90
MUQADDEMÂT (Ulûm el-Hikme Okul’u) (Ders Notlar’ı) Medenî Düşünce Tarihi (MDT) Medeniyet Târih’i Medine’nin Kapılar’ı II 2. Bölüm: Mantıq’ut-Tayr (Kuşlar’ın Dil’i) 3. Bölüm: Maqarr-ı Ulemâ/Qayserî (Mekân’ın 4. Buud’u) (Ders Notlar’ı) Ulûm el-Hikme Okul’u 2010-2016 İnternet : http://www.ulumelhikme.net 1. Muqaddime: Dilbilim ve Dil Felsefe’si 2. Muqaddime: Qur’ân İlimler’i 3. Muqaddime: Riwâyet İlimler’i I 4. Muqaddime: Riwâyet İlimler’i II 5. Muqaddime: Müslüman Düşünce Târih’i 6. Muqaddime: Genel Düşünce Târih’i 7. Muqaddime: Bilim Târih’i ve Bilim Felsefe’si

Medeniyet Târihi Medinenin Kapıları II · 2017-04-19 · Bu birden fazla Sunum diğer bazı Çalışmalar’da da görülecektir. Seminer için haızrladığımız Yazılı Metin’e

  • Upload
    others

  • View
    5

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

MUQADDEMÂT

(Ulûm el-Hikme Okul’u)

(Ders Notlar’ı)

Medenî Düşünce Tarihi (MDT)

Medeniyet Târih’i

Medine’nin Kapılar’ı II

2. Bölüm: Mantıq’ut-Tayr (Kuşlar’ın Dil’i) 3. Bölüm: Maqarr-ı Ulemâ/Qayserî

(Mekân’ın 4. Buud’u)

(Ders Notlar’ı)

Ulûm el-Hikme Okul’u 2010-2016

İnternet : http://www.ulumelhikme.net

1. Muqaddime: Dilbilim ve Dil Felsefe’si 2. Muqaddime: Qur’ân İlimler’i 3. Muqaddime: Riwâyet İlimler’i I 4. Muqaddime: Riwâyet İlimler’i II

5. Muqaddime: Müslüman Düşünce Târih’i 6. Muqaddime: Genel Düşünce Târih’i 7. Muqaddime: Bilim Târih’i ve Bilim Felsefe’si

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

2

İÇİNDEKİLER

Giriş

2 . B ö l ü m : M a n t ı q ’ u t - T a y r (Kuş Dili) Tenwîr’in Kutlu Doğum’u

3 METİN

Kuşlar’ın Dil’i (Yazılı Metin)

Kuşlar’ın Dil’i (Özet Metin)

Kuşlar’ın Dil’i (Şifâhî Metin)

I-Kuşlar’ın Dili’ni Çözmek

II-Mantıq’ut-Tayr (Kuş Dili)

III-Kuşlar’ın Dili’ni Çözmek

3 . B ö l ü m : M a q a r r - ı U l e m â / Q a y s e r î Diyâr-ı Rûm: Bilâd-ı Kayzer/ Mülk-ü Qostantiniyye Medine’nin Kapılar’ı ya da Medeniyet’in Qayseri

Selçuklular Zamanı’nda Şehr’in İslâmi Dokusu’nun Örülmesi

Cami-i Kebir yanında Melik Muhammed Gâzî Qabr’i

Karakürkçü Mahallesi KUŞOĞLU EVİ’nden Sultan Sazlığı’na

Sultan Sazlığı-Kuş Cennet’i

TENNÛRÎ Hitâbe’si

Qayseri Lise’si

Soğanlı Mağaraları’nda ASHÂB-I KEHF Kunuşmalar’ı

Kastamonu Kamp’ı Öncesi Çayırağası Konağı’nda

Eski Qayseri Evleri Konuşma’sı

Gevher Nesibe Medrese’si

Hunat Hâtun Medrese’si

Gülük Külliye’si

Câmi

Medrese

PINARBAŞI (AZÎZİYE)

Elazığ Tenwir Kamp’ı Şehir Dersler’i

Pınarbaşı- Melikgazi Türkeş Parkı Konuşma’sı

Pınarbaşı AZÎZİYE CÂMİİ

Pınarbaşı, Melikgazi Okulu

Pınarbaşı /Mezarlık

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

3

Giriş 2010 Müslüman Düşünce Târihi Dersler’i Bünyesi’ne eklediğimiz Kent Seminerleri’ni sonraki Yıllar’da 6 Aylık Kamp Gezilerimiz Öncesi’nde verdiğimiz Özel Seminerler’le sürdürmüştük. 2014’de başladığımız Yeni Dönem Ulûm el-Hikme Dersler’i Konsepti içinde Kent Dersleri’ni Müstaqil Seminerler olarak ayrıştırarak yeniliyoruz. Bu Çalışma İlk Dönem MDT Bünyesi’nde verilmiş olan Kent Dersleri’nin Özetlenmiş Sunumları’nı topluyor I. Bölümü’nde. Mekke Anlatımı’na Arafat üzerine olan bir hazırlığımız İlâwe edildi. Farqlı Zamanlar’da çalışılmış Qayseri için 2 Kurgusal Mekan Tanıtım’ı da I. Bölüm’e (Külliyeler) eklendi. {1. Bölüm: Medine’nin Kapılar’ı (Kapılar – Qıbleler)} Medeniyet Târih’i - Medine’nin Kapılar’ı I II. Bölüm Notları Kamp Seminerleri’nin İlk’i olan Kozaklı’da verdiğimiz Mantıq’ut-Tayr Konuşması’nın 3 Ayrı Versiyonu’nu içeriyor. Bu birden fazla Sunum diğer bazı Çalışmalar’da da görülecektir. Seminer için haızrladığımız Yazılı Metin’e

Şifâhî Sunum’da birebir uyulmadığı için 2.bir Tekst, bu Konuşmalar’ın Ses-Kayıt Çözümler’i ile ortaya çıkmış oldu.. Şifâhî Sunum’un , Sunum’u Esnâsı’nda tutulan Notlar’ı olduğunda bir 3. Metin daha oluşmuş bulunuyor. Birini Tercih’le yetinilebilirdi tabi.. Tamamlayıcı Bölümler’in Varlığı, Yazılı ve Şifâhî Anlatımlar’ın kendine Has Avantajlar’ı nedeniyle ikisine de yer vermiş bulunuyoruz. {2. Bölüm: Mantıq’ut-Tayr (Kuşlar’ın Dil’i)} Medeniyet Târih’i - Medine’nin Kapılar’ı II

III. Bölüm Notları: Kayseri, Gezi Önce’si Teorik Kent Dersleri’nde

konuşulmuştu. Ayrıca Her Kamp Program’ı Öncesi’nde Hareket Noktamız’la İrtibatı’nı arama Uğraşımız, Qayseri Notları’nın daha bir zenginleşmesini sağladı. Bu Konuşmalar’ı da III. Bölüm’e taşıdık. Hunad ve Gülük Külliyeler’i üzerine Faqrlı bir Kompozisyon ile bir de Misâfir Yazımız yer alıyor burada. {3. Bölüm: Maqarr-ı Ulemâ/Qayserî} Medeniyet Târih’i - Medine’nin Kapılar’ı II IV. Bölüm Türkiye Sathı’nda yapılmış Geziler’de verilen Kent Seminerleri’nden oluşuyor. İznik, Gezi Öncesi Teorik Kent Dersleri’nde konuşulmuştu. 3.Bölüm’deki İznik Metinleri’ni İlk Bölüm’e taşıdık bu Nedenle.. {4. Bölüm: Kapılar’da Seyr etmek} Medeniyet Târih’i - Medine’nin Kapılar’ı III V. Bölüm’de 3 Yazı yer alıyor. İlki 23 Sene önce 1992’de Fukuyama’nın Meşhur Yazısı’nın Çevirisi için Edisyon’un isteği üzerine aldığımız bir Kritik’den oluşuyor. Diğer 2 Röportaj’ın İlki 2003 diğeri 2011 Seneler’ine ait. İlkini Küresel Roma, 2.sini Küresel Medine Mülakât’ı olarak farqedenlerin farqedebileceği bir Münsabet’le bu Derleme içinde korumuş oluyoruz. {5. Bölüm: Mekan’da Son/Zaman’da Buudlar (Tarih’in Sonu mu/Satırarası Notlar’la Okuma, Küresel Roma Mülaqat’ı, Küresel Medine Mülaqat’ı} Medeniyet Târih’i - Medine’nin Kapılar’ı IV

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

4

II. BÖLÜM

TENWÎR’İN KUTLU DOĞUM’U

3 METİN

Kuşlar’ın Dil’i (Yazılı Metin)

Kuşlar’ın Dil’i (Özet Metin)

Kuşlar’ın Dil’i (Şifâhî Metin)

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

5

2 . B ö l ü m : M a n t ı q u ’ t - T a y r

I Kuşlar’ın Dili’ni Çözmek

(Bu Metin, bir Qur’ân Okuma Çevresi’nin 25.Yıl Toplantılar’ı için

hazırlanmıştır. )

‘Ölmeden önce ölünüz der’ Bilgeliğin Ses’i, belki Nebewî bir Ses. Ölmek,

gidilen Yer’den bakıldığında doğmaktır aslında.. Rahim’de ölmenin Dünya’da

doğmak olduğu gibi.. Her Doğum bir Sancı’yla başlar, her Ölüm Feryâd-ü Figân’a

boğar seven Yürekler’i.. ‘Âlim’in Ölüm’ü Âlem’in Ölümü’dür’. ‘Ölüm’den sonra nasıl

Hayat bulacak tekrar Canlar?’1 diye telaşlanır İbrâhimî Yürek.. Mutmain olsun için

Rabb’i, Melekûtu’nu2 gösterir ona… Külleri’nden yeniden dirilen Kuşlar

Görümü’nü…

Soğuk bir Kış Günü’ydü, muhtemelen bir Ocak Ay’ı.. Öğrenci Evimiz’in

Ocağı’ndaki Ateş’in Odamız’ı ısıtmaya yetmediği bir Bodrum Kat’ı..3 Generaller

Türkiye’sinin, Öğrenciler’i ve Toplum’u Apolitik İnşâ’ya Dûçar ettiği 80’li Yıllar…

Türkiye Karanlıklar’daydı, Türkiye üşüyordu. Tüm Toplum gibi içimize kapanmış,

Evimiz’e kapanmış, Mahallemiz’e kapanmıştık.. Üstümüz’ü örtmüş titriyorduk..

Dönem Hafî Zikr Dönemi’ydi, Rabb’e Tazarru etme4, el-Qalem’in Eserleri’ni5 Tedris

etme6 Dönem’i.. Ve Mütealliq Eserler’i.. Alaqa’yı hep Canlı tutma Dewr’i.. Âbâ-ı

Qur’ân7, tekrar dışarıya bırakıyordu8 Yâr-ı Güzin’i..

Bir Kuş kanatlandı Yuvası’ndan, çırptı Kanatları’nı, çırpındı durdu.. Qaf

Dağı’na doğru süzüldü.. Wâsıl oldu mu olamadı mı bilemiyorum, Hâfızam Yardımcı

olmuyor ne yazık ki! ‘Anka ne demek, Qaf Dağı nedir, Düşlerim’e nereden

uçuşmuşlardır, sorup soruşturmuştum, Hâdiseler’in Te’wili’ne ne zaman Muwaffaq

oldum bilemiyorum. Si-Murg Öğrenci Nisan 1983’de ‘Bismi Rabbinâ’ Qıraât’a

başladık.. Mus’ab’ın Medine’yi fethettiği Yaş’ta, belki 30 Genç… Mağaramız’dan

çıktık.. Geceleyin Ellerimiz’de Fenerler, Gündüzleyin ‘Sebhân Tawîla’9…

1 02/el-Baqara 260 2 02/el-Baqara 135 3 Elazığ,Üniversite Mahalle’si. 4 07/el’A’raf 205 5 68/el-Qalem 1 6 68/el-Qalem 3 7 33/el-Ahzâb 8 74/el-Müddessir 3 9 73/el-Müzzemmil 7

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

6

Bir Çeyrek Asır sonra10 Tayyâremiz’in Qıble’si Mekke’ye Müteweccih 3.Cüz’ü

okuyorum… İbrâhim’in Kuşları’nda duruyor Dudaklarım, İbrâhim’in Kuşları’nda

doluyor Gözlerim, İbrâhim’in Kuşla-

rı’nda donuyor İdrâkim.. ‘Lebbeyk

Allâh’ım lebbeyk’’ işte bu diyorum,

Mantıq’ut-Tayr 11bu… Siren çalıyor

dışarıda, 70 Yıl’dır yuvarlanan bir Taş

Cehennem’e düşmüş.. Sürü Sürü

Kuşlar kanatlanıyor Memleketle-

ri’nden.. Göçmen Kuşlar Memleket-i

Asli’ye Rucu ediyorlar… Memleket

sallanıyor, Erciyes’in Sukunet’te görü-

nen Yüz’ü Zâhir… Bâtını’nda Volkanlar

kaynıyor, bir Fay Hattı çatlıyor, ‘30

artı 10’12 Günlük Firaq’ta kırılan Asıl

Fay Hatt’ı içte, Ruh’ta…

Dağlar’ın Ardı’nda Kâ’be’ye

Wâsıl olmak… İbrâhim, Kuşları’nı,

Dünya’nın Dört bir Tarafı’na dağılmış

Kuşları’nı çağırır da bu Çağrı’ya

İcâbet etmez mi Kuşlar? Maqâm-ı

İbrâhim’in13 Maqâmı’na Lâyık bir

Cewap verir Kuşlar.. Kitâb’ı ve Hikmet’i okumak, Âyetler’le Tezekki etmek, İ’tiqâf

etmek, Secde’ye, Qıyâm’a durmak için Kazma’yı Dağ’a vurur, Çoğu gidip Az’ı kalan

bir Sa’y’e sarılır, Hikmet’e Râm olur.. Qıyâm Evi’ne14 bir Tasallut varsa, Tasarrut

Kuleleri’nden15 kanatlanır Ebâbil Kuşlar16, attıkları zaman atan onlar değil17,

Mirsâd’da olan Rableri’dir. Küçüğünden Büyüğüne her bir Şeytân’ı Siccil’den

Taşcıklar’la recmederler.. ‘Küresel Roma’nın Keydeleri’nin Tadlil olduğu

Semboller Diyârı’dır Kuşlar’ın Wâsıl olduğu Dağlar arasındaki Evimiz.

Arafat Haşr Meydanı’dır18. Süleymân’ın Kuşları’nı topladığı gibi19 Son kez

Büyük Haşr’ı burada gerçekleştirdi Kerim Elçi. Wuhuş’un Huşur’u20 Eksik olmayacak

Dünyâ’nın Sonu’na dek.. Ehlîler’de Beytleri’nin Gölgesi’nde, Zemzem’le Mücâwir

Topraklar’da haşrolacaklardır.21

10 10 Kasım 2009 11 27/en-Neml 16 12 07/el-A’raf 13 02/el-Baqara 125 14 05/el-Mâide 97 15 89/el-Fecr 14 16 105/el-Fil 3 17 08/el-Enfâl 17 18 02/el-Baqara 198 19 27/en-Neml 17 20 81/et-Tekvir 5 21 2/el-Baqara 260

Su ve Toğrağın buluşması Medine’nin

doğması demek, Medine’nin Harsı’nı vermesi Medeniyet’e dönüşmesi.. Kuşlar Sazlıklar’ı severler, Cennet’i, içlerinden

Nehirler geçen Topraklar’da

kurarlar…

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

7

Su ve Toğrağın buluşması22 Medine’nin doğması demek23, Medine’nin

Harsı’nı vermesi Medeniyet’e dönüşmesi.. Kuşlar Sazlıklar’ı severler, Cennet’i,

içlerinden Nehirler geçen Topraklar’da kurarlar24…

4 Cennet Irmağı’nın birinin yanında25, Fırat’ın doğduğu Topraklar’da26 Alaqa

kurduk Hayat’la.. Nil ve Fırat’ın Merkez Hattı’nda, Tîn’in, Zeytûn’un, Tûr-i Sinîn’in

ve Emin Belde’nin Merkez’inde27 Alaq dedi Hz. Rasûl..28 İhbut bir Süzülüş’se29 eğer

Âdem buraya süzüldü, Çamur’dan 30 yapıldı Ev’i31, ama Yuva’yı Dişi Kuş kurdu:

Hawwa Annemiz32. Zemzem Yerküre’de Su’yla İlk buluşmamız’dı beklide.. Su varsa

Cennet vardı..

Kozaklı’da Haşr var.. Kozalağın Örüm’ü belki de, Örüm’ü ve Külleri’nden

Doğum’u. Kuşkusuz aramızda göremediğimiz Arkadaşlarımız da var.. Soranlar

soracaklardır, ‘Sahi Hüdhüd sen neden burada değilsin?’33 Cewâb’ı Açık değil mi?

Sen diye seslendiğin Muhâtabı’nın Gâipler’de olmadığı çok Açık.. Hüdhüd’ün Yüreği

Süleymân’ın yanındadır , Gözler’i Arş-ı Dünya’yı Temâşa’dadır, Berlin’i, Londra’yı,

Paris’i, New York’u, Moskova’yı, Pekin’i, Tokyo’yu. Mağribi’nden Maşriqi’nden

Kuşlar Ümmü’l-Qura’da34 toplanacaklar’dır Bayram Gün’ü35.. Dün Essen’dir36,

Stadtallendorf’tur37, Ruhrberg’dir38, Bugün Kozaklı39, Yarın Bütün Cennet Vatan..

Su Elbisemiz’i Temiz tutmak içindir40, Bedenimiz’i Temiz tutmak için..

Kaynaklar’ın Başı’nda buluşacaksınız yunmak için. İçimiz’i dışımız’ı yumak için.

Karakteriniz Ricz’e bulaşmışsa41 üzerinizde Çaputlarınız olsa ne olur olmasa ne olur.

Hüdhüd ‘Kral Çıplak’ diyecektir. Taqwa Elbiseniz42 yoksa Uryansınız’dır43. Emin

değilse Kentiniz44 Eliniz’den, Diliniz’den; Elif desen ne yazar.. Okuma’nın Mâna’sı

yoksa, Kuru Emek’ten başka ne kalır yanınızda.. Dünyâ’nın Bütün Sular’ı Eliniz’i,

Yüzünüz’ü yumaz. Ebâbiller Gök’ten üzerinize Rics yağdırır45. Ne Kötü bir Su’dur Su-

i Matar?46 Qadri’ni bilemediğiniz Ni’met çarpar sizi, Ulu’n-Na’me’nin47 Boğazı’nda

22 07/el-A’raf 57 23 59/el-Haşr 9 24 2/el-Baqara 25 25 Tewrat/ 26 1983,Elazığ 27 95/et-Tin 1-3 28 96/el-Alaq 1 29 2/el-Baqara 36 30 Tîn, 31 Min Hamâin Mesnun, Beyt-i Atiq. 32 2/el-Baqara 223 33 27/en-Neml 20 34 06/el-En’am 92 35 05/el-Mâide 3 36 17 Aralık 1994 37 05 Haziran 1992 38 4 Kasım 1995 39 19 Nisan 2009 40 74/el-Müddesir 4 41 74/el-Müddessir 5 42 07/el-A’raf 26 43 07/el-A’raf 27 44 Beldetün Eminen. 45 10(Yunus 100 46 20/TaHâ 47 73/el-Müzzemmil 11

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

8

tıkanır kalır Hamim.. Yerler’in Şehâdet’î vardır, Sular’ın Tanıklığı, Kuşlar’ın

Tanıklığı.. Nefsi’ni bilmeyenin, Kitâbı’nı okumayanın Boğazı’na dolanır Kuşlar?48

Dâwûd Nil’i geçip Wâdedilen Topraklar’da

konaklayan Kuşları’yla49 İnşâ ettiği Ma’bed’i.. Doğu’ya

Batı’ya Nisbet edilemeyen Zeytin Yağı50 ile besledi

Tenwir’i, Kuşlar’a hatırlattı Rabbi’ni, Kuşlar’la hatırladı

Rabbi’ni.. Dâwûd Kurucu bir Özne’dir, Arz-ı Mew’ûd’a

Halife olan51.. Dâwûdlar Medreseler İnşâ eder52, Dâwûdî

Ses53 yankılanıyorsa Yüksekler’de orası Arz-ı Mew’ûd’dur.

Dâwûd’un Evi’nde54, Beytlehem’de55 konuşur İsa Mesih:

’Ene Abdu’llâh..’56 Kuş Dili’ni bilmeyen nasıl çözsün bu

Söz’ü.. Allâh Çamur’dan Kuşlar yaratacaktır Hz.İsâ’ya57..

İsrâil’in ölen Cesedi’ne Nefha’yı İlâhi’yi58 üfledi Allâh’ın

Kelime’si59. Kuşlar’ın nasıl dirildiği gördü Ruhullâh..

Hacer’den, Hacerîler’den çıkacak Ahmed’i muştuladı

(İncil)60. Ahmed 61 Kuş Dili’nde hecelenmişti, çözenler çözdü ve Safı’nı tuttu.

Etrafı’nda Bünyânen Mersus oldular. Dâwûd’un Mezâmiri’nde62 bir Tılsım vardı. Ne

Güzel Kul’du Dâwûd63.

Dâr-ı Dâwûd’da parlar Yıldız.. Fırat Kenarı’nda Öğrenci Evleri’ydi o. ‘Diyâr-ı

Fırat’ta bir Kurt kapsa bir Kuzu’yu , gelir de Adl-i İlâhi, Qârî-i Alaq’tan sorardı onu 64… Yıldızlar’dan Rol çalıyorduk.. Usweler’in Nüshâ’sı65 olmak istiyorduk.. Qur’ân’ın

Nüshâsı’nda onu okuyorduk.

48 17/el-İsrâ 49 38/Sad 18 50 24/en-Nur 35 51 38/Sad 25 52 Dâwud-i Kayseri 53 (Bilal-i Hâbeşî sustuysa Ezanlar’ı Dâwud okusun’. A.N.A) 54 Dâru’d-Dâwud. 55 İncil/ 56 19/Meryem 57 05/el-Maide 110 58 03/Al-i İmran 49

(Arapça Çocukluk İncili46.Bölüm : Ve yine bir Gün Rab Yeshua diğer Erkek Çocuklar’la

birlikte Su Kaynağı’nın yanında oynamaktaydı ve diğer Çocuklar Çamur’dan yine Balık Havuzu

yapmışlardı. Rab Yeshua ise 12 Adet Serçe yapıp onları kendi Balık Havuzu’nun Çevresi’ne üçerli sıra

hali’nde dizmişti. O Gün Şabat Günü’ydü. Bir Yahudi, Hanan'ın Oğlu, gelip de onların bu Şekilde

oynadıklarını görünce Büyük bir Öfke ve Hiddet ile şunları söyledi: "Şabat Günü’nde Çamur’dan Şekiller

mi yapıyorsunuz?" Hemen koşup diğer Çocuklar’ın yaptığı Balık Havuzları’nı bozdu. Mesih ise yaptığı 12

Serçe Şekli üzerinde Elleri’ni çırpınca, bu Kuşlar (canlanıp) uçmaya ve ötmeye başladılar.) 59 04/en-Nisa 171 60 Yuhanna 14, 16. Paraklit ( Faraklit): Latince paracletus , Yunanca: παράκλητος

(Parakletos)), Ruh el-Quds için beraberinde gelen Anlamı’nda kullanılan bir Sıfat.

http://www.answering-islam.org/Index/index.html 61 61/Saff 6 62 Zeburlar 63 38/Sad 64 M.Akif/Safahat, "Kenar-ı Dicle'de bir Kurt aşırsa bir Koyun’u, Gelir de Adl-i İlahi sorar

Ömer'den onu" 65 06/el-En’am 86

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

9

Kuş’tu bu.. Bir yere saplanıp kalamazdı,

Sürüngenler için Qader’di uçamamak, ya Kuşlar

için.. Bir Kızılırmak’ın Kenarı’na baktı, bir

Yeşilırmak’ın.. Tegayyur etmemek için okumalıydı.

Dewr-i Fetret’in Mâwerâsı’nı görüyor, İstikbâl

Âlem’i içinde çıkacak en Gür Sedâ, Dâwûdî Ezan’ın

Îlâ’sı için çırpıyordu Kanatları’nı.. ‘Kuş Beyinliler’

dönüşmeyi anlıyorlardı, Anka Kuş’u Değerler’i

Muhâfaza etmeyi.. Sath-ı Anadolu, Gemlik’te

bitiyordu Şimalî Garb’da. Marmara’ya okuyup

üfledik66.. Ege İzmir’de sonlanıyordu, Bahr’in Öteki

Yakası’nı Selamladık67..

Dünya’nın Tekin olmayan Yapı’sı yapıyordu

yapacaklarını.. Arz Haberleri’ni Tahdis etmeye68

Dewam etti. 90lar’a doğru Qutb-u Şarq Havlu attı69,

Mihweri’ne pek Emin olarak kuruldu Büyük

Şeytân70.. 99’da Marmara sallandı71, 1000 Yıllık

Yaşam istedi kendisine 28 Şubat72. ‘Ateş bize Sayılı

Günler dokunacak’73 Zannı’ndaydı..

Hüdhüd bu74, ister Tecessüs deyin, Taqdir-i

İlâhî deyin, 90lı Yıllar’da Garb’ın ‘’Âfâqı’nda Sörf

yaptı. Asım’dı biraz belki, ama ‘Alınız Garb’ın

İlmi’ni, Fenni’ni’ Genetik Kodları’nda bunlar yoktu,

İmân dolu Göğsü’nü Serhâd etmekse, ‘âmennâ!’

Yarin 20 Nisan. Pazartesi.. Haftabaşı… Daha

Nice Şeyler’in Baş’ı kılmak, Hayatımız’a Fecr’i

doğurmak İrâdesi’ni kullanma Şansınız var. Gün

ışıyor, Tenwir sürüyor.

20 Nisan Yetim’in Mewlid’i75, Yetimler’in

Doğum Gün’ü.. Doğum Günü’müz..

66 1987,Bursa 67 1987-1988 Nisan,İzmir 68 99/el-Zilzal 4 69 Varşova’nın Fesh’i 70 Bush’lu Yıllar, Ebû Weledihi, 71 ‘Bu bir İlâhi İkâz’ diyeni yargıladı,yargılanasıcalar… ‘Yargılamayınki yargılanmayasınız’a Sağır

Kulaklar. 72 10.Yılı’nda Paşa Paşa Yargı önüne çıkmaya başladılar. 73 02/el-Baqara 80 74 27/en-Neml 16 75 12 R.Ewwel 570

Dâwûd Nil’i geçip Wâdedilen

Topraklar’da konaklayan

Kuşları’yla İnşâ ettiği Ma’bed’i.. Doğu’ya Batı’ya

Nisbet edilemeyen Zeytin Yağı ile

besledi Tenwir’i, Kuşlar’a hatırlattı Rabbi’ni, Kuşlar’la hatırladı Rabbi’ni.. Dâwûd Kurucu bir

Özne’dir, Arz-ı Mew’ûd’a Halife

olan1.. Dâwûdlar Medreseler İnşâ

eder, Dâwûdî Ses1 yankılanıyorsa

Yüksekler’de orası Arz-ı Mew’ûd’dur.

Dâwûd’un Evi’nde,

Beytlehem’de konuşur İsa Mesih:

’Ene Abdu’llâh..’ Kuş Dili’ni

bilmeyen nasıl çözsün bu Söz’ü..

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

10

II MANTIQU’T-TAYR (KUŞ DİLİ)

ن الرحيم مسب اهلل الرحم

“Kuşlar’ın Dil’i” İfâde’si Qur’ân’da en-Neml 16’da geçer. “Mantıq” Qur’ân’da

bir kez geçerken, “Tayr” çoğunlukla Qıssalar’da, bazen Âhiret’le İlgili Konular’da çok

yerde geçiyor. Mantıq ile aynı Kök’ten gelen Nutq İfâde’si en-Necm Sûresi’nde “O

kendinden bir Nutq Sâhib’i değildir” Şekli’nde yer alır. Demek ki, Peygamber bir

“Nutq ile konuştuğu zaman, ona bildirilen Dil “Kuşlar’ın Dil’i” oluyor. Dolayısıyla

Kuşlar’ın Dili’nin Karşıt’ı, Şeytân’ın ya da İsrâiliyyat Sembolleri’nde “Yılan’ın”

Dili’dir.

Nitekim Kuşlar Yeni Dünyâ’nın ve onun Toprağı’nın en üstü’nde, Gökler’e

açılan Kapılar’a Yakınlığı hatırlatıyor. Bu bakımdan “Esmâ’nın öğretildiği Âdem”,

Kuşlar’ın Dili’yle Nutq etmekte ve Kuşlar’ı Sembolize etmektedir. Toprağa en

Yapışık, Sürüngen, Engerek, Lanetli “Yılan” ise Şeytân’ın Sembolü’dür.

20 Nisan Kutlu Doğumu’na yaklaştığımız bu Gün’de, Qıraat Halkamız’ın 25.Yıl’ı

Toplantılar’ı için hazırlanan bu Konuşma’da önce Târihsel Sıralama’yı sonra da

Metin Çözümlemesi’ni yapacağız.

Baqara 30’da:“Arz’da bir Halife yaratacağım” dendiği Yer’de, bunun

Nasıllığı’yla İlgili bir Açıklama yok. Açıklar gibi olan Yerler’de ise, daha çok Semboler

var. Toprak, Siccîn, Nâr… Yaradılış Çamurları’ndan hiçbiri, Antropoloji’nin ya da

Târih’in Mewzu’su değildir. Tîn, Toprağın Su’ya bulanmış Hâli’dir. “Tînet” buradan

gelerek, İnsan’ın Toprağı, Maya’sı, Hamur’u, Çamur’u Karakter’i Anlamı’na gelir. O

halde Allâh İnsan’ı kendi (Âdem’in) Tiyneti’nde yaratmış, bu Tîynet’te yarattığı

Varlığa bir “Nefhâ” üflemiştir. Yâni İsimler öğretilmiştir.

Allâh’tan olan Nefhâ, bazen de “Rûh” ile birlikte kullanılır. Sâd 71’de “O’na

Rûhum’dan bir Nefhâ üfledim” denilir. O halde ‘İnsân’ı İnsân yapan Şey, onun Tîynet’i

mi, Rûh’u mu?’ diye sorabiliriz. Bu bir yer’de Qur’ân’ın Lafz’ı mı, Mânâ’sı mı önemli

demeye benziyor. Qur’ân eğer “Esmâ-i İlâhî”nin Dil’e geldiği Son Nutq ise, o halde

Peygamberimiz de onunla nutq eden ve o Dil’i bilen “Son Kuş’a” Denk geliyor.

Qur’ân eğer Mânâ ise, onunla Somut’a ve Dil’e gelen “Lafız”ı Hz. Peygamber’i İfâde

ediyor. Nitekim “O’nun Ahlâq’ı Qur’ân’dır, ve o “Qur’ân-ı Nâtıq”tır.

Âl-i İmrân Sûresi’nde, “Îsâ’nın Meseli’ni (senden soruyorlar). De ki Onun

Durum’u Âdem’in Durum’u gibidir” denilerek, Babasızlığı üzerinden bir Benzetme

yapılır. Hz. Îsâ’daki Benzerlik, Âdem’in Yaratılması’ndaki Sürec’in yinelenmesi

Şekli’nde de görülür. Hz. Îsâ Çamur’dan Kuş Biçimi’nde bir Şey yaratıp ona

üfürdüğünde, Allâh’ın İzni’yle, o dirilip “Kuş” oluyordu. Burada İlk İnsan’ın yaratılıp

diriltilmesindekine Benzer bir Sürec’in işlediği anlaşılıyor. Eğer bu Kuşlar’a

“Wahiy’le dirilmiş Âdemler-İnsanlar” diyecek olur isek, Îsâ’nın Müjde’si ile dirilen

Herkes’i burada görebiliriz.

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

11

Kuşlar’ın Dil’i İfâdesi’nin geçtiği en-Neml Sûresi’nde, Kuşlar ile diğer

Hayvanlar arasında Diller’in birbirine çevrildiği Örnekler vardır. Mesela Nemle-Dişi

Karınca- Örneği. Gerçi Tewrât’ta Hayvanlar’ı Süleymân’ın konuşturması, Fabl

Örnekler’i vardır. Qur’ân-ı Kerîm’de ise seçilmiş bir iki Örnek’le, biri Hüdhüd, diğeri

Nemle yetinilmiştir. Ayrıca, Tewrât’taki Örnekler’in, Sembolik Değer taşımaktan

çok, herhangi bir Fabl Hikâye’si verildiği İzlenim’i çok Belirgin’dir.

Qur’ân’da, Süleymân Qıssası’nda, Kuşlar İnsanlar gibi İsim alıyor. Hüdhüd

Sebe Melikesi’nin Konuşmaları’nı anlayıp Süleymân’a getirmektedir. Bununla da

kalmaz, Yorumlar yapar, değerlendirir,

Çözümlemeler’de bulunur. Dış Teftişler

yapıp Süleymân’ı yönlendirir, Tawsiyeler’de

bulunur. O da Hüdhüd’ün söylediğini

anlamaktadır. Bu Qıssa aynen bırakılıp

Çocuklar’a anlatılsa Mesaj yerine ulaşır. Ama

Zâhir Kurgusu’nun Masalsılığı yanında, Bâtın

Kurgusu’nun Gerçekçiliği, herhalde Büyük-

ler’i daha çok Meşgul etmelidir.

Kültürümüz’de de “Mantıq’ut-Tayr bu

Anlam’da, İrfân Edebiyâtımız’da Genişçe

kullanılır. Burada da Masalsılık’tan çok,

Bâtını’ndaki Anlamlar Önemli’dir. Yâni, Kuş

Dil’i ile Tasawwuf’un Temeller’i, Prensipler’i

anlatılmak istenmiştir.

İnsân da Çamur’dan yaratılmıştı,

Îsâ’nın Kuş’u da Çamur’dan yaratılır.

Âdem Yüksekler’de başladığı Hayâ-

tı’nın bir Evresi’nde “inmiştir”. İhbut’daki

İnme, ister Yer değiştirme, ister Dağ’dan

inme, isterse de Gök’ten inme olsun, inmiştir.

Âdem’in İhbutu’ndaki İnişi’nin Kuş Dili’nde-

ki Anlam’ı Tahkir, Aşağılama, Düşüş, Sürül-

me, Atılma asla değildir. Aksine bir Yüce-

liş’tir bu İnme.

Âdem bu İnişi’yle “Câilun fi’l-Ard”

Hikmeti’ne yükselmiştir. Allâh’a ait

bir Koruluk’ta yaşamak, Ekin’i üretmek,

Medeniyet’i çıkarmak tabi ki Yüceliş’tir.

Hikmet ve İrâde Sâhib’i Allâh Yaratışı’yla

Sanatı’nı sonlandırmak, Kâinat’ın Meyvesi’ni

tamamlamak istemiştir. Elbette yapamaya-

cak birine Görev verilmez. Âdem (el-İnsan)

bunu yapmak için inmiştir.

Âdem’in bunu başarabilecek Yön’ü ise Mantıqı’dır. Yâni Qur’ân’a Sâhip

olmasıdır. Nitekim Rahmân Sûresi’nde Qur’ân’ın öğretilmesi, Yaratılma’dan da

Beyân’dan da önce’dir. Qur’ân’ın Üst Mânâ’sı ile onun herkes’te “Ahlâq” hâli’ne

Allâh’tan olan Nefhâ, bazen de “Rûh” ile

birlikte kullanılır. Sâd

71’de “O’na Rûhum’dan bir Nefhâ üfledim”

denilir. O halde ‘İnsân’ı İnsân yapan Şey, onun

Tîynet’i mi, Rûh’u mu?’ diye sorabiliriz. Bu bir yer’de Qur’ân’ın Lafz’ı mı, Mânâ’sı mı önemli

demeye benziyor. Qur’ân eğer “Esmâ-i İlâhî”nin Dil’e geldiği Son Nutq

ise, o halde Peygamberimiz de

onunla nutq eden ve o Dil’i bilen “Son Kuş’a” Denk geliyor. Qur’ân eğer Mânâ ise, onunla Somut’a ve Dil’e gelen

“Lafız”ı Hz. Peygamber’i İfâde ediyor. Nitekim

“O’nun Ahlâq’ı Qur’ân’dır, ve o “Qur’ân-ı

Nâtıq”tır.

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

12

gelmiş Boyut’u örtüştüğünde, İnsân, Fıtratı’na ve Hanif Din’e yönelmiş olur.

Peygamberler, bunu başarmış ve Örnek Okuyuş’la Qur’ân-ı Nâtıq olmuşlardır. Onun

Arapça mânâlandırması bize ait’tir. Ve bu Mânâ verme ve Okuyuşumuz’la Hesap

verme Günü’nde hepimizin Özel “Qur’ân’ı” Elimiz’e verilecektir.

Âdem’e İsimler’in öğretilmiş olması, onun okunan Kitâbı’ını, yâni Qur’ânı’nı

oluşturur. Bilgi’yle Mücehhez olmuş ve böylece Nâtıq olmuştur. Âdem de Qur’ân-ı

Nâtıq’tır. Allâh’ın Esmâsı’nı okuyan, bu Esmâ’ya Müteweccih’tir. Allâh’tan Nutq’u

öğrenmiş, Ka’be’de, Ümm’ül-Qur’a’daki Beyt’ül-Atîq’te Esmâu’llâh’ı ilk kez burada

zikr’etmiştir.

İsimler’in öğretilmesinin içinde Cennet Yaprakları’yla Örtünme de vardır.

Şeytân’ın aldatabileceği, Zayıf Yönler’in kapatılması. Bizi İnsan yapacak Asıl Yön

budur. Önceki Tüm Bilgiler Teorik,

Kategorik Boyut’ta iken, Şeytân’a karşı

Uyanık olma Görev’i Pratik Uygulama

Alanı’na Ait’tir. Şeytân’a karşı Zayıf

Tarafları’nı Cennet Waraqları’yla

kapatma Amel’i, Tecrübe Bilgisi’ni de

getirir. Şeytân Zâhir’de İnsan’a Düş-

man’dır, ama aslında Allâh’a Düş-

man’dır.

Şeytân’ın Aldatıcılığı Konusu’n-

daki Tecrübî Bilgi, Waraq’al-Cenne ile

sadece Zayıf Yönler’in kapatılmasını

değil, Mescid’te Tezyinât’ı da gerektirir.

Sadece verilenler Zarurât-ı Diniyye’dir.

Ama bunun yanında Üretim’le kendi

Taqwâ Elbisesi’ni giymek ve her Mescid’e

Gidiş’te Zinetler’i takınmak gerekir.

Ka’be’nin 2.İnşâsı’nda, İbrâhim ve İsmâil’de Kuşlar’ın Sembolizm’i Tekrar edilir.

Hz. İbrâhim, Maqâm-ı İbrâhim’de Yeryüzü’nün dört bir Tarafı’na dağılmış

Kuşlar’ı- İnsanlar’ı Allâh’ın Evi’ne dönmeye çağırır. Baqara 260’de Ölüler’in nasıl

diriltileceğini görmek isteyen İbrâhim’e, “Kuşlar’ın Çağrı’ya İcâbet’le Dönüş’ü”

Örneği verilmiştir. Buradaki Diriliş, Wahiy’le Diriliş’tir. İbrâhim’in Kaybolmuş

Ewlâdları’nın, ölmüş yitmiş Çocukları’nın Diriliş’i.

Tiyneti’ni, Beşerîyeti’ni Wahiy ile İnsâniyet’e çıkarmayan Ölü’dür, Mewtâ’dır

Kuş Dili’nde. Peygamber’le yeniden Diriliş ise, Bi’set’e, Hayât’a dönmeye Atıf’tır.

İbrâhim’in Dua’sı Sâlih Ewlâdlar’ı üzerinden gerçekleşecektir. Ama, bu Waad

Zâlimler’e erişmeyecek. İbrâhim’in Soy’u hqqındaki Allâh’ın Waad ve Müjde’si hem

İshâqî Müjde’dir, hem de İsmâilî Müjde’dir.

Ölüler’in dirilmesi haqqındaki İbrâhim’in Soru’su, Herşey’in bittiği,

Şeytân’ın kazanmış gibi göründüğü sırada İnsanlığın nasıl dirileceğine dâir’dir.

Buna Kuş Dil’i ile Cewap verilir. Kuşçu salsın onları dört bir yana, Kuşçu’nun

Çağrısı’na hepsi dönecektir. Hz. İbrâhim, Maqâm-ı İbrâhim’e çıkıp İnsanlar’ı

Hacc’a çağırdığında Etrâfı’nda hiç kimse yoktu. Bu Çağrı Qıyâmet’e kadar Geçerli bir

Ölüler’in dirilmesi haqqındaki İbrâhim’in

Soru’su, Herşey’in bittiği, Şeytân’ın kazanmış gibi

göründüğü sırada İnsanlığın nasıl dirileceğine dâir’dir. Buna Kuş Dil’i ile Cewap

verilir. Kuşçu salsın onları dört bir yana, Kuşçu’nun

Çağrısı’na hepsi dönecektir.

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

13

Çağrı’ydı. Her Hacc, İbrâhim’e Cewap verilişin, Diriliş’in, Qıyâm’ın Yer’i olacaktır. Bu

Kuş, bu İnsân, bu Çağrı’ya Cewâp verecek olan Sâlih Kişi, Millet-i İbrâhim’dir.

Rasûl’ullâh’ın Doğumu’ndan önce, Fîl Yılı’nda, Kuşlar yine Karşımız’a çıkar.

Fîl Ordular’ı, Koca Mamutlar, Engerek gibi Yer’e Yapışık Ağırlıklar taşıyordu.

İstikbâr içindeki Titanikler’i, Küçük Kuşlar yendi.

İbrâhim-Muhammed Bağlantısı’ndan önce, yine Hz. İbrâhim Hz.Âdem

arasında, Nûh Peygamber’in de Kuşlar’la Bağlantı’sı var. Nûh’un Gemisi’nde Özgür

Kuşlar da vardı. Esasen Gemi’ye İhtiyaç duymayan Kuşlar, Çamur’un, Tîn’in kuruyup

Kara’ya çıkma Zamanı’nı Haber vermek için orada idiler. Ayaklar’ı Çamur olmadan

geldiklerinde, Ağızları’nda Zeytûn Dal’ı ile Gemi’nin demirleyeceğini İşâret ettikleri

Yer bir Tür Zeytûn Dağı’dır. Alaq‘ın hemen Sonrası’na yerleştirilmiş Tîn Sûre’si,

Zeytûn Dağı’ndaki İncir Yaprakları’nı ve orada ne Doğu’ya ne Batı’ya Nisbet

edilemeyen Nûr’un, Wahy’in Târihi’ni İşâret eder.

Hz. İbrâhim’in Qudüs’e gelen Ewlâqları’ndan Dâwûd’un Kuşlar’la Allâh’ı

zikr’etmesi bir başka Mantıq’ut-Tayr’dır. Zeytûn Dağı’nda bir Mâbed. Mâbed’te bir

Zikir. Şabat Hutbeler’i. Mescid’de zinetlensinler, Kuş Dili’ni öğrensinler, Waraqa’l-

Cenne ile süslensinler diye.. Bu Mâbed’i Süleymân tamamlamıştır. Hüdhüd de

Sembolize edilen Sahâbeler’i, Kurmaylar’ı vardır. Rasûlu’llâh da Ashâb’ı için “Onlar

Yıldızlar gibidir, onlara sövmeyin” demişti. Elbette Sahâbe’nin bir Qısm’ı

Kurmaylar’dan oluşur ve Hüdhüd gibi.

Tekrar Peygamberimiz’e dönecek olursak, Mescidler Etrafı’ndaki Güzel

Elbiseler, Beyaz İhramlar içerisinde Wedâ Haccı’nda Kuşlar’ın Diriliş ve Toplanışı’na

Şâhid oluyoruz.. Kabe’de Beyaz Kefenler’e bürünmek, Diriliş’ten sonraki Qıyâm’dır.

Hz. Peygamber de Kefenler içinde Kuşlar’ı topladı. “Hepiniz Âdem’in

Çocuklarısı’nız, Üstünlük ancak Taqwâ iledir” diyerek Eşitlik, Özgürlük Çağrı’sı

yapan Kuşlar’ın Dili’yle konuştu. Wedâ Hutbesi’nde ‘Sakın ola ki Şeytân’ın

Adımları’nı izlemeyin Uyarı’sı yaptı.

Maqâm-ı Mahmûd’ta Fecr Işığı doğdu ve Şeytân Ümidi’ni kesti. Kuşluk

Waqti Fetihler yapıldı. Bazıları belki Ganimetler peşinde, Wahiy’le Diriliş’in Amacı’nı

unuttu. Hz. Ömer’in Müdâhale’si ile, Iraq’ın Ermenistan’ın Topraklar’ı Waqıf

Hükmü’ne İrca edildi. Hz. Ömer, bu Topraklar Özel Mülkiyet’e Tebdil edilemez’ dedi.

Oysa Talut Qıssası’nda “Şehre Kapıları’ndan girmek” öğütlenmişti. Allâh’tan

Bağışlanma dileyerek, “Hıtta” diyerek girilmesi, “Hınta” (Ekmek) diyerek, Wahy’in,

Kuş Dili’ni unutmamaları Tebliğ edilmişti. İşte Duhâ Zamanı’nda böyle düşenler

oldu.

Nihâyet şu yaşadığımız Fetret Dewri’nde, Âkif’in(ö.1936)( Dizeleri’nde,

bazen Ümitsizlik İmâ eden Mısralar görürüz: Yâ Râb biz Nûr istiyoruz, sen bize

Zulumât gönderiyorsun… ama daha sonra Ümitsizliğin Küfr olduğunu, Allâh’ın

Waadi’nin gerçekleşeceğini müjdeler. “Korkma” derken, Allâh’ın Waad’i elbette

doğacaktır, demek ister. Onun Gül ve Bülbül Şiiri’ni de bir Kuş Dili Zâviyesi’nden

okuyabiliriz.

Allâh’ın Âdem’e yüklediği Emânet’in Son Tahlil’de Başarı’ya ulaşacağını Ümit

etmekte elbette Haqlı’yız. 20 Nisan 571, daha önce hiçbir Peygamber’e Nâsib

olmayan Büyük bir Tenwîr’in Kutlu Doğumu’na Şâhit oldu. O’nun müjdelediği gibi,

Ümmet’in Âhiri’nde de Büyük bir Diriliş ve Qıyâm’ın olmasını pekala bekleyebiliriz.

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

14

III Kuşlar’ın Dili’ni Çözmek

Bism’illâh’er-Rahmân’ir-Rahîm76

Kuşlar, Seminerimiz’de bâzen Târihsel Sıralama’yla, bazen de Kavram

Çözümlemeler’i olarak Karşımız’a çıkacak. Çoğunun Referans’ı Qur’ân-ı Kerîm

Âyetleri’dir. Eğer çözümlenmiş Tekstlerimiz oluşturulabilseydi Dipnotlar’da bu

Referanslar’ı görme Şans’ı olabilirdi. Diğer Qısm’ı ise Qur’ân-ı Kerîm Işığı’nda

Müslüman Kültürü’nden ve Dünyâ Kültürü’nden Kuş Sembolizm’i Etrâfı’ndaki bazı

Alıntılar’la oluşmaktadır.

Konuşma’nın iki Temel Ayağı

vardır. Biri Objektif Temel’dir. Her

bir Müslüman, o Anlatım içerisinde

kendini bir Yer’e yerleştirebilir.

Diğeri Kuşlar’ın Dili’ni Okuma’nın

Özel Yanı’dır. O her Okur’un kendi

Kuş Serüveni’dir. Sunum’un Sâhib’i

olarak buradaki Sübjektivite de

Doğal olarak bana ait olacaktır.

Hem kendi Kişisel Târihim

üzerinden, hem de Kuşlar’la ilgili

Süreç içerisindeki edindiğim Zihnî

ve Zâhirî Konunlamışım’la İlgili..

Benimle Alâqadar olan Boyutu’nun

bir Fâzilet-Rezilet Cihet’i ile değil,

Ni’met’in Tahdis edilmesi ile İlgili

Ahlâqî Mes’uliyet’i vardır.

‘Rabb’in üzerindeki Ni’meti’ni

İnsanlar’a Tahdis et.’77 Bir Qur’ân

Buyruğu.. Bu Kişi’yi aşan, kendime

saklayamayacağı Ödev doğurur..

Kuşlar’ın Dil’i Tâbir’i Qur’ân-

ı Kerîm’de Neml Sûresi’nin

16.Âyeti’nde geçen Mantıqu’t-Tayr

Sözcüğü’nün Türkçeleştirilmiş

Biçim’i.. Terkip Bir başka Yer’de kullanılmamıştır. Kuş (Tayr) Kelime’si bu

Formu’yla ya da bunun Fiil Biçim’i olan ta-ye-re Kökü’yle birçok kez kullanılır..

Çoğunlukla Qıssalar içerisinde bazen de Qıssalar’dan Bağımsız. Âhiret

Taswirleri’nde geçtiği Yerler de var.

Mantıq burada geçer. Mantuq u’lu değil ı’li okuduğumuzda daha bildik bir

Kelime gibi düşüneceğiz Türkçe’de. Anlam Uyuşma’sı olabilir de olmayabilir de.

76 Şifâhî Metin Çözümleme’si 77 93/ed-Dûha 11

Engerekler, Yılanlar, bir La’net’i Sembolize ederler, Kuşlar Özgürlüğü.. Biri Âdem’in

Soyu’dur, diğeri Şeytân’ın Soy’u. Engerekler Soy’u ve Kuşlar Soy’u.

Âdem-Şeytân Sembolizmi’nin Qur’ân’daki Açılımları’dır, İzi’dir.

Böyle olduğu için Âdem’in Temsil’i olan Çağı’ndaki her bir Sâlih

Ewlâdı’nın Qıssası’na bir Şekil’de iliştirilmiştir Kuşlar. Bizzat

Qur’ân’da bir Kuş Dil’i kullanıldığından bahs’ettiği için bu

Sembolizm’i görün demişti. O Sembol’un üzerinden bizlerle bir

Şey paylaşılmaktadır, bizim ürettiğimiz bir Fantezi değildir

Kuşlar. Qur’ân’ın İsmi’ni de kendinin verdiğini ve Metaforlar’ı

yerleştirmiş olduğu Dili’dir.

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

15

Mantıq Etrâfı’ndaki Müktesebâtınız’a Bağlı birşeydir bu. Nutuq Kelime’si kullanırız.

Bu da konuştuğumuz Konu ile İlgili.

Necm Sûresi’nin Girişi’ndeki “Peygamber kendinden bir Nutq Sâhib’i değildir.

O ancak wahyedilen bir Wahy’i okumaktadır” 78 Âyeti’nde Nutq Form’u ile konuşma

Anlamı’nda kullanılır. Neml’de Kuşlar’ın Konuşma’sı yerine Meşhur Çevir’i gibi Dil’i

dedik. Katıldığım için de değiştirmedim.

Nutq’lu Metinler’i Qur’ân-ı Kerîm’de meallendirirken Dil yerine konuşmak

Kelimesi’ni Fiil olarak kullanıyorum. Orda iki Ayrı Karşılık önlenmiş gibi görünüyor.

Kavramlar Karşıtlar’ı ile beraber Anlam kazanacak. Kuşlar’ın Dili’nin Karşıt’ı nedir?

Kuşlar’ın Karşıt’ı Qur’ân’da, Cânn’dır, Subân’dır, Hayye’dir, Şeytân’dır. Bunlar Yılan

Mânâsı’nda da kullanılır. Yılan Sürüngen’dir, Ayak’tan Mahrum, Toprağa en Yakın

Sürüngen.. Kuşlar ise Toprak’tan en Bağımsız olanlardır, Uçanlar’dır, Gökler’de

olanlardır.

