14

İMAT'TAN CUMHURdocs.neu.edu.tr/.../Dergiler/1_Belletenler/1411.pdf4 AHMET TURAN ARSLAN görülmektedir. Bu eserler üzerine bir çok da şerh yazılmış ve onlardan da devamlı istifâde

  • Upload
    others

  • View
    1

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: İMAT'TAN CUMHURdocs.neu.edu.tr/.../Dergiler/1_Belletenler/1411.pdf4 AHMET TURAN ARSLAN görülmektedir. Bu eserler üzerine bir çok da şerh yazılmış ve onlardan da devamlı istifâde
Page 2: İMAT'TAN CUMHURdocs.neu.edu.tr/.../Dergiler/1_Belletenler/1411.pdf4 AHMET TURAN ARSLAN görülmektedir. Bu eserler üzerine bir çok da şerh yazılmış ve onlardan da devamlı istifâde

TANZİMAT'TAN CUMHURİYET'E KADAR ARAPÇA ÖĞRETİMİ

AHMET TURAN ARSLAN

Öncelikle belirtmeliyiz ki, Osmanlılar zamanında Arapça, ilim ve din dili olduğu kadar ülke nüfûsunun büyük bir kısmının da konuştuğu bir dil idi. Yine ifâde etmeliyiz ki, İslâm medeniyetinde ilim dili Arapça idi. İlmî kitaplar dînî konularda olsun, diğer konularda olsun genellikle Arapça olarak yazılırdı. Ayrıca İslam dîninin temel kaynakları Arap diliyle tespit edilmişlerdi. Daha önceki İslâm Devletlerinin okullarında olduğu gibi Osmanlı medreselerinde de eğitimin belkemiğini dînî ilimler teşkil ediyordu. Diğer ilimlerin ehemmiyet dereceleri ise, din ilimlerindeki fonksiyonlarıyla ilgileri ölçüsündeydi. Dînî ve gayr-ı dînî ilimleri anlamak ancak Arapça vâsıtasıyla mümkündü. Bu sebeple, Arap dilinin öğretimi bu medeniyette en önemli bilim dallarından biri sayılıyor, bir dereceye kadar âlimlerin seviyeleri bu dildeki mahâretleriyle ölçülüyordu. Diğer ilimlerin öğretilmesine Arapçanın öğretilmesinden sonra geçiliyordu. Bundan dolayı Arapça dilbilgisi ve belâğati ilimlerine el-'ulûmu'l-âliyye (=yüksek ilimlere âlet ve araç olan ilimler), bu ilimler vâsıtasıyla daha sonra öğrenilecek ilimlere de el-'ulûmu'l-'âliye (=yüksek ilimler) adı veriliyordu.

İslâm dünyasında eskiden olduğu gibi, medreseler kurulduktan sonra da câmi ve mescidlerin eğitimdeki rolleri değişmedi. Medrese binâları daha çok öğrenci yurdu görevini gördü. Dersler ise câmilerde ve medreselerin mescidlerinde okutulmaya devam etti. Müderris hazırladığı dersi kitaptan okuyup tercüme eder, gerekli açıklamaları yapar, etrafında halkalar hâlinde oturan talebeler ellerindeki aynı kitabın nüshalarından verilen dersi takip eder ve gerekli notları alırlardı. Bazı müderrislerin takrir metoduyla ders vermelerinin yanında aktif metod uygulayan müderrisler de vardı. Genellikle medreselerde ders kitabından, cümle cümle tercüme edilir, okunan derslerin metinleri ezberlenirdi.

Talebeler önce mahalle mekteplerinde Kur'an, Tecvîd, Hat ve İlmihal öğrenirlerdi. Bu safha tamamlandıktan sonra âlet ilimlerine (el-'ulûmu'l-âliyye) başlanırdı. Âlet ilimleri denen Arapça sarf, nahiv ve lugat dallarında biraz mesâfe aldıktan sonra medreseye girerek daha ileri derecede ders görürler; Belâğat, Vaz', İsti'âre, Alâka, Mantık okunduktan sonra Tefsir, Hadis, Kelam, Hey'et, Hikmet ve Hendese derslerine geçerlerdi.

Eskiden beri medreselerde okutulan Arap dili ile ilgili dersler başlıca dört gruba ayrılıyordu. Esâsen bu dersler birbirinden kesin hatlarla ayrı değildi. Arapçanın böyle kısımlara ayrılarak öğretilmesinin sebebi, dil öğretiminde günümüzde de kabul edilen bir prensip olarak gördüğümüz, dilin basitten mürekkebe, kolaydan zora doğru öğretilmesine yönelikti. Böylece dil öğrencilerin zihnî seviyelerine uygun hâle getirilmeye çalışılıyordu. Bu kısımlar şunlardı:

1. Sarf (Morfoloji): Arapçanın kelime yapısından ve kelime türetiminden bahseden ilim dalı.

Page 3: İMAT'TAN CUMHURdocs.neu.edu.tr/.../Dergiler/1_Belletenler/1411.pdf4 AHMET TURAN ARSLAN görülmektedir. Bu eserler üzerine bir çok da şerh yazılmış ve onlardan da devamlı istifâde

2 AHMET TURAN ARSLAN

2. Nahiv (Sentaks): Arapçanın cümle yapısından bahseden ilim dalı.

3. Me'ânî (Retorik): Arapçanın edebî sanatlarından ve üslûbundan bahseden ilim dalı.

4. Lugat (Sözlük): Kelimelerin taşıdıkları mânâlarından ve etimolojisinden bahseden ilim dalı.

MEDRESELERDE ARAPÇA Tanzimat'tan önce Osmanlı medreselerinde bu ilim dallarında okutulan ders kitapları,1 İmam Birgivî'nin eserleri hâriç tutulursa, hemen hemen değişmemiş, aynı eserler, aynı metodlarla okutulmuştur. Bu arada kaydetmeliyiz ki İmam Birgivî'nin2 Arap diline ait yazdığı kitaplar, o zamana kadar medreselerde okutulanlara nispetle bir yenilik olarak görülmüştür. Bu bakımdan medreselerde okutulan eserleri iki kısımda ele almak uygun olacaktır:

a. İmam Birgivî'den Önce:

İmam Birgivî'den önceki dönemde Arapça öğretiminde şu kitaplar ders kitabı olarak kullanılıyordu:

1. Sarf konusunda okutulanlar: Yazarları henüz meçhûlümüz olan el-Emsiletu'l-muhtelife ile Binâü'l-ef'âl, İmam Azam Ebû Hanife'ye (ö. 150/767) nispet edilen el-Maksûd, İzzeddîn ez-Zencânî'nin (ö. 655/1257) et-Tasrîfu'l-'Izzî'si, Ahmed b. Ali b. Mes'ûd'un (Mîlâdî XIV. asırda yaşamıştır), Merâhu'l-ervâh'ı, İbnu'l-Hâcib'in (ö. 646/1249) eş-Şâfiye fi't-tasrîf'i, Şemseddîn el-Fenârî'nin (ö. 834/1430) el-Esâs fi't-tasrîf'i, Necmeddîn b. Ömer el-Herevî'nin (ö. XVI. asrın ilk yarısı) el-Hârûniyye fi't-tasrîf'i.

