26

İnsan Sürümü: 0.4 Ön Okuma

Embed Size (px)

DESCRIPTION

İnsan Sürümü: 0.4 - Mike A. Lancaster

Citation preview

Page 1: İnsan Sürümü: 0.4 Ön Okuma
Page 2: İnsan Sürümü: 0.4 Ön Okuma

facebook.com/KitapOburlaritwitter.com/KitapOburlari

Page 3: İnsan Sürümü: 0.4 Ön Okuma
Page 4: İnsan Sürümü: 0.4 Ön Okuma

KİTABIN ORİJiNAL ADI

0.4 IT’S A BRAVE NEW WORLD

YAYIN HAKLARI

© MIKE LANCASTER EGMONT UK LIMITED ALTIN KİTAPLAR YAYINEVİ VE TİCARET AŞ

BASKI 1. BASIM / NİSAN 2013 ALTIN KİTAPLAR YAYINEVİ VE TİCARET AŞ

BU KİTABIN HER TÜRLÜ YAYIN HAKLARIFİKİR VE SANAT ESERLERİ YASASI GEREĞİNCE

ALTIN KİTAPLAR YAYINEVİ VE TİCARET AŞ’YE AİTTİR.

ISBN 978 - 975 - 21 - 1590 - 3

ALTIN KİTAPLAR YAYINEVİGöztepe Mah. Kazım Karabekir Cad.

No: 32 Mahmutbey - Bağcılar / İstanbul

Yayınevi Sertifika No: 10766

Tel.: 0.212.446 38 88 pbx

Faks: 0.212.446 38 90

http://www.altinkitaplar.com.tr

[email protected]

Page 5: İnsan Sürümü: 0.4 Ön Okuma
Page 6: İnsan Sürümü: 0.4 Ön Okuma

“Hepimiz çocukluktan itibaren girdiğimiz derin bir hipnoz uykusundayız.”

R. D. Laing

“Tarih tekerrürden değil, kafiyeden ibarettir.”Mark Twain

Page 7: İnsan Sürümü: 0.4 Ön Okuma

Âşık olduğum veeşim demekten gurur duyduğum

Cromwell’lı kıza

Page 8: İnsan Sürümü: 0.4 Ön Okuma
Page 9: İnsan Sürümü: 0.4 Ön Okuma

7

İçindekiler

Editörün Notu

Birinci Kaset – A Yüzü

Birinci Kaset – B Yüzü

İkinci Kaset – A Yüzü

İkinci Kaset – B Yüzü

Üçüncü Kaset – A Yüzü

Üçüncü Kaset – B Yüzü

Son Söz

Page 10: İnsan Sürümü: 0.4 Ön Okuma
Page 11: İnsan Sürümü: 0.4 Ön Okuma

UYARI

BU BILGI DEPOLAMA ÜNITESI YA DA “KITAP”, INSAN BEYNINI YENIDEN PROGRAMLAMAK VE

“OKUMAK” DENILEN TARIHTE KALMIŞ ÇOK ESKI BIR SANATI CANLANDIRMAK IÇIN TASARLANMIŞTIR.

BU SON DERECE BASIT UYGULAMANIN HIÇBIR OLUMSUZ YA DA ZARARLI ETKISI YOKTUR.

ŞU ANDA YAPTIĞINIZ

EYLEMİN ADI: “OKUMAK.”

AÇIKLAMASI

HER SAYFAYA SILINMEZ ŞEKILDE BASILMIŞ OLAN BILGININ SOLDAN SAĞA VE YUKARIDAN AŞAĞI

DOĞRU GÖZLE TARANMASIDIR.

GÖZ TARAFINDAN ALGILANAN BU BILGI OPTIK SINIRLER TARAFINDAN DOSDOĞRU

BEYNE ILETILIR VE HER VERI GIBI, DAHA SONRA KULLANILMAK ÜZERE ORADA DEPOLANIR.

Page 12: İnsan Sürümü: 0.4 Ön Okuma
Page 13: İnsan Sürümü: 0.4 Ön Okuma

Editörün Notu

Danny Birnie ablasını hipnotize ettiğini söylediğinde, hiçbirimiz inanmamıştık. Ya keçileri kaçırmıştı. Ya palavra atıyordu. Ya da her ikisi birden.

