57
Karantina I 172 LGBT KÜLTÜR / YAŞAM DERGİSİ - MAYIS/HAZİRAN 2020 / 10 TL ISSN: 1302-5015

Karantina Iilave edelim. • Biberlerin dirilikleri hafiften gitmeye başladığında, mantarımızı da tuz ve pul biberle birlikte tavaya ilave edelim. • Kabuklarını soyup küçük

  • Upload
    others

  • View
    2

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: Karantina Iilave edelim. • Biberlerin dirilikleri hafiften gitmeye başladığında, mantarımızı da tuz ve pul biberle birlikte tavaya ilave edelim. • Kabuklarını soyup küçük

Karantina I 172LGBT KÜLTÜR / YAŞAM DERGİSİ - MAYIS/HAZİRAN 2020 / 10 TL

ISSN: 1302-5015

Page 2: Karantina Iilave edelim. • Biberlerin dirilikleri hafiften gitmeye başladığında, mantarımızı da tuz ve pul biberle birlikte tavaya ilave edelim. • Kabuklarını soyup küçük

Kaos GL’den

Karantina’nın sözlük anlamına bakıldığında tutulma, kapatılma ve gözlemlenme kelimeleriyle karşı karşıya kal-maktayız. Birincil anlamı bulaşıcı bir hastalık nedeniyle gerçekleşen karantina sürecine işaret ederken, “bir toplu-luğun baskısıyla bir kimseyi tek başına kalacak duruma sokmak.” gibi tali anlamları da kapsayan bir kavram ol-duğundan söz etmek mümkün.

Korona virüs (COVID-19) ile beraber yaşamlarımızın merkezinde konumlanan bu kavram, LGBTİ+’lar için ne ifade ediyor? Korona virüs, LGBTİ+’ların yaşamını nasıl etkiledi ve sosyal politikalar bu noktada yeterli mi? Medya pandemiyi nasıl ele aldı ve bu süreçteki LGBTİ+ temsili ne durumda? Bir hastalık önlemi olmasının öte-sinde “sosyal izolasyon” kavramını incelediğimizde neler-le karşılaşıyoruz?

Tüm bu sorulara Kaos GL’nin “Karantina I” ve “Karanti-na II” özel sayılarında birçok akademisyen ve aktivist ile birlikte cevap aradık.

Kaos GL 172. Sayısı Karantina I’de Sevilay Çelenk, Gü-lüstü Salur ve Özlem Yalçınkaya, Hilal Başak Demirbaş, Üzüm Derin Solak, Damla Umut Uzun, Erdi Ker, Şevval Kılıç katkılarıyla bizlere eşlik etti.

Güncel Sayfalar’da ise Özgür Uzay, Oya Burcu, Umut Güner, Kardelen Fulya Okumuş, İlker Hepkaner ile Sez-gin İnceel, Sude Derin, Tanju Tariz, Erdem Çeliker, Er-kan Bayır ve Yasemin Öz yazıları ve röportajları ile Kaos GL Dergisi’nin bu sayısında yer aldı.

Katkı sunan herkese ve çalışmasıyla kapakta yer alan Murat Başol ile umumdaki çalışmalarıyla Derya Bayrak-taroğlu, Gökçe Yiğitel ve Yasemin Nur’a teşekkürler.

Keyifli Okumalar,

Aylime Aslı Demir & Umut Güner & Umut Güven

Kaos GL Derneği İktisadi İşletmesi Adına Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü

Tarık Yıldız

Genel Yayın YönetmeniAylime Aslı Demir

Dosya EditörüAylime Aslı Demir

Umut GünerUmut Güven

Güncel Sayfalar EditörüUmut Güven

RedaksiyonAli Erol

Hukuk DanışmanlarıAv. Elif Ceylan Özsoy, Av. Oya Aydın,

Av. Yasemin Öz, Av. Hayriye Kara, Av. Kerem Dikmen

Grafik TasarımCeket Medya, [email protected]

Abone SorumlusuSemih Varol, [email protected]

Katkıda BulunanlarDamla Umut Uzun, Erdem Çeliker, Erdi Ker, Erkan Bayır,

Gülüstü Salur, Hilal Başak Demirbaş, İlker Hepkaner,Kardelen Fulya Okumuş, Oya Burcu, Özgür Uzay,

Özlem Yalçınkaya, Sevilay Çelenk, Sezgin İnceel, Sude Derin,Şevval Kılıç, Tanju Tariz, Üzüm Derin Solak, Yasemin Öz

KapakMurat Başol

Umumkaraoke sahnesi, “Buluşma”; Derya Bayraktaroğlu, Gökçe Yiğitel,

Yasemin Nur. Barın Han, 2020

Yönetim YeriKaos GL

Remzi Oğuz Arık Mah., Tunus Caddesi 93/8Kavaklıdere - Ankara

Faks: +90 (312) 230 6277E-posta: [email protected]

URL: http://www.kaosgl.org

AbonelikYurt içi 1 yıllık (6 sayı) abone bedeli 50 TL

Yurt dışı 1 yıllık abone bedeli 25 Euro ya da 40 DolarPlease transfer 25 Euros or 40 Dollars for 1

year subscription to one of the following bank accounts.Garanti Bankası Yenişehir Şubesi

TL HESABI: TR50 0006 2000 4110 0006 2940 36USD: TR75 0006 2000 4110 0009 0906 78

EURO: TR51 0006 2000 4110 0009 0903 34

Basım tarihiMayıs 2020

BaskıAyrıntı Basımevi İvedik Organize Sanayi Bölgesi

28.cad., 770. sok., No: 105, Ostim AnkaraTelefon: 0 312 394 55 90

Yayın TürüYerel Süreli (2 aylık) Mayıs & Haziran 2020

Tutsaklara, mültecilere ve HIV + LGBTİ’lere ücretsiz gönderilir.

Kaos GL Dergisi, Kaos Gey ve Lezbiyen Kültürel Araştırmalar ve Dayanışma Derneği’nin süreli yayınıdır.

Dergide yer alan yazılı ve görsel çalışmalardan, yazarları ve sanatçıları sorumlu olup; bu çalışmalar, Kaos GL Dergisi ve Kaos GL

Derneği’nin görüşlerini yansıtmaz.

Kaos GL Dergisi, Gökkuşağı Projesi kapsamında, İsveç Uluslararası Kalkınma ve İşbirliği Kurumu SIDA tarafından desteklenmektedir.

Page 3: Karantina Iilave edelim. • Biberlerin dirilikleri hafiften gitmeye başladığında, mantarımızı da tuz ve pul biberle birlikte tavaya ilave edelim. • Kabuklarını soyup küçük

DOSYA: KARANTİNAAylime Aslı Demir, Umut Güner, Umut Güven //30

Karantinadan Fragmanlar ve KoronamedyaSevilay Çelenk //34

Karantina Sürecinde YaşlılıkGülüstü Salur ve Özlem Yalçınkaya ile Röportaj //38

LGBTİ+ Mahpuslar ve İzolasyonHilal Başak Demirbaş //42

Karantina Eşit Mi?Üzüm Derin Solak //45

Duydun Mu, Lubunyalar Neler Yapıyormuş!Damla Umut Uzun //50

Balkon ÇocuğuErdi Ker //53

Karantinada Biraz Müzik Biraz PartiŞevval Kılıç ile Röportaj //55

Karantina I

04

34

45

51

16

DOSYA

İÇİNDEKİLER

Mutfağımdan Şifa Niyetine Tarifler

Karantina Eşit Mi?

90’lar Pop Müziğine Feminist ve Queer Bakış: Yine Yeni Yeniden 90’lar!

Uluslararası Homofobi, Bifobi ve Transfobi Karşıtı Gün Kutlu Olsun! //2

Mutfağımdan Şifa Niyetine TariflerÖzgür Uzay //5

İlişkiler Üstüne Bir Dizi: EastsidersErdem Çeliker //10

Kütüphanemde GezinirkenUmut Güven //12

Kardelen’e Dair: Canavarlarla YaşamakKardelen Fulya Okumuş ile Röportaj //14

90’lar Pop Müziğine Feminist ve Queer Bakış: Yine Yeni Yeniden 90’lar!

İlker Hepkaner ve Sezgin İnceel ile Röportaj //18

Tutar Herkesle Makasa DevamSude Derin – Tanju Tariz //22

Okyanus Ötesinde Dokuz Sene Erkan Bayır //24

2019 Yılında LGBTİ+’ların İnsan Hakları GündemiYasemin Öz //26

Karantinadan Fragmanlar ve Koronamedya

Page 4: Karantina Iilave edelim. • Biberlerin dirilikleri hafiften gitmeye başladığında, mantarımızı da tuz ve pul biberle birlikte tavaya ilave edelim. • Kabuklarını soyup küçük

kaosGL 3

Benim ilk hatırladığım şey Homofobi Karşıtı Bu-luşma’dan önce 2003’te düzenlenen Lezbiyen ve Geylerin Sorunları ve Toplumsal Barış İçin Çözüm Arayışları Sempozyumu. O sempozyum bence Ho-mofobi Karşıtı Buluşmalar için çok iyi bir deneme oldu. Sempozyumun deneyimiyle, Homofobi

Karşıtı Buluşmaları sürekli hale getirme isteğimiz ortaya çıktı.  

İlk Homofobi Karşıtı Buluşma 2006 yılındaydı, sonraki zamanlarda da yürüyüş eklendi. İstanbul’da Onur Yürüyüşü düzenleniyor, Onur Haftası var.

Uluslararası Homofobi, Bifobi ve Transfobi Karşıtı Gün Kutlu Olsun!

17 Mayıs Homofobi, Bifobi ve Transfobi Karşıtı Gün, LGBTİ+ hakları konusunda uluslararası farkındalık yaratmak amacıyla 2004 yılında ortaya çıktı. Bu tarih, eşcinselliğin Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) Uluslararası Hastalık

Sınıflandırması’ndan çıkarıldığı 17 Mayıs 1990 tarihini anmak için seçildi.

Bu kapsamda 2006 yılından bu yana Ankara’da organize edilen Homofobi Karşıtı Buluşma’nın hikayesini Oya Burcu ve Umut Güner bizler için paylaştı.

Oya Burcu: “Hiçbir şekilde yılmayacağız”

Page 5: Karantina Iilave edelim. • Biberlerin dirilikleri hafiften gitmeye başladığında, mantarımızı da tuz ve pul biberle birlikte tavaya ilave edelim. • Kabuklarını soyup küçük

kaosGL4

Bizler de Ankara’da bir şeyler yapmak istiyorduk, sonuçta örgütlüyüz. Sadece İstanbul’da değil, bu-rada da sokaklara çıkmak, etkinlikler düzenlemek ve buradaki LGBTİ camiasıyla bir araya gelmek istiyorduk.

Bir yandan da Homofobi Karşıtı Buluşma’nın ruhu, “ciddi” bulunan Ankara için de uygundu bence. Buluşma sonuna da yürüyüş koymuştuk. Onur Yürüyüşü gibi değil de daha 1 Mayıs gibi bir yürüyüş oluyordu.

Bugünlerde Homofobi Karşıtı Buluşmaları ve yü-rüyüşleri düzenleyemiyoruz. Feminist hareket de LGBTİ+ hareketi de bütün örgütlenmelerin etki-lendiği kadar -tabii ki bir yandan da daha fazla- bu şiddet ve baskı ortamından nasibini alıyor. Yine de umutlar bir noktada çakılacak gibi olsa da her za-man tekrar umutlanacak bir şey buluyoruz. Yani, Homofobi Karşıtı Buluşma eskisi gibi düzenlene-miyor olabilir fakat diğer örgütlerle yine etkinlik-lere devam ediyoruz. Hiçbir şekilde yılmayacağız.

23-24 Mayıs 2003 yılında yaptığımız Lezbiyen ve Geylerin Sorunları ve Toplumsal Barış İçin Çözüm Arayışları Sempozyumu ile aslında hare-ketimiz 1 Mayıs harici toplumsal hareketler için de dolaptan çıktı diyebiliriz. İlk kez kamuya açık bir etkinlik gerçekleşti. Eşcinsel, biseksüel ve transların hayatlarına değen, yaşadığımız sorun-ları tartışabileceğimiz bir alan oluştu. Bu sem-pozyumu organize ederken hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını biliyorduk! Başka gündemlere, başka alanlara sıkışmak yerine “Biz buradayız ve sizinle kendi evimizde, kendi alanımızda buluş-mak istiyoruz.” talebinin sonucu olarak Homo-fobi Karşıtı Buluşma doğdu.

2005’le birlikte “Biz neyi gündemleştirebili-riz?” tartışmaları yaparken, bu tartışmalar bizi Homofobi Karşıtı Buluşma’ya götürdü. “Eş-cinsellerin kurtuluşu heteroseksüelleri de öz-gürleştirecektir” ile aynı zamanda bu mücadele sadece LGBTİ+’ların mücadelesi olmadığından, cis-heterosekzime karşı mücadele eden her-kesi kapsayacak bir alan yaratma isteği ile Homofobi Karşıtı Buluşmaları 2006’dan itibaren gerçekleştirmeye başladık. Buluşmaları takip eden yıllarda da yürüyüşler başladı.

KaosGL’nin 1 Mayıs, küre-sel emeğin karşıtı ve savaş karşıtı mitingler dışında doğrudan kendine dönük bir sokak eylemi yokken Pembe Ha-yat’ın kurulması öncesinde Eryaman, Esat olayları ve Pembe Hayat’ın yaşam hakkı için sokak eylemleri için örgütlenmesi ile mumlu

eylemler Homofobi Karşıtı Buluşma Yürüyü-şü’ne zemin hazırladı. Transların üç senedir işkence ve kötü muameleye karşı seslerini yük-selttikleri alanda biz Homofobi Karşıtı Buluşma Yürüyüşü’nü örgütlemek için bir araya geldik. Uzlaştığımız ilk şey “Burası doğrudan eşcinsel, biseksüel ve transların uğradığı ayrımcılıkları görünür kılmaya dönük bir alan ve sadece bu-nun için sesimizi yükselteceğiz” oldu. Gökkuşağı bayrakları ve LGBTİ’lerin taleplerini görünür kılmayı sağlayanlar dışındaki hiçbir pankart ile bayrağa izin vermeyecektik. 

En temelde, KaosGL Dergisi’nin çıkış noktasıyla veya Homofobi Karşıtı Buluşma’nın örgütlenme pratiğiyle hiçbir farkı yoktu yürüyüşün. Çünkü Kaos GL Dergisi eşcinsellerin gasp edilen ve medyada yer verilmeyen sözüne yer vermek için

çıkmıştı. 17 Mayıs Yürüyüşü de eşcinsel, biseksüel ve transların kendi varlıkla-

rını sergileyebilecekleri, başka hiç kimsenin bunu manipüle edeme-

yeceği, gölgeleyemeyeceği bir yürüyüş olarak örgütlenme

isteğinden doğdu. 

Umut Güner: “Cis-heterosekzime karşı mücadele eden herkesi kapsayacak bir alan yaratma isteği ile Homofobi Karşıtı Buluşmalar başladı”

Page 6: Karantina Iilave edelim. • Biberlerin dirilikleri hafiften gitmeye başladığında, mantarımızı da tuz ve pul biberle birlikte tavaya ilave edelim. • Kabuklarını soyup küçük

kaosGL 5

Yaklaşık bir ay önce eğlence mekanlarının kapatıl-ma kararı gelmesi ile birlikte aşçılığını yaptığım ba-rın mutfağına da bir süreliğine veda etmiş oldum. Salgının bu kadar hızlı yayılması, henüz ne oldu-ğunu idrak edememişken apar topar işsiz kalmanın şoku, karantina uyarıları, yarınlara dair belirsizlik, gelecek kaygısı hepsi bir olmuş aklımızı kemirip durdukça bütün bunlara rağmen güçlü kalmak çok zor bir hal almaya başladı.

Bu süreçte evde yemek yapmaya, yakın çevrelerden talep edenlere yemek ulaştırmaya, buradan ufak tefek bir geçim kaynağı oluşturmaya başladım. Aslında hala çarelerin tükenmemiş olduğu hissi bir yandan iyi gelirken, bir yandan da evde kala-mamak, evinde kalamayanların ve aslında evinde kal talimatlarının herkesi kapsamadığının farkına varmak, bütün bunların yaşattığı sınıfsal çatışma içimde bir öfke haline dönüşmeye başladı. Ama bi-

liriz bazı öfkeler iyidir, diri tutar. İçinde bulundu-ğumuz durum her ne kadar yıpratıcı olsa da hızlıca kurulan dayanışma ağları, uzak yakın fark etmek-sizin birilerine bir biçimde destek olma arzusu ve destek bulabilmenin önemi bugünlerde hayata bir başka bağlıyor beni.

Gün içinde hazırlayacağım siparişlerin malzeme-lerini almak için alışverişe çıkıyorum, eve gelip yemek yapmaya başlıyorum ve daha sonra teslim etmek üzere adreslere gidiyorum. Kapanmadan önce çalıştığım mutfağın yaşadığım evle birbirine olan yakınlığından, önceden alışveriş yaptığım marketten manavdan fırından yapıyorum alışve-rişimi halen. Her gün uğradığım, kalabalığından canlılığından büyük keyif aldığım Balık Pazarı’nın eski halinden eser kalmadığını görmek çok üzücü olsa da hala açık dükkanların, çok değil şundan bir ay öncesine kadar yarım ağızla selamlaştığımız

Mutfağımdan Şifa Niyetine Tarifler

Özgür Uzay

Page 7: Karantina Iilave edelim. • Biberlerin dirilikleri hafiften gitmeye başladığında, mantarımızı da tuz ve pul biberle birlikte tavaya ilave edelim. • Kabuklarını soyup küçük

kaosGL6

Mantarın her türlüsü olay, hele ki istiridye mantarı... Sevmeyeni var mı bilmiyorum ama ben kendisiyle aşk yaşıyorum adeta. O dokusu, pişme esnasında yaydığı koku, hafif sulu halinin ağızda yaydığı tat... Heyecan-landırıcı. Bir de sarımsakla birleştiyse, gerçekten tam bir damak orgazmı yaşatır.

Sokaktaki tadı asla ve asla aratmayan, görüntüsü pek alıktırmayan kokoreç yapacağız bu tarifte. Vegan arka-daşlarımın çokça sevdiği, benim her gün yesem bıkmam dediğim türden. Hemen tarife geçiyorum.

MALZEMELER

• Yarım kg kadar istiridye mantarı (Bazen zor bulunu-yor, tam olarak aynı tadı vermeyecektir ama hiç bula-madıysak canımızı sıkmayalım, kültür mantarıyla da denedim ve hiç de fena olmadı)

• 2 kapya biber• 3-4 adet yeşil köy biberi• Domates• 1-2 diş sarımsak• Sıvı yağ• Tuz, pulbiber, kekik

TARİF

• Mantarlarımızı nemli bir bez yardımıyla nazikçe te-mizleyelim. Süngersi dokusu nedeniyle yıkandığında çok fazla su çekeceğinden hem o şahsına münhasır aromasına zeval getirmemek için hem de çok fazla su salıp yemeğimizin ayarını bozmaması için nemli bir bez tercih ediyoruz.

• Temizledikten sonra mantarlarımızı ve biberlerimizi minik minik doğrayalım.

• Geniş bir tavada kızan yağımıza biberlerimizi alalım, bir kaç dakika sonra iyice ezdiğimiz sarımsaklarımızı ilave edelim.

• Biberlerin dirilikleri hafiften gitmeye başladığında, mantarımızı da tuz ve pul biberle birlikte tavaya ilave edelim.

• Kabuklarını soyup küçük küçük doğradığımız doma-teslerimizi, çok fazla pişmemesi adına mantarlarımızın pişimine yakın tavaya alalım, kekiğimizi ilave edelim, güzelce karıştıralım ve birkaç dakika sonra tavamızı ocaktan alalım.

NOT: Domatesleri doğrarken, ortadan ikiye bölüp or-tasındaki çekirdekli kısmı alalım. Sulu bir yemek elde etmeyi planlamadığımızdan, o kısmı kullanmayacağız.Kokoreçimiz hazır! İstersek ekmek arasına, istersek yanı-na bir pilavla… Canımız nasıl isterse, afiyet olsun.

VEGAN KOKOREÇ

esnafıyla, çalışanlarıyla bugünlerde karşılıklı hâl hatır sormadan alışverişi sonlandırmamanın, yoldaşlık kurabil-menin güzelliği yeşertiveriyor içimde bir yerlerde umudu. Bugünler geçecek, bugünlerden sonra akıl ve beden sağlı-ğını -mümkün olduğunca- koruyup hayatta kalabilenler için hiçbir şey artık eskisi gibi olmayacak muhtemelen. En azından bir süre mesafeleri koruyacağız gibi.

Kimimiz bugünlerde kişisel gelişiyoruz, kimimiz sadece duvarları izliyoruz. Ben hala zorunlu da olsa sevdiğim ve bana iyi gelen işi yapıyorum, yemek yapıyorum. Sizlere de evde bolca vaktimizin olduğu şu günlerde, yemek yap-

maktan keyif almayanların bile kolayca hazırlayabileceği, malzemelerin hepsinin hemen hemen en yakın marketten temin edilebileceği bütçelerimizi de çok zorlamayacak sağlıklı ve besleyici birkaç yemek tarifinden söz edeceğim bu yazımda. Yine de yemek yapmak istemezseniz, evde olsanız bile vakit ayıramazsanız bir not: Benim gibi bir-çok aşçı, kafe-bar çalışanı yaşamlarını sürdürebilmek için evlerinden paket servise devam ediyorlar. Kendi çevreniz-de bu işi yapan kişileri araştırıp, dayanışabilirsiniz.

Şimdiden afiyetler diliyorum ve başlıyorum!

Page 8: Karantina Iilave edelim. • Biberlerin dirilikleri hafiften gitmeye başladığında, mantarımızı da tuz ve pul biberle birlikte tavaya ilave edelim. • Kabuklarını soyup küçük

kaosGL 7

SEBZE ÇORBASI

İlaç niyetine bir çorba yapacağız şim-di. Lezzetli mi lezzetli, rengiyle dahi içinizi ısıtacak, bol vitamin deposu. Kerevizle arası iyi olmayanlarınız varsa şayet bu halini denemelerini özellikle tavsiye ediyorum ve hemen tarifime geçiyorum.

Şifa olsun!

MALZEMELER

• 1 adet orta boy soğan

• 2-3 adet kapya,

• 2-3 adet yeşil biber

• 2 adet havuç

• 1 küçük boy kereviz

• 2-3 diş sarımsak

• Yarım limon

• Yarım su bardağı tel şehriye

• 1-2 dal taze kekik (tercihe bağlı)

• Bir iki parça kereviz yaprağı

• Yarım demete yakın dereotu

• Yarım çay kaşığı toz zencefil

• Karabiber, tuz, pulbiber

• 2 yemek kaşığı yağ

• 5-6 bardak su

TARİF

• Tüm malzemelerimizi küçük küpler halinde doğrayalım.

• Tencerede yağı iyice kızdırdıktan sonra soğanı pembeleşinceye ka-dar kavuralım, ardından sırasıyla havuç- kereviz ve biberleri, birkaç dakika arayla tencereye alıp hep birlikte kavuralım.

• Hepsi birlikte kavrulduktan son-ra, sarımsağımızı varsa taze ke-kiğimizi ve diğer baharatlarımızı ekleyelim.

• Kaynamış suyumuzu tencereye alalım, içine limon dilimleri ilave

edelim.

• Sebzelerin yumuşamasına yakın, tel şehriyemizi ekleyelim. Arada karışıtıp kontrol edelim, şehriye-lerimiz de piştikten sonra çorba-mız yemeğe hazır.

Makarna stokumuz tam, vaktimiz de bol. Biliyoruz, sal-çalısının yeri başkadır ama her koşulda soframızda yeri olan şu velinimeti biraz daha lezzetli, besleyici hale getir-meyelim mi? Yapması da yemesi de hatta yerken üzerine bir iki çift laf etmesi de çok keyifli bir makarna tarifinden söz edeceğim; Pasta Alla Norma.

Has Sicilyalı. Telaffuzu pek havalı ismini Sicilya’nın büyük şehirlerinden biri olan Katanyalı ünlü besteci Bellini’nin operası olan Norma’dan aldığı söyleniyor. Bu bilgiyi aklı-mızda tutalım, sosyal mesafeyi korumak zorunda kalmadı-ğımız günler geldiğinde lazım olur, benden demesi.

MALZEMELER

• 1 paket makarna ( 1.tercihimiz Penne, 2.’si spagetti)

• 3- 4 adet domates

• Patlıcan

• 2-3 diş sarımsak

• Birkaç yaprak taze fesleğen

• Lor peyniri (Tarifin orjinalinde Ricotta kullanılıyor, onu bulmamız zor fakat her ne kadar bir tık daha yo-ğun olsa da kıvam olarak Lor peynirine çok benzer.)

• Zeytinyağı ve tuz

PASTA ALLA NORMA

Page 9: Karantina Iilave edelim. • Biberlerin dirilikleri hafiften gitmeye başladığında, mantarımızı da tuz ve pul biberle birlikte tavaya ilave edelim. • Kabuklarını soyup küçük

kaosGL8

Lübnan çıkışlı, Ortadoğu mutfağında sıkça rastlanılan, adı Arapça’da ‘süslemek, soslamak’

anlamına gelen Tabule tarifini vereceğim şimdi de. Or-jinalı ince bulgurla yapılan, ceviz ve nar eklenmeyen, bildiğimiz kısırı andıran ama kısıra kıyasla bulgurun daha geri planda, yeşilliğinin ise bolca olduğu bir salata Tabu-le. Sağlıklı beslenmeye ihtiyacımız olduğu kadar biraz da kilo almaya meyilli olduğumuz şu günlerde, yenildiğinde ağızda taze bi’ tat bırakan, hafif ama bir o kadar da tok tutan bir alternatif... Üstelik bir öğünü tek başına kurta-rır, yanına da pek bir şey aratmaz türden, doyurucu, tam bir vitamin deposu. Ben hem biraz daha hafif olması açı-sından hem de kendisiyle tanışıklığımın yeni yeni olması-nın heyecanından, bulgur yerine Kinoa kullandım.

Bu tarifte kullanılan yeşilliklere ekleme çıkarma yapmak, Tabuleyi damak zevkinize hitap eden malzemelerle çeşit-lendirmek de mümkün.

MALZEMELER

• 1 su bardağı beyaz kinoa• 2 su bardağı sıcak su,

• 1 demet maydonoz,

• 1 demet taze nane,

• 5-6 sap yeşil soğan

• 1 demet dere otu,

• 1 adet orta boy nar,

• Bir çay bardağı az dövülmüş ceviz içi

• 3-4 cherry domates

• Zeytinyağı, tuz, nar ekşisi, limon

TARİF

• Bir tencerede suyumuzu kaynatalım, kaynayan suya kinoamızı katalım ve bi 15 dk kadar haşlanmasını bekleyelim.

• Haşlanan kinoamızı ocaktan aldıktan sonra soğumaya bırakalım ve yapışmasını önlemek için arada bir na-zikçe karıştıralım.

• Tüm yeşilliklerimizi ince ince kıyalım, domateslerimi-zi ikiye bölelim, narımızı ayıklayalım.

• Az dövülmüş cevizimizle birlikte tüm malzemelerimi-zi soğumuş olan kinoamızın üzerine ilave edip, en son zeytinyağı nar ekşisi ve limonla güzelce harmanlaya-lım.

Tabulemiz hazır, hepimize şifa olsun!

KİNOALI TABBOULEH/TABULE

TARİF

• Öncelikle patlıcanları halka halka doğrayıp -müm-künse 1 saat kadar- tuzda bekletelim.

• Domateslerin kabuklarını soyalım, varsa blender yardımıyla püre haline getirelim, yoksa da rende kul-lanabilir.

• Evdeki en geniş tavada kızmış olan zeytinyağına sıra-sıyla ezdiğimiz sarımsakları, püre haline getirdiğimiz domatesi ve fesleğen yapraklarını ekleyelim; 15- 20 dakika kısık ateşte pişirmeye bırakalım.