1 Osmanlı medreselerinde okutulan dersler ve tedrîs edilen kitaplar için şu eserlere bakılabilir: İsmail

Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti İlmiye Teşkilâtı, Ankara, 1965; Mustafa Bilge, İlk Osmanlı Medreseleri, İstanbul, 1984; Cahit Baltacı, XV-XVI. Asırlarda Osmanlı Medreseleri, İstanbul, 1976; Yahya Akyüz, Türk Eğitim Tarihi, (Başlangıçtan 1985'e), Ankara, 1985; Ramazan Şeşen, "Osmanlı Döneminde Arap Dili ve Edebiyatı Öğretimi", Studies on Turkish-Arab Relations/Annuel 1986/Fondation for Studies on Turkish-Arab Relatinons-, İsanbul, 1986.

2 Hayatı ve eserleri için Ahmet Turan Arslan, İmam Birgivî Hayatı Eserleri ve Arapça Tedrisâtındaki Yeri, Seha Neşriyat, İstanbul, 1992.

Page 4: İMAT'TAN CUMHURdocs.neu.edu.tr/.../Dergiler/1_Belletenler/1411.pdf4 AHMET TURAN ARSLAN görülmektedir. Bu eserler üzerine bir çok da şerh yazılmış ve onlardan da devamlı istifâde

ARAPÇA ÖĞRETİMİ 3

2. Nahiv konusunda okutulanlar:

Abdülkâhir el-Cürcânî'nin (ö. 474/1088) el-'Avâmilu'l-mie'si, Nâsır b. Abdüsseyyid el-Mutarrizî'nin (ö. 610/1212) el-Misbâh'ı, İbnu'l-Hâcib'in (ö. 646/1249) el-Kâfiye'si, İbnu Mâlik'in (ö. 672/1274) manzûm el-Elfiyye'si, Beydâvî'nin (ö. 691/1291) el-Lüb fî ılmi'l-i'râb'ı. Bunlardan başka Mısır'lı âlim meşhur İbnu Hişâm'ın (ö. 761/1359) el-İ'rab an kavâidu'l-i'râb, Katru'n-nedâ, Şüzûru'z-zeheb, ve Muğni'l-lebîb 'an kütübi'l-e'ârib'i ve Mağribli ilim adamı İbn Âcurrûm'un (ö. 723/1323-4) İslam ülkelerinde çok rağbet görmüş olan el-Âcurrûmiyye'si çok okunan kitaplardandır.

3. Belâğat konusunda okutulan kitaplar:

Bu sâhada ders kitabı olarak, sâdece es-Sekkâkî'nin (ö. 626/1229) Miftâhu'l-'ulûm adlı eserinin üçnücü kısmı ile Hatîbu Dimaşk'ın (ö. 739/1338) Telhîsu'l-Miftah'ı ve bunlar üzerine yazılan şerhler okunurdu.

4. Luğat konusunda kullanılan kitaplar:

Bu devirde el-Cevherî'nin (ö. 394/1003) es-Sıhâh'ı, Zeydüddîn er-Râzî'nin (ö. 667/1268) Muhtâru's-Sıhâh'ı ile el-Fîrûzâbâdî'nin (ö. 818/1415) el-Kâmûsu'l-muhît'i kullanılıyordu.

b. İmam Birgivî'den Sonra:

Arap dili sâhasındaki eserler bu devirde de genellikle bundan önceki devrede okunanların aynıdır. Yanlız şu bir gerçektir ki, sarf ve nahiv konularında eser telif eden Osmanlı âlimlerinin en meşhuru İmam Birgivî diye meşhur olan Mehmed b. Pîr Ali'dir. (ö. 981/1573)3. Muâsırı bulunan müelliflerin daha çok medreselerde okutulan kitaplara şerh ve hâşiye türünden eserler yazmalarına mukâbil Birgivî'nin -şerh ve hâşiye de yazmakla birlikte- mesâîsini daha çok te'lif eser meydana getirmeye sarf ettiği görülmektedir. Gerçi, yine XVI. asır âlimlerinden Kemal Paşazâde (ö. 946/1536) gibi müstakil gramer kitabı4 yazanlar çıkmışsa da Birgivî'nin eserleri medrese mensupları arasında büyük bir rağbete mazhar olmuştur. İmam Birgivî'nin, medrese talebesinin ihtiyacını göz önünde tutarak meydana getirdiği bu eserlerden nahve dâir olanlardan el-'Avâmil 5, İzhâru'l-esrâr ve İmtihânü'l-ezkiyâ ile, sarfla ilgili olan Kifâyetu'l-mübtedî medreselerde ders kitabı olarak okutulmaya başlanmıştır. Bu münâsebetle kaydetmeliyiz ki, bu konuda onlara duyulan ihtiyacın günümüzde de sürdüğü müşâhede edilmekte ve bu eserlerin asıllarının ve tercümelerinin tekrar tekrar baskıları yapılmaktadır. Hatta Birgivî'nin İm'ânü'l-enzâr'ının diğer el-Maksûd şerhleriyle birlikte bu asrın başlarında Singapur'da basılmış olduğunu müşâhede etmiş bulunuyorum.

Bu devirde Birgivî'nin yazdığı el-'Avâmil, el-Cürcânî'nin el-'Avâmil'inin, İzhâru'l-esrâr'ın da el-Mutarrizî'nin el-Mısbâh'ı yerine kulanılmaya başlanmış olduğu

3 Abdülkadir el-Mağribî, "el-Luğatü'l-'Arabiyye fî Devleti't-Türk el-'Usmâniyyîn", Mecelletü'l-Mecme'i'l-

'ilmiyyi'l-'arabiyyi, Dimaşk, Eyâr- Huzeyran 1931, XI, s. 217. 4 Kemalpaşazâde'nin Esrâru'n-nahv adlı eserinin varlığını, Ahmed Hasan Hâmid tarafından yapılan

tahkikli baskısını Malezya'da International Islamic University Kütüphanesi'nde görünce öğrenmiş oldum (1995). İstanbul'a dönünce hayretimi mûcib olacak şekilde, sâdece bir tek nüshasını bulabildim.

5 Abdülkâhir el-Cürcânî ile Birgivî'nin Avâmil risâleleri arasındaki farklar için bkz. Ahmet Turan Arslan, "Arap Dilinde İki 'Avâmil Risâlesi ve Bunların Mukâyesesi", İslam Araştırma Dergisi, c. I, sayı 2, s. 161-176, İstanbul, 1996.

