Upload
others
View
2
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
KSÜ. İlahzvat Fakültesi Dergisi
9 (2007) s. 53 -76
İNSANlN YERYÜZÜNDEKi VARLIGINA MELEKLERiN
İLK TEPKİSİ
(Bakara 2/30'daki İfade Üslubu İle İlgili Farklı Bir
Yorum Denemesi)
Doç.Dr. Zekeriya PAK*
Özet
Kur'an kıssalannm temel amacı muhataplara mesaJ
vennek olduğundan, tarihi sahneler vahiy döneminin güncel
olay ve olgulanyla ilişki/endirilerek sunulur. Diğer bir ifadey
le, kıssalar tarihin statik bir fotoğrafını yansıtmayı
hedeflemez, aksine, tarihi güneele taşıyarak onu mesaj yük
lü bir sahneye dönüştürür. Bu nedenle, ilgili ayetler sadece
gramatikal sınırlılık içinde değil, aynı zamanda, kıssalann
bu yönünü yansıtan edebf üslup da dikkate alı.narak akım
malıdır. işte bu makalede, kıssalann söz konusu özelliğine 1,
vurgu yapılarak, Bakara suresi ,: 30. ayetine bu çerçevede ' .,
farklı bir yaklaşım ve yorum demirnesi yapılmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Kur'an, Kur'an Kıssalan, Adem,
Melekler, insanın Yaratılışı.
The Initial Reaction of Angels to the Existence of Man
on Earth
Abstract
Since the main aim of Qur'anic narratives is to give
message to its interlocutors, the histarical stage are pre-
· Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tefsir Anabilim Dalı Öğretim Üyesi. zpak(ll;ksu.edu.tr
54 • İnsanın Yeryüzündeki Varlığına Meleklerin İlk Tepkisi
sented by making relation with the daily events and facts of
the revelation period. In other words, the narratives does not
aim to r:ejlect the static photograph of histÇJry, on the con
trary, it transforms it a stage with a full of message by pass
ing history to the daily. For this reason, the related verses
should be read not only in the grammaticallifnitation but by
paying attention to the literary style which reflecting this as
pect of narratives. Therefore in this article, by emphasizing
this peculiarity of narratives, it will be attempted to make a
essay of interpretation and a different approach in this
framework to the 30th. verse of al-Baqarah (2) surah.
Keywords: Qur'an, Qur'anic Narratives, Adam, An
gels, Creation of Human Being.
Giriş
Kur'an'ın doğru anlaşılmasında, ondaki edebi üsluba
dair inceliklerin bilinmesi önem taşımaktadır. Bu husus
birçok boyutuyla ele alınabilirse de, burada, irdeleyeceğimiz
konu çerçevesinde sadece şu hususun altını çizmek istiyo
ruz: Kur'an 'daki ifadeleri her zaman salt gramatikal
mantıkla analiz etmek, doğru anlamı yakalamacia bizi isa
betli sonuçlara götürmeyebilir. Ayetleri, bazen daha geniş
bir açıdan değerlendirmek ve bu bağlamda, kullanılan ede
bi üslubun anla.·n üz~rindeki etki boyutunu da göz önünde
bultındurmak gerekir.': Ele alacağımız konu açısından vur-·:~-
gulamak gerekirse, Kur'an kıssalan, edebi üslubun dikkate
alınmasındaki gerekliliğin en belirgin biçimde ortaya çıktığı
alandır, diyebiliriz.
Kıssaların Kur'an'daki mevcudiyet sebebi açısından
en önemli özelliği, güncel durumlara ilişkin mesajlar sun
inasıdır. Bu ;nedenle kıssalar, nüzul dönemi itibariyle, sa
dece "dün"ü değil "bugün"ü de yansıtmaktadır. Diğer bir ~~"'f' ~' 1
Zekeriya PAK • 55
ifadeyle, kıssalar sadece tarihi salınelerin sunulduğu pasaj
lardan oluşmamakta, aynı zamanda, bu salınelerin içinde
güneele dair olguları yansıtan ifadeleri de görmek mümkün
olabilmektedir. Dolayısıyla kıssalar, tarihsel ve güncel bo
yutu olan ve bu iki boyutun iç içe yer aldığı edebi pasajlar
dır. Bu durum dikkate alınmadığında, okunan bir kıssa
bütünüyle tarihe ait bir sahne olarak değerlendirilecek ve
onun yaşanmakta olan hayata dönük yüzü görülemeyecek-
tir.
İşte bu makalenin konusu, işaret ettiğimiz bu husus
çerçevesinde, Adem kıssasının Bakara 2/30'da yer aları
kısmında gündeme gelen ve insanın "bozguncu" ve "kan
dökücü" oluşunun meleklerin ağzından dile getirilişi sah
nesini irdelemek olacaktır. İnsanın henüz varlık sahnesine
çıkmadığı ve onunla ilgili hiçbir fiili durum söz konusu ol
madığı bir zaman diliminde Allah ile melekler arasında ger
çekleştiği anlaşılan bir diyalogcia onun bu şekilde nitelenişi,
tarihte gerçekleşmiş bir durum 11:udur? Yoksa burada, ta
rihe ait bir sahnenin muhataplruia; aktarılışı sırasında bu-' ., .
güne ait insani bir gerçekliğin di}e getirilişi şeklinde bir e-
debi üslubun kullanılmış olması söz konusu olabilir mi?
Yani, kıssada tarihsel bir sahnenin güncel bir gerçekle
kaynaştırılarak sunumundan bahsedebilir miyiz?
Önce, ele alacağımız ayet hakkında yapılan klasik
yorumlara genel hatlarıyla göz atıp, ardından bu ayette de
var olduğunu düşündüğümüz edebi üslubun daha açık bir
şekilde görüldüğü bazı örnekler üzerinde duracağız. Sonra
da ayete, bu örnekler ışığında ve yukarıdaki sorular çerçe
vesinde farklı bir yorum getirmeye çalışacağız.