• Halka halka kestiğimiz patlıcanları, ayrı bir tavada kı-zartalım ve fazla yağından kurtulmak için kağıt havlu serdiğimiz kabımızda biraz bekletelim ve sonrasında pişmekte olan domates sosumuzun üzerine ekleyelim, bu şekilde birkaç dakika birlikte pişmeye bırakalım.

• Sonra haşlayıp süzdüğümüz makarnamızı, ardından peynirimizi ekleyip karıştıralım.

Makarnamız hazır, belki bir iki fesleğen yaprağıyla süsle-yip, yanına da bir kadeh beyaz ya da rose şarabımızı alıp kendimize bir güzellik yapabiliriz, afiyetler! :)

Page 10: Karantina Iilave edelim. • Biberlerin dirilikleri hafiften gitmeye başladığında, mantarımızı da tuz ve pul biberle birlikte tavaya ilave edelim. • Kabuklarını soyup küçük

kaosGL 9

Mutfak dolabımızın bir köşesinde unuttuğumuz unu, buzdolabımızın kapağında öylece bekleyen vişne reçelini yerlerinden bi’ alalım. Açık konuşmak gerekirse, unlular ve şekerlilerle pek haşır neşir değilim fakat çayın kahvenin dibine vurdu-ğumuz şu malum günlerde, arada bir de olsa yanına tatlı bir eşlikçi herkese iyi gelir diye düşündüm. Bana epey iyi geldi diyebilirim en azından!

Malzemelerin hemen hemen hepsi-nin evlerimizde bulunduğu, yapımı çok pratik, lezzetli mi lezzetli bir browni yapacağız bu tarifte. Vişne aroması katıp katmamak tamamen kendi zevkimize kalmış fakat ben kakaolu tüm tatlılara vişne, portakal gibi meyvelerin o ekşi tadını çok ya-kıştırıyorum, dengeleyici buluyorum. Hemen tarife geçelim.

MALZEMELER

• 3 Bardağı un

• 1 su bardağı şeker (reçel hiç kul-lanmayacaksanız, ölçü 1,5 su bar-dağı olsun)

• 1 paket vanilya

• 5 yemek kaşığı kakao

• 2 çay kaşığı karbonat

• Çay kaşığının ucuyla tuz

• 1 su bardağı vişne reçeli

• 2 su bardağı su

• 2 yemek kaşığı elma sirkesi

• Yarım su bardağı sıvıyağ

TARİF

• Öncelikle fırını 180 dereceye ge-tirip, ısıtalım.

• Un, vanilya, karbonat, kakao ve tuzumuzu; yani şeker hariç tüm kuru malzemelerimizi bir kaba alıp güzelce karıştıralım.

• Ayrı bir kaba, şekerimizi ve iki su bardağı suyu ekleyelim şekerimiz iyice eriyene kadar karıştıralım.

• Şekerin çözüldüğüne emin ol-duktan sonra bu sıvı karışımımıza kullanacağımız reçelin yarısını yani yarım su bardağı kadarını, suyumuzu sirkemizi ve yağımızı ekleyip karıştıralım. Bu sefer de tüm sıvı malzemeleri kendi ara-sında karıştırmış olacağız.

• Daha sonra kenarda bekleyen

kuru karışıma bu sıvı karışımı-mızı ilave edip, varsa blender yoksa da bir çırpıcı tel yardımıyla güzelce birbirine karışmasını sağ-layalım.

• Pişirmekte kullanacağımız ka-lıbımızın veyahut tepsimizin tabanını, kekimizin yapışmasını önlemek adına yağlayalım ve hafif un serpelim.

• Kekimiz pişirme kabına/tepsiye alınıp fırına gitmeye hazır.

• Mini not: Ortalama 40 dakikada pişmiş olacak, ilk 30 dakika me-rak edip fırının kapağını açıp dur-muyoruz. Sonrasında bi kürdan yardımıyla içi pişmiş mi pişmemiş mi arada bir kontrol edebiliriz.

• Kekimiz pişti. Geriye elimizde tek malzeme kaldı. Yarım bardak vişne reçeli... Reçelimizin üzerini suyla tamamlayıp vişneli su elde edene kadar karıştıralım. Fırın-dan aldığımız keki soğumasını beklemeden bu su yardımıyla her yerine eşit gelecek şekilde ıslatalım. Burada hazır vişne suyu kullanmayı da tercih edebilirsiniz. Afiyet şeker olsun!

VİŞNE SOSLU VEGAN BROWNİ

Page 11: Karantina Iilave edelim. • Biberlerin dirilikleri hafiften gitmeye başladığında, mantarımızı da tuz ve pul biberle birlikte tavaya ilave edelim. • Kabuklarını soyup küçük

kaosGL10

İlişkilerini yıllar boyu sürdüren çiftlerin sırrını me-rak etmiş miydiniz? Eastsiders bunun için size bir kılavuz olabilir. 2012 yılında YouTube’da yayım-lanmaya başladıktan sonra pek çok platforma uğ-rayarak son olarak Netflix’e geçen dizinin yapımcı-lığını, senaristliğini ve yönetmenliğini üstlenen Kit Williamson, dizide aynı zamanda Cal karakterini canlandırıyor. Los Angeles’ın Silver Lake bölge-sinde yaşayan Thom ve Cal dört yıldır birlikteler ve bir kedileri var. Cal’in deyişiyle bu kedi, gey literatüründe evlilik demek. Yaklaşık bir sene önce beraber eve çıkan ikilinin ilişkisi, Thom’un Cal’i “aldatmasıyla” farklı bir yöne evriliyor; ikilinin kendilerini, ilişkilerini, hayatlarını, geleceklerini sorgulayarak yaptıkları inişli çıkışlı bir yolculuğa tanık oluyoruz.

İlişki çöküyor mu?

Birinci sezonu izlemeye başladığımızda çok tatlı bir hikâye bizi karşılıyor. Bölümlerin 10–15 dakika uzunluğunda olması ilginç bir izleme deneyimi

yaşatıyor. Müzikler güzel, her bölümün başında o günün tarihini görüyoruz.

Cal her şeyi çok düşünüyor ve bu da onu yoruyor. Thom ise daha rahat biri ve daha çok duygularıyla hareket ediyor. Aldatma olayından sonra Cal’in ahlaki değerlerinde değişimler başlıyor. Önceden normalde yapmasının uygun olmadığını düşündü-ğü şeyleri yapmaya başlıyor ve ardından kendini sorguluyor, Thom’a karşı kızgın ama ilişkilerinin bitmesini de istemiyor. Cal tüm ilklerini Thom’la yaşamış ve onun gibi birini bir daha bulamayaca-ğını düşünüyor, hayatı boyunca yalnız kalmaktan korkuyor.

Değişim

İkinci sezonda Thom ve Cal’in giyim tarzlarının, saç kesimlerinin değiştiğini görüyoruz. Değişim-lerini kıyasladığımızda Cal’in çok daha büyük bir değişim yaşadığını söylemek mümkün, hayatla-rında yaşadıkları değişiklikten sonra yeni bir sayfa açıp fiziksel anlamda yeniliğe gitmeleri doğal du-

İlişkiler Üstüne Bir Dizi: Eastsiders

Erdem Çeliker

Page 12: Karantina Iilave edelim. • Biberlerin dirilikleri hafiften gitmeye başladığında, mantarımızı da tuz ve pul biberle birlikte tavaya ilave edelim. • Kabuklarını soyup küçük

kaosGL 11

ruyor. Dizi, birinci sezonda olduğu gibi sakinliğini sürdürüyor. Gereksiz drama olmaması izleyicinin yorulmadan izlemesini sağlıyor. İkinci sezonda karakterlerin olur olmaz yerde karşılaşmaları ya da şehirde hiç insan kalmamış gibi tesadüfen aynı çevreden insanların ilişki yaşaması ise senaryodaki gerçekçiliği biraz öldürüyor.

Thom ve Cal ilişkilerini sürdürmenin yollarını aramaya başlıyor. Tek eşliliği sorguladıkları bu dönemde yeni şeyler deniyorlar ve birbirlerini kıskanmadan ilişkilerini sürdürmeyi öğreniyorlar. Kıskançlığı ortadan kaldırmak ikisi için de büyük bir değişim oluyor ve bir yandan daha fazla yakın-laşmalarını sağlıyor.

Sezonun ortasında bölüm başlarındaki tarih verme geleneğini kestiklerini görüyoruz. Her bölümün başında tarih vermeleri dizideki hoş detaylardan biriydi. Bölüm süreleri de yaklaşık yarım saate çıktı, dizi bu açıdan orijinalliğini biraz kaybetti. Dizide zaten genel olarak yer verilmesinin dışında ikinci sezonun bir bölümünde özel olarak cinsel yolla bulaşan hastalıkları işlediler ve bu konularda yeterince bilgi sahibi olmayan insanların bilinçlen-mesi açısından güzel olmuş olabilir.

Dizide yan karakterler de hikâyede güçlü bir şe-kilde yer alıyor. Drag queen bir karakterin bazı sahnelerde toplum tarafından dışlanışını seyredi-yoruz. Üstelik bu dışlanma sadece heteroseksüeller tarafından değil, kendini LGBTİ+ tanımlayan kimseler tarafından da yapılabiliyor. Bu durum, LGBTİ+’ların toplum tarafından kabul beklerken kendilerinin de zaman zaman cinsiyet kimliği, ifa-desi ve/veya yönelimler üstünden ayrımcılık yaptı-ğını bizlere gösteriyor.

Yolculuk

Üçüncü sezonun ilk bölümünde Cal ve Thom’un olduğu bir sahne göremiyoruz ve Douglas ile Quincy’nin hikayesine odaklanıyoruz. Cal ve Thom’un hikayesi bitti mi diye korku içinde bek-lerken bir sonraki bölümde rahatlıyoruz. Sonradan anlıyoruz ki bu sezon hemen her bölümde farklı bir çiftin hikayesi bizlerle paylaşılıyor. Thom ve Cal’in New York’tan Los Angeles’a dönerken yine yeterince düşünmeden hareket ettikleri için baş-larının belaya girdiğini görüyoruz. Olanlar için yine birbirlerini suçluyorlar, kavga ediyorlar ama sonunda bu yaşadıkları onları birbirlerine daha çok bağlıyor.

Birleşme

Dördüncü sezonda önceki sezonlara göre yapımda bir kalite artışı görüyoruz. İlk sezondaki depresif hava yerini daha pozitif, daha aydınlık sahnelere bırakıyor. Yan karakterler daha da güçleniyor ve bazı karakterlerin bizi şaşırtacak özelliklerini keş-fediyoruz. Cinsel yönelimlerin bir kalıba sokulup sokulmaması konusunu bir miktar sorguladığımız bu sezonda biseksüelliğe karşı toplumda oluşmuş bazı olumsuz düşünceleri işliyorlar. İlişkilerinde partnerlerinin biseksüel olmasından rahatsızlık duyan heteroseksüel kişilerin tutumlarını izliyoruz.

İnsanları olduğu gibi kabul etmek, üzerinde sıkça durulan konulardan biri. Quincy ve Douglas’ın ilişkisinde Quincy, annesinin muhafazakâr oldu-ğunu ve bir drag queen olan Douglas’ı bu şekilde kabul etmeyeceğini söyleyerek onu değiştirmeye çalışıyor fakat Quincy bu çabalarını sürdürürken işler sandığı gibi ilerlemiyor ve fikirleri değişiyor.

Son söz niyetine

Yaşanan onca şey, bu inişli çıkışlı yıllarca süren ilişki Cal ve Tom’a pek çok şey öğretti. Thom’un Cal’i aldatmasından sonra işlerin düzelip buraya kadar geleceğini tahmin etmiyorlardı büyük ihti-malle. Eğer o kötü günler yaşanmasaydı birbirle-rini bu kadar iyi tanıyabilecekler miydi acaba? Bir şeyler öğrenen sadece Thom ve Cal değildi. Onla-rın hikayesi etrafında şekillenen olaylar dizisinde her karakter iyi ve kötü bir şeyler yaşadı, kendini keşfetti ve keşfetmeye devam edecek. Ta ki hayat durana kadar…

Page 13: Karantina Iilave edelim. • Biberlerin dirilikleri hafiften gitmeye başladığında, mantarımızı da tuz ve pul biberle birlikte tavaya ilave edelim. • Kabuklarını soyup küçük

kaosGL12

Kütüphanemde GezinirkenUmut Güven

Genelde tüm kitaplarım aynı tarzdadır. Çok nadiren öykü kitaplarını elime alırım mesela. Onlar da ya hediye gelmiştir ya da hayatımın farklılık aradığım bir dönemin-de hayatıma dahil olmuştur.

Her ne kadar yoğun bir gündelik yaşantım olsa da, o yoğunluğu mümkün olan en sakin haliyle deneyimle-meyi tercih ediyorum. Kitaplarım da genelde o günlük pratiğin parçası olduğundan sakin, olaysız, heyecansız anlatılara dayanır. Çok hareketli kitaplardan uzak du-ruşum bundandır belki, yükselişler ve düşüşler, aşklar, acılar, kayıplar, kazançlar boldur. Bense bir aynanın kar-şısında saatlerce kendini izleyip, nasıl bir duygu durumu olduğunu serbest bir akışta anlatan kitabı okumayı tercih

ederim. Sanki bu kitapların öngörülemez hüzünler veya heyecanlar yaşatma ihtimali daha azdır. Kısaca kitapları okurken sorgulamayı, düşünmeyi ve belki öğrenmeyi seviyorum fakat duygulardan duygulara raks etmekten hoşlanmıyorum. Yine de bazı kitaplar iyi ki bu önyargılı ve sıkıcı zevkime rağmen kütüphaneme dahil olmuş da beni duygulardan duygulara sürüklemiş.

Yaşadığımız karantina süreci kütüphanemi inceleme fırsatı verdi bana. Bazı kitapları elime alınca güzel duygular hissetmek, hayatıma gerçekten temas ettiklerini fark etmemi sağladı. Belki herkese hitap etmese de evde kendimizle kaldığımız şu günler için kitaplarımdan bir-kaçını sizlerle paylaşmak istedim.

Kadınlar, Rüyalar, Ejderhalar

Ursula K. Le Guin imzalı kitap, yazarın en az diğer kitapları kadar güzel. Fantastik/felsefi yazınla karşımıza çıkan Ursula’nın bu kitabında kendisinin çeşitli konular-da kaleme aldığı makalelerin bir derlemesi var. Fantastik edebiyata dair kuramsal görüşler, kadınlar ve daha fazlası sohbet edercesine işleniyor. Kitap okurken kolay sıkılanlar için, kitabın çok da uzun olmayan ve farklı temalarda makalelerden bir araya gelmesi avantaj olabilir. Kadınlar, Rüyalar ve Ejderhalar’da diğer kitapların-dan farklı olarak, çoğu kişinin kurgu kitaplarıyla tanıdığı Ursula’nın düşüncelerine doğrudan temas edebiliyoruz.

Yıllar sonra düşününce, kitabın içinden en çok aklımda kalan kısım “Çuval Kuramı ve Kurgu” olmuş nedense. Beş sayfalık bu bölüm, bilinen ilk kültürel gerecin mede-niyetin sembolü olarak gösterilen bıçaklar, silahlar, oklar değil toplayıcılık için bir çuval olduğu üstünden ilerliyor. Elisabeth Fisher’ın Çuval Kuramı üstünden kur-gularla ilerliyor Ursula. Büyük, uzun, sert gereçlerin şiddetli başarı öykülerindense; koruyan, muhafaza eden ve hayatta tutan çuval üstüne anlatılara dair düşüncelerin içinde kayboluyoruz.

Page 14: Karantina Iilave edelim. • Biberlerin dirilikleri hafiften gitmeye başladığında, mantarımızı da tuz ve pul biberle birlikte tavaya ilave edelim. • Kabuklarını soyup küçük

kaosGL 13

Huzursuzluğun Kitabı

Bu kısmı yazmak benim için çok zor, büyük bir keyifle 670 sayfalık bu kitabın her bir köşesinden alıntılar yapabilir ve üstüne uzun uzun tartışabilirim. Fernando Pessoa imzalı Huzursuzluğun Kitabı kendi kimliğime, insanlarla ilişkilerime dair sorgulamalarımın olduğu ve tüm bunların da etkisiyle yaşadığım varoluş sancılarıy-la boğuştuğum dönemlerde hayatıma dahil oldu.

O dönem içinde bulunduğum kimlik bunalımları, beni Jean-Paul Sartre ile tanış-tırmıştı. Jean Paul Sartre’a ait Bulantı kitabının kapağı sayesinde, tüm ideal beden algılarını ve tabuları yıkarak dönemine meydan okuyan ressam Egon Schiele ile tanıştım. Bu isimleri inceledikçe, araştırdıkça yaşadığım “inanılmaz yalnızlığın” sancıları hafifledi. Ardından bu isimler benim yolumu Fernando Pessoa ile kesiştir-di. Arzu, aşk, yalnızlık, varoluş, çirkinlik, kendi içinde kendine ötekileşmen ve tüm bu mücadele alanlarına bakış açım bu isimler etrafında şekillendi.

“İstemeden varım ve istemeden öleceğim. Olduğum şeyle olmadığım şey arasında, hayal ettiğim şeyle hayatın beni yaptığı şey arasında bir boşluğum.”

Hayatımın o döneminde, yukarda paylaştığım cümleleri okuduğum anı hatırlıyorum. İfade edemediğim ve tanımlayamadığım duygularımın başkası tarafından bilmediğim bir zamanda bir yerlerde tam da hissettiğim şekliyle ifade edildiğine tanıklık ediyordum. Ardı ardına birçok soruyla karşılaşıyorum kitapta, “Hissetmek ne renktir acaba?”, “Benliğinin kendisi için ne olduğunu kim biliyor?”, “Kimin izleyicisiyim ben böyle? Kaç kişiyim? Ben kimdir? Kendimle ben arasındaki bu mesafe nedir?”. Tüm bunların ardından yazar, bizi asıl yoran şey sevilmeyi düşünmektir, o kadar yoruluruz ki telaşa düşeriz bu hayatta diyerek devam ediyor; anlaşılmayı reddediyor, aşkı kendine ihanet biliyor.

Portekizli yazar Pessoa, şiirleriyle tanınırlık kazansa da ben onu yarattığı karakterler üstünden, görece “hüzünlü” ama aslında farkındalık dolu yaşam kesitleriyle bildim. Bu eserle ne zaman baş başa kalsam, bana yeni anlatacakları vardır. Mutluluğumda, ergenliğimde, mutsuzluğumda veya içinde bulunduğum anda; hepsine dair olan bu kitap bence za-mansız işlerden.

Çirkinliğin Kültürel Tarihi

Gretchen E. Henderson imzalı Çirkinliği Kültürel Tarihi, Frank Zappa’dan bir alıntı ile bizleri selamlıyor.“Bedeninin en çirkin yeri / Neresi?Bedeninin en çirkin yeri / Neresi?Kimileri burnun diyor / Kimileri ayaklarınOysa bence en çirkini zihnin…”

Bu kitapla tanışmam yine oldukça kişisel bir arka plana sahip. Kullandığımız sosyal medyalara, paylaşılan ‘ideal’ ilişkilere, partner bulma uygulamalarındaki ‘en mükemmel’ arayışlara ve sosyal ortamlardaki gerçek mi şaka mı ayrımını ba-şaramadığım madiliklere… Dört yandan maruz bırakıldığım uyaranların, kendi bedenime, ruhuma ve kişiliğime dönük birçok etkisi olmuş ben fark etmeden. Fe-minen veya maskülen atanan ifadelerimden kassız bedenime, çenemin, omzumun nasıl olduğundan ‘a’ harfini telaffuz etme biçimimin imajıma olan yansımalarına kadar bir yığın şeyi hiç de bilinçli olmadan düşünürken buldum kendimi.

Çirkinliğin Kültürel Tarihi, bu dönemde kendimi iyi hissettiren ve beni yeni bilgilerle besleyen kitaplardan olmuştu. Kitap çirkinlik kavramını sosyal, politik, sanatsal ve ekonomik yönleriyle ele alırken; sanatın, aşkın, sistemin merke-zinde vuku bulan “güzelliklerin” irdelenmesiyle bizler için düşünme fırsatı yaratıyor. Görsellerle, onlarca hatta belki yüzlerce yazar, düşünürün alıntılarıyla ve tarihin içinden çok çeşitli örneklerle güzel bir giriş kitabı bence. Giriş kitabı diyorum çünkü, içinde geçen o kadar çok isim, olay ve kaynak var ki, eğer izin verirseniz bu kitap birçok yeni dünya-nın kapısını sizler için aralayabilir.

Page 15: Karantina Iilave edelim. • Biberlerin dirilikleri hafiften gitmeye başladığında, mantarımızı da tuz ve pul biberle birlikte tavaya ilave edelim. • Kabuklarını soyup küçük

kaosGL14

Selam Kardelen! Biraz seni tanımak güzel olur.

Selam! 25 yaşındayım ve ben de hala kendimi tanı-maya çalışıyorum. Aslında hayatımı reklam yazar-lığı yaparak sürdürüyorum, çoğu kişi tarafından bu yönümle biliniyorum. Bilinmeyen tarafta ise resim yapıyorum. Bunlardan bazıları dijital, bazıları ise akrilik oluyor. Bilinmeyen olmasının sebebi içe

dönük bir insan olmamdan ve işlerimi “yeterince iyi” görmememden geliyor sanırım.

İçimden hala atamadığım “her şey mükemmel olmalı.” düşüncesi var ve yaptığım işlerin yeterince mükemmel olmadığı hissi ile mücadele veriyorum. Ben sadece kendimi ifade etmek isterken, bir yan-dan “en iyisini yapmalısın, harika olmalı…” diye

Kardelen’e Dair: Canavarlarla Yaşamak

Röportaj: Umut Güven

Bir süredir sosyal medya hesaplarımda denk geldikçe mutlu olduğum paylaşımlarından biliyorum Kardelen’i. Tesadüfen yollarımızın kesişmesinin ardından

kendisini tanıma ve sanatla olan yolculuğuna tanıklık etme fırsatı buldum. Belki de bir çoğumuzun zaman zaman hissettiği ve mücadeleler verdiği duyguları, Kardelen

renklerle ve hayal dünyasıyla ifade ediyor.

Evlerimizde kaldığımız günlerde, Kardelen Fulya Okumuş’un dünyasını sizlerle paylaşmak için kendisiyle uzun ve güzel bir “online çay saati” buluşması yaptık. Çok keyif aldığım ve duygudaşlık yakaladığım bu sohbeti okurken umuyorum ki sizler de

güzel vakit geçirirsiniz.

Page 16: Karantina Iilave edelim. • Biberlerin dirilikleri hafiften gitmeye başladığında, mantarımızı da tuz ve pul biberle birlikte tavaya ilave edelim. • Kabuklarını soyup küçük

kaosGL 15

kendimi baltalıyorum. Bu yüzden sanatımı paylaş-mak konusunda geri çekilen bir mizacım var.

Çocukluktan beri böyleydi aslında. Hayatta her za-man bir şeylerin en iyisini yapması gereken çocuk olarak büyütüldüm. Her zaman her şeyin en iyisini yapmam gerekiyordu ve bu benden bekleniyordu. Okuldaki sınavda ikinci olduğum zaman evde ne-den birinci olmadığımın fırtınası kopabiliyordu. Şu an öyle olmaması gerektiğinin farkında olsam da bunu o kadar çok içselleştirmişim ki…

Resim yapmayı her zaman çok seviyordum ama bu ilkokul ve lise dönemlerinde yeterince iyi resim yapamadığımın söylenmesi ile bir şekilde bastırılan bir yanım oldu. Üniversitedeyken anneme resim yaptığımı söylediğimde “Sen resim yapabiliyor musun ki?” gibi cümleler duymak beni geriye iten şeylerdi.

“Yaptığım işlerle kendime dönüp baktıkça, kendimle kurduğum ilişki değişti. İşlerimin hepsi benim kendi

zaferim.”

Sanatla yolun nasıl kesişti?

2012 yılında, başıma hoş olmayan olaylar geldi ve o dönemden sonra aldığım sanat derslerinin beni iyi hissettirmesi ile başladım bu yolculuğa. O dersi veren hocamla sohbet ettikçe biraz daha üretmeye yöneldim.

O dönemler ben sadece kendimi çiziyordum, bu benim kendimle yüzleşip kendimi kabullenme sürecim oldu. Kendimle barıştıkça, daha derinlerde başka problemler olduğunu fark ettikçe resmim de soyutlaşmaya başladı. Bugün, hala benim günlü-ğüm gibidir çizimlerim.

Ürettiklerine dönüp baktığında kendini güçlendiren işler gördüğünü söyleyebilir miyiz?

O zamanlar öyle hissetmiyordum fakat şu anda gözümde daha değerliler. Onlara baktığım zaman, sorunlarımı zamanla nasıl hallettiğimi somut ola-rak görebiliyorum. Kendime “Ben tüm bunların üstesinden geldim!” diyebiliyorum. Bedenimi kabul etmeye çalıştığım zamanlar yaptığım işler gibi… Bedenimi gerçekten olduğu gibi orada res-metmiş olabilmem bana kendimi güçlü hissettiri-yor. Çünkü o zaman buna cesaret edebilmişim.

Kendini güvende hissettiğin bir alan inşa etmek gerekiyor ve sanırım bunu bir şekilde başardım. Kendime olan bakışım değişti. Her şeyden önce yaptığım işlere dönüp baktıkça, kendimle kur-duğum ilişki değişti. O işlerin hepsi benim kendi zaferim aslında.

“Yaptığım işlerle, beni düşüren duygularımı daha sonra kendimle gurur

duyabilmek için biriktiriyorum.”

Bildiğim kadarıyla şu an bir resim serisi üstüne çalışıyorsun, serinin ismi “eksik”. Eksik kelimesi senin için ne ifade ediyor?

Aslında benim bir bütünlüğüm var ve bütünlü-ğümde bir eksiklik olmadığını biliyorum. Dışarı-

Page 17: Karantina Iilave edelim. • Biberlerin dirilikleri hafiften gitmeye başladığında, mantarımızı da tuz ve pul biberle birlikte tavaya ilave edelim. • Kabuklarını soyup küçük

kaosGL16

dan gelen “yeterli olmadığıma” dair uyaranlar var. Ben bunları ne kadar reddetsem de bir eksiklik hissi uyandırmasını engelleyemiyorum. Benim de amacım, eksik hissettiğim halde aslında eksik olmadığımı kendime kanıtlamak üzere bir adım atmak.

Aslında her şey yine 2012 yılına çıkıyor. O zaman-dan bu yana majör depresyon tedavisi görüyorum. Bunun geçecek ve bir daha gelmeyecek bir şey değil, birlikte yaşamaya alışmam gereken bir şey olduğunu fark etmem zaman aldı. Bu yüzden yap-tığım işlerle, beni düşüren duygularımı daha sonra kendimle gurur duyabilmek için biriktiriyorum. Böylece biraz daha hislerime yönelik işler çıkıyor. Ne olursa olsun ve ne kadar farkında olursam ola-yım, her zaman eksik hissettiğim bir yanım var ve bu hissim tüm işlerime yansıyor.

Sosyal medyadaki ismin Canavarlarla Yaşıyorum (I’m living with monsters). İşlerinde kentin içindeki canavar imgeleriyle karşılaşıyoruz. Bu canavarlar bize neyi anlatıyor?

O işler dijitalde ürettiğim işler, genelde dijital iş-lerimde de şehrin içindeki canavarları görüyoruz. Canavar, her zaman korkutucu olan ve her an zarar verebilecek hissi uyandıran bir anlama sa-hip. Benim de kendi zihnimde, birlikte yaşamaya

alışmaya çalıştığım canavarlarım var. Bu yüzden onları olabildiğince uysal ve sevimli hale getirmeye çalışıyorum. Günlük hayat akışımda sürekli bu-lunduğum mekanlar ve vakit geçirdiğim yerlerin fotoğraflarını çekip onlar üstünde oynuyorum. Gün içinde beni takip eden o canavarlar, böylece benim gözümde yeni anlamlar kazanıyor. Onlarla yaşamaya devam ediyorum, çünkü yaşamam gere-kiyor.

