Upload
others
View
9
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
KÜRESELLEŞME DİNAMİKLERİNİN MEDYA SEKTÖRÜNE ETKİLERİ
(The Effects Of Globalization Dynamics On Media Sector)
Orhan BAYTAR¹
ÖZET
Günümüzde küreselleşme dinamikleri dünya çapında önem kazanmıştır. Sıklıkla konferans, panel,
makale ya da politik konuşmalarda değinilen küreselleşme, belki de çağımızın en önemli mitleri arasındadır.
Derlemeye dayanan ve betimleyici yöntemle hazırlanan bu çalışmada, önemli ölçüde sosyal, siyasal,
ekonomik ve kültürel etkilere sahip olan küreselleşme dinamiklerinin medya sektörü üzerindeki etkisi
irdelenmektedir. Küreselleşmenin kapitalist bir örgütlenme modeli olarak neo-liberalizmin atmosferinde
faaliyet gösteren liberal medyanın paradigmasını belirlediği iddia edilmektedir. Bu bağlamda medyanın
mülkiyet yapılarında yoğunlaşma, ulus-aşırı medya sermayesinin hareketliliği ve medyada konsolidasyon
süreçleri küreselleşmenin öncülleriyle kesişmektedir.
Anahtar Kelimeler: Küreselleşme Dinamikleri, Küreselleşme ve Medya, Küreselleşme Sürecinin
Etkileri ve Sonuçları.
ABSTRACT
Nowadays, the dynamics of globalization have been important gained worldwide. Globalisation
concept that is usually taken in conferences, panels, articles or politician’s talkings are probably the most
popular notion among the myths of our age.
In this study was prepared based on the compilation and descriptive method, it is argued that the
dynamics of globalization have important social, political, economical and cultural influences on the media
sector. It is claimed that, as an organization model of capitalism, neo-liberalism has been determining of the
liberal media paradigm. In the view of point, the concentration and convergence of media ownership
structures, transnational mobility of media capital, and consolidation process in the media sector are to
intersected with the premise of globalisation dynamics.
Keywords: The Dynamics of Globalization, the Effects of Globalization on Media Sector, Media
Consolidation and Convergence.
1 Yrd.Doç.Dr, Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi, e-mail:[email protected]
Karadeniz Teknik Üniversitesi İletişim Araştırmaları Dergisi
1. GirişKüreselleşme kavramı, çok farklı disiplinleri kapsayan bir vurgu taşımaktadır.
Küreselleşme kavramının yer almadığı konferansları, panelleri, makaleleri veya siyasetçi
açıklamalarını bulmak artık olanaksız hale gelmiştir (Boxberger ve Klimenta, 1998:2). Bir
“süreç” olarak uzun bir geçmişi olmasına rağmen, küreselleşme 1980 ortalarından itibaren
daha da sık biçimde kullanılır olmuştur.
Günümüzde sorunların çok boyutlu hale gelmesiyle dünyanın farklı yerlerinde
yaşayan insanların bu sorunlara karşı tepkileri ortak değer yargıları olarak ortaya
çıkmaktadır. Bundan başka yaşanılacak bir dünya olmadığı ve dünyanın bir bütün olduğu
bilincinin artması, küresel düzeyde paylaşılan ortak bir kaygı haline gelmiştir. Çevre
sorunlarının dünyayı olumsuz etkilemesi, medyanın gücü, uluslar arası ilişkilerde ortaya
çıkan sorunlar gibi faktörler, küresel düzeyde bir düşünüş ve davranışın şekillenmesinde
etkili olmuştur.
Gerçekten küreselleşme süreci, dünyanın birbirine “yakınlaşması” gibi
“uzaklaşması”, “küreselleşmesi” gibi “yerelleşmesi”, “bütünleşmesi” gibi “parçalanması”
ya da “zenginleşmesi” gibi “yoksullaşması” anlamına da geldiğinden nereden isterseniz
oradan yorumlamanıza olanak vermektedir (Koray, 2005:11).
Küreselleşme sonuçlarının tartışıldığı günümüzde ABD’de medya sahipliğinin
tartışıldığı bir ortamda Thierer’in en kapsamlı bir şekilde ortaya koyduğu değerlendirmeler,
küreselleşme ve medya konusunda farklı bakış açılarını kapsar niteliktedir. Günümüzde
kapsamlı bir şekilde tartışma konusu olan ve Thierer’in doğru olmadığını ileri sürdüğü
medya mitlerini ana başlıklarıyla şöyle özetlemek mümkündür (Thierer, 2004): 1. Mit:
Çeşitlilik, yok olacaktır. 2. Mit: Medyada, yerellik yok olmaktadır. 3. Mit: Yoğunlaşma
sonucu birkaç medya bütün bir küresel medyayı kontrol edecektir. 4. Mit: Demokrasinin
geleceği risk altında olacaktır. 5. Mit: Yüksek kalitede gazetecilik ve eğlenceyi korumak
için düzenleme (regulasyon) gereklidir. 6. Mit: First Amendment, medya sahipliği
kontrolünü kapsamlı bir şekilde sağlayan ve medya içeriklerine ulaşmayı garantiye alan bir
düzenleyici araçtır. 7. Mit: İnternet dahil yeni teknolojiler ya da medya ürünlerinin, bu
tartışmalarda çok az bir etkisi olduğu ve mevcut medya sahipliği düzenlemelerini
gevşetmede bir gerekçe olarak kullanılmayacağıdır.
Çeşitliliğin yok olacağı argümanına karşı Thierer, günümüzde enformasyonun kıt
kaynak değil bol olduğu, askine aşırı enformasyon yüklemenin vatandaş için bir sorun
teşkil ettiğini ileri sürmektedir. Yerelliğin yok olacağına karşı argümanı ise, vatandaşın
Yıl:1 Sayı:146
Karadeniz Teknik Üniversitesi İletişim Araştırmaları Dergisi
ulusal haber ve eğlence opsiyonlarının giderek arttığı ve yerel enformasyonun popüler bir
kaynak olarak piyasada deregülasyon ile yok olmayacağıdır. Yoğunlaşma sonucu birkaç
medyanın bütün küresel medyayı kontrol edeceği mitinin yanlış bir inanca dayandığını,
günümüzde medya sektörünün etkin bir şekilde rekabetçi olduğu ve geçmiş dönemlerden
daha fazla yoğunlaşmadığını ileri sürer. Korumacılığın kaliteyi garantilediğine karşı
argümanında ise kalitenin subjektif bir konu olduğunu, ABD’de hükümetin haber ve
eğlence kalitesi konusunda bir şey söylememesi gerektiğini ileri sürer.
Küreselleşme ve medya ilişkisini zıt kutuplarla ele alan bu görüşler, bu makalenin
ileri sürdüğü ve bu etkileşimin net bir şekilde birbirinden ayrılamayacağı yargısına
dayanmaktadır. Çünkü liberal ve ana akım medya sektörü, küreselleşme felsefesinin
dayanağı olarak neo-liberal politikaların atmosferinde faaliyet göstermektedir. Gelişmeler
ışığında medyayı içerik kalitesi yönünden etkilese de ekonomik anlamda performans ve
verimliliği geliştirici yönde etkilediği söylenebilir.
Küresel medyaya bakıldığında genel olarak hem teknolojik alt yapı olanakları ve
hem de bu teknolojik alt yapının sağlamış olduğu içerik üretme olanakları açısından geri
kalmış ülkeler aleyhine dengesiz bir akış olduğu söylenebilir. Gerek iletişim teknolojisi,
gerekse de enformasyon üretiminde gelişmiş kapitalist ülkelerin çok ileri düzeyde olduğu
görülmektedir. Gelişmiş ülkelerin güçlü ekonomileri dolayısıyla bu ülkelerin medya
sektörünün teknolojik alt yapı yatırımları her geçen gün artarak geri kalmış ülkelerle
aradaki fark daha da artmaktadır.
Medya işletmeleri, bu ülkelerin güçlü ekonomilerinin reklam/ilan ve satış gelirleri
üzerindeki pozitif etkisi ve finans bulma olanakları sağlamasıyla sağlam bir finansal ve
mali yapıya sahip olmuşlardır. Bu durum sektöre büyük yatırımların yapılmasını
sağlayarak, teknolojik alt yapının muazzam derecede gelişmesini sağlamıştır. İnternet
benzeri medya sektöründe kullanılan ileri teknoloji kullanımı olanakları, gelişmekte olan
ülkelerde sınırlı kalmaktadır.
Özellikle bilgisayar teknolojisindeki gelişmeler ve internetin yaygınlaşması iletişim
alanında bir devrim yaratırken, bilginin üretilmesi, iletilmesi ve saklanması (muhafaza
edilmesi) konularında büyük olanaklar doğurmuştur. İletişimin hızı artmış, ulaştığı alan
büyümüş, buna karşılık maliyetler düşmüştür. İletişim teknolojisindeki atılımların, gerek
iletişim, gerek ulaşım maliyetlerindeki çarpıcı düşüşün küreselleşmeyi hızlandırdığı
kesindir (Şenatalar, http://www.noktavirgul.com).