Kyle Straker’ın banda okuduğu hikâye bu sözlerle başlıyor. Hepimizin sağdan soldan duyduğu, ama pek azımızın bizzat dinleme şansı bulduğu bir hikâye. Büyük ölçüde yabancısı olduğumuz bir çağdan, yirmi birinci yüzyılın başlarından kalma, sözlü bir tarih sayfası; ama aynı zamanda karanlık derinlikleri olan ve eğer gerçekse, hepimiz için önemli derslerle dolu bir öykü.

Kyle Straker Kasetleri’nin geçmişini bilmeyenler için kısa bir özet geçmek faydalı olabilir. Bu kasetler, iki yıl önce Millgrove’a bağlı küçük bir köy olan Cambridgeshire’da, bir evin merdiven altı dolabında bulundu. Ilk kasetin üzerinde “Dire Straits” yazıyordu. Neyse ki kasetleri bulan kişi, antik müzik türlerine meraklıydı ve kasetleri dinlemek için gereken analog cihaza da sahipti. Yoksa Kyle Straker’ın hikâyesi çoktan tarihin çöplüğünü boylamış olurdu.

Page 14: İnsan Sürümü: 0.4 Ön Okuma

12

Içlerinde ne olduğu anlaşıldıktan sonra, kasetler yetkililere teslim edildi. Ve o gün bugündür tartışmaların ardı arkası kesilmedi.

Şu anda elinizde tutmakta olduğunuz garip nesne –ki bu bir kitap– kasetlerin ait olduğu çağda yaygın olarak kullanılan bir bilgi saklama yöntemiydi. Bu ilkel yön-temde ısrar etmemin sebebi, umuyorum ki, hikâye iler-ledikçe açıklığa kavuşacak.

Okumak üzere olduğunuz bu hikâyede anlatılanlar doğruysa, bu eser 0.4’e ithaf edilmiştir.

Mike A. Lancaster, Editör

Page 15: İnsan Sürümü: 0.4 Ön Okuma

13

...bu alet açık mı?Deneme, deneme. Bir iki. Bir iki. Bir iki. Hah işte! Gösteri öncesi sahneye çıkıp orkestradaki alet ve enstrü-

manları kontrol eden şu tipleri bilir misiniz? Şarkıcının sahne almasın-dan önce, “Deneme, deneme, bir iki, bir iki,” diyerek mikrofonları kontrol ederler hani. Simon bir keresinde, üçe kadar saymayı bilmedikleri için, “Bir iki, bir iki,” dediklerini söylemişti.

Nasıl da gülmüştüm; şu anda size pek komik gelmeyebilir, ama ora-da olsaydınız...

Her neyse – bu şeyin çalışıp çalışmadığı nasıl anlaşılır ki? Geri teknoloji işte! Tabii ki öyle! Sonuçta bu bir teyp. Dijital kayıt ve CD’lerden, iPod

ve MP3’lerden, hafıza kartları ve bellek çubuklarından çok önceki bir zamana ait, eski püskü bir kalıntı.

En azından çalışıyor ya, sen ona bak! Çalışacağından şüpheliydim aslında. Ne de olsa, merdiven altındaki dolapta unutulup öylece çürü-meye bırakılmış.

Bunun nasıl bir his olduğunu biliyor sayılırım aslında.

BİRİNCİ KASETA YÜZÜ

Page 16: İnsan Sürümü: 0.4 Ön Okuma

14

Neyse, teyp epey eski işte –Amstrad marka– hani şu Çırak adlı ya-rışma programındaki kaba saba herifin kurduğu şirket. Annem o progra-ma bayılırdı. Hatta yaramazlık yaptığımızda, bize, “Kovuldunuz!” diye bağırdığı bir dönem bile olmuştu.

Amma da tuhaf şeyleri özlüyor insan.

NOT – Çırak

Gülünç gelecek ama “realite şov” dediğimiz şeye bir örnek!

“Eğlence Programlarının Hafifliği” adlı tezinde, Entwistle

şöyle der: “Etraflarındaki dünyaya geniş bir çerçeveden

bakmaya korkan insanlar, bakış açılarını daraltıp adına

“realite şov” dedikleri küçük ve yapay pencerelerden

bakmaya başladı. Oysa kesin olan bir şey varsa, o da şuydu:

Bu programlarda realitenin r’si bile yoktu.”