O canavarları artık o kadar sevimli yansıtabiliyor olmak, 2012’den bu yana kendinle yüzleşerek ürettiğin işlerin bir dönüşümü diyebilir miyiz?

Yaptığım işler daha karanlıktı, daha mutsuzdu. Resimlerim pozitif şeyler içermiyordu. Şu an üret-tiğim işlerse daha aydınlık. İçinde mutsuzluk duy-gusunu hala barındırsa da daha aydınlık ve renkli bir yerden yansıtıyorum. Zamanla birlikte, onlara bakış açım gelişti ve değişti.

“Sanatımı başkalarının onayı için değil, kendimi keşfetmek için yapıyorum.

Hiçbir konuda hiçbir zaman mükemmel olmak zorunda değilim, kimse değil.”

Önceki sergilerine dair konuşabiliriz belki. Bu kadar kişisel olan hikayeleri seyirciyle paylaşmak senin için nasıl bir deneyim?

Boğaziçi Üniversitesi’nde iki sergi oldu. Orası be-nim için güvenli bir alan olduğu için çok problem etmedim. Bir yandan ürettiğim işlerin beden algım ve yaşadığım olaylarla ilgili olmasından kaynaklı bir korkum vardı. Yüzleşmeyi kabul ettiğim şey-leri sesli dile getirmek farklı bir his. Fakat sergiye gelen insanların bir kısmının, işlerin özünü göre-mediğini biliyorum görebilenlerse çok destekleyici davrandığı için güçlendiren bir deneyimdi. Bir diğer işim de Viyana’da sergilendi. Orada fiziksel olarak bulunmadığım için o duygusal etkiyi çok yaşamadım.

Bir yandan sergilenmeden önceki sürece bakacak olursak, bir şeyler ifade etmeyekarar vermek bile bence zor. Kendi içinde sürekli bir çatışma var. Belirli kalıplarla düşüncelerimiz geliştiği için, bir noktada sen ne kadar yaptığın işin doğru ve güzel olduğuna da inansan, o kalıplar seni tedirgin etme-ye devam ediyor.

Page 18: Karantina Iilave edelim. • Biberlerin dirilikleri hafiften gitmeye başladığında, mantarımızı da tuz ve pul biberle birlikte tavaya ilave edelim. • Kabuklarını soyup küçük

kaosGL 17

Başkalarının düşüncelerine dair tutumumu ve “en iyisi olmalı” döngüsünü bir şekilde kırdım. Bu süreçten biraz bahsedebilirim. Örneğin en iyi üni-versiteyi kazanmam gerekiyordu, kazandım. Yük-sek notlarla mezun olmam gerekiyordu, oldum. En iyi yerlerde işe girmem gerekiyordu, başardım. Sonra, “Tamam şimdi ne peki?” sorusuyla karşı karşıya kaldım. Çünkü bunların hiçbiri benim hedefim değildi. Birileri tarafından sunulmuş hedefleri tükettim. Bu tükenme beni tökezletti. Yaptığım şeyler kendim için değildi hiçbir zaman. Sanat ve üretmekse tamamen kendim için yaptı-ğım işler. Başkalarının onayı için değil, kendimi keşfetmek için yapıyorum. Hiçbir konuda hiçbir

zaman mükemmel olmak zorunda değilim, kimse değil.

Bundan sonra nasıl devam etmeyi planlıyorsun?

Önceliğim eksik serisini tamamlamak. Bunlar biraz daha kendimle problemlerimi çözdüğüm alanlar. Bunları çözdüğümde, başka bir şeyle olan yüzleşmem üstünden ilerleyeceğim belki.

Şu an bu söyleşiyi yapmak bile önemli bir adım benim için. Kendimi geri çekmediğim için kendi sırtımı sıvazlayıp, “Aferin Kardelen!” diyorum. Bundan sonrasında da daha çok paylaşmak, dı-şarda bir yerde işlerimi sergileyerek devam etmek istiyorum.

Page 19: Karantina Iilave edelim. • Biberlerin dirilikleri hafiften gitmeye başladığında, mantarımızı da tuz ve pul biberle birlikte tavaya ilave edelim. • Kabuklarını soyup küçük

kaosGL18

90’lar Pop Müziğine Feminist ve Queer Bakış: Yine Yeni Yeniden 90’lar!

Röportaj: Umut Güven

Birçoğumuzun severek dinlediği 90’lar pop müziğine kültürel çalışmalar ve müzik alanından bakarak, “Yine Yeni Yeniden 90’lar” ile bizlerin yaşamlarına temas eden

İlker ve Sezgin ile dolu dolu geçen bir röportaj yaptık. Her bölüm 90’lar pop müziğe dair farklı bir pencereden dinleyiciye seslendikleri podcast yayınlarında “Feminist ve kuir akademisyenler bu döneme baktığında neleri görüyor? Neleri hatırlıyor? Neleri

eleştiriyor?” sorularına tartışma alanı açıyorlar.

İlker Hepkaner, New York Üniversitesi’nde kültürel çalışmalar doktorası yaptıktan sonra orada kalmaya ve dersler vermeye devam ederken; Sezgin İnceel, iki dilli büyüyen çocukların müzik eğitimi üzerine yazdığı doktora tezini tamamladıktan

sonra University of Music and Performing Arts Munich okulundan doktor ünvanını aldı ve şu an Almanya’nın Münih şehrinde hem müzik hem de akademi alanındaki

kariyerini sürdürüyor.

90’lar pop müziğine, unutamadığımız ve unutmak istemediğimiz isimlere, bugüne, yarına ve Yine Yeni Yeniden 90’lara dair ben sordum onlar anlattı; buyurunuz!

Keyifli okumalar.

Page 20: Karantina Iilave edelim. • Biberlerin dirilikleri hafiften gitmeye başladığında, mantarımızı da tuz ve pul biberle birlikte tavaya ilave edelim. • Kabuklarını soyup küçük

kaosGL 19

Yine Yeni Yeniden 90’lar nedir? Yine Yeni Yeniden 90’lar ile olan yolculuğunuz nasıl başladı?

İlker: Her şey bir gün Sezgin’in bana 90’lar Türk pop müziğine dair bir belgesel göndermesiyle baş-ladı. Belgeselin kuru ve sıkıcı kronolojik anlatımı-nın yanı sıra müziğe bakarken sosyal olgulara hiç değinmemesi, bir kültür eleştirmeni olarak benim canımı çok sıktı. Ayrıca belgesele göre kadınlar müzik üretiminin tam merkezinde yer almamış, LGBTİ+’lar da bu sektörde asla var olmamıştı. Sezgin’e ‘bu olmaz böyle’ diye isyan ettim.

Sezgin: Birçok yaşıtımızda olduğu gibi 90’lar pop müziği bizde de çocuksu bir sevinç uyandırıyordu ve bir şeyler hatırladıkça mutlu oluyorduk. Ama ana akımda anlatılan 90’ların bizim neler hissetti-ğimizi tamamen aktaramadığını fark ettiğimizde “o zaman neden kendimiz anlatmıyoruz?” diye düşündük. Podcast formatı İlker’in fikriydi, benim de hemen içime sindi. Kendi aramızda sürekli yap-tığımız sohbetleri başka insanlarla da buluşturmuş olduk.

Yayınlarınızda sizlerin de bahsettiği üzere, eleştirel yaklaşabileceğimiz bir noktadan da olsa o dönemin içinde bulunduğu ‘görece’ çeşitlilik, 80’lerin yarattığı kültürel kısıtlardan biraz uzaklaşma hali ve sanatçıların ifade alanlarının yavaş yavaş artmaya başlamasının etkileri… Neden 90’lar sorusu için birçok şeyi tartışabiliriz belki. Peki sizlerin kendi kişisel tarihinizde 90’lar nasıl bir yere tekabül ediyor ve neden 90’lar?

İlker: Bence 90’lar Türk pop müziğinin serpilip kendini zenginleştirdiği ve yenilediği bir dönem. 12 Eylül askeri darbesinin gölgesinde geçen 1980’lerdeki kültürel sıkışmışlık 90’larda özellik-le şehirli, Beyaz Türk kitle için gevşedi. Medya ekosistemi ve kültür üretiminin şartları değişti ve Türkiye’de pop müzik yapan müzisyenler bir anda şarkılarını büyük kitlelere söyleme fırsatı buldu. Ancak bugün o dönemden bahsedenler konuya nostaljik yaklaşıyor. Oysa müzik belki çeşitlen-di ama Türkiye o sırada politik ve sosyal açıdan berbat bir dönemden geçiyordu. Şimdiki algıyla tarihte olan esas olayların arasındaki bu uçurumu kültürel çalışmalar noktasından daha iyi analiz edebiliriz diye düşünüyorum.

Sezgin: CD’lerin bile olmadığı dönemde, TRT radyosunun başında Türk Sanat Müziği ve Türk

Halk Müziği şarkıları bittikten sonra “hadi şimdi Türkçe Sözlü Hafif Batı Müziği” desin diye merak-la beklediğim, sonra özel televizyon ve radyolarla birlikte o coşkunun bir parçası olduğum, bol bol pop şarkıcısı olma hayalleri kurduğum bir yerlere tekabül ediyor benim için. Çocuk aklımla politika-dan fazla anlamadığım için ve bizim evde bu konu-lar fazla konuşulmadığı için hayatı Hadi Bakalım, Abone ve Şov Yapma gibi şarkıların neşesinde ve sıcaklığında yaşadığım günleri hatırlatıyor. O za-manları bugünden okuduğumda resmin tamamını görmeye çalışmak hem değişik hem keyifli geliyor.

Yayınlarda konuşulacak konuları veya isimleri nasıl belirliyorsunuz? Hazırlık süreciniz nasıl geçiyor ve nelere dikkat ediyorsunuz?

İlker: Daha yayınlara başlamadan oluşturduğu-muz, mutlaka konuşmak istediğimiz konulardan oluşan bir liste vardı, onu önce nasıl anlamlı ve bü-tüncül yayınlara dönüştürebileceğimizi düşündük. Yayınları yaptıkça hem aklımıza gelen konular ço-ğaldı hem de dinleyicilerden harika konu önerileri almaya başladık.

Sezgin: Bölüm fikri oluştuktan sonra, önce ikimiz de alt küme olarak sevdiğimiz konuları seçiyoruz ve bireysel olarak araştırmalarımızı yapıyoruz. Son-ra parçayı birleştirip hikâyeyi ortaya çıkartıyoruz. Genelde aynı konulara farklı yerden baktığımız için de konu paylaşımı gayet kolay oluyor ve birbi-rimizi güzel besliyoruz.

90’lar dönemi pop müziğine baktığımızda bugünden farklı olarak neleri görüyoruz?

Sezgin: Geçen zamanda dünyada pop müziğin tanımı, alınış, üretiliş ve dinleniş biçimi çok değiş-

Page 21: Karantina Iilave edelim. • Biberlerin dirilikleri hafiften gitmeye başladığında, mantarımızı da tuz ve pul biberle birlikte tavaya ilave edelim. • Kabuklarını soyup küçük

kaosGL20

ti. Genel olarak hayatı yaşayışımız da çok değişti. O yüzden kıyaslamalar bazen yanıltıcı olabiliyor. Kabataslak bakarsak 90’larda biraz daha müzikal zenginlik olduğunu görüyorum ben. Daha fazla canlı enstrüman var. Ama dediğim gibi geçen süre-de sadece Türkiye değil, dünya pop müziği de çe-şitli sebeplerden elektronik müziğe daha çok kaydı. Günümüzde ana akımda yer alan birçok pop şarkı-sının melodileri ve düzenlemeleri bana zayıf geliyor. Bu tembellikle mi alakalı yoksa daha çabuk tüke-tilmesi için bilinçli bir tercih mi bilmiyorum. Ana akımın biraz dışında kalan bağımsız ve alternatif müziğin yükselişi ise beni çok mutlu ediyor. Bence bir 20-30 yıl sonra bugünlerin sosyolojisini okuma-ya çalışırken, bu müziklerden çok bahsedeceğiz.

İlker: Bir iki istisna dışında artık albüm fikrinin kalmadığı bir dönemdeyiz. En büyük farklardan birisi o. Müzisyenle dinleyici arasındaki yol kı-saldı ve engeller biraz daha azaldı ancak bu sefer Sezgin’in de söylediği hızlı tüketim nedeniyle müzisyen-dinleyici ilişkisi kısaldı. Müzik dinleme biçimleri, halleri, nedenleri de değişiyor. Ama ben de Sezgin’e ana akım dışındaki bağımsız müzisyen-ler konusunda katılıyorum, harika bir enerjileri ve cesaretleri var.

Yayınlarınızda 90’ların ‘Muğlak Anları’nı inceliyorsunuz. Nedir bu muğlak anlar? Zaten dünden bildiğimiz işlere, bugün queer perspektiften bakınca iyisiyle kötüsüyle 90’larda nasıl işlerle karşılaşıyoruz?

İlker ve Sezgin: 90’ların Muğlak Anları’nı biraz açıklamamızda fayda var. Kuir teorisyen Alexander

Doty’nin açıkladığı, kitle kültüründe oluşan muğ-lak anlar öyle garip, öyle güçlü, öyle akılda kalır anlar ki, genelde esas konuları LGBTQİ+’lar veya onların cinsel yönelimleri ya da toplumsal cinsi-yetleri olmasa da geniş toplumun “normal” kabul ettiği kültürel kod ve kuralları sekteye uğratıyorlar. Bu ezber bozan anlardan Emel Müftüoğlu’nun ‘Korkuyorum’ ve ‘Deli Et Beni’ klipleri, Bende-niz’in ‘Güvendiğim Dağlara Kar Yağdı’ klipleri çok güzel örnekler. Sezon arasında arşivlere girip bakmaya fırsatımız olursa daha fazla örnek bulaca-ğımıza eminim.

90’ların eril ortamında kendi alanlarını açan, toplumun kadın algısına karşı ve rağmen bir duruş sergileyen kadınları konuştuğunuz bir dizi var; “Kötü Kadınlar”. Bugün dönüp baktığınızda hangi isimler zihninizde tezahür ediyor?

İlker: Yayınlarda da belli olmuştur, benim favorim Aysel Gürel. ‘Beni bırakın, beni bırakın, beni bıra-kın bu arşivlerde’ diyerek kendisi hakkında cilt cilt kitap yazmak istiyorum. Aysel Gürel kadınların ve lubunyaların Türkiye’de ve dünyada ataerkil toplu-ma karşı kültür dünyasında verdiği savaşın ve kimi noktalarda kazandığı zaferlerin bir sembolü. Med-yanın kendisine üstten bakan tavrına rağmen yıl-mamış olması hepimize hâlâ verdiği bir ders. Kızı Müjde Ar hayatı hakkında bir senaryo yazıyormuş şimdi, sabırsızlıkla bekliyorum.

Sezgin: Ben hem sanatçılık anlamında hem de medyadan takip edebildiğim kadarıyla özel ha-yatlarında çok yönlü olan ve düzene karşı çıkan kadınları çok severdim. Sanırım asi yanımı iyi bes-liyorlardı bu isimler. Özlem Tekin, Ayça Şen, Aysel Gürel aklıma gelenler.

Feminist ve queer bakış açısıyla üstüne tartışabileceğimiz birçok isimden ve işten bahsettik. Peki o dönemin medyasında bu işler görünür müydü? Medyaya nasıl yansıyordu, nasıl bir temsil vardı?

İlker: Birçok yayında da örneğini verdiğimiz üzere o zamanlara şimdinin gözlüğüyle bakınca ne femi-nizmin ne de kuir yaşam tarzının ve mücadelesinin anlaşılmadığını görüyorsunuz. Kafalar çok karışık. Bu karışıklık nedeniyle medya bazen apaçık kadın ve kuir düşmanlığı yapmış. Bu tip şeyler ana akım-da hâlâ devam ediyor, ama iyi ki artık sosyal medya ve İnternet’teki yayınlar var. Kendi alanlarımızı Sezgin İnceel

Page 22: Karantina Iilave edelim. • Biberlerin dirilikleri hafiften gitmeye başladığında, mantarımızı da tuz ve pul biberle birlikte tavaya ilave edelim. • Kabuklarını soyup küçük

kaosGL 21

belirleyebiliyor, kendi yayınlarımızı yapabiliyoruz. Gerektiğinde ana akım medyaya ayarımızı da ve-riyoruz. Bu noktada 90’lardan öğreneceğimiz çok şey var, bizim podcast’in amacı bugünkü mücade-lemizi de beslemek zaten.

LGBTİ+ mekanlara ve partilere gittiğimde eğer pop müzik çalıyorsa, o listelerde hatırı sayılır ölçüde 90’ların yer aldığına denk geliyorum. Sanki onlarla daha kolay temas kuruyoruz ya da bana öyle geliyor. Bunun sebeplerinden biri, 90’lar sonrası ana akım müziğin muhafazakârlaşma sürecine girmesidir demek yanlış mı olur? Siz nasıl yorumluyorsunuz bu durumu?

Sezgin: Bu çok güzel bir soru, ama cevabını bildiğimden emin değilim. Toplum olarak mu-hafazakarlaşma sürecine girdik, ama büyük res-me baktığımızda müziğin muhafazakarlaştığını düşünmüyorum. Hatta 90’larla kıyaslandığında daha açık, daha cesur ve daha politik çalışmaların yapıldığını da görüyorum. O yüzden bir müzisyen olarak, bunu politik olarak değil, 90’ların sıcak ve zengin tınısına duyulan bir özlem olarak okuyo-rum. Bir de başta söylediğim gibi o şarkılar bende çocuksu bir neşe uyandırıyor ve nedense kendimi güvende hissettiriyor. Dinleyicilerden de hep ben-zer yorumları alıyorum. Sanırım bir çoğumuzda olan his bu.

Önümüzdeki dönem Yine Yeni Yeniden 90’lar yayınlarında bizleri neler bekliyor?

Sezgin: Heyecanla beklediğimiz ve bir an önce yapmak istediğimiz birçok bölüm var. Kötü Kadın-lar gibi çok ilgi gören ve devamını getirmek istedi-ğimiz seriler de var. Bunun dışında bir de bölümün içinde “Geleceğe Dönüş” adında minik bir köşe başlatıyoruz. Hatırlarsınız Robert Zemeckis’in yönetmenliğini yaptığı 80’lerin meşhur filminde karakterler zaman içinde yolculuk yaparlardı. Biz de bölümün içinde zaman makinemize atlayıp 90’lardan 2020’lere ışınlanmak ve bugünkü mü-zikte feminist ve kuir akademisyenler olarak neleri görüyoruz, kulağımıza kimler çarptı, kısa kısa on-ları tanıtmak istiyoruz.

İlker: Bizim uzun bir konu listemiz var ama din-leyicilerimizin konu önerilerine her zaman açığız. Bizi sosyal medyadan, podcast dinlediğiniz plat-formlardan takip etmeyi, bizimle irtibata geçmeyi ve bizi arkadaşlarınıza önermeyi unutmayın.

Son olarak, Kaos GL okuyucuları için paylaşmak istediğiniz, bahsetmediğimiz bir şey var mı?

Sezgin ve İlker: Sezgin, Yaşlanıyoruz’u 2020 Mart’ında yayınladığında hayat daha kendini CO-VID-19 nedeniyle yenilememişti. Şarkılar evde kalabilenler için hayatın koşturmacasından elini ayağını çekince, İlker’in aklına bu şarkının klibi de bu günlerimizi mi yansıtsa diye bir fikir geldi. Dinleyicilerimize kimler Sezgin’in klibinde oyna-mak ister diye sorduk, Bodrum, Roma, Dublin, Münih, Barselona, New York, İstanbul, Lübeck, Seul, Melbourne ve Berlin’den harika videolar geldi. Klip son haline Gözde Demirbilek’in harika kurgusuyla İzmir’de kavuştu. Artık tamamen din-leyicilerimizin, podcast’teki köşemiz gibi, alın bu klibi* ne yaparsanız yapın.

* Yaşlanıyoruz klibine Youtube’da Sezgin İnceel’in kanalından ulaşabilirsiniz.

İlker Hepkaner

Page 23: Karantina Iilave edelim. • Biberlerin dirilikleri hafiften gitmeye başladığında, mantarımızı da tuz ve pul biberle birlikte tavaya ilave edelim. • Kabuklarını soyup küçük

kaosGL22

Sinkafta kalmaktan mutlu musun?

Ay valla ne yalan söyleyeyim normal şartlarda da evde yaşayan, evini çok seven biriyim fakat zorun-luluk olduğunda sıkıcı ve mutsuz olabiliyorum. Sıkmayın lubunkuşlar canınızı, bir lubunyanın güllümü ben inanıyorum ki bütün bunların üste-sinden gelir. Çok mu bunaldınız? Açın bir roman havası. Mesela ben Keşanlı Yaşam’ın parçalarını çok severim.

En çok özlediğin 3 şey?

En özlediğim 3 şey: Gecenin bir vakti şıkır şıkır giyinip partiye gitmek. En olmaz zamanlarda akşamdan biletimi alıp sabah annemi görmeye Mersin’e gitmek. Dışarıda yemek yemek (evde yendiğim yetmiyor-muş gibi, en çok da delikli boncuk yerde kalmaz köftesi yapmayı severim, ansızın gelen misafirler için fevkalade bir yemek. YouTube kanalımızda da izlemişsinizdir zaten.)

Tutar Herkesle Makasa DevamSude Derin – Tanju Tariz

Herkese sirkaftan selamlar, Ben Sude Derin. 21 yaşındayım, Mersin’de doğdum, Ankara’da büyüdüm, Pembe Hayat’ta yetişmekteyim. Bir sabah sevgili Madi Tanju

Tariz’in sirkaftan kısalar söyleşisi yapsak mı teklifi ile uyandım. Gözüm yarı açık kabul buyurdum. Ahah, fena da olmadı! Uzun zamandır geçmemiştim klavye başına. Yazmayı özlemişim ayol. Yaşamaya çalışmak öyle bir telaş ki bazı şeyleri unutturuyor.

Malum gündemimiz belli anacım karantina günleri.

Peki, ben ne yapıyorum bu günlerde Tanju sordu, ben anlattım. Hadi başlayalım.

Page 24: Karantina Iilave edelim. • Biberlerin dirilikleri hafiften gitmeye başladığında, mantarımızı da tuz ve pul biberle birlikte tavaya ilave edelim. • Kabuklarını soyup küçük

kaosGL 23

Sirkafta çalışmak nasıl bir duygu mu?

Valla hayatım güzel, rahat, daha esnek (gülüyo-rum) tek farkı artık gece de gündüz de telefon çal-mıyor. Yani para kazanamıyoruz! E bu durum da ister istemez tadımı kaçırıyor.

Karantina öncesi sirkafta çalışan arkadaşlarından destek aldın mı?

Evet, bacım aradım evde çalışan kızları sordum, “Ay nasıl yapacağız böyle? Ya kocalarımızı bir daha göremezsek?” dedim.

Karantina öncesi hangi fotoğraflarını bizimle paylaşmak istersin?

En müsait fotoğrafım buymuş kız ahaha! Şaka şaka bu fotoğrafları seçiyorum çünkü, bana şuan yaşadığım dışarı çıkma hasretini anımsatıyor fakat bir yerden de beni güçlendiriyor. Daha önce yaşa-dığım her anı değerli kılıyor ve en önemlisi kıymet bildirip özletiyor.

Lubunyanın umut ışığı söner mi? Asla! Bugünlerin geçeceğine dair inancım hala ilk günlerdeki gibi.

Seni herkes beğeniyor, herkes çok seviyor! Özellikle lezbiyenlerin ilgi odağısın. Seni beğenen lezbiyenlere buradan ne söylemek istersin?

Abla valla ne söyleyeyim bilemiyorum, dilim bağ-landı haha! Ne söyleyeceğim hayatım tutar herkesle makasa devam.

İnstagram hesabını izlemek bana keyif veriyor; hem güzelliğin hem yaptığın yemekler hem de huzurun ile… Peki Derin nelere sinirlenir ve gemileri ne zaman yakar?

Uyandıktan sonraki ilk bir saat epey gergin olu-yorum. Uzun bir süredir beraber olduğum hayat arkadaşım bunu çok iyi biliyor. Ayrıca mutfağıma benden habersiz birinin girmesi…Sözümün kesil-mesi ve karşı tarafın bağıra bağıra konuşması…

Enişteleri hiç görmüyoruz neden? Enişteci lubunyalarla dayanışmak istemez misin?

Ah abla herkes sen mi? Ben mi? Ahaha. 

Açmıyor anam kızlar kocalarının yüzünü ya da enişteler tercih etmiyor kameralara çıkmayı. Ne-lerden bahsedebilirim az çok tahmin edebiliyorsun

diye düşünüyorum. Uzun zaman sonra bir şeyler yazıyorum, onu da kursağıma dizmesinler enişte beyler. Kız amaaaaaaaaan Allah’ından bulsun ne dayanışması!

Bir laçoda olmazsa olmaz dediğin 3 şey!

Bir laçoda olmazsa olmaz dediğim 3 şey, hmm…

Bir kere geri zekâlı erkeğe tahammülüm yok (ay aslında hiçbirine tahammülüm yok). Dolayısıyla akıllı olması ilk kuralım. Zayıf seviyorum diyorum kürdancısın diyorlar, her zayıfınkini kürdan sanı-yorlar. Giyinmesini bilmeli ve kesinlikle güzel kok-malı, yanımda şugar durmalı. Hele temiz olması gerektiğini zaten söylemiyorum bile.

Kaos GL’den bir kadına vermek istesen kim olurdu?

Aylime Aslı kalp kalp kalp…

Derin bir şarkı olsa ne olurdu?

Sibel Can ve Kenan Doğulu’dan, Hançer.

Page 25: Karantina Iilave edelim. • Biberlerin dirilikleri hafiften gitmeye başladığında, mantarımızı da tuz ve pul biberle birlikte tavaya ilave edelim. • Kabuklarını soyup küçük

kaosGL24

2011’in Mart ayında doktora eğitimim için ABD’deki iki üniversiteye kabul edilmiştim. Gitmeyi uzun zaman önce kafaya koyduğum için, üstelik iyi bir burs paketi de aldığım için, hiç tereddüt etmeden daha iyi olanı seçtim. Daha iyi olan hangisiydi?

İki üniversite arasında değil, iki şehir arasında seçim yapmıştım. 2.5 milyon nüfuslu ve hatırı sayılır bir sos-yal hayata sahip bir kenti mi tercih edecektim? Yoksa, 100.000’lik, her şeyin bir üniversite etrafında döndüğü, yalnızlıktan bunalma ihtimalimin olduğu ufak bir kasa-bayı mı tercih edecektim? “Yalnızlaştırıldığımız, yalnız-lığa mahkûm edilmek istendiğimiz” bir ülkeden ayrılı-yordum; yeniden yalnızlığı tercih etmeye niyetim yoktu. Ufak bir yerde, üniversitesi bile olsa, yaşayamazdım.

İlk 1-2 ay fazla bir şey anlamadım. Kendimi turist gibi hissediyordum, etrafı geziyor ve fotoğraflar çekiyordum. Online bir blog sayfasında herkese açık günlük tutmaya bile başlamıştım. Aksatmadan her gün yazıyordum, yüz-lerce okuyucum vardı. ABD’deki yaşam merak ediliyor ve ilgi çekiyor olmalıydı.

Dersler hızlı başladı ve aldığım ilk dersin finalinden 65 aldım. Artık turist olmadığımı ve yeni bir ülkede yep-yeni bir hayat kurmaya çalıştığımı anladım. Senfoniye,

operaya ve baleye yeterince gitmiştim. Başarısız olmam durumunda, ABD’de kalma ihtimalim de olmayacaktı. Gerisin geriye Türkiye’ye dönmek zorunda kalabilirdim. Kaybedecek çok şeyim vardı.

Ailemi her gün arıyordum; ancak yalnızlık duygum geçmiyordu. İnternetten birileriyle buluşup tanışmak ve doğru düzgün bir ilişki yaşamak istiyordum; ama mesaj-larımın çoğuna yanıt alamıyordum. Ben mi çirkindim, Amerikalılar mı ırkçıydı, herkes sadece cinsellik mi arı-yordu, kültürel engelleri mi aşamıyordum, yoksa bunla-rın hepsinin etkisi var mıydı?

