153

Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Kuğu Kılıcı serisinin görkemli finali

Citation preview

Page 1: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri
Page 2: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

KUĞU KILICI

3333

ALACAKARANLIK

EFENDİLERİ

Page 3: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

YAZAR

Gökcan Şahin

EDİTÖR

Ozancan Demirışık

KAPAK TASARIMI

Gökcan Şahin

YAYIN TARİHİ

Şubat 2010

Bu e-kitap Buzul Dünya Yayınları tarafından www.buzuldunya.com

adresinde yayınlanmıştır. Tanıtıcı kısa yazılar dışında izin alınmadan

kopyalanamaz, çoğaltılamaz ve paylaşılamaz.

Page 4: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

ÖNDEYİŞ

GEÇMİŞE KISA BİR BAKIŞ

Yıl 1985. İç Anadolu’da orta halli bir köyün çobanı, sıradan bir günde

köy ahalisinden topladığı malları otlatırken tuhaf bir manzarayla karşılaştı.

Her zamanki güzergâhının üzerinde bir toprak kayması olmuş, zeminde

koca bir yarık açılmıştı. Cahil çoban, merakına engel olamayıp mağara

biçimindeki yarığa girdi ve Kuğu Kılıcı macerasını başlattı. Koca bir metal

küp, önce çobanın, sonra bir maden mühendisinin, sonra da ABD’nin

gözdesi haline geldi. Amerika, o zamanki hükümetle gizli bir anlaşma

yaparak bu köyde bir araştırma yerleşkesi kurdu. Küpün içinden çıkan şey

tüm dünyayı değiştirebilirdi: Yüksek teknolojiyle üretilmiş, tamamen insan

görünümlü biyonik robotlar!

Amerika bunu herkesten, hatta yerleşke içinde çalışan Türk

mühendislerden bile saklayarak müthiş bir araştırmaya girişti. Robotların

devreleri, üretim prensipleri, elektronik devrelerin özellikleri, sinirsel

iletimleri, hafıza yongaları, kısaca her şeyleri çözülmeye çalışıldı. İlk etapta

bu konuda başarı sağlanamayınca, en azından robotları kendi istekleri

doğrultusunda yönetmek için çalışmalara başladılar. Robotların

bulunmasından tam 19 yıl sonra Rqu-01 ismini koydukları robota, Yunan

Page 5: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Gökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan Şahin

5

bir ABD muhalifini öldürme görevi verdiler. Ama yapılan büyük bir hata,

robotların en güçlüsü olan Rqu-Ex’in uyanmasına sebep oldu. Rqu-Ex, Rqu-

01’i Yunanistan’a taşıyan helikopterin peşine takıldı ve bu suikastı önlemek

amacıyla, İstanbul semalarında uçarlarken kendi helikopterinden ateş açtı.

Rqu-01 başı kanlar içinde kalmış şekilde Haliç sularına düşerken ABD’nin

tüm planları alt üst olmaktaydı.

Rqu-01, hafıza yongasının gördüğü hasardan dolayı, hiçbir şey

hatırlayamadan Haliç kıyısına çıktı. Ki, robot olduğunu bile bilmiyordu.

Haliç kıyısında Eyüp komiserlerinden Koray Çağlayan’a rastlamasa ne

yapacağını bile bilmiyordu.

Koray, adını dahi hatırlayamayan, yüzü parçalandığı için oldukça

çirkin görünen bu adama Acı adını verdi ve olabildiğince iyi davrandı, hatta

bir kebapçıda iş buldu. Acı, kimliğiyle ilgili bunalıma girdiği için

kebapçıdaki işini bıraktı ve Koray’ın tavsiyesiyle sorgulara girmeye başladı.

Bir sorgu sırasında büyük bir uyuşturucu çetesinin açığa çıkmasını sağladı

ve çeteyi devirmek için yapılan bir operasyona katıldı. Çetenin liderini kendi

elleriyle yakaladı ve Zehir Haluk denilen adamın aslında bir robot

olduğunu, onun aracılığıyla kendisinin de aslında bir robot olduğunu

öğrendi. Robotların ne kadar kötü işlere bulaşabileceğini anladığında

yerleşkeden kaçmış olan tüm robotları bulması gerektiğini anladı.

Daha sonra Silivri’deki bir kaçak dövüş arenasında başka bir robotun

izini buldu. Bu, Rqu-Ex’ten başkası değildi. Düşündüğünün tersine kötülük

için değil iyilik için savaşıyordu. Daha sonra öğrenecekti ki diğer tüm

robotlar da iyiliğin yolundaydı. Amerika’nın nihayet üretmeyi başardığı

kopya robotlar hariç… Tekirdağ-İstanbul sınırına yakın ‘Akdağ’ adlı bir tatil

Page 6: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

6

sitesinde gerçek robotlar ve kopya robotlar arasında amansız bir savaş

yaşandı. Acı ve Rqu-Ex’in başını çektiği Kuğu Kılıcı robotları kayıp

vermeden galip gelmeyi başardı.

Asıl adının Udel Ser Venter olduğunu anladığımız Rqu-Ex bunun

basit bir engel olduğunu biliyor ve mutlak görevlerini şöyle tarif ediyordu:

“Yedi milyon yıl önce yaratıldık ve insanları nihai sondan korumak

için görevlendirildik. Binlerce yılda bir yaşanan bir vakadan insanlığın

mümkün olduğu kadar az zarar görmesi için elimizden geleni yapmak

uğruna yaşıyoruz.”

Page 7: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

BÖLÜM BİR

KARA GÜNEŞ

1

Daha Zo-Moran doğmamışken, alnına hayat ışığı değmemişken, yer

ateş, gök su iken bir kavim dağıldı yeryüzüne. Gücüyle fili boğan, aklıyla

ejderi yoran bir kavim. Anaların her biri on ikişer çocuk doğurdu. Altı kız, altı

oğlan. O altı kız da on ikişer çocuk doğurdu, altı kız, altı oğlan. Kırk nesil

geçti, yeryüzü doldu taştı. Kavim dağları tepeleri aştı. Buz dinlemedi, ateş

dinlemedi, açlık dinlemedi, hastalık dinlemedi, ayağının izi her karış

toprağına değdi yeryüzünün. Gel zaman git zaman kişioğlu gaflete düştü,

saygı duymadı yaşadığı toprağa. Yerin Ruhu kızdı buna. Uzun süreli

uykusundan uyandı ansızın. Baktı, her tarafı kemirilmiş, meyve veren

ağaçlar kalmamış, ürün veren toprak çöl olmuş, deniz denizlikten, gök

göklükten çıkmış. Yerin Ruhu çok üzüldü, çok sinirlendi. Üstünden silkeleyip

atmak istedi bu kavmi. Beceremedi. Gücü yoktu o kadar. Son çare Gün

Page 8: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

8

Ana’ya gitti. Dedi ki, beni bu kavimden kurtar Gün Ana. Sen onlara ışığını

vermezsen hepsi ölür gider, ben de kurtulurum bu eziyetten.

Gün Ana her şeyi biliyordu aslında. Ama hep umut doluydu onların

düzeleceğinden, hep zaman vermişti kavme bu yüzden. Lakin demek ki

umutlar boşunaydı, zaman vermeler zararaydı. Kabul etti Yerin Ruhu’nun

isteğini. Dedi, seni kurtaracağım, ama bir aile bırakacağım ki yok olup

gitmesinler. Yine çoğalıp yayılabilsinler, ama bundan ders alıp bir daha seni

incitmesinler. Seni bir daha incitirlerse yine alacaklar derslerini. Kabul etti

Yerin Ruhu. Gün Ana yaşamın ışığını kesti, yeryüzünü kararttı ve zamanla

bir aile dışında tüm kavim yok oldu. Bu zaman onlar için uzundu ama Gün

Ana ve Yerin Ruhu için çok kısaydı. Yerin Ruhu Gün Ana’ya minnetini sundu

ve güzel uykusuna döndü. Gün Ana da ışığını özgürce saldı tekrar. Kişioğlu

dersini almıştı elbet.

Anakan Destanı 12/7

2

Akdağ Sitesi İstanbul – Tekirdağ sınırına yakın bir yerde, İstanbul

tarafında kalan bir tatil sitesidir. Tek veya çift katlı müstakil yazlıklardan

oluşan bu site, güney sahillerinde yazlık alamayan ama tatillerini doyasıya

yaşamak isteyenlerin uğrak yerlerinden biridir. Kışın sadece birkaç ev

sahibinin kaldığı sitede yaz ayları oldukça kalabalık bir insan topluluğu

konaklar. Site elli konutluk mütevazı bir yerdir, adı pek duyulmamıştır,

çünkü müşterileri genelde sabittir ve yeni gelenler de tavsiyeler aracılığıyla

Page 9: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Gökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan Şahin

9

buradan haberdar olurlar. Akdağ Sitesi ev ve toprak sahiplerinden oluşan

bir kurul tarafından yönetilir ve sorunlar kolayca halledilir. Sitedeki aileler

çoğunlukla birbirlerini tanırlar ve kimin ne olduğu sitedeki tek bakkalın

sahibi başta olmak üzere birkaç kişilik dedikodu timi tarafından herkese

duyurulur. Bu durum asla aşırıya kaçmaz; sınırlar bellidir ve herkes

memnundur bu durumdan. Sonuç olarak Akdağ Sitesi oldukça cana yakın

insanların buluştuğu huzurlu bir ortamdır ve yeni gelenler tarafından çok

sevilir.

Elif ile Murat da burayı beğenen çoğunluğun içindeydiler. Daha ilk

görüşlerinde sitenin tam onlara göre bir yer olduğunu anlamışlardı. Akdağ

Sitesi’nde geçirecekleri bu iki haftalık tatil onlar için aynı zamanda balayı

anlamına geliyordu. Çünkü daha on günlük evliydiler. Birbirlerini çok

severek, ailelerinin de rızasıyla sorunsuz ve mutlu bir şekilde evlenmişlerdi.

Murat otuz sekiz yaşında, liselere ders veren bir tarih öğretmeni, Elif ise

otuz üç yaşında ortaokullara ders veren bir fen bilgisi öğretmeniydi. Ortak

bir arkadaşları aracılığıyla tanışmışlar, birbirlerine âşık olmuşlar ve uzun

sayılabilecek bir flört döneminden sonra evlenmeye karar vermişlerdi.

Murat dediğim dedik, sert ve asi bir adamdı; ama Elif’in dominant ve güçlü

karakteri onu dengeliyordu. Sonuç olarak her şeye karşı dik durabilecek

demir kadar sağlam bir aile olmuşlardı. Belki iki öğretmen maaşıyla

ekonomik olarak istedikleri yerde değillerdi, ama içlerindeki güç bunu da

baskılıyordu.

Şimdi, bu şirin tatil sitesinde eşyalarını kiraladıkları eve

yerleştirmişler, gezmeye çıkmışlardı. Murat, her zaman güzelliğinden gurur

duyduğu karısının beline elini dolamış, Elif de başını sevgilisinin güçlü

Page 10: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

10

göğsüne yaslamıştı. Yüzlerinde gülücüklerle, iç açıcı yeşillikler ve bahçeli

küçük evlerin arasındaki dar bir sokakta yürüyorlardı.

“Bu kadar güzel bir yer tahmin etmemiştim,” dedi Elif.

“Ben de canım. Sema teyze abartmamış demek ki. Öyle coşkuyla

anlatıyordu ki burayı.”

“Evet, iyi ki gelmişiz. Pahalı bir güney tatilinden daha güzel olacak.”

“Kesinlikle.” Bu kısa diyalog yerini sessizliğe ve mis gibi deniz

kokusunu alan nefeslere bıraktı.

3

Amerika Birleşik Devletleri Büyük Okyanus üzerinde nükleer silah

denemesi yaptı. Rusya başta olmak üzere pek çok ülkenin tepkisini çeken bu

deneyler konusunda Amerika kendi iç güvenliğini savunuyor.

The Independent 07.06.11

4

“Deniz kokusu harika,” dedi Elif aldığı derin bir nefesten sonra.

“Hadi denize gidelim,” dedi Murat. “Daha sahili görmedik.”

“Eve dönüp mayolarımızı giymemiz gerekecek.”

“Yoruldun mu?”

Page 11: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Gökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan Şahin

11

“Yoo, dönelim hadi, ben de merak ettim denizi şimdi.”

Ve döndüler. Saat öğleyi çoktan geçmişti. Sahile gitmeleri ikiyi

bulacaktı. Böylece güneşin yakıcılığından da kısmen korunacaklardı.

Eve vardılar, mayolarını giydiler, havlularını aldılar ve sahilin yolunu

tuttular. Sitenin ana caddesini takip ederek denize yöneldiler. Bu cadde

diğer yerlere göre daha kalabalıktı. İkişerli, üçerli gruplar halindeki gençler

neşeyle gülüşüyor, çocuklar bisikletleriyle turluyorlardı. Murat cadde

üzerindeki bakkala uğrayarak deniz kenarında yemek için üç paket bisküvi,

bir litrelik kola ve iki plastik bardak aldı. Bu sırada bakkalcının samimi

sorularına muhatap olmaktan kaçamadı. Aslında kaçmak da istemedi.

Bakkalcı, saçları ağarmış, göbekli, tombul, güler yüzlü bir adamdı. Yaptığı

işten çok memnun olduğu her halinden anlaşılıyordu. Siparişleri uzatması

bile şehirdeki kimi soğuk bakkallardan çok farklıydı. Dolayısıyla bu pozitif

elektrikten kurtulması kolay olmadı. Sonunda iyi günler dileyerek sahil

yolculuğuna kaldıkları yerden devam ettiler.

Beş dakika sonra kumların üzerine havlularını seriyorlardı. Kumsal

oldukça genişti. Onlarca kişi olmasına rağmen aşırı kalabalık

görünmüyordu. Deniz dalgasızdı, hava sıcaktı, gökte tek bir bulut bile

yoktu. Denizde yüzen insanlar ve birkaç tekneyle renklenmese, tüm görüş

alanları mavi olacaktı.

Elif ve Murat güneş kremlerini sürdükten sonra havlularının üzerine

uzandılar. Önce biraz güneşlenmek ve uzanarak yürüyüşün yorgunluğunu

atmak, sonra da denize girip bolca eğlenmek niyetindeydiler.

“Buranın tek kötü yanı ne biliyor musun?” dedi Murat gözlerini

açmadan.

Page 12: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

12

“Neymiş?”

“İki hafta Independent okuyamayacağım.”

“Dert ettiğin şeye bak. İki hafta da İngilizceden uzak kal, ne olacak?”

“Sadece İngilizce için değil ki, alıştım gazeteme. Okumadan rahat

edemiyorum.”

“Bağımlılık yaratmış sende Murat. Geçer ama, merak etme.”

Murat yıllardır İngiltere’nin The Independent gazetesini okurdu.

Üniversite yıllarından gelen bir alışkanlıktı bu. Önce İngilizce gazete

okumanın dil açısından faydalı olduğu duymuş, yabancı gazete satan bir

dükkândan Independent almıştı. Sonra haber okumanın tadından

vazgeçememişti. O gün bu gündür haftada iki kez alırdı. Bir ara ekonomik

kriz nedeniyle gazetenin zarar ettiğini duyunca yüreği ağzına gelmişti

Murat’ın, ama neyse ki hâlâ yayın hayatına devam ediyordu.

“Ne düşünüyorsun aşkım?” dedi Elif, cevap gelmeyince.

“Son aldığım gazeteyi gözümün önüne getiriyorum. En son hangi

haberi okumuştum diye.”

“Hangi habermiş?”

“Daha bulamadım, bulunca söylerim.”

“Peki,” dedi Elif gülümseyerek. Yine tuhaflığı tutmuştu Murat’ın.

O sırada, gözleri kapalı olduğu halde gözlerine gelen ışığın

azaldığını fark ettiler. Murat güneşin önüne bulut geldiğini düşünerek

umursamadı, ama her zaman olağanüstü dikkatiyle öne çıkan Elif az önce

etrafta hiç bulut olmadığını düşünüp merakla gözlerini açtı. Evet, etraf biraz

daha gölgeli gibiydi. Tek elini gözüne siper ederek güneşe kısık gözle

baktı.

Page 13: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Gökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan Şahin

13

Hayır, güneşin önünde bulut falan yoktu. Ama Elif havanın biraz da

olsa karardığından emindi.

“Murat?”

“Efendim canım.”

“Ya sence de hava kararmadı mı biraz?” Murat gözlerini açtı, etrafa

baktı.

“Evet, bana da öyle geldi,” dedi. “Bulut gelmiştir diye düşündüm.”

“Ama bulut falan yok, Allah Allah!”

Plajdaki diğer insanlardan bazıları da etrafa şaşkınca bakıyordu. Kimi

başını kaldırıp bir kez güneşe bakıp normal işlerine geri dönüyordu, kimi

yanındakine bir şeyler soruyordu.

Murat da dudak büküp boş vermek üzereydi ki havanın bir kademe

daha karardığına şahit oldu.

“Sen de fark ettin mi?” dedi Elif heyecanla.

“Evet,” dedi Murat. “Ne oluyor? Güneş tutulması falan yoktu bugün,

değil mi?”

“Hayır, zaten güneşin tutulduğu yok.”

Güneşe baktı yine. Deminki kadar gözünü rahatsız etmemişti sanki.

Normalde güneşe birkaç saniyeden fazla bakmak göze kalıcı zararlar

verebilirdi, ama o sırada gökyüzündeki güneş sanki ışığını kısmış gibiydi.

İnsanların fısıldaşmaları aniden artmıştı, herkes bir tuhaflık

olduğunun farkındaydı. Denizde simitleriyle yüzen çocuklar bile güneşe

bakıyorlardı.

“Havada görünmeyen bir sis tabakası falan mı var acaba?” diye

sordu Elif.

Page 14: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

14

“Bilmiyorum ama tuhaf bir atmosfer olayı olmalı. Hiç böyle bir şey

görmemiştim. Öğlenin ortasında akşamüstü havası yaşıyoruz.”

5

Çin ve Rusya hükümetleri Amerika Birleşik Devletleri’nin son nükleer

denemelerinden sadece bir ay sonra yeni hidrojen ve nükleer bombalarını

denedi. Hint Okyanusu’nda gerçekleştirilen denemeler doğal hayatı olumsuz

etkileyebileceği gerekçesiyle çevreciler tarafından protesto ediliyor.

The Independent 02.07.11

6

Akdağ Sitesi’ndeki elli evin kırk altısı, 10 Temmuz 2011 itibariyle

doluydu. Elif ve Murat’ın da yerleşmesiyle ertesi gün bu sayı kırk yedi

olmuştu. Yani site hemen hemen tam kapasitedeydi ve yaklaşık yüz elli

kişinin tatil ihtiyacını karşılıyordu.

11 Temmuz’un o öğleden sonrası Akdağ’ın sahilinde kırk kişi ya

güneşlenmekte, ya da denizin tadını çıkarmaktaydılar. Ama saat 14.20

itibariyle gerçekleşen tuhaf olay nedeniyle hepsi yaptıklarından kısa

süreliğine vazgeçip neler olduğunu anlamaya çalıştılar. Ama kimse en ufak

bir fikir üretemedi. Güneşin ışığı aniden azalmış, ortalık olması gerekenden

Page 15: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Gökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan Şahin

15

daha karanlık bir hale gelmişti. Güneşin önüne devasa gri bulutların

geçmesiyle aynı orantıda karanlıktı hava. Deniz daha lacivert görünüyordu,

hava daha serin ve hafiften rüzgârlıydı. Denizden çıkanlar üşüyerek

havlularına koşuyorlardı. En ufak çocuklar bile durumun farkındaydılar.

Annelerine havanın neden karardığını soruyorlardı. Annelerin ise

kendilerine bile verebilecek cevapları yoktu.

Sahil sessizleşmişti, herkesin gözü güneşteydi. İnsanlar sanki bir

şeyler olmasını bekliyordu.

Oldu da.

Güneşin sol tarafından bir ışık uzantısı çıktı. Solucan gibi kıvrıldı,

kırbaç gibi aniden şakladı ve yok oldu. Alevden bir iplik gibiydi bu şey. Bir

ucu güneşe bağlı kalıyor, sanki güneşten kaçmak için kıvrılıyor ama

sonunda pes edip yok oluyordu. Daha birkaç saniye geçmemişti ki aynı şey

bu kez sol tarafında meydana geldi. O iplik yok olmadan üst tarafından bir

tane daha çıktı, sonra altından, tekrar sağ ve sol taraftan. Aynı anda

kıvranan birkaç iplik, güneşi tombul bir böceğe benzetmişti.

“Güneş patlaması mı bu?” dedi Elif fısıltıya yakın bir sesle.

“Bilmiyorum. Olabilir. Ama bu kadar belirgini görülmemiştir

herhalde.”

Elif bir sevgi içgüdüsüyle Murat’a yaklaştı. Güneş de sanki buna

öfkelenmiş gibi alevden ipliklerini daha uzağa sarkıtmaya başladı. İplikler

artık o kadar çoğalmıştı ki, küçük çocukların resimlerindeki ‘etrafa çizgiler

saçan güneş’e benzemişti. Tek farkı bu çizgilerin hareketli olmasıydı.

Bu sırada güneşin rengi sarıdan turuncuya dönüyordu yavaş yavaş.

Işığı azalıyor, etraf daha da kararıyordu. Gökyüzünün uzak köşelerinde

Page 16: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

16

birkaç yıldız görebilmek bile mümkündü. Deniz dalgalanmaya başlamış,

rüzgâr şiddetlenmişti, suyun rengi daha da koyulaşıyordu.

İnsanlar yine mırıldanıyorlar, içlerine sinen tuhaf korkuya karşı,

birbirleriyle konuşarak teselli bulmaya çalışıyorlardı. Güneşe bir şeyler

oluyordu ve bu, hiç de hayra alamet değildi.

Mırıldanmalar konuşmalara, konuşmalar da ufak tartışmalara döndü.

Birileri “kıyamet geldi,” diyor, birileri deli gibi koşuşuyordu.

İnsanlar eşyalarını toplamaya başlamıştı. Evlerine ulaşmak sanki

daha güvenliymiş gibi bir an önce gitmek istiyorlardı. Ama bu

sorgulanamazdı elbette. İnsanoğlunun temel içgüdülerinden biri evlerinde

kendilerini daha güvende hissetmektir. Elif de bu içgüdü dolayısıyla

Murat’a eve gitmeyi teklif etti. Murat gözünü güneşten ayırmıyor, kaşları

çatılmış halde düşünüp duruyordu. Elif’in sözlerine ilk anda tepki vermedi.

“Canım, herkes gidiyor, hadi hava çok soğuk oldu,” dedi Elif.

“Tamam canım, gidelim.”

Yine de gözlerini güneşten ayırmamaya çalışarak Elif’in eşyaları

toplamasına yardım etti. Bakkaldan aldıkları bisküvileri yeme fırsatı bile

bulamamışlardı.

Denizdeki son insanlar da hızla çıkıyorlardı, çünkü hava o kadar

kararmıştı ki güneşin batışı sırasında ancak böyle olabilirdi. Su iyice

dalgalanıyordu. Rüzgâr da somutlaşmaya başlamış, tatilcilerin şemsiyelerini

uçurmaya çalışıyordu.

Havlularını omuzlarına attılar, terliklerini giydiler ve denize sırtlarını

döndüler. O anda hava aniden zifiri karanlık oldu. Az da olsa ışık veren bir

lambanın kapatılması kadar aniydi. Hemen güneşe döndüler ve şok edici

Page 17: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Gökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan Şahin

17

manzarayla karşılaştılar. Gökyüzü kapkaranlıktı, yıldızlar net bir şekilde

görünüyordu. Güneş gökteydi ama artık güneş denilemezdi. Etrafa hâlâ

alev iplikleri saçsa da aydınlık saçacak bir enerjisi kalmamış gibi

görünüyordu. Kurumaya yüz tutmuş, yuvarlak bir lav tabakası gibi çatlaklar

şeklinde ateş akıntıları görünen kapkara bir küreye dönüşmüştü. O alev

kıvılcımlarının hareketleri olmasa güneşin orada olduğu bile belli

olmayacaktı.

Güneşin bu halini gören herkes önce donakaldı. Gökyüzüne

kilitlenen gözler dehşetle bakıyorlardı. Sonra yavaş yavaş inen gözler

birbirini buldu. Birbirlerinin beyazlamış yüzlerini gören insanlar sanki

durumu yeni kavramış gibi çığlıklar atmaya ve panikle koşuşturmaya

başladılar. Elif de bunu yapmamak için kendini zor tutuyordu. Ama o

güçlüydü, güçlü olmalıydı.

Murat hâlâ güneşe bakmaktaydı, ama boğazına bir şey takılmış gibi

hissediyordu. Denilenler gerçekti. Kıyamet gelmişti işte. Bunlar

insanoğlunun son saatleri olmalıydı. Yapacak tek şey vardı: Herkes gibi

paniğe kapılmak ve kaçmak.

7

Yağmur ormanları hâlâ yanıyor! Üç haftadır süren yangınlar

dünyanın ciğerleri olarak nitelendirilen yağmur ormanlarının üçte birini

şimdiden yok etmiş durumda. Yangının bir türlü kontrol altına alınamaması

yetkilileri korkutuyor. İnsanlık tarihinin en büyük orman yangınına şahit

Page 18: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

18

olduğumuz şu günlerde bu felaketin küresel ısınmayı daha da

arttıracağından korkuluyor.

The Independent 06.07.11

8

Soluk soluğa yazlığa ulaştılar. Murat titreyen eli nedeniyle kapıyı

açmakta zorlandı. Sonunda içeri girip ışığı yaktılar ve derin bir nefes aldılar.

Eve girince rahatlamanın saçma olduğunu kendileri de biliyorlardı; ama

insanoğlunun genlerine işlenmiş bu içgüdüyü bir çırpıda reddetmeleri

imkânsızdı. Murat hemen oturma odasına gidip televizyonu açtı. Karşıdaki

koltuğa rahatsız bir şekilde oturdu ve bir haber kanalı bulmaya çalıştı. Elif

de hemen yanına oturmuş ve gözlerini televizyona dikmişti.

Murat, durumu son dakika olarak veren bir haber kanalı bulmakta

gecikmedi. Siyah saçlı, güzel bir kadın spikerin konuşması, haberin yayına

yeni girdiğini gösteriyordu:

“Sayın seyirciler, olağanüstü bir son dakika haberiyle karşınızdayız.

Güneşin olağandışı bir şekilde kararması olayını uzmanlarla konuşup bir

çözüme ulaşmaya çalışacağız. Ama önce bu olayın nasıl geliştiğini anbean

kaydeden bir kameradan görelim. Muhabirimiz Seda Şimşek, Taksim’de,

son yapılan elektrik zamlarıyla ilgili halkın nabzını tutmaya çalışırken

aniden gerçekleşen olayın her anını kaydetti. Şimdi o görüntüleri

yayınlıyoruz.”

Page 19: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Gökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan Şahin

19

Spikerin yüzü kayboldu ve ondan daha güzel sarışın genç bir kızın

Taksim’deki görüntüsü geldi. Genç muhabir orta yaşlı, takım elbiseli bir

adamı çevirmişti.

“Beyefendi, yeni gelen yüzde yirmilik elektrik zammı hakkında ne

düşünüyorsunuz?”

“Ne diyim ki kızım? Ben devlet memuruyum. Bize yılda verilen zam

yüzde beşi, onu geçmez, ama elektriğe her yıl yüzde elli zam yaparlar…”

Adam ezberlemiş gibi seri bir şekilde bunları söylerken etrafın

aniden gölgelenmesi dikkat çekiciydi. Adam bir an duraklayıp güneşe

baktı, sonra konuşmasına devam etti.

“Memuru, emekliyi, işçiyi hiç düşünmeden hareket ediyorlar. Sonra

tasarruf yapın, az harcayın diye nutuk çekiyorlar. Kemer sıka sıka buramıza

kadar geldi.”

“Hükümetin enerji politikasını doğru bulmuyorsunuz yani?” dedi

muhabir.

“Bulmuyorum tabii. Fakirin ekmeğiyle oynamak hangi politikaya

yakışır? Bu nasıl politika? Suya da zam yaptılar geçen ay. Neymiş, suyu

tasarruflu kullanalım diyeymiş. Tamam da biz mi bitirdik suyu? Onca

nehrimiz varken barajlar yapacaklarına faturayı bize kesiyorlar.”

Anlaşılan adam çileden çıkmıştı. Konuştukça konuşuyordu. Onun

sesini daha da kararan gökyüzü kesti. Etrafta hızla yürüyen insanlar birden

durakladılar. Güneş belirgin şekilde daha az ışık veriyordu. Üstelik bulut

falan da yoktu.

“Bu arada tuhaf bir durumla karşı karşıyayız,” dedi muhabir. “Henüz

öğle saati olmasına rağmen hava kararmaya başladı.”

Page 20: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

20

Sakin konuşmaya çalışıyordu, ama heyecanlandığı anlaşılıyordu.

“Allah Allah,” dedi muhabirin röportaj yaptığı memur. Kamera bir

süre güneşi görüntüledi. Tekrar aşağı yönelmek üzereyken güneşin sağ

tarafından çıkan kıvılcım göründü ve kameraman kamerayı güneşe

sabitledi. Arkadan muhabirin sesi duyuluyordu.

“Sanırım güneşle ilgili bir olay yaşanıyor. Alışık olmadığımız bir

şekilde güneşten fışkıran alevleri görüyoruz.”

Bir süre sadece insanların uğultuları duyuldu. Güneşten çıkan

kıvılcımlar gitgide artıyordu. Kısa bir süre aynı şekilde devam etti ve aniden

güneşin sağ üst köşesinde kara bir leke oluştu.

“Evet, güneşte bir leke görünüyor,” dedi muhabir, sesindeki

heyecanı artık gizlemeye çalışmıyordu.

Bir dakika içinde leke büyüyerek tüm küreyi içine aldı ve birkaç

kırmızı alev çatlağından başka bir şey bırakmadı.

“Görüldüğü üzere güneş kapkara oldu. Tuhaf bir gök olayına şahit

olmaktayız. İnsanlar merakla gökyüzünü seyrediyorlar. Hava kapkaranlık,

yıldızlar bile rahatlıkla görünüyor.”

O sırada insan çığlıkları duyulmaya başlamıştı. Koşuşturma sesleri

muhabirin mikrofonundan Murat’ların yazlığına doluşuyordu.

“Burada büyük bir panik havası var.”

Kamera bir dakikalığına güneşi görüntülemekten vazgeçip caddeye

baktı. Bazı insanlar gözlerini yukarı dikmiş, olanları merakla izlemekle

yetinirken, bazıları bağırarak koşuşturuyorlardı. Röportaj yaptıkları memur

da yok olmuştu. Çoğu kişinin elinde cep telefonu görmek mümkündü.

Page 21: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Gökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan Şahin

21

İnsanlar bu anı birileriyle paylaşmaya çalışıyorlardı. Bunu sadece

kendilerinin görmediğinden emin olmak istermiş gibi…

“Sanırım söylenecek fazla bir şey yok,” dedi muhabir kendisine

dönen kameraya. “Tarihi bir ana tanıklık ettiğimizi düşünüyorum. Ve bu

olayın yorumunu uzmanlara bırakıyorum.”

Görüntü burada sona erdi. Siyah saçlı spiker göründü.

“Olaya canlı tanıklık eden muhabir arkadaşımız Seda Şimşek’in

gözünden bu tuhaf fenomene şahit olduk. Şimdi canlı yayın konuklarımız

jeoloji profesörü Sayın Erdem Taştan ve Kandilli Rasathanesi’nden Doçent

Doktor Kemal Sarpoğlu. Hoş geldiniz efendim.”

Spiker yavaşça sağına döndü ve iki konuk ekranda belirdi. İkisi de

elli yaşını geçkin, saçları ağarmış insanlardı.

“Sayın Sarpoğlu, bu olağandışı olayı nasıl yorumluyorsunuz?”

“Şimdi,” dedi spikere daha yakın oturan adam elindeki kalemle

oynayarak. “Astronomide güneş patlamaları olarak adlandırılan bir olay

vardır. Bakın, güneş aslında dev bir mıknatısa benzetilebilir. Çok güçlü bir

manyetik alana sahiptir ve bazen bu güçlü manyetik alan güneş lekeleri

denen karanlık bölgelerin oluşmasına sebep olur. Bu bölgeler siyahtır,

çünkü güneşin normal yüzey sıcaklığına göre yaklaşık bin beş yüz derece

daha soğuktur. Yine bu manyetik alandan dolayı gerçekleşen güneş

patlamaları vardır. Güneş belli zamanlarda fazla manyetik enerjisini bir çeşit

patlama ile dışarı atar. Bu patlamalar güneş lekelerinin olduğu yerlerde

oluşur. Ani bir ışın ve atom saçılmasıdır diyebiliriz.”

“Bu olayın da bir güneş patlaması olduğunu mu düşünüyorsunuz?”

Page 22: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

22

“Şu an için bunu kesin olarak söylemek mümkün değil. Güneş

patlamaları asla tüm yüzeyde gerçekleşmemiştir, güneş lekeleri de bu

kadar büyük alana yayılmamıştır. Şu anki durumda güneşin bize bakan

tarafı tamamen kararmış gibi görünüyor.”

