34

Kişisel Gelişim Dergisi Mayıs 2012

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Kişisel Gelişim Dergisi Mayıs 2012 Sayı: 9

Citation preview

Page 1: Kişisel Gelişim Dergisi Mayıs 2012
Page 2: Kişisel Gelişim Dergisi Mayıs 2012

Merhaba arkadaşlar.

Yeni bir ayda daha sizlerin karşısındayız. Duyduğumuz mutluluk tarif edilmez. Neredeyse bir yıla ulaşıyoruz ve bu geçen süre zarfında çalışmamıza göstermiş olduğunuz ilgi için teşekkür ederiz.

İnsanoğlu tarihin başlangıcından itibaren hep iletişim çabası içinde gelişmeye çalışıyordu. Önce sözlü ilerleyen gelişim duvar resimleriyle kalıcı hale gelmeye başladı. Ardından yazıya geçildi. Matbaanın icadıyla yazılanlar insanlara daha kolay ulaşmaya başladı.

Günümüze gelindiğinde ise sanal ortamın gücü yadsınamaz. Facebook üzerinde geliştirmeye başladığımız çalışmalarımız son olarak dergimiz aracılıyla yine sanal ortamda size ulaşıyor.

Biliyoruz basılı bir kitabın veya derginin yerini tutmaz. Matbaa kokusu dahi insanda daha sıcak duygular oluşturabilir. Gönlümüz hep basılı olarak da sizlere sunmak bu emek ürününü. Sizlerin varlığından aldığımız güçlü inanıyoruz ki bunu da başaracağız.

Sözün özü, buyrun keyifli okumalar. Unutmayınız bilgi paylaştıkça çoğalıyor, dergimizi sevdiklerinize de bildirirseniz seviniriz.

Ömer ARSLANKişisel Gelişim Sayfa ve Dergi Kurucusu

Page 3: Kişisel Gelişim Dergisi Mayıs 2012

İçindekiler:

Nefsin Yeterliliği 4

Her şey Doğru Tutumla Başlar 5

Yalnızlık - Issız Adam 9

Önce Sen Adım At 11

Beynim Kirlendi, Nasıl Temizlerim? 13

Nasıl Mutlu Olunur? 16

Depresyon 18

Stres ve Yönetimi 22

Network Marketing Nedir, Ne Değildir?

24

İletişimin Gücü 26

Yap- Bozma 28

Hayat Muvazenesi 29

Matrakçı Nasuh’un Hayatı 31

Künye 33

Page 4: Kişisel Gelişim Dergisi Mayıs 2012

Nefsin Yeterliliği

Nefis: Benlik, bir şeyin hakikati, özü ve bütünü gibi birçok mana verilse de aslında nefis mantık süzgecinden geçirilmeyen duyguların yaşattığı zayıflıklardan ötürü olduğunu düşünebiliriz.

Hepimizin hayatında istemeden de olsa nefsine yenildiği anlar olmuştur. Nefisin kötü istekleri, fesatlık, kıskançlık ve haz dürtüleri gözümüze her zaman daha cazip ve renkli gelir.

Nefsanî istek ve arzuların güçlenmeden onu mağlup et; zira eğer o güçlenirse seni kendine esir eder ve istediği her tarafa çeker işte o zaman onun karşısında direnemezsin.’’ Hz. Ali

Zamanın değiştiğini, insanların farklılaştığını, yaşamanın güçleştiğini düşünüp nefse yenilmeyi mazur görenlere şu örneği salık veririm.

Hz. Adem ile Havva yaratıldıklarında birbirlerine büyük bir aşk ile bağlandılar. Cennette arzu ettikleri tüm güzellikler ve yiyecekler huzurlarındaydı. Bu kadar güzelliklerin içinde sadece Allah’ın yasak ettiği ağaca yaklaşmıyorlardı. Bir gün şeytan oyununu oynamak üzere karşılarında beliriverdi. Yasak olan ağaçtan bir meyve yerlerse sürekli cennette kalacaklarına inandırdı. Bu cazip teklifi Adem önce kabul

etmedi, inanmadı ama Havva’nın büyülü güzelliği ve ısrarıyla dayanamayıp meyveyi yedi.

Allah onları imtihan etmek için sınadı ama nefis ve güzellikler onların dersi oldu.

Nefsi kontrol etmek, hatalardan ders almak erdemliliktir. Kişinin nefsine hakim olabilmesi, hayatının bir çok aşamasında iradesini başarıyla eline alabileceğinin işaretidir.

Lao Tzu bu konuda şöyle demiş: ‘’Başkalarına karşı zafer kazanan kuvvetlidir, kendi nefsine karşı zafer kazanan ise kudretlidir.’’ Bunun en güzel örneğini yakın bir zamanda güzel bir sohbet sırasında işittim. Güzel ahlaklı olmak, doğru kararlar vermek bizi daima ön bahçemizde tutar, arka bahçe kötülüklerle, yalan işlerle, hileyle doludur. Bazen öyle olaylarla, insanlarla karşılaşırız ki arka bahçe ön bahçemizde yerini almış bizi aslolan yolumuzdan saptırmaya koyulmuştur.

‘’Nefis durgun su gibidir. Dıştan bakılınca paktır. Ama biraz karıştırılınca bulanır ve altındaki kirler üste çıkar. İşte nefis böyledir. Nefis, denemekle hangi mertebede olduğunu belli eder.’’ El-Harraz

Hayat; bize sürekli seçimler yaptırır kararlarla büyütüp olgunlaştırır. Seçimlerimizin akılcı ve mantıklı olması avantajdır, kötü düşüncelerle avantajı dezavantaja çevirmeyin. Nefsin aklımıza engel olmadığı ve nefse daha az uyduğunuz günler yaşamanız dileğiyle…

Özlem ÖZTULUMozlemoztulum.wordpress.com

Page 5: Kişisel Gelişim Dergisi Mayıs 2012

Her şey Doğru Tutumla Başlar

Hayatımda en çok bana ne mi yardım ediyor? Bitmek bilmeyen gülümsemem. İçimden geliyor. Bunun için özel bir şey yapmıyorum. Seminerlerimde sürekli insanlara “gülümseyin” dememin nedeni, insanların yeterince gülmemeleri ve kendilerinin güldüklerini zannetmeleridir.

Bir insanın fakir olması veya zorluk içinde yaşaması gülümsemesi için bir engel mi? Bir insan bir önceki akşam kötü bir akşam yaşamışsa (eşi ile kavga etmesi, çocuğunun uyumaması, hastalanması veya yakının hastaneye kaldırılmış olması), bu kişi ertesi gün pozitif bir tutuma sahip olabilir mi?

Yoldan geçerken sizi tanımayan biri size tebessüm etse, siz ne yaparsınız? Bir genç yol kenarında otostop yapsa, arabanıza alır mısınız? İlk tepkiniz nedir? Korku, endişe, şüphe yoksa pozitif düşünce mi?

İş hayatında doğru tutum, insan becerisi olarak insanların zengin olmaları yönünde yüzde 85 (Stanford araştırması) ağırlığa

ulaşmışken, insanların çok çalışarak veya çok okuyarak elde etmeye çalışmaları büyük çelişki. Teknoloji, Internet, küreselleşme, insan faktörünün önemini her gün daha çok artırıyor. Doğru ilişki kurabilme, bağ kurma ve uzun vadeli bu ilişkiyi yürütebilme becerisi işte olduğu kadar özel hayat ilişkilerinde ve evlilikte büyük önem taşıyor. Neyi yapmalıyız, neyi yapmamalıyız? Zamanlamanın önemini anlamalıyız.

Doğru tutuma sahip olmak için, özsaygı ve özgüvene sahip olmak çok önemlidir.

Özsaygı, hem kendimizi özgün bir birey olarak değerli, hem de karşılaştığımız engel ve sorunlarla baş edebilecek kadar yeterli hissedebilmektir. Değerlilik ve yeterlilik duygusu Özsaygının temelini oluşturur. Hem yeterlilik hem de değerlilik duygumuzun ikisi de yeterince gelişmemişse hayat o zaman tam bir kâbusa dönüşür. Özsaygı ve Özgüven, sıfır-altı yaşlarda arasında oluşur. İleriki yıllarda gelişmesi oldukça güçtür. Yeterlilik duygusu gelişkin insanda kendisini daha ilerde, yeterince gelişmemiş insanda ise geri görürken, değerlilik duygusu gelişkin insan kendisini başkalarından daha yukarıda, gelişmemiş insan ise daha aşağıda görür. Bu iki duygunun zihinsel ve ruhsal sağlığımız üzerinde büyük etkisi vardır. Bu duygular kendimizi nasıl gördüğümüz, başkalarına nasıl davrandığımızı belirler. Bunlarda tutumlarımıza ( davranışlarımıza ) olumlu veya olumsuz yansır.

Örnek verecek olursam, bir kişi kendisini değerli hissetmesine rağmen yetenekleri kısıtlı ise bu kibre sebebiyet verir. Bu kişiler kendi yetersizliklerini örtebilmek için

Page 6: Kişisel Gelişim Dergisi Mayıs 2012

kendilerini olduğundan daha değerli hissettirmeye çalışırlar. Onları savunmacı tepkiler vermeye iten, yetersizliklerini gizleme ihtiyacıdır. Genellikle şımartılarak büyüyen çocuklarda sorumluluk duygusu gelişmez.

İkinci savunmacı kişilik; eğer kişinin yeterlilik duyguları gelişmesine rağmen, değerlilik duygusu düşük olan kişilerde görülür. Daha çok çocukluğunda sıkıntılar yaşayan kişilerde görünür. Bir işi yapmaktan aldıkları keyif için değil, sadece başarmak için ya da başarısız olmamak için uğraşırlar.

Oysa gerçek Özsaygıya sahip kişi inisiyatif alır ama saldırgan değildir. Her türlü savunmacı kişilik yüksek egoya sahiptir. Hayatlarını dolu dolu yaşayamazlar, yakın ilişkilerde sorun yaşarlar.

Özgüven, kendinizi tanımanız, kabul etmeniz, zayıf ve güçlü yanlarınızın farkına varmanız ve kendinizi olduğu gibi sevmek ve koşulsuz güvenmenizdir. İnsanı diğer canlılardan ayırt eden temel özelliklerinden biri kendinin farkında olmasıdır. Kendisine bir kimlik oluşturması ve daha sonra bunu sevip sevmediğine karar vermesidir. Kendinize ait kimi özellikleri reddediyorsanız, ruhsal yapınız bundan zarar görecektir. Aynı anda bu kendinizi reddetmeniz anlamına gelecektir. Sosyal, akademik ya da işte daha az risk almanız, insanlarla karşılaşmaktan, bir iş görüşmesi yapmaktan ya da başarısızlık olasılığı olan herhangi bir durumdan kaçınırsınız. Kendinizi ifade etmek, başkalarından yardım istemek, eleştiriye karşı kendinizi savunma konularında yeteneklerinizi sınırlarsınız. Kendinizi daha

çok yargılamamak ve reddetmemek için çevrenizle aranıza koruyucu duvar örer, savunmalar geliştirirsiniz. Öfke, mükemmellik, başkalarını suçlama, alınganlık sürekli yaşayacağınız savunmacı ve saldırgan davranışlardır.