Page 5: İMAT'TAN CUMHURdocs.neu.edu.tr/.../Dergiler/1_Belletenler/1411.pdf4 AHMET TURAN ARSLAN görülmektedir. Bu eserler üzerine bir çok da şerh yazılmış ve onlardan da devamlı istifâde

4 AHMET TURAN ARSLAN görülmektedir. Bu eserler üzerine bir çok da şerh yazılmış ve onlardan da devamlı istifâde edilmiştir. İzhâr'dan sonra okunması âdet olan İbnu'l-Hâcib'in el-Kâfiye'sinin en meşhur şerhi ise Molla Câmi'nin (ö.898/1492) el-Fevâidu'd-dıyâiyye'si olmuştur. Yine bu dönemde özellikle Türkiye'nin doğusundaki medreselerde çok okunan nahiv eserlerinden biri de İbnu Hişam'ın el-I'râb 'an kavâ'ıdi'l-ı'rab'ı üzerine Şemseddin Sîvâsî diye meşhur olan Ebussena Ahmed b. Muhammed (ö.1006/1597) tarafından yazılan Hallu'l-me'âkıd olmuştur6. Mushiddîn Mustafa el-Karahisârî'nin (ö. Kütahya 986/1578) Celâleyn Tefsiri'ndeki kelimeleri esas alarak yazdığı söylenen ve Ahterî-i Kebîr diye bilinen Arapça-Türkçe lugat kitabı, bu dönemde lugat konusunda kullanılan kitaplara katılan kitaplardan biridir. Daha sonra yukarda isimleri sayılan sözlüklerin tercümeleri de bu konuda başvurulan eserler arasına girmiştir.

Yukarıda genel olarak anlatıldığı üzere, Osmanlı medreselerinde İmam Birgivî'nin eserleri dışında, okutulan gramer kitapları konusunda Tanzimat'a kadar bir yeniliğe tesâdüf edilmemektedir.

TANZİMAT'TAN SONRA ARAPÇA ÖĞRETİMİ

Tanzimat'tan sonra hayatın hemen her alanında görülmeye başlanan değişme ve yenileşme temâyülü Arapça öğretiminde de müşâhede edildi; Arapça öğretimi metodundaki eksiklik anlaşıldı. Çeşitli mahfillerde söz konusu edilen tenkidler Arapça öğretim usûlüne yönelik olarak gazetelerde yer aldı. Bunun üzerine, askerî okullarda okunmak için yeni bir sarf kitabı hazırlanıp 1256 (rûmî) yılında Bâb-ı Seraskeri Matbaası'nda basıldı. Bununla beraber, 1846 yılında, Mekteb-i Maârif-i Adliyye talebeleri Arapça sarf ve nahvi klasik metodlarla okuyorlardı. Ancak el-Kâfiye'yi okuduktan sonra devlet kalemlerinde memur olabiliyorlardı. 1877 yılında askerî rüşdiyelerin birinci sınıfında Arapça sarf, ikinci sınıfında Arapça nahv, üçüncü sınıfında Arapça tatbikat, askerî îdâdîlerin mahrec sınıfında da Arapça tatbikat dersleri okutuluyordu. 1909 yılına âit bir ders cetvelinde ilk okullarda Arapça dersleri yoktur. Arapça dersleri rüşdiyenin ikinci sınıfında başlar, dört sene devam eder. Rüşdiyeye ilâve edilen üç senelik sınıf-ı mahsusu derslerinde de Arapçaya rastlanmaz.

Yeni açılan okullardaki Arapça dersleri hakkında bazı düzenlemeler yapılırken, medreselerdeki Arapça dersleri aynı şekilde devam ediyordu. Medreselerdeki Arapça öğretimini ilk tenkit edenler yine medrese tahsili yapanlar oldu. Ziya Paşa Londra'da neşredilen Hürriyet Gazetesi'nin 27 Temmuz 1864 tarihli sayısına yazdığı bir makâlede; medreselerdeki eğitimin pedagoji prensiplerine hiç uymadığını belirttikten sonra, medreseden mezun olanların en basit bir Arapça gazeteyi bile okumaktan, Türkçe veya Arapça bir mektup yazmaktan âciz olduklarını, coğrafya, tarih, hesap, siyaset bilmedikleri için en küçük bir devlet memurluğu yapacak ehliyete sahip olmadıklarını söyler. Bir medrese mensubunun bir medrese hocası veya imam, hatip ve vâız olmaktan başka bir işe yaramadığını belirtir.

Ali Suâvî de Muhabir Gazetesi'nin 27 Ocak 1867 tarihli sayısına yazdığı bir ma-kalede: "Sarftan pek çok i'lâl ve tasrif belledim. Nahvden pek güzel irap yapardım. Lâkin, Arapça bir güzel nutuk irâd etmesini veya hoşça mektup yazmasını hâlâ yapamadığım cihetle şu iki ilimden dahi müstefit olamadım, desem doğrudur. Belâğattan ıstılâhât ve muhassenât nâmiyle nice tabirat ezberledim. Amma Arapçanın üslûbunu ve şiirlerin

6 Bu eser tarafımızdan neşre hazırlanmıştır (1993).

Page 6: İMAT'TAN CUMHURdocs.neu.edu.tr/.../Dergiler/1_Belletenler/1411.pdf4 AHMET TURAN ARSLAN görülmektedir. Bu eserler üzerine bir çok da şerh yazılmış ve onlardan da devamlı istifâde

ARAPÇA ÖĞRETİMİ 5 meziyetlerini anlamadığımı, hâlâ Arapça bir kıta söylemeye iktidarım olmadığını pekâla biliyorum".

Yine aynı yazar Paris'te yayınlanan Ulûm Gazetesi'nin 20 Receb 1286 tarihli sayısına yazdığı başka bir makalede şöyle der: "Medrese talebesinin adedi ikiye taksimle anlaşılır. Bir kısmı sarf, nahv, mantık ve akâid okumakla iktifâ edenlerdir. Bunlar çoktur. Medreselerin yüzde altmışı tahmin olunabilir. Hususan imtihan ile askerlikten muâfiyet kanunu bu kısmın çoğalmasına yardım etmiştir... Kısm-ı sânî icâzet alıncaya dek okuyanlardır. Bunların adedi yüzde beşi geçmez".

Bu ifâdelerden ve medreselerde okunan eserlerden anlaşıldığına göre, medreselerde Arapça tahsili gramere dayanıyordu. Metin okuması tercümesi ve konuşma hemen hemen hiç yok gibiydi. Bununla beraber 1908 yılına kadar medreselerin ıslahına el atılamadı. Medreselerin ders programlarında düşünülen tadil programı önce 30 Ocak 1325 (1909) tarihinde Fatih'teki Tabhâne Medresesi'nde uygulanmaya başlandı. Buna rağmen medreselerin Arapça ders programlarında elle tutulur bir yenilik gene yoktu. Okunan eserlere birkaç metin ilâve edilmişti. Bu programa göre, Arapça dersleri şu şekilde okutulacaktı:

1. sene : el-Emsile, el-Binâ, el-Maksûd 2. " : el-Avâmil el-cedîd, Izhâr el-esrâr, el-'İrâb 'an kavâ'id el-ı'râb 3. " : el-Kâfiye, el-Fevâid ez-ziyâ'iyye, Mugni'l-lebîb, el-'Alâka, eş-Şâ-

fiye 4. " : el-Fevâ'id ez-ziyâ'iyye, Muğni'l-lebîb, Vaz'u Isâm, eş-Şâfiye 5. " : el-Elfiyye, aruz-kâfiye 6. " : Kaside-i Bür'e, Bânet Suâd