Engerekler, Yılanlar, bir La’net’i Sembolize ederler, Kuşlar Özgürlüğü.. Biri

Âdem’in Soyu’dur, diğeri Şeytân’ın Soy’u. Engerekler Soy’u ve Kuşlar Soy’u. Âdem-

Şeytân Sembolizmi’nin Qur’ân’daki Açılımları’dır, İzi’dir. Böyle olduğu için Âdem’in

Temsil’i olan Çağı’ndaki her bir Sâlih Ewlâdı’nın Qıssası’na bir Şekil’de iliştirilmiştir

Kuşlar. Bizzat Qur’ân’da bir Kuş Dil’i kullanıldığından bahs’ettiği için bu Sembolizm’i

görün demişti. O Sembol’un üzerinden bizlerle bir Şey paylaşılmaktadır, bizim

ürettiğimiz bir Fantezi değildir Kuşlar. Qur’ân’ın İsmi’ni de kendinin verdiğini ve

Metaforlar’ı yerleştirmiş olduğu Dili’dir.

Qur’ân’la Sâhih bir Anlama İlişki’si olan, onu Ciddi bir Kitâp, Allâh’ın

gönderdiği Metin olarak gören birinin atlayarak geçebileceği, Basiretsizce

geçebileceği bir Olgu değildir. Yoğunlaştığınız Herşey’de Farq ettiğiniz, Arkadaşların

içerisinde Farq ettiğiniz Şeyler’in de ortaya çıkması çok Doğal bir Şey. Bu

Seminerimiz bunların paylaşılması Anlamı’na yorulmalı..

Evet her ne kadar Târihsel Sıralama içerisinde tutmaya Gayret etsem de

bazen Sıralama’nın dışına çıktığımız, Metin Çözümlemesi’ne daldığımız Anlar’da

olacaktır.

Daha Adem Qıssası’nda başlar Remzî Dil..

Âdem’i Allâh yarattı. Bu Âmentümuz’ün bir Parça’sı. Haleqa’l-İnsân79

Formu’yla geçer. Allâh Yeryüzü’nde bir Beşer halq’edeceğini söylemiştir, ya da Arz’a

bir Halife Tâyin edeceğini80. Tayin Mülkü’l-Arz Şeklinde kullanılır. Nasıllığından çok

Qur’ân’ı Kerîm bu Qıssa’da Niceliği ve Niçinliği’ni açıklamaktadır Yaratılış’ın.

Nasıllığı ile ilgili Bilgi vermeden Ziyâde ancak Nasıllığı ile İlgili Materyaller’i sunar

yalnızca. Bu Nasıllığı açıklamak ile Alaqalı değildir, Materyaller’in kendisi Başka bir

Şey ile ilgili bir Sembolizm için’dir. Toprak bir Sembol’dür. Çamur (Tîn) bir

Sembol’dür. Hamâi’l-Mesnûn bir Sembol’dür. Fahhâr gibi bir Sarsâl bir Sembol’dür.

Siccîn Sembol’dür.

Bütün bunların karşısında da, Nâr vardır, Leheb (Âlev) vardır, Meâric vardır.

Engerekler ve Şeytân’ın Sembolizimler’i bunun Etrâfı’ndaki diğer Kimliği

78 53/en-Necm 4 79 55/er-Rahmân 3 80 02/el-Baqara 30

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

16

oluşturmaktadır. Antropologlar’ın İşi’ne yarayacak Şeyler’den çok başka Şeyler

amaçlanır. Orda Öncekine Yoğunlaşan Şeyler devşirmeye Yönelik Çaba’dan daha

Anlamlı’sı bu Yön’ü üzerinde yoğunlaşmaktır. Metaformlar’da Uzun Soluk almak’la

Sürecek bir Maraton olmalı Okuma.

Allâh Âdem’i Tîn’den yarattığını söyler Çokluk’la. Tîn Toprağın Su’ya

bulanmış, Hamur Hâl’e gelmiş Biçimi’ni İfâde ediyor. Türkçe Mealler’de ve

Tefsirler’de Çamur Karşılığı verildiğini görürsünüz. ‘Allâh İnsân’ı Çamur’dan yarattı’

diyoruz. Tîn’den türettiğimiz bir başka Türkçe Kelime var. Tîynet. ‘Bir Adam’ın

Tîynet’i ‘ dediğinizde ‘Karakter’i, Maya’sı, Çamur’u’ demişşsiniz’dir. Tîynet’in

Kullanım’ı o Tîyn’ı Anlama’daki Yardımcı olacak. ‘Adam’ın Tıynet’i Çamur’dur’

dediğinizde artık Maddî Çamur’dan bahs’etmiyorsunuz. Onu oluşturan

Karakterler’den, Genetikler’den, onun Şahsiyet’i ile Alaqalı Durum’u ortaya çıkartan

Harita’dan, Atlas’tan bahs’ediyorsunuzdur.

‘Allâh İnsan’ı kendi Sûreti’nde

(Tıyneti’nde) yaratmıştır.’ Kendi Âdem

Karakteri’nde, İnsân Formu’yla yarat-

mıştır. Kendinden Qast’ı Tanrı anlamı-

yoruz, Âdem’in kendisini qast’ederek

söylüyor. İnsân’ı İnsân olarak yaratmıştır.

Öteki’nden evrimleşmemiştir. Toprak’tan

Tıynet’i İnsân olarak yoğrulmuştur.

Teswiye edilmiştir, Halq edilmiştir. Ve

tâqiben kendisine Teneffüs verilmiştir.

Rûh’la donanmıştır. Tıyneti’nden yarattığı

Varlığa Wefâ bahş’edilmiştir. Bir Kişilik

kazandırılıp ‘Eşyâ’nın İsimler’i’ öğretil-

miştir. Nefhâ ve Tıynet arasında ikisi tamamlanmadan önce Muhâtap olunmuş bir

Kişilik yoktur. Yaratılma Sürec’i içerisinde Oluşum Hâli’ndeki bir Beşer vardır. Ama

Nefhâ Allâh’tan bazı Âyetler’de Nefhâ yerine Rûh Kelime’si kullanılmıştır ki, Rûh’a

Konuşmam’ın Sonları’na doğru Qadir Sûresi’nde tekrar döneceğim. Melekler ve

İlişiği’ndeki er-Rûh’la Âdem’e üflenen bu Rûh arasındaki Bağlantı’yı hatırlatacağım.

O da Âdem ve Muhammed arasındaki Büyük Köprü’yü oluşturacak.

‘Rûhum’dan üfledim’ buyrulur bazen. ‘Rûh üfledim’ değil, ‘Rûhum’dan üfledim’

İfâde’si Nefha’yı Teneffüs ederken de Özel Zâtî Sıfatı’nı kullanmıştır. İnsân’ı İnsân

yapan Şey temel’de hangi Yönü’dür. Tıyn’i midi Rûh’u mu? Aynı Şey Qur’ân için de

söylenebilir. Qur’ân nedir? Lafz’ı, Mânâ’sı mı, yoksa birebir olan şey midir Qur’ân?

Qur’ân ve İnsan. İnsân’ı el-İnsan olarak Muhammed aleyhi’s-Selâm olarak ta

düşünürseniz, Muhammed aleyhi’s-Selâm burada Qur’ân’dır, yoksa Qur’ân mıdır

Muhammed aleyhi’s-Selâm. Qur’ân’ı Muhammed aleyhi’s-Selâm mı okumuştur,

yoksa Muhammed aleyhi’s-Selâm’ın Hayâtı’nı anlatan bir Kitap mıdır Qur’ân. O’nun

Hayât’ı Wesile’si ile Târih’e zaman zaman dönüşler yapan bir Kitap mıdır? Büyük bir

Peygamber Biyografi’si mi okumaktayız Qur’ân-ı Kerîm’de.

Baktığınız Yer’e göre.. Birbirlerini besleyen Önermeler bunlar. Hem o’dur

hem bu’dur bence.

Eğer Âdem ve Îsâ arasında bir Bağlantı kurulmuş ise, Îsâ’nın Hayatı’ndaki Yaratma ve Kuş da yine Âdem’in Yaratılış’ı ile

İlişkili hâle gelecektir. Çamur’dan bir Kuş yaratıp da ona üfürdüğünde Îsâ aleyhi’s-

Selâm’ın Cümlesi’dir bu.

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

17

Qur’ân-ı Kerîm Peygamberimiz’i nitelendirirken de O’na ait bir Cümle’de de

kullanabildiğimiz Kelime’dir. Qur’ân Gizli okuduğumuz Kitap’tır, Tilâwet etme

Mânâsı’nda, Qıraat etme Mânâsı’nda. Peygamber Tarafı’ndan Tebdil edildiği

açıklanmak, Tebdil edilmek Mânâsı’nda da Qur’ân-ı Nâtıq’tır. Yani konuşan

Qur’ân’dır. Konuşan Qur’ân’da kullandığım Nâtıq Kelime’si ile Kuş Kelimesi’ndeki

Mantuk ve Nutq Kelimesi’ni yine eşleştirmemezi, ikisi arasındaki Bağlantıları’nı

kurarak Sembolizim’e orasından, burasından girmeye başlamanız Mümkün’dür. O

zaman Qur’ân Söz ise Dil ise, Konuşma ise, Qur’ân-ı Nâtıq Peygamberimiz,

Mantuq’ut-Tayr’deki o Son Kuş’a, (Büyük Sâlih Kuş’a) Karşılık gelmektedir.

Âdem’in Yaratılışı’nı anlamamızda Qur’ân bazen sonraki Dönemler’den,

Âdemoğulları’ndan Referanslar verir. Ordan bir de bakın der. Meselâ Âl-i İmrân

Sûresi’nde Îsâ’nın Meseleleri’ni soruyorlar, yani mes’ela Metafor istiyorlar. De ki

‘O’nun Durum’u Âdem’in Durum’u gibidir. Allâh, Âdem’i Toprak’tan yaratmıştır.

Îsâ’yı O’nun gibi yaratmıştır. Aynen Âdem için Toprak ne ise, Meryem Îsâ için buna

Karşılık gelmektedir. Babasızlığı üzerinden bir Benzetme yapılmıştır, Benzetme’nin

Düğüm’ü… burasıdır. İnsân’ın biz-

zat kendisin yine Yaratma ile ilgili

ve Kuş’la ilgili Kullanımlar vardır.

Eğer Âdem ve Îsâ arasında bir

Bağlantı kurulmuş ise, Îsâ’nın

Hayatı’ndaki Yaratma ve Kuş da

yine Âdem’in Yaratılış’ı ile İlişkili

hâle gelecektir. Çamur’dan bir Kuş

yaratıp da ona üfürdüğünde Îsâ

aleyhi’s-Selâm’ın Cümlesi’dir bu.

Dikkat Yaratma Kelime’si kullanıl-

maktadır. Çamur’dan Elleri’nle bir

Kuş yaratıp da bi İzni’llâh Amacı’yla

ona Nefha verdiğimde sizler ile ..

tabi bahs’etmiş olduğu Şey

gerçekleşen bir Şey olacak. Îsâ

Tıyn’den (yine Çamur’dan) bir Kuş, (Tayr) halq’etmiştir bi İzni’llâh. O da Hay (Canlı)

hâline dönümüştür. Sembolizim burada da Karşımız’a çıkar.

Çamur’dan yaratılan Kuş, Mantuqu Tayr içerisine girelim, Târihsel, Âdem

Sonrası Akış’a tekrar döneceğim. Hâla Seminer’in Başı’ndaki o Kuşlar’ın Dili’ni, onu

çözmeye çalışıyoruz. Sonra o çözülen nasıl işlenmiş. Oraya değineceğim. Mantıqu’t-

Tayr’in Neml Sûresi’nin 16. Âyeti’nde geçtiğini söyledim. Süleymân Peygamber’e

ait bir Qıssa içerisinde kullanılır ve Kuşlar’ın Dili’ni çözen biri olarak

Süleymân’dan bahs’edilir. Çözdürülen biri olarak bahs’edilir. Kuşlar’ın Dil’i

Süleymân’a öğretilmiştir ve Süleymân Kuşlar’ın dili’ni anlamaktadır. Kullanılan

Hayvan olarak baktığınızda verilen Örnek’teki Hikaye Kuş’tur amma Qıssa başka

Hayvanlar’da Süleymân arasında bir Dil çevrilebilirliğini, Diller’in Problem

oluşturmadığına da Temas eder. Örnek olarak Sûre’ye Adı’nı veren Küçük

Hayvancık, Nemle’dir. Dişi Karınca.. Dişi Karıncalar konuşurlarken (kendi

aralarında nutq ederler ve) onların Nutqları’nı Süleymân anlar ve Tebessüm eder.

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

18

Yahudiler’in Süleymân aleyhi’s-Selâm’a Nisbet ettikleri bir Bilgelik Kitâb’ı vardır.

Süleymân’ın Meseleler’i olarak anılır. Ve burada Hayvanlar’ın hayatı’ndan Fabıllar

anlatan bir Bilge gibidir Süleymân. Hayvanlar konuşturulsa da konuşturulmasa da.

Bu Fabl Geleneği Edebiyat’ta çok Eski bir Gelenek, Doğu Kültürü’nde de vardır. Ezob

Üzeninden Batı Kültürü’nde de görülmeye başlanır. Hayvanlar’ın Değişik Türleri’ne

İnsânlar’ın Değişik Karakterleri’ni oturtursunuz ve onları konuşturursunuz. Aslında

Hayvanlar konuşmuyor orda. İnsânlar konuşmaktadır Hayvanlar’ı. Hayvanlar’ı

insanlaştırmaktadırlar. Hayvanlar üzerinden kedisini anlatmaktadır. Bir Başkası’na

İnsân’ın üzerinden Ders vermektedir. Ahmet, Mehmet yerine Somutlaştırmalar’ın

Ötesi’nde o anlam’da Meşruiyet, belli Özellikler, belli Tıynetler, belli Çamurlar belli

Hayvanlar’ın Halqı’na yerleştirilir. Tewrât’ta Meseleler, Metaformlar (yine

kullanılan Kelime Mesele Kelimesi) çok sayıda Meseller karşı karşıya kalıyoruz.

Bunlardan Qur’ân-ı Kerîm’e yansıyan 2-3 Mesel vardır. Ordan seçilmiş anlatılmış,

biri Kuş Dili’ndeki Mesel’dir, Hüdhüd Sembolizmi’dir, diğeri ise Sözünü ettiğimiz

Karıncalar Hikayesi’ndeki Sembolizim’dir.

Karıncalar da Uçan Varlıklar değil, bir yönden Engerekler’e benzer, Yere

yapışık Varlıklar’dır, üstelik Cüsse olarak da Ufak’tırlar. Sürüngenler gibi

görebilirsiniz. Muqâyese ettiğimizde Sürüngenler Nesli’nden değil yer ve Kuş İrtibat

Açısı’ndan, yerleştirdiğimiz Yer açısından. Süleymân aleyhi’s-Selâm Kuşlar’ın

Dili’ni çözer, Kuşlar İnsanlar gibi İsim alan Varlıklar Şeklinde Süleymân

Qıssası’nda Karşımız’a çıkar. Hüdhüd İsimli bir Kuş, bu Kuşlar içerisinde Özel bir

Kuş’tur. Hüdhüd ve Süleymân konuşur. Hüdhüd, Seb’e Melikesi’nin yanındadır ve

O’nun Konuşmaları’nı anlayıp Süleymân’a getirmektedir. Görüldüğü gibi İnsanlar’ın

yapabileceği Şeyler’i yapan bir Hayvan (Kuş) olarak Hüdhüd’den bahs’edilmektedir.

Ses kaydeden, getiren ve aktaran bir İletici, bir Postacı olmanın ötesi’nden

değerlendiren biri’dir Hüdhüd, yorumlayan biri’.. Seb’e Melikesi’nin İcraatlar’ı

haqqında, Toplum haqqında Çözümlemeler yapan biridir. Put’a tapan bir

Toplum’dur, ‘Şems’e tapan bir Toplum buldum ben filan yerde. Ama başlarındaki

Kadın, Bilge bir Kadın’dır. Sarayı’nda yaptığı İşler hoşcadır’ filan gibi Süleymân’a

Tawsiyeler’de bulunan biri. Yani Krallar’ın Etrâfı’ndaki Mel’esi, onların İstişâre

ettikleri Hey’et, Kral’a ne söylerse Hüdhüd de bunu söyleyen biri olarak vardır,

bunu yapan biri olarak vardır. Dış Teftişler de yapmaktadır. Ciwar’ı dolaşmaktadır,

başka Ülke Kralları’ndan Süleymân’a Haberler taşımaktadır ve O’nu

yönlendirmektedir, biçimlendirmektedir. Böylesi bir yerde Süleymân, Hüdhüd ile

İlişki içerisindedir. Ve Hüdhüd’ün söylediğini de anlamaktadır, doğru

çözümleyebilmektedir, O’nun Dili’ni bilmektedir. Nutqu’nu bilmektedir.

Anlatım’ı tabi Çocuklar’a yaptığınız bir Ders’te okuduğunuzda, olduğu gibi

aktarmakda hiçbir Problem yoktur. Ve sâdece yerini bulacaktır Masalsı

(Olağanüstü/ Fewqalade) bir Anlatım, Masalsız bir Anlatım içerisinde çıkacak Hisse

anlaşılır bir Şey’dir. Ve Açıklayıcı bir Şey’dir.

Ama Qur’ân anlatılan Hikâye’nin Te’wil edimemiş bir Hikâye olduğunu ve

Te’wil edilmesi için bir şekil’de sunulduğunu söylemektedir. Mantıq’ut-Tayr, bu

anlam’da Metaform Dil’i demektir. Anlatılanlar Te’wil Sonrası’nda Aşikar

Anlamları’nı kazanacaktır. Zâhir Konusu Masalsı’dır. Anlam’ı Bâtın’dır Kurgu’su

Gerçeksi’dir. Burda Gerçeklik, Zâhir’de olan değildir, Bâtın’da olandır. Diğeri

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

19

Görünen’dir, bir diğeri ise Asıl görünmesi gereken’dir. Böylesi bir yer’e yerleştirilir

ve Mantıqu Tayr’a Kültür Târihimiz’de bu Anlam verilmiştir, bu anlam’da

kullanılmıştır Mantıq’ut-Tayr. Müstakil bir İsm taşıyan Risâleler yazılmıştır,

Çözümlemeler yapılmıştır. Tükenmez bir Üretici Literatür gelişmiştir. İrfân

Edebiyâtı’nda (ve Şiir Edebiyâtı’nda) önemli bir Durum ortaya çıkar. Hüdhüd

Edebiyatımız’da (ve Kültürümüz’de) bir Büyük Âile’ye de dönüşecektir. İbibik

Kuş’u denilir Hüdhüd için. Artık onun yanında başka Kuşlar da gelecektir, kendi

Tıynetler’i üzerinden bu Büyük Koru’yu (Saffât) besleyecektir.

Güvercin’in bir Anlam’ı vardır. Kanarya’nın bir Anlam’ı vardır. Turna’nın

bir Anlam’ı vardır. Bir çok Kuş bu Anlam’da Kuşlar içerisinde ayrı ayrı Şahsiyetler

Hali’ne dönüşmüştür (Kimlik kazanmıştır), İlham’da ( İrfân Edebiyatı’nda). O Büyük

Fabl içerisinde bir Kuşlar Dünyası var orda da bir Şeyler, bir Durumlar ortaya

çıkmaktadır.

Doğduğu Yer üzerinden girdim Süleymân Qıssası’na ama Târihsellik

içerisine tekrar döneceğim. Baş’a, (Hz. Âdem Dönemi’ne) dönebiliriz artık.

Çamur’dan yaratılan Kuş olarak Îsâ’nın Dili’nde yaratılmada Âdem ile berâber

Ortaklık Hikâye ettik. İnsan’da Çamur’dan yaratılmaktadır, Kuş’u da Âdem Îsâ

Çamur’dan yaratmaktadır. Engerekler’le Muqâyese ettiğinizde, Nâr ile (Ateş ile)

Muqâyese ettiğinizde Kuşlar Şeytân’ın Gurubu’nda yer almıyor, Âdem’in

Grubu’nda yer alıyorlar. Bu Formulasyon’daki yerleştirilen Yer itibari ile

baktığımızda. Âdem Yüksekler’de bir Yerler’de başlamıştır Hayat’a. Çünkü

Hayatı’nın Dewâm eden bir

Bölümü’nde Alçağa inmesi ile

Alaqalı Kavramlar kullanılmıştır.

Âdem İhbut inmiştir biryerden bir

Yerler’e. İster bunu Gök’ten indirin,

ister bir Dağ’dan indirin, isterseniz

bir Boyut’tan bir başka Boyut’a

indirin İhbut’taki inme İçeriğini

ortadan kaldırmaz bu Olay. Diğer

Boyut’ta yine Qur’ân-ı Kerîm’in

fazla önemsediği bir Şey değildir. O

Soru’da Başkaları’na da başka

Nedenler’le de var. Âdem ‘Göksel

bir Cennet’te mi yaşamıştır, ‘Diriliş

Sonrası İnsanlar’ın gidecekleri

Cennet’ midir? Uzun Şeyler

konuşulabilir ama buradaki Sembo-

lizm’i Direk olarak Alaqadar etmi-

yor. Alaqadar eden Boyut’u

Âdem’in ihbutu’dur. Daha sonra bir yere inmesi’dir.

İniş’in Kuş Dili’ndeki Mânâ’sı Tahkir değildir, tam tersine bir Terfi’dir. Âdem

sürülmemiştir, Hıristiyanlık’ta olduğu gibi. Âdem Görev Başı’na getirilmiştir, atan-

mıştır. “Ceylun fi’l-Ard Halife” olmuştur. Bu Boyutu’yla Misyon Sâhibi olmuştur.

Misyon’u Allah’a ait olan bir Koruluk’ta yaşamaktır. Ve Koruluk’taki Şeytân’ın

İnsan’ın Evi’ne, Yuvası’na Dönüş’ü Mâhiyeti’nde Mescid Rol oynar. Baba Evi’ne dönüştür, Âdem’in

Evi’ne Dönüş’tür. Libâs’ut-Taqwâ’ya, Waraq’al-Cennet’e

dönüştür. Şeytân’la olan Düşmanlığınızı Hatırlayış’tır.

Şeytân’ı Taşlayış’tır. Bu anlam’da Ka’be, Âdem’den Muhammed

aleyhi’s-Selâm’a ordan da Qıyâmet’e kadar Kuşlar’ı Da’wet eden bir

Yer’dir. Kuşlar’ın Evi’dir, Âdem’in Kuş Evi’dir. Kuş Cenneti’dir.

Âdem’in de onun yapmış olduğu Ev’dir. Beytu’llâh ve Ka’be.

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

20

diktiği Ağaçlar’a dolaşmadan orda İcrâi Fâliyet’te bulunmak, Ekin’i bitir-mek, Sesl’i

üretmek, Harc’ı zen-ginleştirmek, İçleri’nden Nehirler geçen Ovalar’da Ağaçlar

yetiştir-mek, Medeniyet’i ortaya çıkarmak, İnsan’ın ve Medine’yi korumaktır. Allâh

İrâde Sâhibi kıldığı Varlığı üzerinden hem kendi üst Belirlemeleri ile hem de O’nun

Dahli ile Sanatı’nı sonlandırmak istemektedir. Kâinat’ın Meyvesi’ni ortaya çıkartmak

istemektedir ve bunu başarabilecek Nitelikler’le de tıynet eden Âdem Mücehhez

kılınmıştır, donatılmıştır. Yapamayacak olan birine Görev Tewdi edilmemiştir.

Yapabilecek Nitelikteler’e Sâhip’tir. Ve bunun da en Önemli Yönü O’nu bu Alan’da

yerleştirilmiş olduğu yerde Üstün kılacak, Başarılı kılacak, bir Yerler’in üzerine

Tesir edebilecek Niteliği ve O’nun Mantıqı’dır, Nutqudur, Beyân’a Sâhip olmasıdır.

Hatta hepsinden önemlisi Qur’ân’a Sâhip olmasıdır. Evet Qur’ân’a, Âdem’den

bahs’ederken Qur’ân’dan bahs’ediyoruz. Rahmân Sûresi’nin Girişi’nde, (Allâh yani)

er-Rahmân diye başlayan Sûre; “İnsân’ı yaratmıştır, O’na Qur’ân’ı öğretmiştir, O’na

Beyân’ı öğretmiştir.” Rahmân Sûresi’nde yaratıldıktan sonra İnsân’a Beyân’dan

önce Qur’ân’ın öğretildiği söylenir. Daha sonra Beyân’ın öğretildiği ifâde

edilmektedir. Gerçi ikisi arasında Zamansallık İfade eden fe Edât’ı sümme gibi

Kelimeler kullanılmamıştır. Ama Âhiret’te Müslümanlar’ın Karışması’ndan ortaya

çıkan Millet, Taqdim ya da Tehir ortaya çıkmamıştır. Âyet aynen böyle der; ‘Rahmân

İnsan’ı yarattı, Qur’ân’ı öğretti, Beyân’ı öğretti. Öğrenme’de Qur’ân’ın Beyân’dan

önce Oluş’u vardır. Beyân’ın kendisinde Anlam’a Aracılık edecek olan Lafızlar

vardır. Qur’ân ise Lafz’ın İçeriği’ni dolduran Okuma’nın Adı’dır, Mânâ’dır,

Anlamlandırma’dır.

Qur’ân’ın, Muhammed aleyhi’s-Selam’la somutlaşan Kitap Mânâsı’nın

üstündeki Üst Mânâ’sı Bütün Wahiyler’e uyarlanabilir Mânâ’sı Anlam demektir. Biz

Qur’ân-ı Arabiyyen, Arap okuması, Arapça’da mânâlandırılmış bir Metin, Kitap

hâline gelmiş bir Kullanım’da bu vardır. ‘O’nu Sana indiren biziz. Qur’âne-hu, O’nun

Qur’ânlaştırılması da bize ait’tir, okunması, mânâlandırılması da bize ait’tir.’

İfâdesi’nde de hâkeza bu vardır. İsrâ Sûresi’nde ‘Kitab’ı İnsân’ın Eli’ne verilecektir,

onu Qıraat etmesi istenecektir. Herkes göndermiş olduğu Amelleri’ni Âhiret’te

okuduğunda onun Özel Qur’ân’ı ortaya çıkacaktır. Tıpkı Muhammed aleyhi’s-

Selâm’ın ve hepimizin Genel Qur’ân’ı oluş’u gibi. Bu da Amel Defterleri’nin Kitâb

Mânâsı’nı kazanması gibi. Bu anlam’da Âdem’e Allâh ‘Eşyâ’nın İsimleri’ni öğretti’

Âyeti’nde geçen ki 7 defa geçen Qur’ân’daki Yaratılış Qıssası’nda bu bir kez

Sözkonusu edilmiştir. Bakara Suresi’nde.

6 Mekkî Sûre’ye ilave edilen 7. (Medine) Sûresi’nde bu ziyâde Âdem

Qıssası’na eklenlenmiştir. Âdem’e Eşyâ’nın İsimleri’ni Allâh öğretmiştir. Bütün

İsimleri’ni öğretmiştir üstelik. İsimler, Eşyâ zaten Çoğul kullanılıyor, ama ayriyeten

Bütün Vurgu’su da İlâwe edilmiştir. Bu Boyutu’yla Âdem’e öğretilen bu İsimler’in

Bütün’ü, Âdem’in Qur’ânı’nı oluşturmaktadır. O’nun Allâh Tarafı’ndan Bilgi’yle

Mücehhez hâle getirilmesidir. Yâni Mahreci’nden Ses çıkartabilen, Hayvanlar’dan bir

Havyan olarak daha farqlıca Ses çıratan Ses çıkarabilen Varlık değildir. Sesler’i

Anlamlar’la Yüklü olan ve diğer Varlıklar’ın Anlamlandırma Alanları’ndan daha

Büyük Anlamlandırma Alanları’na Sâhip olan. Sâdece Somutları’nı isimlendirmek ile

Alaqalı değil, Soyutlar’la Alaqalı Wehbî olan bir Sürü Nitelikler’le Mücehhez bir

Durum’dan bahs’ediyorsunuz.

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

21

İşte bu anlam’da baktığınızda Allâh’ın öğretmiş olduğu Qur’ân, yaratmış

olduğu İnsan’a da öğretmiş olduğu Qur’ân’ı da okuyan’dır Âdem. O zaman

Muhammed aleyhi’s-Selâm ile kurduğunuz cümle’yi Âdem ile de kurmanız hiç te

Mantıq Dışı bir Kullanım olmayacaktır. Âdem ile Qur’ân-ı Nâtıq’tır, (Konuşan

Qur’ân’dır). Allâh’ın Esmâsı’nı okuyan, o Esma ile Olaylar’a bakan Varlığın Adı’dır.

Ve bu Anlam’da da Özel’dir. O’ndan başka da nutq’eden yoktur. Âdem Nutq’u

Allâh’tan öğrenmiştir ve Allâh’tan öğrendiği Nutq’u okumaktadır. Âdem’in Ev’i

Yeryüzü’nde İnşa ettiği Ka’be ve Çevresi’ndeki Ev, Yeryüzü’nde bu Okuma’nın

gerçekleştirildiği İlk Mekteb’i İfâde eder. Yeryüzü’nün ilk Beyti’dir. Ummu’l-

Qur’ân’daki Ka’be’dir. Beyt’ul-Atik’tir. Dolayısıyla bu Dil’in doğduğu Yer

Beytu’llâh’tır. Allâh’ın Ma’bedi’dir, Tapınağı’dır. Ve buradaki Dil, Mantuqu’t-

Tayr’dir. O Tıynet’in o Dili’dir. Âdem aleyhi’s-Selâm’ın Cennet’te aldığı Kelimeler,

A’râf Sûresi’nde başka Kelime ile Karşılık bulur. O da “Waraqa’l-Cenneh”tir. Âdem,

Şeytân’ın ona aldatabileceği Zayıf Yerleri’ni Cenab-ı Haq kendisine öğretti. Ve dediki

şu ana kadar öğrendiğin Bütün Bilgiler içerisinde en Önemli olan Bilgi budur. Senin

Yaratılma Amac’ın bu Bilgi’yi kullanabilme Ehliyet’i bunlarla ben İlgili’yim. Senin

İnsan yapacak olan Asıl Mes’ele budur. Daha önce öğrendiği Bütün Bilgiler Âdem

için Teorik Bilgiler’dir. Tecrübe edinmiş olan Bilgiler değildir. Kategorik Bilgiler’dir,

Fiiller’dir. Ama Âdem Günah ile sınanmıştır ve Günah’tan sonra Tecrübi Bilgi

edinmiştir. Bu Tecrübi Bilgisi Şeytân’ın İnsân’a Düşmanlığı’dır. Şeytân’ın kendisine

Âdem’e Düşmanlık üzerinden

kurmuşluk Gerçekliği’dir.

Aslında da bu Düşmanlık

Âdem’e olan Düşmanlığın Ötesi’nde

Allâh’ın yarattığı Sanat’a olan Düş-

manlığı’dır, O’na Boyun eğmeyiştir.

Âdem’in Etrafı’nda Şeytân’a verdiği

Görevler’den Şeytan’ın kaçılmışlığıdır.

Dolayısıyla Zâhir’de sana Düşman’dır

ama Batın’da Bana Düşman’dır

buyuruyor Cenâb-ı Haq. Bu Boyutu’yla

Âdem Şeytân Tarafı’ndan bu Düş-

manlık nasıl üzerinde Somut Karşılık-

lar bulacak ve kandırılabilecektir

bununla ilgili Bilgiler’le donatılmıştır.

Bu Bilgiler Qur’ân-ı Kerîm’de

Waraq’al-Cenneh olarak anlatılmış. Waraq Türkçe’de Çoğulu Mânâ’sı daha

anlaşılır hâle dönüşür burada Sembolizim Açısı’ndan. Ewraq Kelimesi’nin Tekili’dir.

Ewraq (Yapraklar) demektir, Sayfalar demektir. Âdem’in aldığı 10 Sahife’den

Kültür’de bahs’edilir. Bu Yeryüzü’nde aldığı 10 Sahife değildir. Yeryüzü’nde Âdem

Yazı’yı kullanmamıştır, Yazı yoktur henüz. Yazı İdris ile başlayacaktır. İdris

Tedris’in Sahibi’dir ve İlk Yazı’yı kullanan Peygamber’dir. Âdem’in Yapraklar’ı

(Sahifeler’i) Cennet’teki Yapraklar’dır. Waraq’al-Cenneh’dir. Cennet Yaprakları’dır,

Esmâ-el-Hüsnâ’dır, Esmâ-el-Eşyâ’dır. Varlığın Adları’dır. Bu anlam’da Kitab’ın

kendisinden bahs’etmiyorsunuz, Kategorik olarak Kitab’ın oynadığı Rol’den,

İbrâhim Ka’be’nin Temelleri’ni atan değildir, yükselten’dir Qur’ân-ı Kerîm’de. O’nun Qawâidi’ni yükselten’dir. Yani varolan bir Temel’i yükselten biri olarak vardır çünkü Temeller Âdem ile başlamıştır. İlk İnsan Evsiz değildir, Ev Sâhibi’dir. Sokak’tan biri, Sokak Çocuğu değildir, Mescid’in Çocuğu’dur.

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

22

Âdem’in üretmiş olduğu Bilgi Ağacı’ndan bahs’ediyorsunuz. Bu Âdem’in

Yaprakları’nı ve bu anlam’da da Tedrisât’ın, Dil’in, Esmâ’nın, Tayr’ın, Mantûq’un da

Kaynağı Cennet’tir.

Ve bunu Yeryüzünü Öğrenmesi ise Âdem’in ilk sığınmış olduğu Yer’dir,

Barınak’tır, Mescid’dir. Öyle olduğu için Mescid’de bilgilenmek sâdece Açık

Yerleri’ni kapatmak Mânâsı’nda bir Elbise’ye kavuşmayı da aşan bir şekil’de

Tezyinât Kelime’si ile İfâde edilecektir A’râf Sûresi’nde. Âdem’in Qıssası’nın hemen

Aqabinde gelen Âyetler şöyle başlar; ‘Ey Âdemoğulları, artık siz de Babanız’da

olduğu gibi, her Mescid yanında Ziynetleriniz’i takının’. Konu nerden nereye

atlamıştır. Buradaki Ziynet’in önceki Kişisel Bağlantısı nedir? Ama bilirsiniz ki en

önemli sizi koruyacak olan Elbise, Taqwa Elbisesi’dir. Âdem’e öğrettiği gibi bir

Elbise’dir, Waraq’al-Cennet’teki Elbise’dir. Şeytân’ın size olan Düşmanlığı’nı asla

unutmama Bilgisi’dir. Bu sizi koruyacaktır, artık Şeytân bu Bilinc’e Sâhip

olduğunuzda size Sudur edebilecek, size girebilecek bir Açık yer bulamayacaktır.

Sew’at, Ayıp Yerleriniz ortaya çıkmayacaktır. Korunaklı Elbise içerisindesiniz.

Sâdece Verilen’le değil, Üretilen’le de bunu quwetlendirin’ diyor. Waraq’al- Cennet,

Cennet Yaprakları Açık Yerleri’ni örttüğü Âdem’in Kelimeler’i Elbise’si Zaruret’tir.

Zaruret-i Diniyye’dir. Ama onu şekillendirmek, Medeniyet içerisinde

mükemmelleştirmek, bu Düşmanlığı billezil Boyut’ta yürütebilmek bir Tezinât ile

Alaqalı bir Şey’dir. Bunu da gerçekleştirecek olan Yerler, Mescidler’dir. Allâh’ın

Mescidleri’dir ve Mescidler’e de bu Amaç’la girilir. İnsan’ın Evi’ne, Yuvası’na

Dönüş’ü Mâhiyeti’nde Mescid Rol oynar. Baba Evi’ne dönüştür, Âdem’in Evi’ne

Dönüş’tür. Libâs’ut-Taqwâ’ya, Waraq’al-Cennet’e dönüştür. Şeytân’la olan

Düşmanlığınızı Hatırlayış’tır. Şeytân’ı Taşlayış’tır. Bu anlam’da Ka’be, Âdem’den

Muhammed aleyhi’s-Selâm’a ordan da Qıyâmet’e kadar Kuşlar’ı Da’wet eden bir

Yer’dir. Kuşlar’ın Evi’dir, Âdem’in Kuş Evi’dir. Kuş Cenneti’dir. Âdem’in de onun

yapmış olduğu Ev’dir. Beytu’llâh ve Ka’be.

Yine tekrar dönmek kaydıyla Ka’be’nin 2.İnşası’yla buradan atlamamız

gerekiyor Hz. İbrâhim’e. Bu Sembolizim aynen İbrâhim aleyhi’s-Selâm’ı tekrar

canlandırılmıştır, Tahkir edilmiştir. Ka’be’nin İnşası’nı daha Açık Şekilde Qur’ân-ı

Kerîm İbrâhim Peygamber’i nisbetler. Ama Nisbet edeni söylemiş olduğumuz

Şeyler’i de İma eder. İbrâhim Ka’be’nin Temelleri’ni atan değildir, yükselten’dir

Qur’ân-ı Kerîm’de. O’nun Qawâidi’ni yükselten’dir. Yani varolan bir Temel’i

yükselten biri olarak vardır çünkü Temeller Âdem ile başlamıştır. İlk İnsan Evsiz

değildir, Ev Sâhibi’dir. Sokak’tan biri, Sokak Çocuğu değildir, Mescid’in Çocuğu’dur.

Âdem’de onun Ewlâdı’dır. İbrâhim aleyhi’s-Selâm Ka’be’nin Temelleri’ni

yükseltmiştir ve ‘Ekin bitmez bir Wâdi’ye İnsanlar dönsünler, Baba Evleri’ne

gelsinler orda bir Şehir ortaya çıkarsınlar ve bu Şehr’i Bütün Şehirler’in Ana’sı

yapsınlar’ diye Ewlâdı’ndan bir Parça’yı oraya bırakmıştır İbrâhim aleyhi’s-Selâm,

İsmâil ve Hacer Sembolizm’i bunu Hikâye eder. Ondan sonra da Maqâm-ı İbrâhim

diye andığımız o Sembolizm’deki yer üzerine çıkmıştır ve ordan dört bir Tarafı’na

dönmüştür Sembolik olarak bağırmıştır;

‘Ey İnsanlar: Allâh’ın Evi’ne gelin, kendi Eviniz’e gelin, Allâh’ın Mescidi’ne gelin,

Ziynetleriniz’i takının, Açık Yerleriniz’i kapatın. Waraqa’l-Cennet’e Sâhip çıkın.’

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

23

İbrâhim’in bu Söylemler’i Qur’ân-ı Kerîm’de Suhûf-u İbrâhim diye geçer,

(İbrâhim’in Sayfalar’ı). Âdem’in Sayfaları’nı canlandırıştır. Aynı Mekan’da

Waraq’al-Cenne’nin Beyt’ul-İzze’nin Yeryüzü’ndeki İz’i olan Beyt’ullâh’ta,

Beyt’ul-Atîk’te bu Sembolizm yeniden yaşatılmıştır. Beyt’ul-Atik’ten Recm edilen,

(uzaklaştırılan, kovulan) Şeytân’ı, İbrâhim onun İzdüşüm’ü olan Arafat’ta

kovmuştur, uzaklaştırmıştır. Bu Recm’in Sembolizmi’nde de aynı Hadise vardır.

‘İnsanlar’ı Ka’be’ye çağır’. Bu Çağrı, Hac, Mâide ve Baqara Sûreleri’nde

anlatılır. Bunların Toplam’ı İbrâhim’e çıkar. Bu Muhkem Anlatış’tır. Qur’ân’daki

Beyân şekli, Açık Bağlantısı İbrâhim’in İnsanlar’ı Hacc’a çağırmasıdır, Çocuklar’ı da

bu Çağrı’ya Wâris. ‘Binek üzerinde ve Yaya olarak, Fırsat ve İmkan bulanlar oraya

gelsinler.’

Qur’ân-ı Kerîm aynı Anlatım’ı 2.kez bu kez Kuş Dili üzerinden kuracaktır. Bu

da Baqara Sûresi’nin 260.Âyeti’dir. İbrâhim’in Kuşlar’ı diye anmış olduğum Âyet-i

Kerîme’dir. Oraya aynı Olay şu şekil’de

düşmektedir:

İbrâhim dedi ki Rabbi’ne; ‘Rabbim

Ölüler’i nasıl dirilteceksin, onu bana gösterir

misin?’ Tabi Zâhir Okuma Açısı’ndan

İbrâhim’in yapmaması gereken bir Dua’dır bu.

O Zâhir aAnlam’da Sual’i anlamsız bulduğunu

söyleyecektir Cenâb-ı Haq. ‘İbrâhim yoksa

inanmıyor musun?’ İbrâhim’in Cewâb’ı ‘Haşa.

Rabbim ben bir Tatminiyet Dugu’su ile bunu

Tatmak istemekteyim.’

‘Bizi nasıl yaratacak’ Soru’su sıradan bir

Mü’min Açısı’ndan Allâh Arş’ın Qudret Sâhibi

Qabul edilmişken, ‘ol’ demekle Varlığı

oldurabilme Yetisi’ne Sâhipken, bunu İbra-

him’in Sorun etmesi niye Sözkonusu olsun.

‘Yeniden Diriliş nasıl olacak, bununla

ilgili, ya da İlk Yaratılış nasıl gerçekleştireceğini

bana göster.! Bunlar İbrâhim’in Talep edeceği

bir İsteğe pek yakışık düşmüyor gibi. Ama Mantıq-ı Tayr, yani Zâhir’in içindeki o

Bâtın Delil üzerinden çözdüğümüzde Qur’ân’da Hay olmak/Mewt olmanın Mânâ’sı

bunun ötesinde bir Kavramsal Mânâ’ya çıkar. Öteki Fiziksel’dir, Sözlük Mânâsı’dır ki

burada dirilmek, Wahiy ile dirilmek’tir.

Wahiy İnsân’ın içine girmemişse Cenâb-ı Haq’tan Rûh O’na üflenmemişse,

Wahy’e âşina değil ise, Tıyneti’ni, Meşrutiyeti’ni Wâhiy ile İnsaniyeti’ne

çıkartmamışsa bu İnsanlar ölü İnsanlar’dır. İnsanlığı gerçekleştirememişlerdir.

Çamur Rûh’la Wahy’i ile buluşmamış demektir. O anlam’da Ölü’dürler ve Qur’ân-ı

Kerîm Wahyi’nden sonra Wahy’e Sırt çevirmiş olan Toplumlar’dan (Mewt

Toplumlar) Mewtâ olarak bahs’eder ve Peygamber’le Meydan’a gelen yeni Ayağa

Kalkış’a bu Ses’e ise Diriliş Mânâ’sı verilir ve Hay Kelimeleri’ni kullanılır. Çoklukla

Örneği vardır. Bir Referans olarak A’râf Sûresi’nde Nûh’tan itibaren başlayacak

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

24

Peygamber Qıssaları’nı önceleyen Bölüm’de bir Rüzgar ve Bulut Sembolizm’i, Yağan

Yağmurlar, buraya bakılabilir.

İbrâhim’in sorduğu budur. Bu Soru’yu doğuran ise daha önce yapmış olduğu

bir Dua’yı Cenâb-ı Haq’ın Şartlı Qabul’u olmuştur. ‘Rabbim Soyum’dan İnsanlar’a

Önderler gönder, sana Namaz kılanlar gönder. İyi bir Zürriyet’i bana Armağan et’!

Cenâb-ı Haq’ın Cewâb’ı; ‘Senin Dua’ndaki gibi gerçekleşecek bunlar ey İbrâhim,

Sâkin ( Sukunet’te ol). Ama bu Wâdim Genel bir Waad değildir. Ewlâdı’ndan olan

Seyyitler eğer seninle aynı Aqide’yi paylaşmıyorlarsa, Nefisleri’ni karartmışlarsa,

Nûr’u değil (Tenwir’i değil), Zulumât’ı Tercih etmişlerse, onlar için yapacağım bir

Şey yoktur. İnsan’ı Melek (Robotumsu) olarak yaratmadım. İrâde’si Eli’nde olarak

yarattım. Beni Tercih etmemişse, Şeytân’ı Tercih etmişse o Sen’den değildir ey

İbrahîm. Dolayısıyla Duâ’nın Kapsamı’nda değildir. Ehl-i Beyti’nden değildir, o

Şeytân’ın Beyti’ndendir ve onun Çocukları’ndandır ve Zâlimler’in Zulmü’nü

buradan ayırmıştır.

Bu İbrâhim aleyhi’s-Selâm’da

Qabul Ciheti’nde ile bakıldığında bir

Muştu’dur, (bir Müjde’dir). Nitekim

İsmâil’i bir Müjde olarak almıştır. İshâq

bir Müjde olarak kendisine gelmiştir ve

onların Zürriyetler’i de hakeza İshâqî

Soy’dan ve İsmâil’in Soyu’ndan

Muhammed gibi bir Peygamber’in

Geleceği İnsanlar’a Önderler kılınacağı

Bütün bu Haber içerisinde vardır ama

diğer Boyutu’yla kaybedenlerin de

olacağına Âyet-i Kerîme söylemektedir.

Burada Büyük bir Üzüntü ve Yıkım

hissetmiş. Kendi Peygamberliği’nde

Waqıa olarak bildiği Şey şudurki; Wahiy

Yeryüzü’nden siliniyor, bizlere Esâme’si kalmıyor, Allâh İbâhim’e yeni bir Başlangıç

yapmıştır. O zaman bu zülm’etmenin Dewâmı’nda İbrâhim anladı ve farq’etti ki

öyle Zamanlar Gelecek ki bütün olarak kendi Zürriyet’i de dahi İnsanlar Karanlığı

gömülecekler. Yani âdeta bütün Yeryüzü’nün Ölü olmuş olduğu Dönemler ortaya

çıkacak. Rabbim Herşey bitmişken Şeytân tam kazandım dediği bir ortamda Sen’in

Wahy’in yeniden nasıl Hayat bulacaktır. Bu Anlam’daki Wâdi’ne elbette inanıyorum.

Sâlihler’in Geleceğini söyledin ama bunun Nasıl’ı ile ilgili bir Merakım var. Gelecek

ile ilgili. Bunu bana anlat, bunu görmek istiyorum’ diye Gelecek ile ilgili bir

Perspektif’in Vizyon’un kendine açılmasını Talep eder İbrâhim’in Talep ettiği Şey. O

zaman İbrâhim aleyhi’s-Selâm’a Allâh yine Kuş Dili’ne vererek bir Misal vereceğim

sana buyurmuştur. O Misal’deki gibi olacaktır bu. Bir Kuşçu’yu hatırla, Kuşlar’ı

vardır kendisine alıştırmıştır. Sonra onları salsın, bıraksın Serbest onlar dört bir

Dağ’a uçuversinler. Eğer Kuşcu onları kendi Özel Ses’i ile çağırdığında o Kuşlar o

Ses’i duyabilmişlerse koşarak Kuşlar gelecektir. İşte böyledir bu Hadise demiş.

Sonra Baqara Sûresi’nde bu Sembolik Bilim, Açık Anlatım’a dönmüştür. Maqâm-ı

İbrâhim’e İsmâil çıkmıştır. Dört bir Tarafa İnsanlar’ı Hacc’a çağırmıştır. Çağırdığı

Ama Kuş Sembolizm’i bu Bâtın Mânâsı’ndan Zâhir

Mânâsı’na Dönüş yapar, bunlar Geçişkenlik Hali’ndedir. Tıpkı

Hüdhüd’de olduğu gibi. İki Yönü’yle Kuş’tur, hem

Hüdhüd Kuş’tur, hem Kuş dışında bizzat İnsân’ın

kendisidir. İkisi aynı Zaman’da olur. Düz Mantıq ikisi olmaz

der, ya onu söyle ya bunu söyler. Hayır o hem Kuş’tur,

hem İnsan’dır.

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

25

Ortam’da İnsan yoktur, boş Etraf’a bağırmıştır. Dört Cihet’e bağırmıştır. Bu dört

Cihet İbrâhim’den sonra Qıyâmet’e kadar Millet-i İbrâhim’e bir Sesleniş’tir.

Her bir Peygamber bu Sesleniş’i kendi Zamanı’nda bir Şekilde …dinleyecektir

ki en sonda Büyük Dinleyiş Muhammed aleyhi’s-Selâm’ın Çağrısı’dır. Ve Ka’be,

Ümm’ul-Qur’a Rolü’nü oynayacaktır. Ka’be Etrâfı’nda sürekli ...yerilmişler, yeniden

Dirilişler olacaktır. Her Hac, İbrahim’in Çağrısı’na Evet diyen Kuşlar’ın buraya

üşüşmesi ile yeni Canlılığın, Hayy’ın, Diriliş’in Kaynağı olacaktır. Qıyâm’ın Kaynağı

olacaktır. Zaten Mâide Sûre’si Ka’be’den Qıyâm Yeri, Qıyam Evi, İnsanlar’ın Ayağa

kalktıkları, kendine geldikleri, Quwwet buldukları, Moral buldukları Yer olarak

bahsetmiştir. Açık Şekilde yine Kuşlar’ın Dil’i ile Kuş Sembolizmi’ndeki bu Kuş ,

İnsan Sâlih İnsan, İbrâhim’e Nisbetli İnsan olarak Karşılığı’nı bulur. Yani bizlerizdir,

Millet-i İbrâhim’dir, Âl-i İbrâhim’dir Kuşlar.

Ama Kuş Sembolizm’i bu Bâtın Mânâsı’ndan Zâhir Mânâsı’na Dönüş yapar,

bunlar Geçişkenlik Hali’ndedir. Tıpkı Hüdhüd’de olduğu gibi. İki Yönü’yle Kuş’tur,

hem Hüdhüd Kuş’tur, hem Kuş dışında bizzat İnsân’ın kendisidir. İkisi aynı

Zaman’da olur. Düz Mantıq ikisi olmaz der, ya onu söyle ya bunu söyler. Hayır o hem

Kuş’tur, hem İnsan’dır.

İşte Ciddi Biçimi’yle o Kuşlar, Hz.Peygamber’in Doğumu’nda, yani Târihçiler

bizi yanıltmıyorlarsa, yarın ki Târih oluyor bu 20 Nisan. O’nun Sene-yi

Devriyesi’nde yapıyoruz. Seminer’in Üst Başlığı’nda ki Tenwir’in Kutlu

Doğumu’ndaki Kutlu Doğum’u bu Referans’tan dolayı var ama Kut Kelimesi’ne

Tekrar döneceğim. Oraya takılmayalım. (Kut Kelime’si ile İlgili Konu

açıklanmamıştı)

Rasûl’ullâh’ın doğmuş olduğu bu Hadise’yi önceleyen birkaç Hali. Öncesi’nin

Süre’si Mekkeliler’in Fil Yılı olarak andıkları bir Hadise’nin, Qur’ân’da Fil Sûresi’ne

yansıyan Hadise’nin gerçekleştiği Olay’dır. Ve burada Kuşlar tekrar Karşımız’a çıkar.

Fil Ashâbı’nın Rabbin’in neler yaptığı, hangi Faaliyet’i üzerine bunun gerçekleştiğini

bilmez mi, görmez mi Mekkeli hepsi hatırlıyor. Sor onlara yanıtlayacaklar. Ki

Qur’ân-ı Kerîm bunu söylediğinde bir tek Mekkeli çıkıp ta bu da nerden çıktı

Muhammed, biz böyle bir Şey bilmiyoruz dememişlerdir. Yani nasıllığı, Niçinliği

tartışılabilir ama Qur’ân’ın bahs’etmiş olduğu o Diller ve Kuşlar ile ilgili bu Hadise’yi

Bütün Mekkeliler biliyordu. Bu hiç Tartışma olmamıştır Siyer’de, bu Qıssa. O

Bakan’ın Haqiqât’ı Gerçekliği ile İlgili Tartışma Spekülasyonlar’ın en Büyük Zaaf’ı

budur. Dönemi’nde tartışılmamıştır, hiçbir İtiraz Konu’su olmamıştır. Herkes’in

Bilgi’yi Teslim ettiği bir Şey’dir. Demekki gerçekten Ka’be ve Mekke ciddi bir

Saldırı ile Karşı karşıya kalmıştır ve gerçekten de Sûre’nin anlattığı gibi

Mekkeliler’in kendi Özel dayrektine dayanmaksızın Olağanüstü gözüken durumla

Mekke bu İş’ten sıyrılmıştır, Zarar görmemiştir. Gerisi Ayrıntı’dır. Ama bu Waqıa

Teslim edilen bir Waqıa’dır.