“Peki bu güneş patlamalarının dünyaya doğrudan bir etkisi var mı?”

“Aslında evet. Bu patlamalardan yayılan manyetik parçacıklar

dünyanın atmosferine girdiklerinde bazı etkilerde bulunabiliyorlar.

Manyetik dalgalarda parazitler, uyduların yörüngelerinde küçük sapmalar

bunun örnekleri. Hatta çok şiddetli patlamalar yeryüzündeki elektronik

aletlere de etki edebiliyor.”

“Peki bu denli büyük bir patlamanın olası sonuçları ne olabilir?”

“Korkarım eğer bu olay devasa bir güneş patlamasıysa dünyadaki

tüm elektronik sistemler çok kısa bir süre sonra devre dışı kalacaktır. Bütün

uyduların iletişimi kesilecek, elektronik ve manyetik mekanizmalar zarar

görecektir. Özellikle iletişim konusunda çok büyük sıkıntıların olacağını

düşünüyorum.”

“Bu, ne kadar zaman içinde olabilir?”

“Normalde ışınların dünyaya ulaşması sekiz dakika kadar bir süre

alır. Etki süresini de dikkate alırsak…”

Bir anda televizyon sustu. Işıklar kapandı. Elektrikler gitmişti. Elif ve

Murat bir süre daha siyah ekrana bakmayı sürdürdüler ve aynı anda

birbirlerine döndüler.

“Sanırım,” dedi Murat, “sahilde kıyamet geliyor diyenler haklıydı.”

“Nerden çıkardın bunu? Eğer bu bir güneş patlamasıysa elbet sona

erecektir.”

Page 23: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Gökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan Şahin

23

“Hiç sanmıyorum.”

“Neden?”

“Sana bir şey göstermem lazım, bir dakika bekle burada.”

Elif dakikalardır yaşadığı şaşkınlıktan sonra ilk kez farklı bir duyguyu

tattı: merak. Nereye gitmişti Murat? Ne gösterecekti? Bunun cevabı

gecikmedi. Birazdan kocası tekrar yanındaydı. Elinde el feneri ve bir kitap

tutuyordu.

“Dünya sonunda isyan etti,” dedi Murat.

“Neden bahsettiğini anlamıyorum, açık konuşsana.”

“Bak, bu kitap eski Afrika kabilelerinin destanlarını anlatıyor. Geçen

hafta almıştım, biliyorsun.”

“Evet, biliyorum da…”

“Kitapta Anakan Destanı diye bir Dogon efsanesi var. Dogonlar’ı

biliyorsundur, gizemli bir Afrika kabilesi.”

“Eee?”

“Destanı aynen okuyorum.” Murat sayfaları çevirdi ve aradığı yeri

bulunca okumaya başladı. “Daha Zo-Moran doğmamışken, alnına hayat

ışığı değmemişken, yer ateş, gök su iken bir kavim dağıldı yeryüzüne.

Gücüyle fili boğan, aklıyla ejderi yoran bir kavim. Anaların her biri on ikişer

çocuk doğurdu. Altı kız, altı oğlan. O altı kız da on ikişer çocuk doğurdu,

altı kız, altı oğlan. Kırk nesil geçti, yeryüzü doldu taştı. Kavim dağları

tepeleri aştı. Buz dinlemedi, ateş dinlemedi, açlık dinlemedi, hastalık

dinlemedi, ayağının izi her karış toprağına değdi yeryüzünün…”

Destanın bundan sonrası bu kavmin yeryüzüne verdiği zararları,

Yer’in Ruhu’nun onları Gün Ana’ya şikâyet etmesini ve Gün Ana’nın ışığını

Page 24: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

24

esirgeyerek kavmi cezalandırmasını ve tek bir aile kalana dek herkesin yok

olmasını anlatıyordu.

“Gördüğün gibi bu efsane bizim şimdiki durumumuza ne kadar

uyuyor… Son zamanlarda insanoğlunun dünyayı nasıl tükettiği ortada.

Üstelik Independent’te okuduğum haberlere göre Amerika, Çin, Rusya, İran

ve daha bir sürü devlet okyanuslarda çeşitli silah denemeleri yapıyorlar.

Yağmur ormanlarının da hâlâ alevler içinde olduğunu biliyorsun. Biz

dersimizi almadık ve destanda yaşananlar bir daha yaşanacak. Güneş

söndü ve insanoğlu yok olacak. Belki tek aile kalması bir abartma olabilir,

ama destanın aynısı yaşanacak olursa dünyada pek fazla insanın kalacağını

sanmıyorum.”

“Kıyamet gerçekten geldi!” dedi Elif durumu kabullenerek. “Bizim

yüzümüzden.”

Ayağa kalktı, pencereden dışarıya baktı. Saat dört bile olmamışken

gece yarısı karanlığındaydı sokaklar. Hâlâ koşturan insanlar vardı dışarıda.

Bağıran, çağıran, kıyametin geldiğini haykıran insanlar… Hiçbir yerde

elektrik yoktu, telefonların çalışmadığından da emindi Elif. Hemen iki adım

ötede bir adam öfkeyle telefonunu yere fırlatmış, küfürler ederek

uzaklaşmıştı.

Daha bu sabah her şey ne kadar normaldi. Herkes her zamanki

saatinde uyanmış, işi olanlar işine gitmiş, tatilde olanlar denizlere koşmuş,

yaz okuluna kalan öğrenciler çantalarıyla yollara düşmüş, sevgilisiyle

buluşan gençler birbirlerine kimi doğru, kimi yalan aşk sözcükleri fısıldamış,

bakkallar ekmek satmış, çocuklar dondurma almış, anneler yedirmiş,

babalar çalışmış, askerler savaşmış, müezzinler ezan okumuştu.

Page 25: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Gökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan Şahin

25

Oysa saatler, hatta dakikalar içinde herkesin bir şekilde beklediği

ama bir türlü içten inanamadığı kıyamet gelivermişti. Üstelik bu ne bir

göktaşı, ne eriyen buzullar, ne çöken kıtalar, ne foton kuşağı, ne on ikinci

gezegen, ne de uzaylı istilasıydı. Bu Güneş’in öfkesiydi.

Hava gitgide serinliyordu. Güneş ışık vermedikçe daha da

soğuyacak, her yer buz tutacaktı. Sonunda kutuplar kadar soğuk olacaktı

tüm Dünya.

Bir daha hiçbir elektronik alet çalışmayacaktı, tüm uydu iletişimi,

internet, elektrikli sistemler yok olmuştu. İnsanoğlu bir saat içinde yüz yıl

geriye gitmişti.

Sadece insanlar için değil tüm canlılar için büyük bir felaketin

yaklaştığı belliydi. Güneş olmazsa hayat olmazdı, bitkiler büyümezdi,

hayvanlar bitkileri yiyemezse yaşayamazlardı. Bu zincirin insanlara

dayanması da uzun sürmezdi.

Murat Elif’in yanına geldi, elini sevgiyle tuttu. “Daha ölmedik,” diye

fısıldadı kulağına. “Biz toprağa gömülmedikçe umut tükenmez. Bu kara

güneş bile tüketemez.”

Bu söze karşılık verir gibi kapıdan iki tıklama geldi. Elif yanlış duyup

duymadığını anlamak için Murat’a bir bakış attı.

Kapı iki kez daha tıkladı. Elif’e, “Burada kal,” deyip el fenerinin

ışığıyla kapıya yürüdü Murat. Gözetleme deliğinden hiçbir şey

görünmüyordu.

“Kim o?”

“Kapıyı açar mısınız? Çok önemli.”

Page 26: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

26

Bu cehennemî kargaşada kim gelip böyle bir şey söyleyebilirdi ki?

Murat bir an tereddüt etse de açtı kapıyı. Arkasından Elif’in de geldiğini

hissetmişti.

Siyah melon şapkalı, eski püskü giysili, toprak kokulu bir adamdı

gelen. Uzun boylu ama zayıftı. Şapkasının altında sadece ağzı görülüyordu

şimdilik.

Adam elini kaldırdı ve şapkasını çıkardı. İnce telli, dağınık ve uzunca

saçlarının çevrelediği kemikli bir yüz göründü.

“Ben Flemis Permosi,” dedi. “Siz de Murat Arıkan ve Dize Elif

Demirsoy olmalısınız.”

Page 27: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

BÖLÜM İKİ

ALACAKARANLIK

1

Gün Ana’nın cezasından hemen önce; hem canlı, hem cansız bir

kavim geldi yeryüzüne. Kişioğlu gibi topraktan ve sudan değil, demirden ve

çürümüş ağaçtan yapılmışlardı. Ruhları yoktu ama düşünceleri vardı,

kalpleri yoktu ama kudretleri vardı. Gün Ana kararınca yeraltındaki

zincirlerinden kurtulan yenik tanrılar, onlarla paylaşmak istemedi dünyayı.

Ve Yerin Ruhu’nun gördüğü en büyük savaş başladı.

Anakan Destanı 19/4

2

Nüfus kâğıdında ‘Mert Doğan’ yazan, yakınlarının ‘Acı’, suç

dünyasının ‘Acımasız’ olarak bildiği kel kafalı, çirkin yüzlü, sol kolu bin tane

Page 28: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

28

yara almışçasına oyuk oyuk ve bedeni tüysüz bir kas yığını olan adam,

gözlerini karanlığa açtı.

Kâbus görmemişti, rüya da görmemişti. İkisini de kendini bildi bileli

-yaklaşık yedi yıldır- görmüş değildi. Belki de bir robotun rüya görmesine

gerek duymamıştı eski zaman mühendisleri. Uyku süresince dinlenip şarj

olmaları yeterliydi. Acı, zamanda bir tuhaflık olduğunu düşünüp saatine

baktı. 16.30’u gösteriyordu eski model, kurmalı kol saati. Gözlerini

kırpıştırarak yatağında doğruldu.

Saat dört buçukta hava bu kadar karanlık? Allah Allah…

Beyninde bin tane alarm çalıyor gibiydi. Bir an nerede olduğu bile

gelmedi aklına. Sonra anılar, uyuşmuş bir bacağa giden kan gibi hızla aktı

zihnine. Akdağ Sitesi’ndeydi. Tatil yapıyordu. Saat öğlen birde kısa bir öğle

uykusuna yatmıştı. Ama bu uyku kısa olmaktan çoktan çıkmış olmalıydı ki

hava çoktan kararmıştı.

Durumun en mantıklı açıklaması saatin bir ara durmuş olduğuydu.

Acı, uyanamayıp geceyi bulmuş olmalıydı.

İki eliyle gözlerini hafifçe ovuşturdu ve minik site evinin tuvaletine

yürüdü. Holün ışığını yakmak istedi ama ampul karşılık vermedi. Elektrikler

de kesilmiş olmalıydı. Neyse ki yürürken hiçbir şeyi yıkıp dökmeyecek

kadar iyi tanıyordu evini. Üstelik gözünün karanlığa alışması birkaç

saniyelik işti. Tuvalete varınca refleks olarak oranın da ışık düğmesine bastı.

Sonra “doğru ya,” anlamında bir of çekerek içeri girdi.

Artık yeterince net gören gözleriyle aynada kendisine baktı. Üzeri

çıplaktı, altında siyah bir şort vardı. Aynadaki suratı her zamanki gibi pek

bir şey vaat etmiyordu. Musluğu çevirdi.

Page 29: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Gökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan Şahin

29

En azından sular kesik değil.

Gıcırdayan musluktan akan su, gözlerindeki uyku zerreciklerini alıp

götürdü. Havluyla kurulanmaya gerek görmedi. Kollarını şöyle bir gerip

çıtırdattı. Normal insanlarda eklemler arası sıvıdaki baloncukların

patlamasıyla gelirdi bu ses. Onun için de pek farkı yoktu. Yine eklemleri

vardı, yine sıvısı vardı, yine baloncuğu vardı. Patlaması biraz daha şiddetli

oluyordu o kadar. O da malzeme farkının doğal sonucuydu.

Televizyonu açmak geçti aklından ama elektrik aklına gelince bu fikri

derhal kovdu. Karnı guruldayınca mutfağa yöneldi. Normalde hafif hafif

mırıldanan buzdolabı şimdi bir ölü gibiydi. Kapısını açıp birkaç dilim salam

kaptı, tezgâhtaki ekmeğin arasına sıkıştırıp ağzına götürdü.

Gözü mutfağın duvar saatine kaydı. Ağzındaki lokmayı çiğnemeyi

istemsizce durdurdu. Burası üçe on var’ı gösteriyordu ve saniyeler hareket

etmiyordu. Pili bitmiş olmalıydı.

Bir tuhaflık var bu işte…

Acı tezgâhın üzerindeki cep telefonunu aldı eline. Kapalıydı.

Üstündeki düğmeye basılı tuttu. Hareket yoktu. Daha yeni şarj etmişti…

Bu kadarı da fazla.

Acı mutfağın penceresine yürüdü, tülü kenara çekip dışarı baktı.

Hava gayet karanlıktı. Yalnızca hafif bir kızıllık vardı etrafı aydınlatan.

“Ne oluyor lan?” dedi fısıltıyla.

Ekmeği tezgâha koydu, odada üzerine bir tişört geçirdi, anahtarını

alıp dışarı fırladı.

Hava biraz serin mi ne.

Page 30: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

30

3

Sokakta in cin top oynuyordu. Gerçi sitenin en kuytu sokağıydı. Bu

kısımda kalan birkaç tatilci dışında kimsenin uğramadığı bir yerdi. Issızlıkta

bir tuhaflık yoktu yani.

Evlerdeki cılız sarı ışıklar, insanların mumla aydınlanmaya

çalıştıklarını gösteriyordu. Etraftaki arabalar bir garipti ama. Yolun

ortasında durmuş sahipsiz bir-iki arabanın yanı sıra, park ettikleri yerden

çıkacakken vazgeçilmiş gibi yarısı dışarıda duran pek çok araba göze

çarpıyordu. İnsanlar sanki panikle kapılarını çarpıp arabalarından

uzaklaşmışlardı.

Sokağın ortasına doğru çıkıp gökyüzüne baktı Acı. Göğün güneybatı

yüzündeki manzarayla şok oldu. Kızıl kıvılcımlar yayan kara bir lav topu

vardı. Öfkeyle kırbaçlarını şaklatırken göğü bir anlığına kızıla boyuyor,

sonra tekrar karartıyordu.

Sağ elini saçsız başına götürerek gökyüzünü baştan aşağı süzdü. Ay

ortada yoktu. Gerçi ortada olsa da güneşin ışığını yansıtamıyordu ki. Nasıl

görünecekti?

“Hasiktir!” diye sövdü yere, göğe, güneşe, aya, yıldızlara, kendine,

herkese. “Hasiktir. Kara Güneş Vakası bu! Kıyamet bu!”

Güçlü olmaya ölesiye alışmış biri kendini bir böcek kadar güçsüz

hissediyordu şimdi. Ağzından bildiği tüm küfürler fark ettirmeden

dökülüyor, yarı mekanik kalbi kanını daha gönülsüz pompalıyordu.

Page 31: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Gökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan Şahin

31

Gözleri de güneş gibi karardı, dizlerindeki bağlar gücünü yitirdi.

Zihni önceki yıla gitti. Yine bu sitedeki büyük robot savaşının

sonrasına…

4

“Nedir şu dünyayı kurtarma meselesi?” dedi Acı, elindeki birayı

indirerek. Udel’le baş başa Eyüp’teki dairesinin balkonunda oturuyor, Haliç

manzarasına karşı bira içiyorlardı. Büyük robot savaşından sonra Acı’nın sıkı

dostu, hatta kardeşi olmuştu Udel Ser Venter. Ki bu yalan sayılmazdı.

Terminatör lakabıyla kaçak dövüş yaparken kulağına kardeşi olduğunu

fısıldamasaydı o an orada oturmak yerine bir hurdalıkta çürüyor olabilirdi.

“Nereden geldi böyle birdenbire aklına?” dedi Udel. Saçları hâlâ zift

siyahıydı ve gecenin karanlığıyla bütünleşiyordu.

“Daha sonra anlatırım demiştin, unutma. Üstünden bir ay geçti.”

“Doğru,” diye nefesini verdi Udel. “Doğuş amacını senden saklama

niyetim yok zaten.”

“Dinliyorum öyleyse.” Birası sol elindeydi. Robot savaşında tüm

derisini ve organik kaslarını yitiren kolu kendini tamamen iyileştirmişti, ama

sıradan bir iyileşmeden öyle uzaktı ki, Acı kolunu göstermemek için

dışarıda sürekli uzun kollu şeyler giyiyor ve parmaksız deri eldivenler

takıyordu. Bir nevi yeni bir Acımasız imajı oluşturmuştu. Ayrıca kendine

güçlü bir motosiklet almış, İstanbul sokaklarını onunla fetheder olmuştu.

Page 32: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

32

“7.152.267 yıl önceydi,” diye başladı Udel. “Gelmiş geçmiş en

gelişmiş insan kavmi tarafından yaratıldık. Kırk bir zeki robottuk ve

hepimizin emrinde tam bin asker-robot vardı.”

“Asker-robot mu?”

“Türkçeleştirince bunun gibi bir şey oluyor.”

“Hayır, kelimeye takılmadım. Mantığı nedir bu asker-robot

olayının?”

“Asker-robotlar bizim uzaktan kontrol edebildiğimiz uzuvlarımız

gibiydiler. Şu an uzaktan kumandayla çalışan herhangi bir alet gibi. Ama

biz düşüncelerimizle kolumuzmuş, bacağımızmış gibi rahatlıkla kontrol

edebiliyorduk onları. Bizim gibi iki bacağı, iki kolu, bir başı olan savaş

makineleriydiler ama biyonik bileşen içermiyorlardı. Deriyle falan

kaplanmamışlardı, kan dolaşımları yoktu ve düşünme gücünden

yoksunlardı. Tek amaçları bizim yönlendirmelerimizle hareket etmekti, o

yüzden bir yapay zekâya gerek görülmemiş olmalı.”

“Tamam, buraya kadar anladım,” dedi Acı. “Kırk bir bin kişilik koca

bir robot ordusuymuşuz. Peki ne yapıyorduk? İnsanlığı neyden, nasıl

koruyorduk? Ayrıca bu asker-robotlar gerek duyulmadıklarında nerede

kalıyorlardı?”

“Dur yahu, her şeyi aynı anda anlatamam.”

“Peki, bir köşesinden başla.”

“Kara Güneş Vakası’yla girelim o zaman. Bak şimdi… Kara Güneş

denilen bir olay belli aralıklarla tekrarlanır ve insanlığı tehdit eder. Bir nevi

tekrarlanan bir kıyamettir. En son 30.036 yıl önce oldu. Sonraki ne zaman

olur bilmiyorum. Onun geleceğini bize haber veren şey Küp’tü işte.”

Page 33: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Gökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan Şahin

33

“Evet, bunu söylemiştin. Küp bizi uyandırıyor diye.”

“Küp bazı belirtileri analiz ederek Kara Güneş Vakası’nı kısa bir süre

öncesinden anlayabiliyordu. Ve biz Kuğu Kılıcı Robotları’nı hazırlanmamız

için uyandırıyordu. Yüzlerce kez yaşadık bunu. Küpün içinde kırk bir ana

robot için bölmeler var. Felaketi atlatınca bir dahaki sefere uyanmak üzere

oraya giriyorduk. Bir nevi kış uykusuna yatıyorduk.”

“Kuğu Kılıcı dedin de, bu Amerikan’ların uydurduğu bir isim değil

miydi? SwanSword meselesi?”

“Aslında hayır. Kuğu Kılıcı bizi üreten insanların kırk bir robota ve

Küp’e verdikleri ortak isimdi. Ama Küp’ten yayılan bir çeşit enerji bu ismi

Amerikalıların beynine yerleştirmiş olmalı. Onlar da daha iyi bir isim

bulamayacaklarını düşünüp koymuşlar.”

“Hımm,” dedi Acı ve birasından bir yudum daha çekti. Onu

yaratanlara, sarhoş olma hissini eklemeyi unutmadıkları için şükrediyordu.

“Her neyse,” diye devam etti Udel. “Kara Güneş Vakası, Güneş’in

bazen olağanüstü aktivite göstererek bir süreliğine ısı ve ışık vermeyi

durdurması. Yani Güneş, tutulmaya benzer şekilde kararıp bir süre öyle

kalıyor. Bu da insanlığın sonunu getirecek kadar şiddetli sonuçlara yol

açıyor…”

“Bitkiler kuruyordur böyle bir durumda,” diye araya girdi Acı.

“Sonra… Hayvanlar bitkileri yiyemeyince ölüyor, insanlar da sonra yiyecek

bulamıyorlar tabii. Dünya soğuyup insanların yaşayamayacağı bir sıcaklığa

geliyor. Düşündükçe çok şey geliyor aklıma. Güneş olmadan insanlık pek

uzun yaşayamaz. Peki siz nasıl koruyorsunuz insanlığı? Onlar için yeraltı

Page 34: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

34

şehirleri mi kazıyorsunuz? Küp sizi uyardığı için yiyecek mi stokluyorsunuz?

Ya da insanlığı mı uyarıyorsunuz kıyamet yaklaşıyor diye...”

“Sen de bizdendin unutma,” diye güldü Udel.”

“Doğru ya,” dedi Acı.

“Aslında dediklerin kısmen doğru, kısmen yanlış. Çünkü daha tüm

bilgiyi vermedim. Kara Güneş Vakası’nın tek etkisi dünyanın soğuması falan

değil. Bitkiler ölüyor, tamam ama aslında Güneş tamamen kurumuyor. Az

da olsa kenarlardan ve patlamalar yardımıyla ışığını ve ısısını gönderiyor.

Yani genel bir alacakaranlık durumu diyebiliriz. Bu durumda az ışıkla

yaşayabilen bitkiler hayatta kalabiliyor. Dünya da düşündüğün kadar

soğumuyor. Ayrıca Dünya’nın iç ısısını da unutmamak lazım.”

“Hımm, insanların kıçı kolay kolay donmuyor yani.”

“Gayet güzel donuyor,” diye güldü Udel, “ama topluca öldürecek

kadar değil.”

“Öyle olsun… İnsanlığı yok edecek kadar şiddetli olan şey nedir

peki?”

“Alacakaranlık Efendileri.”

5

Soğuktan tir tir titrediğini fark edip düşünce yumağından

kurtulduğunda sahilde olduğunu fark etti. Beyninde aylar öncesine

giderken burada da sahile kadar yürümüştü demek ki. Gökyüzüne kaydı

bakışları, fark yoktu. Etrafına bakınca buranın tam olarak ıssız olmadığını

Page 35: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Gökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan Şahin

35

fark etti. Beş kişilik bir grup, banklara oturmuş hararetle tartışıyor, diğer

banklarda ise genç sevgililer belki de son kez birlikteliklerinin keyfini

çıkarıyorlardı. Bir ayyaş bağıra çağıra yanlarından geçip gitti, iki bisiklet

vızıldadı, dalgalar hışırdadı, ağaçlar çıtırdadı.

Acı ellerini çıplak kollarına sürterek ısınmaya çalıştı ve henüz bir

felaket işareti vermeyen dalgalı denize son kez göz atıp arkasına döndü.

Sitenin en kuytu yerindeki evine yollandı hızlı adımlarla. Robot savaşından

kalma anılar gün yüzüne çıkmak için zorluyorlardı, ama Acı bu duruma

taviz vermedi.

Sitenin ıssız ve sokak lambalarının aydınlığından yoksun olduğu için

karanlığa boğulmuş sokağında koşar adımlarla yürürken sol tarafındaki bir

evin arka bahçesi dikkatini çekti. İki sarı şey göz kırpmıştı sanki.

Evine doğru hızla yürürken ona eşlik eden hava moleküllerini

şaşırtarak aniden durdu Acı. Bahçenin alçak çitlerine yaklaştı. Bu evde de

titrek bir mum ışığı vardı ama en ufak bir konuşma sesi duyulmuyordu.

İçeridekiler belki de mum ışığında son kez doya doya sevişiyorlardı.

Kendisinin hiç yaşamadığı bir şeydi bu, ama hiç umursamamıştı şimdiye

kadar. Robotlar için cinsellik gereksizdi. Buna rağmen biliyordu ki insanlar

onlara da bu zevki bahşetmişlerdi. Ereksiyon olabiliyordu ama bu

dürtüsünü hiçbir zaman eyleme dökmemişti. Hiçbir kadınla yakınlaşmamış,

en cılız cinsel çekim duygusundan bile uzak durmuştu. O tehlike adamıydı

ve başka hiçbir şeye yoğunlaşmamalıydı.

İki sarı ışık tekrar göz kırptı ve Acı ‘o’nu o anda fark etti.

Page 36: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

36

Bahçenin arkasına zincirlenmiş koca bir tüy yumağı vardı orada.

Karanlıkta görülmesi gerçekten çok zordu ama gözleri ele veriyordu onu.

İşte şimdi ağzını kocaman açarak esnemiş ve kendini iyice göstermişti.

Acı şaşkınlıkla nefes verince ağzından buhar yayıldı. Hava her geçen

dakika soğuyordu.

Şaşkınlığının sebebi açılan ağzın müthiş büyüklüğüydü. Kendi

bedeninin yarısını ağzına alabilirdi bu çeneler. Yaratığın başı yerden bir

metre kadar yüksekteydi ama bu, uzanmış hali olabilirdi. Ayağa kalktığında

ne hale geleceğini Tanrı bilirdi.

Acı yaratığın dikkatini çekmeden mümkün olduğunca yaklaştı.

Bedeninin bir kısmını bahçedeki çalılıktan göremiyordu, ama gördüğü

kısmı da bir fikir edinmesi için gayet yeterli olmuştu. Devasa bir bedene

sahip köpek biçimli bir yaratıktı bu. Rengi seçilmiyordu ama epey ton farkı

olan çizgiler vardı üzerinde. Başını kaldırmış şekilde oturuyordu ve

boynunda kalın bir halat vardı. Halatın diğer ucu göremediği bir yere bağlı

olmalıydı.

“Yoksa,” diye fısıldadı. “Sen bir Alacakaranlık Efendisi misin?”

6

“Alacakaranlık Efendileri mi?” dedi Acı yüzünü buruşturarak. “Hiç

duymadım.”

Page 37: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Gökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan Şahin

37

“Yedi milyon yıllık bir terim aslında,” dedi Udel yeni bir bira açarken.

“Alacakaranlık Efendileri insanlığın başına gelebilecek en korkunç

şeylerdir.”

“Meraklandırma konusunda üstüne yok.”

“H.P. Lovecraft okudun mu hiç?”

“Ne alaka şimdi?”

“Yahu, sen konuşmanın kontrolünü bana bırak, sürekli soru sorup

akıcılığı bozuyorsun,” dedi Udel. Güya sitem ediyordu ama sesi gayet

yumuşak ve mizahiydi.

“Bir kitabına başlamıştım,” dedi Acı. “Cthulhu’nun Çağrısı. Ama

bitiremedim.”

“Tam üstüne bastın. Lovecraft, Cthulhu diye bir efsane yarattı.

Nereden nasıl duydu bilemiyorum ama Alacakaranlık Efendileri durumuna

çok iyi uyan tarafları var.”

“Yanlış hatırlamıyorsam Cthulhu diye bir adam çağırınca yeryüzüne

çıkacak yaratıklarla ilgiliydi.”

“Doğru sayılır, ama Cthulhu bir adamdan çok, başka bir boyutun

olağanüstü çirkin yaratığı. Daha doğrusu o yaratıkların patronu. Lovecraft’a

göre milyonlarca yıl önce yeryüzüne geldi ve bir kötülük krallığı kurdu ama

lanetlenip bir adayla beraber okyanusa gömüldü. Doğru zamanda ortaya

çıkıp krallığını tekrar kurmak istiyor.”

“Tamam, gerçekten etkileyici bir hikâye. Konuyla ilgisi ne peki?”

“Cthulhu diye bir şey gerçekte yok ama onun emrindekilere benzer

korkunç yaratıklar… Nasıl desem, her seferinde alt edip bir nevi yerin

Page 38: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

38

dibine gömdüğümüz habis boyutların yaratıkları, periyodik olarak geri

dönüyorlar. Kara Güneş Vakası’ndan hemen sonra…”

Acı bir şey söyleyecekmiş gibi ağzını açtı ama yine kapattı. Elindeki

birasından bir yudum daha aldı. “Şaka mı yapıyorsun?” dedi.

“Sence?”

“Hayır.”

“Şimdi zihnini kapatan bir kapıyı kırdık. Her şeyi daha ayrıntılı

anlatabilirim. Toeskia dediğimiz sıkışmış bir boyut var. Bulunduğumuz

evrenden taşmış bir cep gibi. Daha az düzenli bir uzantı evreni. O

evrendeki dünya, dediğim yaratıklara ev sahipliği yapıyor. Tamamen vahşi

ve ölüm kusan bir dünya…”

“Toeskia…” diye fısıldadı Acı kendi kendine.

“Her Kara Güneş Vakası o cebi buradan ayıran fermuarın açılmasına

sebep oluyor. İnsan aklının alamayacağı derecede korkunç şeyler

yeryüzünde beliriyorlar. Sonra da deli gibi etrafa saldırıp soykırım

yapıyorlar. Eğer yok edilmezlerse Kara Güneş Vakası bittiğinde dahi bu

dünyada kalıyorlar ve burayı da kendi dünyalarına benzetmeye çalışıyorlar.

Eski güçlü insanlar onlara karşı koyabilmek için Kuğu Kılıcı ordusunu

yarattılar. Kırk bir bin askerle tüm dünyaya dağılıp yıllar süren bir ava

çıkıyorduk. İnsanların olabildiğince az zarar görmesini sağlıyorduk. Kayıplar

veriyorduk ama galip gelememe gibi bir şansımız yoktu. Çok zeki

değillerdi, organize olamıyorlardı, önlerine gelene saldırıyorlardı. Dünya

çapında bir vahşi hayvan avıydı bizimkisi.

Page 39: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Gökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan Şahin

39

“Milyonlarca yıl bu şekilde devam etti. Nice insan nesilleri gelip

geçti, nice tufanlar oldu, nice kıyametler koptu ama biz her zaman

görevimizi yaptık.”

“Şimdi her şey yerine oturuyor,” dedi Acı. “Demek her şey bu

yaratıkları yok etmek içindi. O yüzden bu kadar büyük bir fizik gücüne

sahibiz. Her şeyin bir sebebi var…”

“Haklısın.”

“Demek eksile eksile sekiz robota düştük. İki tanesini de şimdi

kaybettik. Sadece altı…”

“Aynen öyle. Aslında doksan bin yıl önceki olaya kadar önemli bir

eksiğimiz yoktu. Yedi milyon yılda asıl robotlardan dokuz, asker-

robotlardan on bir bin kayıp vermiştik sadece. Yerlerine yenilerini yapacak

teknoloji yoktu henüz ama bu kadarla da idare edebiliyorduk. Ama Zo-

Moran denen şerefsiz ortaya çıktı.”

“Zo-Moran mı?”

“O zamanki çekik gözlülerin imparatoruydu. Tuhaf güçleri vardı.

Hayvanları etkisi altına alabiliyordu. Hedefi tüm dünyayı kendi hâkimiyetine

almak ve çekik gözlü olmayan tüm ırkları dünya üzerinden silmekti.”

“Günümüzün Hitler’iymiş desene.”

“Hitler onun yanında melek kalır. Öyle bir katliam yaptı ki, dünyanın

sadece yüzde biri kadar nüfusu olan çekikler bir anda yüzde elliye

yükseldi.”

“Geri kalan dünyanın yarısını yok mu etti yani?”

“Evet, iki milyar insan öldürdüğünü tahmin ediyoruz.”

“Nasıl yaptı ki bunu? Yüzde birlik nüfustan nasıl bir ordu çıkardı?”

Page 40: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

40

“Ordusu Alacakaranlık Efendileri’ydi.”

“Nasıl yani?”

“Güneş kararıp biz savaşa hazırlanırken o da kendi planlarını

yapıyormuş. Kendi bölgesinde ortaya çıkan tüm yaratıklara hâkim oldu.

Nasıl bir zihinsel güce sahipse, hepsini komutasına alıp ordu kurdu.

Uçabilen yaratıklara ejderha adını verip tüm dünyaya saldı. Yer yaratıkları

ile sınırlarını yavaş yavaş ama güçlü bir şekilde genişletti. Her önüne geleni

katletti. Bize karşı bile savaştırdı, üstelik yaratıklar onun emrinde gayet

ustaca dövüşmeyi öğrenmişlerdi. Bizi pusuya düşürebiliyor, az sayıda

yakalayabiliyor veya topluca yok edebiliyorlardı.”

“Anlıyorum,” dedi Acı kel kafasını kaşıyarak. “Onu yok edene kadar

birçok kayıp verdiniz… yani verdik.”

Udel acı acı salladı başını.

“Peki asker-robotlar ne oldu?”

“Sadece birkaç yüz tane kaldılar, onları da otuz bin yıl önceki son

savaşta kaybettik. Zaferi elde ettiğimizde sekiz robot kalmıştık. İnsanlar

tekrar yeryüzüne yayılmaya başlayınca küpe girdik ve Anadolu’nun

topraklarına gömdürdük kendimizi. Talihsiz bir şekilde ortaya çıkışımızı

biliyorsun zaten.”

