14
Ö ZDE MIR Kur•an Aç1s1ndan etkili olan pek çok faktör ve en etkili birisini de bireysel tecrübeler Her gün, her olayla ve zaman ru- humuzun derinliklerinde izler Bir gün bunca ne anlama sorgulamaya ruhumuzun de- rinliklerine çizilen bu çizgilerden bir ortaya. Bu sadece ruhumuzun ob- jektifinin bir kesitin yorumunu yapma verir bize. Kimilerine göre hayat meyecek kadar basit, ve Kimilerine göre ise, bütün badirelerine yine de sahip en ve tek bir mutluluk ve haz Ancak sorun hayata bu iki tür karardan birini vermekle olmamakta, tam aksine çok daha bir hale gelmektedir. ki, hayat ya- kadar kötüdür. Ancak bu, onun bu haliyle var ve ortadan kal- O halde temel ol- Böylesine kötü olan hayat niçin ve gayesi nedir? Niçin bu türü var da öbür türü yoktur? taraftan, onun bütün kötülüklerine ya- kabul ise so- gündeme gelmesi Ya- nedir? o bir tür zorunluluksa niçin sürekli olmak için var olmak, var olmaya mi? onu biz be- göre kim ve ne Bu türden metafiziksel nesnel bir verilmesi kez ya mümkün ol- ya da konusu Bunun nedeni, söze her yerde az ya da çok bir Çünkü herhangi bir salt olarak kalmamakta, Gör., Ilahiyat Fakültesi Temel Islam Ketarn Ana- Görevi 236 Metin ÖZDEMiR* bir nisbetle gerekli ya da gereksiz, iyi ya da kötü, güzel ya da çirkin gibi nitelikler alarak sür- dürmektedir. Deniz için gerekli ve iyi bi r Ancak, yüzme bilmeyen bir adam için, gereksiz, tehlikeli ve kötüdür. O bir olarak, deniz Bununla bi r- likte, aifetme deniz olan önem arzetmektedir. biz. bu hayata biçme bu boyutunu dikkate alarak bir kri- tize etmeyi Bunun için de spesifik bir alan olan seçtik. Kötümserlik 1 , bir felsefesidir. se- vinci ni olan felsefesi. ümit- lerini tüketerek kendisini hayata tüm ya da kopma gelmesi, tedavi edilmesi gereken patolojik bir bu ta- Ruhbilimini ve Psikiyatriyi bizim ilgi Ancak bu ruh halinin fel- sefi forma sokularak bir felsefesi halinde ta kdim edilmesi, ta- ve bunun için gayret gösteren bütün ve inanç sistemlerini ilgilendiren bir husustur. onun bu yönü, inanç ve sistemlerinin ve bu temel kriterlerden hareketle incelenebilir ve kritik edilebilir. Biz burada onu sadece Islami temel kriteri olan Kur'an perspektifinden kritik etmeye Bunun için öncelikle, köklerini ve rasyonal görmemiz gerekmektedir. 1 Bu bütün mümkün en kötüsü oldu(junu; hayal ve trajediye mahkum bulundu(junu savunan bir dünya (Bkz., The Ensyclopedia Amerlcana. Copy- by Amencana 1970, New York. XXI 654. Keza bkz., Orhan, Felsefe Ansiklopedis i, Istanbul. 1977, 111, 331. JOURNAL OF ISLAMI C RE SEARCH VOL: 11 , NO 3-4. 1998

inkarcı Kötümserliğin Kur•anisamveri.org/pdfdrg/D00064/1998_3-4/1998_3-4_OZDEMIRM.pdfrekli bir arzu do~maktadır. Dolayısıyla biz asla tatmin edilemeyecek bir şeyi tatmin

  • Upload
    others

  • View
    8

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

ARŞ.GÖR.METIN ÖZDEMIR

inkarcı Kötümserliğin Kur•an

Aç1s1ndan Kritiği

Hayatı anlamiandırma çabasında etkili olan pek çok faktör vardır ve bunların en etkili olanlarından birisini de

bireysel tecrübeler oluşturmaktadır. Her gün, her çeşitten sayısız olayla karşılaşırız ve ço~u zaman bunların ru­

humuzun derinliklerinde kalın izler bıraktığının farkında olmayız. Bir gün yaşadığımız bunca olayların ne anlama

geldi~ini sorgulamaya başladı~ımızda, ruhumuzun de­rinliklerine çizilen bu kalın çizgilerden bir foto~raf çı­

karırız ortaya. Bu foto~raf, sadece ruhumuzun ob­

jektifinin yöneldiği bir kesitin yorumunu yapma imkanı verir bize. Kimilerine göre hayat yaşanmaya değ­

meyecek kadar basit, boş ve saçmadır. Kimilerine göre ise, bütün badirelerine rağmen, yine de sahip oldu~umuz en değerli varlığımızdır ve tek başına bir mutluluk ve haz

kayna~ıdır. Ancak sorun hayata ilişkin bu iki tür karardan birini vermekle bitmiş olmamakta, tam aksine çok daha

karmaşık bir hale gelmektedir. Varsayalım ki, hayat ya­şanmaya de~meyecek kadar kötüdür. Ancak bu, onun

bu haliyle var olduğu ve yaşandığı gerçe~ini ortadan kal­dırmamaktadır. O halde temel sorularımız şunlar ol­malıdır. Böylesine kötü olan hayat niçin vardır? Anlamı ve gayesi nedir? Niçin bu türü var da öbür türü yoktur?

Di~er taraftan, onun bütün kötülüklerine rağmen ya­şanmaya değer oldu~unu kabul etti~imizde ise şu so­

ruların gündeme gelmesi kaçınılmaz olmaktadır. Ya­şamanın anlamı nedir? Eğer o bir tür zorunluluksa niçin sürekli de~ildir? Sırf yaşamış olmak için var olmak, var

olmaya değer mi? E~er de~erse, onu biz be­lirlemediğimize göre kim ve ne adına belirlemiştir?

Bu türden metafiziksel soruların cevaplarının nesnel bir bakış açısıyla verilmesi ço~u kez ya mümkün ol­

mamış ya da nesnelliği tartışma konusu olmuştur. Bunun nedeni, insanın söze karıştığı her yerde az ya da çok bir sübjektifliğin bulunmasının kaçınılmaz olmasıdır. Çünkü herhangi bir şey, salt şey olarak kalmamakta, şeyliğini

Arş Gör., CÜ Ilahiyat Fakültesi Temel Islam Sılımieri Ketarn Ana­bılım Dal ı Araştırma Görevi isı.

236

Metin ÖZDEMiR*

başka bir şeye nisbetle gerekli ya da gereksiz, iyi ya da kötü, güzel ya da çirkin gibi nitelikler alarak sür­

dürmektedir. Deniz balık için gerekli ve iyi bi r şeydır.

Ancak, yüzme bilmeyen bir adam için, gereksiz, tehlikeli ve dolayısıyla kötüdür. O bir "şey" olarak, di~er

"şey"lerden deniz oluşuyla ayrılmaktadır. Bununla bir­

likte, değer aifetme açısından, deniz oluşu değil diğer varlıklarla olan ilişkisi önem arzetmektedir. Işte biz. bu

çalışmamızda hayata ilişkin değer biçme çabalarını, işin

bu boyutunu dikkate alarak farklı bir bakış açısından kri­tize etmeyi amaçlamaktayız. Bunun için de spesifik bir

alan olan kötümserliği seçtik.

Kötümserlik 1, bir bunalım felsefesidir. Yaşama se­vinci ni kaybetmiş olan insanların felsefesi. Insan ı n ümit­

lerini tüketerek kendisini hayata bağlayan tüm bağ­

larından kopması ya da kopma aşamasına gelmesi, tedavi edilmesi gereken patolojik bir vakıadır. Işin bu ta­rafı Ruhbilimini ve Psikiyatriyi ilgilendirdi~inden bizim ilgi

alanımızın dışında kalmaktadır. Ancak bu ruh halinin fel­sefi forma sokularak bir yaşam felsefesi halinde takdim

edilmesi, insanın varoluşunu anlamiandırma iddiasını ta­

şıyan ve bunun için gayret gösteren bütün düşünce ve inanç sistemlerini ilgilendiren bir husustur. Dolayısıyla onun bu yönü, çeşitli inanç ve düşünce sistemlerinin

bakış açılarından ve bu bakış açılarını oluşturan temel

kriterlerden hareketle incelenebilir ve kritik edilebilir. Biz

burada onu sadece Islami bakış açısının temel kriteri olan Kur'an perspektifinden kritik etmeye çalışacağız.

Bunun için öncelikle, kötümserliğin köklerini ve rasyonal

dayanaklarını görmemiz gerekmektedir.

1 Bu dünyanın bütün mümkün dünyaların en kötüsü oldu(junu; insanın yıkıma, hayal kırıklı(jına ve trajediye mahkum bulundu(junu savunan bir dünya görüşüdür. (Bkz., The Ensyclopedia Amerlcana. Copy­rıght by Amencana Corporatıon, 1970, New York. XXI 654. Keza bkz., Hançertıo(jlu. Orhan, Felsefe Ansiklopedisi, Istanbul. 1977, 111, 331.

JOURNAL OF ISLAMI C RE SEARCH VOL: 11, NO 3-4. 1998

INKARCI KÖTÜMSERLIGI N KUR'AN AÇlSlNDAN KRITIGI

1. Kötümserliğin Kökleri ve Rasyonal Dayanakları

Kötümserliğin kökleri Hind felsefesinin doğuşuna

kadar uzanmaktadır. Hind dinlerine kısaca bir göz at­

tığımızda . insanlığın en eski tecrübelerinden ve düşünce

sistemlerinden birisi olan bu gizemli dünyada, adeta kö­

tülükle savaşın, kurtuluşun ve özgürlüğün en trajik ve

derüni hikayelerinden birisini buluruz. Burada konumuz

açısından en önemli husus, Hind düşüncesınin en be­

lirgin unsurlarından birisi olan Samsara ve Karman'ın

tahlil edilmesidir.

Samsara'yı kısaca şöyle özetleyebiliriz. O, "hayatın

akışı , bedenin ölümü, ancak ruhun değişik bedenlerde

farklı hayat biçimleriyle devam edişidir. 2 Daha açıkcası Samsara, "görünen, yani yalancı , bağımlı , özgün ol­

mayan ve başkasının yansıması olan evren demektir

Kendi başına bir varlığa sahip değildir. Her şey hayal,

her şey s ınırlı ve bağımlıdır ... Binaenaleyh, sükunet. gü­

zellik ve mutlak ebediyet olan ve ancak, geçicilik, yı ­

kılmışlık, ölüm ve sürekli değişkenlik olmayan 'hakikat'e

ulaşmak için Samsara'dan (tenasüh cenderesinden) kur­

tulmak gerekir."3

Karman ise, bireysel planda yapılan etkinliklerin, hal

ve tavırların toplamından ibarettir. O, insanın şu anda

yaptığı davranışlarıdır. Insan bunlarla gelecekteki dav­

ranışlarını kazanır. Bu gelecekte yaptığı davranışları da

bir sonraki geleceği yaratır. Bu kesintisiz devam eden bir

yazgıdır. Insan yaptıklarının esiridir ve onlarla geleceğini

belirler.4 Insan sonsuza kadar sürekli bu dairenin ıç i nde dönmeye mahkum edilmiştir. Bu dolabın esiri ve bu zor­

lamanın mahkumu olduğu müddetçe kurtulmas ı im­

kansızdır. Halbuki, onun bu Karman denilen kısır dön­

güden kurtulması gerekir.5 Bu düşüneeye göre insan

eksiktir. Bu yüzden, dönen bu Karman dolabında ol­

gunlaşması gerekir. O halde Veda6 din hükümleri, ri­

yazet ve takva ile insanın Samsara ile ilişkisin i kesip onu

yaşamın herhangi bir döneminde tekamül edebileceğı ve

huzur bulabiieceği ve ikinci defa dönüşe gerek bı­

rakmayacak bir vaziyete getirebilir. Işte bu nokta. insanın Hinduizm'in özgürlük yolculuğundaki va racağı son durak

(nirvana) tır. Bu noktada, insan artık tamamen kurtulmuş

ve özgürlüğüne kavuşmuştur?

2 Zey·ur, Alı. ei-Felse!etü Fl'I-Hınd, Beyrul, 1993, 139 3 Şeriatı. Ali, Dinler Tarihi. (çev. , Abdulhamid Özer), Istanbul. 1990. ı.