Qur’ân Waqıa’nın Nasıllığı ile ilgili bize Bilgi vermiyor. Bu da bi Kuş Dili’dir

ve Kuş Dili ile anlatıyor. Diyor ki Fil Orduları girdiler, Fil Orduları yani Cesametli,

Büyük, Ayakları yerde olan Varlıklar. Engerekliler’in daha gelişmişleri. Koca

Mamutlar. Ama üzerlerinde Özgür Varlıklar, İbrâhim’in Kuşlar’ı vardır. Ebâbil

Kuşlar’ı, sürü sürü Kuşlar. Ve Engerekler, Mamutlar/Filler, Ka’be’ye yürürken

üzerindeki İnsân üzerinden söylüyoruz. Yoksa Hayvanlar’ı Tahkir etmek gibi bir Şey

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

26

Aqlımız’dan geçmez, Allâh’ın Varlık-

ları’dırlar. Allâh Kuşları’nı gönderdi,

sürü sürü Kuşları’nı, ve o kendisine

güvenen Quwwetler’i, Ordular’ı,

Titanikler’i yerin dibine batırdı.

Küçük Kuşlar, Büyük Filler’i Bom-

bardıman’a tabi tuttu. Ve onlar

Yenilmiş bir Durum’a düştüler. Allâh Evi’ni ve Ka’besi’ni korudu demiştir. Yani

İbrâhim’in o korktuğu, Soyu’ndan Sâlih İnsanlar oluşan bir Ümmet’in varolmadığı

bir Mekke’de bu kez Sembolizim zahire dönüşmüştür ve kuşlar üzerinden yine

Ka’be yine kendisini korumuştur. Hayatiyeti’ni Peygambere asıl doğacak olan

İbrâhim’in sahici Kuşu’na, yani Ka’be’ye çağırdığı, üzerinden Ka’be’yi İnşâ edecek

olan İnsân’a, Muhammed aleyhi’s-Selâm’a yerini Taqdim edecektir ve sunacaktır.

Bu İbrâhim’in İsmâil’in Oğlu üzerinden, Muhammed’e bağlanan Zincir’deki

Kuş’un Hikâyesi’dir. Ama bu Hikâye’nin arasını Qur’ân-ı Kerîm İshâq üzerinden

doldurmaktadır. Ve bu da Kuşlar’dan öte şekilde yazılan bir Târih’tir. O Sembolizim

buradan da dewâm eder. İshâq’tan okumaya Dewâm edeceğim. Ama İbrâhim ile

Âdem arasında bir ara Peygamber, bir Kuş Hikâye’si ile daha buraya

yerleştirebiliriz. Burada kullanacağım Kuş Kelime’si Qur’ân’ı Âyetleri’ne

dayanmıyor. Genel Nûh Tufan’ı ile ilgili Sembolizim içerisinde yer alan bir Şey ile

Alaqadar’dır. Nûh Tufanı’nda Bütün Varlıklar’ı içine girdireceği kadar Büyük

yapması her halde Muhal bir Şey. Yerel bir Deprem’den, Yerel bir Facia’dan,

Tufan’dan bahs’ediyoruz. Qawmi’nin Peygamberi’dir. Mezopotamya’da

gerçekleşecek bir Hadise’de Nûh’un ve Etrâfı’ndaki inanan İnsanlar’ı Allâh bir Gemi

ile Sâlim bir Kaya’ya taşıyacaktır ve Şeytân’ın Tarafı’nı seçenler ise Tufan’da Helak

olanlar içinde yer alacaktır.

Tekrar Sâhil’e çıktıklarında yaşayabilecekleri bir Düzeneğe İhtiyaçlar’ı

vardır. O Anlam’da Erzâqları’nı Yanları’na almalarını söylemiştir. Bitkileri’nden,

Unları’ndan, yetiştirdikleri Sebzeleri’nden, Evcil Hayvanları’ndan, Koyunları’ndan,

Kuzuları’ndan, Sığırları’ndan, neyse Etrâfı’ndaki Sayılı Şekil’deki Hayvanlar

bunlardan da Yanları’na almışlardır. Yoksa Yeryüzü’nün Bütün Hayvanları’nı

toplamak, tıpkı İnsanlar’da olduğu Bütün Canlılar’ın buradan Meydana gelmesi gibi

bir Mesele yoktur.

Kuşlar ise Özgür Varlıklar. Onlar Zaman zaman yere konma İhtiyac’ı

hissetseler dahi Tufan onları içine almaz, onlar Gök’te uçan Varlıklar’dır. Ve

Tûfan’da da Gök’te uçmaya Dewam etmişlerdir. Ebâbil Kuşlar’ı Fonkisonlar’ı ile

Kuşlar yukarıda uçarlar. Ve Tûfan Sular’ı çekildikten sonra Sular Balçık’tan

kurtuldu. Tıyn olmaktan çıkıp, Kuru Toprak haline dönüştü mü? ‘Adım atarsak bizi

içine almaz mı? Bunu ölçmek Anlamı’nda Gelenek, Tewrat’tan yararlanarak bir

Güvercin’i Karşımız’a çıkartır. Gemi’den bir Güvercin salınır ve Güvercin, Cûdi

Dağı üzerinde dolaşır, oraya konar ve Tekrar gelir. Ve Ayakları’nı Kontrol eder Nûh.

‘Artık’ der ‘Yer inmeye Müsait bir durum’dadır. Gemi’den inebiliriz. Toprak bizi

çekmez, Balçık Durum’u yoktur.’ Burada Güvercin’in bir Elçi olarak Gidiş’i vardır.

Cudi Civarı’nda Ağzı’na bir Zeytin Dalı alarak Nûh’a Dönüş’ü Tewrat’ta Referans’la

anlatılıyor. Kuş ve Zeytin Dal’ı Sembolizm’i daha sonra İnsanlık Tarihi’nde Barış’la,

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

27

Güvercin’in ve Zeytin’in ilişkilendirilmesinin de Kutsal Referansı’nı ortaya

çıkartmıştır ki bu Referans da Tewrat’tan alınan bir Sembolizim’dir.

Genel anlam’da Qur’an-ı Kerim’de geçmemekle beraber Kuş ve Zeytûn

Qur’an’da Mahiyet’i ve Yerini düşündüğümüzde ona Uzak, Bünyesi’yle uyuşmayacak

bir Sembolizim değildir. O anlam’da Qur’an Metn’i gibi bir Haqiqat’e yaslanmaksızın

onun Çerçevesi’ne yerleştirilebilir bir

Okuma’ya tabi tutulabilir.

Zeytin’i unutmamak lazım.

Zeytin’le beraber Tîn vardır. Tîn Sure’si,

Alaq Suresi’nin hemen Bitişiği’nde

95.Sure’dir, 96. Alaq İlk Wahiy’dir. İlk

Wahy’in Gelişi’ni anlatır. Onu izleyen

Qadir Suresi’dir. Tin, Alaq ve Qadir bu

3’ünün Mushaf’taki Yerleşimler’i Önem-

li’dir. Tîn ve Zeytûn’a , Tûr-i Sinâ’ya ve

Hâza’l-Beledi’l-Emîn’e, bu Emin belde’ye

Cenab-ı Haq dikkat çeker. Buradaki Tîn

ve Zeytûn’un Yeryüzü’ndeki Karşılığı

Qudüs ve Çevresi’dir. Etraf’ı bereket-

lendirilmiş Topraklar’dır. Ama Tin’in

Sembolizm’i üzerinden eğer Tewrat’taki

Metinler’e başvurursanız Konu’nun ilk

bulunduğu Yer, Âdem’in İmtihan edilmiş

olduğu Bahçe’dir. Ve Âdem Cennet

Yaprakları ile örtüldüğü Yaprak

Tewrat’ta İncir Yaprağı olarak Karşı-

mız’a çıkar. Waraq orda İncir

Yaprağı’dır. İncir Yaprağı Etrafı’nda, Zeytûn Ağacı altında gelen Wahiyler İshâqî

Peygamberler’in Qudüs’teki Wahiyleri’ni Temsil eder. Bu Anlam’ı ile Zeytûn ve

İncir ikisi Waraqa’l-Cennet, Kutsal Mesaj’a, (Nur’a) Denk gelir. Bu anlam’da da Nûr

Suresi’nin 35.Ayeti’nde “Doğuya ve Batı’ya Nisbet edilemeyen, Mübarek bir Zeytin

Ağacı’ndan beslenen bir Lamba anlatılır ki, o Mübârek Zeytin Ağacı Qudüs’teki

Wahiy Tarihi’dir. İshaq’tan İbrâhim’e kadar geçen Wahiy Tarihi’dir. İncir

Bağlantı’sı da Waraqa’l-Cenneh’teki, Âdem’in Yaprakları’na kadar inen Sembolizm

ile İlişkili’dir. Zeytun Referans’ı Tûr-i Sina için de Geçerli. Çünkü Qudüs Yolu’nda,

Mûsâ’nın geçtiği Çöl Yılları’nda bu Zeytin Sembolizm’i aynen yaşatılmıştır. Ve yüzer

bir Qıble gibidir Tabut. Yûsuf’tan kalan Bakiyeler bir Tabut’a yerleştirilmiştir.

Onlar İnşa edilen Mescid-i Aqsâ’ya yerleştirilmiştir. Özel Emanetler Bölgesi’ne

yerleştirilmiştir. O Tabut’un ta Fâtimîler’den İstanbul’a kadar gelen bir İz’i vardır.

Ne kadarı ona ait ne kadarı başka şekilde beslenmiştir ayrı bir Hikaye ama Waqıa

olarak Tarihsel Yeri olmasa da onu Semboliz’e etmektedir İstanbul’daki

Emanetler’in geldiği Yer. O ta Mısır’dan gelen , Qudüs üzerinden tekrar Qâhire’ye

ordan İstanbul’a gelen bir Hikaye’yi İfade eder. Bütün Yol boyunca Sandık

Etrafı’nda Nöbetçi Subayları vardır Tewrat’ın anlattığı, ve 7 Kollu Şamdanlar,

Zeytun Yağı’ndan beslenmiştir ve Şamdanlar sönmeden Emanet Qudüs’e kadar

İşte Mantıq’ut Tayr O’nun Ewlâd’ı Süleymân da Karşımız’a çıktı, başladığımız Yer’e dönmüş olduk. Bu Dil’e

Yabancı değildir, bu Dil’i konuşmaktadır. Ve Ma’bed’i Süleymân tamamlamıştır. Ve

Süleymân burada Kuşlar’ı daha da Tahkim etmiştir.

Kendisine çok Sâdıq ve Samimi bir Has Kadro, Sahâbeler Sahâbe’si yetiştirmiştir.

Kurmaylar’ı vardır, Önemli Adamlar’ı vardır. Hüdhüd’le

Sembolize edilen bir Dizi İnsan Etrâfı’nı çevirmiştir, sarmıştır,

sarmalamıştır.

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

28

getirilmiştir. Ve Ma’bed’in Bünyesi’nde 7 Şamdan sürekli yakılmıştır ve Zeytin

Yağı’ndan bir Besleniş içerisinde. Bu Sembolizm’in yerleştiği Yer’de böylesi bir

Yer’le Alaqalı’dır. Nûr Suresi’nin 35.Ayetindeki Zeytin, Zeytin Tabiatı’yla

Peygamberler’le Alaqalı, Tîn ile Alaqalı, o Büyük Hadise’nin Wesile’si olsun diye

zikr’edilen bir Şey’dir. Bizzat kendisinden kaynaklanan bir Kutsal’ı/Qutsiyet’i

bahsetmiyoruz. Metafor’dan bahs’ediyoruz.

Nûh aleyhi’s-Selâm üzerinden de böyle bir Kuş Sembolizmi’ni, Zeytin Sembolizmi’ni

okumamız, Taqip etmemiz Mümkün.

Hz. İbrâhim’in Qudüs’e gelen İshâqî Ewlâdlar’ı, buraya Yerleştirilme

Süreçleri’nde yine bu Sembolizim vardır. Dâwûd’tan bahs’ettiği yer’de Qur’ân-ı

Kerîm Kuşlar’ı unutmaz. Dâwûd’un Dağ’da, Mescid’i İnşâ edeceği Dağ’da, Kuşlar’la

Allâh’ı Tesbih ettiğini söyler. Yâni İnsan Doğa’ya çekildiği, tek başı’na İnziwa

halindedir ve Etrafı’nda kendisini dinleyen ikinci bir İnsan yoktur, Kuşlar cik cik

demektedir O’da Allâh, Allâh demektedir. Bunun Zâhirî Mânâ’sı budur. Bu Mânâ’yla

Yetinme’nin Mahzur’u yok tabi. Herkes İ’tiqâf’a çekilebilir , böyle okuyabilirsiniz.

Ama Kuşlar’ın daha önceki kazandığı Anlamlar üzerinden okuduğunuzda,

bahs’edilen Dağ’ın Zeytûn Dağı olduğunu bildiğinizde, Zeytûn Dağı’nda Dâwûd’un

bir Ma’bed’i planladığını düşündüğünüzde, Ma’bed de yapılan Zikr’in ne Mânâ’ya

geldiğini Cum’a Sûresi’ndeki Âyet’teki Zikr’le beraber düşündüğünüzde Cum’a’da

Zikr’e çağrılmakla alaqalı bir Şey. Dâwûd’un Mescid-i Aqsâ’da, Süleymân Tapınağı

olarak bilinen Ma’bed’de, Şabat’ta/Cumartesi Günü okuduğu Hutbeler’dir bu Zikir.

O’nunla berâber bunu dinleyen Kuşlar da O’nun Ashâbı’dır. O’nun Etrafı’ndaki

Ümmeti’dir, Topluluklar’dır. Dâwûd’un Dağ’da Kuşlar’ı ile O’nu zikr’etmesi, Şabat

Günü vermiş olduğu Hutbeler’dir, Konuşmalar’dır, Zikir de budur, Kuşlar da budur.

Kuşlar, Qudüs’te tekrar dirilmişlerdir. Tıpkı İbrâhim’in çağıdığı Kuşlar gibi.

Dâwûd da kendi Mescidi’ne çağırmıştır. Mescid’e çağırmıştır niye; çünkü İnsanlar

Mescid’de ziynetlensinler diye, Elbiseleri’ni giysinler diye. Mescid’deki bu Kuş

Dili’ni öğrensinler diye. İlâhî Dil’i öğrensinler diye, Waraq’al-Cenne’yi öğrensinler

diye. O Sembolizim ile öğretilmektedir.

İşte Mantıq’ut Tayr O’nun Ewlâd’ı Süleymân da Karşımız’a çıktı,

başladığımız Yer’e dönmüş olduk. Bu Dil’e Yabancı değildir, bu Dil’i konuşmaktadır.

Ve Ma’bed’i Süleymân tamamlamıştır. Ve Süleymân burada Kuşlar’ı daha da

Tahkim etmiştir. Kendisine çok Sâdıq ve Samimi bir Has Kadro, Sahâbeler Sahâbe’si

yetiştirmiştir. Kurmaylar’ı vardır, Önemli Adamlar’ı vardır. Hüdhüd’le Sembolize

edilen bir Dizi İnsan Etrâfı’nı çevirmiştir, sarmıştır, sarmalamıştır.

Tıpkı Rasûl’ullâh’ın Konuşmaları’ndaki şu İfâde gibidir. “Yani siz kendinizi ne

zann’ediyorsunuz ey beni dinleyen Adamlar, Etrâfım’daki Kalabalıklar? Yâni Allâh’ın

yaptığı Ayrım’ı ben size yapmayacak mıyım? İş’in Başı’ndan beri benimle beraber

yürüyenler’le, Çoğunluk olduğunuz Zaman’da, Toplu İltihaklar Dönemi’nde bana

katılanları ben bir mi tutacağım?’

İlk okuduğumuz Âyetler’i hatırlayın, Yorumlu olarak ‘Fetih Öncesi ve Sonrası

asla bir değildir’ Vurgular’ı bunlardır. ‘Benim Ashâbım’ diye Rasûl’ullâh’ın anlatmış

olduğu çok Özel bir Topluluk vardır, Merkezî bir Kadro vardır. Bunu diğerlerine

karşı savunurken söylemiştir.

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

29

‘Sizden biri Uhud Dağı kadar Altın Tasadduq etse, onların Zamanı’nda bana

yaptıkları Ufak bir Tasadduq’un Karşılığı olamaz.’ O anlamda ‘Ashâbım haqqında öyle

ileri, geri konuşmayın. Onlara karşı, onların sizin üzerinizdeki Faziletleri’ni asla

unutmayın’ demiş oluyor.

Bu Anlamsız, Saçma bir Kast Sistem’i değildir. Tamamen Değerler ortaya

koyanları ödüllendirmektir. Kurmay olanlar’la olmayanlar’ın, Mesele’ye Wâqıf

olanlar’la olmayanlar’ın bir olmadıklarını söylemektedir ki “Hiç Bilenler’le

Bilmeyenler bir olur mu?” diyen Âyet-i Kerîme’ye Muwâfıq’tır. Peygamberî

Tasarruf’tur. Rasûl’ullâh ‘Ashâbım Yıldızlar gibidir’ derken bunu Ewwel Emir’de

bizlere, Geleceğe yönelik söylemiyor.. Bizim ‘Onun Ashabı’ olarak andığımız

Topluluğa Karşı söylüyor. ‘Ashâbım’ dediği onlar içindeki bu Özel İnsanlar’dır.

Onların ‘Kurmaylığı’nı hatırlatıyor, onları ‘Yıldız’ olarak sunuyor, ‘onları izleyin’

diyor. İşin Öz’ü bu Mahiyet’tedir. Bu Anlam’da Ashâb işte Kuşlar’dır. Hz.

Peygamber’in Kuşları’dır. İbrâhim’in Âl-i İbrâhim’i gibi, Âl-i Muhammed’dir

bunlar. Muhammed’in Hatırası’nı yaşatan,

O’na Salât eden, O’nun Dâwâsı’nı üstlenmiş

olan, Dewâm ettiren İnsanlar’dır. İbrahim’in

Duası’ndaki Talep ettiği İmâmet’i

gerçekleştirecek olanlardır. Okuma’yı bu

Frekans’tan sürdürebilirsiniz.

Tabi böyle olunca Rasûl’ullâh’ın Mescid-i

Nebewî’yi İnşâ etmesi ile beraber bu kez

Kuşlar Mescid-i Nebewî Etrâfı’nda bulacağız.

İşte Cum’a Hutbesi’ndeki Cum’a Sûresi’nin

9.Âyetinde’ki Zikir, Alış Veriş’in bırakılması

ile Dâwûd’un Wahyi’ndeki Şabat Yasağı ve

Kuşlar’ın Dağ’da yaptığı Zikir yine bu

Dewâmlılık içerisinde Karşımız’a çıkacaktır.

İshâqî Soy’un Son Peygamberi’dir Hz.

Îsâ aleyhi’s-Selâm. Ve Îsâ a.da bizzat Kuş,

yaratılış kendi Yaratılışı’nın Olağanüstülüğü

Qur’ân’da anlatıldığı Biçim’i Âdem’le

Muqâyese edilmesi üzerinden Kuş Sembolizm’i Baş’ı ile irtibatlandırılması

gerekiyordu onu yapmıştır Qur’ân-ı Kerîm.

‘Âdem’in Mesel’i (Metafor’u), Îsâ’nın Metafor’u Âdem’in Mesel’i gibidir,

O’nun Hikâye’si gibidir ‘ diyerek bu Başlangıc’ı yapmış. Âdem Toprak’tan yaratılmış,

Îsâ Babasız. Ayriyeten Toprak’tan yaratılan bir Kuş Hikaye’si yerleştirilmiştir

Îsâ’nın Hikâyesi’ne. Âdem Toprak’tan, Çamur’dan bir Kuş yaratmıştır. Âdem’e

Allâh’ın Nefhâ vermesi gibi İsa O’na Nefhâ vermiştir. Rûh vermiştir ve dirilmiştir.

Qur’ân-ı Kerîm Îsâ aleyhi’s-Selâm’ın konuştuğu Yahudiler’in, Yahudiliği

Yahudilik’ten başka Herşey’e benzeten bir Millet’e daha doğrusu İslâm’ı, Allâh’ın

Dini’ni Tahrif eden Asıl Amacı’ndan yerinden oynatan, bundan dolayı Allâh’ın

Gazabı’nı üzerine çektikleri bir Hıyânet Topluluğu olarak anılır. Bu Genetik bir

La’net değildir. Görev’i İhânet’ten kaynaklanan bir Durum’dur. Onu hangi Millet

Peygamberliğe yaparsa, aynı Kategori içerisindedir. Burada Kategorik bir

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

30

Antisemitizm doğmaz. O anlam’da da bazen çokluk’la o Yahudiler biziz Qur’ân’ı

Kerîm’de, bu Geçişkenlik’le okuduğumuzda, kendi tarihimizi Sertce Kritize ederiz.

Artık Hz. Îsâ’nın Qawm’i olan Yahudiler, İbrâhim’ aleyhi’s-Selâm’da bahs’etttiğimiz

o Ölü Dönem’i göstermektedir. Ölmüştür onun Ni’met’i. Yeryüzü’nden kalkmıştır,

Yahudiler Çamur’dur artık, içinde Nefhâ yoktur, Rûh yoktur, Allâh’ın Rûh’u yoktur.

Ama Allâh’ın Rûhu’nu Îsâ kendisinde taşımaktadır, Âdem’deki canlılıkta. Çünkü O

Rûh’ullâh’tır (Rûhun mine’l-Allâh).. Yahudiler içerisinden Allâh’ın Nefhası’nı

taşıyan, Wahyi’ni taşıyan Soluk’tur. İlk dirilen’dir. İbrâhim’in dirilen Kuşları’nı

düşünün. İshâqî Soy’dan, Târihsel Kesit’ten dirilen İlk İnsan, İlk Rûh’u Temsil

etmektedir. Allâh’tan Rûh taşıdığı için, yani Wahy’i taşıdığı için Yahudiler’den yani

Çamur’dan Etrafı’ndan seçtiği bir Kadro oluşturabilmiş, onlara Rûhu’nu

üfleyebilmiştir. Îsâ’nın dirilttiği Rûhlar Hawâriler’dir. O’nun Etrafı’nda koşuşan

İnsanlar’dır. İşte Dâwûd’un Kuşlar’ı, Muhammed’in Kuşlar’ı, Ashâb’ı aynı şekilde

Îsâ aleyhi’s-Selâm Etrâfı’nda da bir Topluluk ortaya çıkartmıştır ki bunlar

Hawâriyyûn Nesli’dir. Ölü olan Yahudiler’den inen Yağmur’la, Rûh’la İşleri’nde

Rûh’u bularak, Melek-i Rûh’la inerek Îsâ’nın Qadir Gecesi’nde Yahudiler’i

diriltmiştir. Bir Topluluk edinmiştir. Ama dirilmeyenler, Kuş’u Karşıt’ı olan Şey aynı

Dil’i Hz. Îsâ’nın Din’i üzerinden … karşılandı. Öl’ü olan Yahudiler’e, o Nefhai Rûh’u

almak istemeyen Yahudiler’e İncil Metinler’i İsa’nın Konuşmaları’nda şu Cümle’yi

Din’i, Kelime’yi Ağzı’na verirler, ey Engerekler Nesli, ey Şeytân’ın Tohumlar’ı. Îsâ

aleyhi’s-Selâm Yahudiler’e böyle seslenir. Konuşan Yahudi değil midir? Îsâ’nın

Dili’nden Yahudiler’e bunları söylediğinde Îsâ aleyhi’s-Selâm’ın Yahudi Karşıtlığı

yaptığı Filan söylenebilir mi, Genetik Hikaye yoktur. Ölen Ewlâdlar’la, dirilen

Ewlâlar’ın, Kuşlar’la, sürünenlerin, Şeytân’la Âdem’in Çocukları’nın Hikâyesi’dir

çünkü bu.

Siz ki Dünyâ’nın Tuz’u olmanız gereken Varlıklar’dınız. Allâh sizi seçti,

içinizden Peygamberler gönderdi. Ama siz koktunuz. Yani kokmasın diye Eşyâ’yı

tuzlarlar, ama Tuz kokarsa, İnsan burada kullanıyor. Sizin İhânetiniz iki kez

İhânet’tir. Bu anlam’da suçlamıştır ve ilayi. Qur’ân-ı Kerîm Allâh İsrâiloğullarını iki

kez lanetlemiştir buyuruyor.

Biri Dâwûd’un üzerinden lanetlemiştir. Qur’ân’daki Lâfız ile söylüyorum.

Diğeri ise Meryemoğlu Îsâ’nın Dil’i üzerinden lanetlemiştir buyurur. Tabi Dil

üzerinden olunca yine Mantıqu Tayr’dir. Yani Metafor içinde anlatılmıştır bunlar.

Dâwûd üzerinden yapılan Lanet’in Karşılığı Asurlular’ın Qudus’e girmeleri ve

Mescid’i Tahrip etmeleridir. İsrâ Sûresi’nde bu 1.Tahrip olarak anılır. Sonra Kitap’ta

yazdık 2.kez Tahrip’ten buyrulur, Lanet’ten. Bu ise 2.Kitap’tır. Yani Tewrat’taki

Lanet değildir. İncil’deki Lanet’tir. Yani Îsâ’nın üzerinden gerçekleşen Lanet’tir bu

Tewrat’taki Lanet değildir. O’nun Waazları’ndaki Lanet’tir, Konuşmaları’ndaki

La’net’tir. İncil’deki La’net’tir. Ve Târihsel olarakta Wâqıa bunu doğrulamaktadır.

Îsa aleyhi’s-Selâm’dan sonra demeyelim de Milat’tan 70 Sene sonra gibi bir Târih’te

bu kez Romalılar Qudus’e girmişler ve Ma’bed 2. kez yıkılmıştır. Ehl’i olmayanların

Elleri’nden alınmıştır. Etrâfı’nda Kuşlar kalmadığından kendi Ma’bedi’nin paylanlar

tarafı’ndan, Müşrikler tarafı’ndan yıkılmasına Allâh İzin vermiştir.

Buradan geliyoruz Ka’be’ye. O zaman Ka’be niye yıkılmamıştır? Yani Allâh’ın

Mescitler’i yıkmama, İnsanlar kalmasa da Ebâbil Kuşlar’la Koruma gibi diye bir

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

31

Âdetu’llâh’ı varsa, bu Âdetu’llâh’ın 2 kez Yahudiler için de Geçerli olması gerekmez

miydi. İsmâil’in Ma’bed’i yerine İshâq’ın Ma’bedi, aynı Hadise. Demekki ‘Allâh’ın

Ma’betler’i yıkılamaz’ diye, Allâh’ın Yazı’sı yoktur. Ma’bedler yıkılabilir, yeniden

yapılabilir. Demek ki Ebâbil Kuşları’nın koruduğu Ka’be’nin kendisi değildir.

Ka’be’nin İşgal’i sırasında, doğması Muqadder olan Muhammed aleyhi’s-Selâm’dır.

Ka’be orada Wesile’dir, Araçsal bir Durum vardır. Korunan Hz.Peygamber’in

Dünyâ’ya gelmesi ile Alaqalı Allâh’ın İrâdesi’dir. Ebrehe Orduları’nın Ka’be’ye

girmiş olsalar, yıkılan Ka’be tekrar yapılabilirdi, bu ayrı Hikâye. Burada korunmuş

olan Hz. Peygamber Hikâyesi’dir ve buda bir defa gerçekleşmiş Târihsel Tekrar’ı da

Sözkonusu değildir. Diğer Olay’da Hadise niye böyle şekillenmemiştir bunu anlamak

kolaylaştırılır.

O zaman Mesele Taş’ın Toprağın

korunması değildi. İbrâhim’in Son Büyük

Peygamber Kuş’u, yani Hz. Peygamber’in

Dünyâ’ya gelmesi bunun korunması Hikâye’si

idi. O Mantıqu Tayr olan Waraq’al-Cenne’yi

okuyacak olan, Qur’ân-ı Nâtuq olan İnsan’ı

Ebâbil Kuşlar’ı ile korumuştu.

Ebâbil Kuşlar’ı attıkları zaman kendileri

mi atmışlardı attıklarını. Enfâl Sûresi’ndeki

Hadise’yi okursanız; attığımız zaman atan Sizler

değilsiniz, ya da Sen değildin Ey Peygamber,

Allâh’tır atan. Burada İlâhî bir İrâde’nin Târihî

Müdâhalesi’nden bahs’ediliyor. Yani Allâh’ın

biz atardık, Peygamber’in Eli’nden tutması

filan Şey’den bahs’etmiyoruz. Ama Hadise içerisinde Bedir’in Kazanma

Dönüşmesi’nde bir Normal Şartlar’da Cereyan eden Savaş’ın Şehre’ye bir Müdâhele

olduğunu görüyorsunuz. Demekki Bedir Savaşı’nda gerçekleşen bir Müdâhele gibi,

Ebâbil Kuşları’yla Ka’be’nin Korunması’nda bir Müdâhele vardır. Kuşlar burada

Araçsal’dır. Haqiqat’te Ordular’ı talan eden, yok eden Allâh’ın İrâdesi’dir. Atan

Kuşlar değildir bizzat Allâh’tır. Orada atmak Kelime’si Enfâl Sûresi’ndeki atmak

Kelime’si aynı’dır. Ra-m-ye Kökü’dür. Türkçe’de Mermi Kelimesi’ni türettiğimiz

Atımlık Mânâsı’ndaki Kelime’dir. Atan sen değildeki İfâde ile Ebâbil Kuşları’nın

attıkları Şey’de aynı Kelime ile İfâde edilmiştir. Ve Kuş Sembolizmi’nde bu

Karşımız’a çıkar.

Îsâ aleyhi’s-Selâm başka Şekilde Konuşmaları’ndan Meselleri’nde de

Süleymân’da olduğu gibi Kuş Meseli’ne yaslanmıştır. Kuşlar üzerinden Örnekler

vermiştir. Konuşmaları’nda Kuş’u kullanmıştır. Yahudi’nin Ölüm’ü, Yahudi’nin

öldürülmesinin en önemli görülebilir Görselleri’nden bir Tane’si İnfaq’tır. Yani

Allâh’ın asla ayıramazsınız dediği Salat ve Zekat’ın arasındaki Ayrımları’dır.

Yahudilik Din’i dünyewîleştirmişlerdir. Maddeperest bir Din hâline getirmişlerdir.

Uzun Ömür istemektedirler. Enterasan’dır Kuş bazı Toplumlar’da Uğur’un Alâmet’i

olmuştur, bazen de Uğursuzluğun Alâmet’i.. Ama Uğur üzerinden Toplumlar’da

bölünmüşlerdir. Mesela Türkler’de Güvercin Uğurlu görülmüş. Almanlar’da

Uğursuzluk’la Alaqalı.. Kuş’la Güvercin’in Sembolizm’i böyle bir Durum Karşılık

... Ama Allâh’ın Rûhu’nu Îsâ kendisinde

taşımaktadır, Âdem’deki canlılıkta. Çünkü O

Rûh’ullâh’tır (Rûhun mine’l-Allâh).. Yahudiler

içerisinden Allâh’ın Nefhası’nı taşıyan, Wahyi’ni taşıyan

Soluk’tur. İlk dirilen’dir.

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

32

ortaya çıkar. Tabi Kuş’u Özgür kıldığınızda uçmasına İzin verdiğinizde o Kuş’tur,

ama Kuş’u tutukladığınızda, Kuş’u Kafes’e Mahkum ettiğinizde Kuş, Kuşluk’tan

çıkar. Kuş uçtuğunda Uğur getirir. Tutukladığınızda Uğursuzluk getirir. Çünkü

tutukladığınızda zulmediyorsunuz, Kuş’u Kuşluk’tan çıkartıyorsunuz. Altın Kafes’e

de koysanız, Amerika’ya da yerleştirseniz ‘İlla Watanım, Watanım’ der. Bu anlam’da

Özgürlüğü’nü yitirmiştir. Kuş’u eğer Ayakları’ndan bağlayıp, Boynu’nu asmışsa

böyle yaşamışsa Âhiret’e böyle gelmişsen Âhiret’e böyle gelmişsen, Âhiret’te

Tutuklu Kuşlar’sınız demektir. Müzzemmil Sûresi’nde, “Onların Elleri’ne,

Ayakları’na Bukağalar vurulur, tutuklarız.” buyruluyor. Orda Boyunlar’ın Kuşlar’ın

asıldığı Kişiler Müzzemmil Sûresi’nde Elleri’ne Ayakları’na Prangalar vuranlardır. O

Kuşlar yine sizlersiniz, bizleriz.

‘Bizdeki Uğursuzluk sizden’dir.’ Yaptığınız’ın Karşılığı verilmiştir. O

Bağlam’da içerisinde kullanılmıştır. Diğer Biçimi’yle .. Et Bağlantısı koruyan,

Hucurât Sûresi’nden ‘Gıybet etmek Ölü Kardeşiniz’in Eti’ni yemektir’ diye bir

anlatılır. Âhiret Ni’metleri’nin Taswir edildiği Âyetler’de onlara şunlar şunlar

sunulur ve Leziz Kuş Etler’i de Lahm-ı Tayr verilir. Kuş Etler’i Cennet’e yerleşen

Kuşlar’a sunulan Ni’met’tir. Tâki Dünyâ’da birbirinin Eti’ni yememeyi başaran, Kul

Haqqı’nı, İbâd-ı Huquq’u çiğnemeyen İnsanlar’ın orada Kuş Etler’i ile

ödüllendirilmesi vardır. Kuş Etin Meşhur olursa Kuş, onun Zıdd’ı ise Yeryüzü

Memeli Canlılar’dır ya da Sürüngenler’dir. O da Lahm-ı Hınzır’dır Qur’ân’da. Hınzır

Eti. Hınzır Eti, Lahm-ı Tayr burada karşı karşıya yerleşir. Hınzır’a dönüşmek Kuş’a

dönüşmemek ikisi de yine farqlı Yer’e, Farqlı biçim’de Karşımız’a çıkartacaktır.

Bedir Savaşı’nda Savaş’a çağrıldıkları İnsanlar Özgürlüğü çağrılmışlardır.

Biz böyle kuruluyor. Ama siz diyor ‘Peygamber’e İcâbet etmediniz, Yeryüzü’nde

tutuklanıp kaldınız. Sanki Prangalar’a vuruldunuz. Yer diyor Sizi çekti. Bu Yer’e bağlı

olmak, yerden ayrılamamak, oraya yapışmak bu bir Tutuklu Kuş olur. Tutuklu

Kuş, Uğursuzluğun Kaynağı’dır. Oysaki Peygamber ile kanatlanmanız gerekiyor.

Çünkü Savaş’a katılıp ta öldüğünüzde bıraktığınız Cesediniz Engerekler’de de var

olandır. Toprağa ayrılandır. Ama sizden ayrılan Nefha Göğe çıkandır. Peygamber Hz.

Ali’nin Kardeş’i Ca’fer’i, Şehadeti’nden sonra Ca’fer-i Tayyâr diye anılmıştır. Yani

Kuşlaşan, Uçan, Tayyâr.. Uçmak bu anlamda yükselmek Anlamı’na gelir. Tayyâr

İfade’si Şehitler’le anılmıştır. Ve yine Kültür’de Şehitler’in Kuşlar’la beraber

düşünülmesi, Kuşlar’la İnsanlar’ın Allâh’ın Savaşlar’da İnsanlar’a Yardım ettiğine

yine Şehitler’den bahsedilmesi de yine Metaforlar’la Anlam kazanır , Karşılık bulur.

Kuş Remz’i bitmez, Uzun Hikâye’dir. Çok daha Değişik Bağlantılar’ın İz’i

sürdülebilir.

(Bir Soru üzerine Dewâm eden Qısım)

Eğer Cennet’teki o Lahm-ı Tayr’ın Dünya’daki Karşılığı, Somut gerçekleşen

Karşılığı nedir? Tih Sahrası’nda Mûsâ’nın Kuşları’dır. Mûsâ’nın Kuşlar’ı; ‘Mısır’a biz

alıştık’, Sömürgecilik Rûh’u, Kölelik Rûh’u, Baklası’ndan, Nohutu’ndan,

Sarımsağı’ndan, bir sürü leziz nimetler’le hatırlıyor Mısır’ı ( Şehr’i, Site’yi,

Uygarlığı). ‘Ey Allâh’ın Belası’ diyorlardı Mûsâ aleyhi’s-Selâm’a. ‘Bizi getirdin, Ööl’e

attın. Hepimizi Bedewî yaptın. Özgürlüğün Bedel’i bu mu? Aç kaldık, Susuz kaldık.

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

33

Biz ne ile doyacağız? Gök’ten Kuş göndermeyin bize (Menn ve Selwa) onunla

yetinemeyiz. Taam-ı Wâhid’le. Biz tek bir Taam’la yetinemeyez. Biz Eskisi gibi

Çeşitlilik içinde yaşamak istiyoruz.’ Mûsâ aleyhi’s-Selâm’ın kullandığı Hitab, ‘İhbutu

Mısran’ olur. ‘Öyle mi diyorsunuz. Siz Özgürlüğü değil Köleliği mi Tercih

ediyorsunuz?’ Ihbutu Mısran; yani ‘hadi düşün’ diyor, ‘Mısır’a inin’ diyor.

Yani Mısır’a gitmek, Şehr’e gitmek, o Zaman’ın Roma’sına gitmek, Newyork’una

gitmek (düşmek) oluyordu. İşte İhbut’un Olumsuz kullanıldığı yer burasıdır. O

Çöl’deki Bâdiyet ise tam tersine Çöl’de ortaya çıkan bir Medeniyet’tir. Yine Kuşlar’ın

beslemiş olduğu Medeniyet’tir. Diğeri ise Buzağı’nın beslediği Medeniyet’tir. Yine

Engerekler, yine hıntar, yine diğer Hayvan Sınıf’ı içerisinde vardır. Baqara’yı

kesmeleri mesela ı Qıssa’da anlatılmıştır. Buzağı’ya Sevgi’si Qalpleri’ne çizilmiştir.

Buzağı ve Baqara Mısır kültürü’ndeki bir Uygarlık Dini’dir, Töreni’dir. Kendi

Gelenekleri’nden kopmuşlardır maymunlaşmışlardır. Onları tapınmışlardır ve

Buzağı Sevgisi içlerine içirildi diyor. Onsuz yapamıyorlar. Çöl’e gelseler kaçsalar,

Özgürlüğe Da’wet etseler o onlarla beraber buyruluyor. Bir türlü özgürleşemiyorlar,

Özgürlüğün getirdiği Şey’e bir Layık değillerdir. Orda Mısır Şehir, o Wâdi’ye tam

Ters bir yere konumlandırılmış, Farqlı bir Yer’e oturtulmuştur.

Ihbut Kelimesi’nin Hz. Nûh’un Qıssası’nda Cûdi Dağı’a Geçiş’te de

kulanıldığını görürüz. Onlar Cûdi Dağı’na Ihbut etmişlerdir mesela. Şimdi Gemi’de

yer alanlar kimlerdir? Kurtulanlar... Olumsuz olanlar dışarıda kaldılar. Öyleyse

Gemi’de olanların Cûdi’ye ihbut etmelerindeki bir Azarlama, Tahkir, Sürülme

Mânâ’sı olamaz. Tam tersine Waqit dolmuştur ve belli bir yere yerleşmişlerdir. İşte

Nûh’un Cûdi’ye İhbut’u nasıl bir İhbut ise Âdem’in de Dünyâ’ya İhbut’u öyleseine

bir İhbut’tur (Sürgün ve Kovulma değildir). Ama Şeytân’ın Dünyâ’ya İhbut’u,

Mûsâ’nın Dili’ndeki İsrailoğulları’na söylediği, ‘Mısır’a ihbut edin, inin’ dediğindeki

‘siz ancak buna Layıksınız ‘dediğindeki hâl’dir. Evet Âdem de İhbut etmiştir İblis de.

Ama İblis’in İhbut’u, Mısır’a İhbut’taki İhbut gibidir. Âdem’in İhbut’u Nûh’un

Cûdi’ye Geçişi’ndeki gibi bir İhbut’tur. Yerleşme alan’ı açması Mânâsı’nda

kullanılmaktadır. Kokmadık kendimize döndük ve Bağımsızlığımız’ı elde ettik.

Cennet Watan’a kavuştuk. Bağımsız diye adlandırılan dönemin sonrası böyle mi

okumamız lazım. O ‘başarılabilmiş bir Şey’ midir? ‘O başarılabilmiş bir Şey’ olsaydı

bu Şâir bu Memleket’te yaşardı. Barışık olabilirdi, yaşayamamıştır, Tutsak’tır. ‘Bütün

Varlığımı alsa da beni Watanım’dan Cüda etmesin’ diyen Şâir Watan’ı dışında

yaşamaya Mecbur’dur. Ölüm’den birkaç Ay sonra Watanı’na gömülmek Arzu’su ile

dönülmüştür. Boykot etmiş olduğu bu 10 Yıl’da yaşadığı Tutsaklık Dönemi’dir.

Kuş’un Özgür olmadığı Dönem’dir. Rahatsızlık duyduğu bir Dönem’dir. Demek ki

İstiklal Savaşı’ndan sonra kazanılan bir Yurt/Cografya da yoktur. Kazanan yine

Avrupa’yı biçimlendiren, Sınırlar’ı ortaya çıkartan İrâde’dir.

Ve Türkiye’de yeni kurulmuş olan Avrupa’daki bir Ulus Dewlet olarak İnşa

edilmiştir. Ulus Dewlet Ümmet içinden çıkartılmıştır ve Ümmet tukaka’dır. O Büyük

Âidiyet’in adı’dır. Ulus ise Adam olmanın, Uygar olmanın, Medineleleşme’nin,

Roma’nın bir Parça’sı olmanın Âlametler’i olarak kurulmakta ve kurgulanmaktadır.

Ümmet’ten olsa geçerken bu Büyük Çap’daki Dönüşüm; bunun Ferdi Alan’daki

Dönümüşü’mün Karşılığı ne olacaktır, Teba olmaktan Birey olmaya dönmektir. Teba

olmaktan /Kul olmaktan Watandaş olmaya Terfi etmektir. Yine Kulluk/Watandaşlık

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

34

Roma Watandaşlığı, Avrupa Uygarlığının Parça’sı olmak yükselen Değerler’i

oluşturmaktadır.

Oysaki Cumhuriyet’in kurucu olması gereken Rûhu’un Yazar’ı, Medeniyet’e ‘Tek Diş’i

kalmış Canavar’ demiştir. Medeniyet Modernizim Mânâsı’nda kullanılmaktadır. Ama

Canavar Protezler takmıştır, Takma Diş’le bugün hâla ısırabilmektedir. Şimdi

gerçekten bu Coğrafya’da Kulluk’tan çıkan, Watandaş olmanın Erdemi’ne eren,

Devşirme Kuşaklar yetişmiştir. Bu sayede ABD-i Tâğut, Maymunlaşma, Küresel

Sistem’e Entegre olma Sürec’i hızlanmış Quwwet kazanmıştır. Sürec sonra bir başka

Şey emredecektir, bugün Ulus olmakta

Kaka’dır.

Deniliyorki artık Küresel bir

Çağ’da, Büyük Topluluklar’la yaşamamız

lazım. Türkiye Ulus Dewlet’ten çıkıp,

Avrupa Birliği’ne, Avrupa Ümmeti’ne

İltihak etmelidir. Bu nedir, tam anlamıyla

bir Medeniyet Değişim’i.. Önce bir başka

Ümmet’ten çıktınız, Ulus oldunuz. Bu bir

Parantez Dönemi’dir, Fetret Dönemi’dir.

Tamamlanmasını istenen Süreç nedir,

Ulus Dewlet’ten diğer Ümmet Milleti’ne

İltihak etmektir. Ama Devşirme Zihni’ne

göre ortada iki Medeniyet yoktur ki zaten

Tek bir Medeniyet vardır. Yeryüzü’nün

Ehl’i olan vardır, vahşi olanlar vardır.

Ehl’i olanlar sizi Ehlî ediyorlarsa,

uygarlaştırıyorlarsa, sizin İyiliğiniz için

yapıyorlar. Onlar doktor, siz

Hastalarsınız. Tedawi’yi tamamlamamız gerekiyor.

Ama Kuşlar Özgür olmak isterler. Özgürlüğün Kıymeti’ni bilelim.

Ihbut Kelimesi’nin Hz. Nûh’un Qıssası’nda Cûdi Dağı’a Geçiş’te de kulanıldığını

görürüz. Onlar Cûdi Dağı’na Ihbut etmişlerdir mesela. Şimdi Gemi’de yer alanlar kimlerdir? Kurtulanlar... Olumsuz olanlar

dışarıda kaldılar. Öyleyse Gemi’de olanların Cûdi’ye

ihbut etmelerindeki bir Azarlama, Tahkir, Sürülme

Mânâ’sı olamaz. Tam tersine Waqit dolmuştur ve belli bir

yere yerleşmişlerdir.

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

35

III. BÖLÜM

MAQARR-I ULEMÂ QAYSERİ

Qayseri (Medine’nin Kapılar’ı)

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

36

3 . B ö l ü m : M a q a r r - ı U l e m â / Q a y s e r î Diyâr-ı Rûm: Bilâd-ı Kayzer/ Mülk-ü Qostantiniyye

MEDİNE’NİN KAPILAR’I YA DA MEDENİYET’İN QAYSERİ

Şehir ve Kapı arasındaki Bağlantı’dan bahs’etmiştik. Ümmü’l-Qur’a olan

Mekke ve Medine’nin Kapılar’ı ise Medine’nin Kuruluşu’ndaki İlkeler’in Mâkes

bulduğu Şehirler’dir. Eğer o Şehir’den Ümmü’l-Qur’a’ya giden bir Yol var ise, orada

Medine’nin Kapısı’ndan bahs’edilebilir. Qayseri de Medine’nin Kapıları’ndan biri

olma Şerefi’ne erenlerden.

Qayseri’nin Târih’i Fir’awunlar Dönem’i kadar dayanır. Aynı Dönem’in

Asur Ticâret Kervanlar’ı Qayseri Kanuş-Karum’da Koloniler kurmuştu. 5.000 Yıllık

bu Ticâret Merkez’i, belki Tufan.

M.Ö.2000’lerde Hz.İbrâhim, Harran’dan Dönemi’ne Tanık’tır Qudüs’e,

Mısır’a oradan tekrar Qudüs’e, Mekke’ye ve sonra yine Qudüs’e Yolculuklar yapar.

Bu 4 Bölge Tîn Sûresi’nde geçen 4 Coğrafya’dır. Hz.İbrahim sâdece buralara değil,

Ewlâdlar’ı Aracılığı’yla Anadolu’ya da Geçmiş olmalı. Mezopotamya Kökenli

Halqlar, mesela Asur, Bâbil, Akkadlar, Urlular, Amurrular, Urartular

Anadolu’da Hititler ile Yakın İlişki kurdular.

Hititler’den sonra, Balkan Kökenli Frigler Zamanı’nda (MÖ.750-300)

Erciyes’in Etekleri’nde Mazaka Önem kazanıyor. Mazaka’yı Kafkas Kökenli

Kimmerler 676’da ele geçiriyor. Kimmerler’in Asur ve Lidyalılar Tarafı’ndan

Mağlub edilmesi ile, Mazaka Yoğun bir şekilde Pers Göç’ü alıyor. 349 Sene Hüküm

süren Kapadokya Ermeni Krallığı’nın Başkent’i de Mazaka’dır. Romalılar, Finike

Eyâleti’ni İşgal ettikleri gibi, Kapadokya Eyâleti’ni de Süreç içinde İşgâl ettiler.

İmparator (Kayzer) Tiberius (ö.16)( Zamanı’nda Romalılar burayı ele geçirdi.

Sezar Ünwanlı Tiberius Adı’na Şehr’in Ad’ı Kayzeria olarak değiştirilmiştir.

Hz.’İsâ’dan Kısa bir Süre önce Julius Sezar’la (ö.MÖ.44)( birlikte Roma,

İmparatorluk Hâli’ne gelmiş ve sonraki Krallar, Sezar Ünwânı’nı İmparator

Anlamı’nda kullanmış. Sezar İsm’i Doğu’da Çar ve Kayzer Şekli’ni alacaktır.

“Sezar’ın Haqqı’nı Sezar’a…”81 dediği İddia edilen Hz.Îsâ, Qayseri’ye Adı’nı veren

Tiberius ve Selef’i Augustos Zamanı’nda yaşamış olmalı. İsa a. için Fir’awun’un

yerini alan Kişi, işte bu Sezar Augustos ( 19 Ağustos 14)( ve Tiberius’tur.

İlk Zamanlar’dan itibaren, hatta Câhiliye Dönemi’nde bile, Meliku’r-Rûm,

Azîzu’r-Rûm yanında Kayzer Adı’nı da görmekteyiz. Kayzer Adı’na kurulan

Şehirler arasında İskenderiye’de, Filistin’de vb. rastlamaktayız. Yine Büyük Çarşı-

Pazar, Saray, Bedesten için de Kayzer Ad’ı kullanılmış.

Romalılar’ın Hıristiyanlaştığı Dönemler’de de Qayseri Önemli. Mağaralar’ı,

Yeraltı Şehirler’i ile İlk Hıristiyanlar’a Sığınaklık etmiş Kapadokya Bölge’si ve

81 Matta 22/21

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

37

Qayseri Hawâli’si. Pagan Konstantiniyye’den Hıristiyanlar’ı saklar Qayseri.

Hıristiyanlaştıktan sonra da, Mezhepçe yine İstanbul’un Karşısı’ndadır.

İslâm’dan önceki 400-600 Yılları arasında Qayseri’de Ermeni-Rûm

Karışım’ı bir Halq vardır. 611 de İmparator Hırakl (Heraklius), Wahy’in 2.Yılı’nda

Qayseri’den geçmiş. Sasanîler’le savaşmış. Rûm Sûresi’nin İşâret ettiği 610-632’li

Yıllar. 15 Yıl kadar Anadolu ve Ciwârı’nda kalmış. Nihâyet 627 Yılı’nda Ninova

Savaşı’nda Sasanîler’i Mağlub etmişti. Qudüs’ü Sasanîler’den geri almasının

Şerefi’ne, Qudüs’te bulunduğu sırada Hz.Peygamber’in İslâm’a Dâ’wet ektub’u

kendisine ulaştırılmıştı.

Siyer’de İmru’l-Kays (ö.545)( İsimli bir Şâir’den bahs’edilir. Muallaqa-yı

Seb’a’da Şiirler’i olan Câhiliyye Dönem’i Büyük Şâir’i.. Hadramut’ta bir Prens iken,

Çeşitli Kargaşalar Sonuc’u İstanbul’a, Justinianus’a (ö.565)( sığınmıştı. Ancak

Anadolu’ya doğru Yol’a çıktığında zehirlenerek, bir Riwâyet’e göre, Qayseri

Ciwârı’nda öldü. Hz. Ömer Zamanı’nda Müslüman olan bir Câhiliyye Şâir’i de

Qayseri’den geçmiştir. Mezarı’nın Ali Dağı Ciwârı’nda olduğu söylenir.

Hz. Osman (ö.656)( Zamanı’ndan itibaren Anadolu’ya Sahâbe Geçişler’i,

Qayseri’ye de uğramaları, Kısa Süreli de olsa bazı Mahaller’de Güç ve İqtidar

kazanmaları olmuştur. Qayseri’de Hz.Osman’ın Komutanlar’ı vardır. İstanbul’a

Geçiş Yolu’nda Sahâbe’den, Tâbiûn’dan nice Komutanlar vardır.