Yapılan araştırmalarda, anne ve babanın çocuğu üç dört yaşına kadar yetiştirme biçimi, çocuğun erken yaşlarda özgüven becerisini belirler. Diyelim ki liseyi bitiremediniz, boyunuz kısa, anneniz sorunlu biriydi, varoşlarda yaşamaktasınız veya 45 kilo fazlanız var. Bunların bazılarını değiştirebilirsiniz ama hepsini değiştiremezsiniz. Bu durumda, özgüveniniz yükseldikçe koşullarınızda da iyileşmeler olacaktır. Kendinize verdiğiniz değeri belirleyen diğer etken ise : “Düşüncelerinizdir”

Bununla ilgili 100 taksi şoförü ve 100 banka müdürü üzerinde yapılan bir araştırmada “ Kimi banka müdürleri, şimdiye kadar çoktan genel müdür olmalıydım, şube müdürlüğü de iş mi! “ diyerek kendi benlik değerlerini katleder. Öte yandan kimi şoförler de, “Taksi şoförüyüm. Eve ekmek götürüyorum, çocuklarım okulda başarılı. Her şey yolunda .” diye düşündükleri için kendilerini iyi hissederler. Özgüven insanın kendi olumlu özelliklerini bilmesinden ibaret değildir. Kendine ve başkalarına karşı kendini yargılamayan ve kabul eden bir tutuma sahip olmayı da içerir.

Olumsuz iç konuşmalar “ iyi değilim,” “kötüyüm” “ sakarın tekiyim “ ya da “değersizim” duygusu. Mükemmeliyetçilik bu duyguyu örtmenizi sağlar. Bunun dışında

Page 7: Kişisel Gelişim Dergisi Mayıs 2012

başarısızlık ve reddedilme korkusu, öfke, suçluluk ve düş kırıklığı (alınganlık) da kişinin özgüveninin ve özsaygısının düşük olmasından kaynaklanır.

Tutum, davranışla anlatılan ve içten gelen bir duygudur. Tutum çoğunlukla vücut diliyle ve yüz ifadelerimizle anlatıldığından bulaşıcıdır.

Şu öykü çok hoştur: Çocuğun sorun yaratıp durduğu günlerden biridir. Annesi onu azarlar ve sonunda “ Oğlum şimdi git o sandalyeye ve hemen otur !” Küçük delikanlı sandalyeye gider ve oturur ve şöyle der: “ Anne, dışımdan oturuyorum, ama içimden hala ayaktayım.” Psikolog James Allen “ Kişi, içinde hareket ederken dışında hareketsiz duramaz.”

Çocukların çoğunun psikolojik sorunları anne-babalarından ve akranlarından yeteri kadar kabul edilmemelerinden ve onay görmemelerinden kaynaklanır. Anne babalar çocuklarına özen göstermedikçe ve uygulamadıkça çocuklar kendilerini değersiz görerek kendilerine güvenmeden büyüyeceklerdir.

Dünyanın size iyi davrandığını düşünüyor musunuz? Dünyaya karşı olan tutumunuz mükemmelse mükemmel sonuçlar alacaksınız. Dünyayla ilgili şöyle- böyle hissediyorsanız bu dünyadan alacağınız karşılım ortalama olacaktır. Dünyayla ilgili olumsuz duygular beslerseniz yaşamdan yalnız olumsuz yanıtlar aldığınızı hissedeceksiniz.John Maxwell

Altın Kural “ İnsanların nasıl davranmasını istiyorsan, onlara öyle davran.”

Buna inanmanız için şu 3 ilkeyi kabul etmeniz lazım:1. Yaşamın tüm nimetlerinin bize sunulmuş olduğuna inanmanız,2. İnsanlara yardım ve hizmet etmeye yönelik bir tutumunuz,3. İlişkilerinizde sevginin egemen olmasıdır.

Bu konuda söylenen önemli sözleri sizlerle paylaşmak isterim:“ Başarının formülünün önemli bileşeni insanlarla bir arada yaşamayı bilmektir.” –Teddy Roosvelt“ İnsan ilişkileri becerisine sahip birine diğer her türlü yeteneğe sahip olan insandan daha fazla para öderim.” – John D. Rockefeller“ Bir yöneticinin sahip olduğu diğer bilgiler fark yaratmaz; insanlarla birlikte sonuç alma yeteneği yoksa bir yönetici olarak değersizdir.” – J. Paul Getty

Tutumunuz başkalarına öncelik ve değer verdiğinizde ve insanları önemli gördüğümüzde bakış açımız onların bakış açısını yansıtır. Diğer insanların ayakkabılarında yürümedikçe ve yaşamı onların gözlerinden görmedikçe başka bir arabaya çarptıktan sonra arabasından sinirli bir şekilde fırlayan adam gibi oluruz : “ Sürdüğün yere baksana!” diye bağırır “ Bugün çarptığım dördüncü arabasın!”

Önemli olan başınıza ne geldiği değil, başınıza gelene nasıl tepki verdiğinizdir.

Taner ÖzdeşSatış ve Pazarlama Uzmanıwww.tanerozdes.com

Page 8: Kişisel Gelişim Dergisi Mayıs 2012

Kişisel Gelişim“İhtiyacımız olan her yerde!”

www.kisiselgelisimim.comwww.facebook.com/kgelisimim

Page 9: Kişisel Gelişim Dergisi Mayıs 2012

Yalnızlık - Issız Adam

İnsanların yalnızlığa mahkûm olduğu bir çağı yaşıyoruz.Yalnızız ve her geçen gün daha da yalnızlaşıyoruz.Ya birileri bizi yalnızlaştırıyor ya da bizler yalnızlığa alıştık...Bizi yalnızlığa iten nedir diye düşündünüz mü hiç? Biz neden yalnızız?

Issız Adam…Ne de çok beğendik bu filmi.Bir şeyler buldu filmde herkes kendi benliğinden. Film sanki bizleri anlatıyordu.O filmdi, bizler ise yalnız adamalar ve yalnız kadınlardık.Neden yalnızdık? Bazı sorulara cevap aramak gerekiyor?Siz en son ne zaman mektup aldınız veya en son ne zaman bir dostunuza zaman ayırıp, mektup yazdınız?Televizyonu kapatıp ne zaman ailecek sohbet ettiniz?Ne zaman bir dostunuza dokundunuz? Bayramlar neden o eski bayramların yerini tutmuyor?

Kapınızı çalan azalıyor mu bayramlarda?Çocukken hatırlarım da kocaman torba dolusu şeker toplardık. Sadece ben mi? Tabiîki hayır, kardeşim, arkadaşlarım… Başka arkadaşlar bilgi verirdi. “Şu eve gidin büyük şeker veriyorlar, ya da kaymakam çikolata dağıtıyor.” diye.Şimdi bayramlarda bir kilo şeker bile fazla geliyor.Değişen sadece bayramlar değil, o bayramı yaşayan çocuklardır…Nerede o eski bayramlardaki çocuklar?Yalnızlığın ilk belirtisini çocuklarda gözlemleyebilirsiniz. Çocukların sayısında bir azalma olduğunda bilin ki orada yalnızlık hüküm sürmeye başlamıştır.

Büyük aşklar öğretildi bize. Kerem ile Aslı, Leyla ve Mecnun, Ferhat ile Şirin… Aşk dediğin büyük olmalıydı. Göze almalıydı insan her türlü zorluğu. Gerekirse tüm dünyanın karşınında dimdik durabilmeliydi.Büyük aşkı yaşayanlar öldü. Büyük aşkları anlatanlarda öldü. Büyük aşklar yok artık. Büyük aşkların yerini Büyük Yalnızlıklar aldı şimdi. Büyük aşk hikâyeleriyle değil de, gazetenin ikinci sayfasında ölüm, saldırı, tecavüz haberleriyle büyütüyoruz çocuklarımızı.Babana bile güvenme diyoruz daha okula başladığı ilk gün. Hepimiz ailemize güveniyor ama çevreye güvenmiyoruz. Bir arada yaşayan çok kalabalık bir yalnızlığız biz.Biz, “Neden yalnızız?” sorusunu sorma zamanını çoktan kaçırdık.Yalnız adamlar ve yalnız kadınlar…Yalnız aileler… Bu yalnızlıkta büyüyen

Page 10: Kişisel Gelişim Dergisi Mayıs 2012

çocuklar…Issız adam filmi büyük gişe yaptı diye bir haber okumuştum. 2 hafta sokağı çekselerdi bence daha büyük gişe yaparlardı. Çünkü asıl yalnızlık filmde değil, sokağın ta kendisindeydi

Siran KALELİwww.sirankaleli.com

Eğer bir dış etken seni çok üzerse,Duyduğun acı o şeyin kendisinden değil, Senin ona verdiğin değerden geliyordur.

Onu da her an ortadan kaldırma gücün vardır.

Marcus Aunelius

Page 11: Kişisel Gelişim Dergisi Mayıs 2012

Önce Sen Adım At

Hayır canım! Neden siz atacaksınız? O atsın!

Ama ben sizin tarafınızı tuttuğum için söyledim bunu. Fakat siz yine de bu söylediğimi çok ciddiye almayın. İlk adımı atan hep siz olun. İlk adımı atan tarihe geçer. Bakın Neil Armstrong aya ilk adımı attı ve karizması zirvede. Şimdi ben çıksam aya, kimse umursamaz bile. İlk adımı atın ki, diğerlerinden bir farkınız olsun.

İlk adımı atmak zordur. Her konuda zordur. Bir polis için, ihbar edilen eve girerken atılan ilk adım, bir itfaiyecinin yanan evin içine attığı adım, yüzmeyi öğrendikten sonraki ilk deneyiminiz…İlk adımı atmak zordur. Bu nedenle, ilk adımı hep cesurlar atar. Korkaklar ise, hep ikinci adım atan kişi olmak isterler.

Eğer bütün bunlardan sonra, “Banane, o atsın ilk adımı” dersek, hiç yakışır mı bize?

İlk adımı cesurlar atardı değil mi? Aşk da cesaret gerektirmiyor mu? Sevgi cesaret olmadan yaşanır mı? İş dünyasında korkaklara yer var mı? O halde neden ilk

adımı başkalarından bekliyoruz?

Ne diyordu “Carpe Diem” bize? “Yaşadığın günü kavra. İçinde bulunduğun zamanı ölümsüz yap”

Peki, bunu şimdi yapmayacaksanız ne zamanyapacaksınız? Eğer bunu siz yapmayacaksanız kim yapacak?