34 4 Zey'ur. a.g.e .. 136-139 keza bkz .. ei-Aribi. Muhammed Mevsü'atü'I­

Edyiinı's-Semaviyye ve'I-Vad'iyye, (ed-Diyanaıü'I-Vad'iyye ei­Hayye Fi'ş-Şarkayni'I-Edna ve'I·Aksa), Beyruı, 1995·1996, 111. 50, 63· 64

S Şerıali. a.g.e., ı , 35-36. 6 Hi.kmeı , marifel ve kutsal bilg ıye ilişkin eski ınet ı nler. (Bkz., Zey'ur

Alı, ei-Felse!etO Fi'I-Hind, 112). 7 Şeriatı, a.g.e., 1, 39

Buda'nın öğretisinde de "durmadan tekrar edilen bu

dünyada her şey ıstıraptır. "6 Sürekli değişen bir dünyada

zevk ve mutluluktan sözetmek mümkün değildi~:

Doğum ıstıraptır , yaşlılık ıstıraptır, hastalık ıstıraptır, in­

sanın sevmediği kimselerle ve nesnelerle birlikte olması

ı stıraptır, gerçekleştirilemeyen istekler ıstıraptır ; kısacası

bedenin bağımlı olduğu her şey ıstıraptır. 1 0 Ancak buna

rağmen , kötünün kaynağını keşfedip onu yoketmeye ça­

lışmak gerekmektedir.11

Ona göre, ıstırabın kaynağı arzudur. "Bizler arzu

dolu insanlarız . Ondan birşeyler elde etmeye bizde bizi

iten mukavemet edilmez bir güç vardır. Bizi tekrar tekrar

doğuran şey işte bu arzudur."12 O halde, arzunun acı­masız kıskacından kurtulmak gerekir. Buda, bunun için

kurtuluş reçetesı olarak zahitliği önerir. 13 Bunun yolu da

düşkün netsin arzularına ve kötü kalbin eğilimlerine yö­

nelen ıstek ateşini söndürmek ve onun alevlenmesine

f ırsat vermemek; şehveti tamamen terketmek, ondan

kurtulmak ve hayatı asla onun temelleri üzerine bina et­

memektir.14 Budizm'de arzuyu doğuran her şey kötüdür

ve mutluluk için tüm arzulardan kurtulmak gerekir. Me­

sela, elemin sebebi bilgisizliktir, bilgisizlik arzuyu do­

ğurur; arzuları tatmin etmeye çalışmak ise bilgisizliktir.

Bu uğraş, elemlerin sebebi olan yeni arzu ve istekleri do­

ğurur Bilgisizliği yoketmek, arzuyu yoketmek; arzunun

yokolması da elemin ortadan kalkması demektir.15 Ebe­

dT tam mutluluğa (nirvana) 16 ancak bu yolla ulaşılabilir. Bu bakımdan Buda'nın kurtuluş ve mutluluk reçetesini

tek kelimeyle özetlemek mümkündür. "Ben"i yoket­mek.17

19. yüzyılda Schopenhauer, Budizm'de kötülüklerin

kaynağı olarak gösterilen bu sürkekli arzuyu katı pe­

sımisminin temel dayanağı olarak alır. 1 6 O, metafiziğini doğrudan pesimisme götüren irade psikolojisiyle ta­

mamlar. Düşünce ve fikir, insanda iradenin sadece ikinci

dereceden yans ımalarıdır; iradenin gerçek tabiatı ise

boş ve amaçsız bir çaba içerisinde olmaktı r. Içimizde sü-

6 Ayd ı n, Mehmet, Din Fenomen!, Konya. 1993, 350. 9 Zey'ur, a.g.e., 276.

10 61-Aribi, Mevsü'atü'I-Edyiini's-Semiiviyye, ll l 120. 11 Zey'ur, a.ge , 351. 12 Ag.y 13 A.g.e., 352 14 ei·Aribi. a.g.e., lll , 120. 15 Zey'ur, a.g.e., 353; Muhammed ei-Aribi. a.g.e., lll, 69-90. 16 ei-Aribi a.g.e., lll, 135 17 Buda'nın, 'Ben'in ıstırap çekmesinın sebeplerini ve onlardan nası l

kurlulunaca§ını , bir gün bilgi ( ıncir) a§acının altında otururken, Şey­tan'la arasında geçen bır mücadeleyi başarıyla kazandıktan sonra, derin bir tefekküre da ldı~ı esnada keşfetti{li anlatılır. (Bkz., ei·Aribi, a.g.e., lll, 88 vd.).

16 The Ensyclopedia Americana, XXI, 654.

ISLAMI ARAŞTIRMALAR DERGISI. CIL T: 11 , SAYI 3-4, 1998 237

rekli bir arzu do~maktadır. Dolayısıyla biz asla tatmin

edilemeyecek bir şeyi tatmin etme gibi boş bir görevi ye­

rine getirmeye mahkum edilmiş durumdayız. Böylece

insan, tatminsizli~in verdi~i acıya esir edilmekte ve tam bir haz bulmayı düşledi~i tecrübesi, sonuçta onu boşlu~a

ve hayal kırıklı~ına götürmektedir.19 Schopenhauer'in

dünyasında istekler tükenmedi~i sürece mutluluktan sö­

zetmek mümkün de~ildir . Çünkü, "en do~al insan istemi

bile acı ile başlar, yaşam başanya ulaşmadıkça acı

veren ve başanya ulaştıkça da yeni acı dolu isiekierin

peşine düşen kör bir ihtirastan başka bir şey de~ildir. "20

O halde iste~in öldürülmesi gerekmektedir. O bunun için

Buda' nın sundu~u reçetenin aynısını sunar.21

Antik Yunan Felsefesi'nde de kötülü~ün kayna~ı ola­rak düşünce ve tükenmeyen istekler görülmektedir.22 Bu kadim görüş, Yunan mitolojisinde Zeus23 ile Pro­

metheus24 arasındaki mücadelede açık ve net bir şekilde şöyle sergilenmektedir:

Zeus, tilanları ma~lup edince, insanın iyi bir talihi ha­

ketti~ini reddetti. Bunun üzerine, Prometheus insanların davasını üzerine aldı ve onların destekleyicisi oldu. O,

Zeus'un insano!;)luna tabii ve uygar yaşama imkanıyeren kutsal ateşini çalma başarısını gösterdi. Bu yüzden,

Zeus tarafından Kafkas (Caucasus) da!;)larında bir kaya

üzerinde asılarak zincire vuruldu. Her gün, doymak bil­

meyen bir işiaha sahip·olan organı (midesi), Zeus'un kar­

talı tarafından oyulma cezasına çarptırıldı. Di~er taraftan

Zeus, Prometheus'un sahip çıktı~ı insano~lunu ce­zalandırmak için, ilahi bir güzelli~e sahip olan Pan­

dora25'yı kendisine çeyiz olarak verilen sihirli bir kuluyla birlikte Epimetheus'a gönderdi. Uysal, duygulu ve akıl­

sızca bir meraka sahip olan Epimetheus26, biraderi Pro­

metheus'un tüm uyarılarına ra~men Pandora'yı aldı ve

de~erli eşyalarla dolu sihirli kuluyu açtı. Bütün kederler, acılar ve hastalıklar bu kutudan uçuverdi. Kapa~ın al­

tında ise, sadece mutsuz insanın en son sı~ına~ı olarak ümit kaldı. 27

19 Galloway, George, The Phılosophy of Religıon, T & T Clark, Edin· burgh, 1945, 546.

20 Thilly, Frank, Felsefe Tarihi, (çev., lbrahim Şener), Istanbul, 1995, ll, 117.

21 Gökberk, Macit, Felsefe Tarihi, Istanbul, 1961, 456-457 22 A. Tsanoff, Radoslav, The Nature of Evil, New York, The Macmillon

Company, 1931, 11. 23 Insanların ve tanrıların babası. (Bkz., Kranz, Walther, Antık Felsefe,

(çev., Suad Y. Baydur), Istanbul, 1976, 4. 24 Göklen ateşi çalıp insana veren; bilincin ve özgürlii(!un sembolü olan

Yunan kahramanı. (Bkz., Erhat. Azra, Mitoloıı Sözlü(!ü, Remzı Yay .. 1996, 254·257.

25 Erhat, a.g.e., 236·237. 26 A.g.e., 103. 27 Bkz., Radoslav, a.g.e .. 12.

238

ARŞ.GÖR.METIN ÖZDEMIR

Antik Yunan'da kötülük bir realite olarak kabul edil­

mekte ve insanın talihsizli~i çok dokunaklı bir uslupla dile getirilmektedir. Aeschylus (M. Ö. 525-426), Aga­mem-non28'daki bir şıirinde bu Grek trajedisinı şöyle dile getirir:

Ahi Nedir şu lanı hayal? Refah içındeyken

Gizlı bır el allüsı edebilir onu ve yok oldu(!unda.

Islak bir süngerın darbes ı siler anılarını

Işte bu görkemli bır sallanatın yı kılmasından daha da acıdır 29

Ve Sphocles, Oedipus Rex'de aynı temayı şöyle dile getirmektedir:

Ey Insan yı(!ınlarıyla dolu lanı kabileler.

Hıçli(!e ne kadar da 9'Jkınsınız.

Yaşamınızdan geriye kalan zamanı sayıyorum!

Hangi insan daha mutlu yaşar

Geeeleyın bitkın düştü(!ü halde mutlu görünmeye çalışandan?

Ey Oedipus, senın şu karanlı(!ın çöktü(!ü saatınde

Seni ve acı masız takdırini düşünürken,

Görmüyorum, ışı(!ı gözleyen hiçbı r kimseyi 30

Aeschylus, insanın bu talihsizli~ ini , Libation Be­arers'de daha dokunaklı bir şekilde şöyle dile getirir:

Yazık, fani insan~lundan hıçbiri

Acıyla tanışmadan yaşamı geçiremez!

Bak bir kederli buradadır.

ötekisi biraz ilerdea1

Görüldü~ü üzere, bu şiirlerde hayatın fanili!;)i vur­gulanmakta, yaşamın acı ve kederle dolu oldu~u ifade edilmekte ve insanın talihs izli~i tanrıların kötü takdirine ba~lanmaktadır.

Orada, çok tanrılı bir dini kültür görünmekle birlikte bütün bunların üstünde olan bir tanrıdan da sö­zedilmektedir. Bu Tanrı, Zeus'tur ve yeryüzünde olan

biten her şeyi O takdir etmiştir. Hesiodus (M. Ö. 700 ci ­varı)'un şiirlerinde bunu açıkca görmekteyiz:

Hakka kulak ver arlı k, zoru unut büsbütün

Şu iidetı koydu zıra Zeus insanlar için:

Balıklar, karadaki hayvanlar, uçan kuşlar

Yiyecek bırbirinl, hak yoktur aralarında çünkü.

Insanlara ise hak yolladı, odur nlmeımerin en büyü(lü.

28 Aeschylus'un Irajik eseri. 29 Radoslav, a.g.e., 13. 30 A.g.y. 31 A.g.y.

JOURNAL OF ISLAM lC RESEARCH VOL: 11 , NO 3-4 . 1998

INKARCI KÖTÜMSERLIC'31N KUR'AN AÇlSlNDAN KRITIGI

KötülüQü sürüyle elde edebılirsın kolayca,

Düzdür yolu, pek yakındır yeri;

Mezıyet'in önüne alın ten koydular

Ölümsüz tanrılar : uzundur dıktir yolu

Hem de önce taşlarla dolu, varınca tepeye

Kolaydır ondan sonrası önce güçse de 32

Bu şiirleri dikkate aldı~ımızda, Sakrat (ö: 399. M. Ö.)

öncesi Eski Yunan düşünce gelene~inde, kötülü~ün ve kötü talihin çok yaygın oldu~unun; insanların is­temeyerek işledikleri suçlar yüzünden tanrılar tarafından cezalandırıldı~ının ve haketmedikleri ıstıraplara maruz kaldıklarının kabul edildi~ine şahit oluyoruz.33 Mesela, Aeschylus, insanlık u~runa Zeus'un katından bilgi ateşini çalan Prometheus gibi, onlar adına feryat etmekte ve çır­pınmaktadır. Onlara göre hayat, hiç de toz pembe de­~ildir; tam aksine acı ve kederlerle doludur. Hele ka­çınılmaz ölüm, büsbütün bir talihsizlik ve insana bütün zevklerini unutturan acımasız bir takipçidir. Kısacası ,

Eski Yunan'a katı bir kötümser hava hakimdir.