“Bir sonraki Kara Güneş Vakası’nı öğrenebilecek miyiz?”

“Hayır, küp artık işe yaramaz halde. Zaten bir Kara Güneş Vakası’nı

daha nasıl kaldırırız bilmiyorum. Sadece altı ana robotla tüm dünyadaki

Alacakaranlık Efendileri’ni ortadan kaldırmamız imkânsız.”

Udel bunu söyledikten sonra en derin bakışlarını Haliç sularına

gönderdi.

Page 41: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Gökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan Şahin

41

Belki bir saat, belki bir sene sonra ağzından şu sözler çıktı:

“Umarım insanoğlu tekrar önlemini alana kadar tekrar yaşanmaz…”

7

Kara Güneş Vakası sebebiyle şaşkına dönmüş korumaları rahatlıkla

alt eden bir grup, Eyüp’te konaklayan yedi yarış atını zorlanmadan çaldı.

Peşlerine polis takılmadı, çünkü hiçbir polis aracı çalışmıyordu. Zaten polise

durumu bildiren olmadı, çünkü telefonlar kesikti. Bildirilseydi bile polisler

birbiriyle iletişim kuramazlardı, çünkü telsizler basit bir cızırtıyı bile

iletmekten acizlerdi.

8

Ama boynunda halat var? Nadir bir köpek türü olabilir mi?

İçinden bir ses uzak durmasını söylüyordu. Bu bir Alacakaranlık

Efendisi olamazdı. Hiçbir yere saldırmıyordu ve görünüşü pek de iğrenç

değildi. Evine gitmeliydi şimdi. Gitmeli, üzerine bir şeyler giymeli ve

düşünmeliydi. Uzun uzun…

Gitti.

Üstüne bir şeyler giydi.

Düşünmeye koyuldu.

Page 42: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

42

Şimdi yapması gereken tek şey diğerlerine ulaşmaktı. Udel’e,

Koray’a, Mehmet’e ve diğer robotlara… Peki cep telefonu çalışmazken nasıl

yapacaktı bunu? Evdeki telefonu da denemişti, işe yaramıyordu.

Motoruna atlayıp gidebilirdi. Tabii ya. Gidip bulabilirdi onları.

Hepsinin yeri yurdu belliydi. Birine ulaştı mı diğerlerine ulaşması da kolay

olurdu.

Dışarı çıktı tekrar. Daha da soğumuş havada montunun fermuarını

çekip motoruna atladı.

Yola koyulmadı motor. En ufak bir tepki vermedi. Tüm elektrik

sistemleri gitmişti. Tıpkı evdeki saat, cebindeki telefon gibi… Belli ki

elektronlar akmakta pek isteksizdiler.

Birkaç kere lanet edip indi motordan. Tekrar eve girdi.

Ne yapacaktı şimdi? Arabalar da çalışmıyor olmalıydı. Yol ortasında

kalmış arabaların durumu ortadaydı. Orada tıkılıp kalmıştı Acı. Onca

kilometre yolu yürüyemezdi.

Bekleyecekti. Onların kendisini bulmalarını bekleyecekti. Koray

burada olduğunu biliyordu. Diğerlerine de bir şekilde ulaşır ve getirirdi

elbet. Hiç olmadı Udel, beyaz kanatlarını açar, uçarak gelirdi.

Saat beş buçuk olmuştu. Şimdiye yola çıkmış bile olabilirlerdi. Sakin

olacak ve bekleyecekti.

O bir Alacakaranlık Efendisi miydi?

Hayır.

Neydi peki?

Hiçbir fikrim yok.

Page 43: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Gökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan Şahin

43

9

Halk arasında E5 olarak bilinen, İstanbul’un doğu-batı bağlantısını

sağlayan D100 karayolu, inşa edildiği günden beri görmediği bir

manzaraya tanık oldu. Yolda kalmış birkaç gri otobüs dışında tamamen boş

olan metrobüs yolundan rüzgâr gibi koşan yedi at, batıya doğru ilerliyordu.

Üstlerindeki adamlar çelik kadar sert görünüşlüydü ve amaçları her neyse

engel tanımayacakları belliydi. Bu duruma tanık olanlar fotoğraf çekemedi,

çünkü hiçbir fotoğraf makinesi çalışmıyordu. İnternette paylaşıp hava da

atamadı, çünkü artık dünya üzerinde internet diye bir şey yoktu.

10

“Adımızı nereden biliyorsunuz?” dedi Elif bir adım daha atıp

Murat’ın yanına gelirken.

“İçeri girmeme izin verirseniz her şeyi anlatacağım.” Sesi çok kısık,

aksanı tuhaftı. Dedikleri zor anlaşılıyordu.

“Özür dilerim, pek konuşmadığım için ses tellerim… nasıl desem…”

elini boğazına götürdü, “antrenmanlı değil.”

Murat adamın yıpranmış ceketinin yan taraflarına baktı. Birden

aklına onun bir soyguncu olabileceği gelmişti. Bu panik halinden

Page 44: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

44

yararlanmak istiyor olabilirdi. İçeri girip Murat’la Elif’i delik deşik etse kimin

umurunda olurdu şu anda? Hiç kimsenin.

“Merak etmeyin, sizi soymak gibi bir niyetim yok. Silahsızım.”

Ceketini kaldırarak kadife pantolonunun yan taraflarını gösterdi.

“Peki, geçin içeri,” dedi Murat. Adam sanki düşüncelerini okuyormuş

gibi tüm tedirginliklerini giderme çalışıyordu ama Murat yine de

temkinliydi. En ufak bir ters hareketinde üzerine çullanacaktı. Zaten pek

güçlü kuvvetli birine benzemiyordu.

Flemis Permosi, şapkasını çıkarmadan koltuklardan birine oturdu.

“Mutfakta mum olacaktı,” dedi Elif. İki dakika sonra iki mumun

eşliğinde karşılıklı oturuyorlardı.

Murat beynindeki sesle sıçradı.

[Sanırım bu şekilde daha sağlıklı bir iletişim kurabiliriz.]

Elif de kocaman gözlerle bakıyordu.

“Sen de duydun mu?” dedi Murat. Elif başını sallayıp yabancıya

döndü.

[Özür dilerim, uyarmam gerekirdi.]

“Sen…” diye kükredi Murat. “Sen misin konuşan?”

[Evet, sakin olun lütfen. Zihninizle de cevap verebilirsiniz bana.]

“Bana hemen ne yapmaya çalıştığını söyle,” dedi Murat işaret

parmağını tehditkârca sallayarak.

[Her zaman sinirli olmak zorunda mısınız?]

“Ben sinirli falan değilim. Sen zorluyorsun. Kimsin, ne istiyorsun,

çabuk söyle.”

Page 45: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Gökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan Şahin

45

“Murat…” diye fısıldadı Elif. Sadece bu sözcükle çok şey anlatıyordu

kocasına. Sakin olmalı ve dinlemeliydi. Çabuk tepki vermemeliydi. Vs. Vs.

“Tamam tamam,” dedi Murat ve arkasına yaslandı.

Duyuyor musun beni?

[Tahmin ettiğinizden daha iyi duyuyorum.]

Elif duyuyor mu bunları?

[Sadece benim söylediklerimi duyuyor. İkiniz arasında bir telepatik

bağ yok henüz. Ama şu an yaratmaya çalışıyorum.]

Tamam, şu an sakinim, ne istediğini söyleyebilirsin. Tabii yine de lafı

gevelemesen iyi olur.

[Henüz yeterince sakin değilsiniz. Bu arada bağı kurmak üzereyim.

Az sonra bir zihinsel konferans yapabileceğiz.]

Murat? diye düşündü Elif.

Duyuyorum seni, dedi Murat karısına bakarak. Durumun

inanılmazlığının tadını çıkarmak istercesine uzun uzun baktı.

[Artık benim aracılığımla birbirinizi duyabiliyorsunuz.]

Seni seviyorum Murat, dedi Elif, bunu düşüncelerimde de oku istedim.

Ben de seni seviyorum canım. Hem de çok.

[Tamam, arkadaşlar. Birbirinize ilan-ı aşk da ettiğinize göre bir

şeyleri açıklamanın zamanı geldi.]

İkisi de Flemis Permosi’ye odaklandılar. Şu halde bile Flemis ikisi

arasındaki cinsel dürtüyü rahatça hissedebiliyordu. Ama öfkelenmemeliydi.

En azından duygularını onlara yansıtmamalıydı. Zamanı değildi.

[Sizi bulmam pek de zor olmadı, öncelikle onu söylemeliyim. İkinizin

de isimleri aynıydı ve büyük bir tesadüf eseri birbirinizle evlenmiştiniz.

Page 46: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

46

Meslekleriniz ve ilgilendiğiniz konular çok farklı ama karakterleriniz pek

değişiklik göstermiyor.]

Birbirimiz arasındaki farklardan mı söz ediyorsun? dedi Murat.

[Hayır. Başka bir dünyadaki Dize Demirsoy ve Murat Arıkan

arasındaki farklardan söz ediyorum.]

Ben Dize adını pek kullanmam ki. Hatta çoğu tanıdıklarım bile Dize

ismimi bilmez, dedi Elif. Ayrıca bu başka dünya meselesi de nedir?

[Bu konuyu sonraya bırakmayı tercih ederim. Şimdi sizi nasıl

koruyacağımızı düşünelim.]

Ne koruması? dedi Murat.

[Çok yakında dünyadaki tüm insanlar yok olmanın eşiğine

gelecekler. Başka bir dünyada bunu engellemeyi başardık, ama bu dünya

için çok geç. Durumun farkına varmam çok uzun sürdü. Artık tek

yapabileceğim birkaç insanın hayatta kalmasını ve kıyamet sonrası ırkların

atası olmasını sağlamak. Bunun için de sizi seçtim.]

Buna inanmamızı mı bekliyorsun? dedi Murat.

[Dışarıya bakın… Buna inanır mıydınız?]

Tamam, inandık diyelim… dedi Elif. Neden biz?

[Öteki dünyayı kurtarırken çok yardımcı oldunuz, şimdi de

potansiyeliniz olduğunu düşünüyorum. Ayrıca sizi çok iyi tanıyorum. Diğer

insanları bu kadar kısa sürede sizin kadar tanımam imkânsız. Daha doğrusu

doğru insanlar olup olmadıklarını anlamam…]

Hepsini kabul ettik diyelim. Anladığım şu ki sen paralel evrenden

falan gelen bir adamsın. Şu an kıyamet kopuyor ve bizi kurtarmak

istiyorsun, dedi Murat ellerini de öğretmenlikten gelen alışkanlıkla

Page 47: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Gökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan Şahin

47

kullanarak. Sesli konuşmuyordu ama ifadeleri öyleymiş gibiydi. Tam olarak

ne istiyorsun bizden? Ne yapalım yani? Seninle soğuğa karşı korunaklı, tam

teçhizatlı bir mağaraya falan mı gelelim? Ya da nasıl olsa ölecekler diye

diğer insanların elinde ne varsa alıp çöllere mi göç edelim?

Flemis Permosi başını iki yana salladı.

[Şu an ne yapacağımızı ben de bilmiyorum. Dediğiniz türde bir

sığınağım yok maalesef. Ama inşa edebiliriz tabii. Bu sizi soğuktan korur.

Ama korkarım daha kötü şeyler de var.]

Nasıl yani?

[Bu dünyadaki insanlığın ortak bilinçaltlarına giriş yaptığımda şu an

yaşanan kıyametin ilk olmadığını gördüm. Binlerce yılda bir de olsa sürekli

tekrarlanan bir yapısı var. Ve Kara Güneş Vakası denilen bu kıyametten

sonra korkarım başka bir boyuttan yaratıklar dünyayı istilaya geliyorlar.

İnsanları onlara karşı koruyan bir şeyler olduğuna dair bir izlenim edindim

ama açık bir bilgiye ulaşamadım. Son olayda yok olmuş da olabilirler,

bilemiyorum.]

Haha, şimdi de uzaylı istilası mı? dedi Murat.

[Nereden geleceklerini tam olarak ben de bilmiyorum.]

Bizimle alay falan etmiyorsunuz değil mi? diye araya girdi Elif.

[Asla.]

Ne yapacağız o zaman?

[Gerekirse savaşacağız. Daha önce de savaştım, şimdi de savaşırım.]

Savaşmak konusunda nasıl bu kadar sakin konuşabiliyorsunuz? dedi

Elif. Kesinlikle Flemis’ten daha sakin değildi.

[Alışkanlık meselesi.]

Page 48: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

48

Nasıl savaşmayı düşünüyorsun o yaratıklarla? dedi Murat. Suratı

asıktı.

İşte Murat Arıkan, diye düşündü Flemis. Az kalsın gülümseyecekti.

Bu adama hangi dünyada olursa olsun bir silah vermek ve karşısına bir

düşman çıkarmak yeterliydi. İnanılması güç bir mücadele potansiyeli

barındırıyordu içinde. Buna benzer potansiyeller pek görülmüyordu. Hatta

son elli yılda hiç rastlamadığına emindi.

Bu konuyu düşününce ilk aklına gelen Mustafa Kemal Atatürk oldu.

Kimseyle kıyaslayamayacağı bir güce sahipti. Flemis yaklaşık bir asır önce,

kalabalığın içinden Atatürk’ün zihnine odaklandığında az kalsın beyni

patlayacaktı. Sarı saçlı mavi gözlü adam, hiç kimsede görmediği bir hızla

düşünüyor, etrafına çok yüksek frekanslarda mücadele duygusu yayıyordu.

Flemis birkaç saniyelik gözlemden sonra zihnini kapamak zorunda kalmıştı.

Ve o ulu adamın çok büyük işler yapacağına emin bir şekilde ayrılmıştı

kalabalığın arasından.

Yapmıştı da. Her evrende.

[Çok hırslısın.]

Ne alaka?

Flemis birden sorusunu hatırladı Murat’ın.

[Dışarıda… Sitenin dışındaki ayçiçeği tarlalarında bir ordu var.]

Ordu mu?

[Benim ordum. Sizi korumak için eksiksiz getirdim hepsini. Son bir

yılda Dünya’yı karış karış gezerken topladığım tüm askerlerim burada.]

Adam mı topladın bizi korumak için?

[Adam değil. Sizin tabirinizle canavarlar.]

Page 49: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

BÖLÜM ÜÇ

EFENDİLER

1

Kişioğlu, kendi kendine savaştı, dövüştü, kan akıttı, kanı aktı; ama

bilemedi ki bütün bunlar bir provadan ibarettir.

Anakan Destanı 17/3

2

Gözlerini açtığında etraf alacakaranlıktı. Bu, onun için sabah olduğu

anlamına geliyordu. Kızıl çatlaklarla dolu siyah küre gökyüzündeki yerini

almıştı demek. Her yeni gün olduğu gibi.

Bütün gücüyle esnedi, gerindi, ayağa kalktı. Göğsüne inen sakalına

tutunmuş irice bir örümceği silkeledi. Üzerindeki Huma derisinden yaptığı

giysiyi şöyle bir düzeltti. Bacaklarını açıp kollarını kaldırarak tekrar gerindi.

Page 50: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

50

Güne hazırdı şimdi. Her zamanki gibi sıkıcı, boğucu, delirtici ve karanlık

güne…

Kilden yaptığı bir kabın içindeki çamurlu suyu yudumladı. Su

soğuktu, mağara soğuktu, her yer soğuktu. Sıcak diye bir şey bilmiyordu

zaten. Belki üstündeki kapkalın kürk sayesinde ‘az soğuk’ kavramını

tanıyabilirdi.

Suyunu bitirince mağarasından dışarıya çıktı. Saç ve sakalının içinde

boğulmuş ufacık gözleriyle etrafı süzdü. Gri ağaçlar yerden en fazla kendi

boyu kadar yükseliyorlardı. İrili ufaklı hayvanlar birbirlerini yemek için fırsat

kollamaktaydılar. Dohod adını verdiği kanatlı bir kertenkele gökyüzünde

çığlıklar atarak geçip gitti. Çıkardığı sesten esinlenerek Suo diye

isimlendirdiği upuzun, uzuvsuz bir sürüngen aniden zıpladı, kanatlı

kertenkeleyi kapıp yere indirdi ve parmak büyüklüğündeki dişleriyle

parçalayıp karnını doyurmaya koyuldu. Dağdan inen bir Huma -altı bacaklı

bir ayıya benzetilebilirdi- ağzındaki yemeği yutmasına izin vermeden

Suo’yu tek lokmada yuttu. Sonra da dereden çıkan yüz adım uzunluğunda

başka bir yılandan koşarak uzaklaştı.

Her zamanki manzaraydı bu. Şaşılacak hiçbir şey yoktu onun adına.

Günde bin kere olurdu bu. Kimse kimseye acımazdı. Ölüm ve yemek aynı

şeydi. Kan ve tokluk, zulüm ve rahatlık, vahşet ve doğallık…

Neyse ki hiçbiri ona dokunamazdı. Hepsi onundu çünkü. Bütün bu

yaratıkların isteklerini yerine getirmekten başka bir çaresi yoktu. Nedenini

kendisi de bilmiyordu. Varlığını fark ettiği günden beri böyle olagelmişti

işte.

Page 51: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Gökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan Şahin

51

Kendine ‘Rugor’ diyordu ve yaratıklarına zihinsel emirler verirken

hep bu ismi kullanıyordu.

[Rugor’a su!]

[Rugor’a et!]

[Rugor uçacak!]

[Rugor yüzecek!]

Bildiği bir dil yoktu aslında. Bütün bu söyledikleri imajlardan ibaretti.

Uçmak istiyorsa Dohodlar’a ya da onu taşıyabilecek diğer uçan yaratıklara

bir imge gönderiyordu. Emrettiği yaratık da gelip onu alıyordu. Hayat onun

için bu kadar basitti. Bir o kadar da sıkıcı.

Evet, sıkıcı, sıkıcı, sıkıcı! Her zaman hapsedilmiş hissederdi kendini.

İstediği yere gidebiliyordu, yaşadığı yerin uçsuz bucaksız olduğunu da

biliyordu, ama asla kendini özgür hissedemiyordu. Hiçbir şeyle mücadele

etmiyordu, hiçbir gayesi yoktu. Varlığı ile yokluğu arasında hiçbir fark

yoktu. Varlığını hissettirecek bir türdeşe rastlamadığı için belki de…

Şu kara güneşin doğuşuna ve batışına on binlerce kez şahit olduğu

upuzun yaşamında nice denizler aşmıştı, dağlar geçmişti, yeraltına girmiş,

yer üstünde süzülmüştü ama bir tane bile kendisine benzer yaratığa

rastlamamıştı. İki eli, iki ayağı olan birkaç tür görmüştü ama onun gibi

değillerdi. Sudaki yansımasına benzemiyorlardı, onun gibi düşünme

kabiliyetleri yoktu. Ve en önemlisi onlara da diğerleri gibi

hükmedebiliyordu.

Kendini bildi bileli hayvanları, bitkileri, doğayı gözlüyordu. Sürekli

cevap arıyordu beyni. Hayvanların benzer iki bireyin çiftleşmesinden bir

süre sonra doğduğunu gözlemişti. O zaman kendisini yaratan iki kişi daha

Page 52: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

52

olmalıydı. Ama bulamamıştı onları. Bir anne babaya sahip olmalıydı, ama

yoktu işte. Mantığı bunu kabul edemiyordu.

Kim yaratmıştı onu? Nereden gelmişti? Hayvanlar neden onun

sözünü dinliyordu?

Kendisinin üstün bir varlık olabileceğini de düşünmüştü. Her şeyin

sahibi olan ve her şeyi kontrol edebilen bir şey. O zaman neden mutsuzdu

bu kadar? Her şeyin sahibiyse, yeni şeyler üretebilmesi gerekmiyor muydu?

Kendine bir arkadaş bile üretemiyordu oysaki. Ya da iradesine müdahale

edemeden ciddi anlamda savaşarak yenebileceği bir düşman.

Canı sıkılıyordu yine.

Gökyüzünde iki uçan kertenkele görünce birazcık da olsa eğlenmek

için onları dövüştürmeye karar verdi. Mağarasının üzerine tırmandı.

Kayalıklardan birine oturdu. Ve zihniyle birbirlerine saldırma emri verdi.

Yaratıkların ikisi birden sanki hayatlarının amacı buymuşçasına saldırıya

geçtiler. Tiz çığlıklar atarak tüm hızlarıyla çarpıştılar. Koyu renk kanatlı olan

Dohod’un boynuzlarından biri kırıldı. Rugor zevkle ellerini çırptı. Devam

etmelerini emretti. Boynuzu kırılan, diğerine alttan saldırdı ve tek

boynuzunu göğsüne sapladı. Geri çıkaramayınca ikisi de dengelerini yitirdi

ve yere doğru serbest düşüşe geçtiler. Rugor düşerlerse ikisinin de

öleceğini biliyordu. Göğsünden yaralanan Dohod’a kendini kurtarması için

kanatlarını tüm gücüyle çırpmasını emretti. Yaratık denileni yaptı ve yerden

birkaç metre yükseklikte diğerinden kurtuldu. Tek boynuzlu Dohod da

başını sallayarak diğer yöne uçtu. Yaralı olandan damlayan kanlar Rugor’u

daha da zevklendiriyordu. Boynuzu kırık olan tekrar saldırdı ve yaralı olanın

kanadını kırdı. Yaratık sendeledi. Düşmeden önce rakibinin sırtına pençesini

Page 53: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Gökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan Şahin

53

geçirdi. Bir yırtılma sesi duyuldu. Ardından yine tiz çığlıklar. Rugor bu kez

düşmelerine izin verdi.

Kavga bitmişti.

Kazanan hiçbiriydi.

Rugor yine elini çırptı. Yüzü güldü. Ama çok geçmeden ellerini

indirdi. Dudağı sarktı. Sıkılıyordu. Hem de çok.

Güneşe baktı. Ondan nefret ediyordu. Bazen tüm gücüyle taş

atıyordu ona ama çok uzaktaydı, bir türlü yetiştiremiyordu. Bir keresinde

ona gitmek istemişti, bir uçan kertenkelenin sırtına binip yükselmiş de

yükselmişti. Olmamıştı bir türlü. Tüm gücünü tüketmesine rağmen ona

ulaşamamıştı. Bağırmış, böğürmüş, lanetler okumuştu yapabildiği kadarıyla.

İşte yine karşısında ışıklı kırbaçlarını şaklatarak sessiz sessiz

duruyordu. Zaman geçtikçe yükselecek, tepeye çıkacak, sonra da diğer

taraftan inip kaybolacaktı. Rugor’un uykusu gelecekti o zaman. Mağarasına

girip uyuyacak, uyandığında yine onu görecekti.

“Ogh!”

Gördüğü şeyle aniden ayağa fırladı Rugor. En çok kullandığı şaşırma

ünlemi olan ‘Ogh’u defalarca söyledi. Güneş’e bir şey oluyordu. Üstündeki

kızıl çatlaklar büyüyor, siyah yerleri hâkimiyeti altına alıyordu. Gözlerini

kısmak zorunda kaldı. Ama bakmayı çok istiyordu. Güneş gittikçe parıldadı,

gri dünya renklendi. Rugor kör oldu. Bağırdı, çağırdı, düştü, yuvarlandı.

Gözünü bir türlü açamadı. Doğduğu günden bu yana aydınlık kavramından

öyle uzaktı ki.

Ama insan her şeye alışır. Rugor belki dakikalar belki saatler sonra

da olsa gözünü aralayabildi. Dünya değişmemişti. Görünüşte pek bir fark

Page 54: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

54

yoktu, ama aydınlıktı. Alacakaranlığın yerini sarı-beyaz bir ışık yumağı

almıştı. Gökyüzü lacivert değil açık maviydi. Bazı yerlerde beyaz beyaz

lekeler vardı ve yavaş yavaş hareket ediyorlardı. Ne tuhaf bir manzaraydı

bu! Tuhaf ve yabancı.

Güneş’ten şimdi daha da çok nefret ediyordu. Canını yakmıştı,

gözünü acıtmıştı ve hâlâ Rugor’un kendisine bakmasına izin vermiyordu.

Bir taş aldı, tüm gücüyle fırlattı. Taş yüz adım ötedeki bir

Tuhuyu’nun kafasını yardı.

3

Yedi at, Akdağ Sitesi’nin girişindeki bariyerin üzerinden atlayarak

içeri girdi. Kapıdaki kulübede güvenlik görevlisi yoktu, olsa da şimşek

hızıyla geçen atlıları durdurmasına imkân yoktu.

Udel Ser Venter en öndeki simsiyah atın üzerindeydi. Acı’nın evinin

yerini çok iyi biliyordu. Çim yüzeyde koşmaya alışmış at her ne kadar arada

sırada tökezlese de onu buraya kadar sorunsuzca getirmişti.

Mehmet Dağkılıç ve Başkomiser Koray Çağlayan onun

arkasındaydılar. İkisi de at kullanma konusunda pek iyi değillerse de kısa

sürede alışmış, zorunluluğun da verdiği güçle Udel’in ardından gelmişlerdi.

Kompor Del Grel vücudunun iriliğiyle orantılı olarak en kaslı atı

seçmişti, Gron Rey Aroor cılız ve beyaz bedenine fazla iri gelen kır bir atın

üzerindeydi, Lori Yun Demer at üzerinde de bir kung fu dövüşçüsü kadar

Page 55: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Gökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan Şahin

55

çevikti, Eravis Zen Esis hem deri renginden, hem de üzerindeki siyah

giysiler sebebiyle atının üzerinde pek seçilemiyordu.

Art arda koşan atların yoğun tıkırtısı mumla aydınlanmaya çalışan

pek çok aileyi camlara çıkardıysa da onları görebilecek kadar hızlı davranan

olmamıştı.

Yedi atlı, Acı’nın kiraladığı yazlığın önünde durdu. Kapıya

vurmalarına gerek kalmadan Acı duruma çok ters düşse de, gülümseyerek

kapıda göründü. Elinde dumanı tüten bir Neskafe kupası vardı.

“Tam tahmin ettiğim gibi buldunuz beni. Ama aklıma atlar

gelmemişti, bisikletle gelirsiniz diye düşünmüştüm. Ya da Udel’in

kanatlarına tutunarak.”

“Neşene diyecek yok,” dedi Udel ve kardeşinin elini sıktı.

“İçeri geçin. Konuşalım durumu,” dedi Acı.

Atları bağlayıp eve girdiler.

Acı hepsine birer Neskafe doldurdu. “Üşümüşsünüzdür,” dedi.

“Sorma,” dedi Mehmet. “Yaşlandık artık. At üstünde çok rüzgâr

yedim. İnşallah hasta olmam.” Üzerinde bir battaniye vardı. Evin dolabında

bulmuşlardı.

“Neyse, burada kıyamet kopuyor, benim derdime bakın,” dedi

Neskafesinden koca bir yudum aldıktan sonra.

“Felaketi durdurmanın bir yolu yok mu?” dedi Koray. Sarı saçları

darmadağındı. Silahı, kazağının altında hafif bir çıkıntı oluşturuyordu. Acı,

diğer tarafta da aynı çıkıntıdan olduğunu fark etti. Birden fazla silah almıştı

demek.

Page 56: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

56

“Yedi milyon yıllık tecrübeme dayanarak söylüyorum: yok,” dedi

Udel.

“O zaman elimiz kolumuz bağlı,” dedi Koray ve oflayarak arkasına

yaslandı. Yaslanırken çıkan metalik sesten, Koray’ın şu an tam bir

cephanelik olduğunu anladı Acı. Kemerine ne bulduysa takmış olmalıydı.

Koray Acı’nın düşüncelerini okumuş gibi yaslanır yaslanmaz tekrar

öne eğildi.

“Bunları artık çıkarayım belimden, rahatsız etmeye başladılar,” deyip

beş tane silah, bir kelepçe, iki kutu biber gazı, bir düzine yedek şarjör

koydu sehpaya.

Acı’nın “Bunlar yetecek mi?” demesine kalmadan diğerleri de

üstlerindekini döktüler. Her birinden ikişer silah çıktığına göre Koray iyi

silahlandırmıştı herkesi.

“Sen de seç bunlardan,” dedi kendi döktüklerini gösterip. Koray’ın

yanında uzun süre sorgu memurluğu yaptığı halde silahlardan pek

anlamıyordu Acı. Rasgele iki Barretta aldı.

“Gerçi bu silahlar sizin güçlerinizin yanında…”

“İşe yarar,” diye araya girdi Udel. “Düşmanı uzakta yok etmek için

birebir. Daha fazla alabilseydik keşke. Özellikle taramalı olanlardan.”

Bu sözlerin üzerine herkes durumun ne kadar kötüleşebileceği

üzerine derin düşüncelere daldı.

“İstanbul’da insanlar ne halde?” diye sessizliği bozdu Acı.

“Şaşılacak şekilde sakinler,” dedi Koray. “En azından panik

yaşanmıyor pek. Doksan dokuz depreminde bundan çok daha büyük bir

panik vardı.”

Page 57: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Gökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan Şahin

57

Depremi duymuştu ama hakkında pek bir şey bilmiyordu Acı.

“O zaman somut şekilde zarar görmüştü insanlar. Binlerce bina

yıkılmıştı, etraf toz dumandı. Kimse evine giremiyordu korkudan. Herkes

okul bahçelerinde, açık alanlarda sefil olmuştu.”

“Tahmin edebiliyorum,” dedi Mehmet. “Burada değildim ama takip

ediyordum haberleri.”

“Şimdi ise insanlar sükûnetle bekliyorlar,” dedi Koray. “Sadece

bekliyorlar. Büyük bir kitlenin valiliğe ve belediyeye gittiğini duydum ama

onların da yapabileceği bir şey yok ki.”

Kısa bir sessizlikten sonra Acı kritik soruyu sordu: “Ne zaman

gelecekler?”

Kapı çaldı.

4

Murat ayağa fırladı, silahı olsa çekecekti.

“Bu sesler de ne?” dedi Elif, sanki Murat cevap verebilirmiş gibi.

[Merak etmeyin. Yedi tane at geçti.]

Atın ne işi var burada? dedi Murat pencereden dışarıyı kontrol

ederken. Bir şey göremeyince Flemis’e baktı. Adam tedirgin görünüyordu.

[Bilmiyorum… Tuhaf… Yedi at var ama iki zihinden işaret

alabiliyorum.]

Nasıl yani? Beş at sahipsiz mi?

Page 58: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

58

[Hayır… Anlamıyorum… Atların zihinlerinde onları süren birileri

olduğuna dair izler var. Ama sürücüleri hissedemiyorum.]

Geldiğinden beri ilk kez ayağa kalktı. Çenesini kaşıdı.

[Benim bir bakmam lazım bu duruma. Atlar site içinde bir yerde

durdular. Siz burada bekleyin. Bir süre sizinle iletişim kuramayabilirim.]

Tamam, bir yere gitmeye niyetimiz yok zaten.

Flemis Permosi, siyah şapkasını takıp karanlığa hapsolmuş sokağa

çıktı. Murat ve Elif onu gözden kaybolana kadar pencereden seyrettiler.

5

Koray hiç düşünmeden sehpanın üzerindeki silahlardan birini aldı ve

kapıya yöneldi. Olabildiğince sessiz yürüyordu. Altı robot ve Mehmet

Dağkılıç ise nefeslerini bile tutmuşlardı.

Koray gözetleme deliğinden baktı. “Kim o?” Sesi sertti. Rahatsız

edilmekten hoşlanmamış, elinde kumanda, üzerinde atletle kapıya bakan

bir adam gibiydi.

“Adım Flemis.”

“Sizi tanıyor muyuz?”

“Ben sizi tanıyorum,” dedi dışarıdaki. “Adınız Koray Çağlayan.

Annenizin adı Esma, babanızınki Şevket. Elinizde 9x19 milimetre çapında

yarı otomatik bir Baretta var. Bu sabah tıraş olurken sağ yanağınızı kestiniz.

Çaldığınız yedi attan kır olana siz bindiniz. İçeride…”

Koray adamın makineli tüfek gibi gelen sözlerini kesip kapıyı açtı.

Page 59: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Gökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan Şahin

59

Karşısında melon şapkalı ince bir siluet vardı sanki. Güneşin ara ara

çakan zayıf kızıl ışığında ayrıntıları görünmüyordu. Gözleri ise şapkasının

gölgesinde tamamen gizlenmişti.

“İçeri girebilir miyim?”

“Gir bakalım. Tanıdığım o kadar çok tuhaf insan var ki senin

tuhaflığın beni şaşırtmıyor.”

Flemis Permosi dışarının karanlığından içerinin karanlığına adım attı.

Koray’ın bir adım önünden oturma odasına yürüdü.

“İyi geceler beyler,” dedi. Cevap beklemeden, sesine hayal kırıklığı

tonu vererek devam etti. “Sadece altı robotsunuz demek. Kıyamet savaşı

için çok az… Her neyse. Ben sizi tanıyorum. Benim adımsa Flemis Permosi.

İnsan değilim, ne olduğumu kendim bile bilmiyorum. Kusura bakmayın.

Konuşmam bazen anlaşılır olmayabiliyor. Pek sesini çıkaran biri değilimdir.”

Udel ayağa kalktı ve Flemis’in bir karış önünde gözlerinin içine

bakarak durdu.

“Ne istiyorsun?” dedi.

“Yardım etmek sadece…”

“Yardıma ihtiyacımız olduğunu kim söyledi?”