Yoksa, yabancı bir öğrenci olduğum için ABD’de geçici olarak bulunduğum ve bir gün ülkeden ayrılacağım mı düşünülüyordu? Ya da öğrenci olduğum için, düzgün maaşlı bir işim olmadığı için, bu kapitalist ülkede ilişki için benim maddi düzeyimde hiç kimseyi bulamıyor muydum?

Bazen derslere gömülüp, bir kere buluştuğum date’lerin yüzünü bir daha görmeyerek, ya da “friends with bene-fits” moduna girmeye çalışıp beceremeyerek, yalnızlık hissimi hafiflettiğimi zannettim. Yanılmışım. Herkesin birey olduğunun varsayıldığı bu ülkede, ailemin, dostları-mın, sevdiklerimin ve ex’lerimin artık yanımda olmadığı

Okyanus Ötesinde Dokuz Sene Erkan Bayır

Page 26: Karantina Iilave edelim. • Biberlerin dirilikleri hafiften gitmeye başladığında, mantarımızı da tuz ve pul biberle birlikte tavaya ilave edelim. • Kabuklarını soyup küçük

kaosGL 25

gerçeğine alışmam uzun zaman aldı. İlk 3 yıl tamamen aidiyetsizdim, kendimi hiçbir yere, hiçbir şeye ve hiç kimseye ait hissetmiyordum. Sallanan bir diş gibi, her an düşecekmiş ve pılımı pırtımı toplayıp her an Türkiye’ye temelli geri dönecekmişim gibi hissediyordum.

3 seneden sonra, yaşadığım şehri ve ABD’yi evim zannet-meye, evim gibi hissetmeye başladım. Her yıl Türkiye’ye en az 1 kez geliyordum, hatta yılda 2 kez gelmeye baş-lamıştım. Her gelişim şenlik gibi oluyordu. İstanbul’da 50 arkadaşımla, Ankara’da 30 arkadaşımla, İzmir’de ise ailemle ve akrabalarımla görüşüyordum.

Master derecemi aldım ve mezun oldum, doktoraya devam etmedim. Trump’ın seçimi kazanma ihtimalini biraz hissettim. Eğitimli insanlar açık fikirli bilinirdi; ama bırakın yurtdışına çıkmayı, “eyaletinden bile hiç dışarı çıkmamış” çok sayıda Amerikalı gördüm. Ben ağzımı açtığım anda yabancı olduğum anlaşılıyordu; yabancı olmadığımız bir his! Asistanlığını yaptığım öğrenciler, yorumlara “Erkan’ın yabancı aksanı var!” diye bir cümle yazıyordu ve bunun ayrımcı olduğunun farkına varmı-yordu veya ayrımcı olduğu gerçeğinin ayırdına varsalar bile umursamıyorlardı! Kendimi özgür hissetmeyecek-sem, ayrımcılığa maruz kalacaksam, Türkiye’den ayrılıp buraya gelmemin ne anlamı vardı?

Uyum hiçbir zaman ve hiç kimse için kolay olmadı. 1995’ten beri kesintisiz İngilizce öğrendiğim halde, kültürel olarak Amerikalıların birçok huyu bana tuhaf geliyordu. Bu hissiyatı yaşayan tek kişi ben değilmişim. Avusturya’ya göç eden Türk bir arkadaşım sayesinde ha-berdar olduğum “Grumpy Expats” Facebook sayfasında, farklı ülkelerdeki göçmenlik deneyimi sırasında yaşadık-ları tuhaflıkları paylaşan insanların yazdıklarını okudum ve bazen güldüm, bazen üzüldüm. Empati yeteneğim gelişti. Beni öldürmeyen şey, daha da güçlendirdi.

Eğitimli bir göçmen olmasaydım, buranın dilini bilme-den gelseydim, muhtemelen çok daha fazla zorlanırdım. Eğitimli olduğum halde, ırkçı tacizlere maruz kaldım. Varlıklı bir mahallede, arkadaşımla Türkçe sohbet eder-ken yanımızdan geçen beyaz bir Amerikalı adam bize “Ülkenize geri dönün loser göt delikleri” diye laf attı. Donduk, taş kesildik ve ağzımızdan yanıt bile çıkmadı. Polis bile çağıramadım, o derece büyük bir şok idi. Irkçı-lığı yapanın yanına kâr kaldı.

Orlando’daki Pulse Bar katliamından sonra, profilime “Orlando için dua ediyorum” diye yazmıştım. Birisi bana “Dua etmeyi bırak, Orlando Katliamı’ndan senin dinin sorumlu!” diye mesaj attı. Normalde dindar bir insan değilim; ama 1 Müslüman’ın yaptığı gey bar katliamın-dan ötürü bütün Müslümanları ve İslam dinini sorumlu tutan İslamofobiden rahatsız olmuştum.

Uzun süreli geçicilik hissinden sonra, nihayet burada kalmayı başardım. Amerikalıların bana başta tuhaf gelen farklılıklarının bir kısmını kanıksadım. Akademi dışında bir işe başladım. İnişli çıkışlı 9 yılımı da öğrenme dene-yimi olarak gördüm. Öğrenmek gayet maliyetlidir, bu maliyet illaki parasal maliyet olmak zorunda değildir.

Amerika’yı yeniden keşfetmiş gibi hissettim kendimi. Dostlar kazandım ve arkadaşlar kaybettim. Yeni kentler gezip yeni yemekler yedim, yeni içkiler içtim. Yeni sev-gililerim oldu, ilişkiler ve ayrılıklar yaşadım. Göçmenlik, hayatıma yeni ve farklı bir boyut kattı. Amerikalıların “comfort zone” diye adlandırdığı, kendimi rahat hissetti-ğim koşullardan uzaklaştım ve buraya gelerek risk aldım. 30’lu 40’lı yaşlarda bu riski asla alamazdım; iyi ki 20’li yaşlarda deli cesareti ile bu işe kalkışmışım.

Yurtdışında bir süre yaşayan ve çeşitli nedenlerle Tür-kiye’ye geri dönen insanları da tanıyorum, anlıyorum. Onlara da biraz hak veriyorum. Onlara “Yapamadılar” gözüyle bakmıyorum, empati kuruyorum, onların dene-yimlerini değerli buluyorum. Ülke dışına çıkan herkesin filmlerdeki gibi bir hayatı olmuyor. Hepimiz çile çekiyo-ruz. Risk alıyoruz ve tepetaklak da olabilirdik, her şeyi-mizi kaybedebilirdik. Yine iyi dayanmışız.

Göçmen karşıtlığını da anlamıyorum. Ailem Selanik’ten mübadele ile Anadolu’ya göç etmiş, bir kısmı Giresun’a, bir kısmı Samsun’a, bir kısmı Amasya ve Tokat’a gelmiş. Sonra İzmir’e göç etmişler. Muhacirlik diye bir kavram var Türkiye’de. Mahallemizde Yugoslavya göçmenleri vardı, okulumda Bulgaristan göçmenleri vardı, Gürcis-tan’dan göçen insanlar tanıdım. 1492’de büyük anneleri ve büyük babaları İspanya’dan göç etmiş, sülalesi 500 yıldır Türkiye’de yaşayan Yahudilerle tanıştım. Dersleri-mizde hep “Kavimler Göçü” okurduk ve ben büyürken göçmen karşıtlığıyla büyütülmedim.

Göç olgusunu tehdit olarak görenler hep olmuş; ama biz denk gelmemişiz. Çağımızda göçmen karşıtlığı görünür hale geldi. ABD’ye göç ettim ve göçmen karşıtlığına bire bir şahit oluyorum. İş ararken “Çalışma vizesine ihtiyaç duyanları almıyoruz” yanıtını kaç defa duydum. Bütün bunlar, göçmen düşmanlığının boyutlarını anlamamı sağladı.

Ayrımcılığa maruz kaldığımda kimliklerime dört elle sarılmak yerine, kimliklerimin tehdit olmadığını açıkla-maya çalıştım. Arkadaşlar edindim. Başarılı olduğumu düşünüyorum. Yalnız değilim, iyi insanlar var ve bazıları yanımdalar. Fiziksel olarak uzağımda olsalar bile, varlığı-nı daima hissettiren dostlarım var. Kararlarımdan dolayı pişmanlık duymak zorunda kalmadığım için mutluyum. Göç eden ve uyum sağlamaya çalışan herkese de sabır ve dayanma gücü diliyorum.

Page 27: Karantina Iilave edelim. • Biberlerin dirilikleri hafiften gitmeye başladığında, mantarımızı da tuz ve pul biberle birlikte tavaya ilave edelim. • Kabuklarını soyup küçük

kaosGL26

Kaos GL Derneği LGBTİ+’ların İnsan Haklarını İzleme Raporu 2019 kapsamında elde ettiğimiz bulgulara göre; LGBTİ+’lar yönünden 2019 yılında da ağır insan hakları ihlallerinin sistematik biçimde yoğunluğu sürerken, 2019 yılı LGBTİ+’ların insan haklarını koruma konusunda, önceki yıllardaki gibi, hiçbir uygulama ve düzenlemenin veya bu alanda herhangi bir kamu politikası değişikliği-nin gündeme gelmediği bir yıl olmuştur. Aksine, bizzat otoriteler, politika yapıcı ve uygulayıcılar bu alandaki hak ihlallerinin aktörü olarak artan şekilde devreye girmiş1, otoritelerin bu yaklaşımları LGBTİ+’lara yönelik ayrımcı uygulamalarda artış şeklinde kamu uygulamalarına yan-sımıştır.

2019 yılı ile 2018 yılında gerçekleşen ihlalleri karşılaştır-dığımızda; doğrudan kamu otoritelerince gerçekleştirilen İşkence ve Kötü Muamele Yasağı, İfade Özgürlüğü, Top-lantı ve Gösteri Yürüyüşü ile Kişi Özgürlüğü ve Güven-liği alanında ihlal sayısının yoğun artış göstermiş olması, kamu uygulamalarındaki yaklaşımların LGBTİ+’lar aley-hine bir seyirde olduğunun açık göstergesidir.

1 https://www.evrensel.net/haber/386024/suleyman-soyludan-lgb-ti-ler-hakkinda-nefret-soylemi-neyle-karsi-karsiya-kaldik

https://www.dw.com/tr/diyanet-nikahs%C4%B1z-birliktelikleri-ve-lgbti-leri-hedef-ald%C4%B1/a-49490549

https://tr.euronews.com/2019/07/02/video-diyanet-isleri-baskani-erbas-tan-lgbti-aciklamasi-yaradilisa-aykiri-sapkinlik

https://www.kaosgl.org/haber/akpli-vekil-onur-yuruyusune-onursuz-luk-dedi-chpli-tanal-bu-sozlere-ceza-verilmesini-istedi

2019 Yılında LGBTİ+’larınİnsan Hakları Gündemi

Yasemin Öz

Yine, Nefret Cinayetleri, Nefret Suçları, Nefret Söylemi, Cinsel Şiddet Suçları, Özel Hayatın Gizliliğinin İhlali, Çalışma Yaşamı, Eğitim, Sağlık, Mal ve Hizmetlere Eri-şim, Mülteciler ve Cezaevindeki LGBTİ+’ların durumu alanlarında ihlal sayısının 2018 yılıyla benzerlik göster-mesi ise, gerek kamu otoriteleri gerekse toplum tarafın-dan LGBTİ+’lara yöneltilen ihlallere ilişkin, LGBTİ+’lara yönelik yasal koruma getirilmemesi de dahil kamu politi-kası eksikliğinin bir sonucu olarak okunmalıdır.

2019 yılında da LGBTİ+’lara yönelik ihlallerin görünür-leşmesine ve ihlallere karşı yasal yollara başvurma süreç-lerinde artış olmasına karşın, 2019 yılında da yargı karar-larında LGBTİ+’lara yönelik olumlu yöndeki gelişmeler sınırlı kalmıştır. 2017 yılında Ankara Valiliği tarafından LGBTİ+ etkinliklerin süresiz olarak yasaklanmasına iliş-kin işlemin İdare Mahkemesince iptaline yönelik olarak verilmiş karar olumlu karşılansa da, 2018 yılının Ekim ayında getirilen ikinci yasaklama kararı gerekçe gösteri-lerek yasaklama uygulaması devam ettirilerek, fiiliyatta yasaklamaya ilişkin bir değişiklik yaratılmamıştır. 2018 yılında getirilen ikinci yasaklama kararının geçtiğimiz günlerde iptali de olumlu bir gelişme olarak değerlendi-rilmelidir ancak sürecin uygulamada ne şekilde gelişeceği bilinmediğinden, yargıya varmak için süreci izlemek ge-rekmektedir. Yine, 2018 yılında İstanbul LGBTİ+ Onur Yürüyüşü’ne katıldıkları gerekçesiyle Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet suçundan yargılanan

Çizim: Aslı Alpar

Page 28: Karantina Iilave edelim. • Biberlerin dirilikleri hafiften gitmeye başladığında, mantarımızı da tuz ve pul biberle birlikte tavaya ilave edelim. • Kabuklarını soyup küçük

kaosGL 27

altı kişi hakkında beraat kararı verilmesi olumlu gelişme olarak kaydedilebilse de, mahkemece verilen beraat kara-rının gerekçesinde toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının özünün doğrudan ve tam anlamıyla korunduğu söylene-mez.

2019 yılında LGBTİ+ Onur Yürüyüşlerinin İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya ve Mersin Valilikleri tarafından yasaklanması ve 2017 yılından itibaren Ankara Valiliğin-ce tüm LGBTİ+ etkinliklerinin süresiz olarak yasaklan-ması ile, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ile ifade öz-gürlüğü neredeyse tümüyle sınırlandırılırken; bu hakların sınırlandırılması için Anayasa, uluslararası sözleşmeler ve yasalarla sınırlama kriteri olarak belirlenen kriterlerin yanı sıra, böyle bir yasal dayanağı olmayan “Yapılmak istenen organizasyona katılacak olan grup ve şahıslara yönelik olarak; birtakım toplumsal duyarlılıklar nede-niyle de bazı kesimler tarafından tepki gösterilebileceği ve provokasyonlara neden olunabileceği, karşıt görüşlü grupların karşı karşıya gelmemesi, tesis edilen huzur orta-mı ve milli güvenlik ve kamu düzeni ile genel sağlığın ve genel ahlakın bozulmaması, olası şiddet ve terör olayla-rının önüne geçilmesi” kriterlerine başvurulmuştur. Hak ve özgürlükler kısıtlanır iken başvurulan bu kriterlerin somut gerekçeleri yargılamalar sırasında talep edildiğin-de somut belgelerin mahkemelere sunulmaması; İzmir özelinde olduğu gibi, sunulduğu durumda ise soyut ve anonim CİMER ihbarlarından öte bir bilgi olmaması, bu yasaklama kararlarının hukuki olmadığını göstermiştir. Bu durum, LGBTİ+’ların temel hak ve özgürlüklerini kullandırmamaya yönelik bir siyaset yürütüldüğünün so-mut göstergelerindendir. LGBTİ+’ların hak ve özgürlük-lerinin engellemeye yönelik sistematik bir devlet siyaset geliştirilmesi, LGBTİ+’lara yönelik şiddet ve ayrımcılığı normalleştirmektedir.

2019 yılında da LGBTİ+’ların toplantı ve gösteri yürüyü-şüne ilişkin hakları genel anlamda ihlal edildiği gibi, bu hakların üniversiteler bünyesinde getirilen yasaklamalarla da yoğun olarak ihlal edildiği gözlenmiştir. Ankara’da bulunan ODTÜ2 ile Hacettepe Üniversitesi3 Rektörlük-leri; üniversite bünyesinde yapılması planlanan LGBTİ+ etkinlik, toplantı ve gösterileri yasaklar iken, Ankara Valiliği’nin il içerisinde LGBTİ+ etkinlikleri yasaklama kararına dayanmıştır. Kredi ve Yurtlar Kurumu’nun (KYK), Ankara Emniyeti’nin yazısı üzerine ODTÜ LG-BTİ+ Onur Yürüyüşü’nde gözaltına alınan öğrencilerin burs ve kredilerini kesmesi şeklindeki, önceki yıllarda gözlemlemediğimiz yeni uygulamalar ile, toplantı ve

2 https://www.frontlinedefenders.org/tr/case/metu-university-rectorate-un-lawfully-bans-lgbti-march

3 https://www.kaosgl.org/haber/hacettepe-universitesi-nden-ayrimci-uygu-lama

gösteri yürüyüşüne ilişkin ihlalin eğitim hakkı ihlaline de yansımasıyla, ihlalin katmanlanabildiğine de tanık oldu-ğumuz bir yıl olmuştur 2019. LGBTİ+ etkinlik, toplantı ve gösterileri yasaklama uygulaması 2019 yılında etkinlik yapılması planlanan neredeyse her şehrin Valilik makam-larınca uygulanmıştır4.

LGBTİ+’ların insan hakları alanındaki yasa ve politika eksikliği, hayati sonuçlar ve ağır insan hakkı ihlalleri doğurmaya devam etmektedir. Eşitliği düzenleyen ve ayrımcılığı yasaklayan Anayasanın 10. maddesindeki dü-zenleme, madde kapsamında tek tek her ayrımcılık tipi sayılmasa dahi, toplumun herhangi bir statüsü nedeniyle ayrımcılığa uğrayabilecek her kesimini yasal anlamda gerçekte kapsadığı ve bu maddenin yargı mercileri ta-rafından genişletici yorumlanması Anayasal zorunluluk olduğu halde, madde içeriğinde özel olarak belirtilerek koruma kapsamına alınmamış olan CYCK (cinsel yöne-lim/cinsiyet kimliği) temelli ayrımcılık meselesinin ele alınması konusunda, mahkemelerin hiçbir kademesinde, maddenin LGBTİ+’lar lehine genişletilerek yorumlanma-sı eğilimi olmadığı görülmektedir. Yargısal uygulamadaki bu durum, CYCK temelli ayrımcılık konusunda Anaya-sal ve yasal değişiklik ihtiyacının sürmesine yol açmakta-dır.

Bu nedenlerle, CYCK temelli ayrımcılığın önlenmesi için özel yasal düzenlemeler ile politikalar, ilgili kamu perso-neline yönelik farkındalık geliştirici eğitim çalışmaları ve toplumsal dönüşümü sağlayacak farkındalık geliştirici ça-lışmalar ile Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Kon-seyi Sözleşmesi (İstanbul Sözleşmesi /6251 sayılı Kanun) maddeleri çerçevesinde LGBTİ+’lara yönelik iç hukukta sözleşmeye paralel düzenlemeler gerçekleştirilmesine olan ihtiyaç varlığını korumaktadır.

4 http://susma24.com/ankara-barosunun-17-mayis-aciklamasina-polis-en-geli/

https://www.independentturkish.com/node/77476/haber/2018teki-o-nur-y%C3%BCr%C3%BCy%C3%BC%C5%9F%C3%BC-ile-ilgili-da-vada-iki-ki%C5%9Fiye-hapis-cezas%C4%B1

https://www.kaosgl.org/haber/istanbul-onur-yuruyusu-yasagina-aci-lan-dava-reddedildi

http://www.diken.com.tr/mersinde-onur-haftasi-etkinlikleri-genel-ah-lak-gerekcesiyle-yasaklandi/

http://susma24.com/odtude-lgbti-etkinligine-yasak/ https://www.kaosgl.org/haber/odtu-onur-yuruyusu-davasi-ertelendi-o-

nur-yasaklanamaz https://yesilgazete.org/blog/2019/06/17/antalya-ve-izmir-valiliklerin-

den-onur-haftasina-yasak-genel-ahlaka-aykiri/ https://www.kaosgl.org/haber/emniyet-mudurlugu-istedi-kadikoy-kay-

makamligi-queer-olympix-i-yasakladi https://www.izgazete.net/genel/izmir-barosu-nun-duzenledigi-yuruyu-

se-polis-engeli-h41352.html https://www.kaosgl.org/haber/tunceli-valiligi-lgbti-etkinligini-ve-cumar-

tesi-anneleri-belgeselini-yasakladi

Page 29: Karantina Iilave edelim. • Biberlerin dirilikleri hafiften gitmeye başladığında, mantarımızı da tuz ve pul biberle birlikte tavaya ilave edelim. • Kabuklarını soyup küçük
Page 30: Karantina Iilave edelim. • Biberlerin dirilikleri hafiften gitmeye başladığında, mantarımızı da tuz ve pul biberle birlikte tavaya ilave edelim. • Kabuklarını soyup küçük
Page 31: Karantina Iilave edelim. • Biberlerin dirilikleri hafiften gitmeye başladığında, mantarımızı da tuz ve pul biberle birlikte tavaya ilave edelim. • Kabuklarını soyup küçük

kaosGL30 // DOSYA: Karantina

Aylime: Toplumsal cinsiyet sayısı için ön hazırlık-larımızı yaptık ancak bu süreçte bu konu üzerine kafa yormak benim içimden gelmiyor, hem yazı talep edeceğimiz insanların da bu konuya dair yaz-ma motivasyonuna sahip olacağından emin deği-lim. Oldukça önemli bir sayı olarak düşünmüştük ama sanki bu şartlar altında olamayacak. Acaba bu sayıyı kapatılma-korona-salgın vb. bir tema etra-fında şekillendirebilir miyiz? Hem de bu içinden geçtiğimiz sürecin LGBTİ’ler açısından nasıl dene-yimlendiğini tarihe not düşebiliriz.

Umut Güner: Sen böyle söyleyince başka kapatıl-malar da geliyor aklıma; genelev mühürlemeleri, lokal karantina girişimleri, fuhuşla mücadelenin karantina girişimleri ve elbette diğer salgın mevzu-ları, toplum sağlığı üzerinden LGBTİ+’lara yönelik baskıların artması.

Aylime: Aids…

Umut Güven: Sosyal izolasyon ve kültürel fark-lılıkların yaşattığı karantina etkisi açısından da üstünde durabileceğimiz çok şey var aslında. Der-ginin tarihe not düşmek gibi bir değeri var, bizler neleri gördük neleri nasıl yaşadık her birini kayda almış oluyoruz. Kendi arşivimizi tarihimizi oluş-turuyoruz. Haliyle toplumsal cinsiyet meselesini ertelemeyi uygun görüyorum. Küresel bir sorun-da LGBTİ+’ların deneyimleri nereye düşüyor, gündelik yaşamlarını nasıl inşa ediyorlar bunları tartışmalıyız. Bunun yanı sıra biz aynı zamanda Feminist Forum, Lezbiyen Görünürlük Günü üzerinden dergiyi beslemek istiyorduk. Hepimizin evlerine kapandığı ve ofisimizi kapattığımız bu günlerde o etkinlerimizi de ertelemek durumunda kaldık sonuç olarak.

Bir de Defne’nin twitter paylaşımını hatırlıyorum, HİV neden korona değildir gibi bir noktadan, onu da konuşmak belki tüm bunlarla beraber…

DOSYA: KARANTİNAAylime Aslı Demir, Umut Güner, Umut Güven

Son dönemlerde gündemin hızla değişmesinin etkileri Kaos GL’nin dergi takvimine de yansıdı. “Toplumsal Cinsiyet” olarak belirlediğimiz Mayıs-Haziran sayımızı

“Karantina” olarak değiştirme sürecimizi paylaşmak istedik.

Hemen hemen tüm dünyanın içinden geçtiği bu olağanüstü halde, toplumsal cinsiyete dair içimize sinen bir sayı hazırlayıp hazırlayamayacağımızdan emin olamadık.

Zira hem bizler bu dönemde salgın dışında başka bir konuya odaklanamadığımızı fark ettik hem de içinden geçtiğimiz sürecin LGBTİ+’lar açısından nasıl

deneyimlendiğinin tarihe not düşülmesi gerekliliğine inandık. Bu yazı da, bu süreci ve derginin çerçevesini tartıştığımız yayın kurulu toplantısından notlar.

Page 32: Karantina Iilave edelim. • Biberlerin dirilikleri hafiften gitmeye başladığında, mantarımızı da tuz ve pul biberle birlikte tavaya ilave edelim. • Kabuklarını soyup küçük

kaosGL 31DOSYA: Karantina //

Umut Güner: Aynen, dergiyi beslemeye yönelik yaptığımız etkinlikler ile de toplumsal cinsiyet meselesini tartışmaya açacaktık; dergi de bu tar-tışmanın devamını sağlayacaktı. Ancak etkinlikler ertelenirken doğal olarak toplumsal cinsiyet sayısı da ertelenmeli.

Umut Güven: Bir yandan benim için bu kadar uzun süreli evden çalışmak yeni bir deneyim. “Kapatılmak” denince zihnimde geçmişe dönük belirenler oldu. Şu an yaşanılan durum bana Kaos GL’nin önceki evden çalışma deneyimini hatırlatı-yor. Yine ofisin kapandığı bir dönem olmuştu bazı nedenlerle. Etkinlikler yine etkilenmişti belki, bir virüs tehdidi değilse de orada da başka dış tehditler vardı. “Şu anda ne yaşıyoruz?” diye konuşmadan bana biraz o süreçleri anlatabilir misiniz? Biliyor-sunuz ben o zamanlar ekipte değildim, haliyle bilmiyorum. O süreçte neden paylaşamadınız yaşa-dıklarınızı? Neler olmuştu?

Aylime: Geçtiğimiz yıllarda Ankara’da bizi derin-den sarsan olaylar yaşadık aslında ve maalesef dergi olarak bunlara anlık tepki veremedik ya da yeterin-ce yer ayıramadık yaşadıklarımıza. O dönem çıkan sayılarda sadece editör yazılarında kısacık bahsede-bildim yaşadıklarımızdan… Ne gar patlamasına, ne Feminist Forumu bitirip konuklarımızı Havaş’a bırakırken Güvenpark patlamasına, ne de maruz kaldığımız İŞİD tehdidi süresince ne yaşadığımıza yeterince alan açamadık. Bu yaşanılan olaylar aslın-da aklımızdan hiç çıkmadı, eyleme biçimlerimizi değiştirdi. Muhtemelen şimdiki bu olay da bu türden bir deneyim olacak. Bu kez tam şu anda ne yaşadığımızı aktarabiliriz. Ne yaşıyoruz?

Kaos GL olarak sanırım pek çok şey karşısında gösterdiğimiz refleks bu. Her şeye rağmen bu der-giyi çıkaracağız, bu çalışmaları bir şekilde yürüte-ceğiz! Kendi yaralarını, kırılganlığını kolay kolay konuşabilen bir örgüt değil Kaos GL. Bir taraftan bizlerin pes ettiği durumda LGBTİ hareketinin ülkedeki konumunu öngörememe kaygısı da ola-

bilir bu. Çünkü birbirimizden cesaret aldığımız gibi korkuyu endişeyi de öğreniyoruz. Bu nedenle daha ziyade aktivizmi ilerletecek araçlardan yoksun olsak da var olanları korumaya yönelik bir çalışma yürütüyorduk.

Umut Güner: İŞİD tehdidi ile ofisin kapatılması durumu ani karar verdiğimiz bir süreç oldu. Aynı zamanda Kaos Kültür Merkezi’nin etkinlikleri de benzer bir şekilde sonlandı. Sonra Gar patlaması ve Kaos GL’den katılacak arkadaşların Kültür Merke-zi’nden geç çıktıkları için patlama sonrasında alana girmiş olmaları gibi bir sürü yaşadığımız travma oldu. İŞİD tehdidi sonrasında Kaos GL’den temel acil ihtiyaçlarımızı sabaha karşı aldık ve uzunca bir süre sanırım 3-4 ay kadar evlerden çalıştık. Daha sonra benzer bir şekilde Ankara yasakları geldi-ğinde de ofis geçici olarak evden çalışma düzenine geçti. Her iki süreçte de şu anki durumdan farklı olarak bizim aktivizme devam etmemiz gereken mücadele etmemiz gereken bir durum söz konu-suydu.