Neyse, artık işe koyulayım ve kaydetmek için eve döndüğüm şu hikâyeyi kasete okumaya başlayayım. Haftalardır bunu yapabilmek için notlar alıyorum, aklıma gelen her şeyi, konuşmaları, o günkü izlenimle-rimi yazıp duruyorum. Sırf bunları kasete kaydedebilmek, olanları size kendi ağzımdan anlatabilmek için.

Bütün ümidim, birilerinin bunları dinleyip her şeyin değiştiğini fark etmesi.

Her şeyin sonsuza dek değiştiğini. İçinde yaşadığımız dünyanın artık eskisi gibi olmadığını. Eskiden

nasıl olduğunu –nasıl olması gerektiğini– hatırlayabilen çok azımız kal-dığını.

İnsan hatırlayamadıklarını boşlukları doldurma güdüsüyle ta-mamlamasa, geriye bakmak kolay. Yine de her şeyi olduğu gibi, sıra-

Page 17: İnsan Sürümü: 0.4 Ön Okuma

15

sıyla anlatmaya gayret edeceğim – sonradan öğrendiklerimi işin içine katmadan. O yüzden, iyi ki şu notları almışım.

Kafamda her şeyi hazırladım, ama zaman kipleri bir parça sorun olabilir. Bazı yerlerde şimdiki zaman yerine, geçmiş zaman mı kullan-mak gerekir acaba? Ama düşünüyorum da, şimdiki zaman kulağa daha iyi geliyor. Çünkü hiçbir şey artık eskisi gibi olmasa da, o zaman öy-leydi.

Bu her ne demekse! Dilbilgisi öğretmenim duysa, kıyameti koparırdı herhalde. Ama

tıpkı her şey gibi, o da değişmiştir muhtemelen. Hem zaten bu benim hikâyem ve tamamen hissettiğim gibi, kulağıma hangisi doğru geliyor-sa, öyle anlatacağım.

Hikâyenin başlangıç noktası bile belli. Her şeyin değişmeye başla-dığı o an. O yaz günü, Danny’nin söylediği o çılgın şey. Ve evet, baba, senin çok önce yapman gereken şeyi yapıyorum: Dire Straits albümle-rinden birinin üzerine kayıt yapıyorum!

Page 18: İnsan Sürümü: 0.4 Ön Okuma
Page 19: İnsan Sürümü: 0.4 Ön Okuma

17

01

Danny Birnie ablasını hipnotize ettiğini söylediğinde, hiçbi-rimiz inanmamıştık.

Ya keçileri kaçırmıştı. Ya palavra atıyordu. Ya da her ikisi birden. Sözünü ettiğimiz ablası ondan birkaç yaş büyüktü ve bana

kalırsa, Danny’nin saçmalıklarına hiç de pabuç bırakacak türden bir kız değildi.

Artık alışmış olması gerekirdi. Nelerine şahit olmamıştı ki? Kardeşinin pul koleksiyonculuğuna soyunduğu kısa ömürlü

hobisini ve güçbela kurtulduğu şu Pokémon bağımlılığını gör-müştü. Hatta şu yeni takıntısına, geleceğin David Blaine’i olaca-ğım diye tutturup elinde iskambil kâğıtlarıyla saatlerce illüzyon egzersizleri yapmasına bile alışmıştı.

Bu kız, bana hep günün birinde yıldız olacakmış gibi gelirdi. Bazı insanlar öyledir ya. Büyükbabamın dediği gibi, turnayı gö-zünden vuracakları bellidir.

İnsan Sürümü: 0.4 / F: 2

Page 20: İnsan Sürümü: 0.4 Ön Okuma

18

Danny ise, ne kadar çabalarsa çabalasın, turnayı poposun-dan vurmaya mahkûmdu ve bize söylediği şeyi yapmış olması-nın hayatta imkânı yoktu.

Soluk benizli, zayıf bir çocuk olan Danny’nin, göz altlarında koyu halkaları ve kıvırcık salatadan hallice, kirli kumral saçları vardı. Yaşına göre ufak tefek bir tipti ve üstelik benim yaşımday-dı –madem sordunuz söyleyeyim– on beşi yarılamıştı. Ve benden neredeyse bir kafa boyu kısaydı. Dahası, omuzlarını düşürüp kamburunu çıkardığında, iyiden iyiye küçülüyordu.

