşılaştıklarında korkarlar. Mümkün olduğu kadar bu korkuların azaltılması için hayvanların özellikle gelişme dönemi olan ilk 8-12 haftasında karşılaşabileceği tüm kor-kularla tanıştırılmalıdır. Bazı ırklarda ise örneğin, Border-Collie’lerin bastonlu kişilerden korkması gibi, kalıtsal kor-kularla da karşılaşılabilir. Fobiler, çok uç ve görünür bir şekilde irritasyona bağlı korkulardır. Fırtına fobisi çok yaygın fobidir.

İlaç sağaltımı tüm sistemleri duyarsızlaştırmak için tasarlanmış olabilir. İlaç seçimi öğrenilen bilgi ve becerile-rin zayıflatacağından dikkatli bir şekilde yapılmalıdır. (Tablo 2)

3.Stereotipik (Obsesif Kompulsif) Davranışlar ve Sağaltımında Kullanılan İlaçlar

Stereotipik hareketler anlamsız ve mantıksız gelen, tekrarlanan davranışlardır. Obsesif kompulsif davranışlar olarak da tanımlanabilen bu davranışlara köpeklerde, daire çizme, kuyruk etrafında dönme, kendini ısırma , pika gibi hareketler örnek olarak verilebilmektedir. Yer değiştirme ve yönlendirilmiş davranışları içeren karmaşık davranışlar stereotipik hayvanlarda alışkanlık olabilir. Stereotipik hare-ketler, davranış haline geldikten sonra davranış düzeltme teknikleri kullanılmasına ve stres oluşturan durumlar orta-

dan kaldırılmasına rağmen devam edebilmektedir.

Stereotiplerin, stresin motor aktivite ile sonuçlanan nigrostrital dopaminerjik nöronlarda geri dönüşümlü ola-rak endorfinleri serbest bırakmasıyla oluştuğu düşünül-mektedir. Serotonin, nigrostadial dopaminerjik yolda in-hibitör etkiye sahiptir. Merkezi sinir sisteminde serotonerjik aktivitenin uygulanması stereotipik davranışla-rın sıklığını azaltır.

ilaç kullanı-

mı ticari pre-

paratı yan etkileri

Neuroleptikler

Acepromazine

Oral, İM-İV

Acepromazine

Sedasyon, Hare-ketlilikte azalma

Azapironelar

Buspirone Oral Buspar Agresyonda

paradoxical artış

Antidepresanlar

Fluoxetine Oral Prozac Anksiete, İştah

azalması

Clomipramine

Oral Anafranil Antikolinerjik

etkiler, Sedasyon

Beta-blokörler

Propranolol Oral İderal

Bradikardi, Kardiovasküler depolama meka-

nizmasının inaktive edilmesi

Pindolol Oral Visken

Anksiete(hızlı soluma, idrar

kaçırma)

Antikonvülzanlar

Fenobarbital Oral Luminalet

ten

Sedasyon, Hepatik fonksi-yon bozukluğu

Fenitoin Oral Epdantoi

n

İlerleyici hepatik yetmezlik

Valproik Asit Oral Convulex

Gastrointestinal rahatsızlık,

Hepatik rahatsız-lık

Diazepam Oral Valium

Sedasyon, Paradoksikal

agresyonda artış, İştahta artış

Diazepam(devamlı kulla-

nım) Oral Diazem

Sedasyon, Paradoksikal

agresyonda artış, İştahta artış

Benzodiazepinler

Diazepam Oral Valium

Sedasyon, Paradoksikal

agresyonda artış, İştahta artış

Alprazolam Oral Xanax

Sedasyon, Paradoksikal he-

yecan

Stimulantlar

Dextroamfetamin

Oral Heyecanlanma, Hiperaktivite

Progestinler

Medroksiprogesterol ase-

tat İM

Depoprovera

Endokrin sistem-de bozukluk

Megestrol asetat

Oral Ovapen Megace

Endokrinal bo-zukluklar

Tablo 1

Sayfa 18

Page 21: Hippocampus 3. sayı

SELAHATTİN HALİL ERGİN

4.Karışık Davranış Problemleri ve Bunların Sağal-tımında Kullanılan İlaçlar

4. 1. Hiperaktivite

Aşırı aktif olan köpekler çok enerjik fakat, psikolojik olarak normal olan köpeklerdir. Bununla birlikte hiperaktivite tanımlaması ve tanısı zor olan medikal bir problemdir. Hiperaktivite belirtileri devamlı hareket, kısa süreli dikkat anı , yavaş öğrenme, dikkatin kolay dağılma-sı ve nadiren agresyon belirtilerinden ibarettir. Aşırı aktif köpekler davranış değiştirme ve farmakolojik sağaltımı kombinasyonları ile normale döner. Saptanan hiperaktivite dextroaamphetamin gibi psikosomotiklerin azalan dozları

ile başarılı bir şekilde sağaltımda uygulanabilir.

4. 2. Depresyon

Pek çok davranış bilimci varlığını kabul etmesine rağmen henüz veteriner pratikte araştırılmamış olan dep-resyon, hastanın yakın olduğu insan ya da hayvanın ölme-sini takiben ortaya çıkabilir. Öncelikle hayvanda dikkati çeken olaylar, ilginin azalması, inaktivite ve iştah azalma-sıdır. Bu durumda antidepresanlar kullanmak bir sağaltım seçeneğidir(Tablo 1-2).

Diğer Sağaltım Çeşitleri

Feromonoterapi:

Feromonoterapi bazı davranış problemlerinin sağaltı-mında feromonların kullanılması olarak tanımlanmaktadır. Feromonlarla sağaltımda önemli olan kriterler öncelikle doğru iletişimdir. İstenilen sonucun alınabilmesi için doğru zamanda, doğru yerde, doğru feromonun seçilmesi ve ya-yılması gerekmektedir. Çoğu feromonun etki mekanizması kesin olarak bilinmemekle birlikte, limbik sistemde ve hipotalamusta değişikliklere neden olarak etki ettikleri bil-dirilmektedir.

Karnivorlarda, ilk kedi yüz sentetik feromonu F3’ün idrarla işaretlemenin baskılanması, tırmalama gibi davra-nışları azaltması yanında beslenme, etrafı gözden geçirme ve oyun hareketlerini de düzelttiği bildirilmiştir.

Davranış Değiştirme:

Davranışın değiştirilmesi; iyi davranış için ödüllen-dirme, kötü davranış için cezalandırma, neden olan olayın değiştirilmesi ya da tamamen ortadan kaldırılması, ödül-lendirme zamanının değiştirilmesi ve sistematik unutturma gibi değişik uygulamalar vardır.

İlaç

Kulla-nım şekli

Ticari Pre-paratları

Yan Etkileri

Neuroleptikler

Flufenazin Oral Moditen

Azalan yakala-ma eşiği, ekstrapramidal işaretler, kserptomia, kabızlık

Perfenazin Oral

Azalan yakala-ma eşiği, ekstrapramidal işaretler, kserptomia, kabızlık

Asetilpromazin Oral ve İM-İV

Acepromazine

Sedasyon, ha-reketlerde ya-vaşlama, aza-lan yakalama eşiği

Benzodiazapinler

Diazepam Oral Valium

Sedasyon, paradoksikal heyecan, artan iştah

Klorazepat Oral sedasyon ve artan iştah

Klorazepat dipotasyum

Oral Traxene-SD

sedasyon ve karaciğer hasa-rı

Azapironlar

Buspiron Oral Buspar paradoksikal cevap

Beta-blokörler

Propranolol Oral İnderal

bradikardi, İnaktive edil-miş kardiovasküler depolama me-kanizması

Pindolol Oral Visken

anksiete, hızlı nefes alma, idrar tutamama

Antideprasanlar

Amitriptilin Oral Elavil sedasyon ve azalan iştah

Klomipramin Oral Anafranil antikolinerjik etkiler ve sedasyon

Opioit Antagonistler

Naltrkson Oral Trexan sedasyon

Tablo 2

Resim 2

Sayfa 19

Page 22: Hippocampus 3. sayı

SELAHATTİN HALİL ERGİN

1. İyi Davranış İçin Ödüllendirme, Kötü Davranış İçin Cezalandırma:

Uygun şekilde kullanılan pozitif takviye hayvanın eğitilebilme kalitesini artırır. Örneğin, yemek vermek, öv-gü ve başını okşanması gibi davranışlar ödül olabilmekte-dir. Kötü davranışın cezalandırılması amacıyla; direkt ce-zalandırma aletleri, görüntüleme cihazları, yabancı interaktif cezalandırma aletleri (çekiştirme tasmaları,

ultrasound tasmalar) ve çev-resel cezalandırma (elektrik çitleri, kapanlar) gibi teknik-ler geliştirilmiştir. Ayrıca bu tür aletler içinde korku ve tat içeren ürünler, hapşırık toz-ları, nazal irritantlar da sayı-labilmektedir.

,2. Neden Olan Olayın Değiştirilmesi yada Tama-men Ortadan Kaldırılması:

Bazı koku ya da alışkanlıklardan kaynaklanan idrar yapma davranışlarında bu tür uygulamalara başvurulabilir. Bu amaçla kokuyu biyolojik olarak inaktive eden ürünler, koku eliminatörleri ve enzim ürünleri kullanılabilir.

3. Ödüllendirme Zamanının Değiştirilmesi (Enstürimental Öğrenme):

Daha çok ödüllendirilme hataları sonucu oluşan dav-ranış bozukluklarında etkilidir. İstenmeyen davranışın ödüllendirilmemesi ve hayvanın bu davranışına neden olan uyarıya başka bir şekilde reaksiyon göstermesi öğretilmeli-dir. Örneğin, sahipleri yemek yediği sırada yemek isteyen köpek dikkate alınmamalı ve yemek boyunca yatağına gi-dip yatmış olan köpek ödüllendirilmelidir.

4. Sistematik Unutturma

Önemli olan şartlı uyarı ve şartlı reaksiyon arasında-ki ilişkiyi ortadan kaldırmaktır. Şartlı uyarı olan gök gürül-tüsü ve şartlı reaksiyon olan korku ele alınacak olursa, hay-van sakin bir halde iken hafif tonda oluşturulan uyarı hay-vanın reaksiyonuna göre giderek artırılabilir. Bu yöntem aynı şekilde dominant agresif köpeklerde ve bazı seslere karşı sürekli havlayan köpeklerin sağaltımında da kullanı-labilir. Bunun için sesle yatıştırma kasetleri üretilmiştir.

Sahibinin Tutumunun Değiştirilmesi

Genellikle Sağaltıma başlamadan önce sahibinin tu-tumunun değiştirilmesi , davranış probleminde uygulan-ması planlanan sağaltımın başarısı açısından önemlidir. Hayvan sahibinin köpeğe karşı tutumunun, köpeklerin psikolojik fonksiyonu, istenmeyen davranış oluşması veya korunmasında büyük rolü vardır. Örneğin, eve geldiğinde parçalanmış, ortalığa dağılmış eşyaları gören hasta sahibi sinirlenir ve köpeğini aşırı bir biçimde cezalandırır. Bura-da köpeğin, sahibinin davranışını doğru olarak anladığına

emin olmak gerekir .

Cerrahi Müdahale

1. Kastrasyon:

Amaçsız gezintileri önlemek ya da azaltmak için yararlı olabilir, fakat vakaların yanlız %50-60’ında iyileşme sağlanmış olup, dominant agresyon, seksüel istek artışları ve idrarla işaretlemede güvenilebilir etkisi çok azdır. Bu-nun sebebi erkek yavruların beyninin perinatal hormon dolaşımı tarafından etkilenmesi olabilir. Erkek hayvanlarda kastrasyonla %90 oranında önlendiği ya da azaldığı bildiril-mektedir. Eğer kastrasyon ciddi bir şekilde düşünülürse, bunun muhtemel etkisi delmodione ile önce test edilmeli-dir.

2. Kısırlaştırma:

Kısırlaştırmanın davranış üzerine yararlı etkisi oldu-ğuna dair kesin kanıt yoktur. Aksine dominant agresyon, operasyonu takiben azaltmaktan çok artırabilmektedir.

KAYNAKÇA

1. O’Farrell, V, 1991. Behavioral problems

2. Çakıroğlu, D. , Meral, Y. Etholoji(Hayvan Davranışları) Kitabı Medipress Yayınevi, Malatya

3. Atalay, Öznur. 2004 Kedi ve Köpeklerin Bazı Davranış Prob-lemleri ve Sağaltım Seçenekleri . Erciyes Üniversitesi Veteriner Fakültesi İç Hastalıkları ABD.

4. Tablo 1,2 : KAYA, Sezai ve ark. , Veteriner Farmakoloji Cilt 2, ISBN:9757774626, Medisan Yayınları

5 . Resim 1: htp4. bp. blogspot.com_W8aGLUzxmvkTQFQTk8KdIAAAAAAAAAjQu7Exe_T

VJH8s16005247024455_bb34efcbd9. Jpg (Erişim tarihi:11.06.2012

6. Resim 2: httpwww. animallia.

comassetsimageskedianemikopekdavranissorunbigdog1. jpg (Erişim

tarihi:11.06.2012)

7. Resim 3: http://.usphotomy-

images217welpestuhl8010557801751. jpgsr=1(Erişim tarihi:11.06.2012)

Resim 3

Sayfa 20

Page 23: Hippocampus 3. sayı

MURAT BAL

S üt sığırcılığında istenilen verimle-rin elde edilmesi ve sürünün de-vamı, başarılı bir sürü idaresine bağlıdır. Sürü yönetimi denildi-

ğinde, bir süt sığırı işletmesinden sağlanan geli-ri en üst seviyeye çıkarmak amacıyla, sürü dü-zeyinde yapılması gereken uygulamalar anlaşıl-malıdır. Bir başka ifade ile yetiştiricinin üretim politikası, sürü yönetimi olarak ifade edilebilir.(1)

Bu bağlamda süt sığırcılık işletmelerinde sürü yönetimi, işletmenin devamlılığı ve kârlılı-ğıyla doğru orantılıdır. Sürü yönetimi işletmede çalışan hekimin üzerinde durması gereken esas konudur. Bu bakış açısıyla sürüdeki hayvan sayısına bağlı olmaksızın, bu hayvanlara ait veriler toplanır, değerlendirilir, işletmeye yöne-lik kararlar alınır ve uygulanması sağlanır. İşlet-me kararları için yeterli kayıtların kullanımı, zararda olan birçok işletmeyi kâra geçirebilir. Süt sığırcılığının en çok gelir kaybına neden olan sürü yönetimindeki başlıca aksaklıklar, iyi kayıtların tutulmamasından kaynaklanır. Kötü kayıtlar, birçok hatalara ve kötü sürü yönetimi-ne neden olabilir.