Bu katı kötümserlik, 18. yüzyılda Hume'un kah­ramanlarının a~zından trajik olaylara atıfta bulunularak tekrar gündeme getirilir. Hume'un kahramanlarından

Demea, karamsar (pesimist) bir kışili~e sahiptir. Bu yüz­den Philo'yla kötülük üzerine söyleşirken aşa~ıdaki

hüzün dolu şiiri dile getirir.

Karın taşları , iç yaraları , baQırsak sancıları

lfritçe çılgınlık , sıkıcı hüzün.

Ay-çarpması , ınsanı bitik düşüren güçsüzleşme.

Gitgida maraziaşı ş ve çoklarını götüren salgınlar,

Şiddetli çırpınmalar, derin inıltiler; Umutsuzluk

Bırakmaz yakalan nı hastaların, koşuşu döşekten döşe(le

Ve üstlerinde yengın ölüm,

Sallıyor. mızraQını ama ertalıyor saplaması nı,

Beklenilen başlıca ıyilik ve son umut dıye

ÇaQrılmasına karşın , yemınlerle çoQu kez 34

... Ve ardından şöyle devam eder, Demea:

Bu dünyaya ansızın bir yabancı düşüverseydi , ona bu dünyanın kötülüklerinin bir örne~i olarak hastalıklarla dolu bir hastahane, suçlular ve borçlularla tıklım tıklım bir hapishane, cesetler serpili bir savaş alanı , okyanusta dalgalarla bo~uşan bir filo , tiranlıktan, kıtlıktan ya da sal­gınlardan eriyip gitmiş bir ulus gösterirdim ... 35

32 Kranz. , a.g e .. 16. 33 Radoslav, a.g.e .. 13-14.

34 Hume, David, Din Üstüne, (çev., Mete Tunçay), Imge Yay, 1995, 205-206.

35 A.g.e., 206

Hume'un ça~daşı Voltaire (1694-1778) de benzer sa­hanelerden çok etkilenir ve tam bir kötümserlik ba­taklı~ına saplanır: "Bir kasım 1755'de ö~leden önce saat 9:40 sularında büyük bir deprem Lisbon şehrini ha­rabeye cevirmişti. Toplam şiddeti bir milyon mil karelik bir alanı kapsayan ve sadece Lisbon'da on binlerce in­sanın kurban gitmesine sebep olan bu depremin, tarihte kaydedilen en şiddetli deprem oldu~u iddia edildi. Fe­laketin günü ve saati dikkat çekicidir. Kasım ayının ilk gününe rastlayan Bütün Azizler Yortusu'ydu ve sabahın ortasında Lisbon kiliseleri t ı klım tıklım doluydu. Orada, tam da bu saatlerle alay edercasine korkunç bir olay meydana geldi. "36 Voltaire, 1756'da yazdı~ı bir mek­tubunda, bu olaya atıfta bulunarak, Leibniz'in (1646-1716), bu dünyanın "bütün mümkün dünyaların en iyisi" oldu~u düşüncesinin çok gülünç oldu~unu söyler.37

Çünkü ona göre bu olay, ilahi takdir boyutunu aşmıştı. Bir tanı~ın ifadesiyle, bütün yeryüzü "bir atın silkinişi gibi sarsılmıştı ."38 Kiliselerde ezilmekten kurtulan insanlar, ardarda gelen şok dalgalarından kaçartarken veya kont­rol dışında kalan her yerdeki büyük bir yangında öldüler. Devrilan binalardan uza.klardaki sı~ınaklara girmeye ça­lışan insanlar da denizaltı yersars ınt ı larından kay­naklanan büyük dalgalar tarafından yutuldular.39

Işte bu tür sahneler, Voltaire'in, Leibniz'in "mümkün

dünyaların en iyisi"40 tezine şiddetle karşı çıkmasını ge­rektiren en somut kanıtlardı. O buna şöyle itiraz edi­

yordu: "Nasıl! bir elmayı yedik diye sonsuz bir ömür sü­rece~imiz bir zevk ülkesinden kovulmak! Nasıl!

Yoksulluk içinde, hepsi acı çekecek, hepsi de baş­

kalarına acı çektirecek çocuklar meydana getirmek! Nasıl! bütün hastalıkla ra tutulmak, bütün derilere u!)­ramak, yüzyılların sonsuzlu!)u içinde yanmak ha! Pa­yımıza düşenin gerçekten en iyisi bu mu? Bu bizim için hiç de o kadar iyi de~il ; Tanrı için de bunun iyi lik ne­resinde? Leibniz verilecek cevap olmadı~ını anlamış:

Onun için kendisinin de pek anlamadığı koca koca ki­taplar karalamış. "41

Daha önce de kısmen işaret etti~imiz gibi, Hume'un ve Voltaire'in ardından gelen Schopenhauer. Budizm'den miras aldı~ı pesimizmini inkarcı bir boyuta taşır .42 O, ak-

36 Ormsby, Erıc. L., Theodicy in lslamlc Thought, Princeıon University Press New Jersey 1984, 6.

37 Age , 5·6

38 Ormsby, a.g e .. 6. (Voltaire, Correspondance, IV, 1397'den naklen) 39 Ormsby, a.g.e .. 7, 40 Hic~. John, Classical and Contemporary Readlngs In The Phi­

losophy ol Aellgion 1964, by prentic-Hall, Eng London, 68-77 41 Voltaıre, Felsefe SözlüQü, (çev. Lütfi Ay), Istanbul, 1995, 1, 100.

Vollaıre, Candıde adlı eserinde. baştan sona Leıbnız'ın bu dO· şüncesıyle alay etmektedir. (Bkz., Ormsby, a.g.e., 44)

42 Gökberk, Felsefe Tarihi 451

ISLAMi ARAŞTIRMALAR DERGISI, CIL T : 11 , SAYI 3-4, 1998 239

lının degil ruhunun derinliklerinde kopan fırtınaların se­sine kulak verir. Nitekim kötümserligini o kadar ileri bir noktaya götürür ki, pesimism (kötümserlik) in pey­gamberi ünvanını hakeder.43 Bu aşırı pesimismine da­yanak olarak da Hume'urı kahramanlarından Cle­

anthes'in dile getirdlgi kıtlık manzaralarını gösterir.44

Schopenhauer'in hüzne ve nefret etmeye egilimli mi­zacının yaşam felsefesinde etkili oldugunda şüphe yok­tur. Çünkü insanlar, iç dünyalarının etkisı altındadırlar ve etrafiarındaki geniş dünyayı onların gözüyle algılarlar 45

Bunun en güzel örnegini onun din konusundaki yak­laşımı göstermektedir. lnsanoglunun en büyük ümit kay­naklarından birisi olan dini inanç, Schopenhauer'a göre çok zararlı bir illizyondur. Çünkü onun hayatı boyunca imandan hiç nasibi olmamıştır. Onun felsefesinde Tanrı'nın yeri yoktur: "Evrenin kaynagı ve esası bilinçsız,

kör bir lrade'dir. Bu yüzden eşyanın kalbinde yatan Hik­

met'ten ve ona şekil veren bir Gaye'den sozedilemez. Orada, iyiligin artacagı tarihsel bir süreci ümit ede­bilecegimiz herhangi bir alan da yoktur.46 Görüldüğü gibi, o, iradeyi tanrısal bir konuma yükseltir. Irade sürekli bir var olma arzusudur ve bundan durmaksızın fenomen alemi çıkmaktadır. Bir irade oldugu sürece, bir evren de olacakt ı r. Bireyler dogarlar ve ölürler; ama onları do­guran irade ve arzu, kendilerine göre meydana geldikleri tür örnekleri (types specifiques) gibi, ezeli ve ebedidir. Dogmak ve ölmek iradeye degil, yalnızca onun gö­rünüş lerine aittir.47 Schopenhauer'da olguları ortaya çı­karan bu Irade'nin nedeni yoktur. Bir anlamda o, Tanrı' nın niteliklerini bu Irade'ye vermiştir. Dolayısıyla onun, Tanrı 'nın yerine varlıkları var olmaya iten mutlak bir güç ve etki olan Irade'yi koymuş oldugunu söy­leyebiliriz.

Ona göre dünya, o kadar kötüdür ki , Dante, burada cehenneminin tasviri için fazlasıyla malzeme bulurken, cenneti ve içindeki nimetleri tasvir etmek istediginde üs­tesinden gelemeyecegi bir problemle karşılaşmıştır.

Çünkü bizim dünyamızda cennet tasvirıne uygun bir mal­zeme yoktur.48 Hayat kötü bir pazarlıktır. Insanın çektigı sıkıntılarla karşıligında aldıgı ödül arasındaki fark dikkate alındıgında, hayatın , hiçbir degeri olmayan şeyler ugruna bütün gücümüzü harcamayı gerektirdigi görülür. Açlıgı

43 Stumpl, Samuel Enoch, Phllosophy, History !c Problems. 1989. 1983, 1971, by Mc Graw-Hill, Ine New York, St Louıs, San Fran­cısco. Book, 1, 341

44 Durant, Will, Kıssatü 'I-Felsefe, (Arapçaya çev.. Felhullah Mu-hammed ei·Muşa'şa'a) , 7. baskı, Beyrut, ımsz , 419.

45 Galtoway, The Phllosophy of Religlon, 544 46 A.g.e., 545-546.

47 Weber, Allred, Felsefe Tarihi, (çev , H. Vehbi Eraıp), Istanbul, 1993, 381.

48 Will, a.g.e. , 419.

240

ARŞ.GÖR METIN ÖZDEMIR

ve cinsel arzuyu yatıştırmayı ya da geçici bir rahatlığı

saglamayı ümit edebileceğimız herhangi bir neden yok­tur. Çünkü hayat, getirileri maliyetim karşılamaktan çok uzak olan bir iştır. O halde, gerçek bir mutluluktan sö­zedılemez. Bizim mutluluk otarak algı ladığımız şey, acı­

nın geçıcı bir süre kesilmesinden ibarettir. Acı ise, arzu ve ihtiyaçtan ya da isteğin ortaya konmasından doğ­

maktadır. Ne yazık ki, bunların çogunu hiçbir zaman kar­şılayamayız. Kısacası, hayat amaçsız ve gayesiz bir uğ­raştır. Dolayısıyla herkesin hayatı gerçek anlamıyla

sürekli bir trajedidir. Hatta daha detaylara ınildiğinde tam bır komedidir.49 Ancak Galloway'in haklı olarak işaret et­

tiği gibi, dünyayı toz pembe gören, kendisine gösterilen sevginin bilinciyle mutlu olan bir gencin optimizmi, nasıl sübjektif ise, Schopenhauer'in, insanın dile ge­tirilemeyecek ölçüde ağır olan ıstıraplarıyla şiddetli bır

alay olduğu gerekçesiyle opitımizme yaptığı acımasız

saldırısı da aynı ölçude sübjektiftir.50

Burada. kötümserlige ya da iy imserliğe olan inancın bir akıl değil bir mızaç sorunu olduğu51 şeklindeki tes­pitin haklılığı ortaya çıkmaktadır. Nıtekim bu durumu müslüman bir şair ve entellektüel olan ei-Maarri (973-1 057)'de de açık bır şekilde görmekteyiz. O da mizacına

uygun bir takım şiirler söylemiştir. Bizzat bir şiirinde o, kendi mizacını şöyle tasvır etmektedır:

'Dünyayı terkettim, ne bır kızım var

Orada ne bir damadım ve ne de kız kardeşım,

Benı övdüklerınde , övgülerınden kötülük gördüm

Ve zengınlikte huzur bulaca~ımı zannettim

Bedenım pisıiklerle dolu, ne yazık ki sevınemedırn

Rabbınin delikaniıyı (Adem) yarattıgı kıre karşı ,

Söz nııskıyle kokularıdım

KirlendiQimi soyleyenıesın diye:52

Tabiatta cereyan eden bir takım trajik olaylar, bu mi­zaçta olan Maarri'nin ruh penceresinden bakıldığında

Allah'ın merhametine gölge düşürmektedir. O bunu

şöyle dile getirir: "Mademki yaralıcının çok şefkatl ı ve merhametli oldugu söylenmektedir; o halde nıçın arslan

ne zararlı ne de güçlü olan nazik yaratıklara hücum etmek için atı lır? Yine, yılan ısırmasıyla, içerisinde bırçok meşhur insanın bulunduğu ne kadar insan ölmüştür? Niçin şahin ve dogan yemlenen kuşun üzerine atılır?

49 Stumpl Philosophy, 1, 350 50 Galloway. a g.e., 544 51 Russell Bertrand, Bat ı Felsefesi Tarihi, (çev Muammer Sencer),

Say Yay Istanbul, 1994, lll, 116.