“Görmeliydiniz,” dedi heyecandan parıldayan gözlerle. “Işe yaradı. Gerçi bunun mümkün olduğunu biliyordum, ama yine de pek ümidim yoktu.”

Kuşku dolu bakışlarımızı görmezden geldi. “Önce rahatlayıp gevşemesini sağladım ve onu hipnotize

ettim. Televizyonda yaptıkları gibi ‘uyu’ dememe bile gerek kal-madı. Gevşer gevşemez, gözleri kapandı ve bedeni adeta bir... pelteye dönüştü. Doğrusunu isterseniz, hipnotize olduğunda, ona ne yaptırmak istediğime bile karar vermemiştim henüz. Ben de ona okula geç kaldığını söyledim –saat akşamın sekiziydi– ve aniden panik içinde koşturmaya başladı. Eşyalarını deli gibi okul çantasına tıkıştırıyor, çalmayan saat alarmından şikâyet ediyordu.”

Danny başını iki yana salladı. “Müthiş bir andı,” dedi. Birimizin bir şeyler söylemesini bekledi. Ve bekledi. Sadece Simon McCormack, Lilly Dartington, Danny ve ben

vardık. Hepimiz küçük Millgrove kasabasının aynı sokağında yaşıyorduk. Ve aşağı yukarı aynı yaşlarda olduğumuz için de, genellikle birlikte takılırdık.

Page 21: İnsan Sürümü: 0.4 Ön Okuma

19

O gün de duraktaydık; parkın yanındaki otobüs durağında. Uzadıkça uzayan şu puslu yaz günlerinden biriydi. Mahallenin çocukları için bir buluşma noktasıydı durak. Birlikte takılıp be-ceriksiz grafiti denemeleri yaptığımız ve genellikle de zaman öl-dürdüğümüz bir yer.

Durağın yanındaki parkı geçince Metodist kilisesi vardı ve onun hemen yanında ise, komşu köy olan Crowley’deki liseye başlamadan önce gittiğimiz okul.

Millgrove’da yapılacak pek bir şey yoktu. Henüz kapsama alanı geniş bir baz istasyonumuz olmadığı

için, cep telefonlarının çalışmadığı kör bir noktada kalıyordu ka-sabamız. Kısacası, koca ülkede cep telefonu bağımlısı olmayan son birkaç kasabadan biriydik. Gerçi yakın zamanda yeni bir baz istasyonu kurulacağı ve böylece yirmi birinci yüzyılla aramızda-ki mesafeyi kapatacağımıza dair söylentiler dolaşıyordu.

Kasabada küçük bir oyun sahası da var, ama daha büyük çocuklar sigara içip içki şişesinin dibini bulma konusunda talim yaptıkları için, biz genellikle oradan uzak dururduk. Üç tane de dükkân var – “Mutlu Müşteri” adında, tek bir mutlu müşterisi bile olmayan market zincirinin şubesi, bir kasap dükkânı ve bir de gazete bayii.

NOT – “Mutlu Müşteri”

Dönemin çelişki sevdasına örnek teşkil eden market zinciri!

Bir nevi oksimoron!

Oksimoron: Birbiriyle çelişen iki kelimeden oluşan

tamlama. Diğer örnekleri: “Canlı cenaze”, “Korkunç güzel”,

“Realite TV”, “Sabit değişken”, “Dürüst politikacı” ve

“Dost kazığı”.

Page 22: İnsan Sürümü: 0.4 Ön Okuma

20

Durak, kasabanın tam göbeğinde, dükkânlara yakın bir nok-tadadır ve üstü kapalı olduğu için, Ingilizlerin meşhur yaz yağ-murundan da korunaklıdır.

Simon ve ben yıllardır arkadaşız. Doğrusu, arkadaşlığımı-zın nasıl başladığını bile hatırlamıyorum. Elbette bir sürü ortak noktamız ve ilgi alanımız var, ama bunların hepsi sonradan olan şeyler... Yani zaman içinde keşfettiğimiz şeyler. O yüzden, tüm bunlar bir yana, dost olmamızı sağlayan başka bir şey... bilemiyo-rum... bir tür içgüdü falan olmalı.

Biriyle dost olmadan, neden dost olduğumuzu keşfedeme-yiz ki.

Yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan çıkar misali, bu kısır paradokslarla insan rahatça kafayı yiyebilir aslında.