Hayvanları tanımada kullanılan yöntem-ler; kalıcı ve geçici olmak üzere ikiye ayrılır.

Kalıcı yöntemler: Bu yöntemler ile hay-vanların tanınması daha kalıcı olur. Bunlar sıra-sıyla sıcak damga, soğuk damga, dövme (tetavür), kulak çentme ve fotoğraf ya da hay-vanlar iki renkli ise çizimlerdir.

Geçici yöntemler: Bu yöntemlerin uygu-lanması genellikle daha basit ve kolaydır. Sıra-sıyla; metal kulak numarası, plastik kulak nu-marası, manyetik tasmalar, deri altı alıcılar ve numaralı bileklikler geçici yöntemlerdir. Elekt-ronik teknolojisindeki gelişmeler çok sayıda verinin, hayvan üzerinden alınmasını ve işlen-mesine olanak sağlamaktadır. Söz konusu yön-temler tercih edilirken, ülke koşullarına en uy-gun numaralama sistemi dikkate alınmalıdır.

Süt sığırcılığında kayıt tutma aşağıdaki sebeplerden dolayı gereklidir:

1. Çiftlik yönetimine,

2. Hayvan sağlığına ilişkin bilgilerin sağ-lanması,

3. Suni ya da tabii tohumlamaya ilişkin bilgilerin sağlanması,

4. Süt verim kayıtları tutularak hayvanla-rın damızlık değeri veya verim kabiliyetlerine bakılmak suretiyle seleksiyonu mümkün kıl-mak,

5. Soy kütüğüne ilişkin bilgileri sağla-maktır.

Bu maksatla aşağıdaki bilgiler toplanır:

• Hayvanın doğum tarihi ile kendisinin, anasının ve babasının kulak numaraları,

• Ana, baba ve diğer akrabalarını içeren pedigri bilgileri,

• Doğum, sütten kesim; 3, 6, 9, 12 ay; ilkine aşım ve 24 aylık ağırlıklar,

• Aşım ve doğuma ilişkin bilgiler,

• Süt verimleri,

• Kuruya çıkarma tarihleri,

• Periyodik % yağ düzeyi ölçümleri,

• Sağlık bilgileri (aşılama, hastalık, teda-vi vs.)

Yem ve yemlemeye ilişkin bilgiler, yıllık kaba yem, kesif yem stoku tahmin ve sak-lanmasına ilişkin veriler,

• Yetiştiriciye yararlı olacak diğer bilgiler

• Mali ve ekonomik konulara ilişkin bil-giler.

S Ü T S I Ğ I R C I L I Ğ I N D A S Ü R Ü Y Ö N E T İ M İ M

od

ern

t sı

ğırc

ılık

işle

tmel

eri d

üşü

k ka

r m

arjıy

la ç

alış

mak

ta o

lup

, bir

im ü

reti

m m

aliy

etle

rin

in k

on

tro

l alt

ınd

a tu

tulm

ası v

e ü

reti

len

ürü

nle

rin

en

uyg

un

fiy

atla

sat

ılmas

ı işl

etm

enin

baş

arıs

ı açı

sın

dan

en

ön

emli

un

surl

ard

ır.

A

N

K

A

R

A

Ü

N

İ

V

E

R

S

İ

T

E

S

İ

V

E

T

E

R

İ

N

E

R

F

A

K

Ü

L

T

E

S

İ

MURAT BAL

Resim 1

Resim 2

Sayfa 21

Page 24: Hippocampus 3. sayı

MURAT BAL

Hayvanlara ait bu bilgilere ek olarak işletmenin tü-münü ilgilendiren bilgiler de kaydedilmelidir.

Bunlar;

• Satın alınan yem ve yem maddelerinin miktarı ve parasal olarak değeri,

• İlaç, aşılama vb. masrafları,

• Varsa işçilik giderleri,

• Satılan süt miktarı ve sütten elde edilen gelir,

• Satılan hayvanların kulak numarası ve fiyatları,

• Alet, ekipman, tamir ve bakım giderleridir.

Hem hayvanlara hem de işletmeye ait bu bilgilerin yararlı olması öncelikle doğru ve zamanında elde edilmiş olmasına bağlıdır. Her işletmede tutulması gereken kayıtlar birbirinden az veya çok farklıdır.

Bu farklılık işletmenin üretim amaçlarından ve tekni-ğinden kaynaklanabilir. Her işletmeci bu kayıtları kendi koşullarına uyarlayarak sadeleştirebilir veya yenilerini ekle-yebilir.

Sığırcılık işletmelerinde en çok kullanılan kayıtlardan bazıları şunlardır:

- Damızlık inek kartı,

- Damızlık boğa kartı,

- Buzağı doğum defteri,

- Aşım (tohumlama) defteri,

- Sürü sağlık defteri,

- Sürü izlence tablosu,

- Süt denetim defteri.

Damızlık inek kartı: Damızlık işletmelerde veya süt üretim işletmelerinde mutlaka tutulması gerekir. Hayvanın döl verimi, süt denetim sonuçları, pedigri bilgileri, form puantajı ve sağlık bilgileri gibi konularda özet bilgileri içe-rir. Bunların değerlendirilmesi ile işletmenin kârlılığını olumsuz yönde etkileyen hayvanlar kolayca belirlenir ve sürüden uzaklaştırılır. Bu ve benzeri kayıtlar işletmenin ciddiyetini ve güvenirliliğini arttırdığı için damızlıkların daha yüksek fiyatla satılmasına olanak sağlar.

Damızlık boğa kartı: Damızlık boğa kartlarında ana, baba ve diğer kuşakların numaraları, boğanın yapı özellik-leri, dişi kardeşlerinin verimleri gibi değişik özellikleri ve verimleri kayıt edilir.

Buzağı doğum defteri: İşletmede doğan buzağıların tümü doğar doğmaz kayda geçirilmelidir. Ölü doğum veya anomali görülmüşse bu bilgilere de yer verilmelidir. Ayrıca doğum ağırlığı, eşeyi, ana ve baba kulak numarası gibi bil-giler de açık bir şekilde yer almalıdır. Bu bilgiler sürü varlı-ğının izlenmesini ve pedigri bilgilerinin temelini oluşturur.

Aşım (tohumlama) defteri: Bu defterin her sayfası bir boğaya veya yapay tohumlama uygulanıyor ise sperma-nın alındığı boğaya ayrılır. Boğanın aştığı her inek, ilgili sütuna işlenir. Böylece ineklerin doğuracağı günler, buzağı-nın babası ve boğaların dölleme yeteneği konusunda güve-nilir bilgiler elde edilir.

Sürü sağlık defteri: Bu defter sürüdeki hayvanların sağlık durumlarını izlemede ve sağaltımlarının zamanında yapılmasına olanak sağlar. Öte yandan bu işle ilgili perso-nelin denetlenmesine yardımcı olur. Ayrıca işletmede kulla-nılan ilaçların miktarını öğrenmeye ve bu ilaçların sağaltım-daki yarayışlık derecesini anlamaya olanak verir.

Sürü izlence tablosu: Sürü izlence tabloları, genel olarak döl veriminin düzenlenmesi amacıyla kullanılan hareketli veya sabit tablolardır. Sürü izlence tabloları döl veriminde meydana gelen sorunları ve şüpheleri ortadan kaldırarak sürü yönetimini daha başarılı hale getirir. Sürü izlence tabloları tohumlama (aşım), kızgınlık, tahmini buza-ğılama tarihi, kuruya çıkarma tarihi, gebelik kontrolü gibi bilgileri bir pano üzerinde bir arada göstererek sürünün daha kolay ve bilinçli olarak yönetimine yardım eder. Sürü izlence tabloları özellikle damızlıkçı işletmeler için çok önemlidir. Aylık, 3-6 aylık veya yıllık olarak düzenlenirler ve işletmenin uygun bir yerine asılır.

Süt denetim defteri: Süt denetim günlerinde her sağ-mal inekte ölçülen sütün yazıldığı defterdir. Buradaki de-ğerler daha sonra topluca damızlık inek kartına işlenir.(2)

Sonuç olarak ülkemizde refah şartlarının iyileştiril-mesine müteakip sürü yönetiminin de önemi, yetiştiriciye ve işletme sahiplerine aks edilmiş ve sürü yönetimi artık günümüz şartlarında zorunluluk haline getirilmeye çalışıl-mıştır.

K A Y N A K Ç A

1. Anonim .Uygur, M., Sığırcılık İşletmelerinde Tutulan Ka-yıtlar, Çiftçi Broşürü No:116

2. Uygur, M., 2004. Süt Sığırcılığı Sürü Yönetiminde Döl Veri-mi. Hayvansal Üretim 45(2): 23-27,

3. Resim1 Anonim. http://www.kumrular.com.tr/?/

kumflex-buyuk-bas-kulak-kupeleri (Erişim tarihi: 09 Ağustos 2012)

4. Resim2 Anonim. http://www.delaval.com/en/-/Product-Information1/Management/Systems/herdnavigator/ (Erişim

tarihi: 09 Ağustos 2012)

Sayfa 22

Page 25: Hippocampus 3. sayı

GÜRKAN DOĞRAMACI

B ugün dünyada gıda krizi adında büyük bir sorun gündemdedir. Hızlı nüfus artışı, küresel ısın-ma, tarım arazilerinin azalması

gibi birçok sorundan dolayı günümüzde 1 mi-yardan fazla insan gıda sıkıntısı çekmektedir.

Gelecekteki daha büyük gıda krizine kar-şı Dünyada hem hayvansal hem de bitkisel gı-dalarda verimi artırma gibi, ıslah çalışmaları yapılmaktadır. Bu ıslah çalışmaları, verimi artır-manın yanında, insan gelişiminde büyük önemi olan hayvansal protein eksiğinin giderilmesine yönelikte yapılmaktadır. Çünkü gelişme çağın-daki bir birey fazla miktarda proteine ihtiyaç duyar ve bu yaşlarda, gerekli proteini en fazla hayvansal gıdalardan karşılayabilmektedir.

Hayvansal verimi artırmak ve yüksek genetik yapıya sahip hayvanlar elde etmek için özellikle sığırlarda süperovulasyon, embriyo nakli, suni tohumlama gibi biyoteknolojik uy-gulamalar yapılmaktadır. Bunlar arasında, in-sanlarda günümüzde çokça uygulanmakta olan in vitro fertilizasyon da yer almaktadır.

İn vitro fertilizasyon, Dünya’da çokça uygulanmakta olup, ülkemizde ise sınırlı dü-zeyde uygulanmaktadır. Gerek maliyetli olması gerekse başka yöntemlerle ıslah çalışmalarının yapılması bu yöntemin ülkemizde gelişmesini engellemiştir, ancak tıp Dünyasında yaygın bir şekilde kullanılmaktadır.

İn Vitro Fertilizasyon

İn vitro fertilizasyon, süperovulasyon yöntemiyle bolca elde edilen sığır oositlerinin ya da kesilen ineklerden alınan ovaryumlardan elde edilen oositlerin, belli bir olgunluğa getiri-lerek (IVM), kapasitasyonu sağlanmış spermatazoonlarla in vitro koşullarda döllen-mesidir.

Oositler ineklerden alındıktan sonra, belli bir olgunluğa getirilmesi, spermatazoonun kapasitasyonu ve fertilizasyondan sonra embri-yoların belli bir olgunluğa erişmesi, in vitro ko-şullarda ya da taşıyıcı bir hayvana nakledilerek sağlanmaktadır. Sığır embriyolarının maturasyonu için koyunlar taşıyıcı olarak kulla-nılabilmektedir.

S I Ğ I R L A R D A İ N V İ T R O F ER T İ L İ Z A S Y O N İn

vit

ro f

erti

lizas

yon

a d

air

ilk ç

alış

mal

ar S

hen

k’n

ko

bay

ve

tavş

and

an t

op

lad

ığı o

vary

um

oo

sitl

eri

nin

ho

mo

log

sper

mat

ozo

on

ile

llen

diğ

i ilk

po

lar

cisi

mci

ğin

çık

ışı v

e kü

ltü

re b

ağlı

ola

rak

oo

siti

n b

ölü

nd

üğü

no

t et

tiği

187

8 yı

lına

day

anm

akta

dır

.

A

N

K

A

R

A

Ü

N

İ

V

E

R

S

İ

T

E

S

İ

V

E

T

E

R

İ

N

E

R

F

A

K

Ü

L

T

E

S

İ

GÜRKAN DOĞRAMACI

Şekil 1: Sığır embriyolarının in vitro üretimi (3)

Sayfa 23

Page 26: Hippocampus 3. sayı

GÜRKAN DOĞRAMACI

Tarihçe

İn vitro fertilizasyona dair ilk çalışmalar Shenk’n kobay ve tavşandan topladığı ovaryum oositlerinin homo-log spermatozoon ile döllendiği ilk polar cisimciğin çıkışı ve kültüre bağlı olarak oositin bölündüğünü not ettiği 1878 yılına dayanmaktadır (3).

Tavşanlarda, yavruyla sonuçlanan ilk başarılı IVF çalışması 1959 yılında gerçekleştirilmiştir. Ancak bu tarih-lerde sperma kapasitasyonu yeni bulunmuştur. Bundan dolayı uterusa bırakılıp daha sonra alınan spermalar kulla-nılmıştır (2).

Sığırlarda ise ilk in vitro fertlizasyon 1977’de Iritani ve Niwa tarafından bildirilmiştir (3).

İlk kez ovule olmuş yumurtanın in vitro fertilizasyonu sonucu canlı bir buzağı elde edilmesi de 1982 yılında Braket ve arkadaşları tarafından gerçekleştirilmiştir (2).

Çiftlik hayvanları içerisinde ilk olarak IVF çalışmala-rında kullanılan hayvan koyun iken, in vitro maturasyon ve fertilizasyon sonucu elde edilen kuzuların doğumunu bildi-ren çalışmalar ise çok sonraları gerçekleşmiştir.

İn vitro çalışmalar geliştikçe, embriyo üzerinde manuplasyonlarda arttı, özellikle, 1990’lı yıllar da Dolly’nin kopyalanmasıyla nükleer transfer işlemlerine ağırlık verildi. Cinsiyetin belirlenmesi, klonlama ve manuplasyonlar için uygun materyal hep IVF yolla sağlandığı için bu durum konuya ayrı bir önem katmıştır.