Yıl:1 Sayı:1 47
Karadeniz Teknik Üniversitesi İletişim Araştırmaları Dergisi
Öte yandan iletişim ve ulaşım teknolojisiyle dünya gerçekten birbirine
yakınlaşırken, aynı dünyada siyasal ve ekonomik koşullar açısından bir kutuplaşma
yaşanmakta, metropolleşen kentlerde gettoların oluşması önlenememekte, sınıflar,
kuşaklar, kimlikler arasındaki çözülmeler de hızla artmaktadır (Koray, 2005:31).
İletişim alanında görülen bu gelişmelere karşın, bütün dünyayı kapsayacak adil bir
uluslararası iletişim düzeni kurulamamıştır. Tek yönlü ve dengesiz iletişim akışı sonucunda
yerel kültürler, uluslar arası tekeller ve dev medya organlarının ürettiği medya kültürleri ile
şekillenmekte, yerine homojen, tekdüze ve ticari içerikli sığ bir medya kültürü yer
almaktadır.
Gelişmekte olan bir ülke olarak Türkiye’nin, medya sektöründe de tek yönlü
enformasyon akışı açık bir şekilde görülebilir. Amerikan sinema filmleri ve yazılım
programlarından Japon çizgi filmlerine, İngiliz kaynaklı İngilizce programlarına kadar
yabancı içerik hakimiyeti göze çarpmaktadır. Haberde AP, AFP, UPI, Reuters gibi uluslar
arası boyutta etkinlik gösteren ajansların ürettiği enformasyon kayda değer bir yer teşkil
etmektedir.
Değişen bir çağda yaşadığımızı ve ‘Altın Çağ’ olarak tanıtan görüşlerine rağmen,
yukarıda ileri sürülen mitlere verilen argümanların gösterdiği gibi küreselleşme dinamikleri
ve medya sektörünün bu dinamiklerdeki rolü siyah ve beyaz kadar net değildir. Bu
çalışmada, yukarıda belirtilen argümanlar doğrultusunda somutlaşan parametreler ortaya
konulacaktır.
2. Çalışmanın Yöntemi
Küreselleşme dinamiklerinin medya sektörüne etkisinin çok boyutlu ve geniş
olması dolayısıyla bu çalışma betimleyici yöntemle hazırlanmıştır. Bu çalışma,
küreselleşme kavramına toplu bir bakışı ortaya koymak üzere bir derleme çalışmasına
dayanmaktadır.
3. Küreselleşme Kavramının Kuramsal Çerçevesi
Küreselleşme; çok boyutlu, çok anlamlı, çok katmanlı ve çok disiplinle ilişkisi olan
bir kavram olarak liberal piyasa düzeninin genel atmosferini oluşturmaktadır. Bu açıdan
bakıldığında etkileri ve sonuçları, ya da örtük ve açık endüstri politikaları açısından
küreselleşme, medya sektörünün işleyişini, düzenlenme biçimini etkileyen bir süreç olarak
ortaya çıkmaktadır.
Yıl:1 Sayı:148
Karadeniz Teknik Üniversitesi İletişim Araştırmaları Dergisi
Çağımızın önemli niteliklerinden birisi, bilgi işlemenin ve enformasyon yaymanın
hızlı bir şekilde gerçekleşmesidir. “Global enformasyon toplumu; iletişim ve bilgisayar
teknolojilerinin bir araya gelmesi üzerine kurulu olan enformasyon teknolojilerinin
özelliklerini içermektedir” (Geray, 1994:75). Bilgi teknolojileri aracılığıyla enformasyon
birkaç saniye içerisinde bir yerden bir yere taşınabilmektedir. Bilgisayarlar, enformasyonun
işlenmesi, saklanması ve iletişim sürecini hızlandırırken, toplumsal yapıda da benzer
değişikliklere neden olmuştur.
Tüm dünyanın aynı ölçülerle değerlendirilen tek bir birim haline gelmesi anlamını
içeren küreselleşmede enformasyon başlıca değiştirici güç ve bilgi en önemli kaynak
olmaktadır . Bir başka deyişle küreselleşme, enformasyon ve bilgi toplumunun bir sonucu
olarak belli bir kültür, ekonomi, siyaset, değer yargısı veya kurumsal yapının küresel
düzeyde yaygınlık kazanarak o alanda geçerli tek norm, tek değer yargısı ya da tek
kurumsal yapı haline gelmesi olarak tanımlanmaktadır (Atılgan, 2001:233). Gerçekten
küresel ve bölgesel nitelikli kurumlar aracılığıyla tek bir politika ve kurumsallaşma modeli,
her geçen gün daha fazla ağırlığını hissettirmektedir.
Dünyanın tek bir mekan haline gelmesi düşüncesini ifade eden küreselleşme
kavramının kökeni, 1492’de Colomb’un Amerika’yı keşfetmesi ve 1633’de Galileo’nin
gezegenlerin güneşin etrafında döndüğünü ıspatlamasıyla ortaya çıkan gelişmelere
dayanmaktadır (Sütçü, 2007:179). Roland Robertson’un 1980 ortalarında değişik
makalelerde dile getirdiği görüşlerinden oluşan “Globalization” kitabında kullandığı
küreselleşme kavramına ek olarak, bu dönemde dünyada ortaya çıkan değişimi tanımlayan
kimi kavramlar da ortaya atılmıştır. Bell’in ‘endüstri-sonrası toplum’, Mc Luhan’ın
‘elektrik çağı’ ve çok moda olan ‘global köy’ kavramı, Toffler’in ‘üçüncü dalga’, bunlara
ek olarak sıkça kullanılan “Yeni Dünya Düzeni”, “enformasyon toplumu”, “internet
devrimi”, “bilgi toplumu” ve “bilişim toplumu”, dünyada yaşanan dönüşümü tasvir eden
kavramlardan sadece bazılarıdır. Bu kavramlardan çoğu, küreselleşme kavramından önce,
geleceğin toplumunu müjdelemektedir.
Mc Luhan’ın deyimiyle dünya, enformasyon teknolojileriyle “küresel köy” haline
gelmiştir. Kitle iletişim araçlarının küçülttüğü ve birbirine yaklaştırdığı dünya ülkelerinin
günümüzde tek başına yaşaması, uluslar arası dengeleri gözetmeden ayakta durması ve
kendi kendine yeten bir ülke olması neredeyse imkansız hale gelmiştir. Teknolojik
gelişmeler ve olumsuz sonuçları, sadece bir ülkeyi değil, tüm dünyayı etkiler hale gelmiştir.
Uluslar arası ilişkiler gittikçe karmaşık bir hal alırken, bir devletin vatandaşlarına
Yıl:1 Sayı:1 49
Karadeniz Teknik Üniversitesi İletişim Araştırmaları Dergisi
uyguladığı hukuka uygun olmayan eylemi İnsan Hakları Mahkemesi’nde
yargılanabilmektedir. İç hukuk yollarını tüketen vatandaşlar, uluslar arası mahkemelerde
dava açarak devleti tazminat ödemeye mahkum ettirebilmektedir.
Küreselleşme sürecinin hızlanması ve yoğunlaşmasıyla Çok Uluslu Şirketlerin gücü
artarken, ulus-devletlerin piyasalardaki gücü sınırlanmaktadır. Dönüşen ulus-devletler,
piyasaların özelleştirilmesi ve yeniden regülasyona tabi tutulmasının yoğun yaşandığı
piyasalarda görüldüğü üzere, ulusalcı politikaların refleksiyle ulusal medya devlerinin
politikalarını uygulamayı kolaylaştıran destekleyici güçlere dönüşmektedir. Güçlü
devletlerin güçlü medyası olduğuna göre, yeni dünya düzeninde en çok destek gören medya
grupları da bu ülkelerde mevcuttur.
Küreselleşme eğilimi anlaşılmaz bürokratik uluslar arası örgütlere; karar verme,
cezalandırma ve uluslar arası anlaşmalar, kurallar ve yapılar aracılığıyla ulusal ve bölgesel
düzeyde ekonomik ve sosyal seçim alanını artan oranda sınırlama konusunda giderek daha
fazla otorite verilmesinin mazereti olarak kullanılmaktadır (Went, 2001:19). Küreselleşme
süreci, medya politikalarında düzenleme ve korumacılığın bir gerekçesi olarak da ortaya
çıkmaktadır.
Her alanda etkisini göstermesine rağmen, küreselleşme akımında daha çok liberal
ilkelerin ön plana çıktığı söylenebilir. Denilebilir ki küreselleşmenin itici gücü, piyasa
dinamiği olmuştur. Kâr etme ve artı değer yaratma güdüsü, teknolojik gelişmelere yol
açtığı gibi sermayenin farklı bölgelere akmasını da sağlamıştır. Artı değer ve kâr kavramı,
piyasa mekanizmasının (kapitalizm) en temel öncüllerinden birisidir. Kapitalizm, sermaye
yoğunlaşması ve merkezileşmesini, küresel ekonomide belirgin bir eşitsiz gelişmeye neden
olan mekanizmaları içinde barındırır (Went, 2001:10).