52 Kumeyr, Yuhana, Felaslfet O'I-Arab, (Ebu'I-Aia ei-Me'arr1), Daru'l· Meşrik , Beyrut, 1986, 45.

JOURNAL OF ISLAMIC RESEARCH VOL. 11 , NO 3-4 1998

INKARCI KÖTÜMSERLIGIN KUR'AN AÇlSlNDAN KRITIGI

Keklik, susamış yavrularına kursa~ında su getirmek için ayrılır ve su aramaya koyulur, ancak do~an onu yav­rularından çok uzaklarda bulur ve hırsla üzerine at­layarak onu yutar. Sonuçta yavrular da susuzluktan

ölür."53

Maarrl'nin biyografisine kısaca bir göz attı~ımızda,

onu bu tür serıenişlerde bulunmaya götüren psişik fak­törlerin kayna~ını rahatlıkla görmemiz mümkündür: O, çok küçük denilebilecek bir yaşta, on yaşının altında iken geçirdi~i çiçek hastalı~ı sonucunda gözlerini kaybetmiş.

ancak kültürlü ve zengin bir aile ortamında yetişti~ i için ö~renme aşkını kaybetmemiş , Halep'in önde gelen alim­lerinden dini ve akli ilimleri ö~renerek tahsilini ta­mamlamış zeki ve bilgin bir şairdir . Bununla birlikte, onu tanıyanların hepsi, çok asabi, buna karşın , yoksullara, zayıflara ve mutsuzlara son derece acıyan ve şefkat gös­teren çok hassas bir mizaca sahip oldu~unu söy­lemektedirler.54 O, bu mizacına uygun bir yaşam fel­sefesi geliştirmiştir. Ona göre "istisnasız herşey,

manasız bir oyuncaktır. Kader kötüdür, felek, ne hayatın zevkini çıkaran kıralın ne de gecelerini dua ve ibadetle geçiren zahidin canını ba~ışlar; ne de akıl ötesi şeylere inanmak bize varlı~ın sırlarını açıklar. Dönen telekierin arkasında olanlar bizim için daima meçhul kalacaktır.''55

Tek başına bu ifadeler bile, her şeyi akıl süzgecinden ge­çirmeyi esas alan bir şairin56 duygularının aklına nasıl tesir etti~ ini gösteren güzel bir örnektir.

Schopenhauer'da oldu~u gibi onun ruh terazisinde de dünyada kötülükler iyiliklerden çok daha fazladır:

Dünyamızın babası de{lersiz bir adamdı r.

Ancak daha da de{lersiz olan onun sakinleri bizlerdir

Iyilik hoşıur, ancak;

Oıri olan ya ona ulaşamaz ya da üşenir.

Yeryüzü lufana hasrettir

Belki de o. ancak böylelikle kirlerinden arınır. 57

Dostoyevski (1821-1881) de Karamazov Kar­deşler'inde kötümserli~e ilişkin son derece trajik örnekler verir. Bunlar da yeryüzünde kötülü~ün hakim oldu~unu vurgulamak için hemen hemen tüm antiteistler tarafından sıkca zikredilmektedir.58 Bir tanesini romanın kah­ramanlarından Ivan, kardeşi Alyoşa'ya şöyle anlatır:

53 Ormsby, a.g e., 26 (Yakut, lrşadü'I-Arib , Margoliouth, Leıden , 1913, ı, 200'den naklen).

54 Yaz ı cı , Kemal, Gatlas Kerem, Anton, A'lamu'I-Felsefeti'I-Arabiy­ye, Mektebetü Lübnan, 1990, 165, 167; Kumeyr, a.g.e., 37-38

55 Bayraklar, Mehmet Islam Felsefesine Giriş, Ankara, 1988, 103. 56 Ebü Şaviş . Hammad Hasan, en-Nakdü'I-Edebi'I-Hadis Havle Şi'ri

Ebi'I-Ahj ei-Maarri, Beyrut, 1986, 151. 57 Kumeyr, Feliisifetü'I-Arab, 44 58 Pike, Nelson, God and Evil, Prentice·Hall, New Jersey, 1964, 7 vd ..

Davıes, Brıan, · Blacklrıars, An Introduction To the Philosophy of Religion, Oxlord, June, 1981 , 20, Peterson, Michael, William Hasker ve arkadaşları. Reson and Religious Belief, Oxford, 1991, 92.

"Yüzyılın başlarında bir general vardı; hem pek nü­fuzlu, hem de son derece zengin mülkçülerden bir ge­neral... Bu adam emekliye ayrıldıktan sonra, buy­ru~undaki insanların yaşamlarıyla ölümleri üzerinde hüküm sahibi oldu~una inananlardandı. O zamanlar böy­leleri va rdı. Bizim general de iki bin köleli malikanesinde kurumlana kabara yaşıyor, ondan az varlıklı komşularını

küçümsüyor, onlara dalkavuk, soytan gözüyle ba­kıyordu. Yüzlerce av köpe~i besliyordu. Onların ba­kımıyla görevli üniformalı , atlı yüze yakın da hizmetçisi vardı . Bir gün kölelerinden birinin o~lu , sekiz yaşında bir çocuk taş atarken generalin pek sevdi~i za~arın aya~ını vuruyor. General sevdi~i köpe~in niçin topalladı~ını so­

runca çocu~un attı~ı ta:;. 1 ~-ünden oldu~unu söylüyorlar.

General. çocu~u tepeden tırna~ı süzüyor ... 'Sen yaptın bunu ha? Alın şunu!' diyor. Çocu~u annesinin elinden alıp gece hapsediyorlar. Ertesi sabah gün a~arırken ge­neral dört başı bayındır ava çıkıyor; kendisi at üstünde, dalkavukları , köpekler, avcıbaşlarıyla öbür avcılar- hepsi atlı olarak generalin çevresindeler. Malikime halkı da

gösteri olsun diye aviuyu doldurmuşlar, suçlu çocu~un annesi en önde, çocu~u hapisten çıkarıyorlar. Kasvetli, so~uk, sisli, av için bulunmaz bir hava. General çocuğun

soyulmasını buyuruyor, çırıl çıplak ediyorlar. Çocuk til­riyor, korkudan aklını yitirece~e dönüyor, gık diyecek

hali yok ... General, 'Yakalayın şunu!' diye bağırmaya başlıyor, çocuk koşuyor, General, 'Tut, tut...' diye ba­

~ırarak !azıları sürü halinde çocu~un peşine saldırtıyor. Anasının gözü önünde parçalatıyor yavrusunu."59 Bu ve çok daha beter ıstırap örnekleri yüzünden gönlü ineinen üniversiteli Ivan, septik bir edayla soruyor papaz aday ı

kardeşi Alyoşa'ya: "Bu saçmalı~ın ne gere~i var, dün­

yada varlı~ ının nedeni ne?" Ve ona fırsat vermeden ken­disi cevaplıyor. "Bu olmasa insan, iyilik ile kötülü~ü ayır­dedemeyece~i için yaşayamazmış, derler. Böyle pahalıya oturan iyilik ile kötülü~ün canı cehenneme! Bir

yavrucağın Tanrıcı~ı'na döktü~ü gözyaşları dünyanın

bütün bilgisine bedeldir. Büyüklerio ezinçleri (ıstıraplar)

ni hesaba katmıyorum; onlar elma yemişler- cehenneme kadar yolları var- ama bunlar, bunlar!. . .''60

Voltaire'in, Schopenhauer'in, Nietzsche'nin ve Dos­

toyevski'nin roman kahramanı Ivan' ın ıstırap üstüne yo­

rulan zihinlerinde perçinleşen bu dehşet verici itiraz, 20. yüzyılın başlarında tamamen inkarcı bir kötümserli~e dö­nüşür. Bunu, tealog Eugene Borowitz {1924-?), Nazilerin

yaptıkları Musevi katliamı (Holocaust) ndan hareketle Tanrı'nın ölümünü onayladığı bir tormülasyonunda ba­kınız nasıl dile getiriyor:

59 Dostoyevski, Feodor, Karamazov Kardeşler , (çev, Metin Ilkin), ls· tanbu ı, 1996, ı , 308-309.

60 A.g.e., 309

ISLAMi ARAŞTIRMALAR DERGISI, ClLT : 11 , SAYI 3-4, 1998 241

"Böyle bir felakete izin verebilen, o esnada sessiz ka­

labilen ve o sürüp giderken yüzünü gizleyebilen bir tanrı

inanmaya de!)er de~ildi. Elbetteki Onun hakkındaki an­

layışımızın bir sınırı olabilir, ancak Auschwitz61 sebepsiz

yere anlayışın askıya alınmasını gerektirdi. Bu kadar çok

kötülük karşısında iyi ve kadir-i mutlak (powerful} bir

Tanrı, hiç de izah edilebilir gibi de!)ildi. Bu yüzden, in­

sanlar 'Tanrı öldü,' dediler."62 Epikuros'un dilammasına dayanan bu katı anlayışın mantıksal altyapısı, kısaca

şöyle ifade edilmektedir. "E~er her şeyi bilen, her şeye

gücü yeten ve kötülü~ü de ortadan kaldırmak isteyen bir Tanrı varsa -çünkü sonsuz derecede iyi olan bir varlık

kötülüğü yok etmek isteyecek, ya da en azından böyle

bir yükümlülü!)ünün oldu~unu bilecektir- ve kötülük de

zorunlu değilse, o zaman kötülük olmamalıdır."63 Bu,

mantıksal olarak şöyle formüle ediliyor:

Kötülük vardır

Kötülük varsa, Tanrı'nın varlıQı mümkün deQildir, ya da ihtimal dışıdı r

O halde, Tanrı'nın var1ıQı mümkün deQildir, ya da ıhlimal dışıdır.64

Alman teoloğu Hans Küng (1923-?)'ün65 ifadesiyle,

teizmin kafasına çarpılan bu ateizm kayasını , ça~daş te­istik filozof Alvin Plantinga (1932-?), Hür Irade Sa­

vunması'yla gögüsledi. Ona göre hür varlıkların bu­

lundu!)u bir dünyada, hürriyetin gerçekleşebilmesi için

Tanrı'nın ahlaki iyinin yanında ahlaki kötülü~ü de se­

çebilecek özgür bir varl ı~ı yaratmasından başka bir se­

çene~i yoktu. Çünkü Tanrı, onları sadece do~ru olanı se­çebilecek şekilde yaratmış olsaydı, o zaman anlamlı bir

özgürlükten sözedilemezdi. Bu, hür varlıkların bulundu~u bir dünyanın hürriyetsiz olarak yaşanan başka bir dün­yadan daha iyi olduğu varsayımına dayanan bir çö­

zümlemeydi.66 Plantinga'nın önerisi, Tanrı'nın onun ye­

rine, sadece do~ru olanı seçebilen özgür varlıkları

yaratabilece~i itirazına maruz kaldı. Gerçi bu ona göre gerçek anlamda bir özgürlük olamazdı. Ama yine de

özellikle Hiristiyan teolojisi açısından, Ivan'ın duygusal iti­razlarına cevap olabilecek yeterlikte görünmüyordu.

Onun düşledi~i ve Alyoşa'ya şiirsel bir uslupla anlattı~ı Büyük Engizisyoncu hikayesinde, Büyük Engizisyoncu bir Kardinal, kilisenin önünde beyaz tabutun içindeki bir

61 Auschwıtz , 1940 Mayısından ıtıbaren naziıerin kurd~u dört toplama kampına bu ad verildi. Bu kamplardan aşagı yukarı on millete men­sup, ç~u Yahudi ve Polenyalı olan milyonlarca sürgün geçti. Bun­ların çogu, en büyük cınayel teşkilAlının kuruldugu bu kamplarda can verdi. Bugün Auschwitz'de bir toplanma kampı müzesi açılmıştı r Bkz., Meydan Larousse, Istanbul. 1992, ll, 308.

62 Pelerson, Reson and Rellglous Bellel, 92 63 A.g.e., 94 64 Davies, Blackfnars, an Introduction To the Philosophy ol Re­

ligion, 25. 65 Peterson, a.g.e .. 93. 66 A.g.y.

