21
\ Dem. No: Tas. No: L

lblı - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D179164/2007/2007_BESERF.pdfBu yüzden sadece ispatlanmış bilimsel gerçekler değil, ba zan bilim teorileri dahi müslümaniann etkilenmelerine

  • Upload
    others

  • View
    2

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: lblı - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D179164/2007/2007_BESERF.pdfBu yüzden sadece ispatlanmış bilimsel gerçekler değil, ba zan bilim teorileri dahi müslümaniann etkilenmelerine

lblı \

Dem. No:

Tas. No:

L

Page 2: lblı - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D179164/2007/2007_BESERF.pdfBu yüzden sadece ispatlanmış bilimsel gerçekler değil, ba zan bilim teorileri dahi müslümaniann etkilenmelerine

Çağ1m1zda Sosyal Değişme ve Islam 2002 Yılı Kutlu Doğum Sempozyumu Tebliğ ve Müzakereleri

Yayın No: 377 Sempozyumlar ve Paneller Serisi: 37

©Bütün Haklan Türkiye Diyanet Vakfı'na aittir 1. Baskı, Şubat 2007, Ankara, 1.000 adet

ISBN 978-975-389-494-4

07.06,Y.0005.377

Redaksiyon : Dr. Mehmet BULUT Kapak ve Iç Tasanm: TN Iletişim Kufi Besmele: Hişam ei-Garavl Uygulama: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınlan

Türkiye Diyanet Vakfı Mütevelli Heyeti'nin 25.02.2003/1104-14 sayılı karanyla basılmıştır.

Türkiye Diyanet Vakfı Yayın Matbaacılık ve Tıcaret Işletmesi'nin dizgi, fotomekanik, ofset ve cilt tesislerinde hazırlanıp basılmıştır.

TÜRKIYE DIYANET VAKFI Yayın Matbaacılık ve Ticaret Işletmesi

OSTIM Örnek Sanayi Sitesi 1. Cadde 358. Sokak No: 11 06370 Yenimahalle 1 Ankara Tel: 0312. 354 91 31 (pbx) Faks: 354 91 32 e-posta: [email protected]. tr

Page 3: lblı - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D179164/2007/2007_BESERF.pdfBu yüzden sadece ispatlanmış bilimsel gerçekler değil, ba zan bilim teorileri dahi müslümaniann etkilenmelerine

i i

1

l

Sosyal Değişme ve içtihat

Prof. Dr. Faruk BEŞER Sakarya Üniversitesi Ilahiyat Fakültesi

Islam ve Değişim

Genel anlamda İslam'ın değişmeyi değil, kalıcılığı, sürekliliği ve geleneği ön­gördüğü söylenebilir. Nitekim o, Cahiliye'ye dönemine ait olan her şeyi de-

ğiştirmemiş, bazısını ibka etmiş, bazısını da ıslah ederek bırakmıştır. Hz. Peygam­ber "türedi bir peygamber değildir" (Ahkaf, 46/9). "Dine ilişkin olarak sonradan ortaya çıkan uygulamalar bidattir." "Bir topluluk kendi içindekini değiştirmedikçe Allah da onlardaki değerleri değiştirmez" (Ra' d, 13/11).

"Allah'ı inkar edenleri, O, çok çetin bir aiapla yakalar. Bunun sebebi şudur ki Allah, bir kavme verdiği bir nimeti, onlar kendi içlerindekini değiştirmedikçe de­ğiştirmez ... " (Enfal, 8/53). Bu ayet önceki benzer ayeti açıklar ve "Değiştirmez" denmesi, değişmemenin iyi ve istenen bir durum olduğuna işaret eder.

Kur'an'da değiştirmenin ve dolayısıyla da değişmenin mutlak anlamda güzel ve makbul olmadığını gösteren daha açık ifadeler de vardır: "Allah' ın kelimelerin­de tebdil olmaz"' (Yunus, 10/64). "Allah'ın yaratışında (yarattığında) tebdil olmaz. Bu dosdoğru bir dindir" (Rılm, 30/30). "Allah'ın sünnetinde (kanununda) hiç bir tebdil, (Ahzab, 33/62), hiçbir tahvil bulamazsın" (Fatır, 35/43). (Tebdil kelimesinin tamamen değiştirme, bir şeyden bedel başka bir şey getirme, tahvil kelimesinin, bir şeyin halini, yani özelliklerini değiştirme, tağyir kelimesinin ise, bir şeyi bir başka­sı ile değiştirmemekle beraber onu kendi içinde değiştirerek adeta bir başka şey haline getirme manalarında olduğunu gözönünde bulundurmalıyız.)

1 "Allah'ın sözlerinde tebdiUdeğiş(tir)me olmaz" (Yunus, 10/64) mealindeki ayetler, bir başka açıdan da, bir ihtimalle de olsa, ayetlerin hem lafızlannın, hem de ne dediklerinin değişmemesi gerektiğini hatır­latır. Yani, eğer bu ihtimal doğru ise Kur' an, tarihseki bir okuma metoduna tabi tutulrnamalıdır.

-----, \~~"'

Page 4: lblı - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D179164/2007/2007_BESERF.pdfBu yüzden sadece ispatlanmış bilimsel gerçekler değil, ba zan bilim teorileri dahi müslümaniann etkilenmelerine

302 1 ÇaQımızda Sosyal Degişme ve Islam

Şeytan Allah'la olan muhaveresinde, "Senin kullanna emirler yağdıracağım ve onlar Allah'ın yaratışını (yaratıklarını) tağyir edecekler" (Nisa, 4/119) diye yemin eder.

Estetik!güzelleşme amaçlı olarak dövme yaptırma, kaş aldırma, saça saç ekleme, diş seyreltme gibi operasyonlar lanetlenirken, sebep olarak bunlarla Allah'ın yara­tışının (ya da yaratıklannın) değiştirilmesi (tağyir) gösterilir.2 Bunlarla da açıkça Allah'a ait olan (İlahi) bir alana işaret edilir ve insanın onu değiştirmeye kalkışma­ması istenir. Ama diğer taraftan atalarının dinlerine körü körüne sarılanlar kınanır­lar ve "Onların izlerinden gittikleri atalan bir şey anlamamışlarsa ve doğru yolda değillerse!" (Bakara, 2/170), "Onlar bir şey bilmiyorlar ve hidayet üzre değillerse! (Yine mi onlan izleyeceklerdir)" (Maide, 5/104) diye uyanlırlar. "lki günü müsavi olan ziyan dadır." Öyleyse aslında gelişen ve değişen bir şeylerin bulunduğu da açık­tır. İlimin arneli gerektirmesi ve İslam'da ilme karşı ileri derecede teşvikin bulun­ması da bir tür müspet gelişmeyi ve değİşıneyi akla getirir.

Aslında Kur'an-ı Kerim'in belli bir tedriç süreci içerisinde gelmiş olması, onun anlama ve bilgilenmedeki değişimlere riayet ettiğinden dolayıdır. Kur'an zaten ken­disinin anlaşılmasında sürekli bir açılırnın ve beyanın olacağını söyler.3 Bunun an­lamı, bilgide ve hikmette nicelik!kemiyet olarak değişimin süreceğidir.

Öyle anlaşılıyor ki, değişmemeyi ve değişmeyeni asıl olarak gösteren deliller, iki şeye dikkat çekiyorlar: 1. Varoluşsal değişmenin olmadığına; 2. Allah'a ait olması gereken alana kulun müdahale etmemesi, varlığın yönünü ve misyonunu değiştir­memesi gerektiğine. Değişmeyi makul ve olması gereken olarak gösteren deliller de yine iki şeye işaret ediyorlar: 1. İnsanoğlu varlık hakkında sürekli bilgilenmeli ve, 2. Bilgi;inin artmasına paralel olarak ameli/yapıp ettikleri de hep daha güzele doğ­ru değişmelidir. Böylece insan asıl gayesine, Allah'ı bilmeye ve O'na karşı saygılı ol­maya doğru ilerleyecektir.

Din sözkonusu olunca da onun hiç değişmeyen ve değişmemesi gereken bir aslı­nın, sabitesinin bulunduğunda ittifak edilmekle beraber, bunun ne olduğu ve nereye kadar gideceği konusunda farklı anlamalar da yok değildir. İslam geleneğindeki ge­nel kabul odur ki, dininen azından iman esaslan (teolojik ya da antolajik saha), salt ibadetler ve sayılarla ifade edilen hükümler (mukadderat) İslam'ın hiç değişmeden kalacak olan özünü ve sabitesini teşkil ederler. Bunların yanında mesela, haram kılı­nan şeylerde de mutlak anlamda bir değişmenin olabileceği düşünülemez.

Dinin sabiteleri ve tarihsel süreç içerisinde oluşturduğu kültürleri vardır. Sabi­teler, isminden de anlaşılacağı gibi, dinin değişmemesi gereken (Teolojik) sahası, kültürel yönü ise değişmesi gereken (Sosyolojik) sahasıdır. Ya da sabitelerin değiş­tirilmesi olumsuz olduğu kadar, kültürel yönünün değişmeden kalması ve her yer ve zaman için aynen uygulanmak istenmesi de olumsuz bir durumdur.

1 Bkz. Buhari, Libas, H. No: 5476. 3Ömek olarak bkz. Kıyame, 75/19.

Page 5: lblı - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D179164/2007/2007_BESERF.pdfBu yüzden sadece ispatlanmış bilimsel gerçekler değil, ba zan bilim teorileri dahi müslümaniann etkilenmelerine

Tebliğler ve Müzakereler 1 303

Sosyal Değişme Bugün sosyal değişme deyince sosyologlar, "sosyal" nitelemesinden de anlaşıla­

cağı üzere, toplumsal yaşayışta, aile yapısında, akrabalar arası ilişkilerde, toplumu ilgilendiren yönüyle insanların kullandıklan araçlarda ve bunların kullanılına biçim ve gayelerinde, hatta bu sayılanlan etkilernesi açısından varlığa ve hayata bakışta or­taya çıkan farklılaşmalan ve bunlan doğuran faktörleri, bütün bunlardan sonra da bunların vaki ya da muhtemel sonuçlarını anlarlar. Dikkatli bakılırsa biz bunların sadece sosyolojinin değil, aynı zamanda fıkhın da konusu ve ilgi alanı olduğunu söyleyebiliriz.