Ancak bu süreçte çalışanlarımızın farklı ihtiyaçları ve sorunları karşımıza çıktı. Örneğin aileye açık olup olmama hali, aileye açık olsan bile Kaos GL gibi bir LGBTİ+ örgütünde çalıştığının ailenin bilip bilmemesi de hesaba katmamız, üzerine dü-şünmemiz gereken konulara dönüşüyordu.

Yeniden inşa ederek, moral ve motivasyonla ak-tivizmi diri tutup, güçlendiren bir örgüt olduk. Bütün çalışanları ile birlikte bir istisna durumu yaşıyoruz. Bu hiç olmuyormuş gibi devam etmek de istemiyoruz. Kaos GL’in ofisi kapattığı bir dö-nem olduğu gerçeği var ve o süreçte bizlerin yaşa-dığı sosyal ve fiziksel izolasyon kamusal bir mesele

Page 33: Karantina Iilave edelim. • Biberlerin dirilikleri hafiften gitmeye başladığında, mantarımızı da tuz ve pul biberle birlikte tavaya ilave edelim. • Kabuklarını soyup küçük

kaosGL32 // DOSYA: Karantina

değildi. Kamusallaştırmaktan ve insanların kendi içlerine kapanmalarından endişe ederek, bu olmu-yormuş gibi davranarak hareket ettik çoğu zaman. Bu günlerde yaşadıklarımızı ise, kamusal bir dert olarak birlikte yaşadığımız için biz de açıkça yaşı-yor ve paylaşabiliyoruz kendi zorluklarımızı sanı-rım. “Hetero dünya ile eşitleniyor muyuz?” Gibi sorular da geliyor aklıma.

Aylime: Ankara’da sürekli patlayan bombalar, İŞİD’in ofisi hedef alması, ülkenin içine girmiş olduğu politik atmosferle çalışanların kaygıları artarken, bizlere daha önce yazan yazarların bir bir yazılarını sildirmeye başlaması ve o kişilerin haklı kaygılarla üyelikten çıkmak istediği bir dönemi de beraberinde getirmişti. Haliyle biz de daha fazla sa-yıda insana ulaşmak yerine var olan çalışmalarımızı aktivistlerimizi korumaya yönelik faaliyetler yü-rütmeyi tercih ettik, kendi tedirginliklerimizi ko-nuşup korkuyu büyütmek yerine… Ama içimizde taşıdığımız kaygılar nedeniyle hepimiz de devam edemedik, kimimiz ayrıldı kimimiz panik ataklar-la, anti depresanlarla bu sürece devam edebildi.

Umut (Güven), sormuş olduğun bu soru vesilesiyle epey döküldük, teşekkürler! Hadi şimdi de biraz derginin çerçevesini konuşalım.

Umut Güner: Hetero dünya ile eşitleniyor mu-yuz derken aslında bu süreci bir yönden benzer deneyimliyor olabiliriz ancak tamamen aynı mı yaşıyoruz?

Umut Güven: Bence de, dergi çerçevesini ele ala-lım. Teseşkkürler paylaşımlarınız için.

Az önce de biraz değindim aslında, karantina de-diğimizde koronadan da önce sosyal izolasyon ve daha kültürel/sosyal bir noktadan deneyimlenen karantina halleri aklımda beliriyor. LGBTİ+’lar için pek çok perspektiften çeşitli karantinalar ve izolasyonlardan bahsedebiliriz. Bunun yanı sıra yaşlılar ve kronik hastalar için olan toplum algısı başka bir soru işareti. Tüm bu başlıklar için de bazı hizmetlere erişimdeki sıkıntılar, güvencesizlik hissi ve manevi bir yoksulluk belki…

Çok somut bir örnek de sunabilirim, okul hayatım boyunca hiçbir başvurabileceğim destek mekaniz-

ması yoktu. Heteronormatif eğitim sisteminin beni bıraktığı durum itibariyle kendimi eve kapatma isteğim, okulda kimseyle sosyalleşemiyor olma hallerim ve çevremle aramdaki sosyal mesafe be-nim negatif anlamda bir izolasyonla ergenliğimi geçirmeme neden oldu. Bu kendini dış dünyaya kapatma hallerimiz ve korunmak için sürekli kendi karantinalarımızı yaratmak zorunda kalmalarımı-zın yanında, bugün herkesin ortak deneyimlediği başka bir karantina mevcut. Kaos GL’nin instag-ram sayfasında bir okuyucu “ben zaten hep karan-tinadaydım” yazmış yoruma. Aslında karantinanın etkileri daha farklı işliyor olabilir bazı kişiler için.

Buradan, Umut’un bahsettiği “hetero dünya ile eşitlenme” meselesine dair geçenlerde sosyal med-yada bir gönderiye denk geldim. Birisi “ay inana-biliyor musunuz, sevdiğim adamla evlenemiyorum karantina yüzünden. Bu nasıl mümkün olabilir?” diye bir paylaşım yapmış. Çok çarpıcıydı benim için, evlilik meselesi ayrı bir tartışma fakat, LGB-Tİ+’ların yaşamında hep bu vardı zaten. Dünden bu yana karantina etkilerini deneyimlemek de bizi güçlü kılıyordur belki.

Umut Güner: Karantinada ayrımcılık daha kat-merli yaşanıyor olabilir. Ev pek çokları için hapis olmuş olabilir bu süreçte. Özellikle kendi dene-yimlerimizden biliyoruz ki, üniversite ailelerimiz-den kaçmamızı ve özgürleşmemizi sağlarken, üni-versitelerin tatil olması ile birlikte bir sürü insan ailesinin yanına dönmek zorunda kaldı.

Page 34: Karantina Iilave edelim. • Biberlerin dirilikleri hafiften gitmeye başladığında, mantarımızı da tuz ve pul biberle birlikte tavaya ilave edelim. • Kabuklarını soyup küçük

kaosGL 33DOSYA: Karantina //

Aylime: Ben medyada mevzunun ele alınış biçi-mine dayanamıyorum. Ölmesi beklenen bir kitle var: Yaşlı ve kronik hastal olanlar ve bu sürekli tekrarlanarak nüfusun geri kalanının rahatlaması bekleniyor. Madem bu kişiler büyük risk altında bu insanlara yönelik psikologların ya da psikiyatr-ların bu süreci daha kolay kılmak için ekranlarda konuşmalar yaptığını görmüyorum. Varsa yoksa “üretken” nüfusa ya da çocuğu olanlar için çocuklarınıza bu süreci nasıl anlatırsınız gibi içeriklerle karşılıyorum. Belki bu sürecin medya üzerinden ele alınışını değerlendiren bir yazı olabilir.

Bir diğer yandan, bu sürecin duygusal olarak en yıpratıcı kısımlarından biri de insanların sevdiklerinin hastalığı süresince elini tutamaması, yalnız ölme kor-kusu, yalnız defnetme mecburiyetinin üzücülüğü kalanlar tarafından. Bu aşamada da hem kendi kişisel dramım hem de “Ölülerimiz, Biz” konferansından, ülkenin ötekilerinin ölü bedenlerine şimdiye kadar yapılmış zulmü hatırlı-yorum. Cenazesine gidemediğimiz arkadaşlarımızı, cenazesini alamayanları… Yine “ötekilerin” sürekli yüz yüze kaldığı dert kamusal bir derde dönüşmüş durumda.

Mesela pek çok trans şimdiye kadar gündelik yaşa-mını sürdürmek için hep daha fazla para ödemek zorunda bırakıldı; ev kirası, marketten faydalan-mama, toplu taşım araçlarına binememe, sağlık sistemine, eğitime erişemem vb.. Bunu düşününce Umut senin soruna yaklaşıyorum sanırım; yoksa heterolarla eşitlendik mi?

Umut Güner: Birçok açık LGBTİ eğlence sektö-ründe çalışıyor, bunlar büyük oranda güvencesiz meslekler ve bu alanlarda çalışanların deneyimleri-ne kesinlikle yer vermek gerekiyor.

Umut Güven: Sosyal izolasyonlar ve cezaevindeki kapalı kalma/olma durumunu da dahil edebiliriz tartışmalara. Cezaevlerinin kendisi bir kapatılma haliyken, içinde tekrar katmanlara ayrılan bir ka-patılmanın LGBTİ+ ‘lar için farklı dinamiklerini konuşabiliriz.

Umut Güner: Yaşlı LGBTİ’lerin bu süreci nasıl yaşadığını ele alabiliriz. 40+ Lubunya

ile bir şeyler yapabiliriz.

Aylime: Bu arada hastalana-rak-melezlenerek iyileşme haline dair Onur Kartal’ın yeni çıkan kitabında ilginç değerlendirmeler vardı. Zombilik mefhumunun tarihsel olarak ortaya çı-

kışındaki kolonyal izlere değinirken aynı zamanda

çağımızın zombilerini ele alıyor. Ve steril dünyalardansa melezlenen,

hastalanarak iyilik halini sürdüren bedenlere değiniyor. Belki bu da ilginç bir katkı olur bu sayı için.

LGBTİ örgütleri bu süreçlerde neler yapıyor bu-nun notunu da düşelim hem Türkiye örnekleri hem de dünya deneyimleri.

Umut Güner: Evde karantinada LGBTİ’ler neler yapıyor sorularına cevap arayabiliriz. Kapalı kalma halleriyle nasıl baş ediyoruz?

Aylime: Bence bu sayının çağrı metnini Tanju Tariz’den isteyebiliriz. Bizim içimiz biraz kararmış gibi…

Umut Güner: Ben sorarım Tanju’ya.

Page 35: Karantina Iilave edelim. • Biberlerin dirilikleri hafiften gitmeye başladığında, mantarımızı da tuz ve pul biberle birlikte tavaya ilave edelim. • Kabuklarını soyup küçük

kaosGL34 // DOSYA: Karantina

İnsanlık tarihinin en büyük felaketlerinden birini yaşıyoruz. Korona virüsü pandemisi. Dünyanın bir ucundan diğerine bir gecede yüzlerce, bazen bin-lerce insan ölüyor. New York gibi metropollerde Central Park gibi alanların hem geçici hastaneler hem de geçici toplu mezarlar olarak kullanılması gündemde. Geçmişi ve geleceği yeniden düşünme-ye zorlayan muazzam bir travma...

Sevdiklerimizi kaybetme korkusu ve de geleceğe ilişkin müthiş bir belirsizlikle baş başayız. Gerçi ağır bir yapısal şiddet altında olsak da evlerimizin “konforunda” sükunetimizi korumaya çalışarak elimizin değdiği her şeyi ve her yeri sabunluyor, yı-kıyor, yerleştiriyor, stokluyor, whatsapp gruplarına mesaj gönderip alıyor, kahkahalar patlatıyor, online toplantılar yapıyor ve bekliyoruz. Karantinadayız...

Karantina

Nişanyan sözlüğü, Türkçe telaffuzu Venedikçe’den alınan bu kelimenin, cuarantína’dan yani, Vene-

dik’e gemiyle gelen yolculara uygulanan kırk gün-lük karaya çıkma yasağından geldiğini belirtiyor. Venedikçe cuaranta «kırk» sözcüğünden türetilmiş. Bu sözcük ise Latince aynı anlama gelen quadra-ginta sözcüğünden alıntı. Karaya çıkış yok kısacası. Kırk günle filan bitmeyeceği de giderek açıklık kazanıyor.

Karşı karşıya kaldığımız kaotik durumla başa çıkabilmek için birçoğumuz benzer durumları yorumlayan bilgece sözlere ve metinlere ihtiyaç duyarız. Öğretim üyeliğinden ve kamu görevinden ihraç edilmem sonrasında benim sık sık elime aldı-ğım metinlerden biri Edward Said’in Entelektüel başlıklı kitabı oldu.1 Bir kısmı yakın arkadaşım da olan akademisyen meslektaşlarımla birlikte dene-yimlediğimiz yerinden edilmişliği onun ışığında yeniden düşündüm. Bilindiği üzere, Said’in ente-lektüeli sürgün, marjinal ve yabancıdır.

1 Edward Said (1995) Entelektüel: Sürgün, Marjinal, Yabancı. Çev. Tuncay Birkan. İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 54.

Karantinadan Fragmanlar ve Koronamedya

Sevilay Çelenk

itip beni, balıma dadanan bu çağı sevmedim. Gülten Akın (Kimse başlıklı şiiri)

Soham Sen

Page 36: Karantina Iilave edelim. • Biberlerin dirilikleri hafiften gitmeye başladığında, mantarımızı da tuz ve pul biberle birlikte tavaya ilave edelim. • Kabuklarını soyup küçük

kaosGL 35DOSYA: Karantina //

“Yerinden edilmişlik” hissiyatını şimdi neredeyse bütün dünya ile birlikte yaşıyoruz. Tuhaflık şura-daki bu yerinden edilmişliği bu kez tümüyle bizzat kendi evlerimize kapandığımız bir süreçte idrak ediyoruz. İrademiz dışında çakılıp kaldığımız evler, “yuva” olmaktan çıkıyor. Bu kez de evlerimize “sü-rülmüş” gibiyiz. Kapı önleri, sokaklar, parklar, res-toranlar ve barlar, iş yerleri ve de alışveriş merkezleri gibi bildiğimiz tüm mekanlardan evlerimize sürül-dük. O yüzden izninizle, Said’in kitabından uzunca bir paragrafı, “sürgün” dediği yerlere “karantina” ifadesini geçirerek birlikte düşünmeye çalışalım:

“Sürgün [karantinada] olmanın bütünüyle kopuk, yalıtılmış, doğduğunuz yerden umut-suzca ayrılmış olmak demek olduğu yolunda yaygın ama tamamen yanlış bir varsayım var-dır. Bu yalınkat ayrım keşke doğru olsaydı, çünkü o zaman arkada bıraktığınız şeyin, bir bakıma düşünülemez ve hiçbir biçimde geri getirilemez olduğunu bilmek gibi bir teselli-niz olurdu. İşin aslı şu ki sürgünlerin [karan-tinadakilerin] çoğu için güçlük sadece yuva-dan uzakta yaşamak zorunda bırakılmaktan kaynaklanmaz; daha çok günümüz dünya-sında sürgünde [karantinada] olduğunuzu, yuvanızın aslında pek de uzakta olmadığını hatırlatan birçok şeyle birlikte yaşamaktan, çağdaş günlük hayatın normal akışının sizi eski yerinizle sürekli ona ulaşacak gibi ol-duğunuz ama bir türlü ulaşamadığınız bir temas halinde tutmasından kaynaklanır. Bu yüzden sürgün [karantinadaki kişi] bir ara-da kalma durumundadır, ne yeni ortamıyla tamamen birleşebilir ne de eskisinden tama-men kopabilir, ne bağlanmışlıkları tamdır ne de kopmuşlukları, bir düzeyde nostaljik ve duygusalsa bir başka düzeyde becerikli bir taklitçi ya da gizlice toplum dışına atılmış biridir. Hayatta kalmayı becermek asıl uğraş haline gelince sürekli tetikte durulması ge-reken bir tehdit çıkar ortaya; fazla rahat ve güvenlikli olma tehlikesi.”

Karantinadaki halimizi tümüyle kavrayan bir açıkla-ma. Bütün mesele hayatta kalmak ve güvenlik oldu-ğu zaman kapıya dayanacak tehlikeye değinmeyi de ihmal etmiyor. Sürgün ve karantina deneyimlerinde ortak olan şey “belirsizlik”. Uçsuz bucaksız bir be-lirsizlik. Belirsizliği ve arada kalmışlık duygusunu aşmak ve bildiğimiz biçimiyle hayata tutunabilmek için dış dünyadan haber, bilgi, ses ve görüntü akışı-na, diğer bir deyişle medyaya ihtiyacımız var.

Koronamedya

Elimizin altındaki medya imkanlarını çoğaltmak tek çareymiş gibi geliyor. Hayat bu imkanlara sa-hip olan geniş bir orta sınıf bakımından neredeyse tümüyle medyaya taşınmış durumda. Alışveriş (sanal market), çalışma hayatı (online toplantılar, emailler, whatsapp grupları), arkadaşlarımız ya da yakınlarımızla ilişkiler (telefonla ve diğer yollarla sesli ya da görüntülü konuşma imkanları)... Haber almak ve bilgi edinmek ise zaten her zaman med-yaya bağımlıydı.

Karantina günlerinde evin kendisi neredeyse tü-müyle bir “medya istasyonu”na dönüşüyor. Gel gör ki klasik anlamıyla medya, yani haber ve eğ-lencenin “ana akım” medyası hepten çuvallamış durumda. Haber ve bilgi edinme hakkımızı kul-lanmamıza imkan sağlayacak, dünyada ve ülkemiz-de pandeminin tam bir resmini tahayyül etmemize izin verecek, belirsizlik duygusu ve kaygımızı azalt-maya yardımcı olacak bir ana akım medya yok. O medya çoktan “havuza düştü.” Havuz nerde / inek içti / inek nerde / dağa kaçtı...

AKP Türkiyesi’nde bir ana akım medya varmış gibi düşünmek ve bu medyanın pandemiyi nasıl ele aldığını incelemek için makro bir inceleme tasarlamak mümkün görünmüyor bana. Ana akım medyanın kalıntılarına ise ancak siyasi iktidarın belirli bir mevzuyu nasıl ele aldığını dolaysızca görmek üzere bakmanın bir anlamı olabilir. Örne-ğin CNN, NTV, ATV ve A Haber gibi çok sayıda yayın kuruluşu ve Sabah gibi “yandaş” oldukları kabul gören gazetelerin korona haber ve program-cılığını gün gün incelemek bu medyaya fazladan bir ciddiyet vehmetmek olur. Çok gerekiyorsa bunun yerine, AKP Genel başkanının yaşanan bu felakete ilişkin gün gün ne söylediğine bakmak yeterli olabilir. Bunun karşı tarafında da Halk TV, Fox TV ve Ulusal Kanal gibi haber kuruluşları ve Cumhuriyet gibi gazetelerin bir ölçüde sürdürebil-diği “muhalif ” habercilik ve programcılık pratiği var ki bu denli kutuplaşmış bir medya ortamı, baskı ve ağır oto sansür koşullarında onlardan da pandemi tablosuna ilişkin güven duyulabilecek bir medya performansı beklemek gerçekçi değil.

Havuz medyasını tümüyle şarlatanlık, trollük ve sansasyon ele geçirmiş durumda ki bu durumun bir halk sağlığı sorunu oluşturduğunu da kabul etmek gerekir.

Gazeteciler ve medya kuruluşları her şeyin normal olduğu bir dünyada da genellikle bir tarafta hükü-

Page 37: Karantina Iilave edelim. • Biberlerin dirilikleri hafiften gitmeye başladığında, mantarımızı da tuz ve pul biberle birlikte tavaya ilave edelim. • Kabuklarını soyup küçük

kaosGL36 // DOSYA: Karantina

met baskısı diğer tarafta kamunun beklentilerinin olduğu bir gerilim hattında çalışır. Bu kabul edilmiş miktarlardaki gerilim, yaratıcılığı ve verimliliği bir miktar besleyebilir de. Yükselen otoriter popülizmin sonucu olarak Türkiye medyası ise AKP iktidar yıl-ları boyunca kamuoyunun ya da hükümetlerin bas-kısı altında çalışıyor olmanın geriliminden tümüyle “özgürleştirildi”. Bu gerilimi artık hiç yaşamıyor. Tümüyle parti ya da hükümet medyası haline geldi desek abartı olmaz. Elbette aynı zamanda “yandaş” bir kamunun da medyası... Bu yüzden de ister deprem, ister sel baskını, ister salgın hastalık olsun herhangi bir felaketi bu medyayla karşılamak felaket tablosunun ağırlaşmasına neden oluyor.

Etraflı bir inceleme yerine, yazılı ya da sosyal medyadan spesifik örnekler üzerinde durarak bu durumu açıklamak mümkün. Örneğin televizyon programlarıyla da tanınan Sabah Gazetesi yazarı, ilahiyatçı Nihat Hatipoğlu bir yazısında pandemiyi şu cümlelerle değerlendiriyor:

“Allah’ın lütfudur. Müslümanın ani ölümü bir he-diyedir. Sıkıntı çekmediği için hastalanarak, çekerek vefatı ise tövbeye vesiledir. Bulaşıcı hastalık gibi bir halle vefat ederse şehitlerin sevaplarından bir kıs-mını kazanır.” Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Idlib’e yönelik Bahar Kalkanı operasyonunun öncesinde olduğu gibi operasyon döneminde de “Ben inana-rak, atalarımızdan ilham alarak ‘Şehitler tepesi boş kalmayacak’ dedim, diyorum, diyeceğim”2 sözlerini hatırladığımızda, koronavirüsün yol açacağı kitlesel ölümler karşısındaki olası tepki ve isyanı da “kitle medyasındaki” dini yorum ve vaatler aracılığıyla sö-nümlendirme amacı açıklık kazanır. Medya bugün böyle bir kriz karşısında ihtiyaç duyulan güvenilir haber ve bilgi ortamı değil, bir popülizm örgütleme ve kamusal itirazı “sönümlendirme” ortamıdır.

Diğer bir örnek Mehmet Barlas. O da aynı gaze-tede konuyu, “Bu salgına iyi ki Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın merkezinde bulunduğu Başkanlık Sistemi içinde yakalandık. En zor ve en hayati kararlar anında alınıyor. Halka tedavi imkanları sunulurken, moral takviyesi yapmak da hiç ihmal edilmiyor” sözleriyle değerlendirmişti.

Örnekler televizyon tartışma programlarından verildiğinde de aynı durumla karşılaşıyoruz. Te-levizon bunlar yanında, “Korona virüs Türkiye’ye de gelebilir ama asla Çin’deki gibi salgın yapmaz. 10 vak’a, 20 vak’a olabilir. Bunu bilemeyiz. Onu

2 Haber Global. 4 Mart 2020. https://haberglobal.com.tr/gun-dem/cumhurbaskani-erdogan-dan-putin-le-yapacagi-idlib-zirve-si-hakkinda-aciklama-32321

gelince görürüz. Daha bir şey yok ortalıkta. Ama ben asla bir hızlı yayılım beklemiyorum. Burada gen farkı çok önemli”3 diyerek koronayı Türk genine havale eden fizyoloji uzmanı Doç. Dr. Oytun Erbaş gibi sansasyonel bilgi yayan isimlere rağbet gösterdi. Görev yaptığı ABD’deki sağlık sisteminin zaaflarını Türkiye ile karşılaştırarak, korona karşısında “Allah devletimizden, hüküme-timizden razı olsun. Böyle bakıldığında elbette ki Türkiye çok daha iyi durumda”4 diyen profesör Mehmet Çilingiroğlu gibi isimlere farklı tartışma programları, tam da sansasyon potansiyeli nede-niyle yer açtı.

Ana akım kalıntısı televizyonlar ya Cumhurbaşka-nı Erdoğan’ın başkanlığında sürdürülen koronayla mücadelenin başarısını doğrulama ya da içişleri bakanının bu süreçteki icraatlarını onaylama der-dindeydi. Ahmet Hakan’ın sunduğu Tarafsız Bölge türünden eski ve popüler tartışma programları, Ankara, İstanbul, İzmir gibi büyük şehirlerin be-lediye başkanlarına, yurttaşlara veya muhalefetin temsilcilerine hiçbir şekilde yer açmıyor. Fakat CHP’li belediyelerin yurttaşlarla kurmaya çalıştığı dayanışma ağlarını engelleyen, belediyelerin hesap-larını donduran veya Eskişehir ve Antalya’da yapıl-dığı gibi CHP’li belediyelere ait aşevlerini kapatan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, icraatlarını ve bu icraatların akıl almaz gerekçelerini sunması için aynı programlarda ağırlanmaktadır.

Böyle bir medya tablosunda korona günlerinde mülteciler, gündelik işlerle geçimini kazanan ke-simler, işsizler ve genel olarak kadınlar yanında, özel olarak şiddet mağduru kadın ve çocuklar, translar, evsizler ve seks işçilerinin yüzleştiği risk-lere ya da güçlüklere yer açılması da elbette bekle-nemez. Bundan da öte sosya medyada üstünkörü bir tarama bile, troll ya da gerçek kimi hesapların “koronavirüs laneti” ile LGBTİ+ toplumu arasında bir ilişki inşa etmeye yönelik heveslerini görmeye yeter. Bu türden “sıradanlaşmış” ifadelere şu ör-nek verilebilir: “Netflixte yayınlancak olan LGBT dizisiyle resmen dalga geçiyorlar Müslümanlarla. Ramazanın ilk günü yayınlanmasıyla, başrolünün adının Osman olması tesadüf değil asla. Korona virüsü hiç mi helakı hatırlatmadı acaba? Allah’ım akılsızlar yüzünden bizi de helak etme.”5

3 Sabah. 6 Mart 2020. https://www.sabah.com.tr/ya-sam/2020/03/05/son-dakika-haberi-unlu-fizyoloji-uzmanin-dan-carpici-koronavirus-aciklamasi-koronavirus-turkiyede-salgi-na-neden-olmaz?paging=4

4 Sabah 7 Nisan 2020. https://www.sabah.com.tr/gun-dem/2020/04/07/amerikadaki-turk-prof-mehmet-cilingirog-lu-turkiyede-cok-sanslisiniz

5 Göz tırmalayan bir iki yazım ve imla hatasını düzelttim. https://

Page 38: Karantina Iilave edelim. • Biberlerin dirilikleri hafiften gitmeye başladığında, mantarımızı da tuz ve pul biberle birlikte tavaya ilave edelim. • Kabuklarını soyup küçük

kaosGL 37DOSYA: Karantina //

Koronavirüs pandemisi karşısında toplumun ötekileştirilmiş tüm kesimlerine ses kazandıran ise internet üzerinden yayıncılığı sürdüren Med-yascope, Gazete Duvar bianet, sendika.org, T24, Diken gibi alternatif medya paltformları, topluluk medyaları ile Pembe Hayat LGBTT Dayanışma Derneği ve Kaos GL Derneği gibi oluşumların web platformları ve yayınları oluyor. Onlar bizim büyük kazanımlarımız… Unutmadan bir de sosyal medya içerik sağlayıcısı bireysel kullanıcılar var. Onların önemi de gecikmeden fark edilmiş ki AKP iktidarının radarına takılıvermişler. Önümüzdeki günlerde TBMM’ye sunulacak bir torba yasa tasla-ğında sosyal medyaya ilişkin düzenlemelerin de yer alacağı biliniyor.

Distopya

Koronayla imtihanımızın medya boyutunda başka özel bir şey de var. Bu da içine düştüğümüz distop-yayı medya aracılığıyla aslında çok uzun bir zaman öncesinden tanıyor olmamızla ilişkili bir konu. Ryan ve Kellner distopya anlatısı için şu tespiti yapar: “Distopiler genellikle içinde bulunulan anın korkularını geleceğe yansıtır” ve temaları çoğun-lukla, krizi niteleyen kaygıları şifreler: Denetimden çıkmış şirketler, güvenilmez liderler, meşruiyet krizi, suç olaylarındaki tırmanış vb.”6 Salgın hasta-

twitter.com/TaskNesibe/status/12481352557914808326 Michael Ryan - Douglas Kellner (1997). Politik Kamera. Çev:

Elif Özsayar. İstanbul: Ayrıntı Yayınları. s. 292.

lıklar da bu çerçevede sıklıkla distopyaların konusu oldu. Koronavirüs pandemisiyle birlikte bu tür bir distopya, dünyayı bir film setine döndüren, ağırlı-ğını olanca gücüyle dayatan çok tuhaf bir gerçeklik kazandı.

Önce roman ve sinema ve daha sonra televizyon dizileri olmak üzere, çağcıl anlatının ve medya-nın tahayyül alanımıza uzun zaman önce taşımış olduğu bir felaketin tam içine düştük. Öyleyse uzaylıların istilasından, zombilere, kuyruklu yıldız ve dev göktaşı çarpmalarından pandemi türündeki salgınlara her tür musibeti popüler anlatıya muaz-zam ayrıntılarla aktaran edebi ve sanatsal tahayyül neden yardımımıza koşmadı? Sağlık, ulaşım, gü-venlik ve gıda tedarik sistemlerimizi felakete neden hiç hazırlayamadı? Bunu belki sadece basit bir “karşılıklılık noksanlığıyla” açıklayabiliriz. Kurma-ca anlatının bir gelecek projeksiyonu yapabilmek için “gerçek hayata” baktığı kadar, gerçek hayat kurmacaya bakmıyor... Baksaydı keşke.