Flemis başını çevirip Koray’ı işaret etti.

“Nasıl yani?” dedi Udel.

“Onun zihninde okudum. Mehmet Bey’in de tabii. Hepinizin kim

olduğunu, tüm öykünüzü biliyorum.”

Udel derin bir soluk alarak sağ kolunu kaldırdı ve zayıf adamın

boynunu tuttu. Flemis’in ayakları yerden kesildi. Geri geri giderek duvara

yapıştı.

Page 60: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

60

“Benim zihnimi de okuyabiliyor musun?” dedi Udel. Flemis’in elleri

titriyordu, ama sesini çıkarmıyordu. “Okuyamıyorsun… Ama ben seninkini

okuyabiliyorum.”

Acı, kısa bir an Udel’in sözünü anlayamadı ama hatırlaması uzun

sürmedi. Udel dokunduğu kişinin belleğinde ne varsa görebiliyordu.

Udel gözlerini kapattı ve bilgilerin beynine akışını bekledi. Bilgiler

aniden kesilince anlık bir şaşkınlık yaşadı, ama umursamadı. Her şeyi

öğrendiğini düşünüyordu. Sonra gözlerini açtı ve şaşkın şaşkın adamı yere

indirdi. Bir adım geri çekildi.

“Bu dünyadan değil,” dedi zayıf bir sesle.

“Nasıl yani?” dedi Mehmet.

“Doğru söylüyor, bize yardıma gelmiş. Başka bir dünyadan… başka

bir evrenden…”

Arkadaşlarına dönmüştü şimdi.

“Adı, dediği gibi Flemis Permosi. 1790’da şimdi Bulgaristan olan

yerde doğmuş. Daha doğrusu bulunmuş. Gerçek annesi babası belli değil.

Orta direk bir Osmanlı ailesi tarafından yetiştirilmiş. Sıradan bir çocukluk

geçirmiş ama yaşıtlarına göre çok geç büyümüş. Bulunduktan yirmi yıl

sonra ancak ergenliğe girebilmiş. Üstelik bedenen çok zayıfmış. Çocukluğu

boyunca hiç hasta olmaması büyük mucize olarak görülüyormuş. Ne

kızamık olmuş, ne başka bir hastalık. Yirmi üç yaşında biraz daha büyük

göstermeye başlayınca Osmanlı ordusuna girmiş. Birkaç aylık askerlikten

sonra kaçarak Anadolu’da bir köye yerleşmiş. Bu küçük firarın üzerinde pek

durmamış Osmanlılar. Bir süre sonra ailesini görmeye gittiğinde bir

salgında öldüklerini öğrenmiş ve köye geri dönmüş…”

Page 61: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Gökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan Şahin

61

Hipnotize olmuş gibi anlatıyordu bunları. Flemis de arkada ellerini

kavuşturmuş sakince dinliyordu.

“Bir toprak ağasının hizmetini görmeye başlamış köyde. Ölene kadar

emrinde kalmış. O sırada yaşı elliymiş ama otuzunda gösteriyormuş ve

uzun zamandır hiçbir yaşlanma belirtisi göstermiyormuş. 1845’te ağanın

zalim oğluna katlanamayıp köyden kaçmış ve bir süre avare dolaşmış.

Sonunda İstanbul’a yerleşmiş. Tesadüfen yardım ettiği bir adam tarafından

hediye edilen küçük bir servetle bir ev tutmuş ve orada yaşamaya başlamış.

Uzun süre idare edecek parası olduğu için kendini “kendi tuhaflığı”na

adamış. Diğer insanları gözlemiş ve neden farklı olduğunu düşünüp

durmuş. Öncelikle neredeyse hiç yaşlanmıyormuş artık. Otuz yaşlarında

sabit duruyormuş. Ayrıca insanlara uzun süre odaklanınca sanki ne

düşündüklerini anlıyor gibiymiş. Evinin balkonunda sırf insan düşüncelerine

odaklanmak için saatlerce beklemiş. Sonunda öyle bir duruma gelmiş ki o

istemese bile insanların zihninden geçenler kafasında belirmeye başlamış.

Bunun üzerine bir sürü test yapmış ve zihin okuyabildiğinden emin olmuş.

Bir süre sonra kendi zihin mesajlarını karşısındakine gönderebilmeye

başlamış. Yarım asır sürmüş bunu yapabilmesi.”

“Yarım asır,” dedi Flemis arkadan. “Evet, tam yarım asır sürdü.

İnsanlara düşüncelerimi hangi dili konuşuyor olursa olsun anlayabilecekleri

şekilde gönderebilmem, diğer tüm hayvanlarla dahi iletişim kurabilmem,

tüm bunlardan sonra görünmezlik üzerine kendimi geliştirmem tam yarım

asır sürdü.”

Bunu söyler söylemez ortadan kayboldu adam. Koray hiçbir şeye

şaşırmayacağını sanıyordu ama buna şaşırdı. Mehmet ve robotlar da onu

Page 62: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

62

görebilmek için, numaranın sırrını çözebilmek için panikle baktılar

etraflarına. Çünkü o adam ortadan kaybolur kaybolmaz güvenlikte olma

hislerini kaybetmişlerdi.

“Yarım asır,” diye bir ses geldi canım kenarından. Flemis perdeyi

aralamış dışarıya bakıyordu. Kendilerine itiraf edemeseler de hepsi

rahatladı onu görünce. “Yarım asırda kendi doğal sınırlarıma ulaştım. Artık

yapmak istediğim hiçbir şey kalmadı. Görünmez olabiliyordum, düşünce

okuyabiliyordum, düşüncelerimi gönderebiliyordum ve hayvanları kontrol

edebiliyordum. Daha ne isteyecektim ki. İşte o noktada tekrar dışarı çıktım.

Evimi kendi ellerimle ateşe verip dünyayı gezmeye ve kendime benzeyen

şeyler bulmaya çıktım. Bir vampirle karşılaştım, birkaç gerçek medyumla

tanıştım, kurt adamlarla gezdim, hayaletlerle tozdum. Bir tek robot

görmemişliğim vardı, onu da şimdi gördüm.”

Perdeyi kapattı ve Udel’e baktı. “Evet, Udel Ser Venter, var mı

zihnimden kapabildiğin başka bir şey?”

“Bir dünyanın kurtarılmasına yardımcı olmuşsun, şimdi de burayı

kurtarmak istiyorsun. Ama zihninde bunu neden yaptığınla ilgili en ufak bir

bilgi bulamadım.”

“Belki de nedeni yoktur,” dedi Flemis. “Bu arada, normalde sesli

konuşmam ama robotların düşüncelerini algılayamıyorum. Eğer bu işten

sağ kurtulursak bunun üzerinde çalışacağım.”

“Bir de uzun saçlı, güzel yüzlü bir kadın imajı vardı. En son

algıladığım oydu. İsmini göremedim, sen de bilmiyorsun herhalde. Platonik

bir aşk mıdır nedir?”

Flemis dudağını ısırdı. “Konumuz kıyamet,” dedi.

Page 63: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Gökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan Şahin

63

“O tuhaf köpek,” dedi Acı, eliyle Elif ile Murat’ın kaldığı evin tarafını

göstererek, “senin miydi?”

Omuz silkti Flemis. “Tüm hayvanlar benim.”

6

TAK!

Ani silah sesiyle herkes irkildi. Mehmet battaniyesini atarak ayağa

fırladı.

“Ne oluyor lan?” dedi Acı. Silahı elindeydi.

Koray holden dumanı tüten tabancasıyla geldi. “Galiba başlıyor,”

dedi. “Önümde aniden belirdi. Bacağıma saldırdı. Hemen vurdum.”

“Ne vurdun?” dedi Mehmet hole koşar adım giderken.

“Böcek gibi bir şey.”

“Kompor, dikkat!” diye bağırdı Eravis. Kompor’un koltuğunun

arkasından yılanvari bir yaratık yükselmişti. Eravis tek kurşunla indirdi

yaratığı.

“Geliyorlar,” dedi Udel. “İşte dünyanın sonu.”

Herkes ayaktaydı, herkes silahını kavramıştı. Mumların zayıf ışığında

yeni bir yaratığın belirmesini bekliyorlardı. Aynı anda dışarıdan çığlık

koroları yükselmekteydi.

“Onların zihnini de kontrol edemiyor musun Flemis?” dedi Udel.

Flemis bir an bekledikten sonra tek kelimelik kesin bir yanıt verdi: “Hayır.”

“Ne boka yarayacaksın o zaman sen?” diye kükredi Udel.

Page 64: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

64

“Benim de kendi canavarlarım var.”

“Hani neredeler?”

“Geliyorlar.”

Oturma odasının penceresi gürültüyle yıkıldı ve içeri bin kat

büyütülmüş bir kırkayak girmeye başladı.

“Bu seninkilerden değildir umarım,” dedi Udel.

“Hayır,” dedi Flemis. Bir şey daha ekleyecekti ama sözü silah

seslerinin arasında boğuldu. Kırkayak kıvrandı, kıvrandı ve hareketsiz kaldı.

“Benimkiler köpek biçimindeler,” dedi Flemis ortalık sessizleşince.

“Yetişmeye çalışıyorlar. Ama yollarına sürekli yaratık çıkıyor.”

“Lanet olsun,” dedi Mehmet. “Şimdi elinde silah olmayan binlerce

insan öldü bile. Çığlık sesleri neredeyse kesildi.”

“Şu an tüm yaratıklar dünyaya inmiş olmalı,” dedi Udel. “Her evde,

her odada, her mekânda insanlara acımadan kıyıyorlardır. İnsan kokusunu

alır onlar. Gökdelenlerin en tepesinde olanlar da ölecek, yerin bilmem kaç

metre altına sığınanlar da. Kıyamet savaşı başladı. Gazamız mübarek

olsun.”

“Âmin,” dedi Mehmet, Udel’in bu lafı nereden öğrenmiş

olabileceğini sorgulamadan.

7

Kendini çok tuhaf bir yerde buldu Rugor. Başka bir yere geldiğini

biliyordu, bunun aydınlanan güneşle ilgili olduğunu da. Gerçi şu an güneş

Page 65: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Gökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan Şahin

65

yine eskisi gibiydi. Karaydı, kızıl çizgileri vardı, tanıdığı bildiği güneşti. Ama

dünya? Dünya öyle değildi. Hiç görmemişti buraları. Kendi dünyasını bin

kere gezmişti, ama böyle bir yer yoktu.

Bir kere, burası sıcaktı. Çok sıcak hem de. Saçları, sakalları bile bu

sıcakta rahatsız ediyordu onu. İkincisi ise çevresinin mide bulandırıcı

farklılığıydı. Alışık olduğu bitkiler yoktu. Tanıdığı yaratıklar etrafında tek tek

beliriyordu, ama bu onun kendini çok yabancı hissetmesini

engellemiyordu.

İki yanında iki koca yükseklik vardı. Kendini içinde su olmayan bir

nehirde gibi hissetti. Ne olduklarını anlayamadığı cisimler dağınık dağınık

duruyordu bu nehirde. Zemin çok sertti. Eğilip tadına bakmıştı, ama

tanıdığı bir şey değildi bu. Toprak gibi ele gelmiyordu, kazılmıyordu, kaya

gibi pürüzlü de değildi.

Tüm bunlara şaşırırken olabilecek en iyi, en kötü, en muhteşem, en

korkunç, en ne varsa o oldu. Karşısında kendisine benzer birini buldu

Rugor. İki yandaki yükseltilerden birinin içinden çıkmış, bağıra çağıra

koşturuyordu.

Yaratıklardan biri ona saldırmaya kalkınca onu durdurdu, tüm

yaratıkları onu görmeyecekleri şekilde yönlendirdi ve peşinden koştu. Tüm

gücüyle, kalbi küt küt çarparak koştu kendisine benzeyen şeyin arkasından.

Gözlerinin alışkın olduğu karanlıkta onu gayet iyi görebilmişti. Onun da

uzun saçları vardı, o da iki ayağı üzerinde yürüyordu. Üzerinde bir şeyler

vardı ama tüy değildi. Kendisininki gibi bir tür giysi olmalıydı. Ve en

önemlisi onun zihnine ulaşamıyordu Rugor. Bir şeyler gönderir gibi

oluyordu ama emir veremiyordu. Evet, bu kesinlikle kendi türünden biriydi.

Page 66: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

66

Koştu, yetişti ve kolundan tuttu.

Tiz bir çığlık geldi karşılık olarak. Rugor kolunu bırakmadan yüzüne

iyice baktı. Hiç tüy yoktu. Kendisininki gibi göğüslerine inen sakallar hiç

yoktu. Ve kendisi gibi sert değil de incecik bir ses çıkarıyordu.

“İmdaaat! Bırak beni! Ne istiyorsun!” diyordu aslında ama Rugor

anlamıyordu. Onun bir kadın olduğunu da anlayamadığı gibi.

Kadın tüm gücüyle yüzünü yumrukladı. Sonra hayalarına bir tekme

geçirdi. Rugor can acısıyla kolunu bırakınca koşarak kaçmaya başladı.

Rugor, acıyla akan gözyaşlarını temizlemedi. Şimdiye kadar kazayla

düşmek dışında hiç acı çekmemişti. Hele bir canlı ona hiç dokunmamıştı.

Çok öfkelendi. Yaratıklara, ona saldırmalarını emretmek istedi. Ama

yapamadı.

Kendisi gibi birini bulmuşken kendi eliyle yok edemezdi.

Sendeleyerek tekrar peşine düştü. Ama başka birini daha görünce

kalakaldı. Sadece o değildi demek ki, başkaları da vardı. Dikkatli bakınca

ölüp gitmekte olan onlarca kişi gördü.

Bu dünya onun gibilerle doluydu!

Page 67: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

BÖLÜM DÖRT

İNSAN NASIL ÖLÜR?

1

KALP KRİZİYLE…

Hüseyin Demirsoy, Sivas’ta mütevazı bir apartman dairesinde

yaşayan, şiire meraklı bir devlet memuruydu. Yaklaşık kırk yıllık huzurlu bir

evliliği ve bu evliliğinin meyvesi üç çocuğu vardı. İkiz kızları Şule ve Elif

Demirsoy İstanbul’da yaşıyor, oğulları Serhat ise Şırnak’ta subaylık

yapıyordu.

Hüseyin her ne kadar olabildiğince kendine iyi bakan, yürüyüşünü

düzenli olarak yapan, yiyeceklerine dikkat eden bilinçli bir adam olsa da

ailesinden kalan kötücül bir miras sonucu kalbi son birkaç senede iki kez

teklemişti. Karısı, sürekli artık emekli olmasını ve dinlenmesini söylüyordu

ama onun buna hiç niyeti yoktu. Takım elbisesini giyip sabah erkenden

Page 68: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

68

evden çıkmazsa ölmüş demekti. Kalp krizlerinden sonra işe bir süre ara

verdiğinde iyice anlamıştı bunu.

Şimdi karısı Zeynep, dünyanın yıkılmasından bile daha çok

önemsiyordu kocasını. Dışarıda güneş kararmış, kıyamet söylentileri

kulaktan kulağa yayılmış, ölümün pençesi herkesin sırtına binmiş olduğu

halde tek düşüncesi kocasının kalbinin bu olaylara dayanabilmesiydi.

O ana kadar dayanmıştı da. Ama salonun avizesinden sarkan

ahtapot tipli koca bir yaratık dayanma sınırının çok üstündeydi. Ahtapot,

istediği kadar uzatabildiği bacaklarıyla karısını paramparça ederken,

Hüseyin’in sol tarafı uyuştu, sıkıştı, çırpındı.

Yaratık daha karısıyla işini bitirmemişken Hüseyin son nefesini verdi.

2

ZEHİRLENEREK…

Komiser Göktuğ Akıner, kuyruk sokumuna kadar uzanan simsiyah

saçlarını toplamaya vakit bulamamıştı. Diğer bir uzun saçlı ortağı Ege

Kandemir ise nasıl beceriyorsa yine bakımlıydı. Hiç yıpranmayan,

kirlenmeyen ve üzerine cuk oturan gri takım elbisesi ile istikrar abidesiydi.

Üstelik yarım asırlık olmasına ve saçları iyice aklaşmasına rağmen en az

Göktuğ kadar formdaydı.

Page 69: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Gökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan Şahin

69

İki ajan, patronları Taylan Yıldırım’ın odasında kızıl-kara güneşin

kısık aydınlığında otururken kendini iyice yaşlanmış hissediyordu Göktuğ.

“Tüm şehirde sessiz bir panik var,” dedi Taylan. Odasının bir yanını

boydan boya kaplayan camdan dışarı bakıyordu. On beş katlık Yıldırım

Holding’in yedinci katındaydılar. Manzara eskisi kadar temiz olmasa da

şehri ayaklarının altında hissediyordu Taylan.

“Bunu nasıl durdurabiliriz patron? Güneşe gitmem gerekiyorsa

hazırlasınlar mekiği…” dedi Göktuğ. Parmağını vahşi yıldıza doğrultmuştu.

Taylan gülümsedi. O gün için ilkti bu.

“Bu sefer yapacak bir şey yok gibi görünüyor,” dedi. “Eğer bu

kıyametse, Birim Sıfır’ı bile aşar.”

Göktuğ ve Ege, bu fenomene zorlu bir iş üzerindeyken şahit

olmuşlardı. Yıllardır yaptıkları gibi doğaüstü bir olayı araştırıyorlardı. Asım

Sevecen adlı bir adam her sabah uyandığında yanı başında kesik bir baş

buluyordu. Adam elinden gelen her şeyi yapmış ama bunu engellemeyi

başaramamıştı. Uyanık kalmaya çalışsa bile beş dakikalığına daldığında

tanımadığı birilerinin kesilmiş ve kanı sonuna kadar çekilmiş başlarını

buluyordu. Üstelik saçları parmaklarına dolanmış oluyordu. Asım, sonunda

durumu polise haber verince olay Birim Sıfır’a iletilmişti. Çünkü adamın

tutulduğu nezarethanede bile yaşlı bir adamın başı bulunmuştu.

Göktuğ ve Ege adamı alıp yüksek güvenlikli Birim Sıfır evine

götürmüş, neler olduğunu öğrenmeye çalışmışlardı. Aynı anda kesik

başların kime ait olduğu araştırılıyordu.

Ege ve Göktuğ, Asım uyurken başında beklemeye başladılar, ama

gündüz olmasına rağmen havanın kararması her şeyi alt üst etti. Bütün

Page 70: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

70

iletişim kesilince, adamı orada bırakıp Yıldırım Holding’e gitmek zorunda

kaldılar. Nitekim ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar adam uyanmamıştı. Belki

de astral bedeni bir yerlerde kurban arıyordu. Bütün bunlar çok uzak

geliyordu Göktuğ’a. Asım’ı da, kesik başları da unutmuş gibiydi. Çaresizce

güneşin eski haline gelmesini bekleyeceklerdi anlaşılan. Oysa Birim Sıfır o

güne kadar hiçbir konuda böylesine çaresiz kalmamıştı.

Taylan’ın masasının üstünde aniden top şeklinde bir şeyin belirmesi

onca şey yaşadıkları halde onların bile şaşıp kalmalarına sebep oldu. Ege

ayağa fırlayıp silahını doğrulttu. Taylan, pencereye sırtını dayadı. Göktuğ

ellerini sandalyenin kolluklarına koydu ama ayağa kalkmadı. “Hasiktir, bu

ne lan?” dedi sadece.

Ege topa iki el ateş etti. Küre kıpırdandı, şişti ve bembeyaz bir

duman yayarak tekrar eski haline döndü. Üç adam gazı soludukları an

öksürmeye bile fırsat bulamadan öte dünyaya göç ettiler.

Sonra top açıldı, içinden yüzlerce minik yaratık çıktı ve cesetlerden

en ufak parça kalmayana kadar üçünü de yiyip bitirdi.

3

DÜŞEREK…

Güneş kararırken Serkan Koroğlu Avcılar’daki evinin balkonundaydı.

Posta gazetesinin bulmacasını bitirmekle uğraşıyordu. İlçelere bakmak için

Page 71: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Gökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan Şahin

71

yanında bulundurduğu Türkiye haritasından yararlanarak son boşlukları da

doldurmaktaydı.

Derken felaket geldi.

Serkan, yıllar önce trafik kazasında felç olan bacaklarının titrediğini

hisseder gibi oldu. Balkonundaki koltukta kendini dikleştirdi, bir güneşe

baktı, bir sokağa. İnsanlar, zaman durmuş gibi sokak ortasında donakalmış

ellerini siper ederek gökyüzüne bakıyorlardı. Göklerin hükümdarı önce azar

azar, sonra tümden kararınca, yaz güneşinin sarı aydınlığı kendini kızılımsı

bir alacakaranlığa bıraktı.

Birkaç dakika sonra elektrikler bir daha gelmemek üzere gitti.

Sokaktan araba geçmez oldu. Yeşilköy’den yeni havalanmış bir uçak

tehlikeli bir şekilde apartmanın tam üzerinden geçip gitti. Bir patlama sesi

bekledi ama gelmedi. Ya pilot uçağı kaldırmayı başarmıştı, ya da çok

uzaklara düşmüştü. Bacaklarını kaybettiği trafik kazasını ve uçaktaki

yüzlerce yolcuyu düşününce ilk seçeneğin olması için dua etti.

Sonraki birkaç saat içinde binlerce düşünce içinde boğulur gibi oldu.

Kıyamet, ölüm, felaket sözcükleri kırılmaz bir döngüye girmişlerdi aklında.

Annesini düşündü. Sağlık ocağında hemşire olan annesini. Normalde

mesaisinin bitmesine çok vardı, ama bir an önce gelmesini her şeyden çok

istiyordu. Ölecekse, ona yıllardır tüm emeğini veren annesinin kokusuyla

ölsündü.

Dileği gerçek oldu.

Annesi kapıyı anahtarla açtı ve balkona koştu. Oğluna sıkı sıkı

sarılırken bir böğürtü sesi duyuldu. Koca bir dinozorun geğirmesi böyle bir

ses çıkarırdı herhalde. Dışarıya tuhaf bir yaratık göreceklerinden emin bir

Page 72: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

72

şekilde baktılar. Kediye benzeyen bir iki tuhaf şey vardı ama o sesi

çıkarabilecek bir şey…

…Vardı.

Apartmanın çatısından sarkan hortum misali bir şey balkondan içeri

uzandı. Birbirine sarılmış anne ile oğlunu inanılmaz bir hızla dışarı çekti ve

tüm gücüyle yere çarptı.

Birbirine paralel uzanan birkaç sokaktaki tüm binaların çatısına

çöreklenmiş, dünya üzerindeki hiçbir şeye benzemeyen dev yaratık,

altındaki binaların içine uzun, ince ama güçlü dokungaçlarını daldırıp

insanları dışarı çıkarıyor, ardından yine hortumlarıyla tüm iç organlarını

çekiyordu.

Serkan ve annesi de bu ziyafetten kurtulamadılar.

4

BOĞULARAK…

Vassilious Katsouranis, Yunanistan’daki Amerikan büyükelçiliğine

yapılacak büyük bir saldırının hazırlığı içindeydi. Yunan sahil kentlerinden

biri olan Kavala’da özel teknesiyle denize açılmış, teknenin kıç tarafında

hafif rüzgâra karşı oturmuş, dinlenmesi imkânsız telsiz telefonuyla

konuşmaktaydı.

Page 73: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Gökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan Şahin

73

“Talimatlar aynen geçerli,” dedi adamına. “Tam kırk sekiz saat sonra

harekete geçiyorsunuz. Eylemden önceki son konuşmamız bu. O zamana

kadar ortada olmayacağım ben. Ne tür aksilik olursa olsun bana ulaşmaya

çalışmayın.”

Karşı taraftan onay aldıktan sonra telefonu kapattı ve ayağa kalkıp

tüm gücüyle denize fırlattı. Ellerini bir pislikten kurtulmuş gibi çırptı ve

esneyerek kamarasına indi.

Birkaç gündür neredeyse hiç uyumuyordu. Şimdi birkaç saat

kestirmenin tam zamanıydı. Kamarasındaki rahat yatağına uzanıp gözünü

kapattığı anda gökyüzü karardı.

Birkaç saat sonra uyandığında havanın karanlık olduğunu görünce

fazla uyuduğunu düşündü. Enerjik bir hareketle yataktan fırladı. Işığı

yakmaya çalıştı ama olmadı.

Karanlıkta zar zor güverteye ulaştı. Ve adımını atar atmaz altı

pençeli, sekiz kanatlı, iki başlı tuhaf bir kuşun pençesine düştü. Birkaç

saniye sonra teknesi minik bir noktadan ibaretti.

Yatarken bile çıkarmadığı saatine gizlenmiş bıçağını çıkardı ve can

havliyle kuşun pençesine sapladı.

Kuşun pençesini açmasıyla onlarca metreden suya düştü. Doğru

pozisyonla daldığından suyun beton etkisinden kurtulsa da denizin

derinliklerinde başka bir şey onu bekliyordu.

Kitap şeklinde bir yaratıktı bu. Yaprakları suda süzülüyor, kapağı bir

açılıp bir kapanarak ilerliyordu.

Yaratık Vasilis’i fark eder etmez kapaklarını üzerine kapattı ve

boğulana kadar da açmadı.

Page 74: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

74

5

HASTALANARAK…

Başbakan Erdoğan, kurmaylarına elektronik cihazlar tekrar işler hale

gelir gelmez bir “ulusa sesleniş” konuşması yapacağına dair talimat

vermişti. Telefonla haberleşme tamamen ortadan kalktığı için adamlar

mecburen TRT binasına kadar bisikletle gitmişlerdi. Erdoğan ise

başbakanlık konutunda herhangi bir konuda açıklama gelmesini

bekliyordu. Saatlerdir eşi Emine Erdoğan’la beraber endişeli bir bekleyiş

içindeydi. Hesabını veremeyeceği bir şey olduğunu düşünmemesine

rağmen her insan gibi ölümden ve kıyametten dehşet derecesinde

korkuyordu.

Birileriyle iletişim halinde olamamak daha da sinirlendirmişti

başbakanı. İnsanların ne durumda olduğunu, bilim adamlarının konu

hakkında ne düşündüğünü, diğer ülkelerin (özellikle Amerika’nın)

tutumunu ve din bilginlerinin görüşlerini çok merak ediyordu. Bir süre daha

bu şekilde devam ederse olağanüstü bir toplantı düzenlemesi gerekecekti.

Oysa bu toplantıyı düzenlemek bir yana evden dışarı çıkacak hali

bile olmayacaktı.

Hamamböceği büyüklüğünde bir şey belirdi Erdoğan’ın hemen

ayağının dibinde. Fener ışığında fark etmedi bile. Yaratık, başbakanın pahalı

Page 75: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Gökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan Şahin

75

ayakkabısına çıktı, şık pantolonunun paçasından içeri girdi ve kanını eme

eme vücuduna tırmandı.

Erdoğan onu fark ettiğinde boynuna kadar gelmişti. Böcek öyle bir

sıvı salgılıyordu ki dokunduğu noktadaki sinirleri felç ediyor, en ufak bir acı

vermeden içindeki mikrobu da vererek kanını azar azar içiyordu.

Diğer dünyadaki yaratıklardan birini en fazla birkaç gün hasta

edecek mikrop, bu dünya üzerindeki en tehlikeli şey haline gelmişti.

Erdoğan böceği yakasından fırlatır, ayakkabısının topuğuyla ezerken

aniden ateşi fırladı, başı döndü ve yere düştü.

Vücudu kaskatı olmuş, gözleri camlaşmış, kalbi durmuştu. Emine

Erdoğan durumu fark edip panikle kocasının yanına geldiğinde başka bir

böcek sırtına doğru tırmanıyordu.

6

YANARAK…

Yaşlı ve iri adam yatağı gıcırdatarak oturur vaziyete geldi.

Komodindeki masa saati 09.20’yi göstermesine rağmen hava karanlıktı.

Kendisi bir Kuzey Yarımküre ülkesi olan ABD’de yaşadığına, Kuzey

Yarımküre’de şu an yaz mevsimi olduğuna ve güneşin birkaç saat önce

doğmuş olması gerektiğine göre bir tuhaflık vardı.

Page 76: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

76

Beynindeki hayal gücü işçileri saniyeler içinde çalışmaya başladı. Bir

gün güneş hiç doğmasa insanlar ne yaparlardı acaba? Daha önce

düşünülmüş bir konu olmalıydı bu; ama kendi tarzında anlatsa güzel bir

roman çıkar mıydı bundan?

Belki… Sonu da kimsenin beklemeyeceği bir şekilde olurdu. Mesela

güneşin bir günlük gecikmeyle ve insanlar kıyamete artık kesin olarak

inanmışlarken kendi kendine doğmasıyla biterdi kitap.

Birden gerçek hayata döndü ve durumun garipliğinin farkına vardı.

Kol saatine göre gerçekten de dokuz buçuğa geliyordu saat. Peki güneş

neredeydi?

Yataktan kalkarken karısı hafifçe mırıldanarak diğer tarafa döndü.

Adam evinin perdesini açıp gökyüzündeki şeyi görünce ağzı açık kalakaldı.

Korkunun kralı olarak bilinen Stephen King’i bile dehşete

düşürmüştü gökyüzü. Güneş doğmuştu doğmasına ama hiç de olması

gerektiği gibi değildi.

“Tabby kalk,” dedi.

Hafif bir inleme geldi cevap olarak. “Ne oldu?” anlamına geliyordu

bu.

“Kalk ve olanları gözlerinle gör.”

***

“Lanet olsun Steve, yazdıkların başımıza geliyor!” diye haykırdı

Tabitha. Stephen, elinde az önce beş kez ateşlenmiş silahıyla, neden

yaptırdığını bilmediği gizli odadaydı. Tuhaf yaratıklar belirdiği an, buraya

Page 77: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Gökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan Şahin

77

sığınmışlardı. Karanlıktı, küçüktü, havasızdı ama onları korumayı başaracak

gibiydi.

“Bir ‘sis’ eksikti,” diye devam etti karısı.

“Tabby, susar mısın, düşünmeye çalışıyorum!”

“Neyi düşünüyorsun, The Mist’te ne olduysa aynısı oluyor işte.”

“Niye benim suçummuş gibi konuşuyorsun?”

Tabby sustu. Hıçkırarak ağlamaya başladı. Başını kocasının omzuna

koydu.

Kapının hemen dışındaki gürültü ikisini de sıçrattı. Ağzından küfür

çıkmasına engel olamadı Stephen.

“Dışarı bakacağım,” dedi.

“Hayır, sakın yapma.”

“Kapının yanındaki kitaplık devrilmiş olabilir. İçeride hapis kalıp

kalmadığımızı öğrenmem gerek. Sadece kapı açılıyor mu diye bakacağım.”

“Eğer bizde şans olsaydı kapı içeri doğru açılıyor olurdu!”

King, silahını doğrultup kapı kolunu zorladı. Ağız dolusu bir küfür

boşalttı hemen.

İçeride mahsur kalmışlardı. Üstelik burası o kadar güvenliydi ki

başka bir çıkış yoktu.

Endişeleri fazla uzun sürmedi.

Vücut sıcaklığı 7800 santigrat olan üç ayaklı bir yaratık eve adımını

attığı an, ahşap ev tutuştu.

Birkaç dakika sonra iki ünlü yazarın küllerinden başka bir şey

kalmayacaktı.

Page 78: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

78

7

EZİLEREK…

Yaklaşık bir yıldır Amerikan Ulusal Güvenlik Dairesi (NSA) Başkanı

olan John Crawer, o sabaha karşı gizli bir toplantının başkanlığını

yapmaktaydı. Elektromanyetik dalgalarla yeni bir zihin kontrol yönteminin

sonuçları hakkındaydı bu toplantı. Proje başkanı Edward Brown ve diğer

bilim adamları bulgularını NSA’ya sunmaktaydılar. Daha önce SwSw adlı bir

projede çalışmış olan Edward Brown, projenin iptalinden sonra zihin

kontrol (MK) bölümüne atanmıştı. Tesadüf bu ki, NSA başkanı da bir süre

SwSw projesinin başkanlığını yapmıştı.

“Dünyanın herhangi bir yerinde istenilen bir kişinin zihnini kontrol

edebilecek seviyeye ulaşmış bulunuyoruz,” dedi Profesör Brown. 1950’li

yıllardan beri sürdürdüğümüz araştırmalar nihayet kesin sonuca

ulaşmamızı sağladı. Bilindiği gibi daha önce bu konuda epey ilerleme

kaydetmiştik, ama her istenen kişiye uygulayamıyorduk. Herkese çip takma

konusu da bazı sebeplerden dolayı ertelendiği için endişeliydik. Ama artık

herhangi bir fiziksel cihaza ihtiyacımız yok.”

Boğazını temizledi ve perdeye yansıtılmış insan beynini işaret

ederek konuşmaya devam etti.