Sınır tanımayan, önündeki engelleri aşan küreselleşme dalgası; temelde liberalizmin
önceki dönemden daha fazla etkinleşmesi, derinleşmesi ve dünyanın büyük kesimini etkisi
altına alması olarak görülebilir. Serbest piyasanın kurucu düşünürlerinden olan Adam
Smith’in düşünceleri daha da kutsallaştırılarak, liberalizm ve kapitalizm bir inanç sistemi
haline getirilmektedir. Serbest piyasa mekanizmasına geçişin önündeki engellerin
kaldırılması, serbest girişime olanak tanınması olmazsa olmaz koşul haline gelmiştir. Bu
görüş, Smith’in girişim önündeki engellerin kaldırılmasıyla piyasanın gizli elinin tüm
kötülükleri defedecek potansiyeli barındırdığına olan inancına dayanmaktadır.
Yıl:1 Sayı:150
Karadeniz Teknik Üniversitesi İletişim Araştırmaları Dergisi
Günümüzde piyasanın küresel zaferlerinin sonuçları yaşanmaktadır (Boxberger ve
Klimenta, 1998:8). Bu bağlamda tüketim kültürü ve piyasaya olan koşulsuz bağlılık, şartsız
bir ön kabul olmuştur. Le Monde Diplomatique 1996 yılında bu bağlılığı, “Almanya ve
İngiltere, çocukların Noel Baba’ya inandığı gibi, özgür ticarete inanan ülkelerdir”
(Boxberger ve Klimenta, 1998:9) şeklinde dile getirmektedir. Serbest piyasa
mekanizmasını işletmek, özel girişimin önündeki engelleri kaldırmak büyük ölçüde
çağdaşlaşmanın koşullarından biri olarak kabul görmüştür. Ancak ABD’de son çıkan
mortgage krizinin bu inancı kısmen de olsa zayıflattığı görülmektedir. İflas eden şirketler
kamu kaynaklarıyla kurtarılırken, sermayenin piyasa düzenini kutsallaştıran argümanına
ters bir durum olarak görülmektedir. Devlet müdahalesinin gerekliliği bir zorunluluk olarak
ortaya çıkarken, zor durumda kalınca devlet müdahaleciliğine kapıyı aralayan sermayeye
karşı eleştiriler yükselmiştir.
Bu bağlamda ifade edilen küreselleşme, ‘ekonomik küreselleşme’ olarak ifade
edilebilir. Ekonomik küreselleşme, dünya piyasasının küreselleşmesi, dünya ekonomisinin
bütünleşmesi, gerçekte mal ve sermaye akışlarının uluslararasılaşmadır. Bir düşünce akımı
ve politik bir program olarak sunulan küreselleşme ya da globalizm, liberalizmin günümüz
koşullarına uyarlanmasıdır (Atılgan, 2001:234).
Küresel ortam; teknoloji, enformasyonun ve serbest sermaye akışının niyetsiz
kişilerin elinde canavarlaştığını gösteriyor. Özellikle teknolojik dönüşümün üzerinde
temellenen küreselleşmenin asıl itici gücü, spekülasyona dayalı finansal sermaye akımına
dayanmaktadır.
Bu bağlamda küreselleşme dinamiklerini somutlaştıran göstergeler şöyle
özetlenebilir:
Küresel Ölçekte Pazar Sayısında Artış: Küreselleşmenin en fazla yoğunlaştığı alan,
finansal sermaye akışının hızlandığı finansal piyasalardır. 1980’lerden itibaren hızlanan
küreselleşme süreci, asıl ekonomik anlamda birbirine yaklaşan pazar sayısındaki artış ile
dikkat çekmektedir. Sermayenin serbest akışının sağlanması konusunda özel girişime
tanınan olanaklar ve piyasanın otoriteler tarafından bu amaçlara uygun olarak
düzenlenmesi, küreselleşmenin önemli bir yönüdür.
Uluslararası Ticaretin Artması: Gerçek anlamda entegre olmuş küresel pazarların
sayısında artış görülmektedir. Üretim ve sermaye hareketleri açısından dünya ekonomisi
artan bir hızla birleşmektedir. Ulusal piyasaların yerine küresel piyasalar yer almaktadır
Yıl:1 Sayı:1 51
Karadeniz Teknik Üniversitesi İletişim Araştırmaları Dergisi
(Went, 2001:24). Enformasyon ve bilgi teknolojilerinin sunduğu olanaklarla sermaye
akımlarına ulusal ve bölgesel sınırlar dar gelmeye başlarken, yabancı sermayenin neredeyse
dünyada ulaşmadığı yer kalmamıştır. Sermaye grupları, kârı azamileştirmek amacıyla diğer
sermaye gruplarıyla gücünü birleştirme yoluna başvurmaktadır. Bu durum, başka
ülkelerdeki yabancı yatırımlarda bir artışa yol açmıştır.
Spekülasyona Açık Finansal Küreselleşme: Spekülasyona açık finansal
küreselleşme; daha çok menkul değerler, döviz, tahvil ve repoya yapılan yatırımlara
dayanmaktadır. Hisse senedi sahipliği, Amerikan tarihinin hiçbir döneminde şimdiki kadar
yoğun olmamıştır (Drucker, 1995:307).
Daha çok döviz kurları ve faiz oranlarındaki değişmeye duyarlı olan finansal
sermayede son yıllarda önemli bir artış görülmektedir. Finansal sermaye, daha çok geri
kalmış ülke piyasalarına yönelmektedir. Bu sermayenin en önemli özelliği, kısa vadeli
yatırımlar şeklinde bir strateji izlenmesidir. Bu tür sermaye, yüksek risk-yüksek kâr mantığı
gereği daha çok riskli bölgelere yönelmektedir. Bu nedenle bu tür sermayenin yöneldiği
yerlerde genellikle kâr marjı daha yüksektir.
Finansal sermaye, yatırım sermayesinden ayrı bir olgu olarak değerlendirilmelidir.
Gelişmekte olan ülkelerle sanayileşmiş batı ülkeleri arasında yapılan yatırımlara
bakıldığında gelişme, istihdam ve kalkınmaya daha fazla katkısı olan yatırım sermayesinin
sanayileşmiş ülke pazarlarına yöneldiği görülmektedir. Bu durum, zaten zayıf bir
ekonomiye sahip olan geri kalmış ve gelişmekte olan ülkeler ile gelişmiş ülkeler arasındaki
eşitsizliği ve gelir dağılımı açığını daha da artırmaktadır.
Farklı piyasalara açılmak yeterli bir sermaye birikimi gerektirdiğinden bu olanağı
genelde belli bir gelişme trendini yakalayan ülkelerin girişimcileri bulabilmektedir.
Özellikle finansal pazarlar arasında büyük şirketler, yatırımcılar ve spekülatörler arasında
ciddi bir üstünlük sağlama mücadelesi yaşanmaktadır. Kâr amaçlı bu üstünlük mücadelesi,
kriz ekonomisinin çıkmasında temel faktörlerden birisidir. Gelişmemiş ve gelişmekte olan
ülkelere daha çok bu tür spekülatif amaçlı finans sermayesinin yönelmesi bir tesadüf olarak
görülemez. Birincisi bu sermaye, gerçek yatırım sermayesinden çok finansal sermayeye
dayanmaktadır. İkincisi, geri kalmış ülkelerin finansal sermayesi içinde büyük bir paya
sahip olan çok uluslu finansal sermaye, spekülatif amaçlarla kullanılarak krize gebe bir
piyasa yapısı yaratılmaktadır. Nitekim son yıllarda meydana gelen Meksika, Arjantin
ekonomik krizleri ve Türkiye’de Şubat 2001 krizi gibi büyük ekonomik krizlerin temelinde
Yıl:1 Sayı:152
Karadeniz Teknik Üniversitesi İletişim Araştırmaları Dergisi
büyük ölçüde yatan şey, spekülasyona dayalı finansal sermayenin bu piyasalardan ani
çekilmesinden kaynaklanmıştır.
Çok Uluslu Şirketlerin Artan Ağırlığı: Şirketler, genelde ulusal, uluslar arası ve çok
uluslu şirketler olarak üçe ayrılır. Ulusal işletmeler; ülke içinde kurulmuş, sermaye ve
yönetim bakımından dışa bağımsız özel veya kamu işletmeleridir. Uluslar arası işletmeler,
yalnız ülke içinde değil yabancı ülkelerde de çeşitli faaliyet dallarından biri veya
birkaçında üretim veya satış yapan özel veya kamu işletmeleridir. Çok uluslu şirketler,
çeşitli ülkelerde yatırımı olan bir uluslar arası işletmenin yabancı ülkedeki üretim, kâr ve
istihdamının belli bir seviyeye ulaşmasıdır. Çokuluslu işletmelerde ana şirket, kendisine
bağlı diğer işletmelere dağıttığı sermaye, teknoloji patent ve insan gücü gibi kaynaklar ve
uzun ve kısa dönemli plan ve bütçeleri onaylama hakkı vasıtasıyla kontrol eder (Mucuk,
2001:46-47).