242

ARŞ.GÖR.METIN ÖZDEMIR

çocu~u dirilten Hz. lsa'yı izler, bunu kendi işine bir mü­

dahale olarak görür ve koruyucu adamlarına Onu ya­

kalamaların ı ve hapsetmelerini söyler. Isteği yerine ge­

tirilir. Ivan'ın moruk diye hitab ettiği bu kardinal , hapiste

lsa'yı şöyle sorgular:

". .. Insanların iç dünyasına sonsuzlu!)a değin sü­

recek çeşitli acılar att ı n ... Ama seçme özgürlüğü gibi ağır

bir yük altında ezilenlerin, senin düşlemini de, verdiğin

gerçeği de iteleyip, dahası seni bile yokumsama (inkar)

ya varacaklarını düşünmedin mi hiç? Sonunda gerçeğin

sende olmayaca!)ını söyleyeceklerdir; böyle olmasa çe­

şitli kaygılar ve çözümsüz sorunlar bırakarak onların

kaygılanıp üzülmelerine neden olmazdın. Böylece sen

kendin krallı~ının temellerini sarstın, bunda hiç kimseye

suç bulma!...''67

Bu düşünce Sartre' ın varoluşçu felsefesinde ta­

mamen bir bunaltı olarak takdim edilir. Ona göre "insan

bunaltıdırl " Bunun anlamı şudur: Bağlanan ve yalnızca

olmak istedi!)i kimseyi de!)il, bir yasa koyucu olarak

bütün insanlı!)ı seçen kişi , o derin ve tümel (külli) so­

rumluluk duygusundan kurtulamaz. Oo~rusu , birçokları

bu sıkıniıyı (bu iç daralmasını , bu bungunluğu , bu bo­

~uncu) yaşamazlar. Ancak yine de onlar, bunaittiarını

maskeliyerak ondan kaçarlar. Insan bu tasalandı rıc ı dü­

şünceden ancak kendini aldatarak kaçabilir. "Herkes

böyle yapmaz" diye yalan söyliyen ve özür uyduran kim­

senin içi rahat de~ildir aslında. Çünkü yalan söylemek

olayı, yalana verilen evrensel değeri de içine al ı r , onu

beraberinde taşır. Bu değer maskelendiği zaman dahi

bunaltı kendini gösterir. 68

Bu felsefede insan hiçbir şeyden emin olamaz. Sart­

re, Kierkegaard'ın bunaltısını dile getirirken bir meleğ in

Hz.lbrahim'e o~lunu kurban etmesini buyurmasını örnek

vererek bu duyguyu şöyle yansıtır bize. "Bir melek gel­

mişse, onun gerçekten bir melek olduğunu kim ta­

nıtlayabilir bana? Birtakım sesler duyarsam, ce­

hennemden değil de gökten indi!)ini, yahut bilinç

altından (tahteşşuurdan), ya da hastalık durumundan

geldiğini kim tanıtlayabilir? ... Bu sorulara inandırıcı hiçbir

kanıt, hiçbir belirti gösteremem. Eğer bana bir ses gel­

mişse, onun bir melek sesi oldu~una gene ben karar ve­

ririm. Bunun gibi, şu ya da bu edimin iyi oldu~unu söy­

lersem, onun kötü değil iyi bir edim olduğuna gene ben

karar veririm. Onlardan herhangi birini gene ben se­

çerim. Hiçbir şey gerçekten lbrahim olduğunu söy-

67 Dostoyevskı, a g.e., 325. 68 Sartre, Jean Paul,. Varoıuşçuıuk (exlstenıialisme) , (çev: Asım Be·

zirci). Say, 1996, 36-37.

JOURNAL OF ISLAMI C RESEARCH VOL: 11 , NO 3-4. 1998

INKARCI KÖTÜMSERLIGIN KUR'AN AÇlSlNDAN KRITIGI

leyemez bana; öyleyken her an onunkilere benziyen

edimlerde bulunmak zorunda kalırım . "69

Sartre ' ın felsefesi açısından, bunaltının yanında

di~er bir kavramın daha çok büyük bir önemi vardır. Bu kavram, onun deyimiyle, "Heidegger'in pek hoşlandı~ı"

bırakılmışlık kavramıdır. Bundan şunu anlıyor Sartre: Tanrı olmadı~ı için insan bir başına bırakılmıştır . Ona göre böyle bir düşünce, insano~lunu ahlaki ilkelerden yoksun bırakmaz. Çünkü ahlaki ilkeler, Tanrı olmasa da

her zaman için vardır?0

Di~er taraftan, hayatın geçicili~i Sartre'ın a~zının ta­tını bozar, ona yaşama sevincini kaybettirir. Onun roman kahramanlarından Pablo lbbieta zindanda idamını bek­lerken şunları düşünüyordu. " ... Yaşamım beş para et­mezdi artık, çünkü bitmişti. Kızlarla nasıl olup da gez­

di~imi, şakalaştı~ımı sordum kendi kendime; böyle ölece~im aklıma gelmiş olsaydı küçük parma~ımı bile kı­pırdatmazdım . Yaşamım önümdeydi işte , örtülü kapalı ,

bir torba gibi, halbuki içinde ne varsa tümü de ta­mamlanmamıştı . Bir an yaşantımı yargılamaya kalk­mıştım. Kendi kendime; güzel bir yaşamdı bu. demek is­terdim. Ama bu yaşam üzerinde bir yargıya varılamazdı

ki, bir tasiaktı sadece; zamanımı sonsuzlu~a yatırım yap­makla geçirmiştim ben, hiçbir şey anlamamıştım. Ama hiçbir şeyi özlemiyordum artık; oysaki özleyebilece~im pek çok şey vardı, manzanillanın tadı ve yazları, Kadiz

yakınlarındaki küçük bir kayda aldı~ım deniz banyoları gibi; ama ölüm, herşeyin duyusunu silmişti artık .... 71

"Içinde bulundu~um şu durumda biri gelip de bana, rahat rahat eve dönebilece~imi, beni öldürmekten vaz­geçtiklerini haber verseydi, kılımı bile kıpırdatmazdım;

birkaç saatlik veya birkaç yıllık bekleyiş ne fark eder ki, insan sonsuz olma izlenimini yilirdikten sonra?"72

Sartre' ın Tanrıya sırtını çeviren, insana, sadece ya­şamak için yaşama yolunda karşılaşaca~ı tüm engelleri aşma sorumlulu~unu gerçekleştirdi~i ölçüde alaca~ı haz­dan başka hiçbir şey vadetmeyen, dolayısıyla insanın

ümitlerini tüketen varoluşçulu~unun do~al sonucu olan bu bunalım felsefesi, daha önce Nietzsche (ö. 1900)'nin

"üstün insan" tasarımını ortaya koyma çabalarında da net bir şekilde kendisini göstermiştir. Zerdüşt bir falcının a~zından şunları işitmişti : " Insanların büyük bir kedere düştüklerini gördüm. En iyileri bile eserlerinden bez­mişlerdi. Bir mezhep ortaya çıkmıştı ki akidesi şu idi: 'Her şey boştur, hepsi birdir. Her şey mazidir.' Ve bütün te-

69 Ag.e., 37-38. 70 Ag.e., 38. 71 Sartre, Duvar, (çev., Nıhal Önal), Istanbul, 1984, 24. 72 A.g.e., 26.

pelerden yankı geliyordu: 'Her şey boştur, hepsi birdir, herşey geçmiştir.' Ala bir hasat yaptık. Fakat neden bütün meyvalarımız çürüdü ve esmerleşti. Son gece muzip aydan ne düştü de böyle oldu? Bütün emekler boşa çıktı. Şarabımız zehir oldu. Tarlalarımıza, kalp~

!erimize nazar de~di. Hepimiz kuruduk. Üstümüze ateş düşse kül gibi tozaca~ız. Hatta biz ateşi bile sön­dürebiliriz.73

Ve işte Nietzsche'nin bu karamsar tablodan kur­tulmak için, Zerdüşt'ün dilinden verdi~i reçete: Irade: Kurtarıcı ve sevinç getiricinin adı budur. Şöyle diyor Zer­düş!: ' Dostlarım size bunu ö~rettim. Fakat şunu da ö~­renin, bizzat irade henüz mahpustur. Irade kurtarır. Fakat kurtaneıyı da zincire vuran şeyin adı nedir? ... Za­manı ve zamanın ihtiraslarını kıramaması . 74 Nietzche, bu kötülükler zindanında ayakta kalabilmek için , Bu­dizm'in ansanlı~a miras olarak bıraktı~ı ve Scho­penhauer'in hararetle savundu~u zahitlik önerisini75 red­deder. Ona göre, "her şey manasızl Hiçbir şey arzu etmemeli" şeklindeki bir vaaz uşaklık vaazıdır. Tek çare vardır. Iradeyi kurtarmak. Çünkü isternek yaratmaktır.

Insan sadece yaratmak için ö~renmelidir?6

Ancak burada sorunun bitti~ini söyleyemeyiz. Di­yelim ki , irademizi ataletin baskısından kurtardık ve is­tedi~imiz her şeyi gerçekleştirdik. Bu ne kadar sü­recektir. Hücrelerimiz artık yenilenemez oluncaya kadar. Sonra, Sartre'ın elinden yaşama sevincini alan ölüm ge­lecektir. Sonuçta da, Schopenhauer'in, Nietzsche'nin ve Sartre' ın ö~ütleri do~rultusunda verilen tüm u~raşlar

boşa çıkacaktır. Çünkü artık insan bir hiç olmuştur. Ger­çekten de bir hiç u~runa yaşamak ne kadar anlamsız ve acı vericidir! O halde varoluşun mana ve hikmeti bu kadar basite indirgenmemelidir. Yaşamanın daha ulvi ve yüce bir gayesi olmalıdır. Bizi di~er varlıklardan farklı ve üstün kılan yetilerimizin çok daha büyük hedefleri ol­malıdır. Işte bu anlamı , hikmeti ve hedefleri, sadece pey­gamberlerin getirdikleri mesajların içinde bulabilmek­teyiz. Artık, kötümserli~in bunaltıcı cenderesinden kur­tulmak için, Islam'ın son peygamberinin getirdi~i mesajın gösterdi~i alternatifleri sunmaya geçebiliriz.

73 Nietzsche, Böyle Buyurdu Zerdüşt, (çev., Ayşe Duman), Ankara, 1994, 138

74 Age., 144. 75 Ancak Schopenhauer'in bu felsefesıyle yaşantısı arasında tam bir çe·

lişkı vardır. O hayatı küçümsedi~i . onu boş ve anlamsız görd~ü öl· çüde hayata ba~lanmış . ıstıraplan azanmanın ıek çaresi olarak sun­dll!)u zahitlı~in aksine hayata canlı bir şekilde ba~lanmıştır. (Bkz., Gökberk, Felsefe Tarihi, 451 , keza bkz., Russell, Batı Felsefesi Tıı­rlhi, lll, 115).

76 A.g.e .. 222.

ISLAMi ARAŞTIRMALAR DERGISI, CIL T : 11, SAYI 3-4, 1998 243

2. Inkarcı Kötümserliğin Kur'an Açısından Kritlği

Kur'an a göre insan, Allah'ın kudretini ve ilmini takdir

etmesi için yaratılmıştır : "O Allah'dır ki, yedi gök ya­

ratmış; yerden de onların mislini yaratmıştır. Allah'ın emri

bunların aralarında inip duruyor. Şunu bilesiniz diye ki,

Allah her şeye kadirdir ve Allah her şeyi ilmiyle ku­

şatmıştır."77 Evren bu gayeye uygun olarak dizayn edil­

miştir: "Bütün mülk elinde olan Allah ne yücedir. O her

şeye kadirdir. O Allah ki, amelce hangıniz daha güzeldir

diye, sizi imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratmıştı r .

O güçlüdür, ba!:'jışlayıcıdır. O ki , yedi kat gökleri ya­

ratmıştır. O Rahman'ın yarattıklarında hiçbir düzensizlik

göremezsin. Haydi çevir gözünü bir çatlak görebilir

misin? Sonra gözünü iki defa daha çevir. O göz sana

zelil ve hakir olarak dönecektir. Yemin olsun ki , en yakın

semayı kandillerle süsledik ve onları şeytanlar için atı ­

lacak taşlar yaptık. Ve o şeytaniara çılgın ateş azabı ha­

zırladık . Rablerini inkar edenlere de cehennem azabı

vardır. O ne fena yerdir! .. .''78

Burada karşımıza çıkan manzara şudur: Allah her

türlü yaratmayı biliyor ve bunları yaratmaya gücü yetiyor.

O halde buradan nasıl bir sonuç çıkacaktır? Iki ihtimal

var; ya bildikleriyle başbaşa kalıp , onları yaratmayacak,

ya da yaratacaktır. O, ikinci şıkkı tercih etmiştir . Niçin?

Sınırsız ilminin ve kudretinin eserleri görülsün ve takdir

edilsin diye. Bunun için de en uygun muhatap olarak in­

sanı seçmiştir. Niçin insan da başkası de!:'jil? Çünkü "0, yarattı!:'jı her şeyı güzel yapandır."79 O halde bu iş için en

uygun ve en güzel olanı insandır.