Ülkemizde in vitro üretimle ilgili çalışmalar üniversi-teler (Ankara üniversitesi, Uludağ üniversitesi, İstanbul üniversitesi Veteriner Fakülteleri…) ve hayvancılık araştır-ma merkezlerinin çalışmalarıyla sınırlı kalmıştır (1,3).

İn Vitro Fertilizasyon

Amaç in vitro koşullarda bir zigot oluşturulmasıdır. Bunun için mature olmuş bir oosit ve kapasitasyonunu ta-mamlamış belli bir motiliteye sahip spermatazoona ihtiyaç vardır. Birde döllenmiş yumurtanın belli bir olgunluğa ge-lebilmesi için optimum koşulların sağlanması gerekmekte-dir.

Oositlerin Kazanılması

Oositler, mezbahanede kesilen ineklerden elde edile-bileceği gibi, süperovulasyon yöntemiyle de elde edilebil-mektedir. Süperovulasyon, verimli hayvanlara FSH, PMSG, HCG gibi hormonların verilmesiyle çok miktarda oosit oluşturulması ve sonrasında uterusun yıkanmasıyla elde edilmektedir.

Mezbahaneden alınan ovaryumlar, temizlenir ve aspirasyon veya dilimleme denilen yolla içlerinden oositler çıkarılır. Ancak aspirasyon yöntemi daha yaygın olarak kullanılmaktadır. Bir ovaryum ortalama 20-30 tane follikül içerir (Çapı 2-6 mm aralığında). Follikülerin içinde de oosit-ler bulunmaktadır. Burada ki oositlerin çoğu immature’dir. Belli bir ortamda mature edildikten sonra kullanılabilirler (2).

Tablo 1: İlk başarılı in vitro fertilizasyon çalışmaları (3)

Şekil 2: Aspirasyon yöntemi

Şekil 3: Oositlerin petri kabında aranması

Sayfa 24

Page 27: Hippocampus 3. sayı

GÜRKAN DOĞRAMACI

Folliküllerdeki sıvılar şekil – 2’deki gibi alınır ve te-mizlenir. Temzilenen sıvı petri kaplarına boşaltılır ve stereo mikroskop altında oositler aranır (1,2,3).

Aspirasyon yöntemiyle elde edilen oositler stereo mikroskop altında incelenerek en az 3-4 sıra kumulus hüc-resi tarafından sıkı bir şekilde sarılmış,uygun çapta ve vitellusları homojen görünen (vakuol,yer yer yoğunlaşma vb..farklılıklar olmayanlar) oositler olgunlaşma için uygun olarak değerlendirilirler (2,5).

Oositlerin Olgunlaştırılması

Maturasyona uygun olan oositler içinde yıkama med-yumu(M-199) bulunan petri kaplarına alınır.

Gelişimini tamamlamamış oositlerin maturasyonu gonodotropinler ve steroidlerin etkisi altında in vitro mediumlarla kültüre edilmesiyle sağlanır (1).

İn vitro maturasyon için olgunlaştırma medyumuna serum, albumin, antibiyotikler ve in vivo ortamın yaratıl-ması amacıyla hormon (FSH, LH gibi…) ilavesi yapılır (1).

Eklenen gonodotropinler ise kumulus hücrelerinin

metabolizmasını değiştirerek oositlerde mayozun yeniden başlamasını sağlar. Ayrıca spermatazoonun kapasitasyonuna da yardımcı olduğu belirtilmektedir (1).

Kompleks medyumlar, basit medyumlara aminoasit, vitamin ve birtakım substanlardan serumda bulunan dü-zeyde eklenmesiyle hazırlanmaktadır (1).

Oositlerin gelişiminde optimum ortamı sağlamak için, oosit bulunan petri kapları mineral yağ ile üstleri kapa-tılarak 35-39 santigrat derece de %5 CO2 basta olmak üzere %5 O2, %90 N2, %100 nem İçeren ortamda inkübasyonu gerekmektedir. Mediumun pH aralığının 7.2-7.8 arasında osmolaritesinin ise 285-300 m0sm arasında olması optimal kabul edilir. Bu koşullar altında oositler 19-24 saat inkube edilirler. Olgunlaşmayı tamamlamış oositler fertilizasyon için hazırdırlar (2,4).

Spermatozoanın Kapasitasyonu ve Hazırlanması

Fertilizasyon için spermatazonun öncelikle kapasitasyonunu tamamlaması ve akrozom reaksiyonunu şekillendirmesi gerekmektedir (3).

Kapasitasyon, spermatozonun yüzeyi üzerindeki seminal plazma proteinlerinin uzaklaştırılmasıdır(3). Bu olaylar dişinin genital kanalı içerisinde bulunan glukozaminoglikanlar sayesinde sağlanır (2).

Kapasitasyon daha önce tohumlanan diğer bir dişi-den spermatozoitleri geri alarak sağlanabilidiği gibi uygun kapasitasyon sıvısında swim-up işlemi ile bir saat inkube edilerek de kazandırılabilir.

Swim-up işlemi için kapasitasyon medyumu, osmolaritesi 290-310 Osm olan modifiye Ca içermeyen tyrode medyu-mundan oluşur ( bkz. tablo 3’e). Bu medyum maksimum nemli,%5 karbondioksit içeren ortamda, pH’sı 7,3-7,4 ve 38,5 santigrat sıcaklıkta ekilibre edilir. Daha sonra bu med-yum ve spermatozoit birlikte santrifüj tüplerine alınır. Motil spermatozoid kapsayan tüpler 45° açıda 1 saat inkube edil-dikten sonra 500 devirde 7-10 dakika santrifüj edilir. Böyle-ce kapasitasyon kazandırılmış olur. Burada amaç, sperma-tozoit yüzeyinden seminal plazma elementlerinin uzaklaştı-rılması ve akrozom reaksiyonunu meydana getiren vezikülasyon değişikliklerinin uygun yönde gelişmesini sağlamaktır (1,3).

Resim 1: İn vitro olgunlaşma için seçilmiş kumuluslarla çevrili oositler (1)

Şekil 4 : Sığır oositlerinin morfolojik olarak sınıflandırılması (4)

Tablo 2. Oosit yıkama medyumu Medium-199 (2)

Resim 2: Olgunlaşmış ve olgunlaşmamış oositlerin görünümü (3)

Sayfa 25

Page 28: Hippocampus 3. sayı

GÜRKAN DOĞRAMACI

Sperm kapasitasyonu amacıyla mediuma glukozaminoglikan yerine heparin katılmaktadır. Ayrıca, Sperm hücrelerinin motilitesini artırmak amacıyla penisilamin, hipotaurin ve epinefrin karışımı da oldukça sık kullanılmaktadır.(1,2)

Embriyoların Meydana Gelmesi

Fertilizasyon, kültüre edilmiş oositleri ve kapasitasyona uğramış spermatozoitleri kapsayan modifiye Tyrode solüsyonu içinde karşılaştırdıktan bir kaç saat sonra meydana gelir (1.2.3). Oositlerin üzerine spermatozoit süs-pansiyonu ilave edilir. Petri kutuları maksimum nemli, % 5 CO2 içeren atmosferde ve pH aralığı 7,7-7,8 38,5-39,0 °C sıcaklıktaki inkubatörde 18-20 saat inkube edilirler. Sonra stereo mikroskop altında bölünmelere bakılıp morfolojik olarak normal olanlar (simetri, renk, blastomerlerin varlıgı) in vitro kültür edilirler. Kültüre edilecek embriyolar ayrılır ve belli bir olgunluğa gelmeleri için kültüre edilir. Embiryolar blastosist ya da morula safhasına kadar olgun-laştırılırlar ondan sonra ya dondurulur ya da transferleri yapılır (1,2,3).

Kültür mediumunda embriyoların enerji ihtiyaçları laktat, piruvat ve glukoz ile protein ihtiyaçları ise ısı ile inaktive edilen çaşitli kan serumları ile bovine serum albumin (BSA) katılarak sağlanabilir (1,2).

IVF’ de ve IVM’ de kullanılan medyumlar içerik ola-rak benzerdirler. Mediumlar arasındaki fark içerdikleri iyon ve enerji kaynakları konsantrasyonundan ileri gelmektedir.(1)

Embriyoların solüsyon içerisinde de olgunlaşmaları sağlanabildiği gibi taşıyıcı bir hayvanda da olgunlaştırılabi-lirler. İnekler için seçilen taşıyıcı hayvan koyundur (1,2,3). Koyunun oviductuna transfer edilen embriyolar 6-7.günde alınıp transferi ya da dondurulması sağlanarak kullanılabi-lirler.

KAYNAKÇA

1.Pabuccuoğlu, S. , Birler, S. (2007) İn Vitro Koyun Embri-yo Üretimi Kurs Kitapçığı. İ.Ü.Vet Fak. Dölerme ve Suni Tohum-lama ABD. Avcılar, İstanbul

2.Gündoğan, M. İneklerde İn Vitro Fertilizasyon (derleme), Lalahan Hay. Arast. Enst. Derg. 1998, 38 (2): 103-115.

3.Sarıözkan, S. , Çiftlik Hayvanlarında İn Vitro Maturasyon ve Fertilizasyon (derleme), Lalahan Hay. Arast. Enst. Derg. 2004, 44 (2): 47-52.

4.Akyol, N. ,Kızıl, SH. ,Karaşahin, T. İn Vitro Sığır Embri-yosu Üretim ve Transferi, Lalahan Hay. Araşt. Enst. Derg. 2007, 47 (1): 1-8 Lalahan- Ankara, Türkiye

5.Akyol, N. , Embriyo Transferi, Hayvancılık Merkez Araştırma Enstitüsü, Lalahan- Ankara

6.Akyol, N. ,Kızıl, SH. ,Tuncer, PB. İneklerde Süperovulasyon ve Embriyo Transferi Çalışmaları, Lalahan Hay. Araşt. Enst. Derg. 2004,44 (1): 1-5

Tablo 3. Kapasitasyon Medyumu. Modifiye Ca+2 içermeyen Tyrode solüsyonu (2)

Resim 5: 2-4 hücreli sığır embriyoları (3)

Sayfa 26

Page 29: Hippocampus 3. sayı

SEVİM ISPARTA

1)Merhaba. Bize biraz kendinizi tanıtabilir misiniz? Merhaba. Ben Devrim Reket. 13 Mart 1971 Ankara doğumluyum. İstanbul Üniversitesi Su Ürünleri fakültesinden 1993 senesinde me-zun oldum. 15 senedir çeşitli firmaların denizlerdeki üretim çiftlikle-rinde Levrek ve Çipura yetiştiriciliği üzerine çalışmaktayım.

2)Kültür Balığı Yetiştiriciliğinin önemi sizce nedir? Kültür balığı yetiştiriciliğinin önemi şudur; kaynakların bilinçsiz tüketilmesi, deniz ekosisteminde çözünmeyen inorganik maddelerin kara-lardan denizlere taşınması, petrol ve kimyasallar, evsel atıkların karalarda yeterince ayrıştırılmadan denizlere direk deşarj edilmesi gibi denizlerdeki canlılığı tehdit eden unsurlardan dolayı doğal stoklar tükenmektedir. Bu nedenle talebi karşılamak için kültür balıkçılığı adı altında ticari boyutu olan türlerin üretimi yapılmaktadır.

3) Türkiye’de ilk kültür balıkçılığı 1970 yılında alabalık ile başla-mıştır. Ege bölgemizde ne zaman ve hangi tür balık ile başlamıştır? Evet, alabalığın tarihi biraz daha eski; çünkü coğrafyamızda klasik bir söz var “ 3 tarafımız denizlerle çevrili de olsa Anadolu insanın en çok tanıyıp tükettiği balık alabalık, sazan ve yayındır.” Bunlar sularımızda olan doğal türlerdir. Ancak 1980’ lerden itibaren Akdeniz havzasında yer alan Levrek, Çipura gibi kültürüze edilmiş türlerin üretilmesi Türkiye’nin doğal stoklarının tükenmesiyle ilgili bir durum olduğu gibi aynı zamanda Akde-niz Havzasına komşu olan Avrupa ülkelerindeki balık ihtiyacından da kay-naklanmaktadır. Ufak aile tipindeki şirketler, teknik ekipmanlarının ve pa-zar paylarının artmasıyla birlikte sanayi anlamında da geliştiler. Büyük ka-feslere, kıyı ötesi balıkçılığı “offshore” dediğimiz balıkçılık sistemine geçildi. 1980 lerde ufak kafeslerden kıyı balıkçılığına, 90 larla beraber turizmcilerin baskısı, kıyıların kirlenmiş olması vs… sebeplerden ötürü açık denize geçiş-ler olmuş ve tonajlar artmıştır.

4) Levrek ve Çipura yetiştiriciliği arasında ne gibi farklar var? Porsiyonluk döneme gel-me süreleri ne kadar zaman alıyor? Aslında Levrek ve Çipura’ ların kafes ünitesi ve kuluçkahane aşamalarında bir takım küçük farklılıklar var. 1990’ ların son yıllarına kadar Türkiye’deki levrek ve çipura üreten kuluçkahane sayıları ve kapasiteleri çok azdı ve dolayısıyla doğal zenginliğimiz olan dal-yanlardan bu yavruları bir şekilde yakalamak ve stoklamak suretiyle yavru ihtiyacımızı kar-şılıyorduk. Avrupa ‘da balığa olan talebin art-masıyla beraber dış piyasada ciddi bir ihtiyaç olmuştur. Bundan dolayı üretim yapan şirket-ler, teknik yönetimlerini ve kuluçkahanelerini geliştirerek daha fazla sayıda balığı daha kont-rollü koşullarda üretmenin yollarını buldular. Kuluçkahanelerde Çipura, üretimi zor bir ba-lıktır; geri dönüşüm oranları, hayatta kalma

başarıları levreğe göre daha düşüktür. Levrek ise kuluçkahanede daha başarılıdır, hayatta kalma oranları Çipuraya göre daha fazladır. Ama kafes ünitesinde tam tersi bir durum söz konusu. Lev-rek hasat boyuna gelinceye kadar daha çok fire verir. Çipura daha kısa sürede hasat boyuna gelir tipik bir Akdeniz balığıdır, Levrek Karadeniz’e kadar yayılabilir biraz daha soğuk suda daha uzun sürede hasat boyuna yani porsiyonluk boyuta (300—400 gr) gelir.