Ayetle İlgili Klasik Yorumlara Genel Bir Bakış
İnsanın yaratılışı ve yeryüzündeki serüveninin baş
langıcı ile ilgili olarak Bakara suresinin 30. ayetine baktı
ğımızda, önemli bir nokta dikkatimizi çekmektedir. Söz ko-
56 • İnsanın Yemüzündeki Varlığına Meleklerin İlk Tepkisi
nusu ayete göre, yeryüzünde "insan" denen varlık türü he
nüz yokken ve onunla ilgili olumlu veya olumsuz hiçbir fiili
durum söz konusu değilken, onun yeryüzünde egemen bir
varlık olmasını öngören ilahi irade karşısında, melekler yer
yüzünün bu müstakbel varlığını "bozguncu" ve "kan dökü
cü" olarak nitelemiştir. Söz konusu ayet gramatikal yapısı
na uygun olarak okunduğunda, Allah ile melekler arasında
geçen diyalogdan böyle bir sonucun çıkması gayet doğal
gözükmektedir:
''Rabbin meleklere, 'Ben, yeryüzüne, orada egemen
olacak ve birbirini izleyen nesiller halinde yaşayacak bir var
lzk1 yerleştireceğim.' dediğinde, melekler şöyle cevap vermiş
lerdi: 'Biz seni hep övgüyle anarak, zatma yakışmayan nite
liklerden uzak olduğunu kabul ediyor ve kusursuzluğunu
dile getiriyorken, şimdi sen, orada bozgunculuk yapacak ve
kan dökecek kimseleri mi oraya yerleştireceksin?' Allah da
'Ben sizin bilmediğiniz şeyleri bilirim!' demişti."2
İnsanın yeryüzündeki varlığı söz ,konusu olduğunda,
meleklerce gösterilen ilk tepkinin bu şekilde olmuş olması,
müfessirler tarafından bir sorun olarak görülmüş ve bu
durumun izahı için çeşitli teoriler ileri sürülmüştür. Ger
çekten de ortada ciddi bir problem bulunmaktadır. Melekler
henüz hiç tanımadıklan bir varlık hakkında nasıl bir bilgiye
ve gerekçeye dayanara.4. "bozguncu" ve "kan dökücü" hük
münü vermiş olabilirler? Tefsir kaynaklarına baktığımızda "" bu soruya farklı şekillerde cevap verilerek sorunun bir şe-
kilde çözülmeye çalış11dığım görmekteyiz. Bu konuda yapı
lan yorumları, Taberi'nin kaydettiği rivayetleri esas alarak
birkaç maddede toplamamız mümkündür:
-----------~-----
ı Ayette geçen ''halife" kelimesinin Kur'an'ın nüzulü sonrası dönemde "yönetici" anlammda siyası bir içerik kazanarak anlam değişimine uğramış olması nedeniyle, bu kelimeyi olduğu gibi meale yansıtmayı uygun bulmadık Bunun yerine, kelimenin ayet içerisinde ifade ettiği esas anlamı vermeye çalıştık. 2 el-Bakara 2/30. _.., '
Zekeriya PAK • 57
1. İnsan yaratılmadan önce yeryüzünde cinler yaşa
ma.ı<:taydı. Orada bozgunculuk yaptılar ve birbirlerini öl
dürmeye başladılar. Allaı.~, İblis'in koroutasında ve melek
lerden oluşan bir orduyu yeryüzüne gönderdi. Bu ordu, söz
konusu cinlerle savaştı; onların çoğurıu öldürdü ve bir
kısmını da adalara ve dağlara sürdü. Elde edilen bu zafer
den dolayı oldukça gururlanan İblis'e bir şekilde haddini
bildirmek üzere, Allah insanı yaratmaya karar verdi. İşte
melekler, yaşadıklan bu tecrübeden yola çıkarak, yeryü
zünde yaratılacak yeni bir canlı türünün de, öncekiler gibi
orada bozgunculuk yapıp birbirlerinin kanını dökeceği so
imcunu ç1kardılar. İbn Abbas'tan nakledilen bu yoruma
göre, meleklerin insan hakkındaki bu tespiti "zan"dan öte
bir anlam ifade etmemektedirJ.
2. Yine İbn Abbas'tan nakledilen diğer bir yoruma
göre, Allah arzu ettiği şeyleri yaratıp Egemenlik Tahtı'na
kuruldu ve İblis'e dünya semasının yönetimi görevini verdi.
İblis, üstün bir niteliğe sahip oluşundan dolayı kendisine 1,
bu görevin verildiğini düşünereJ.ı :gururlandı. Bunun üzeri-
ne Allah meleklere "Ben, yeryü~C/ne, orada egemen olacak
ve birbirini izleyen nesiller halinde yaşayacak bir varlık yer
leştireceğim." dedi. Melekler ise, "Ey Rabbimiz! Bu varlık
nasıl biri olacak?'' diye sordular. Allah da şu cevabı verdi:
"Onun kendinden türeyen nesli olacak; onlar yeryüzünde
bozgunculuk yapacak ve birbirlerini kıskanarak öldürecek
ler." Bunun üzerine melekler, ayette geçtiği üzere, "Şimdi
sen, orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek kimseleri
mi oraya yerleştireceksin?'' diye karşılık verdiler. Buna göre
melekler, yaratılacak yeni varlık türünün keyfiyetiyle ilgili
olarak Allah'tan aldıkları kesin bir "bilgi"den hareketle böy-
3 et-Taberi, Cami'u'l-Beyan, (Thk.: Ahmed Muhammed Şakir),
Müessesetü'r-Risf'ıJe, Beyrut 1420/2000 I, 455-458.
58 ▪ İnsanın Yeryüzündeki Varlığına Meleklerin İlk Tepkisi
le bir tespitte bulunmuşlardır4.
3. Katâde’den nakledilen yoruma göre, Allah,
Âdem’in yaratılışı konusunu meleklere açtığında, Allah ka-
tında “kan dökme ve bozgunculuk çıkarma”dan daha kötü
bir şey olmadığını bilen melekler söz konusu çekincelerini
dile getirdiler. Allah da, insanlar arasında peygamberler, iyi
ve güzel davranışta bulunacak olanlar ve cennet ehli olaca-
ğını bildiğinden, “Ben sizin bilmediğiniz şeyleri bilirim!” şek-
linde cevap verdi. Bu yoruma göre melekler herhangi bir
bilgiye dayanmaksızın sadece zan ile konuşmuşlardır. Yine
Katâde’den nakledilen bir başka yoruma göre ise, onların
bu itirazı, yeni yaratılacak varlık türünün kan döküp yer-
yüzünde bozgunculuk yapacağına dair Allah’ın kendilerine
verdiği bilgiye dayanmaktadır5.
4. İbn Zeyd’in yorumuna göre, Allah cehennemi ya-
rattığında melekler müthiş derecede korktular. Henüz me-
leklerden başka bir varlık türü olmadığına göre cehennem
kimler için yaratılmıştı? Melekler cehennemin varlık sebe-
bini anlamak için Allah’a, “Ey Rabbimiz! İleriki zamanlarda
biz sana isyan mı edeceğiz?” diye sordular. Allah da, “Hayır!
Ben yeryüzünde kan dökecek ve bozgunculuk yapacak bir
varlık yaratacağım.” cevabını verdi6.
Bu yorumların yanında benzer ifade ve tasvirlerin
yer aldığı diğer rivayetleri7 de değerlendirdiğimizde, konu ile
ilgili temelde iki yorumun hâkim olduğunu görmekteyiz:
Birincisi; daha önce yaşamış ve yeryüzünde kan dö-
kerek bozgunculuk yapmış cinlere tanık olan melekler, bu
tecrübeden yola çıkarak yeni yaratılacak varlık hakkında
kıyas yoluyla tahminde bulunmuşlardır.
İkincisi; Allah ile melekler arasında geçen diyalogun 4 et-Taberî, a.g.e., I, 458-462. 5 et-Taberî, a.g.e., I, 462-463. 6 et-Taberî, a.g.e., I, 466-467. 7 et-Taberî, a.g.e., I, 467-469.
Zekeriya PAK ▪ 59
Kur’an’da nakledilen sahnede yer almayan bir arka planı
bulunmaktadır. Buna göre Allah, meleklere yeni yaratacağı
varlık türünün bazı özellikleri hakkında bilgi vermiş ve on-
lar da buna dayanarak söz konusu değerlendirmelerini
yapmışlardır.
Taberî, yukarıda özetlediğimiz rivayetleri naklettikten
sonra, ayetin açıkça delalet etmediği birinci yorumu uygun
bulmaz ve ikinci yorumun sözün akışına ve mefhumuna
daha uygun olduğunu belirtir. Ona göre Allah, yeryüzünde
egemen olacak ve birbirini izleyen nesiller halinde yaşaya-
cak bir varlık yaratacağını meleklere haber verdiğinde, bu
varlığın soyundan gelecekler arasında bozgunculuk yapa-
cak ve kan dökecek kimselerin de olacağını onlara bildirmiş
olmalıdır. Meleklerden nakledilen cevap, onların bu şekilde
cevap vermelerine zemin hazırlayacak bir ön bilginin Allah
tarafından kendilerine verilmiş olacağına mefhum olarak
delalet etmektedir. Bu nedenle, diyalogun o kısmı Kur’an’da
zikredilmemiştir8. Tefsir metinlerinde yer alan çoğu yorum-
lar da Taberî’nin tercihi doğrultusundadır. Müfessirler bu-
nu, bazen tercihlerini açık bir şekilde belirterek9, bazen de
Taberî’nin yorumunu ilk görüş olarak zikredip diğerlerini
tali görüşler şeklinde sıralayarak10 yapmışlardır.