7. " : el-Makâmât el-harîriyye 8. " : el-Makâmât el-harîriyye 9. " : el-Hamâse (li Ebî Temmâm) 10-12. seneler : el-Hamâse

13 Şubat 1325 (yine 1909)'de çıkarılan Medâris-i İlmiyye Nizamnâmesi'yle bu program bazı değişikliklerle diğer medreselere de teşmil edilmiştir. Buna göre, Arapça derslerinin senelere göre taksimi şöyledir:

1. sene : el-Emsile, el-Binâ, el-Maksûd, Nüzhet el-tarf fî 'ilm es-sarf (li'l-Meydânî)

2. " : eş-Avâmil el-cedîd, Izhâr el-esrâr, el-'İrâb 'an kavâ'id el-ı'râb, Şüzûr ez-zeheb

3. " : Muğni'l-lebîb, el-Fevâ'id ez-ziyâiyye, eş-Şâfiyye, Vaz'u Isâm, inşâ dersi

4. " : eş-Şâfiye, el-'Alâka, Isâgûcî, inşâ dersi 5. " : el-Fevâ'id el-fenâriyye, Muhtasaru'l-meânî, el-Kâfî (Aruz'dan) 6. " : eş-Şemsiyye ve şerhi Tahrîr el-kavâ'id el-mantikıyye, Muhtasaru'l-

meânî, Kasîde-i Bur'e, Bânet Su'âd, el-Muallakât, Arapça imlâ, tercüme usûlü

Page 7: İMAT'TAN CUMHURdocs.neu.edu.tr/.../Dergiler/1_Belletenler/1411.pdf4 AHMET TURAN ARSLAN görülmektedir. Bu eserler üzerine bir çok da şerh yazılmış ve onlardan da devamlı istifâde

6 AHMET TURAN ARSLAN

7. " : Tahrîr el-kava'id el-mantıkiyye, el-Makâmât el-haririyye 8. " : el-Makâmât el-harîriyye 9. " : el-Hamâse 10-12. seneler : Arap dili öğretimi yapılmaz, fıkıh, hadis, tefsir, kelâm okunur.

Görüldüğü üzere program oldukça yüklüdür. Metin derslerinden başka, imlâ ve tercüme usûlü dersleri konmuştur.

1914 yılında Dârü'l-hilâfeti'l-'aliyye Medreseleri açılınca, haftalık Arapça ders programları yeniden düzenlenmiş, fakat bu derslerde hangi eserlerin okutulacağı belirtilmemiştir. Bu programlara göre birinci sene Arapça ders programı şöyledir:

1. sınıf: 4 saat sarf-lugat, 1 saat konuşma (mükâleme) ve tatbikat 2. sınıf: 4 saat sarf-lugat, 1 saat konuşma ve tatbikat 3. sınıf: 4 saat nahv, 1 saat mükâleme ve tatbikat 4. sınıf: 4 saat nahv, 1 saat mükâleme ve tatbikat 5. sınıf: 1 saat mükâleme - kitâbet, 1 saat vaz' 6. sınıf: 1 saat mükâleme - kitâbet, 3 saat belâğat 7. sınıf: 1 saat mükâleme - kitâbet, 3 saat belâğat 8. sınıf: 1 saat mükâleme - kitâbet, 3 saat belâğat

İkinci sene haftalık ders programında ise Arapça dersleri şöyledir:

1. sınıf: 6 saat sarf-nahv-belâğat 2. sınıf: 5 saat sarf-nahv-belâğat 3. sınıf: 5 saat sarf-nahv-belâğat 4. sınıf: 5 saat sarf-nahv-belâğat 5. sınıf: 5 saat sarf-nahv-belâğat 6. sınıf: 5 saat belâğat - vaz' 7. sınıf: 3 saat belâğat - vaz' 8. sınıf: 3 saat belâğat - vaz'

Dârü'l-hilâfeti'l-aliyye Medreselerinin yüksek kısmı dört senelik olup, birinci senede ilk üç sınıfta üçer saat, dördüncü sınıfta iki saat Arap edebiyatı dersi vardır. İkinci senede ise her sınıfta haftada ikişer saat Arap edebiyatı dersi okunuyordu. 1915 yılında Mûsâ Kâzım Şeyhülislâm olunca Darü'l-hilâfeti'l-'aliyye Medreselerinin 1. tâlî kısmı ibtidây-ı hâriç, 2. tâlî kısmı ibtidây-ı dâhil, âlî kısmı ise sahn'a çevrildi. Medreset el-Mütehassısîn ise Medrese-i Süleymâniye adını aldı. Medreseler yine ananevî tedrîsatlarına devam ettiler. Bununla beraber Hacı İbrahim, Abdurrahman Fehmi, Mehmed Fehmi, Mehmed Zihni Efendi gibi bazı âlimler Arapça tedrisatını modernleştirmek için teşebbüse girişmişlerdir.

Burada Tanzimat'tan sonra Arap Dili ve Edebiyatı'nın öğretimi konusunda mühim ilmî faaliyetleri müşahede edilmiş olan ilim adamlarından ikisinin hayatları ve bu konudaki ilmî çalışmalarından kısaca söz etmek istiyoruz:

I- HACI İBRAHİM EFENDİ

Page 8: İMAT'TAN CUMHURdocs.neu.edu.tr/.../Dergiler/1_Belletenler/1411.pdf4 AHMET TURAN ARSLAN görülmektedir. Bu eserler üzerine bir çok da şerh yazılmış ve onlardan da devamlı istifâde

ARAPÇA ÖĞRETİMİ 7

Hayatı:

Hacı İbrahim Efendi, Hicaz Vâlisi Şerif Paşa'nın kâhyası olan İsmail Efendi'nin oğlu olup 1242/1826 tarihinde İstanbul'da Tophâne'de dünyaya gelmiştir. İlk öğrenimini mahalle mektebinde yaptıktan sonra Bayezit Camii'nde Kâfiye şerhi olan Molla Cami'ye7 kadar okumuştu. Bu dersleri yetersiz bulan İbrahim Efendi, o yıllarda henüz basılmamış olan ve talebe arasında Şeyh Radıyy diye tanınan Radıyyüddin el-İsterâbâdî'nin (ö. 686/1287-8) yine Kâfiye şerhi olan Arapça gramer kitabını kopye ederek Arapçasını ilerletmeye çalışmış, Arapça ibârelerden mânâ çıkartacak seviyeye gelmişti. Babası İsmail Efendi, Şerif Paşa ile Hicâz'a gittiğinde İbrahim Efendi de onlarla birlikte gitti. Orada Arapçanın gramerini, lugat ilmini ve edebiyâtını meşhur bilgin Muhammed Mahmud eş-Şınkîtî'den (ö. 1322/1904) öğrendi.