O halde beklemek niye? Daha ne kadar bekleyeceksiniz? Beklemekle kaçırdığınız ve farkında bile olmadığınız fırsatlar size slayt şeklinde izletilse, herhalde başınızı duvarlara vururdunuz.

Daha ne kadar fırsatı kaçıracağız? “Önce o adım atsın” diye ne kadar bekleyeceğiz? Ne olur siz atsanız o adımı? Hem siz atsanız ne kaybedersiniz?

“Gurur” dediğimiz saçma icat, bize yaşamda neler kaybettiriyor düşündünüz mü? Gurur ve Onur, tamamen farklı kavramlardır. Onur kişiliğimizle ilgilidir ama gurur genellikle davranışlarımızla…

“Sen benim paltomu nasıl oraya asarsın?” gibi bir saçmalık paltoya yapılan davranışı kişiselleştirmekten başka bir şey değildir. Zaten çok nadiren kişiliğimizle ilgili saldırılarla karşılaşırız. Genellikle mesele haline getirdiklerimiz küçücük ve anlamsız şeylerdir.

Bir lahana yüzünden töre cinayetleri çıkar mı? Eğer istersek bal gibi de çıkar. “Sen bizim lahanamıza nasıl…” diye başlayan konuşmalar, kan davalarına dönüşebilir.

Ne gerek var bütün bunlara? Bırakın ve haklı

Page 12: Kişisel Gelişim Dergisi Mayıs 2012

çıksınlar. Bırakın, ilk adımı sizin atmanızın zevkiyle dört köşe olsunlar. “Nasıl da ilk adımı ben atmadım” diye mezdeke oynasınlar. Bu defa onlar kına yaksınlar diledikleri yerlerine. Önemli mi?

Yaşamda önem verdiğimiz konular bunlar mı olmalı? Yerdeki fayanslar hakkında yapılan bir sohbetin, “Sen ne anlarsın fayanstan?” diye kavga ile bitmesi hoş mu? Önümüzdeki otuz yıl boyunca, “Seni fayans düşmanı seniii!” diye nefretle dolmak ne kadar da anlamsız.

Alt tarafı fayans işte. Anlasan ne olur, anlamasan ne olur? Fayans kırıldığında değiştirirsiniz ama insanların kalbini kırdığınız zaman ne yazık ki yedek parçası bulunmuyor.

Bir insanın kalbini kırmak, başka birisine nasıl mutluluk veriyor, hayatım boyunca anlamamışımdır. Bir insan, nasıl başka birini mutsuz eder? Eminim siz de benim gibi düşünüyorsunuzdur.

Hayatım boyunca kavgadan, tartışmalardan bütün olumsuzluklardan uzak durdum. Bütün bunlar bana çok gereksiz ve boş şeyler gibi gelirdi. Hem de kavgadan gürültüden geçilmeyen ortamlarda büyüdüğüm halde.

Bu durumu arkadaşlarım da fark etmişlerdi. Benim kimseyle kavga etmiyor olmam, onlara tuhaf geliyordu. Sırf benim nasıl kavga edeceğimi görmek istedikleri için, bir arkadaşımla şakacıktan da olsa kavga etmemi istedikler. O kadar zordu ki, ne diye kavga edeceğimi bilemedim. O benim omzuma eliyle vurdu, ben onun omzuna. Yapamadık! Gülüyordum çünkü. Çok saçma geliyordu.

Bugün de saçma gelir. Elbette çok büyük tartışmalara girdiğim oldu, zaman zaman sesimi çok yükselttiğim anlar yaşadım ama bunları aynen size anlattığım gibi kontrollü bir şekilde yaşadım. Fakat bunlar bile, bir elin parmaklarını geçmez.

Biraz daha bu gözle baktığınızda, kavgaların büyük çoğunluğunun ne kadar gereksiz olduğunu görürsünüz.

Bizler hakkımı sonuna kadar arayan, kendine güveni olan ve kendini ezdirmeyen insanlar olmalıyız.

Bunları yapmak için de kavgaya, tartışmaya ya da bunun gibi şeylere değil, duygularına hâkim olmaya ve cesur olmaya ihtiyacımız var.

(Mutsuz Olmak Günahtır Kitabından Yazarın İzniyle Alınmıştır.)

Mustafa ÇAYNLP Master Trainer, Yaşam Koçuwww.mustafacay.com

Page 13: Kişisel Gelişim Dergisi Mayıs 2012

Beynim Kirlendi, Nasıl Temizlerim?

Beyin Kirliliği: Otomatik Olumsuz Düşünceler

Derin Limbik Sistemimiz aşırı etkin olduğunda duygularımız “olumsuz” taraftan bakar. Depresyonda olan ve karamsar insanların kafasından bir dizi halinde olumsuz ve moral bozucu düşünceler geçer. Geçmişten pişmanlık duyarken geleceğe de kaygılı ve karamsar bakarlar. Kendilerine ve çevrelerine gri bir camdan bakarlar. Zihinlerinden birbiri ardından geçen sinik, karanlık ve her şeyden şikâyet eden OTOMATİK OLUMSUZ DÜŞÜNCELER onlara hayatlarını zehir ederler.

Şimdi birkaç otomatik düşünce örneği vermek istiyorum:“Beni hiç dinlemiyorsun”“Her zaman kötü şeyler gelir beni bulur”“Geç kalıyorsun beni umursamıyorsun”“Biliyorum yarın sınav kötü geçecek”

Maalesef düşüncelerimize karşı çıkmamızı sağlayan eğitimini veren resmi bir kuruluş yok. Çoğu insan düşüncelerini şansa bırakır

ve kendini ele geçirmesine izin verir. Diyebilirsiniz ki “düşünceler benim düşüncelerim vazgeçemem”; karar sizin. Düşüncelerimiz ya çevremizden yüklendi ya da biz yarattık. Bilinçaltımızın katmanlarında yer alan düşüncelerimizden birçoğunun modası geçmiş olabilir, birçoğu bizi baltalayan negatif düşünceler olabilir. Bunlarla yüzleşerek ve onların sizi ele geçirmesine izin vermeyerek başarılı ve mutlu bir yaşamın kapılarını aralamak sizin elinizde.

Düşünce deyip geçmeyelim. Onlar gerçek fiziksel donanımlardır. Aklımızın bir sürü olumsuz düşünceyle dolması limbiksistemimizin daha da etkinleşmesine ve huzursuzluk, huysuzluk ve depresyon gibi mutsuzluk verici sorunlar yaşamamıza neden olur.

Yukarıda birkaç örnek verdiğim ama gerçekte milyonlarca sayıya ulaşabilecek OTOMATİK OLUMSUZ DÜŞÜNCELERimizle savaşma yollarından -ki ben de kullandım bu yöntemleri söz etmek istiyorum.1 - Düşüncelerin gerçek fiziksel donanımlar olduğunu kabul edin.2 - Olumsuz düşünceler beyninizden geçtiğinde bedeninizde oluşan tepkileri fark edin ve not alın.3 - Olumlu düşünceler düşündüğünüzde bedeninizi ne yönde etkilediğine dikkat edin.4 - Kötü düşüncelerinizi tıpkı hava ve çevre kirliliği gibi kirlilik olarak kabul edin.5 - Otomatik olumsuz düşünceleriniz her zaman gerçeği söylemediklerini fark edin.6 - Düşüncelerinize yanıt verin ve onlara karşı çıkın. Düşüncelerinizi seçme hakkınızı kullanmak sizin elinizde. Düşüncelerinizi olumlu ve mutlu olmak için eğitebilir ya da

Page 14: Kişisel Gelişim Dergisi Mayıs 2012

olumsuza izin verip sizi üzmelerine izin verirsiniz.7 - Otomatik olumsuz düşünceleri yenmenin bir yolu onları kâğıda yazarak yanıt vermektir. Örneğin “kocam beni sevmiyor“ otomatik olumsuz düşünce için elinizde dişe dokunur kanıtınız yoksa bu düşünce gerçek olmayan bir düşüncedir. Düşüncenin karşısına “rasyonel bir kanıtım yok” diye yazarak bu negatif düşüncenin gücünü elinden alın.

Otomatik olumsuz düşüncelerinizin size yalan söylerken kullandığı dokuz farklı tuzağına düşmeyin:1 - “Her zaman, asla, hiç kimse, herkes, her zaman, her şey, hep ya da hiç sözcükleri ” ile başlayan cümleler kurma çoğunlukla yanlıştır ve limbik sistemimizi olumsuza odaklar. Örn: Size bir kez bağıran bir sevdiğiniz için “Bana her zaman bağırıyor” diye bir düşünce kurarken yakalarsanız kendinizi buna hemen karşı çıkın. Bir ya da birkaç kez bağırması “hep” kelimesinin anlamıyla örtüşmez.İkinci örnek:“Beni hiç kimse sevmiyor” diye bir düşünce yakalarsanız beyninizde hemen kâğıda yazın. Ve düşünün elinizde rasyonel hangi kanıtınız var. Düşünün mutlaka sizi seven bir arkadaşınız, yakınınız vardır. Böylece bu düşünceyi çürüten kanıtlarınızla onu etkisizleştirmiş olursunuz.

2 - Olumsuza Odaklanmak: Sürekli olumsuza odaklanmaktan kaçınarak olumlu pencereden bakmaya çalışın.3 - Falcılık; geleceğe dair kehanetler yapmaktan vazgeçin. Eğer geleceği görebilseydiniz piyango trilyoneri olmuştunuz.4 - Akıl okuma: Başka insanların akıllarını okumak alışkanlığından vazgeçin. Örn:

“Benden hoşlanmıyor” diye karşınızdakinin aklını okuduğunuzu zannediyorsanız ne düşündüğünü o size söylemedikçe bilemezsiniz.5 - Hislerinizle düşünmek: Hisler çok karmaşıktır ve çoğunlukla geçmişten gelen güçlü anılarımızla ilgilidirler. “Hissediyorum kötü şeyler olacak “dediğiniz zaman, geçmiş anılarınızın beyninizde bıraktığı kimyasalların izleri nedeniyle böyle düşünüyor olabilirsiniz. Anılarımızı iyi yönetirsek böyle tuzaklara düşmeyiz.6 - Kendimizi zorunlu hissetmek: Bu duygumuz derin limbik sistemimize yararlı bir duygu değildir. Kendimizi “lazım, gerek, zorunda, malıyım” kalıpları içeren cümleler kuruyorken yakalarsanız tuzağa düştünüz demektir. “Eşime daha çok vakit ayırmalıyım” dediğimizde insan doğası gereği yapmamaya meyil gösterir. Bu tür cümleleri “istiyorum”, “yararıma olacak” şeklinde söylersek daha yaralı olur. Örn: ”Eşime daha çok vakit ayırmak istiyorum”7 - Olumsuz etiketleme: Kendinizi ya da başkalarını olumsuz olarak etiketlediğiniz zaman sonrasında artık o kişiyi daha önce aynı etiketle etiketlediğiniz insanlarla bir tutarsınız. Örneğin kendinizi ya da başkasını “bencil” olarak etiketlerseniz, kendinizi ve veya o kişiyi daha önce “bencil” olarak etiketlediğiniz kişilerle bir tutarsınız. Kaybettiklerinizi bir düşünüz derim.8 - Olayları kişiselleştirme: “Arkadaşım … selam vermedi, bana kızgın herhalde” diye düşünerek kişiselleştirmeyin. Arkadaşınız o an çok meşgul olup size selam vermemiş olabilir.9 - Birilerini suçlama: En zararlı duygu olan suçlama yaparak sorumluluktan kaçmadır. “Benim hatam değildi”, “Senin hatan!”