İbn Âşûr ise, Allah ile melekler arasındaki bu diyalo-
gun, Âdem’in yaratılıp ona ruh üflenmesinin ardından ger-
çekleştiğini düşünmektedir. Ona göre melekler, yeryüzüne 8 et-Taberî, a.g.e., I, 471-472. 9 el-Âlûsî, Rûhu’l-Me’ânî, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut 1420/1999, I, 300. 10 ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1424/2003, I, 126; İbn Atiyye, el-Muharreru’l-Vecîz, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1422/2001, I, 117; İbnü’l-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr, el-Mektebetü’l-İslâmî, Beyrut 1407/1987, I, 60-61; el-Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1424/2003, I, 50; en-Nesefî, Medâriku’t-Tenzîl, Dâru’n-Nefâis, Beyrut 1416/1996, I, 79; Ebû Hayyân, el-Bahru’l-Muhît, Dâru’l-Fikr, Beyrut 1412/1992, I, 228; İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, Dâru’l-Ma’rife, Beyrut 1402/1982, I, 69; Ebu’s-Su’ûd, İrşâdu’l-Akli’s-Selîm, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1419/1999, I, 111.
60 ▪ İnsanın Yeryüzündeki Varlığına Meleklerin İlk Tepkisi
yerleştirilmek ve orada egemen olmak üzere yaratılmış bu
yeni varlık türünün donanım olarak Allah’ın emirlerine ita-
at kadar isyana da kabiliyetli olduğunu görmüşler, bu ne-
denle de söz konusu endişelerini dile getirmişlerdir11.
Sonuçta bütün bu yorumlar, insanın bozgunculuk
yapacak ve kan dökecek bir özellikte olacağının, henüz
onunla ilgili böyle bir fiilî durum söz konusu değilken, biz-
zat melekler tarafından dile getirildiğinin kabulü esasına
dayanmaktadır. Buna göre, “Sen, orada bozgunculuk yapa-
cak ve kan dökecek kimseleri mi oraya yerleştireceksin?”
cümlesi, öznesi “melekler” olan “kâlu/dediler” fiilinin
“mef’ûlü/tümleci” konumundadır ve bu cümle bütün un-
surlarıyla onların ağzından çıkan sözü yansıtmaktadır. Şu
halde, melekler bu şekilde konuşmuşlardır ve Allah da on-
ların sözünü, ne söylemişlerse, olduğu biçimiyle bize ak-
tarmıştır. İlgili cümlenin gramatikal yapısını esas aldığımız-
da, ilk bakışta farklı bir ihtimal de akla gelmemektedir. Do-
layısıyla yukarıdaki yorumların tamamen isabetsiz olduğu
söylenemez. Ancak biz, konuya farklı bir pencereden bakış
denemesi yapmak üzere şu soruların cevabını aramaya ça-
lışacağız:
Ayetteki ifade üslubu, insan hakkındaki bu nitele-
menin bizzat meleklerce yapılmış olduğu sonucunu çıkar-
mamızı zorunlu kılmakta mıdır? İnsanı bu şekilde nitelen-
diren “özne”, melekler değil de Allah olabilir mi? Buna göre
Allah, melekler ile kendisi arasında “geçmiş”te gerçekleşmiş
bir diyalogu “şimdi” gündeme getirirken, insanın “geçmiş”
ile “şimdi” arasındaki zaman diliminde fiilen sabit olmuş ve
olmaya da devam etmekte olan iki olumsuz özelliğine işaret
etmek amacıyla, meleklerden naklettiği sözün içerisine
kendi değerlendirmesini katmış olabilir mi? Yani söz konu-
11 İbn Âşûr, et-Tahrîr ve’t-Tenvîr, Müessesetü’t-Târîhi’l-Arabî, Beyrut 1420/2000, I, 389.
Zekeriya PAK ▪ 61
su ayette, başkasından nakledilen bir sözün içerisine, nak-
ledenin kendi tespit ve düşüncelerini de katması şeklinde
bir ifade üslubu kullanılmış olabilir mi?
Bu soruların cevabını çalışmamızın sonuna bıraka-
rak, yapacağımız yoruma esas ve örnek teşkil etmek üzere,
dikkatimizi çeken bazı ayetlerden hareketle Kur’an’da yer
alan iki ifade üslubuna kısaca göz atmak istiyoruz. Bunlar-
dan birincisi, tarihî bir olay aktarılırken, “geçmiş” ve “şim-
di”nin iç içe girdirilmesi ve kıssa kahramanlarının bu gü-
nün gerçeklerine de işaret edecek tarzda konuşturulması,
yani kıssalarda “zamanların kaynaştırılması”. İkincisi ise,
yine benzer şekilde, Kur’an’ın nüzulü döneminde dinî haki-
katlere karşı çıkanlara ait bazı sözler aktarılırken, esasında
onlara ait olmayan fikirlerin onların sözlerine eklenmesi.
Bu iki üsluba dair bazı örnekler üzerinde kısaca durduktan
sonra tekrar konumuz olan ayete döneceğiz.
Kur’an Kıssalarında Zamanların Kaynaştırılması
Kur’an kıssalarını dikkatli bir gözle incelediğimizde,
tarihe ait sahnelerin salt geçmişte olmuş bitmiş birer hadi-
se olarak tasvir edilmediğini, muhataba verilmek istenen
güncel mesajların kıssanın içerisine ustalıkla yerleştirildi-
ğini görürüz. Çeşitli şekillerde tezahür eden bu üslubun
konumuzu ilgilendiren yönü, verilmek istenen mesajın biz-
zat kıssa kahramanının ağzından çıkan sözlerin içerisine
yerleştirilmesidir. Bu durumda kıssanın kahramanı sanki
geçmişte yaşamış biri değil de, sanki bugün ve burada ya-
şamakta olan biri gibi, güncel durumlarla ilgili mesajları
içeren sözleriyle Kur’an okuyucusunun karşısına çıkar. Ya-
ni Allah, söylemek istediği şeyleri onların ağzından söyler ve
böylece, nüzul dönemine ait fiili durum ve olgular da kıssa-
nın anlatım üslubuna hâkim birer unsur olarak devreye
girer ve kıssa güncel bir boyut kazanır. Bunun bir sonucu
olarak da, kıssayı dinleyen muhatap, sadece geçmiş bir ha-
62 ▪ İnsanın Yeryüzündeki Varlığına Meleklerin İlk Tepkisi
diseye kulak vermiş olmaz, aynı zamanda sahnenin içeri-
sinde bizzat kendini görür ve kendine yönelik mesajları biz-
zat kıssa kahramanının ağzından işitir. Kıssayı okuyan ya
da dinleyen, “kendisini bu tarihî şahsiyetlerden ayıran za-
manın hükmü kalkmışçasına onların yanına gittiğini veya
onların kendisinin karşısına geldiklerini görür; okuyucu
değil de seyirci durumuna girer. Kur’an’ın bütün kıssaları,
bu özelliği az çok gösterir.”12
Kur’an kıssalarındaki bu üsluba dair verilebilecek
örneklerden sunacağımız iki tanesi, ele aldığımız ayete geti-
receğimiz yoruma ışık tutacak niteliktedir:
1. Örnek: Nuh suresinde, Hz. Nuh’un, kavmini doğ-
ru yola çağırmadaki olağanüstü çabası ve bu çabadan ciddi
bir netice alamamasından dolayı yakınması kendi dilinden
aktarılır13. Bu arada o, kavminin, tapmakta olduğu putlar-
dan vazgeçmeme konusundaki direncini şu ifadelerle belir-
tir:
“Dediler ki, tanrılarınızdan asla vazgeçmeyiniz! Ne
Vedd’i ne Suvâ’yı ne Yegûs’u ne Yeûk’u ne de Nesr’i, asla
bırakmayınız!”14
Ayet gramatikal olarak ele alındığında ilk anlaşılan
şudur: Nuh kavmi adı geçen putlara fiilen tapmıştır ve bu
put isimleri onların taptığı tanrılara aittir. Ancak, şu da
tarihî bir gerçek ki, Kur’an’ın nâzil olduğu dönemdeki Arap
kabilelerinin tapmakta olduğu bazı putlar da aynı isimleri
taşımaktadır15. Yani, Nuh kavminin tapınmada ısrar ettiği
belirtilen tanrıların isimleri, Kur’an’ın nâzil olmakta olduğu
12 Suat Yıldırım, “Kur’ân-ı Kerimde Kıssalar”, A.Ü. İslâmî İlimler Fakültesi Dergisi, 1979, 3. Sayı, s. 62. 13 Nûh, 71/5-28. 14 Nûh, 71/23 15 Bkz.: İbn Kelbî, Putlar Kitabı (Kitâbu’l-Asnâm), Çev.: Beyza Düşüngen, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, Ankara 1969, s. 28, 29, 50; et-Taberî, a.g.e., XXIII, 639-640; Ebû Hayyân, a.g.e., X, 285; İbn Kesîr, a.g.e., IV, 426; el-Âlûsî, a.g.e., XXIX, 122-123.