Sosyologlar bu değişınderin etkenlerini, özelliklerini, bunları doğuran temel kanunlan, yani farklı değişim teorilerini ele alır ve uzun uzadıya anlatırlar. Bu an­latılanlara bakıldığında hepsinde var olan ortak paydanın, sosyal değişmelerin, bi­limin ve teknolojinin katkılarıyla hep iyiy~ doğru gideceği doğal, doğrusal ve olum­lu olarak görüldüğüdür. Elbette bunun tabii sonucu da, insanlığın ilkelden ve ilkel­J.il.-.i:en başlamış olduğunun kabulüdür. Ama artık, değişimin mutlak anlamda olunılu olmadığı, pek çok değişinıin, insanlığı felakete de sürükleyebileceği dile ge­tirilmeye başlanmış durumdadır.

lçtihadı Etkileyen Belli Başlı Değişme ve Kırılmalar İlk dönenilerde çok yavaş ~eyretmiş olsa dahi İslam dünyasında da önenıli de­

ğişinıler olmuş ve Müslümanlar da bu değişmelere paralel farklı görüş ve içtihatlar oluşturabilmişlerdir.

Hz. Ömer'le beraber hız kazanan fetihlerin İslam ülkesine yabancı kavinıleri katınasını ve artık dil birliğinin bulunmamasırıı, insanlar arasındaki dayanışma ve yardınılaşma anlayışının değişmesiyle akile yerine divanların ilidasını, Farsların ve Türklerin İslamlaşması ile Kur'an-ı Kerim'i anlama probleminin ortaya çıkmasını ve onun dilinin tartışılınasını, h~tta yönetimin daha rahat hareket edebilmek ama­cıyla ulemayı, Kur'an'ın "malıluk" olduğu tezirıi kabule zorlamasını örnek olarak hatırlayabiliriz.

Daha sonra mesela Haçlı seferlerinin (1095) Müslümanların Hıristiyanlara kar­şı bakış açısını etkilernesi ve önceden onlar adeta korumamız altındaki evlatlarımiZ gibi muamele görürlerken, Haçlı Seferleri sonrası Ehli Kitap hakkında daha sert fik­hi görüşlerin ortaya çıkması, Moğol istilası (1258) ile birlikte Müslümanların ilk ciddi yenilgilerini alınaya başlamalan ve bunun en azından Hanefiler için, mesela cuma namazının darülharpte kılınamayacağı kanaatlerini gözden geçirmelerine se­bep olması; Osmanlının Batıya yenilmesiyle onların iktisadi, askeri, bilimsel ve tek­nolojik üstünlüğü karşısında kendisinin bütün bu alanlarını sorgulamaya başlama­sı akla gelen ilk etkili değişim ve kırılınalardır. Fıklıi mirasırnız bu kırılmalara para­lel biçimde incelendiğinde, aslında fikıhtaki tarilisetlik de bütün açıklığıyla ortaya çıkacaktır. Bu değişınderin bir kısmı İslam dünyasındaki ilmi gelişmelerden hızlı cereyan ettiği için zamanla bunlan yorumlamalarda ve hayatı ona göre düzenleme-

Page 6: lblı - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D179164/2007/2007_BESERF.pdfBu yüzden sadece ispatlanmış bilimsel gerçekler değil, ba zan bilim teorileri dahi müslümaniann etkilenmelerine

304 1 Çağımızda Sosyal Dağişme ve Islam

de zorlanmalar başgöstermiştir. Sanayi devrimi ile başlayan süreç ise İslam dünyasının değişmelere cevap bulup

ayak uydurmasını bütünüyle zorlaştırdı. Köyden kente taşınma, hızlı kentleşme, iş hayatı, tarımdan sanayi işçiliğine geçiş, hareket alanlan belirlenmiş, sürekli ve mo­no ton kılınmış bir çalışma düzeni ve bunların getirdiği değişme ve anlayış kayma­lan İslam dünyasında da ciddi sarsılmalara neden olmuştur. Ve aslında bir Medi­ne/kent medeniyeri olan İslam'ın bu değişmelere vereceği cevabın gereken hızla bulunamadığı açıktır. Bunun sebebi, bütünüyle bir İslam Dünyasının geri kalma sebeplerinde aranmalıdır. Kur'an-ı Kerim'in ve Hadisin açılımı ve bütün zamanla­ra mutabık olması, sadece onların metinleri üzerinde yoğunlaşarak keşfedilebilecek bir husus değildi. Zira Kur'an-ı Kerim -kelirneleri itibariyle- sınırlı bir metindi ve bilirnin keşfi olmadan ondan anlaşılanlarm artma şansı olamazdı. Oysa olaylar çe­şitlenerek çoğalıyordu. Bu yüzden sadece ispatlanmış bilimsel gerçekler değil, ba­zan bilim teorileri dahi müslümaniann etkilenmelerine ve sarsılmalanna yetebildi. Mesela Seyyid Hüseyin Nasr'a göre dini düşünceyi sarsan en büyük etken Evrim Teorisidir.4

İslam tasavvuf anlayışının dünyayı terketmeye ve miskinliğe doğru m eyledişini ve bununla beraber sufi meşayihin toplum üzerinde ulemadan daha etkili oluşunu, İslam dünyası için en önemli değişmelerden ve kırılmalardan sayan görüşler de bü­yük ölçüde doğrudur. Faruki'rtin dediği gibi tasavvuf; "Bir takım saldırgan devlet­lerin ortaya çıkmasından, bazı sosyal ve siyasi hareketlerden olduğu kadar milyon­larca insanın İslam'a girmesinden de sorumludur. Aynı zamanda Müslüman gücü­nün ~ok olmasından, Müslümanların akli olanın yerini sezgi yoluyla öğrenilenle değiştirmelerinden ve batıl irikada dayalı bilgi için eleştirel olanı terketmelerinden; bu dünyayı terkederek sadece öte dünya ile ilgilenmelerinden de sorumludur."5

lçtihadın Soy Kütüğü Burada içtihadın teknik tarifi ve bununla ilgi kayıtlardan çok, onun malıiyerini

anlamayı, Kur'an'daki ve bulabildiğimiz kadarıyla da sünnetteki ilgili kavramları tanımayı deneyeceğiz.

Beylik bir ifade olan, "Dinin kaynaklan ya da edille-i şeriyye dörttür: Kitap, Sün­net, İcma ve Kıyas" anlatımını herkes bilir. Aslında dinin ya da dini bilginin kayna­ğı bir tanedir ve o da vahiydir. Sünnet Kur'an'ı anlatacağı kadar anlatmış ve artık ka­lan detaylan insanoğluna bırakmıştır. "Kur'an'ı Ralınıan olan Allah öğretmiştir. O insanı yaratmış ve ona beyanı öğretmiştir" (Rahman, 55/1 -4). Artık insanoğlunun kendi zaman ve mekanındaki davranışlarının meşruiyetini, yani Allah'ın bu konu­daki muradını öğrenmesinin, sünnet ve yaşayan sünnet/gelenek örneğinden yarar­lanarak, Kur'an'dan almaktan başka bir yolu yoktur. Öyleyse aslında sistematik zi-

4 Bkz. Mehmet Erdoğan, Sosyal Değişme, s. 32. 5 Faruki, İslam Kültür At/ası, s. 323.

----------- ----------------=

Page 7: lblı - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D179164/2007/2007_BESERF.pdfBu yüzden sadece ispatlanmış bilimsel gerçekler değil, ba zan bilim teorileri dahi müslümaniann etkilenmelerine

Tebfiğler ve Müzakereler 1 305

hinsel bir çaba olan içtihat müstakil bir kaynak değil bütün bu dört aslı işlevsel kıla­cak, hepsinin arasındaki bir ortak dokudur. Bu yüzden biz on ını mahiyet ve meşru­iyetini öncelikle Kur'an'dan ve sünnet örneğinden aramayı deneyeceğiz.

Düşünme ve bilgi edinme ile İlgili olarak Kur' an' da insanı hayrette bırakacak bir kavram haritasının olduğunu burada sadece söylemekle yetineceğiz. Bilginin vası­talan olarak; sem'/duyma, kulak, basar/görme, göz ve aklın; fuad, hicr, lübb, nüh­ye, katb gibi kademeleri, bunlan eyleme dönüştürme ve kullanma biçimi olarak fehm, nazar, teemmül, tefekkür, taakkul; tedebbür, İlinl, marifet, hikmet, tefakkuh,

· dirase ve daha pek çok eylem Kur'an'dazikredilmektedir ve bunlar sanıldığının çok üzerinde ve çok renkli bir bilgilenme haritası çizerler. Elbette "Müçtehit" dediğimiz insan da bu araçlardan bazılarını ya da tamamını kullanabilen insandır. Bu bakış açısıyla bizim Kur'an-ı Kerim'deki bazı kavramlar dikkatimizi çekmektedir.

Eblü'z-zikr: Kur'an'ın, bilgisine başvurulmasını istediği, en önde gelen zümre­lerden birinin "ehl-i zikir" olduğunu söyleyebiliriz. Kur'an-ı Kerim'de iki ayn yer­de, bir tek kelinıe farkıyla tekrarlanan bir ayeti kerime vardır: "Biz senden önce de kendilerine vahiy verdiğimiz erlerden başkasını göndermemişizdir. Eğer bilıniyor­sanız zikir ehline sorun" (bak. Nahl, 16/43; Enbiya, 21/7). Bu her ikiayetinde bağ­Iarnı aslında Hz. Peygamber'in bir beşer olarak peygamberliğine itiraz edilmesi sa­dedidir ve orada ehl-i zikir'den anlaşılan da birinci derecede Tevrat'ı ve İncil'i bi­lenlerdir. Ancak bu özel sadede rağmen zikir kavramının kapsamı çok daha geniş­tir. İbn Abbas'ın tercihi olarak "Ehl-i zikir", Kur'an ehlidir, yani Kur'an'ı bilen ve içselleştiren insanlardır. Buna bilahare ilim ehli insanlar da katılmıştır. 6 İlk dönem­lerde "ilim" kavramıyla sünnetin kastedildiğini düşündüğümüzde bu anlamlı olur. Çünkü Kur'an-ı Kerim burada Tevratve İncil değil de Zikir kavramını tercilı etmiş­tir, öyleyse onun ehli ile kastedilen kimseler de,' yine Kur'an'ın zikir kavranıına yük­Iediği ·anlamlan kendisinde bulunduran kimseler olınalıdırlar.