Bir ülkenin hatta ülkelerin ekonomik yapısını sarsacak derecede etkileyen bu tür
sermaye mülkiyeti, genelde birkaç ülkenin özel kesime ait sermayelerinin birleşmesinden
oluşmaktadır. Ürettikleri ürünlerin yalnızca yerel değil aynı zamanda da küresel tasarımını,
üretimini ve dağıtımını planlayıp organize etmeye çalışan küreselleşmiş şirketler ortaya
çıkıyor (Went, 2001:25). Holding, kartel, tröst, konsorsiyum veya merger şeklinde kurulan
ve birleşen çok uluslu şirketler, büyüklük ve mali yapının sağlamlığı açısından geri kalmış
ülkelerin çoğundan daha büyük gayri safi milli hasılaya sahiptir.
Küresel düzeyde yönetim ve düzenleme: Küreselleşme sürecini ortaya koyan
göstergelerden belki de en önemlisi, dünyayı tek pazar olarak yöneten ve düzenleyen
siyasal ve hukuki kurumların bölgesel ve küresel çapta etkinliğinin artmasıdır. IMF ve
Dünya Bankası benzeri kurumlar gittikçe küresel bazda daha fazla etkin hale geliyor. Genel
olarak dünyanın üç ana alana ayrıldığı söylenebilir. Bugün dünya, Amerika’nın
öncülüğündeki NAFTA ülkeleri, AB ve Güneydoğu Asya Ülkeleri olarak üç cazibe
merkezi etrafında toplandığı görülmektedir.
Makro Ekonomik Politikaların Varlığı: 1980’lerden beri küreselleşen bir şey varsa
o da makro ekonomik politikalardır (Went, 2001:26). Özellikle IMF ve Dünya Bankası’nın,
makro ekonomik programları belirleme ve yönetme işlevi daha çok öne çıkmaktadır.
Piyasa ekonomisinin üzerine temellenen bir ilkeler bütünü doğrultusunda, geri
kalmış veya krize girmiş ülkelerin ekonomilerini düzene koymak amacıyla reçeteler
sunmaktadır. Dünya ekonomisiyle entegrasyon amacıyla hazırlanan “reçete” programlarla
Yıl:1 Sayı:1 53
Karadeniz Teknik Üniversitesi İletişim Araştırmaları Dergisi
serbest girişime açık uyum programları yapılmaktadır. Dünya Bankası ve IMF’nin
gelişmemiş ülkeler için öngördükleri reçeteler daha çok özelleştirme, ihracatı artırma, dış
borçların ödenmesi, istikrarın sağlanması gibi bir dizi önlem içermektedir. Ekonomik kriz
ve borç yükü altında olan ülkeler, bu reçetelere uymak zorunda kalmaktadır.
Küreselleşme; bir süreç olarak ulusal sınırları dönüştürerek küresel ölçekte
genişleyip kurumsallaşırken, öte yandan yerelliğin, çeşitliliğin ve farklılığın yeniden
tanımlandığı bir dönem olarak ortaya çıkmaktadır. Küreselleşme dinamiklerinin sonuçları
şöyle özetlenebilir:
Ulus-Devletlerin Piyasadaki Rolünün Yeniden Tanımlanması: Küreselleşme, ulus
devletin çözülme sürecine girdiğine ve devletin toplumsal üretim alanlarından çekilmesi
gerektiğine toplumları inandırmıştır. Devlet, bu hizmetleri sağlayıcı olmaktan çıkarak
düzenleyici hale gelmiştir (Yılmaz ve Horzum, 2005:108).
Küresel çapta etkinlik gösteren ekonomik, siyasal ve kültürel kurumlara
bakıldığında ikili bir yapı gösterdikleri görülmektedir: Etkinlik gösteren politika yapıcıları
ve belirlenen politikaya bağımlı politika uygulayıcıları. Küreselleşme süreci, politika
uygulayıcılarını daha çok politika yapıcılarına bağımlı hale getirmektedir.
Uluslar arası ilişkiler, değişik etki ve ağ ilişkileriyle sarılmıştır. Yeni paradigma,
hem sistem hem de hiyerarşidir; merkezi normların kuruluşu ve dünya çapında meşruluk
üretimidir (Hardt ve Negri, 2001:37). Örgütlerin ilk etki alanları, az gelişmiş ülkeler
üzerinde yoğunlaşmaktadır. Korporasyonlar, ulus devletleri salt kendi harekete geçirdiği
mallar, paralar ve insanların akışını tutan araçlar haline getirmek istiyor (Hardt ve Negri,
2001:57).
Bu daha çok uluslararası kurallara boyun eğmeyen devletleri, itaate zorlama
şeklinde kendini göstermektedir. Sermaye piyasaları, çok uluslu şirketler ve uluslar arası
örgütler, doğrudan ya da dolaylı olarak hükümetlerin politika belirleme olanaklarını
sınırlandırmaktadır. Yeni dünya düzeninde ulus-devletlerin yetkileri daha çok meşru
müdafaa, denetleme ve gözetleme hakkı gerekçeleriyle bu örgütler tarafından
törpülenmektedir.
Küreselleşen dünyada demokrasinin en önemli kurumlarından olan siyasal partiler,
uluslar arası örgütlerin direktiflerini yerine getirmek durumunda kalmışlardır. Öte yandan
çokuluslu şirketler de hükümetleri etkileyecek kadar güçlü ülkeler üzerinde kontrol
kurabilmektedirler.
Yıl:1 Sayı:154
Karadeniz Teknik Üniversitesi İletişim Araştırmaları Dergisi
Tam istihdam artık politik bir hedef olmaktan çıkarken, OECD ülkelerindeki kemer
sıkma katı programları, eski bürokratik plan ekonomileri için şok terapiler ve Üçüncü
Dünya ülkeleri için yapısal uyum programlarının hepsi aynı karakteristik özelliklere sahip –
ihracata dayalı büyüme, daha fazla piyasa ve daha az sosyal devlet politikası, serbest
ticaret, deregülasyon, emek piyasasından esneklik, özelleştirme, enflasyona karşı kutsal
savaşa öncelik (fiyat istikrarı) (Went, 2001:26).
Hükümetlerin hareket alanını sınırlandıran isteklerden bazıları; piyasayı
liberalleştirmeleri, kamu bütçe dengesini yakalaması için yüksek vergi koyması, işe
alımların durdurulması, atıl işgücünün işten atılması, faiz oranlarının yükseltilmesi olarak
belirtilebilir. Kısaca teknolojik yenilikler, ulusal piyasanın serbestleşmesi, ekonomide
devlet müdahalesinin en aza indirilmesi, özelleştirmenin hızlandırılması konularında
hükümetler kimi sınırlandırmalara maruz kalmaktadır. Böylece ulusal egemenlik,
küreselleşmeyle beraber sınırlandırılmaktadır.
Geri Kalmış Ülkelerin Gelişmiş Ülkelere Bağımlı Hale Gelmesi: Günümüzde bir
ülkenin kendi kaynaklarına dayanarak ayakta kalması neredeyse imkansız hale gelmiştir.
Ülkeler uluslar arası arenada yalnızlığa itilmemek, de facto durumu kendi lehlerine
çevirmek için uluslar arası politika merkezlerinde aktif hale gelmeye çalışmaktadır. Diğer
yönden ekonomik olarak eksik kaynaklarını ithalat ile çözmeye çalışmaktadır. Kısacası
günümüzde ülkeler karşılıklı bağımlılık içerisindedir.
Küreselleşen dünyaya bakıldığında karşılıklı bağımlılık ilişkisinden çok hemen her
alanda dengesiz bir bağımlılık ilişkisinin var olduğu görülmektedir. Özellikle kimi ülkeler,
öz kaynak yetersizliğinden dolayı gelişmiş ülkelerden fon bulma arayışına girmişlerdir. Bu
borçları zamanında ödemeyen ülkelerin borçları, faizlerle beraber gittikçe katlanmaktadır.
Bazıları borçların faizini bile ödeyemez duruma gelmektedirler. Dünya Bankası ve IMF’ye
fon açığını ve dış borç ödeme yükümlülüğünü yerine getirmek amacıyla bu kurumların
fonlarından yararlanmaya çalışan Üçüncü Dünya ülkesi çoktur.
Aslında küreselleşme yandaşlarının temel savlarından birisi, küreselleşmeyle
beraber finans sermayesinin, üretim ve dağıtımın dünyanın en ücra köşesine kadar
gidebildiği şeklindedir. Bu görüş doğru olmakla beraber, uluslar arası arenada borç yükü
altında inleyen hükümet ve vatandaşlarının bırakınız kalkınmayı, kendi ülkelerinin öz
kaynaklarıyla nasıl borçlarının faizini ödeyecekleriyle uğraşmaktadır. Küreselleşmenin
temel kabullerinden biri olan özelleştirme gelirleri de dış borçların ödenmesinde
Yıl:1 Sayı:1 55
Karadeniz Teknik Üniversitesi İletişim Araştırmaları Dergisi
kullanılmaktadır. Bu durum sadece uluslar arası arenada tek yönlü bağımlılık oluşturmakla
kalmamakta, aynı ülkenin vatandaşları arasında IMF tarafından yerine getirilmesi istenen
reçeteler yüzünden toplanan yüksek vergilerle gelir adaletsizliğine yol açmaktadır.