Page 15: Kişisel Gelişim Dergisi Mayıs 2012

benzeri sözcükler kendiniz gerçek sorunla yüzleşmekten alıkoyarak sorumluluk almanızı engeller. Bu zararlı düşünceden kurtulmanın en kestirme yolu hatalarınızın sorumluluğunu almaktan geçer.

Sevgili Kişisel Gelişim’in değerli okurları; OTOMATİK OLUMSUZ DÜŞÜNCELERimiz ve karşı çıkma yollarımızı sıraladık. Zor diyebilirsiniz. Uygulamadan karar vermek ön yargı değil midir? En kolay yapabileceğinizden başlayın ve uygulayın derim.Bana gelince:Falcılık yapmamayı öğrendim,Akıldan geçenleri okumayı bırakalı çok oldu.Otomatik düşüncelerime hala karşı çıkıyorum.Kimseyi suçlamadan sorumluluk almaya özen gösteriyorum.”Lazım, yapmalıyım, bitirmeliyim” gibi zorunluluk cümleleri kurmamaya alıştırdım kendimi.Hislerimi tanıdığım için onların beni ele geçirmelerine izin vermiyorum.Olumsuz etiketlemeden kaçınıyorum. Başıma gelen her şey için kişiselleştirmeden kavramaya çalışıyor ve dersimi çıkarıyorum.

Ben ne mi yapıyorum? OLUMSUZ DÜŞÜNCE KALIPLARIMI OLUMLUYA DÖNÜŞTÜRMEK için çaba gösterdim, gösteriyorum ve göstermeye de devam etmeye kararlıyım. Bu çabalamalarım için para ödemek zorunda değilim. KENDİMİ KULLANIYORUM, BEYNİMİN SINIRSIZ GÜCÜNÜ KULLANIYORUM VE TEK KURUŞ PARA ÖDEMİYORUM. Sizleri de KENDİNİZİ KULLANARAK SIFIR MALİYETLE mutluluğa, huzura yelken açmaya davet ediyorum.Geleceğinizi oluşturacak her yeni günün bir önceki günden daha güzel ve mutlu edecek şekilde olmasını dilerim.

Sevgi KARACAYaşam Tasarım Uzmanı

"DÜZELTEBİLECEĞİN TEK ŞEY KENDİNSİN"

www.sevgikaraca.orge-mail: [email protected]://twitter.com/SevgiKaraca

İnanç

Sulltan Alparslan 27 bin askeriyle Bizans topraklarında ilerlerken, keşfe gönderdiği askerlerden biri huzuruna gelip telaşla:- 300 bin kişilik düşman ordusu bize doğru yaklaşıyor, der.Alparslan hiç önemsemeyerek şöyle der:- Biz de onlara yaklaşıyoruz.

Page 16: Kişisel Gelişim Dergisi Mayıs 2012

Nasıl Mutlu Olunur?

Soruyorsun, UK. Bana nasıl mutlu olacağımdan ve mutluluktan söz eder misin?

Bu çok saçma. Sen denizin içinde yüzüyorsun ve bana şöyle soruyorsun. UK. Ben denizde yüzüyorum bana denizde yüzmenin nasıl bir şey olduğundan söz eder misin? Senin sorduğun budur ve ben de sana diyorum ki sadece yüzenin farkında ol! Ben insanlara mutluluğu değil, mutsuzluğu nasıl sevgiye dönüştüreceğini anlatıyorum. Önce mutsuzluğun ne olmadığını anlamalısın. Merkezin dışındaki her şey mutsuzluktur, zihnin içinde gerçekleşen her şey mutsuzluktur ve onun ötesi senin mutluluk alanındır. Ve mutluluk kendi içinde mutsuzluğu da barındırır, aynı şekilde mutsuzluk da derinliğinde mutluluğu barındırır.

Her duygu içinde olumlu ve olumsuz bir enerji taşır, insanlar mutsuzluk ile karşılaştığında onun olumsuz yönüne odaklanırlar, oysa derinliğinde mutlaka bir mucize yatmaktadır. Bu aynı şekilde mutluluk için de geçerlidir, onun da derinliğinde

olumsuz bir enerji mevcuttur. İki farklı enerji bir bütünü oluşturur.

Atasözü şöyle der: Her şeyin fazlası zarardır. Bu sözün derinliğine indiğinde her güzelliğin içinde bir çirkinlik olduğunu izleyebilirsin ve bu seni bütün ile buluşturur.

O yüzden sana salt mutluluktan söz edemem, çünkü tek bir duygu bütünü işaret edemez. Mutluluk ve mutsuzluk nefes alıp vermek gibidir, biri nefesi alış diğeri veriştir, ikisi aynı anda buluşamaz. Fakat ikisi de gereklidir.

Tepki vermeden yaşamda gerçekleşen her şeyle uyum sağladığında, tezahür edeni kabul ettiğinde, o duygunun derinlerine indiğinde, yaşamı sevgiye dönüştürmüş olursun, artık huzura açılan kapıyı keşfettin demektir.

Tekrar söylüyorum, sen mutluluğu aradığında onu bir araç haline indirgemiş olursun. O ulaşılacak yahut sahip olunacak bir araç değildir, o saf özdür. O seni bulur, senin onu aramana gerek yoktur, o hep oradadır, senin içindedir ve sen hazır olduğunda o seni her zaman bulmuştur!

Üzgünüm; Üzülme, Geçecektir! Mutluyum; Keyfini Çıkart Geçecektir!..

Usta öğrencileri ile birlikte oturmuş sohbet ediyordu. İçlerinden bir tanesi burada bulunduğu için mutlu olduğunu belirtince usta " Geçecektir" diye cevapladı. Konuşma bitmişti, usta, öğrenciler yanından ayrılmaya başladıkları sırada başka bir öğrencinin ayağı takılarak yere düştüğüne ve acı çektiğine şahit oldu. Öğrenci ustaya çok acı çektiğini söyleyince usta her zaman olduğu gibi

Page 17: Kişisel Gelişim Dergisi Mayıs 2012

gülümseyerek sakince cevap verdi " Geçecektir" .

Acı çeken öğrenci sesini güçlükle kontrol ederek ustaya seslendi " Bunu hakaret olarak algılamayın, ama bu soğukkanlı duruşunuz beni çok şaşırttı, sizden daha farklı bir tepki vermenizi beklerdim, o yüzden size karşı öfkeliyim"

Usta tekrar gülümsedi ve cevapladı "Geçecektir"

İyi yahut kötü, olumlu ya da olumsuz durum-duygu nasıl olursa olsun, geçecektir, bu yaşamın gerçeğidir, senin bir şey yapmana gerek yoktur; yaşam böyle işler. Sahte olan zamanın içinde tezahür eder ve zamanın içinde kaybolur. Zihnin içinde tutunduğun her şey gerçek dışıdır, önce bunu idrak et. Yaşamın akışında her şey mevcuttur bunu kabullendiğinde içindeki sevgi tomurcuğu filizlenmeye başlar.

Sen bugüne sahip olduğun inançların ve kendi doğruların ile yaşamı kendine zindan ettiysen bir yerde yanlışlık vardır. Doğrular ve inançlar hakikati gösteren işaretler olabilir; fakat hakikatin kendisi değildir, onlar sana toplum tarafından empoze edilmiştir ve artık değiştirme zamanın gelmiştir.

Kadın çok mutsuzdu, yaşamdan artık zevk almamaya başlamıştı ve bu durum canını ciddi derecede sıkıyordu. Bir gün yolda

yürürken Yas ustası UK ile karşılaştı ve ona bütün sorunlarını anlattı. Usta kadının evinin önündeki gül bahçesini işaret ederek, "bak ne güzel güller ekmişsin, çiçekler kendi aralarında adeta dans ediyor. Onların aralarına gir ve orada olana şahit ol, dedi.

Kadın bunu her gün yaptığını ama değişen bir şey olmadığını söyleyince usta onu kendi gül bahçesine götürdü ve bu güllerin büyülü olduğunu, her gün buraya gelip onları soluduğunda bir mucizeye tanık olacağını, istediği yaşam biçimini kucaklayacağını söyledi.

Kadın iki gün boyunca Yas Ustasının gül bahçesinde bulunarak söylenenleri yaptı ve üçüncü gün ustanın yanına giderek şöyle dedi. " gerçekten siz haklıydınız, bu güller büyülü, hayatım renklendi, sanki yeniden doğdum bu dünyaya"

Usta gülümsedi ve cevap verdi " toprak aynı toprak, güller aynı gül, büyülü olan senin inancındı!.. "

Ve şimşek çaktı!

Uğur Koşar / Ruhsal Danışmanwww.ugurkosar.com

“Peşlerinden gidebilecek cesaretiniz varsabütün rüyalar GERÇEK olabilir.”

Walt Disney

Page 18: Kişisel Gelişim Dergisi Mayıs 2012

Depresyon

Davranış bozuklukları arasında toplumlarda en yaygın olarak görülen ve son derece ciddi sonuçlar doğuran depresyon, günümüzde dikkat çekici ve popüler bir kavramı ifade etmektedir. Yapılan araştırmalarda %20’sinin, yaşamları boyunca psikiyatrik tedavi gerektirecek düzeyde depresyon geçirdikleri görülmektedir.