Kur'an-ı Kerim kendisine de "zikr" adıru verirken, bu kelinıeyi, Firuzabadi'nin tespitine göre yirnıi ayrı manada kullanmıştır: Dil ile zikretme/söyleme, kalb ile zikretme/hatırlama, öğüt verme, Tevrat, Kur' an, Levh-ı mahfuz, Hz. Peygamberin risaleti, ibret, haber, Hz. Peygamberin bizzat kendisi, şeref, tövbe, beş vakit namaz, özel olarak ikindi namazı, Cuma namazı, hatadan dolayı özür, şefaat, tevhit, nime­ti anma, itaat ve hizmet.7 O, zikrin bu anlamlarda kullanıldığı ayetleri de verir. An­cak dikkatlice bakılırsa bu manalardan bir kısmının diğerlerine dahil edilebileceği görülür ve sonuçta "Ehl-i Zikir" şöyle bit insan olarak karşımıza çıkar: Kur'an'ı ve Peygamber'i (sünneti) tanıyan, kulluk görevlerini yerine getiren, yaptığı işlerde Al­lah'ı hatırda tutan, dinlerin temel esaslannı bilen bir insan. Zikirdeki temel özellik elbette, İbn Paris'in dediği gibi, akla getirme ve hatırlamadır. Ama hatıriamanın an-

6Bkz. Kurtubi, X/108. 7 Bkz. Firılzabadi, Basair, III/13; Ayrıca İhsan Kahveci, Kur'an'da Zikir Kavramı adlı bir dok-tora tezi ha­zırlamak'iadır.

-, ~\};1;:;~

Page 8: lblı - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D179164/2007/2007_BESERF.pdfBu yüzden sadece ispatlanmış bilimsel gerçekler değil, ba zan bilim teorileri dahi müslümaniann etkilenmelerine

306 1 Ça~ımızda Sosyal Değişme ve Islam

cak bilmeden sonra olabileceğini düşünürsek "Ehl-i Zikir"in, bilen ve bununla bir­ll'te yukandaki özelliklere sahip olan kimse olduğu anlaşılır.

Buna göre Kur'an'ın "Eğer bilmiyorsanız zikir ehline sorun" ifadesinden anla­şılan şu olur: Öncelikle herkes için asıl olan bilmektir. Çünkü her insan Allah'ın muhatabıdır ve O'nun muradım kendi mükellefiyeti nispetinde bilebilme imkanı­na sahiptir. Bununla birlikte herkesin bu mümkünü başaramadığı da bir gerçektir. Öyleyse bilemeyenler bilenlere soracaklardır. Ancak bu bilenler mutlak, sıradan ve vasıfsız bilenler değil, yukandaki özellikleri kendilerinde bulunduran alimlerdir. Şu halde bu ayetin "Eğer bilmiyorsanız bilenlere sorun" diye tercüme edilmesi de ek­sik bir çeviri olmalıdır. Diğer yönden bu ayetlerden, başkalannın görüşlerinisorup ona göre davranma anlamında bir mezhebe ittibanın cevazı da anlaşılmış olur.

Ulü'l-emr ve İstinbat "Ulü'l-emr", emir yetkisi olanlar, emri elinde bulundu­ranlar demektir." Anlaşılacağı üzere buradaki birinci emir, yasaklamanın zıddı olan emretmek, ikinci emir ise imaret/velayetiyetkiisiyasi otorite anlanıındaki emirdir. Ulü'l-emr' de her iki mana da düşünülebilir. Bu kavramın geçtiği ayetlerden birinin meali şöyledir: "Onlar kendilerine güven ya da korku ile ilgili bir haber geldiğinde onu hemen yayıveriyorlar. Oysa onu Peygamber' e ve 'ulü'l-emre' götürselerdi el­bette içlerinden istinbat edebilenler onu bilirlerdi" (Nisa, 4/83).

Rağib, Ulü'l-emr'i tanınılarken diyor ki: "Bir görüşe göre bunlar Hz. Peygamber zamanmdaki ümera (emirler/yöneticiler)

dir. Bir görüşe göre, Ehl-i Beytten gelen İmamlardır, bir görüşe göre de marufıı!iyilik­Jeri emredenlerdir, İbn Abbas da şöyle demiştir: 'Ulü'l-emr, Allah'a itaat eden fakih­ler!dip. alimleri l'e dinin adeta sahibi l'e ehli olan insanlardır.' Bütün bu görüşler doğ­rudur. Şöyle ki, insaniann sözünü dinlediği (otorite olan) ulii'l-emr dört smıftır:

1. Peygamberler: Bunlann hükmü (otoritesi) awıınm da hal'assm da hem zahirie­rine hem de batınlanna etkilidir. 2. Yöneticiler/vülat: Bunlann hük..rnü herkesin zahi­rine etkilidir, batınma etkili değildir. 3. Mütefekkirler/hükema: Bunlann hükmü ise sadece hal'assm l'e de zahirierine değil de batınlanna etkilidir. 4. Vaaz ve öğüt veren­ler: Bunlann hükmü de al'amm zahirierine değil de batınlanna etkilidir.''8

Anlaşılan hem ümeranın hem de nlemanın insanlar üzerinde otoriteleri vardır. İnsanlar için gerekli olan bilgi manevi bir güç olduğu için, bilgiye salıip olmayan­lar, muhtaç olduklan bilginin kaynağına boyun eğerler. Anıa bilginin oluşturduğu otorite manevi bir otoritedir ve o, insaniann ancak iç dünyalannda/batınlannda et­kilidir. Ümeranın otoritesi ise bunun aksinedir. Ancak ümerasiyasal otorite ile bir­likte ilme de sahip olurlarsa her iki otoriteyi birlikte edinmiş ve gerçek anlamda ulü'l-emr olmuş olurlar. Burada bizi ilgilendiren husus, bilgi edinmek için ulü'l­emre başvurmamızın istenmiş olması ve tam anlamıyla ulü'l-emrin ancak ilimle oluşabileceği gerçeğidir.

Aynı ayette insanlar istinbat gücüne sahip olanlarasormaklada mükellef kılın-

s Bkz. Rağib, Müfredat.

Page 9: lblı - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D179164/2007/2007_BESERF.pdfBu yüzden sadece ispatlanmış bilimsel gerçekler değil, ba zan bilim teorileri dahi müslümaniann etkilenmelerine

Tebfi!ller ve Müzakereler 1307

mışlardır.

İstinbat kavramı "nabat" kökündendir ve "nabat", kuyu kazıldığında ilk çıkan suya verilen addır. "İstinbat" ise, gerekli ınalzerneler ve bilgiler kullanılarak, bir ko­nunun özüne ve deri'ınuna irıilip yeni bilgiler elde etmeye denir. Kavrarnın köküy­le alakası açıktır. Bu kavram yukanda meali verilen Nisa, 4/83'te dini bilgirıirı fark­lı bir derecesirıdeki irısanlar içirı kullanılımştır.

"Dinde tefakkuh edenler", konumuzia ilgili olan dördüncü anahtar kavramdır. Fıkıh, ınaksudu kavraınaktır. Fehiın' den ve ilirnden daha özel bir bilgidir. Bunun te­

fakkuh kalıbıyla ifade edilmesi onun, kolayca elde edilemeyen bir bilgi türü olduğu­na işaretolınalıdır. İlgili ayetinmeali şöyledir: "Müınirılerirı tamarnı birden seferber olmaınalıdırlar. Her firkadan bir grup çıksalar ve dirıde tefakkuh etseler de, döndük­leri zan1an kavimlerini uyarsalar, ola ki sakınırlar" (Tevbe, 9/122). Bu ayetten anla­şıldığı üzere 'dirıde tefakkuh edenler', irısanlan uyarma/irızar etme yetkisirıe sahip kimsderdir. Birıaenaleyh, bu vasıf konumuz açısından önemli bir vasıftır. Çoğu Ku' ran tercümesirıirı verdiğirıirı aksirıe, bu irısanlar çıkınarnası gereken irısanlar de­ğil, aksirıe çıkınası gereken irısanlardır. "Levla-nefera", "çıkınasınlar" değil, "çıksa­lar ya! Çıkmalıdırlar" anlaınına gelir.9 Bu durumda bu uyarma özelliğirıirı ancak çık­makla, yani dünyayı ve hayatı tannnakla elde edilebileceği anlaşılınış olur.

Burada fıkıh ve ondan türeyen kelirılelerin Kur'an-ı Kerim'de hep fiil kalıbıyla gelıniş alınalanna dikkat çekmek de güzel olur. Muhtemelen bu durum, fikhın sa­bit bir bilgi olınayıp, sürekli bir anlama eylemirıirı adı olduğuna delalet .eder. Ayn­ca fıkıhla elde edilen bilgirıirı hikmet olduğu söylenir. 10 Çok ilgirıçtir ki, fıkıh keli­mesi Kur'an-ı Kerim'de yirmi kez ve hepsirlde fiil olarak kullanılırken, hikmet ke­lirılesi de yine tam yirmi kez ve hepsirlde isim olarak kullanılımştır. Bu da fikhırı sü­rekli bir kavrama eylemi; hikmetin ise bu eylem sonucunda elde edilen sabit ve ınuhkeın bir bilgi olacağına iş~ret olabilir.

İşte Allah'ın, kendi gönderdiği dirı adına bilgilerine başvurulmasını istediği kimseler bu dört sınıf irısandır. Bunlardaki özellikler de bir bakıma, sonradan ınüç­tehit diye isiınlendirilecek olan otoriteleriri özellikleridir. Bunlardan başka elbette Kur'an-ı Kerim'irı bilgi sahibi olan irisanlardan söz ettiği başka kavram ve kelirıle­ler de vardır. Ancak onlara sorulınasının, yani onlardan dini bilgi alınmasının is­tendiği ile ilgili bir işaret bilmiyoruz. Mesela Uleına!Alirılün kavramı önemli bir bilgi derecesirıi anlatır.