Az gelişmiş ülkelere ilk olarak yapılan kaynak transferi, bu ülkelerde geçici refah
ve tüketim harcamalarına yol açarken, ancak borç vadesi yaklaştığında sıkıntılar da baş
göstermektedir. Yeni kredilerin azalmasıyla ve eski kredilerin yoğun faiz ve taksit
ödemeleri nedeniyle, 1982’den itibaren kaynak akışı gelişmiş ülkelerden sermaye
bakımından yoksul olan az gelişmiş ülkelere doğru olmuştur. Az gelişmiş ülkelere
borçlarını IMF istikrar politikalarını uygulayarak ödemeleri önerilmektedir (Atılgan,
2001:25).
Öte yandan dış ticaret açıklarını kapatmak ve iç pazarını korumak isteyen ülkeler,
ya uluslar arası arenada yalnızlığa itilmekte veya yaptırımlara maruz kalmaktadır. Bu
durum, küreselleşmeyi önlenemez kılan özelliklerden birisi olarak görülebilir.
Gelişmemiş ülkelerde yapılan yabancı yatırımlar, o ülkenin kalkındırmasını
hızlandıracak niteliklerden uzaktır. Yatırımlar daha çok katma değeri olmayan ve kısa
dönemli olan finansal işlemler ve hizmet sektörüne yönelmektedir. Yatırımların daha çok
varlık alım satımında yapılarak yoksul ülkelerden sermaye birikiminin kaçışına yol
açmaktadır.
Dengesiz Gelir Dağılımına Bağlı Küresel Yoksulluk Ve Kutuplaşma: Yeni
teknolojik ve ekonomik gelişmelere rağmen, az gelişmiş ülkelerle gelişmiş ülkeler
arasındaki gelir uçurumu artmaktadır. Tek yanlı bağımlılığın olduğu dünyada, küresel
yoksulluk ve yoksunluk şiddetlenmekte, küreselleşme karşıtları gösterilerini futbol
sahalarına ve karnavallara kadar taşımaktadır.
Artık dünya ekonomik forumları piyasa mekanizmasına açık her ülkede güven
içinde yapılamaz hale gelmiştir. Öte yandan terörizm ve suç oranları giderek artıyor. Bu
rahatsızlıklar, küresel refahın herkese yansımadığını göstermektedir. Daha adil ve
demokratik bir dünya için küresel dengesizliklerin kaldırılması ve kâr uğruna küresel
tehditler, salgınlar ve çevresel felaketler heba edilmemesi gerekmektedir.
Kriz Ekonomisinin Büyümesi: Dengesiz gelir dağılımının yarattığı küresel
yoksulluğun önemli sonuçlarından birisi, borcun borçla kapatılmasıdır. Borç yükü, az
gelişmiş ülkeleri sıcak para politikasına itmektedir. Böylece hükümetler; istihdam ve
yatırım yapmak yerine faizi yükseltmek, kısa vadeli borçlanmaya gitmek zorunda
Yıl:1 Sayı:156
Karadeniz Teknik Üniversitesi İletişim Araştırmaları Dergisi
kalmaktadır. Bir yönden aşırı iç borçlanma, diğer yönden aşırı dış borç yükünün yarattığı
istikrarsızlık yabancı sermayeyi ürkütürken, finansal işlemlere indirgenmiş mali yapıyı da
krizlere gebe bir duruma getirmektedir. Borsalarda artan yabancı sermaye oranlarındaki
artış, istikrarsız yapıdan kaynaklanan kuşkular nedeniyle birden krize yol açabilmektedir.
İç çekişmelerden ve kur spekülasyonlarından yaşanan kriz ekonomisinin aşılması, ancak
reel üretimle mümkün olmaktadır.
1994 sonunda Meksika krizi, 1997 yılında Asya krizi, 2001 yılında Türkiye krizi,
Rusya krizi ve en son ABD ve AB olmak üzere dünyada yayılmaya devam eden mortgage
krizi, dünya ekonomisinin krizlere ne ölçüde gebe kaldığını göstermektedir.
4. Küreselleşme Dinamiklerinin Medya Sektörüne Etkileri
Neo-liberal ekonomik düzene dayanan küreselleşme ortamı; liberal ilkelerin hakim
olduğu piyasalarda faaliyet gösteren medya sektörünü de özellikle piyasa düzeni açısından
etkilemiştir. Küreselleşme sürecinin çok yönlü siyasal, ekonomik ve hukuksal alanlardaki
paradigmaları, medya sektörünün de hakim paradigmaları haline gelmiştir. Gerçekten
günümüzde piyasaların özelleştirilerek rekabete açılması, piyasalarda kamusal desteğin
görece öneminin azalması, ulus-aşırı finansal sermayenin akışkanlığının artması,
piyasalarda konsolidasyon sürecinin hızlanması ve piyasalarda yoğunlaşmanın artması
medyanın da temel sorunsalları arasındadır.
4.1. Yeni Düzenleme Politikaları ve Kuralların Kaldırılması (Deregülasyon)
Farklı politik felsefelere rağmen, 25 yılı aşkın bir süredir medya sektöründe
deregülasyon ve kontrolün azaltılması genel bir eğilim olmuştur (Alexander, Owers,
Corvet, Hollifield and Greco, 2004:13). Düzenleme politikaları, medya sektörünü
düzenleyen eski kuralların özelleştirme ve rekabete açma yoluyla kaldırılması
(deregülasyon) ve yeni kuralların konulması (re-regülasyon) şeklinde ortaya çıkmıştır.
Devletin medya sektöründeki rolü, doğrudan hizmet yapmaktan çok hizmeti denetleme
şeklinde ortaya çıkmıştır. Türkiye’de denetleme görevi, diğer sektörlerde olduğu gibi
kurulan üst kurullara devredilirken, medya sektöründeki kuralları belirleme, denetleme,
frekans ve benzeri hizmetler Radyo Televizyon Üst Kurulu’na (RTÜK) verilmiştir.
Türkiye’de RTÜK yanında medyanın işleyişine etki eden Rekabet Kurumu gibi farklı üst
kurumların düzenleme politikaları da görülmektedir
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra birçok ülkede basını güçlü bir şekilde
şekillendiren milli politikaların baskın olduğu kamusal yayıncılığın egemenliği, özellikle
Yıl:1 Sayı:1 57
Karadeniz Teknik Üniversitesi İletişim Araştırmaları Dergisi
deregülasyonlarla bu 1980 sonrasında terk edilmeye başlanmıştır. Sözgelimi ABD’de
medya piyasalarını katı bir şekilde düzenleyen 1934 İletişim Yasası 1996
Telekomünikasyon Yasası’yla çapraz medya mülkiyeti ve medya yoğunlaşması lehine
değiştirilirken, kamusal yayıncılığın güçlü olduğu Avrupa Birliği medya politikalarında da
ticarileşmenin egemen olmaya başladığı görülmektedir. Türkiye’de ise 1982 Anayasası’nın
yayıncılıkta devlet tekelini sağlayan 133. maddesi kaldırılırken, düzenlemeden önce fiili
olarak bozulan medya düzeni yeni piyasa felsefesi doğrultusunda düzenlenmiştir.
Düzenleme politikaları piyasayı özel girişime açmak yanında piyasaları
düzenlemek, rekabet kurallarını belirlemek şeklinde ortaya çıkarken, kamusal yayıncılık
anlayışının terk edilmesiyle birlikte medyaya tanınan destekler de azalmaya başlamıştır. Bu
bağlamda düzenlemeler, doğrudan ya da dolaylı olarak bütün mecralarda medya
sektörünün faaliyet alanını, ürün politikalarını, performans derecelerini ve sektörün güç
dengesini kimi işletmelerin lehine değiştirmiştir. Bu bağlamda düzenleme politikaları, aynı
zamanda medya-siyaset ilişkilerini etkilemiştir.
Ekonomik düzenlemenin en açık biçimi, vergilendirmeyle ilgilidir. Hükümetler
işletmelere farklı vergiler koyar, fakat bir de belli bir pazarı etkilemek ya da sosyal
amaçlara ulaşmak için politikaları yasalaştırır (Albaran, 1996: 53). Böylece medya
düzenlemeleri, önemli ölçüde sektörün ekonomik yapısını düzenlemek için yapılmaktadır.
Bu düzenlemeler, kamusal hizmet veren medya işletmelerinin bir kısmının özel işletmeler
olarak görülmesi ve gelirlerinin vergiden muaf tutulması şeklinde olabilmektedir. Bazen
de çalışanların haklarının ve çalışma koşullarının düzenlenmesi şeklinde düzenlemeler
yapılmaktadır. Basın çalışanlarının 212 sayılı yasayla sosyal haklarının düzenlenmesi
ikincisine örnek verilebilir.
Düzenleme politikaları, iyi niyetli olmasına rağmen bazen de medya işletmelerini
dize getirmek için fırsat olarak da kullanılabilir. Kuşkusuz medya sektörünü daha çoğulcu,
rekabet ortamını daha adil hale getirmek için düzenleme yapılır, ancak yabancı sermayenin
önündeki engelleri kaldırmak, vergi ve benzeri enstrümanları kullanarak dolaylı bir şekilde
de olsa yeni medya gruplarını güçlendirmek, yeni dönemin medya-siyaset ilişkilerini daha
kırılgan hale getirmiştir. Türkiye’de kağıt zamları, besleme basın ve vergi cezaları örnekleri
verilebilir.