EG E B Ö L G E S İ N D E K Ü L T Ü R B A L I Ğ I

Y E T İ Ş T İ R İ C İ L İ Ğ İ B

alığ

ın a

şıla

nm

ası,

has

talık

ları

nın

tan

ısı v

e te

dav

i ed

ilmes

ind

e, b

alığ

ın h

ijyen

ku

ralla

rın

a gö

re h

asat

ed

ilmes

i, d

oğa

l

sele

ksiy

on

a u

ğram

ası v

e b

oyl

anm

ası g

ibi i

şlem

lerd

e ve

teri

ner

hek

imle

re iş

şmek

ted

ir.

A

N

K

A

R

A

Ü

N

İ

V

E

R

S

İ

T

E

S

İ

V

E

T

E

R

İ

N

E

R

F

A

K

Ü

L

T

E

S

İ

SEVİM ISPARTA

Sayfa 27

Röportaj Esnasında

Page 30: Hippocampus 3. sayı

SEVİM ISPARTA

5 ) K a f e s l e r i n o r t a l a m a b ü y ü k l ü ğ ü , d e r i n l i ğ i v e k a p a s i t e s i n e d i r ?

Bir üretim çiftliğinin yasal kapasitesi devlet

tarafından belirlenir. Türkiye’deki üretim alanları

belirlenirken devletin size vermiş olduğu yasal bir

ruhsat vardır. T.C Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakan-

lığı’nın sizlere göstermiş olduğu üretim sahaları, bu

üretim sahalarındaki tonajlar bellidir. Bu tonajlara,

çiftliğin altında arkeolojik bir yapı olup olmadığı,

ulaşım, seyrü sefer açısından uygunluğu ve ekosiste-

minin uygun olup olmadığına bakılarak karar verilir.

Üretim noktaları belli kilometre aralıklarıyla yerleşti-

rilmeli; çünkü denizin getirdiği oksijen seviyesi çiftli-

ğin içerisinden geçtikten sonra tekrar tazelenip nor-

mal bir su seviyesine gelebilmeli, ekosistemi yorma-

malı, tabanda birikim yaratıp kalıcı kirliliğe yol aç-

mamalı, belli bir akıntıya ve derinliği sahip noktalar olmalıdır. Bu planlamadan sonra sizin iç planlamanız başlıyor. Bize

verilen alana kaç kafes koyabiliriz gibi teknik bir soruyla harekete geçiyoruz ardından ona göre kapasitemizi belirliyoruz.

Bu belirlenen kapasite tamamen bizim tercihimize ve teknik donanımımıza bağlı… BİR KAFESİN VE İÇİNE KONULABİ-

LECEK BALIĞIN ÖLÇÜLERİ VERİLEBİLİR. Kafes boyutlarına örnek teşkil etmesi amacıyla, Örneğin 22 m kafes, 12 m ağ

derinliği olan bir kafese 150 bin adet balık konulabilir. Bu da hasat sırasında yaklaşık 40—50 bin ton eder.

6 ) K a f e s l e r i n k o n t r o l l e r i n e s ı k l ı k l a y a p ı l ı y o r ?

Bizim yetiştiricilik süremiz Levrek için ortalama 16 ay.

Bu 16 ay boyunca yazın ve kışın olmak üzere her fırtınadan

sonra mutlaka her kafes dalgıçlar tarafından kontrol edilir. Ru-

tin giden bir günde yani 5—6 kuvvetinin üzerinde olmayan bir

hava varsa; seçtiğiniz ağ materyali ve kafesin özelliğine göre 2-

3 günde bir kontrol edilmesinde fayda var. Ancak şüphelendi-

ğiniz bir durum olduğunda her gün kontrolü yapılmalıdır neti-

cede balıklar incecik bir iple suyun içerisinde muhafaza edili-

yor. Kontrol şart çünkü yalnızca fırtına değil, predatör balıklar

veya çevreden gelen yüzücü bir madde ağınızı delebilir.

7) Bir kafesten % 100 verim alınabiliyor mu? Fire oranları nedir?

Ticari boyutta bir çiftlikte biyolojik yönetim

başarılı olmuştur diyebilmek için oran şudur: Bodrum

yani Ege bölgesinde Levrek için 16 ayda % 20—25 max,

Çipura için de % 10—15 max. fireler normal kabul edilir.

8) Boylama olayı nedir?

Balığın gramajına ve genetik başarısına göre

büyüme kabiliyetinin fazla, normal veya az şeklinde

kafeslere ayrılmasıdır. Önce balıklara anestezi uygula-

narak, deniz suyundan izole edilerek içinde oksijen taş-

ları bulunan brandadan bir ağ oluşturuluyor. Bu işlem

sırasında balığın yaşaması için balık tamamen ters dön-

dürülerek bir kepçe veya fishpub dediğimiz balık pom-

pasıyla akıtma yapılan masalara yerleştiriliyor. Bu sıra-

da hem balık sayılıyor hem de kendi boylarına göre kafeslere gönderilmiş oluyor. Böylelikle balığın seleksiyonu yapılmış

oluyor.

9) Kullandığınız Anestezik maddenin etken maddesi nedir ve balıklar üzerinde kalıcı bir etkisi var mıdır?

Fenoksietanoldür. Sakıncalı etkisi şöyle olabilir: dozajını yüksek kullanırsanız bayılmış bir balığı tıpkı ameliyat

masasında kalmış bir hasta gibi kaybedebilirsiniz. Bilinçli ve tecrübeli insanların yapması gerekir. Her kimyasal gibi vü-

cuttan atılım süresi var. Derece gün hesaplamasıyla bir anestezinin atılımı kaç günde olur hesaplanabilir. Kaldı ki biz bu

anestezi uygulamasını balık çok küçük iken yaptığımız için bir sene sonrasında mutlaka vücuttan atılmış oluyor.

Sayfa 28

Kafes

Hasat Zamanı

Page 31: Hippocampus 3. sayı

SEVİM ISPARTA

10) Kafes değişimi nasıl yapılmaktadır?

Deniz ortamında kafes ağlarını kirleten

doğal bir canlı grubu vardır. Bunlara örnek ola-

rak yosun, alg, taş delici organizmaları diye tabir

ettiğimiz sırça, dragana ve ağların üzerine yapı-

şan midye ve kabuklu tarzı canlılar verilebilir.

Biz bunlardan kurtulmak için rutin aralıklarla

ağlarımızı değiştirmek zorundayız ya da bu can-

lılardan korumak adına özel ağ boyaları ile ağla-

rımızı boyamalıyız. Balığı aşıladıktan sonra ha-

sat zamanına kadar durmak üzere nihai ağ dedi-

ğimiz dayanım süresi 12 ay olan ağlara geçirir ve

onları boyarız. Bu boyalar bakanlık tarafından

izinli boyalardır. Tamamen ağ ile alakalı bir du-

rumdur. Ağın üstüne yapışarak su sirkülâsyonu-

nu engelleyecek olan maddeleri uzaklaştırmak

için kullanılır.

1 1 ) K u l l a n d ı ğ ı n ı z b a l ı k y e m l e r de h a m m a d d e o l a r a k n e k u l l an ı l m a k t a d ı r ?

Kültür balıkçılığında doğal stoklarımızdan çıkan hamsi sar-

dalye gibi proteince zengin olması ve çok miktarda bulunabilmesi ne-

deniyle yem üretiminde tercih edilir. Hamsi ve sardalyeden elde edi-

len balık unu yemin ham maddesini oluşturur. Doğal stoklarımızın

yeterli olmaması sebebiyle zaman zaman başka ülkelerden balık unu

t e m i n e t m e k d u r u m u n d a k a l ı y o r u z

12) Balık larvalarını ne şekilde temin ediyorsunuz?

İş hacmi çok büyüyüp sanayi haline gelince özel şirketler çok

güzel yatırımlar yaptılar. Doğal stoklar yani dalyanlardan larva almak

tamamen yasaklandı. Böylelikle doğal stoklarda korunmuş oldu. Tür-

kiye de yavru üreten birçok firma var. Biz de bu özel üretimi yapan

birkaç şirketle dönem dönem flört ediyoruz. Balıklarımızı çeşitli kuluç-

kahanelerden temin etmeye özen gösteriyoruz. Likit oksijen uygula-

masının olduğu, oksijen seviyesinin stabil olarak denizle aynı tutuldu-

ğu nakliye kamyonları ile yavru balıkları çiftliğimize taşıyoruz. Balık-

lar küçükken hacim olarak çok fazla yer kaplamadıkları için bir nakli-

yede 300-500 bin, hatta deniz yoluyla gelecekse milyon milyon balık

getirilmesi söz konusu. Böylece balık yaşayarak nakledilmiş oluyor.

13) Son dönemlerde en çok gündemde olan konulardan biri

de balık üretim çiftliklerinin deniz ekosistemine zarar verdiği, siz

b u k o n u d a n e d ü ş ü n ü y o r s u n u z ?

Kıyı balıkçılığında yani kapalı koylarda, su sirkülâsyonunun

az olması, oksijenlenmenin açık deniz kadar olamaması, derinliğinde

az olması sebepleriyle balık çiftlikleri sedimana belli bir miktarda or-

ganik atık bıraktılar. Bu organik atıklar her sene devam ettiği için üre-

tim periyodu da uzun sürdüğü için dinlendirme yani nadasa çekme

durumu da olamadığı için sedimanda belli bir yığılma ve kirlilik ya-

rattığı doğru. Ancak bizi sevindiren durum şu ki: dünya sağlık örgü-

tünün denizleri tehdit eden kirlilik listesinde balık çiftliklerinin en son

sıralarda yer aldığını görmek. Bunun nedeni de balık çiftliklerinin

denize sadece organik madde deşarj etmesinden kaynaklanmaktadır.

Organik maddeyi kabaca konuşacak olursak balığın dışkısı ve bir miktar mukozasıdır. Bu yoğunluktan dolayı

sedimantta biriken çözünecek olan partikülat madde uzun bir sürede çözünür. Su sıcaklığı düştüğünde bakteri faaliyeti

de azalacağı için biyokimyasal olaylar yavaşlar. Ancak biz kıyıları terk edip çiftlikleri açık denizlere taşıyalı yaklaşık 5 yıl

oluyor. Balık çiftliklerinin eskiden olduğu koylarda şimdi insanlar tertemiz denize girmektedir. 2-3 sene içerisinde deniz

kendini tamamen temizledi ve kalıcı bir kirlilik oluşmadı.

Sayfa 29

Kafes Ağları

Porsiyonluk Döneme Gelmiş Levrek Balıkları

Balıklara Yemleme Yapılırken

Page 32: Hippocampus 3. sayı

SEVİM ISPARTA

14) Deniz suyu sıcaklığının sü-

rekli değişken olmasına karşı ne gibi

ö n l e m l e r a l ı y o r s u n u z ?

Bu değişim denizin ekolojik yapı-

sında uzun süreli ve yavaş işleyen bir

mekanizmadır. Yazın yavaş yavaş yük-

selen su sıcaklığıyla beraber balığın vü-

cut ısısı yükselir, kışa doğru yağmurların

etkisiyle yavaş yavaş düşen sıcaklıkla da

düşer. Nisan, Mayıs gibi hızlı ısınan dö-

nemlerde ve Kasım, Aralık gibi hızlı so-

ğuyan dönemlerde, kuvvetli yağan bir

yağışta, çıkan bir fırtınada balık strese

girebilir. Bu dönemler balığın bağışıklık

sisteminin en düşük olduğu dönemler

olduğundan, yem vasıtasıyla bağışıklığı

biraz daha yükseltecek olan doğal orga-

nik ürünler yüklemesi yapılabilir.

15) Kafesler en çok görülen balık hastalıkları nelerdir? Tedavisi ne şekilde yapılmaktadır?

Balık hastaları çok fazla araştırılması gereken bir konu. Ben burada veteriner hekimlere çok iş düştüğünü düşü-

nüyorum. Çünkü biz hekim değiliz biz mühendisiz. Su ürünleri mühendisinin görevi tesisi kurmak ve işletmektir, ama

hastalıklarla mücadele dediğiniz noktada veteriner hekimler devreye girer. Balık hastalıkları bizi iki ana konuda tehdit

ediyor: paraziter sorunlar ve bakteriyel sorunlar. Viral hastalıklarından hiç bahsetmiyorum çünkü çok seyrek görülüyor-

lar ve bilim tarafından virüslere karşı geliştirilmiş bir aşı yok balıklar için. Bakteriyel hastalıklardan vibrionun suşları bizi

tehdit eden unsurlar özellikle levreklerde. Vibrio anguillarium, vibrio ordalii gibi bakteri çeşitleri doğal bir ihtiyaçtan

dolayı aşı geliştirmeyi ön görüyor. Bu konuda da gerek İtalyan, İspanyol birkaç tane de Norveçli firma ciddi anlamda

çalışmalar yaptılar. Levrek balıkları üzerinde ciddi kayıplar verdiğimiz dönemlere nazaran aşılama sistemi sayesinde

ciddi anlamda bir ticari gelir elde ettik. Bunların dışında pasteurello, aeromonas, microbactor gibi hastalıkları zaman

zaman görüyoruz. Bizim ticari kaybımızı önleyebilmemiz için muhakkak aşılama yöntemiyle bakterilere karşı antikor

oluşturmalıyız. Balık ile bakteriler arasında biyolojik bir savaş bu neticede. Dönem dönem bakteriler antibiyotiği tanıyıp

direnç göstereceği için antibiyotik tercihinizi değiştirmeniz gerekiyor. Böyle durumlarda balığınızı veteriner hekime gön-

deriyorsunuz. Sonrasında veteriner hekimin ön gördüğü antibiyotiği uyguluyoruz

16) Sahada ruhsatsız aşı ve antibiyotik kullanımını engelleyecek tedbirler sizce ne şekilde olmalıdır?

Türkiye’de nasıl sigara kaçakçılığı engellenemiyorsa kaçak antibiyotik kullanımını kontrol altına almak da o den-

li güç bir konu. Çünkü etken maddeleri aynı olan ticari isimleri farklı olan piyasa da bir sürü ilaç tespit edebilirsiniz. Ve-

teriner Hekimliğin konusunda da çok iyi biliyorum ki sadece hayvan sağlığında kullanılan ilaç çeşidi çok az. Beşeri ilaç-

ların kullanımı daha yaygın. Bu yüzden bunun kontrolünün sağlanması tamamen bakanlığın yaptırım gücüyle ilgili.