Zekeriya PAK ▪ 63
dönemde bizzat Arapların tapmakta olduğu putların isimle-
riyle örtüşmektedir. Bu durum nasıl izah edilebilir? Acaba
Hz. Nuh’un kavmi ile Hz. Peygamberin çağdaşı Araplar aynı
ismi taşıyan putlara tapmış olabilirler mi? Müfessirlerin bu
soruya cevabı çoğunlukla “evet” şeklindedir16. Bir yoruma
göre, tufan suları söz konusu putları beşi bir arada Hicaz
bölgesine ulaştırmış ve bunlar Araplar tarafından buluna-
rak kendilerine tapılmıştır17. Râzî, bu putların cismen Arap-
lara intikal ettiği yorumunu problemli görür ve şöyle der:
“Çünkü tufan zamanında dünya harap olurken bu putlar
nasıl kurtuldu? Araplara nasıl intikal etti? Hz. Nuh onları
gemiye aldı da denemez. Görevi onları ortadan kaldırmak ve
yok etmek iken, gemiye alarak koruması nasıl mümkün
olur?”18 Râzî, durumu bir problem olarak ortaya atar ama
bu soruları da cevapsız bırakır. Diğer bir yoruma göre ise,
nesilden nesile intikal etmiş olan sadece bu putların isimle-
ridir ve Araplar da bizzat kendilerine ait putlara o isimleri
vermişlerdir19.
Burada, Maverdî’nin naklettiği farklı bir yorumla
karşılaşmaktayız. Bu yoruma göre, söz konusu putlar sa-
dece Araplara aittir ve onlardan başkası da bu putlara
tapmamıştır. Dolayısıyla ayet şöyle anlaşılmalıdır: “Nuh
kavmi, kendi taraftarlarına ‘Sakın tanrılarınızdan vazgeç-
meyiniz.’ demişti. Aynen onlar gibi Araplar da kendi çocuk-
larına ve toplumuna ‘Ne Vedd’i ne Suvâ’yı ne Yegûs’u ne
Yeûk’u ne de Nesr’i asla bırakmayınız.’ demektedirler”20.
16 et-Taberî, a.g.e., XXIII, 639-640; ez-Zemahşerî, a.g.e., IV, 607; el-Beydâvî, a.g.e., II, 531; en-Nesefî, a.g.e., IV, 435; İbn Kesîr, a.g.e., IV, 426; el-Âlûsî, a.g.e., XXIX, 122; Ebu’s-Su’ûd, a.g.e., VI, 310; İbn Âşûr, a.g.e., XXIX, 193. 17 İbnü’l-Cevzî, a.g.e., VIII, 374; Ebû Hayyân, a.g.e., X, 285. 18 er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, el-Mektebetü’t-Tevfîkıyye, Kahire 2003, XXX, 133. 19 Ebû Hayyân, el-Bahru’l-Muhît, X, 285-286; el-Âlûsî, a.g.e., XXIX, 123; İbn Âşûr, a.g.e., XXIX, 194. 20 el-Mâverdî, en-Nüket ve’l-Uyûn, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut ts., VI, 104.
64 ▪ İnsanın Yeryüzündeki Varlığına Meleklerin İlk Tepkisi
Bu son yorum da dikkate değer olmakla birlikte, bu-
rada “zamanların kaynaştırılması” şeklinde bir anlatım üs-
lubunun hâkim olduğunu düşünüyoruz. Yani, Nuh kavmi
ile cahiliye Arap toplumu arasında, putlara tapma ve bunda
ısrarcı olma yönüyle keyfiyet benzerliği bulunduğundan,
her iki toplum aynı zaman diliminde ve aynı sahnede bir-
leştirilmektedir. Böylece Allah, Nuh kavminin sözde tanrı-
lardan vazgeçmeme ısrarını ve bu nedenle de tufan olayı ile
karşı karşıya kalışlarını anlatırken, onların durumunu
müşrik Araplardaki put isimleriyle örneklendirmekte ve iki
toplum arasındaki benzerliğe dikkat çekmektedir. Dolayı-
sıyla ayette, “geçmiş” ile “şimdi”nin kaynaştırılarak, geçmi-
şin daha canlı ve dinamik bir anlatımı için güncel olgularla
örneklendirilmesi şeklinde bir üslup kullanılmaktadır. Bu-
na göre ayet şu şekilde anlaşılmalıdır: “Sizin tapmakta ol-
duğunuz Vedd, Suvâ, Yegûs, Yeûk, Nesr adlı putlarınızın
benzeri putlar, helak olan Nuh kavminde de var idi ve onlar
da sizin gibi tanrılarından asla vazgeçmek istemiyorlardı.”
Buna göre, tarihsel bir konuşma güncel olgularla daha di-
namik ve güncel bir formata büründürülerek aktarılmakta-
dır21.
Meseleye katkı sağlaması açısından, Türkçede de
karşılaşabileceğimiz bu ifade üslubuna bir örnek vermek
istiyoruz. Mesela, farklı bir kültüre sahip, kullandıkları
isimler itibariyle bize tamamen yabancı bir ülkenin bağım-
sızlık mücadelesinden bahsederken, şöyle bir ifadeyi rahat-
lıkla kullanmamız mümkündür: “Onların da Ahmetleri,
Mehmetleri, Alileri var idi. Vatanları uğruna hepsini feda
ettiler!” Bu sözden, onların bu isimleri kullandıkları sonucu
çıkmaz. Anlaşılacak olan sadece şudur: “Biz nasıl kendi
21 Ayetteki üsluba dair benzer bir değerlendirme için bk. Hikmet Zeyveli, “Kur’an Dilinin Özellikleri ve Özel Olarak Kıssa ve Mucizeler”, 2. Kur’an Sempozyumu 4-5 Kasım 1995, Bilgi Vakfı Yayınları, Ankara 1996, s. 102.