Deregülasyon kurallarının egemen olduğu yeni enformasyon düzeninde “serbest
enformasyon akışı” ideolojisi önemli bir felsefi taban olarak düzenleme politikalarını
Yıl:1 Sayı:158
Karadeniz Teknik Üniversitesi İletişim Araştırmaları Dergisi
etkilemiştir. Felsefi tabanda iletişim özgürlüğü önünde her türlü engelin kaldırılmasıyla
bireylerin/kamuoyunun daha doğru bilgileneceği ve değişim değeriyle enformasyonun daha
kaliteli olarak üretileceği varsayımı yatmaktadır. Serbest enformasyon akışı ideolojisi
doğrultusunda medya sektöründeki engellerin kaldırılarak rekabete açılması, gelişmekte
olan ülkeleri gelişmiş ülkelere bağımlı hale getirmektedir. İletişim alanındaki yatırımların
giderek büyümesi ve kullanılan teknolojinin karmaşıklaşması medya sektöründeki
dengesizliği arttırıcı yöndedir. Üretim kaynakları sanayileşmiş ülkelerde yoğunlaşırken, bu
ülkelerdeki dev medya işletmelerinin içerik üretimi çoğunlukla tek yönlü bir şekilde az
gelişmiş ülkelere satılmaktadır. Bu durum, az gelişmiş ülkeler için dışa bağımlılığın artması
anlamına gelmektedir.
4.2. Medyada Kamu Desteğinin Azaltılması
Soğuk savaş dönemi başta olmak üzere devlet sosyal anlamda toplumun
gelişmesine katkı sağlayan alanlara bazı desteklerde bulunmuştur. Kamusal hizmet işlevi
dolayısıyla kamu kaynaklarının sağlandığı alanlardan belki de en önemlisi medya olmuştur.
Medya alanında yapılan devlet desteği, özellikle ifade özgürlüğünün sağlanması ve bilgi
endüstrilerinin (bilgi toplumu) desteklenmesi açısından başta Avrupa Birliği ve İskandinav
ülkeleri olmak üzere dünyanın birçok bölgesinde ciddi anlamda sürdürmüştür.
Dünyada birçok ülkede basını desteklemek, engellemek ya da demokratik ortamın
gelişmesi için basına maddi katkı sağlamak amacıyla kamu kaynaklarından destekler
yapılmaktadır. Bu yardımlar daha çok kamusal kaygılar dolayısıyla yapılmakta, demokratik
rolü nedeniyle medyanın demokratik katılım ve sürece katkı sağlama güdüsünden
kaynaklanmaktadır. Günümüzde yayıncılıkta kamusal kaygılar azalmakla birlikte kültürel
bir alan olarak gazete ve dergi başta olmak üzere bütün mecralarda kamusal destekler daha
çok dolaylı olarak devam etmektedir.
Temel varsayım, kamusal desteklerin gazete iflaslarını önlediğidir (Host,
http//www.nordicom.gu). Kimi ülkelerde bazı medya işletmeleri, ya doğrudan vergiden
muaf tutularak ya da dolaylı olarak bazı imtiyazlar verilerek hükümet tarafından
desteklenmektedir (Barwise and Gordon, 1998:194). Bazı ülkeler de, gazete satışlarında
sıfır KDV alır (Brigs ve Paul, 1999:88). Türkiye’de gümrük vergilerinde kolaylık, kağıt
alımı destekleri ve teşvikler kamu destekleri arasında sayılabilir. Ancak 1980’lerden sonra
bu destekler azalmaya başlamıştır.
Yıl:1 Sayı:1 59
Karadeniz Teknik Üniversitesi İletişim Araştırmaları Dergisi
Medya inovasyon konusunda devlet desteğinin önemi büyüktür. Özellikle medyanın
alt yapı ve teknolojik yatırımlarında devlet desteğinin önemi büyüktür. Ancak hükümetlerin
medya alanındaki etkileri, 1980 sonrasında piyasanın liberalleştirilmesi ve özelleştirilmesi
karşısında azalmıştır. Dünyaya egemen olan piyasaların liberalleşme politikası sonucunda,
çok uluslu sermayenin gücü karşısında hükümetler de güçsüz kalabilmişlerdir. Ünlü medya
ekonomisti Picard’a göre dünya genelinde hükümetler, ticari işletmelerde kendi
etkisizliğini kanıtlamıştır ve onlar mevcut firmaların örgütsel yapıları, süreçleri, kültür ve
düşüncelerini etkileyecek sınırlı yeteneklere sahiptir (Picard,
http://themediabusiness.blogspot.com ).
4.3. Yoğunlaşma ve Yöndeşmenin Artması
Yeni ekonomik düzene paralel olarak dünya çapında medya piyasaları özelleşirken,
eski düzenlemeler ve tekeller kaldırılarak rekabet engelleri hafifletilmiştir. Bu durum,
medya sektöründe sermaye temerküzünü, birleşmeleri ve satın almaları kolaylaştırmıştır.
Dünyada yoğunlaşma ve yöndeşmenin olumsuz etkilerine karşı anti-tröst yasaları kabul
edilmiştir.
Yoğunlaşma eğilimi özellikle 1970’lerden sonra dikkat çekmeye başlamıştır. Hatta
medyada o dönemlere kadar tersi bir eğilim olduğu bile söylenebilir. Örneğin “1980
ortalarına kadar desantralizasyon/yerelleşme, aynı zamanda gazete sahipliğinin
karakteristik özelliğiydi. Norveçte gazetelerin büyük çoğunluğu yerel sahiplerin
mülkiyetindeydi.” (Host, http//www.nordicom.gu).
Yoğunlaşmaya yol açan faktörlere bakıldığında teknolojik ve ekonomik
yöndeşmenin/yakınsamanın birbirinden ayrılmaz ve birbirini bütünleyen çift faktörlü iki
nedeni olduğu görülecektir. Yoğunlaşmaya yol açan teknik yöndeşme; “medya,
telekomünikasyon ve bilgisayar teknolojisinin bir araya gelmesini” (Barca, 2005,
httpwww.agcom) belirtir.
Ekonomik yöndeşme, önemli ölçüde medya sektörünün teknolojik bir temele
dayanmasıyla açıklanabilir. Bu alanda görülen yoğunlaşmada genel anlamda piyasa
mekanizmasının yapısal özelliği, özelde ise sektörün maliyet yapısı etkili olmaktadır.
Medya ekonomisi uzmanları bu alandaki yoğunlaşmayı iki nedene bağlarlar. “Birincisi,
temel bir giriş engeli oluşturan sabit maliyetlerin büyüklüğüyle ilişkilidir. İkincisi,
genellikle reklam pazarının gazete ekonomisi üzerindeki doğrudan bir sonucu olarak
görülmektedir.” (Gabszewicz, Laussel and Sonnac, 2003, httpwww.crest.fr).
Yıl:1 Sayı:160
Karadeniz Teknik Üniversitesi İletişim Araştırmaları Dergisi
Medya alanında çalışan uzmanlara göre “şirketlerin toplam tirajın % 55-68’ine
sahip olması, evrensel bakış açısından yüksek derecede bir yoğunlaşma” (Host,
http//www.nordicom.gu) olarak görülmektedir. Medyamızda dağıtım, reklam ve tirajda
yoğunlaşmanın daha yüksek oranlarda olduğu söylenebilir.
Eğlencenin hüküm sürdüğü görsel basında dijitalleşmenin de etkisiyle yoğunlaşma
daha yoğun olduğu görülür. Ancak Yazılı Basında da yoğunlaşma küçümsenmeyecek
derecede yüksektir. Gelir ve maliyet yapısının kronik bir sonucu olarak medya sektöründe
dağıtım ve üretim zincirinin neredeyse tüm alanlarında tam rekabete açık olmayan eksik bir
rekabet ortamı vardır. Ekonomik bir rasyonalite olarak sektörün az sayıda işletmede
toplanması ve kârın birkaç işletmeye akması bu işletmeleri büyütürken, aynı zamanda bu
işletmelerin yatırım yeteneklerini de artırmaktadır. Yatırım riskinden ve sektörün talep
belirsizliğinden dolayı, medya sektöründe daha çok holdinglere bağlı büyük işletmelerin
yatırım yapmaya cesaret ettikleri görülmektedir.
4.4. Konsolidasyon Sürecinin Hızlanması
Güç ya da etkinlik, birleşme (Longman Active Study Dictionary, 1991:157)
anlamına gelen konsolidasyon kavramı, piyasa davranışını tanımlaması açısından medya
sektöründe sıkça kullanılmaktadır. Ozanich & Wirth ekonomik terimlerle konsolidasyonu,
‘satış işleminden sonra satılan işletmenin varlığının son bulduğu ve yeni işletmenin satın
aldığı işletmenin borç ve yükümlülüklelerinin tamamını üstlendiği bir birleşmede (merger)
biçiminde firmaların varlıkları kombine ederek kullandığı bir birleşme faaliyetidir.