Ülkemizde yapılan araştırmalarda toplumumuzun %20 ‘sinde depresifbelirtilerin olduğu görülürken bu oranın 1997 ekonomik krizden sonra daha fazla bir artışın olduğu görülmektedir. Dünya ‘da ise bu oranlar yaşam boyunca her 100 erkekten 10'unun ve her 100 kadından 20'sinin depresyon geçirdiği araştırmalarla saptanmıştır. O halde depresyon, semptom olarak bir de sendrom ya da bozukluk olarak iki genel grupta tanımlanmaktadır. Semptom olarak depresyon, her insanın günlük yaşamda yaşayabileceği üzgün duygu-durumu iken; bir bozukluk olarak depresyon bir arada bulunan semptoma işaret etmektedir. Genel anlamda depresyon kendisini; üzgünlük, aktivitelere karşı azalma,

aşırı kilo kaybı-kilo alma, aşırı uyku-uykusuzluk gibi geniş problemler grubunu oluşturmaktadır. Depresyondaki bir çocuk veya genç ile konuştuğumuzda, ümitsizlik (işe yarar ve anlamlı bir hayat yaşayabileceğinden ümidi kesme) ve kendine değer vermeme (bazen aşırı bir güvenle maskelense bile) düşünceleri, yoğun bir karamsarlığı hissedilebilir. ( Baş, U. A., 1998 ). Bu durum çocukların ve gençlerin akıllarına geleni yapmakta aceleci ve sabırsız davranmalarını (dürtüsellik), ümitsizliklerinin ve ölüme duydukları arzunun, kendilerini öldürme eylemine dönüşmesini kolaylaştırır ve hızlandırır. (Dr. Yankı Yazgan, 2002) Tedavi komitesinin depresyonlu hastaların tanınması amacıyla hazırladığı tanı ölçütlerinden yola çıkarak bazı belirleyici maddeler hazırlanmıştır. Bu maddelerin 4-5 tanesine evet cevabı veriliyor ise; bir uzman ile görüşülmesi doğru bir davranış olacaktır.

Bunlar;1) Hayattan eskisi kadar zevk almıyorum, hiçbir şey ilgimi çekmiyor, 2) Son zamanlarda karamsar, ümitsiz hissediyorum, kötümser düşünüyorum,3) Kendimi yorgun, bitkin, halsiz hissediyorum,4) Uyku düzenim bozuldu,5) İştahım azaldı, kilo kaybettim,6) Bedenimde ağrılar, sızılar başladı, göğsüme baskı oluyor, mideme kramplar giriyor, 7) Son zamanlarda cinsel ilgimi kaybettim,8) Hafızam zayıfladı, bir şeyi aklımda tutamıyor, öğrenemiyorum, 9) Zaman zaman intihar etmek istiyorum. 10) Kimseyi görmek istemiyorum. (Anderson, C.A., Horowitz, L.M. ve French, R. S., 1983)

Page 19: Kişisel Gelişim Dergisi Mayıs 2012

Depresyon geçiren bir insandan; düşünce ve duygu, davranış, motor faaliyetlerde, biyolojik yaşamsal fonksiyonlarda değişiklikler olur. Özellikle depresyondaki duygu durumundaki değişiklikleri; 1) Keder, elem, üzüntü, sıkıntı, karamsarlık 2) Olağan faaliyetlere karşı ilgisizlik, 3) Hiç bir şeyin zevk vermemesi, hayatın anlamsız gelmesi,4) Ağlama isteği veya ağlama,5) Konuşmaya dahi isteksiz olma gibi.

Düşünce içeriğindeki değişiklikler ise; En başta umutsuzluk, karamsarlık düşünceleri ( Kendisini değersiz, günahkâr, suçlu kabul etme, ciddi depresyonlarda kişi bu düşüncelerle intihar eder...) intihar fikirleri, ağır depresyonlarda bazen gerçeği değerlendirme, muhakemede kısmi bozukluklar görülebilir. Şahıs organlarının olmadığını, çürüdüğünü, bu nedenle yeme-içmesinin anlamsız olduğunu söyler ve kötülük göreceği şeklinde hezeyanları olabilir. Depresyonun kendisi başlı başına bir risk olmakla birlikte, depresyon sırasında ve ya öncesindeki bazı öğelerin varlığı ya da yokluğu bu riski yükseltebilir. Risk faktörleri genel anlamda neden olan dışında, olasılığı arttıran olarak düşünülmelidir. (Dante Cicchetti and Sheree L. Toth, Çeviri: Y. Doç. Dr. Sibel Kazak Berument, 1996)

Depresyonu farklı bakış açılarına göre ele alan çeşitli modeller ve yaklaşımlar bulunmaktadır. Bunlar özellikle bilişsel, bilişsel-davranışçı modeller, davranışçı modeller, psikoanalitik ve biyolojik yaklaşımlardır.( Baş, U. A., 1998 ). Depresyona bilişsel açıdan açıklayan başlıca model, Beck’ dir. Beck’e göre; depresif

kişilerin düşüncelerinde sistematik hatalar, yanlış algılar ve yanlış yorumlar vardır. Aşırı genelleme, zihin okuma, kutuplaşmış düşünceler vb. otomatik düşüncelerdir. Örneğin; ben başaramam, bu dünyada bir hiçim, annem babam karnemdeki bu 4’ü görürlerse beni sevmezler, bunu yapmalıyım başka çarem yok, Ayla bugün benimle konuşmadı, eminim benim aptallığım yüzünden konuşmadı, evimizdeki kuşa az yem verseydim kuşumuz ölmezdi onu ben öldürdüm gibi... Öz yeterlilik inancı ( self –efficacy ) kavramını ilk kez ortaya atan Beckolumsuz benlik algısının depresyona zemin hazırladığını bireyin kendisini nasıl algılarsa depresyonu yaşama riskinin bununla doğrudan bir ilişkisi olacağını belirtmektedir. Bununla birlikte bilişsel model depresyonu; bireyin kendisine, dünyaya ve geleceğe ait olumsuz görüşlerin yoğun olmasına bağlamaktadır. Depresyonun bilişsel-davranışçı modellerinden en dikkat çekici isim Seligman olmaktadır. Seligman görüşünü öğrenilmiş çaresizlik modeli ile açıklamıştır. (Baş, U. A., 1998 ). Literatüre bakıldığında çocuklarda ve ergenlerde depresyon oluşumunun oyun ve ya okul çağı ve ergenlik dönemlerinde olduğu rastlanmıştır. Bu araştırmalarda depresif özelliği gösteren çocuk ve ergenlerin okul başarılarında bir düşüklük ve sürekli başaramama inancının yoğun olduğu görülmüştür. Öğrenilmiş çaresizlik teorisine göre kişi hayatının kontrolünü kaybettiğinde depresyona girer. (Bandura. A., 1977) Depresyonu açıklayan bir diğer yaklaşım olan davranışçı model; kişinin yaşamındaki olumlu pekiştirmelerin azalması olarak açıklamaktadır. Olumlu pekiştirmelerin azalması kişiyi edilgen kılmakta ve sosyalleşme sürecini olumsuz etkilemektedir.

Page 20: Kişisel Gelişim Dergisi Mayıs 2012

Bu model; olumlu pekiştirme düzeylerin artması ile depresif semptomların ortadan kalkacağı inancını taşımaktadır. Depresyonu açıklayan en eski yaklaşımlardan biri olan psikanalitik ekol de; çocuğun ebeveynin değer ve düşüncelerine bağlı olarak kimliğini kazanması büyük önem taşımaktadır. Depresif kişilerin kendilerini eleştirmesi ve kendilerini reddetmesi, egonun ve bu değerleri yansıtan süper egonun savaşına yüklenmektedir. Depresyonu biyolojik olarak açıklayan modeller ikiye ayrılmaktadır.

Bunlar;1) Nörotransmiterlerin fonksiyonuna ve nöroendokrin anormallikleri üzerinde yoğunlaşan, 2) Genetik modellerdir. Depresyonda kalıtımın büyük bir etkisi olduğu yapılan tek yumurta ikiz çalışmasında anlaşılmıştır. Tek yumurta ikizlerinde birinin depresyon geçirmesi durumunda diğerinin hastalanma oranı %50 bulunmuştur. (Baş, U. A., 1998 )

Depresyonu psikosoyal etkenler içerisinde açıklayanlar, stresin üzerinde durmuşlardır. Onlara göre; stres, beyinde kalıcı değişiklikler yapmakta ve bu da hastalığın tekrarlamasına yol açmaktadır. Zaman içinde stres yaratan durum ortadan kalksa da hastalık kendiliğinden tekrar ortaya çıkabilmektedir. Küçük yaşta anne ve babasını kaybedenlerde yaşamın ileri yıllarında depresyon ortaya çıkma olasılığı fazladır. Mesela; Eşini kaybeden kişilerde depresyon ortaya çıkma oranı en fazladır. Stres yaratan durum kişiye göre değişmektedir. Sizi hiç etkilemeyen bir durum bir başkasında ağır stres yaratabilir. Kişinin benlik saygısını zedeleyen durumlar en çok depresyona yol açan stresörlerdir.

Hailey ve diğerleri (Hailey, C., 1987) Depresyon ile sosyal ve duygusal yalnızlık arasındaki ilişkiyi incelemişlerdir. Amerikan üniversitesin’ deki yabancı öğrenciler ve Taiwan üniversitesindeki Çinli öğrenciler, amerikan üniversitesindeki Amerikalı öğrenciler ve psikolojik yardım gören depresifAmerikalı öğrencilerinden oluşan dört farklı grubuna, Kaliforniya üniversitesi Los Angeles yalnızlık skalası ( UCLA), Belcher Genişletilmiş Yalnızlık Skalası ( BELS ), Beck depresyon Envanteri uygulanmış ve sonuç olarak psikolojik yardım gören grubun diğer gruplara göre daha çok depresif özellikler ve duygusal-sosyal yalnızlık çektikleri görülmüştür. Buradan da şu anlaşılmaktadır ki; sosyal yalnızlık depresyonda çok önemli bir risk faktörü oluşturmaktadır. Hatzunuehler, ( Hatzunuehler, B. 1983 ). de Beck Depresyon Envanterini uygulayarak 207 üniversite öğrencisinin %22 ‘sinin orta derecede depresyon belirtisi gösterdiğini bulmuştur. Sosyal benlik algısı ve akademik benlik algısının depresyon ön oluşumu arasındaki ilişkiyi inceleyen bir araştırmada da 148 erkek, 134 ilköğretim çağı çocuklarına uygulandığında akademik ve sosyal benlik algısının yüksek olduğu çocuklarda ileri ki yaşam dönemlerinde depresyon belirtisine az rastlandığı görülürken, sosyal ve akademik benlik algısının düşük olduğu çocuklarda da bunun tam tersi depresyon belirtilerine rastlandığı görülmüştür. Freie Üniversitesi Berlin’ de yapılan araştırmada 14 kültürde kendine yeterlilik inancı ile depresyon arasındaki ilişkiye bakıldığında İspanyollarda kendine yeterlilik inancının diğer kültürlere (Arap, İngiliz, Rus, Polonya, Japon, Çin, Alman, Yunan, Macaristan, Hollanda, Endonezya, Kanada ) göre daha düşük olduğu

Page 21: Kişisel Gelişim Dergisi Mayıs 2012

bununla birlikte İspanyolların daha fazla depresyon yaşadıkları görülmüştür. (FreieÜniversitesi, 1997)

Depresyon, bipolar ( çok yönlü depresyon ), silotmik bozukluk, dış etkenli depresyon, psikotik ve nörotik depresyon, heyecanlı ve durgun depresyon, çifte depresyon, negatif

etkilenme olarak görülebilir. ( Miller, A. J., 2002 ).