Hicaz'dan İstanbul'a dönen Hacı İbrahim önce Sadâret Mektûbî Kalemi'nde me'mûriyet görevine başladı. Oradan Erzurum Divan Kâtipliğine tayin edilip tekrar İstanbul'a döndüğünde 1286/1869'dan 1288/1871'e kadar Evkâf-ı Hümâyun Aklâm-ı Zâbitânî Senedât Odası ikinci mümeyyizi olarak vazife gördü. 1289/1872 yılında Evkâf-ı Hümâyun Vâridât Müdürü oldu. Bu dönemde ilk eseri olan "Tafsîl..."'ı bastırarak neşriyat sâhasına girdi. 1295/1878 yılına kadar Vâridat müdürlüğünde kalan Hacı İbrahim Efendi 1299/1881'de Hazine-i Evkâf-ı Hümâyun idâre meclisi âzâlığına getirildi. 1302/1884 yılına kadar Hazine-i Evkâf-ı Hümâyun Meclisi İdare Heyeti âzâlığında hizmet gördükten sonra, gözlerine ârız olan hastalığı sebebi ile az bir maaşla emekli oldu. Son görevinde iken Ahmed Cevdet Paşa'nın (1823-1895) Belâgat-ı Osmâniye'sinin neşri üzerine çıkan filolojik tartışmalara katıldı. Bu münakaşaların tesiri ile şöhreti gittikçe artan Hacı İbrahim Efendi önce Dâruşşafaka'da fahri olarak Kitâbet ve Belâğat hocalığına daha sonra da Mekteb-i Hukuk'ta Belâğat-ı Osmaniye ve Ta'lim-i Kitabet dersleri muallimliğine tayin edildi(1883).

Ayrıca Askeri Rüşdiye Mektebleri Ders Nâzırı Kaymakam Hacı Cemal Bey'in ricası üzerine Şemsu'l-Meârif Mektebi'nin rüşdiye sınıfında Arapça öğretmeye başladı. Fakat mekteb idaresi ile anlaşamadığı için üç ay kadar sonra bu okuldan ayrıldı. 4 Aralık 1883'te Arapçayı kısa bir sürede ve kolayca öğretmek maksadıyla "Dâru't-ta'lîm" adını verdiği özel okulu açtı. O gün için büyük bir rakam olan dört-beş yüz talebenin kayıt için mürâcâtı oldu. İbrahim Efendi'nin gösterdiği bu büyük başarıdan dolayı hâiz bulunduğu mümeyyizlik rütbesi 14 Ramazan 1884'te ulâ sınıf-ı sânisine yükseltilerek kendisine üçüncü rütbeden Nişan-ı Mecîdi verildi. Mekteb-i Hukûk'ta Belâğat-i Osmaniyye ve Ta'lim-i Hitâbet dersleri okuttu. Mekteb-i Hukûk'ta verdiği ders notlarını aynı yıl içinde Şerh-i Belâğat adı ile neşretti.

Artık kendisini tamamen eğitim ve matbûât faâliyetlerine veren Hacı İbrahim 2 Eylül 1303/1887 tarihinde Mekteb-i Mülkiye Belâğat-ı Osmaniye ve Kitâbet-i Resmiye muallimliğine Sultan II. Abdülhamid'in irâdesiyle tayin olundu. 25.12. 1303/1887 tarihine kadar burada görev yaptı. Dâru't-ta'lim'deki faaliyetlerinin yanında Mekteb-i Mülkiye'de de iki yıl kadar hizmette bulunduktan sonra, hicri tarihle 10 Rebîulevvel 1307, miladi tarihle 4 Teşrînisâni 1889 pazartesi günü ateşli humma hastalığına yakalanarak Hakk'ın rahmetine kavuştu. Edirnekapı Mezarlığı'na defnedildi.

7 Mevlânâ (Molla) Abdurrahman Câmi (ö. 898/1492) tarafından İbnu'l-Hâcib (ö. 646/1248-9)'in nahve dair

olan meşhur el-Kâfiye'sine yazılan el-Fevâidu'd-dıyâiyye isimli şerh. Bu eser medrese mensupları arasında kendi adından çok müellifinin adıyla meşhur olmuştur.

Page 9: İMAT'TAN CUMHURdocs.neu.edu.tr/.../Dergiler/1_Belletenler/1411.pdf4 AHMET TURAN ARSLAN görülmektedir. Bu eserler üzerine bir çok da şerh yazılmış ve onlardan da devamlı istifâde

8 AHMET TURAN ARSLAN

Kaynakların çok zeki ve çalışkan, İslam kültürüne hakkıyla vâkıf bir kişi olarak tanıttığı Hacı İbrâhim Efendi'nin en önemli hizmeti Dâru't-ta'lîm'deki başarılı ça-lışmalarıdır. İbrahim Efendi, daha tahsil hayatı ve memûriyetleri sırasında Arapça öğretimi için harcanan zamanın fazla olduğunu, sürenin kısaltılabileceğini düşünmüş ve bu amaçla emekli olmadan önce Arapça sarfa dair Tafsîlü't-te'lîf fî tavdîhi mesâili't-tasrîf (İstanbul 1289) adlı bir eser kaleme almıştı. Muallim Nâci, Abdurrahman Süreyya, Recâîzâde Mahmud Ekrem, Kemalpaşazâde Said Bey, Ahmed Midhat, Abdülhak Hâmid, Ebüzziyâ Tevfik, Mustafa Reşid Bey ve Keçecizâde Mâcid Paşa ile dil ve edebiyat tartışmalarına girmiş, yazılarına imza koymaya cesâret edemeyen muârızlarından birçoğu bu tartışmaları hakârete dönüştürerek her vesileyle onun ihtiyarlığından, bunaklığından, körlüğünden söz etmişlerse de İbrahim Efendi fikirlerini, yayımladığı makalelerde cesâretle savunmuştur.

Gazete sütunlarında alenen cereyan eden bu münakaşalarda Hacı İbrahim, çeşitli kimseler tarafından yapılan hücumlara karşılık vermekten geri durmaz, hattâ her fırsatta yapılan hücumlara mukabele eder, hepsini küplere bindirirdi. Bu münâkaşalar sırasında Muallim Nâci şu mısralarıyla açıkça onu hedef almıştı:

"Ey herze-vekîli, kâinâtın, Hâlâ hezeyâna kanmadın mı? Can sıkmak için midir hayâtın Elverdi, henüz usanmadın mı?"

Tarîk gazetesi yazarı Said Bey de bir gün, Hacı İbrahim'in gözlerindeki rahatsızlığı sebebiyle ona "kör" lakabını vermişti. Buna karşılık olarak Hacı İbrahim de şöyle demişti:

"Aybını görmeyelim böyle birbirimizin Bende var zaf-ı basar, sen de bakar kör gibisin"8.