Page 79: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Gökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan Şahin

79

“İnsan bilinci denilen şeyin bir elektromanyetik alan olduğunu

biliyoruz. Tüm düşünceler elektriksel sinyallerden öte bir şey değil. Uzun

zamandır dışarıdan bir etki ile bu dalgaların içine sızmaya ve düşünceleri

dilediğimiz gibi kontrol etmeye çalışıyoruz. Uydu aracılığıyla ya da deri

altına gömülen çiplerle bu mümkün olsa da kesin ve garantili bir yöntem

sunmuyordu. Şimdi geliştirdiğimiz yöntem ise bu elektromanyetik alan

silsilesine bir seferlik casus dalgalar gönderip, ardından her seferinde

ondan faydalanmak. Yani örneğin bir cep telefonundan tek seferlik

yayabileceğimiz dalgalarla bu virüs dalga’yı beyine enjekte edeceğiz. Ve

ondan sonra kişi ömrü boyunca ne istiyorsak onu yapacak. Örneğin, yeni

üretilecek her ultrason cihazına bu dalgayı gönderecek vericiyi eklersek,

tüm çocuklar daha doğar doğmaz elimizde…”

Bir anda ışıklar söndü, perdeye yansıtılmış görüntü yok oldu. Elektrik

kesintisinin hiç de olağan olmadığı ortamda ani bir panik baş gösterdi.

Korumalar, başta NSA başkanı olmak üzere önemli kişilerin etrafında bir

koruma alanı oluşturdular. Biraz sonra, binadaki tüm güvenlik sistemleri

bozulduğu ve kapılar kapalı kaldığı için mahsur kaldıklarını anlayacaklar,

birkaç saat sonra ise binlerce tonluk sümüğümsü bir yaratığın, binanın

tepesinde aniden belirmesiyle, çöken yapının altında her biri pelteye

dönecekti.

Page 80: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

BÖLÜM BEŞ

SONUN BAŞLANGICI

1

Elif, çaresizce pencereden ıssız yolu seyrediyordu. Hava soğumaya

başladığından, üzerine bir hırka almıştı.

“Annemleri çok merak ediyorum,” dedi.

Koltukta, ellerini dizlerine dayamış, düşünceli düşünceli yerdeki

kilime bakan Murat mırıldanarak cevapladı: “Ben de.”

“Sence sağ kalacak mıyız?”

“O adamın söylediklerine bakacak olursak kalacağız. Ama hiçbir

şeyden emin değilim artık.” Başını kaldırmıştı. Göz göze geldiler Elif’le.

İkisinin de gözleri nemliydi.

“Adam bir mucize,” dedi Elif gözlerini dışarıya çevirirken.

“Düşüncelerle oynuyor resmen.”

“Evet, ama güvenilir mi, bilmiyoruz.”

“Neden güvenmeyelim ki? Zaten öleceğiz. En fazla onun elinde

ölürüz.”

Page 81: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Gökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan Şahin

81

Murat cevap vermedi. Düşünmekten beyni yorulmuştu adeta. Oysa

beyin yorulmaz derlerdi. Şimdi hiçbir şey düşünmemek, hatta mümkünse

gidip yirmi dört saat aralıksız uyumak istiyordu.

Sessiz dakikaların ardından mutfakta büyük bir gürültü koptu.

“Tepsi düştü galiba,” dedi Elif. Sakin konuşmaya çalışmıştı ama sesi

de dizleri gibi titriyordu.

“Ben bir bakayım, sen burada kal,” dedi Murat. Çoktan ayağa

fırlamıştı. Mutfak kapısına vardığında yanına mum almayı unuttuğunu fark

etti. Gerçi pek gerek yoktu. Kızıl alacakaranlığa gözleri çoktan alışmıştı.

Gündüz kadar net olmasa da her şey görülüyordu.

Ve o görünen şeylerin arasında ‘olmaması gereken’ bir şey vardı.

“ELİF KAAÇ!” diye bağırdı tüm gücüyle ve fayansta ayağı kayarak

kendini mutfak dışına attı. Kapıyı arkasından kapayıp hemen kenara

çekilmese çoktan ölmüştü, zira arkadan saldıran şey kapıyı

menteşelerinden söküp diğer duvara yapıştırdı.

Murat donakalmamak için elinden geleni yaptı ama canavara

uzunca bir süre bakmadan edemedi.

Önce hiçbir şeye benzetemedi. Devasa bir ayçiçeği çekirdeğine altı

tane uzun ince bacak konulmuş ve iğrendirici tüyler eklenmişti. Boyu bir

kaplandan küçük değildi.

“Koca bir çekirge,” diye fısıldadı. En çok benzetebildiği şey buydu.

Zaten her an üzerine zıplayacakmış gibi bir hali vardı.

Murat, gözlerini yaratıktan ayırıp oda tarafına baktığında Elif’i

kapıdan kocaman gözlerle bakarken gördü. Kaçmadığı için duyduğu öfke

Page 82: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

82

ve ölüm korkusunun birleşmesiyle iki adımda yanına ulaştı ve dış kapıya

çekti karısını.

Çekirge tek zıplayışta hemen arkalarında belirdi. Murat kapıyı tüm

gücüyle açtı ve karşısında üzerine doğru zıplamakta olan kocaman bir

köpek görmesiyle Elif’i tuttuğu gibi son bir refleksle kenara çekilmesi bir

oldu.

Köpek ve çekirge aynı anda zıpladılar ve birbirlerine girdiler. Köpek,

inanılmaz büyük olan ağzıyla çekirgenin bir bacağını koparıp fırlattı. İki

pençe darbesiyle diğer iki bacak da gitti. Çekirge yere yığılırken köpek

üzerine basıp çıtırtı seslerinin eşliğinde başını koparıp fırlattı.

İki beladan biri gitmişti, ama Murat hiç de kurtulmuş gibi

hissetmiyordu kendini. Köpek işini bitirir bitirmez kendisine dönünce Elif’e

sıkı sıkı sarıldı ve gözlerini yumdu. “Seni seviyorum,” diye fısıldadı karısına,

son sözleri olacağından emin bir şekilde.

2

Flemis Permosi, Acı, Udel Ser Venter, Koray Çağlayan, Mehmet

Dağkılıç ve diğer dört robottan oluşan grup; Acı’nın yazlığının geniş

bahçesindeydiler. Etraflarında çember oluşturmuş beş devasa köpeğin

nefesleri hafif buğular oluşturuyordu.

“İnsanlık yok olacak,” dedi Udel. “Artık kurtuluş yok.”

“Nasıl yani? Savaşmayacak mıyız?” dedi Acı.

Page 83: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Gökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan Şahin

83

“Savaşacağız tabii,” dedi Udel. Aniden kasıldı ve çığlık attı. Üstündeki

gömleği elleriyle parçalayıp attı. Sırtından kanlar boşanıyordu. Bu sahneyi

ilk defa gören Flemis tek kaşını kaldırmış izliyordu. Koray’ın zihninden

bunun bir “Kan Meleği”ne dönüşme merasimi olduğunu öğrenmişti bile.

Kan lekeli beyaz kanatlar tamamen açıldığında, “hepimiz ölene

kadar savaşmaktan vazgeçmeyeceğiz,” diye devam etti. “Ama bu,

yenileceğimiz gerçeğini değiştirmez.”

“Sadece bu siteyi koruyalım,” dedi Flemis. “Bir kale haline getirelim.

Sitedeki birkaç aileyi, vaka sona erene kadar hayatta tutabilirsek yeni bir

insan nesli oluşturabiliriz.”

Herkes birbirine baktı. Galiba tek işe yarar çözüm buydu. Flemis

tepkileri beklemeden devam etti: “Ayköpeklerini sınırları korumak için

kullanabilirim. Tabii önce site içindeki tüm yaratıkları temizlememiz gerek.

Robotların dağılıp tüm evleri kontrol etmesini ve sağ kalmayı başaran kim

varsa bir araya toplamasını öneriyorum.”

“Kabul,” dedi Udel. “Ben hemen gidiyorum. Zaman kaybetmememiz

lazım.” Bu tüm robotlar için emir niteliğindeydi. Dağılacak, yaratıkları yok

edecek, sağ kalanları toplayacaklardı.

“Hepsini buraya getirin,” dedi Flemis. “Ayköpeklerim onları

koruyacaktır. Benim ziyaret etmem gereken başka bir yer var.”

“Biz ne yapalım?” dedi Koray. İki elindeki silahları gösterdi.

“Siz burada kalın,” diye atıldı Acı. “Koray, cesaret gösterisinin zamanı

değil, biliyorsun.”

Koray başını salladı ve silahları indirdi.

Page 84: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

84

Udel uçtu, Acı ve robotlar dört bir yana dağıldı, Koray ve Mehmet

bahçedeki hasır sandalyelere çöktüler, Flemis şapkasını düzeltip geniş ama

yavaş adımlarla dışarı çıktı.

3

[Korkmayın, size bir şey yapmayacak.]

Murat aniden gözlerini açtı. Elif de bunu duymuş olmalıydı ki

şaşkınca kendisine bakıyordu. İkisi birden köpeğe döndüler. Oturmuş, sarı

gözlerle sakin sakin onları izliyordu.

Bir süre kıpırdamaya ikisi de cesaret edemedi. Sonra Murat Elif’e

sarılmış kollarını gevşetti. Elif kocasından ayrılıp üzerindeki hırkayı düzeltti.

“Ne düşünüyorsun?” dedi.

“Galiba gizemli adam hayatımızı kurtardı,” dedi Murat.

[Birazdan yanınızdayım.]

“Buraya geliyormuş.”

“Duydum.”

“Hayatımda bu kadar büyük bir köpek görmemiştim.”

“Bence bir kurt türü bu.”

“Kurtlar bile bu kadar büyük olamaz. Baksana hole zor sığıyor.”

“Ayrıca arka bacakları gereğinden fazla kaslı.”

“Sence kıyamet, şu çekirge tipli yaratıkların insanları yemesiyle mi

olacak?” dedi Murat.

Elif gülümsedi. “Gerçekten de çekirgeye benziyor ha.”

Page 85: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Gökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan Şahin

85

[Çok daha beterleri var.]

“Sen nerden biliyorsun?” dedi Elif. Murat, bunun kendisine

söylenmediğini anlamıştı.

[Şu an yoluma çıkanlardan… Size ulaşmamı güçlendiriyorlar. Sakın

dışarı çıkmaya kalkmayın.]

Zaten öyle bir niyetleri yoktu.

Bir iki dakika sonra melon şapkalı adam kapıda belirdi. Köpeği

okşadı ve kenara çekilmesini sağladı. İlk defa görmüş gibi uzun uzun süzdü

Murat’ı. Bu Murat’ın ne kadar tuhafına gitse de diğer tuhaflıklarının

yanında ufak bir ayrıntı olarak kalabilirdi.

[Murat Bey ve Dize Hanım… A pardon, Elif’i kullanıyordunuz değil

mi? Bence Dize daha güzel ama neyse… Murat Bey ve Elif Hanım, sizi

güvenli bir yere götürmeme izin verin.]

“Güvenli derken?”

[Bu site içinde bir yer. Sağ kalan insanları toplayacağız. Dünya’daki

tüm insanlar yok olurken burası yeni bir Nuh’un Gemisi olacak.]

Bunu bir zafer edasıyla söylemesi Murat’ı korkutmuştu ama tüm

gücüyle bu korkuyu sezdirmemeye çalıştı.

Yeni evli çift, Flemis Permosi ve ayköpeğinin eşliğinde dışarı çıktılar.

Elif yoldaki manzarayı görür görmez bir çığlık attı.

Asfalt leşle kaplanmıştı adeta. Çoğu tuhaf yaratıklar olsa da

evlerinden kaçmaya çalışan insanların parçalanmış, morarmış, yanmış,

solmuş cesetlerini de görebiliyorlardı.

[Hızlı gitmemiz gerekiyor. Lütfen etrafınıza bakmamaya çalışın.]

“Demesi kolay,” diye haykırdı Elif.

Page 86: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

86

[Sizin iyiliğinizi düşünüyorum, lütfen…]

“Tamam, özür dilerim, ben…”

[Düşüncelerinizi anlıyorum, merak etmeyin.]

Eliyle yolu işaret etti. Murat ve Elif el ele yola koyuldular. Elif baştaki

ani şoku ve mide bulantısını yavaş yavaş üzerinden attı. İnsan her şeye

alışıyordu.

4

“Dünyadaki tüm sistemlerin yok olduğuna inanabiliyor musun?”

dedi Mehmet. Dakikalardır ağızlarından çıkan ilk sözcüklerdi bunlar.

“Şu an menzil dışını düşünemiyorum doğrusu,” dedi Koray.

“Bütün siyasi çatışmalar, bütün kavgalar, bütün anlaşmazlıklar

bugün sona erdi. Amerika’nın ‘dünya devleti’ hayali suya düştü. Irak’taki

petrolün hiçbir önemi kalmadı. Türkiye’deki bor minerallerinin de öyle. Ne

ekonomik kriz kaldı, ne ekonomi. Borsa öldü, bütün kâğıt işleri öldü.

Soykırımmış, darbeymiş, Kürt sorunuymuş, Türk sorunuymuş, hepsi

önemini kaybetti.”

“İyi bir şey olmuş gibi konuşuyorsun,” dedi Koray sahte bir

gülümseyişle.

Mehmet onu duymamış gibi devam etti: “Devlet denen şey yok

artık. Bütün sınırlar açık. İşsizlik sona erdi, çünkü iş denen kavram da sona

erdi. Götü kalkık pezevenkler patronluk taslayamaz şu an. Herkesin eşit

Page 87: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Gökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan Şahin

87

olduğu bir durum bu. Çünkü herkes ölüyor. Parayla götlerini silenler de

ölüyor, o para için götünü satanlar da.”

“Şimdi de çok sert gidiyorsun,” dedi Koray.

“Zamanında Hobbes’un, John Locke’ın, Jean Jasques Rousseau’nun

bahsettiği “doğa durumu”ndayız şu anda. Herkes eşit, iktidar yok, mülkiyet

yok, sınıf yok, egemenlik yok, toplum sözleşmesi denen bir şey yok. Bir nevi

mağara hayatı. Demek ki Karl Marx’ın dediği yönetenlerin diğerlerini ezdiği

yönetim biçiminin sona ermesi böyle olacakmış. Ne proletarya

diktatörlüğü, ne sosyalizm, ne komünizmle… Koca bir yaratık istilasıyla.”

“Anlaşıldı, sen iyice uçtun. Felsefenin dibine vurdun be abi.”

“Yapacak başka bir şey mi var oğlum?”

“Valla şu an bir yerden tuhaf bir şeyler çıkacak diye tetikte olmaya

çalışıyorum. Sen…”

“Benim de korunma yöntemim budur belki genç adam. Bazı şeyleri

kafaya takmayacaksın. Öleceksek öleceğiz. Bu kadar basit. Sence bu itler

bizi koruyamaz mı?” Yere uzanmış, hiçbir şeyle ilgili görünmeyen üç

ayköpeğine bakıyordu.

“Bilmiyorum,” dedi Koray. “Onlar koruyamazsa silahlarımız var.”

“Silahlara çok güveniyorsun.”

“Şimdiye kadar bir yamuk yaptıklarını görmedim.”

“Şimdiye kadar doğaüstü bir şeylerle savaştın mı peki?”

“Hepsi özünde aynı,” dedi Koray. “İster insan olsun, ister cehennem

zebanisi, şu silahtan çıkan kurşunu yiyince susarlar.”

“Umarım öyle olur,” dedi Mehmet. Aslında imkânsız şeyleri ummak

gibi bir huyu yoktu.

Page 88: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

88

“Mesela şu köpek. Uzanmış öylece duruyor. İstesem silahı kafasına

doğrultur, buradan kafasını uçururum.” Silahını kaldırmış, yaratığın tam

kafasına nişan almıştı. “Puff,” diye bir ses çıkardı ağzından.

Ayköpeği aniden doğrulunca ikisi de irkildi. Etraflarındaki diğer iki

köpek de önce uzandıkları yerden kalkmış, sonra kaslı bacaklarının

üzerinde insan gibi doğrulmuşlardı. Bu halde üç metreden uzunlardı. Ve

güçlü adımlarla Koray ile Mehmet’e doğru geliyorlardı.

“Ne oluyor lan bunlara?” dedi Koray. İki elindeki tam otomatik

silahları kavradı ve biraz daha yaklaşmalarını bekledi.

“Bunlarda bir tuhaflık var. İndiriyorum,” dedi başkomiser.

“Flemis’in kontrolünden mi çıktılar acaba?” dedi eski maden

mühendisi.

“Bilmiyorum ama hiç dost canlısı görünmüyorlar.”

Karşıdan gelen köpek aniden hırlayıp atılınca Koray’ın elindeki iki

silah ve Mehmet’teki tabanca aynı anda patladı. Koray tüm mermileri ardı

ardına yaratığın kafasına sıktı. Köpek önce bana mısın demedi, ama

mermilerden biri gözüne girince ciyaklamaya benzer bir ses çıkararak

sendeledi ve öne doğru düştü. Son anda çekilmeselerdi yüzlerce kiloluk

ağırlığın altında pestile döneceklerdi.

Köpeğin biri halledilmişti ama diğer ikisi bekleyerek zaman

kaybedecek kadar saf değildi. İki yandan saldırıp pençeleriyle iki adamı

yere yıktılar. Mehmet omuriliğinde dehşet verici bir acı hissetti. Koray’ın

kafatası beyniyle bütünleşmiş gibiydi. Ağrıdan bayılmasına ramak vardı.

Koray elindeki silahları düşürmek gibi bir hata yapmamıştı ama ne

yazık ki şarjörü dolduracak zamanı da olmamıştı. ayköpeğinin çenesi

Page 89: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Gökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan Şahin

89

bacağında kilitlendi. Felç edici bir acı daha duydu. Köpek adamı hızlıca

sürükledi ve bahçenin dışına çıkardı. Nereye gittiğini bile görmeden önce

bayıldı, ardından köpeğin duvara çarpmasıyla beyin sarsıntısından hayatını

kaybetti.

Mehmet Dağkılıç bir bakıma daha şanslıydı. Omuriliği kırılmış,

omurgalarından biri tam kalbinin ortasına batmıştı. Ölmesi birkaç saniyesini

aldı. Köpek tarafından sürüklenirken artık o bedende bir ruh yoktu.

5

Flemis Permosi, Elif ve Murat’la boş sokakta yürümeye devam

ediyordu. Önlerindeki ayköpeği henüz bir düşmana rastlamamıştı. Elif

bunun Flemis’in bir mucizesi mi olduğunu, yoksa yaratıkların mı

tükendiğini bilmiyordu. Bunu zihninden defalarca sormasına rağmen

melon şapkalı adamdan bir yanıt gelmedi. Flemis o kadar monoton ve

sessiz yürüyordu ki orada olduğundan bile bakmadan emin olamıyordu

Elif.

“Düşüncelerimizi almıyor mu?” diye sordu Murat’a.

“Bilmiyorum, transa geçmiş gibi görünüyor,” diye dudak büktü

Murat. Onun da zihni epey meşguldü anlaşılan.

Flemis, sitenin en uç kısmındaki bahçesi epey büyük bir evin önünde

durdurdu onları.

Page 90: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

90

[Burası,] dedi kısaca. Demir bahçe kapısını açtı. Çimleri yeni biçilmiş

bahçe de ev de boş görünüyordu. Şöyle bir etrafına baktı. [Kimse

getirilmemiş,] dedi, [Siz ilk oldunuz.]

“Burada da kan izleri var,” diye inledi Elif. Hasır sandalyelerin hemen

önünden itibaren çizgi şeklinde uzayıp giden izi gösteriyordu.

[Birkaç yaratık öldürdük,] dedi Flemis hemen. [Görünüşleri sizi

rahatsız etmesin diye arka tarafa götürdük.]

“İnsan ölmedi değil mi burada?”

[Hayır hayır, merak etmeyin. Burası sizin için en güvenli yer.]

Etraflarında beliren üç ayköpeğini gösterdi. [İşte muhafızlarınız.]

Elif ne düşüneceğini pek bilmiyordu. Kendisinin kontrolü dışında bir

şeyler oluyordu ve bunun sona ermesini beklemekten başka çaresi yoktu.

Kocasına kenetlendi ve derin bir nefes alırken ondan yayılan ‘saf güven’i

içine çekti.

[Sanırım içeri girmek istersiniz. Dışarısı iyice soğudu.]

Öyle bir şekilde zihinlerine gönderildi ki bu sözler, emirden geri kalır

yanı yoktu. Kilitli olmayan kapıdan itaatkârca içeri girdiler. Flemis arkasını

dönüp geniş bahçeye doğru şöyle bir baktı ve gözlerini kapadı. Bütün

gücüyle konsantre olmaya çalıştı.

6

Kompor Del Grel uzun saçları ve sakalları, iri bedeni ve güçlü

yürüyüşüyle bir Viking savaşçısından farksızdı. Bu küçücük site içinde bile

Page 91: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Gökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan Şahin

91

bu kadar çok yaratıkla karşılaşması dünyanın ne büyük bir felaketin altında

ezildiğini gösteriyordu. Daha yola çıkar çıkmaz gergedan benzeri bir şey,

burnundan dumanlar fışkırtarak üzerine saldırmıştı. Kompor canavarın

boynuzundan tutup arkaya savurmuştu. Tamam etkisiz hale getirilmeleri

kolaydı, ama öyle çoklardı ki sırf İstanbul’dakileri yok etmeye çalışsa bin

sene uğraşması gerekirdi.

Evlerin kapılarını (ufak bir ittirmeyle) tek tek kırarak yaşayan insan

aramaya koyuldu. İlk yedi evde parçalanmış cesetler dışında bir şey yoktu.

Sekizincide tuhaf bir inleme sesi geldi. İnsan sesi olduğundan emin

olamasa da içeri girdi.

Kapının hemen önünde bir ceset vardı. Orta yaşlı bir kadın dışarı

kaçmaya çalışırken karnını delip sırtından çıkan bir ‘şey’ tarafından

öldürülmüştü.

Kadını incelerken o ‘şey’in hedefi olabileceği aklına gelmedi

Kompor’un. Kapının arkasından fırlayan yaratık bir saniye içinde karnına

çarptı. Öyle sert ittirdi ki metal kaburgaları birbirine çarptı. Karnının derisi

ve altındaki kaslar delindi, yaratığın dişleri -ya da her neyse- metal

kaburgalarını da delip geçmeye çalışırken inanılmaz bir gıcırtı çıkardı.

Kompor bu ani darbeyle arkaya savruldu ve açık kapıdan dışarı uçtu.

Göğsünden içeri girmeye çabalayan şeyin kuyruğundan tuttu ve geri

çekti Kompor. Üzerinden kovayla dökülmüş gibi kan aktı. Kaslı karnı ve

göğsü yok olmuş, metalik gri kemikleri ortaya çıkmıştı. Yaratığı sıkarak

öldürdükten sonra diz çöktü. Gözleri kararıyordu.

Page 92: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

92

Bu yara onu uzun bir süre saf dışı bırakacaktı. Belki de yirmi dört

saat kendine gelemeyecekti. Ama hiç sırası değildi ki bunun! Şimdi

bayılmamalıydı. Ona en ihtiyaç duyulduğu sırada bu olmamalıydı.

Başını göğsünden kaldırdığında burnunun dibinde parmak

büyüklüğünde dişler gördü. Hırıldayan şeyin ağzından iri salya damlaları

düşüyordu.

Bu Flemis’in köpeği değil miydi? O zaman neden böyle tehditkâr…

Kompor düşüncelerini tamamlayamadan, köpeğin güçlü çenesi

tarafından kafası koparılmıştı bile. Başı yerde yuvarlanırken gözünün

önünde beliren son görüntü Gron Rey Aroor’un zayıf, beyaz (hatta yarı

şeffaf) ve boş bakan gözleriydi. Köpeğin ilk kurbanı kendisi değildi!

7

Lori Yun Demer ve Eravis Zen Esis, sitenin doğu kanadını kontrol

ediyorlardı. On beş evi kontrol etmiş, tek bir canlı bulamamışlardı. İnsanlar

yerine karşılarına sürekli yeni yaratıklar çıkıyordu. Direk saldıran yaratıklar

kolay avdı ama bir tanesi hiç de öyle olmadı. Sakin sakin duran bir Renault

araba aniden hareket etti ve iki robotun üzerine son hızıyla geldi.

Arabaların çalışmadığını ikisi de ve bu onları daha da savunmasız

kılmıştı. Eravis, güçlü kollarıyla arabayı tamponundan yakalamayı başarmış,

Lori de bir uçan tekmeyle ön camını hedeflemişti. Camın kırılmasını

beklerken yüzey tuhaf bir şekilde içeri gömüldü.

Page 93: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Gökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan Şahin

93

Lori tekrar ayağa kalkarken araba şekil değiştirdi ve sümüğümsü bir

şeye dönüştü. O an bu şeyin ne olduğunu anladılar. Diğer dünyanın

bukalemunuydu bu. Sadece renk değil şekil de değiştirebilen, çok gelişmiş

bir bukalemun.

Bu keşiften sonra yaratığın etkisiz hale getirilmesi iki robot için çok

da zor olmadı. Koray’ın verdiği silahları çıkarıp tüm mermileri üzerine

boşalttılar. Yaratık uzun süre kıvrandıktan sonra kendini koyuverdi ve

kanalizasyon deliğinden aşağı akıp gitti.

Her ne kadar pek umutları kalmasa da aramaya devam etmeleri

gerekiyordu. En az birkaç insan bulmaları lazımdı. Kendini korumayı

başarmış birileri mutlaka olmalıydı.

Evler arasında dolanırken Eravis aniden Lori’yi durdurdu. Diğer

sokakta bir ayköpeğinin Kompor’un başını kopardığına şahit oldular.

İki robot Kompor’a doğru koşmaya başlar başlamaz arkalarından bir

şeyin geldiğini duydular. Asfaltta takır takır ses çıkaran bir şey. Lori arkasına

bakmayı başardığında bunun başka bir ayköpeği olduğunu fark etti. Ayağa

kalkmış, devasa bir şey olmuştu.

Bu arada diğer ayköpeği de işi biten Kompor’u bırakmış, canlı iki

robotu fark etmişti. Eravis, cansız yatan Gron Rey’i görünce büyük bir

tuzağa düştüklerini anladı.

İki yaratığı silahla uzaktan halletmeyi düşündü ama tüm mermilerini

sümük-canavara harcamış, boş silahları da atmışlardı.

Ayköpekleri'nden biri adeta ışınlanır gibi yanı başlarına geldi ve

Eravis’i kolundan tuttuğu gibi yirmi metre ötedeki çöp kutusuna fırlattı.

Page 94: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

94

Zenci robot, kutuya çarptığında karşısındaki gücün ömründe rastlamadığı

kadar büyük olduğunu idrak etmişti.

Onların Türk destanlarındaki yenilmez İt-barak’lar olduğunu

bilmiyordu. Onların hiç yemek yemeden binlerce yıl yaşayan ‘kara

şeytanlar’ olduğunu bilmiyordu. Onların ok-mızrak batmayan, kılıç-silah

tanımayan, milyonlarca yıl önce T-rex’lerle oyuncak gibi oynayan,

efsanelerde ejderleri paspas gibi yere seren, sonsuz kudretin timsali

Ayköpekleri olduğunu bilmiyordu.

İki ayköpeği, iki yenilmez robotu toplam dört saniyede yok etti. Ve

dört ayak üstünde inip diğer hedeflerine yöneldi.

8

Udel, Acı’nın yanına indiğinde kucağında ufak bir kız çocuğu vardı.

“Şans eseri buldum,” dedi. “Kendini çatı katındaki bir sandığa kapatmış.

Annesi babası maalesef…”

“Anladım,” dedi Acı, ağlayan küçük kızı kucağına alırken. Üç

yaşından büyük değildi. “Ben diğerlerine bakmaya gidiyorum. Bence sen

onu korumaya bak. İstersen eve git.”

“Tamam, zaten kimseyi bulamadım ben. Sen çok daha hızlı

davranabilirsin.”

Udel göz kırptı ve kanatlarını açıp havalandı. Acı, soğuktan titreyen

çocuğa sıkıca sarıldı ve evine doğru hızlı adımlarla yola koyuldu. Elindeki

“umut”tu. Umudu korumak zorundaydı.

Page 95: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Gökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan Şahin

95

Eve yaklaşırken pencerede iki gölge gözüne çarptı. Birbirine sarılmış

iki gölge. Gülümsedi. Sağ kalan başka insanlar da vardı demek ki. Bir

camdakilere baktı, bir elindeki bebeğe… Yeni dünyanın ilk ve tek ailesi

olabilirlerdi.

Daha da hızlandırdı adımlarını. Küçük kız durmadan annesini

sayıklamasa her şey çok daha iyi olacaktı.

“Tamam canım, seni eve götürüyorum,” diye teselli etmeye

çalışıyordu Acı onu.

Boştaki eliyle demir bahçe kapısını açtı. Ve onu iki ayköpeği

karşıladı. Acı köpekleri umursamadan geçmeye çalışsa da buna izin

vermiyorlardı. Tam karşısında öfkeyle hırlıyorlardı. Kucağındaki çocuk da

korkuyla canı çıkarcasına bağırıyor, işi daha da zorlaştırıyordu. Flemis

neredeydi? Niye çekmiyordu bunları önünden?

Hâlâ orada olup olmadıklarını görmek için pencereye baktı. Kimse

yoktu, içeri girmiş olmalıydılar. Oysa Flemis içerideyse ona haber

verebilirlerdi.

Tek şansı kalmıştı. “Flemis,” diye bağıracaktı tüm gücüyle. Nefesini

bu amaçla kuvvetli bir şekilde içine çektiği anda köpeklerden biri yan

taraftan sert bir pençe darbesi savurdu. Acı’nın beklediği son şeydi bu.

Kucağında ufacık bir çocuk varken böyle bir hareket çok acımasızca olurdu

çünkü.

Ama olmuştu işte beklenmeyen… Çocuk ellerinden kayıp gitmiş, Acı

müthiş bir kuvvetle sol tarafına savrulmuş, çimlerin üzerinde üst üste

taklalar atıp kanlar içinde kalmıştı. Yuvarlanırken dahi kızı düşünüyor, sırf

onu kurtarmak için bir an önce ayağa kalkması gerektiğini kendine telkin

Page 96: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

96

ediyordu. Bunu yaptı da. Yuvarlanmasını kontrol ettiği anda çevik bir

hareketle ayağa fırladı ve bahçe kapısına tüm gücüyle koştu. Deli gibi baktı

etrafına. Nefes nefese… Nabız nabza… Ama yoktu. Umut ortadan

kaybolmuştu.

Köpekler ağır adımlarla üstüne geliyordu. Ve birinin dişleri kanlıydı.

Durdu ve üzerine kanlı bir topak tükürdü. Parçalanmış bir bebeğin

kalıntılarıydı bu. Kol, bacak, baş, gövde ve elbiseler birbirine girmiş, kanla

yoğrulmuş ve üzerine fırlatılmıştı.

Acı şaşırdı, üzerine çarpıp çimlere düşen topağa sadece bir an baktı,

gözleri büyüdü, biyonik mi mekanik mi olduğundan emin olamadığı kalbi

çaresizlikten deli gibi atar oldu. Olamazdı, küçük masum bir çocuk bu hale

gelemezdi.

Öfke öyle ani geldi ki, başka bir benlik bedenini ele geçirmiş gibi

hissetti. Dişlerini öyle sıktı ki, çelikten yapılsa fark etmezdi yine kırılırdı.

Köpeğin üstüne koştu. Sol eliyle kulağından tuttu ve kendini yukarı

çekti. Ata biner gibi üzerine çullandı. Boynuna sarıldı ve insanüstü gücüyle

sıkmaya başladı. Köpek böğürdü. Onu üzerinden atmak için silkindi. Ama

Acı’nın gücü, yaşadığı acının gücüyle birleşti ve hayatının amacı

düşmemekmiş gibi tutundu köpeğe.

“Flemis!” diye yemin ediyordu aynı anda. “Seni bulduğum yerde

beynini söküp eline vereceğim.”

Köpek öksürdü, nefes borusunu sıkıştıran çelik ellerden bir türlü

kurtulamadı, sendeledi, bahçe duvarlarını yıkıp yola çıktı, arabalardan

birinin üzerine binip paramparça etti, yolun karşısındaki evin bahçesine

girdi, duvarına sürtündü, ama ne yaparsa yapsın kurtulamadı Acı’dan.

Page 97: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Gökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan Şahin

97

Fazla gelişmiş akciğerleri dakikalarca oksijen alamayınca pes etti ve

devasa köpek yere düştü.

Öfkesi dinmekten çok uzak olan Acı, yaratığın sırtından iner inmez

aniden beliren melon şapkalı adamla baş başa kaldı. Flemis, ona tiksinti

dolu gözlerle bakıyordu.

“Bırak beynimi elime vermeyi, ben istemedikçe bir metre yakınıma

gelecek kişi evrenlerin hiçbirinde var olmadı,” dedi. “Arkadaşın da bunu

onaylardı.”

Yan sokaktan hantal hantal gelen ayköpeği ağzıyla bir şey taşıyordu.

Köpek, o şeyi getirdi ve Acı’nın ayaklarının dibine bıraktı. Bembeyaz

kanatlardan ve başsız bir bedenden oluşan şeyi… Udel Ser Venter’in

ölüsünü…

“Tabii yaşasaydı…” diye tısladı Flemis. “Anla artık zavallı robot. Sizin

devriniz geçti. Bu dünya benim. Bu evren benim. Ne sen olacaksın bu

dünyada, ne de başka tek bir insan. Dize’den başka…”

Acı, Flemis’in son sözlerini söylerken bir anlığına gözünü ondan

ayırmasını fırsat bilip üzerine saldırdı. Ama tam boğazını kavrayacağı an

adam ortadan kayboldu. Udel’i getiren ayköpeğiyle baş başaydı şimdi.