Alirıl'irı alem'den geldiğirıi düşünürsek, aliınde adeta bir alem/işaret alına, far­kedilir bir yönünün bulunması ve böylece de örnek teşkil etme anlamlannın bulun­duğunu anlanz. Bu da elbette sadece onun bilgisirıi uygulamasıyla olabilir. Aksi halde hafızadaki bilgirıirı görünür ve alem olabilir bir yönü olamaz. Bu yüzden ola­cak ki Şatibi, eyleme dönüşmeyen bilgiyi bilgi kabul etmez. Ama alim yine de Ku-

9 Ömek olarak bkz. Şeyhzade ale'l-Beydıhive Seyyid Kutub, Fi-ZıJali'l-Kur'an, ilgili ayetin tefsiri. IOBkz. Elmalılı, II/916.

Page 10: lblı - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D179164/2007/2007_BESERF.pdfBu yüzden sadece ispatlanmış bilimsel gerçekler değil, ba zan bilim teorileri dahi müslümaniann etkilenmelerine

308 1 Çağımııda Sosyal Degişme ve Islam

ran'da sözüne başvurulan bir sınıf olarak zikredilmez. Aksine o, daha çok yaşayışı ile örnek/alem olan insandır.

Bilgisine başvurulmasından sözedilmeyen, ancak dini anlamada önemli bir yer­de olduklan anlaşılan başka zümreler de vardır ve mesela "Mütevessimin", "Rasi­hıln" bunlardandır.

lık Kaynaklarda Içtihat Teknik anlamda İçtilıat kavramı Kur'an-ı Kerim'de geçmemektedir. Kur'an-ı Kerim' e bakıldığında ve özellikle de Mekki ayetlerdenazar kelimesiyle

karşılaşınz. Nazar, tecrübi (pozitif) sahalarda akıl yürütmenin adıdır. Bütünüyle yer küreye, semalara, canlılara nazar edilmesi eınredilir. Bundan hareketle mücer­ret saha olan hukuki konulardaki içtihattan ve hukuki anlamdaki hükümden önce tecrübi konulardaki içtihadın, yani nazarın bulunması gerektiğini çıkarabiliriz. Za­ten sürekli tekrar etmemiz gereken bir husus, içtihadın sahasını sadece hukuki alanla sınırlamanın yanlış olacağı gerçeğidir.

"İçtihadın Kur'an'daki en önemli delili" diyor İkbal: "Bizim uğrumuzda cihad edenler için biz yollanmızı kolaylaştınnz" ayetidir (Ankebılt 29/69).ıı Bilindiği gi­bi, cihat ile içtihat kökteştirler ve aralanndaki m ana ilişkisi açıktır. Cihat adeta bah­çeyi aynk otlanndan temizleme, içtihat da orada ilahi mesajlan fidelendirme çaba­sıdır.

Gerek Hz. Peygamber'in hadislerinde ve gerekse -çok fazla olmamakla birlikte­sahabenin sözlerinde içtihat kavramı geçmektedir, ancak o dönemde sözü edilen içtihar sonradan alacağı teknik anlamında değildir. Daha teknik birer terim olan kı­yas ve istilısandan ve teknik anlamdaki içtihattan önce "re'y" terimi kullanılıyordu. İçtilıat terimi ise teknik anlamda, muhtemelen ilk defa İmam Şafii tarafından kul­lanıldı. Hatta iraklıların eserlerinde bile içtihat kavramına çokça rastlanmaz. Re'y, içtihattan önce sıkça kullanılan bir kavram olmakla beraber, bütünüyle müspet ve olması gereken bir şey olarak değil, bir bakıma yanlış olma riskine rağmen kendi görüşünü açıklama anlamında idi. 12 Kıyas'ın da ilk dönemlerde bu günkü teknik anlamından daha geniş olarak kullanıldığı ve akli tahlil ve bir hüknıe varmak için mukayese etme, benzer şeyler arasında ilişki kurma, bir düşünceyi çeşitli delillerle temellendirme, hatta akıl yjirütme gibi anlamlara geldiği açıktır. 13 Daha sonralan istilısan, istıshı.h hatta seddüzzerayi' gibi teknikler de içtilıadın bir çeşidi olarak kul-lanılır oldular. ·

Kıyas kavranıını teknik anlamda ilk kullanan ve muhtemelen anlamını bir mik­tar daraltan kişi İmam Şafii olmakla beraber o aynı zaı:i:ıanda kıyasın sahasından al­dığı alanı, daha fazlasıyla "beyan" kavramına vermiştir. Beyan ona göre aslında bir

11 Muhemmed İkbal, İslamda Dini Düşünce, s. 202. 12Bu konularda daha geniş bilgi için bkz. Ahmed Hassan, İslam Hukukunun Doğuşu, s. 135 vd. 13 Bu konularda daha geniş bilgi için bkz. Hassan, age., s. 156 vd.

Page 11: lblı - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D179164/2007/2007_BESERF.pdfBu yüzden sadece ispatlanmış bilimsel gerçekler değil, ba zan bilim teorileri dahi müslümaniann etkilenmelerine

T ebfiğler ve Müzakereler 1 309

şekilde nasta var olan manalan anlamanın her türlü yoludur.14 Ve denebilir ki, Kı­yas ilk zamanlarda Cabiri'nin ifadesi ile" Delalet Kıyası" iken sonralan "İllet Kıyası" haline gelmiştir. 15

lçtihadın Sahası Bu gün için usul konulannda içtihat, furıl' meselelerde içtihattan daha önemli

görünliyor. Kur'an'ı ve sünneti ne olarak kabul edeceğimiz, neyi nasıl ele alacağımız, ne kadar ilgileneceğimiz gibi meseleler hep önemli birer usul meseleleridir ve bizi en çok meşgul eden konulardır. Buna bu günkü ifadesiyle metodoloji de diyebiliriz.

içtihat deyin·ce elbette sadece hukukun sahasını anlanıamamız gerekiyor. Bu gün aslında bir İslam toplumunun temelini oluşturan ahlak konusunda içtihat yap­mak ve hukukun da kaynağı olan toplumsal ahlaki oluşturmak daha önceliklidir.

Aslında hukukun da hedeflediği ve kendisinden kaynaklandığı zemin/fon, ahla­ki alandır. Hukuk onun üzerinde kurulduğu zaman bir anlam ifade eder ve kalıcı olur. Aksi takdirde ya reddedilir veya fonksiyonel olamaz, işlev göremez. Bu yüz­den günümüzde fikhın ve içtihadın sözkonusu olduğu her yerde İslam hukukun­dan söz edilmesi ve onun kastedilmesi yanlış değilse dahi eksik olmalıdır. Cabi­ri'nin dediği gibi, İslam hukukçularının, en azından büyük bir kısmının ağırlıklı olarak içtihadı lafzın ve nassın yorumu sahasına hapsetmeleri ve Şatibi'nin vurgu yaptığı makasıd' dan öne almalan, içtihattaki bir sapma ve daraltma olarak görüle­bilir.16 Ama kabul etmeliyiz ki, ne önceki hukukçular makasıdı tamamen ihmal et­mişler, ne de Şatibi ve izleyenleri makasıdı nassa rağmen öne çıkarmışlardır.

Akide ve ibadet konulan da bir anlamda içtihada dahildir. 17 Ancak bunu, 'anla­ma/fehm içtihadı' diye kayıtlamak gerekir. Çünkü akide ve ibadet konulannda kı­yas anlamında içtihadın olabilmesi, o konularda da bir şeylerin değişmekte alınası­nı gerektirir. Ya da Sahabe ve onlan izleyenler döneminde bu konularm yanlış ve­ya eksik anlaşıldığını varsayınalıyız ki, bunun da doğru olmadığı açıktır. Öyleyse, olsa olsa varlığa ilişkin olarak bilinen şeyler, yani bilgirniz değişmiş ve belki bazı gerçeklerin ortaya çıkması ile nasslardaki müteşabihlerin anlaşılması sözkonusu ol­muş olabilir. Aksi takdirde varoluşsal bir değişme alınadan akidede değişme ola­maz. Çünkü akide gerçeği/hakikati olduğu gibi bilmenin adıdır. Gerçek/Hak ise za­ten vardı ve ilk Müslümanlar da onu mükellef olduklan açıklıkta anlamışlardı. Bel­ki bizim onlan anlamamızın önündeki engeller kalktı ve anlamadıklanmızı da an­

. ladık diyebiliriz. Ama o neyse yine odur. İmani konular gibi ibadetlerde de içtihat yine ancak bu anlanıda olabilir. Çün­

kü onlarda da değişme sözkonusu değildir, zira onlar aklın konusu dışındadırlar. içtihat ise akü bir süreçtir. Öyleyse hüküm ortaya koyına anlamında içtihada, yani

14 Bkz. Cabiri, Arap-İslam Kültürünün l1kı.l Yapısı, s. 28 vd. 15 Bkz. Muhammed Abid el-Cabiri, age., s. 153. 16 krş. Ca biri, age., s. 140 vd. "Bkz. Kardawi; el-İctihad, s. 65.

-,_ '{~<-~

Page 12: lblı - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D179164/2007/2007_BESERF.pdfBu yüzden sadece ispatlanmış bilimsel gerçekler değil, ba zan bilim teorileri dahi müslümaniann etkilenmelerine

31 O 1 ÇaQımızda Sosyal De()işme ve Islam

içtihad-ı kıyasa, kala kala değişime tabi olan konular kalmal'tadır. İnsan ve tabiat hakkında bilinenler değiştikçe elbette verilecek hükümler de değişmiş olacaktır. Bu gün içtihadın asıl alanı, değişen insani ilişkiler ve tabiatın insan tarafından daha farklı şekillerde ve amaçlarda kullanılmasıdır. Öyleyse içtihat bu gün her zaman­kinden daha çok bilimiere muhtaçtır. Bu da tek başına bir insan için neredeyse mümkün olamayacak kadar zor bir iştir. Öyleyse 'heyet içtihadı' üzerinde durulma­lıdır.