Ancak şöyle bir şey var bakanlık bir sirküler yayınlıyor. Bu sirkülerlerde Avrupa birliği yasaları uyum süreci içinde ge-

liştirilmiş olan sirkülerler. Denir ki balıklarınızda kesinlikle bu dezenfektanı, bu antibiyotiği, bu paraziter ilacı kullanma-

yacaksınız çünkü bunların balıktan atılımı mümkün değil ya da çok geç atılır. Bizimde avrupaya sürekli balık ihraç etme

gibi bir durumumuz olduğu için bu balıklara bu ilaçları kullanamayız. Çünkü kalıntı yâda rezidü analizinde bu ilaçların

kullanıldığı tespit edilirse ihracat yasaklanıyor ve aynı şey tekrarlanır ise de çiftliğinizin ruhsatı elinizden alınıyor. Çok

ciddi yaptırımları ve cezaları var. Bu yüzden de bakanlığın ön görmüş olduğu kullanımı serbest ilaçları reçeteli olarak

veteriner hekimlerden temin ediyoruz.

17) Balık üretim çiftliklerinin denetimi kimler tarafından ve ne sıklıkla olmaktadır?

Sağlık açısından, sahil güvenlik ve seyir sefer açısından denetimleri var. Yılda bir kez bizim mensubu olduğumuz

su ürünleri derneği ve bakanlık tarafından yaptırılır. Resmi prosedürde yer alan izinlere sahip olan çiftliklerin bu yeterli-

liklerini devam ettirip ettirmedikleri ölçülür. Mesela çiftlik koordinatları, derinliği ve akıntısı sabit kalmış mıdır? Sağlık

açısından ise balıklardan örnekler alınıp laboratuar ortamında analizlenerek ilaçların kalıntı bırakıp bırakmadığı kontrol

edilir.

Sayfa 30

Isopoda Ekzoparazitli Balık

Page 33: Hippocampus 3. sayı

SEVİM ISPARTA

18) Sizce doğal balık mı kültür balığı mı tercih edilmeli?

Balığa lezzet veren vücudunda barındırdığı yağdır. Balığın

mevsimi denilen şeyde vücudundaki yağ oranının en fazla olduğu dö-

nemdir. Ancak kültür balıkçılığında böyle bir şey söz konusu değildir.

Yılın 12 ayı da istenilen tür bulunabilir. Üreme periyoduna giren balık

vücudundaki tüm yağı oosit ve spermatoosit oluşturmak için kullanıldı-

ğı için lezzetsiz ve yağsızdır. Hem balığın üremesini engellemek hem de

lezzetsiz balık tüketmemek için yaz aylarında av yasakları uygulanmak-

tadır.

19) Kültür balığı ve deniz balığının ayrımını nasıl yapabiliriz?

Doğadan yakalanan balıklar boylamaya tabi tutulmadığı için

çeşitli boylardadır. Görüntü olarak da parlak ve açık renklidirler. Çünkü

doğal besinlerle (plankton, yosun, alg, küçük balıklar vs.) beslendikleri

için pigmentleri daha canlıdır. Kültür balıkları ise aynı boyda ve aynı

gramajdadır. Yemleme esnasında yüzeye çıkarak sürekli güneş aldıkla-

rından dış görünüşleri daha mat ve koyu renktedirler.

20) Kültür balıklarının raf ömrünün doğal

balıklarından fazla olmasının nedeni nedir?

Bu konu balığın sudan çıkarılması ile tez-

gâha gelmesi arasındaki sürece bağlıdır. Kültür

balıkçılığında bu süreç Avrupa standartları norm-

larında yapıldığı için raf ömrü ile belirlenen tarih-

ler arasında bakteriyel bir bozulma söz konusu

değildir. Doğal balığının ise tezgâha gelme süre-

cinde başından neler geçtiğini bilmiyoruz. Bu sü-

reçte balığın soğuk zincirde tutulması ve

ş o k l a n m a s ı ç o k ö n e m l i d i r .

21) Bir balık üretim çiftliğinde veteriner hekimin üzerine düşen

görevler nedir?

Balığın aşılanması, hastalıklarının tanısı ve tedavi edilme-

sinde, balığın hijyen kurallarına göre hasat edilmesi, doğal seleksi-

yona uğraması ve boylanması gibi işlemlerde veteriner hekimlere iş

düşmektedir.

AVBAT olarak Muğla ili Teknik gezimizde bize kapılarını açan ve engin

bilgileriyle bizi aydınlatan sayın Devrim Reket’ e Ürünleri Limitet Şirket’

ine ve Girida Su teşekkürü bir borç biliriz.

Sayfa 31

AVBAT ÖZEL

AVBAT ÖZEL

Su Altı Çekimlerinden Hemen Önce Fotoğraflar: Sevim ISPARTA Kafes Ağlarının Su Altından Görünüşü

Balıkların Hasat Edilişi ve Transport Hazırlıkları

Balıkların Hasat Edilişi ve Transport Hazırlıkları

Page 34: Hippocampus 3. sayı

H. KÜBRA GÜÇLÜ

H elmintlerin Annelida şubesi-nin Hirudinea sınıfında yer alan sülük, eski çağlardan günümüze kadar gelmekte

ve bir çok hastalığın tedavisinde yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu tedavi şekline hirudoterapi veya İngilizce’de leechtherapy denilmektedir. İngiliz dil tarihinin çok eski dö-nemlerinden beri bilinen ve bir çok hastalığın tedavisinde kullanılan ”Sülük-leech” ‘den en iyi bilinen tür Hirudo medicinalis’tir (Gödekmerdan ve ark., 2011).

Sülüğün tıbbi alanda kullanımı eski Ana-dolu uygarlıklarından İyonya’da Kolofon’lu (İzmir Değirmendere yakınlarında) Nicader tarafından M.O 200’de ilk kez kaydedilmiştir. Sonraki dönemlerde Galen (M.S 129-199), canlı-ların hastalıklarına sebep olan salgıları incele-miş ve salgısal teoriyi ortaya koymuştur. Ga-len’e göre insan vücudu dört salgı icermekteydi: kan, balgam, sarı safra ve siyah safra. Vücudun içerdiği bu sıvıların herhangi birinin dengesinin değişimi hastalıklarla sonuçlandığını ve medi-kal sülüklerin fazla kanı uzaklaştırarak bu den-geyi yeniden oluşturmaya yardım ettikleri dü-şünülmüştü. 19. yy.’da , Johann Frederick Diffenbach, sülüğü kendi alanı olan plastik cer-rahi uygulamalarında kullandı. On dokuzuncu yüzyılın sonlarında ise, Hirudoterapi, gelişen ve her gün daha da büyüyen modern tıp anlayışı ile örtüşmediği için sülüğün tıbbi kullanımı giderek azalmaya başladığı bir çok kaynakta yer almaktadır. Sülük tedavisi modern tıptan o ka-dar uzak görülmüştü ki kullanımı hiçbir yetkisi olmayan, tıp dışında çalışan “şifacı” olarak isimlendirilen bireylere yakıştırıldı ve şarlatan-lık olarak isimlendirildi. Fakat bu süre içerisin-de sülükler üzerine bir çok bilimsel çalışmalar yapıldı. On dokuzuncu yüzyıl sonlarına doğru 1884’de Haycraft, sülüklerin tükürük salgısında bulunan antikoagulan bir maddeyi izole etti ve sülüğün Latince olan “hirudin” adını verdi (Çuhacı ve ark.,2011).

Slovenyalı cerrahlar; Derganc ve Zdravic, 1960’da "Sülük kullanımıyla tedavi edilen venöz flep konjestiyonu" isimli makale ile tekrardan sülüklere dikkat çekmişlerdir (Hoşnuter ve ark., 2003).

1976 ve 1981’de Fransız cerrahlar flap doku cerrahisinde ve distal parmak replantasyonlarında başarılı kullanımlarıyla medikal sülüklerin yeniden kullanımını günde-me getirmişlerdir (Hoşnuter ve ark., 2003).

Sülüklerin Özellikleri Sülükler halkalı bir solucandır. Bilinen

650 ceşit türü bulunmaktadır. Hermafrodit olan sülüklerin çoğu yaklaşık bir yıl kadar yaşarlar. H. medicinalis’in boyu 10-15 cm olup, 34 segmentten oluşur. Ağırlığı 3-6.5 g’dır. Vücut ağırlığının 3-10 katı kadar kan emer, vücut ağır-lığı arttıkça emdiği kan miktarı da artar ve bir yıla kadar beslenmeksizin yaşamını sürdürebilir Bir çok hastalıklara yönelik tıbbi uygulamalarda kullanılan sülük türü “Hirudo medicinalis”dir. Bu tür sülüğün baş kısmında gözleri bulunmak-tadır. Ağız yapısında üç çenesi, larenks etrafın-da da tükürük bezleri yer almaktadır. Tükürük salgısı da salgılayan tükürük bezleri aynı za-manda hirudin maddesini salgılar. Ayrıca sü-lükler keskin çenelerinin sayesinde derinin 1,5 mm derinliği boyunca ısırabilirler. Bu ısırık sa-yesinde kan emebilirler ve emdiği kan hacmi yaklaşık 5-15 mL’dir. Sülüklerin ısırdıkları böl-gelerde, ısırma sonucunda bu bölgede 3-24 saat kanama olabilmektedir.

Kullanılacak sülükler tek kullanımlıktır ve sterildir. Bir tedavi seansında çoğunlukla bireylere 5 ile 12 adet tıbbi sülük uygulamakta-dırlar (Gönenç B. 2000).

Sülükler Nasıl Etki Eder? Sülüklerin hastalıklar üzerine etki etmesi-

ni sağlayan esas madde; sülüklerin tükürük bezlerinden salgılanan Hirudin’dir. Hirudin, 9000 molekül ağırlığında bir polipeptiddir. Trombin ile etkileşime girerek enzim inhibe edici kompleks oluşturur ve fibrinojenin fibrine dönüşümünü engeller. Hirudin’i özel kılan ve heparinden ayıran önemli bir özelliği var-dır.Heparinin aksine hirudin aktivitesi icin antitrombin III gerekmez ve pıhtılaşma sırasın-da salgılanan trombosit faktör-4 (heparini notralize eder) tarafından da inaktive edilmez. Pıhtılaşma faktörlerinin biyosentezi ile etkileş-mez yani pıhtılaşmayı engelleyerek kan dolaşı-mının devamlılığını sağlar. Ayrıca lipoprotein lipaz gibi kandaki diğer enzim sistemlerini etki-lemez. Sülük tarafından salgılanan daha bir çok madde vardır ve güçlü vazodilatatorler, antikoagulan moleküller, bakteriyostatikler, analjezikler, anti-inflamatuarlar, lokal anestezikler, prostaglandinler, protien benzeri calin, apyrase hyaluronidase, eglin, destabliaz, piyavit ve kollaginaz gibi bircok biyolojik etkin madde izole edilmiştir (Gödekmerdan A., 2011).

T I B B İ S Ü L ÜK L E R V E H İ R UD O T ER A P İ H

iru

do

tera

pi,

tıp

nya

sın

da

yayg

ın v

e et

kili

bir

şek

ilde

kulla

nılm

akta

dır

. Yap

ılan

bili

mse

l ara

ştır

mal

ar, h

em b

eşer

i hem

de

vete

rin

er h

ekim

likte

bir

çok

has

talığ

ın t

edav

isin

de

kulla

nıla

cağı

nın

hab

erci

sid

ir.

A

N

K

A

R

A

Ü

N

İ

V

E

R

S

İ

T

E

S

İ

V

E

T

E

R

İ

N

E

R

F

A

K

Ü

L

T

E

S

İ

H. KÜBRA GÜÇLÜ

Sayfa 32

Page 35: Hippocampus 3. sayı

H. KÜBRA GÜÇLÜ

Hirudoterapinin Endikasyonları

Son yıllarda dünyanın bir çok ülkesinde yaygın ola-rak ( ABD, Kanada, Avustralya, Fransa,

Almanya, Hollanda, Rusya vb.) tedavi amaçlı aktif bir şekilde birbirinden farklı klinik durumlarda;

Artrit

Tiroid

Apse

Osteoartrit

Glokom

Myasthenia gravis

Dental tedaviler,

Tromboz

Hematom

Yanık

Egzema, sedef ve iyileşmeyen ameliyat izleri

Gangrenin önlenmesi

Damar bozuklukları ( diabetik damar hastalıkla-rı, arteriyoskleroz, , varisler, kardiyovasküler hastalıklar)

Veteriner hekimlikte hayvan hastalıkları tedavi-sinde

Çeşitli kliniklerde (kardioloji, jinekoloji, üroloji, cerrahi, travmatoloji, stomatoloji, oftalmoloji vb.)

hirudoterapinin kullanımı artmaktadır (Gödekmerdan ve ark., 2011).

Özellikle plastik-rekonstruktif cerrahi ve mikrocerrahide tedaviye yardımcı olarak post operatif sü-lük kullanımı, dolaşımın devamlılığının sağlanması ve flapların mikrorevaskularizasyonunu sağlamak amacıyla yapılan bir çok bilimsel çalışmalarda başarılı sonuçların alınması ile medikal sülükler tekrar gündeme gelmiştir. Aynı zamanda Sağlık Bakanlığımız da tedavilerde belli şart-larda kullanımına izin vermiştir.

Hirudoterapinin Kontraendikasyonları

Genellikle karşılaşılan kontraendikasyonlar; uzayan

kanamalar, alerjik reaksiyonlar ve bakteriyel enfeksiyonlar-

dır. Sülüklerin sindirim kanalında yer alan Aeromonas

hydrophilia pnomoni, septisemi veya gastroenteritise ne-

den olabilmektedir. Sülük tedavilerinde, antibiyotiksiz sü-

lük kullanımı sonucu yaklaşık %20 oranında florada bulu-

nan bakterinin enfeksiyona neden olabileceği bildirilmiştir.

Ayrıca enfekte, kullanılmış sülüklerin hastadan hastaya kan

ile bulaşan herhangi bir enfeksiyon etkenini (HIV ve hepatit

virusleri) bulaştırması muhtemeldir(Hoşnuter M., 2003).

Sayfa 33

Page 36: Hippocampus 3. sayı

H. KÜBRA GÜÇLÜ Sayfa 34

KAYNAKÇA

1. Canpolat İ, Sağlam N. Treatment of aural hematomas in dog with

the medicinal leech, Hirudo medicinalis. Doğu Anadolu Bölgesi

Araştırmaları 2004; 67-9.