Qayseri, İstanbul Yol’u demek. Sahâbe’nin bildik Güzergâh’ı.. Müslüman

Qayseri Târihi’ni nasıl Danişmentliler’den başlatırız? Buradan bir çok kez

İstanbul’a Akınlar olmuş, Ebû Eyyüb el-Ensârîler (ö.672)(, Ebû Zerr Gıfârîler

(ö.652)( buradan geçmişti.

Şehirler’in Özel Adları’ndan başka Künyeler’i, Sıfatlar’ı da vardır. Mesela

İstanbul’a “Pây-i Taht”, “Bâb-ı Âli”, “Der Saadet”, “Dârü’s-Saade” gibi Künyeler

veririz. Peki, daha Sahâbe Dönemi’nde Qayseri’nin Künye’si nedir?

-“Dârü’l-Feth”. Feth’in Kapı’sı, İstanbul’un Feth’i için Geçiş ya da Giriş Yeri’dir.

Yine Payitaht gibi bir Künye olarak, belki Melikgaziler’le Alaqalı’dır,

“Dârü’l-Mülk”te denmiş.

Müslüman Türklük Öncesi’nde, Qayseri’nin Türklük Târih’i de vardır.

Pagan Roma Dönemi’nde, Hazar üzerinden gelen bir takım Hıristiyan Türkler

Qayseri’de bulunmuş. Ermeni ve Rûm Nüfus yanında bu tür Hıristiyan Türkler’in

İslâm Öncesi Dönem’de yerleşmiş oldukları düşünülüyor. Karaman Türkler’i

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

38

denen bu Orta-Erken Dönem Hıristiyan Türkler’i 1000 Yıl’dır korumuşuz, ta ki

Lozan’a kadar.

1067’de Qayseri, Niksar, Konya’nın Fethi’nden sonra, 1071 Malazgirt

Dönüm Nokta’sı olmuş. 1080 İzmit’in Feth’i ile, İstanbul’a dayanmış bir Selçuklu

Güc’ü, ardından Danişmentliler’in Fetihler’i ve Haçlı Ordu’su Karşısı’ndaki

Direnişler’i sürmüş. Selçuklu, Beylikler’i Haçlılar’a karşı Organize etmiş ve

Anadolu Serhât Kentleri’nden olarak Qayseri bir Direniş Kent’i olarak Temâyüz

etmiş. Anadolu Selçuklular’ı Haçlı Seferler’i ile Moğol İstilalar’ı arasında sıkışıyor.

Qayseri’nin İstiklâl Harbi’nde pek Tehdit’le karşılaşmadığını biliyoruz, ama geçen

1000 Yıl’ın Başı’nda en Önemli Serhat ve Direniş Kentleri’nden biri idi.

Ala’ed-Dîn Keykubat )(1221-1237)(, Yazlık Başkent olarak Alanya’yı

(Sultân’ın İsmi’ne izâfeten Alâiye), Kışlık Başkent’i de Konya’yı İmâr eden Büyük

Sultân. Qayseri’nin 2.Yardımcı Başkent gibi bir Konum’u var. Konya’dan sonra en

Önemli Şehir olarak Qayseri’de Sivil-Dinî Mimârî çok gelişmiştir. Keykubat’ın Eş’i,

Müslüman olmadan önceki İsm’i ile Huant Hatun (ö.1254 sonraları)( (Mahperi

Adı’nı Müslüman olunca aldı), Hunat Cami’sini yaptırıyor. Selçuklu Nizâmiye

Medreseler’i, aynı Yapıları’yla Dewâm etmiş bu Dewir’de.

Sultân Baybars (ö.1277)( Moğollar’ın Selçuklu’yu sıkıştırdığı bir

Zaman’da Yardım’a gelmiş ve Moğollar’a karşı Başarılı olmuş. Qayseri’de bir Hafta

kalıyor. Yedi Cami’de Farsça Büyük Mewlidler, Şölenler düzenleniyor. Şehr’in

Güzelliği’ne Memluklular Taaccüb ediyor. Mescid Ahâli’si anlayarak bu Mewlîdler’i

dinliyormuş. Mewlânâ’nın (ö.1273)( Mesnewî’yi Konya’da Farsça yazması, demek

ki o zamanın Wâqa-yı Âdiyeleri’nden idi. Anadolu’dan önce Horasan, Harezm

Bölgeler’i Moğol İstilâ’sı ile karşılaşıyor. Türkçe konuşan Horasan Erenler’i gibi,

Fârisî Ulemâ’dan da pek çok Kimse Anadolu’ya kaçmış ve geçmiştir. O zamanlar

Anadolu’suna Fârisîlik Uzak bir Durum değildir. Karamanlılar’ın Farsça’yı

önlemesi, Çarşı-Pazar’da konuşularak genelleşmiş bir Durum’a Müdâhale’dir. O

halde Qayseri’nin Etnik Yapısı’nda, Peştun, Tacik, Farsî Etki’yi de görebiliriz.

Yavuz Selim Zamanı’nda Qayseri artık iyice Osmanlı Şehr’i olur. Konya

Sancak olarak daha Geniş Yetkileri’ni sürdürürken, Qayseri, Sivas Sancağı’nın

Liwa’sı olmuştur. 1914’te Sivas’tan bağımsızlaşıyor. 1921’de Kısa Süre bazı

Bakanlıklar Qayseri’ye gelmiştir. Başkent’i Qayseri’ye taşıma Planlar’ı, Qayseri

Lisesi’nin Parlamento Bina’sı olması İhtimal’i daha sonra gerçekleşmeyecektir.

Yavuz Selim’in Çaldıran Seferi’nden(1514) sonra Qayseri bir daha

Osmanlı Hâkimiyeti’nden çıkmadı. Celâli İsyânlar’ı, Yeniçeri Ayaklanmalar’ı oldu

ama, Qayseri artık hep Osmanlı’dır.

Selçuklular Zamanı’nda Şehr’in İslâmi Dokusu’nun Örülmesi:

Türkmen Boylar’ı arasında Yesewîlik üzerinden Âhi Evran (ö.1261)(, Hacı

Bektaş (ö.1271)(, Baba İshâq Kefersudî (ö.1240)( Etkiler’i vardır. Âhilik, Ticâret

Ahlâqı’nı yerleştiren bir Tariqât. Nitekim Qayseri, Roma, Ermeni ve Selçuklu

Dönemleri’nde hep Ticâret Merkezi’dir. Esnâf Yapı’sı üzerinde Âhi Evran’ın

kurduğu Örgütlenme, Ocak-Loca’dan İcâzet almayı ve Meslekî Ahlâq’ı

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

39

yetkinleştirmeyi hedefliyor. Esnâf Örgütlenmesi ile, Uzlet ve Halwet’i değil, Şehir

Hayâtı’nı önermiş oluyor. Meclisler, Sohbet Gelenekler’i, Şeyh-Usta-Çırak Kardeşliği

(Âhilik) kuruluyor.

Bacıyân-ı Rûm, Âhiliğin Kadınlar’a Yönelik Örgütlenmesi’dir. Aynı Zaman’da

Gönüllü Savaşçılar’dır. Teyakkuz halinde Süwârî Birlikler’i oluşturulur. Atıcılık, Silah

Kuşanma Ta’limler’i yapılır.

Mewlânâ, Türkmen Tariqâtlar’ı ile Aynı Metod’u benimsemiyor görünüyor.

Moğollar’ın zamanla içimizde eriyeceğini öngörüyor. Bunda da Haqlı çıkmıştır.

Demek ki Qayseri’de bir Etnik Etki de Moğollar’dan. Mewlânâ, Şehirler’deki

Yerleşik Düzen’in sürüp gitmesini istiyor.

(Ermeni-Rûm, Fârisî, Türk olarak, Yerleşik Hayat’ın Ni’metleri’nden ve

Sanatları’ndan İstifâde eden Zümreler, Moğollar’a karşı daha Ilımlı olmuşlardır.

Göçmen Türkmenler ise, Şehirler’in Ni’metleri’nden daha fazla İstifâde etme

Yolu’nda Gayri Memnuniyetsizlikleri’ni Moğol Karşıtlığı üzerinden sürdürdüler

Tez’i ne kadar Haqlı’dır?)

Âhîlik Kanalı’yla Qayseri, Ticârî Örgütlenmesi’ni Din üzerinden başarmıştır.

800 Yıl önceden Âhîlik Geleneği dururken,2010ler’in Kalkınma Hareket’i

Tüccârları’nın “Kalvinist” Yorumlar’da Qayseri için övünülecek hiçbir Husus

bulmaları Garâbet’tir..

Qayseri Dârü’l-Fetih olduğu gibi, Maqarr-ı Ulemâ’dır. Ulemâ’yı cezb’eden,

toplayan bir Yer olduğu açık. Reisu’l-Ulemâ’dan biri Dâwûd el-Qayseri’dir

(ö.1350)(. Konya ile beraber Başkent olduğu Dönemler’de, Seyyid Burhâne’d-Dîn

(ö.1244)( gibi Horasanlılar’ı cezb’etmiştir. Hem Yesewî Kanat’tan (Âhîlik gibi),

hem Bayramî Kanat’tan Somuncu Baba (ö.1412)( , İbrâhim Tennûrî (ö.1482)(

pek çok Sufî ve Ulemâ buradan geçmiş.

Osmanlı’nın Sermimâr’ı Mimâr Sinan (ö.1588)( Qayseri’dendir. Köken’i ister

Devşirme olsun, ister Türk olsun, her iki halde de Şehr’i aşan bir İftihar Menbaı.

Devşirme ise, Sınıf Ayrımcılığı olmadığı, Kâbiliyet, Ehliyet gibi Rasyonel ve Ahlâqî

İlkeler’in Yükselme’de Geçerli Akçe olduğunu yansıtır. 98 Yıl’da 400 kadar Eser,

hepsi O’na ait değil. Bunu bir Üstad’ın Öğrenciler’i Tarafı’ndan yaptırılmış, Marka

Eserler olarak düşünmek lazım. Bu Usûl ya da Marka ile başka Ustalar da çalışmış.

Mimâri’de silinmez Damga’yı Mimâr Sinan vurmuştur.

Osmanlı’nın olmazsa olmaz bir Cewher’i daha Qayseri’den; (Ticârî Ekonomik Ahlâq

Konusu’ndaki Localar’ı ile Âhi Evran Cewher’i..

Tertil Dersleri’nde Şuayb Peygamber’i ve bu Wesile ile Ticâret Ahlâqı’nı

konuşurken, Qayseri’yi ve Âhiliği atlayamayız. Burada Kalvinist Tabiat’tan

bahs’etmek ne kadar Abes ise, Mimârlık Odaları’nın “Hiram Ustalar’a” öykünmesi

de o kadar Abes. Mimâr Sinan’ın Ad’ı, Mahalle’den, Park’tan çok Üniversite’de

yaşamalı.

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

40

Hollanda’da 1500’lerde Mason (Taş Ustası- Mimâr) denilen Rönesans

Kurumlar’ı görülür. Kilise’ye Bağlı olmayan Free-Mason (Farmason) bu Örgütler,

aksine hiç de Özgür değil. Gizli Teşkilat Örgütlenmesi olarak, Süleymân Mescidi’nin

İnşâsı’nda Çalışma Azm’i İfâde edilmiş oluyor. Mimâr Hiram Usta, Latince Mason,

Yahudi olmayan bir Ecnebî olarak Ma’bed’in Yapımı’ndaki Mimâr’dır. Bu Durum

Qur’ân’da “Cinler’in Çalıştırılması” olarak geçer. 82

O Mimârî Yapı’nın Haqiqî Sâhib’i biz isek, Sur Kral’ı Hiram Usta83 ve Cinler

bizim için çalışmış olur. Yahudiler, Siyonizm Felsefesi’nde, yeniden Yahudi

Dewleti’nin İnşâsı’nda, Yahudi olmayan Mimârlar’ın Siyonizm’e Hizmet’i olarak

bunu değerlendiriyorlar.

Mimâr Sinân’ın Qudüs’e, Mescîd-i Aqsâ’ya Katkısı’nı düşündüğümüzde,

eğer o Devşirme bir Ecnebi ise, tıpkı Hiram Usta gibi bir Katkı’ya Tanıklık etmiş

oluruz (Teşbih her zaman hayli hayli Hata da barındırır) . Qubbetü’s-Sahra’da,

Ka’be’de yine, Mimâr Sinân Eserleri’ni görürüz.

Hacı Bayrâm-ı Welî (ö.1429)( .. Papa 16.Benediktus`un Skandal

Açıklamaları’nda Bayrâm-ı Welî Tekrar Gündem’e gelmişti. Osmanlı`nın Vassal’ı

olan Bizans İmparator’u II.Manuel Palaiologos (ö.1425)(, henüz Prens iken bir

Savaş Münâsebeti’yle Ankara’da bulunuyor ve Hacı Bayrâm-ı Welî’ye Misâfir

oluyor. Manuel’in tek Taraflı Hikâyesi’nde “Pers Müderris” diye geçen Kişi’dir O.

Akşemse’d-Dîn’in (ö.1459)( Şeyh’i, Somuncu Baba’nın Mürîd’i, Bayrâmiye

Tariqât’ı’nın Öncü’sü.

Bu Târih’te, Qayseri’de Yesewî Meşrebli Âhîlik Güç kaybetmiş ve artık

Mewlewî-Bayrâmî Meşrebli Tariqâtlar Hâkim olmuştu. Naqşîlik ise çok daha Geç

Târih’te, Sultân Abdu’l-Hamîd Zamanı’nda (ö.1918) Anadolu’da yayılacaktır.

Şehir’de 1600’lerde %9 olan Gayr-i Müslim Nüfus, 1800’lerde % 22’lere

çıkıyor. Müslüman, Ermeni, Rûm Mahalleler’i ayrı ayrı’dır.

Cumhuriyet Dönemi’nde 1970’lere kadar Nüfus’ta 100.000’li Raqamlar

yoktur. Ermeni ve Rûm Kiliseler’i Osmanlı Hoşgörüsü içinde hep Faaliyet Hâli’nde

olmuş.

82 34/es-Sebe 13 83 II.Samuel 5/11

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

41

Tımar, Has, Zeâmet Sistemler’i, Mütesellimlik Sistem’i burada da

uygulanıyor. Alaylı olarak Âileler, Ayânı’nı, Eşrâfı’nı oluşturuyor. 1600’lerden böyle

Köklü Âileler ve Reqâbetler var. Çapanoğlu Âile’si bunlardan biri. “Altından

Çağanoğlu çıkar” Atasözü onlar için söylenmiş. Tekstil, Boyacılık, Barutçuluk 300-

400 Sene önceye gider. Yine Pastırma-Sucuk Qayseri ile özdeşleşmiş, Asırlar

öncesine giden Gıda İmâlât’ı Örnekler’i.. Et’i Kokutmadan Saklama’nın Usta’sı olmuş

Şehir. Bir Şehr-u Lahm(?) (Beytu’l-Lahm)…

CAMİ-i KEBİR yanında Melik Muhammed Gâzî Qabr’i 84

……….

Buradan, Melikgazi’nin Qabr’i Başı’ndan Sultansazlığı’na geçmeden Önce

Karakürkçü Mahallesi’ne geçiyoruz. Rahmet yağıyor üzerimize.

KARAKÜRKÇÜ MAHALLESİ KUŞOĞLU EVİ’NDEN SULTAN SAZLIĞI’NA85

Bismi’llâhi’r-Rahmâni’r-Rahîm,

Sultân Sazlığı’na, diğer Adı’yla Kuş Cenneti’ne yapacağımız Kısa Ziyâretimiz

Öncesi’nde, buradaki Mekan’da da bir iki şey söylemeyi, bir Wicdan Borcu olarak

hissettim. Burası Arkadaşlar, Bizim Âilemiz’in Evi’nin bulunduğu Yer. Dedem’in

(İbrâhim Karakuşçuoğlu) Dedesi’nin (Kuşoğlu İbrâhim) bulunduğu Yer, bu

Mekan. Bu Binâlar da herhalde bir-iki Sene’ye kalmaz, tamamen yıkılacak, Eski

Qayseri’nin bu Alan’daki Bölgesi’nde de hiçbir Taraf kalmamış olacak.

Şurda yer alan bir Câmii vardı, Karakürkçü Camii, hala da var orda, ondan

dolayı burası Karakürkçü Mahalle’si idi. Burada 5-6 Tâne Mahalle var. Hepsini

birleştirdiler şimdi, Gülük Mahalle’si olarak adlandırıyorlar. Aslında Gülük

Mahalle’si, Gülük Câmii’nin bulunmuş olduğu Kısa Yer. Ve Gülük Câmii,

Danişmendliler’in Kurduğu Camii. Bu Bölge ve İskân da onlar Zamanı’nda,

Qayseri’nin İlk İskan Bölge’si, Danişmendliler Dönemi’ndeki Qayseri’dir burası.

Kurulduğu yer burası. Bu bakımdan gelmiş olduğumuz Câmi ile Bağlantısı’nı (Câmii

Kebir de Danişmendli Yapısı’dır ve Qayseri’nin Fâtih’i Melikgazi Türbe’si de

oradadır) Mahalle ve Ciwar üzerinden böylece kurmuş olduk.

Gideceğimiz Yer ile de Bağlantısı var, bu Mahalle’ye gelmemizin. Âile

Geçmişimiz ile alaqalı, beni biçimlendiren, Fikrî Yapım’ı kuran Şeyler’in, Qur’ân’la

berâber diğer Besleyici Yönler’i dışında, Özel Alanı’na giren Bölümü’ne dâirdir şimdi

söyleyeceklerim. Benim Dedem’in Ad’ı, İbrahim. O’nun Baba’sı da Mehmed, ve

O’nun Baba’sı da İbrâhim. Bu Ev, İbrâhim’in Dede’si olan, Büyük İbrâhim’in Ev’i.

Burası yıkıldı, 20-30 Sene önce vardı. Şu Yıkık Alan, şimdi Arazi olan Yer. Dewâm

eden, şu Ana Cadde’ye çıkan ara Boşluk var, orası, bir Harâbe Şekli’nde kalmış, Ufak,

birkaç Döküntü Taş Yığını üstü’ndeki Arazi var, O Binalar’dan kalan Yer olarak. Bu

Müştemilât, bizim Dedelerimiz’in Dedeleri’ne âit olan Yer. Daha Büyük olan

84 Nisan 2013 85 Nisan 2013

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

42

İbrâhim Dedemiz’in buradaki Nâm’ı, Kuşoğlu İbrâhim. ‘Ersözlü’ öncesi Qabile

Soyadımız, Karakuşçuoğlu idi. Bu Soyad’ın, Kuşoğlu Nisbet’i Dedem’den, Kara

Nisbet’i ise Karakürkçü Mahallesi’nden geliyor. Karakürkçü’nün Kara’sını

almışlar, Kuşoğlu Nisbeti’ni de alıp Karakuşçuoğlu yapmışlar. İsim çok Uzun

olduğundan, Kayıt-Kuyutlar’da Zorluk çıkarttığı için, oturmuşlar bunu Kısa bir İsm’e

dönüştürelim diye, bizim Ortaokul’a gittiğimiz Dönemler’de Ersözlü olmuşuz.

Bu Karakuşçuoğlu’ndaki Kuş Hikâye’si, benim Derslerim’de önemli bir

Motif, biliyorsunuz. O’nun Hikâyesi nerden kaynaklanır, şimdi onu söyleyelim.

Dedem’in Dede’si Rahmetli’nin (Seyyid Burhane’Dîn’in Ağuşu’nda yatıyor, orayı

Ziyâret’te Fatihalar okumuştuk Konya Kampı’ı Öncesi86) Kuşlar’a olan özel bir

Düşkünlüğü varmış. Aynı zaman’da Mahalle’nin Hayvanları’nın da, bunların

Besleyici’si, Hâmi’si, Sokak’ta kaldıklarında bunlara Ekmek veren, dağıtan, Kuşlar’a

Mahzeni’nde Yer açan, onları orada besleyen, onların çıkarttıkları Sesler’i, Allâh’ın

Zikr’i olarak algılayan, o anlam’da bir Kuş Dili ile, Kuşlar’la İrtibat’ı dolayısıyla,

Mahalleleri’nde böyle bir Ün kazanmış. Kuşoğlu İbrâhim, Dedemler’e böyle İntiqal

etmiş.

Evet, bizim Kuş Dili üzerinden Sembolizmimiz’de İbrâhim’in Kuşları’nı,

Dedem üzerinden bir İbrâhim olarak; gideceğimiz yer (Sultan Sazlığı) Açısı’ndan

da birkaç Sene sonra Eş’i Menendi kalmayacak bir Yer’den oraya kurduğumuz

Bağlantı’yı kuracak bir Ortak Nokta olarak bu Danişmend Mahalli’ne uğradık.

Kendi Âile Kökümüz üzerinden söylediklerim buna da Tanıklık etsin, Wicdan

Borcumuz’u ödeyeyim istedim. Kayseri’de bu Danişmendli İlk İskan Mahalli’nin,

henüz kaybolmamışken, içinde kaybolmayacak Hatırası’nı ve Hafızası’nı, Târih’in

Tanıklığı’na sunma Borcumuz’u böylece vermiş olalım. Rahmet olsun onlara da.

Birkaç Yüz Metre ötede, Aynı Cadde üzerinde Yükselen Modern Apartmanlar’ın

Balkonu’ndan (Yunusemre apt.) Hüzün’le bakacağım Safa Mektebi Etekleri’nde

eriyen Mahalle’ye.. Beled-i Kayseri’nin Azınlık Mahalleler’i üzerinden İmar etmek

istediği Eski Kayseri ve eriyen Karakürkçü Mahalle’si.. Hala içinde oturanı olan

Annem’den Dedem Cüzdancıoğulları’nın Torun’u Ahmed Şahin’in Ocağı… Dâwûd

el-Kayseri K.D.Derneği İznik’te Süleymân Şah Medresesi’nin birbir Kopyeleri’ni

burada yükselttirmeyi aql’der mi, Emek verir mi acep!. )

Ve Sultansazlığı Yolculuğu.

SULTAN SAZLIĞI -KUŞ CENNET’İ-87

Sultan Sazlığı’nda yapmayı planladığımız Konuşma’yı, ona Mücâwir olan bu

Alan’da, zâten Geniş bir Bölge’ye yayılmış bu Arazi’nin bir Bölümü’nde, burada

özetlemeye çalışalım. Gönül ne Kahve ister ne Kahvehane Deyişi’nde olduğu gibi,

Gönül yönelmek (Gönüllenmek) ister Kuş Bahane, diyerek konuşacağımız Şey’e

Wesile olsun, hatırlansın diye Sohbetimiz’i yapmaktayız. Arkadaşımız, ‘Sultan Ad’ı

nerden geliyor?’ diye sormuştu. Buranın MÖ.2000 Sene öncesine giden 4000 Yıllık

86 Nisan 2011 87 Nisan 2013

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

43

bir Geçmiş ile Kazılar’da Buluntular’ın olduğu gözüküyor. Hititler Dönemi’nde

III.Hattuşaş, onun Karı’sı (Tavananna) Puduhepa denen Kadın’a ait Kabartmalar

bulunmuş, Değişik Yerler’de yapılan Kazılar’da. Ve dolayısıyla buradan geçen Sultan

ve Sultâniyeleri, III.Hattuşaş’tan dolayı hatırlamış olalım. Sultâniye üzerinden de

Melike’yi hatırlayabiliriz. Hattuşaş, Hitti Kelimeleri’yle Hüdhüd Kelime’si arasında

Ses Yakınlığı’nı ve Kuşlar’la Münâsebeti’ni düşünürseniz bunu bir Wesile olarak

kullanarak bu Bahisler’de, Kuş, Hüdhüd, Melik ve Melike Bağlantıları’nı

kullanabilirsiniz.

Bölge 1970’lerde Milli Park hâli’ne getirilmiş, daha önceki Dönem,

enteresan, o Zamana kadar 20 Yıllık Politika ise, Bölge İnsanı’nın İsteği üzerine

buralar Bataklık olarak duyurulmuş ve kurutulması istenmiş, Islah edilmesine

yönelik bir İstek. Ve burayı besleyen Su Hawzalar’ı,Kanallar tıkatılıyor ve buranın

kurumasına Bataklık’tan çıkarılmasına ekilmeye Müsâit Yerler’e dönüştürülmesine

dâir, böyle bir Bilinçsiz Siyâset yürütülüyor. İşin peşine düşen bu İş’in Bilimi’ni

yapan Bilim Adamları’nın farq’ettiği ve farq’ettirdiği Raporlar’ın, buraya Dikkat

çekmeleri üzerine ise bu Wahim Yöneliş kapanıyor ve 70’lerde söylenildiği gibi,

Milli Park hâli’ne dönüştürülüyor. 300 Ciwarı’nda Kuş Türü’nden bahs’ediyorlar,

daha çok Su Kuşlar’ı denen türler. Kimisi burada Mekan tutmuş.

Evet, 4.000 Yıl Öncesine kadar giden Geçmişi’nde bu tür Kabartılar

bulunmuş. Bölge hem Develi hem Yeşilhisar, İncesu sonrası ve Yahyalı, bunların

Kesişim Alanı’nda bulunan bir Yer. Görüldüğü üzere 40 Yıllık bir Geçmiş ile Milli

Park İlan edilmiş olduğu bir Süreç

var. Bataklık olarak algılandığı bir

Dilim ile, Cumhuriyet’in bir çok

Şey gibi kurutmaya çalıştığı ama

buna rağmen yaşamakta ve

Hayat’ta kalmaya çalışan, direnen

bir Bölge. 300 Ciwarı’nda bir Kuş

Türü’nden bahs’ediyorsunuz. Bu

Sayı da bize Meşhur Simurg

Efsânesi’ndeki 30 ile Sembolize

edilen Şey’i yine çağrıştırıyor.

300’lü Raqam, bunları wesile

edebilecek bir Konuşma Zemin’i yapabiliriz. Bu Bölge’yi farq’edebilir, Şuur edebilir,

canlandırabiliriz. 2009 Yılları’ndaki Belediye Seçimleri’nde, bu Yöre’ye sizin

Parti’den o sırada buraya gelenlere söylemişinizdir herhalde, bu Bölge’nin Önem’i

ile alaqalı bu Konular Gündem’e gelsin vs. diye hangi Yönler’den bir Rapor Hâli’ne

dönüştürülebilir, hangi Yönler öne çıkartılabilir, bunlar konuşulmuştur. Yine aynı

Yıl yaptığımız 2009 Nisan’daki Kozaklı’da gerçekleştirdiğimiz Kamp, orda da Kuş

Tema’lı bir Sunum yapmıştım, “Kuş’lar’ın Dil’i” üzerine. Tabi o Zaman aslında

buraya gelip O Kamp’ı buraya bağlama Niyetim vardı ama, kısmet Elazığ Gezisi’ne

yerleştirmek üzerinde Nâsib imiş, onu da hatırlamış olalım.

2008 Hacc Sezonu’nda Arafat Bölgesi’ne gider iken, Dağlar’ın Eteği’nde bir

Alan gösterdiler, bu Alan’da Fil Muharebesi’nin gerçekleştiği, Fil Orduları’nın

burada Dağlar’ın Tepeleri’nden gelen Kuşlar’ın Helak ettiğini, oradaki Rehberler

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

44

anlatıyorlardı. Ordular, Filler ve yukarıda Kuşlar, bunların karşılaştığı Alan’da bir

yaşanmış olan Hikâye. Hz.Dâwûd’un bir Mekan üzerinde, Dağ Mekan’ı üzerinde

İnşâ etmiş olduğu Mescid, orda Kuşlar’la olan Rabbi’ni Zikri’ni okuruz Qur’ân’da.

Tabiatı’yla Kuş Sesi, onların toplanmış olduğu Hawza, buradan Allâh’a giden bir

Zikr’i yakalayabilmek için biraz “Şâir” olmak lâzım. Yani, İş’in Şuuru’nda olmak

lazım. Bastığın Yerler’i, taşımış olduğu Değerleri’ni, Târih’i içerisinde Değişik

Aşamalar’ı birbirine ekleyerek buluşacak bir Bağlantı’da değerlendirmek lazım.

Kuşlar’ın Yolculuklar’ı, Kış Yolculuklar’ı var, Yaz Yolculuklar’ı var. Yine Yol’da

gelirken tek başı’na duran, Elektrik Direği’ne konmuş olan bir Leyleği gördük.

‘Leyleği Hava’da gördük’ demek Ev’i terk etmek demek. Leyleğe “Hacı Leylek” deriz,

Yaz Ayları’nda Mekke’ye doğru Göç ettiği için. Göçmen Kuşlar, Göç, Muhâceret, bu

Muhâkeme Edebiyatımız’da epey bir Anlamlı Çağrışımlar, Zengin ve Değerli İfâdeler

vardır. Yaz, Kış Yollar’ı, Kuşlar’ın Güzergâh Değişimi’ndeki bir Alan olduğunu

Kaynaklar söylüyor, bu Bölge için bize. Yine, bu bize Qureyş Sûre’si işlemelerinde

bir Zemin olabilir, Wesile olabilir; Qureyş’in Yaz ve Kış yaptığı Yolculuklar, Mekke

Etrâfı’nda şekillenen, Mekke’deki Ebâbil Kuşlar’ı, bu Bölge’deki Yaz ve Kış

Kuşları’nın uğradıkları Alan, buradaki Göçler, onlar Wesilesi’yle Bataklığı korumak,

yani bir Dizi işlenmeye Hazır, Edebiyâtçısı’na İlhâm verecek olan, Ressamı’na İlhâm

verecek, Târih Bilinci’ne İlhâm verecek olan, Büyük Mantıqu’t-Tayr Edebiyâtı’nı

besleyecek olan, Anadolu’da Nâdir, Dünya’da Nâdir, Yerleşimler’den bir Tâne’si

diye okuyabiliriz. 40 Sene önce Heba ettiğimiz, tekrar canlandırabilmeye çalışılan,

ne kadar canlandırabilirsek artık, ki burayı Milli Park yapıp canlandırma

Ameliyesi’ne girişmiş olanlar, sadece Maddî, Fiziksel Yönü’nü canlandırabilecek.

Ama bizim gibi İş’in, diğer taraftan başka Yönleri’ni önemseyen Arkadaşlar

Açısı’ndan ise, buranın çok daha Derin Okumaları’na, bazı önemli Meseleler’in

konuşulmasına Zemin olabilecek Toplantılar’a Konu edilebilir olduğunu söylemiş

oluyorum. Bir Asr-ı Sânî Waqti’nde, Sindelhöyük’teki bu Cami’nin Bahçesi’nde

bunları paylaşıyoruz. Geçtiğimiz Mekan’la ilgili daha söylenecek çok Şey var, ama,

bu Günlük Hedefimiz’e bu kadar ulaşabildik. Geçmiş olduğumuz bu Mekan’da,

Sultan Sazlığı Ciwârı’nda söylenmesi gereken, Şuur edilebilecek Nirengi

Noktalar’ın altını böylece çizmiş olduk. Kalanlar’a Selâm olsun, diyerek Kuşlar’ın

Cıvıltılar’ı arasında Sindelhöyük Cami’si Bahçesi’nde yaptığımız bu Söyleşi’yi

noktalandırıyoruz.

Sultan Sazlığı Kuş Cenneti’ne Yolculuğumuz’da Yaz’ı ve Kış’ı birlikte

yaşadığımız Süwari Birliğimiz, ancak Yoğun Dolu Yağış’ı, Yağmur ve Fırtına’nın

Aqabinden, belki de Yanlış Yollar’dan gittiğimiz için Çamur’a saplanma gibi

Tehlikeler’i atlayarak, şöyle Uzak’tan Selamlama ile yetiniyoruz. Bu Konuşma’yı

yapmaya Wesile olacak Sindelhöyük’teki Bahçe’nin Kuşları’na Selam edip, ‘Yolcu

Yolu’nda gerek’ diyerek Erciyes’e doğru Rotamızı çeviriyoruz. ‘Selam size Hacı

Amcalar, Hacı Leylekler’… )

Anlatıcı:

19 Nisan 2013 Cuma Gün’ü, Dâwûd el-Kayseri Derneği Önü’nden Gece’nin 23’ünde

Elazığ’a gitmek üzere Otobüs’le yola çıktık. Otobüs neredeyse tamamen dolu. Uyku ve Uyanıklık

arası, Yağmur altında bir Yolculuk Sonrası Sabah Namazı’nı planladığımız şekilde Malatya’da kılmak

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

45

üzere Sabah Ezanla’rı Eşliği’nde Merkezi bir Ulu Camii arayışımız Sonuç verdi ve 100 Yıllık bir

Osmanlı Camisi olan Malatya Yeni Camii’nde Sabah Namazı’nı Eda ettik.

Bir Saat sürecek Elazığ Yolculuğumuz’a Sabah Serinliği’nde Dewâm edip Maraton Otel’e

ulaştık. Kahvaltı Esnası’nda diğer Şehirler’den gelen Arkadaşlar’la beraber Elazığ’da bize

Mihmandarlık edecek Arkadaşlarımız’la buluştuk.

Kahvaltı Sonrası IX.Tenwir Kampı’nın İlk Programları olan Panoramalar için Otel’in

Toplantı Salonu’na geçildi. Tenwir Derneği Proje Sorumluları’ndan Mustafa Özenoğlu, Mustafa

Ersözlü, Beşir Utlu ve Osman Gerçek’in Sunumları’ndan sonra Öğle Namazı’nı kılmak üzere Kent

Merkezi’ndeki Târihi İzzetpaşa Camii’ne gidildi.

Anlatıcı:

Kamp Öncesi’nde Kayseri’de verilen ilgili Seminerler’i aktarmak için ara vermiştik. Şimdi

kaldığımız yerden, “2.Bölüm” diyerek Dewâm ediyoruz. Kimi Yerler’de tekrarlar olabilir ama, burada

hepsinin dışında özellikle Dikkat çekeceğimiz Husus, “Haq ile Bayram” Konu’su üzerine olacak. Haq

ve Bayram Kelimeleri’ni Osmanlı’da ve Modern Dönem’de kimi Örnekleri’yle, Seçmeci bir Algı ile ele

alacağız. Algı’da Seçicilik ile öne çıkaracağımız Kesitler, buradaki Kazanç’ı gösterecek. Ankara’nın

Kurucu Unsurları’nı, Hafızası’nı Hatırlatıcı bir Tefekkür Saat’i ile bizim de Kazancımız olarak Şehr’e

Weda ederiz İnşâallah.

‘Haq’ ile Bayram Etmek’ Konulu Tenwîr Kampı’nın VII.nde Ankara Yolculuğu Öncesi, 27

Nisan Cuma Gün’ü Cuma Namazı’nı Kayseri İbrâhim Tennûrî Mescidi’nde İhyâ ettikten sonra,

İbrâhim Tennûrî üzerinden, Mewlânâ ve Hacı Bayram Bağlantıları üzerindeki Değerlendirmeler’i

Kemal Ersözlü,Tennûrî Mescidi’nin Son Cemaat Mahali’nde gerçekleştirdi.

‘…

İbrâhim Tennûrî Mescidi’ndeki bu Cuma Hitabesi’nden sonra, Mescid’e çok Uzak olmayan Kayseri

Lisesi’ne Ziyâret’te bulunduk. 100 Yılı aşan Mâzi’si ile Sakarya Muhârebesi’nde Son Sınıfı’nın

Tamamı’nı Şehîd veren Kayseri Lisesi’nin, İstiqlal Harbi’nde ve Sonrası’ndaki I.Meclis Dönemi’nde

Önem’i büyük’tü. Düşman Saldırı’sı Karşısı’nda Varlık Endişe’si yaşayan Ankara’daki Meclis’in bir

ara Kayseri Lisesi’ne taşınması kararlaştırılmış, bir kısım Eşyalar getirildikten sonra Düşman

bertaraf edilip Waziyet’e Hakim olununca bu Qarar’dan waz’geçilmişti.

Asırlık Çınarlar’ın bulunduğu Kayseri Lisesi’nin Bahçesi’nde Kemal Ersözlü Tarafı’ndan bir

Saat’e yakın, Ayak Üstü bir Seminer verildi:

‘…

TENNÛRÎ HİTÂBE’Sİ

Şehir Bağlantılı olarak, Mekanlar’ın Şahsiyetler’in, Târihsel Kesitler’in

Bağlantıları’nı kuruyoruz ki, çıktığımız Kentler’den vardığımız Mekanlar’a bir

Rahmet taşıyalım, onlarla beraber Rahmet yaşayalım Murat ediyoruz.

Gittiğimiz Mekanlar’da Târihsel Kesit’te Değer’i en Yüksek olan Mekan,

Qur’ân’ın Şâhitlik ettiği Antakya/Habibü’n-Neccâr Mekanı’ydı. Habibü’n-

Neccâr’ın Ruhâniyet’i altında onları hissetmeye çalıştım. Öldürülen ve Allâh

Yolu’nda Şehid edilen bir İnsan’ın Allâh Tarafı’ndan İkrâmlar’a Mazhar olduğunu

YâSîn Sûresi’nin 2.Sayfası’nda Rabbimiz bize hatırlatıyordu. YâSîn Sûre’si ‘Ölüler’e

işittiremezsiniz, Diriler işitir’ der, Ölü kimdir, Diri kimdir, bu Karşıtlığı orada

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

46

yaşayabiliyorsunuz. Allâh ‘Yolu’nda öldürülenlere ‘Ölüler’ demeyin’ diyen Qur’ân-ı

Kerîm’de, onlar ‘İşitmeyenler’ Sınıfı’na değil, tam tersine ‘İşitenler’ Sınıfı’na giriyor.

Habib’ün-Neccâr işitiyor, ama O’nu ‘Diriler’ işitmiyorlardı. Çünkü ‘Ölü olanlar’

onlardı. ‘Allâh Yolu’nda ölenlerin işittiklerinin Kanıt’ı oluyor, bu. Şehâdet, Tanıklık

etmek, sâdece Canı’nı Allâh’a vermekle Sınırlı bir Olay değil. Qur’ân-ı Kerîm

İnsanlar’dan yaşarken Tanıklık/Şâhidlik etmelerini istiyor. Ve Mü’minler Önderlik

ederlerse, Önderliğe Tabi olurlarsa, Sâbiqûn-i Ewwelîn olmak isterlerse, onlar

Ölümsüz’dürler. Bu anlam’da, Allâh Yolu’nda ‘Şehîd’ olarak Ömürler’i son bulmasa

da tüm Peygamberler aynı zaman’da ‘Şehîdler’dir. Canı’na

qasd’edilemeyen/öldürülmeyen Peygamberler’in şimdi Sağır olduğunu mu

düşünüyorsunuz? Onlara yapılan Salât-ı Selâm’ı, almadığını mı sanıyorsunuz?

Demek ki Şehâdet’in ‘ölmek’ dışında, Önderlik/Öncülük Anlam’ı da var.

Bu Coğrafya’nın İmârı’na İmânları’yla Tanıklık etmiş olan Kişiler’in

Maqamları’nda/Meqkileri’nde o Gizlenmişliğin içerisinde Arayışımız’ı

sürdürüyoruz. Ölüler kim, Diriler kim, biraz da tersi’nden bakmak gerekiyor. Ölü

olan Kimler, Şehâdetleri’yle ölenler kimler

bunları Sözkonusu edelim.

Allâh bizim Günahlarımız’a Mağfiret

eder, Hatalarımız’ı affeder, İyiler’den olarak

Yaşamımız’ı sonuçlandırmayı bizlere Nasib

ederse, ‘Kazanan İnsanlar’la –öğle

umuyoruz- Ebedî bir Dostluk yaşaya-

cağımıza inanıyoruz. İbrâhim Tennuri

öyledir, Hacı Bayrâm Welî öyledir.

Konya’da yaşadığımız, Kırşehir’de Peşi’ne

düştüğümüz ve Allâh Nasib ederse

gideceğimiz yerlerde Yâd edeceğimiz

Allâh’ın Mü’min Kulları’yla berâber olacağız.

Ölmüşlük olarak Târihsel Yaşlılığı olmuş olsa

da bu Mü’minler’in, Âhiret’te Yaş Farq’ı

olmayacağı için, Âdem a.ın Ewlâlar’ı aynı

Zaman Dilimi’ni aynı Yaş’ta yaşayacaklardır.

Bu Bakış Açısı’yla Dostluklarımız, Arka-

daşlıklarımız yaşadığımız Mekanlar’la Sınırlı

değildir. Büyük bir Âile’nin yaşayan

Bireyleri’yiz. Bu hâli’yle Allâh’a verdiği Söz’e Sadâqât gösteren ve ‘el-Emîn’olan ,

onların Dostluğu’nun, Dost olma Arzumuz’un Peşi’ne düşmüş oluyoruz. Ve bu

Şehr’in Geleceği’nin yeniden İslâm’la yoğrulması Muqadder olabilirse, bizim bu işte

bir Katkımız olabilirse bu İş’in Peşinde olmuş olanlar kimlerdir, bunları tanımalıyız.

İbrâhim Tennûrî üzerinden de Kayseri’nin önemli bir Kesiti’ni konuşmuş olacağız.

Bu Mescîd’in Bitişiği’nde Medfun, Beden’i buradadır. Ama Ruhâniyet’i, Bedeni’nden

de Özgür. Allâh bu Dostluklar’ın Selâmını-Sabahı’nı onlara işittirebilir. Onlar bizden

Uzak değillerdir, bizi görebilmekteler. Salât ve Selâmımız’dan bir Gurur Duyuş’u

Sözkonusu değildir. Ben Taswip etmiyorum. Şeyh olarak nitelendirilmelerinden bir

Şikâyetler’i varsa, bundan da bîhaberiz. Ama onunla ilgili, ‘Şâirlik’ Şiir, Şuur etmek

... Sembol, İşâret demektir. Sembol Kelimesi’ni

kullanmazsak, Âyet, Remz, İşâret diyebilirz. Qur’ânî Dil Açısı’ndan Âyetler demektir.

Mekan Allâh’ın Âyeti’dir, Meşâîr Allâh’ın Âyeti’dir, Ka’be Allâh’ın Âyeti’dir,

yaşayan İnsân bizzat Allâh’ın Wahyi’ne Tanıklık ederek ‘Âyet’ullâh’ Allâh’ın Âyetler’i olur. Bu Yönü’yle

hem Mekan ve hem de Zaman olarak İşâret

edilmesi gereken yerlere Şuur etmeye Çaba sarfetmiş

olacağız.

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

47

nasıl bir şeydir? konuşabiliriz Şâir, Herkesin göremediğini, görendir. Eşyâ-Zaman-

Mekan, Fâil, Mef’ûl Arasındaki Üst Dil’i görebilendir. Bağlantıları yakalayabilmektir

Şiir. Bunu yaparsanız, Kontakt kurabilir, buradaki Ruhâniyet’i hissedebilirsiniz ki

buradan Buluşlar, Buluşmalar halleri ortaya çıkar.

İbrâhim Tennûrî 1482‘de Dünyâ Hayatı’nı tamamlıyor. Dünya Yolculuğu’nu

Nihâyet’e erdirmiş oluyor. Zaman Kesit’i olarak yaklaşık 500 Sene Öncesine

götürmüş oluyor bizi. Onun yaşadığı Dönem’de Qayseri’nin Osmanlı’ya İltihaq’ı

gerçekleşmiş olduğu Dönem’dir. Öncesi’nde bu Topraklar Karamanoğulları

Egemenli’ğindedir.

1200’lü Yıllar’da Seyyid Burhâne’d-Dîn üzerinden, 1350 Yılları’nda

Qayseri’yi de aşan Boyutları’yla Dâwûd el-Qayserî üzerinden, ikisi arasına

yerleştirdiğimiz Âhî Evran Boyutları’nın yaşandığı Dönem’e götürmüş oluyor,

İbrâhim Tennûrî’nin Dönem’i.

Bu Kamp için de gerek buradaki Konuşmam’da, gerekse Ankara için

hazırladığım Konuşmalarım’da, bir Qısım Semboller’den yararlanarak, Sembolik

Okumalar’a da yer vereceğim. Sembol, İşâret demektir. Sembol Kelimesi’ni

kullanmazsak, Âyet, Remz, İşâret diyebilirz. Qur’ânî Dil Açısı’ndan Âyetler demektir.

Mekan Allâh’ın Âyeti’dir, Meşâîr Allâh’ın Âyeti’dir, Ka’be Allâh’ın Âyeti’dir, yaşayan

İnsân bizzat Allâh’ın Wahyi’ne Tanıklık ederek ‘Âyet’ullâh’ Allâh’ın Âyetler’i olur. Bu

Yönü’yle hem Mekan ve hem de Zaman olarak İşâret edilmesi gereken yerlere Şuur

etmeye Çaba sarfetmiş olacağız.

Bugun Eğitim Literatürü’nde kullanılan bir Kavram var. ‘Algıda Seçicilik..’

Bunu yapıyoruz aslında. İnsan’ın kendisi bazı Şeyler’i görmek ister bazı Şeyler’i

görmek istemez. Bazen Uzun geçtiğini düşündüğünüz ve sıkıldığınız Zaman’ın,

bazen çok Hızlı geçtiğini düşünürsünüz. Zaman aynı olsa da sizin Algılamanız’la

ilgili Uzun veya Kısa bir Zaman gibi İdrak edilebilir. Her bir Araştırmacı aynı

Biyografi üzerinden Seçiciliği ile Alaqalı olarak Farqlı Biyografiler çıkarabilir.

Okuduğum Şiirler’i üzerinden, görmek istediğim Taraf’tan bir

Anlamlandırma Çaba’sı içinde olduğum için, kendimce anlamlandırdığım bir Târih

Okuma’sı yapıyorum. Anlattığımız Sözleri’dir Naqilse eğer, anlattıklarımızı

anlattığımızca yaşamış olmaları ise muhtemel’dir. Menqîbeler böyle bir şeydir.

Menqîbeler, Normal Biyografi Yazım’ı değildir. Târihsel Gerçeklikler ötesi’nde

görmek istediğiniz Şey’dir, Hayat’ı bir başka Tür Yorumlama Tarzı’dır. İnsan’ın

kendi Dönemi’nde yaşamış olduğu Yaşantısı’nı, ondan Sonrakiler anlatırken, bu

‘Algı’da Seçiciliği’ yapıyorlar. Onun nasıl yaşamış olduğunun, Misyonu’nun, ortaya

koymuş olduğu Eserler’in, bulunmuş olduğu Konteks’le Bağlantıları’nı görmek

istiyorlar. Belki o Kişi’nin birebir yaşadığı Şeyler’i yansıtmasa da ondan Sonrakiler

Tarafı’ndan nasıl algılandığını yansıtır. Wuquu’ndan çok, Şuy’unu yansıtır. Ve Şuy’u

da Wuquu’ndan önemli’dir. Yaşamış olduğunun/Wuquu’nun Hesabı’nı herkes İlâhî

Adâlet Maqâmı’nda verecektir ama, Şuy’u onun Hayatı’nın Algılanış Biçim’i olarak

Sembolik’tir, Âyetler Dili’nde bir yer’i vardır.

Tertil Dersleri Kapsamı’nda yaptığımız Kamplar, okuduğumuz Âyetler’de

geçen Kelime ve Kavramlar’ın, Sözkonusu ettiğimiz Zaman, Mekan ve Şahıslar’ın

Hayâtları’nda Bağlantı kurarak, Tefekkürler’in Oluşum’u üzerinde bir Yürüyüş’tür.

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

48

Aynı Şey’i İbrâhim Tennûrî için de düşünebiliriz. 2012 içinde

bulunduğumuz Târihsel Waq’a ile irtibatlandırabiliriz.

Hz. Nûh a. Dönemi’ne bir Atıf’ta bulunalım. İçinde Çoğu Âilesi’nden oluşan

İyiler’in toplandığı ve Kötüler’in dışarıda kaldığı bir Gemi. Qur’ân-ı Kerîm’de bu

Gemi Olay’ı anlatılırken bir ‘Tennûr’ Kelime’si kullanılır. Ankebût Sûresi’nde, ‘Ve

Tennûr Fewerân ettiğinde’ , Tandır kızıştırıldı, Gemi Hareket etti Anlamı’nda bir

Kullanım’ı vardır. Bugünkü bildiğimiz Anlam’da Buharlı Gemiler gibi anlaşılmasa da

Soğuk Sel Sular’ı içinde günlerce süren bir Yolculuk Esnâsı’nda, içinde bulunanların

Isınma Maqsadı’yla ancak Evleri’nde olduğu gibi bir Çare’ye başvurduklarını

düşünebiliriz. Gemi’de Hayat’ın başlaması, ‘Ocağın tütmesi’ Anlamı’nda Tefsir edilir

bu Olay. Başlangıçta İ’tizal ettikleri Qawimleri’yle aralarının koptuğu, Ocakları’nın

tüttürebilecekleri yeni bir Dönem’e Yelken açtıkları bir Dönem’e Teqâbül ediyor.

Yani biz seni görüyoruz Duranlar ‘Gemi’yi gönderir’ veya ‘ağlayın Su yükselsin, belki

kurtulur Gemi’ diyen Şâir’in Algısı’ndaki bir başka Boyut geliyor. Günahları’ndan

İstiğfar için ağlayıp Gözyaşı Gökenler’in Gözyaşı Nehirleri’nde Kurtuluş Umud’u

arayan ‘Fewerân eden’ bir Çaba Şekli’nde Renkli Yorumlar da yapılır.

Dolayısıyla Simge’si ‘Tennûrî’ olarak anılan bir Şahs’ın, Qur’ân’da geçen bu

‘Tennûr’ Kelime’si Etrafı’nda düşünmemiş olması, Hayâtı’yla bir şekil’de

irtibatlandırmamış olması Muhal’dir. Nûh’un Gemi’si üzerinden bu ‘Tennûr’

Kelime’si ile ilgili olarak, İbrâhim Tennûrî üzerinde bir Çağrışım’ı, Bağlantı’yı

kurmak Gerekli’dir. Gemi’nin Fewerân etmesi, Gemi’nin yol alması Mânâsı’na

geliyor.

İbrâhim Tennûrî‘de doğduğu Yer’den yol almış, yaşayacağı Yer’e doğru.

Doğduğu Yer ve Yaşamı’nın Tamamı’nı geçirdiği Yer Qayseri değil. Onun Gemisi’nin

Fewêran ederek geldiği ve oturmuş olduğu Son Nokta Qayseri’dir. Meftun olduğu

Yer Qayseri’dir. Gemi’nin çıktığı Yer açısı’ndan, Sivas’ın Tennûr Köyü’nün Adı’nı

veriyorlar. Tennûr Adı’nın Önemli bir Gerekçe’si, Köy’ü ile ilgili olarak aldığı bir

Mahlas’tır. Tennûr Köylü İbrâhim Mânâsı’na geldiğini söylüyorlar.

Ansiklopedistler’in Tartışmalı bir Konusu’dur bu. Babası’nın Memleketi’nin

Amasya olduğu da söylenir. Sarraflık yapan Varlıklı bir Âile’nin Çocuğu. Babası’nın

Teşwiq’i ile İbrâhim’in İlim ve Şiir Aşk’ı birleşince, Eğitim Hayat’ı Konya’da

şekilleniyor. Mewlana Sarı Saltuk Adı’nda bir Müderris’ten Dersler aldığını, daha

sonra da oradan aldığı İcâzet’le Hunat Hatun Medresesi’nde Ders vermek üzere

görevlendiriliyor. Hunat Cami’nin yanındaki Medrese’de Ders yapma İmkan’ı

veriliyor kendisine.

Bu Medreseler birer Waqıf Binaları’ydı. Bu Waqfiye’yi waqf’eden

Kurucular’ın, Kuruluş Gâye’si olarak belirledikleri Yönergeler’i önemli. Buna

Muhalif bir Süreç Yanlış olurdu. Kurucular bu Medrese’de ‘Hanifi Fıqhı’ üzerine

Medrese Eğitim’i verilmesini kaydetmişler. Kaynaklar’a göre İbrâhim Tennûrî’nin

Şâfii olması dolayısıyla, Müderrisler’in bu Yönerge’ye ters davranamayacakları için

bir Sıkıntı vardı.. Böyle bir Gerekçe’yle, Mezhep değiştirmesi Sözkonusu edilemezdi.