Bu gün içtihat, iktisatta, hukukta, teknolojide, bilimlerin konularında, insanın tabiata müdahale sınırında, "Başkalan"nın kullandığı silahların ve diğer araçların Müslümanlar tarafindan da aynen kullanılıp kullanılamayacağında, sürekli değişen ve güçlenen, güçlendikçe de tahakküm yollan arayan dünyaya karşı Müslümanla­rın tavrının neler olabileceğinde, siyasette, yeni yeni ortaya çıkan ve genellikle ha­yatı kolaylaştıran gıda ve araçların ne kadarının ve hangi amaçlarla kullanılabilece­ğinde, küreselleşen dünyada Müslüman bireyle "öteki" arasındaki ilişkilerin boyu­tunda, devletler arası ilişkilerin boyutlarında ve benzeri şeylerde olmalıdır ... Görül­düğü gibi bunların hepsi hem fen bilimlerini, hem de sosyal bilinıleri çok yakından ilgilendiren konulardır. Bu sahalarda sözkonusu bilimlerin bugün geldiği çizgide durmadan bunlar hakkında söz söylemek ya münıkün değildir ya da söylenecek sözler, sadece söyleyenle ve onun gibi olanlarla sınırlı kalır. O takdirde içtihadı ya­pan insan klasik anlamda sadece fikıhçı olamaz.

lçtihadın Gerekliliği İçtihı;ı.dın gerekli olup olmaması, içtihat kapısının kaparmuş olması gibi konu­

ların bu gün meseleler haline geldiklerini hemen hemen herkes kabul etmektedir. Kardavi'nin dediği gibi, Hz. Peygamber'in açtığı bir kapıyı kimsenin kapama yetki­si bulunmamalıdır. "Mukallif', diyor İbniilcevzi, "taklit ettiği konuda emin değildir. Taklitteaklın fonksiyonunu iptal etmek ırardır. Çünkü akıl teemmül ıre tedebbür için

yaratılmıştır. Kendisine yolunu aydınlatması için bir m um ırerilen insanm, onu söndü­

rüp karanlıkta yürümesi ne kötü bir şeydir." 18 Dini konularda yetkisi olmadığı halde görüş beyan etmek kötü bir şeydir; ama bu hiçbir zaman insanların düşünmelerine engel teşkil edecek bir mazeret olarak da görülmemelidir.

İçtihadın zaten bulunmayan k~pısının kapatılmasına gösterilen en makul sebep, bir zamanlar özellikle siyasi iktidarların ulemayı kötüye kullanma arzulan ve tasar­ruflarını meşrulaştırmak için bazı alimlerden istedikleri fetvayı kolayca alabilmele­ri üzerine, sivil alimierin buna engel olmak ve dini bozulmaktan kurtarmak için bu işin ehlinin artık bittiğini ve geçmiş müçtehitlerin sahip olduğu özellikleri taşıyan insanlar kalmadığı için artık içtihat edilemeyeceğini, netice olarak da bu kapının kapandığını ilan etmiş olmalandır. 19 Onlar bu endişelerinde muhtemelen haklıdır-

18 Kardawi, Nahve fıkhın müyesser, s. I lO. I9Bkz. Abdüsselam, e/-İctihad, s. 321.

1 ı ) li

1

1

~

Page 13: lblı - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D179164/2007/2007_BESERF.pdfBu yüzden sadece ispatlanmış bilimsel gerçekler değil, ba zan bilim teorileri dahi müslümaniann etkilenmelerine

Tebliğler ve Müzakereler 1 311

lar. Ancak böyle bir teşebbüsün sonucun un, endişe ettikleri durumdan daha zarar­lı alınadığı da söylenemez.

Keza, görüşler ortaya koyma anlamında mezheplerin oluşması değil ama, ku­rum olarak mezheplerin çerçevelenmesi de içtihadı zorlaştıran bir başka sebep olsa gerektir. Çünkü bu sebeple sadece fıkhi görüşler değil usul ve metot da sabitlenmiş ve bağlayıcı olarak görülmüştür. Mezheplerin böylece kururnlaşması içtihadı bir başka açıdan daha zorlaştırmıştır ki o da, mezhep bağlılarının, yanlış alına ihtima­line rağınen kendi mezheplerini savunmaları ve doğru alına ihtimaline rağınen di­ğer mezheplerin görüşlerinin çürütülmeye çalışılınasıdır. Bağımsız bir ilinı alına noktasına kadar yükselen İlın-i hilafın da gayesi budur.

Oysa, Gazali, Şatibi ve başkalarının dediği gibi; marangozluk, demirellik vb. meslekler farz-ı kifaye sayılırken içtihadında en azından bu derecede görülıneme­si makul olamaz.20 Eğer Allah, herhangi bir zaman ya da mekanı müçtehitsiz bıra­kırsa, bunun anlamı o insanlardan teklifin kaldırılnuş olacağıdır.21 Ama yine de ka­bul etmemiz gerekiyor ki, ehliyetine bakılınadan din adına söz söylemenin tahriba­tı da küçümsenecek bir husus değildir. Eski ulema belki de içtihadıyla bu iki tercih­ten birini seçmiş ve nihayet içtihadında yanılınıştır.

içtihat kapısının kapatılınasına sebep olan hususlardan birisi de muhtemelen ilk büyük müçtehitlerin gerçekten zor ulaşılır özelliklere sahip olınalarıdır. Onların or­taya koydukları fetva ve hükümler ortada dururken, onlarla kıyaslandığında çok küçük kalan insanların görüşlerine itibar edilınemiş olabilir. Diğer yönden sosyal değişınderin çok yavaş seyretınesi de içtihatlardaki değişme ihtiyacının hissedilme­mesine sebep olınuş ve yeni içtihatlara fazla gerek duyulınamıştır.

Biriaenaleyh, içtihadın şartları denince nelerin anlaşıldığına gözatınamız da ge­rekli olmuştur:

lçtihadın Şartları Burada M. Hamidullah'ın sözünü bir kez daha hatırlamalıyız: "Nasıl tababet,

mimari, fizik, \'S. uzun bir çıraklık isteyen ihtisas kollan ise, din ye hukuk için de mese­Ie aynıdır. Bu mevzuda ne maceraperesdere ne de amatörlere salahı)ret tanmmaz." Bu­nun anlamı elbette içtihat gibi önemli bir kurumun işletilebilmesinin de birtakım şartlarının bulunacağı gerçeğidir. Çünkü içtihat din adına konuşmak ve Allah'ın muradını tespit çabasıdır. Sıradan bir hukuk metnini yorumlama işi, belli özellik­lerdeki hukukçulara bırakılırken, Kur'an'ı ve sünneti herkesin istediği gibi yorum­layabileceğini söylemek elbette anlamsızdır. Onlardan herkesin bir şeyler anlayabi­lec~ğini söylemekle, onların nihai olduğu sanılan amaçlarının tespiti farklı farklı şeylerdir.

Gazali, içtihat için gerekli olan ilimierin üçe indirgenebileceğini söyler. Bunlar

lO Bkz. Kardawi; el-İctihad, s. 7, H. 1ı Bkz. Karda,vi; el-İctihad, s. 86.

-,_ . \;;i1ıi\,.,

Page 14: lblı - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D179164/2007/2007_BESERF.pdfBu yüzden sadece ispatlanmış bilimsel gerçekler değil, ba zan bilim teorileri dahi müslümaniann etkilenmelerine

312 1 Ça(Jımızda Sosyal De(iişme ve Islam

hadis, lügat (Kur'an'ın dili) ve usulü fıkıhtır.22 Şatıbi ise sözkonusu şartlanı maka­sıdı bilmek ve istinbat gücü diye iki maddede toplar. Bu sonuncusu özellikle Arap­ça'yı, yani Kur'an'ın ve Sünnetin dilini bilmeye dayanır.23 Makasıd şartını ilk kez Şatıbi söylemiş gibi görünüyor olsa dahi ilk dönem fıkıhçıların şekillendirdikleri killli kaideler bunun daha önceleri de isimsiz de olsa var olduğunun delilidir.24 Hat­ta istihsan ve İstislah gibi tekniklerin, iyi incelendikleri takdirde bunlarla makasıd­dan başka bir şeyin hedeflenınediği anlaşılacali:ır.

İmam Şafii'den başlamak üzere, İbn Abidin'e kadar,25 hatta günümüze dek pek çok alim içtihat için gerekli olan şartlan sayıp durmuşlardır. Ama bunların tamamı gerçekten de Şatibi'nin iki şartmda toplanabilir.

İçtihadm şartlarından olarak sayılan, Sünneti bilme konusunda sadece içtihat için yeterli olacak hadis sayısından sözedilir ve bu sayı çeşitli alimlerce bir milyon hadisten, sadece Ebu Davud' daki hadisleri ve onu da istendiğinde ulaşabilecek şe­kilde bilmeye kadar farklı rakamlarla anlatılır.26 Oysa biz bugün İslam'ın anlaşılma­sı konusundaki modern yaklaşımlarm çıkmasıyla anlıyoruz ki, içtihat için sünnetin mahiyetinin ve onu anlan1anm yöntemlerinin bilinmesi de bir o kadar önem arze­den meselelerdir.

içtihat için zamanı, hayatı, insanı ve varlığı tanıma şartUla ilk usulcillerde rast­lanmaz. Anlaşılan bu konulardaki mevcut bilgi ilk yıllarda değişmeden uzun zaman devam etti ve değişim yaşann1adığı için buıia fazla ihtiyaç duyulmadı. Ama son asırlarda bilimde, felsefede ve sosyal hayatta köklü değişiklikler olunca bu değişik-

. likleri tanm1adan müçtehidin fetva veremeyeceği ve olayların hükmünü belirleye­meyeceği~ dile getirilir oldu. Hatta bu durum günümüzde o noktaya geldi ki, kana­atinüzce bir insanm toplum, bilim ve insan ile ilgili olarak bilinmesi gerekenleri kendisinde toplayabilmesi, eskilerdeki içtihat şartlarını elde etıneye göre çok daha zor bir hal aldı. Onun için de "Heyet İçtihadı" daha bir anlam kazanır oldu. An1a burada şunu da bilmemiz gereklidir ki, içtihat edilecek konularda geniş bir bilgiye sahip olmakla, içtihat melekesi kazanmış olınak farklı şeylerdir. Yani, İslam'ın te­mel gayelerini, makasıdmı ve onun asıl kaynaklannı bilmeden içtihat melekesi elde edilemez. içtihat melekesi elde edemeyen insanların ittifakla verdikleri kararlar da­hi bir içtihat olamaz. Ama böyle bir meleke elde edildikten sonra hükmü aranacak konularda yeterli bilgiye sahip oluİıınaınış olsa dalü bunun giderilmesi mümkün­dür. Öyleyse içtihadın meleke olarak bölünmesinden sözedilemez, ama içtihat edi­len meselderin az ya da çok olması elbette sözkonusu olacaktır. İçtihadın tecezzi­si/bölünüp bölünemeyeceği meselesini böyle anlamak gerekir.