Peki, Onun ilminin ve kudretinin kıymetini insan da melekler gibi80, cehennem azabı gibi büyük bir kayba uğ­rama riski olmadan takdir etseydi daha iyi olmazmıydı?

Hayır; çünkü daha iyinin ne olduğunu biz değil ancak O

biliyor 81

Bununla birlikte, elbette ki, O dileseydi herkesi doğ­

ruya ulaştırırdı . Ancak Ondan şu hak söz sadır olmuştur:

"Elbet ve elbet cehennemi cinlerden ve insanlardan dol­

duraca!:'jım."82 Bu ne demek? Cinler ve insanlar aleyhine

önceden verilmiş bir karar değil mi bu? Hayır; sadece

onlardan fasık83 olanların aleyhine verilmiş bir karar.

77 Talak, 65/12. 78 Mülk. 67/1-6 79 Secde, 32!7. BO Bakara, 2132 81 Bakara. 2133 82 Secde, 32113 83 FAsık, terim anlamıyla küfürden daha geneldır Buna en güzel delıl

olarak şu ayet gösterilebilir. "Kim bundan sonra nankörlük ederse, (AIIah' ın nımetln i örtüp Ona ıttaat etmekten vazgeçerse), ışte onlar lil sıkların ta kendileridiro• Bu ayet, fiisı k' ın , kAfirlerin küfrünü de içine

244

ARŞ.GÖR.METIN ÖZDE \iliR

Şimdi bu konuyu daha net görebilmek ıç ın Secde

Süresi'nin şu ayetlerine kulak verelim:

"O (Allah) kL yarattığı her şeyi güzel yapan ve insanı

da yaratmaya çamurdan başlayan Odur. Sonra insanın nesiini hakir bir sudan teşekkül eden bir nutfeden ya­

ratmıştır. Sonra onu düzeltip tamamlamış ve ona kendi ruhundan üfürmüştür. Sizin için kulaklar, gözler ve kalb­ler yaratmıştır Siz pek az şükrediyorsunuz. Bir de 'biz yerin içinde kaybolduktan sonra mı , gerçek biz mi yeni bir yaradılışta olacağız?' dediler. Doğrusu onlar, Rab­lerın in huzuruna varacaklarını inkar eden kafirlerdi. De ki : 'Sizin canınızı almaya vekil edilen ölüm mele!:'jı . ca­nınızı alacak: sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.' (Kı­

yamet günü) günahkarları bir görsen! Rableri huzurunda başlarını eğerek. 'Ey Rabbimiz! Gördük ve iş ittik Şimdi

bizi geri çevir de yararlı bir iş yapalım . Çünkü biz ger­çekten inananlarız!' diyecekler_ Eğer dileseydik, biz her­kese hidayetini verirdik_ Ancak benden şu hak söz çık­

mıştır: 'Elbet ve elbet cehennemi insanlardan dolduraca­ğım!' 'O halde bu gününüze kavuşmayı unuttuğunuz ıçin !adın azabıl Biz de sizi unuttuk. Yaptıklarınız yüzünden tadın bakalım ebediyet azabınıı · Bizim ayatierimize ancak öyle kimseler iman ederler ki, o ayetlerle ken­

dilerine nasihat edildığinde , seedelere kapanı rlar ve Rablerini hamd ile tesbih ederler, hem onlar ki­birlenmezler ... Ama fasıklık yapanların yeri ateştir. Ora­dan çıkmak istedikçe geri döndürülecekler, kendilerine 'Haydi tadın yalanladığınız ateşin azabını !. . .' de­nilecektir."84

Görüldü!:'jü gibi, Allah , Şeytan dahil akıl ve temyiz gücü verdi!:'ji her canlıya sorumluluk yüklemiş ve bu so­rumlulu!:'jun yerine getirilmesi için sevabı ve cezayı bir teşvik unsuru yapmıştır. Yani iyiliklere yöneltmek için se­

vabı , kötülüklerden sakındırmak için de cezayı ge­tirmişt i r. Ayrıca tüm bunların gerçekleşmesi için zor kul­lanmamış , akıl ve temyiz gücü verdi!:'ji herkesi sorumlu­luklarını yerine getirmeda özgür kılmıştır. Dolayısıyla

başlangıçta ne Şeytan ne de günah vardı. Sadece akıl ve temyiz gücü gibi karakteristik özelliklerle donatılmış bir takım özglır varlıklar vardı ; Şeytan ve daha sonra düşmanı oldu!:)u lik Insan. bazı sebeplerden dolayı şey­tanlık ve kötülük niteliğini kazanmadan önce, ontolojik

olarak sadece ilahi ilim ve sanatın ürünü olmanın ge­tirdiği üstün bir değeri !aşıyordu. Ancak Şeytan ken­disine verilen özgürlüğü kötü yönde kullanarak, ilk gü­

nahı başlatmış oldu. Özgürlük ve anlayış noktasında

alan genış kapsamlı bır s ıfat oldu!)unu göstermektedır Notekim bu ve benzeri ayetlerden hareketle Riig ıb el-lsfehiini (ö 503/1 t 09). tas ıkın kiifırden , zii limın de Ilisıktan daha kapsamlı oldugunu söylemekledir. Bkz., el-lsfehiini, Riigıb, ei-MOfredat fi Garibi'I-Kur'an, Tahran, 1379, 387.

84 Secde. 32!7-20.

JOURNAL OF ISLAMI C RESEAACH VOL. 11 , NO 3-4 1998

INKARCI KÖTÜMSERLIÖIN KUR'AN AÇlSlNDAN KRITIGI

onunla aynı özellikleri paylaşan insan da daha sonra

aynı hatanın kurbanı oldu. Ancak günahkar olan lik

Insan, Şeytan gibi hatasında diretmeyip Rabbinden al­dı~ı bir takım kelimelerle ba!1ışlanma dileyince, tekrar iyi­lik niteli!1ini kazanma şansını yakaladı. Böylece iyi ve kötü olma özgürlü!1üne sahip olan insano!11u, yer­yüzündeki serüveninde ilahi mesajlarta sürekli olarak iyiye yönlerıdirildi ve kötülükten sakındırıldı. Iyi olan kendi isteğiyle ıyi, kötü olan da kendi isteğıyle kötü oldu. Böyle bir sistemde, Ivan' ın yüre!1ini incınten çocuğun

çektiği ıstırap . annenın özgürlüğünü kötüye kul­lanmasından öte başka ne olabilir kı? Bu annenin dav­ranışıyla, ilahi buyru{Ja karşı çıkan ve bunda direlen Şey­tan'ın tutumu, aklın ve ilahi buyruğun sesine kulak vermek yerine kendi heva ve heveslerine kapılmaktan kaynaklandığı halde, nasıl olur da onu doğrudan ilahi ira­deyle ilintilendirebiliriz? Imam Yahya'nın vurguladığı gibi, eğer bunlı:ırın iyıyi ve kötüyü ayırt edebilecek, onları se­çebilecek ve yapabılecek güçleri olmasaydı. Allah'ın on­lara kendisine itaat etmelerini emretmesinin bir anlamı olur muydu?Bs O halde Allah, ilminin ve kudretinin takdir

edilmesini, meleklerin yanında bir de özgürce karar ve­rebilecek tarzda yaratıp donattığı cinlere ve insanlara bı­rakmıştır. Bu işi n sonunda elbette ki cehenneme gitme riski vardır. Ancak iman edip yararlı işler görenler için yaptıklarına karşılık, "konak olarak Me'va cennetleri var­dır.'B6

Evreni uyumlu parçalardan oluşan bir bütün olarak düşündüğümüzde , bu parçalardan birisinin veya bir kıs­mının ortadan kaldırılmasının tüm evrende bır değ;şikliği gerektireceği açıktır. Nitekim notalarının diziliş sırasına

göre belli bir uyum ve ahenk kazanan bir müzik eserinin, notaların sırasının bozulması ya da onlardan bir veya bir­kaçının çıkarılmasıyla uyum ve ahenginin bozulması ka­çınılmazdır.

Şimdi bu noktadan hareketle, annenin helaya hap­

settiği çocuğun orada üşümemesi ve feryadının dinmesi için Ivan' ın bıze sunabilece!1i muhtemel önerileri sı­

ralayalım : Birincisi , herşeyden önce anne şefkatli bir anne olmalı. Bunun için de annede gaddarlık niteliği bu­lunmamalı. Bir başka değişle o, gaddarlığı seçebilecek bir imkana sahip olmamalı. O halde, o, özgür olmama lı

ya da sadece iyilikler arasında seçim yapabilen sınırlı bir özgürlü!1e sahip olmalı. Ikincisi, soğuk olmamalı, ya da insan bedeni so!1uk1an etkilenmemeli. Yani bir dizi doğa ve fizik yasası iptal edilmeli.

BS Imam Yahya b. eı-Hüseyn Kihibu'r-Raddi ve'l-lhtıcacl ale'I-Hasan b. Muhammed b. ei-Hanefiyye, (Rasailu'I-Adl ve·ı-Tevhid. tahkik. Muhammed Amara, Mısır, 1971 ıçınde). 11. ı2B

B6 Secde, 32/19

Bunların gerçekleşmesi ıçin soğuğun kaynaklandığı

tüm doğa etmenlerinin devre dışı bırakılması yani ev­rendeki tüm ekolojik dengenın altüst edilmesi ge­

rekecektir. O halde burası dünya değil, cennet ya da başka bir yer olacaktır Orada. gözü yaşlı çocuı..ıar ol­mayacak ve tabii ki Ivan'da olmayacaktır. Ivan, Ivan ki­şiliğini kazanamayınca ne olacaktır. Ya hiç ya da bir melek. Bu ne demek? Her şey olsun, ama özgürluk bi­lincini taşıyan insan olmasın? Nıçin? Kötulük olacak diye. Sırf bu endişenın hatırına. birtakım kotulükleıın ya­nında bütün güzellikleri de potansıyel olarak ıçerisırıda barındıran ve büyük bır değere sahip olan ınsan nasıl

dışlanabılir? Nitekim insan o kadar değerlidir kı. Allah tüm ihlişamıyla bu evreni ona göre dizayn etmıştiı F. R.

Tenant, bunu çok güzel bir şekilde şöyle dile getirır-

Tabıat, dünyanın 'ahlaki' bir hayat sahnesi oluşunun asli bir şartıdır. Fiziki fenomende böylesi bir intızam bu­lunmasaydı, bize yol göstermek için hiçbir ihtimal ola­mazdı: Ne hiçbir tahmin, ne ihtıyat (tedbir), ne düzenli bir tecrübe birikimi. ne de önceden bir hedef belirleyerek bunun takip edilmesi; ne alışkanl ık teşekkülü , ne ka­rakter. ne de kültür ihtiınalı... Zihinsel kabilıyetlerimız

asla gelişemezdi."67

Ivan, Alyoşa'ya kötülüklerden yakı nırken. "Tanrıcı­

ğı'na yalvaran yavrucuğun tek göz ycışına değmez bu üstün uyum! Değmez, çünkü çocuğun gözyaşlarının he­sabı sorulmadan kalıyor. Karşılık olmalı Tersi durumda Kutsal uyurnun anlamını anlamak olanaklı değil. _ .. BB di­

yordu. Halbuki, Allah iyilere cennet vadediyor Ancak Ivan'ın ya bundan haberi yok ya da Tanrı'ya günvenı yok Işte iyilere vadedilen cennet lasvirine ilışkin bırkaç ayet ' lman edip yararlı işler görenler -ki biz herkese gü­cünün yettığini teklif ederiz- ışte onlar, cennetlikleıdir.

Onlar orada ebedi kalacakiMdır. Biz onların kalb­lerindeki hased ve kini söküp alacağız. Altlarından ır­

maklar akacak1ır ... "89 "Ayetlerimize iman edip de müs­lüman olanlar! Sevinç ve neşeler içinde siz ve eşlerıniz

cennete girin. Altından tabaklar ve kadehleıle başlaıında dönülür. Orada canlarının ıstediğı. gözlerin lezzet alaca­ğı her şey vardır. Hem siz orada ebedi kalacal-.sınız. "90

Göz yaşiarına ve diğer sıkıntı lara kısa bir süre sab­retmenin va iyi olman ın karşılığında böylesine nimetler içinde ebedi bir hayat. Değmez mi bu gerçekten, değil tek göz yaşına, binlerce göz yaşına ... Işte gözyaşlarının

da katkıda bulunduğu bu yüksek uyurnun sonunda

87 MLinewer, Muhammed lkbal ve Kur'ani Hikmet (çev M. Alı Öz· kan). 1995. 201

88 Dostoyevskl, Karamazov Kardeşler , 1. 311-312. B9 A'raf. 7/42-43 90 Zuhruf 43/69· 71

ISLAMi ARAŞTIRMALAR DERGISI, CIL T . 11 , SAYI 3-4, 1998 245

Ivan ' ın özledi!:ji uyum da var. Ancak insani çaba ve gay­

ret gerekiyor. Iyilik ve sabır gerekiyor. Ivan hiçbir çaba ve

gayret olmadan cennet olsun istiyor. Iyi ama, ne u!:jruna.