Zekeriya PAK ▪ 65
vatan evlatlarımızı şehit vermiş isek onlar da kendileri için
değerli olan evlatlarını vatanları için feda etmişlerdir.” Ka-
naatimizce ayetteki ifade üslubu da buna benzemektedir.
2. Örnek: Âl-i İmrân suresi 45. ayette, melekler tara-
fından Hz. Meryem’e bir çocuğunun olacağı müjdesinin ve-
rilişi söz konusu edilir:
“Melekler şöyle demişlerdi: ‘Ey Meryem! Allah sana
kendi tarafından bir ‘Söz’ün müjdesini veriyor. Onun adı
Meryem oğlu İsa Mesih’tir…”22
Bu müjdeyle başlayan sahne, Hz. İsa’ya dair bazı
önemli niteliklerin ve onun peygamberlik dönemine ait bazı
tarihî kesitlerin zikredilmesiyle 51. ayetin sonuna kadar bir
bütünlük içerisinde sürer. Meryem’in bu haber karşısında
dile getirdiği, “Rabbim! Bana bir insan dokunmamışken, na-
sıl olur da benim bir çocuğum olur!” şeklindeki şaşkınlığını
ve ona verilen “Öyledir, ama Allah dilediği biçimde yaratır!”
anlamındaki karşı cevabı içeren ara cümle niteliğindeki 47.
ayet hariç, 45. ayetle başlayan ve 51. ayetin sonuna kadar
süren kısım, gramatikal açıdan tek cümledir. Buna göre,
kıssadaki sahnenin başlangıcı olan 45. ayetteki “Melekler
şöyle demişlerdi.” ifadesinden sonraki kısım, teknik ifade-
siyle, öznesi melekler olan “kâlet/dediler” fiilinin
“mef’ûlü/tümleci” konumundadır. Dolayısıyla, söz konusu
ayetler grubu bu gramatikal yapıya uygun olarak okundu-
ğunda, meleklerin, Meryem’e sadece bir çocuk müjdesi
vermekle kalmadıkları, aynı zamanda Hz. İsa’ya dair aşağı-
daki bilgileri de ona aktardıkları sonucu ortaya çıkmakta-
dır:
- Doğacak çocuğun en önemli niteliği, onun Allah’a ait
bir ‘Söz’ oluşudur.
- Onun adı Meryem oğlu İsa Mesih’tir.
22 Âl-i İmrân 3/45.
66 ▪ İnsanın Yeryüzündeki Varlığına Meleklerin İlk Tepkisi
- Dünyada ve ahirette şerefli ve Allah’a yakın biri ola-
caktır.
- Hem beşikte hem de yetişkin iken insanlarla konu-
şacak ve iyi biri olacaktır.
- Allah ona kitabı, hikmeti, Tevrat’ı ve İncil’i öğretecek-
tir.
- İsrail Oğullarına peygamber olacak ve size Rabbi-
nizden şu mucizeleri sunuyorum diyecektir: “Çamura kuş
şekli verip ona üflediğimde Allah’ın izniyle canlanacak. Körü
ve cüzzamlıyı iyileştireceğim ve Allah’ın izniyle ölüyü dirilte-
ceğim. Yediğiniz ve evlerinizde sakladığınız şeyleri size bildi-
receğim. Eğer inanırsanız bütün bunlarda bir işaret vardır.”
- İsrail Oğullarına, “Ben, Tevrat’ı tasdik eden, size ha-
ram kılınmış bazı şeyleri helal kılan, size mucize sunan bir
peygamberim; Allah’tan sakının ve bana itaat edin!” diye-
cektir.
- “Allah benim de Rabbim, sizinde Rabbinizdir. Öyley-
se O’na kulluk ediniz. İşte doğru yol budur.” diyecektir.
Tefsir kaynaklarında23 yer alan yoruma göre, “Melek-
ler şöyle demişlerdi.” ifadesini takip eden ve Hz. İsa ile ilgili
söz konusu bilgileri içeren ifadeler, olduğu gibi meleklerin
ağzından çıkan sözlerdir ve bunlar meleklerin Meryem’e
haber verdiği şekliyle aynen gerçekleşmiştir. Söz konusu
ayetler bu şekilde ele alınmalı ve buna göre anlaşılmalıdır.
Ancak, ilgili ayetleri dikkatli bir şekilde incelediği-
mizde, burada da birinci örnekte işaret ettiğimiz ifade üslu-
bunun hâkim olduğunu görmekteyiz. Yani Meryem’e bir
çocuk müjdesinin verildiği “geçmiş” tarihli bir sahne, Hz.
İsa ile ilgili gerçekleri dile getiren ve Kur’an’ın vahyi esna-
sındaki muhatapların onun hakkındaki yanlış kanaatlerini
23 et-Taberî, a.g.e., VI, 410-442; İbn Atiyye, a.g.e., I, 434-442; İbn Kesîr, a.g.e., I, 363-364; Ebu’s-Su’ûd, a.g.e., I, 368-373; el-Âlûsî, a.g.e., III, 212-231; İbn Âşûr, a.g.e., III, 96-104.
Zekeriya PAK ▪ 67
düzeltmeye yönelik mesajları içeren ifadeler eşliğinde su-
nulmaktadır. Buna göre melekler, Meryem’e sadece bir ço-
cuk müjdesi vermişlerdir, o da, kendisine hiçbir insan do-
kunmamışken böyle bir şeyin nasıl mümkün olacağını dile
getirmiştir. Meleklerle Meryem arasındaki diyalog bu hu-
suslardan ibaret olmalıdır. Doğacak çocuk ile ilgili tanım-
lama ve tasvirleri içeren diğer hususlar ise, bu olayın
Kur’an’da nakledilişi esnasında, kamuoyuna yönelik güncel
mesajlar niteliğinde Allah tarafından dile getirilmiştir.
Burada şunu belirtelim ki, tefsir kaynaklarında yer
alan yorumlara uygun olarak, Hz. İsa hakkındaki bütün bu
sözlerin, o henüz ana rahminde oluşum aşamasında iken,
melekler tarafından Meryem’e ifade edilmiş olması imkânsız
değildir. Geçmişi ve geleceği bilen Allah tarafından görev-
lendirilen melekler bütün bu gerçekleri Meryem’e anlatmış
olabilirler. Ancak ilgili ayetlere hâkim olan ifadelere dikkatli
bir şekilde baktığımızda, Hz. İsa ile ilgili bütün bu tespitle-
rin, onun hakkında yanlış kanaate sahip olan Hıristiyanla-
ra yönelik mesajlar taşıdığını görürüz. Burada, Hz. İsa ile
ilgili söz konusu tanımlama ve tasvirlerin geçmişte Mer-
yem’e ifade edilmesinden çok, bugün Hıristiyanlara söyleni-
yor olması önem taşımaktadır. Çünkü bu mesajlar Mer-
yem’e değil, Hz. İsa’yı ve Meryem’i ulûhiyet makamında gö-
ren Hıristiyanlara yöneltildiğinde bir anlam kazanmaktadır.