Tevbe suresi 122. ayetinde tavsiye edilen tefakkulı için çıkmayı da böyle .bir

22 Bl<Z. Kardawi, el-İctihad, s. 40. 13 Kardawi, el-İctihad, s. 44. 24Agk. 25 Bkz. İbn Abidin, Uküdu'r-Resmi'l-Müftiadlı risalesi. 26 Abdüsselam, el-İctihad, s. sı.

\

ı

Page 15: lblı - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D179164/2007/2007_BESERF.pdfBu yüzden sadece ispatlanmış bilimsel gerçekler değil, ba zan bilim teorileri dahi müslümaniann etkilenmelerine

Tebliğler ve Müzakereler 1 313

özellik olarak görmemiz gerekir. Çünkü çıkmanın, dışanya, herhangi bir alana çık­ma olarak anlaşılması elbette anlamsızdır. Öyleyse bunun varlığı, insanı ve toplu­mu öğrenmek diye anlaşılmasından başka çare yoktur.

Bazı müellifler içtihat için sübjektifbir şarttan, takva'dan da sözederler ki, doğ­rusu bunun belli bir ölçüsü olmamakla beraber, öneminin büyük olduğu da inkar olunamazY Aslında bu, içtihat edebilmenin şartı olmaktan çok, içtihadının kabul görmesinin bir sebebidir. Takva, bildiği ile amel etme, ihlas gibi ifadelerle anlatılan bu özelliğin Kur'an ve Sünnet ile temeliendirilmesi de mümkün gözükmektedir. Çünkü, Kardavi'nin dediği gibi, Allah dünyaya ilişkin bir konuda şahitlik edecekle­rm dahi, "Sizden adil olan iki şahit. .. Razı olduğunuz şahitlerden .. " olmasını ister­ken (Bakara, 2/282), Allah adina şahitlik etmekte olan müçtehidin durumu, nasıl daha hafif tutulabilir?28

Kur' an' daki; "Bu Kitap taJ..:valı olanlar için bir hidayettir" ( Bakara 2/2); "Ey nıü­nıinler! Eğer Allah'a karşı takvalı olursanız O size furkan verir" (EnfaJ., 8/29) gibi ayetler, Kuranın tak'Ya dediği özelliği kendilerinde bulunduraniann yol bulmalann­da ve doğruyu yanlıştan ayırt edebilmelerinde ilahi bir desteğe sahip olacaklan açık­ça vurgulanır. Öyle ki, bu manalar sözü edilen ayetlerinasıl ve birincil manalandır.

Böyle bir özelliği bir açıdan da otorite olmanın şartı diye aniayabiliriz ve anlaşı­lan bu durum tamamen manevi bir niteliktir. Diğer bir ifade ile otorite olma, meş­ruiyetın kaynağıdır. İnsanlar bütün yaptıklarını meşrulaştırarak yapmak isterler. Bunun için de hükmün kaynağında manevi bir boyut ararlar. İşte bu özellik bir ne­vi otorite görülme sebebidir ve alimlerde bu durum, söylediklerini önce kendileri­nin yaşamalanyla oluşur.

Heyet lçtihadı ya da Cemaliçtihat · Bu gün bilgiye ulaşma açısından içtihadın kolaylaştığı söylenebilse dahi onu

zorlaştıran pek çok unsurun da ortaya çıktığı açıktır. Kolayca ulaşılan bu sınırsız bilgiden işe yararlı olanını seçebilmenin zorluğu, eskilerin bilgiye ulaşınada yaşa­dıklan zorluktan daha hafif gözükmemektedİr. Bu sebeple taril1 boyunca pek çok insanın dile getirdiği cemai (toplu) içtihadı bu gün mesela bir Heyet İçtihadı olarak gündeme getirebiliriz. Bu kurum bu gün bir "ulema birliği" formatında oluşturu­labilir. M. İkbal benzer bir oluşumdan sözederken diyor ki, "Kanaatimce Emevi ve Abbasi Halifeleri kendileri için belki de bir gün hayli güçlü hale gelebilecek sürekli bir meclis kurulmaJ.:tansa içtihat hak ye yetkilerini münferit müçtelıitlerin eline bırakmayı kendi çıkarlan açısmdan daha uygun buldular."29 Ancak bunun en büyük handikabı, böyle bir oluşumun özerk ve özgür olarak kurulup çalışamaması riskidir.

Aslında Kur'an-ı Kerirn'in, mürnilllerin işlerinin kendi aralannda şura ile hallo-

li Bkz. Abdüsselam, el-İctihad, s. 54. 2BBkz. Kardawi, el-İctihad, s. 49. 29 İk bal, age., s. 233.

Page 16: lblı - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D179164/2007/2007_BESERF.pdfBu yüzden sadece ispatlanmış bilimsel gerçekler değil, ba zan bilim teorileri dahi müslümaniann etkilenmelerine

314 1 Çagımızda Sosyal Değişme ve Islam

lacağını söylemiş ve Hz. Peygamberin de bunu fiilen uygulamış olması, aynı za­manda heyet içtihadının önemli bir temelidir. Bu gün gelişmiş Batılı ülkelerin ku­rumlaştırdıklan, gelenek olarak da, ahlaken de, hukuken de siyasal oteritelerin üze­rinde bulunan ve onlardan etkileurneden araştırmalar yapari çok çeşitli enstitülerin yaptıklan da bundan başka bir şey değildir. Bu dunınıu, İslam'ın tavsiye ettiği bir kurumun meyvelerinin başkalan tarafindan devşirilmesi olarak da görebiliriz.

Böyle bir kurumu Dört Halifenin öyle ya da böyle işlettiğini söylemek müm­kündür. Hz. Ömer'in, görüşlerine başvurulabilecek sahabeyi Medine'de ikamete zorlaması bunun bir tatbikidir. Bundan daha önce Hz. Ebubekir'in halife seçilme­si bu yolla gerçekleştiği gibi, seçildikten sonra onun Kur'an-ı Kerim'i toplatmak için başvurduğu yöntem de budur. Hz. Ali'nin yukanda verdiğinıiz hadisinde yer alan ve Hz. Peygamber'in "fakihlere ve abidlere danışm ''e tek bir kişinin görüşünü uygulanıaya koymayın" ifadeleri de bunu anlatır. Hatta bu durum fiilen mümkün olabilecek olan icmaın da bize göre yegane yoludur.

İçtihadın şartlan ya da dini bilgi üretme arneliyesi için aranacak özellikler konu- · sunda Kur'an-ı Kerim'e baktığınıızda, yukanda değindiğimiz bilgileri bu açıdan burada da zikredebiliriz. Kur'an bizi "ehl-i zikil'e, "ulül'l-enır'e ve "istinbat gücü olanlar"a gönderdiğine, insanlan inzar edenlerin de fıkıhta derinleşeiller olacağını söylediğine göre, aslında içtihadın şartları da bu kavramların anlattığı özellikler ol­malıdır. Ehl-i zikr'in; Kur'an'ın, dini geleneğin (Tevrat ve İncil' e de zikir denme­sinden bunu anlıyoruz), Hz. Peygamber'i tanıyan, kulluk görevini yerine getiren, yapıp ettiklerinde Allah'ın rızasını hesaba katan biri olduğunu hatırlayalım. Ulü'l­emr'in ise, Rağib'in dediği gibi, insanların hem zahirierinde hem de batınlarında, ya da s~dece zahirierinde otoritesi (manevi etkisi) olan ulema olduğunu düşünelim. Bunlara bir de istinbat, yani Kur'an'ın herkes için ulaşılması kolay alınayan mana­larını çıkanna gücüne sahip bulunanlan ekleyelinı. Sonra bir de dinde sürekli te­fakkuh edebilmek için toplumu ve varlığı tanımaya çalışanlan hesaba katalım. İşte bütün bunlar bizzat Kur'an'ın işaret ettiği özelliklerdir ve din adına konuşma yet­kisi bulunanlar da bu özellikleri taşıyanlardır. Böyle bir yetkiye içtihat denmesinirı hiç bir sakıncası olınamalıdır. Netice olarak, bizzat Kur'an'ın işaret ettiği bu vasu­lardan başka içtihat için şartlar aramanın da bir anlamı yoktur.