2. Durmaz B, Osteoartritte tamamlayıcı tıp yaklaşımları, Ege Üni-

versitesi Tıp Fakültesi, Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Anabilim

Dalı, İZMİR,14 / Özel Sayı 1 / 2011 (83-88).

3. Eroğlu L, Orak İ, Şimşek T. Ekstravazasyon yaralanmasının teda-

visinde tıbbi sülül kullanımı: Ön calışma. Turk Plast Rekont Est

Cer Derg 2004; 12: 208-11

4. Gödekmerdan A, Arusan S, Bayar B, Sağlam N, Tıbbi sülükler ve

Hirudoterapi, Türkiye Parazitoloji Dergisi 2011; 35: 234-9. Gönenç

B. Sülüklerin genel özellikleri, patojenite ve tedavi şekilleri. Kaf-

kas Univ Vet Fak Derg 2000; 6: 137-44.

5. Hoşnuter M, Demircan N , Ünalacak M, Kargı E, Aktunç E,

Babucçu O, Modern tıbbın yeniden keşfettiği bir alternatif tedavi

metodu: Hirudoterapi. Türk Aile Hek Derg 2003; 7(4): 177-179

6. Sağlam, N. 2011. Bazı tıbbi sülüklerin (Hirudo medicinalis L. 1758

ve Hirudo verbana Carena, 1820) ihracatı, korunması ve sürdürü-

lebilirliği. Journal of FisheriesSciences. 2011; 5: 1-15.

7. Şar S, Asil E, İç Anadolu Bölgesi'nde hemoroid tedavisinde kulla-

nılan halk ilaçları, Ankara Ecz. Fak. Der.18, 1 (1988).

8. Resimler Anonim İnternet Erişimi 06.09.2012 01.00 – 02.00

http://shortwhitecoats.com

http://linkinghub.elsevier.com/retrieve/pii/S2212440312002076?

via=sd

http://www.blutegel.de/egel/opencms/en/blutegel_en/

animals.htm

http://

raptoreducationgroup.blogspot.com/2010_01_01_archive.html

http://www.hirudolab.com/aboutmedb.html

http://lokmanhekimm.wordpress.com/category/suluk-tedavisi/

Page 37: Hippocampus 3. sayı

MERVE SAZAL

ANADOLU ATI

TÜRÜN TARİHÇESİ ve ORJİNİ: Anado-lu atı bir ordu hayvanı ve asker atıdır. Ordu'da çok zamanlar geceyi açıkta geçirdikleri halde aralarında pek az hastalık çıktığı, hava değişme-lerine karşı çok dayanıklı olduğu bilinmektedir. Bugünkü Anadolu atları eski Osmanlı ordusu-na yüzyıllar boyunca şeref ve şan kazandırmış olan, Osmanlı ordularına üç kıta’da zaferler kazandırmış süvari atlarının, bozulmuş , küçül-müş ve bakımsızlık yüzünden gerilemiş numu-neleridirler.

TÜRÜN ÖZELLİKLERİ: Anadolu atı;

ufak, yerden yapılı ve toplu bir beden yapısı ile kendini gösterir. Vücudunda büyük bir uygun-luk göze çarpar, bütün vücut yapısı kuvvet, mukavemet ve enerji ifade eder. Baş genellikle küçük, manalı ve canlı olup, orta büyüklükte, hafif etli ve güzeldir. Profil genellikle düzdür. Boyun kuvvetli, kaslı ve orta uzunlukta, kulak-lar ise orta büyüklüktedir. Boyun yukarıdan bağlanır. Cidago orta uzunlukta belli ve adaleli-dir. Omuzlar eğimli ve orta uzunlukta olup, bel kısadır. Bacaklar, kuvvetli ve sağlam, karın yu-varlaktır. Anadolu atında cidago yüksekliği 130-140 cm. dir. Nadiren 150 cm.ye çıkabilir. Gö-ğüs çevresi 152-160 cm.dir. İncik çevresi ise 17-19 cm.dir. Sağrı kısa ve düşüktür. Kuyruk tutuş-ları ortadan olup, gösterişli değildir. Tırnaklar kalın, güçlü ve sağlıklıdır. Tırnak renkleri siyah olup, beyaz tırnaklılar nadirdir. Anadolu atı çok iyi tırıs yapar, her türlü işte kullanılır. Her türlü yemi yer ve az yem tüketir. Hastalığa, açlığa dayanıklıdır. Renkleri kır, al, doru, yağız, kula olup, kır ve doru renk çoğunluktadır. Anadolu atları çok doğurgan ve insana çok yakındır, bu atların binişleri de yumuşaktır.

AYVACIK MİDİLLİSİ

TÜRÜN TARİHÇESİ ve ORJİNİ: Ayvacık Midil-lisi Çanakkale'nin Ayvacık Bölgesinde ve bil-hassa Sahillerde Yetiştirilir. Küçük, yerden yapı-lı vücudu tıknaz ve dayanıklı bir attır. Boyları-nın küçük olması bu yöre için büyük avantaj sayılır. Çünkü boyları küçük olduğu için zeytin ağaçları altından kolayca geçerler. Bu nedenle bilhassa hasat edilmiş zeytin taşınmasında önemlidirler.

TÜRÜN ÖZELLİKLERİ: Cidago yükseklikleri 116-120 cm. arasındadır. Baş kısa ve kaba, profil düz, yüz bazen hafif yumrudur. Boyun kısa ve kuvvetli ve göğüsle bağlantısı geniş, başla irti-batı zayıftır. Omuzlar az meyilli olup oldukça uzundur. Bedenin ön kısmı, ön göğüs iyi teşek-kül etmiştir. Göğüs derin, bel kısa, karın orta büyüklükte, böğürleri kapalıdır. Sağrı kısa, yuvarlak(Elma sağrı) ve az meyillidir. Ba-caklar kısa, kuvvetli, tırnaklar sert ve dayanıklı-dır. Donları genellikle dorudur, demiri kır varsa da azdır. Bu atların en önemli özeliklerinden biri de bu atların rahvan yürüyüşleridir. Bu tarzda yürüyüşleri sayesinde çok süratli yürür-ler ve çok yük taşırlar. Bu atlar çok uysal ve sahiplerine büyük itaat gösterip, Sevgi ile bağla-nırlar. Boylarının Küçük olması ve uysal karak-teri ile çocukların binebileceği bir at olarak istik-bali parlaktır.

TÜRKİYE S INIRLARI İÇERİS İNDE BULUNAN TÜRK AT

IRKLARI Tü

rkiy

e d

ışın

dak

i Tü

rk A

t Ir

klar

ı ise

Akh

al-T

eke,

Baş

kırt

, Bo

sna-

Her

sek,

De

libo

z, D

on

, Esk

i Tü

rk, H

azar

, Ira

k,

Kab

arta

y, K

arab

ağ, K

arab

ayır

, Kır

kızı

, Lo

kai,

Ru

mel

i, Tü

rkm

en, Y

aku

t ve

Yo

mu

d A

tlar

ıdır

.

A

N

K

A

R

A

Ü

N

İ

V

E

R

S

İ

T

E

S

İ

V

E

T

E

R

İ

N

E

R

F

A

K

Ü

L

T

E

S

İ

MERVE SAZAL

Sayfa 35

Page 38: Hippocampus 3. sayı

MERVE SAZAL

CANiK ATI TÜRÜN TARİHÇESİ ve ORJİNİ: Canik atları Sam-

sun'un sahil kısımlarında bilhassa Terme'de görülür. Bu bölgenin atları eskiden beri aranılan atlar olup atçılık ileri bir düzeydedir. Atçılığa karşı halk heveslidir. Ayrıca yarış-lara da bu bölgede önem verilir, arazilerin de verimli olması nedeni ile bu bölgede çayır ve meralar çok kuvvetlidir. Pro-fesör Dr. İhsan Abidin'e göre ilk Rus Muhaceretinde bu mıntıkaya Çerkez atlarının getirilmesi de burada atçılığın daha da ileri gitmesine sebep olmuştur.

TÜRÜN ÖZELLİKLERİ: Profesör Dr. İhsan Abidin'e

göre, Canik atlarında baş orta büyüklükte, etlidir. Alın ge-niş, Profil düz boyun düz ve kısa, cidago muhteşemdir. Sağrıları meyilli, bacakları kuvvetli, Amudiyeleri munta-zamdır. Bilekler dikçe, tırnaklar çok sağlam, incik çevresi 17-18 cm.dir. Bu atlarda alın geniş, tırnaklar sağlamdır. Yürü-yüşleri rahvan olduğundan İstanbul arabacıları bu asabi, çevik ve kuvvetli hayvanları tercih ederlerdi. Bu atlar her renkte olmakla beraber en fazla doru renktedir. Bu atlar Samsun ovalarında sürü olarak tabiatta serbest yetiştiril-mektedir. Genellikle binek olarak kullanılmakla beraber; Yükü taşıma ve yük çekme işlerinde de başarı ile kullanıl-maktadır.

C İ RİT ATI TÜRÜN TARİHÇESİ ve ORJİNİ: Erzurum yöresi ile

karakeçili aşireti tarafından söğüt ve Urfa'da, ayrıca Konya, Malatya ve Kütahya'da Yetiştirilmektedir. Arap atının, Ana-dolu atı, Doğu Anadolu atı ve Hınıs Atı ile karışmasından meydana gelmiştir. Bu atlar Osmanlı savaş atının torunları-dır. Bu atlar gibi Dünya'da kısa mesafede böyle müthiş sü-rati, manevra kabiliyeti ve dengesi olan at yoktur. Bu ne-denle cirit oyunlarında en başarılı at numunesidir.

TÜRÜN ÖZELLİKLERİ: Bu atlarda baş ufak, gözler

orta büyüklükte, kulak araları ve cephe geniş, kulaklar haraketli, gözler parlak ve hareketli, baş profili genellikle düz, fakat az miktarda da olsa çukur ve bombeliye rastlanır. Boyun orta uzunlukta ve kuvvetli, cidago az belirli, bel kısa, sağrı yuvarlak, tırnakları kuvvetli olup bu atlar kuyrukları-nı ve başlarını yüksekte tutarlar. Bu özellikleri Arap atını aratmayacak

güzelliktedir. Ancak Arap atından daha kısa, tıknaz, kemikli, sağrı ve omuzları daha gelişmiş ve kuvvetlidirler. Bu bakımdan Müthiş manevra kabiliyetleri olup, ilk hızları şimşek gibidir.

ÇUKUROVA ATI TÜRÜN ÖZELLİKLERİ ve ORJİNİ: Çukurova atı

Adana ovası veya Çukurova denen bölgede daha çok Os-maniye ve Kozan’ da bulunur. İstiklal Harbi’nden sonra iyi olan atların helak olmasıyla Çukurova atına Arap atı kanı ve Uzunyayla Atı kanı karışmıştır.

TÜRÜN ÖZELLİKLERİ: Çukurova atı, Anadolu atına

göre daha fazla yüksek ve aynı zamanda daha uzundur. Profil genellikle düzdür. Kulaklar genellikle uzundur ve baş yukarıdan bağlanmıştır. Boyun uzun, Orta derecede adelelidir. Cidago uzun ve anadolu atına göre daha yüksek, omuzlar genelikle uzun ve meyilli, bel uzunca, ön göğüs kuvvetli, adeleli fakat az geniş, göğüs scapulaların ardında biraz boğumlu ve orta genişlikte, fakat uzundur. Böğürler açık, sağrı Anadolu atına göre biraz daha uzun ve az meyil-lidir. Kuyruk yukarıdan bağlıdır. Karın yuvarlaktır. Kemik yapısı genellilkle kuvvetlir. Bacaklar bazan inceliğe meyle-der. İncikler ve bilekler uzuncadır. Prof.Dr. İhsan Abidin'in Osmanlı atları isimli Kitabına göre; Çukurova atları eskiden 150-154 cm. yüksekliğinde ve 4 yüz-5 yüz Kilogram ağırlı-ğında süratli yürüyüşe sahip atlar imiş ancak daha sonraları zayıf bakımdan dolayı ve elde kalan iyiler İstiklâl Harbi’nde helak olunca, bu gün bu numunelerin cidago yüksekliği 137-140 cm’ye düşmüştür.

DOĞU ANADOLU ATI TÜRÜN TARİHÇESİ ve ORJİNİ: Doğu ve Güneydo-

ğu illerinin dağlık bölgelerinde yetiştirilirler. M.Nurittin Aral'a göre; Arap, İran ve Türkmen atlarının karışmasından meydana gelen Doğu Anadolu Atı; Her üç ırkın özelliğini taşır. Böylece de bölgenin en güzel atını teşkil eder.

TÜRÜN ÖZELLİKLERİ: Doğu Anadolu Atı, özellikle

güzel bir at örneğini temsil eder. Küçük başı ile uysal bir at örneğidir. Boyun kısa, kuvvetli olup, genellikle bağlantısı yüksekten değildir. Cidago az belirli, sırt

hattı düz, bel kısa, sağrı yuvarlak (elma sağrı) Paralumbal boşluklar kısadır. Kuyruk bağlantısı yukarıdan ve hariçten olduğu için bu atların genellikle kuyruk tutuşla-rı gösterişlidir. Göğüsler genişçe, göğüs kafesi çevresi dai-remsi, karın silindir şeklinde olup, düşük karınlılık azdır. Ayakların amudiyetleri muntazamdır. İnciklerin aşağısı çok kuvvetli bilekler son derece kavi ve kuvvetlidir. Bu özellik-ler daha ziyade ön ayaklarda rahatlıkla görülür. Arap atları-nın art ayaklarına karşılık Doğu Anadolu Atının ön ayakları kuvvetlidir. Bu atların cüsse ve yükseklikleri Küçük olup, nadiren 1.48'i geçerler. Doğu Anadolu atı iki metre karı ya-rarak yol alabilen mükemmel bir dağ atıdır. Bu atlar çok uysal ve hissi attır. Şayet sahibine bir şey olsa eve gider ha-ber verir, tekrar gelir. Bu atlar Doğu Anadolu ‘daki dağlık yörelerde halkın en büyük yardımcılarıdır.

Sayfa 36

Page 39: Hippocampus 3. sayı

MERVE SAZAL

HINIS ATI(HINIS'IN KOLU KISASI) TÜRÜN TARİHÇESİ ve ORJİNİ: Eskiden, Doğu İl-

baylıklarında ve bilhassa Hınıs bölgesinde yetiştirilen bu numunelerin sayıları çok azalmıştır. Prof.Dr. İhsan Abidin'e göre; Bu atlar doksan üç harbinde Bağdat’tan gelen muavin atlısı Aşiretinin atları ile yerli atların birleşiminden meyda-na gelmiştir. Bu atların ön ayaklarının, arka ayaklarına göre kısa olması nedeni ile Hınıs'ın kolu kısası atı ismi verilmiş-tir. Hınıs yöresinde bilhassa Karayazı ve Karaçoban aşiretle-ri bu atı beslerler. Hınıs atı, Hınıs'a yakın bölgelerde ve Sa-rıkamış'ta da yetiştirilmektedir.