Örneğin, Hz. İsa’dan “Meryem Oğlu” olarak bahsedilmesi,
onu Allah’ın oğlu olarak nitelendiren Hıristiyanlara bir red-
diyeden ibarettir. Meryem’e henüz bir çocuk müjdesinin
verildiği anda, yani Hz. İsa hakkında böyle bir yanlış inanç
yokken, onun “Meryem Oğlu” olarak adlandırılması pek
anlamlı gözükmemektedir. Kur’an’da Hz. İsa’nın adı 25 yer-
de geçer ve bunların 16’sında “Meryem oğlu İsa”24 ifadesi
24 el-Bakara 2/87, 253; Âl-i İmrân 3/45; en-Nisâ 4/157,171; el-Mâide 5/46, 78, 110, 112, 114, 116; Meryem 19/34; el-Ahzâb 33/7; el-Hadîd
68 ▪ İnsanın Yeryüzündeki Varlığına Meleklerin İlk Tepkisi
kullanılır. Hz. İsa, dört ayette “Meryem oğlu Mesih”25 ve iki
yerde de “Meryem oğlu”26 olarak adlandırılır. Kur’an hiçbir
peygamberin adını babasına veya anasına nispet ederek
kullanmazken Hz. İsa için bu ifadenin tercih edilmiş olması
tamamen onu sonradan tanrılık makamında görenlere bir
cevap niteliğindedir. Dolayısıyla onun hakkındaki bu nite-
lemenin henüz o yokken gündeme gelmiş olmasının her-
hangi bir amaca hizmet edeceği düşünülemez. Yine, henüz
ortada İncil adında bir kutsal kitap yokken, “Allah ona İn-
cil’i öğretecektir” şeklindeki bir cümle Meryem açısından
pek anlamlı ve işlevsel değildir. Sahnenin sonundaki, “Allah
benim de Rabbim, sizinde Rabbinizdir. Öyleyse O’na kulluk
ediniz. İşte doğru yol budur.” mealindeki ifadenin, Hz. İsa’yı
“rab” kabul eden mevcut Hıristiyanlara onun ağzından bir
cevap olduğu da gayet açıktır.
Taberî, Hz. İsa ile ilgili söz konusu nitelemeleri içeren
ifadelerin melekler tarafından bizzat Meryem’e söylendiğini
kabul etmekle birlikte de, Hz. İsa’nın “Meryem oğlu İsa Me-
sih” olarak nitelenişini yukarıdaki değerlendirmemize yakın
bir çerçevede yorumlar. Ona göre, “Allah kullarına, İsa’nın
nesebi hakkında bilgi vermekte ve onun ‘Meryem’in oğlu’
olduğunu bildirmektedir. Bu ifadeyle Allah, kendisi hak-
kında yanlış inanca sapmış olan Hıristiyanların Hz. İsa’yı
‘Allah’ın oğlu’ olarak telakki edişlerini ve Yahudilerin Mer-
yem’e yönelik iftiralarını reddetmektedir.”27
Tekrar ifade edelim ki, bu ayetlerde de, birinci örnek-
te ifade ettiğimiz gibi, geçmişte gerçekleşmiş bir diyalogun,
sonraki dönemlere ait durumlara yönelik mesajlarla zengin-
leştirilerek aktarılması ve bir şekilde zamanların kaynaştı-
57/27; es-Saff 61/6, 14. 25 el-Mâide 5/17, 72, 75; et-Tevbe 9/31. 26 el-Mü’minûn 23/50; ez-Zuhruf 43/57. 27 et-Taberî, a.g.e., VI, 413.
Zekeriya PAK ▪ 69
rılması üslubu hâkimdir.
Böyle bir üslup dil mantığı açısından imkânsız değil-
dir ve dilin pratik kullanımında sıklıkla karşılaşabileceğimiz
örnekleri vardır. Mesela, hamile kaldığını düşünen bir ba-
yan eşiyle birlikte kontrol için doktora gitmiş ve doktor
kendilerine bir çocuklarının olacağı müjdesini vermiştir.
Aradan yıllar geçmiş ve büyüyen çocuk ülke için önemli
icraatlarda bulunan değerli bir insan olmuştur. Evladının
durumunu izleyip oldukça duygulanan baba, o günü hatır-
latarak eşine şöyle demektedir: “Kontrol için doktora gitti-
ğimiz günü hatırlıyor musun? Doktor sana, ileride büyüyüp
adam olacak, nice güzel işler yapacak ve yaptığı işlerle gu-
rur kaynağımız olacak böyle bir çocuğa hamile kaldığını
söylediğinde ne kadar sevinmiştik!” Çocuğa ait bu özellikler
doktorun ağzından çıkmamıştır. Ancak baba, onun “hami-
lesiniz” şeklindeki ifadesini aktarırken, bu hamilelik netice-
sinde doğan çocuğun bu günkü özelliklerini de zikretmek
suretiyle kendi duygu ve düşüncelerini naklettiği sözün
içine katmıştır.
İşte, söz konusu ayetlerde de böyle bir konuşma üs-
lubunun olduğu anlaşılmaktadır. Yani melekler Meryem’e
bir çocuğunun olacağı müjdesini vermiştir; Allah da bu ola-
yı miladî 7. yüzyılda haber verirken, o ana kadar Hz. İsa
hakkında oluşmuş yanlış telakkilere cevap vermek ve onu
gerçek şekliyle tasvir etmek amacıyla, ona ait sıfat ve du-
rumları da zikretmiştir.
Kur’an kıssalarında yer alan “zamanların kaynaştı-
rılması” şeklindeki üslup ile ilgili bu iki örnekle yetinerek,
yine konumuz olan ayete getireceğimiz yoruma esas teşkil
edebilecek benzer bir üslubun kullanıldığını gördüğümüz
iki örnek daha sunmak istiyoruz.
70 ▪ İnsanın Yeryüzündeki Varlığına Meleklerin İlk Tepkisi
Muhataplardan Nakledilen Sözlere Onlara Ait Ol-
mayan İfadelerin Katılması
Kur’an’da karşılaştığımız, zamanların kaynaştırılma-
sı üslubuna benzer bir üslup da, özellikle dinî gerçekleri
inkâr edenlerin düşüncelerini yansıtmak üzere onların ağ-
zından nakledilen sözlerin içerisine, esasında onlardan sa-
dır olmayan bazı olumlu ifadelerin Allah tarafından eklen-
mesidir. Bu üsluba dair vereceğimiz aşağıdaki iki örneğin
konumuza ışık tutacağı kanaatindeyiz.
1. Örnek: Nisâ suresinde Yahudilerin başına gelen
ve gelecek olan felaketlerin sebepleri sıralanırken, bunların
arasında, onların “İsa’yı biz öldürdük!” şeklindeki sözlerine
de yer verilir. Bunun 157. ayetteki ifadesi şu şekildedir:
“Allah’ın elçisi Meryem oğlu İsa Mesih’i kesinlikle biz öldür-
dük, demeleri sebebiyle…”28 Ayete gramatikal açıdan baktı-
ğımızda, Yahudilerin söylediği söz şudur: “Allah’ın elçisi
Meryem oğlu İsa Mesih’i kesinlikle biz öldürdük.” Ancak bu
söz bütünüyle onlara ait ise, burada, Hz. İsa’yı Allah’ın elçi-
si olarak kabul etmeyen Yahudilerin onu “Allah’ın elçisi”
olarak nitelemeleri şeklinde mantıkî bir çelişki ortaya çık-
maktadır. Oysa böyle bir çelişkinin olmaması gerekir. Bu
duruma açıklık getirmeye çalışan müfessirler şu iki izahı
yaparlar29: Birincisi, Yahudilerin Hz. İsa’yı “Allah’ın elçisi”
olarak nitelemeleri, buna inanmalarının bir sonucu değil,
tamamen istihza amaçlıdır. İkincisi, Allah onların “İsa’yı biz
öldürdük!” şeklindeki iddialarını naklederken, onu “Allah’ın
elçisi” olarak bizzat kendisi nitelemekte ve onu anılması
gereken şekliyle anarak yüceltmektedir. Birinci yorum, “Al-
lah’ın elçisi Meryem oğlu İsa Mesih’i kesinlikle biz öldürdük.”
sözünün olduğu gibi Yahudilerin ağzından çıktığı kabulüne
28 en-Nisâ 4/157. 29 ez-Zemahşerî, a.g.e., I, 574; er-Râzî, a.g.e., XI, 84; el-Beydâvî, a.g.e., I, 247; en-Nesefî, a.g.e., I, 380; Ebu Hayyân, a.g.e., IV, 125; Ebu’s-Su’ûd, a.g.e., II, 217.