Tarihsellik/Tarihselcilik ve Içtihat "Değişim ve içtihat" dendiğinde akla gelen önemli konulardan biri elbette nass­

lardaki tarihsellik sorunu olacaktır. N asslardaki tarihseilikle kastedilen husus -bizim anladığınıız kadarıyla ve konu­

muzu ilgilendiren yönüyle- şudur: Kur'an-ı Kerinı ve elbette sünnetin ifadeleri olan hadisler belli bir zamanda ve belli olaylarla ilişkili olarak gönderilmiş ve söylenmiş­lerdir. Sadece Kur' an' ı düşündüğümüzde onun yirmi üç yılda ve olayların cereyan etmesine göre indirildiğine şahitoluruz. Bu durum elbette onun "esbab-ı nüzu!' denen bu cüzi/tikel olaylan hesaba kattığını ve onların aktörlerini muhatap aİdığı-

1 1

1

ı

l _J

Page 17: lblı - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D179164/2007/2007_BESERF.pdfBu yüzden sadece ispatlanmış bilimsel gerçekler değil, ba zan bilim teorileri dahi müslümaniann etkilenmelerine

Tebfıgler ve Müzakereler 1 315

nı gösterir. Sözgelimi Kur'an-ı Kerim muhataplarına Allah'ın nimetlerini sayarken, "sizi sıcal"tan koruyan elbise/ei'den söz eder (bkz. Nahl, 16/81). Sözcüklerin Yahu­dilerce kötüye kullanılması üzerine müminlere: "Siz de 'raina' demeyin, 'unzurna' deyin" diye öğütte bulunur (Bakara, 2/104). Hz. Peygamber'le konuşmak isteyen­lerin bundan önce bir miktar sadaka vermelerini öğütler, (bkz. Mücadele, 58/12). Düşmanları caydırmak için atlar beslenilmesini salık verir (bkz. Enfal, 8/60). Bu ve benzeri ifadelerin bu hali ile, yani lafzi!literal anlamlarıyla dünyanın her yerindeki ve farklı zamanlardaki bütün insanlar için anlamlı olmayacakları açıktır. Öyle ise naslar lafzi anlamlarıyla sadece gönderilclikleri zamanı, mekanı ve o zaman ve me­kanda yaşayan insanları m uhatap almış ve bu söylediklerini onlann şartianna göre söylemiş olmalıdır. Sözgelimi, Kur'an Sibirya'da gönderilmiş olsaydı orada da sı­caktan koruyan değil, soğuktan koruyan elbiselerden sözedecekti. Çünkü onlar için elbisenin nimet olma yönü budur.

Oysa Kur'an-ı Kerim'in bütün zamanlar ve bütün insanlar için gönderildiği de yine kendisinden anlaşılmaktadır. Onun tek tek cümlelerinin lafzi anlamlannın böyle bir evrensellik taşımadığına göre, onun böyle olan başka bir yönünün bulun­ması gerekir. İşte bu da onun bu cüz'i/tikel hükümleriyle, gönderildiği yerdeki ve bütün dünyadaki insanlara neyi anlatmak istediğidir, harfiyyen ne dediği değildir. Kur'an'ın evrensel olan yönü burasıdır. Kısaca bu, onun getirdiği külli/tümel me­sajdır. Bize düşen, onun inzal anındaki şartlan hesaba katarak bu mesajı anlamaya çalışmak ve tüm insanlar için onu evrensel ve geçerli kılmaktır. Yoksa dünyanın her yerindeki ve her zamanındaki insanlara bu özel, bölgesel ve tarihsel hükünıleri uy­gulamaya kalkışmak, adalet değil zulüm olur. Oysa Kur'an adaleti gerçekleştirmek için gönderilmiştir.

İşte son yıllarm İslfu:niyatçılarmı meşgul eden ve "Tarihselcilik" olarak bilinen okuma biçiminden ya da metodolojik yaklaşımdan, en azından bizim anladığımız budur. Görüleceği üzere, bu düşünme biçinn böyle bir sunuşla ve bunu dillendi­renlerin ve taraftarlığını yapanlarm gayret ve samimiyetlerine bakıldığında hiç de kıılak ardı edilecek bir anlayış gibi görünmemektedir. Tarihsellik ise tamamen ma­sunıdur ve bir zamana ve mekana ait olma durumudur. Tarihselcilikten farklıdır.

İşin görünen kısmı böyle olmakla beraber, böyle bir farklı okumadan Kur'an'ı ya da bütünüyle İslfu:n'ı anlama adına istenilen yönde hatırı sayılır bir fayda elde edildiğini de söylemek, en azından şimdilik zordur. istenilen yönde diyoruz; çün­kü, bu entelektüel çabanın başka açılardan faydalı olduğu açıktır. Bize göre en bü­yük faydası, yüzyıllardır üzerimize çöken zaman bilinçsizliğini (anakronizmi) sars­mış ve insanları düşünmeye zorlamış olmasıdır. Oysa bütünüyle bir anlama tarihi­nin elbette tamamı tarihseldir ve her yorum, doğduğu şartlara göre değerlendiril­melidir. Çünkü beşeri bilginin karakteri budur. Her anlama bir görmedir ve her görme bakılan açıya, görme gücüne ve perspektifine göre değişir.

İkinci olarak bu metodolojik yaklaşım, bu tarih bilinçsizliğinden kurtulama­yanlar için de bir uyarıcı olmuş ve önyargı ile reddettikleri bu düşünme biçimine

Page 18: lblı - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D179164/2007/2007_BESERF.pdfBu yüzden sadece ispatlanmış bilimsel gerçekler değil, ba zan bilim teorileri dahi müslümaniann etkilenmelerine

316 1 Ça1)ımızda Sosyal Değişme ve Islam

cevap yetiştirmek için tahrik edilmişler ve nasıl olursa olsun okumaya başlamışlar­dır. En aşılmaz kaleler gibi olan önyargılarda dahi bilginin gedik açmaınıısı müm­kün değildir.

Fakat bu dalaylı faydalarınarağmen tariliselci okumanın biz bütünüyle masum ve salt yararlı olduğunu da bir türlü kabullenemiyoruz. Çünkü:

Öncelikle böyle bir metot İslam'ı anlamak için özgün değil, ithal bir metottur. Metotlar araçtırlar, birden çok maksat için kullanılabilirler, ancak ilk çıktıklarında hedeflenen amaca göre dizayn edilirler. Kavrarnlar paket programlara benzerler. Gittikleri yere bütün bileşenler ile beraber giderler. Ve onlar sıradan kelimeler gibi köksüz değildir. Kendi köklerine her an referanslan vardır. Bir kavramın doğumu için, çoğunlukla önce, tıpkı hipotezler gibi bir mana düşünülür ve oluşturulur. Bu­nun üzerinde onlarca, yüzlerce usta çalışır, rötuş yapar. Sonra adeta bir teori yap­ma dönemi gelir ve onu büyük ölçüde belirgin hale getirirler. Bir kelime ile de uzun zamanlarda oluşturulan bu manayı karşılarlar. Böylece bu kelime kavram anlamı kazanır. Artık o zikredildiğinde adeta müsemmasınııi bileşenlerine linkler oluşur. Bu sebeple ithal kavramlarla, İslam'ın soyut sahaları olduğu gibi anlatılamaz. Bu da bu tür yeni yaklaştınların bir açmazıdır. Her kavramiaştırma bir tanınılama ve sı­nırlamadır. O kavramlan aldığınızda o sınırlamalardan birine girmiş, onun objesi olmuş ve bunu benimsemiş olursunuz. Artık kendinizi de o sınırlada görmeye baş­lamak zorundasınız. Sözgelimi; Modernİst ya da Gelenekçi, Tarihseki ya da Evren­seki gibi kavramlan benimsediğinizde, kendinizi bu kategorilerden birine koyma gereğini duyacaksınızdır. Oysa mesela, modernİst ile gelenekçi arasındaki çizginin yerini,belirleyen siz değilsiniz. Dolayısıyla ben daha serbest ve seçici düşünebilmem için, "tarilıseld' ya da "evrenselcl' takunlarından birini tutmak ve birinin progra­mını paket olarak alınak zorunda alınadığıını bilmeliyim. Ama bunun için de el­bette öncelikle müsemmayı, sonra da ismiben üretebilmeliyim.

Tekrar tarihselciliğe dönersek, böyle bir okuma biçimi Kitab-ı Mukaddes' e da­yalı metinleri anlamak için yararlı olabilir. Gerçi bu da tartışılmaktadır. Ama Kur'an ibarelerini anlamak için yanıltıcı sonuçlar verebilir. Batıda gerçekleştirdiği sonuç aslında Batı adına fayda getirmiştir. Çünkü Hıristiyanlığı dünyevileştirmiş ve Kilisenin tahakkümünden kurtarmıştır. Ve Batı, bu sayede aydınlanmasını gerçek­leştirmiştir. Ama aynı şeyler İsMm için fayda değil zarardır.

İkinci olarak bu okuma biçiminin yukarıda zikrettiğimiz iki faydalı sonucu dı­şında ortaya koymuş bulunduğu bir ürününün olup alınadığı tartışılmalıdır. Bu iki önemli fayda böyle bir metodun gerekli olduğunu ispat için yetınez mi diye akla ge­lebilir. Eğer tarihsekiliğin hedefi bu olsaydı ve bu sonuçlar bir başka yolla elde edil­mez sonuçlar olsalardı bu soruya elbette müspet cevap verilebilirdi. Ama durum öyle değildir. Problem bizim kendi dinamiklerimizi bulup değerlendiremememiz­den kaynaklanmıştır.

Üçüncü olarak, böyle bir düşünme biçin1ine onay veren ve yeşilışık yakan hiç­bir Kur'an ya da Sünnet nassı yoktur. Oysa biz, Kur'an'ın anlaşılınası konusunda-

Page 19: lblı - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D179164/2007/2007_BESERF.pdfBu yüzden sadece ispatlanmış bilimsel gerçekler değil, ba zan bilim teorileri dahi müslümaniann etkilenmelerine

Tebliğler ve Müzakereler 1 317

ki metodumuzu dahi bizzat onun kendisinden çıkarabileceğimize inanıyoruz. El­bette bunun nasıl olacağını burada bir tebliğ çerçevesinde anlatmamız beklenme­melidir. Ama buna bağlı olarak şunu da söylemeliyiz ki, bu yeni metodu savunma adına yazılanların en belirgin eksikliklerinden biri, Kur'an'a yeterince müracaat et­memeleri ve ona tamamen uzaktan bakıp onun resmini yapmaya çalışmalandır. Oysa bir şeyin ne olduğu öncelikle kendisinden sorulmalıdır.

Bı!nlara ilave olarak diyebiliriz ki, asimda tarihsel olan, yani zamanmm etkisiy­le söylenen ve başka zamanlar için geçerli olamayacak olan söz Kur'an değil, bu ka­bil yorurnlardır. Daha açık ifadesi ile, tarihseki okuma biçiminin Kur'an'a tatbiki­nin istenmesi, içinde bulunduğumuz şartların bir ürünüdür. Eğer İslam dünyası bu gün Batı Medeniyeri karşısmda bu ölçüde yenik düşmüş olmasaydı, tarihsekilik de muhtemelen bir çıkış kapısı olarak denenıneye kalkışılmayacaktı.