Compaine’nin perspektifinden medya endüstrisinde üç genel birleşme tipi vardır: Yatay,
dikey ve çapraz birleşme (Chambers & Howard, 2006:364).
Endüstri konsolidasyonu, medya endüstrilerindeki birleşme ve satın almalardaki
artışı sağlayan en önemli eğilimlerden birisidir (Albarran, 1996:194). Aynı zamanda birçok
medya endüstrisinde çeşitli eğilimlere rastlanmaktadır. En önemli benzerlikleri arasında,
konglomera ve konsolidasyon seviyelerinde artış, teknolojik değişiklikler, küreselleşmenin
etkisi ve düzenleyici güçlerdir (Albarran, 1996:189).
Günümüzde medya sektörü, mülkiyet yoğunlaşmasının en çok görüldüğü alanlardan
birisidir. Yatay, dikey ve çapraz yoğunlaşmanın görüldüğü medya sektöründe dengesiz ve
adil olmayan rekabet nedeniyle sektörün oligopol olarak adlandırılan birkaç firmada
toplanmasıyla sonuçlanmıştır.
Yıl:1 Sayı:1 61
Karadeniz Teknik Üniversitesi İletişim Araştırmaları Dergisi
Yıllardan beri birçok medya endüstrisinde birleşme ve satın almalar, birkaç güçlü
çapraz birleşme için piyasadaki firmaların/aktörlerin sayısını azaltmıştır. Ozanich ve Wirth,
medyada birleşme ve satın almaları sürükleyen dört faktör belirlemişlerdir (Albarran,
1996:190):
1) Medyanın büyümesi,
2) pazar payı ve nakit akışıyla mevcut firmaların ilgisini artıran birçok medyada
önemli giriş engelleri,
3) birleşmeleri önleyen düzenleyici engellerin yumuşaması
4) alıcılar için vergi avantajları. Yoğunlaşmayla birlikte tüm mecraların birbirine
yaklaştığı görülmektedir.
Gazete zincirlerinin artan büyüklüğü, kontrol ve yabancı sahipliğin yoğunlaşması
gazete endüstrisinde önemli sorunlar olarak durmaktadır (Albarran, 1996:159). Aynı
sahiplik altında bulunan grup gazeteleri, daha sert bir rekabet davranış
sergileyebilmektedir. Günümüzde en güçlü gazete ve dergilerin zincirlere ait olması,
konsolidasyonun doğal bir gerçeğidir.
Yabancı medya yatırımlarında kültür, coğrafya, siyasal gelenek önemli olduğu için
konsolidasyon politikası daha değişkendir. Milli hislerin konsolidasyon politikasını
belirlediği, birleşme ve satın alımların gerçekleştiği ülke politika yapıcılarının yabancı
yatırımcıyı kontrol açısından hisse oranı ya da yabancı sermaye payı kilit önemdedir.
Siyasal riske ek olarak giriş engeli, dil-kültür engeli dolayısıyla yabancı yatırımcıların yerli
ortaklarla işbirliği yaptıkları sık görülen uygulamalar arasındadır. Devletlerin medyayı
destekleme politikalar, maliyet ve işgücü konsolidasyon politikalarını etkileyen diğer
faktörlerdir.
İşletmelerin çoğu, şirket kârlarını uzun dönemde optimize edecek, daha doğrusu
yapılan işlemlere ilişkin para akımının günümüz değerini maksimize edecek bir ürün
stratejisi istemektedir (Sezgin, 1994:22). Compaine ise, “hiçbir medya işletmesi, içerik
yetersizliğinden piyasa dışına itilmez” (Compaine, 2006:279–286) derken, rekabetin asıl
olması gereken içerik kalitesinden çok başka alanlarda yoğunlaştığına işaret etmektedir.
Konsolidasyon politikasında içerik ve ürün stratejisi önemli rekabet araçlarından biri olsa
da diğer alanlar daha çok öne çıkmaktadır.
Yıl:1 Sayı:162
Karadeniz Teknik Üniversitesi İletişim Araştırmaları Dergisi
4.5. Ulus-Aşırı Medya Sermayesinin Hareketliliği
Küreselleşmenin gelişiminde ekonomik ve siyasal nitelikli uluslar arası örgütlerin
küresel piyasayı düzenlemesi ve teşvik etmesi önemli bir faktördür. Özellikle finansal
piyasalarda yoğunlaşan küreselleşme, ulusal politikaların terk edilmesi ve yeniden
düzenlenmesiyle medya sektöründe dış rekabet engellerinin kalkmasına ve çok uluslu
medya işletmelerinin güçlenmesine yol açmıştır.
Hirsch, medyanın içerik, üretim ve teknolojisinin küreselleşmesi; medya sahipliği,
kontrol ve okur etkileriyle ilişkili konularda önemli sorunlar doğurduğunu belirtir
(Albarran, 1996:193). Disney, Viacom, Bertelsmann, News Corporation, AOL Time
Warner gibi medya devlerinde görüldüğü üzere, küreselleşme finans ve sermayenin ulusal
sınırı aşarak uluslar arası hale gelmesine neden olmuştur. Medya piyasaları daha akışkan ve
hareketli bir biçime bürünürken, çokuluslu ve melez medya devleri oluşmaya başlamıştır.
Sadece medya işletmeleri değil, medya içerikleri de küreselleşmiştir. Televizyon filmleri,
radyo programları, çizgi filmler her zamankinden çok daha yoğun uluslararası pazarlarda
dolaşıma sokulmuştur.
5. Sonuç
Küresel medya üzerine yapılan eleştiriler, genelde küreselleşme sürecinin yarattığı
“bağımlılık” ilişkisi açısından enformasyon üretimi ve dağıtımının tek yönlü ve pazar
mantığı doğrultusunda kolay tüketilir hale gelmesi konularında yoğunlaşmaktadır.
Uluslar arası iletişimde dengesizlik, iletişimi bir güç, kontrol ve mücadele alanı
haline getirmekte, çatışan çıkarlarda güçlü olanlar kazanmaktadır. İletişim teknolojisi de
denetim ve kontrol amacıyla kullanılmaktadır. Her yeni teknoloji, ülkelerin bağımlılığını
daha da artırmaktadır. Serbest enformasyon akışı (free flow of information) güçlü taraftan
zayıf tarafa doğru gerçekleşmekte ve geri kalmış ülkeler aleyhine işlemektedir. Böylece
küreselleşen dünyada, Üçüncü Dünya aleyhine işleyen dengesiz ve çarpık iletişim
günümüzde bütün hızıyla devam etmektedir.
Küreselleşme sürecinin medya üzerindeki en önemli etkilerinden birisi diğeri
çalışma ilişkileri üzerinde yarattığı dönüşümdür. Kitlesel (fordist) üretim yerine farklılığa
ve çeşitliliğe dayanan esnek üretim biçimi, medyanın içerik oluşturma ve rekabet etme
olanaklarını da derinden etkilemiştir. Medya sektöründe sendikaların zayıflaması,
taşeronlaşmanın yoğun bir şekilde kullanılması, part-time çalışma ilişkileri ve masa başı
haberciliğin yaygınlaşması bu esnek çalışma ilişkilerinin tezahürleri olarak görülebilir.
Yıl:1 Sayı:1 63
Karadeniz Teknik Üniversitesi İletişim Araştırmaları Dergisi
Küreselleşme okuyucu/izleyici/dinleyicinin zevk ve beğenilerini, popülerlik ve
sığlık tehlikesine rağmen daha çok öne çıkarmış, yayın politikasını daha da belirler hale
gelmiştir. Üretilen yayınlarda baskı kalitesi ve biçimsel özelliklerde görülen gelişmeye
rağmen, aynı paralelde içerikte bir çeşitlilik ve kalite yaratmadığı söylenebilir.
Medya sektöründe önemli ölçüde uzmanlaşmaya gidilmektedir. Belli temalara
dönük yayın sayısında artış görülmesi, son dönemlerde küreselleşme sürecinin yarattığı
tüketici egemenliğini kutsal sayan esnek üretim biçiminin bir sonucu olarak görülebilir. Bu
nedenle küreselleşmenin daha çok piyasa alanında derin etkiler bıraktığını söylemek yanlış
olmayacaktır.
1960’lardan itibaren batılı düşünürler tarafından küreselleşmenin gidişatı üzerine
yapılan öngörüler gerçekleşmesi olanaksız ütopyalar olarak görülse de, 1990’larda bütün
alanlarda yaşanan baş döndürücü gelişmeler insanlığın yeni umutlar beslemesine yol
açmıştır. Özellikle telekomünikasyon alt yapısı ve enformasyon teknolojisi, kültürleri daha
fazla birbirine yaklaştırırken, yaratılan artı değerin insanlığa -az da olsa- daha hızlı
ulaştırılmasına imkan vermektedir.
Küreselleşmenin gelişme ve kalkınmanın dengeli ve adil bir şekilde yayılımını
engellediği şeklinde dile getirilen görüşlerde, küreselleşme süreciyle beraber azgın
sermayenin kâr güdüsüyle ulaşmadığı alanın kalmadığı ve yaratılan gelirin sınırlı sayıda
ülkenin ve çok uluslu şirketlerin elinde toplandığı noktalarında toplanmaktadır.