9

Flemis Permosi, eve adımını atar atmaz çığlık çığlığa bağıran Elif’in

sesini duydu. Sesin ardından evin halini gördü. Tavanda kocaman bir delik

vardı ve içerisi moloz yığınına dönmüştü.

Page 98: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

98

“Murat,” diye bağırıyordu Elif kendisine doğru gelirken. “Murat’ı

götürdü! Kocaman bir Anka kuşu… Tavanı deldi…”

Gözyaşları yanaklarından yere damlıyordu. Dudakları çaresizlikle

titriyordu. Ama bunların hiçbiri güzelliğini bozamıyordu.

“Merak etme,” dedi Flemis. Zihinden konuşmuyordu. “Onu bulup

getireceğim. Ne pahasına olursa olsun.”

Elif’in narin ellerini tutmuş, elektriklenen zihninin yarattığı zevk

duygusunu dışarı vurmamak için kendini zorlamaktaydı. Tabii bu

dokunuşun bir amacı daha vardı. Elif’e yoğun bir güven duygusu aşılamak.

Nitekim, genç kadın aniden sakinleşti, dudakları titremeyi kesti.

Flemis, kocasını kurtaracaktı, üzülmesine gerek yoktu.

Melon şapkalı adam kadını dışarı çekti. Çatısı yıkılmış bu evde daha

fazla durmak gereksizdi.

Page 99: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

BÖLÜM ALTI

BAŞKA BİR DÜNYANIN

KAHRAMANI

1

Adım Flemis Permosi. Her yönden sınırlanmış, tüm yetenekleri

zincire vurulmuş Homo Sapiens türünün evrimleşmiş haliyim. İnsan ve

hayvan zihinlerini okuyabilir, gelişmemiş zihinler üzerinde hâkimiyet

kurabilir (hayvanlar, canavarlar, bazı zekâ engelliler vs.), görünmez

olabilirim. Ha ayrıca görünen o ki yaşlanmıyorum, dolayısıyla ölümsüzüm.

‘A Evreni’ diye adlandırdığım bir evrende doğdum. Evlatlık gibi bir

şeydim, yani gerçek ailemi tanımıyorum. Bazen rüyalarımda Kuzor diye bir

adam görüyorum. Büyük ihtimalle babam, dedem ya da öyle bir şey. Kuzor

rüyalarımda benim yeteneklerimin aynısına sahip ama her seferinde bir

felaket oluyor ve ölüp gidiyor. Sonra ondan çıkan bir tohum görüyorum,

bana doğru geliyor ve uyanıyorum.

Page 100: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

100

Her zaman melon bir şapka takarım. Başımın üst kısmında kimsede

olmayan tuhaf bir çıkıntı var. Diğer bir deyişle kafatasım yukarı doğru hafif

bombeli. Bunun yeteneklerimi bana veren bir evrim mucizesi olduğunu

düşünsem de birileri görüp farklılığımı anlamasından korkarak melon

şapka takma alışkanlığı geliştirdim. Her ihtimale karşı daima saçımı da

uzatırım. Şapkamı çıkardığım zaman dahi çıkıntı pek belli olmaz bu sayede.

Birkaç yüzyıllık hayatımda sadece bir kez âşık oldum. ‘A Evreni’nde

Dize Demirsoy adlı çok güzel bir kadındı. Birim Sıfır adında bir istihbarat

ekibinde çalışıyordu ve -benim gibi- olağanüstülükleri araştırıyordu. Sahra

Dikeni adlı ayköpeğimin elimden kaçmasıyla başladı her şey. Bir fırtınada

yıkılan çitlerden atlayıp gitmişti akılsız hayvan. Aylar sonra Kocaeli’nde

olduğu haberini aldım. Sürekli masum insanları öldürüyordu. Manyetik

alanla beslendiği için cep telefonu olan adamlara saldırıyordu. Dize bir

tesadüf eseri oradaydı. Sahra Dikeni’nin ağına düşmüş bir çocuğu

kurtarmaya çalışıyordu. Son anda yetiştim ve çocuğu kurtarıp ona teslim

ettim. Ve onu görür görmez kalbim adeta tutuştu.

Dize’yi ikinci kez Sivas’ta gördüm. Bu kez kurtardığım hayat bizzat

onunkiydi. Tuhaf bir adam onunla ilgili olarak uyarmıştı beni. Çok kötü bir

yaratığın Dize’nin peşinde olduğunu söylemiş ve adresini vermişti. Onu

bulduğumda ölmesine ramak kalmıştı. Annesini, babasını, kardeşini, her

şeyini kaybetmişti. Zayıf bir insan olsa o an intihar eder ya da aklını

kaybedip akıl hastanesine düşerdi. Ama değildi. Pek çok şey görmüş,

kuvvetlenmişti. Tabii onu evime götürüp yardım etmem de etkili oldu. Biraz

zihnine dokundum ve zihnine fazla gelen acısını aldım. O gün bana

güvendi, bana âşık oldu. Çok yakınlaştık o gün. Birbirimize ait olduk.

Page 101: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Gökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan Şahin

101

Ama gitmek zorundaydı ve gitti. Ben de peşinden… Hayır hayır, gizli

gizli takip etmedim onu. Ama bana her zaman ulaşabileceği bir mesafede

durdum. Başı belaya girerse her an yardım edebilirdim. Ettim de…

Yapılan büyük hatalar ‘A Evreni’ndeki dünyanın sonunu getirmek

üzereydi. Bir iyiler-kötüler savaşı çıkmıştı. Ben de Dize’nin yanında iyiler

safında yerimi aldım tabii. Ve kendi dünyamı kurtarmanın onurunu

yaşadım. Yedi milyar insan benim sayemde hayattalar.

Bunun karşılığında yedi milyar insan canı almaya hakkım olduğunu

düşünüyorum. Üstelik çok kutsal bir amaç için. Aşk için…

2

Evet, adım Flemis Permosi. Koca bir gezegeni kurtaran ama sevdiği

kızı kurtaramayan adamım ben. Elimden gelenden bile fazlasını yaptım

ama başaramadım. Önümüzdeki tüm engeller kalkmışken onu kaybettim.

Ve bir mecnun oldum. Ölüm bile alamadı onu benden. Aşırı gelişmiş

zihnim sürekli Dize’yi karşıma çıkarıp durdu. Artık hayattan en ufak bir keyif

almıyordum. İnsanlara iyilik yapmak gibi bir amacım zaten yoktu. Bir

ayyaştan farkım kalmamıştı. Bedenim yaşlanmasa da bir milyon

yaşındaymışım gibi hissediyordum. Kendimi gizlemek konusunda bile

dikkatsiz davranıyordum. Görünmez olup tuhaf işlere kalkışıyor,

Ayköpeklerimi gıcık olduğum adamları öldürmeye gönderiyordum.

Durumum vahimdi. Gerçekten vahim.

Page 102: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

102

Bir gün paralel evrenler meselesini öğrendim. Ve gizli kalmış bir

yeteneğimi daha keşfettim. Evrenler arası seyahat edebiliyordum.

Gezdim ve gezdikçe Dize’yi defalarca buldum. Hiçbiri beni tanımadı,

hiçbiri beni istemedi. Benim istediğim Dize’den bir kırıntı bile yoktu

onlarda. Ta ki ‘X evreni’ dediğim yere, yani buraya ayak basana kadar. Dize,

yine beni tanımayacaktı, yine soğuk davranacaktı, yine benim sevdiğim

Dize olmayacaktı ama bunların hepsi için, her şeye baştan başlamak için,

tekrar doğmam için, yeniden gençleşmem için, kısaca aşkımız için müthiş

bir fırsat vardı. Bu evren kozmik bir kaza sonucu milyonlarca yıl önce ikiye

bölünmüştü. Karanlık bir cep vardı bu evrende. Ve aradaki engel o kadar

zayıflamıştı ki yırtılması an meselesiydi. Bunu biliyordum, çünkü kendimi

aynı anda iki evrende gibi hissediyordum. Zihnimin ufak bir kısmı diğer

tarafın etkisi altındaydı. Ve orası inanılmaz korkunçtu. İki evrenin

birleşmesinin neye yol açacağını daha en başından anlamıştım. İşte fırsat

da burada doğuyordu.

Tüm insanlar ölecekti ve ben Dize’m ile yalnız kalacaktım. Üstelik

kendimi tekrar bir kahraman gibi tanıtabilecek, onu kendime tekrar âşık

edebilecektim.

Görünürde önümde hiçbir engel yoktu, sadece insanlığın ortak

bilinçaltındaki bir bilgi kırıntısı dışında.

İki evren bir süreliğine birleştiğinde, yani Kara Güneş Vakası

yaşandığında, koruyucu bir şeyler de ortaya çıkıyordu. Ve yaratıkları def

edip insanlığı kurtarıyorlardı. Bunun gizli bir örgüt olduğunu tahmin

ediyordum. Bu yüzden de pek fazla korkmuyordum. Bütün yaratıklar benim

Page 103: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Gökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan Şahin

103

emrimdeydi ve onları rahatlıkla yok edebilirdim. Ne kadar güçlü olurlarsa

olsunlar…

Robotlara, diğer evrenden gelen yaratıkları kontrol edemediğimi

söyledim. Yalandı. Onlar da diğer tüm zihinler gibi benimdi. Verdiğim

emirlerle kendilerinde olmayan zekâ ve kurnazlığı ben tamamladım.

Sitedeki herkesi ve zihnimin ulaşabildiği tüm noktalardaki insanları daha ilk

dakikada yok ettim. Ayköpeklerim sadece görünürde savaşıyorlardı onlarla.

Oyunumun devamı için gerekliydi bu. Tıpkı bir çocuğun, sahip olduğu

oyuncakları öylesine dövüştürmesi gibi…

İnsanları koruyan şeylerin, robotlar olduğunu öğrendiğimde az

kalsın kahkahalar atacaktım. Yalnızca bir avuçlardı ve ne yapacaklarını bile

bilmiyorlardı. Belki zihinlerine dokunamıyordum ama onları yenmemin çok

basit bir yolu vardı: Hepsini birbirinden ayırmak.

Dağıldılar ve sağ insan aramaya koyuldular. Ben de tek tek hakladım

hepsini. Tabii bu arada Dize ile Murat denen piçi korumaya almıştım. Hiçbir

şey görmeyecek, benim amacımı anlayamayacaklardı.

Ben dışarıdayken Anka kuşuna benzer bir yaratık tamamen planlı

olarak Murat’ı aldı ve yüzlerce metre yükseklikten beton zemine bıraktı.

Oluşan kan gölünü yaratığın gözlerinden bizzat gördüm. Sonra bir

ayköpeği Murat’ı ağzına alıp siteye geri getirdi.

Ayköpeği Murat’ı şefkatle Dize’nin önüne bırakırken aşkımın hemen

yanındaydım. Hüngür hüngür ağlarken bana sarıldı. Ona, kocasını

kurtarmak için elimden geleni yaptığımı söyledim ve ben de ağladım.

Dize’ye tekrar sarılabildiğim için ağladım, kokusunu tekrar içime

Page 104: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

104

çekebildiğim için ağladım. Onu çok sevdiğim için ağladım. Onu çok

sevdiğim için…

Ve zihnine dokundum. Tıpkı, A Evreni’nde annesi ve babasının

ölümünü çabuk atlatması için dokunduğum gibi… Tıpkı bana âşık olması

için dokunduğum gibi…

Bana tekrar güvendi, beni tekrar sevmeye başladı. Zihninden

okuyordum bunu. Güvendiği tek insan yok olmuştu ve benden başka

kimsesi kalmamıştı.

Onu çok seviyordum.

Dünya bizimdi.

Koca bir dünyada tek başımızaydık artık.

Tüm âşıkların istediği gibi.

3

Güneş doğmuyordu ama her şey düzeliyordu. Ayköpekleri, sitedeki

tüm cesetleri uzaklaştırdı. Tek bir yaratığın bile içeri girmesine izin

vermedim. Dize’ye tamamen güvenli bir kale yarattım. Kendi evinde de

kalmak istemedi, Acı’nın evinde de. Bunun üzerine o yaz kimsenin

kiralamadığı, tamamen temiz bir eve yerleştirdim onu.

Sırf onun merakını tatmin etmek için her gün site dışına çıkıyor,

dışarıda bir değişiklik olup olmadığına bakıyordum. Birilerinin hayatta olup

olmadığını çok merak ediyordu çünkü. Annesini ve babasını çok merak

ediyordu.

Page 105: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Gökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan Şahin

105

“Kimse yok,” diyordum ona. “Herkes ölmüş. Bizim dışımızda kimse

kalmamış. Tüm İstanbul’u gezdim, tek bir canlı insana rastlamadım. Her yer

ceset dolu. Her yer berbat kokuyor. Havada tek bir uçak, tek bir balon, tek

bir uçurtma yok.”

Sürekli tekrarlıyor, dünyada bizden başka kimse kalmadığına dair

telkinler veriyordum. Sonunda buna yani gerçeğe inandı ve tamamen

teslim oldu. Dünyanın kaderi bizdik. Yeni Âdem ve Havva bizdik.

Sonunda insan evriminin son aşaması gelmişti. Çocuklarımız özel

güçlere sahip olacaklardı. Onların çocukları da öyle. Homo Sapiens’in yerini

benim soyum alacaktı. Binlerce yıl sonra dünya bizim torunlarımızla dolup

taşacak, eskisinden çok daha iyi bir yer olacaktı.

Şimdilik ortalık karanlıktı ama cep tekrar kapanıyordu. Kısa bir süre

sonra güneş tekrar doğacak, güneşle beraber beni de tekrar hayata

döndürmüş olacaktı.

Burası benim evrenimdi, öyle kalacaktı. Bu fikir o kadar güçlüydü ki,

kendimi yenilmez hissediyordum. Ta ki Rugor karşıma çıkana kadar…

Page 106: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

BÖLÜM YEDİ

BİLGE SAVAŞÇI

1

Benim adım Acı. Kanlar içinde doğdum, kanlar içinde öldüm, kanlar

içinde dirildim. 2004’te Haliç sularında doğdum, Komiser Koray Çağlayan’ın

beni bulmasıyla hayata sarıldım, Zehir Haluk’u yakalarken kim olduğumu,

Udel Ser Venter’le dövüşürken geçmişimi öğrendim ve Alacakaranlık

Efendisi Flemis Permosi tarafından öldürüldüm.

2

Ayköpeği o kadar güçlüydü ki karşı koymama olanak yoktu. Bir

tanesini boğarken tüm enerjimi harcamıştım. Diğeri kaslı çenesiyle

boynuma yapışana kadar kılımı kıpırdatamadım. Ondan sonra da yapacak

Page 107: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Gökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan Şahin

107

bir şey yoktu. Bedenimden ayrılan başım, ezeli dostum Udel’inki ile karşı

karşıya kaldı. Gözlerim karardı ve hayatım sona erdi.

Uyandığımda ilk düşüncem “robot cehenneminde olmalıyım,” idi.

Bulunduğum ortam bu düşünceye o kadar müsaitti ki.

Gri rengin hâkim olduğu, hayatımda görmediğim çeşit çeşit

makineyle dolup taşmış kocaman bir odadaydım. Ayakta duruyordum ama

kıpırdayamıyordum. Bedenim kablolar, kemerler ve kelepçelerle sıkı sıkıya

tutturulmuştu. Başımı eğmeye çalıştım ama boynumu kaplayan kalın metal

çember buna izin vermedi. Kendi bedenimin hiçbir noktasını göremesem

de uzuvlarımın varlığını hissediyordum.

“Uyandın mı?” dedi hırıltılı bir ses. Başımı sesin geldiği tarafa yani

soluma çevirmeye çalıştım ama boynumdaki metal onu da engelliyordu.

“Nerdeyim ben?”

“Merak etme, gizem yapacak değilim. Her şeyi kısa, öz ve hızlıca

anlatıp görevine dönmeni sağlayacağım.”

Karşımda aksakallı, siyahî, yaşlı bir adam belirdi. Kapkara gözleri

elektrikli bir canlılıkla parlıyordu.

“Burada herhangi bir komplo yok,” dedi. “Burada yalana yer yok.”

Türkçe konuşmak adama pek yakışmıyordu. Kötü bir dublaj gibi

geliyordu bana.

“Anlat o zaman,” dedim. “Neden bağlıyım burada?”

“Bu senin iyiliğin için.”

“Yalanlar başlıyor olmasın?” dedim.

Page 108: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

108

“Vücudunda nanorobotlar geziyor şu anda. Hasar gören tüm

sistemlerini onarmaya çalışıyorlar. Birkaç saattir buradasın ve şimdiden

bilincini kazandın. Tahminimden bile hızlı iyileşiyorsun.”

Adama teknolojiyle ilgili kelimeler kullanmak da yakışmıyordu.

Fantastik bir diyarda yaşayıp arada sırada abuk sabuk laflarla kafa karıştıran

bilge görünüşlü yaşlı bir adam tipi vardı onda.

“İyileşince ne yapacaksın bana? Ya da yapacaksınız?”

“Tek kişiyim burada. Adım Anakan. Bilmiyorum duydun mu adımı…”

Başımı iki yana sallamaya çalıştım, beceremeyince ağzımı açtım:

“Hayır duymadım.”

“Neyse boş ver, belki Anakan destanını duymuşsundur diye

düşündüm. Adım orada sıkça geçer.”

“Bir destanda adı geçecek kadar yaşlı görünmüyorsun.”

Güldü. “Düşündüğünden çok yaşlıyım.”

“Flemis gibi iki yüz küsur yaşında mısın yoksa?” dedim.

“Yedi buçuk milyon yaşındayım.”

Ben yedi milyon yüz elli iki bin yaşında olduğuma göre ona “abi”

demem gerekiyordu demek ki.

“Demek sen de robotsun,” dedim.

“Hayır, değilim. Tüm vücudum organik. Sıradan insandan hiçbir

farkım yok. Şaşkınlık evresi bittiyse konuşmaya başlayabilir miyim?”

“Elbette.”

“Adım Anakan. Zamanında Bilge Anakan ya da Bilge Savaşçı

derlerdi. Gençtik tabii o zaman.” Sırıttı ve devam etti: “Birkaç tür insan

ırkının var olduğu zamanlarda doğdum. Devlet denen bir şey yoktu. Herkes

Page 109: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Gökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan Şahin

109

kendi için yaşıyordu. Sahiplendiğimiz yerlerde ömür boyu yaşayıp

gidiyorduk. Mağara adamı olduğumuzu düşünüyorsun biliyorum ama öyle

değildik. Aslında şimdiki teknolojiye göre çok daha gelişmiştik. Çünkü bizi

gelişmeye zorlayan çok büyük bir savaş yaşanıyordu dünyada. Dört insan

türü egemen olmak için birbiriyle savaşıyordu. Her biri diğerini katletmek

için yeni silahlar icat ediyordu. İnsansız bombardıman uçakları bile icat

edilmişti. Ama kimsenin aklına insan yerine savaşabilecek bir şey üretmek

gelmemişti.

“Ben de babamın mesleği olan silah geliştirme işinde çalışmaya

başladım. Irkımızı savunmak gibi kutsal bir görevim vardı ve bu işi çok iyi

yapıyordum. Sonra bir gün müthiş yeteneğimi keşfettim. O an yaşanmakta

olan herhangi bir şeyi zihnimde görebiliyordum. Dünyanın diğer yerlerinde

kimin ne yaptığını tıpkı bir astral seyahat yapar gibi izleyebiliyordum. Sırf

bu özelliğim sayesinde düşmanın nereden ne zaman saldıracağını anlar

oldum. Askerlerimiz bu sayede tüm hamleleri önceden tahmin edebildi.

“Zamanla bunu geliştirip aynı anda farklı yerlerde olanları da

görebilmeye başladım. Önce iki farklı şey, sonra üç, sonra on, sonra yüz,

sonra milyon ve en sonunda dünya üzerinde yaşanan her şeyi aynı anda

görebilecek düzeye geldim. Bu özellik sana şu an anlamsız geliyor, çünkü

yaşamadan açıklamanın imkânı yok.

“Artık yeteneğimin en üst düzeyine geldiğimi düşünürken, geleceği

de görebildiğimi fark ettim. Bunu anlamam uzun sürdü ama çeşitli

denemelerle artık zaman sınırını aşabildiğime emin oldum. Peki ne kadar

geleceğe gidebilecektim? Bir gün sonrayı denedim, başardım. Sonra bir

hafta, sonra bir ay, sonra bir yıl, bir asır, bir milenyum ve bir milyon yıl. En

Page 110: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

110

son bugünü görebildim işte. Tam yedi milyon yıl sonrasını. Alacakaranlık

Efendileri’ni gördüm, Flemis Permosi’yi gördüm. Ama ondan sonrası yoktu.

Başka zaman dilimlerinde de güneşin karardığını görüyordum ama bu

seferki nedense son oluyordu.

“Sonra yaşadım ve yaşadıkça gördüğüm her şey gerçekleşti. Yedi

milyon yıl sonra bile olsa bu sonu durdurmam gerektiğini düşündüm ve

geleceğe müdahale edip edemeyeceğime baktım. Evet, edebilirdim.

“Bir koruyucular ordusu kurdum. Kırk bir bin kişilik bir robot ordusu.

Robotları diğer ırklara karşı kullanan ilk insan da bendim, Homo Sapiens

dışındaki üç türün fosillerinin bile yok olmasını sağlayan da…

“Sizi ürettikten sonra bir kez daha baktım geleceğe. Yedi milyon yıl

sonrasında yine kesiliyordu ama bu kez farklı olarak sen vardın. Ürettiğim

ilk robottun ve sona kalan da sen oluyordun. Burayı gördüm, burada

boynun kesik halde durduğunu gördüm. Ve ben sana bunları

anlatıyordum. Sana dünyayı kurtarma görevi veriyordum. Ve görüntü

bitiyordu.

“Ne yaparsam yapayım daha ilerisini göremeyeceğimi anladım o

anda. Ama sen vardın ve sen tek umuttun. Ben de o gün orada olmalıydım.

İşte bugün buradayım ve gelecek yine gördüğüm gibi oldu.

“Bundan sonrasını hâlâ göremiyorum. Artık benim görevim bitti.

Gelmiş geçmiş en büyük kâhinliğim bugün sona eriyor. Sen burada

iyileşecek ve gideceksin. Dünyayı kurtarmaya.

“Son bir şey…”

Birkaç dakikalığına görüş açımdan çıktı ve kocaman bir kılıçla geri

döndü. Açık mavi kabzasında irice bir kuş motifi vardı. Kısa bir bakışla

Page 111: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Gökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan Şahin

111

bunun Kuğu olduğunu anladım. Yaşlı adam devasa kılıcı zar zor taşıyordu.b

Dudaklarımdan, “Kuğu Kılıcı,” sözcükleri döküldü.

Yaşlı adam biraz şaşırarak, daha çok memnuniyetle baktı ve

onayladı. “Evet, Kuğu Kılıcı… Milyonlarca yıl önce senin için yaptım. Dünyayı

kurtarmanı sağlayacak şey bu. Son tehlikeyi bununla yok edeceksin. Tüm

varlığımla inanıyorum buna. Gelecek şu an yok. Onu sen yaratacaksın… Her

neyse… Şimdi seni yalnız bırakıyorum. Hazır olduğunda kendi kendine

kurtulacaksın zincirlerinden. Sonsuzlukta görüşmek dileğiyle…”

“Dur,” dedim, “daha cevaplanmamış sorular var.”

Durdu. “Bence yok,” dedi. “Söyleyeceğim hiçbir şey kalmadı. Hiçbir

sır kalmadı.”

Ve gitti.

3

Uyudum.

4

Gözlerimi açtığımda bir gün mü yoksa bir asır mı geçtiğini

bilmiyordum. Tüm zaman algım yok olmuştu. En azından bulunduğum

Page 112: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

112

durum ve karşımdaki manzara hiç değişmemişti. Gri, karmaşık,

laboratuarımsı bir odada, her yerim bağlı şekilde ayakta duruyordum.

Başımı oynatmaya çalıştım. Boynumdaki demir hâlâ oradaydı, ama o

kadar güçlü sıkmıyordu sanki. Ellerimi kıpırdattım. Bileklerim bağlıydı ama

tek hareketle iplik koparır gibi söküp attım. Serbest kalan ellerimle hemen

boynumdaki plakayı çıkardım. Sonra ağırlığımı öne verdim ve çıplak

bedenimi saran tüm bağlantılar tek tek koptu. Duvardan ayrılırken sırtımın

her noktasına hançer saplanıyormuş gibi bir acı duydum. Aslında bir şey

saplanmıyor, tam tersi saplanmış binlerce iğne sırt derimden çıkıyordu.

Arkamı döndüğümde, sırtımdan süzülen kanları umursamama

çalışarak, o Hint fakirlerinin yatağına benzeyen plakaya baktım. Buraya

getirildiğimden beri sırtıma saplı haldeki bir santimetre kadar

uzunluğundaki iğneler gri gri ışıldıyordu.

Elimi sırtıma değdirme dürtüme karşı koymaya çalışarak, buradan

nasıl çıkabileceğimi kestirmeye çalıştım. Odanın iki yanında karşılıklı iki kapı

vardı. İkisinin de üzerinde A4 boyutunda kâğıtlara yazılmış notlar asılıydı.

Birinde “Duş”, diğerinde “Çıkış” yazıyordu.

Gülümsedim. Anakan, ne istediğimi çok iyi biliyordu. Duş yazılı

kapıya doğru yürüdüm. Kendimi uykumu alamamış gibi hissediyordum

ama duş ona da iyi gelecekti. Sonra dışarı çıkıp…

Dışarı çıkıp dünyayı kurtaracaktım. Bu düşünce, hem kalp atışlarımı

hem de adımlarımı hızlandırdı. Flemis dışarıda bir yerde beni bekliyordu,

yani ölümü, yani cehennemi… Onu bekletmek bana yakışmazdı.

Page 113: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Gökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan Şahin

113

Kapıyı açtım ve fayans kaplı banyoya girdim. Kapının arkasındaki

askıda bir havlu ve giyecekler asılıydı. Bir sorun daha çözülmüş oluyordu

böylece.

Lavabonun üzerindeki aynaya umursamadan duş bölmesine

gidecektim ki ayaklarım adeta yere çivilendi. Bir tuhaflık vardı.

Aynadaki ben değildim!

5

Artık saçlarım vardı! Yüzüm estetik ameliyatla adam edilmiş halde

değil, gayet düzgün, pırıl pırıl, sert görünüşlü ve yakışıklıydı. Ellerimi

kendimi ikna etmek istercesine saçlarımda ve yüzümde gezdirdim

dakikalarca.

Kafamın koptuğunu hatırlıyordum ama boynumda en ufak bir dikiş

izi yoktu. Vücudum eskisi gibiydi, hatta çok daha formda göründü gözüme.

Sırtımdaki iğne izleri de iyileşmişti. Tabii deliklerden sızan kan duruyordu.

O da birazdan duş alırken geçip gidecekti. Sonra da yeni giysilerimi giyip,

yeni yüzümle dünyaya dönecektim.

Bunları düşünürken, aynanın önünde bir not olduğunu gördüm.

İkiye katlanmış ve aynanın çerçevesine sıkıştırılmıştı. Şöyle yazıyordu:

“Yeni yüzünü beğendiğini umuyorum. Düşmanı şaşırtman ve

dostunu daha kolay bulman için değişim şarttı. Bu arada içindeki

nanorobotlar halen kanında dolaşıyor. Bir süre, eskisinden daha çabuk

Page 114: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

114

iyileşmeni sağlayacaklar. Ama ömürleri çok uzun değil. İşerken bir acı

duyarsan, artık yoklar demektir.”

Anakan’ı sevmiştim. Her gerektiğinde, yeterli bilgiyi açık ve net

şekilde veriyordu. Ne az, ne fazla.

Duş aldım, giyindim, bana bıraktığı görkemli kılıcı duvarda asılı

olduğu yerden aldım, kınını omzuma geçirdim ve “çıkış” yazılı kapıdan

çıktım.

Dışarıdaki manzara, görmeyi tahmin edebileceğim son şeyi

sunuyordu: Bir metro istasyonu. Işığın nereden geldiği belli olmasa da

aydınlık, hiçbir girişi, çıkışı, yürüyen merdiveni, durak tabelası olmayan; ray

yerine uzanıp giden tek bir siyah çubuğun olduğu, oldukça tuhaf, tuhaf

olduğu kadar ıssız, sessiz ve hatta ürkütücü bir yerdi burası.

Trenin gelmesini beklememe lüzum yoktu, çünkü görünüşe göre o

beni bekliyordu. Rayların üzerinde minibüs büyüklüğünde bir araçtı, tren

dediğim. İki tarafından iyice kısalana kadar açılmış bir kurşun kaleme

benziyordu şekli. Önüne ve arkasına iki koni eklenmiş birkaç metre

uzunluğunda bir silindirdi işte. Penceresi falan yoktu ama silindirin bana

dönük tarafında yuvarlak bir giriş yeri vardı, içeride de iki kişilik gri bir

koltuk.

“Ne oluyor lan!” dememe kalmadan ayağımın dibinde bir kâğıt daha

gördüm. Elime aldım ve Anakan’ın o akıcı, hatta hipnotize edici el yazısını

okumaya koyuldum.

“Bunun adı Doreon. Sizin dünyanızın metro araçlarından pek farkı

yok. İkisinin de amacı aynı: bir yerden bir yere ulaşımı sağlamak. İkisi de

Page 115: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Gökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan Şahin

115

yerin altında gidiyor. Tabii bu biraz daha derinde, o ayrı. Şimdi Doreon’a

binecek ve kendini rahat bırakacaksın. O ne yapacağını biliyor.”

6

Ben bu kadar rahat bir ulaşım aracını ne görmüş, ne duymuştum.

Yerime oturdum ve aracın altımda inanılmaz bir hızda ve inanılmaz bir

sarsılmazlıkla hareket etmesini izledim. Dışarıdan pencere yok demiştim,

ama içerideyken her yer pencere gibiydi. Taban hariç tüm açılar cam bile

yokmuşçasına net görünüyordu. On beş yirmi dakika diye tahmin ettiğim

bir süre boyunca yolculuk ettikten sonra Anakan’ın Doreon dediği araç

durdu. Şeffaf duvarlar grileşti ve yan tarafta yuvarlak kapı açıldı. Diğerinin

kopyası olan bir istasyona ayak bastım. İşlemelerle dolu duvarları birkaç

saniye hayranlıkla inceledikten sonra (önceki istasyonda onları fark

etmemiştim bile) Anakan’dan bir not bulmak amacıyla yere indirdim

gözlerimi.

Anakan yine şaşırtmadı beni. Aynı el yazısıyla bir not daha vardı.

“Şimdi yeryüzüne doğru uzunca bir yol yürüyeceksin. Tünelin

içindeki meşalelerden birini al ve onun ışığında ilerle. Yukarıda ne

yapacağın sana kalmış.”

Notu katlayıp pantolonumun cebine koydum ve tam karşımdaki

tünele ilerledim. Elime aldığım meşaleyle beklediğimden bile uzun sürecek

bir yolculuğa ilk adımımı attım.

Page 116: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

116

7

Uzun, sıkıcı ve hareketsiz yolculuk boyunca, düşüncelerimden yeni

bir duygu türedi: Öfke. Ben dâhil tüm robotları yok eden, muhtemelen

Koray ve Mehmet’i de diğer insanlar gibi öldüren, amacının ne olduğunu

bile kestiremediğim Flemis Permosi’ye duyduğum keskin öfke.

Bize yardım etmek için geldiğini söylemişti güya. Udel zihnine

dokunmuş ve yalan söylediğine dair bir belirti bulamamıştı. Ona hepimiz

güvenmiştik. Akdağ Sitesi’ni kale haline getirecek ve insan neslinin devamını

o kalenin içinde sağlayacaktık. Peki neden böyle bir şey yaptı Flemis? Baştan

beri planı bizi, dolayısıyla tüm insanlığı yok etmek miydi? Öyleyse Udel

neden anlayamamıştı bunu? Kendi zihninin okunmasını da engelleyebiliyor

muydu yoksa? En mantıklı açıklama buydu. Görmemizi istediği şeyleri

Udel’in öğrenmesine izin vermiş, gerisini saklamıştı.

Diğer ihtimal peki? Sonradan herkesi öldürmeye karar vermiş olma

ihtimali… Neden böyle bir şey yapsın ki? Hayır hayır, böyle bir ihtimal

olamaz. Baştan beri bizi kandırıyordu. Ama bunun nedenini öğreneceğim.

Ne pahasına olursa olsun. Sonra da kellesini uçurup o efendisi olduğu

alacakaranlık yaratıklarına yedireceğim.

Flemis ortadan kalkınca, Anakan’ın bahsettiği dostu, yani kalan son

insanı (veya insanları) bulacağım. Onu korumak için elimden ne geliyorsa

yapacağım. Nanorobotlar gidene kadar öldürebildiğim kadar yaratığı

Page 117: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Gökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan Şahin

117

öldüreceğim. Kara Güneş Vakası bitene, tüm yaratıklar cehennemin dibine

gidene kadar insanlığı ben koruyacağım.