TÜRÜN ÖZELLİKLERİ: Hınıs atının eklemleri kalın

ve güçlüdür. Bilekleri kısadır. Sağrı normal, bel kısadır. Boyun kalın ve kısadır. Göğüs çok derin ve geniştir. Dolayı-sı ile bu atlarda büyük ciğer ve yürek vardır. Kolay kolay yorulmazlar, ölesiye çalıştırıldıktan sonra iki saat dinlenme ile ayağa kalkarlar. Cidago 135-138 cm. civarındadır. Kuy-ruk ve yele normal olup, bazı numunelerde gürdür. Normal olarak baş tutuşu dik ve gururlu, kuyruk tutuşu yüksektir ve kuyruk sokumu çok kalındır. Baş etli ve güzel alın geniş, kulaklar dik ve ufak veya normaldir, renkleri her renk olup en çok doru renkleri vardır. Hınıs atı çok dayanıklı ve cesur olup, aynı zamanda çok çevik ve hızlı bir attır. Çok güzel araba çeker ve rahvan yürür. Bu atlar tercihen binek atı ola-rak kullanılır ve çevik oldukları için cirit oyununda da kul-lanılırlar.

KARACABEY ATI TÜRÜN TARİHÇESİ ve ORJİNİ: Karacabey atı, Arap

atları ile yerli atların melezlenmesi ile elde edilmiştir. Bu at tipini yetiştirmede gaye; dayanıklı, sağlam, süvari, binek, araba ve orta ziraat işlerine uygun çok amaçlı bir at tipi meydana getirmektir. İngiltere Kraliçesine hediye edilen bu atlardan birisi Polo (Çöğen) oyununda İngiltere'de yılın atı seçilmiş ve Tarım Bakanlığı'na bu at ile ilgili başarı sertifika-sı gönderilmiştir. Fakat bu atların yetiştirilmesi devlet hara-larında kaldırıldı ve uzun emeklerle yetiştirilen bu atlar yok

oldu. TÜRÜN ÖZELLİKLERİ: Bu atlar tıknaz, kısa belli,

küçük ve güzel başlı, yerden yapılı, yuvarlak ve güçlü sağ-rılı, karınlı, sağlam eklemli ve kemikli şahane atlardı. Bu atların gücü, dayanıklılığı, uzun mesafeye gidişi Arap atla-rından üstündür. Bu atların her rengi vardır. Yükseklikleri 152 - 160 cm. arasındadır. Göğüs çevresi 170 - 176 cm. ara-sındadır. İncik çevresi 19,5 cm' ye çıkan numuneler bulun-muştur. Talim ve terbiye kabiliyeti son derece yüksektir.

KARACABEY NONİUS ATI TÜRÜN TARİHÇESİ ve ORJİNİ: Macaristan'dan geti-

rilen safkan nonius aygırları ile koyu donda iri cüsseli ve kalın kemikli yerli kısrakların melezlenmesi ile elde edil-miştir. Bu atı yetiştirmede amaç Ordu'ya ve gittikçe entansifleşen ziraat için daha büyük cüsse ve kuvvete haiz iş, çekim ve araba atı ayrıca konkur için iri cüsseli yüksek atlama kapasiteli binek atı elde etmektir. Bu atlar Türkiye ve Balkan şampiyonalarında

Uluslararası parkurlarda başarılar elde ettiler. Fakat bu atlarında yetiştirilmeleri yasaklandı ve Devlet haraların-dan kaldırıldı, uzun emeklerle yetiştirilen bu atlar yok oldu.

TÜRÜN ÖZELLİKLERİ: Bu atlar 160-175 cm cidago yüksekliğinde çok güçlü, hızlı mükemmel tırıs yapan atlar-dır. Yüzde doksan yağız renkli, yüzde on doru renktedirler. Boyunları kısa ve güçlü, baş normal veya çoğunlukla kaba ve yarım koç başlıdır. Kemikler kalın, eklemler güçlü, Tır-naklar sağlıklı ve sağlamdır. Bu atlar soğuk kanlı atlar ka-dar güçlü ve soğuk kanlı atlardan daha hızlı, enerji dolu, mükemmel atlardır.

KARAKAÇAN ATI TÜRÜN TARİHÇESİ ve ORJİNİ: Bu atlar Romanya,

Macaristan, Bulgaristan ve Moldova'dan gelen Türklerin beraberinde getirdikleri atlar ile Trakya atlarından meyda-na gelmişlerdir. Bu atlarda soğuk kanlı Macar ve Fransız atlarının etkisi vardır. Yarı soğuk kanlı at tipleri arasına girmektedir. Anadolu ve Trakya atı kadar çevik olmamakla birlikte Malakanlardan daha çevik ve hızlıdır. Bilhassa Trakya tarımında Çok kullanılırlar. Bu atları eskiden göçebe olarak koyun ve sığır besleyen Karakaçan denilen göçebeler beslemekteydi. Bunlar Trakya’dan Romanya’ya kadar kışın güneye yazın ise kuzeye hareket ederek dağlık ve ovalık arazide hayvanlarını otlatmakta idi. Ancak daha sonra bu bölgelerdeki Hükümetlerin baskısı ile yerleşik düzene geçti-ler.

TÜRÜN ÖZELLİKLERİ: Bu atlar cüsseli, geniş karın-

lı, düşük ve geniş sağrılı hayvanlardır. Talim ve terbiyeye müsait uysal hayvanlar olup, bilhassa tarım ve çeki hayvanı olarak çok uygun olup aranılan atlardır. Bu atların renkleri genellikle yağız ve yağıza Yakın doru renktedirler. Nişane-ler ve akıtmalar pek bulunmaz. Topukları kılsız olmakla beraber bazılarında az miktarda olsa da, Soğuk kanlı atlar-da görülen kıllar (Paçalar) vardır. Sağrılarının güçlü olması çekiş güçlerini olağan üstü artırır. Bu atlar yem seçmezler ve kaba Yemlerle güçten düşmeden Kolayca beslenebilirler. Bu atlar 145-165 cm. cidago yüksekliklerinde,

düşük, geniş ve güçlü sağrılı, geniş karınlı, uzun belli olup bazı numunelerde bel fazla uzun olmayıp normaldir. Baş genellikle normal olup kaba ve koç başlılara rastlan-maktadır. Boyun adeleli olup, normal uzunluktadır. Cidago belirli olup omuzlar uzunyayla atındaki gibi dik değil ol-dukça yatıktır. Tırnaklar sağlam ve sağlıklıdır. Bu hayvan-lar oldukça munis olup iş yapmakta çok arzuludurlar.

Sayfa 37

Page 40: Hippocampus 3. sayı

MERVE SAZAL

MALAKAN ATI TÜRÜN TARİHÇESİ ve ORJİNİ: Malakan atlarını

Türkiye'nin Kars bölgesine getiren Malakan'lardır. Malakan'lar, Ukrayna'dan Kar'sa göç etmişlerdir. Malakan'ların Hazar Türk Yahudilerinden olduğu söylen-mektedir. Mandıracılık (Süt, Peynir..vs.) ile uğraşırlar. Türkçe Malakan ' ın karşılığı, Rusça; Moloka, Almanca; Melker' dir. Kelimelerin manası süt sağıcı anlamına gelmek-tedir. Bu atları daha önceleri Rusların Ukrayna'da açtıkları haralarda kullandıkları Percheron ve Cleydestal aygırları-nın Tesiri ile meydana geldikleri kabul edilmektedir. Fakat bu numuneye Rusların Biçuk atları esas teşkil etmiştir. Biçuk atı Rus yerli atlarının Orlof, Danimarka ve Hollanda atları ile ıslahından meydana gelmiştir. Sonradan Malakan atlarının ıslahında Ardene Atları Kullanıldığından bu gün aralarında al ve kulaya benzer donlar görülür. Bu atlar Kars, Göle ve Ardahan civarında bulunur. Halen Kars'ın Arpaçay ilçesi, Zöhrep köyünde ve diğer civar bölgelerde bu atlar bulunmaktadır.

TÜRÜN ÖZELLİKLERİ: Malakan atlarında boyun

kısa ve kalın, baş kaba ve Anadolu atına göre büyük ve uzun, bel orta uzunlukta, bacaklar kısa ve kemikler kalın, karın geniş, göğüs derin ve geniş, eskiden renkleri ekseriya yağız, ancak son zamanlarda al daha çok görülmekte, ayrıca doru don ve kır donda görülmektedir. Sağrı geniş ve dü-şüktür. Cidago yükseklikleri ortalama olarak 140 cm.dir. Bu atlar soğuğa çok dayanıklı olup, güçleri çok yüksektir. Ge-nel olarak Haflinger kadar yeleleri ve kuyrukları gür değil-dir. Haflinger Atlarına göre belleri daha kısa ve tırnakları daha sağlamdır. Malakan Atları, Anadolu atı kadar çevik değil fakat cüsseleri ağır ve kalın olduğu için çekiş güçleri daha fazladır. Bu atlar zahmete karşı dayanıklı ve sakin mizaçlı, iyi bir iş atıdır.

TRAKYA ATI TÜRÜN TARİHÇESİ ve ORJİNİ: Trakya atı, Trakya'-

nın her tarafına yayılmıştır. Dağlık bölgelerde, bilhassa Istırancalar (yıldız dağları) bölgesinde yetiştirilenler çok dayanıklı atlardır. Özellikle (sazara) bölgesinde yetişen at-lar Birinci Dünya Harbi’nden evvel arabacılar arasında çok tutunmakta idi. Trakya'nın nehirler bölgesi, at yetiştirmekte büyük bir şansa sahiptir. Geçmişte Trakya, imparatorluk ordusuna binlerce süvari bineği temin edecek bir atçılık tarihine sahipti. Özellikle Meriç nehrinin ağzında bulunan ve sonradan yunanlılara verilen çay adası, yaz-kış süvari atlarına otlaklık vazifesini görmüştür.

TÜRÜN ÖZELLİKLERİ: Trakya atı küçük bir at tipi-

dir. Başları orta büyüklükte olup, kısa boyunludur. Cidagoları basık, sağrıları ise düşüktür. Göğüsleri dar, gö-ğüs kafesleri genellikle daireye yakın yuvarlaklıkta ve ba-zen yanlardan basıktır. Bacakları kuvvetli kalın ve sağlam, tırnaklar kesif ve dayanıklıdır. Paralumbal boşlukları geniş olduğu için, beli kısa ve vücudun pelvisle olan bağlantısı kuvvetlidir. Genellikle sırtın üst hattı düzdür. Kuyruk bağ-lantısı çok kere aşağıdan olduğundan, kuyruk tutuşları pek gösterişli değildir. Deriyi örten kıllar sert ve kalındır. Genel özellikleri bakımından Trakya atı Anadolu atına benzemek-te ise de üretme bölgesinin uygunluğu, mera ve çayırların bolluğu, halkın tarım bakımından daha ileri olması dolayı-

sıyla Trakya atı, Anadolu atından büyük ve kuvvetlidir. Genellikle Anadolu atları gibi Trakya atı da kanaatkar ve her türlü güçlüğe tahammüllüdür. Islah olunduklarında güzel bir süvari ve hafif bir koşum atıdır.

TÜRK ARAP ATI TÜRÜN TARİHÇESİ ve ORJİNİ: Otoritelere göre

Arap atının kökeni Orta Asya'dan gelmiştir. The Treasure of horse isimli kitaba göre Arap atının kökeni Türkmen Atı'-dır. At ilk defa Orta Asya'da Türkler tarafından evcilleştiril-miştir. Daha sonra atlar Babile (Mezopotamya), Mısır ve Arabistan'a gelmiştir. Araplar bu atların asaletine (yani ze-kiliğine, insana yakınlığına ve insana sadıklığına göre) önem vermişlerdir. Türkler Orta

Asya kökenli olup, Ural-Altay kavimlerinden gelirler. Memluklular zamanında Devlet Türkler tarafından idare edilmiş ve daha sonra da Yavuz Sultan Selim zamanında Arabistan ve Halifelik Osmanlılara geçmiştir. İlk dönemler-den beri paralı asker olarak Arabistan'a gelen Türkler atları ile birlikte gelmişlerdir. Ünlü Arap Tarihçisi El-Cahiz'e göre Türkler mert, dürüst ve sadıktılar. Atların en iyisi onlarda idi. Bu da gösteriyor ki o devirde Türklerin atları Arap atla-rından üstündüler. İşte bu harika atlarla Türkler Arap atla-rını daha da geliştirdiler. Arap atlarını kendi atları ile me-lezleyerek kuvvet, dayanıklılık ve çeviklik verdiler ve bu atları Dünya’nın en iyi harp atı yaptılar. Bu nedenle bu atla-ra Türk Arap atı denilebilir. Gerçek Arap atı çevik, hareket-li, aniden durabilen ve hareket edebilen, ani dönüş yapabi-len, sağlam kemikli, güçlü mafsallı, çelik gibi tandonları olan, sağlam tırnaklı, dayanıklı, az yem yiyen, yediği yemi iyi değerlendiren, zeki, sadık, çok güzel görünümlü olan hafif süvari atı olup, 17.yüzyılın en iyi harp atı idi. Bu

nedenle bütün Dünya at ıslahında Arap atını kullan-mıştır; fakat meşrutiyetin ilanından sonra haraların tamamı kapatılmış ve eşi bir yerde bulunmayan kıymetli damızlık-lar dağıtılmış ve ecnebi memleketlere intikal etmiştir. Bu durumda da imparatorluğun atçılığı çökmüştür. 1923 yılın-da Türkiye Cumhuriyetinin kurulması ile 1924 yılında yeni-den Türk Arap atı yetiştirilmeye başlanmıştır. Türk Arap atı yarışları 1924 yılından itibaren yapılmaya başlanmış ve 1927 yılından sonra Devletin müsaadesi ile kurulan ve Baş-bakan Sayın İsmet Paşa önderliğindeki Islah ve Yarış Encü-meni ile resmi olarak İzmir, Ankara, İstanbul, Bursa, Konya, Adana, Erzurum, Sivas ve Diyarbakır'da at yarışları yapıl-mıştır. Türkiye'de yaklaşık 3000 Türk Arap yarış atı mev-cuttur. Türk Arap atı bugüne kadar devlet haralarından Karacabey, Çifteler ve Sultansuyu haralarında yetiştirilmiş-tir.