Eserleri:

Tafsîlü't-te'lîf fî tavdîhi mesâili't-tasrîf:, Hadîkatu'l-beyân:, Temyîz-i Ta'lîkât:, Şerh-i Belâğat:, Sarf Tercemesi:, Nahiv Tercemesi:, Edebiyat-ı Osmaniye:, Hikemiyyât-ı Arabiyye:, Âsâr-ı Edebiyye:

Dâru't-ta'lîm'in Açılışı:

Hacı İbrahim Efendi'nin Arapçayı daha kısa zamanda ve kolayca öğretme konusu hakkındaki cesur iddiasına resmî makamlardan bir tepki gelmemesine karşılık devrin isim yapmış özel okullarından Şemsu'l-Meârif ilgi duyar. Böylece Hacı İbrahim Efendi de Mekteb-i Sultânî'de yaptığı ilk Arapça eğitimi tecrübesinden sonra ikincisi olarak bu mektebte kendisine tahsîs edilen hususî bir sınıfta düşündüklerini tatbik imkânı bulur. Bu mektebde üç ay kadar çalışan Hacı İbrahim Efendi mektep idarecileriyle anlaşmazlık sonucu buradan ayrılıp kendi mektebi olan Dâru't-ta'lim'i açar. Şöyle ki;

Hacı İbrahim Efendi düşüncelerini kuvveden fiile çıkarmak ve Arapçayı yeni ve kolay bir usulle öğretmek için öteden beri kurduğu planı uygulamaya koymak maksadıyla

8 Hacı İbrahim Efendi'nin hayatı ve eserleri için bkz. Ahmet Turan Arslan, "Hacı İbrahim Efendi ve Arapça Öğretmek İçin Kurduğu Müessese: Dâru't-ta'lîm", Türkiye 1. İslam Düşüncesi Sempozyumu'na sunulan tebliğ, İstanbul, 26-27 Ekim 1996.

Page 10: İMAT'TAN CUMHURdocs.neu.edu.tr/.../Dergiler/1_Belletenler/1411.pdf4 AHMET TURAN ARSLAN görülmektedir. Bu eserler üzerine bir çok da şerh yazılmış ve onlardan da devamlı istifâde

ARAPÇA ÖĞRETİMİ 9 teşebbüse geçerek, Fatih'teki Nakşıdil ve Kovacılar Mekteblerinden temin ettiği ve müessis (kurucu) sıfatı ile iştirak ettirdiği Çolak Hüseyin, Şumülüzâde Hasan ve Ahmed Şevkı adlı üç hoca ile 4 Aralık 1301/1883'te, Horhor'da Rüsûmât Emini Edip Efendi'nin Konağını kiralayıp "Dâru't-ta'lim" adını verdiği mektebini açtı. Hacı İbrahim'in Şemsulmeârif Mektebi'ndeki üç aylık Arapça öğretiminin başarısız gösterilmesine olan kızgınlığını kendi mektebini kurmakla gösterdiği de söylenmektedir. Resmi vazîfelerinden emekliye ayrıldıktan sonra, kendisini tamamen eğitim ve matbûât faaliyetlerine veren Hacı İbrahim Efendi'nin, başarılı çalışmalarını takdirle karşılayan Sultan II. Abdulhamid, 1885 yılında "ma'rifete iltifat" gösterip Rüsûmat Emîni Edib Efendi'nin konağını satın alarak, Dâru't-ta'lim Mektebi'ne hibe etti.

Dâru't-ta'lim'in Statüsü ve Faâliyet Biçimi: Dâru't-ta'lim Mektebi, ibtidai (ilkokul) ve Rüşdiyesi (Ortaokul) bulunan bir özel okul

idi. O sıralar hükümet savaş sebebiyle mâlî sıkıntı içinde bulunduğu için özel okullar revaçta idi.

Dâru't-ta'lim'de imtihanlar sözlü ve alenî olarak okulun bahçesinde yapılırdı. İsteyen herkes imtihanları takipedebilirdi. Bu durum gazetelerle ilan edilirdi. Ahmed Cevdet Paşa, Mehmed Zihni Efendi, Münif Paşa gibi ileri gelen kimselerin bu imtihanlara nezâret ettikleri bildirilmektedir. Ayrıca başarılı öğrencilere mükâfatlar verilir ve bunlar "Tevzi-i mükâfat" törenleriyle dağıtılırdı. Bu törenlerde Hacı İbrahim Efendi veya onu temsilen bir öğrenci konuşma yapardı. Öğrencileri temsilen bir öğrenci tarafından da Arapça olarak bir nutuk îrâd olunurdu.

Dâru't-ta'lîm'de Uygulanan Arapça Öğretim Metodu:

Hacı İbrahim'in vefatından sonra onun izini takip eden ve Dâru't-ta'lîm'de muallimlik yapmış olanlardan Ali Âli Efendi tarafından açılan Dâru't-tedrîs'e ait 1307/1890 yılında basılan talimatnameye göre bu okullardaki öğretim metodu şöyleydi:

"Her bir muallim sabahleyin okuttuğu ders eğer Sarf ve Nahiv'den ise şâkirdâna tekrar ettirip her bir ferdin birer birer hata ve galattan sâlim olarak ikinci teneffüse kadar okutturacak, geçmiş derslerden dahi suâl ve müzâkere ederek şâkirdâna kesb-i mümârese ettirecek ve ders Sarf u Nahiv olmayıp Edebiyat-ı Arabiyye ve Osmâniyye'den ise derslerini tekrar ettirmekle beraber izâa-i vakit etmeyip terceme-i ebyât ve ibâratla anları meşgul edecektir. Sarf ve Nahiv okuyan şâkirdân aldıkları dersleri ezberlemekle mükellef olduklarından ferdâsı günü derslerini muallime ezber okuyacaklardır."

Bu okuldaki Arapça öğretiminin başarı sebeplerini bizzat Hacı İbrahim Efendi şöyle açıklamaktadır:

"...Her şeyin esbâbı olduğu gibi bu çocukların Arabî'de böyle terakkî etmelerinin dahî sebebleri vardır:

Birisi, kavâid-i sarfiyye ve nahviyyeyi Türkî lisân üzere okuyup lâyıkıyla ve etrâfıyla anlamalarıdır.

İkincisi, Mekteb'e duhûllerinden bu âna değin Kâmûs'u ellerinden bırakmayıp Lügat-ı Arab'a kesb-i intisâb etmeleridir.

Page 11: İMAT'TAN CUMHURdocs.neu.edu.tr/.../Dergiler/1_Belletenler/1411.pdf4 AHMET TURAN ARSLAN görülmektedir. Bu eserler üzerine bir çok da şerh yazılmış ve onlardan da devamlı istifâde

10 AHMET TURAN ARSLAN

Üçüncüsü, ebyât-ı arabiyye'den ikibinden ziyâde beyt ve kütüb-i edebiyye ve ta-rihiyyeden bin sahife kadar terkib okumalarıdır. Ve birisi müddet-i tahsillerini yanlız Arabî'ye hasr eyleyüp bu dereceye gelinceye kadar başka bir fen okumamalarıdır.