8

Nanorobotlar, çabuk iyileştirmekle kalmıyor, en ufak bir yorgunluk

hissetmememi sağlıyorlardı. Belki saatlerce yürüdüm ama bedenim en ufak

bir şikâyette bulunmadı. Sonunda, sürekli olarak hafif bir eğimle tırmanan

tünel bittiğinde karşıma dimdik yukarı uzanan taş merdivenler çıktı. Tıpkı

bir yangın merdiveni gibi döne döne yükseliyordu ve geçiş yeri epey

daralmıştı. Klostrofobi sorunum olmadığı halde (hiçbir robotta yoktur

herhalde) kendimi kapana kısılmış gibi hissediyordum.

Basamaklar öyle uzadı ki, kendimi sonsuz uzunlukta bir kulenin

tepesine ulaşmaya çalışan bir silahşor gibi hayal etmekten alıkoyamadım.

Kulenin en tepesindeki sırra ulaşmak hayatımın amacıymış gibi.

Orada bir sır yerine bir kapak buldum. Merdivenlerin sonunda yukarı

doğru açılan taş bir kapak beni bekliyordu. Ağırdı, hem de çok ağır. Değil

normal bir insan, formsuz bir robotun bile kaldıramayacağı kadar ağırdı.

Büyük ihtimalle tonlarca ağırlığında bir kaya tarafından kapatılmıştı

merdivenler. İnsanlardan ve dolayısıyla yaratıklardan ölümüne gizlenmişti.

Anakan’ın bu kapağı nasıl açtığını merak ederek tüm gücümle ittirdim.

Boynumdaki ve şakaklarımdaki damarlar patlayacak gibi oldu, ama

sonunda birkaç santim kıpırdadı. Bir basamak çıktım ve biraz daha ittirdim.

Page 118: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

118

Gözlerim bile yerinden çıkacak gibiydi. Nasıl bir ağırlıkla karşı karşıyaydım

böyle!

Bir basamak daha…

Birkaç santim daha…

Bir basamak daha…

Birkaç santim daha…

Ve sonunda dışarıdaydım. Önce bir temiz hava dalgası geldi, hemen

üstüne boğucu bir toz bulutu. Kaldırdığım şeyin etrafından bir şeyler

dökülüyordu. Tepemdeki ağır şeyi bırakmadan kendimi koca deliğin dışına

attım.

Hâlâ kızıl bir alacakaranlık vardı gökyüzünde. Ne kadar zaman

geçmişti bilmiyordum ama Kara Güneş Vakası en ufak bir zayıflama

göstermemişti. Ayrıca inanılmaz kötü bir koku yayılmıştı. İnsan leşinin uzun

süre beklemesi sonucu oluşturduğu dayanılmaz koku…

Eğer burun denen organın, her türlü kötü kokuya kısa bir süre içinde

alışma huyu olmasaydı tünelden geri dönebilirdim.

Bu arada etraf tanıdık gibiydi. Üstümdeki ağır şeyi fırlatmak

üzereyken nerede olduğumun farkına vardım: Çemberlitaş.

Birkaç metre ötemde Çemberlitaş Tramvay Durağı terk edilmiş halde

duruyordu. Diğer tarafımda birkaç güvercinin hâlâ yiyecek aradığı küçük

meydan vardı… Hayır, hayır, bunlar güvercin değil, başı olmayan tuhaf bir

kuş türüydü. Eskiden burada beslenen güvercinlerin yerini almışlardı

anlaşılan. Meydanın ötesinde de arabaların kış uykusuna yattığı otopark

görünüyordu.

Page 119: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Gökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan Şahin

119

Dışarı çıkmak için kaldırdığım şeyin ne olduğunu idrak etmem bir

soğuk duş etkisi yarattı. O an sırtımda koca Çemberlitaş’ı taşıyordum.

Bunun düşüncelerimde dile gelmesi büyüyü bozmuşçasına dengemi bir an

yitirdim ve binlerce yıllık sütun, otopark tarafına devrildi.

Düşerken çıkan gürültüyü duyacak, toz bulutunu görecek kimse

yoktu. Belki kimse beni Çemberlitaş’ı düşürmekle suçlayamayacaktı ama

yine de içim sızlamadı desem yalan olur.

Tozu solumamak için tramvay yolundan Beyazıt tarafına koştum.

Her yer çürümeye başlamış cesetlerle doluydu. Her on beş yirmi metrede

bir, yaratık cinsinden bir şey bana saldırmaya çalışıyor, dolayısıyla intihar

ediyordu.

Ölü insanları gördükçe öfkem büyüdü, öfkem büyüdükçe adımlarım

yavaşladı, yumruklarım sıkılaştı, kaşlarım çatıldı. Aklıma yapacak tek bir şey

geliyordu: Akdağ Sitesi’ne dönmek. Flemis’i bulmak için elimde başka

hiçbir şey yoktu. Ya hâlâ sitedeydi, ya da gittiği yere dair bir ipucu

bırakmıştı. Bırakmamışsa bile…

Tüm dünyayı aramam gerekse de bulacaktım onu.

O ölümsüzse ben de ölümsüzdüm.

O güçlüyse, ben de güçlüydüm.

O kaçarsa ben kovalayacaktım. Sırtımda taşıdığım Kuğu Kılıcı onun

kellesini uçuracaktı.

Beyazıt’ta boş bir tramvayın yanından geçip Laleli’ye doğru devam

ettim. Yürüyerek Akdağ’a ulaşmam saatlerimi hatta günlerimi alırdı. Daha

hızlı bir ulaşım şekli bulmalıydım ve en hızlı motorsuz taşıt bisikletti.

Page 120: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

120

Yakınlarda bisiklet satılan tek bir yer biliyordum: Aksaray Haşim

İşçan Geçidi. Tramvay yolundan devam edecek, Yusufpaşa’dan Eminönü

yönüne dönecektim. Haşim İşçan Geçidi’ne ulaşana kadar bir bisiklet

bulamazsam bile orada amacıma ulaşacaktım.

Hedefimi belirlediğim an, yorulmak bilmez bacaklarıma koşma emri

verdim.

9

Haşim İşçan Geçidi’ndeki tüm dükkânlar kapatılmış, kepenkleri

çekilmişti. Kara Güneş Vakası’nı gören esnaf hemen evlerine kaçışmış

olmalıydı. Kepenklerden birini tuttuğum gibi kâğıt gibi buruşturup attım.

Camı da kırıp içeriden kırmızı renkli bir Bianchi bisiklet aldım.

Vakit kaybetmeden, önce Yusufpaşa’ya, sonra Millet Caddesi

üzerinden Topkapı’ya çevirdim pedalları. E5’e çıkınca iyice hızlandım.

Cevizlibağ’dan Zeytinburnu’na yokuş aşağı maksimum hızla indim. İncirli’ye

çıkarken bisiklet zorlandı ama ben zorlanmadım. Avcılar’a ulaşmam bir

buçuk saat, Silivri’ye varmam iki buçuk saat, Akdağ Sitesi’ne ulaşmam üç

saat civarı sürdü.

Orada hem Flemis Permosi’yi, hem de son insanı buldum.

Page 121: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

BÖLÜM SEKİZ

SON İNSAN, SON ROBOT,

SON UMUT

1

Rugor, bu dünyayı gittikçe daha çok seviyordu. Buradaki hiçbir

mekân eski dünyası gibi tekdüze değildi. Her kapıdan farklı şeyler çıkıyordu

ortaya. Kendisine benzeyen kimse kalmasa da güzeldi bu dünya.

Bir evin banyosunda kendini net bir şekilde görünce çok şaşırmıştı.

Suretini ya bir su birikintisinde ya da kendisine bakan bir yaratığın zihninde

görebilmişti o ana kadar. Oysa bu şey gerçekti. Kendisine erişmek isterken

birkaç ayna kırmıştı ama sonunda anlamıştı onun zahiri bir görüntü

olduğunu. İnsanların üzerindeki elbiselerin nasıl giyildiğini de öğrenmişti.

Evlerdeki gardıroplardan hoşuna giden şeyleri giyiyor, bir süre sonra sıkılıp

çıkarıyordu.

Page 122: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

122

Susayınca önce ne yapacağını şaşırmış, sonra her evde bulduğu

damacana denen su toplarını keşfetmişti. Üstlerinde bir delik vardı ve

oradan avucuna döküp istediği kadar içiyordu.

Canı yemek isteyince de emrindeki yaratıklardan birini çağırıyor,

elleriyle öldürüp yiyordu. Bu onun her zaman yaptığı şeydi zaten. Buradaki

hayvanları hatta insanları da denemişti ama hiçbirinin tadını beğenmemişti.

Her şeyi keşfetmeye çalışarak sürekli geziyordu Rugor. Burası yeni

evi olacaktı ve alışmaya çalışıyordu. Sadece insanlardan korkmuştu bu

dünyaya geldiğinden beri. Artık onlar da yoktu. Tüm yaratıklarına insan

soyunu tüketmeleri emrini vermişti sırf bu korkudan kurtulmak için.

İnsanları kontrol edememesi çok sinirini bozmuştu. Uyurken yanına

yaklaşıp kafasını kırsalar haberi olmayabilirdi. Bu fikir ona o kadar korkunç

geliyordu ki, uzun süre geceleri uyuyamamıştı. Neyse ki şimdi kendi

evindeymiş gibi hissediyordu uyurken. Yakında tamamen kendi evi

olacaktı.

Rugor her şeyi öğrenerek, keşfederek gezmeyi, gezerken de

yürümeyi severdi ama yorulduğunda durmayı sevmezdi. Altı ayaklı bir

yaratığını çağırır, üzerine biner, kendisini götürmesini emrederdi.

2

Onunla karşılaştığında Huma ismini verdiği bir altı ayaklının

üzerindeydi. Ağır ağır bir yokuşu tırmanıyordu. Etrafındaki yolda kalmış

Page 123: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Gökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan Şahin

123

arabalar yüzünden sürekli zikzak çiziyor olsa da şikâyeti yoktu. Karnı toktu,

uykusunu almıştı, tuvalet ihtiyacını yeni gidermişti.

Diğeri ise bir dört ayaklının üzerindeydi. Rugor’un dünyasının

yaratığı olmayan bir dört ayaklının üzerinde.

Karşı karşıya geldikleri an ikisi de durdu.

Rugor, tüm insanların yok olduğunu sanırken karşısında sapasağlam

bir adam görünce haliyle şaşırmıştı. Yaratıkları nasıl olmuş da onu es

geçmişlerdi ki? Nasıl olursa olsun kendi güvenliği için hemen yok

edilmeliydi. Zihni ile yakınlardaki tüm yaratıkları taradı. Bir kilometrelik

yarıçap içinde birkaç düzine güçlü yaratık hissetti. Hepsine derhal gelmeleri

emrini verdi.

Flemis Permosi, bu katliamdan bir insanın nasıl kurtulabildiğini

merak etti. Hatta görünüşe göre Alacakaranlık Efendileri’nden birini

kontrolü altına almış, üzerinde seyahat ediyordu. Karşısındakinin sıradan

bir insan olmadığı belliydi. Gözden kaçırdığı bir robot olabilir miydi? Hayır

hayır, öyle olsa Koray’ın veya Mehmet’in zihninden okurdu.

Dikkatli bakınca kemikli yüzüyle kendisine benzediğini fark etti.

Sakalları olmasa… Zihnine girdiğinde karanlık koca bir evren gördü. Dil

bilmiyordu bu adam, konuşmayı dahi bilmiyordu. Belki yüzlerce sene

yaşamıştı ama hemen hemen tüm yaşamı aynıydı. Küçük bir mağara gördü.

Soğuk havayı duyumsadı, buradakinden çok daha soğuğunu… Şu an

dünyayı fetheden yaratıkların sıradan bir hayat sürdüğünü fark etti. Tıpkı

bu dünyanın vahşi hayvanları gibi. Ve o dünyada hiç insan yoktu. Kendine

Rugor adını takmış bu adamdan başka… O an her şeyi idrak etti. Gerçek,

bir şimşek gibi vurdu kalbine. Rugor kendisiydi.

Page 124: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

124

3

Flemis, bu evrene ilk geldiği zamanları hatırladı. İlk yaptığı şeylerden

biri bu evrendeki kendisini bulmak olmuştu. Eğer kendisini bulursa hemen

öldürecek ve topladığı tüm ayköpeklerine el koyacaktı. Dünyayı ele

geçirmeyi planlarken, başka bir rakibe ihtiyacı yoktu. Çünkü, eğer buradaki

Flemis kendi eski haline benziyorsa, dünyayı kurtarmak için elinden ne

geliyorsa yapacaktı.

A Evreni’nde yaşadığı yere gitti. Orta Anadolu’nun bu en ıssız

mekânı Flemis’in hemen hemen her evrendeki mekânıydı. Ama burada

değil… En ufak bir ipucu dahi yoktu kendiyle ilgili.

Daha sonra geçmişiyle ilgili mekânları kontrol ederek, kendiyle ilgili

bilgi bulmaya çalıştı. 1860’da duvarını kazıdığı bir türbeye gitti, kazıma izini

bulamadı. Yıllarını geçirdiği köye gitti. Kendiyle ilgili tek bir ipucu yoktu.

Osmanlı arşivlerinden asker kaçaklarına dahi baktı ama tek bir veriye

ulaşamadı.

Bu evrende kendisiyle ilgili hiçbir şey olmaması şaşırtıcıydı, ama

imkânsız değildi. Daha annesinin karnında ölmüş olabilirdi. Annesi, o

doğmadan öldürülmüş olabilirdi. Çocukken düşüp kafasını kırmış olabilirdi.

Bir Osmanlı ailesi yerine bir Fransız ailesi tarafından evlat edinilmiş ve İkinci

Dünya Savaşı’nda Amerika’ya kaçmış olabilirdi. Her şey olabilirdi. Olasılıklar

sonsuzdu ve paralel evrenleri yaratan da olasılıklardı.

Page 125: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Gökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan Şahin

125

Oysa şimdi görüyordu ki bunların hiçbiri doğru değildi. Kendisi

karşısındaydı. Rugor adında, tamamen vahşi bir adam olarak… Doğar

doğmaz bu evrenin o karanlık cebine kozmik bir hata sonucu düşmüş

olmalıydı. Belki de daha beşikteyken tesadüfen öğrenmişti evrenler arası

yolculuk yapmayı ve orada sıkışıp kalmıştı. Yine pek çok seçenek mevcuttu.

Mutlak gerçek şuydu ki, yaratıkların zihinlerini kontrol ederek şu ana kadar

hayatta kalmayı başarmıştı. Ve baştan beri korktuğu gibi şimdi

karşısındaydı. Her ne olursa olsun, yok edilmeliydi.

Flemis etrafta zihnine dokunabildiği tüm yaratıkları hissetmeye

çalıştı. Birkaç yüz metrelik bir yarıçapı kontrol edebiliyordu. Ve bunun

yeterli olduğunu düşünüyordu. Emrine karşılık verebilecek on kadar

yaratığa hemen buraya gelip Rugor’a saldırmaları emrini verdi. Onlar

başaramazsa altındaki ayköpeği rahat rahat hallederdi.

Birkaç saniye içinde çağırdığından çok daha fazla yaratık etraflarına

toplanmaya başlayınca Rugor’un gücünü küçümsemiş olduğunu fark etti.

Rugor, ömrü boyunca kendisinden çok daha fazla ihtiyaç duymuştu zihin

kontrolüne ve bu da onu çok daha güçlü kılıyordu. Belli ki menzili çok daha

genişti. Diğer dünyada, uyurken bile zihinleri kontrol altına almayı

öğrenmiş olmalıydı.

Ne kadar uğraşırsa uğraşsın yaratıkları kendi tarafına çekemeyecekti

Flemis. İşin kötüsü ayköpeği de Rugor’un etkisine girmek üzereydi.

Flemis, birden Rugor’un da kendi zihnini okumakta olduğunu fark

etti. Çünkü direk ayköpeğine yöneltmişti zihnini. Son anda ayköpeğinin

sırtından atladı. Bir saniye geç kalsa aniden doğrulan yaratığın sırtından

düşüp yere yapışacaktı.

Page 126: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

126

Yere atlar atlamaz görünmez oldu ve bu hamle de Rugor’u şaşırttı.

“Hiç bunu denememiştin değil mi?” dedi Rugor’a, anlamayacağını

bile bile. Yaratıkların hepsinin üzerinden zihnini çekti Flemis. Orada

olduğunu hissetmemeleri gerekiyordu. Yoksa birine yem olacaktı.

Rugor şaşkın şaşkın etrafına bakmaktaydı. İlk defa kontrolün elinde

kaydığını hissediyordu. Yaratıkların hepsinin gözlerinden aynı anda bakıyor

ama rakibini göremiyordu. Kendi dünyasında çok uzun zamandır

yaşamadığı bir duyguya kapılmaktaydı: Panik.

Eğer o adamı öldüremezse bu dünyada en ufak bir huzur

duyamayacaktı. O an tam karşısında bir hareket görür gibi oldu. Sonra

hemen solunda. Deli gibi döndü soluna. Şimdi sağına geçmişti hareket. Bu

sefer sağa döndü. Uzun sakalları ter içinde kalmıştı. Sırtından da akıyordu

stres terleri.

4

“Şimdi durumu bir gözden geçirelim,” diye düşündü Flemis. “Senin

yaratıkların var, benim de görünmezliğim. Sen zihin okuyabiliyorsun ama

düşüncelerini perdeleyemiyorsun. Ben de zihin okuyorum, ayrıca

düşüncelerimi gizleyebiliyorum. Şimdi güzel bir soru geliyor: Sen mi daha

güçlüsün ben mi? Cevap basit: Ben.”

Flemis, yerde bulduğu bir sopayı iyice kavradı ve Rugor’a yaklaştı.

Sopa kafasına indiği anda, yaratıkların üzerindeki tüm etkisi de kaybolacak,

Flemis tekrar dünyanın hâkimi haline gelecekti.

Page 127: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Gökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan Şahin

127

Tam karşısına geçti sopayla. Sonra sol tarafa saptı, arkadan indirmek

istiyordu sopayı. Rugor da tesadüfen sol tarafa dönünce sağına geçti bu

sefer. Ama Rugor da onu takip ediyormuşçasına sağa dönmüştü. Flemis,

sinirlenip sopayı adamın boynuna tüm gücüyle indirdi.

5

Rugor, gördüğü harekete göre sola ve sağa dönmüştü ama

karşısında hiçbir şey bulamamıştı. Tuhaf bir dalgalanma dışında.

Rugor zekiydi. Öteki dünyanın tehlikeleri onu zeki olmaya zorlamıştı.

Şimdi karşısındaki dalgalanmanın Flemis’in ta kendisi olduğunu anlaması

da şaşırtıcı değildi. Çünkü dikkatli bakınca havadaki dalgalanmanın

şeklinin, şapka çıkıntısı ile dahi Flemis’e ait olduğu anlaşılıyordu.

Ve şimdi tam karşısındaki dalgada yeni bir hareketlenme görüyordu.

Bir şeyi havaya kaldırır gibi. Rugor havaya uzanan tuhaf çıkıntının onu

öldüreceğini sezer sezmez kendini geriye çekti. Görünmez sopa burnunun

bir santim ötesinden geçerken oluşan hava akımı Rugor’u iki kere hapşırttı.

Bu arada Flemis şaşkınlık tuzağına düşmemiş, tekrar saldırıya

geçmişti. Sopayı tekrar savurdu ama bu kez Rugor kendini korumakla

kalmadı, sopayı tutup Flemis’in elinden çekti. Sopa Flemis’ten kurtulur

kurtulmaz tekrar görünür hale geldi. Rugor bir savaş çığlığı atarak, artık

sırrını çözdüğü Flemis’e saldırdı. Flemis geriye dönüp kaçmaya fırsat

bulamadan kafatasına inen sopanın etkisiyle şapkası uçtu. Sendeleyerek bir

iki adım attı, bayılacakken kendini zor tuttu. Ağzından kan tükürüp

Page 128: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

128

Rugor’dan uzaklaşmaya çalıştı. Rugor ise cin gibi gözleriyle onun yerini

tekrar tespit etmeye çalışıyordu. Flemis zonklayan başından çok yaşamını

düşünmeye çalışarak adım adım uzaklaştı. Ama Rugor’un bir kozu daha

vardı.

6

Acı, Akdağ Sitesi tabelasının altından son hızla geçti. Sırtındaki

kılıcın ağırlığını da, saatlerdir pedal çeviren ayaklarının yorgunluğunu da

hissetmiyordu. Flemis Permosi’yi ve son insanı bulmaya odaklanmıştı.

Sitenin uzak köşesindeki, bir zamanlar kiraladığı eve doğru son hızla

çevirdi pedalları. Bu arada etrafa bakmayı da ihmal etmiyordu. Daha önce

bahçesinde ayköpeğini gördüğü evi fark etti. Flemis Permosi’nin Acı’nın

evinden önceki durağı orası olmalıydı. Belki de son insanın yaşadığı yer…

İçinden bir ses kontrol etmesi gerektiğini söylüyordu. Bisikletin arka

tekerleğini kaydırarak evin önünde durdu. Önce bahçe kapısından girdi,

sonra evin kapısını tek hareketle kırıp içeri daldı.

Ev boştu, ama bu yaz birileri tarafından kiralandığı belliydi. Bazı

eşyalar duruyordu. Sönmüş mumları görünce, Kara Güneş Vakası’ndan

hemen sonra birilerinin yaşadığını anladı. Ama herkes gibi yok olup

gitmişlerdi.

İçindeki ses bu kez yanıltmıştı onu. Hiçbir ipucu yoktu bu evde.

Tekrar dışarı çıktı ve bisiklete atlayıp kendi evine gitti. İçeri girdiğinde koca

bir moloz yığınıyla karşılaştı. Bir şey tavanı fena halde delmişti. Burayı son

Page 129: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Gökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan Şahin

129

gördüğünde içeride iki insan olduğunu hatırladı. Onlar ne haldeydi acaba?

Kim getirmişti onları? Flemis’in kurbanı mı olmuşlardı yoksa tavanı yıkan

şeyin akşam yemeği mi?

Belki hâlâ hayatta olan son insan onlardan biriydi, kim bilir.

7

Dize Elif Demirsoy, Akdağ Sitesi’ndeki evinde dalgın dalgın öğle

yemeğini yiyordu. Önceki gün yaptığı Spagetti’nin son tabağıydı yediği.

Son kullanma tarihi yaklaşan ketçapı üstüne boca etti ama eskiden çok

sevdiği bu lezzeti şu an pek umursamıyordu. Haftalardır bu şekilde yaşayıp

gidiyordu. Can sıkıntısı hiçbir ölçütle tarif edilemezdi. Flemis’in

kitapçılardan getirdiği kitapları ve dergileri okumaktan başka bir şey

yapamıyordu. Ne televizyon vardı, ne internet, ne sohbet edecek bir

arkadaş. Tamam, Flemis ona çok iyi bakıyordu ama hep aynı yüzü görmek,

hep aynı kişiyle konuşmak bir kadın için olabilecek en büyük işkencelerden

biriydi. Makyaj yapmıyordu artık, saçını bile yıkamaya üşeniyordu. Flemis’in

evlerden bulup getirdiği damacana içme sularından başka bir su kaynakları

da yoktu zaten.

Son zamanlarda bilim adamları en sağlıklı yaşamın mağara yaşamı

olduğunu söyleyip duruyorlardı. İşte o hesaba gelmişti durum. İstemese de

mağara hayatı yaşıyordu bu lüks yazlık evde.

Tam beş hafta olmuştu Kara Güneş Vakası insanlığın üzerine zehirli

bir battaniye gibi çökeli. Milyonlarca yıllık insan uygarlığı, bir gecede yok

Page 130: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

130

olup gitmişti işte. Elif bunu düşündükçe sinirinden gülüyordu. Şaka gibiydi

bu durum. Tüm dinlerin yazdığı, Mayalar’ın öngördüğü, bin tane romana,

bin tane filme, bin tane şiire konu olmuş kıyametten kurtula kurtula o

kurtulmuştu. İnsan olduğu bile şüpheli bir adamla yalnız başına kalmıştı.

Tamam, Flemis onu hiçbir şeye zorlamıyordu; tamam, Flemis iyiydi, Murat’ı

bile kurtarmak için elinden geleni yapmıştı, her zaman nazikti, en ufak bir

kabalığını, en ufak bir öfkeli tutumunu görmemişti, hatta Elif’in delirme

aşamasına geldiği, sinir krizleri geçirdiği günlerde bile başını yaslayacak bir

dayanak olmuştu. Tuhaf bir şekilde, Elif’e huzur da veriyordu. Ama…

Tüm bunlara karşın, bir türlü engelleyemediği bir önsezi Flemis’ten

uzak durmasını söylüyordu. Dünyadaki tek çift olmalarına rağmen Elif

istemediği için ilişkiye dahi girmemişlerdi. Belki de bir gün Flemis’in

patlamasından korkuyordu. Bir akşam eve gelip “Yeter artık,” diyecek ve

ona zorla sahip olacaktı. Birkaç kez gözünün önüne gelmişti bu sahne.

Tabii bu düşünceyi hemen zihninden söküp atmıştı.

Makarnasının son lokmasını da midesine indirdi ve gözlerinden

süzülen yaşları silmeden pencereye gitti. Ve imkânsız olanı gördü.

Murat’ı. Kocasını.

8

Acı, sitenin içinde başıboş gezmeye başladı. Kendi evini baştan sona

aramış, Flemis’le ilgili bir ipucuna denk gelmemişti. Sitede başka bir evde

konaklıyor olabilirdi. Her şey bu sitede başlamıştı ve bu sitede bitecekti.

Page 131: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Gökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan Şahin

131

Öyle güçlü bir önseziydi ki bu, karşı koymaya kalkışmadı bile. Flemis gelene

kadar buradan ayrılmayacaktı.

Bir ışık, bir umut, bir dayanak bulmak için sitede gezerken elini

pantolonunun cebine attı. Sert bir şeye değdi eli. Kart gibi bir şeye. Bu şeyi

cebinden çıkarınca bir nüfus cüzdanı olduğunu gördü. Murat Arıkan adına

düzenlenmiş bir cüzdan. Üzerindeki resim, aynada gördüğü suratın

resmiydi.

“Bu ne şimdi?” diye düşünmesine kalmadan, cebinde bir de not

olduğunu fark etti. Neredeyse kahkaha atacaktı.

Anakan’ın el yazısını görünce hiç şaşırmadı.

“Yeni kimliğini fark ettin sanırım. Yüzünü aldığın adamın adı Murat

Arıkan. Onu sizin sitede ölü olarak buldum, beynindeki tüm anıları -

ölümünden kısa bir süre içinde anılar kaybolmaz- bir hafıza yongasına

yerleştirdim ve seninkine paralel olarak bağladım. Yani artık iki kişiliklisin.

Bu görevi tamamlaman için diğer yongaya geçip Murat haline gelmen

gerekiyor. Aslında bilmen gerekmiyor ama söyleyeyim. Murat olduktan

sonra dönüş yok, çünkü robot olduğundan da, hafıza yongası

meselesinden de bihaber olacaksın. Belki bir süre sonra yavaş yavaş

gerçeklere ulaşırsın ama emin ol, gelecek için Murat olman çok daha iyi.

Şimdi tek yapman gereken zihnini serbest bırakıp diğer yongaya geçişi

sağlamak. Yani sadece düşünmek ve istemek. Bu son notumdu, ben artık

yokum. Bir şey daha… Bu kâğıdı, okuduktan sonra yok et.”

Madem Anakan öyle istiyordu, yapacaktı. Acı, zaten hafızasını

silseler memnun olacak haldeydi. Fırsat ayağına gelmişti işte. İçini yakan

Page 132: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

132

tüm ölümleri unutacaktı, Koray’ın, Mehmet’in, Udel’in öldüğünü

hatırlamayacaktı, sıradan bir insan haline gelecekti.

Gözlerini kapattı, zihninde tıpkı bir trenin makas değiştirmesi gibi

hafıza yongasına giden yolu değiştirdi. Gözünü açar açmaz yere yığıldı.

9

Rugor, Flemis’i kendi gözleriyle bulamıyor olabilirdi, ama etrafı saran

yaratıklarının gözleri her yere hükmetmesini sağlayacaktı. Kendininkileri

kapadı ve etrafındaki onlarca gözü birden açtı. Veriler bir anda öyle şiddetli

geldi ki bir an beynini patlayacakmış gibi hissetti. Kısa sürede alıştı ve

mekânı her açıdan görebilmenin tadını çıkardı. Arka arkaya iki yarasanın

birleşimini andıran bir yaratıkla havadan gözlerken, etraftaki yılanımsı,

atımsı, ayımsı, akrebimsi ve bilumum çeşitte hayvanımsı varlığın gözleriyle

çevreyi taradı.

Ve onu sendeleyerek yürürken buldu. Yolun dışına çıkmış, kendini

binaların arasına atmaya çalışıyordu. Tabii ki Rugor’un her şeye hükmeden

ellerinden kurtulamayacaktı.

Yarasamsı yaratığı saldı üzerine. Hafif hafif dalgalanan hava akımına

doğru pençelerini açtı. Flemis durdu, arkasını döndü ve havadan saldıran

şeye doğru elini çaresizce kaldırdı.

[“Dur,”] diye bağırdı var gücüyle. Hem zihninden, her ses telleriyle.

Dur dediği sadece yaratık değil, ölüm, Azrail, bu dev aşk hikâyesinin sonu

Page 133: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Gökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan Şahin

133

olacak şeydi. Dur dediği Rugor’du, yani kendisiydi. Anladı ki, insan ne kadar

güçlü olursa olsun kendisinden güçlü olamıyordu.

10

Flemis, yıllar hatta asırlar süren ‘güçlerini fark etme’ aşamasında asla

atik ve saldırgan bir tutum izlememişti. Bu güçleri isteyip istemediğinden

bile emin değildi ki. Kullanması gerekmediği zamanlarda sandığa atılan bir

eşya gibiydi bu yetenekler. Zorunlu haller dışında, varlığını bile unutmaya

çalıştı. İnsanlara zarar vermek, dolayısıyla kendine zarar vermek, isteyeceği

son şeydi. Hele bir de varlığı anlaşılırsa… Amerika’nın, Rusya’nın, Çin’in

hatta belki de Türkiye’nin bilimsel deneylerde kullanacağı bir kobay

olacaktı. Onun yeteneklerini sonuna kadar zorlayacaklardı, belki bu kadar

uzun yaşamasının sırrını öğrenmek için dayanılmaz testlere tabi

tutacaklardı. Telepati’nin gizemini çözmek için beyninden parçalar

sökeceklerdi. Daha neler neler yapacaklardı…

Flemis, bunların olmasındansa yeteneklerini hiç kullanmamayı

yeğlerdi. Belki de bu yüzden her yeni yeteneğini fark etmesi yıllar

sürmüştü.

O ana kadar başına gelmemişti ama, hayati bir tehlike durumunda

özünde var olan farklı bir özellik açığa çıkabilir miydi? Bunun yanıtını X

Evreni’nde, Rugor denen bir Alacakaranlık Efendisi’nin saldığı uçan bir

yaratık tarafından parçalanmak üzereyken alacaktı. Cevap: Evetti.

Page 134: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

134

11

Flemis elini kaldırıp yaratığa tüm gücüyle “dur” dediğinde bunun

gerçekleşeceğine dair içinde en ufak bir umut yoktu. Üstelik bununla

zihinsel mesajın hiçbir alakası yoktu. Zihinsel etkinlik olarak Rugor’un çok

daha üstün olduğu aşikârdı. Ve uçan yaratık hâlâ onun etkisiyle Flemis’i

parçalamak için sabırsızlanıyordu. Oysa Flemis’in bir metre üzerinde

görünmez bir kalkan varmış gibi çırpınıp duruyordu sadece.

Flemis tuttuğu nefesi ağır ağır bıraktı ve çırpınan yaratığa şaşkınlıkla

baktı. Avucunda daha önce hiç yaşamadığı bir his vardı. Parmaklarının

ucunda bir kukla oynatıyormuş hissi…

Başparmağını çevirdi, yarasanın kanadı oynadı. Elini hafifçe geri

çekti, yaratık bir karış yaklaştı. Elini aniden ileri ittirince yaratık bir dev

tarafından Osmanlı tokadı atılmışçasına ileri uçtu. O an elindeki his

kayboldu. Yaratık yere çarpıp son nefesini vermişti.

“Telekinezi!” diye fısıldadı Flemis. Koca bir gülümseme, kemikli ve

zayıf yüzünü bir an olsun genişletti. Ama bu gülümseme, kafatasına yediği

sopa darbesinin acısını bir anda iki kat arttırdı.

Gidip Rugor’u paramparça etme isteğiyle birkaç adım attı, ama

sonra bunun ne kadar riskli olduğunu fark etti. Yeni özelliğini yüzlerce kere

denemeden böyle bir şeye kalkışmaması gerekirdi. Tecrübeyle sabitti ki, ilk

zamanlar bir kez olan şey, yüz kez denese de olmuyor, sonra tekrar bir kez

oluyordu. Yani istikrar için çok alıştırma yapmak gerekiyordu.