Kendi Tercih’i ile Medrese’deki Görevi’nden Ferâgât ederek, Medrese dışı bir

Yapılanma ile Bağımsız Müderrislik Görevi’ni sürdürmek istiyor. Burası şu An

içinde bulunduğumuz Tennûrî Mescîd’i. Geçmişi’nde Zâhirî İlimler’e bir Yakınlığı

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

49

var ama Şartlar kendisini Halq’a daha Yakın bir Yer’e, İrfânî, İlimler’e yöneltmiş

oluyor. İştiyâqî, Arzu’su ve Süluku’nu burada geçiriyor.

Qur’ân-ı Kerîm’e olan İştiyak’ı ve onu dinlemeye olan Muhabbet’i, onunla

kendisini eşleştirmesi, anlatılan Olaylar’ı yaşar gibi içine girmişliği, onda Muazzam

Tesir İcrâ etmiştir. Tahayyül’ü Zor Şekil’de, kendisini Qur’ân Okuyuşu’nda

dizginleyemiyor. Okuduğu Wahy’in Ağırlığı ile Sara Nöbet’i geçirir gibi ateşlendiğini

söyleyenler, ona ‘Ateş’e dönen, yanan, Wahy’in Tesiri’yle Yanma Noktası’na gelen

Anlamı’nda ‘Tennûrî’ Wasıflandırması’nda bulunuyorlar. Tennûr Köyü’nden gelen

bir Adam’ın, Wahiy’le yakınlaşmasının doğurduğu bir Muhabbet de olabilir, bu Ateş.

Bu da bizi ona yaklaştırıyor ve Muhabbetimiz’i quwwetlendiriyor. Rasûlu’llâh’ın

Wahy’i alırken yaşadığı Hadiseler’i, İbrâhim Tennûrî, Wahy’i okurken yaşıyor.

Tennûr İsm’i Öncesi’nden

Babası’nın kendine taktığı İbrâhim Ad’ı

üzerinden de Sembolizm’e Dewâm

edebiliriz. İnsanlar İsimleri’yle Uyumlu

olmak, İsimleri’yle Müsemma olmak

isterler. Biz kendi İsm’i üzerinden bu

Bağlantılar’ı kurarken, herhalde kendisi

bunların çok daha Fazlası’nı Tefekkür

etmiş olmalı. Qur’ân-ı Kerîm ‘Gemi’de

taşıdıklarımızın’ Soyu’ndan diyerek

Nûh’u İbrâhim’e bağlar. Qur’ân, ‘Ulu’l-

Azm’ Paygamberler Sıralaması’nda

Nûh’tan sonra İbrâhim’i zikr’eder. Yani

Ulu’l-Azm Peygamberler’den Nûh’u

Tennûr İsm’i üzerinden İbrâhim’i bulur.

İkinci Peygamber, İbrâhim’le Adaş’tır.

Bu da onun Siyeri’ne Muhabbet

oluşturacak şekil’de daha Derinlikli

okunur. İbrâhim a.’ın atılmış olduğu

Ateş üzerinden de bir Tennûrî Bağlantısı

kurulabilir. Yanan Ateş’e atılan Hz.

İbrâhim, Allâh Tarafı’ndan Ateş’e ‘Serin

ol’ dendiği için kurtuldu. O Wecd Sâhibi

İnsan, İsm’i üzerinden bu bizim

hissettiğimiz Bağlantılar’ı yaşamış

olmalı. Medrese dışında kalmış ve burada İrfânî Eğilimler’i artmış bir Adam,

Sukûnet bulamıyor, Mânewî olarak yanan Alev’i söndürecek bir Ortam bulamıyor.

1300–1400’lü Yıllar’da Anadolu’nun Değişik Yerleri’nde ve Qayseri’de, bu Ateş’i

söndürecek değişik Ocaklar bulunuyor. Meşhur Anlam’daki bu Söndürücü Ocaklar

Tarikâtlar olarak adlandırılıyor. Ocak ile Tennûr Bağlantısı’nı burada da görüyoruz.

Ocak ve Tennûr, yani yanmakta, tütmekte olan Ocak. Ocak, Tandır’ı üzerinde

Yemek pişirilen, Duman’ı tüten ve o Yemek’le bereketlenen Mekan demektir. Orada

İkrâm ve Sofra açılır. İbrâhim Tennûrî, o anlamda Halîl İbrâhim Sofra’sı demektir.

İbrâhim’in Tandır’ı, Ocağı, oradan beslenilen yer Anlamı’nda bir Mânâ İnşâ’sı da

Tennûr’un Ateşi’nin İbrâhim’e Serin olması gibi, İbrâhim

Tennûrî de içindeki Yangın’ı söndürecek bir Serinlik

aramaktadır. Anadolu’da Âhîlik Yapılanması vardır.

Hacı Bektaş Dergâh’ı üzerinden bir Bektâşî Boyut’u

vardır. Bu anlam’da İbrâhim

Tennûrî, Âhîler’in veya Bektâşîler’in Dergâhı’ndan

beslenebilirdi. Kendisinin Mewlânâ’nın Şehr’i

Konya’dan gelmişliği Ciheti’yle Mewlewîler’in

Dergâhı’ndan beslenebilirdi. Hocası’nın Ön İsm’i bu

Bağlantı üzerinden yine ‘Mewlânâ’dır.

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

50

yapılabilir. Qur’ân’ın Sofrası’dır, Mâide’dir, İbrâhim Tennûrî de bunu Yemek

isteyebilir. Bunları Şâirlik Ciheti’yle, Şuur etmiş, hissetmiş, düşünmüş diyebiliriz.

Tennûr’un Ateşi’nin İbrâhim’e Serin olması gibi, İbrâhim Tennûrî de

içindeki Yangın’ı söndürecek bir Serinlik aramaktadır. Anadolu’da Âhîlik

Yapılanması vardır. Hacı Bektaş Dergâh’ı üzerinden bir Bektâşî Boyut’u vardır. Bu

anlam’da İbrâhim Tennûrî, Âhîler’in veya Bektâşîler’in Dergâhı’ndan

beslenebilirdi. Kendisinin Mewlânâ’nın Şehr’i Konya’dan gelmişliği Ciheti’yle

Mewlewîler’in Dergâhı’ndan beslenebilirdi. Hocası’nın Ön İsm’i bu Bağlantı

üzerinden yine ‘Mewlânâ’dır.

İbrâhim Tennûrî, yaşadığı bu Meşk Hâli’ni, Şiirler’le, Allâh’a bir Gülşen

olarak, bir Gülnâz olarak arz etmiş. Eserleri’de Kırşehirli Aşık Paşa’nın, Yunus

Emre’nin Esintileri’ni görmek Mümkün.

Ama bir başkası ona daha Câzip görünmüş. Yine Ankara’da Hacı Bayrâm ,

üzerinde konuşacağımız bir başka Weli, Somuncu Baba olarak bilinen Hamîdî

Welî bir İsim. Gönlü ona akıyor ve ona yönleniyor. Somuncu Baba’nın Öğrenci’si

Hacı Bayrâm’dır. Hacı Bayrâm’ın Öğrenci’si Ak-Şemse’d-Dîn’dir. Yaşadığı

Zaman’da bulabileceği Tekke Erdebilî Tekke’si Ak-Şemse’d’-Dîn’le

sonuçlanmaktaydı.

Erdebil’e gitmeyi, Tebriz’e gitmeyi düşünüyor. Hamîd-i Welî’nin

Ocağı’ndan yararlanmakla için. Buradaki Temsilcisi Ak-Şemse’d-Dîn’i duyunca

burası ona daha Maqul geliyor. Ve Beypazarı’na, onun kalmış olduğu Yer’e doğru,

Eşeği ile Yol’a çıkıyor. Vardığında onun Göynük’e gittiğini söylüyorlar ve o da

dönmesini bekliyor. Ve buluşuyorlar. 3 Ay boyunca kendiyle birlikte 3 Kişi beraber

Halwet’e/Riyâzet’e, Çilehane’ye çekiliyorlar. Bu 3 Ay süren Riyâzet Dönem’i Şaban

Ayı’nın 15.inde sona eriyor ve Beraat Gecesi’nde, Ak-Şemse’d-Dîn’den Riyâzeti’ni

aldığını söylüyorlar.

Şu Tarz Bağlantılar da kurulabilir: Yanmakta olan bir Ateş’ten bahs’ediyoruz.

Yanmakta olan bir Alev Sırâc-ı Münîr olan Şihâb olan Güneş için kullanılır. Yanan bir

Lamba’ya benzetilir. Bunun Mânâsı’nı Konya’da ‘Şems’e Perwâne olmak’ olarak

konuşmuştuk. Yanan Ateş Etrâfı’nda dönen Kelebeğin bir süre sonra Takatsiz

kalarak Ateş’in Etrâfı’na düşmesi gibi, Mewlânâ’nın ‘Hamdım, piştim, yandım’ındaki

gibi, Ocak, Tennûr, yanmak, pişmek Bağlantıları’nı hatırlayalım.

Tebriz’e gitmeye niyetlenen bir Adam’dan bahs’ediyoruz ki bu bize Şems-i

Tebrizî’yi hatırlatır. Bu Arayış onu Tebriz’e götürmedi ama kendini bir başka

Tirmiz’e, bir başka Şems’e götürdü ki bu Ak-Şemse’d-Dîn’dir. Onun Şems’idir.

Ak-şemse’d-Dîn. Şems’i Ateş olarak olarak görürseniz, İbrâhim Tennûrî, asıl Ateş

olan Şems’e doğru yürüdü. Konya’daki Mewlânâ-Şems İlişkisi ve orada geçen

Olaylar’ın bir Benzeri’ni bu şekil’de irtibatlandırarak da okuyabiliriz. Tennûrî,

buradaki Dîn’in Ateşi’ne Dîn’in Şems’ine yöneldi. İbrâhim’in Ateşi’ne Allâh ‘Serin ol’

dediğinde, Ateş Serin olmuştur. Bir Hacıbektaş Tekkesi’ne yürüyen Yunus Emre

üzerinden, ‘Himmet mi istersin, yoksa, Hikmet mi?’ Sorusu’nda ilk önce birine sonra

bir diğerine yöneldi. Ak-Şemse’d-Din de Beypazarı’nda hem Hekim olarak Termiz

etmiş, Hastalıklar’ı Tedâwî eden bir Hekim, aynı zaman’da taşımış olduğu Hamîd-i

Welî üzerinden Mânewî Ocağı Temsil ediyor. Varıp buluştuğunda, ‘Hasta’yım, ben

sana Şifa bulmak için geldim’ diyor. Menqîbeler bunun Ak-Şemse’d-Dîn’e Malum

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

51

olduğunu söylese de İbrâhim’in bu Ateşli Hâli’nin Tedâwi’si de Ak-Semse’d-Dîn’e

Bağlı’dır. ‘Bildiğin Tarz bir Hastalık değil benimkisi, benim Hastalığım senin

Ocağı’nın Himmet’i ile Sukûnet’e erebilir’ diyor. Âdeta Himmet mi Hikmet mi

Sorusu’nda olduğu gibi, Maddî Hekimlik mi yoksa, Hekimliğin Hâkimlik Boyut’u olan

Hikmet’le Bağlantı olan Tabipliği’nden İstifade etmek istiyorum diyor. Tabibü’-l

Qulub, Qalpler’in Tabibi’nden yararlanmak, dinmeyen bu Ateşim’i dindirmek için,

buradayım’ der. Yani Elektrik Voltajı’nı düşürerek kendine Zarar vermemesi

isteniyor. Şeyh’ten, burada kendine Zarar verebilecek Tür’den bir Ateş’e karşı Fren,

Frekans düşürme Wazife’si görmesi isteniyor. Bunu Tedâwî ediyor. Bu anlam’da

Fewerân eden İbrâhim’in Tennûru’nu, Tandırı’nın Alevi’ni Şemse’d-Dîn

dizginliyor. Kullanılabilir Enerji’ye dönüştürülüyor. Bu Menqîbe bize, İbrâhim’in

Tennûr Adı’nı alışındaki üçüncü Yön’ü veriyor. Bu tür Durumlar’da kendisini nasıl

Tedâwi etmesi gerektiğine dâir İpuçları’nı elde ediyor…

Maddî olmayan, Yol’un/Ocağın Tâlimatları’yla, Zikri’yle, Wirdi’yle kendini

serinletiyor. Böyle geçen 3 Ay sonunda kendisinden Görev İcrâ etmesini Talep

ediyor. Geri dönüş.. İbrâhim Tennûrî ile Alaqalı en

Anlamlı Tennûr budur. Tennûr ile Hastalıklar’ı

Tedâwî ettiği Husus’u bu Bağlantılar’la

konuşulmuştur.

Bizi buraya götüren Maddî Anlamda 2

Tennûr Olay’ı da vardır. Şemse’d-Dîn, yani ‘Dîn’in

Şems’i’ olan, yâni İlâhî Maqam’ın yerinden,

Qalbler’deki Hastalıklar’a Şifâ vermesi gereken bir

Üstad, İbrâhim’e Şifâ’ya Wesile oluyor. İbrâhim’in

Ateşi’ne, ‘Serin ol’ diyor ve ‘Ateş Bahçesi’ ‘Gül

Bahçesi’ne dönüşüyor. Ateş Bahçesi’ndeki Kırmı-

zılığın, Gül’deki Kırmızılığa dönüşerek, Gül

İbrâhim’in Hayâtı’nda Önemli bir Remz hâli’ne

geliyor. Verdiği 2 Eseri’ne/Diwânı’na Gül Bağlantlı

İsimler koyuyor: Gülşen-i Niyâzî ve Gülnâz-ı

Mânewî. Tandır, Su, Ateş, Gül İrtibat’ı, Şems’in Etrâfı’nda dönmüşlüğü, Perwâne

olmuşluğu O’nu Ham’ken, yakmış ve Pişme Boyutu’yla olgunlaştırmıştır. Ateş’in,

Işığın Etrâfı’nda dönen Kelebek Sonu’nda Ateş’in içine düşer, biter ve yanarak yok

olur. Şems’e ulaşan İbrâhim, kendi Zaman ve Zemini’nde ona ulaşmışlığını

Qayseri’ye taşıyarak, Şems oluyor.

Bu Mescîd’i İnşâ ettirerek, burada Dersler vermeye başlıyor. Hisarcık’ta bir

yeri var ki orada da Riyâzet ettiğinden bahs’ediliyor. Hisarcık, Erciyes’in

Etekleri’nde bir yer. Oradan Erciyes’i görebilirsiniz, Şehr’i ve Ali Dağı’nı

görebilirsiniz. Erciyes’in Etekleri’nde Ali Dağı’nın Yüceliği ve Âli oluşu’nun,

İbrâhim Tennûrî ile ilgili Bağlantıları’nı görebilirsiniz. Orada yaşarken İbrâhim

bunları hissetmiş midir, Ateş’e karşı oranın Serinliğini mi korumuştur İbrâhim’i,

yoksa içindeki Ateş’i söndürmek için hangi Yollar’a başvurmuştur?

Bu Mekan’ı İnşâ ettiriyor, 1482’de Wefât ettiğinde hemen yanına

defn’ediliyor. Bu Mekân’ın dışında bir de Çeşme vardır yanında. O Çeşme de onun

Tarafı’ndan yapılmış. Bu Bağlantılar’ı da Sembolizm’e yerleştirebiliriz. Çeşme Su,

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

52

Ateş, Ateş’i söndüren Yer. Tennûr orada yatmaktadır ve yanı başında Ateş’i

söndüren Su bulunmaktadır. Bu Mabed ise Beytu’llâh’ın buradaki Şubesi’ni Temsil

eder. Bu Mabed, o Tennûr’un Ateşi’ne ‘Serin ol’ demiştir, o da Su’ya dönüşmüştür.

Bu Bağlantılar’ı da kurabiliriz.

Karamanoğulları’na Bağlı olan Qayseri, İbrâhim Tennûrî Hayat’tayken,

Osmanlı’ya Dâhil oldu demiştik. Ak-Şemse’d-Dîn, Şehzâdeliği Dönemi’nde Fâtih’e

Hocalık yapıp yetiştirmiştir ama İstanbul’da yaşamıyordu. Kendi Memleket’i olan

Göynük’te İbrâhim Tennûrî ile buluştuğu Beypazarı’nda bulunuyordu.

İstanbul’un Feth’i Esnası’nda, Fâtih O’nu İstanbul’a istemiştir ve o da, Fâtih’in

yanına gelmiştir. İstanbul feth’edildiğinde Ak-Şemse’d-Dîn, diğer Ulemâ ile

beraber, Fâtih’in yanındadır. Şehr’in Fethi’nden sonra, Şehr’e Giriş’te berâberdirler.

Fetih Esnası’nda da Ak-Şemse’d-Dîn, Öğrenci’si İbrâhim Tennûrî’yi Aqlı’ndan

çıkarmıyor ve yanında olmasını istiyor. Kaynaklar bize, İstanbul’un Fethi’nde Ak-

Şemse’d-Dîn’le beraber, Qayseri’den giden İbrâhim Tennûrî’nin Dua ve Mânewî

Destek Ekib’i içinde bulunduğunu söylüyor. Fâtih’in Ak-Şemse’d-Dîn’in Öğrenci’si

olduğunu düşünürsek, bir anlam’da İbrâhim Tennûrî, Fâtih Sultân ile aynı

Hoca’nın Öğrencisi’dir. Şimdi Tennûrî, Ak-Şemse’d-Dîn, Fâtih, Hacı Bayrâm

Bağlantıları’nı yeniden düşünebiliriz.

Fetih’ten sonraki ilk 2-3 Ay, İstanbul’a Şekil veren Mânewî Mimarlar’ın

arasında İbrâhim Tennûrî de bulunuyor. Gülnâz-ı Mânewî İsimli Diwânı’nı

İstanbul’da bulunduğu süre’de yazıyor. Rûm’un Payitaht’ı olan ve Müslümanlar’ın

Eli’ne henüz geçen İstanbul’da yazıyor bu Eseri’ni. Eser’i Fâtih’e arz’ediyor ve

atf’ediyor. Fâtih Tarafı’ndan, bir Welî-Şâir olarak Himâye’ye alınıp, Taqdir ediliyor.

Hacı Bayrâm’ın Sultan II.Murâd’dan gördüğü Maddî Destek gibi, İbrâhim de,

Fâtih’ten aldığı Destek’le Qayseri’de, bulunduğumuz bu Mekan’da bir Qısım İmâr

Çalışmalar’ı yapıyor ve bir Waqfiye oluşturuyor.

Karamanoğulları’nın İhânet’i ve Uzun Hasan’ın Osmanlı’ya

Sığınması’ndan sonra Qayseri’de Osmanlı Sınırları’na girmiş olacak ki bu Târih’ten

yaklaşık 20 Yıl önce Fâtih’in bu Maddî Desteği Osmanlı’ya İltihak’tan çok önce

gerçekleşmiş oluyor. Qayseri, İbrâhim Tennûrî’nin 1482’de Wefâtı’ndan önce

Osmanlı’ya geçmiştir. Fâtih’in Ölüm Târih’i 1483. İbrâhim Tennûrî’nin Türbe’si,

Wefâtı’ndan 2 Sene sonra yapılıyor, yani Fâtih’in de Wefâtı’ndan sonra II.Beyazıt

Zamanı’nda Qabri’nin üstüne yaptırılıyor.

Fâtih’in Oğlu Bayazıt’ın İsim Nitelemesi nereden gelebilir? Hacı Bayram’ın

Şeyh’i olan Şeyh Hamîd-i Welî’nin Ehl-i Beyt Bağlantısı olan Erdebil Tekkeleri’nde

Kaynak İsm’i olan Tarikât Önderleri’nden Beyazıt-i Bestâmî vardır. Tarikat Dili’yle,

Ak-Şemse’d-Dîn’in Mânewî Oğlu olan Fâtih, Oğulları’ndan birinin Adı’nı Hocası’nın

Saygın Şeyhleri’nden birinin Adı’nı veriyor, Beyazit. Sünnî Dünyâ’da bu İsmin

kullanılmasının neden’i Bestamî’den dolayıdır. Yoksa Bayazıt (Ebû Yezit) İsm’i,

Şia’nın İddia ettiği gibi, Yezid’e atfen konmuş bir İsim değildir. Ebû Yezid,

Muâwiye’nin Künyesi’dir. ‘Yezid’in Baba’sı’ demektir. Osmanlılar’ın Sultânları’na,

Yezit ismini verdikleri İddia’sı üzerinden bir Karşıtlık oluşturulmaya çalışılır ki,

böyle bir Şey yoktur. Sünnîler Yezid diye bir İsm kullanmazlar ve Çocukları’na

vermezler. Muâwiye İsmi’ni de Yezîd üzerinden ‘Ebû Yezid’ olarak değil,

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

53

‘Muâwiye’ olarak kullanılırlar. Bayazıt İsm’i Sünnîler’de Bayazıt-i Bestam’dan

dolayı verilir.

Geçen Yıl (2010) Seyyid-i Burhane’d-Dîn Maqamı’nda, bu şekil’de

oturmuştuk, hatırlıyorsunuz. Mewlânâ’nın Hocası’ydı, ama kendisi Mewlânâ’nın

Babası’nın Öğrencisi’ydi. Bu tarz Bağlantı’yı İbrâhim Tennûrî için de görebiliriz.

Tennûrî Ak-Şemse’d-Dîn’in Öğrencisi’dir. Ama Ak-Şemse’d-Dîn Oğlu Hamîd’i

Emânet edebileceği, Öğrenciler’i içindeki en Yeterli İsm’i İbrâhim Tennûrî olarak

görmüştür. Bu kez Oğlu Hamîd’i Qayseri’ye göndermiştir. Qayseri’de Ak-

Şemse’d-Dîn’in Oğlu Hamîd, Tennûrî’ye Öğrencilik etmiştir. Burada yaşamış,

burada Wefât etmiş ve Soy’u da hâla burada olan biridir. Onun Ad’ı da Somuncu

Baba’dan, yani Hamîd-i Welî’den gelmektedir. Ak-Şemse’d-Dîn’in Oğlu,

Qayseri’nin Küçük Hamîd-i Welî’sidir.

Hacı Bayrâm’da gezeceğimiz Bayramiyye Külliyesi’ne Bağlantılı olarak

bunları zikr’ettik. Külliyeler birbirini tâqip eden bir Akar olarak Dewâm ediyor.

Cumhuriyet Dönemi’nde Külliyeler kapatılıp Müesseseleri’yle alt üst olduktan sonra

Kuruluşu’ndaki Waqfıyelik özelliğine de İhânet edilmiş oluyor, aynı zaman’da.

İstanbul’da Fâtih’in Tamirât’tan geçirildikten sonra Qıyâmet’e kadar Câmii olarak

kullanılması şekli’nde waqfiyeleştirdiği Ayasofya, maalesef ve ne yazık ki büyük bir

İhânet’le İçler Acısı bu Durum’a düşürülmüştür. Qayseri’de de bu Waqfiyeler’in

doğurduğu Etkinlikler olmuştur tabiyatı’yla.

İbrâhim Tennûrî, Bayramîliğin Uzantısı olarak Qayseri’de bir Temsiliyet

Görev’i yapmıştır. Bayramîlik 2 Büyük Uç verecektir. Bir Tâne’si Bursa’da Bıçakcı

Baba olarak anılan Ömer Sıkkınî. Bu Ayak daha sonraları Melâmîlik denen Akım’a

dönüşecektir. 2.Âyak da Ak-Şemse’d-Dîn üzerinden Şemsiye Ayağı ki bu da bir

Ciheti’yle Qayseri’de Dewâm eden Ayak’tır. Bu Âyak ise daha Sünnî ve daha Waqıf,

Şeriat’la Denetimli bir Ayağa dönüşecektir. Burası daha sonra Yavuz Sultan

Zamanı’nda, İrân ile yaşanan Savaşlar’dan dolayı Hamîd-i Welî’nin Sünnî Şeyh’i

olan, Şeyh Safii Erdebilî Torunlar’ı Tarafı’ndan şiileşdikleri için, Osmanlı da

Savaş’a dönüştükleri için, dolayısıyla Şemsiye Tarikât’ı, Tarikât Silsileleri’nde Sâfilik

Bağlantıları’nı çıkartmışlardır, sadece Bayazıt Bağlantıları üzerinden Dewâm

etmişlerdir. Melâmîler üzere Emîr Sıkkinî üzerinden, onları Safewî ve diğer

Bağlantılar’ı Önplan’a çıkarmışlardır. Osmanlı’da daha sonra bu 2 Bölümlü Tarikât

Anlayış’ı yaşanacaktır. Daha önce Âhîlik ve Mewlewîlik üzerinden o Ayrışma’yı

konuşmuştuk. Melâmîler Waqıflar’a, Kurumlar’a karşı’dırlar. Ölüm’den sonra Şeyh

yerine birini bırakmaz. Hırka giymezler. Bir sürü Seklî Şartlar’ın dışında daha

Serbest bir Akım olarak vardırlar. Ehl-i Beyt’e daha bir Yakınlık İddiası’nadırlar.

Osmanlı’ya daha Mesâfeli iken İran’a daha Yakın’dırlar. Bu Taraf ise daha Osmanlı

ve Sünnî Kana’ı Temsil etmiştir. Bu da İş’in bir başka Boyut’u.

Bu Waqfiye’nin ondan sonraki Dönemleri’nde de bu Tekke’nin, Tarikât’ın

Gelişimi’nde de İzler’i görülüyor. Tennûrî’nin Ewlâdları’ndan Lütfu’llâh Efendi

var. Qâsım’dan olan Soy’u daha önemli, Ankara Bağlantısı üzerinden. Qasım’dan

olan Kızı’nı İbrâhim Tennûrî, Qayseri’den Süleymân Efendi diye anılan

Ulemâ’dan bir Şahıs’la evlendirir. Bu Evlilik’ten Qadı Mahmud Dünyâ’ya geliyor.

Qayseri’de Eratna Hükümdâr’ı Qadı Burhane’d-Dîn dışında, bilinen en önemli

Qadıları’ndan. Qadı Mahmud, Ulu Câmi’in Karşısı’ndaki Qadı Hamamı’nı yaptıran

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

54

Kişi.. Yani 1560 larda yapılan bu Hamam’ın Sâhib’i, İbrâhim Tennûrî’nin Kızı’ndan

olma Torunu’dur. Qayseri’nin bi çok yerinde Waqfiyeler’i olan Varlıklı bir İnsan’dır..

Bu Qadı’nın Soyu’ndan gelen bir Zincir, 1900’lerin Başı’nda doğan Adewiye

Hanım’dır. Adewiye Hanım, Ahmet Hamdi Gül Efendi’yle evleniyorlar. Bu

Evlilik’ten 1950 Târihi’nde Abdu’llâh Gül Dünyâ’ya geliyor. İbrâhim Tennûrî’nin

bu Zincir üzerinden Soyu’dur, Abdu’llâh Gül.

Mütâreke Yılları’nda Ankara’da açılan Meclis Binâsı’nın Düşman

Taarruzları’nda Zarar görmesinden Endişe edildiği için Qayseri Lisesi’ne

Hükümet’in Merkez’i taşınmak isteniyor. Ankara’da Ziyâret edeceğimiz I.Meclis

Binâsı’ndaki Dewlet’in Başı’ndaki Şahs’ın yerinde bugün 11.Cumhurbaşkanı olarak

Qayseri Lisesi Mezun’u Abdu’llâh Gül bulunmaktadır. Bütün bunların dışında

Qayseri Lisesi’ni Ziyâret ederek kısa bir Süre de orada konuşalım…

QAYSERİ LİSE’Sİ

Bu bulunduğumuz Mekan bizi, 1893 Yılı’na götürüyor. Lise olarak anılan

Okul’un Başlangıc’ı bu Târih olarak veriliyor ama Yapımı’na 1903 Yılı’nda yani 10

Yıl sonra başlanmış. Bu Târih’e kadar bugün İmâm Hatip Okulu’nun olduğu

Mahalle’ye yakın bir Mekan’da Qayseri Lisesi Adı’yla 10 Yıl’a yakın bir Tedrisât

yapılmış. Daha sonra Ahmed Paşa Tarafı’ndan bu Binâ yapılarak, Eğitim’e burada

Dewâm ediyor. Abdu’l-Hamîd Dönemi’nde İnşâ ediliyor ve Eğitim’e geçiyor.

1876’da I.Meşrutiyet’in İlân’ı, Abdu’l-Hamîd’in Taht’a çıkması, Osmanlı’nın

Modernizasyon’u, Maddî Anlam’da Batı’yı ortaya çıkaran Maddî Unsurlar’ın

Osmanlı’ya taşınması ama Rûh olarak kendimizde kalma Siyâseti’ne denk gelen

Yıllar. Buna Abdu’l-Hamîd İslâmcılığı deniyor. Bir de Abdu’l-Hamîd’e karşı olan,

Özgürlükçü, Meşrutî Saltanat Akım’ı Taraftarlar’ı var ki bunlar Batıcılar,

Reformistler(Islahatçılar) dır. Bir de bunun İslâmcı Ayağı olan, Akifler, Elmalılar,

Said Nursiler vardır. Bunlar da Abdu’l-Hamîd Karşıt’ı Islahatçı Akım’ı oluşturan

İslâmcılar.

Abdu’l-Hamîd’in İmâr Faaliyet’i olarak Anadolu’nun birçok İli’nde Büyük

Çaplı İmâr yapılıyor. Qayseri’nin birçok yerindeki Eserler’in Restorasyon’u dışında,

Bünyan Dâhil yapılan bir çok Yapı’da Abdu’l-Hamîd’in İmzâ’sı ve Kitâbe’si

bulunuyor. Bir de Batılı Anlam’da Sıfır’dan yapılan İmâr Faaliyetler’i var.

İstanbul’da açılmış bulunan Dâru’l-Fünûn, (yani Fennler Evi) denen, Medrese Dışı,

Batı Eğitim Kurumlar’ı olan Üniversite Düzeyi’ndeki Ayakları’nı Temsil ediyor. Bu

Okullar’a Öğrenci yetiştirip, Üniversite’ye Öğrenciler’i hazırlayacak Okullar

öngörülüyor. Bunlara Sultân Reşâd Zamanı’nda Sultânî deniliyor. O zamanki

Adı’yla Qayseri Sultânîsi’dir burasının Ad’ı. Abdu’l-Hamîd Zamanı’ndaki Ad’ı da

İdâdî olarak geçer. İdâdî, Hazırlayan, Hazırlanan, Hazırlayıcı demek oluyor.

Qur’ân-ı Kerîm’de Fiil olarak, ‘Uiddet li’l-Mü’minîn, uiddet li’l-Kâfirîn’ olarak geçen,

Cennet ve Cehennem’e Yönelik olarak, ‘Kâfirler için hazırlandı, Mü’minler için

hazırlandı’ gibi geçen Kelime’yle aynı Kök’tendir, İdâdi. Derece-i Ulâ, Mülkiye de

Osmanlı’nın Siyâset Okul’u demek oluyor. Qur’ân’da ‘Mısır Mülkü’ dendiğinde,

Mısır Siyâset’i, Dewlet’i Anlamı’nda kullanılır. Osmanlı Mülkü’nü, Abdu’l-Hamîd’le

beraber yürütecek ve ondan sonra götürecek olan Mülkiye’ye, Derece-i Ulâ’ya

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

55

hazırlayacak olan Lise’dir, İdâdî’dir burası. Buralar Mülkiye için İdâdî’dir. Mülkiye’ye

Talebe hazırlayan Okullar’dır. Tıbbiye’nin İdâdîler’i, Dâru’l-Bedâyi’nin İdâdîler’i de

ayrıca vardır. Burası Mülkiye’nin Hazırlık Okul’u.

Tenwir Çalışmamız’da 18 Yaşaltı Öğrenciler’i hazırlamaya Yönelik bu

İsimlendirme’yi kullanıyoruz. Rüştiyeler’de Orta Okullar Paraleli’nde bir

İsimlendirme’dir. Bugünkü Lise Şekli’ne dönüştürülen, İdâdiler, Ortaokul

Paraleli’nde Rüştiyeler İsimlendirilme’de kullanılamadığı için Karmakarışık

Durumlar ortaya çıkmaktadır. Rüşt Çağı Qur’ân’da, Olgunluk Çağı, İnsan’ın Dinî

Mükellefiyeti’nin başladığı Çağ Anlamı’nda kullanılmaktadır. Dini Anlam’da

Ortaokul Yaşları’dır, bu.

Anlatıcı

ASHAB-I KEHF ve MARAŞ GÜNLÜĞÜ

Maraş Ashâb-ı Kehf Tenvir Kampı öncesi, Cuma Namaz’ı Aqabi’nde bir Grup Arkadaş’la, 2-3

Araba’yla Yeşilhisar Soğanlı Mağaraları’na Kısa bir Gezimiz oldu.

Mağara Ashâbı’nın Mekânı’nı Ziyâret etmeden önce, hemen yakınımızdaki yüzlerce Mağara’nın

bulunduğu Soğanlı Bölgesi’ni Ziyâret etmemek olmazdı.

Yapraklar’ın sararmaya yüz tuttuğu Sonbahar Günleri’nde, Altın Sarısı’na bezenmiş Sık Ağaçlar,

Bağlar ve Bahçeler arasından geçerek ulaştık Soğanlı Bölgesi’ne.

Yeryüzü Aydınlığı’nda Allâh’a İb’adet etme Görevi’ni yerine getiremeyen Allâh’ın Mü’min Kulları’nın,

Kayalıklar’ın Karanlık Dehlizleri’nde bu Maqsat’la oluşturulan yüzlerce Yaşam ve İbâdet Alanı’nı

Gözlemleme İmkanımız oldu, Soğanlı Mağaraları’nda.

Bazıları arasında Geçişler’in de Mümkün olduğu Korunaklı ve Göz’den uzak bu Mağaralar,

Kapadokya Bölgesi’nin de bir Uzantı’sı aynı zaman’da.

Sarp Tepe’ye doğru Kaya içinde oyularak oluşturulmuş olan Mağaralar’dan birinde Kemal

Ersözlü’nün kısa bir Tenwîr Kamp’ı Giriş Konuşması’nı dinledik.

Dönüş’te Soğanlılılar Tarafı’ndan El Yapımı ‘Soğanlı Bebekleri’ ve Hediyelik Eşyalar’ın satıldığı

Köy’ün Meydan Yeri’ndeki Pazar’dan ufak birkaç Şey aldıktan sonra geri döndük.

SOĞANLI MAĞARALARI’NDA ASHÂB-I KEHF KONUŞMALARI

‘Günlerden 19 Ekim, 2012 Cuma. Yarın, Tenwîr Kamplar’ı Bağlamı’nda

yapacağımız VIII.Toplantı için Afşin Ashâb-ı Kehf Kamp’ı Wesilesi’yle, daha önce

de olduğu gibi, gittiğimiz Şehir’le Bağlantı kurduğumuz Mekan Konuşma’sı

Bağlamı’nda bu kez, Yeşilhisar’a bağlı olan Soğanlı Wâdisi’ndeyiz. Siyâsi Harita

Açısı’ndan, Soğanlı Köyü’nün de içinde olduğu, 25 Km. Uzunluğu’na Sâhip bir Wâdî

Etrafı’nda Peri Bacaları Görüntülü Kaya Kiliseleri ve Mağaralar Bölgesi’nde ve

bir Mağara’nın içerisindeyiz. Böylesi bir Mekan’da gidecek olduğumuz Kamp

Wesilesi’yle niçin burada bulunmaktayız, Neleri burada hatırlamak için Wesile

olsun diye seçtik bu Yer’i, onları burada 5-10 Dakika paylaşalım, sonra geri kalan

Bölüm’de birkaç yer daha gezer, zaten benzer Yapılar’ı Müşâhede etmekteyiz, sonra

buradan ayrılırız.

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

56

Târih bizi, buradan 1700 Sene öncesine kadar götürebiliyor. 300lü Yıllar,

yani, Anadolu’da Hıristiyanlığın, Pawluscu Kiliseler’in Yaygınlık kazanmış olduğu

Periyod içinde, Tewhîd ve Teslis Tartışmalar’ı yaşanırken, Qayseri Şehr’i de,

Kıyısı’nda Köşesi’nde bu İş’in içinde yer alıyor. Önemli bir Merkez olarak İddia

Sâhibi, Tez Sâhibi Hıristiyanlık’ta bir yer tutuyor. Biz o Kesitler’in İzi’ni İznik’te

sürdük, İmparatorluğun Hıristiyanlığı benimsemesinden sonra,

Konstantiniyye’nin daha İnşa edilmeden, Başkent olmadan önce, O (İznik)

Konsil’de yapılan bir Büyük Tartışma’dan; Ariuscu Mezheb’in dışlanmış olduğu,

Tewhîd ve Teslis Tartışması’nın yaşandığı Kesit’ten bahs’etmiştik. Ayasofya

olarak nitelendirilen, daha sonra Osmanlı’nın Medrese olarak kullandığı Dâwûd

el-Qayserî Bağlantılı Yer Wesilesi’yle o Dönem’e girmiştik. Aynı Zaman Kesiti’ni

sözkonusu ediyoruz, buradaki Mağaralar ve Kiliseler Açısı’ndan. Târih, 600-700lü

Yıllar’a kadar, bir 4 Asır buraların aynı önemde Varlıkları’nı sürdürdüğünü,

Yapılaşma Gerekçeleri’ne Uygun olarak bu Mağaralar’ın kullanıldığını söylüyor.

Ama Erken Dönemler’deki Tartışmalar’da daha Tewhîdî olan buradaki

Hıristiyanlık, Empoze edilen Mezheb ve Dönüşümü’nü burada da sağlıyor.

Bütün Mağaralar burada Kilise değil ama 200 Ciwârı’nda bir Dönem,

Kilise’nin bulunduğunu, sonra Sayı’nın 50’ye kadar indiğini, şu an o kadarının

böylesi Gezi’ye Müsâit, Turistik Amaçlı olarak Açık tutulduğu, diğerlerinin Kapalı

olduğunu bu Bölge ile Alaqalı Literatür’de bulabiliriz. Yâni ne kadar Büyük

Orandadır Sayı, Dikkat çekici. Sözkonusu ettiğimiz Wâdi’de 3- 4 Tane Kilise yeterdi.

200 kadar Kilise’nin Varlığı göstermektedir ki, burası Mahalli bir Toplantı Kilise’si

gibi görünüyor. Önemli Toplantılar’a Wesile olsun için kullanılmış.

Hıristiyanlığın İznik Konsili’nden sonra Baskın bir Şekil’de Batı’nın Empoze

ettiği Tez’i benimsemesinden sonra, buna Muhalif olan Doğu Kiliseleri için, İç

Anadolu’dakiler de buna Dâhil olarak Baskı Dönem’i oldu. Değişik İmparatorlar’ın

Kovuşturma Dönemler’i, Mezheb İhtilafları’ndan dolayı zaman zaman Sığınma

Yerleri’ne dönüştürüldü buralar. Bazen de bu Kilise Toplantılar’ı dışında Sığınma

Amaçlı, Kaçma, Gizlenme Babı’nda bu Mağaralar’dan yararlanıldığını Kaynaklar

söylüyor. Hem Aqidewî Tartışmalar var Mezheb içinde, hem de İkonlar Mesele’si

var. Qayserili Papaz Eusebius, İznik Konsil’i Wesilesi’yle bahs’etmiştim, bu

Kulvar’da Taraflar’dan bir Tâne’si mesela, Tez Sâhibi olanlardan bir Tâne’si, İhânet

etmiş olanlardan..

İznik’te de Antakya’da da biz bunun Anadolu’daki İzleri’ni konuşuyoruz.

Mirasımız’ı bunun üzerine 1000 Yılları’ndan sonra oturttuk. Tabi Türk Göç’ü

Açısı’ndan, yoksa Müslümanlar’ın buradaki İzler’i daha önceye gider Antakya’da

gördüğümüz, Maraş’ta göreceğimiz gibi ta 1400 Sene Öncesi’nde buradaki

Varlığımız’ı, Sahabe İzleri’ni daha geride görüyoruz. Dolayısıyla o Bağlam’da gerek

Riwâyet İlimler’i II Serisi’nde anlattığım Seminerler, onların Bütünü’nü burada

Tekrar etmenin Gereği yok, sâdece Literatür olarak konuşuyoruz. Seçmemiz daha

kısa bir şekil’de Afşin’e Ashâb-ı Kehf’e Bağlantılı olsun içindi. Ashâb-ı Kehf’te,

Selçuklular Zamanı’nda yapılan Külliye’de bir Mekan üzerinde Yarın Seminerimiz

olacak. Tabi Mağara Delikanlılar’ı derken, bugünkü içinde bulunduğumuz Mağara

gibi, Mağara ve Kilise iç içe girdiği Yerler için, Yoğun bir Şekilde bu Bağlantılar’ı

ortaya çıkartıyor görünüyor. Bu Mağara Ortamı’nda konuşalım, buralarda Sığınma,

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

57

izlenip te Kaçma Mesele’si, bizlerin de Gezimiz’e bir Başlangıç olsun diye bu

Girizgah’ı yaptık.

Türk İskânı’ndan sonra Soğanlı olarak andığımız burasının Literatür’de

geçen Ermenice vd. Değişik adlar’ı var. Epeydir bakma Niyetim olup ta Bugün’e

kadar Fırsat bulamadığım, acaba orda bir Şey çıkar mı diye düşündüğüm bir

Mesele’ye de bu Hafta Eğilme İmkanım oldu: Yamula Barajıyla Bağlantılı olarak,

İsm’i Dikkat çekici. Yemliha ile Alaqalı. Yemliha malum, Ashâb-ı Kehf’in Anadolu

Aksanı’nda Başları’nda bulunan Yiğit’in Adı’dır. Liderleri’nin Adı’dır. Maximilian,

Yemliha olarak anılır ve Qayseri’de bir Köy’ün Adı’nın Yamula olarak anılmasının

nasıl bir Bağlantısı varMerak edilesi... Qayseri’nin Ashâb-ı Kehf ile ilgili bir İddiası

yok.

1400 Ortaları’ndan, Maraş’tan, Göksun, Afşin’den buraya Göç olmuş.

Yemliha’ya oradan gelmişler. Gelen Aşiretler Yemliha-i İslâmi Yörükler’i olarak

anılıyor. İslâmî , bu Niteleme’yi alan bir Topluluk. Geldikleri Yer olarak bize,

Elbistan, Maraş yani, Bu Ashâb-ı Kehf Mağarası’nın bulunduğu Bölge’yi

gösteriliyor. Ashâb-ı Kehf ile Bağlantı’sı Âşikar..

Demek ki Selçuklular, Afşin üzerinden, 1200’lerden itibaren O Külliyeyi

yaparak Sâhip çıkmışlar. Ve bugün de o Bölge’de doğan bir çok Çocuğa Yemliha vb.

Ashâb-ı Kehf İsimleri’nin verildiğini

görülüyor. Bugünkü Gelenek geriye doğru, ta

oraya kadar gitmiş ve oradaki Yörük

Topluluğu, Yemliha, Müslüman Yemlihalar

diye nitelenmişler. Ordan göçtüklerinde de,

Mesken tuttukları Yer’e, oranın Aşiret Adı’yla

geldikleri Şekli’nde bir İsimlendirme

yapmışlar. Afşin Bağlantılı, Konu’nun Adı’nı

Sâhiplenme Düşüncesi’nin, Afşin’e ulaşan bu

bağlantımızda, bizim de bununla alakamızı kurmuş oluyoruz. Kayseri’de bir Mekan,

Külliye vb. böyle bir Ashâb-ı Kehf Mağarası olma İddiası yok ama, Kahraman, Lider

İsim olarak Yemliha’nın Ad’ı ile anılan böyle bir Beldemiz var.

Mağara Olayı’nın, aynı Dönem’de Hıristiyanlık içinde İç Kavgalar’dan

sığınmak için, bu Mağaralar’ın kullanılması Bağlantısı’nı da kendi Bölgemiz’de bir

şekil’de gözlemlemiş oluyoruz. İkisinin Sentezi’ni mezc’ederek ortaya çıkan Sonuç,

bizi Afşin’e bağlayacak. Tabi, Afşin Ashâb-ı Kehf Seminerimiz’de, ilgili Uzun

Mülâhazalar geliştireceğiz, burada Sözkonusu etmeyelim. O Dönem Açısı’ndan,

Hıristiyanlık İçi Tartışmalar’ın, en Önemli Nokta’sı, Tewhîd-Teslis Meselesi’dir.

Bunun aqabinde, Pawluscu Kiliseler’de Yozlaşmalar daha da büyüdü. Aqidewî

olarak Muwahhid olanlarda da genelde Amel Sözkonusu olduğunda Müşterek bir

Gelenek içerisinde yürüdükleri gözüküyor. Ashâb-ı Kehf Misyon’u, bizim

yorumlayacağımız, oturtacağımız yer açısı’ndan, yine bu Tartışma’nın öbeği’nde

gerçekleşen bir Mesele olması daha Aql’a Yakın duruyor. Uyandıkları Dönem’de

Şâhidlik ettikleri Hıristiyanlık’tan, Resmî Teslis Hıristiyanlığı’ndan Müştekî

oldukları için, tekrar Allâh’dan Ölümleri’ni Taleb ederek geri söndükleri şekli’nde

olacak, Ana Temamız’ı bu Yorum üzerine İnşa edip biçimlendireceğiz.

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

58

Bu Kiliseler’in 300’lü Yıllar’dan başlayıp, 600-700’lü Yıllar’a kadarki

Geçişi’ni Sözkonusu ediyoruz. 600’lü Yıllar’da İslâm Faktör’ü var, Rasûlu’llâh’ın

Tebliği’nin başlaması, 700’lü Yıllar’da Qayseri’ye İlk Fetih Örnekleri’nin geldiği

Dönem’e kadar götürmüş oluyoruz. Dolayısıyla bu Kiliseler, Mağaralar her İki Tür

Hıristiyanlığa da Mekan olmuş. Önce Tewhîd-Şirk Kavga’sı Açısı’ndan, daha sonra

ise Hıristiyanlık başka Nedenler’le İstanbul’la Karşıtlık Durumu’na geçtiğinde bir

Sığınma Fonksiyon’u İcra etmiş. Konsiller içinde sıralamaya girmeyip Muhtelif,

İllegal Konsiller toplanmış bu Muhalif Toplanmalar için Mekan olmuş böyle bir

Hüwiyet’te görünmüş bu kadar 200 Ciwarı’nda buradaki Kilise. Böylesi bir Mâzi’si

var. Buradaki Toplanmalar’la ilgili Akademik olarak Çalışmalar, (İlâhiyât

Fakülteleri’nden vb.) taradım ama göremedim. Magazin olanın dışında, neydi bu

Konsiller, Listeler, burada yapılan Tartışmalar, pek Araştırma Örneği yok.

Mağara ile hatırlıyoruz Ashâb-ı Kehf’i, ve Genel bir Baskı Roma’nın

Tazyiki’nden, ordan kaçan, sığınan insanlar. Gideceğimiz Yer Açısı’ndan bunların bir

Örneği, Qur’ân’da anlatılan Ashâb-ı Kehf’in bunlara Tanıklık etmiş olarak Afşin

Ashâb-ı Kehf Mağarası’nın diğer 3 Yer’den daha fazla (Tarsus, Lice ve Efes’e

göre) İhtimal taşıdığına dair konuşacağız. Ashâb-ı Kehf’e Tanıklık etmiş yer

olmasının Kanıtları’ndan biri olarak orda İlawe edilecek epey Zenginlikleri’yle

Anlam yüklenmeye çalışacağız, tıpkı Antaqya’da yaptığımız gibi. Önemli

Referanslar var onları da ilgili Yer’de paylaşalım.’’

KASTAMONU KAMP’I ÖNCESİ ÇAYIRAĞASI KONAĞI’NDA

-ESKİ QAYSERİ EVLERİ KONUŞMA’SI-

Bismi’llâhi’r-Rahmâni’r-Rahim.

Arkadaşlar, 25 Ekim 2013 Târihi itibâri’yle, Qayseri’de Eskiden Tavukçu

Mahalle’si olarak anılan, Ciwârı’ndaki bazı Binâlar’ı İstimlak ederek Belediye’nin

“Eski Qayseri Evleri Örneği” olarak Restore ettiği Mahalle’de bulunuyoruz. Bu

Mahalle içinde Çayırağası Konağı İsm’i ile anılan, daha önce bir Hıristiyan Din

Adamı’na ait iken ondan Çayırağası’na İntiqal etmiş olan bir Bina’da bulunuyoruz.

Bu Bina 1, 2 Yıl önce Erciyes Üniversitesi Kapsamı’nda kurulan bir Enstitü’ye

Mekan olarak Tahsis edilmiş, şimdi böyle kullanılıyor. Dâwûd el-Qayserî Tasawwuf

Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkez’i olarak İcrâ-i Faaliyet ediyor. Tabiatıy-

la biz de 10 Sene’dir bu Ad’ı taşıyan bir Dernek’te değişik Etkinlikler yapmaktayız.

Böyle bir Mekan’da O’nu araştırmak üzere, bu İsim’le İnşâ edildiğini

duyduğumuzdan beri bir Ziyâret Düşüncemiz vardı. Bu Kastamonu Kampımız’ın

Öncesine Nasib oldu. Bu Tewâfuq’tan yararlanarak bazı Şeyler’i hatırlayalım, bu

Şehir’de yaşadığımıza göre, Bu İsim’le Alaqalı olarak, bizzat Dernek Adı’yla ve diğer

Etkinlikler’le girip çıkmalarımız olduğuna göre, bir Hesaplaşma İhtiyacımız

olduğunu düşünürüm. Yine tam 1 Ay Önce, 25 Eylül Târihi’nde Dâwûd el-Qayserî

Derneği’nin Kuruluşu’nun 10.Yılı wesilesi’yle bir Sunum yapmıştım. Hem Derneğin

10.Yılı’na girerken, Açılma Amaçlar’ı, bu süre’de Etkinlikler’i, Dâwûd el-Qayserî

üzerinde de Açıklamalar yapmış olduğum bir Sunum idi. Yine o Haftalar’da bir

Tartışma vardı Türkiye’nin Gündemi’nde. İlâhiyât Fakülteler’i Bünyesi’nde Felsefe

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

59

Dersleri’nin kaldırılmasına yönelik YÖK bir Qarar almış, sonra Baskılar gelince

tekrar koydular. İlâhiyât, Felsefe İlişkisi vesaire konuşuldu. Bu da Konuşmamız’ın

İçeriği’nde bir yere oturmuştu. 1934 Yılı’nda gerçekleştirilen tüm Üniversite

Reformu’yla Medreseler tamamen lağw’edilmiş oldu. Haddizatında Osmanlı’nın

Tanzimât Dönemi’nde, Abdu’l-Hamîd, Abdu’l-Azîz Dönemleri’nde Dârü’l-Fünûn-

u Osmânî Adı’yla Batı Mektebler’i, onun Dersleri’ni, Tedrisâtı’nı Tâqib eden

Okullar açılarak Medreseler Eğitim’i yanında bir Çift Eğitim’e başlanmıştı.

Tewhîd-i Tedrisât bu anlam’da parçalanmıştı ama, kendi Dar Alanları Açısı’ndan,

Klasik Disiplinler’i Okutma Biçimi’nde Medreseler de Bitkisel Hayat yaşıyorlardı

denilebilirdi.