Diyelim ki, iyilik u!:jruna. Peki kim için? Bunların hiçbirisini haketmeden keyfince sonsuza dek zevk sürmek isteyen

Ivan ve benzerleri için. Tanrı niçin sırf birileri zevklansin diye yaratmaya mahkum olsun? Yaratma Ona ait ol­du!:iuna göre, böyle bir yaratmanın Onun açısından ne

anlamı olabilir ki?! Ivan şunu hesap etmeliydi. Göz yaşı yoksa zevk de yoktur: zevk yoksa Ivan da yoktur.

Öyle görünüyor ki , Ivan ve onun gibi düşünenierin

Tanrı'ya güvenleri yok. Ancak Ondan başka gü­venebilecekleri herhangi bir kimse de yok. Diyelim ki, göz yaşları var diye Tanrı yok. Ama bu göz yaşlarının ol­

du!:iu gerçe!:jini ortadan kald ı rmıyor ki ... Sırf kötülük var

diye Tanrı'yı yadsımakla Ivan, insana ne gibi bir iyilik etmiş oluyor, onun tüm umutlarını tüketmekten başka? Insanların ve di!:ier tüm canlıların durumlarını , onları ya­

ratan bilmez, en azından Ivan kadar onları düşünmez mi? Göz yaşlarının bir bedeli var elbet. Ama bu bir es­

pirinin, imtihan espirisinin gerçekleşmesi için biraz er­

telenmiştir. Tüm sorun bu mu gerçekten? Imtihan ol­mamalı mıydı? O halde zevk de olmamalı, Ivan da .. Bu

kısır bir döngüdür. Insan burada hakkına razı olmalı , ya­ratılış gayesine itiraz etmek yerine, üzerine düşen so­rumlulu!:ju yerine getirme azmini ve çabasını göstermeli:

göz yaşı varsa dindirmeye çalışmalı, şefkatli anneler ve kötülükten uzak duran insanlar yetiştirme çabasında

kendi payına düşeni yapmalı de!:iil midir? Ahiretteki pa­yını , başına gelen tüm sıkıntılara saberederek ha­

ketmesinde, onun için ne gibi bir haksızlık ve zulüm var­dır?

Bu sorunun Ivan' ın bakış açısından hareketle çö­

zümü, bizi sadece Tanrı'nın varlı!:jını yadsımaya gö­türüyor. O zaman da geriye sadece Sartre' ın itiraf etti!:ji

gibi umutsuzluk ve boşunalık91 kalıyor. Yani sorun çö­zümlenmek yerine daha da derinleştirilmiş oluyor. Bu durum, bir başka pesimist olan Schopenhauer'a ise şun­

ları söyletiyor:

Istekler tükenmedi!:ii sürece mutluluktan sözetmek mümkün de!:jildir. Çünkü "en do!:jal insan istemi bile acı ile başlar, yaşam başanya ulaşmad ıkça acı veren ve ba­şarıya ulaştıkça da yeni acı dolu isiekierin peşine düşen

kör bir ihtirastan başka bir şey de!:iildir. Schopenhauer, burada, arzu ve çabadan yoksun bir insan hayatının mü­kemmel ve iyi olamıyacaoını dikkatinden kaçırıyor. Ger-

. çekten de böyle bir hayat baya!:jı ve hayvanca olurdu.

91 Sartre, Varoluşçuluk , 45-46

246

ARŞ.GÖR.METIN ÖZDEMIR

Dolayısıyla kötümser (pesimist) in özledi!:ii durum, ya­

şayan bir ruhtan ziyade, sa!:jlıklı bir hayvana ya­

raşmaktadır. Insanın arzu ve istekleri her ne kadaı tam olarak tatmın edi l~meseler de, haklı olarak onun bü­yüklü~ünün bir kanıtı şeklinde de!:ierlendirilmiştir ; onlar kuru bir kalabalıktan ziyade yüksek ve iyi bir şeye işaret

etmektedirler.92

Bu bakımdan Schopenhauer'in ve tabiki di!:jer birçok pesimistin yaşam felsefelerinin akılcı ve saOiıklı bir te­mele dayanmaktan ziyade, kendi iç dünyalarının süb­jektif zeminine dayandı!:iını söyleyebiliriz. Dolayısıyla pe­simist hayat görüşü , büyük ölcüde nesnel bir gerçeklik hüviyetinden yoksun olarak kalmaya devam etmektedir.

Kur'an'a baktı{ıımızda Schopenhauer'in düştü!:iü ka­ramsarlı!:ia bizi itecek herhangi bir neden yoktur. Çünkü dünya hayatı ahiret hayatına nisbetle çok deOersiz ve kı­

sadır. Insan, yaratıcısının buyruklarına boyun e!:jmede

karşılaştı!:iı güçlüklere sabredip metanet gösterdi!:ji tak­dirde, Sartre'ın uykularını kaçıran hiçli!:ie de!:iil, özlemini

duyduOu sonsuz mutluluOa kavuşacaktı r:

"Her insan ölümü tadacaktır. Kıyamet günü, ecir­leriniz size mutlaka ödenecektir. Ateşten uzaklaştırılıp

cennete sokulan kimse artık kurtulmuştur. Dünya hayatı ,

zaten, sadece aldatıcı bir geçinmeden ibarettir. And olsun l<i mallarınız ve canlarınızla sınanacaksınız; hiç şüphesiz, sizden önce Kitab verilenlerden ve Allah'a eş koşanlardan çok üzücü sözler işiteceksiniz. Sabreder ve Allah'a karşı gelmekten sakınırsan ız, bilin ki , bu üzerinde sebat edilecek işlerdendir."93

"Ey Muhammed! Inkar edenlerin diyar diyar gezıp refah içinde dolaşması sakın seni aldatmasın; az bir tay­dalanmadan sonra onların varacakları yer cehennemdır.

O ne kötü duraktırl Fakat Rablerinden sakınanlara, Allah katından konukluklar bulunan, içlerinden ırmaklar akan, içinde temelli kalacakları cennetler vardır. Allah ka­tındaki şeyler. iyi olanlar için daha hayırlıdır."94 Bu ne­denle, hoşlanmadıOımız şeyleri kötü görmemiz do!:jru de!:iildir. Nitekim Allah şöyle buyurmaktadır: "Hoşunuza

gitmedi!:ji halde savaş size farz kılındı. Ama olur ki, bir şey hoşunuza gitmedi!:ji halde sizin için daha hayırlıdır.

Ve olur ki , bir şey sevdi!:jiniz halde sizin için şer olur. Allah bilir, siz bilmezsiniz."95 " ... Olabilir ki , bir şey sizin hoşunuza gitmez de Allah onda birçok hayırlar takdir etmiş bulunur. "96

92 Galloway, George, The Phllosophy of Religion, 546-547 93 Al-i lmran. 3/185-186. 94 Aı-ılmran, 3/196-198 95 Bakara, 21216. 96 Nısa, 4/19

JOURNAL OF ISLAM lC RESEARCH VOL: 11 , NO 3-4, 1998

INKARCI KÖTÜMSERLIÖIN KUR'AN AÇlSlNDAN KRITiöl

Bu açıdan bakıldı~ında, Kur'an 'a göre iyilikler ve kö­

tülükler, Allah tarafından insana. onu denemek için ve­rilmektedir: "Herkes ölümü tadacaktı r. Sizi bir imtihan olarak kötülükle (bl'ş-şerri) ve iyilikle deneyece~iz. He­

piniz de sonunda bize döndürüleceksiniz."97 "Andolsun ,

sizi biraz korku. biraz açlık, biraz da mallardan, can­lardan ve mahsullerden eksiitmekle mutlaka imtihan ede­ce~iz. Sabredenleri müjdele.''98 "Insanlardan bazısı da

Allah'a uçtan uca ibadet eder. E~er başına bir hayır ge­lirse ona gönlü yatışır . Ama bir bela gelirse, yüzü üstü

dönüverir. Dünyası da ahireti de hüsran olmuştur. Işte

apaçık ziyan budur."99

Bütün bunların ışı~ında sonuç olarak şunları söy­leyebiliriz: Allah insanları denemek için yaratmış ve ev­reni de bu denenme sürecine uygun olarak dizayn et­miştir. Ilahi takdire göre gerçekleşen bu düzende, her

şey belirli tabii yasalara göre işlemektedir. Bu açıdan. varlı~ın bizzat kendisini iyi ya da kötü olarak ni­telendirmek mümkün de~ildir. Nitekim iyi ve kötü varlıklar

arasındaki ilişkiden kaynaklanan göreceli nitelendirme sı­fatlarıdır. Evrende bizzat iyinin kendisi , ya da bizzat kö­

tünün kendisi olan herhangi bir şey yoktur. Di~er bir ifa­deyle, iyi ve kötü, varlı~ın bizzat kendisi ve özü de~il içerisinde bulundu~u şartlara göre kazandı~ı arizi ni­

teliklerden ibarettir. Maturidi'nin açıkca dile getirdi~i gibi, ateş, herhangi başka bir varlıkla ilintisi olmadı~ı bir du­

rumda, ontolojik olarak ne iyi ne de kötüdür. O, sadece yemek pişirene göre iyi, elini yakana göre ise kötüdür.100

Işte olaylara bu çerçeveden baktı~ımızda, salgın bir has­

talıktan ölen çocukların suçlusu, bu yasaları koyan Allah de~il yasaları dikkate almayarak tedbiri elden bırakan in­sanlardır. O çocukları hastalı~a elverişli ortamlarda ba­rındıranlar , ya da onları çaresizli~e ve umutsuzlu~a ter­

kedenlerdir asıl suçlu olanlar. Masum insanların ve hiçbir günahı olmayan çocukların üzerine ya~an kimyasal ve biyolojik bombaların suçlusu, insana kötülü~ü seçme hürriyetini veren Yaratıcı de~il o bombaları alanları, iyili~i de~il de kötülü~ü seçecek şekilde yetiştirenler ve onların bunları yapmasına seyirci kalanlardır. Kısacası suçlu olan, ateşı yaratan değil ateşe elini götüren adamdır.

Hayvanlar için de aynı şey sözkonusudur. Doğanın yavrularına su götüren serçeyi parçalamasının Ma'ar­ri'nin yüre~ini inciltmesi, onun hassasiyetinden kay­naklanmaktadır. Ancak Ma'arri'nin, aynı hassasiyeti do­

~an için de göstermesi gerekir. O da serçeyi parçala-

97 Enbıyiı , 21/35 98 Bakar- 2/155 99 Hac, 22/11 .

100 Maturldi, Kitabu't-Tevhid, (tahklk, Fethullah Huleyf), Istanbul, 1979, 108

yamadı~ı takdirde açlıktan ölecektir. Dolayısıyla bu sis­temde, sonuçta mutlaka birileri zarar görecektir. Nitekim etobur bir hayvanın beslenmesi içın et ve kemikten olu­şan bir canlının feda edilmesi kaçınılmaz ise, ya bunların

hiçbirisi olmayacak ya da bunlar olacaktır. Nihayet,

bütün kuşlar karta! oldu~u zaman, kartallar ola­mayacaktır. Çünkü kartallar, ancak di~er kuşların sa­yesinde vardır. Eğer Ma'arri, "madem öyle. varsın kar­taller da olmasın" diyorsa. bu, kendi varlı~ı için de sözkonusudur. Bu da bizi, Ivan' ın itirazlarını ce­vaplandırırken anlattı~ımız kısır döngüye götürür. Bu ne­

denle. çocukların ve di~er masum varlıkların ıstırabı ,

ilahi sistemin işlemesi için kaçınılmazdır.

Burada, soruna ilişkin en can alıcı nokta, Allah'ın niçin başka türlü de~il de böyle bir sistem kurdu~u; niçin denenme sürecinin yaşanmadı~ı ve tüm varlıkların ken­disini an1p yüceltti~i bir dünyanın varlı~ıyla yetinmediği?

meselesidir.