Page 135: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Gökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan Şahin

135

Şu an önceliği, Rugor’un elinden kurtulmak ve kafasındaki ağrıyı

dindirecek bir şey bulmaktı. Geri döndü ve izini kaybettireceğini

düşündüğü binaların arasına doğru yola koyuldu.

12

Rugor hiçbir zaman bir şeye şaşırıp kalan bir adam olmamıştı. Kendi

dünyasında, gezdikçe o kadar tuhaf yaratıklarla karşılaşmıştı ki şaşırma

duygusu yavaş yavaş körelmişti. Flemis’in, gönderdiği yaratığı bir kukla gibi

alıp fırlatması şaşılacak şeydi ama Rugor’u amacından saptıracak, zaman

kaybettirecek ve Flemis’i elinden kaçırtacak kadar değil.

Flemis bile gücüne Rugor’dan daha fazla şaşırmış ve ona zaman

kazandırmıştı. Şimdi kendi yaratığını, yani ayköpeğini eski sahibi üzerinde

deneme zamanıydı.

[Saldır!]

Bu kadar kolaydı emir vermek. Flemis, ayköpeğine o kadar uzun

zaman bağlı kalmıştı ki zihinsel kontrolü elinde olmasa da içgüdüsel bir

şekilde Rugor’un ona bir emir verdiğini hissetti. Hemen arkasından gelen

yaratığın titreşimlerini hissetti asfaltta.

Ve arkasını bile dönemeden yenilmez yaratığın pençe darbesiyle

vücudundaki kemikler unufak oldu. Bir pelte gibi yere yığıldı ve gözlerinin

kararmasını, ruhunu bedeninden ayıracak meleğin gelmesini bekledi.

Kaburgaları ciğerlerine batmış, her nefesinde inanılmaz bir acı veriyordu.

Bacakları tuhaf bir biçimde bükülmüş, tabir-i caizse odun parçası gibi

Page 136: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

136

kırılmışlardı. Sadece kolları sağlam gibi geliyordu Flemis’e. Onlar da bu

durumda bir işe yaramayacaklardı.

Ayköpeğinin tekrar saldırmasını bekledi hatta arzuladı. Bu fiziki acı

dinsindi artık. Dize’yi bile düşünecek durumda değildi. Flemis olmadan

yirmi dört saat sağ kalamayacaktı. Bütün dünya Rugor’un olacaktı. En

azından Kara Güneş Vakası sona erene kadar. Ki o zaman bile Rugor’un

geri döneceğinin garantisi yoktu.

Ayköpeği saldırmadı, kimse saldırmadı. Birkaç dakika geçti ve Rugor

tepesinde belirdi. Elinde kafatasını patlatmaya çalıştığı sopa vardı. Zihniyle

[ölüm] diye bağırıyordu adeta.

Flemis, kendini onun ellerine bırakmak, son bir darbeyle yok olup

gitmek isterdi. Hayır! Ona bu dünyayı teslim edemezdi. Kendisine yâr

olmayan dünya kimseye yâr olmayacaktı. Bu tükenmiş, bitmiş, ölmüş

haliyle bile elinden geleni yapacaktı.

Elinden geleni…

Zihniyle hiçbir şansı olmadığına göre tek şansı eliydi. Kolunu kaldırdı

ve Rugor’un göğsüne doğru tuttu.

Rugor sopayı kaldırdı.

Flemis yeni gücünün bir kez daha işe yaraması için dua etti.

Rugor sopaya güç verdi.

Flemis bedeninin, zihninin tüm gücünü eline verdi.

Rugor sopayı indirdi.

Flemis, parmaklarının ucundaki elektriklenmeyi hissetti. Parmakları

birer ipe bağlıymış gibiydi. Ve bu ipler Rugor’un kalbine bağlıydı. Adeta

görebiliyordu ipleri.

Page 137: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Gökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan Şahin

137

Rugor sopayı Flemis’in görünmeyen kafasına yönlendirdi.

Flemis ipleri tüm gücüyle kendine doğru çekti.

Rugor sopayı indiremeden ileri doğru çekildi. Sol kaburgası aniden

ağrıdı. Flemis’e baktı. Görünür olmuştu, gülümsüyordu ve elinde kanlı bir

kalp tutuyordu.

Rugor, Flemis’in üzerine yüklü bir çuval gibi düştü. Flemis, ikizini

üzerinden atıp rahatlamış bir şekilde kendini bıraktı. Artık huzurlu bir

şekilde ölebilirdi. Dize’yle öteki dünyada buluşmaktan başka bir isteği

yoktu.

Gerçi yapabilse son kez bu dünyada görmek isterdi tek aşkını. Son

bir kez yanında olabilseydi keşke. Onun kucağında ölseydi… Şimdi bir kuş

onu alıp sevgilisinin kucağına götürseydi…

13

Murat Arıkan müthiş bir çığlıkla sıçradı ve gözlerini kızıl

alacakaranlığa açtı. Demek ölümden sonrası da kızıl oluyordu, demek

cehennem böyle bir karanlıktan ibaretti.

Bir Anka kuşunun pençesinden betona düştüğünü hatırlıyordu en

son. Yere çarpmış mıydı, çarpmamış mıydı emin değildi. Uyandığı an ölü

olduğuna emindi, ama şimdi ondan da emin olamıyordu, çünkü bulunduğu

oda oldukça sıradan duruyordu.

Page 138: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

138

İçeri giren güzel kadını gördüğünde aslında cennette olabileceğini

düşündü. Karısı, sevgilisi, aşkı, her şeyi Elif iki gözü iki çeşme ama

mutluluktan uçarak geliyordu yanına.

Öyle sert sarıldı ki yarı yarıya doğrulmuş kocasına, kaburgalarının

kırılacağını sandı Murat.

“Yaşıyorsun, ölmemişsin, aşkım, canım, bitanem,” diye sıralıyordu

sevgi sözcüklerini Elif. Sarılıyor, ayrılıyor, sonra tekrar sarılıyordu. Murat

başta şaşırsa da karşılık vermeden edemiyordu. Dudakları defalarca birleşip

ayrıldı o dakika içinde.

“Buradayım işte, öldüğümü nereden çıkarttın?” dedi Murat.

“Ama cesedin gözümün önündeydi. Koca bir kuş tavanı delip

götürdü seni. Sonra da Flemis…”

“Flemis mi?”

“Evet, Flemis’in köpeklerinden biri senin cesedini getirdi.”

“Tamam, ben de hatırlıyorum bir kuş tarafından kaçırıldığımı. Hatta

kuş beni yüksekten yere fırlattı. Ama sonra bir şekilde kurtulmuş

olmalıyım.”

“Sonrasını hatırlamıyor musun?”

“Aslında hayır, ama bunun ne önemi var. Buradayım işte.”

“Senin için ne kadar ağladım biliyor musun… Kendimi kaybettim,

çıldırdım adeta.”

“Tamam canım, geçti artık,” diye teselli etmeye çalıştı Murat.

“Seni kapının önünde gördüm. Bir kâğıdı yırtıyordun delicesine.

Sonra gözünü kapattın ve yere yığıldın. Sırtında da ağır bir kılıç vardı.”

“Kılıç mı?”

Page 139: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Gökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan Şahin

139

“Evet, kapının yanında. Getireyim mi?”

“Dur dur ben bakarım.”

Ayağa kalktı. Kalkar kalkmaz mesanesinin fena halde dolu olduğunu

hissetti.

“Ama önce bir tuvalete gitmem lazım,” dedi sırıtarak.

Hayatının en zor çişi olacağını nereden bilebilirdi ki? Murat, tuvalete

girerken karmakarışık düşüncelerle başı dönüyordu. Elif’in dediğine göre

bir süredir ortada yoktu. Ve Flemis denen adam -ki her zaman bir şüphe

duymuştu onunla ilgili- ona sahte bir ceset göstermişti. Şimdi sırtında bir

kılıçla çıkagelmiş ve kapının önünde bayılıvermişti. Bulmacada bir parça

eksikti ve onu bulmadan olayları çözmek imkânsızdı.

“Dur bakalım, elbet anlarız neler döndüğünü,” diye fısıldadı

pantolonunun fermuarını indirirken. O an bu pantolonun kendisine ait

olmadığını fark etti. Gerçi, bunca sırrın içinde ufak bir ayrıntıydı. Üstündeki

gömlek de kendisine ait değildi ayrıca.

Çişinin daha ilk damlasında dayanılması güç bir acı saplandı

kasıklarına. O ilk damla çıkar çıkmaz rahatladı. Ne olduğuna anlam

verememiş ama acısı geçtiği için rahatlamışken birkaç saniye içinde aynı

şey tekrar oldu. Sidiği tıkandı ve onu iki büklüm eden bir acı duydu. Neyse

ki bu da birkaç saniye sürdü. Bundan sonrakiler işkenceden farksızdı. Beş

dakika içinde belki on beş yirmi kere aynı şeyi yaşadı. Sonunda işi

bittiğinde gözleri kızarmış, acıyla birkaç damla gözyaşı dökmüştü. Musluğu

açtığından bir tıs sesinden başka bir şey gelmedi. Küvetin hemen yanındaki

yarısı dolu damacanayı görünce suların uzun zamandır kesik olduğunu

anladı. Damacanadaki suyu yüzüne çırpıp havluda kurulandı ve dışarı çıktı.

Page 140: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

140

Ve gördüğü manzarayla şok oldu.

Flemis Permosi, az önce kendisinin baygın yattığı yerde, karısının

kucağına yaslanmıştı. Ve Elif onun saçını okşayarak ağlıyordu.

14

“Öldü,” dedi Murat’ı görür görmez. “Beni korumak için her şeyi yaptı

ve şimdi belki de ben zarar görmeyeyim diye öldü.”

“Buraya… buraya nasıl gelmiş?” dedi Murat.

Elif gözleriyle kapıyı gösterdi. “Bir kuş getirdi onu. Kapıyı gagaladı, o

sırada ölmemişti daha. Paramparçaydı ama ölmemişti. Gözlerinde ışık vardı,

dudağı kıpırdıyordu. Ve son bir mesaj verdi bana zihniyle.

“Ne dedi?”

“Her şey senin içindi,” dedi.

Murat, içinde yükselen kıskançlığı hemen dindirdi. Böyle bir

durumda olacak şey değildi.

Eğer Elif şu an sağsa, bunda Flemis’in payı büyüktü. Niyetini

bilmiyordu ama sonuçta iyi bir şey yapmıştı.

“Onu buraya taşıdım,” dedi Elif hızlıca. “Ölmemesini söyledim ona.

Senin de burada olduğunu söyledim. O da şaşırdı biliyor musun…

Bakışlarında hissettim bunu. Kalp atışlarında. O yalancı değildi Murat. Senin

cesedini gerçekten sen sanıyordu.”

“Tamam canım, bırak hadi. Kendim gömeceğim onu. Usulü neyse

öyle. Senin için değerli olan kişi benim için de değerlidir.”

Page 141: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Gökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan Şahin

141

Elif, bir süre daha bırakmadı. Sonunda hıçkıra hıçkıra ayrıldı

‘koruyucusu’ndan.

Murat, Flemis’in kanlar içindeki cesedini dışarı çıkarırken kapının

önünde kılıcı gördü.

Açık mavi, kuğu şeklinde kabzası olan devasa bir kılıçtı. Acaba

nereden gelmişti ve ne işe yarayacaktı?

İKİ HAFTA SONRA

15

Güneş’in yeterli ısı verememesi sebebiyle Akdağ Sitesi’ni kaplayan

kar tabakası bir metreyi bulmuştu. Yeryüzündeki son insanlar olan Dize Elif

Demirsoy ve Murat Arıkan, bu zor şartlarda hayatta kalmaya çalışıyorlardı.

Sığınak olarak kullandıkları ev, dört tarafı diğer yazlıklar tarafından

korunmuş, site içinde hayatta kalmaya en müsait evdi. Nitekim etraftaki

evlerin birer set görevi görerek rüzgârı kapatması içerideki sıcaklığın daha

uzun süre devamlılığını sağlıyor, yaktıkları sobanın gereğinden fazla kömür

tüketmesini engelliyordu.

Murat, bir hafta kadar önce Silivri’nin köylerine gitmiş, evlerden

birinden bir soba söküp getirmiş, daha sonra bir kömür deposundan elli

torba kömürü siteye taşımıştı. Üstüne odun takviyesi yapmış ve böylece bir

süreliğine ısınma problemi hallolmuştu. Sonra yiyecek takviyesine gelmişti

sıra. Flemis’in daha önce tedarik ettikleri bitme noktasına gelince yiyecek

Page 142: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

142

bulma işini yine Murat üstlendi. Sitenin bakkalı bunun için en uygun ve

yakın mekândı. Bulduğu tüm baklagil, makarna, konserve, hazır çorba gibi

yiyecekleri eve taşımıştı Murat. Su ihtiyaçlarını da yine sitedeki bir sucudan

damacana damacana eve su taşıyarak karşılıyorlardı. İçmek için de,

yıkanmak için de aynı suyu kullanıyorlardı.

Murat’ın bütün bu fizik gücü isteyen işleri kolayca ve görünürde hiç

yorulmadan halletmesine sadece karısı değil kendisi de şaşırıyordu. Ama

oldukça memnun oldukları bir şeyi sorgulamak huyları değildi. Murat’ın

sağ salim orada olması bile mucizeyken üstelik…

“Su ısındı mı hayatım?” dedi Elif mutfaktan. Bulaşık yıkıyordu.

“Isınmış canım, buhar çıkıyor,” dedi Murat salonda, sobanın

üzerindeki güğümü bir bakışla kontrol ederek.

Elif ellerini minik bir havluya kurulayarak içeri girdi. “Ben duşa

gireyim o zaman,” deyip güğümü kaldırdı.

Murat hemen ayaklanıp yardıma koştu. “Bırak canım, çok ağır bu.

Ben taşırım banyoya. Hem benim de bir duşa ihtiyacım var,” dedi göz

kırparak.

“Tamam yakışıklı, banyoda seni bekliyorum,” dedi Elif güğümü

kocasının güçlü -gerçekten güçlü- ellerine bırakıp seksi bir şekilde göz

kırparak. Odadan çıkarken son yaptığı hareket, toplu kızıl kestane saçlarını,

davetkârca açmak oldu.

Murat, karısına hayran bir şekilde bakarken ayağı sert bir şeye çarptı.

Soba ile çekyatın arasında duvara yaslı duran Kuğu Kılıcı’ndan başka bir şey

değildi bu. Kılıç şangırtıyla yere düştü. Murat kılıca bakarken az kaldın

güğümü de düşürecekti.

Page 143: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Gökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan Şahin

143

“Ulan senin de ne boka yaradığını anlayamadık ki!” diye sızlandı.

“Artık seni bir yere kaldırmanın zamanı geldi kılıç efendi,” deyip güğümü

tekrar sobaya koydu.

Heybetli kılıcı aldı. Açık mavi kabzasını iki eliyle kavradı. Karşısında

bir düşman varmış gibi salladı. Sonra tekrar indirdi ve banyoya yürüdü.

“Elif,” dedi kapıdan girerken, “şu kılıcı artık kal…”

Elif, küvete çırılçıplak uzanmış, işaret parmağıyla onu çağırıyordu.

Vücudu o kadar kusursuzdu ki Murat, yeni keşfediyormuş gibi sevgilisini

baştan sona süzmeden edemedi.

Murat, kılıcı kenara bırakıp, bu reddedilemez daveti kabul etmek

üzereydi ki gördüğü şeyle afalladı.

Küvetin kenarından yukarı tırmanmakta olan fare büyüklüğünde

siyah bir şey vardı. Uzun ve eklemli bacakları örümceği andırsa da, sekiz

değil beş bacağı vardı. Şekerpareyi andıran yuvarlak bedeninin üzerinde

parlak kırmızı bir topçuk görülüyordu. Dört bacağı birbirine eşit aralıklarla

uzanıyor; beşinci bacağı ise tırmanma yönünde uzanmış, havada

titreşiyordu. Yaratıkta bir baş-gövde ayrımı yoktu. Kırmızı topçuk yaratığın

sahip olduğu tek duyu organı olabilirdi. Bedeninin rengi o kadar parlak

siyahtı ki Murat yaratığa yakından bakarken kendi yansımasını gördü.

Böcek, adamın kendisine baktığını fark etmiş gibi kısa bir an

durakladı ama hemen sonra aniden hızlanarak Elif’in uzandığı küvetin

kenarına tırmandı. Elif Murat’ın nereye baktığını merak edip gözlerini

küvetin ayak tarafına çevirince böceği gördü ve tiz bir çığlıkla kendini

geriye attı. Genç kadın böcekten olabildiğince uzaklaşmak için elinden

geleni yaparken, yaratık arka bacaklarını germiş, kırmızı tek gözünü ve

Page 144: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

144

beşinci uzun bacağını Elif’e doğrultmuştu. Böcek gergin ayaklarını aniden

gevşetince bir kurbağa edasıyla sıçradı. Bütün bunlar o kadar hızlı oluyordu

ki Murat henüz bir tepki verebilmiş değildi. Lakin o andan itibaren tuhaf bir

şekilde ya düşünceleri hızlanmış ya da zaman yavaşlamıştı, çünkü karısının

çığlığı arka plana çekilirken böceğin havadaki tüm manevralarını

görebiliyordu. Beyninin bir kısmı elindeki kılıcın varlığını idrak etmiş olacak

ki Murat onu bilinçsizce kaldırdı ve böcekle karısının arasındaki havayı

sertçe yardı. Bunu yaparken ne bir hesaplama yapmıştı ne de bilinçli bir

saldırı düşünmüştü. Ağır çekimde kılıç indi, böceğin gövdesinin tam

ortasını buldu ve kesip geçti.

Böcek ikiye bölünmüş şekilde küvetin ortasına düşerken etrafa

beyaz bir sıvı fışkırtmıştı. Sıçrayan sıvının birkaç damlası Murat’ın kazağına

geldi ve dehşet verici bir hızla dumanlar çıkararak eritmeye başladı. Murat

kılıcı yere atıp hemen kazağını çıkarmaya koyuldu.

“Elif iyi misin sen?” diye bağırıyordu bu sırada.

“İyiyim, iyiyim, bana gelmedi,” dedi Elif. Küvetin böceğin beyaz

kanıyla yavaş yavaş eriyişini seyrediyordu hayretle. Murat kazağını

çıkardıktan sonra kudretli kılıcın dahi aside değdirilmiş gibi çentik şeklinde

erimekte olduğunu gördü.

“Hayatımı kurtardın Murat,” dedi Elif dalgınca. Üşümüş gibi çıplak

bedenini kollarıyla sarmıştı. Küvetten titreyerek çıktı ve kocasına sıkı sıkı

sarıldı. Murat hâlâ ikiye bölünmüş böceğe bakıyordu. Üzerine binmiş bir

yük gibi bir türlü atamıyordu dehşet duygusunu. Ya zamanında müdahale

edemeseydi, ya elinde o kılıç olmasaydı? Ya ölseydi Elif?

Page 145: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Gökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan Şahin

145

“Canım içeri geç sen,” dedi karısına. Elif’in omzunda hafif hafif

ağladığını işitti. Titriyordu da. Bu kez gerçekten üşümüştü. Duvardaki beyaz

renkli havluya uzanıp karısının omuzlarını örttü. Murat’ın bir mimiğiyle

banyodan çıktı.

Murat, böceğin iki parça halinde düştüğü küvete bakmak için

eğilirken zihni hâlâ Elif’in ölmüş olabileceğiyle ilgili olasılıklarla uğraşıyordu.

Küvete son bir kez baktığına şükretti, çünkü örümcek tipli yaratığın

iki parçası hızla birbirine yaklaşıyordu. Birazdan tamamen birleşecek ve

tekrar üzerlerine saldıracaktı. Murat bir küfür mırıldanıp, böceğin asidiyle

üzerinde bir çentik daha oluşmuş Kuğu Kılıcı’nı eline aldı. İyi bir açı elde

etmek için bir bacağını küvete attı ve kılıcı böceği paramparça etmesi

umuduyla indirdi.

Kılıç indi ve böceğimsi yaratığı paramparça etti. Ama büyük bir

talihsizlik sonucu son anda beşinci bacağından Murat’ın yüzüne zehrini

fışkırttı yaratık. Murat, yüzü cehennem alevine tutulmuş gibi hissetti.

Gözleri dünyanın en sert şampuanı kaçmış gibi yandı. Kılıcı yere fırlatıp

bağıra çağıra elini yüzüne götürdü. Parmaklarının, yüzünde bulduğu şey

yanmakta olan bir ten değil, kafatası şeklinde sert ve metalik bir yüzey

oldu.

Murat ne olduğunu idrak edemeden yüzünü küvetin yanındaki su

dolu kovaya daldırdı. Şu an ne kadar oksijene ihtiyacı olursa olsun,

yüzündeki yangın dinmeden başını sudan çıkartmamaya kararlıydı.

“Murat, ne oldu?” dedi arkadan korku dolu bir kadın sesi. Adam,

yüzündeki acı biraz olsun dinince başını çıkardı ve görebildiğine

şükrederek gözlerini açtı.

Page 146: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

146

“Yüzüme,” dedi karısına dönmeden, “asit fırlattı şerefsiz.” Deli gibi

nefes alıp verirken eliyle karısına çıkmasını işaret ediyordu. Önce kendisi

aynaya bakmalı ve ne olduğunu görmeliydi. Elif’in banyodan çıkarkenki

hafif ayak seslerini işittiğinde ayağa kalktı ve aynanın karşısına geçti.

Aynada, yer yer metalik gri iskeletin gözüktüğü kıpkırmızı, adeta

erimiş suratı görür görmez aklına tek bir sözcük çaktı: Haliç.

Aynadan gözünü ayıramadı, çünkü bu korkunç görüntüden çok

daha tuhaf bir şey oluyor, demir iskelet hızla kapanıyor, kırmızı yaralar

tekrar ten rengine dönüyordu. Aynaya iyice yaklaştı. “Koray,” dedi sanki

birisi kafasının içinden. Sonra “Acı.”

“Kuğu Kılıcı, Haliç, Koray, Acı, Terminatör, Udel, Haliç, Acımasız,

Koray, SwanSword, Mehmet, Acı, Vasilis, Kan Meleği, Anakan, Acı…”

Beyni kafatasını patlatıp dışarı çıkmak istiyormuş gibiydi şimdi.

Ellerini kulaklarına götürdü, iki büklüm oldu. Kafasını yere koydu ve

gözlerini olabildiğince sıkı kapattı. Gözlerinin önüne durumla çok alakasız

bir imaj geldi: Makas değiştirmek üzere olan bir tren. Ve kendisi makinistti.

Ya düz devam edecekti, ya da makas değiştirip diğer yola sapacaktı.

Hangisini seçmeliydi? Kafasındaki seslerin hepsi makası

değiştirmesini söylüyordu ama siyahî bir ihtiyar düz devam etmesini işaret

ediyordu. Eli makas değiştirmek için bir kola asılmıştı ve bunu yeni fark

ediyordu. Eğer yaşlı adamın sözünü dinleyecekse kolu bırakmalıydı. Ama

neden bu kadar ağırdı ki kolu?

Zihnindeki ihtiyar bir şeyler söylemeye çalışıyordu, ama

duyamıyordu Murat. Son anda bir fısıltı duydu ve bu fısıltı yetti. Elif,

Page 147: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Gökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan Şahin

147

diyordu ihtiyar ve ısrarla düz giden yolu gösteriyordu. Murat bu söz bir

sihirmiş gibi bıraktı kolu ve tren makas değiştirmeden devam etti.

“Murat! Murat, uyan! Kendine gel bir tanem!”

Murat silkindi, fayansa dayalı başını kaldırdı ve karısına baktı.

“Ne… ne oldu bana?”

“Kendinden geçmişsin. Bakayım yüzüne. Bembeyaz olmuş Murat.”

Murat ayağa fırladı ve aynaya koştu. Yüzü gerçekten bembeyazdı ve

yine Murat’ın yüzüydü. İnanamayarak dokundu ve derin bir nefes vererek

karısına döndü.

“Bir şey yapamamış örümcek,” dedi Elif. “Ödüm koptu, asit falan

deyince.”

Birbirlerine kenetlenmiş halde, az kalsın son insanın ölüm mekânı

haline gelecek banyodan çıktılar ve sobanın ateşiyle ısınmış odaya girdiler.

“Sana bir şey söylemem gerek,” dedi Elif.

“Söyle canım,” dedi Murat karısının güzel gözlerine bakarak.

“Ben galiba… hamileyim.”

16

Yerin bilinmeyen bir derinliğindeki yaşlı bir adam, aniden ‘yeniden

görebildiğini’ fark etti. Diken üstündeki ruh halini o an bırakıp özel

tütsülerinin yardımıyla yoğunlaştı. O an ne olduğunu görmeye çalıştı. Son

insanı ve son robotu görmeye… Kısa süre sonra gördü de. Son insan ve son

robot yan yana, dudak dudağa idiler ve son insanın içinde ‘son umut’ vardı.

Page 148: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

148

Geleceğe baktı yaşlı adam. Ertesi gün hava daha aydınlık olacaktı,

bir dahaki gün daha da aydınlık ve sonraki gün eskisi gibi.

Bitkiler yeniden büyüyecek, hayvanlar yeniden belirecekti, insanlar

tekrar yayılacaktı dünyaya. Gözlerini açtı ve geleceğin destanını yazmaya

koyuldu Anakan. Bir kez daha…

SON

Page 149: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

SONSÖZ

BELKİ BİLMEK İSTERSİNİZ

Bu, Kuğu Kılıcı Serisi’nin bitimine özel bir veda yazısı. Bu, şimdiye

kadar yazmış olduğum altmış civarındaki öykü ve kısa-romanlarım arasında

kurgusal anlamda en kaliteli iş olarak düşündüğüm serinin sona erdiğini

belirten bir gong sesi. Bu, eğer beğendiyseniz seri hakkında ve özellikle

Alacakaranlık Efendileri hakkında ‘belki bilmek istersiniz’ diye düşündüğüm

şeylerden oluşan bir tür kamera arkası.

Her şeyden önce teşekkür etmem gereken bazı kişiler ve gruplar var.

Yazar olarak sırasıyla Stephen King, Brian Aldiss ve Isaac Asimov’a, bana bu

seriyi yazmamda farkında olmasalar da katkıda bulundukları için teşekkür

ediyorum. King olmasa kitap okumaktan bile aciz olacaktım, Brian Aldiss

olmasa bilimkurgu evrenine ışınlanamayacak, Isaac Asimov olmasa bir

robot öyküsü düşünemeyecektim.

İkinci olarak Alacakaranlık Efendileri üzerinde çalışırken

kulaklığımdan yayılarak bana yazma enerjisi veren müziklerin yaratıcıları

var. İlk olarak Trans-Siberian Orchestra (Alacakaranlık Efendileri’nin aşk

hikâyesinin aklıma gelmesini sağlayan şey ‘Epiphany’ şarkısıdır. Beşiktaş’tan

Zincirlikuyu’ya doğru ağır ağır akan trafikte Epiphany dinlerken aklıma

Page 150: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

150

gelmişti fikir.), World Painted Blood şarkısıyla adeta Alacakaranlık

Efendileri’ni tarif eden Slayer ve son olarak o tuhaf sesiyle ve süper

müziğiyle yazmak için her bilgisayar başına oturuşumda beni gaza getiren

U.D.O. grupları… İyi ki varsınız.

***

Alacakaranlık Efendileri, benim bu kadar çok ve çeşitli karakter

kullandığım ikinci işim oldu. Diğeri daha önce Xasiork’ta e-kitap olarak

yayınlanan “Karanlık ve Aydınlık”tı ve en az bunun kadar uzundu.

Buradan bir teşekkürü de SIFIR serisindeki ortağım Ozancan

Demirışık’a borçluyum, çünkü onun yarattığı bir karakteri, gerektiğinde

sevecenlikle, gerektiğinde hunharca kullandım. O karakterin adı Murat

Arıkan’dı. Gerçi sert Birim Sıfır ajanı, benim öykümde bir tarih öğretmenine

dönüştü ama olsun. Murat Arıkan, Murat Arıkan’dır. Dize Demirsoy’u da

eğer okuduysanız SIFIR serisinden tanıyor olmalısınız. O seride bir türlü

birleşemeyen iki ortak, bu sefer evlenmiş ve mutlu olmuş gözüküyorlar.

Yaşadıkları dünyada tek başlarına kalmış da olsalar.

Karakterlere girmişken Flemis Permosi’ye değinmemek olmaz.

Öyküler üstü bir karakter olduğunu daha önce bir yerde yazdığımı

hatırlıyorum ama burada da bahsetmek istedim. Flemis Permosi’yi benim

öykülerimi okuyanlar zaten biliyorlardır. Birim Sıfır Cilt 1’deki Aytılsımı

öyküsü tamamen onunla ve kudretli yaratıkları ayköpekleriyle ilgiliydi.

Daha sonra yayınlanacak olan SIFIR: Dört isimli kitapta da bir bölüm

Flemis’e ayrılmış durumda. Ve orada da göreceğiniz gibi Flemis’le Dize ayrı

Page 151: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Gökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan ŞahinGökcan Şahin

151

düşünülemiyor. Daha sonraki bölümlerde de bunu göreceksiniz. Evrenler

farklı da olsa bundan dolayı Kuğu Kılıcı serisi ile SIFIR serisi sıkı bağlarla

bağlanmış durumdalar. Eğer bu öyküyü sevdiyseniz ve SIFIR’dan haberiniz

yoksa kesinlikle tavsiye ederim, eminim onu da seveceksiniz.

Flemis Permosi ile ilgili daha ayrıntılı bilgi için Aytılsımı’nın

sonsözüne göz atın derim. Ayrıca acaba sizce o kötü adam mıydı, yoksa

aşkı için sonsuz evrenlerden birini feda etmekten çekinmemiş bir kurban

mıydı? Biraz düşünün bence.

Ve yepyeni bir karakter. Alacakaranlık Efendileri’nin hem kötü adamı

hem de acınacak kadar yalnız karakteri Rugor. Şimdi bu cümleyi kurarken

aklıma King’in Kara Kule serisindeki Mordred geldi. Herkes tarafından terk

edilmiş, zavallı bir yaratıktı Mordred. İnsanda hem acıma duygusu

uyandırıyordu, hem tiksinti. Onun için de bizim için de en iyisi ölmesiydi

sanırım. Benzer bir durum Rugor için de geçerli. Ölümsüz ve hapsolduğu

dünyada yapayalnız, çaresiz bir mağara adamı. Kendi türünden milyonlarca

insanın yaşadığı dünyamıza adım atınca da şaşırıyor haliyle. Ve korkuyor.

Korktuğu için de yok olmalarını istiyor. İnsanlar onun için birer

hamamböceği gibi. Onların yanı başında olduğunu bilerek uykuya

dalamıyor. Garanti veririm siz de dalamazdınız.

Acı’yı ve robotları zaten Acımasız ve Kan Meleği öykülerinden

tanıyorsunuz. Acı, serinin baş aktörü olarak bu öyküde de iyi bir iş çıkardı

ama bambaşka birine dönüşerek kendi hayatını tamamen feda etti.

Gelecekte acaba geri dönebilir mi? Mesela yüz yıl sonra Dize yaşlanıp

öldüğünde o tek başına ne yapacak? Aslında kim olduğunu merak

etmeyecek mi?

Page 152: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

Alacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık EfendileriAlacakaranlık Efendileri

152

Gelelim Anakan’a. Eminim okurken ‘damdan düşer gibi gelen’ bir

karakter olduğunu düşündünüz onun. İnanın bana, bu gerçek hayatta o

kadar sık oluyor ki, şaşırmanız bile gereksiz. Hayatınıza giren herhangi

birinin sizin öykünüzün geri kalanıyla hiç ilgisi olmayabiliyor. Ona neden

şaşırmıyorsunuz?

***

Artık veda etme zamanı geldi sanırım. Umarım gerçekten iyi vakit

geçirtebilmişimdir size. Okumaya devam. Tekrar görüşmek umuduyla…

Page 153: Kuğu Kılıcı 3 - Alacakaranlık Efendileri

YAZAR HAKKINDA

Gökcan Şahin, 3 Eylül 1988’de Sivas’ta doğdu. İlköğrenim ve liseyi

İstanbul’da tamamladı. 2006 yılından beri Yıldız Teknik Üniversitesi Elektronik ve

Haberleşme Mühendisliği'ne devam ediyor. Her ne kadar ömrü boyunca sayısal

bölümlerde öğrenim görse de edebiyat, tarih, felsefe gibi sözel alanlara da ilgi

duydu.

Yazarlığa 2007’de başlayıp kısa zamanda

elliden fazla öykü yazdı. Öyküleri ve inceleme

yazıları Xasiork Ölümsüz Öykü Kulübü'nün internet

sitesinde, Xasiork Dergi’de ve Gölge e-dergi'de

yayınlandı. Henüz bir roman bitirememiş olsa da;

en yakın zamanda kaleme alıp, yayınevlerinin

kapısını çalmayı düşünüyor.

Şu sıralar Ozancan Demirışık’la birlikte,

sekiz bölümden oluşacak ve iki buçuk ayda bir

‘Buzul Dünya’ adlı sanal yayınevi üzerinden

yayınlanmakta olan SIFIR adlı doğaüstü-polisiye serisini yazıyor.