Zekeriya PAK ▪ 71
dayanırken, ikinci yorum, bizim üzerinde durduğumuz üs-
lup çerçevesinde yapılmaktadır. Buna göre Allah, onlardan
naklettiği sözü onların ağzından çıktığı şekliyle değil de,
vermek istediği mesaja uygun ifadeleri kullanarak aktar-
maktadır. Yani onlar “İsa’yı biz öldürdük” iddiasında bu-
lunmuşlar; Allah da onların iddialarını aktarırken, Hz.
İsa’nın adını yalın isim şeklinde anmamış, onu olması ge-
reken şekliyle nitelendirmiştir.
2. Örnek: Aynı üslubu, müşriklerin yanlış inançları-
nın sorgulandığı Zuhruf suresi 9. ayette görmekteyiz: “Eğer
onlara, ‘Gökleri ve yeri kim yarattı?’ diye sorsan, kesinlikle,
onları çok güçlü olanın, çok iyi bilenin yarattığını söyleyecek-
lerdir.”30 Ayete gramatikal açıdan baktığımızda, “Onları çok
güçlü olan ve çok iyi bilen yaratmıştır.” sözünün bir bütün
olarak müşriklere ait olması gerekmektedir. Buna göre
müşrikleri, Allah’ı “azîz/çok güçlü olan” ve “alîm/çok iyi
bilen” şeklinde nitelendirecek bir inanç düzeyine sahip
kimseler olarak kabul etmemiz gerekecektir. Ancak bu du-
rum, Hz. Peygamberin davet ettiği Allah inancına karşı
müşrikler tarafından gösterilen muhalefet stratejisine ters
düşmektedir31. Müfessirlerin bir kısmı bu çelişkiyi çözmeye
çalışırken, ayeti bizim ele aldığımız ifade üslubu çerçeve-
sinde yorumlamışlardır. Buna göre Allah, gökleri ve yeri
yaratanın Allah olduğuna dair müşriklerde var olan yerleşik
bir düşünceyi ya da böyle bir soru karşısında vermek zo-
runda kalacakları “Allah yaratmıştır” şeklindeki bir cevabı
aktarırken, kendi zatını bizzat kendisi nitelemektedir32.
Âlûsî, böyle bir ifade üslubunun dilin pratik kullanımında
var olduğuna dikkat çekerek şu örneği verir: “Üstat bana 30 ez-Zuhruf 43/9. 31 Müşriklerdeki Allah inancı ile ilgili bu tespitimiz hakkında daha geniş bilgi için bk. Zekeriya Pak, “Cahiliye Araplarındaki Allah İnancının, Kur’an’dan Hareketle Tespitiyle İlgili Bazı Hususlar”, Cumhuriyet Üniver-sitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 5, Sayı: 1, s. 316-322, Sivas 2001. 32 ez-Zemahşerî, a.g.e., IV, 231-232; Ebu’s-Su’ûd, VI, 27.
72 ▪ İnsanın Yeryüzündeki Varlığına Meleklerin İlk Tepkisi
şöyle dedi…” diyen birinin “üstat” kelimesiyle “Şemsü’l-
Eimme”yi kastettiğini bilmektesin. Daha sonra onun sözü-
nü bir başkasına aktarırken, “Falan kişi bana Şemsü’l-
Eimme’nin şöyle dediğini söyledi” dersin. Oysa o kişinin
ağzından sadece “üstat” kelimesi çıkmıştır. Sen ise onun
sözünü aktarırken, “üstat” ile kastettiği kişinin bir sıfatını
kullanmaktasın. Ayette de bu durum söz konusudur. Müş-
rikler, kendilerine yöneltilen soru karşısında “Allah yarattı”
cevabını vermişlerdir. Allah ise, onların bu sözünü nakle-
derken, “Allah” kelimesinin yerine, kendi zatını niteleyen
“azîz” ve “ alîm” sıfatlarını yerleştirmiştir33.
Bu örneklerden yola çıkarak, bazı ayetlerin doğru
anlaşılmasında, cümlelerin gramatikal yapısının tek başına
yol gösterici olmadığı, bunun yanında edebî üslubun da
dikkate alınması gerektiğini söyleyebiliriz. Şimdi de, tekrar
asıl konumuz olan Bakara 2/30 ayetine dönerek, bu çerçe-
vede farklı bir yorum denemesi yapabiliriz.
Bakara 2/30’la İlgili Farklı Bir Yorum Denemesi
Yukarıda örneklerini gördüğümüz edebî üslup ışı-
ğında konumuz olan ayete yeniden baktığımızda, “Melekler
henüz hiç tanımadıkları bir varlık hakkında nasıl bir bilgiye
ve gerekçeye dayanarak ‘bozguncu’ ve ‘kan dökücü’ hük-
münü vermiş olabilirler?” şeklinde bir soru sormanın, artık
ayete yaklaşımımızda tek ve zorunlu bir seçenek olmadığını
söyleyebiliriz. Çünkü insanı bu şekilde nitelendiren “öz-
ne”nin melekler değil de bizzat Allah olduğu sonucuna
ulaşmamız, yine yukarıda örneklerini gördüğümüz üslup
çerçevesinde mümkün olacaktır. Buna göre, Allah ile me-
lekler arasında gerçekleşmiş olan diyalog esnasında, henüz
varlık sahnesinde olmayan insanın, melekler tarafından
“bozguncu” ve “kan dökücü” olarak nitelendirilmesi söz ko-
nusu olmamıştır. Bu diyalogda sadece, “yeryüzünde ege-
33 el-Âlûsî, a.g.e., XXV, 92.
Zekeriya PAK ▪ 73
men olacak ve birbirini izleyen nesiller halinde yaşayacak”
özelliğe sahip yeni bir varlık türünün yaratılıp yeryüzüne
yerleştirilecek olması gerçeğinin, keyfiyetini tam idrak ede-
meyeceğimiz bir şekilde, Allah tarafından meleklerle payla-
şılması söz konusudur. Bu durum karşısında melekler, Al-
lah’ı saygıyla anma ve O’nu yüceltme görevini gereği gibi
yerine getirdiklerini beyan ederek, “Biz varken ve görevimizi
hakkıyla yerine getirirken, bu yeni varlık türüne ne gerek
var?” anlamına gelebilecek bir soruyla, bu yeni varlığın
varoluş hikmetini anlamak istemişlerdir. Allah da, onların,
saygı sınırlarını aşmayacak biçimde gösterdikleri bu tavır-
larına, “Ben sizin bilmediğiniz şeyleri bilirim!” şeklinde cevap
vermiştir. İşte, kıssanın ilgili sahnesinin tarihî boyutu, ana
hatlarıyla bu şekilde cereyan etmiş olmalıdır34. İnsan, söz
konusu diyalog sahnesinin yaşandığı “geçmiş” ile söz konu-
su ayetlerin vahyedildiği “şimdi” arasındaki zaman dilimin-
de bozgunculuk yapmış ve kan dökmüştür. Ayrıca onun bu
iki özelliği, Kur’an’ın vahyedildiği sırada da fiilen devam
etmektedir. Allah, melekler ile kendisi arasında “geçmiş”te
gerçekleşmiş olan söz konusu diyalog sahnesini “şimdi”
gündeme getirirken, güncel bir duruma tarihi bir sahne
içerisinde işaret etmektedir.