Not: Haziran sayımızda “Çocuk Depresyonu” başlığıyla yazının devamını okuyabilirsiniz.

Uzman Psikolojik Danışman Berrin EMRAN ÖZBULAK

Üzüntüyü Çözümleme Teknikleri

Birinci Kural: Gerçekleri fark edin. Dünyadaki çoğu insanın üzüntüsü hangi konuda karar vereceklerini tam olarak bilemeden karar vermeye çalışmalarından kaynaklanıyor.

İkinci Kural: Bütün gerçekleri iyice tarttıktan sonra bir karar verin.

Üçüncü Kural: Akıllıca bir karara vardıktan sonra harekete geçin! Kararınızı uygulayın ve kararınızın sonucu üzerinde kafa yorup endişelenmeyin!

Dördüncü Kural: Siz ya da çevrenizdekilerden biri herhangi bir sorun konusunda endişelenip üzüldüğünüzde, aşağıdaki soruları yazın ve yanıtlayın:

1. Sorun nedir?2. Sorunun nedeni nedir?3. Sorunun olası çözümleri nelerdir?4. En iyi çözüm hangisidir?

(“Üzüntüyü Bırak Yaşamaya Bak” kitabından alıntıdır.)

Page 22: Kişisel Gelişim Dergisi Mayıs 2012

Stres ve Yönetimi

Hemen hemen her insanın hayatına çeşitli yollarla giren stres günümüzde insanların en büyük sorunlardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Geçim sıkıntısı, iş hayatı, sınavlar, gelecek kaygısı ve daha birçok faktör strese neden olmaktadır. Şüphesiz sinir hastalıkları, mide hastalıkları ve daha birçok hastalığın temelinde stres yatmaktadır. Başka bir deyişle stres hayatımızdan kolay kolay atmayı başaramadığımız ve bize ciddi zararlar veren bir problemdir. Peki, stresi önlemek için neler yapabiliriz?

Öncelikle stresin ne olduğunu tanımlayarak başlayalım. Stres, beyin ve dolayısıyla vücudun alışılmadık durumlar karşısında verdiği tepkidir. Biz bu tepkileri farklı duygularla yaşarız: öfke, moral bozukluğu vb. Stres, iyi stres ve kötü stres olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. İyi stres, insanı motive eden ve konsantrasyonu artıran strestir ki bu genelde sınavlardan önce, iş başvurularından önce ve iyi hazırlanılmış bir süreç sonrasında bir işe, aktiviteye, müsabakaya, yarışmaya vb. başlamadan önce meydana gelir. Şüphesiz iyi stresin insana zararı yoktur aksine faydası

vardır: Beyni uyarır. Kötü stres ise insana hem psikolojik hem de fiziksel anlamda zarar veren strestir. Kötü stresin kontrol edilememesi durumunda birçok hastalık baş göstermektedir.

Strese neden olan faktörleri ikiye ayırabiliriz: dış faktörler ve kişinin kendinden kaynaklanan faktörler. Öncelikle dış faktörlere örnek verelim: Örneğin, kalabalık, kafein içeren içecekler (örneğin kahve) gibi faktörleri dış faktörler olarak adlandırabiliriz. Dış faktörlerle mücadele etmede atacağınız en önemli adım onlardan mümkün olduğunca uzak durmak olacaktır: Kafein içeren içecekler tüketmemek ve kalabalık ortamlara girmemek gibi. Kalabalık ortamlarda çalışmak zorunda iseniz bunu hayatın bir parçası olarak kabul etmek, olabilecek en iyi çözümdür. Ayrıca stres bulaşıcıdır ve sürekli stresli olan insanlarla bir arada olmak bir süre sonra sizin de strese girmenize neden olacaktır. Çünkü beynimizde ayna nöronlar denen nöronlar vardır ve bu nöronlar aracılığıyla karşımızdaki insanların duyguları bize yansır. Bu yüzden çevrinizi stresten uzak duran insanlarla oluşturmakta fayda vardır. Nitekim atalarımız “Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim” diye boşuna dememişlerdir.

Strese neden olan kişinin kendinden kaynaklanan faktörlere gelince şunu söyleyebiliriz ki stresin temelinde beklentiler, belirsizlikler ve olaylara verdiğimiz önem yatmaktadır. Yani insan beklentilerine karşılık bulamazsa, umduğu sonuçları alamazsa strese girer. Bunun yanı sıra sonucu belli olmayan durumlarda belirsizlik ortadan kalkana kadar geçen süre insanın strese

Page 23: Kişisel Gelişim Dergisi Mayıs 2012

girmesine neden olur. Ayrıca olaylara gereğinden fazla önem vermek de insanın strese girmesinde önemli bir etkendir. Bu üç durumun çözümü de bakış açısında yatmaktadır. Hayata bakış açımız beklentilerimizi, olaylara verdiğimiz önemi ve belirsizlikler karşısındaki tavrımızı belirler. Bu yüzden stresi önlemek için atacağımız en önemli adım olumlu bir bakış açısına sahip olmak olacaktır. Bu, stresin zihinsel yolla engellenmesini sağlar.

Stresi engellemek için fiziksel olarak yapacağımız bazı egzersizler de vardır. Bunlardan biri nefes egzersizleridir. 15-20 dakikalık nefes egzersizi stresi vücudumuzdan ve zihnimizden atmada önemli rol oynamaktadır. Tabii ki nefes egzersizlerinde dikkat edilmesi gerek bazı noktalar var. Öncelikle nefes alırken diyaframımızı kullanmalıyız. Bir başka deyişle yavaş bir şekilde burnumuzdan nefes alıp daha yavaş bir şekilde ağzımızdan vermeliyiz. Yani nefesi aldığımız süreden daha uzun bir sürede vermeliyiz. Strese girdiğimiz an 15-20 dakika sadece nefesimize odaklanarak yapacağımız nefes egzersizi bizi rahatlatacaktır. Ayrıca günlük düzenli yapılan nefes egzersizleri stresten genel olarak uzak durmamızı sağlayacaktır. Stresle baş etmek için yapılabilecek bir diğer egzersiz ise tempolu yürüyüşlerdir. Strese girdiğimiz an yapacağımız yaklaşık 30 dakikalık bir tempolu yürüyüş beyne hem oksijen hem de kan gitmesini hızlandıracağı için bizi rahatlatacaktır. Tabii ki düzenli yapılan yürüyüşler ( günlük veya iki günde bir) stresi genel olarak hayatımızdan uzaklaştırmamızı sağlayacaktır. Düzenli yürüyüş yapacak zamanınız yoksa günlük hayatta yürümeye

daha fazla özen göstermelisiniz. Örneğin, yakın mesafedeki yerlere taşıtla gitmek yerine yürüyerek gitmelisiniz. Veyahut apartman ve iş yerinizde asansörü kullanmak yerine merdiveni kullanmalısınız. Bunun yanı sıra ip atlamak da stresinizin azalmasını sağlayacaktır. Ayrıca zaman zaman doğada vakit geçirmeniz de sizi rahatlatacaktır.

Stresi genel olarak hayatımızdan uzak tutmada doğru beslenme ve düzenli uyku çok önemlidir. Özellikle düzenli uyku hem zihnimizden hem de bedenimizden üst seviyede faydalanmamız için oldukça önemlidir. Düzensiz uyku ise hem zihnimizi hem de bedenimizi olumsuz etkileyecek ve stresi tetikleyecektir. Birçok uzmana göre ideal uyku 6 ila 8 saat arasındaki uykudur. Doğru beslenme ise başlı başına incelenmesi gereken bir konudur ve bu konuyla ilgili ayrıntılı bilgi sonraki sayılarda verilecektir.

Şunu unutmamak gerekir ki stresi yönetmek bir beceridir ve beyin sürekli yeni beceriler kazanabilir. Stresle zamanında baş edilmezse ileride ciddi sorunlar doğurabilir. Yukarıda belirttiğim yöntemlerle stresi önleyebilirsiniz ama ileride düzeyde bir stres sorununuz varsa en iyisi profesyonel bir yardım almak olacaktır.

Stressiz mutlu bir hayat yaşamanız dileğiyle…

Tayfun [email protected]

Page 24: Kişisel Gelişim Dergisi Mayıs 2012

Network Marketing Nedir, Ne Değildir?

Son dönemde ülkemizde iyice yaygınlaşan bir satış şekli var. Network Marketing. Çeşitli firmalar ülkemize bu iş için geliyorlar ciddi yatırımlar yapıyorlar. Başta Avon, ForeverLiving, Amway gibi firmalar bu işten ciddi cirolar kazanıyorlar. Ben burada sistemin ne olduğundan ziyade bu iş ile ilgili kendi gözlemlerimi belirtmek istiyorum. Soru cevap şeklinde yazdığım yazımda lütfen sizde soruları kendinize sorun. Bu işe atılmadan önce bunu gözden geçirin.

*Çevreniz Geniş mi? İkna kabiliyeti?İlk önce bunu sorun kendinize. Çevreniz geniş mi ve ikna kabiliyetiniz yüksek mi? çünkü tanesi 56 TL olan çamaşır suyunu birine satmak ve hatta sürekli onu kullandırmak pekte kolay olmayacak. Şöyle bir gerçek var evet bu network ürünleri genelde piyasadaki birçok üründen daha kaliteli oluyorlar. Bundan şüphem yok ancak insanların önyargısı yüzünden bu ürünleri satışta ilk etapta zorluklar çekeceksiniz. Onun için sınırlı bir çevreniz varsa bu işe pek bulaşmanızı "şahsen" istemem, ama hem çevreniz geniş hem ikna kabiliyeti olan hem de "pozitif " bir

insansanız bu iş tam size göre

*Satıştan ziyade insanların alışveriş mantığını değiştirebilecek misiniz bunu düşünün?Bu işten para kazanmak istiyorsanız 2-3 tane vitamin hapını, çamaşır suyunu 4 TL ye alıp 6 TL ye satmaktan para kazanamazsınız. Ancak insanların alışveriş mantığını ve kullandığı köklü markaları unutturmanız gerekmektedir. Ancak böyle kendinize sağlam cirolar döndürebilirsiniz. Bunu da en sağlıklı "olumlu ikna" yani kullandırarak yapabilirsiniz. Onun için ilk etapta ciddi kazançlar beklemeyin

*Ön yargı neden vardır?Bu sisteme inanılmaz bir önyargı vardır. Belki de dünyanın hiç bir yerinde böyle bizdeki önyargı kadar büyük bir önyargı yoktur. Bunun sebebini ben şuna bağlıyorum; Network Marketing özünde bir "satış" planıdır ticari bir modeldir yani. Bu işte hile hurda olamaz mantıken. Dünyada her fikrin "karşıt" bir fikri vardır. Nasıl kapitalizmin karşıtı sosyalizm ise network Marketing’de normal alışılmış klasik ticarete alternatif üretilmiş, aslında özünde "FABRİKADAN HALKA DİREK SATIŞ " mantığıyla işleyen, aracı kurumları ortadan kaldıran gayet mantıklı bir ticari modeldir. Ancak sıkıntı çok garip bir yerdedir. Sistem Türkiye’ye "TİTAN SAADET ZİNCİRİ" ile gelmiştir. Böyle kötü önyargılı bir olaydan sonra bu sistem ile vitamin hapı dahi satsanız " ya bu işlerde dolandırıcılık çok oluyor" yaftasıyla karşılaşacaksınız. Buna hazırlıklı olun ve o kişiyi bunun ticari bir sistem olduğuna ikna etmekten başka çareniz yok

*Her işte olduğu gibi bu işte de ilk etapta

Page 25: Kişisel Gelişim Dergisi Mayıs 2012

olumlu bir tablo çizerler, hem de ne tabloTanıtım gösterilerine gidersiniz, yemeklere gidersiniz ortam iyidir herkes mutludur sağlam paralardan bahsederler. Aslında bunlar da yalan değildir. Bu işte müdür olmuş insanlar ciddi paralar ve hediyeler kazanırlar. Promosyonlar indirimler oteller tatiller vb. ama bunu ilk etapta "KOLAY" mış gibi sunulması kafanızı karıştırabilir. Buna kanmayın. Oraya çıkan müdür inanınki kapı kapı çalışmış saatlerce uğraşmış ne bedeller ödemiştir oraya gelebilmek için.