1928’de Harf Devrim’i, 1934’te Üniversite Devrimi ile, Dârü’l-Fünûn Ad’ı

dahi Üniversite’ye dönüşerek Herşeyiyle Latinize edilmiş olduğu bir Dönem’de

Medreseler de kapatıldı. Tâ 1950’lerde tekrar açıldı ve Üniversite Bünyesi’nde

açıldı İlâhiyât İsm’i ile açıldı. Kapatılırken tabi İlâhiyât Fakülteler’i diye bir Şey

yoktu. Bu Medrese içinde bir Şey’e Teqâbül etmez. Yani, onun bütün olarak

Eğitimi’nin Temeli’nde Kelâm olabilir, en yakın Anlamı’yla. Allâh’ın Varlığı’nı Aqlî

Deliller’le vesaire savunan bir Eğitim Disiplini’ni qast’edeceksiniz ki bu da çok altta,

Medrese’deki Konu’ya, Kelâm İlmi’ne Teqâbül edebilir. Demek ki İlâhiyât İsmi’nin

kendisinde dâhi Ucube bir Durum vardı. Dolayısıyla Din Tedrisâtı’nın ve

Watandaş’ın Dini Hizmetleri’nin Karşılanması’nda, Halq’ın Mahalle’nin içerisinde bir

İmâm’ın İhtiyacı’nı karşılayamayacağı için, İlâhiyât Bünyesi’nde, bu amaçla da

başka bir Kurumlaşma yapıldı. İslâm Enstitüleri ismiyle Kayseri’de böyle bir Okul

vardı. 12 Eylül’den sonra İslâm Enstitüler’i İlâhiyat Fakülteleri’ne

dönüştürülerek Genel Kapsam içerisine alındı. 1976-77’lerde, Yusûf Ziya

Kavakçı’nın, (Merve Kavakçı’nın Baba’sı), Dekanlığı’nda Erzurum’da İslâmî

İlimler Fakülte’si diye bir başka De-neme yapılmıştı. Şu anda İstanbul’da açılan bir

Qısım Waqıf Üniversiteleri Bünyesi’nde, İlâhiyât Fakülte’si değil de bu İsim’le

açıldı. Yani bu Teknik bir İsimlendirme, Müfredât’ta önemli bir Farqlılık yok.

Dârü’l-Fünûn İsm’i, Üniversite’ye dönüşürken Ad’ı da İstanbul oldu. Nasıl

olduysa olmuş, Başlangıç, Kuruluş Târihi’ni 1453 olarak İlân etmişler. Böylece de

İstanbul Üniversitesi ‘Kuruluş Târihim 1453’ demekle ne demiş oluyor, Fâtih

Sultan Mehmed’in İstanbul’u Feth’i ile açtığı, Fâtih Ciwârı’ndaki Sahn-ı Seman

Medreseleri’ni kendi Târihsel Dewâmlılığı içerisinde düşünmüş oluyor. Onları

Medrese-Üniversite Dewâmlılığı içinde bir yere yerleştiriyor. O zaman, “biz” ya

“Medreseyiz” demiş oluyor yahut ta “biz 1453’te İslâm Tedrisâtı’yla Alaqası

yoktu, Batı Tipi Eğitim Kurumları’ydık” vesaire demiş oluyor. 1453’te İstanbul’da

Sahn-ı Seman Medreseleri’ni Kurucu Hocalar’ı, Dâwûd el-Qayserî

Medresesi’nden yetişen Hocalar’dı. Molla Fenârîler, diğerleri 2-3 Kuşak ötesi’nde

İznik Medresesi’ne bağlanan İsimler ve o Okul’un Dewâm ettiricileridir. İsimler

Açısı’ndan da, İstanbul Üniversite’si 1453 Referans’ı üzerinden, Dâwûd el-

Qayserî ile bir şekilde irtibatlandırılmış oldu kendisini. Ama bunda Haqsızlıkları

Sözkonusu’dur. Bütün bunları 1 Ay önce yapmış olduğumuz o Konuşma’da

Gündem’e getirdik. Derneğin 10.Yılı wesilesiyle yaptığımzı Değerlendirme’yi buraya

taşımamız ve Erciyes Üniversitesi Bünyesi’nde açılmış olan ilgili Enstitü’de de

bunların bir Muhâsebesi’ni yapmamız gerekiyor. Şimdi Dâwûd el-Qayserî’yi bir

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

60

Üniversite’nin Ad’ı olarak Taltif etseniz dâhi Taltif etmiş olmazsınız. En nihâi, eğer

Derneğin qat’edebileceği Nokta ne olabilir diye sorar isek, bir Üniversite kuran

Dernek olmaktır. Eğitim Kurumları’nın da en Zirve Noktası Yasal Prosedürü’yle

Üniversite olmaktır, gideceği son nokta burası. Dâwûd el-Qayserî’yi Üniversite’ye

bağladığımız zaman, İstanbul Üniversite’si Târihi’nde başlayan 1453’e bağlamış

oluyorsanız eğer, bu Sözde Başlangıç’ta onu gerçek Değeri’ne oturtmuş olmazsınız.

Zira Medrese kendi Bünyesi’nde kendi Zirve Noktası’nı Tayin ve Tesbit etme

Qudreti’ne Sâhip’tir. Onun Üniversite Şekline Refere edilmesi, Değeri’ni Yükseltme

değil, aksine Alçaltma olacaktır. Buna Referans ederek konuşuyoruz ve bu

Referansı’yla berâber Türkiye’de Tek bir Üniversite var iken, o da İstanbul

Üniversite’si iken, sonra Ankara Üniversite’si açıldı,sonra diğerleri açıldı ve

dolayısıyla ilk Üniversite İstanbul, o da kendini 1453’e Nisbetle Fâtih’e götürüyor.

Onun da Kurucular’ı Dâwûd el-Qayserî. Öyleyse İstanbul’da başlayan

Üniversite’nin Aslı olur bu Başlangıç Zemin’i. Tabiatıyla bunlar sâdece İsimler,

Referansları’nda götürülmüş olan Yerlere Teqâbül ediyor.

Biz 2-3 Sene ewwel Gündem’e getirdik, bir Üniversite Adı’yla Dâwûd el-

Qayserî’yi Birleştirme Düşüncemiz’i. Bu Süreç Esnası’nda duyduk ki, Erciyes

Üniversitesi bu Ad’la bu Enstitü’yü açmış bulunuyor. Demin adlandırdığımız

şekli’yle bir Üniversite Adı’nı dâhi verseniz bu onun için bir İltifat değilken, onun

bir Şube’si hâline getiriyorsunuz, ya da onu daha geri Plan’da bir başka Alçaltma’ya

tabi tutuyorsunuz demektir. O Nizâmiye Medreseleri’nden sonra Osmanlı’da

başlayan yeni bir Medrese’nin Fikir Baba’sı, Kurucu’su, İlk Rektör’ü. Biz bu

Düşüncemiz’i, Ufuq olarak oturttuğumuz yerden bile Çekingen ve Utangaç olarak

söylerken, Üniversite Bünyesi’nde, Başbakan Düzeyi’nde ise bu bir Taltif ve Lutuf

olarak sunuluyor. ‘Erciyes Üniversitesi’nin Bünyesi’nde Dâwûd el-Qayserî

Enstitüsü’ açtık, deniyor. Fakülte, Kürsü filan vesaire de değil, burda bununla

kurtarmış oluyorlar. Bizim Hedefimiz’deki Yer’le bu Değerlendirme’nin Yer’i

arasında Uçurumlar var. İsterdik ki, Enstitü’nün Direktör’ü de burada olsun,

kendisiyle bunları konuşalım vesaire ama, bizim buradaki bulunmuş olduğumuz

Saat’te burada bulunup bize Brifing verme İhtiyacı’nı hissetmemiş. Bunu da

anlamakta Zorluk çekiyoruz. Bu Başvuru’yu Dernek Başkanımız yaptı,

Üniversite’de açılan bir Enstitü, Ad’ı da Dâwûd el-Qayserî olan bu Merkez,

bulunmuş olduğu Şehir’de bu Ad’la anılan 10 Yıllık bir Dernek, burayı Ziyâret etmek

istiyor. Bunları tanıtmak, araştırmak üzere kurulmuş bir Enstitü Luzüm görüp bir

Şey söylemek istememiş ise, Qayseri’den gelen bir Dernek için, onun için burda 1

Saat bulunmayacak ise, ne Anlam ifâde edebilir artık. Kendi kendimizi ağırlıyoruz

burada.

Qayseri’de Dâwûd el-Qayserî ile berâber bizim tasarlamış olduğumuz

Mekan burası mı olurdu? ‘Konak olarak çok Uygun’dur diye düşünebilirsiniz ama,

bura olmamalıydı. Yine birkaç Hafta önce İnternet’te İlgili Sayfalarımız’da

Tartışma’ya açtığımız bir Konu. 4.Kampımız’ı Konya’dan sonra İznik’te yaptık. Ve

orda Dâwûd el-Qayserî’nin Ders verdiği -1336-1350 arasındaki 14 Sene boyunca

Ders vermiş olduğu- Medrese’yi Ziyâret ettik. Orda da Konuşmalar yaptık. O

Medrese’yi, Orhan Gâzî’nin Büyük Oğlu, yâni Sultan Murad değil de onun Abi’si

olan Süleymân Şah yaptırmıştı. Dolayısıyla Medrese Süleymân Şah Medrese’si

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

61

olarak Bânisi’nin Adı’yla Meşhur’dur. Ama Kuruluşu’ndan, itibaren 14 Sene

Medrese’nin ve İlk Osmanlı Medrese’si olması hasebiyle Medresesi’nin

Müfredâtı’nı biçimlendirdiği ve Qayseri’yi bize bağlayan Cihet’i Teşkil ediyor.

Yaptığımız Ziyâret’te Derneğimiz yer aldı. Gittiğimiz yer Dâwûd el-Qayserî ile

ilgili’ydi, gitmiş olduğumuz Mekan’da, daha önce giden Qayserili bir Kişi’nin Ders

verdiği Yer, Osmanlı’nın Kuruluş Boyutlar’ı yani çok Târihsel Meseleler’i Gündem’e

almıştık. Medrese içerisi, Taşı Duvarı Restore edilmiş, Bizim Qayseri’deki

Medreseler gibi, Uzun Zaman Anlam’ı dışında Kullanımlar’ı, Turistik olarak Tahsis

edilmiş bir Mekan olarak vardı. Oysaki bu tür Okullar, Binâlar’ı Eğitim vermeye Yapı

Açısı’ndan Müsâit değil ama, Sembolik Anlam’da ne yapılabilir diye başka İmkanlar

için Tahsis edilmelidir, Madem 1453 gibi kalkıp Qayseri’de bir Üniversite kurmuş

Yapı, 1978 olarak değil de Erciyes Üniversite’si aynı Şey’i yapacaksa 1204’lere

götürecekse Şifâiye Medrese’si en Erken Dönem olarak, o zaman o Bağlantı’yı

somutlaştıracak Semboller’den de yararlanması lâzım. Bu Âidiyet Bağlantısı’dır.

Üniversiteler’in İlk Açılış Konuşmalar’ı neden O Mekan’da yapılmasın, O Medre-e’de

Mezuniyet Törenler’i yapılmasın. Bu Âidiyet Bağlantıları’yla Onursal Düzenlemeler

yapılabilir.

Şöyle bir Öneride bulundum; Qayseri Belediyesi -yahut kimse bu işe

Kurumsal olarak Kültür Bakanlığı mıdır, Waqıflar mıdır Yetkili olan Merciler-, bu

Medrese’nin birebir Kopyası’nı Qayseri’de İhyâ edebilirler. Bunun için de ne

Mekan Sorun’u vardır, ne Parasal bir Sorun vardır, ne de düşünebi-lirlerse

Perspektif Sorunu vardır. Kendi Adlar’ı ile anılan oradaki bir Kurum olarak

Uzak’taki bir Medrese, ve orda bu Amaç’la kullanılmıyor, zaten Küçük bir Yerleşim

Birim’i, İznik Açısı’ndan da bu Ağırlığı kaldıracak Yer de değil. Eğer 1453’te kurulan

İstanbul Üniversite’si, kendisini ona Nisbet etmişse, tüm Üniversiteler’in de Nisbet

ettiği Yer’dir bu Mekan. Ona Sâhib bir Merci Açısı’ndan buna İhtiyaç var. Bu olması

gerekir diye bunu dillendirmeye çalıştım. Buraya gelişimiz böylesi bir alaqa ile

Gündemimiz’de geldi.

Burası Ermeni Tavukçu Mahallesi, Eski Qayseri’de Ermeni Azınlığı’nın

yaşadığı, Meskun oldukları bir Mahal. Ekseriyet’i onlar. 1800’lerin sonları itibariyle.

Qayseri’de, Eski Qayseri’yi Temsil edebilecek bir yer Restore edilecekse -bir

çokları yıkılmış, yeniden İnşa ediyor-, Sivil Mimârî Boyutları vesaire böyle bir Mahal

mi seçimeliydi Ewweliyet’le? Siz Qayseri’nin onca Mahallesi’ni mahw’ettiniz.

Hacıkılıç’ın Arkası’ndaki Koca Alan, Gülük Ciwârı’nın boşaltılması vs. bütün bunları

İstimlak ettiniz, Taraf olarak sattınız, AVMler vs. yaptınız. Yani Eski Qayseri’yi

İnsanlar, 1000 Yıllık Müslüman Fethi’yle İştigal eden bir Yer’e taşıyacaksa, onu

yansıtan bir Yer seçilir. Onu Restore edersin, Oraya İnşâ edersin, Ayağa kaldırırsın.

Yani bir Ermeni Mahallesi de, (evet tabi ki Qayseri’nin 1/3 Nüfusu Cumhuriyet

Dönemi’ne kadar, Osmanlı’nın bir çok Bölgeleri’nde olduğu gibi, Gayr-i Müslim,

bundan alınmayız, bilakis ifihar duyarız, bunlar Kazançlarımız’dır), İ’mâr edilip Eski

Qayseri Yapı’sı içinde Ermeni Evleri, Rûm Evleri’nin vs. İ’mâr edilmesi, onların da

düşünülmesi gâyet tabi. Bu Zenginliğimizi gösterir. Ama siz Merkez yapıyorsunuz,

Tavuklu Mahallesi İ’mar edip Adı’nı da değiştirip “Eski Qayseri Mahallesi”

diyorsunuz. Eski Qayseri Mahalle’si, diye açtığınızda.. Ne zaman Tüm Kayseri için

Mahalle olmuş,? Bu Mahalleye Müslümanlar Çoğunluk mu? Buradan seçtiğiniz bir

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

62

Konağı Dâwûd el-Qayserî Enstitüsü’ne veriyorsunuz. Ne irtibat’ı var, Dâwûd el-

Qayserî bu Mahalle’nin bir Ferdî olabilir mi? Onun yaşadığı Mahalle’yi bulamasanız

dâhi bir Müslüman Mahalle’si düşünebilirsiniz, muhtemel olarak. Ne kadar

lalettayin, ha gördüm güzel olmuş, buraya yapalım denmiş görünüyor. Ufuk yok,

Geçmiş yok, Araştırma yok. Rezâlet bir Durum. 2 Sene’dir oturduğum Mahalle’de -

Karakürkçü Mahalle’si-, yine 2 Yıl’dır bir Koca bir Çukurumuz. Kaç Katlı bir Bina

yapılacaktı, İstimlak etmiş Belediye, oradaki diğer Evler gibi, neyse orada bir

Anlaşmazlık, Mahkemelik olmuşlar, yapamıyorlar. Hemen ötesinde ölmekte olan 3,

4 tane Ev kaldı, dökülen Mahalle’de, Eski Karakürkçü Mahalle’si. Karakürkçü

Mahalle’si bugün Gülük Mahalle’si olarak anılıyor. Gülük Mahalle’si aslında

Gülük Câmii’nin Etrâfı’ndaki o Dar Bölge’yi İhtiwa ediyordu. Orda 5, 6 Tâne

Mahalle var. Hepsini yok ettiği için, geriye Kentsel Dönüşüm Projelerimiz, hepsi

Gülük Mahalle’si diye geçiyor, orda da 3-4 Tâne Ev kaldı. Bina yapılacak artık,

İ’mar’ı İmkansızlaştı. Geri kalan Bölge’de Safa İlkokulu var, onun Etrafı’na Tel

Örgü’yü germişler, Safa Mektebi’nin bittiği Yer’den itibaren başlıyor, Boş olan

Arazîler ve birkaç Tâne Yıkıntı Ev’in olduğu yer.

1500’lerde yapılmış o Mahalle’de bir Çeşme var, kurumuş Wâziyet’te, Su

akmayan bir Çeşme’dir şimdi, Göllü Çeşme, onun yanında da Göllü Câmii var.

Göllü Câmii Adı’nı da birkaç Hafta önce tekrar hatırladık, Haberler’e düştü. 14

Yıl’dır kullanılmadığı için, -İbâdet’e açık tutulmadığı için-, içerisinde hiçbir Şey’e

dokunmamışlar, Tozlar, Dumanlar içinde Metruk bir Waziyet’te bırakılmış

duruyordu, Halılar vesaire. Göllü Câmii’nde Hırsızlık olmuş, bu Haber’le Ajanslar’a

düştü. Böyle bir Metruk ve Tahrib edilmiş Mahalle’nin Boşluğu’nda, Kapalı bir

Câmii, 1500’lerden beri kullanılan Târihî Âsar ve Halıları’yla öylece Toz’a Duman’a

terk edilmiş bir Câmii, son 14 Senesi’nde içine giren olmamış gibi, Hırsızlık Waqa’sı

ile ancak tekrar hatırlayabiliyoruz. 1500’lü Yıllar’ın bu Mahalle’deki Câmii’nde,

buranın Bâni’si olan Cedleriniz düşünebilirler miydi, Gün gelecek Bu Câmii, bu

Ülke’de Müslümanlar yaşadığı halde, 15 Sene bu Câmii’n Kapısı’nı açan olmayacak?

Mahalle’yi sulayan 500 Yıllık bir Târihi Çeşme, hemen yanıbaşında Câmii Metruk

Waziyet’te. Çeşme Kuru ve Etrâf’ı Pislikler içinde yaşıyor, ve bunun Ölümü’ne

Tanıklık ederken, Son Anları’nın çekmiş olduğumuz Kayıtlar’a Şerh düşerken, Siz

Ermeni Mahallesi’ni Eski Kayseri Mahalle’si olarak (öncelikli) yeniden İnşâ

ederek, ne yapmış oluyorsunuz?

Gülük Mahallesi’nin, Adı’nı veren Gülük Câmii’nin yanında Gülük

Hamam’ı vardı, Gülük Medresesi vardı. Bunların da şu anda Yıkıntı Duvar-ları var

Etrâfı’nda. Restore Çalışmaları Sırasında Gülük Câmii İhyâsı’nda onlar Kapsam’a

alınmadı, onlar da öyle Yıkık olarak orda 3-4 tâne Duvarı kalmış, duruyor. Oysaki

yapılması gereken İ’mâr ve Genişletme, Gülük Mahalle’si Kayseri’nin İlk

Câmileri’nden ve Mahalleleri’nden bir Tâne’si. Danişmendliler’in Mahalle’si.

Qayseri’de kurulan İlk Mahalle, yapacaksan sen Gülük’ün Etrafı’nı ayağa

kaldıracaksın. Erkem Yerleşim Bölge’si. Bunları İ’mâr ederdin, Gülük Medresesi’ni

ayağa kaldırırdın. Böyle Ayağa kaldırılır, 1000 Sene önce geldiğin Yer’deki Kök

Târihi’ni böyle Dewâm ettirirsin.88

88 Bunları böyle olsun diye (Eski Tâbir’le Şehr-i Emîn denen) Belediye Başkanı’na, -Kamusal

Sayfa açtı, Seçimler’e doğru Propagandası’nı yapması için Facebook’ta-, Sayfası’na bunları yazdım.

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

63

Qayseri’ye geldiğimden itibaren Köklerim’i bulduğum Yer, 1000 Sene önceki

Mahallem, Ölüm Anları’nın Izdırab’ı, Medresem, Etrâf’ı mahw’olmuş, Câmi 14

Sene’dir terk edilmiş, Eşyalar’ı çalınıyor, Çeşme’si kurutulmuş, akmıyor, Pislik

içinde. Ve Ben hergün Balkon’da o Acı’yı hissediyorum ve bugün Sabah geliyorum

burda bu Konuşma’yı yapıyorum, bu Mahalle’de. Buranın İ’mârı’ndan Mutluluk

duyarım sözünü ettiğim Genel bir Titizlik içinde olduğunda. Dâwûd el-Qayseri

Enstitüsü burda mı olmalıydı? Dâwûd el-Qayserî Derneği Ziyaret’e geliyor, 10

Sene’dir bu Ad’la tanınan bir Dernek, Kurum’un Başındaki Sorumlu

Akademisyenimiz 1 Saati’ni verip bizle olamıyor. Görevli, Kapı’yı açan kapatan ile

Görevli ile Muhatab oluyoruz.

Böyle bir Ev Gezisi’ni, Kastamonu Gezimiz öncesinde yaptık. Kastamonu’ya

Mekan olarak biraz uzak, Eskiden Kastamonu’ya Bağlı’ydı ama şu an İdari Yapı

olarak Karabük’e bağlı olan Safranbolu Evleri dolayısıyla. O Bölge’ye yarın Sabah

varmış olacağız, ve o Ciwar’da Unesco Bünyesi’nde de Koruma altına alınmış olan

Eski Evler’i gezeceğiz. Bu Evler İ’mar edilmiş, epey Değerli Konaklar, Yapı ve

Eserler. Bir Doku’nun Bütün olarak nasıl korunabiliyor, örnek olarak Safranbolu’da

bunu göreceğiz. Tabi aynı Evler’in Benzerleri, daha az Sayı’da da olsa Kastamonu içi

için de Geçerli ve Eskiden, Safranbolu Kastamonu’ya Bağlı idi. Oraya gideceğimiz

Yer’de onları görmeden, gittiğimiz Yer’de Evler’in ve Mahalleler’in Durum’u nedir,

bize bir Fikir versin diye böyle bir Mahalle ve Ev’i gezmeyi Programımız’a koyduk.

Kaldı ki, Maddi Yapı’yı İ’mâr etseniz dâhi, asıl olan Mânewî İ’mâr’dır. İçeriği o

amaçla doldurulmamışsa, bir Şey İfâde etmez de, Maddi Boyutu’yla da var olanlar

Açısı’ndan nerdeyiz, onu da görelim istedik. Yani “Evimiz, Barkımız, Eski

Mahallemiz” diyerek, Kastamonu Gezisi ile alaqalı Üst Başlığımız’ı burada biraz

açmış olduk. Safranbolu’ya gitmeden önce de aramızda görebileceğimiz bir Nokta,

geldiğimiz Mahalle burası oluyor. Burayla alaqalı olarak ta Ufuq budur. Bu

İnsanlar’ın Etrâfı’nda hiç mi Kültür Adam’ı yok? Hiç mi Qayseri Târihi’ni bilen bir

Adam yok? Bir Yetersizlik var, olan Şey’in Garabet’i ortada. Buna da üzülmemek

Mümkün değil.

GEVHER NESİBE MEDRESE’Sİ

(10 Sene önce bugün (14 Mart 2002) kendisinden Aşağı’daki İleti’yi aldigim canim

Kardeşim’in Anısı’na... 14 Mar 2006 da Akşam 20.00 de Kocaeli Adı’na Yıl’ın Doktor’u Ödül’ü için

Qayseri’nin bir Parça’sı olarak Ermeni Mahallesi’nde İ’mâr Çalışmaları elbette bir Hizmet’tir. Bunu

Bütün’ü Temsil için Eski Qayseri Mahalle’si olarak İlan etmekse olmaz. Genel Çoğunluk ve Qayseri’nin

1000 Yıllık Târihi’ni yansıtmaz. Ölüm Anları’nı çekmekte olan Gülük ve Çevresi buradaki Mahalle’nin en

azından geri kalan Bölgeleri’nin böyle AVM’lere falan peşkeş çekilme-mesi ve bunlarla alakalı bu

canlandırmanın yapılması, o Medrese’nin tekrar ayağa kaldırılması, Dâwûdî Qayserî İsmi’yle (İznik’teki

Medresesi’nin İsmi’yle) birebir Kopyası’yla da yapılabilir, böylesi bir Eleştiri ve Teklif’i o Sayfa’ya

yazmıştım. Yayınlanmasından sonra 25 Dakika geçti, ve Öneri silindi. Teklif Sayfalar’ı yok edildi. Bu

Qabul edilebilir bir Şey değil. O Sayfa’ya bir Azınlık Kimliği ile yazmış olsaydım, bir Ermeni Vatandaşı

olarak bir Taleb, ya da bir Alewi kimliği ile Vatandaş olarak bu Öneri Sayfası’na bunu yazmış olsa idim, O

Cenah’ın vereceği Tepkiler’i göze alarak, bunu silemezdin. Seçim’e girerken buna Cesâret dâhi edemezdin.

Ama Çoğunluğu nasıl Umuru’na almıyor, yaptığım Şey’de bir Hakaret mi var? Teklif ediyorum sâdece.

Tamam yapılanı övme, daha güzelleştirilmesi gereğiyle alakalı bir Şey bu.

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

64

Ankara'ya gitmekte olan Yeğenim Burak'a, 800 Yıl önce (1206) kaybettigimiz Gevher Nesibe

Beldesi’nden Selam.) 89

Merhaba, Mart 1827... 175 Yıl önce 14 Mart’ta Batılı Anlam’da İlk Tıp Okulu

açıldı. Geçen Yüzyıl’ın Başından itibaren -kimi Zaman Kesinti’ye uğrasa da- 14 Mart

Türkiye’de Tıp Bayramı olarak kutlanmaya başladı. Ben , Bayramlar’ın ve Özel

Günler’in sâdece bazı Gerçekler’in hatırlandığı, Özeleştiriler’in yapıldığı, Ortak

Problemler’in paylaşılarak azaltıldığı, Çıkış Yolları’nın tartışıldığı , Empatiler’in daha

Yoğun olarak yapılması gerektiği Günler olarak anlıyorum. Modern Tıbb’ın ( ? )

Ülkemiz’de İlk Okulu’nun açılması da bunlardan sadece biri. Ama hep aşağılmaya

çalıştığımız ( Avrupalılar’ın Diktasyonları’yla) Atalarımız’ı ( Osmanlı’yı ) nasıl

oluyorda bir Bayram’ın Başlangıç Gün’ü olarak belirliyoruz, anlayamıyorum! 1827

den önce Osmanlı’nın İnsan Sağlığı’nı İlkel ve Bilimsel olmayan Yöntemler’le

yaptığını çağrıştıran Bugün ne Anlam taşıyor ardında.1827 e kadar İlkel , bundan

sonra Modern Tıbb’ın başlaması? Ne oldu ibnu Sina'ya , Râzi'ye ve diğerlerine. Ne

oldu 1100 Yıllar’da ilk Aqıl Hastanesi’ni açan Alaa’d-Dîn Keykubât'a (Kız’ı Gevher

Nesibe Sultan için yaptırdığı Üniversite Hastanesi’ne , Qayseri'de ) , Avrupalı’nın

Şeytân girmiş diye öldürdüğü İnsanlar’ı alıp Müzik’le Tedâwi eden

Atalarımız’a...Verem’e Çare bulanlara... Ne oldu Hasta Merkezli Hekimliğe , neden

unutuldu Empati , neden sâdece materyalleşti Hastalar ve Ad’ı sâdece "4 Numara’da

yatan" oldu? Ne oldu Ayşe teyze’ye , Ahmet'e , Fatma bacı’ya. Onlar sâdece Yatak

Numarası mı , yoksa bir İnsan’ın Anne’si ,Kardeş’i veya Qıymetli Ewlâd’ı mı? Nerede

Türk İnsanı’nın Sıcaklığı, kim küstürdü Doktorlar’ı Hastalar’a , Hastalar’ı

Doktorlar’a ... Neden hep Ön Yargılar... ‘Hastalar hep böyle yapar’ denir , Doktorlar’ı

Asık Suratlı bilirler. ‘Ben Doktorum, Herşey’i bilirim, sen ne anlarsınlar , ‘bu

Doktorlar da kendilerini birşey sanırlar’ Deyişler’i... Kim bu Doktorlar, onlar da o

Köy’den, o Mahalle’den çıkmadı mı? Hasta dediği İnsan’la Misket ve sek sek

oynamadı mı Yıllar önce. Aynı Otobüs’te Seyahat ederken, aynı Sinama’yı

seyrederken , aynı Şebeke’den Su içerken. Kim açtı aramızı Hastalar’la? Bence ,

bunların ardında yatan ; Ülkemiz’de Yıllar’dır oynanan Soğuk Savaş Taqtiği yatıyor.

Halq’ı birbirine küstür, Yönetim’le Halq’ın arasını dâima aç ve Güvensiz kıl. Sonra

parçalaması kolay olsun. Doktorlar’ın kaçı Hastası’na tam olarak güveniyor,

Hastalar’ın kaçı Doktorlar’a? Güven olmayan yerde kim Mutlu olabilir? Tek Hedef’i

İnsanlar’ın Acısı’nı dindirmek olan Tabipler, Güvensiz , Empatisiz , Gelecek Kaygısı ,

Maddi Kaygılar , Ekonomik İmkansızlıklar arasında Acılar’ı nasıl dindirecekler?

Bunlar Umutsuzluğun değil, Umud’un Dizeler’i. Gelin Bugün’ü Başlangıç Qabul

ederek 1827 Öncesi’ne dönelim ve İlkel Tıbb’ı tadalım yeniden. Ayşe hanım’ın

Acısı’nı dindiriken, Afacan Ahmed’in Yaramazlığı Esnası’nda onu Muâyene ederken

, bize Ön Yargı’yla gelmiş ve aslında fazla bitrşey beklemeyen Hakkı amca’dan

EMPATİ’yi ve GÜLERYÜZ’ü esirgemeyelim. Çünkü Hastalarımız Sorunu değil bizim

aldığımız Az Maaşlar , Arabamızı yenileyememiz , Bilimsel Dergiler’e Abone

olmayışımız, Ay’da 1 kez Kültürel Faaliyetler’e katılamamız , yaşadığımız Ev’in Kira

oluşu ... O bizden sâdece Güler yüzle Acısı’nı dindirmemiz ve/ veya Paylaşmızı

istiyor. Birden hiç bir Zaman olamayacağı oldurmamızı istemiyor. Özeleştiri, Gülen

89 Dr.Mehmet ERSÖZLÜ Kocaeli Gölcük Devlet [email protected]

http://groups.yahoo.com/group/qayseriokulu/message/2174

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

65

Yüz ve Empati’nin tükenmediği , Hasta Merkezli Tıbb’ın yeniden doğduğu nice

Bayramlar’a...

HUNAT HÂTUN MEDRESE’Sİ

Kış’ın en Uzun Gecesi’nde Târihî Mekanlar’ı aydınlatan Işıklar arkasında 800

Sene Öncesi’nden bize seslenen bir Selçuklu Kapısı’nın Önü’ndeyim… Önümde

Şehr’in Ana Meydânı’na çıkan bir Cadde’nin geçtiği Nokta’nın tam Karşısı’nda yine

tüm İhtişamı’yla Işıklar içinde Kayseri Kalesi’ni görüyorum. Alanya Kalesi’nin

Tekfuru’nun Kızı’yken kendini Sultân

Alaa’d-Dîn’e Eş olarak bulmuş Hunat

Hatun.. Keykubât Sarayı’nda zehir-

lenen Alaa’d-Dîn’in Nâş’ı Defn için

Konya’ya götürülürken Hunat’a İçi’ni

İmâretler’le dolduracağı Aslî Watan

olacaktır Kayseri…Bugün kendi Adı’yla

anılan Mahalle’de yaptırdığı Câmii,

Hamam, Medrese, Bugün’e gelememiş

olan Aşevleri’nin kesiştiği Külliye

içindeki Türbesi’nde Ebedî İstirahati’ni

sürdürüyor. Hürmet’le Medrese’nin Taç Kapısı’nı Temaşa’ya dalıyoruz.

Cami’nin Kuzey Batısı’ndayız… Taç Kapı, Dikdörtgen Planlı, Açık Avlulu, Tek

Katlı Yapı’nın Batı Yakası’nda yer alıyor.

Kapı Arkası’nda Giriş Eyvan’ı ve Bina’yı sağda solda Çepeçevre dolaşan

Rewaklar, bunların arkası’nda 20 Öğrenci Hücre’si, tam Karşı’da Doğu Taraf’ta

ortada ana Eyvan-Yazlık Dersane, bunun Kuzeyi’nde Büyük Kapalı, üzeri Fenerli

Kışlık Dersane; Güneyi’nde Câmi’yle Bitişik Müderris Odalar’ı ve burada bulunan

Hunat Hatun’un Türbesi’ne Geçit bulunuyor.

Batı’da Köşeler’de bulunan 2 Hücre, Çıkış Mecburiyeti dolayısıyla Büyük

tutulmuş. Kapı’nın içten Güney Tarafı’nda, Hücreler arasında Dam’a Çıkış İmkan’ı

bulunuyor.

Avlu’yu çevreleyen Rewaklar, Kesme Taş Ayak ve Sivri Kemerler üzerinde

Moloz Taş Sıvalı Tonozlar’la örtülü. Bütün Hücreler de aynı Şekil’de Tonozlar’la

örtülmüş. Ancak Doğu’daki Eywan ve Yanları’nda bulunan Kışlık Dershane ve Büyük

Müderris Odası, Kesme Taş Tonoz’la örtülmüş.

Bina’nın İlk Yapılışı’nda Eyvan önünde Rewak bulunmadığı halde, Tahmin’le,

Hunat Hatun Tarafı’ndan Câmi’yle birlikte (1238) Rewak’ı 4 bir Taraf’tan

tamamlamak için, Eyvan’ı kapatmayacak şekil’de 2 Kemer Ayağı’na basan Yüksek,

tek bir Tonoz İnşa edilmiştir. Hunat Camii’nin Batı Portalı’nın arkası’ndaki bir

Avlu’ya Açık olan bu Tonoz, belki de olan bir Deprem’in Etkisi’yle Kısa Zaman’da

yıkılmış. Câmi’deki Tonoz, İhtiyac’a göre tekrar başka Sistem’e yapıldığı halde,

burada bir daha İnşa edilmemiştir. Buna ait 2 Yan Revak üzerinde, Duvarlar’da

sonradan yerleştirilmiş Kemer Ayakları’nın İzler’i bulunuyor.

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

66

Batı’da bulunan Taç Kapı, Klasik Selçuklu Tarzı’nda Geometrik ve Bitkisel

Motifler’in oluşturduğu Bordürler’in çevrelediği Mukarnaslı (Petekli) bir Giriş’tir.

Mukarnas Örtü’nün Etrafı’nda Dekoratif Kemerler ve altında Sütünceler’i yer alıyor.

Giriş’in 2 Yanı’nda 2 Küçük Niş bulunmaktadır. Taç Kapı’nın üzeri Tabiat Tahrib’i ile,

burada olması gereken Kitâbe’yle birlikte yıkılıp yok olmuştur. Burası

Restorasyon’la kısmen tamamlanmış. Kapı’da başkaca bir Kitabe görmüyoruz.

Dıştan Medrese Duvarları, Çevre’deki Taş Ocakları’ndan getirilmiş Esmer Köfeki

Kesme Taşlar’la örülmüş, Bina’ya dıştan Taqwiye Kuleleri ve bunlar üzerinde de, bir

Tane’si Orijinal olarak kalmış Dentanlar (tek Parça Taş’tan Küçük Süs Kulecikler’i)

İnşa edilmiş.

Dam’daki Orijinal Toprak Örtü Kültür Bakanlığı’nın 1976 Yılı Onarımı’nda

kaldırılmış, bu İşlem sırasında Toprak arasından Selçuklu Hafifletme Küpler’i ile

Dönem’in birkaç Bakır Para’sı çıkmış. Küpler, Kayseri Müzesi’nde Muhâfaza

ediliyor. Toprağın kaldırılması ile Câmi’de olduğu gibi Betonarme ve Taş Kaplama

yapılmış, ancak Su geçirgenliği önlenemediğinden Yakın Zaman’da Bina’nın üzeri

Kayseri Valiliği Özel İdare’si Tarafı’ndan yine Câmi’de olduğu gibi Ahşap Çatı üzeri

Bakır Kaplama ile örtülmüş

Eyvan’ın Kuzeyi’ndeki Müderris Odaları’ndan, Güneyi’nde bulunan Medrese

Duvar’ı arasından Hunat Hatun Türbesi’ne Geçit verilmiş. Burada, Türbe’nin

Ziyaretgâh Qısm’ı olan 2.Katı’na çıkan, sonradan yapılmış Taş Merdiven’in yerinde,

Orjinali’nde Ahşap bir Merdiven bulunduğu Tahmin ediliyor. Bu Qısım’da,

Medrese’nin Türbe’ye doğru Dış Duvarı arasında Türbe Yeri’ndeki, Türbe’den önce

bulunan, belki Câmi’nin Batı Kapısı Arkası’ndaki Tonoz yıkılırken çarpıp yıktığı İlk

Türbe veya bir Yapı’ya ait Kalıntılar bulunuyor. Türbe’den Cesetler’in bulunduğu alt

Kat’a Giriş yok. Taç Kapı dışında, Medrese’nin Tezyinatlı Bölümleri’nden olan Ana

Eyvan Ağzı’ndaki Kemer’in Dış Yüzü’nde bulunan, Geometrik Örgü Firizi

Merkezleri’ne Küçük İnsan ve Hayvan Figürler’i gizlenmiş. Eyvan’dan Doğu’ya

Mukarnaslı bir Çıkış bulunuyor. Giriş Eyvan’ı Ortası’nda da, 3 Dilimli Profil’li ve Yan

Yüz’ü Geometrik Örtülü Taqwiye Kemer’i bulunmaktadır. Dıştan Çörten Ağızlar’ı da

Aslan Başı şeklinde biçimlenmiş.

Medrese’nin, Yapı’sı İtibari’yle Cami’den biraz önce’ye aitmiş.1976’da

yapılan Restorasyon

Çalışmaları’nda, Medrese’nin Cümle

Kapı’sı altından giren Pişmiş Toprak

Su Künkleri’nin Eyvan içine kadar

Dewam ettiği görülmüş. Avlu

Ortası’nda buna bağlı bir Şadırvan

da bulunduğunu Tahmin ediyor

Uzmanlar. Yine Medrese Önündeki

Açık Alan’da, Medrese Hizası’ndan

Hamam’a doğru, Devri’nden kalma bir Bahçe İhata Duvarı’nın da bulunduğu

görülmüş.

Medrese’nin Giriş Cephesi’nin Güneyi’nde, h.1326(m.1905) de yapılmış ve

50 Yıl kadar önce de yıktırılmış olan Sütunlu bir Revak’tan İbaret Çeşme’nin

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

67

Kitâbe’si halen Medrese’nin Duvarı’na yerleştirilmiş olarak duruyor.. Kitâbe Metni’ni

şöyle okuyorlar:

Bak Su Hayrı Efdal Hayr olduğundan Ehl-i Hayr

Döktüler her bir Mahal’de hâlisane Âb-ı Rû

Yaptılar Sarf eyleyüp Naqdine Himmetleyin

Cami-i Ekber Ciwarı’nda Hoş bir Çeşme bu

Görmiye Rûz-ı Qıyâmet’te Susuzluk’la Elem

Kim akıttıysa Rızâu’llâh için bir Karte Su. (1326).

Hunat Hatun’un Külliyesi için yazdırmış bulunduğu Orijinal Wakfiye’si

Rlimiz’de yok. Ancak XVI.yy.Osmanlı Waqıf Tahrirleri’nde ‘Waqf-ı Cami ve

Medrese-i Hond Hatun’ Başlığı altında Cami ve Medrese’nin, Sultân Alae’d-Dîn’in

Zewce’si Hond Hatun’a ait olduğu ve 1500 de Waqf’ın Mewlânâ Abdu’r-

Rahmân’ın Tasarrufu’nda bulunduğu, Câmi ve Medrese’nin Waqıf Akarları’nın

Qayseri’de Salur, Zincidere ve Yabani Köyler’i ile, Tokat’ın Kozova’sına bağlı

Saraycık, Çemgöz, Halıcılar, Tavukçular ve Eyne Pazarı Köyler’i Gelirler’i,

Qayseri’de Külliye’ye Dâhil Hamam ile bunun yanında bir Fırın ile Şehir içinde bir

Qısım Arazi Parçaları’nın olduğu kaydedilmiş. Masraf Kayıtları’nda Müderris ve

Talebeler’in Ücretler’i yazılmış. Hunat Hatun’un Waqıf Akarları’ndan Günümüz’e

bir Şey kalmamış.

Medrese’nin Eyvanı’na, Lale Devri’nde (1720-1730) İstanbul’da Saray’da

Matbah (Saray Mutfaklar’ı) ve Sur (Şehzâdeler’in Sünnet Düğünler’i Müdür’ü) olan

Qayserili Hacı Halil Efendi bir Kütüphâne Bina’sı İnşa ettirerek, içerisine de

birtakım Kitaplar koydurmuştur. Sonra da burası Harap olunca Kitaplar Şehir’deki

Raşid Efendi Kütüphanesi’ne naql’edilmiş.

Medrese Bina’sı 1930 yılı’ndan 2000 Yılı’na kadar da Qayseri Müze’si olarak

kullanılmış. Müze bu Târih’ten sonra naql’edilerek Waqıflar Tarafı’ndan Çarşı

Hâli’ne getirilmiş.

2009 da Çarşı da Bina’dan Tahliye edilerek buranın Kültür Hizmeti’nde

kullanılması için Çalışmalar yapıldı. 2 Hafta’da bir buradaki bir Büyük Dersane

Odası’nda Tentl I Dersler’i verdik.

GÜLÜK KÜLLİYE’Sİ

Kimlik Belgem’de ‘Nüfus’a Kayıtlı olduğu Yer’ olarak yazan Karakürkçü

Mahallesi’ne Uzun Yıllar Şehrim’den, hatta Ülkem’den ayrı yaşamış biri olarak geri

döndüğümde Hoş Tesâdüfler Zincir’i bana tekrar bu Qadim Şehir’de /Qayseri’de

Yaşama Şansı verdi. Çocukluğum’un Anıları’na Tanıklık eden Dar, kıvrım kıvrım

Sokaklar’dan Eser kalmamış.. Kentsel Dönüşüm Kapsamı’nda Belediye’nin

Dozerler’i geçip gitmiş üzerlerinden. Oturduğum 40 Hâneli Apartman Blok Kaç

Mahalle Sâkini’nin Nüfusu’na Bedel’dir kimbilir? Sâdece Çeşmeler, Câmiler, Eski

Medrese Dokunulmazlık Zırh’ı ile, Mahallesi’ne Yabancı düşmüş bir Garip olarak

direniyorlar… (Teknoloji’nin Azizliğine uğrayıp Tiyatro ile ilgili Belleğimi

kaybedince), Mahallemin Anıtları’nın beni çağırdığını hissediyor, Yağmursuz Geçen

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

68

Hafta’nın verdiği Fırsat’la Adımlarım’a Külliye için İzin veriyorum. Şehr’in o Eski

Arnavut Kaldırımlarım’dan değil, Asfalt Kefenler üzerinden..

Beş altı Köklü Mahalle birleştirilmiş şimdi onun İsm’i ile anılıyor. Otantiği

Külük olan Ad’ın Gülük Telaffuz’u ile… Selçuklu Sonrası Eratnalılar arası İlhanlı

Moğol Wâlileri’nin bastırdığı Paralar’da rastlanabilen bir Asalet Ünvanı’ymış

Külük… Mahalle’ye Adı’nı veren Alame’d-Dîn Oğlu Külük Şemse’d-Din Külliye’nin

ilk Bâni’si değil ama onunla Ayağa kalkan Târihî Yapıtlar Mahalle’ye de onun Adı’nı

kazımış… 1335 Târihli Waqfiyesi’nde oldukça Yüklü bir Arazi’nin Geliri’ni burası

için waqf’etmiş olarak anılıyor. Qayseri’nin bir Deprem Sonrası önemli bir Hasar

gördüğü Târih’ten sonra.. Sözkonusu Târih Zihnim’de Dâwûd el-Qayserî ile ilgili bir

Çağrışım yapıyor. İznik’in Fethi’nden sonra Orhan Gâzî’nin orada yaptırdığı

Medrese için Qayseri’den alıp götürdüğü Müderris’in Şehri’ni terkettiği Târih…

Gülük Medrese’si, Temel’i Danişmetliler’e kadar inen bir Selçuklu ve sonrası

Eser’i, Dâwûd’sa Osmanlı Medrese Sistemi’nin Kurucu Beyn’i olacak…

900 Yıl gerilere kadar gidebilen bir Anıt var Karşım’da şimdi. 10 Yıl kaldığım

Berlin’in Târih Faqir’i Metropol’ü nerde, her yeri’nden Târih fışkıran

Topraklarım’ın Anıtlar’ı nerde.. Şu yeni yetme Brandenburg Kapı’sı önünde Poz

çektirmek için yarışan Turist Kâfileler’i… Selfilerim bana kalsın, Külliye’yi

zaptettiğim Resimler Dosyam’da yerini alsın…

Yapım’ı daha Geç Târihler’e endekslenen Hamam’ı Bugün’e taşıyamamışız..

Bir zamanlar şarıl şarıl Erciyes’in Su’yu akan Çeşme’nin Dil’i kurumuş, Ağzı’nı Bıçak

açmıyor şimdilerde.. Bize Homojen bir Yapı olarak iç içe geçmiş tek bir Blok Bina

gibi görünen Câmi-Medrese’yi duyumsamak kalıyor… Yüzleri’nden Huzur saçılan

Müdâwimler’i dağılıyor Câmi’nin Kuzey Doğusu’nda yer alan İhtişamlı Taç

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

69

Kapısı’ndan… Teneffüs Zil’i yerine çalan Meşhur bir Ezgi’nin Ses’i ile dağılan İlkokul

Öğrencileri’nin Kalabalığı’na karışıyor Ma’bed’den dağılan Dedeler, Amcalar…

Medrese’nin Aqsâmı’nın artık Câmi’yi tamamlayan bir Hizmet için kullanıldığı

anlaşılıyor…

Ne zaman İnşa edilmiş Mabed, tamı tamına bir Târih verilemiyor. Yapı

üzerinde bize Klavuzluk eden İlk Kitâbe Onarım Târihi ile ilgili.. Arapça Kayıtlar

Türkçe’ye şöyle çevrilmiş:

‘Bu Bina’yı Keyhüsrev’in Oğlu Dünyâ ve Din’in Şeref’i, Fetihler Sâhibi, Mü’minler’in

Emîri’nin Ortağı, Büyük Sultân Keykavus’un Hâkimiyet’i Zamanı’nda, Allâh’ın en Zayıf Kul’u, İffetli

kadın, Yağıbasan Oğlu Mahmud’un Kız’ı Atsız Elti Hatun h.60? (1210) onarttı.’

Câmi’nin Kuzeydoğu Köşesi’nde bulunan Tac Kapı üzerindeki Kitâbe’de

geçen Târih Bölümü’nün Son Rakamı’nda Tahribat varmış. Ama genelde Qabul

edilen Târih h.607(1210-11)dir. I. İzzettin Keykavus h.607(m.1210) da Selçuklu

Tahtı’na çıkmıştı. Onun Hâkimiyeti’nin İlk Yılları’na denk geliyor bu. Câmi’yi onaran

Elti Hatun’u araştırıyorum. Danişmedli Soyu’ndan geliyor. Baba’sı Muzafferi’d-

Dîn Mahmud, Yapıbasan Nizâm’ed-Dîn’in Oğlu.. Qayseri’yi Damişmendli

Beyliği’nin Merkez’i yapan Emîr Mehmed Gâzî, Muzafferi’d-Dîn Mahmud’ın

Amca’sı oluyor. Atsız Elti’nin Baba’sı da tıpkı Kız’ı gibi Hayırları’yla Maruf

Şehrimiz’de. h.602(m.1206) da Qayseri Ulu Cami’yi onarmış, bu Onarım’a İlişkin

bir Kitâbe’de onun Adı’nı okumuştum. Elti Hatun, Câmi’yi 1201 Târihi’nde

onarttığına göre Yapım’ı bundan öncedir. Ne kadar önce? Qayseri’nin

Danişmedliler’ce Merkez olarak kullanılması h.475(1082) Târihi’nde başlıyor.

Uzmanlar’ın Kanı’sı Külük Camii’nin tıpkı Câmi-i Kebir gibi Emîr Mehmed

Gâzî’nin Hükümranlığı sırası’nda, yani h528-537(1134-1142) Yıllar’ı arasında İnşa

edilmiş olabileceği. Külük Câmii’de tıpkı Ulu Câmi gibi 1100 sonları’nda

bilinmeyen bir neden’le Tahrip olmuş. Qayseri’de 1100ler’in sonu 1200ler’in

Başları’na ait bazı Yapılar’ın Sağlam olarak Bugün’e ulaşması Sebebi’yle Ulu ve

Gülük Câmileri’nin daha Erken bir Târih’te Tahrip olduğu sanılıyor.

Câmi, Medrese ve Hamam pek çok defa Tamir geçirmiş. h.1251(1835)

Târihi’nde bir Deprem’in Etkisi’yle Kuzey’e bakan Duvar’ı eğilmiş ve

h.1273(1856)’da bir Qısım Yerleri’nin Tâmir’i yapılmış. 1584 Târihli Ewqaf Defter’i

Kayıtları’na göre Külük Hacı Mehmed Hamamı’ndan ve yine Gülük(Külük)

Mahallesi’nden elde edilen Gelirler’i vardır.

(Câmi Kalabalığı dağılınca aktaracağı Bilgiler’i sonra Kaynaklar’dan

doğrulamak üzere bakacağım Mihmandarım Eşliği’nde Bina’yı okumaya-gezmeye

başlıyorum.) Qayseri’nin neresindeyiz? Bir Koordinat vermek gibisinden olsun:

Şehir Merkezi’nin Batısı’nda, Gülük (Külük Şemse’d-Dîn)

Mahallesi’nde, Kale Surları’nın dışında, Hamam’ı, Medrese’si ve Camisi’yle

birlikte bir Külliye’deyiz. Dış Kale Surları’nın Girişleri’ne uzakta kalmakta,

bununla birlikte Boyacı Kapısı’nın 400 m kadar Kuzeyi’ndeyiz. Külliye’nin

Güneydoğusu’nda Günümüz’e ulaşamayan Selçuklu Dönemi’ne ait bir Yapı da yer

alıyormuş. Külliye’yi Meydana getiren Yapılar’dan Cami ve Medrese Homojen…

Bugüne ulaşmayan Hamam bu yYapılar’dan ayrı olarak Kuzey’de bulunuyormuş.

Külliye genelde Düzgün Yonu Yaş Malzeme’yle yapılmış, bununla birlikte

kısmen Kaba Yonu Taşı da kullanılmış. Câmi’nin Doğu ve Kuzey Duvarları’nda Sert

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

70

Andezit Malzeme olan Erciyes Taşı kullanılmışken diğer Cepheler’de ve İç

Kısmı’ndaki Taşıyıcı Elemanlar’da, daha Yumuşak olan Gesi Taşı kullanılmış. Câmi

ve Medrese’den oluşan Homojen Bölüm’ün Kuzey Cephesi, aynı zaman’da Câmi ve

Medrese’nin Ön Cephe Duvarı’nı oluşturuyor. Câmi ve Medrese’nin Giriş Kapıları

bu Cephe üzerinde. Cephe’nin Kuzeydoğu Köşesi pahlanmış ve buraya Klasik

Selçuklu Mimârî Tarzı’na uygun Mukarnaslı bir Taç Kapı yerleştirilmiş. Anadolu

Selçuklu Dönemi’ne ait Taç Kapılar’ın birçoğunda olduğu gibi, Yüzey’i iç içe geçmiş

Bordürler’le ayrılmış. Bordürler’de Yüzeysel Kabartma olarak, genellikle Geometrik

Motifler kullanılmış olmakla birlikte, bir Bordür arası Geçiş’te Yarım Yıldız Motifi’ne

de yer verilmiş. Mukarnaslı Kavsara Sütunceleri’ne binaen Yüzeysel bir Teğet

Kemer içine alınmış. Mermer üzerine Kabartma olarak yazılmış iki Satırlık Arapça

Kitâbe, Kemer’in Üst Qısmı’nda. Kitâbe’nin her iki Tarafı’nda Yarım Küre Şekli’nde

Kabaralar var. Tac Kapı’nın İç Yüzü’nde Yanlar’da Karşılıklı olarak yerleştirilmiş iki

Mihrâbiye Niş’i var. Mihrâbiyeler dıştan üzeri Rûmî Süslemeli Yalancı Teğet bir

Kemer içine yerleştirilmiş, Yarım altıgen Planlı. (Ziyâretciler için Panolar’da yer alan

Mimârî Tarz’ı anlatılırken Gündelik Hayat’ta kullanımızda yer olmayan, kimilerinin

Tınılar’ı bile Hoşluk yaratan Kelimeler Dikkatim’i çekiyor.. Revak, Niş, Tonoz,

Sütünce, Harim, Sahn, Kemer, Mazgal gibi…)

Kuzey Cephe üzerinde, Tac Kapı’dan başka 3 Kapı daha sayıyoruz. Bunlar

Anıtsal Görünüş’ten Uzak, Basit Formlu yapılan bu Kapılar’dan bir Tâne’si Câmi

Harimi’ne, diğer ikisi Medrese’ye açılıyor. Câmi Harimi’ne açılan Kapı, Sivri

Kemerler içine yerleştirilmiş, sâde basık kemerli bir Giriş’ten İbâret. Basık Kemer

Kemer’in üzerinde, Kare bir Çerçeve içerisinde, Yaprakları’nın Plastik Etkisi fazla

olan, bir Rozet yer almaktadır.