Şu halde kıssanın bu sahnesi, tek boyutlu bir zaman
diliminde gerçekleşmiş bir durumun tasvirinden ibaret ol-
mayıp geçmişin ve şimdinin kaynaştığı, zamanların iç içe
girdiği, dünü ve bu günü bir arada yansıtan bir sahne özel-
liği taşımaktadır. Dolayısıyla, ayetin asıl mesajı, yeryüzün-
de fiilen bozgunculuk yapıp kan dökmekte olan muhatapla-
ra yönelik güncel bir uyarıdır.
Burada akla şu soru gelmektedir: Acaba yaptığımız
34 Bir başka yoruma göre, “Âdem kıssası, Kur’an’daki şekliyle, beşerî varlığın kozmik kaderine ilişkin dramatik bir anlatı olup herhangi bir zamansal ve mekânsal duruma tetabuk etmemektedir.” Mustafa Öztürk, Kıssaların Dili, Kitâbiyât, Ankara 2006, s. 118.
74 ▪ İnsanın Yeryüzündeki Varlığına Meleklerin İlk Tepkisi
bu yoruma uygun olarak ayeti Türkçeye çevirmek mümkün
mü? Hemen belirtelim ki, ayetin gramatikal yapısı, klasik
yorumları devre dışı bırakacak ve bizim yaptığımız yorumu
açıkça yansıtacak şekilde bir çeviriye pek imkân tanıma-
maktadır. Ancak, çeviri olarak nitelendirilemezse de, yaptı-
ğımız yorumu kısmen yansıtacak göre şöyle bir metin oluş-
turmak mümkündür:
“Rabbin meleklere, ‘Yeryüzüne, orada egemen olacak
ve birbirini izleyen nesiller halinde yaşayacak bir varlık yer-
leştireceğim.’ demişti. Melekler ise, ‘Biz seni övgüyle anarak,
zatına yakışmayan niteliklerden uzak olduğunu kabul ediyor
ve kusursuzluğunu dile getiriyoruz.’ diyerek, yeryüzünde
bozgunculuk yapmakta ve kan dökmekte olan sizlerin ege-
men bir varlık olarak oraya niçin yerleştirileceğinizi sormuş-
lardı. Allah da, ‘Ben sizin bilmediğiniz şeyleri bilirim!’ demiş-
ti.”
Bizi böyle bir yoruma sevk eden en önemli neden, in-
san türünün henüz yeryüzü sahnesine çıkmadan önce me-
lekler tarafından potansiyel bir suçlu olarak algılanmış ol-
masının doğru olmayacağı düşüncesidir. Zira bu sahnenin
gerçekleştiği tarih kesitinde insan henüz bir suç işlememiş-
tir ve bu nedenle de “bozguncu” ve “kan dökücü” olarak
anılmayı henüz hak etmemiştir. Tarafımızdan algılanabilen
boyutuyla, evrendeki canlı türler arasında merkezî konum-
da bulunan tek varlık insandır. Kur’an’ın beyanıyla, gökler-
de ve yerde ne varsa insan için yaratılmış ve onun hizmeti-
ne sunulmuştur35. Böyle değerli bir varlığın, henüz kendisi
varlık sahnesinde yok iken ve hiçbir olumsuz yönüne de
tanık olunmamışken, melekler tarafından “bozguncu” ve
“kan dökücü” olarak nitelendirilmesi, onun hakkında yapı-
labilecek ilk ve tek değerlendirme olmamalıdır. Eğer melek-
ler, daha önce cinler vasıtasıyla yaşandığı farz edilen bir
35 Bk. Lukmân 31/20; el-Câsiye 45/13.
Zekeriya PAK ▪ 75
tecrübeden yola çıkarak böyle bir tahminde bulunmuşlar-
sa, bu birçok güzelliği de potansiyel olarak kendinde barın-
dıran insan türü için haksız bir yargılama anlamına gelir.
Taberî’nin yorumunu esas alarak, bize nakledilen diyalogun
zikredilmeyen bir arka planının olduğunu ve Allah’ın bu
yeni varlık türü hakkında melekleri bilgilendirdiğini ve on-
ların da bu bilgiye dayanarak insan hakkında bu şekilde
konuştuklarını kabul ettiğimizde de yine aynı durum söz
konusudur. Buna göre de melekler objektif davranmamış-
lar, Allah’ın kendilerine verdiği bilgilerden birçoğunu göz
ardı ederek sadece insanın olumsuz iki özelliğini ön plana
çıkarmışlardır. Bu da, hem insan türüne karşı sübjektif bir
önyargıyı hem de olumsuz özelliklere sahip bir varlık ya-
ratma projesinden dolayı Allah’ı bir şekilde sorgulamayı
çağrıştırmaktadır. Oysa melekler bu şekilde davranmaktan
uzaktır.
Kur’an’da, temel değerleri yok etme ve toplumsal ba-
rış ve huzuru ortadan kaldırmaya yönelik her tür faaliyet
“bozgunculuk” olarak nitelendirilir. Ahlakî bir çöküntünün
sonucu olarak ortaya çıkan “bozgunculuk” tavrı, Kur’an
tarafından sıklıkla dile getirilir ve bu olumsuzluğu kendile-
rinin vazgeçilmez niteliği haline getirenler şiddetle uyarı-
lır36. Bozgunculuğun doğal bir sonucu olarak ortaya çıkan,
haksız yere kan dökme37 ve cana kıyma eylemleri de ısrarla
kınanır. İnsana dair bu iki olumsuz eylem türünün ele al-
dığımız ayette gündeme gelişini de, melekler tarafından
gündeme getirilmiş tarih öncesi bir öngörü değil, Allah tara-
fından yapılmış, güncele yönelik bir tespit ve uyarı olarak
değerlendirmek daha uygun olacaktır. Yani Allah, fiili ola-
rak yeryüzünde bozgunculuk yapmakta ve kan dökmekte
36 “Bozgunculuk” anlamındaki “fesat” kavramının yer aldığı ayetler için bk. M. Fuâd Abdulbâkî, el-Mu’cemu’l-Müfehres, el-Mektebetü’l-İslâmiyye, İstanbul 1982, s. 518-519. 37 el-Bakara 2/30, 84.
76 ▪ İnsanın Yeryüzündeki Varlığına Meleklerin İlk Tepkisi
olan insanı bu ayette de uyarmakta ve onun söz konusu
olumsuz eylemlerine dikkat çekmektedir.
Sonuç olarak, “Orada bozgunculuk yapacak ve kan
dökecek kimseleri mi oraya yerleştireceksin?” ifadesini me-
leklerin ağzından çıkmış bir söz olarak değerlendirerek,
“Melekler bu kanıya nerden ulaşmışlardı?” sorusunu sor-
mak ve ardından da birtakım muhayyel sahneler üretmek
yerine, ilgili ayeti, örneklerini Kur’an’da gördüğümüz üslup
özelliği çerçevesinde yorumlamanın daha gerçekçi olacağı
kanaatindeyiz. Bu yorum, Kur’an kıssalarının güncel du-
rumlara yönelik mesaj içeriği taşıyor oluşu gerçeğiyle de
bağdaşır bir açılım olacaktır.