*Bahsedildiği kadar kolay değildir…Az öncede belirttiğim gibi kesinlikle bu işten zengin olmak kolay değildir, hatta klasik sisteme göre "daha " zordur. Ancak bu sistemin en güzel yanı giderinizin neredeyse olmaması, sadece kurduğunuz güzel ilişkiler ve ikna kabiliyetinizin paraya dönmesidir. Ama kazancı sürekli korumak gayet zor bir süreçtir.

*Unutmayın ürünler satmıyor. Sizin adınız satıyor. İşinizi buna göre şekillendirinFirma çok kaliteli olsa dahi insanlar gelip sizi " siz X firmanın ürünlerini satıyormuşsunuz, bana X lazım " diye bulmadığı sürece hep sizin "adınız " satacaktır. Yani "Avukat Ayşe Hanım X firmanın ürünleri ile cildini taze tutuyormuş, bizde deneyelim mi? " her zaman bu işte pazarlamanın temelidir. Siz ne kadar güvenilir çevrenizde saygı gören bir

insansanız o kadar satışınız yüksek olur. Benim şahsi fikrim esnaf vb gibi işler değil de büyük iş yerlerinde çalışan insanlar sadece 3-4 arkadaşını sürekli müşterisi yaparak bile ciddi ek gelirler kazanabilirler

*Laflara inanmayın, bu özünde pazarlama işidirSizi ikna etmek için " bu pazarlama işi değil,21.YY işi " vb gibi sözler söylerler. İçinde MARKETİNG lafı geçen bir ticari model nasıl pazarlama işi olmaz?

*Aslında anti-kapitalist gibi duran bir sistem olsa da…Zeitgeist isimli belgesel filmi (antikapitalist bir belgesel ) bu sistemi çok fazla övmüştür. Evet, özünde reklam verme olmaması, yardımlaşma, takım ruhu, kolektif çalışma vb olsa da gayette bir "Amerikan " satış modelidir. Siyasi vb bir durumu olan ticari bir model değildir. Hatta tanıtım broşürlerini bile parayla satın almak kapitalist firmalarda bile bulunmamaktadır.

Şenan Deniz HAVAuzunyasa.wordpress.com

Eflatuna Sormuşlar: “insanoğlunun sizi en çok şaşırtan iki davranışı nedir?”

“Çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler. Ne var ki çocukluklarını özlerler. Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler; Ama sağlıklarını almak içinde para öderler. Yarınlarından endişe ederken bugünlerini unuturlar. Sonuçta, ne bugünü, ne de yarını yaşarlar. Hiç ölmeyecek gibi yaşarlar. Ancak hiç yaşamamış gibi ölürler.”

Page 26: Kişisel Gelişim Dergisi Mayıs 2012

İletişimin Gücü

‘Sosyal yaşamın en vazgeçilmez öğesi nedir ?’ diye sorsam nasıl bir cevap verirsiniz? Buna belki pek çok yanıt gelir ama bence ilk sırada yer alan “İLETİŞİM”dir. Düşünsenize sosyal hayatta iletişimde bulunmadığımız bir an var mıdır? Hatta çoğumuzun işe alınma/alınmama sebebi, arkadaş ilişkilerini yürütme/yürütememe, kendini doğru/yanlış ifade etme vs. sebebidir iletişim. Fakat genelde sorunu iletişimde değil karşı tarafta görmek vardır doğamızda ne yazık ki…

Peki, iyi, güzel, iletişimde sorunumuz olabileceğiniz algıladık. Ama nasıl düzelteceğiz bu sorunu genelde bu kısım üzerinde pek durulmaz. İsterseniz bu sorunu aşmamız için neler yapmamız gerektiğini bir inceleyelim.

Öncelikle şunu unutmayalım İletişimde beden dili %60, Ses tonu %30 ve Kelimeler %10 önem taşır. Bu da bize göstermektedir ki ne konuştuğumuz değil nasıl konuştuğumuz önemlidir. Lütfen çok konuşmayı iyi iletişim az konuşmayı da kötü iletişim olarak tanımlamayalım.

İletişiminizin etkili olmasını istiyorsanız ilk ve en önemli tavsiyem etrafınıza pozitif bir enerji saçmanızdır. Kendinizden de biliyorsunuzdur kimse asık suratlı karamsar biriyle iletişim kurmak istemez. Hatta istese de başaramaz. Eğer iletişime güzel bir tebessümle başlarsanız eminim ki bu bir müddet sonra karşı tarafa da yansıyacaktır. Böylelikle iki taraf da iletişimden tat alacaktır. Bundan anlamayan insanlar elbette çıkacaktır karşınıza ama siz onlara aldırmayın her zaman muhabbetin vazgeçilmez ismi siz olursunuz o değil.

Sonra sırayı gözlerinize devredin. Karşınızdaki insanla iletişim kurarken gözlerine bakın. Utanıp sıkılıp gözlerinizi kaçırmayın. Çünkü göz iletişimi size o kadar çok şey katar ki. Ney mi?’sizin söyledikleriniz benim için önemli sizi dikkatle dinliyorum’ mesajı verirsiniz karşınızdakine. Karşı taraf da kendisinin önemsendiğini fark edince o da size iletişiminizde fazlasıyla önem verecektir unutmayın. Bu arada sakın bu dediklerimi boş boş ve insanları rahatsız edecek derecede bakmak şeklinde algılamayınız.(bu durumda gözlerinizi hafif kısarak ve ideal süreyi kendinize göre ayarlayarak üstesinden gelebilirsiniz ;) )

Duruşunuz da iletişimde çok önemli paya sahip bir diğer unsurdur. Bu durumda ideal duruşunuz omuzlarınız ve beliniz kesinlikle dik göğüs kısmınız hafif dışarıda ve göbek kısmı da biraz içeri çekik durumda olmalıdır. Bu kendine güvenen iletişimde başarılıyım sinyali veren bir duruştur. Bunun tam tersi durumda hele ki omuzlarınız düşük beliniz hafif kambur duruyorsa üzgünüm ama iletişimde şansınız düşüktür. Bu kendine

Page 27: Kişisel Gelişim Dergisi Mayıs 2012

güvensizliğin en büyük göstergesidir ve böyle biriyle kimse iletişim kurmaya çok istekli olmaz. İletişim kurulsa dahi bu pozisyondaki taraf karşı tarafın tavır ve davranışıyla ezilmeye çalışır.

İletişimin diğer bir unsuru jest ve mimiklerdir. El kol ve yüz ifadenizin sözlerinizi destekler nitelikte olması çok önemlidir. Bu konuda kendinizi tam anlamıyla geliştirmek istiyorsanız bir beden dili kitabı edinmenizi tavsiye ederim.

Beden dilinizin yanı sıra ses tonunuz da çok önemlidir. Konuştuğunuz konuya ve duygu durumuna göre ses tonunuzu çok iyi ayarlayarak karşı tarafı iletişiminizle daha kolay etkileyebilirsiniz. Bunun önemini anlayabilmek için bir kitabın beş altı cümlesini aynı tonla sesli bir şekilde okuyup kaydedin sesinizi. Daha sonra bir de tonlamalara dikkat ederek okuyun ve kaydedin. Son olarak da ikisini de sırayla

dinleyin bakalım sonuç ve düşünceniz ney olacak.

Evet, hadi bakalım bu bir başlangıç olsun ve hayatınızda uygulamaya koyulun unutmayın kaybedecek hiçbir şeyiniz yok. Aksine kazanacağınız pek çok şeyi hayal edin ve bu sefer ertelemeyin başlayın hemen. Bu arada ilk denemenizde %100 başarı elde edemezsiniz ve bu durumun işe yaramadığını ve vazgeçmeniz gerektiğini düşünebilirsiniz. Asla bunu yapmayın bir süre sonra kendinizdeki değişime siz bile inanamayacaksınız.

Uygulamanızda başarılar arkadaşlar

Kendinize güvenmeyi ihmal etmeyin…

Hamide ŞİMŞEK

Kişisel Gelişim“İhtiyacımız olan her yerde!”

www.twitter.com/kgelisimim

Page 28: Kişisel Gelişim Dergisi Mayıs 2012

Yap- Bozma

Sevgili dostlarım hepinizi içten duygularla selamlıyorum. Dilerim hayatınızdaki her şey gönlünüzce şekillenmektedir.

Ne hakkında yazacağımı hala netleştirmiş değilim aslında hala düşünmekteyim.

Geçen ay bir yapboz sipariş ettim. Bin parçadan oluşan yelkeni kelebeklerden oluşan bir gemi resmini tamamlamaya çalıştım günlerce. Arkadaşlarımın yoğun yardımı sonucunda nihayet tamamlayabildim yapbozu. Son parçayı yerleştirip şöyle bir baktım, artık tamamlanmış haline. Evet bitmişti. “Eee” dedim sonra kendime, ne oldu şimdi? Bir mağazada 20 liraya bütün halini bulabileceğim bir şeyi bin parça olarak aldım ve işim yokmuş gibi bazı parçaları tek tek deneyerek onları bir araya getirdim. Duygularımı gözden geçirmem gerek. Emeğimi niçin harcadım bu işe? Beni mutlu eden şey yapbozun tamamlanmış hali değil bir parçanın doğru yerini bulduğumdaki hazdı. Bu zevki yaşamak içindi tüm gayretim. Velhasıl ben bu yapbozu sonunda mutlu olmak için değil, onu tamamlamaya çalışırken mutlu olmak için yaptım, bunu fark ettim.