Simon ve Lilly bir süredir çıkıyorlar ve Simon benim en ya-kın arkadaşım olduğu için, bugünlerde sık sık peşlerine takılıyor-muşum gibi bir durum söz konusu. Dostunu paylaşmaya alışmak zormuş... Üstelik... üstelik Lilly’yle aramın çok iyi olduğu da söy-lenemez aslında.

Danny ise benim yan kapı komşum ve adeta peşimden ay-rılmayan kuyruğum. Tabii yine bilmediğim sebeplerden ötürü. Simon’la ikimiz onunla sürekli dalga geçeriz, ama Danny hiç al-dırmaz.

O gün de, olabildiğince az enerji sarf ederek birlikte vakit öl-dürmeye çalıştığımız günlerden biriydi işte.

Ve sonra Danny, ablasını hipnotize ettiğini söyledi tabii ki. Simon, Danny’nin bu duyurusuna karşılık olarak, hepimizin

duygularını özetleyen kuşku dolu bir bakış fırlattı. “Annette’i hipnotize mi ettin?” diye sorarken, bakışlarından

artakalan birazcık kuşku kaldıysa bile, onu da iğneleyici ses to-nuna yansıtmayı ihmal etmedi. Hatta sonunda patlattığı kahkaha da cabasıydı.

Page 23: İnsan Sürümü: 0.4 Ön Okuma

21

Bu alaycı tavrı hiç üzerine alınmayan Danny, evet anlamında başını salladı.

“Bu konu üzerine sürüyle kitap okudum. Paul McKenna ve Derren Brown’ın bir sürü DVD’sini izledim. Bu seneki yetenek yarışmasında ortalığı kasıp kavuracağım. Sahnede ufak bir hip-noz gösterisi yapabilirim diye düşündüm. Bilirsiniz işte, birkaç kişiyi köpek gibi havlatmak ya da elma yer gibi soğan yedirtmek örneğin.”

Simon homurdandı. Kasabanın gelenekleri arasında Millgrove Yetenek Yarışması,

açık ara en tuhaf olanıydı. Kraliçe Victoria Ingiltere tahtına otur-duğundan beri her yaz, Millgrove halkı kasaba parkında toplanıp bu yarışmaya katılıyordu – sadece II. Dünya Savaşı’nda iki yıllık bir ara verilmişti. Hatta I. Dünya Savaşı’nda, kasabanın erkekleri siperlerde can verirken bile, bu gelenek devam etmişti.

Yerel halk öykülerinde, yetenek yarışması denen şeyin bir kız için kapışan iki çiftçi arasındaki anlaşmazlık yüzünden başladığı anlatılır. Sorunu çözebilmek için düelloya tutuşmak yerine, her biri kız için bir şarkı yazmış ve sonra da, kasaba meydanında, jü-rinin, yani bütün kasabalıların önünde marifetlerini sergilemiş-ler. Artık o iki çiftçinin adı bile hatırlanmıyor belki, ama kozlarını paylaşma yöntemlerinin benzer bir versiyonu yüz yıl önce yeni-den hayat bulmuş ve günümüze kadar ulaşmış:

Yetenek yarışması! Kasabada bu yarışmaya gösteri hazırlamak için haftalarca,

hatta bazı durumlarda aylarca hazırlık yapanlar olurdu. (“Gös-teri” elbette cömert bir sözcük. Ne de olsa çoğu, amatör karao-kelerdi.) Büyük ödül ise, eski püskü, döküntü bir kupa ve birkaç hediyelik eşyadan ibaretti. Hatta o hafta gündem çok yoğun de-ğilse, kazananların kameraya sırıtırken çekilmiş bir fotoğrafının, Cambridge Akşam Postası’nda çıkması bile mümkündü.

Page 24: İnsan Sürümü: 0.4 Ön Okuma

22

Bir gün herkes on beş dakikalığına şöhret olacak dememiş miydi birisi?

Millgrove’da bu süre on beş saniye kadardı. Benim içinse, yetenek yarışması her zaman bir parça sinir bo-

zucu olmuştu. Sekiz yaşındayken, sürekli fıkralar anlatıp espriler patlatarak herkesi güldürdüğüm için olsa gerek, babam yarışma-ya katılıp stand-up gösterisi yapmamı önermişti.