Rozet’in üzerinde ise h.1325(1905) Târihi’ni taşıyan bir Tamir Kitâbe’si ve

Taç Kapı’nın en üst Qısmı’nda ise Demir Parmaklıklı Dikdörtgen bir Çerçeve

bulunuyor. Bu Kapı’dan sonra Cephe’nin Batısı’nda, Medrese’ye ait 2 Kapı daha yer

alır. Bunlardan en Batı’da olanı Orijinal olup bu Kapı da yapılan Bilinçsiz

Onarımlar’la önemli Değişikliğe uğramış. 1970li Yıllar’da yapılan Restorasyon

Çalışmaları sırasında, Medre-se’nin Orijinal Kapı Söveleri ve Eşiği bulunmuş.. Kimi

Yanlış Onarım Hataları yanında böylesi Müsbet Katkılar’ı da olmuş bu Ta’dilât’ın.

Yapı’nın Batı Cephe’si, bu yön’de bulunan Medrese’nin de Cephesi’ni

oluşturuyor. Bu Cephe’de Alt Qısım’da 4 Mazgal Pencere bulunurken, Üst Qısım’da

Değişik Ölçü ve Aralık’taki 6 Pencere, Medrese’nin Üst Kat Odaları’na açılıyor.

Güney Cephe’si, Câmi ve Medrese’nin Ortak Duvarları’ndan birisi. Cephe’nin

ortaya Yakın Qısmı’nda Mihrap Çıkıntısı başlar. Mihrap Çıkıntısı’nın iki yanı’nda

içerde, her biri bir Sahın’a açılan Dikdörtgen Formlu birer Pencere var. Cephe’nin

Batı Bölümü’ne, Medrese Ana Eyvanı’na açılan Dikdörtgen bir Pencere’yle Ana

Eyvan Yakını’ndaki Oda’ya açılan Mazgal bir Pencere yerleştirilmiş.

Külliye’nin Doğu Cephesi’nde de yine Farqlı Aralıklar’la yerleştirilmiş 4 Adet

Dikdörtgen Pencere sayıyoruz. Pencereler’in her biri Harim’de bir Sahın’a açılıyor.

Câmi:

Câmi’ye girebilecek iki ayrı Kapı var. Biz Kuzeydoğu Köşe’deki Mukarnaslı

Tac Kapı’dan Câmi Harimi’ne ulaşıyoruz. Câmi, derinlemesine yönelen bir Plan

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

71

Sistemi’nde İnşâ edilmiş. Orijinal’de Mihrab’a Dik olarak uzanan Sahınlar, birçok

Onarım Değişiklikleri’ne uğramış. Fakat Mihrap Önü Qubbe’si ve Dewâmı’ndaki

Küçük bir Açıklık’tan oluşan İç Avlu Plan Şeması’nı korumuş. Bu Plan Özelliği

Qayseri Yapıları’nda Yaygın’dır. Orta Sahın’da Mihrab’a Dik uzanan ve 4 Ayak

Tarafı’ndan desdeklenen 2 Kemer Sırası, Mimârî Yapı Sistemi’ni oluşturuyor. Bu

Sahın’ın Kuzeyi’nde ilk Beşik Tonozlu Bölüm’de 2 Kemer sırasındaki Ayaklar

birbirine 2 Merkezli Kemerler’le bağlanmışken, diğer Ayaklar’da Bağlantı

görülmüyor. Câmi’nin Mihrap önünde bulunan Kubbe’si, Güney’de Beden

Duvarları’na otururken Kuzeydoğu ve Batı’da Kare Ayaklar’la Beden Duvarlar’ı

arasına uzanan Sivri Kemerler’e oturmuş. Qubbe’ye Geçiş Eleman’ı olarak, içerisi

Üçgenler’e bölünmüş Tromplar kullanılmış. Kubbe içten Tuğla, dıştan Kaba Yonu

Taş Kaplamalı olarak yapılmış. Orta Sahan’ın Batısı’nda, Güney’den Kuzey’e doğru

Qıble’ye Dik uzanan üzeri Sivri Tonoz’la Örtülü bir Sahın var. Bu Sahın’ın Batısı’nda

ortadan 2 Ayak’la desdeklenen 3 Sivri Kemerli Açıklık’la Medrese Avlusu’na

Bağlantı yapılmış. Yine Medrese’nin Ana Eyvânı’ndan 2 Pencere de bu Sahan’a

açılıyor. Bu Sahın’ın Kuzeyi’nde Medre-se’ye ait üzeri Çapraz Tonoz’la örtülü Kare

bir Oda gördük.

Orta Sahın’ın Doğusu’nda ise 2 Sıra’da dörder Kare Ayağın taşıdığı, 4 Sıra

Sivri Kemer’le desdeklenen Mihrab’a Paralel olarak uzatılmış Sahınlar bulunuyor.

Bu Sahınlar birbir-lerinden Farqlı Ölçüler’de olmasına Karşın, Güney’den itibaren 3.

ve 4.Sahınlar Eşit Aralık’tadır. En Kuzey’deki Sahın hariç Sahınlar’ın hepsine Doğu

Duvar’ı üzerine yerleştirilmiş birer Pencere açılırken, Kuzey’deki Sahın’a

Mukarnaslı Taç Kapı açılıyor.

Plan Bakımı’ndan Câmi’nin en Dikkat Çekici Bölüm’ü Orta Sahın gibi. Mihrab

Önü Kubbesi’nden sonra yine Sivri Tonoz’la örülen Sahın, Güney’den Kuzey’e

Ortadaki Açıklığa doğru bir Yönelme yapmakta. İlk önceleri bir Işıklık olduğu

belirtilen bu Açıklığın üzeri, sonradan Doğu ve Batı Yönleri’ne yapılan Ek

Kemerler’le Kare’ye dönüştürülmüş ve üzeri, tıpkı Câmi Kebir ve Hunat Câmii’nde

olduğu gibi Kubbe’yle kapatılmış. Kubbeli bölüm’ün hemen altında bir Su Kuyu’su

bulunuyor.

Câmi’nin en Süslü Unsurları’nın başında Bütün Mekan’a Hâkim

Görüntüsü’yle Çini Mozaik Mihrap geliyor. Dikdörtgen Forumlu Muhteşem Mihrap,

Orta Aahın’ın Aksı’nda değil. Mihrab’ın Yapım Târih’i ve Usta’sı Mechül. Bununla

birlikte Bazı Araştırmacılar Tarafı’ndan 1200lerin 2.Yarısı’na veya Sonları’na

târihleniyor. Qayseri’de bilinen tek Mozaik Çinili Mihrap olması bakımı’ndan

Heyecan veriyor. 1970li Yıllar’da yapılan Hafriyat ve Sıva Raspa’sı altında Orijinal

Taş Mihrap Orijinal olarak bulunmuş. Çiniler’in Zemin’e Yakın olan Qısımlar’ı

döküldüğü için, sonraki Dönemler’de yapılan Tâmirler’de Orijinal Çiniler’in

Desenler’i Boyama olarak Taqlit edilmiş. Çini Mihrab’ın Çevre’si Bordürler’le

ayrılmış, Mihrab’ın Tepesi’nde ise 5 Dendan’a yer verilmiş. Hem Bordürler’de hem

de Mihrap Yüzeyi’nde genellikle Geometrik Motifler kullanıl-masına karşın, bazı

Bitkisel ve Rûmî Motifler’le Nesih Yazı Kuşağı’ndan oluşan Süsleme’ye de yer

verilmiş. Mukarnaslı Kavsara Yüzeysel bir Teğet Kemer içine alınmıştır. Kemer’in

üzerinde Girift Düğümlü Çiçekli Qufî Yazı Şerid’i bulunuyor. Mihrap Kemeri’nin

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

72

Köşeleri’ne birbirine Sarmal olarak dolanan Üçgen Profilli Kaval Silmeleri’nin içine

Ajurlu 2 Kabara yerleştirilmiş. Kabaralar Firuze Mâvisi Çini’den yapılmış.

Medrese:

Câmi Harimi’nin Batısı’nda ve Câmi’yle Homojen olarak yapılan Medrese,

Alan olarak Harim’e göre daha Küçük bir Alan’da İnşa edilmiş. Tabelalar’da verilen

Raqamlar bu Tahminimiz’i doğruluyor Açık Avlulu, 2 Katlı, 1 Eyvanlı ve 2 Taraf’tan

Revaklar’la Çevrili. Kuzey’de Giriş Bölüm’ü, Güney’de Ana Eyvan, Batı’da Talebe

Hücreleri bulunurken, Doğu’da Câmi Hârimi’ne açılan 3 Kemerli Açıklık yer alıyor.

Medrese Taç Kapı’sı, Câmi Taç Kapısı’na göre, Ölçü bakımından daha Küçük,

Forum Bakımı’ndan da daha Önemsiz bulunuyor. Taç Kapı Ana Eyvan’la aynı

Eksen’de.

Medrese’nin Kapısı’ndan geçildikten sonra üzeri Çapraz Tonoz’la Örtülü,

Ön’ü Sivri Kemer’le Avlu’ya açılan bir Hol’e girilmektedir. Hol’ün doğusu’nda, yine

üzeri Çapraz Tonoz’la Örtülü bir Oda daha yer almaktadır. Bu Oda sonradan Câmi

Qısmı’na İlawe edilerek, içerisine Betonarme bir Kadınlar Mahfil’i İnşa edilmiş. Bu

Oda’nın Câmi Harim’i içerisinde bulunan Güneydoğu ve Güneybatı Köşeleri’nde,

Harim’in Yan Sahın Tonozu’nu taşıyan Kare Ayaklar bulunuyor. Giriş Holü’nün

Batısı’nda, Kuzey Duvarı’na Bitişik 2.Kat’a çıkan Merdiven Basamakları bulunuyor.

Dikdörtgen Medrese Avlusu’nun üzeri Kuzey-Güney Doğrultusu’nda uzanan

Beşik Tonoz’la örtülmüş. Tonoz’un Ortası’nda ise Enlemesine Dikdörtgen bir Işıklık

var. Bu Işıklık Aks olarak Câmi içindeki Işıklık’la Aynı Düzlem üzerinde. Avlu’nun

Güneyi’nde ana Eyvan yer alır ve Ana Eyvan’ın önünde Avlu’ya yönlenen Sivri

Tonozlu bir Revak var. Avlu’nun Batı Kanadı’nda 3 Kare Ayağın taşıdığı 2 Sivri

Kemer’le Avlu’ya yönelen Revak Sırası bulunuyor. Avlu’nun Kuzey ve Batı

Kanatları’nda yer alan Kemerler 2 Katlı İnşa edilmiş.

Kemerler’den Güneybatı Köşe’de bulunan, Ana Eyvan’ın Önü’ndeki Revak’a

açılıyor. Avlu’nun Doğusu’nda, 2 Ayağın taşıdığı 2 Sivri Kemer, Medrese’yi Câmi

Harimi’ne bağlıyor.

Sivri Beşik Tonoz’la Örtülü Ana Eyvan’ın Güney Duvar’ı üzerindeki 2 Pencere,

Eyvan’ı aydınlatır. Eyvan’ın Doğu Duvarı’nda Câmi’yle Bağlantı’yı sağlayan 2 Kapı

var. Eyvan’ın Batı Duvarı’ndaki Pencere, Güney Batı Köşe’de yer alan Büyük Oda’ya

açılmaktadır. Avlu’nun Batı Kanadı’nda, Revak’a açılan 5 Talebe Oda’sı saydık.

Güneybatı Köşe’deki Eyvan’a Bitişik Oda, diğer Odalar’dan Büyük olup, üzeri Güney-

Kuzey Doğrultusu’nda uzanan Sivri Tonoz’la örtülmüş. Bu Oda her 2 Katı’da içine

alacak biçim’de oldukça Yüksek olarak yapılmış. Revak’ın gerisi’nde bulunan ve

üzerleri Doğu-Batı Yönü’nde Sivri Tonoz’la Örtülü 5 Oda hemen hemen aynı

Ölçüler’dedir. Kuzeybatı Köşe’de bulunan Oda Hâriç, diğer Odalar’ın hepsi Batı

Duvarı üzerine yerleştirilen birer Mazgal Pencere’yle aydınlatılmış.

Medrese Kapısı’nın Giriş’e göre Batı Tarafı’nda kalan Merdiven’le Üst Kat’a

çıkılıyor. Üst Kat’a çıkan Merdiven’in Doğusu’nda, üzeri Çapraz Tonoz’la Örtülü ve

Sivri bir Kemer’le Avlu’ya açılan Hol bulunuyor. Bu Hol’ün Doğusu’nda, Batı

Taraf’taki Hol’e Sivri Kemerli bir Açıklık’la bağlanan, Üst Örtüsü’nün nasıl olduğu

bilinmeyen bir Mekan yer alıyor. Yine Merdiven Çıkışı’nın tam Karşısı’nda, üzeri

Beşik Tonoz’la Örtülü Revak Koridor’u uzanıyor. Üst Kat Revak’ı, 3 Kare Ayağın

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

73

taşıdığı Sivri Kemerler’le Avlu’ya açılmaktadır. Revak’ın Batısı’nda Alt kat’ta olduğu

gibi 5 Oda Küçük Ölçü Farqları’na karşın birbirleriyle aynı. Buradaki Odalar’ın

üzerleri Doğu-Batı Yönü’nde uzanan birer Sivri Tonoz’la örtülmüş. Odalar’ın içerisi

Batı Cephe’de bulunan birer Mangal Pencere’yle aydınlatılıyor. Odalar’ın Kapı’sı,

Basit Profilli ve Kemerli bir Çerçeve içine alınmış tek Parça Kemer ve Söve Taşı’ndan

oluşmakta.

(Gök gürlemeye başladı. Kurak geçen bir Mevsim Sonrası Sevinçli Haber…

Ülkem’in Tüm Anıtlar’ı, Yağmur’un bitirdiği, Hayat verdiği Bitkiler gibi Kuraklık’tan

ilgi duyan Eller’ce Ayağa kalsın dileriz.. Resimler’i önceden almada iyi etmişiz..

Şehr’in Ortası’ndan geçen Tramvay bizi bekliyor.. Yine görüşeceğiz Târih kokan

Külliye…)

PINARBAŞI AZÎZİYE/

Elazığ Tenwir Kamp’ı Şehir Dersler’i

Elazığ Kamp’ı Sebebi’yle yapacağımız Şehir Derslerin’in İlk’i Aziziye olacak.

Ders Öncesi’nde Çerkezler, Avşarlar, Alparslan Türkeş, Kontrgerilla

Konuları’nda birkaç Video izledik. Şimdi Aziziye’nin Târihi Geçmiş’i ile birlikte bu

Konular’ı açmaya çalışalım.

Aziziye, Qadim bir Târihi Yerleşim olarak gözükmüyor. Buna Muqâbil, 29

km. Yakını’ndaki Melikgazi Mewkii, (bugün Köy olarak kalmış) çok daha Eski.

BuranınTârih’i tâ Frigya Dönemi’ne kadar geriye gitmektedir. Melikgazi’de

Türbe’si bulunan Komutan, Önemli İsimler’den biri. Malatya’da Wefât ettiğinde,

Melikgazi’ye getirilip defn’ediliyor (Kamp Önce’si Pınarbaşı Gezimiz’de Melikgazi

Türbesi’ne de uğrayacağız).

Sultan Azîz’in (1830-1876) kurduğu Yer olarak bugünkü Pınarbaşı, Azîziye

diye nitelendirilmişti. Ciwârı’nda ya Avşar ya da Çerkez Köyler’i yer alır ki bunların

da Yerleşim Târihler’i Yakın Zaman’da başlıyor. Bu Coğrafya’da Melikgazi vb. birkaç

Yer dışında Uzunyayla ve Ciwârı’ndaki Yükseltiler’in İskân’a Maruz kalması Yakın

Zaman’da gerçekleşti. Aynı Şekilde Azîziye de yeni’dir.

Azîziye İsmi’nin Pınarbaşı diye bozulması gibi, Elazığ’ın Ad’ı da Orijinal

değil. Kuruluşu’ndaki Ad’ı, Mâmuratü’l-Azîz. Abdu’l-Azîz’in İ’mâr ettiği Yer. İkisi

de benzer Gerekçeler’le yeniden kurulmuş yerler, hem Azîziye hem de

Mâmuratü’l-Azîz. El-Azîz demiş Halq, Elaziz. Cumhuriyet ise bunu önceleri Elazık

yapmış sonra da Elazığ.90

Kamp’la ilgili Şehir Ders’i Açısı’ndan, içinden geçtiğimiz Wasat’ın Kırılma

Noktaları’nı, Abdu’l-Azîz’le anılan bu Şehirler’in 150 Yıllık Târihleri’nde görmeye

çalışacağız. Varoluş ya da Yokoluş Ayırdı’nda; Türkiye’nin ya İ’mâr ya da Harab

olacağı Bıçaksırtı bir Kesit’in Kıyısı’nda iken, 150 Yıl önce “İ’mar” Niyeti’yle

90 M.E: ‘Azîziye’de doğmuş ve El-Aziz’de okumuş olan K. Ersözlü’nün Kişisel Biyografisi’nde de

bu iki yer kesişiyor.’

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

74

Mâmuratü’l-Azîz diyerek başlayan bir Hamle’den, belki, bir İstimdât’ta

bulunacağız. Orada bir Kazı, Kuyusu’ndan Su çekebileceğimiz bir İz arayacağız.

Söylediğimiz gibi, önemli Tercihler Aşaması’ndayız. O zaman da bu Topraklar

önemli Tercihler’de bulunmuşlar, bir Son Silkinme Hamle’si olarak “İ’mâr”

Tarafı’nda Gayretler göstermişlerdi. Buradaki Başarılar’ı ve Başarısızlıklar’ı

arayarak şimdi Dersler çıkarmaya çalışalım.

Osmanlı ile -Yavuz’da başlayıp, 1700’lere kadar yarışan- Safewîler’i

biliyoruz. 1736’da İran’ın Afşar Hanedanlığı’nı kurarak, Safewî Hanedanlığı’na son

veren Nadir Şah ile beraber başlayan bir Avşar Dewlet’i görüyoruz. Safewîler de

Türk idi onu yıkan Avşarlar da Türk Hanedanı’dır. 1796 Kaçar Hanedanlığı’na

kadar, Awşar Dewlet’i sürdü. Azîziye/Pınarbaşı Awşarları’nın, o halde, Dewlet

kurmuş bir Örneği’ni burada görmekteyiz. 24 Oğuz Boyu’ndan Aşiret Bağı’nı

koruyabilen yegâne Boy’dur Avşarlar. Süreç içinde diğerleri dağılmış. Kınık, Kayı

gibi Büyük Dewlet kurmuş olanları da dâhil, hepsi çözülmüş. Avşarlar’ı Bugün’e

kadar getiren ise, Yerleşik Hayat’a Geç geçmeleri, Göçebe Özellikleri’ni sürdürmeleri

belki de.

Bu Zaman’da İran Awşar Dewlet’i, Aqrabalar’ı olan Osmanlı Avşarları’ndan

yararlanmak istedi. Adana Ciwar’ı, Kozan Bölge’si, Avşar İsyanlar’ı bu Dönem’de

doğuyor. Fırqa-i Islâhiye ile, bunlar bir Yapılanma İçerisinde İskân’a tabi tutuluyor.

Çukurova, Pınarbaşı Bölgeler’i, yine Suriye’de Halep vb. Yerler’de Zorunlu

Yerleşik Hayat’a (İskan’a) Da’wet edilmişler. Dadaloğlu İsyân’ı, Sürgün’ü burada bir

Aşiret Boy’u olarak çıkıyor. (Alparslan Türkeş Kıbrıs’ta doğmuş ama kendisi bir

Avşar olarak Pınarbaşı’da Aqrabalar’ı olan Ulusalcı bir Lider. Osmanlı Zamanı’nda

Kıbrıs’a sürülmüş Dedeler’i. Tekrar Türkiye’ye dönüp Eğitim alması, ve Süreçler

Sonunda burada Türkçü bir Zihin olarak sivriliyor. Kıbrıs’ta Mağduriyet’i,

Osmanlı’ya İsyân Geçmişi’ni düşündüğümüzde, onun yaşadığı Wasat’ı, Dünyâsı’nı

anlayabiliyoruz.)

Bugün Geçtiğimiz Wasat, Türklük Tartışmaları’ndan, Millet, Ulus, Halq gibi

Kavramlar Etrâfı’nda Alt-Kültür, Üst-Kültür Muqâyeseleri içinden geçiyor. Kürt

Ayaklanma Yöntemler’i, Avşar Obaları’nda içine düşülen Kaygılar, MHP Çizgisi ve

bunların Tutumlar’ı, Geçmiş’in Bağlantıları içinde okunmalı ve Dersler alınmalıdır.

Azîziye’de bir başka Târihî Süreç ve Yaşanmışlık Çerkezler üzerinden

gerçekleşti. Şeyh Şâmil, 25 Yıl Ruslar’a Kök söktürmüş ve Sonunda Teslim

alınmıştı. Sonrası’nda Tehcîr’e Zorlanma ve Büyük Acılar. Milyonlar Ölüm’e

sürülüyor, Soykırım’a Tabi tutuluyor. 1860’da Rus General Mihail Tarieloviç Loris

Melikov, Karadeniz Kıyı’sı ile Bitişik Müslüman Nüfus’u, yani Kuzey Kafkasya

Müslümanları’nı Osmanlı’ya Göç ettirilmesi Politikası’na Geçerlilik kazandırmak

için, İstanbul’a gönderildi. Ya Qatl-i Âmm ya da Göç Seçenekler’i vardı. Osmanlı bu

Göç’ü İlke olarak Qabul etti ve 1860-1861’de 10.000 Kabardey Göç’ü ile başlandı.

21 Mayıs Çerkes Qatliâm Gün’ü, Rusya’da Bayram Tâtili’dir. Zafer Gün’ü diye

kutlanıyor. Bulgaristan, Balkanlar’a gidenler olduğu gibi; Ürdün, Filistin Göçler’i;

İstanbul, Düzce, Adapazarı Göçler’i Kafkas Halqlar’ı Açısı’ndan sürdü.

Kabardeyler Pınarbaşı’ya yerleştiriliyor. Avşarlar’ın Konar-Göçer Bölgesi’nde

ikisi oraya yerleşmiş oluyor. Biri Zorunlu İskân ile, diğeri Koruma Amaçlı olarak

yerleşmişler. Birine Hâmi olan Osmanlı, onun Tarafı’ndan desteklenmiş olarak

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

75

burada bulunurken, diğerinde ise Hayal Kırıklığı ve Düşmanlık Hisler’i yaşanıyor.

Onda Osmanlı’ya Karşıtlığın bu Zemin’i var. Buranın Azîz olabilmesi için, ikisinin de

birlikte yaşayabilmesi ve burayı paylaşması gerek. Kullar’ın, Abdu’l-Azîzler’in

kurdukları Kent’te Durum bu.

Melikgâzî Köyü’nün olduğu Yer’in burada en Eski Yerleşim olduğunu

söylemiştik. Danişmendliler’in II.Hükümdâr’ı Melikgâzî’nin Baba’sı Zamanı’nda,

1086 Yılı’nda Qayseri’ye Giriş gerçekleşiyor. Danişmend, Farsça’da “Dâne”,

konuşan demek. Behlül Dâne, Aqıldâne vb. danıştığınız Zaman konuşmuş

oluyorsunuz. Danişmend demek ki, Yöneticiler’e Fikir veren, Danışılan Kişiler’dir.

Danişmend Gâzî, 1064 Kafkasya Seferi’ne çıkmış Alparslan’a katılmış

Komutanlar’dan biridir. 1071, Malazgirt’te bulunuyor. 1080 Sonra’sı Sivas Merkezli

olarak, Amasya, Tokat, Niksar, Qayseri Ciwârı’nda gelişiyor. Melikgâzî /Emirgâzî

Danişmendliler’in, II.Hükümdar’ı ve Kurucusu oluyor. Emirgâzî’nin Qayseri’yi

feth’etmesi üzerine, Abbâsî Halife’si Maqamı’nca ve Selçuklu Sultan’ı Sencer

Tarafı’ndan kendisine Melik Unwan’ı ve 4 Hediye veriliyor. Bu Hediyeler, 4 Türk

Bayrağı, Davul, Altın Gerdanlık ve Asa’dır. 4 Bayrağın Anlam’ı, Hükümranlığın

altındaki Topraklar’ın 4 Cephesi’nde, bu Bayraklar’ı dik ve İslamiyet’in Gücü’nü

buralarda ebediyen Payidâr eyle demektir. Diğer Hediyeler de böyle Anlamlı

bulunmuştur.

Melikgâzî Türbesi’nin olduğu Köy, Pazarören içinde bugün. Orada İsmet

İnönü’nün Ürün’ü olan Faaliyetler de çoktur. Belli bir Zihniyet için kurulan Eğitim

Enstitüleri’nin de birisi buradadır. Pazarören’den Çocuklar devşirildi. Köy

Enstitüleri’nde CHP Dewri’nin Çocuğu olarak kodlandılar. Burada yetişenler,

Avşar’ın, Çerkes’in Okumuşlar’ı olarak, bu Bölge’de epey Zararlı Adamlar ortaya

çıkarabilmişler. Yeni Nesli Fesâd’a boğma dışında, Aqraba Çevreler’i için de, Beyin

Yıkayıcı olabilmişler. Melikgâzî Köyü’nün Zirwesi’nde Kale Yıkıntıları’nın da olduğu

Târihî Kalıntılar var. Qayseri Cami-i Kebîr’deki Melik Mehmed Gâzî’den ayrı

olarak, onun Babası’nın Türbe’si de bu Köy’dedir.

Dadaloğlu )(d.1785-90/ ö.1868)( Şiirleri’nde Nadir Şah’ı (1688-1747)

anıyor. O’nun Soyu’ndan geldiğini, Nesebi’nden olduğunu söylüyor. 1864 Çerkes

Yıkım’ı ve Göç!ü, 93 Harbi diye anılan 1877-78 Osmanlı-Rus Harb’i (Rûmî 1293’te

oldu), Azîziye’nin İskân’a Açılış ve Kuruluş Yılları’nı da doğuruyor. Saray Darbe’si

ile Taht’tan indirilen ve öldürülen Sultan Abdu’l-Azîz ile Sultan Abdu’l-Hamid

arasında 3 Aylık kısa bir Dönem Halifelik yapmış olan Kardeşler’i V.Murad, bu Zor

Yıllar’ın bir başka Örneği’ni sergiliyor. 3 Aylık V.Murad Hükümdarlığı’ndan sonra

aynı Yıl (1876) Abdu’l-Hamid başa geçiyor. Çok geçmeden 93 Harb’i ile

karşılaşılıyor. Çerkesler’in Anadolu’ya Önemli bir Göç Dalgası da bu 93 Harb’i

Dolayımı’ndadır. Bundan 15 Yıl Öncesi’nden İlk Gelenler’den sonra şimdi de daha

Büyük Kalabalıklar olarak geliyorlar. 93 Muhâcirler’i içinde Pınarbaşı’ya sâdece

Kuzey Kafkasya’dan değil, Kars’tan da gelenler oluyor. Bir Göç Dalga’sı da bu.

Sonra Sarıkamış Olayları yaşanırken 1900’lerde yine Göçler var. Pınarbaşı’ya

Kafkaslar’dan göçmek Zorunda kalan ve Köyleri’ne dağılan Topluluklar’a

Azîziye’nin Hâmiliği Dewâm ediyor.

Pınarbaşı Köyleri’nde Karma Dağılım pek yok. Avşar ayrı, Çerkes ayrı

Yerler’de toplanıyorlar. Cumhuriyet Dönemi’ndeki Nüfus Mübâdelesi’nde Pınarbaşı

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

76

yine Payı’na düşeni alıyor. Pınarbaşı Hawâlisi’ne Bulgaristan Müslümanlar’ı bu

kez sığınıyorlar. Son 150 Yılık Dönem Pınarbaşı için, el-Azîz olan’ın Kul’u (Abdu’l-

Azîz) olmakla İzzet’in Arayışı’nda olanların, İzzet’i İ’mâr için yaptıkları Çabalar

böyle şekilleniyor. Pınarbaşı ve Çevresi’nde böyle bir Harmanlama var. Buradaki

Harmanlama’nın, İyi Niyet’le, Doğru İsimlendirmeler’le, yerinde Hedefler’le yapılan

Hamleler’in Sonuçları’nı izleyebileceğimiz âdeta bir Laboratuvarı’nı sağlıyor bize.

Pınarbaşı Nitelemesi üzerinden de konuşabiliriz. Qur’ân’da Cennet Taswir’i

Sırası’nda önemli bir yere Sâhip’tir Pınarbaşları, Nehirler. “Altlarından Irmaklar

akan şu Bahçeler benim değil mi?” derken Fir’awun, kendi Güc’ü ile ilgili bir Şey

söylüyor.

‘Cennât ve Uyûn’ der bazen Qur’ân. Gözeler, Pınarlar, Nehr’in doğmuş olduğu

Kaynak. Re’su’l-Ayn (Pınarbaşı) yine Yerleşim olarak kullanılıyor. Şanlıurfa’nın

Ceylanpınar İlçesi’nin hemen karşısında Suriye’de kalan Yer’in Ad’ı Re’su’l-

Ayn’dır mesela. ‘Cennet’te Müminler Pınarbaşı’nda otururlar’ denir ki bu Cennet

Kavramlar’ı içinde Pınarbaşı deyince bunlar Aql’a gelir. Qur’ân’la haşir neşir olan

bir Zihin bunları düşünür. İsm’i değişince İslâm ile İçeriği boşaltılmış olmuyor,

olmamalı bizim Açımız’dan. Yine Uygun bir Şekil’de onun İçi’ni doldurabilirsiniz.

Zamantı Irmağı’nın Uzunyayla’dan doğduğu Yer ve Akışı’nda Kuş Cennet’i

aynı Çizgi’de. Pınarbaşı’dan doğan Zamantı, Kolları’yla Sultan Sazlığı’nı da

besliyor. Elazığ’daki Kuş Hikâyesi’nden burada bir Bağ arayacağız. Kamp Gezi’si

Öncesi’nde Cum’a Gün’ü Sultan Sazlığı’nı Ziyâret’i planladık.

Merkezi’nde Camiler ile Şehr’in Oturum’u, Azîziye’de de aynı Konumlama

var. Azîziye Camii, 1912’de tamamlanmış. Abdu’l-Azîz ve Abdu’l-Hamîd (Abdu’l-

Mecîd’in iki Oğlu) burada İ’mâr’da bulunmuşlar. 13 Nisan’da Pınarbaşı’nda

olacağız. Rûmî Taqwim’de 31 Mart demektir bu. Abdu’l-Hamîd’in Taht’tan

indirildiği Târih. “Sırâtı’l-Azîzi’l-Hamîd” der Qur’ân bir yerde91. İki Sıfat’la birlikte,

hem Aziz, hem de Hamid Sıfatları’yla nitelenir “Sırât-ı Müstaqim”. Sebilü’r-Rüşd ile

de nitelenen bu Müstaqim Sırat, Rüşd Kelimesi’ni Sultan Reşad’ta buluşturmuş.

Abdü’l-Mecid’in 3.Oğlu olarak Abdü’l-Aziz ve Abdü’l-Hamid’ten sonra 31 Mart

Darbe’si ile Taht’a geçiyor. (5.Murad’ın 3 Aylık Sultanlığı’nı da sayar isek Abdü’l-

Mecid’in 4 Oğlu peşpeşe gelmiş. 5.Oğul da, Wahde’d-Din, yine Abdü’l-Mecid’in

Oğlu). 100ler’e doğru Halife olarak Sultan Hamid-i Sâni, Son Halife sayılabilir.

Wahde’d-Din’in, 1918’de Taht’a geçişinden kısa bir Süre sonra, Ekim’de I.Dünya

Savaşı’nı terk etme üzere Mütareke, Ateşkes ve Teslimiyet Sürec’i başlıyor ki, artık

bu tamamen Tasfiye Dönemi’dir.

Allâh Mü’minler’e el-Azîz İsm’i ile İzzet’i bahş’eder. Abdü’l-Aziz Adı’nı

taşıyanın, Aziz olan Allâh’ın Tecellileri’ni de taşıması beklenir. V.Murad’ı geri çekip

Abdü’l-Hamid’i yerine getiren Kadro, Meşrutiyet’i Telkin ederek ondan bunu Taleb

etmişti. Böylece Abdü’l-Hamid, Tanzimat için Bürokrasi’nin Hedefi’nde bir

Âcizlik’le Görev’e başlar. Batı’nın Nizamnâmeleri, Tanzim’i ile gelen Baskı,

“Yenidünya Düzeni” baskıları. Bu Tanzimat’ın bazılarını isteyerek, bazılarını da Baskı

ile yaptılar.

91 14/ İbrâhim 1

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

77

Sultanlar’ın İmar ile iştigal’i, bu Mânâ’daki Tanzimatlar’ı, isteyerek yapılan

Nizamlar Qur’ân Kavramlar’ı açısından Güzel Nitelemeler’dir. Beytu’l-Mâmûr ve

Beytü’l-İzze” denmiş Wahy’in İnzal Çizgisi’ne. İzze’den Ma’mur’a gelen Wahiy. Bu

İzzet ile Beytu’l-Ma’mur, İmar edildi. Wahiy önce Beytü’l-İzze’de, İzzet Evi’nde,

Semâwî Qudüs’te, Lewh-i Mahfuz’da Nuzul buldu. Sonra Beytü’l-Ma’mur’a, Allâh’ın

Mescidleri’ne, Qudüs’e, Mekke’ye indi. İbrâhim, İshâq, Ya’qûb, Dâwûd… ile

Beyt’u’l-Ma’mûr’da Mesâcid’in İmâr’ı gerçekleşti. Azîz ve Ma’mur Kelimeler’i yan

yana getirilerek, mesela, İmârat’ül-Aziziye tamlaması’nda Elazığ’a Ad olması çok

Anlamlı. Amaç, Niyet, Hedef böyle Güzel Kelimeler’le ortaya konmuştu. Ama

Osmanlı Ma’mur olamadı. Beyt’ül-İzze’nin İzleri’ni gösteremedi. Harab oluşu ile

sonlandı. Ancak İsimlendirmeler’de bu Arayış’ın olduğu görülüyor.

Maalesef Ma’mur edilme Girişimler’i, açılan Okullar, Tanzimat, Meşrutiyet’e

ilişkin Modern Okulları’nı burada açtılar. Bunun Cumhuriyet’le Dewâmı’nda sonra

Pazarören vb. Okullar ile daha da İmar’dan uzaklaşılmış Cumhuriyet Devşirmeleri

oldu. Pınarbaşı’da Okul Adları’nda, Melikgazi, Barbaros vb. Güzel Adlar, ama

kendisi başka. Parçalı bir Görüntü ile bu İsimlendirme ve Pratik arasındaki Uçurum

gittikçe açıldı, açılmaya dewâm ediyor.

Asurlular’dan kalma Kültepe benzeri Koloniler, Ticâret Yollar’ı,

Kapodokya’ya İlk Başkent’in burada olduğu İddia’sı, Hitit-Pers ve Roma

Dönemleri’nde Bölge’nin Önem’i, Derinkuyu benzeri Yeraltı Şehr’i, Soladere

Wâdisi’ndeki Kaya Kiliseler’i, Selçuklu Dönemi’nden Türbeler, Hanlar,

Kervansaraylar, Şerefiye Köyü’ndeki Kale, Kötüören Mezrası’ndaki Şehir Harabe’si,

Panlı Köyü’ndeki Yontma Taşlar’la yapılmış Kemerli Bina, Pınarbaşı’nın Tam

Ortası’nda üzerine çağlayan yapılan Kayalar’ın altına oyulmuş Şömine benzeri

Bacalı Tandırlar ve Uçsuz Bucaksız Oyma Mağaralar, Pınarbaşı’nın Uzak ve Yakın

Târihi’nden İzler’i taşıyor.

Biz bunlar arasından Melikgazi Türbesi’ne Özel bir önem vererek Gezimiz’le

Bağlantısı’nı kuracağız. Melikgazi Türbesi’ne, zamanla yeni Türbeler ilâwe edilmiş.

Dulkadiroğulları buraya Sâhib çıkar, yine Dulkadiroğlu Süleymân Şah (Bey) de

hakeza. Onun Türbe’si de bu Bölge’dedir. Fâtih’in Kayınpederi olan Dulkadiroğlu

Süleyman bey’in Türbe’si Gülabi Köyü yakınlarındadır.

Tahtalı Dağları da bu Bölge’de. Civar’da Alewî Yerleşimler’i var. Bundan

dolayı, Tahtalı Dağları, Alewi Kimliği’ne de Alem olmuştur. Aslında Tahtalı İsm’i,

Dağ için kullanılırken, Anlam kayması ile Bölge Alewileri’ne de Remz olmuş. Bunun

bir Benzeri’ni Lübnan’daki Duruz Dağları’nda görüyoruz. Duruz Dağı Ciwarı’nda

oturan Lübnan’daki Gulat-ı Şia Kalıntı’sı Gruplar’a bu Dağ’dan ötürü de Dürzi

denmiş. Pınarbaşı ve Melikgazi Türbe’si Gezimiz’de bunları da konuşuruz. Hafta’ya

Mamuratü’l-Aziz Şehir Ders’i ile, Kamp Dersleri’ne hazırlanmaya Dewâm edelim.

PINARBAŞI- MELİKGAZİ TÜRKEŞ PARKI KONUŞMASI

Bismi’llâhi’r-Rahmâni’r-Rahîm,

Pınarbaşı Hudutları’na girmiş bulunuyoruz. 1997 Yılı’nda Wefat etmiş olan

Alparslan Türkeş’in Adı’yla Tesis edilmiş bir Park. Pınarbaşı’ya biraz daha

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

78

Tepe’den bakmanın Denemeleri’ni yapıyoruz. Asıl gittiğimiz Yer’de, Pınarbaşı

içinde Konuşmalarımız olacak. Burada niçin durduk ve bulunduk. Pınarbaşı

üzerinde birkaç Yer’de konuşacağım, birkaç Durağımız daha olacak. Alparslan

Türkeş, onun Köyleri’nden bir Tanesi’nde Dünya’ya gelmiş. Aileler’i, Köşkerli diye

bir Köy’den. Aileler’i daha 1800’lü Yıllar’da bir Huzursuzluk nedeniyle, Kıbrıs’a Göç

etmek Zorunda kalmışlar. Dolayısıyla, Doğum Yeri burası değil, ama böyle bir

Nisbet’i var. Askeri Okullar’da okumak için Türkiye’ye gelince de, sonra 60’lı

Yıllar’dan sonra da Siyâset’e atılınca da, Avşar Kökenli olduğu için, Pınarbaşı’nın

Köyleri’nde ve içinde Avşar İskanlar’ı var. Adana Bölge’si, Çukurova gibi. Bu

Nisbeti’ni ve Âidiyet Kökleri’ni hatırlamış, Wefatı’ndan sonra da Pınarbaşılılar ve

Avşarlar bu Şekilde bir sahiplenmek için İsmi’ni anıyorlar. Tabiatı’yla biz gitmiş

olduğumuz yerde Medfun olan Kişiler’le de Kent’in Târih’i bir Şekilde eşleşiyor,

bunların Açılımları’nı konuşuyoruz.

Türkler’in Anadolu’ya gelmeleri, Yerleşik Hayat’a geçmeleri Mânâsı’na da

geliyor. Oğuzlar’a kadar giden yazılmış Târih Açısı’ndan. Dolayısıyla Qabile

Topluluğu, Aşiret Bağlantıları Yerleşik Hayat’a geçtikçe çözülüyor. Avşar Boyu

bunlar içinde İstisnai bir Boy. Bu Şekilde Türk Boylar’ı içinde bir Kimlik

Bütünlüğü’nü koruyan, İsimler’i anılan bir Topluluk olarak var değiliz. Nice Türk

Topluluklar’ı hangi Boy’dan geldiklerinin Farqı’nda değiller. Selçuklular’ı ve

Osmanlılar’ı Kurucu Âile olarak Kınıklar’a, Kayılar’a falan bağlarsınız ama siz

Saray’dan, onların Soyu’ndan gelmiyorsunuz. Teba olarak Kökenleriniz Anadolu

Halqları’yla karışmış, bir Müslümanlık’ta, bir Yeni yapılanmaya dönmüş

gözüküyorsunuz.

Osmanlı ile 1800’lü Yıllar’da Adana Ciwar’ı, Çukurova Bölgesi’nde yaşayan

Avşar Qabileler’i arasında Tatsızlıklar oluyor. Ve Osmanlı, Avşarlar’ı Zorunlu

olarak İskan’a tabi tutuyor. Buna karşı da direniyorlar. Çatışmalar oluyor.

Yerleştirildiği Bölge olan, önemli bir Yerleşim Bölge’si de Pınarbaşı’nın Uzunyayla

denilen Alan’ı. Bu, 1860’lara doğru, o Dönem’i kuşatan bir Süreç’te gerçekleşiyor. Ve

Şehr’in de Oluşum’u, 1861 Abdülaziz’in Taht’a geçmesiyle başlar. Onu ilgili Yer’de

paylaşacağım. Daha sonra da Çerkez Göçleri alır. Pınarbaşı’nın hem içinde hem

Köyleri’nde Qısmi olarak da Çerkezler’le Karışık Köyleri’nde biçimlenmiş ve

dönüşmüş.

1960 İhtilal’i yapıldığında, Türkeş’in Adı’nı Türkiye Genel’i duyuyor. Çünkü

Albaylar Cuntası idi, 80 Darbesi’nde olduğu gibi Emir Komuta Zinciri’nde

şekillenmemişti. Bir dizi, Darbe’yi yapan Albay Ad’ı anılıyordu. Türkeş de bunlar

içerisindeydi. Tabiatı’yla Darbe’yi gerçekleştiren Kadro, İşbaşı’nda kalamadılar, bir

süre sonra ekarte edildiler. Türkeş bu bakımdan Darbe’nin Sonrası’ndaki

Yılları’nda, Mağdurları’na dönüşecektir, Yapanlarından olmakla beraber. Askeri

Hayat’ı da bu Anlam’da bitecek ve 60’ların Sonları’na doğru da Siyâset Hayatı’na

atılacak. Siyaset’e atılmasından sonra da, Avşar Kökler’i, Türkler’in kendi

Bütünlüğü’nü koruyan Boyları’ndan bir tane’si olması, Dönemi’nde ortaya çıkan

Siyasi Yapılanmalar içinde Sağ Kanat ve Türkçülük Akımı’nda bir Yer ve Yöntem,

Yurt bulacak. Tabi,Askeriye, Resmi İlişkiler’i, Görevler’i Dewam ederken de Türkeş’in

Enteresan Bağlantılar’ı var. Türkiye’de Hüseyin Nihal Atsız olarak bilinen bir

Şahıs’la İrtibat’ı var. 69’larda Siyasi Hayat’a atılınca onunla Bağlantılar’ı kopartmış.

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

79

Ama Ordu’dan uzaklaştırılma Çaba’sı Sırası’nda Sorgu’ya çekilmesinde bu

Bağlantılar filan da var. Nihal Atsız’ın Oğlu Yağmur Atsız bugün Türkiye

Gazeteleri’nde yazıyor. Baba’sı, mesela Ön Ad’ı Hüseyin olmakla beraber kullanmaz.

Çünkü İslami Köken’i reddetmiş bir İsim’dir. Türklüğün İslam Öncesi Dönemi’ni

yüceltmek ister. Yazmış olduğu o Dönem’in Mitolojik Romanları’nda, Siyer’in

Kahramanları’nı, O Dönem’in Türk Kahramanları’nı yakıştırır. Kürşat mesela 622

Yılı’nda Çıkış yapar, Hz.Peygamber’in Medine’ye gitmesi gibi. O Dönem’de

Modalar’ı şekillendiren bir Yapı içerisinde kendisini gözlemlemiş oluyoruz.

60 Darbe’si olsun, sonraki 72 ve 80 Darbe’si olsun, bunların her biri Dış

Destek olmaksızın gerçekleştirilen Darbeler olarak Qabul edilmiyor artık

Türkiye’de. Bu ayyuka çıkmış olan bir Bilgi, Genel bir Bilgi Hâli’ne dönüştü.

Türkeş’in 52li Yıllar’da Nato’ya Türkiye’nin Girişi’nden sonraki Süreç’te Nato’da

Eğitim alan, ‘biçimlendirilen Subaylar’ olarak, Amerika’da geçirmiş olduğu Uzun

Yıllar’ı var. Bu Dönemler’i Karanlık Yılları’dır. Daha sonra Hayatı’nda işlemiş olduğu

Rol, Yöntem Açısı’ndan da İzah’a Muhtaç Durumlar karşımıza çıkartıyor. Dolayısıyla

Albaylar Cuntası, 60 Darbe’si de Nato’nun Menderes Hükümeti’nin Son Yıllar’daki

Politika Değişikliği’ne Tepki olarak yapmış olduğu bir Hareket idi. Buraya

konumlanmaktadır ve Amerika’nın Kontrol’ü içinde şekillenmiş oluyor. 1950

Târihi’nde Türkiye Nato’ya girdi. Bunu bir Savaş’ta, Gaza yaparak değil,

Amerika’nın Askeri olarak ona dâhil olmak isteyen bir Hareket olarak gerçekleştirdi.

Ve ödüllendirilerek te Nato Askeri hali’ne geldi.

İşte bu Sene 63-64.Yılı’na girmiş olduğumuz Nato Askeri oluşumuz,

Melikgazi’den bahs’etmiş olduğum, Roma’ya karşı, Bizans’a karşı Gaza Rûhu’yla,

Fütuhat Rûhu’yla olan Asker, Peygamber Ocağı filan diye Bağlarımız’ı kopartan bir

Başat İttifak Alanı’yla olan bir yer’deyiz. Buradaki bir Nato’cu Asker, Nato’da

bulunan, Eğitilen bir Asker olarak gördüğümüz Kişi ile bu Yolculuğumuz’da

karşılaşıyoruz. Daha sonra 1990’larda İtalya’da ilki elenen Gladyo Hareket’i, Gizli

oluşturulmuş, Resmi Askeriye dışında Nato Bağlantılı, Komünizm’e karşı Sivil

Organizasyon Ayaklar’ı, Türkiye bundan daha geç, bugünler’de Ergenekon

Yapılanma’sı ile hesaplaşıyor. Tabiatıyla bu Hareketler, o Dönem’deki Sağ-Sol

Cereyanlar’ı içerisinde bir Nato Askeri olarak ta Ordu’dan ayrıldıktan sonraki

Dönemleri’nde de bir “Sivil Asker” Hüwiyet’i ile Türkeş’in oynadığı çok Önemli

Roller var. Türkeş’in Ad’ı da Hüseyin, Enteresan’dır. Nihal Atsız da olduğu gibi, o

da Hüseyin Adı’nı kullanmaktansa o Türklük Toplam’ı üzerinden Alparslan Adı’nı

kendisine Alem olarak seçmiş. Biz Alparslan’ı, Melikgazi’de (Türbesi’nde),

Melikgazi’nin Alparslan’ın bir Komutan’ı olarak, Tayin edildiği bir İsim olarak

irtibatlandırdık. Bu Taraflar’a 20 km. ötede bir Alparslan Komutan’ı Danişmendli

Melikgazi var iken, şimdi onun bu kadar Yakını’nda doğan bir İsim kendisine o Ad’ı,

Alparslan Adı’nı almaktadır, o Münasebet’le bu Münasebet’i de bağlayabiliriz.

Pınarbaşı, bizim Kişisel Târihimiz Açısı’ndan, 1960’larda Babam’ın

Memuriyet’i ile buraya Gelişi’yle başlamış. Pınarbaşı’nın Girişi’nde, aşağı doğru

inen bir Yer’de, eskiden Nato Bina’sı diye andıkları PTT Bünyesi’nde bir Yer vardı,

şu an yıkıldı diyorlar. Bu PTT Bünyesi’nde ama, Nato’nun Asfaltlar’ı gibi, o zaman

Haberleşme Ağı’nda kurmuş olduğu bir Sistem. PTT’nin aldığı Teknisyenler’den bir

Tane’si olarak orda bulunmuş. 50’li Yıllar’da Nato’ya girmişiz. Babam 60’ta buraya

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

80

gelmiş ve Nato ile İlişkili olan bir Kurum’da Görev yapmakta, bizi buraya getiren

Sebebler böyle. Yani Pınarbaşı’nın Tepesi’nde böyle bir Nato denen Oluşum var.

Onun içerisinde Türk Teknisyenler vesaire var (MHP Kayseri İl Başkanı Mete

Eke’nin Babası’nı. Alpcan’ın Kayınbaba’sı Musa Amca’yı burda analım) . Böyle bir

Yapı içinde tanıyoruz.

60 Yılı aynı Zaman’da Babamlar’ın gelmesinden 3 Ay önce, Türkeş’in İsmi’ni

anmış olduğumuz Darbe’nin gerçekleştiği Yıl’dır. Pınarbaşı’na gelişimiz, 60

Darbe’si bizi öyle bir Bağlantı şekillendirmiş. Bunlarla Tewâfuq eden bir Şekil’de,

öyle şekillenmiş, 2 Sene sonra Dünya’ya gelmişim. Dünya’ya geldiğim Târih te 27

Mayıs Târihi’dir. 60’ta buraya gelmişiz ama, 61 Yılı’nda ilk bunu Bayram İlan

etmişler, bunun 2.Yıldönümü’nde Askerler’in Pınarbaşı Sokakları’nda Bayram

Kutladıkları Gün’de (Pazar), bir başka şekil’de Dünya’ya geliyoruz. Qader’de böyle

bir An ve Anı ile karşılaşmışız. 1969’da Kayseri’den tekrar Tayin edilip Kayseri’ye

çıkartıyor ve ayrılıyoruz. Yine onunla alaqalı Şehir içerisinde konuşacağım. Evet,

Türkeş ve Avşar Bağlantılı Yorumlarımız’la Pınarbaşı’nda Geçmiş olduğumuz bu

Mekan da, Türkeş Parkı, bize bunları hatırlatmış oluyor. Bir Alparslan’ın

Komutanı’ndan bir başka Alparslan, ama Gaza Rûhu’yla dolu olan değil, Amerikan

İttifakı’nda geleceğini gören bir Yapı içerisinde maalesef, hatırlıyoruz.

Anlatıcı:

Malatya Yolu üzerinde bulunan Pınarbaşı’ya Hayat ve İsim veren Su’yun Gözü’ndeki

Park’ta, Değerli Dostumuz Mali Müşavir Ahmet Aslan’la buluşuyoruz. Park’da Dostumuz’un

hazırladığı Köz’de Balık Ziyâfeti’nden sonra Su’yun Kaynağı’nı görüp, yürüyerek Aziziye Camii’ne

geçiyoruz.