Devletlerden daha güçlü hale gelen sınırlı sayıdaki çokuluslu şirketler, dünyayı belli politik
ve çıkar alanlarına ayırarak yoksulu daha yoksul, zengini daha zengin hale getirmektedir.
Bu örgütler, destek ve refahın götürülmesi iddiasıyla az gelişmiş ülkelerin ekonomileri
üzerinde kontrol sahibi olmuşlardır.
“Yeni Dünya Düzeni” adı verilen bu dönem, dünyayı politika yapıcılar ve politika
uygulayıcıları olarak iki kampa ayırmıştır. Az gelişmiş ülkeler, borç yükü altında
sıkışırken, çokuluslu şirketlere ve ulus üstü bölgesel ve uluslar arası örgütlere bağımlı hale
gelmiştir. Gelişmesini kısmen ilerletebilmiş gelişmekte olan ülkeler de bu bağımlılık
modeli içerisinde ithal ikame ve küresel montaja dayalı bir gelişme trendi içerisinde
bocalayarak ekonomik açığını kapatamamaktadır.
Küreselleşme, esnek üretime dayalı ekonomik anlayışın yeniden yapılanması
üzerine temellendiğinden; özelleştirme, ulusal alanda stabilize piyasanın oluşturulması,
Yıl:1 Sayı:164
Karadeniz Teknik Üniversitesi İletişim Araştırmaları Dergisi
devletin küçültülmesi, enformasyon alt yapısının oluşturulması gibi nedenlerden dolayı bir
erk gücüne ihtiyaç duyar.
Küreselleşmenin sonucu olarak az gelişmiş ülkelerin ekonomileri, spekülasyona
duyarlı finansal sermaye hareketlerine açık hale gelirken, kriz durumlarında bu ülkeler borç
ödeme ve sermayenin rekabete açık olmasını içeren IMF reçetelerine bağımlı hale
gelmişlerdir. Krizler, duracağına gün geçtikçe küresel düzeyde yayılmaktadır. Kriz
ekonomisi, çevresel felaketler, gelir dağılımın yarattığı dengesizlik ve kutuplaşma
hareketleri daha da güçlenmektedir.
Medya sektörü, küreselleşme sürecine göbek bağıyla bağlıdır. Karşılıklı etkileşime
çok az şans tanıyan uluslar arası medya sektörü, dengesiz ve tekyönlü bir enformasyon
taşıyıcısı olarak bu süreçte aktif bir işlev görmektedir. Özellikle küreselleşme ortamının
oluşturulması, direnç kültürlerin bu ortama uyum sağlayacak şekilde üretilmesi açısından
medya kilit bir rol oynamaktadır. Küreselleşme kültürünü şekillendiren/dönüştüren medya
sektörü, uluslar arası dengesiz bir kültürel alışverişe yol açmıştır. Küreselleşme sürecini
belirleyen ve yönlendiren uluslar arası aktörlerin küresel tercihlerini aktarmada medya
önemli bir rol oynamaktadır.
Küreselleşme dinamiklerinin bir doğal sonucu olarak medya sektörünün de
dönüşüme uğradığı görülmektedir. Kuralların kaldırılarak piyasaların özelleşmesi
medyanın mülkiyet yapılarında yoğunlaşma yaratmış, sektörde konsolidasyonu
güçlendirmiştir. Ulus-aşırı sermaye hareketliliğin medyayı etkilemesi, milli politikaların ve
demokrasi vurgusunun daha çok yapılmasına yol açmıştır. Medya sektöründe dengesiz
rekabeti frenlemek, adil rekabeti sağlamak için piyasa düzenlemeleri yapılmış, anti-tröst
yasaları kabul edilmiştir. Bu durum, yasa yapıcı ve uygulayıcılar ile medya sektöründe
kırılgan bir ortam yaratmıştır.
Küreselleşme dinamiklerinin etkisinde kalan medya sektörünün bu döneme ilişkin
bir diğer boyutu ise kamusal yayıncılığın etkisini yitirmesi ve ifade özgürlüğünün bir aracı
olarak görülen medya sektöründe kamusal desteklerin zayıflaması olmuştur.
Özetle neo-liberal politikaların şekillendirdiği küreselleşme dinamiklerinin, bu
dönemde aynı mantaliteyi büyük ölçüde paylaşan liberal medyanın genel felsefesini önemli
ölçüde belirlediği söylenebilir.
Yıl:1 Sayı:1 65
Karadeniz Teknik Üniversitesi İletişim Araştırmaları Dergisi
Kaynaklar
Albarran, A. B. (1996), Media Economics, Understanding Markets, Industries And Concepts, Iowa State Universtiy Press, Ames, Iowa, USA.
Alexander A., Owers J., Corvet R.A., Hollifield C.A, Greco N.A., (2004), “An Introduction to Media Economics Theory and Practice”, In Media Economics Theory and Practice, (Edit) Alexander A., Owers J., Corvet R.A., Hollifield C.A, Greco N.A., Lawrence Erlbaum Associates, London, pp. 3-49.
Atılgan, S. (2001), “Küreselleşme ve Günümüzde Medya Sektörü”, M.Ü. İletişim Fakültesi İletişim Dergisi, Sayı:11.
Barca, F..(2005), “Media Economics”, available at: http://www.agcom.iteventitwinningBARCA/ (accessed 28 March 2008).
Barwise, P. and David G. (1998), “Economics, The Economics Of The Media, in Brings A. and Cobley P. (Ed.), The Media: An Introduction, Longman.
Boxberger, G. ve Klimenta H. (1998), On Küreselleşme Yalanı:Piyasanın Hâkimiyetine Alternatifler, Murat Çakır (Çev.), available at: http://www.kozmopolit.com/Globallugen1.pdf/(20 Mart 2007).
Brings, A., and Cobley P. (1998), The Media: An Introduction, Longman.
Chambers, T. and Howard H. H. (2006), “The Economics Of Media Consolidation”, In Allan B. Albarran (Ed.) Handbook Of Media Management And Economics, Lawrence Erlbaum Associates, New York, pp. 363-386.
Compaine, B. (2006), “Journal Of Media Economics”, Journal Of Media Economics, vol:19 no:4, pp.279–286.
Drucker, P.F. (1995), Gelecek Yönetim, Fikret Üçcan (Çev.), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Gabszewicz, J.J. and Laussel D., Sonnac N. (2003), “Concentraiton In The Press Industry And The Theory Of The Circulation Spiral”, available at:http://www.crest.frdoctravaildocument200/ (accessed 20 November 2004).
Geray, H. (1994), Yeni İletişim Teknolojileri, Kılıçaslan Matbaacılık, Ankara.
Hardt, M. ve Negri A. (2001), İmparatorluk, Abdullah Yılmaz (Çev.), Ayrıntı Yayınları, İstanbul.
Host, S. “Newspaper Growth In The Television Era”, available at: http://www.nordicom.gu.sereviewcontentsncomreviewncomreview199host.pdf/ (accessed 18 April 2004).
İrge, F. (2001), “Küreselleşmenin Yarattığı Gerilim”, M.Ü. İletişim Fakültesi İletişim Dergisi, S.:11.
Koray, M. (2005), “Reel Küreselleşme veya Küreselleşmenin Realitesi”, Çalışma ve Toplum Dergisi, 2005/4 (7), s.11-45.
Longman Active Study Dictionary (1991), Longman Group UK Limited, Glasgow, UK.
Mucuk, İ. (2001), Modern İşletmecilik, Turhan Kitabevi, İstanbul.
Picard, R., “Media, Innovation And The State”, The Media Businesss, available at: http://themediabusiness.blogspot.com/search/label/television/ (accessed 5 October 2010).
Sezgin, S. (1994), Global Pazarlama, İletişim Yayınları, 2. bs., İstanbul.
Sütçü, C. (2007), “Küreselleşme ve E-devlet Uygulamalarının Kamusal Alan Olarak Değerlendirilmesi”, Oğuz Kaymakçı (Editör), Küreselleşme Üzerine Notlar, Nobel Yayın Dağıtım, Editör: Oğuz Kaymakçı, Nobel Yayın Dağıtım, s.179-194, Ankara.
Şenatalar, B.,“Küreselleşme”, available at: http://www.noktavirgul.com/ekonomi/kuresellesme.html / (Erişim 26 Eylül 2007).
Thierer, A. D. (2004), “Overcoming Mythology in the Debate over Media Ownership”, Director of Telecommunications Studies, The Cato Institute, available at: http://www.cato.org/testimony/ct-at092804.html/ (accessed, 30 Ocak 2006).
Went, R. (2001), Küreselleşme, Emrah Dinç (Çev.), Yazın Yayıncılık, İstanbul.
Yılmaz, K. Ve Horzum M. B. (2005), “Küreselleşme, Bilgi Teknolojileri Ve Üniversite”, İnönü Üniv. Eğitim Fakültesi Dergisi, Cilt: 6 Sayı: 10.
Yıl:1 Sayı:166