Mü'min açısından bu bir sorun de~ildir. Çünkü o, her şeyden önce inancının bir gere~i olarak Allah'a gü­venmek zorundadır. Nitekim Leibniz'in de güzelce ifade etti~i gibi, Allah mademki böyle yapm ıştır; öyleyse böyle

yaptığına iyi etmiştir 101 Ancak burada, inanmayan bir

kimseye de, Allah'ın niçin böyle bir sıstem kurdu~una ilişkin makul bir cevabın verilmesi gerekmektedir. Ni­tekim sonuçta, en azından Allah adına var oluşunu an­lamlandıramayan bir kimseden, Allah'a inanmasını bek­

lemek haksızlık olacaktır. Bununla birlikte, burada şunu

açıkca belirtmemiz gerekir ki, bu soruların cevabını,

ancak ilahi mesajlardan hareketle verebiliriz. Çünkü aklın hiçbir işaret olmadan Onun maksadını ay­dınlatması mümkün de~ildir; zaten böyle bır sorumlulu~u da yoktur.

Kur'an'a göre Allah'ın bu sistemi yaratması boş ve saçma de~ildir. Bir anlamı ve hikmeti vardır. Bu da hür iradeli olarak yarattı~ı insanların , kendi istekleriyle Ona kulluk etmesidir. 102 Tek kelimeyle ınsan olarak ya­ratılmanın amacı "kulluk"tur. Ancak başlangıçta da be­

lirtti~imiz gibi, bu kullu~un espirisini ilahi kudretin ve ilmin, eleştiri ve kritık etme yetisine sahip olan insan ta­rafından takdir edilmesi oluşturmaktadır. Aslında,

Allah ın kullu~a ihtiyacı yoktur. Çünkü O, alemlerden müsta~nidır. Ancak O, yaratmada hürdür. Diledi~ini ya­ratır. Bu anlamda, yaptıklarından sorumlu tutulmaz, yal­

nızca insanlar ve cinler sorumlu tutulurlar. O, insandan kendisini insan olarak yaratmasının karşılı~ında kulluk

101 Leibnız, Theodicee Denemeleri, (çev., Hüseyın Batu), Istanbul, 1946, 50.

102 Zariyat 51/56

ISLAMi ARAŞTIRMALAR DERGISI, CIL T : 11 . SAYI 3-4, 1998 247

beklemekte ve bunu kendi zatı açısından çok önemli bul­

maktadı r. Zira akla UYQ_Un olarak yarattığı evrenin gü­

zelliğinin ve ihtişamının akıllı bir varlık tarafından tasdik

edilmesini istemekte ve s ırf bu yüzden hakettiği övgüyü ve teşekkürü ona bir sorumluluk olarak yüklemektedir.

Bu övgünün ve teşekkürün bedeli olarak. ona sonsuz gü­

zellikler vadetmekte. nimetlerine karşı nankörlük edenlerı

ise, şiddetli bir azabla tehdit etmektedir Çünkü bunca ni­

metin karşılığı nankörlük olmamalıdır. Işte insan. Allah' ın

niçin kötülüğe izin verdiğini değil niçin Onun kendisine

verdiği bunca nimete karşı nankörlük ettiğini? sor­

gulamalıdır. Melekler ve diğer tüm varlıklar hep Onu yü­celtmekte, varlığını , yüceliğini ve cömertliğini bel­

gelernekte (tesbih etmekte) dir. Insandan beklenen de budur ve bunu yapmak onun için pek de zor değildir .

Ancak o, kendisini Allah'a karş ı rakip görerek azgınlık yapmak istemektedir. Işte sorunun özü burada yat­

maktadır. Kötülüğün varlığını bahane ederek, ya­

ratıcısının varlığını yadsıyan insan, böylece kendi tan­

rılığının yolunu açmakta ve yaptıklarını haklı çıkaracak

bir yol bulmuş olmaktadır.

Işte tam burada tüm iradeli varl ı klar bir yol ayrımı

noktasında bulunmaktadır. Kendisini yaratana mı dö­

necek, yoksa kendi tanrılığını mı ilan edecek. Bu, onlara verilmiş bir tercih hakkıdır. Bunu dilediği gibi kullanmakta

serbestirler. Bu yüzden, ne bir kelamcının ne de başka

sorumlu herhangi bir müminin, nihai noktada, kötülüğün yanında yer almış olan, ya da daha net bir ifadeyle, şey­

tanın avukatlığını yapan kimseye, bunun ötesinde söy­

leyebileceği bir şey veya somut olarak sunabiieceği

başı..a bir kanıt yoktur. Inanana göre Allah vardır ve O her şeyin en doğrusunu yapmaktadır. Inanmayana göre ise, O yoktur. Her şey bir rasiantıdan ibarettir ve bu yüz­

den boştur. Sartre'ın dediği gibi insan yaşama fırlatılmış bir varlıktır Kendisiyle ilgili her şeyden kendisi so­

rumludur. Ilahi sistem açısından da bu böyledir. Orada

da ınsan tüm yaptıklarından kendisi sorumludur. Ancak

Sartre'ın dünyasında , insanın tüm yaptıkları yanına kar

kalacak, müminin dünyasında ise, bunların karşılığı tek tek görülecektir. Sartre'ın dünyasında, masum insanların

ve çocukların üzerlerine bomba yağdıranların hesabı -eğer duyarlık gösterirlerse- insanların vicdanına bı­

rakılmakta. hesabı sorulmadığı takdirde ise, bunları ya­panların yaptıkları yanına kar kalmaktadır. Halbuki, mü­

minin dünyasında Allah, bunları yapanlardan ve onlara

bunun hesabını sorma yükümlülüğünü yerine getirmeyen

insanlardan ağır bir hesap soracaktır. Ayrıca haksızlığa

uğrayan herkes, nihai bir mahkemede hakkını tam olarak alacaktır.

248

ARŞ.GÖR.METIN ÖZDEMIR

Bu açıdan , bizim, insanları bu iki dünyadan birini ter­cih etmekle karşı karşıya getirmekten başka bir yo­lumuzun olmadığı gözükmektedir. Zaten özgürlüğün ve

özgürce inanmanın bundan öte bir formu ve izahı da yoktur

Ayrıca, kötülüğün varlığını bahane ederek. Allah'ın

varlığını yadsıyanlara şu ayeti tekrar hatırlatmak is­tiyoruz. "O Allah 'dır ki yedi gök yaratmış; yerden de on­ların mislini yaratmıştır. Allah'ın emri bunların aralarında inip duruyor. Şunu bilesiniz diye ki, Allah her şeye ka­

dirdir ve Allah her şeyi ilmiyle kuşatmıştır."103 Yarat­manın her çeşidini bilen ve buna gücü yeten Allah. bun­ları yaratmaktan kimin hatırına ve ne adına vaz ge­çecekti? Meleklerin buna benzer bir itirazına O şöyle cevap vermiyor muydu? "Ben sizin bilmediklerinizi bi­liyorum."104 O halde, bu ve benzeri soruları cevaplamak için. Onun bildiklerini bilmemiz gerekmiyor mu? Biz Onun bildiklerini bilmediğimize göre, hangi hakla Onun

yaratışını sorgulama cesaretini kendimizde bulabiliriz? ... Biz bundan uzağ ız ve meleklerin cevabını bütün iç­tenliğimizle onaylıyoruz. "(Rabbimiz) biz seni tenzih ede­riz. Senin öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok­

tur. Gerçekten her şeyi bilen hakim ancak sensın ." 1 05

BIBLIYOGRAFYA

A. Tsanoff. Radoslav. The Nature of Evil, New York. The Macmillon Company,1931.

ei-Aribi, Muhammed, Mevsü'atü'I-Edyani's-Semaviyye ve'I-Vad'iyye, (e ı-')iyanatü'I-Vad'iyye ei-Hayye Fi'ş­Şarkayni'I-Edna ve'I-Aksa), Beyrut. 1995-1996.

Aydın, Mehmet. Din Fenomeni. Konya, 1993.

Bayraklar, Mehmet, Islam Felsefesine Giriş . Ankara, 1988.

Dostoyevski. Feodor, Karamazov Kardeşler, (çev., Me­tin Ilkin), Istanbul, 1996.

Duran!, Will, Kıssatü'I-Felsefe, (Arapçaya çev .. Fethullah Muhammed ei-Muşa'şa'a) , 7. baskı , Beyrut, trhsz.

--Duvar, (çev., Nihai Önol), Istanbul, 1984.

Ebü Şaviş, Hammad Hasan. en-Nakdü'I-Edebi'I-Hadis Havle Şi'ri Ebi'I-Ala ei-Maarri, Beyrut, 1986.

Erhat, Azra, Mitoloji Sözlüğü , Remzi Yay., 1996.

ı 03 Talak. 65/12. 104 Bakara, 2130 105 Bakara. 2132.

JOURNAL OF ISLAM lC RESEARCH VOL: 11 . NO 3-4. 1998

INKARCI KÖTÜMSERLIGIN KUR'AN AÇlSlNDAN KRITI<31

Galloway, George, The Philosophy of Religion, T. & T.

Clark, Edinburgh, 1945.

Gökberk, Macit, Felsefe Tarihi , Istanbul, 1961.

Hançerlioğlu, Orhan, Felsefe Ansiklopedisi, Istanbul,

1977

Hick, John, Classical and Contemporary Readings in The Philosophy ot Religion, by prentic-Hall, Eng.

London, 1964.

Hume. David, Din Üstüne. (çev., Mete Tunçay), Imge

Yay., 1995.

Imam Yahya b. ei-Hüseyn, Kitabu'r-Raddi ve'l-lhticaci ale'I-Hasan b. Muhammed b. ei-Hanefiyye, (Rasa­ilu'I-Adl ve't-Tevhid, tahkik; Muhammed Amara. Mısır

1971 içinde).

lsfehani, Ragıb. ei-Müfredat fı Garibi'I-Kur'an, Tahran,

1379.

Kranz, Walther, Antik Felsefe, (çev. , Suad Y. Baydur),

Istanbul. 1976.

Kumeyr. Yuhana. Felasifetü'I-Arab, (Ebu'I-Aia ei-Me'ar­ri), Daru'I-Meşrik, Beyrut, 1986.

Leibniz. Theodicee Denemeleri, (çev. , Hüseyin Batu).

Istanbul, 1946.

Maturidi, Kitabu't-Tevhid, (tahkik; Fethullah Huleyf) , Is­

tanbul. 1979.

Meydan Larousse, Istanbul, 1992.

Münevver, Muhammed, lkbal ve Kur'ani Hikmet, (çev. ,

M. Ali Özkan) , 1995.

Nietzsche, Böyle Buyurdu Zerdüşt. (çev.,Ayşe Duman).

Ankara, 1994.

Ormsby, Eric. L. , Theodicy in lslamlc Thought, Prin­ceton University Press New Jersey, 1984.

Peterson, Michael , William Hasker ve arkadaşları,

Reson and Religious Belief, Oxford, 1991 .

Pike, Nelson, God and Evil, Prentice-Hall, New Jersey, 1964, 7 vd.; Davies. Brian,- Blackfrıars, An Introduc­

tion To the Philosophy of Religion. Oxford. June,

1981.

Russell, Bertrand, Batı Felsefesi Tarihi, (çev .. Muam­mer Sencer), Say Yay., Istanbul, 1994.

Sartre, Jean Paul,. Varoluşçuluk (existentialisme). (çev:

Asım Bezirci), Say, 1996.

Stumpf, Samuel Enoch , Philosophy, History & Prob­lems, by Mc Graw-Hill. Ine. New York, St. Louis, San

Francisco, 1989, 1983, 1971.

Şeriati, Ali. Dinler Tarihi. (çev .. Abdulhamid Özer), Is­

tanbul, 1990.

The Ensyclopedia Americana. Copyright by Arne­

ricana Corporation, New York, 1970.

Thilly, Frank, Felsefe Tarihi , (çev., lbrahim Şener) , Is­

tanbul. 1995.

Voltaire, Felsefe Sözlüğü, (çev., Lütfi Ay) , Istanbul,

1995.

Weber, Alfred, Felsefe Tarihi, (çev .. H. Vehbi Eralp), Is­

tanbul, 1993.

Yakut, lrşadü'I-Arib , Margoliouth, Leiden, 1913.

Yazıcı, Kemal, Gattas Kerem. Anton, A'lamu'I-Felse­feti'I-Arabiyye, Mektebetü Lübnan, 1990

Zey'ur, Ali, ei-Felsefetü Fi'I-Hind, Beyrut, 1993.

ISLAMi ARAŞTIRMALAR DERGISI, CIL T : 11 , SAYI 3-4, 1998 249