Annem bazı günler sabahtan akşama kadar neredeyse hiç durmadan temizlik yapar. Gün akşama erip de babam geldiğinde annem yorgun olduğunu söyleyince babam gayri ihtiyari sorardı, sabahtan beri evin içindesin ne yaptın da yoruldun? Babamın bu soruyu art niyetle sormadığından şüphem yok yalnızca gerçekten merak ediyor çünkü durup baktığında ortalıkta çok bariz olarak fark edilen bir durum yok. Her şey hala yerli yerinde duruyor.

Gün olur çabalar kendimizi parçalarız da dönüp baktığımızda sorarız kendimize emeğim hiçbir işe yaramıyor mu? Boşa mı çabalıyorum? Akıntıya mı kürek çekiyorum ben? Diye. Ne münasebet a dostlar. Hayat ne yazık ki parçaları yerine oturdukça tamamlandığını bize gösteren bir yapboz kadar cömert değil. Yalnızca parçaların birleştiğini anlayabilmek için evin bir süre temizlenmediğinde ne hale gelebileceğini görebilecek ileri görüşlülüğe ihtiyacımız var. Varsın yaptığınız iş harcadığınız emek kendi gözünüze bile görünmesin, varsın boş işlerle uğraşıyor haybeye yoruluyor desinler, inandığınız şey uğruna harcadığınız emek yerine oturan yapboz parçasının heyecanını yaşatacaktır size derinlerde bir yerde. Resmin tamamını görmek için yılların geçmesini beklemek zorunda olsak bile inanın, siz çabaladıkça bir şeyler yerine oturuyor, eksiklikler tamamlanıyor. Şevkinizi yitirmeyin dostlarım parçalar arasında boğulsanız da doğru yere geçmek için bir parça sizin onu fark etmenizi bekliyor, kendini bile şaşırtan bir sabırla hem de.

Fatih KEŞKEKÇİ

Page 29: Kişisel Gelişim Dergisi Mayıs 2012

Hayat Muvazenesi

Hayat ana rahmine düşmemizle başlar ve kişiden kişiye değişmek üzere yaşlılığın ardından son bulur. Bu süreci nasıl geçireceğimiz ise bizim kararlarımızla belli olur: iyi ya da kötü.

Son demlerine gelmişti Adnan Amca. Ardında dile kolay 70 senelik bir ömür bırakmıştı. Eşi Solmaz Hanım ise iki sene önce vefat etmişti. O günden beri viraneleşen evinde bir başına yaşıyordu.

Artık sonun yaklaştığının o da farkındaydı. Her gece yaşadığı 70 yılı nasıl değerlendirdiğini muvazene ederek geçirir olmuştu. Pişmanlıklar, mutluluklar zihninde hatırladığı kadarıyla tekrar tekrar yaşanır olmuştu.

Yine bu gecelerin birinde:“Bu yaşa geldin Adnan, ne kaldı geriye? Pek çok kırık kalbin ardından derin bir yalnızlığın içindesin işte. Kapın çalmaz olalı kaç gün oldu? Bir başına şu yatakta ölüp gideceksin, merak edip bakanın bile olmayacak.

Sana ömrünün 45 senesini veren eşinin bile gönlünü almadan ahrete uğurladın. Bir de her gece içkili gelip bağırıp hakaret ederdin. Ne eziyetlerini çekti de bir gün olsun gitmedi. Eve her geldiğinde içkili de olsan alkollü de olsan hoşgeldini senden hiç eksik etmedi. Ne yüze bir kadınmış meğer? Değerini bilemedim. Hakkını helal etmiştir umarım.

Alkol demişken, onca zaman içtin de ne oldu? Ailenden sakındın şişelere yatırdın. Cabası hakkını masaya bıraktığın ailene gelip bir de kötü davrandın. Kim kazandı? Kimse! Bir tek sen kaybettin Adnan: boşa harcadığın zamanla ve kırdığın kalplerle sen kaybettin.

İki oğlun var ama seni aramıyorlar. Sitem etmeye hakkın hiç yok. Zehir ettin hayatı onlara. Baba olmak sevgi göstermek bir yana dövdün azarladın her daim.”

Bu düşünceler içinde saatler geçmiş sabah yaklaşmıştı. Dışarıdan hocanın insanın içine işleyen sesiyle sabah ezanı duyuluyordu. Pişmanlıkla gözyaşlarına boğulmuş Adnan Amca yatakta doğruldu ve:

“Hadi Adnan! Koca 70 seneyi faydasız işlerle devirdin. Kaç günün kaldı belli değil. Bu ezana iştirak et ve camide namazını kıl. Önce Yaradan’ın huzurunda af dile. Gündüz ilk iş de gidip evlatlarından özür dilemek olacak. Kırılan kalpler biliyorum bir özürle iyileşmez ama kalan günlerinde bu güne kadar yapamadığım babalığı yapacağım evlatlarıma. Torunlarımı da tanımak, sarılmak, sevmek istiyorum. Bundan sonra bu ev viranelik değil, onların cıvıltısıyla neşelenmeli. Hadi Adnan, abdest alma vakti.”

Page 30: Kişisel Gelişim Dergisi Mayıs 2012

Kıssandan hisse:70 senenin ardından belki de Adnan Amca’nın sayılı günleri kaldı. Ama hatanın neresinde dönülürse kardır. Peki biz? Ömrümüzün kaç yılını yaşadığımız önemli değil. Önemli olan nasıl yaşadığımız ve bu andan itibaren nasıl yaşayacağımız?

Dilerim bu hikâye bir nebze de olsa bir aydınlanmaya sebep olmuştur kalplerinizde.

Saygılarımla…

Ömer ARSLANKişisel Gelişim Sayfası ve Dergisi Kurucusu

20.04.2012 / Köyceğiz

Page 31: Kişisel Gelişim Dergisi Mayıs 2012

Matrakçı Nasuh’un Hayatı

Matrakçı Nasuh (d.1480 - ö. 1564?), Türk minyatürcü, tarihçi ve matematikçi. Asıl adı Nasuh b. Karagöz'dür. Ölüm tarihi bilinmeyen Matrakçı Nasuh'un Saraybosna'dadoğduğu sanılmaktadır. Kâtip Çelebi ölüm tarihi olarak 1533′ü vermekteyse de, bunun doğru olmadığı bugün kesinleşmiştir. Çeşitli kaynaklarda onun 1547′den, 1551′den, 1553′ten sonra ölmüş olabileceği ileri sürülmektedir. Yaşamı üstüne bilgi de yok denecek kadar azdır. Dedesinin devşirme olduğuna ilişkin kesinleşmemiş ipuçları vardır.

HayatıSultan II. Beyazid döneminin (1481-1512) sonlarına doğru Enderun’da eğitim gördüğü ve sonra matematik eğitimcisi olarak öğrenci yetiştirdiği bilinmektedir. Devrin ünlü şairi Saî'den dersler almıştır. Ünlü bir hattat olan Nasuh, nesih yazı stilinde değişikler yapmıştır. Divanî yazı stilinde önde gelen isimlerden birisi olmuştur.

Sopalarla oynanan ve bir tür savaş oyunu olan matrak adlı sporda ustalığında dolayı matrakçı lakabıyla anılmıştır. Değişik silahları kullanmaktaki ustalığı da bilinmekte olup bu konuda Tuhfetü'l-Guzât adlı bir kitap da yazmıştır.

Matrakçı Nasuh'un minyatür-harita karışımı kendine has bir üslubu vardır, eserlerinde

yeryüzünün kuşbakışı görünümünü resmeder. Buna karşın şekilleri tepeden değil, sanki karşıdan görüyormuş gibi çizer. Bu resimlerde kuş ve tavşan gibi hayvanlar olsa da insanlar asla belirmez. Şehirlerdeki binalar tek tek seçilebilir.

Geometri ve matematik alanındaki çalışmaları neticesinde uzunluk ölçülerini gösteren cetveller hazırlamıştır. I. Selim zamanında ona adadığı Cemâlü'l-Küttâb ve Kemalü'l- Hisâb kitaplarını yazmış, Napier'den elli sene öncesinde adıyla anılan çarpma metotlarını ve modern matematik öğretiminde öncü bir kitap kabul edilen bir referans olarak Enderun'da okutulmuş, Napier gibi matematikçilere ilham kaynağı olmuştur.

Tarih alanında da çalışan Matrakçı Nasuh, Taberî Tarihi 'ni Mecmaü't-Tevârih adıyla Türkçeye çevirmiştir. 3 nüsha olarak yayınlanan Süleymannâme kitabında 1520-1537, 1543-1551 ve 1542-1543 yıllarını anlatmıştır. 1537-1538 yıllarında yazdığı Fetihname-i Karabuğdan, Kanuni Sultan Süleyman'ın İran seferini anlatır. Bu kitaplarda, yol boyunca ordunun geçtiği şehirlerin minyetür şeklinde haritalarını çizmiştir. Çizimleri bugün hem estetik, hem de geçmişe ait çok ayrıntılı bilgiler içermesi hasebiyle şaheser olarak tanımlanmaktadır.

Nasuh, Kanuni'nin Fransa kralı I. François'yadestek amacıyla Barbaros Hayrettin Paşa komutasında gönderdiği donanmaya katıldı. Yol boyunca donanmanın uğradığı limanları resmetti.

Kaynal: tr.wikipedia.org

Page 32: Kişisel Gelişim Dergisi Mayıs 2012

Bu derginin yayınlanmasında emeği geçen ve vakit ayırarak okuyan herkese teşekkür ederim. Unutmayınız bilgi paylaştıkça çoğalır. Bizler sizlere aracıyız, sizler de sevdiklerinize aracı olabilirsiniz.

Ömer ARSLANKişisel Gelişim Sayfa ve Dergi Kurucusu

Page 33: Kişisel Gelişim Dergisi Mayıs 2012

Kişisel Gelişim DergisiMayıs 2012 – Sayı: 9

Dergi Tasarım:Ömer ARSLAN

Kapak Tasarım:Ömer ARSLAN

Dergi Koordinatör:Özlem ÖZTULUM

Muhabir:Şenan Deniz HAVA

Redaktör:Begüm KANERİ

Yazarlar:Özlem ÖZTULUM

Taner ÖZDEŞMustafa ÇaySiran KALELİ

Sevgi KARACAUğur KOŞAR

Berrin EMRAN ÖZBULAKŞenan Deniz HAVA

Tayfun SOYLUHamide ŞİMŞEKFatih KEŞKEKÇİÖmer ARSLAN

İletişim:www.facebook.com/kgelisimim

www.kisiselgelisimim.comwww.twitter.com/kgelisimim

Elektronik Posta:[email protected]

Page 34: Kişisel Gelişim Dergisi Mayıs 2012