İşte bu tertip üzere olan tahsil bu küçük efendileri Arabî'den bu mertebeye tavsîl eylemiştir. Ve her kim bu yolda Arabî taallümüne münhemik olur ise bunlar gibi öğreneceği vâzıhadan bulunmuştur.

Bu efendiler Arabî'nin ta mertebe-i kusvâsına vasıl olabilecek cadde bir tarîk bulmuş olduklarından artık istedikleri kadar ileri gitmek yani diledikleri kitapları alıp mütâlea ile tevsî ve ta'mîk-i ma'lûmât ve meleke eylemek ellerindedir. Bunun için bundan sonra bu sınıf talebeye münhasıran arabî talîm edilmeyüp Arabî'nin İlm-i Beyân'ı ile beraber Türkçe İnşâ ve Kitâbet ve Fârisî talim olunacaktır."

Günümüzde yabancı dil kurslarında ve Anadolu liseleri ile bazı üniversitelerde gördüğümüz hazırlık sınıflarına benzer bir uygulamayı daha o zamanda düşünmüş ve tatbik etmiş olan Hacı İbrahim Efendi'nin Dâru't-ta'lim'inin özelliklerini ve Arapça öğretim metodunu şu şekilde özetleyebiliriz:

1- Öğrencilerin yaşları 12-20 idi.

2- Sınıflarda öğrenci sayısı ortalama yirmi idi.

3- Arapça öğrenimi için tahsîs edilen süre içinde başka dersler okutulmuyor, yoğun bir şekilde Arap grameri ve bunun tatbikatı üzerinde duruluyor ve bolca metin okutuluyordu.

4- Arapçadan Türkçeye tercüme yapılıyor, bunun yanında öğrenciler lugat ki-taplarından istifade etmeye alıştırılıyordu.

5- Türkçeden Arapçaya tercüme (Ta'rib) usûlü uygulanıyordu.

6- Okutulan derslerde günlük hayatla ilgili kelimelerin kullanılmasına önem veriliyordu.

7- Öğrencilere öğrendikleri gramer kaidelerinin tatbikatını görebilecekleri örnek metin tahlilleri ve tercümeleri neşrediliyordu.

8- Öğrenciler üzerinde ciddi bir motivasyon uygulanıyordu. Onlara Arapça gazeteleri okumaları tavsiye edilmesinin yanında Âsâr-ı Edebiyye adlı ve öğrencilerin çeşitli terceme denemelerini ihtiva eden bir derginin çıkartılması öğrencileri kaideleri tatbik etme ve iyice öğrenmeleri hususunda teşvik ediyor ve cesaretlendiriyordu.

9- Denilebilir ki; büyük ölçüde günümüzdeki modern dil öğretim metodlarına yakınlığı söylenebilecek tarzda bu okuldaki dil öğretiminde gramer, okuma, yazma, ve konuşma usulleri uygulanıyordu.

MEHMED ZİHNİ EFENDİ

Hayatı:

Mehmed Zihni Efendi 16 Recep 1262 Hicrî / 27 Haziran 1262 Rûmî (1846 Mihâdî) Cuma günü, günün erken saatlerinde doğmuştur. Babası kaza (mülkiye) kaymakamlarından Mehmed Reşid Efendi, annesi ise Güzide Gülsüm Hanım'dır.

Page 12: İMAT'TAN CUMHURdocs.neu.edu.tr/.../Dergiler/1_Belletenler/1411.pdf4 AHMET TURAN ARSLAN görülmektedir. Bu eserler üzerine bir çok da şerh yazılmış ve onlardan da devamlı istifâde

ARAPÇA ÖĞRETİMİ 11

Zihni Efendi, önce medrese dersleri demek olan câmi derslerine devâma başladı. Burada ciddi ve sıkı bir öğrenimden sonra "Ulûm-ı 'Âliye Şehâdetnâmesi" (=İcâzet-nâme-i Esâtize =Medrese Öğretim Üyeliği Diploması) aldı.

Zihni Efendi'nin yetişmesinde, Arap Dili ve Edebiyatı'nda derinleşmesinde medresede okuduğu derslerin ve istifâde ettiği hocalarının yanında daha başka unsurların da etkili olduğunu düşünüyoruz.

Tahsilini bitirdikten sonra önce Matbaa-i Âmire'de musahhihlik yaptı. Daha sonra Galatasaray Mekteb-i Sultânisi(Bugünkü Galatasaray Lisesi) Ulûm-i Arabiyye ve Dîniyye (Arapça ve Din Dersi) muallimliğine tayin edildi.

Zihni Efendi, ilim ve irfan bereketiye dolu yetmiş yıllık bir ömrün sonunda, Meclis-i Maârif a'zâsından iken 17 Muharrem 1332 Hicrî Çarşamba günü '4 Kânûn-ı evvel 1329 Rûmi / 17 Kânûn-ı evvel (=Aralık) 1913 Efrenci (=Mîlâdî) İstanbul'da Beylerbeyi semtinde vefat etmiştir9.

Arap Dili ve Edebiyatına Ait Eserleri:

Sarf-ı Arabî, Şerhu Teshîli't-tahsîl, Şerhu ebyâtı İsfehendî, Etvâku'z-zeheb Ter-cemesi, Feyz-i Yezdân, Kitâbü't-terâcim, el-Müntehab fî ta'lîmi lügati'l-'Arab, el-Muktedab mine'l-Müntehab fî ta'lîmi lügati'l-Arab (Sarf Kısmı), el-Muktedab fî nahvi lisâni'l-'Arab (Nahiv Kısnı), el-Müşezzeb Yahud Mekteb-i Edeb (=el-Mürteeb) fî sarfî lisâni'l-'Arab (Sarf Kısmı), el-Müşezzeb Yahud Mekteb-i Edeb (=el-Mürteeb) fî nahvi lisâni'l-'Arab (Nahiv Kısmı), Ta'likât 'alâ Şerhi'ş-Şeyhi'r-Radiy 'ale'ş-Şâfiye li'bni'l-Hâcib, Şerhu'ş-Şâfiye fi't-tasrîf li's-Seyyid Abdullah'a Ta'likât, el-Kavlü'l-ceyyid

Arap Dili ve Edebiyatı Öğretimine Getirdikleri:

Bilindiği gibi, Zihni Efendi'nin ağırlık verdiği ilmî cihetlerden biri de Arap Dili ve Edebiyatı'nın daha iyi ve daha kolay öğretilmesidir.