Konumuzia ilgili olarak dikkatimizi çeken hususlardan biri de şudur: Kur'an-ı Kerim'in 23küsur yılda ve belli olaylar ( esbab-ı nüzul) üzerine nazil olmuş olması tarihsekiliğin bir delili olarak gösterilir. Oysa durum tam aksine de değerlendirile­bilir. Eğer böyle olmuş olsaydı sünnetin beyanı ya da sahabenin uygulamalan bu noktaya işaretle de olsa değinirlerdi. Oysa biz önce inen ayetleri kendi iniş zamanı­na hasreden bir sünnet beyanı bilmediğimiz gibi, bunun böyle olduğunu söyleyen bir sahabi sözü de bilmiyoruz. Yine buna bağlı olarak Kur'an'm iniş sırasma göre tertip edilmeyişi, hatta bu günlerde meşhur olan konulu tefsirlerin aksine, Kur'an'ın anlattıklannı, birbirinden bağımsız konular olarak anlatmayışı da onun artık bu ölçüde zamana ve mekana mahkum edilmemesi gerektiğini gösteren işa­retlerdir.

Biz şöyle düşünüyoruz: Kur'an-ı Kerim, daha önce de değindiğimiZ gibi, lafzı ile, nüzulü ile, seçtiği kelimeleri ve ilk m uhataplan itibariyle tarihsel dir. Yani onun baş­ka değil de öyle olmasmda o zamanm, o mekanın ve o muhataplarm etkisi vardır. Kur'an bize tarihi olaylardan sözeder ve onlardan "ibret almanılZl" ister (b~. Haşr, 59/2). İbret, ubılr, yani geçiş demektir bunun anlan1ı, anlatılan olaylardan ve onla­rın sonuçlarmdan, günümüzdeki benzer olaylara geçiş yapma ve onlarm sonuçlan­nı da talın1in etmedir. Kur'an'ın indiği zamanlardaki olaylar için dahi bu durum sözkonusu olabilir. Tarihteki olaylan nasıl biz artık yaşayamayacağurıız için onlar­dan ancak ders çıkarmamız gerekiyorsa, Kur'an'm iniş zamanında olup da bu gün bizim yine yaşayamayacağırnız olaylar da ancak bizim ders çıkarmamız için zikredil­miş olabilirler. Mesela, Hz. Peygamberle fısıldaşmadan önce bir miktar sadaka ver­meyi biz bu gün fiilen yaşayamayız. Bunun böyle olması ve bizim onu artık gereksiz bir metin olarak da göm1emizin doğru olmayışı, bizi onun demek istediğini ve bize hangi dersi verdiğini tespite zorlar. Çünkü bu bir llsana ilişkin zorunluluktur ve Kur'an'ın Arapça olarakindirildiğine on bir kez vurgu yapılmasmm hikmetlerinden birisi onu bu dil kurallan ve ilirimalleri içerisinde anlamak gereğidir. Eğer bu gün o fiilen mün1kün olsaydı elbette onu olduğu gibi uygulan1aktan başka çaremiz kal­mazdı. Çünkü bunun aksi bir durum, dil açısmdan mümkün değildir. O takdirde,

Page 20: lblı - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D179164/2007/2007_BESERF.pdfBu yüzden sadece ispatlanmış bilimsel gerçekler değil, ba zan bilim teorileri dahi müslümaniann etkilenmelerine

318 1 Çağımııda Sosyal Değişme ve Islam

aynı anda dahi dünyanın çeşitli bölgelerinde çok farklı İslamiarın olmasının önüne geçilemez. Hz. Ömer örneğinde olduğu gibi, hükümlerin uygulanma şartlarının gö­zönünde-bulundurulması ise ayrı bir şeydir ve aslında o tarihseki okuyuşa gerek bı­rakmayacak bir anlama biçimidir. Arada ciddi bir fark vardır: Orada lafiziarda ve onların medlullerinde bir değiştirme ve batıni bir yorumlama yoktur.

Tarihseki okuma olsa olsa usule ilişkin bir içtihat olabilir. Bu ise ancak öyle dü­şünenleri bağlar. Bunu tıpkı bilimlerdeki teoriler gibi de düşünebiliriz. Hatta teori­den de önce belki hipotez olarak görülmelidir. Dolayısıyla buna çok fazla sonuçlar yüklemenin biz doğru olmadığını sanıyoruz.

Görüldüğü gibi içtihadın bu gün asıl meselesi tarihsekilik benzeri metoda iliş­kin konulardır ve bu konularda tutarlı bir noktaya gelmeden İslam adına söz söy­lemek verimli olmayacaktır.

Sonuç Sosyal değişme ve içtihat ya da daha dar anlamda değişim ve içtihat adeta bir­

birlerinin sebep ve sonuçları, eski ifadesi ile, lazını-ı gayri müfarikleridir. İslam ta­rilii boyunca Müslüman ulema gerek sosyal, gerek siyasal ve gerekse bilimsel değiş­meleri iyi izleyebilmiş ve gereken müdahaleyi zamanında yapabiliniş olduklan dö­nemler İslam medeniyeri yara almadan, hatta güçlenerek yoluna devam etıniştir. Zamanı ve değişinıleri izleyemediği devrelerde ise tarih tünelinin dışına çıkmış ve dünya bir tarafa giderken o fezada adeta yerçekimsiz olarak kalmıştır. Bu durum­dan kurtulmak için gerekli olan çabalardan bazılannın şunlar olduğunu sanıyoruz:

ı. Kur'an'ın, sünnetin ve İslami kültürlerin önce mahiyetleri sonra da muhteva­sı yeniden ve çok iyi tanınmalıdır. Evrensel ve tarihsel olanlar ayırdedilebilmelidir.

2. Bu gün galip durumdaki Batı biliminin ve özellikle de sosyal bilimlerin geldi­ği nokta anlaşılınadan İslami bilimlerin iliyası mümkün gözükmemektedİr. Bu yüzden bu gün sosyoloji bilen fakililerden çok, Kur'an'ı bilen sosyologlara, ekono­mistlere ilitiyaç vardır.

3. İslam' ı din yapan, alınazsa olmaz özellikleri/sabiteleri ile, onun sosyolojik ve kültürel tezahürlerini iyi tanırnak ve her birine ancak gerektiği kadar değer vermek gerekir.

4. Bütün bunlar için sadece dar anlamda hukuki ve fıkhi konularda değil, düşün­ce sorunlarında, metotta ve toplumsal ahlaki oluştıırmada da içtihatyolları aramalıdır.

5. Bu söylediklerimizi mümkün kılabilecek yollardan birisi, gerçekten yetkili aliınlerin oluşturacağı ve önce ulusal, bilahare uluslar arası özellikteki bir "Ulema Birliği" dir. Ancak bunun tüm etki ve yönlendirmelerden uzak olabilmesi de ayrı bir içtihat konusudur.

Yararlanılan Kaynakların Bazıları: Abdüsselam es-Süleymani, el-İctihad B 1-Fıkhll-İsliımi, Davabituhu ve Müstakbelühü, el-Mem­

leketü'l-Mağribiyye, Vuzaratü'l-Evkıif ve'ş-Şuuni'l-İslfırrıiyye, 1417 (1996). Ahmed Hassan, İslam Hukukunun Doğuşu ve Gelişim~ Türkçesi: Ali Hakan Çavuşoğlu, Hüseyin

Page 21: lblı - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D179164/2007/2007_BESERF.pdfBu yüzden sadece ispatlanmış bilimsel gerçekler değil, ba zan bilim teorileri dahi müslümaniann etkilenmelerine

T ebfigler ve Müzakereler 1 319

Esen, İz Yayıncılık, İst 1999. Ebu'l-Beka, Kiilliyat, Müessesetü'r-Risale, Beyrut 1413-1993. Elmalılı, Muhammed Harndi Yazır (1942), Hak Dini Kur'an Dili, İst. ty. Firılzabadi, Basair. Heyet, Sosyal Değişme ve Dini Hayat (Sempozyum Tebliğleri), İSAV, İst. 1991. Heysemi, Mecmauzzevaid. İsmail Raci el-Faruki, Luis Lamia el-Farıiki, İslam Kültür At/ası, (Çev. Mustafa Okan Kibaroğlu,

Zepin Kibaroğlu), İnkılab Yayınları, İst 1999. Kardavi, "Nahve fıkhin müyesserin mu' asır", İslamiyyetü'I-marife, 2. Yıl, 5. Sayı. Kurtubi Ebu Abdiilah Muhammed b. Ahmed el-Ensari (760/1359), el-Cami' li-Ahkdmi'l-

Kur'an, Beyrut 1405 (1985). Kuşeyri, Letaifu'l-işardt, Daru'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut 1420-2000. Mazharüddin Sıddıki, İslam Dıiııyasında Modemist Düşünce, Dergah y. İst. 1990. Muhamed Abid el-Cabiri, Arap-İslam Kültürünün Akıl Yapısı. Çev. Burhan Köroğlu, Hasan Ha­

cak, Ekrem Demirli, Kitabevi, İst. 1999. Muhammed Hamidullah, Kur'dıı-ı Kerim Tarihi ve Türkçe Tefsirler Bibliyografyası, Ter. Meh­

met Said Mutlu, Yağmur Yayınevi, İst. 1965. Muhammed İkbal, İslamda Dini Düşüncenin Yeniden Doğuşu, Çev. N. Ahmet Asrar, Birleşik Ya­

yıncılık, İst. ty. Rağıb el-İsfehani, Ebu'I-Kasım Hüseyin b. Muhammed, el-Müfredat fi Garibi'l-Kur'aıı, Beyrut,

tarih siz. Şaban Muhammed İsmail, el-İctihadü'l-Cemai ve Devnı'l-Mecamii'l-Fıkhiyye fi Tatbikıhi, Da­

ru'l-Beşairi'l-İslamiyye, Beyrut 1418 (1998). Yusuf el-Kardavi, el-İctihad fi'ş-Şeri'ati'l-İslamiyye, Ma'a-Nazaratin Tahliliyyetin ji'l-İctihadi'l­

Mu'dsır, 2. Baskı, 1410/1989, Daru'l-Kalern!Kuwayt.