NOT – “Espri patlatmak”

Andrea Quirtell’a göre, mizah, çağın dehşetleriyle baş etmek

için önemli bir mekanizmaydı. Hatta o çağlarda, mesleği

“komedyenlik” olan insanlar bile vardı.

Quirtell, mizahın da çeşitleri olduğunu söylüyor. Örneğin,

bunlardan biri de “kelime oyunları”. Yani yazılışı ve

söylenişi bir, ama anlamları farklı kelimelerden, ya da çift

anlamlı, lastikli sözcüklerden yola çıkarak yapılan espriler.

Örnek: “Ben o dala, sen bu dala” (Sen budala).

Immanuel Kant, insanların şakalara gülmesini, “Gülmek,

gerginlik yaratan bir beklentinin boşa çıkmasının

sonucudur,” diye açıklamış. Onunla aynı fikirde olmayan

Quirtell ise şöyle diyor: “Gülmek, bir ırkın büyümeyi

reddetmesinin sonucudur.”

Sonuçta, yetenek yarışmasında sahnede kaldığım süre, haya-tımın en utanç verici dakikalarıydı. Hatta ilk kez bir kız arkada-şımı (adı Katy Wallace’tı ve ilişkimiz sadece üç hafta sürmüştü) ailemle tanışması için eve getirdiğimde, annemin bebeklik fotoğ-

Page 25: İnsan Sürümü: 0.4 Ön Okuma

23

raflarımı ortaya döktüğü o rezil dakikalardan bile daha utanç vericiydi.

Birkaç fıkra bilmekle stand-up komedyeni olmak arasında devasa bir fark olduğunu işte böyle öğrenmiştim. Doğru dürüst bir tane bile espri yapamamıştım. Bir fıkranın en can alıcı yeri-ni elime yüzüme bulaştırmış, bir sonrakinin ise daha en başında bocalayıp gerisini getirememiştim. Gözünü üzerime dikmiş olan yüzlerce insanın karşısında nutkum tutulmuş, kan ter içinde öy-lece kalakalmış, panik atak geçirmiştim.

Zaten o günden sonra, bir daha yetenek yarışmasına katıl-madım.

Aslında katılmak şöyle dursun, mecbur kalmadıkça izleme-ye bile gitmiyorum. Görünüşe bakılırsa, gitmemek için her za-man bir mazeretim oluyor. Çoraplarımı eşleştirmek, ya da çizgi romanlarımı düzenlemek gibi.

Bilirsiniz işte, çok önemli işler! Dolayısıyla, Danny o gün durakta, “Izlemeye gelirsiniz, ge-

lirsiniz, değil mi?” diye sorarken, sesinde ümitsizliğe yakın bir tonlama vardı.

Danny’nin “Ben hipnozcuyum” konulu nutku boyunca, ba-kışlarını Simon’ın boyun bölgesinden ayırmamış olan Lilly, niha-yet başını çevirip, “Hayatta kaçırmam,” dedi.

Ben de evet anlamında başımı salladım. Hatta bir yanım Danny’nin başarılı olmasını bile istiyordu.

Herkese şaşkınlıktan küçükdilini yutturmasını. Bütün kasabanın ondan bahsetmesini. Hatta belki Cambridge Akşam Postası’nda fo-toğrafının çıkmasını bile!

Ama bir diğer yanım –pek gurur duymasam da– gerçekten başarısız olmasını istiyordu.

Rezil kepaze olmasını, utançtan yerin dibine geçmesini!

Page 26: İnsan Sürümü: 0.4 Ön Okuma

24

Bu tıpkı şeytan kovmak, eski bir hayaletten kurtulmak gibi bir şeydi.

Benim için bir tür terapi olacaktı. “Elbette,” dedim. “Orada olacağım.” Lilly, bana garip bir bakış fırlattı. Ve güneşin önünden geçen

bir bulut misali, yüzünde bir an için tuhaf bir ifade belirdi. Öyle ki, aniden bir tedirginlik kaplamıştı içimi. Lilly, benim görmem ya da hissetmem gereken ama hissedemediğim bir şeyi mi fark etmişti?

Soran gözlerle tek kaşımı havaya kaldırıp baktım, ama Lilly başını çevirince, bütün şaşkınlığım ve sersemliğimle öylece kala-kaldım.

Şaşkınlık, sersemlik ve bir şey daha. Kötü bir şeyler olacağına dair karanlık bir his – yaklaşan fır-

tınanın kokusu.