Ancak burada bir husûsa dikkat çekmenin yerinde olacağını düşünüyorum: O da, bir ilim adamının ilmî çalışmalarının değerlendirilmesi yapılırken o şahsın, içinde büyüyüp yaşadığı zaman, şartlar ve fikir hareketlerinin de göz önünde bulundurulmasının gerekli oluşudur. Zira ilim ve fikir adamları çevrelerini etkiledikleri gibi kendileri de çevrelerinden etkilenirler. Bu, sosyolojik bir gerçektir. Bu itibarla, Zihni Efendi'nin içinde yaşadığı zamanda, Tanzimat'tan sonra başlayan ve hayatın hemen her alanındaki değişim ve yenileşme hareketlerinin etkisinde bulunabileceğini hatıra getirmeliyiz. Bu münâsebetle Zihni Efendi'nin bir özelliğine işâret edilmelidir: Galatasaray Sultânîsi Arapça müderrisi bulunan Zihni Efendi ed-Dürûsu'l-arabiyye müellifi ve en-Nibrâs Dergisi Kurucusu ve Beyrut Sultanisi müderrisi olan Mustafa el-Galâyînî ile -muhtemelen- yardımlaşıyordu. Zira Zihni Efendi'nin kitapları arasında yer alan bir ed-Dürûsu'l-arabiyye nüshasının kapağında "Hacı Zihni Efendi Hazretlerine" ibaresi ile takdim edilmesi bunun delili sayılabilir. Bunun yanında yine Zihni Efendi'nin kitapları arasında Arapça öğretimi ile ilgili Beyrut basımı başka kitapların da yer aldığını görmekteyiz. Bunlardan özellikle, Selim Efendi el-Lübnânî'nin "Medhalü't-tullâb ilâ Firdevsi Lugati'l-A'rab" adlı eserinin sayfa kenarlarında görülen -ve çok büyük bir

9 Mehmed Zihni Efendi'nin hayatı ve eserleri hakkında tafsilat için bkz. Ahmet Turan Arslan, Son Devir

Osmanlı Âlimlerinden Mehmed Zihni Efendi, Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul, 1999.

Page 13: İMAT'TAN CUMHURdocs.neu.edu.tr/.../Dergiler/1_Belletenler/1411.pdf4 AHMET TURAN ARSLAN görülmektedir. Bu eserler üzerine bir çok da şerh yazılmış ve onlardan da devamlı istifâde

12 AHMET TURAN ARSLAN ihtimalle Hacı Zihni Efendi'ye ait- küçük notlar, müelllifimizin bu eserlerden, özellikle metod bakımından, istifâde ettiğini göstermektedir.

Öte yandan Mehmed Zihni Efendi'nin el-Kavlu'l-ceyyid'inde Kazvînî ve Sa'deddin et-Teftâzânî gibi kimseleri tenkid etme düşüncesinde de, o devirde özellikle Mısır'da yayılmakta olan bazı fikir akımlarının tesirinde kaldığını -kendisinin bu yolda açık bir ifâdesini bulamamakla birlikte- tahmin etmekteyiz.

Zihni Efendi'nin eserlerinin genel özellikleri; 1) Türkçe, 2) Yeni bir tertip, 3) Önemli kelimelerin harekeli olmasıdır.

Bu özellikler, o devir için bir yenilikti ve çok dikkat çekmişti. Zira o zaman medreselerde hoca ve talebelerin ellerinde dolaşan metin, şerh ve

hâşiyeler bu özelliklerden mahrumdu. Eski devirlerde bu usul, bilinen meşhur bir yol olmadığından önceki müellif ve müderrisler buna ihtiyaç duymamışlarsa da, özellikle Arapçayı iyi bilenlerin azaldığı bir dönemde ibârelerin harekelenmesine ihtiyaç şiddetini arttırmıştı. Erbabınca ma'lumdur ki, gerek kendi kendine çalışan, gerekse bir hoca gözetiminde Arapça öğrenenler için, hareke ve alıştırmalar çok önemlidir; konuyu kolaylaştırıcı ve anlaşılmasına yardımcıdır. Okuduğu dersi anladığını gören öğrencide ise "kendine güven" hissi uyanmakta; bu da onda motivasyonu sağlamakta ve derse ilgisini arttırmaktadır.

İşte Zihni Efendi, bir ilim adamından, ülkenin bir aydınından bekleneni yapmış; o günün ihtiyacını görerek yazdığı eserlerde bu boşluğu doldurmaya çalışmıştır.

Sonuç

Araştırmaya tahsis ettiğimiz zaman dilimi içindeki yenilikleri şöyle özetleyebiliriz:

1- Rüştiyelerde Arapçanın Türkçe olarak okutulması.

2- Arapça konuşmayı (muhâdese) öğretmek için Arap öğretim elemanlarının getirilmesi.

3- Öğrencilerin öğrendikleri gramer kaidelerini uygulamaları yolunda çalışmalar yapılması; MUHADESE ve TA'RİB dersleri konmuş olması.

4- Arapça gramer kitaplarının Türkçe olarak yazılması, buna parelel olarak medresede de okutulan gramer kitaplarının da tercüme edilip temrinlenmesi.

5- Arapça öğretmek için özel okullar açılması.

BİBLİYOGRAFYA

Abdülkadir el-Mağribî, "el-Lüğatü'l-'Arabiyye fî devleti't-Türk el-'Usmâniyyîn", Me-celletü'l-Mecme'ı'l-'ılmiyyi'l-'arabiyyi, XI, s. 217, Dimaşk, Eyâr- Huzeyran 1931. ARSLAN, Ahmet Turan, İmam Birgivî Hayatı Eserleri ve Arapça Tedrisâtındaki Yeri,

Seha Neşriyat, İstanbul, 1992. _____, "Arap Dilinde İki 'Avâmil Risâlesi ve Bunların Mukâyesesi", İlam Araştırma

Dergisi, c. I, sayı 2, s. 161-176, İstanbul, 1996.

Page 14: İMAT'TAN CUMHURdocs.neu.edu.tr/.../Dergiler/1_Belletenler/1411.pdf4 AHMET TURAN ARSLAN görülmektedir. Bu eserler üzerine bir çok da şerh yazılmış ve onlardan da devamlı istifâde

ARAPÇA ÖĞRETİMİ 13 _____, "Hacı İbrahim Efendi ve Arapça Öğretmek İçin Kurduğu Müessese: Dâru't-

ta'lîm", İlmî Araştırmalar 7, İstanbul, 1999. _____, Son Devir Osmanlı Âlimlerinden Mehmed Zihni Efendi, Marmara Üniversitesi

İlâhiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul, 1999. AKYÜZ, Yahya, Türk Eğitim Tarihine Giriş, Ankara, 1985. ATAY, Hüseyin, Osmanlılarda Yüksek Din Eğitimi Medrese Programları-İcâzetnâmeler-

Islahat Haraketleri, Dergâh Yayınları, İstanbul, 1983. BALTACI, Cahid, XV-XVI. Asırlarda Osmanlı Medreseleri, İstanbul, 1976. BİLGE, Mustafa, İlk Devir Osmanlı Medreseleri, İstanbul, 1984. DEMİRCAN, Ömer, Türkiye'de Yabancı Dil, İstanbul, 1988. SARIKAYA, Yaşar, Medreseler ve Modernleşme, İstanbul, 1997. ŞEŞEN, Ramazan, "Osmanlı Döneminde Arap Dili ve Edebiyatı Öğretimi", Studies on

Turkish-Arab Relations/Annuel 1986/Fondation for Studies on Turkish-Arab Relatinons- İstanbul, 1986.