Yine de umut hiç bitmiyorsa bu medya alanındaki alternatifler ve “ötekilerin mücadelesi” sayesinde olduğu kadar, biraz da kurmaca anlatının genişlet-tiği tahayyül gücü sayesindedir.

Şimdilik evdeyiz. Virüs saldırısı karşısında herkes için evde kalabilme imkânı sağlansın istiyoruz. Korona musibetinden dileğimiz ise balımıza dada-nan bu çağı da alıp beraberinde götürmesi... Bir an evvel.

Page 39: Karantina Iilave edelim. • Biberlerin dirilikleri hafiften gitmeye başladığında, mantarımızı da tuz ve pul biberle birlikte tavaya ilave edelim. • Kabuklarını soyup küçük

kaosGL38 // DOSYA: Karantina

65+ Yaşlı Hakları Derneği’ni tanıyarak başlaya-biliriz. 65+ Yaşlı Hakları Derneği’nin çalışma alanları ve yaptığı işlerden kısaca bahsedebilir misiniz?

İnsan hakkı neyse yaşlı hakkı odur diye bakıyoruz. Çok basit bir tarif ile temel amacımız kişilerin ileri yaşları nedeniyle temel haklarından mahrum kal-mamasıdır diyebiliriz.

Bizim yaşlı haklarını tanımladığımız bir manifesto-muz var. Buna göre 65+ Yaşlı Hakları Derneği ola-

rak herkesin; Sağlıklı, aktif ve hayatın içinde; yal-nızlaşmadan, yoksullaşmadan ve yoksunlaşmadan; ayrımcılığa ve suiistimale uğramadan; öğrenmeye ve üretmeye devam ederek; diğer kuşaklarla el ele; bedensel ve zihinsel değişime cevap verecek tıbbi, sosyal, psikolojik, ekonomik ve hukuki ihtiyaçları karşılanarak; yaşam tercihlerine saygı duyularak; onurlu bir şekilde yaşlanmaya hakkı olduğunu savunuyoruz.

Dolayısıyla yaşlılığı sadece medikal olarak değil toplumsal, hukuki, ekonomik, psikolojik ve diğer

65+ Yaşlı Hakları Derneği’nden, Dernek Başkanı Bilişsel Nörolog Dr. Gülüstü Salur ve Genel Müdürü Özlem Yalçınkaya ile yaşlı haklarına ve Covid-19 sebebiyle

deneyimlenen karantina günlerinin yaşlıların yaşamlarına olan etkilerine dair konuştuk.

Gülüstü Salur ve Özlem Yalçınkaya dernek faaliyetlerini, yaşlıların bu dönemdeki ihtiyaçlarını ve tüm sürece dair değerlendirmelerini Kaos GL okuyucuları için paylaştı.

Karantina Sürecinde YaşlılıkRöportaj: Umut Güven

Page 40: Karantina Iilave edelim. • Biberlerin dirilikleri hafiften gitmeye başladığında, mantarımızı da tuz ve pul biberle birlikte tavaya ilave edelim. • Kabuklarını soyup küçük

kaosGL 39DOSYA: Karantina //

birçok dinamiği de işin içine katan bütüncül bir bakış ile ele almak gereğinden yola çıkan çalışma-lar yapıyoruz. Yaşlılığa hazırlık eğitimleri, teknolo-jik içerme çalışmaları ve geroteknoloji eğitimleri, çeşitli boyutları ile suiistimal konusunda farkın-dalık çalışmaları öncelikli çalışma alanlarımız arasında.

“Yerinde yaşlanma” yaklaşımını dernek olarak be-nimsiyoruz. Fakat burada yaşlanılacak olan “yer” konusunu göz ardı etmenin de mümkün olmadığı-nı düşünüyoruz. Kişilerin yerinde yaşlanabilmesi, aktif kalabilmesi ve tercih ediyorsa yalnız yaşlana-bilmesi için yerel yönetimler tarafından sağlanan çeşitli hizmetler oldukça önemli. Evde bakım, kuşaklararası etkileşime olanak ve kişilerin ihti-yaçlarına özel hizmetlerin ücretsiz ya da gerçekten cüzi ücretler ile sağlanabilmesi gerektiğine inanı-yoruz. Bunun için de özellikle yerel yönetimler ile oldukça yakın çalışıyoruz ve çoğaltılabilecek hiz-met modellerin gelişebilmesi için ortak faaliyetler yürütüyoruz. Bazı hizmetleri sağlamak açısından Türkiye’de iyi örnekler mevcut. Ayrıca Yaşlı Dostu Kent unvanı taşıyan belediyelerimiz de var. Bunlar elbette oldukça önemli adımlar. Fakat bütüncül, sürdürülebilir bir yaşlı dostu kent yaklaşımı için kararlılık ve en önemlisi de yaşlıların hayata ve süreçlere katıldıkları iyi örneklerin yaratılması, çoğaltılması gerekiyor.

 

“Yalnız yaşlı olmak, yaşlı dostu toplumsal mekanizmalar kurulabilirse ve hayatın

içinde olabildiğince uzun süre aktif kalmanın imkanları sağlanabilirse

sunulduğu gibi “kötü senaryo” olmak zorunda değil.”

Bazı ülkelerde bu konuya yönelik tartışmalar belki biraz daha görünürlük kazansa da, Türki-ye’de görece yeni yeni tartıştığımız konular. Yaşlı LGBTİ+’lar ve yalnız yaşayan yaşlılara yönelik çalışmalarınız mevcut mu? Sizce bu konudaki ihtiyaçlarımız ve eksiklerimiz neler?

Yaşlıların bir özel ihtiyaç grubu olarak görülmesi fakat buna bağlı olarak ayrımcılığa uğramaması ve yaşlılara özel hizmetlerin temel bir vatandaşlık hakkı olarak sağlanması gerektiğini savunurken yaşlıların yekpare bir grup olmadığnın farkındayız. Yaşa bağlı değişimlere kişinin hayatındaki ve kim-liğindeki diğer bileşenleri göz ardı ederek cevap

vermeye çalışmak destekleyeceğimiz bir yaklaşım değil. Yaş (65+ çok geniş bir pencere ve ömür süresi boyunca kişi çeşitli mental ve fiziksel deği-şimler yaşamaya devam ediyor), din, etnik köken, cinsiyet, engellilik, cinsel yönelim gibi kimliğe ait ögelere eklenen bir durum yaşlılık. Hem genç nüfus miti hem de yaşlıların kendisini hakları olan ve hizmet talep edebilecek bir grup olarak görme-mesi; bizi Türkiye’de öncelikle yaşlılara yaşlı dene-bilmesi, sırf bu özelliklerinden dolayı toplumun ve üretimin dışına atılmamaları ve özellikle yerel yönetimlerin yaşlıları gören politikalar oluşturması için çalışmalar yapmaya itti. Özellikle yalnız yaşa-yan yaşlıların etrafını mutlaka sosyal bir destek ağı ile sarmak gerekiyor. Henüz bu işin çok başındayız ve işe öncelikle yaşlılığın onunla mücadele edilme-si gereken değil de herkesin ya da en azından bir yakınının başına gelecek doğal ama hazırlanılması gereken bir evre olduğunu her fırsatta anlatarak başladık.

LGBTİ+ gibi izolasyon ve ayrımcılığa maruz kalan bireyler için de yaşlılığa hazırlığın önemli olduğu-na inanıyoruz. Psikolojik, mental, fiziksel, ekono-mik, hukuki ve hatta yaşam alanı düzenlemeleri anlamında yapılabilecek birçok hazırlık var. Biz Dernek olarak yaşlılığa hazırlık eğitimlerimizde çocuğu ya da bir ailesi olsa da olmasa da herkesin yaşlıyken yalnız da olabileceği düşüncesiyle hazırlık yapmasının önemine vurgu yapıyoruz. Çünkü bu-nun örneklerine sıkça rastlamak mümkün. Yalnız yaşlı sayısı da göç ve ekonomik nedenlere bağlı olarak ülkemizde hızla artıyor.

Yalnız yaşlı olmak, yaşlı dostu toplumsal mekaniz-malar kurulabilirse ve hayatın içinde olabildiğince uzun süre aktif kalmanın imkanları sağlanabilirse sunulduğu gibi “kötü senaryo” olmak zorunda değil.

Bireysel olarak ise bizler herkesin önce kendisin-deki yaşlanma korkusu ile temas edebilmesinin değerli bir adım olduğuna inanıyoruz. Bu korku-nun LGBTİ+’lar özelinde nasıl tezahür ettiğini anlayabilmek ve ne gibi özel talepleri olabileceğini görebilmek için de LGBTİ+’lar arasında kuşakla-rarası iletişime ve ayrıca LGBTİ+ olan ve olmayan yaşlıların akran etkileşiminde bulunabilmesine imkan yaratmak da iyi bir başlangıç olabilir. Teorik olarak birçok şey söylemek mümkün fakat Türkiye özelinde bize bu konudaki en iyi cevabı saha ve oluşturulacak deneyim imkanları verebilir diye düşünüyoruz.

Page 41: Karantina Iilave edelim. • Biberlerin dirilikleri hafiften gitmeye başladığında, mantarımızı da tuz ve pul biberle birlikte tavaya ilave edelim. • Kabuklarını soyup küçük

kaosGL40 // DOSYA: Karantina

“65+ gibi zaten aktif hayata eskisi gibi katılması teşvik edilmeyen bir gruba

özellikle kırılgan grup vurgusu yapmak ve evde kalın aksi halde ölürsünüz demek

çok acımasız bir yaklaşım.”

Son dönemlerde küresel ölçüde olduğu gibi, Türkiye’de de Koronavirüs (Covid-19) pandemi-si ile bir mücadele veriyoruz. Tüm bu yaşanan-ların sonucunda, sosyal izolasyon kavramı 65+ yaş kişiler için ne ifade ediyor?

Sosyal izolasyon kendi başına özenle uygulanması gereken bir süreçti. 65+ gibi zaten aktif hayata es-kisi gibi katılması teşvik edilmeyen bir gruba özel-likle kırılgan grup vurgusu yapmak ve evde kalın aksi halde ölürsünüz demek çok acımasız bir yak-laşım. Ayrıca “evde kalın” dedikten sonra da birçok muamma beraberinde geldi. Hem kişiler hem de hizmet veren kurumlar kendilerini birdenbire hazır olmadıkları rutin dışı bir süreç içinde buldular. Bu da pratik birçok zorluk yarattı. Ayrıca her fırsatta belirttiğimiz gibi 65+ oldukça çeşitli ihtiyaçları olan ve genelleyemeyecek kadar büyük bir grup.

Covid-19 sürecindeki gelişmeleri, yaşlılar ile ilgili genel olarak var olan sosyal izolasyon eğilimini ve yaşlıların zayıf ve bakıma muhtaç oldukları yakla-şımını iyice derinleştirme ihtimali açısından riskler barındırdığı düşüncesiyle yakından izliyoruz.

Bir başka dikkat edilmesi gereken nokta da yaşlı-lara “evde kalın” çağrısı yaparken hem kurumların hem de yaşlı yakınlarının ölüm korkusunu tetik-lememeye özen gösteren ve dayanışma duygusu içeren bir dil kullanmasının önemi.  

65 yaş ve üstü kişiler bu karantina sürecini Tür-kiye’de nasıl deneyimliyor?

Bir açıdan 65 yaş üstü kişiler genelde evde vakit geçirmeye daha alışkınlar, ağırlıklı olarak kendi yağında kavrulmayı hem ekonomik hem sosyal olarak daha kolay becerdiler. Çalışma hayatında olan aksama ya da değişikliği, bir de geçim sıkıntısı ile yaşayan çalışan kesimi daha da zorlanıyor. Bir de yaşlanabilmiş olmanın getirdiği bir dayanıklı-lık, sabırlı olabilme hali de var sanki. Onlar neler gördüler geçirdiler. Mesela sokağa çıkma yasağı nüfusun büyük bir kısmı için bir ilk. Biz 1980’i hatırlayan kuşak ve üstü olarak o kadar da paniğe kapılmadık. Bir şeyi yaşamış ve aşmış olmak bir çeşit bağışıklık kazandırıyor. İleri yaştakilerin çoğu krizlere, zorluklara, inişlere, çıkışlara biraz da bağı-şıklar ve durumlarıyla barışmaları biraz daha hızlı olabiliyor. Temel ihtiyaçların karşılanması için ek-sikler olsa da epey bir seferberlik hali gözlüyoruz. Aslında toplumsal olarak dayanışma kapasitemiz yüksek. Hastalanırsak ne olur korkusu, yaşlıların ölüm riski yüksek söylemlerinin yarattığı kaygı biraz toplumun 65 yaş üstünü en erken korumaya almasıyla dengelendi, telafi edildi.

Page 42: Karantina Iilave edelim. • Biberlerin dirilikleri hafiften gitmeye başladığında, mantarımızı da tuz ve pul biberle birlikte tavaya ilave edelim. • Kabuklarını soyup küçük

kaosGL 41DOSYA: Karantina //

65+ yaş için sokağa çıkma yasaklarını ve bu durumun medyadaki /sosyal medyalardaki yan-sımalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

İlk kısıtlamanın 65 yaş üstüne getirilmesiyle biraz mikrofonlar ve ışıklar yaşlıların üstüne tutuldu. Bunu incitici bir şekilde yapanlardan çok, “Onla-rın ihtiyaçları nasıl giderilir?” sorusunu tartışanlar ve destek vermeye gayret edenler olunca yaşlılar hızla sabır ve umuda geçtiler gibi geliyor bize. Yaşlıları taciz hedefi, alay konusu yapanlar her se-viyede eleştirildiler ve bu davranışın çoğaltılmasına bizler gibi kuruluşların da gayretleri, hak savunu-culuğu ile çok hızla dur dendiğini düşünüyoruz.

Bu süreçte yaşlılığın, yaşlanmanın farklı ihtiyaç-larının, yaşlı yoksulluğunun ve yalnızlığının biraz daha fazla konuşulur olduğunu gördük. Böyle bir vesile ile olmasını dilemezdik ama bazen kriz durumlarının da hassas yerlerimizi hızla öne çıkar-mak gibi bir marifeti oluyor. Bu salgınla aslında en kırılganlarımız kimlermiş o ortaya çıktı. Yaşlı-larımız ve yoksullarımız dayanışmanın ilk odağı oldular.

“Süreç uzadıkça gıda dışında tıbbi ihtiyaçlar, sosyal ve psikolojik ihtiyaçlar

ortaya çıkıyor.”

Koronavirüs sebebiyle yaşanan karantina sürecinde yalnız yaşayan yaşlılar için alınan önlemler var mı ve nasıl destek mekanizmaları mevcut?

İleri yaştakilere evden çıkmayın deyince önce gıda, temizlik malzemeleri gibi günlük ihtiyaçların kar-şılanması konu oldu. Hem aile, apartman, mahalle düzeyinde yardımlaşmalar, hem de valilikler yöne-timinde kurulan Vefa ve Destek Merkezleri, Yerel Yönetimler, yardım kuruluşları, STK’lar bir sefer-berlik başlatıp bu tür ihtiyaçları hızla karşılamaya başladılar. Muhakkak eksikler var ama bir iletişim ağına ulaşabilenlere cevap verecek birden fazla me-kanizma olduğunu sevinerek görüyoruz. Elbette süreç uzadıkça gıda dışında tıbbi ihtiyaçlar, sosyal ve psikolojik ihtiyaçlar ortaya çıkıyor.

Hastaneler salgın nedeniyle Covid şüpheli vakalar (onların da solunum güçlüğü olanları) dışında ertelenebilecek her türlü tıbbi konuyu erteleyerek hizmet veriyor. Zaten acil, ağır tıbbi durumlar dışında genelde insanlar hastanelere gitmeye cesa-ret edemiyor. Bir yanda çok yoğun hizmet veren aciller, hastaneler, yoğun bakımlar varken, sağlık

personeli yetişemezken, bazı branşlarda doktorlar adeta nadasa çekildi. Telefon ve teknolojinin sağ-ladığı diğer olanaklarla sağlık sistemini destekleme çabaları var ama bu tabana yayılmış durumda de-ğil. Karantina koşullarında mevcut evde sağlık hiz-metlerinin de ihtiyacı karşılaması zor olacak gibi görünüyor. Yaklaşık bir aydır karantinadayız, artık yavaş yavaş tıbbi ve psikolojik ihtiyaçlar su yüzüne çıkacak. Bu dönemde gözümüz, elimiz çevremizde olmalı. İhmalin başka türlü zorlayıcı sonuçları ola-bilir. Medya desteği bu noktada önemli, insanların bir rutini sağlıklı beslenme, hareket, düzenli uyku ve anlamlı bir aktivite ile sağlamalarını teşvik et-mek gerekiyor. Burada ileri yaştakileri dahil etmeyi beceren aile ve sosyal çevreler bu süreci daha kolay ve güçlü atlatacaklar. Yalnız yaşayanları özellikle toplum olarak izlememiz destek vermemiz önemli.

Bu süreçle ilgili destek olmak ve dayanışma sağlamak isteyen kişi ve/veya kurumlar için öne-rileriniz nedir?

İhtiyaç tespitini doğru yapmak birinci öncelik. Bunun için sahaya kulak vermek gerekiyor. Zaten içinde olmadığınız bir çevreye deste vermek ise he-definiz, doğrudan ilişki ve devam eden bir iletişim şart. Bir de dayanışmanın türlü biçimleri var. Kimi emeği, kimi parası, kimi zamanı, kimi ilişkileri, kimi doğru değerlendirmeleri ile bu dayanışmanın bir parçası olabilir. İhtiyaç çok fazla, taklit edebi-leceğimiz çok örnek var. Bir yandan da bu kadar birbirini taklit eden yardımların arasında ne eksik kalıyorsa kafa yormak da çok önemli.

Mesela bir üniversite öğrencisi yoğun bakımlarda yatan hastaların görüntülü cihazlarla yakınları ile görüşmesini sağlayan bir kampanya başlatmış. Bunun için de insanların eski telefon, tabletlerini toplamış. Bu kadar basit ama fiziksel izolasyonda, büyük bir korku ile iyileşme umudunu taşıyan hastalara da, onlara uzaktan dua etmekten başka yapacak şeyi olmayan sevenlerine de büyük bir ar-mağan. Bu dönem, birbirimizin sabrını ve çabasını beslememiz gereken bir dönem. Tabi ki herkesin yapılmamışı yapması şart değil. En yakınımızdan bakmaya başlamak ve gözümüzü, kulağımızı en önemlisi de gönlümüzü açık tutmak önemli.

Bir de bu salgın sürecine en büyük katkıyı kimler yapacak aslında biliyor musunuz? Hastalanmama-yı, kendini korumayı becerenler. İlk sorumlulu-ğumuz ne yaparsak yapalım kendimizi hastalıktan korumak.

Page 43: Karantina Iilave edelim. • Biberlerin dirilikleri hafiften gitmeye başladığında, mantarımızı da tuz ve pul biberle birlikte tavaya ilave edelim. • Kabuklarını soyup küçük

kaosGL42 kaosGL42 // DOSYA: Karantina

Hapiste LGBTİ+ tematik alanı sorumlu-su olduğum Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği (CİSST) uzun bir süredir LGBTİ+ mahpusların durumlarını ve so-runlarını tespit ederken bilgi edinme başvu-ruları, soru önergeleri, mektuplar ve avukat görüşleri gibi farklı yöntemler kullanıyor. Bu yöntemler ile sorunların çözümüne yönelik öneriler sunuyor ve raporlar hazırlıyor.1 Bu yazı, tüm bu çalışmalar ışığında diğer mah-puslardan farklı olarak LGBTİ+ mahpus-ların deneyimlediği mekansal izolasyon ve etkilerine dair elden geldiğince somut notlar paylaşmayı amaçlıyor.

Birçok ülkede olduğu gibi Türkiye’deki hapishaneler de ikili cinsiyet düzenine göre tasarlanmış yapılar. Var olan düzene baktı-ğımızda bu yapılara heteronormativitenin nasıl yansıdığını somutlaştırabiliyor oluyo-ruz. Kadın-erkek-çocuk hapishanelerinin olduğunu, bu hapishanelerde cinsiyete göre bir sınıflandırma yapıldığını, infaz koruma memurlarının çoğunlukla cinsiyetlerine göre çalıştırıldığını görüyoruz. Fakat her zaman

1 Detaylı bilgi için http://cisst.org.tr/ , https://lgbthapis-te.wordpress.com/ ve http://tcps.org.tr/sites/default/fi-les/lgbti_mahpus_olmak_2018_internet.pdf sayfalarına bakabilirsiniz.

bu ikiliğe sadık kalınmıyor. Bazı hapisha-neler erkek mahpuslar için planlanmış olsa da yetersizlikler sebebiyle kadınlar için bö-lümler açılabildiği gibi bazı koğuşlar kadın mahpuslar için de ayrılabiliyor.

LGBTİ+’ların hapishanelerde nasıl sınıf-landırıldıklarına ve bu sistemin içerisinde nasıl bir düzenleme olduğuna bakalım. LGBTİ+ mahpuslar giriş aşamasında ve/veya hapishanede kaldıkları süre zarfında idareye açıldıklarında farklı bölümlere yerleştirilirler. Bu açılma daha çok trans kadınlar, eşcinsel erkekler ve son dönemde trans erkeklerde yoğunlaşıyor2. Kuruma açılan LGBTİ+ mahpuslar, kimlikleriyle aynı renkte sınıflandırılan kişilerle aynı koğuşlara alınmamayı kabul etmiş olurlar. Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne yapmış olduğumuz bir bilgi edinme başvu-rusuna verilen cevapta LGBTİ+ mahpusa

2 Trans erkek ve lezbiyen mahpusların kadın hapisha-nelerinde ayrımcılığa uğramamak için güvendikleri kişilere açıldıklarını, kuruma, sosyal çalışmacılara veya derneklere daha nadir durumlarını anlattıklarını gözlemliyoruz. Cinsiyet geçiş sürecini başlatmak iste-yen trans erkekler sürecin başlayabilmesi için idareye açılmak zorunda kalıyorlar ve daha çok bu süreçte bizimle hukuki ve geçiş sürecine ilişkin bilgi almak için iletişime geçiyorlar.

LGBTİ+ Mahpuslar ve İzolasyonHilal Başak Demirbaş

Page 44: Karantina Iilave edelim. • Biberlerin dirilikleri hafiften gitmeye başladığında, mantarımızı da tuz ve pul biberle birlikte tavaya ilave edelim. • Kabuklarını soyup küçük

kaosGL 43kaosGL 43DOSYA: Karantina //

ilişkin olarak “ortak kullanım alanı ve sos-yal faaliyetlere çıkartılırken diğer hükümlü ve tutuklularla bir araya gelmeyecek şekilde planlama yapılır” denmiştir3. Başka bir şekilde anlatmak gerekirse mavi kimlikli trans kadın mahpus, kimliğinin rengi sebe-biyle erkek hapishanesinde kalmak zorunda olduğu gibi natrans erkeklerden de ayrı koğuşlara alınır.

Söz konusu kurallar uygulamaya konul-duğunda hem yasaların ceza mantığıyla uyuşmayan uygulamalara hem de çeşitli ayrımcılıklara zemin oluşturabiliyor. Tüm bunların yanında getirdiği şey ise izolasyon. Eğer bir LGBTİ+ mahpus, hapishanede başka LGBTİ+ mahpus yoksa tek başına tutulabiliyor. LGBTİ+ mahpuslara koğuş açılması için görece bir sayıya ulaşmaları gerekir. Bu sayıya ulaşmaları da her zaman onlar için koğuş açılacağını garanti etmez; genel kapasite ve kalabalık sorunu sebebiyle de LGBTİ+ mahpuslar koğuş için yeterli sayıda olsalar da tekli hücrelerde tutulabi-lirler.

Cinsiyet temelli ayrımlara ek olarak mah-pusların adli, siyasi veya ağırlaştırılmış müebbet olmaları sebebiyle farklı şekillerde yerleştirilmeleri de LGBTİ+ mahpuslar için izolasyonu ve yalnızlaştırmayı arttırıyor. Eğer mahpus, siyasi ise ve kendi gibi siyasi olan başka LGBTİ+ mahpus yoksa adli LGBTİ+ mahpuslara ayrılmış bir koğuş olsa da o koğuşa alınmıyor, tek başına kal-mak zorunda kalıyor.

Özetle birçok durum LGBTİ+ mahpus-ların tek başına tutulabilmesine gerekçe olabiliyor. Tüm bu değişkenler içinde değişmeyen tek şey ise izolasyon. Kötü muamele, ayrımcılık ve şiddet gibi hak ihlallerine zemin hazırlamakla birlikte bu durumun cezalarına ek olarak LGBTİ+ mahpusların “tecrite” maruz kalması an-lamına geldiğini görmek gerekir. Farklı bir planlama, koğuş değişikliği, yeni bir

3 Bilgi Edinme Başvurumuza 24.07.2013 tarihinde gelen cevap. Adalet Bakanlığı’ndan LGBT Mahpus-lara İlişkin Başvurumuza Cevap Var, 25.07.2013, Hapiste LGBTİ Blogu, https://lgbthapiste.wordpress.com/2013/07/25/adalet-bakanligindan-lgbt-mah-puslara-iliskin-basvurumuza-cevap-var/ Erişim Tarihi:05.04.2020

mahpusun gelmemesi, diğer LGBTİ+ mah-pusların koğuşuna geçememe durumlarının hepsi mahpusların cezalarının infazları süreci boyunca fiili olarak tecrite maruz kalmalarına neden oluyor. Hali hazırda diğer mahpuslarla bir araya getirilmemele-rinden kaynaklı atölye ve kurslardan yarar-lanamadıkları gibi tekli tutulan mahpuslar havalandırmaya çıkartıldıklarında da diğer LGBTİ+ mahpuslarla bir araya gelmekten ve sohbet etmekten mahrum kalabiliyorlar.

Tüm mahpusların cezaları bitene kadar faydalandıkları birçok hak, söz konusu LG-BTİ+ mahpuslar olduğunda askıya alınmış oluyor. Hapishanelerde mahpusların ruh sağlığı açısından da izole olmayacakları, diğer mahpuslarla iletişime geçebilecekleri, etkinliklere katılmalarının sağlandığı bir ortamın mümkün olması amaçlanmalıdır. Türkiye’nin de parçası olduğu Birleşmiş Milletler’in metinlerinde de bu hedef içerilmektedir: “LGBTİ mahpusların ay-rımcılığa tabi tutulmaksızın tüm cezaevi etkinliklerine katılımları ve bu etkinlikler esnasında şiddet ve tacize karşı korunmaları sağlanmalıdır”4. Buna karşın uzun zaman-dır mektuplaştığımız LGBTİ+ mahpuslar-dan her biri bir kez veya birden fazla defa psikolojik olarak zorlandığını dile getirip bizle paylaşıyor5 ve takip ettiğimiz vakalar-da da bazı LGBTİ+ mahpusların tek başına kalamaz raporu olmasına rağmen tekli hüc-rede uzun süre tutulduğunu görüyoruz6.

Mahpusların kendilerine, bedenlerine zarar vermenin dışında tecritin etkisi çok daha kötü sonuçlara neden olabiliyor. Hapis-haneye giriş aşamasında herhangi bir ruh sağlığı değerlendirmesi yapılmadan tekli hücreye konulan, kıyafetlerinin çıkarılıp kendisine depodan kıyafetler verilen ve sonrasında infaz koruma memurları tara-fından hücresinde ölü bulunan trans mah-

4 Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve Suç ile Mücadele Ofisi (2013:117), Özel İhtiyaçlara Sahip Mahpuslar Üzerine El Kitabı, çev. Ömer B. Albayrak, CİSST, İstanbul.