İlçe’yi Ma’mur ve İhya edip İsmi’ni veren Osmanlı Sultan’ı Sultan Abdu’l-Aziz’in İsmi’nin

neredeyse kazındığı bu İlçe’de bu İsm’in tek yaşatıldığı Mekan olan Aziziye Camii, yaklaşık 100 Yıl

önce yapılmış. Osmanlı’nın Son Dönemi’nde İstanbul’da yapılan Görkemli, Süslü ve Şatafatlı

Câmiler’in aksine küçük, sâde ve Nezih bir Câmi olan Aziziye Camii’nde Tahiyyâtü’l-Mescid

Namazı’ndan sonra yakın zaman’da Torna Marifeti’yle yapılmış Ahşap ve Vernikli Kürsü’den Kemal

Ersözlü’nün Aziziye ile söyleyeceklerine Kulak verdik.

PINARBAŞI AZÎZİYE CÂMİİ

Bismi’llâhi’r-Rahmâni’r-Rahîm,

Arkadaşlar Pınarbaşı’nda önemli bir İbâdet Mekanı’ndayız. İlçe’nin Eski

Adı’yla anılan bir Camii, Aziziye Camii’ndeyiz. İlçe üzerinde Aziziye Bağlantılı

Konuşma’yı burda yapalım istedim. Konu’yu uzatmayarak Toparlayıcı Öz Metinler’i

veriyorum. Gelmeden bir Hafta önce, Kayseri’de Pınarbaşı üzerine bir Seminer

verdim, Dokümanlar’ı Arkadaşlar’la paylaştım. Şimdi burda paylaşılması ve

söylenmesi gereken Özet Bilgiler’i paylaşmak istiyorum.

Osmanlı’nın Çözülüş Yıllar’ı, 1800’lü Yıllar, Abd’ul-Mecîd, Abd’ul-Azîz,

Abd’ul-Hamid, Abd’ur-Reşad, Murad, Sultan Wahde’d-Din bunlar 6 Kardeş, bir

Baba’nın Ewladlar’ı, onların Atalar’ı II.Mahmud, Osmanlı Reformları’nın

Zamanı’nda başlamış olduğu Sultan, I.Abd’ul-Mecid ve III.Selim’e kadar giden,

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

81

1789 Fransız Devrim’i ile Koşut’tur onun Taht’a çıkmış olduğu Târih, Osmanlı’nın

Batı’nın Farqı’na varması ve 1839’da Tanzimat’ın İlan’ı, ki o da Abd’ul-Mecid’in

İşbaşına gelmesi ile aynı Târih’tir, onu yapmaya İcbar edilmiştir. Osmanlı’nın

Nizâm-ı Âlem, Dünya’ya Nizamât verme İddiası’ndan waz’geçerek, kendi

yapılanmasını Batı ile Tanzim etmeye, o zaman’dan Müzakere yapmaya başlamış

oluyor. Tanzimat’ın Ad’ı, “Yeni Düzen’i” budur. Islahat-ı Hayriye Ferman’ı olarak

anılır ki Ulema Katında “Fesâdî” olarak, “Islâhî” olarak değil, nitelendirildiği

Dönem’dir. 1800’lü Yıllar’ın Sonları’na doğru, 1900’lerin Başı’nda, 1909 Târihi’nde

Sultan Abd’ul-Hamid’in Taht’tan inmesi ile beraber de, fiilen Osmanlı İqtidar’ı

bitmiştir. Selanik’te bulunan Quwwetler, Pozitivist Akımlar İstanbul’a gelmişler,

İstanbul’daki Sultan, Selanik’e gönderilmiş. Sonraki Dönemler İttihad Terakki

Kabineleri’dir ve Osmanlı’nın Uzatma Dakikaları’na Teqabül ediyor. O Târih’i de

burada anmak istedim ki bugün 13 Nisan Târihi’dir. 13 Nisan Rumi Taqwim’de 31

Mart’tır, yani bugün, Abd’ul-Hamid’in Taht’tan indirildiği Târih’in Sene-yi

Dewriyesi’ndeyiz. Hamidiye Dönemi’nin, o Tanzimat, Meşrutiyet, II. Meşrutiyet

İlan edilmiş ve Yönetim, Tasfiye’de bir önemli Aşama daha almış oluyor. Onu da 13

Nisan Târihi’yle bugünkü Aziziye Gezimiz’in Kesişmesi’ndeki Tewafuq olarak

paylaşmış olalım.

Melikgazi Türbesi’nde, Cenâb-ı Haqq’ın Ad’ı olan Melik’ten başlayıp, Qur’ân-

ı Kerîm’de Olumlu, Olumsuz ve Nötr Anlamları’nda kullanılan “Melik”

Kelimeleri’nden bahs’etmiştim. Şimdi “Azîz” Kelimesi’ni de O Kelime üzerine İnşa

etmek ve bağlamak istiyorum. Qur’ân-ı Kerîm’de de yine Azîz, en Merkezi

Anlamı’yla Cenâb-ı Haqq’ın Sıfatı’dır. İnsan için Azîz Kelimesi’nin kullanılabilmesi

ancak Abd’ul-Azîz Şekli’nde O’na Nisbet’le tamlanarak Mümkün’dür. O Kişi, el-Azîz

olan Allâh’ın Kulu’dur. Melik olmak, yine Abd’ul-Melik olmak, el-Melîk olan

Melik’un-Nâs’ın Kul’u olmakla ilişkilendirilir. Melikgazi üzerinden Sultan

Anlamı’nda Melik kullanılması buraya çok yakın, 20 km. Uzaklık’taki bir yer’de

bunun Etimoloji’sine girdik ve paylaştık. Aynı Hadise’yi Azîz üzerinden de

hatırlayalım şimdi:

Yûsuf Sûresi’nde, bahs’ettim, bu İki Kelime de Yönetici Mânâsı’nda

kullanıldı. Yûsuf a.ı Evi’nde ağırlayan, Çocukluk Dönemi’ni geçirmiş olduğu Âile,

Azîz olarak, Hanım’ı da Azîz’in Hanım’ı olarak Qur’ân-ı Kerîm’de geçiyor. Saray’dan

çıkıp daha Sevimli bulduğu Zindan’dan çıkıp yeniden Saray’a, ama bu sefer Müşâwir

olarak girdiğindeki Yönetici ise Melik olarak İş’in içinde vardır. Osmanlı’nın Son

Dönemi’nde İqtidar’da bulunanlar, el-Hamîd olan Allâh’a Ubudiyyet’i, el-Azîz olan

Allâh’a Azîziyet’i, Acziyet’i, ve yahut da, er-Reşîd olan Allâh’ın Sebîl’ür-Reşâd’ına,

Sebil’ür-Rüşd’üne, Sırat’ur-Rüşd’üne İnsanlar’ı kılavuzlamayı başarabilseler,

Osmanlı çözülmezdi. Kimileri önemli Tedbirler’i alamadıkları için,

sınırlandırıldıkları için, Batı ile Rus ile Savaşlar’ı, bu Hengameler içinde biz

Pınarbaşı’yı hatırlıyoruz. 1861 Târihi’nde Sultan Abd’ul-Azîz İqtidar’a geliyor,

yani bir önceki Abdu’l-Mecid Dönem’i kapanmış oluyor. Abd’ul-Hamid’in Taht’a

geçmiş olduğu 1876’ya kadar yaklaşık 15 Sene İqtidar Yılları var. Bu Yıllar içerisinde

Pınarbaşı bir İskan yerine dönüştürülüyor ve Mahalli İdâre içinde bir İsim, bir

Kimlik kazanmış oluyor. Kasaba’yı bu Anlam’da kuran İsim’dir Abd’ul-Azîz.

Dolayısıyla Cumhuriyet Öncesi Ad’ı Azîziye’dir. Yani, İskender’in kurduğu

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

82

Kentler’den dolayı, İskenderiyeler, İskenderiye, İskenderunlar nasıl var ise,

Kayseri keza Kayzer Agustus’tan dolayı Kayzeriyye olarak nitelendirilmiş ise,

Pınarbaşı’nın Ad’ı da bu. Abdu’l-Aziz’den dolayı Aziziye.. Cumhuriyet Dönem’i

sadece Rum, Ermeni, Kürt İsimler’i üzerinde bir Kazıma yapmıyor, aynı şekilde

Karşıt-Devrim olduğu için Osmanlı Hâtırası’nı içinde barındıran İsimler’i de

temizlemek istediği için, Şehr’i biraz önce geldiğimiz yerde gördüğümüz Pınarlar,

Sular’la İştigal eden Yönü ile Önplan’a çıkartarak, el-Azîz Adı’nı unutturmuş oluyor.

Azîziye’ye gelme Gerekçemiz’de, evet benim Kişisel Târihim’de burada

geçirdiğim bir Mâzim var ama, 6 Ay’da bir yapmış olduğumuz Kamplar

Muwâcehesi’nde Elazığ’la Bağlantılı, gitmeden önce bir Şehr’e, bulunduğumuz Şehir

ile orası arasında İrtibatlar arıyoruz. İlk Seminerler’i burada yapıyor ve oraya

gidiyor idik. Bu Münâsebet’le Elazığ ile Aziziye arasında bir Bağlantı aradık. Şimdi

Elazığ’ın Ad’ı da, tıpkı Pınarbaşı’nda olduğu gibi aynı nedenler’le değiştirildi.

Cumhuriyet Dönemi’nde bu Ad’la anılmaya başlandı. 1930’larda Mustafa Kemal’in

o Kent’e yaptığı Ziyâret’ten sonra bu İsim Değişikliği yapılmış. Orasının Eski Ad’ı,

Ma’muratü’l-Azîz’dir. Yani, Abdu’l-Azîz’in Ma’mur ettiği, İ’mar etmiş olduğu Yer,

kurduğu Kent Mânâsı’nda kullanılmış. İlgili yer’de, Elazığ’da konuşacağız bunları.

Şehr’in Asıl Mekan’ı Harput Bölge’si, Aşağı Taraf’ta Mezra Alanı’nda o Yerleşim

biçimlendirilmiş. Dolayısıyla, Azîziye ve Ma’muratü’l-Azîz Yakın Yıllar’da aşağı

yukarı 1860’larda kurulan, aynı Sultan’ın kurmuş olduğu iki Kent, Yol üzerinde bizi

bu bağladı. Melikgazi üzerinden de Allâh’ın el-Melîk İsm’i ve el-Azîz İsm’i, O’nun

Kulluğu’nu gerçekleştirmede Başarı Oranları’nı Test ettiğimiz, Yûsuf Sûresi’ndeki

Kelime’nin Kullanım’ı üzerinden, bir Kavramlaştırma, bir Hawza oluşturmuş olduk,

ordaki Kesişim Alanı’nda bir yer’den konuşmuş oluyoruz.

Aslında böylesi Verimli bir Yerleşim Yer’i, nasıl olur da Târihi bir Yerleşim

Yer’i olmaz, bu Garib geliyor. Ama Zamantı Kale’si, bahs’ettiğim Târihi nedenle

Pazarören Bölge’si, ta Frigyalılar’a kadar giden bir Eski Yerleşim Bölgesi’dir. Doğu

Roma kullanmış, sonra Danişmendliler Feth’i orda gerçekleştiriyor, Sivas

kurulduktan sonra Önem’i azalmış vesaire. Yani 20 km. bir geriye o taraf’a

kaydırıyorsunuz Asıl Yerleşke’yi. O zaman düşünürseniz, Harput Kenti’nin

Mezra’ya inmesi gibi, Pınarbaşı’nın da biraz geriye çekilerek yeniden kurulması.

Kayseri de Düz Ova’da, gerçi 2000 Sene öncesine gidiyor Târih’i de ama, çok geriye

gittiğinizde, ya Kültepe’ye gidersiniz, ya da yukarı’ya, Mazaka’ya çıkarsınız, Eski

Kayseri daha Tepe, Eski Kayseri’de böyle yer değiştirmeleri var. Böyle de

düşünmek lazım.

İlçe’nin Abdu’l-Azîz Zamanı’nda İnşa edilme Gerekçesi’ni doğuran neden, bir

İskan Arayış’ı. Osmanlı’nın 1856’da Fransızlar’la yapmış olduğu, Batı ile yapmış

olduğu Kapitülasyon Yenileme, Toprak Qanun’u, Yeni bir Toprak Düzenlemesi

yapılıyor. Mîrî Toprak’tır Anadolu Topraklar’ı. Hz.Ömer Zamanı’nda

feth’edildiğinde Iraq Arazi’si, Kürdistan Arazi’si, Ermenistan, Azerbaycan ve

Anadolu Topraklar’ı Gâziler’e dağıtılmıyor. Beytü’l-Mâl’de bırakılıyor ve İşleyenler,

İslam Yönetimi’ne buradan bir Öşür veriyorlar, Vergi veriyorlar. Osmanlı’da Tımar,

Zeamet filan diye işleyen Toprak Yapısı’nın Esas’ı. Bu, Batı’nın Tanık olmadığı bir

Toprak Sistem’i, ordaki Derebeylikler ve diğer Dönemler, yeniden Tanzimat, Batı

ile Müzâkere etmiş olduğumuz Dönemler, Osmanlı’nın “Avrupa Birliği’ne” girme

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

83

Sürec’i diyelim, o Süreç Esnası’nda da, sizin Yapınız, diyorlar, Uygun değil, bunu

düzenlemeniz Lazım. Ve Osmanlı Toprak Qanun’u çıkarttı ve o Topraklar’ın Zilyedlik

Haqqı’nı, Mülkiyet Haqq’ı değil, Sâhiplik Haqq’ı değil, Kullanım Haqqı’nı,

kullanılmazsa Elleri’nden çıkan Topraklar’ı, kullanan Kişiler’e tapuladı. Cumhuriyet

Dönemi’ne Ağalar olarak geçen, Toprak Sâhib’i üreten bu Sistem, Osmanlı’nın

bıraktığı, Merkezi Osmanlı’nın bırakmış olduğu bir, Yıkıntı-Harabe değildir, o

Tanzimat Dönemi’nde Batı’dan yediğimiz Kazık’tır. Olmayan bir Derebeyliği, Ağalık

Sistemi’ni, Topraklar’ı Dewlet’in olan, Müslümanlar’ın olan o Arazi’yi buna

dönüştürdük. Dolayısıyla, Pınarbaşı’nın da 1856 Öncesi Topraklar’ı Miri Arazi’dir.

Ümmet’in Ortak Kullanımları’na hasr’edilmişti. Bu Bölgeler’i daha çok Konar-Göçer

Türkmenler kullanmışlar. Yerleşik Şehirler pek oluşmamış. Bu Köyler ve

Civarları’nda birkaç İstisnai Yerler dışında o da Pınarbaşı’yı içinde barındırmıyor.

Bu Âileler’den bir Sorun doğuranı, Osmanlı’nın o Yıllar’da önemli bir Mesele

doğuranı, Avşar Topluluklar’ı olmuş. Adana Bölgesi’nde, Kozanoğulları Ciwarı’nda

Avşar Ayaklanmalar’ı olmuş. Avşarlar da o Dönemler’de çoğunlukla İran’da bir

Dewlet kurmuşlar, Nadir Şah Yönetim’i, Avşar Egemenliği. Safewîler yıkılmış

yerine Avşar Yönetim’i gelmiş. Avşar Yönetim’i, Şii Yönetim’i değil, Sünni’dir.

Safewî ise Şii idi. Hem bir Hanedan Değişikliği, yine Türk ama Boylar değişmiş

oluyor, hem de Mezhebî Değişim. Nadir Şah Dönemi’nde Osmanlı ile Ulema Teati’si

yapılmış. Nadir Şah kendi Şii Âlimler’i ile Osmanlı Âlimleri’ni bir araya getirerek

Daru’t-Taqrib Çalışmaları filan yaptırmaya çaba sarfetmiş ki bunlar Yıllar sonra

Şah Zamanı’nda Mısır’da Ezher’de bu tür Denemeler tekrar olacaktır. Tabiatı’yla

Kötü Niyetli Kişiler araya girdikleri için Olumlu Sonuçlar’a dönüşmemiş, böyle bir

Mesele’si de var bu Çaba’nın. Tabi o bizim Konumuz’la İrtibatlı değil ama,

Avşarlar’la Alaqalı Boyut’u var. Yani Avşarlar İran’da bir Dewlet kurmuşlardı,

Osmanlı Arazisi’ndeki Avşarlar ise Göçer idiler. Ve Osmanlı onları Yerleşik Hal’e

getirmek istiyor. Tıpkı Safewîler’den önce de olduğu gibi, İran Kontrolü’nde

olabilecek olan Türkmenler’den Rahatsızlık duyuyordu. Buradan aldığı Olumlu,

Olumsuz bunlar Târihçiler’in tartışacağı bir Konu. Osmanlı da Hata yapmış olabilir

ama, İsyanlar oldu ve Zorunlu olarak onları Yerleşik Hayat’a geçirmeye zorladı ve

Adana’dan uzaklaştırdı, Çukurovası’ndan Uzunyayla Bölgesi’ne gelip, yerleşmeye

onları zorladı. Buna karşın Dirençler ortaya çıktı, meşhur Dadaloğlu İsyanlar’ı,

Ayaklanmalar’ı, Eşkıya Hareketleri’nin böyle bir Mâzi’si var. Bu Hadise Cereyan

ederken bir başka Açı’dan başka bir Halqı’n da İskan’ı buraya olacaktır. O da, Kafkas

Bölgesi’nde, ta 1700’lerin Ortası’ndan beri Dewam eden Ayaklanmalar, Çeçen,

Adige Topluluklar’ı, Abhaza, Lezgi vs. diye anmış olduğumuz Halqlar’ın Ruslar’a

karşı Ayaklanmalar’ı. 100 Yıl direndiler, Büyük Mücadeleler verildi. Bunun Son 25

Yılı’nda bizzat, Şeyh Şâmil’in Direnişler’i vs. de var ama, Bütün olarak yok olmamak

için Teslim olmak Zorunda kaldılar. Şeyh Şâmil başta olmak üzere Sınırdışı

edildiler. Ta Balkanlar’a kadar gidenler oldu, Ürdün, Filistin’e kadar Suriye

Bölgesi’ne gönderilenler oldu. Aynı şekilde Anadolu’ya geçenler de oldu. Marmara

Bölge’si, Adapazarı, Samsun Civarı’nda Karadeniz’den başlayarak aşağıya doğru

bir Hat üzerinde İskanlar oldu. Beri Taraf’ta da İskanlar oldu, Kars Bölge’si hakeza.

İçanadolu’da da Pınarbaşı, bunun için Osmanlı’nın düşündüğü Yer oldu. Hem

Avşarlar’ı İskan ettirmeye buraya zorluyor, hem de Çerkez Topluluklar’ı.

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

84

Dolayısıyla bu 2 yeni yerleşen ve Beraber Yaşama Tecrübe’si olmayan Halq’ın bir

araya gelmesinin doğurduğu Sorunlar yaşanıyor. 1293 diye anılan, Osmanlı’da

Rûmî Târih ile anılan, bir Savaş var, 93 Harb’i diye anarlar. Abdu’l-Hamid’in

İqtidar’a gelmesinin 2. Senesi’dir. 1876’da geliyor ve 1877-1878’de sürüyor bu

Harb. O Harb de Tabiatı’yla yine Büyük Sorunlar’a Gebe oldu. Sonunda Berlin

Anlaşma’sı imzalanmış ama, Osmanlı’nın Mağduriyet ve Yıkımlar’ı, yine Göç

Dalgalar’ı, Kafkaslar’dan yine Göç geliyor. I.Dünya Savaşı’nda Sarıkamış, o

Bozgunlar, ondan sonra bir daha Göç geliyor. Yani, Kafkaslar’dan gelen Göç te,

böyle olunca sadece Çeçen Göç’ü olmuyor. Bizzat Çeçen Menşeli olmayan Haqlar’ın

da Göçler’i var ki, işte Pınarbaşı’da bunların biri de Karslılar diye anılan, Kars’dan

gelen Göçmenler, Muhacirler oluyor. Daha sonra, Bulgaristan’dan gelen Muhâcir

Göçler’i de var, Pınarbaşı’nın Değişik Köyleri’nde. Evet, yani Halqlar Karması,

bundan oluşmuş olan bir Şekillenme ile bir İmâr yaşandı, Beraber Yaşama Dönem’i.

Ama görüldüğü gibi, Savaşlar Peşimiz’i bırakmıyor, Balkan Harbi’ni yaşıyoruz,

1992’de 93’ten sonra. Sonra 1915 Sarıkamış Facia’sı, Milli Mücâdele, Sevr Olaylar’ı,

sürekli Tahribat derken Cumhuriyet’in İlan’ı ile noktalanıyor. Bu İlan’dan sonra da

Resmî Türkçü Ulus Politika’sı, ne Çerkes tanırım, ne ötekini ne filanı’nı, Herkes

Türk’tür ve de Eski Türk’tür. Ya İslâm Öncesi Doğu’dan gelen Türkler’dir ya da

İslâm Öncesi Anadolu’da yaşayan Sümerler, Etiler bunlarla ilişkilendirilen bir

Türklük Wâqıa’sı. Evet bu Mağduriyet içerisinde Pınarbaşı oluyor, Aziziye.

Dolayısıyla Adı’nı Abdu’l-Azîz olarak dâhi anmaktan uzaklaşan, Babası’nın

Anası’nın verdiği Mustafa Adı’ndan da Hicab duyarak, ne yazık ki, benim Adım’ı da

taşıyan Kemal diye anılan (Kamal, Eski Türkçe’de Kale demek diye düşünülmüş ve

Kamal olarak da lanse edilmiş), ölmeden bir Sene önce o İsim de Türkçe’ye Aykırı,

’ben artık Kamal oldum’ diyen92, Meclis’in kendisine, başka şekilde Türkler’e Ata

Pâye’si biçmiş olduğu, yeni baştan sıfırlamış olduğu, âdeta formatlamış olduğu bir

Sürec’in Mağdur’u olan Topraklar, Aziziye Topraklar’ı.

Ben burada 1962 Târihi’nde Dünya’ya gelmişim. Allâh 7 Sene verdi, Babam’ın

Memuriyet’i Wesilesi’yle. Sonra Qayseri’ye Göçümüz gerçekleşmiş. Dolayısıyla

Kişisel Târihim Açısı’ndan, Pınarbaşı’nın Ekmeği’ni yiyerek bir büyümüşlüğümden

bahs’edebilirim. Tabiatiyle 2 Yer’de daha konuşmamız olacak, Dewâm’ı

Mâhiyeti’nde yapacağım yerler. Pınarbaşı İsm’i üzerinden de Alerjimiz olmaz

kuşkusuz, ama değiştirilmesinin bu tür Nahoş bir Gerekçe’si var. Türkiye’nin

Değişik Yerleri’ndeki İsim Değiştirmeler Boyut’u Açısı’ndan altını çizdim. Yoksa

Qur’ân-ı Kerîm, bizi Allâh’ın Kewnî Âyetleri’yle yüzleşmeye, onların üzerinde

Tefekkür etmeye, durmaya, onlara bakarak onların Yaratıcısı’nı düşünmeye, Fânî

olan bu Dünya’daki Şeyler’in Asli olan Cennet’te bize hatırlatacak olan

Bağlantıları’nı kurmaya bizi Da’wet eder ki, bu anlam’da Hoş’tur “Pınarbaşı” da.

Pınar (Göze) Kelime’si, Qur’ân-ı Kerîm’de Uyûn şeklinde Çoğul, Ayn Şekli’nde Tekil,

kullanılan bir Kelime’dir. Suriye-Türkiye Sınırı’nda, Re’sü’l-Ayn Bölge’si vardır,

Arapçası’dır Pınarbaşı Kelimesi’nin. Pınar’ın Başı, Re’sü’l-Ayn. Ta

Müslümanlar’dan önce Felsefe Okulları’ndan bir Tanesinin Adı’dır, Re’sü’l-Ayn ,

İskenderiye Okulları’ndan bir Tanesi’dir. Önemli Filozoflar’ı yetiştirmiş bir Kent’tir

92 /Atatürk’ün Sofracı’sı idim,

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

85

vesaire. O anlamda kullanılır, O’nun Türkçe Biçimi’dir. Sadece bu Bölge’ye ait de

değil, Türkiye’de bir çok Pınarbaşı olarak anılan, Köy düzeyinde, Belde Düzeyi’nde,

İlçe Düzeyi’nde sâdece Kastamonu’da var, Değişik Yerler’in bu Ad’la anılan Bölge’si

de var. Pınarbaşı dediğiniz zaman, bir Su Kaynağı’ndan bahs’ediyorsunuz, Su

kaynayıp aktığı Zaman da Nehir’i Meydan’a getiriyor. Dolayısıyla Nehir ile Pınar

Bağlantı’sı, Pınarbaşı Bağlantısı, Baba ve Oğul Bağlantı’sı gibidir, akan ve Dewam

eden Şey. Ve Rasûlu’llâh Cennet’te Mü’minler’in Hawzalar’da bulunacaklarını,

Pınarbaşları’nda buluşacaklarını söyler. Kewser Şarab’ı, Al-i Beyt Bağlantılar’ı bu

anlam’da kullanılır. Qur’ân-ı Kerîm Cennet’i tanımlarken, ‘altından Irmaklar Akan,

Pınarlar’dan fışkıran Yerler, Cennetler’ diye anar. Biz Doğa’yla baş başa kaldığımızda

hem onun Yaratıcısı’na ordan, Eser’den onun Yaratıcısı’na yükselmeye Çaba

sarf’ederiz, Tefekkür ederiz; hem de Fânî Dünya’dan Aslî Dünya’ya Vurgular

yakalarız. Bu anlam’da Pınarbaşı’nın Pınar’ın Su’yu da bize ancak Rabbimiz’i

hatırlatır. Asıl Mekanımız’ı hatırlatır. O’nun İzzet’i içerisinde, Zillet Sâhib’i olmadan,

Allâh’ın, Azîz olan Allâh’ın bize verdiği ile İzzet bularak, O’na inanıyorsanız en Azîz

olansınız, İsim, Bağlantı, Yer, Coğrafya, bize bunları Telkin eder.

Evet 100 Yıllık, 150 Yıllık, 1860’lar’dan itibaren saymış olan Târihi’nden ise,

Beraber Yaşama Tecrübesi’nin iyi bir Laboratuar Örneği’ni de ortaya çıkartı. Ve

bunları konuşmuş olduğumuz Wasatımız’da da Türkiye yeniden yapılanıyor.

Cumhuriyet’in Kurucu, tek Topluluğa İrca edilecek olan Politika’sı yerine, ‘Buradaki

Uluslar beraber nasıl yaşar?’, bu Sorun’u çözmek istiyor. Ya çözeceğiz, ya yok

olacağız. Böyle bir Ölüm-Kalım.

Doğru çözersek, büyürüz, Yanlış çözersek daha da küçülür ve parçalanırız.

Bununla alaqalı Derin Sorunlarımız da var. Türkiye Coğrafya’sı, İran, Iraq ve

Suriye, bu 4 Ülke’de yaşayan Kürt Halqları’nın bu 4 Ülke ile alaqalı Sorunlar’ı var.

Ve Ulusculuk Düşünce’si, her birini bu Ülkeler’den kopmaya çağırıyor. Iraq’ta bu

Süreç yaşandı. Suriye’de Savaş’ın Bitimi’nde ortaya çıkacak Tablo93, 3 Suriye

Tablosu’dur.

Bir Suriye Kürdistan’ı ortaya çıkacak.

Bir Nusayri, Eski Rejim’in Dewam’ı, Lazkiye’de ortaya çıkacaktır.

3.Bölge’de ise İhwân, +, Selefiye, + Süryaniler, Laik Arablar’dan oluşan bir

Koalisyon, Demokrat Mücâdele Suriye’si, 4lü bir Koalisyon Wücuda gelecek.

Hiçbiri de Suriye’yi onaracak, onduracak Yapılanmalar değil. Tabiatı’yla Iraq

bu şekil’de, Türkiye bu şekil’de, Suriye bu şekil’de olursa, ki artık ondan sonra

olmaması Mümkün değil, bu İran’a sıçrayacak. İran’da Kürtler’in, Azeriler’in,

Farslar’ın, Ayrışması’ndan 3 Parça ortaya çıkacaktır. Yani Bölge’de andığım bu 4

Dewlet’ten 12, 13 Dewlet ortaya çıkacak. Yeni Yapılanmalar, yine aynı Sürec’in

Dewam’ı olacak. Bir Taraf’tan Batı birleşip Avrupa Birliği oluştururken, Doğu’da

Şangay Birlikler’i oluşturulurken, Ulus Dewlet’ten İnsanlar tekrar Ümmet’e,

Birleşik Yapılar’a dönerken, biz Ümmet’i Ulus Dewletler’e parçaladık, şimdi Ulus

Dewletler’i daha alt Parçalar’a ayırıyoruz. Yani yapacağımız bu Şekilde Minimiz’e,

Atomiz’e olarak yok olmaktır. Ufacık bir Belde’de bir Çerkez’i, bir Karslı’yı, bir

Avşar’ı beraber yaşatamamış isek, ki yaşattık kuşkusuz, Güzel Örnekleri’ni de

93 M.E:Rojawa-Batı Kürdistan Konu’su bu Konuşma’dan sonra Yaz Ayları’nda daha hararetlendi

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

86

verdik te ama Olumsuz bazı Sahneler Açısı’ndan söylüyorum, aynı Şey’in daha

büyük Bâdireleri Anadolu Coğrafya’sı, Osmanlı’dan sonra kapanan dışarıdaki

Coğrafya’nın göçtüğü bir Ana Yurt, hepimizin Müşterek Yurd’u. Kafkaslar’daki

İnsanlar bizim Kardeşlerimiz’di buraya geldiler. Bulgaristan’dan çekilenlerimiz

buraya geldiler. 4 bir Taraf’tan ve yeniden burada yaşayacağız Allâh’ın Kullar’ı

olarak. İzzet bulmamız için, Azîz olan Allâh’ın Kul’u olmamız için Tefrika etmememiz

gerekiyor. Allâh’ın Âyeti’ne Toptan sarılmamız gerekiyor. Âl-i İmrân Sûresi’ndeki

Âyet bunu söylüyordu. ‘Siz İslam Sayesi!nde Kardeşler oldunuz, ama Eski Çekişmeler’e

dönerseniz, Ateş Çukuru’na dönersiniz. Allâh Rîhiniz’i giderir. Rüzgarınız’ı giderir.

Birilerinize Ateş gelir, Ateş dokunur ‘ diyor. Yani Rüzgarımız’ın, Arkamız’dan esen

bize Yelken olan Rüzgar’ın gelmesi için Tefrika etmemek, Allâh’ın İpi’ne Toptan

sarılmamız gerekiyor. Allâh’ın İp’i eğer, Millet olursa, Millet-i İbrâhim olursa, Millet-i

İbrâhim’de paylaşırsak İzzet’i, bütünleşiriz. Ama İbrâhim’in yerine Herkes

kendisine bir Ata, Çerkes Ata, Ata Türk, Ata Kürt vesaire bulursa, onun Etrafı’nda

bir Kenetlenme Dawa’sı güderse, o zaman Tefrika’nın getireceği Zillet’e Mahkum

oluruz. Aziz Kent, Aziz Pınarbaşı, O Pınar’dan gelen Sular, bunları bize Tefekkür

ettirmeli.

Böyle bir Yolculuğu paylaşmış oldum. Bu Mekan, Aziziye Camii, işte

1915’ler, I. Dünya Savaşı Sırası’nda İnşa ettirilmiş, Dönem’in Wâliler’i Tarafı’ndan

Şehr’in Kurucu’su, Sultanı’na izâfeten Aziziye İsm’i verilerek yapılmış ki, Selimiye,

Süleymaniye dediğiniz gibi, Azîz’in Adı’na da buradaki Mescid, İsim olarak

verilmiş. Evet, İşler’in Haqiqati’ni Allâh bilir, ama ölmüşlerimizi biz, Hatalı Yönler’i

değil, İbret Yönleri’yle öteki Yön’ü varsa onu ancak Akademik Dersler’de Konu

edebiliyoruz, ama Genel Konuşmalar’da ancak, Hayırlı ve Olumlu Yönleri’yle

hatırlamak isterim. Aziziye’yi de öyle hatırlıyoruz. Bir sürü Kritik Yönler’i de var

kuşkusuz, İ’mâr etmiş olduğu, İ’mar etmiş olduğu Aziziye için, İmar etmiş olduğu

Mamuratü’l-Azîz için, burada İskan ettiği Müslümanlar bir araya gelsin birlikte

olsunlar için, onları hatırlayarak Adları’nı Aziziye’de Yerler açan bunu gibi

Mekanlar’la falan hatırlıyoruz. Allâh, Azîz İsmi’ni bizde Tecelli ettirip, İzzet

bahş’etsin diyoruz. Doğrular için Rahmet, bizler için de Mağfiret Taleblerimiz’le

Aziziye Camii’nden ayrılıyoruz.

Anlatıcı:

Cami’den sonra Pınarbaşı/Aziziye’nin Şelaleli Parkı’nda Çaylarımız’ı yudumlayıp, Kemal

Hoca’nın okuduğu İlkokul’u ve Pınarbaşı’ndayken kaldığı Evleri’ni gördük.

PINARBAŞI, MELİKGAZİ OKULU

Kayseri’nin Kocasinan ve Melikgazi gibi 2 Büyük İlçe’den oluştuğu sonra,

diğerleriyle genişledi ki Yeni Yasa Qabul edildi, Gelecek Sene Seçimler’den sonra

Pınarbaşı da Kayseri’nin Merkez İlçeleri’nden bir Tane’si olacak. Tıpkı Kocasinan,

Melikgazi gibi. Kayseri’nin Melik Mehmet Gazi de denen Melikgazi’den dolayı,

hatırlamış olduğu İsm’i, Pınarbaşılılar da gelmiş olduğumuz Yer’deki Türbe’den

dolayı, Baba Melikgazi’ye atfen, bu İlkokul ile hatırlamak istemişler. Onunla Direk

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

87

bir Bağlantısı yok ama, Adı’na İsim verilmiş, Okul, Melikgazi olarak anılıyor. Şöyle

düşünelim, Melikgazi Danişmendliler Hükümdar’ı idi. Danişmend’in Alparslan

Zamanı’nda bir Muallim, Öğretmen olduğunu, sonra Ordu’ya yazıldığını

düşünüyoruz. Danişmendlik, Medrese Kurum’u içerisinde Müderrislik altında bir

Kurum olarak da Qabul edilmiş. Medrese Öğrencileri’nin ileri Seviye’de olanları,

Yeni başlayanlara, Hocalar’ı dışında Dersler veriyorlar, Abi gibi, bunlara Danişmend

deniliyor mesela. Yapı içerisinde Asistanlar’a benzer bir yere Teqâbül ediyor. Bu

Topraklar’ın İlk Fethedici Komutan’ı olarak, Melikgazi’yi hatırlıyorsunuz. Sülale,

Öğretmen, Talebe olarak, Müderris olarak namlanmış oluyor. Burada onun Adı’na

bir İlkokul açılmış.

Bu Okul, Cumhuriyet’in İlkokul’u. Cumhuriyet İlkokulu’nda, Cumhuriyet

10.Yıl Nutqu’nu verirken, Şiiri’ni yazan, ‘10 Yıl’da 10 Milyon Genç yarattık her

Yaş’tan’ derken, Pozitivist Eğitim’den geçmiş Yeni Kuşak, bununla öğünüyor.

‘Öğretmenler, Yeni Nesil sizin Eseriniz olacaktır’, Özdeyişi, bu Yeni yapılanma, o Yeni

Adam’la alaqalı bir Yer’e oturuyor. Melikgazi, direk olarak Pınarbaşı’ya Bağlı bir

Köy değil. Pınarbaşı’nın İki Tane Belde’si var.

1.Kaynar, Zamantı’nın doğmuş olduğu yer.

2.ise Pazarören. Melikgazi, Pazarören’e Bağlı’dır. Pazarören, Cumhuriyet

Dönemi’nde açılan Köy Öğretmen Okulları’ndan bir Tanesi’ni içinde barındırıyor.

Orada da bir Konuşmamız olacaktı ama, onu burada yapmış sayılalım. Köy Odaları,

Köy Enstitüleri oluşturmuştu Tek Parti. Köyler’i dönüştürmek, Öğretmenler

üzerinden dönüştürme Proje’si. Ve Eğitim Enstitüleri’ne de Köy Çocukları’nı Yatılı

olarak alıyorlar, ordan Anne Babası dışında devşiriyorlar, Cumhuriyet’e. 60, 70, 80

Yaşı’na gelmiş bu Tipler vardır aramızda, Eller’i titrerken Tâwiz vermez bir Eda ile

Atatürkçü’dür ve çok bilmiş Edaları’nda o Cumhuriyet Kokonalar’ı ile özdeşleşmiş

bir Tip. O Köy Enstitüleri’nden yetişmiş bir Nesil’dir onlar, çoğunuz görmüşünüzdür.

1950’lerde İmam Hatip Okullar’ı açıldığında, adeta onun Rövanş’ı gibi

algılanmış. Köyler’den Çocuklar alınmış, Yatılı olarak orda, Tersi bir Kuşak’tır.

İmâmlar ve Öğretmenler. Bundan birkaç Sene önce Şerif Mardin’in Cumhuriyet’in

Öğretmenler’i ile Osmanlı’dan kalan Mahalle Bünyesi’nden gelen İmamlar’ı

Muqayese eden Çalışması tekrar Gündem’e gelmişti. O anlamda İmam Hatip Projesi,

ve Pazarören’de Temsili’ni bulmuş olduğumuz Öğretmen Okullar’ı, Köy Enstitüler’i

de burada bir yere oturuyor.

Evet biz de Melikgazi Okulu’nda, kendi Biyografim Açısından da İlkokul’a

burada başladım. 1 Sene okudum, sonra Kayseri’ye taşındık. Pazarören’den Mezun

olan Öğretmenler Tarafı’ndan Dersler almışızdır, O Dönem’in Kuşağı olarak.

Pazarören’i de Melikgazi’nin Bağlı olduğu Belde olarak böyle hatırlıyoruz. Yanında

kendisine bağlı Köy’deki Türbe, bir Danişmend’e ait. Danişmend, bir Medrese

Yapı’sı içinde bir başka Kuşağı, Medeniyet’i Temsil ediyor. O Danişmendliler’in

Kayseri’deki gördüğümüz İsm’i, Melik Mehmed Gazi, Kayseri’yi Maqarr-ı Ulemâ

yapmayı başlatan Melikgazi. Ulucami’de konuşacağım onu. Ulemâ’yı oraya

çekmiştir. Bunun için Yatırımlar yapmıştır. Cami’nin yanında Medrese Tesis

etmiştir. Sonra Gülük Camii’ni Danişmendliler yapmıştır. Onun yanında da

Medrese Tesis edilmiştir. Sonra o Medreseler Kuşağı’ndan işte, Osmanlı

Medreseleri’nin Kurucu’su olan Dâwûd-i Qayserî yetişmiştir. Melikgaziler’in

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

88

başlatmış olduğu, Danişmend olan o Ulema Geleneği’nden Hükümdarlar bunu

başarmış. Onların başlattığı Süreç’ten bir Dâwûd çıkartıyorsunuz. Melik, Talut’un

Ordusu’ndan, Kumandan Dâwûd’u çıkartıyorsunuz. O Dâwûd ve Melik

Bağlantısı’ndan, Bu Dâwûd ve Melik’e Sembolik olarak ta buradan bağlamış olalım.

Pazarören ve ona bağlı Melikgazi, O Danişmend, burası Öğretmen Okullar’ı.

Onun Adı’nı taşıyan bir İlkokul, ve o Öğretmenler’in Tedrisat vermiş olduğu bir yer.

Böylesi Karşıtlıklar’ı hissediyorsunuz. Alparslan’ın İdealler’i, Fütuhât Rûh’u bir

yanda; kendini Alparslan olarak anan ve Uluscu bir başka Boyut, onun yine

Dramlar’ı, Acılar’ı bunları hatırlamış oluyoruz. 69 Yıl’ı Amerikalılar’ın Uzay’a

çıktıklarını söyledikleri bir Yıl, Temmuz Ayı’nın 20’sinde. O’nun konuşulduğu

Haftalar’da biz, Kayseri’ye çıktık, Uzay’a kadar gitmedik ama, Pınarbaşı Dönemi’ni

kapatmış olduk. )

Anlatıcı:

Cadde ve Sokak aralarından çağıl çağıl boşa akan Berrak Sular, keşke Çevre Düzenlemesi

yapılarak İnsanlar’ın İstifadesi’ne sunulabilseydi.

Birkaç gün önce Haqq’ın Rahmeti’ne kavuşan Mehmet Alpcan Kardeşimiz’in Babası’nın

Mezarı’nı Ziyâret edip Dualar okuduktan sonra, Pınarbaşı’ndan ayrılıyoruz.

Pınarbaşı Mezarlığı’nı Ziyâret ettik, yakın zaman önce Rahmeti Rahman’a kavuşmuş olan

Selahattin Alpcan Amcamız’ın Qabr’i Başında Ziyaretimiz’i ve Dualarımız’ı yaptıktan sonra, orada

bulunmuşluğumuz Eesilesi’yle de İslam Şehirleri’nde Mezarlıklar üzerine şunlar söylendi.

PINARBAŞI /MEZARLIK

Mezar üzerine burada biraz konuşalım. Tabi, İslam Kent’i, Köyleri’nden

başlayıp, Metropolleri’ne varıncaya kadar, Başşehir, Payitahtı’na varıncaya kadar

Mezarsız olmaz. Mezar da Şehr’in olmazsa olmaz bir Parçası. Tıpkı Gazwe için

Sözkonusu ettiğim Referans, Bedir için bir Başlangıc’ı Medine’de nasıl buluyor isek,

İslam Qabir Kültürü’nü de yine Medine’de, Rasûlu’llah’ın İnşası’nda buluyoruz.

Rasûlu’llâh Medine’de 2 Qabristan Tesis etti. Bir Tane’si Baqî Qabristan’ı olarak

Ma’ruf, diğeri ise Şehitlik, Uhud Şehidliği. Şehidlik Qabristanlar, bizde Meşhed

olarak, Şehidler’in bulundukları Yer olarak yaşatılmıştır. Genel Qabristan içerisinde

de Şehidler için Özel Bölümler açılmıştır. Türbeler gibi Yatır Yerler’i, ya Âlim’dir ya

Şehid’tir, ya Dewlet’te önemli Kişilerdir vesaire. Mezarlar onun Etrafı’nda

şekilleniyor.

Modernleşme Dönemi’nde de Şehir içinde Çok Sayıda Mezar Yıkımlar’ı

yaptık. Şehr’in dışına atmak, Görünürlülük’ten çıkarmak, Rant devşirmek Amaçlı,

ancak İşgal yapılsa Düşman Quwwetleri’nin yok edeceği şekilde Mezarlar’ı Tahrib

ettik. Şehr’in Hafızası’nı yok ettik. Yok edemediğimiz eğer, böyle anlı sanlı İsim

yapmış Kişiler kalmış ise, onlar da Ayrık Otu gibi kaldılar. Oysaki o bildiğiniz

Kümbetler’in, Türbeler’in Etraflar’ı hep Mezarlık’tır. Onlara Yakın bir Yer’de

gömülmeyi, onlarla beraber Haşr olmayı, ve onlara gelen Ziyâretçiler’in okuduğu

Dualar’dan hatırlanarak Dua almayı Murad etmişler ve Şehr’in içerisine Hayat ve

Ölüm yan yana yaşamış, beraber yürümüş. Modern Yapılaşma ve Kent Kültür’ü onu

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

89

da kendisine Dönüştürdü. Artık Avrupa Mezarlar’ı gibi, bir başka Şey’e dönüştü.

Tarihi Hafıza’yı da hazf’etmiş, mahw’etmiş bulunuyoruz. Bunlar tabiatı’yla yaşanmış

Acılarımız. En son Kayseri’de şimdi, Seyyid Burhâned’-Dîn için aynı Şeyler

Gündem’e getiriliyor. Yani, orayı Rant yerine dönüştürmeyi. ‘Niye, Yıllar önce

yapılmış, yeni Ölümler için Mezarlık Alan’ı değil, bu kadar Arazi buraya ne gerek

var, başka şekil’de değerlendirelim’ vesaire. Ancak, İşgalci Quwwetler’in

düşünebileceği Şeyler bunlar. Wicdan Acıtıcı, Qabul edilmesi Mümkün olmayan bir

Durum.

Hz. Peygamber, Mezar Ziyâretleri’nde bulundu. Belli Günler, Cumartesi

Günler’i mesela, Baqi Qabristanı’na, Geceleyin kalktığında yine Yakın olduğu için bu

Qabristanlığa bazen Gece Waqti Ziyâretler yaptığını, orada uzun uzun Dualar

yaptığını, adeta Mezarlık’ta İtiqaf içinde bulunduğunu Hikâye ediyorlar. es-Selâmü

aleyke yâ Ehle’l-Qabri, ‘Yâ Qabir Ehli, İnşaallah biz de sizlere geleceğiz, İltihaq

edeceğiz’, Ölüm’ün Hatırlatıcılığı, kuşkusuz her Nefis, Ölümü Tadıcı’dır, bugün

Mezarlarımız’da Asılı Bu Âyet-i Kerîmeler’in Varlığı’ndan dahi, Müşterek Mezarlar’ı

paylaşıyoruz’ diyen Seküler Kitleler Rahatsızlık duyuyorlar. Ölüm’ü hatırlatarak,

‘onu görüyorum Mezarlığın önünden geçerken bir yerde, o Günüm ters gidiyor,

Moralim bozuluyor’, diyor. ‘Pat diye karşıma çıkarsa, Kaza yapabilirim, bunları

indirsinler, kaldırsınlar’ diyen Kültür, Ölüm’den, Gözü’nden Irak tutarak kaçma

Düşünce’si, Ölüm’le iç içe yaşamak, Barışık yaşamadığınız zaman Hayat’ın bir

Anlam’ı olmaz ki. Yani, Ölüm’ün bir Sukunet olması, Bütün Acılar’ın, Izdıraplar’ın

biteceği ve Ölüler’i Hayır’la anacak olan bir Gelecek Kuşak üzerinden yapılan

Dualar’ın ordan Bereket’i, İnsan’ı yaşatan Şeyler bunlardır, Hayat’ın, Yaşama’nın

kendisi Sorumluluk’tur, ve Ağır’dır, ve İnsan da Yaş aldıkça Ölüm’ü qabullenir,

qabullenen bir Süreç’te olgunlaşır. Bir Yetişen Meyve’nin Toprağa düşmesi gibi,

(öyle derler, benzetmişler,) Toprağa düşer, Toprağa düşmek demek, Yetişen Meyve

Hâli’ne gelmek demek. Çok Doğal bir Sonuç diye algılamışız. Ancak Genç Ölümler

olursa ona biraz Gönül fiqan etmiş, Yunus Emre’nin “Gök Ekini biçmiş gibi”,dediği

Anlatım, bunun Genç Ölümler ile ilgili Anlatımı’nda geçmiş. Bunlar da Hayat’ın

Qader’i. İnsan, evet, Âhiret İnanc’ı, Tekrar Dirilme İnanc’ı Hz. Peygamber’den daha

Quwwetli kim olabilir, Peygamberler’den ve Peygamberimiz’den daha Quwwetli?

Ama Oğlu Wefat ettiğinde, hüzünlendiğini, Gözü’nden Yaş geldiğini, “siz de mi ey

Allâh’ın Elçi’si” dediklerinde,Söylediği Konuşmalar’ı Anekdot olarak biliyoruz.

Dolayısıyla hepimiz de Hayat’ın Değişik Dönemleri’nde, Yakınlarımız’dan Kayıplar

yaşıyoruz, Onun Hüznü’nü, Acısı’nı, yapamadıklarımızı, Var iken ulaşamadıklarımızı,

bütün bunların da Acılar’a da bağlayabiliyor sizi. Geçmiş’i Tamir edemeseniz dâhi,

onlarla, yaşayanlara Ders çıkartmanız lazım. Aynı Acılar’ı tekrar yaşamayayım diye,

çırpınmanızı doğuracak, Ders Verici olur, o anlamda Yararlar doğurabilir.

Geldiğimiz Nokta’da hem Mezar’ın Maddî Anlam’da Kültürü’nü dağıttık, hem

Tâziye Geleneği’nin içeriğini boşalttık. Protokolleştirdik, anlamsızlaştırdık, Gösteriş

Hâli’ne dönüştürdük. Ayıp olmasın diye gitmeler, gelmeler, Görüşmeler, kalıplaşmış

Sözler, yani, Ölüm’ü Hayat yapacak, Ölüm’ü adeta yeniden doğmuş gibi o Mahalle’de,

o Şehir’de, o Arkadaş Çevresi’nde, böylesi bir Rûh’u vardı. Böyle bir Anlam’ı vardı.

Onları yapamıyoruz, diriltemiyoruz. Hayat’ı diriltemediğimiz gibi, hani, “bu Din

Ölüler Din’i oldu, Qur’ân Ölüler Kitab’ı mıdır”, falan diyorlar. Keşke olabilse, Ölüler

Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net

90

Kitab’ı olsa, Hayat’ın Kitab’ı da olurdu. Ölü Kitab’ı hâline gelmesi, ordan bile

koparttık, Ölüm ve Hayat iç içe bir Durum ifâde etmiş oluyor.

Mehmet Kardeşimiz’in Baba’sı wesilesiyle de, Pınarbaşı’da

bulunmuşluğumuzu bu Ziyâret ile de noktalayarak, bu Rahmet’i, onun wesilesi’yle

tekrar hatırlamış olduk. Bu Mezarlığın Sol Tarafı’nda bizim de Akrabalarımız yatıyor

ama, biz Qasaba’yı epeydir terk ettiğimiz için, yerlerini bilemiyorum. Onlara

buradan Genel Rahmet Dualarım’ı gönderiyorum. Sözü’nü ettiğim Babamlar’ın

60’larda buraya Geliş’i Memuriyet’i Wesilesi ile olmuş. Ama Annemler Tarafı’ndan

daha önce bizim burda bir ilişkimiz, Bağlantımız olmuş. Dedem’in Dede’si, Gülük

Mahalle’si Ciwarları’ndan buraya, Ali Cüzdancıoğlu diye anılan bir Kök Dedemiz

var, Anne tarafından. Onun bir Hastalığı olmuş, Doktorlar Pınarbaşı’nın Havası’nı

Tawsiye etmişler, burası iyi gelir diyerek, burada bir Cerrah varmış felan, o

wesileyle gelmiş buraya. Sonra da sevmiş ve kalmış. Buraya yerleşmiş. Onun Mezar’ı

var burada Ali Cüzdancıoğlu. Onun Oğlu Şükrü Dedemiz, ki Annem’in Ad’ı

Şükran’dır, ordan gelir, odur burada Medfun olan. Sonra Ahmed Dedem,

Annem’den Dedem, o da 1946 Yılı’nda Kayseri’ye tekrar toplamış Âilesi’ni, Temelli

dönmüşler. Öylelikle 3 Nesil bir Kayserili Aile olarak burada kalmışlığımız var ve 5-

6 Mezarımız burada bulunuyor. İkinci Kez 60lar’da Babamlar Vesilesi’yle Pınarbaşı

tekrar Gündemimiz’e giriyor. Hem Babam, hem de Annem Tarafı’ndan, Pınarbaşı

ile alaqalı olmamakla beraber Pınarbaşı’ya yönelen bir Geçmişimiz olmuş. Böyle bir

Hatırası da vardır bizim Açımız’dan. Onlara da Rahmet olsun, Torunlarınız Burda,

Mehmet’le beraber, hepsine Rahmet dileyerek Pınarbaşı’na Weda ediyoruz.

Anlatıcı:

Cuma Namaz’ı Sonra’sı Ulu Cami yanında Melikgazi’nin Qabr’i Başı’ndarız.