Sayfa 38

Page 41: Hippocampus 3. sayı

MERVE SAZAL

TÜRÜN ÖZELLİKLERİ: Türk Arap atının baş yapısı çok güzeldir. Gözler parlak ve büyük, kulaklar zarif ve kü-çük, burun geniş ve hareketli, baş profili çukur ancak bazı-larında düz, boyun güçlü ve kuğu boyunlu, cidago biraz belirgin, eklemler ve tandonlar çelik gibi güçlü ve sağlam, tırnaklar sağlıklı, sağlam, geniş ve

yuvarlak, kuyruk ve baş tutuşu yüksekte, sağrı ol-dukça düzdür. Aygırlarda Cidago yükseklikleri 1.50-1.60cm.dir. İncik kalınlıkları 20-21 cm.dir. Görüldüğü gibi Türk Arap atı fizik olarakta gelişmiştir. Eğer Türk Arap atı bu şekilde gelişmesine devam edebilirse ve İngiliz atı da şimdiki gibi yavaş hızla gelişirse Otoritelere göre Türk Arap atının 100 yıl sonra İngiliz atına yetişebileceği tahmin edil-mektedir.

TÜRK HAFLİNGER ATI TÜRÜN TARİHÇESİ ve ORJİNİ: Haflinger atı Avus-

turya menşeilidir. Haflingerler ilk defa Türkiye'ye 1961 yı-lında 20 baş kısrak, 4 baş aygır olarak getirilmiş ve Türk Haflingerleri bu damızlıklar ile yetiştirilmeye

başlanmıştır. Türkiye'de yetiştirilen Türk Haflingerleri yetiştiriciliğinde büyük başarılar elde edilmiş-tir. Haflinger atları Ege'de çok tutulmuştur ve yaygınlaş-mıştır. Başta İzmir Torbalı'da Alaş kımız üretme çiftliği ol-mak üzere bir çok çiftliklerde Haflinger atı yetiştirilmekte-dir. Haflinger atı 7 baba kan hattına ayrılır. Bunlar; Anselmo, Nibbio, Massimo, Student, Stelvio, Bolzand, Liz-Willi'dir.

TÜRÜN ÖZELLİKLERİ: Haflingerde cidago yüksek-

liği 134-140 cm. göğüs çevresi 170-190cm. incik çevresi 18,5 - 21cm. arasındadır. Haflingerlerde don aldır ve yalnız al

donda hayvanlar nesilnameye(pedigri) kaydedilir. Al don-'un her çeşidi mevcuttur. Sırt çizgisi makbul sayılır. Haflingerlerde görülen en makbul al çeşidi yele, kuyruk yıkanmış altuni aldır. Sırt çiz-gisinin hafif olması ve koyu esmer renkte olması istenir. Büyük beyaz nişaneler mak-

bul sayılmaz. Küçükleri ise koyuca nüans gösteren al hay-vanlara güzellik verir. Avusturya Haflingerlerine göre Türk Haflingerlerinin belleri daha kısa, baş daha küçük ve vücut daha derli toplu ve daha kaslı olup, pehlivan tiplidir. Bu atların çekiş güçleri çok yüksektir. Haflinger tipik bir iş hay-vanıdır; yem tüketimi az, iş verimi ise daha yüksektir. Bes-leme ve bakımı kolay, kanaatkar olduğu için yetiştirilmesi de iktisadi olduğundan büyük cüsseli atlara bakınca daha fazla kar sağlamaktadır.

TÜRK NONİUS ATI TÜRÜN TARİHÇESİ ve ORJİNİ: Nonius atı Macaris-

tan'da yetiştirilmiştir. Nonius atları yüksek seviyede spor atı ve askeri açıdan top arabası çekebilecek at yetiştirmek için Macaristan'dan satın alınmıştır. Bu Nonius atı hem saf olarak, hem de iri ve koyu donda yerli atlarla(genellikle ingiliz atıyla) melezlenerek Karacabey Nonius atının yetişti-rilmesinde kullanılmıştır. Ancak, bugün Türkiye'de Nonius atı kalmamıştır.

TÜRÜN ÖZELLİKLERİ: Nonius atı Çekim gücü fazla olan, iyi tırıs yapabilen, sağlam kemikli aynı zamanda binek olarak kullanılabilen, kitleli, sakin karakterli ve Türkiye şartlarına uygun bir attır. Büyük Noniuslar; 168-180-184 cm. yüksekliğinde siyaha yakın doru veya yağız renkte hayvan-lardır. Ağırlıkları 620-640 kg. arasında değişmektedir. Kü-çük Noniuslar; 156-167 cm. yükseklikte olup, ortalama ağır-lıkları 480 kg.dır. Eşkal itibari ile, büyük Noniusların küçük bir örneği olup, Süratleri daha fazla olduğundan, daha çe-viktirler

TÜRK RAHVAN ATI TÜRÜN TARİHÇESİ ve ORJİNİ: Rahvan atı tarihte

ilkönce Doğu Asya'da ve Orta Asya'da Türkler tarafından yetiştirilmiştir. Daha sonra Kafkasya'da ve Osmanlı döne-minde Anadolu'da yetiştirilmiştir. Bilhassa Osmanlı döne-minde Rahvan at yetiştiriciliği ve Rahvan at kültürü doruk noktaya çıkmıştır. Bunun da sebebi Rahvan at uzun mesafe-yi üzerinde daha çok yükle en kısa zamanda gider ve ayrıca Rahvan yürüyüş binici için çok rahattır. Bu nedenle küçük atlar Rahvan yürüyüşle büyük atların yapmış olduğu işleri yaparlar ve aynı zamanda da az yem tüketirler. Bu nedenle çok ekonomiktirler. Dolayısı ile Osmanlı Türkleri Orta As-ya'daki gibi geniş otlakları bulamayınca Anadolu'da at ye-tiştirmek zorlaşmış ve bu nedenle küçük tipte Rahvan yürü-yen az yem tüketen Rahvan atlar yetiştirmişlerdir. Bugün Anadolu'da hala gelenek olarak Rahvan atlar yetiş-tirilmektedir. Osmanlı Türkleri tarafından Ame-rika Birleşik Devletlerin-de de Rahvan atlar yetiş-tirilmiştir. Bu atlar Tennessee Walking Horse ismini almışlardır. Daha sonraları da bu at-lardan Missouri Foxtrotter atları yetiştirilmiştir. .

TÜRÜN ÖZELLİKLERİ: Rahvan atlarda baş güzel,

asil ve cesur görünümlü, alın geniş, profil düz, gözler par-lak ve büyükçe, boyun normal ve kaslı, göğüs geniş ve de-rin, bel kısa, sağrı yuvarlak, bacaklar ve eklemler kuvvetli ve sağlam, tırnaklar sağlam ve serttir. Çok çevik ve daya-nıklıdırlar. Her renkte olurlar. İnsana çok yakın ve sakindir-ler. Rahvan yürüyüşleri özel eğitimle sıçramadan yaptırıl-maya alıştırıldığında, binici için çok rahattırlar.

etkisi olduğu söylenir. Efsaneye göre Hazar Denizi kenarında yaşayan Lorsan ve Yesugan isimli iki kardeş kız kardeşlerini ağırlığı kadar altın karşılığında gelin vermişler, iki kardeş kızın ağırlığını almaya gidince, kız kardeş, erkek kardeşlerine altını almayıp deniz kenarında otlayan atlar-dan almalarını söylemiş. Erkek kardeşler hayretle neden diye sorunca; kız kardeş bu atların, deniz aygırı soyundan geldiğini söyler. Bunun üzerine erkek kardeşler bu atlardan 10 kısrak ve 1 Aygır alarak ülkelerine dönerler. İşte bu atlar ile uzun yayla atlarının esası kurulur. Uzun yayla atları 5 kabileden meydana gelmiştir. Bunlar; Solun, Yeluh, Yağan, Lö veya Mercan ve Trama'dır. Bunların en meşhuru Soluh kabilesidir.

Sayfa 39

Page 42: Hippocampus 3. sayı

MERVE SAZAL

TÜRK TIRIS ATI (TÜRK ARABA ATI) TÜRÜN TARİHÇESİ ve ORJİNİ: Türk tırıs atı, araba-

cılar tarafından Anadolu atları arasında iyi tırıs yapan güç-lü atların seçilmesi ile temin edilmiştir. Tırıs, atın çapraz ayaklarının aynı anda sıçrayarak adımlaması ile yaptığı bir yürüyüş tarzıdır. Yapılan tırısın nüans farkları ile köpek tırısı, normal tırıs, delici tırıs, yüksek tırıs, uçucu tırıs, yüzü-cü tırıs, haddinden fazla acele tırıs, gayri müsavi tırıs, alçak tırıs gibi çeşitleri vardır.

Tırıs, atların en önemli yürüyüşlerinden biridir. Tırı-sın önemi şudur; atlar arabalardaki en ağır yükü, en uzun mesafeye, en kısa zamanda tırıs yürüyüşü ile çeker. İyi bir tırıs atı için 100 mili (164 km.) 10 saat'te alması şart koşul-muştur. 1850 yılından sonra 20 mili (32 km.) bir saat'te al-mak şart koşulmuştur. Bu safkan tırısçılar ile soğuk kanlı çeki atları melezlenerek hem güçlü ve hem süratli çeki atları yetiştirilmiştir. Bu atlar Türkiye çapında tahminen 40.000 adet civarındadır. Bu sayı tırıs yarışları için büyük bir po-tansiyeldir.

TÜRÜN ÖZELLİKLERİ: Tırıs atının vücudunda bü-yük bir harmoni mevcuttur. Bel genellikle kısa (normal uzunlukta olan da vardır. Uzun belli numuneler çok azdır). Sağrı yuvarlak veya düşüktür. Baş genellikle

normal büyüklükte, profil düz, boyun kaslı ve kısa, göğüs orta derecede gelişmiştir. Sağrıları çok güçlüdür. Kuyruk tutuşu Arap atı kadar gösterişli değildir. Tırnakları çok sağlam ve sağlıklıdır. Bacakları düzgün kuvvetli, bilek ve eklemler güçlüdür. Renkleri genellikle doru ve kırdır. Al renk az bulunur. Yağız ve kula renk ender görülür. Nişane ve akıtmalar bu atlarda az görülür. Çok sakin ve uysal hay-vanlar olup, açlığa, hastalığa ve yorgunluğa karşı dayanıklı-dırlar.

UZUN YAYLA ATI TÜRÜN TARİHÇESİ ve ORJİNİ: Uzun yayla atları

1854 yılında Kafkasya'dan Anadolu'ya gelen Kafkas Türkle-rinin beraberinde getirdikleri atlar ile meydana çıkmıştır. Bu atların esasını Kafkasya’daki Terek ve Koban eyaletle-rindeki Çerkez atları teşkil eder. Bu atlarda soğuk kanlı Ma-car atlarının etkisi olduğu söylenir. Efsaneye göre Hazar Denizi kenarında yaşayan Lorsan ve Yesugan isimli iki kar-deş kız kardeşlerini ağırlığı kadar altın karşılığında gelin vermişler, iki kardeş kızın ağırlığını almaya gidince, kız kardeş, erkek kardeşlerine altını almayıp deniz kenarında otlayan atlardan almalarını söylemiş. Erkek kardeşler hay-retle neden diye sorunca; kız kardeş bu atların, deniz aygırı

soyundan geldiğini söyler. Bunun üzerine erkek kardeşler bu atlardan 10 kısrak ve 1 Aygır alarak ülkelerine dönerler. İşte bu atlar ile uzun yayla atlarının esası kurulur. Uzun yayla atları 5 kabileden meydana gelmiştir. Bunlar; Solun, Yeluh, Yağan, Lö veya Mercan ve Trama'dır. Bunların en meşhuru Soluh kabilesidir.

TÜRÜN ÖZELLİKLERİ: Uzun yayla atlarının başları

büyük olup, göz bölgesi az belirgindir. Gözleri küçük ve parlaktır. Profilleri genel olarak burun üzerinde bombeli olup, yarım ve tam koç burunludurlar. Boyun oldukça adeleli ve orta uzunluktadır. Cidago yükseklikleri oldukça fazla olup 1.56cm.’yi geçen numuneler vardır. Ortalama yükseklikleri 1.40 - 1.55cm. Arasındadır. Uzun yayla atla-rında renk büyük çoğunlukla dorudur. Bunun dışında ya-ğız, kır ve az da olsa al renkler mevcuttur.

KAYNAKÇA

Yarkın, İ. 1962 Atçılık. A. Ü. Ziraat Fakültesi Yayınları No:40, Ders Kitabı No:20. Ankara Ü. Basımevi, Ankara.

Aral, N. 1974 Türkiye’de Yetiştirilen Hayvan Türleri ve Yetişti-ricilik Tarihi ve Teknolojisi. Türkiye Jokey Kulübü Yayınları. Ankara.

Faruk, S. 1983 Türklerde Atçılık ve Binicilik. Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı. İstanbul.

Güleç, E. 1998 Uzunyayla Atı. Anadolu At Irklarını Yaşatma ve Geliştirme Derneği Yayınları (Elde basım).Ankara.

Güleç, E. 2002 Cihan Şümul Atımız Hınıs Atı. Anadolu At Irklarını Yaşatma ve Geliştirme Derneği Yayınları (Elde basım). Anka-ra.

Güleç, E. 2005 Türk İngiliz Ati. Anadolu At Irklarını Yaşatma ve Gelistirme Derneği Yayınları(Elde basım).Ankara.

Güleç, E. 2005 Türk At Irkları. Anadolu At Irklarını Yaratma ve Geliştirme Derneği Yayını. Ankara.

Güleç E, 2007 Ardahan Atı (Malakan Atı). Anadolu At Irklarını

Yaşatma ve Geliştirme Derneği Yayınları (Elde basım). Ankara.

Resimler Ertuğrul Güleç’ in şahsi albümünden alınmıştır.

Sayfa 40

Page 43: Hippocampus 3. sayı

C

M

Y

CM

MY

CY

CMY

K

Banvit.A4.pdf 1 9/4/12 4:38 PM

Page 44: Hippocampus 3. sayı

[email protected]@yandex.com

Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi, İrfan Baştuğ Cad. 06110, ANKARA