5 https://lgbthapiste.wordpress.com/2018/05/10/tec-ritte-tutulan-lgbti-mahpus-intiharin-esigine-geldim/ Erişim Tarihi:05.04.2020

6 https://lgbthapiste.wordpress.com/2019/09/09/trans-mahpus-miray-55-gundur-aclik-grevinde-tek-is-tedigi-kogusa-gecmek/ Erişim Tarihi:05.04.2020

Page 45: Karantina Iilave edelim. • Biberlerin dirilikleri hafiften gitmeye başladığında, mantarımızı da tuz ve pul biberle birlikte tavaya ilave edelim. • Kabuklarını soyup küçük

kaosGL44 // DOSYA: Karantina

pusun intihar ettiği iddia edilmişti.7 Bu ve benzer örneklerin gösterdiği gibi Türki-ye’deki LGBTİ+’ların yaşadığı birçok baskı ve ayrımcılığın söz konusu hapishaneler olduğunda yapısal olarak ayyuka çıktığını söylemek mümkün.

Dışarıda ayrımcılığa uğrayan LGBTİ+’lar kendisine güvenli alanlar yaratabilecek destek mekanizmalarına kimi zaman erişebilir. Fakat söz konusu hapishaneler olduğunda bunu söyleyebilmek oldukça güçleşiyor. LGBTİ+ mahpus, transfobik tutumları olan koğuş arkadaşıyla aynı yeri belki de yıllar boyunca paylaşmak; kendisi-ne ayrımcılık yapacağından endişe etse de aynı psikologla görüşmek; kendisini sürekli aşağılayan infaz koruma memuruyla ileti-şim kurmak zorunda kalabiliyor. Tecritin hayati tehlikesiyle birlikte söz konusu durumlar da bir arada olabilmeyi daha da önemli hale getiriyor.

Mektup yoluyla bize aktarılan anlatılardan yola çıkarak LGBTİ+ mahpusların birlikte kalabildikleri koğuşlarda dayanışma orta-mının güçlü olduğunu, maddi ve manevi olarak birbirlerinden destek alabildiklerini söyleyebiliyoruz. Bu, elbette ki yalnız kal-mak isteyen mahpusların da zorla koğuşlara alınması gerektiği anlamına gelmiyor. Tek kalmak isteyen LGBTİ+ mahpuslar için de hücre veya koğuşta tek başına kalabilmesi-nin koşullarının yaratılması, tek kalmaktan kaynaklı ortaya çıkabilecek psikolojik ve fizyolojik sorunların takip edilmesi ge-reklidir. Her bir mahpusun farklı özgün durumu, farklı ihtiyaçları ön plana çıkabi-lir. Hapishane idareleri bu konuda farklı önlemler alabilmeli, LGBTİ+ mahpusların ihtiyaçlarına uygun planlamalar yapabilme-lidir.

Çok uzun zamandır hapishanelerde kala-balık nedeniyle kapasite sorunu yaşandığı ve bu durumun birçok ihlal ve kötü mua-meleye sebep olduğunu söylüyoruz. Yatak-ları dönüşümlü kullanmak, sosyal mesafe koyabilecek alanların olmayışı, yeterli ve dengeli beslenememe, temizlik ve hijyen

7 https://lgbthapiste.wordpress.com/2017/10/30/ispar-tada-trans-kadinin-hapishanede-intihar-ettigi-iddiasi/ Erişim Tarihi:05.04.2020

malzemelerine erişememek gibi birçok sorun söz konusu salgınla birlikte gücünü ve etkisini daha da artıracaktır. Kapasitesi aşılmış hapishanelerde Koranavirüs salgı-nının korkunç sonuçlar vermemesi için önemlerin alınması bir zorunluluktur. Bu konuda bakanlık8 hapishanelerde gerekli tüm düzenlemeleri yapmalıdır. Koğuşların ve mahpusların kişisel hijyenlerinin sağlan-masına yönelik temizlik malzemeleri ücret-siz verilmeli, telefonla görüş süreleri artırıl-malı, mahpuslara hizmet veren kurumlarda sağlık önlemleri artırılmalı, salgınla birlikte risk grubuna giren hasta ve özel ihtiyacı olan mahpusların infazları ertelenmeli, karantina uygulamaları ve mahpusların sağlık durumlarına ilişkin kamuoyu düzenli bilgilendirilmelidir.9

Koranavirüs salgınıyla birlikte tüm mah-puslar için yaşamın daha da zorlaştığı bugünlerde de sivil toplum örgütleri ve aktivistler olarak hem izolasyonun hem de karşılaşabilecekleri ihlallerin azaltılması için çalışmaya ve onları desteklemeye devam edeceğiz.

8 Bakanlığı bu süreçte aldığı önlemler için bkz. http://www.basin.adalet.gov.tr/Etkinlik/bakan-gul-korona-virus-salginina-karsi-alinan-yeni-tedbirleri-acikladi Erişim Tarihi: 12.04.2020.

9 Bu konuyla daha detaylı bilgi için CİSST’in basın duyuruları ve raporlarına bakabilirsiniz: http://cisst.org.tr/basin_duyurulari/korona-virus-salgini/, http://cisst.org.tr/basin_duyurulari/salgin-hastaliklar-ve-ha-pishanedeki-cocuklar-covid-19/, http://cisst.org.tr/faaliyetlerimiz/raporlar/ Erişim Tarihi: 12.04.2020.

Page 46: Karantina Iilave edelim. • Biberlerin dirilikleri hafiften gitmeye başladığında, mantarımızı da tuz ve pul biberle birlikte tavaya ilave edelim. • Kabuklarını soyup küçük

kaosGL 45DOSYA: Karantina //

Herkese sevgiler selamlar Üzüm ben. Neredeyse karantinamın üçüncü haftasını bitirirken paylaş-maya ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde ben de yaşadıklarımı ve düşüncelerimi paylaşmak istedim. Öncelikle hepimiz, özellikle de karantina evresine girenler olarak tuhaf bir yalnızlığın içine de girmiş olduk. Sanırım ilk on gün olağan geliyordu birço-ğumuza, bana da öyle geldi. Geçecek bir süreymiş gibi algıladığımız ve ilk defa yaşadığımız bu du-rumun aslında ağır bir süreç olacağını şimdilerde hissediyorum.

İlk defa derken jenerasyonumuzun tanıklığı üze-rinden ifade etmek istedim. Pandemi gibi salgın, hastalık evreleri dünya tarihinde hep oldu. Bugün de etkileriyle beraber zamanının özelliklerine göre başka bir türlüsünü, Corona adlı sürecini yaşıyo-ruz. Henüz hiç sokağa çıkmadım. Başından itiba-ren gerekli olan önlemleri almaya çalışıp minimum düzeyde, her seferinde sokağa markete vs. kitlesel

ortak kullanım alanlarının olduğu yerlere çok sık girmemek için çeşitli ihtiyaçlarımı önceden tedarik etmeye çalışıp, uzun soluklu geçeceğini tahmin ettiğim karantina izolasyonuma başlamış oldum. Yıllardır gece hayatında çalışan bir insan olarak bu yeni sürece entegre olmaya çalışıyorum. Çünkü fiziki koşullarda her şey çok kısıtlı. Gündelik işle-rimi ve ihtiyaçlarımı bitirdikten sonra çoğunlukla gündemi takip edip çeşitli yazılar okuyorum, hem bu kriz hem öncesi hem sonrası derken değer-lendirmeler yapıyorum. Eminim hepimizin bir çıkarımı vardır. Ben de LGBTİQ+’lar üzerinden olmak üzere günlerdir aklıma düşenleri paylaşmak istiyorum. Öncelikle birinci ayağı var tabi; hepimi-zi birden bu karantinaya getiren sürecin başlangıç evresi…

İki türlü korkunç senaryodan bir tanesi virüsün insan yapımı olduğu, diğeri doğal ama bir şekilde yayıldığı kurgusu. İkisinin de korkunç tarafları var.

Karantina Eşit Mi?Üzüm Derin Solak

Soham Sen

Page 47: Karantina Iilave edelim. • Biberlerin dirilikleri hafiften gitmeye başladığında, mantarımızı da tuz ve pul biberle birlikte tavaya ilave edelim. • Kabuklarını soyup küçük

kaosGL46 // DOSYA: Karantina

Eğer insan üretimi, kasıtlı ya da bir şekilde yan-lışlıkla yayıldığı üzerindense yıllarımızı alacak bir hikâyenin içerisine girmiş oluyoruz. Belki de asla bulamayacağımız ama doğal gelişen bir virüs ise de çeşitli soruları sormuyor değilim kendi adıma. Doğaya çektirdiklerimize ve bir tür seleksiyon gibi baktığımda daha anlaşılır hissediyorum sanki. Çok basit geçtim şu an ama bu iki kurgunun henüz tam olarak ifade edemediğim başka duygulanım-ları olduğunu söyleyebilirim. Doğal olanda kabule geçiş daha kolay gibi. Suçlayıcılığı kalmıyor. Ken-

dimize dönüp neleri nasıl hunharca ve vahşice tükettiğimize dair so-

rular sorduruyor. Hatta bunu bir karma gibi görüp ektiği-mizi biçiyoruz dedirtebili-yor. Bizim hatamızdı diye-biliyoruz bu kadar çevre ve doğa tahribatına bakınca.

Çok şey söylemek mümkün elbette kafalar karışık henüz.

Buralardan mütevellit nedeni ve nasılı ne olursa olsun beni asıl

düşündüren, tüm bu kurguların içinde ciddi anlamda fiziki olarak ve acilen değerlendir-memiz gereken dinamikler var. Bu dinamikler üzerinden çözümler bulmaya çalışmak zorundayız. Bu dinamikler öyle dinamikler ki bu salgın süreci hangi koşulda ve nasıl gelmiş olursa olsun uzun vadede eğer doğru çıkarımları yaparsak virüsün yarattığı ve nasıl çare bulacağız veya bulduk sorula-rından da, sonucundan da önemli.

Durumun nasıl ve neden başladığına dair geçirdi-ğimiz korku ve şok üzerinden ortaya atılan birçok iddiayla gündemimize düşen kesinliği ve doğrulu-ğu henüz olmayan onlarca haber, yazı, bilgi var şu an. Ben de öncelikle belirtmeliyim ki net gözlem-ler yapamıyorum her şey şu an çok bulanık. Bu senaryolarda bir gerçeklik var ise belki bir zaman sonra duyacağız bunları, bilemiyoruz. Bildiğimiz ve gerçek olan tek şey bir virüsün hızla yayıldığı ve ölümcül olduğu. Şu an önlemini almamız gereken tek şey de bu. Dünya ile eş zamanlı bir sürecin içinden geçiyoruz. Görünen o ki bütün dünya halkları bu salgından zarar görecek. Önlemini alan, daha erken davranan, özellikle sistematik ola-rak -mesela başta sağlık sistemi gibi kamuya hiz-met veren alanları daha iyi olan- sosyal devlet poli-tikaları gelişmiş ülkeler tehlikeyi fark ettiği andan itibaren daha az kayıp verecek ya da bu süreci daha

soğukkanlı ve bilinçli olarak daha az panikle dene-yimleyecek. Şu an sınır, coğrafya tanımayan ve çok ürkütücü sonuçların yaşandığı, sistemlerinin daha iyi olduğunu düşündüğümüz, bildiğimiz, tahmin ettiğimiz ülkelerde bile kitlesel can kayıplarının olduğunu görüyoruz. Bu durumda her ne kadar bu yazdıklarım bir anlam taşımıyor gibi görünse de biliyoruz ki birçok ülkenin hükümeti yeterli tedbirleri almadı. Geç davrandı. Yani devletleri yönetenlerin bu kayıplarda büyük payı var. Bizim ülkemiz de bunlardan bir tanesi. Vakaların artış oranıyla beraber kilitlendik. Bilim dünyası ve dev-letler arasında enteresan bir kopukluk var. Birçok bilim insanının bugünleri yaşayacağımızı ısrarla direterek söylemelerine karşın devletlerin ilkel ve bilimden uzak politikaları maalesef içinde olduğu-muz bu karantina günlerine korkulur düzeyde bir giriş yapmamıza neden oldu.

Bir de şöyle ilginç bir yanı var ki, virüs insan ayrı-mı yapmıyor.

Ölümcüllüğünün değişkenlik gösterdiği yaş grup-ları ve bir takım kronik hastalıkları olan insanlar-daki pratikler gibi değişkenler var tabi ama herkese bulaşma ihtimali aynı. Beni bu konuda düşünme-ye iten şey, birçoğumuzda da olduğu gibi ölüm vakalarının binleri bulan ülkelerdeki sonuçlarıdır ve İtalya en keskin örnektir bu anlamda. Salgının hızla yayılması ve yeterli olmayan hastanelerin, sağlık ekipmanlarının etkisiyle kullanımına dair bir gruptan vazgeçme sonucunun ortaya çıkması... Çeşitli haberlerde yaşlı nüfusu daha fazla olan İtal-ya’da daha genç hastaların kurtarılmasına ilişkin yaşlı hastalardan vazgeçileceği başka bir çarenin olmadığı söylemlerine denk geldik. Bu benim en çok düşündüğüm sonuç ve durumlardan bir tane-sidir. Bu, çözümü o an gelişemeyen bir kriz anında alınmış bir karar gibi görünse de, beni; kapitalist, sınıfsal ve toplumsal dünya düzeninin yöntem ve pratik olarak yaşayacağımız, ya-şadığımız durumların tam da ortasına götürüyor. Şimdilerde yaşadığımız bu çağın bütün siste-matik dengelerinin nasıl kilitlendiğini gördüğümüz gibi bir daha nasıl eskisi gibi olamayacağımızın hesabını da yapmaya başladık.

Page 48: Karantina Iilave edelim. • Biberlerin dirilikleri hafiften gitmeye başladığında, mantarımızı da tuz ve pul biberle birlikte tavaya ilave edelim. • Kabuklarını soyup küçük

kaosGL 47DOSYA: Karantina //

Yaşananları sindirmeye çalıştığım bu süreçte nor-mal koşullarda bile dezavantajlı gruplardan olan kadın kimliğim ve trans deneyimimle ilgili anksi-yeteler geliştirdim diyebilirim. Mesela toplumsal cinsiyet normlarında kadın kimliğim ve trans de-neyimim üzerinden eşit olmayan koşullarda; sos-yal, geleneksel, cis seksüel- cis heteroseksüel, ikili cinsiyet normlarının faşist kurallarının olduğu bu yaşam içerisinde hayatının birçok aşamasında en insani haklarından mahrum bırakılan, ikinci sınıf vatandaş sayılan, kadın dünyasında siyah kadın olan, doğurganlık özelliği olmayan, soyağacına kat-kıda bulunmayacak olan, hayatın türlü heveslerini mesela aşk gibi, arzu gibi cinsellik gibi, arkadaşlık gibi, çalışma ve sınıfsal emek alanları gibi para-metrelerinde gözden çıkarılan ben ve benim gibi bana benzeyen/benzemeyen ya da aynı eşitsizlikleri yaşayan, yani bu dezavantajlı olma halini yaşayan

herkes böylesi bir krizde bir salgın sürecinde göz-den çıkartılır mı? Kendi adıma tuhaf bir güvensiz-lik hissettim. Karamsar bir tablo gibi görünse de yaşadığımız tarihi pratikler ister istemez bunları düşünmeme sebep oluyor. Umarım hasta olmam diyorum, hatta daha çok bu yüzden umarım hasta olmam diyorum. Böyle birtakım hissiyatları var işte… Bunlar tabi ki uç noktada olumsuz örnekler, belki de olmaz bilemiyoruz ama hayatta vazgeçi-lenler var bunu biliyoruz. Bu her daim var.

Gelişmişlik ve hukuk alanındaki gelişmişlik son derece önemli. Sistemin eşit olmayan bütün kimlikleri üzerine düşünüyorum. LGBTİ+ queer olmak, kadın olmak, çocuk olmak, etnik anlamda öteki olmak, mülteci olmak, sosyo-ekonomik sı-nıflar içerisinde ezilen olmak… Zincirin halkaları eklendikçe ekleniyor. Bu zincirin eşitlerini kuran hukuk sistemleri güçlü ve köklü olan ülkelerin bazı

Page 49: Karantina Iilave edelim. • Biberlerin dirilikleri hafiften gitmeye başladığında, mantarımızı da tuz ve pul biberle birlikte tavaya ilave edelim. • Kabuklarını soyup küçük

kaosGL48 // DOSYA: Karantina

sınavları daha rahat ve adil atlattığını görebiliriz. Komünlerin ve gettoların dünyanın birçok merke-zinde bir tarihi var. Aslında birçok evrensel hukuk kazanımları da bu bahsettiğim zinciri oluşturan tüm öteki insanlığın mücadelesinden çıkmıştır. Bizler tek bir şey değiliz. Bir sürü özelliğimiz ve bir sürü kimliğimiz var. Hiçbir kimlik ve ötekilik hali birbirinden bağımsız gelişmiyor da. Bu eşit mağduriyetlik üzerinden çıkarımlarımız olabileceği gibi, LGBTİ+ queerler üzerinden çok keskin ör-nekler verebiliriz.

Görüldüğü gibi böylesi kriz dönemlerinde, savaş-larda, doğal afetlerde kitlesel olarak etkilendiğimiz her durumda olayın kendi fiziki gerçekliği bir yana en çok eşit olmayan dezavantajlı yanlarımızdan hissediyoruz. Kilitlendiğimiz karantina salgın evresi krizi ve öncesinde yaşadığımız hayat dene-yimlerimizde çok ciddi benzerlikler olduğu için de bunları yazıyorum. Ki eğer bir dirence ihtiyacımız var ise de belki hafıza taramaları yapmamız bizleri direngen ve güçlü hissettirebilir.

Öncelikle dayanışma gücümüzü hep canlı tutma-lıyız ki bunu hep yaptık. Bu tatlı ezberlerimizden biridir. Aylara yayılacağını düşündüğümüz bu sü-reçte buna çok ihtiyacımız olacak. Şimdilerde çok duyduğumuz ve önlem olarak uyguladığımız sosyal mesafe kuralını bizler hep yaşadık mesela. İnsanlar bizlere hep sosyal mesafeliydi. Çok alışık olduğu-muz pratikleri var bu hikâyede. Kabul edelim ki bizlere hep hastalıklı gözüyle de bakıldı. Eşcinsellik bulaşıcıdır söylemi en bariz örneklerinden biridir. Henüz bulaşanını görmedik (burada ciddi güldüm bu arada). Trans olanlar, cinsiyet kimliği ve yöne-limleri üzerinden özneler, bir şekilde yaşam alanla-

rından çıkartıldılar. Yurtlarından atılan öğrenciler oldu. Özellikle trans deneyime sahip kadınlar hâlâ öldürülüyor (yazımı toparlarken bir trans kadın intiharı haberi okudum). Beden uyum süreçlerimi-ze dair sağlık alanında ve hukuk alanında çok ciddi kurumsal problemlerimiz var. Bir virüsün aşısı bulunamayadursun; bu süreçlerde kaybettiğimiz, adlarını unuttuğumuz, haberimiz bile olmayan in-sanlar var. Bedenlerimiz, hayallerimiz, geleceğimiz hepsi yalnız ve cis heteroseksizmin faşist tarihine ve sistemine ipotekli. Bizlerin yaşam güvenliğiyle ilgili bir yasamız, yasal koruyanımız ya da güvencemiz yok. Bin türlü gerçek… Tam da bu noktalarda bir şeyler çok kesişiyor işte… Mesela nefret… Nef-retin ve bugünlerde içinde bulunduğumuz salgın sürecinin çok benzerliği var; ikisinin de ürettiği çaresizlik ve ötekileme durumu gibi... Türkiye’nin herhangi bir noktasında yaşayamazsınız mesela, dünyanın da benzer şekilde bağnaz bir noktasın-da... Ev vermezler hastasınızdır diye. Devlet me-muru olmak zordur açık kimlikli bir eşcinselseniz. Erkek eşcinsellerin sicillerine işlenen bir çürük raporu vardır. Çocukluğunuzdan itibaren yaşarsı-nız bütün bu olanları. Bir kere bu ülkenin devleti-nin ve toplumunun hesap vermek zorunda olduğu kadın cinayetleri var. Karantina sürecinde bile bu ülkede her gün birden fazla kadın öldürülüyor sokak ortalarında, başka insanların gözleri önünde, evlerinde. Bu coğrafyaların virüsten daha tehlikeli bir erkek/erk/ataerk şiddeti sorunu var. Virüsten daha tehlikeli değil mi? Yani kocaman bir deneyim var elimizde, dediğim gibi aynı şey değil tabi ama ne kadar benziyor. Bu iki virüs nefret ve Korona. İkisinin de ölümcül tarafları var. Biri yeni türedi ve gidecek bir şekilde. Diğeri hep vardı. Biri çok ente-resan tamamen insan yapımı. Yani fobiler, nefrete dayalı olan her şey nasıl ve ne zaman gideceğinden emin değilim. Yazımın başında belirtmiştim doğal seleksiyondan gelişen virüs senaryosunu daha ma-sum buluyorum. Etkileri aynı olsa da…Ama insan yapımı olduğunda eşitsizlik kurgularım başlıyor…

Karantina… Herkesin karantinası eşit mi?

Tabii ki eşit değil. Çalışmaya mecbur bırakılan ve devlet eliyle salgına açık hale getirilen binlerce işçi var mesela. Yaşamak için gerekli temel ihtiyaç-larımız ve bunların karşılanmaması... Beslenme, barınma, vergilendirilmiş bir sürü fatura, ödenmesi zorunlu ev kiraları, olası borçlar krediler vs. Sadece birkaç haftayı, bir ayı, aylık döngüleriyle götürmek zorunda kalan insanlar ne yapacak? Tam da bu ge-

Page 50: Karantina Iilave edelim. • Biberlerin dirilikleri hafiften gitmeye başladığında, mantarımızı da tuz ve pul biberle birlikte tavaya ilave edelim. • Kabuklarını soyup küçük

kaosGL 49DOSYA: Karantina //

lir eşitsizliğinde LGBTİQ+’lar ne yapacaklar mese-la? Aile düzeni içerisinde var olanların da hikayeleri bir yana, ailelerinden yaşadıkları fobiler nedeniyle tamamen göç etmek zorunda kalıp yalnızlaşan kişiler ne yapacak? Bin bir zorlukla eğitim hayatı-na giren, üniversitelerde okuyan bu öğrenciler ne yapacak? Trans deneyime sahip özneler süreçlerini nasıl devam ettirecekler? Toplumsal ahlakın tüm yıkıcı ve öldürücülüğü ile hayatlarının her anında hiçbir can güvenliği olmayan trans deneyime sahip kadınlar ne yapacaklar? Aile içi nefrete, şiddete, fobilere neden olacak kapalı bir evreden mi geçiyo-ruz? İşlerimizden mi olacağız? Tam olarak ekono-mik dar bir süreç yaşadığımız gibi kimliklerimiz ve yönelimlerimiz üzerinden yine fobilerle karşı karşı-yayız. Birkaç hafta sonramız, birkaç ay sonramız… Geleceğimize ilişkin bir sürü şey… LGBTİQ+’lar cinsiyet kimliği ve cinsel yönelimleri ile de tüm ezilenlerle ekonomik bir yerden aynı psikolojik baskı ve faşizmini yaşamış olsa da psikososyal ve kültürel sınıf deneyimlerinin bir hayli farklılıkları var.

Bu yazdıklarım ortalama hepimizin içinden geçen-lerdir diye tahmin ediyorum. Hali hazırdaki ger-çekliklerimiz… Evet mikro ya da makro dayanış-ma biçimlerimizi hep canlı ve diri tutmalıyız. Ben sadece bu yaşadığımız hikâyenin sonuçları, etkileri ve kayıpları üzerinden değil, daha geniş bakmamız gerektiğine de inanıyorum. Açı ölçerlerimizi hep geniş açalım. Belirttiğim gibi zaten hayatın de-zavantajlı grupları olarak birçok yükünü taşırken öncesinde, şimdi tam da kırmızı alarm sinyali ve-ren bu çıkmazdan çıkmaya çalışırken, olabildiğince zamansız mücadele biçimleri üzerine kafa yormalı-yız. Sınıfsal mücadele içinde kimliksel yönelimsel öznelik hallerimiz dışında da halleşmemiz gereken sorunlarımız var. LGBTİ+ Queer hareketin kişisel olarak gözlemlediğim eksik mücadele alanlarından biridir bu. Daha fazla sınıfsal ve feminist bir mü-cadele döngüsü ve kurgusu içinde de yol almamız gerektiğine inanıyorum ben. Evet belki birçok şey değişti, değişecek her alanda. Belki insanlık tarihi yeni bir boyut kazanıyor, belki de tahmin bile edemediğimiz yeni bir sistemin içine giriyoruzdur. Şimdilik zamana bırakarak ama unutmayarak…

Mücadele bitmiyor değil mi?

Velev ki eşcinselsin, velev ki transsın, velev ki biseksüelsin, velev ki+, velev ki queersin… Velev ki…

Bunlar bize çok şey hatırlatıyor. Bir dönem onur yürü-yüşlerinin dövizle-riydi. Gezi olaylarından sonraki onur yürüyüşlerinde çok kullanılmış ve çok ses getirmişti. Yazım içerisinde zaten hali hazırda yaşamış olduğumuz mağduriyet-ler ve yaşam pratiklerimizdeki etkilerinden bahse-derek Korona süreciyle benzer bulduğum etkileri ifade etmek istedim ki, bıkarcasına deneyimledik çok türlü çaresizlik dönemlerini. Bu zamana ka-dar yazdıklarım üzerinden içinde bulunduğumuz psikolojik sürecin bizler üzerinde yarattığı etkisiyle beraber yineliyorum ve hiçbir hak ve yaşam mü-cadelesinden vazgeçmeyerek ek olarak diyorum ki, velev ki karantinadayız!

Toplumsal olarak kayıplarımız var, tüm dünyanın olduğu gibi. Umarım ki olabildiğince kolay ve kayıpsız atlatabilelim bu süreci, temennimiz bu elbette ama insanlık tarihi ve tüm medeniyetler her zaman benzer hatta daha korkunç süreçlerden de geçti. 21. Yüzyıl’da bile halen süren savaşlar var açlıktan ölen yüz binlerce insan var. Koronanın bugün bizi çok ürküten, üzen kitlesel can kayıpları olduğu gibi farklı hastalıklardan da her gün ölen binlerce insan var dünya genelinde. Şu an bir virü-sü kendimize çok yakın hissediyoruz ama görebile-ceğimiz çok daha büyük gerçekler de var…

Özetle peki nedir o gerçekler?

Mücadelenin devamlılığı, insanı ve doğayı koruya-bilen,

Mücadelelerimizi anlamlı ve eşit kılan her şey…

Yazalım, çizelim, fotoğrafını çekelim, kaydedelim tarihe not düşelim… Paylaşalım.

Bugünlerde böyle şeyler geçti aklımdan paylaşmak istedim sevgiler…

Son olarak, queer eğlence dünyasının performans çalışanları ve sanatçıları için karantina sürecinde destek amacıyla oluşturulmuş dayanışma çağrı platformlarını takip edelim, dayanışmamızı sürdü-relim.

Page 51: Karantina Iilave edelim. • Biberlerin dirilikleri hafiften gitmeye başladığında, mantarımızı da tuz ve pul biberle birlikte tavaya ilave edelim. • Kabuklarını soyup küçük

kaosGL50 // DOSYA: Karantina

Kapasite Geliştirme Toplantıları

COVID-19 krizi başladığından beri mail üstü-ne mail atan Avrupa’nın en büyük LGBTİ+ çatı örgütü ILGA-Europe, internet ortamında birçok bilgilendirme ve kapasite geliştirme toplantısı düzenliyor. İş planlarımızı bu karantina düzenine nasıl adapte ederiz sorularının cevaplarına; kriz

yönetimi, kriz durumunda örgütsel iletişim; mev-cut durumda bütçe kısıtları ve yapılabilecekler gibi birçok konuda LGBTİ+ örgütlerinin mevcut ka-pasitesini arttıracak webinarlara ILGA-Europe web sayfasından ulaşılabilir.   

Esnek Fon Talepleri

Batı Balkanlar ve Türkiye LGBTİ+ Eşit Haklar Derneği ERA ise COVID-19 krizi başlar başlamaz yememiş içmemiş hemen Avrupalı fon verenlere hitaben bir metin kaleme almış. Metnin başında LGBTİ+ toplumu içinde de evsizinden, engelli-sine, seks işçisinden, mültecisine bir sürü farklı sorunla uğraşan kişi var; biz zaten devlet hizmet-lerinden de en az yararlanabilen grubuz, bu sosyal izolasyon biz mahvetti demişler. Sonrasında da tüm fon veren kurum ve kişilere, halihazırda fon veriyorlarsa bunun raporlama süreci, harcama

Duydun Mu? Lubunyalar Neler Yapıyormuş!

Damla Umut Uzun

Çok değil daha bir ay öncesine kadar sokaklara çıkıyor, işlerimize okullarımıza gidiyor, arkadaşlarımızla öpüşüp koklaşıyor, dışarıda deliler gibi sürtüp sosyalleşebiliyorduk. Ama kendi deyimimle #TravellerKo-rona / #GezginKorona ne yaptı etti birkaç ay içinde elden ele, ciğerden ciğere tüm dünyaya yayılmayı başardı. O şimdi yöresel lezzetler peşinde Anadolu’yu yaldır yaldır dolaşan yemek ve kültür programları gibi Türkiye topraklarında cirit atarken evde kalabilme lüksü olan çoğumuz da içerde delirip gitmeyelim diye türlü türlü işlerle uğraşıyoruz. 

Oturduğum yerden takip ettiğim kadarıyla bu süreçte her birimiz ya ekmek ve yoğurt mayalamaktan helak olmuş organik sapıklara ya yoga ve meditasyonla içine içine bakmaktan büzüşmüş spiritüel tespih böceklerine ya da hiçbir şey yapmama özgürlüğümüz çerçevesinde sabahtan akşama tavana bakmaktan ruhsuz birer köşe yastığına dönüştük. Canımız sağ olsun bir tanem!

Bu süreçte Türkiye’deki LGBTİ+’lar ve dernekler de evde sıkılan, bunalan, çalışamadığı için ekonomik olarak zorlanan lubunyalara özel çeşitli girişimlere başladı. Ben de durur muyum Kaos GL’nin uluslarara-sı ilişkilerden sorumlu vekil danışmanları kurulu prezıns prezidınsı olarak, bugün bizler için “Yurtdışında lubunyalar neler yapıyor? Var mı şöyle örnek alabileceğimiz çorlayabileceğimiz bir fikir?” diye kendime sormak suretiyle yaptığım araştırmaları paylaşacağım. 

Gelin bu bilgilendirirken tokatlayan madilik yolculuğuna birlikte çıkalım.

(Aşağıdaki her etkinlik internet ortamında gerçekleşiyor o yüzden her başlığı “Online” parantezine aldım birbirine çarpıyorum gibi düşünün.)

Page 52: Karantina Iilave edelim. • Biberlerin dirilikleri hafiften gitmeye başladığında, mantarımızı da tuz ve pul biberle birlikte tavaya ilave edelim. • Kabuklarını soyup küçük

kaosGL 51DOSYA: Karantina //

kısıtları, aktivite çıktıları gibi beklentilerini esnet-meleri; LGBTİ+ örgütlere ve kişilere ulaşıp bu sü-reçte değişen/dönüşen ihtiyaçlarına göre kaynaklar yaratmaları; acil durum fonları oluşturmaları için çağrıda bulunmuşlar. 

Eee dezavantajlı dezavantajlının halinden anlar tabi annem, bazı tuzu kuru queerler karantina başlar başlamaz online eğlence peşine düşüp ‘balkondan balkona nası süpet alıkırım’ın derdindeyken bizim gibi AB kapısını eşeleyen Balkan ülkeleri nasıl kar-nımızı doyursak derdine düştü... 

Gençlik Odaklı Paneller

Refah seviyesi yerinde batı ve kuzey Avrupalı LGB-Tİ+ gençlerin bir araya gelmesinin ve kendini iyice yırtanların ‘genç liderler’ olabilmesinin önünü açan gençlik ve LGBTİ+ örgütü IGLYO da Nisan sonunda bir dizi online öğrenme panelleri düzenli-yor. #IGLYOeLearning hashtagiyle sosyal medyaya salındırdıkları çağrılarında, üye örgütlerine birer saatlik interaktif katılımlı bir panel serisi fırsatı sunuyorlar. 

(i) LGBTİ+ gençlere online hizmetler sağlıyorsa-nız, bu hizmetler nelerdi? Şimdiye kadar yüz yüze yaptığımız şeyleri internet ortamına nasıl taşıyabiliriz?

(ii) Ergenler veya ergenlik öncesi kişilerle çalışı-yorsanız, bunu genç yetişkinlerle çalışmaktan ayıran şeyler nedir? Zorlukları ve avantajları nelerdir? (ne geçecekse elinize bunu öğrenin-ce…)

(iii) Cinsellik ve eğitim konusunda çalışıyorsanız, bu konuda sivil toplum örgütleri ve okullar arasındaki fark nedir? LGBTİ+ gençler için cinsellik ve ilişki eğitimleri nasıl olabilir?

(iv) Küçük bir taban örgütlenmesinden büyük bir örgüte dönüşme yolundaki zorluklar nelerdir? Büyük başın derdine kendimizi nasıl hazırlaya-biliriz? 

Şeklinde birbirinden ilginç ve bir saat içinde din-leyenleri şahlandıracak konu ve konuklarla IGL-YO’cum gene yapmış yapacağını. Fakat yönetim kurullarını gezdirmek dışında yer yer güzel işlere de imza atıyorlar; araştırırken haberdar oldum, kendilerinin Mayıs ayı için güzel bir farkındalık kampanyası olacakmış. 

15-22 Mayıs Avrupa HIV test haftası imiş, IGLYO da bu tarihler için tüm partner ve üye dernekle-ri test çalışmalarını yaygınlaştırmaya çağırıyor. Online olarak #EuroTestWeek hashtagiyle başla-tacakları kampanyada “HIV testi olmanın neden önemli olduğu, düzenli test olmanın yararları, kişinin kendi HIV statüsünü bilmenin önemi, bunun cinsel sağlığımızdaki yeri ve test olmamış kişilere vereceğiniz tavsiyeler” şeklinde çeşitli ko-nularda hazırlanacak videolarla özellikle LGBTİ+ gençleri bu konuda bilinçlendirmeyi amaçlıyorlar. Hadi bakalım çeşitliliğinize, kesişimselliğinize taş değmesin güzellerim benim diyor ve bir başka iyi örneğe geçiyorum.  

Translara Yönelik COVID-19 Rehberi

2003 yılında trans aktivistler tarafından ABD’de kurulan National Center for Transgender Equa-lity ise trans kişiler için çok faydalı ve dolu dolu bir COVID 19 rehberi yayınlamış. Rehberin giriş kısmında LGBTİ+’ların ve spesifik olarak trans-ların sağlık araştırmalarından elde edilen verileri paylaşılmış ve ayrımcılığa uğrama potansiyelleri dolayısıyla transların sağlığa erişim haklarının önündeki engellerden bahsedilmiş. 

‘Harekete geçme’ kısmında ise sırasıyla ve detayıyla şu bilgiler yer alıyor: (i) içinde bulunduğunuz tüm koşulları göz önüne alarak kendinize göre bir risk analizini nasıl yapmalısınız; (ii) COVID-19’dan korunmak için hijyen kuralları; (iii) kendinizde be-lirtileri görürseniz ne yapmalısınız; (iv) transların ihtiyaçlarına yönelik bir evde karantina kiti nasıl hazırlamalı? Günlük ihtiyaçlar, tıbbi ihtiyaçlar,

Page 53: Karantina Iilave edelim. • Biberlerin dirilikleri hafiften gitmeye başladığında, mantarımızı da tuz ve pul biberle birlikte tavaya ilave edelim. • Kabuklarını soyup küçük

kaosGL52 // DOSYA: Karantina

yasal ihtiyaçlara göre neleri hazır bulundurmalı-sınız; (v) eğer geçiş ameliyatınız bu döneme denk geldiyse ve olamıyorsanız neler yapabilir, nereye başvurabilirsiniz?

Tüm bu süreçleri adım adım anlattıktan sonra ise tematik konularda transların yararlanabileceği kaynaklar listelenmiş: LGBTİ+ farkındalığı olan doktorlar ve hastaneler listesi veya size bu konuda yardımcı olabilecek derneklerin iletişim bilgileri; COVID-19’a ilişkin yararlanılabilecek genel sağlık bilgileri; barınma sorunları olması durumunda iletişime geçilecek kurumların iletişim listeleri; ruh sağlığı konusunda iletişime geçilecek kurum ve ki-şilerin iletişim bilgileri; ABD’deki işsizlik yardımı, öğrenci bursları, kira yardımı vb. gibi durumlara ilişkin resmi kurumlara başvurma yolları; ücretsiz veya düşük ücretlerle internet erişimine dair ipuç-ları; LGBTİ+ aileleri ve mülteci LGBTİ+’lar için spesifik rehberler.   

Rehberin en sonunda ise acil durumlarda bireysel veya örgütsel olarak başvurulabilecek LGBTİ+’ları veya spesifik olarak transları desteklemek için oluş-turulmuş fonlar listelenmiş. 

LGBTİ+ Yaşlılara yönelik İpuçları ve Kaynaklar Rehberi

ABD’nin LGBTİ+ yaşlılık alanında çalışan en kap-samlı kurumu SAGE de LGBTİ+ yaşlılara yönelik bir COVID-19 rehberi yayınlamış. National Cen-ter for Transgender Equality’nin translara yönelik rehberine referanslar veren bu kısa ipuçları metni, yaşlılar için farklı olarak şöyle tavsiyeler içeriyor: (i) ihtiyaç durumunda iletişime geçeceğiniz bir ileti-şim kişisi seçin ve nasıl iletişime geçeceğinizi belir-leyin; bu konuda varsa komşularınızdan da yardım alın, (ii) kaldığınız yerden ayrılmanız durumunda gidebileceğiniz yeni bir yer araştırın; eğer bir ba-kımevinde kalıyorsanız size bu konuda yardımcı olmalarını isteyin. 

Bu tavsiyelerden sonra da yaşlı LGBTİ+’ların ya-rarlanabileceği yemek, barınma, sağlık hizmetleri sağlayan kurumların bir listesini vermişler. 

Queer Kabare

Şimdilerde Türkiye’de de güzel örneklerini gör-meye başladığımız türlü çeşit online partiler, DJ performansları, drag gösteriler düzenleniyor. Zoom, Skype, vb. gibi çeşitli görüntülü konuşma uygulamaları üzerinden partileme fikrini ilk çıka-ranlardan biri İngiltere’den bir LGBTİ+ aktivisti Dan Glass imiş. 

Glass bireyi, 2008 yılında İngiltere başbakanının çevre konusunda verdiği sözleri tutmasını temsilen bir davette elini yapıştırıcıyla başbakana yapıştır-mış, hatta daha öncesinde de meclis çatısında çe-şitli eylemler yapmış bir aktivistmiş. Geçmişinden gelen halihazırdaki popülerliği ve iletişim bağlantı-ları sayesinde, Mart sonunda internet ortamındaki en yüksek katılımlı ve ilk kabare şovunu düzen-lemişler. Sosyal izolasyondan sıkılıp bunalan ve Londra’dan Tel Aviv’e, Johannesburg’tan San Fran-cisco’ya kadar uzanan coğrafi bir çeşitlilik içinde yaklaşık 1000 kadar LGBTİ+ performans sanatçısı bu kabareye katılıp performans yapmışlar. 

Bizde de performans sanatçılarımız canımız drag-larımız ortak bir platformda buluşsa da online pavyonlar, türkü bar konseptleri, arabesk geceleri neyin yapsalar keşke. Biz de tip’leye tip’leye seyrine baksak.

LGBTİ+ İçerikli Belgeseller

Cinsel yönelim ve cinsiyet temelli kampanyalar düzenleyen bir ağ olan SOGI Campaign de ken-di websitesinde LGBTİ+ içerikli belgesel ve film listeleri yayınladı. Şu süreçte tüm sosyal medyayı saran film ve dizi önerilerinden bıkmadıysanız bu listelere de bir göz atabilirsiniz. Belgeselleri yaşlılık, din ve inanç, aile, tarih, zorbalık vb. konularına ve konu aldıkları coğrafyalara göre kategorileştirmesi açısından incelenebilir bir liste.  

Kapanış Niyetine

Bu yazıda, her telden güzel girişimleri derlemeye çalıştım. Bunları araştırırken lezbiyen kitap okuma grupları, online karaoke ve tombala partileri, ins-tagram yayınlarını nasıl daha etkili kullanabiliriz üzerine kısa eğitim videoları gibi birçok başka ya-ratıcı girişime de rastladım. Tüm bunlar ve merak ettiğiniz diğer her şey için sizlere Google uygula-masını öneriyorum. Hepinizi seviyorum. (kür)

Not: yazıdaki abartılar ve hadsiz yorumlar tamamen güllüm amaçlıdır ciddiye alıp beni ifşalamayın. Hadi naş!

Page 54: Karantina Iilave edelim. • Biberlerin dirilikleri hafiften gitmeye başladığında, mantarımızı da tuz ve pul biberle birlikte tavaya ilave edelim. • Kabuklarını soyup küçük

kaosGL 53DOSYA: Karantina //

Balkon çocuğu tabirini ilk kez lise çağlarımda Ata Demirer’in stand-up gösterisinde çocukluğunda yaşadığı bir anıyı anlatırken mahallesindeki -sonra-dan eşcinsel ve modacı olduğunu öğrendiğimiz- bir çocuktan bahsettiğinde duymuştum. Kastedilen, çocukluğunu sokakta diğer çocuklarla oyun oyna-maktan ziyade, evde veya balkonda geçirenlerdi. O an şaşırmıştım, geçmişim konusunda yalnız olma-dığımı hissettim. Bunun tekil bir deneyim, bir ka-der olduğu düşüncesindeydim. Etrafımda kendim gibi biri olmaması da bunda etkiliydi. Sonraları da balkon çocukluğunun altında yatan parametreleri çok daha belirgin bir biçimde anlayıp tanımlamaya başlayabildim.

Çocukluğa dair imajlar her ne kadar cıvıl cıvıl olsa da, çocuk dünyasının acımasız yanları çok konu-şulmak istenmez. Hele ki erkek çocuklar arasında sertlik, acıya dayanıklılık, yeri geldiğinde saldırgan olabilme grupta tutunmanın temel kriterleridir. Bunun dışında olmak demek, içeridekilerin hedefi olmakla çoğu zaman aynı anlama gelir. Çünkü gri alan pek yoktur. Çocuklar o dönemki bilişsel becerileri ve ahlak gelişimleri sebebiyle somut ve-riler üzerinden yargıda ve eylemde bulunurlar. Ne giydiğin, sesinin tonu, topa nasıl vurduğun, biri sataştığında nasıl bir karşılık verdiğin gibi sürekli somut performans gerektiren bir gerçeklik vardır. Farklı olana verdikleri tepkiler üzerinden bir ta-

Balkon ÇocuğuErdi Ker

Page 55: Karantina Iilave edelim. • Biberlerin dirilikleri hafiften gitmeye başladığında, mantarımızı da tuz ve pul biberle birlikte tavaya ilave edelim. • Kabuklarını soyup küçük

kaosGL54 // DOSYA: Karantina

nım oluşturma ihtiyacı doğrultusunda çocukluk döneminde verilen kararlar, genelde çoğunluğun tepkisini göze almamayı ve iradesizce zorbalığa dönüşme eğiliminde olabilir. Burada kasti geçen zorbalık sadece fiziksel bir müdahale değil; yok sayma, dedikodusunu yapma, cephe oluşturma gibi psikolojik şiddet boyutunda da gerçekleşebilir.

Bu tabloda heteronormatif erkek kalıplarının dışında kalan oğlan çocuklar için bulunduğu muhitin sosyoekonomik demografisine göre belli alternatifler oluşuyor. Kendini dışlamayan arkadaş-lar edinebilir (bu genelde kızlar olur), ki daha çok göze batmasına da sebep olabilir. Oyunu kuralına göre oynamaya çalışabilir ve rol yapabilir. Hetero-normatif erkek kalıplarına uymamanın eksikliğini (!), arkadaş gruplarının maskarası, dert dinleyeni, her işe koşanı vb. olarak telafi etmeye çalışabilir. Veya şu an dünyanın dörtte birinden (27.03.2020 bbctürkçe verisi) resmi olarak beklendiği gibi, ken-dini eve kapatabilir.

Paylaştığım tabloda eve kapanmak, verilmiş bir karardan ziyade buna mecbur bırakılmayı daha çok çağrıştırıyor. Tıpkı şu an biyolojik olarak canlı kategorisinde sayılması bile tartışmalı olan bir for-mun insanlığı karantinaya mecbur bıraktığı gibi. O dönem yaşadıklarımın gelecekte bana bir avan-taj olarak döneceğini tahmin edemezdim açıkçası. Dış dünyadan beklentiyi azaltmak, kendi kendine yetebilmeyi öğrenmek, başkalarından farklı bir gerçekliğin olduğunu kabullenmek…

Şüphesiz şu an aynı yerde değilim. Geçmişin sa-vunma mekanizmaları bugünün güçlendiricisi olabiliyor. Zor yaşam deneyimleri insanları daha

dirayetli kılıyor. Genele baktığımızda da online dayanışma hiç olmadığı kadar fazla ve büyük şehir-lerde yaşayanlar kadar, küçük yerleşim yerlerinde yaşayanları da kapsayabiliyor. Arşivini kullanıma açan platformlar, online buluşmalar hiç olmadığı kadar fazla. Herkesi kapsayan bir tehdit olduğunda dönüşüm ne kadar da hızlı olabiliyor!

Eril kültürün ortak bir tehdit olduğu konusunda uzlaşmak için önümüzde daha çok zaman var gibi görünüyor. Ama insanların empati becerisinin sağlayabileceği dönüşüme dair her zaman umu-dum var. Doğaya verdiğimiz tahribat, kapatılmış mekânlar (hayvanat bahçesi, huzur evi, engelli merkezleri), toplumda dezavantajlı olanlara (şu an özellikle ekonomik olarak) yönelik yazılıp çizilen-ler eskisinden daha fazla. Bir noktada dezavantajlı olmamın öğrettiği dirayetle, hayattaki sınavı “ço-ğunluk” olmak olan bireylere kriz durumlarında vizyon oluşturabilmek belki de bu yaşananların anlamlarından biridir.

Yazdıklarımı sevgili psikodrama hocam Ejder Yıl-dırım’ın aklıma kazınan bir sözüyle sonlandırmak istiyorum. “Krizler yaşandığı an zordur ama son-rasında işlendiğinde çok kıymetlidir.” Krizin yarat-tığı duygusal bulanıklık duruldukça, çöken tortu katmanları da daha belirgin olacak. Hayatın kendi kendimizle baş başa kalmaya zorladığı bu süreçte hayaletlerimizle hiç olmadığı kadar yüzleşmek zo-runda kalabiliriz. Belki bir balkon korkuluğunda bile karşılaşabiliriz. Onları yüzleşerek görünür kıl-dığımızda, korku ve tedirginlik yerini daha stabil bir ruh haline ve daha bütüncül bir kendiliğe bıra-kabilir. Değişimin her zaman daha güzele olacağı inancıyla…

Page 56: Karantina Iilave edelim. • Biberlerin dirilikleri hafiften gitmeye başladığında, mantarımızı da tuz ve pul biberle birlikte tavaya ilave edelim. • Kabuklarını soyup küçük

kaosGL 55kaosGL 55DOSYA: Karantina //

Şevval selam, karantina süreci seni nasıl etkiledi?

Ben çok paniklememekle beraber elbette ilk olarak bir korku yaşadım virüsten ve etkilerinden dolayı. Fakat ka-rantina süreci korkutucudan ziyade başka bir sürü şeyi de sorgulamama sebep oldu; ekoloji, geleceğe dair tahminler teoriler, insanlar arası ilişkiler ve sürecin faturasının hele hele bu coğrafyada çok ağır sonuçlarının olabileceği gibi ama ben dünyanın en drama istemeyen insanı olduğum için daha çok bu süreci nasıl doğru değerlendiririz filan gibi düşüncelere gark ediyorum kendimi. Hong Kong metrosuna bir yazı yazmışlar; “Normale dönmek için ça-

Karantinada Biraz Müzik Biraz PartiRöportaj: Tanju Tariz

İstanbul queer eğlence hayatındaki DJ performanslarından birçoğumuzun tanıdığı Şevval Kılıç ile karantina dönemi deneyimlerine ve eğlence sektöründeki lubunyaların neler yaşadıklarına

dair konuştuk.

Gullümü ve müziği bol olan bu röportajda dayanışma var, dans var, âşık olunası DJ’ler var; e ne duruyorsun, hadi oku lubunya!

balamayın, o ‘normal’ yüzünden oldu her şey, o ‘normal’ çok kötüydü, büyük resmi görün!” gibisinden… Normal-de bu tarz şeylerden hiç hazzetmem ama bu duvar yazısı bana baya isabetli geldi mesela.

İş hayatın nasıl etkilendi?

Salgının ilk ve en büyük ekonomik etkilerinden biri, benim ve benim gibi gece çalışan, eğlence sektöründe olan garsonundan tut bar çalışanlarına kadar büyük bir grubun gelirinin anında durması oldu. Üstelik bunun kısa sürede de iyileşeceğine dair bir öngörüm yok maale-

Page 57: Karantina Iilave edelim. • Biberlerin dirilikleri hafiften gitmeye başladığında, mantarımızı da tuz ve pul biberle birlikte tavaya ilave edelim. • Kabuklarını soyup küçük

kaosGL56 kaosGL56 // DOSYA: Karantina

sef, mekânların toparlanması ve çalışanları ile eski rutine dönmesi zaman alacak gibi görünüyor. Amaaaaaa! Şeke-rim biz lubunyayız, survival canlılarız… Biz ne salgınlar, hiv pandemileri görmüş atlatmış bi komüniteyiz, bu süreci de gerek dayanışarak gerek birbirimizi iyileştirerek geçireceğiz/atlatacağız, eminim.

Karantina günlerinde Şevval’in bir günü nasıl geçiyor? Evde kalmak senin için nasıl bir deneyim?

Evde kalmak beni nasıl etkilesin ben zaten ev kızıyım:) O yüzden uzun bir süre hiçbir sorun yaşamadım. Za-ten kaçırdığım hiçbir şey de olamazdı bu sefer, çünkü herkes evindeydi. Ama bu bir zorunluluk olduğunda asi bünyelerde sıkıntı yaratıyor tabii bir süre sonra; kendini eğlendiremez yapacak şey bulamaz hale de gelebiliyor insan. Ben yine de iyi idare ettiğimi düşünüyorum, zaten günlük rutinlerim var. Kahve çok önemli sonra ‘coffee rush’ esnasında birkaç saat muhakkak müzik dinliyorum, asla temizlik yapmıyorum. Önceden hiç kimseyi bu ka-dar sık aralıklarla görmüyordum şimdi herkesi her gün görüyorum, çünkü zoom… Her hafta partiliyorum, çün-kü zoom… Arada çalışıp para bile kazanıyorum, çünkü zoom… :)

Karantina günlerinde online partiler organize ettiniz değil mi? Pembe Hayat’la birlikte sanırım…

Bizim bu dut kavminin gullüm ihtiyacı (büyüktür) “global pandemi” biliyorsunuz. Elbette karantina kural-larını aşmadan ilk olarak Pembe Hayat KuirFest bir set hazırlamamı istedi. Buradan1 dinleyebilirsiniz, sonrasında hâlihazırda beraber partilediğimiz arkadaşlarımdan onli-ne parti teklifi aldım, iyi ki aldım iyi ki çaldım! Önceleri baya bir çekincem vardı çünkü bu online partilerin sanı-rım ilkiydi ve asla bir şey öngöremiyordum nasıl olaca-ğına dair. Fakat o-lllllllllllaaaaaaaayy bir partiydi! ‘Play’e bastığım anda insanların dans etmeye başlaması tüyleri diken diken eden bir deneyimdi. Katılımcılar için de benim için de eğlenceliydi, herkes en güvenli alanı olan evindeyken nasıl olmak istiyorsa öyle katılıyordu partiye. Daha fazla detay veremeyeceğim, dut kavmi az edepsiz biliyorsunuz. Bu arada takip etmek ve partilerine katıl-mak isterseniz şuraya İnstagram hesaplarını bırakayım.2

Dayanışma ağı kuruldu, bu ağ nasıl kuruldu? Neden kuruldu ve bundan sonra nasıl işleyecek?

queerwaves olarak -yani 5 lubunya-, bu süreçten kötü etkilenen, herhangi bir geliri sosyal güvencesi olmayan

1 https://soundcloud.com/deeplysubmissive/kara-n-tina-by-sevval-kili-c-for-kuirfest

2 https://www.instagram.com/clubcoweed/?hl=tr

arkadaşlarımız için bir şeyler yapmak istedik. Arkadaşları-mız diyorum çünkü bu bir “LGBTİ’yi kurtaracağız” gibi bir şey olmasın istedik, elimizin uzanabildiği, tanıdığımız birileri olsun... Hatta küçük bir grup olsun, 10 kişi olsun ama anlaşılır bir yardımımız olsun dedik. 10 kişiye 4-5 ay boyunca 1000’er lira gibi bir şey ödeyebilelim; devam-lılığının olmasını umduk. Çünkü bu sürecin 1 ay sonra hemen eskisine dönmeyeceğini düşünüyoruz. Dolayısıyla bu sayıyı sabit tutmayı diliyoruz. Herkesin kendi daya-nışma ağını/yöntemini geliştirmesini, naçizane bu kam-panyanın bir örnek olmasını istiyoruz. Bu kampanyayı para transferi konusunda kolaylık sağlayan ve şeffaflık konusunda tutumlarına inandığımız bir online platform-da açtık. Buradan elde edilecek gelir herkesin/hepimizin tanıdığı, DJ, drag performans sanatçısı, bar ve servis isçisi lubunya arkadaşlarımıza gidecek.

Şevval karantina günlerinde neler dinliyor? Kaos GL okurları için ne tavsiye edersin?

Dinlemeniz için size çok da yeni olmayan birkaç şey önermek istiyorum, ilki Christian Löffler. Kendisi hem DJ hem prodüktör, aynı amanda bence bir dahi. Bu seti oldukça hipnotik ve yumuşak hatta mutlu. Çaldığı tüm parçalar kendisine aittir, erken saatler için önerimdir. Bağlantısını dipnotta bulabilirsiniz.3

Sıradaki David August. Çok kıskanıyorum bunu! Anası da babası da müzisyen. Dolayısıyla kendisi de bir dahi. Kariyerine klasik müzikle başlamış, çok şahaneymiş vesa-ire vesaire…. Aaaaartıııııı bir bibloooooo kendisi! Bu set de gayet uslu, zaman zaman ayaklarınızı sallayabileceğiniz arada ayağa da kalkabileceğiniz mutlu bir müzik. Öğle-den sonra ya da hava kararmaya başlarken mmmiissss!4

Sıradaki kişi galaktik boyutta aşk yaşadığım, taptığım, saygı duyduğum, “köylerimi işgal etsin evlerimi ateşe versin beni de kölesi yapsın!” dediğim birisi. Atanan cinsiyetiyle uyumsuz varoluşu sebebiyle lisede zorbalığa uğrayıp terk etmis, 90’larda büyük rave’lerde DJ’lere ka-rışık kasetler satarak müzik kariyerine başlamış, dünyanın en heyecan verici turntablist’i (pikabı müzik enstrümanı ruhuyla kullanan kişi) olarak kabul ediliyor. Grand Theft Auto Online oyununda da kendini canlandırdığı bir ka-rakteri var, bu setinde ona Mike Servito şahane bir şekil-de eşlik ediyor.

Son olarak, bu sette dans etmeyen benimle görüşmeyi kessin!5

3 https://soundcloud.com/db-1717/christian-l-ffler-boiler-room4 https://soundcloud.com/platform/david-august 5 https://soundcloud.com/platform/the-black-madonna-mike-servito