Upload
others
View
5
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
MUQADDEMÂT
(Ulûm el-Hikme Okul’u)
(Ders Notlar’ı)
Medenî Düşünce Tarihi (MDT)
Medeniyet Târih’i
Medine’nin Kapılar’ı II
2. Bölüm: Mantıq’ut-Tayr (Kuşlar’ın Dil’i) 3. Bölüm: Maqarr-ı Ulemâ/Qayserî
(Mekân’ın 4. Buud’u)
(Ders Notlar’ı)
Ulûm el-Hikme Okul’u 2010-2016
İnternet : http://www.ulumelhikme.net
1. Muqaddime: Dilbilim ve Dil Felsefe’si 2. Muqaddime: Qur’ân İlimler’i 3. Muqaddime: Riwâyet İlimler’i I 4. Muqaddime: Riwâyet İlimler’i II
5. Muqaddime: Müslüman Düşünce Târih’i 6. Muqaddime: Genel Düşünce Târih’i 7. Muqaddime: Bilim Târih’i ve Bilim Felsefe’si
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
2
İÇİNDEKİLER
Giriş
2 . B ö l ü m : M a n t ı q ’ u t - T a y r (Kuş Dili) Tenwîr’in Kutlu Doğum’u
3 METİN
Kuşlar’ın Dil’i (Yazılı Metin)
Kuşlar’ın Dil’i (Özet Metin)
Kuşlar’ın Dil’i (Şifâhî Metin)
I-Kuşlar’ın Dili’ni Çözmek
II-Mantıq’ut-Tayr (Kuş Dili)
III-Kuşlar’ın Dili’ni Çözmek
3 . B ö l ü m : M a q a r r - ı U l e m â / Q a y s e r î Diyâr-ı Rûm: Bilâd-ı Kayzer/ Mülk-ü Qostantiniyye Medine’nin Kapılar’ı ya da Medeniyet’in Qayseri
Selçuklular Zamanı’nda Şehr’in İslâmi Dokusu’nun Örülmesi
Cami-i Kebir yanında Melik Muhammed Gâzî Qabr’i
Karakürkçü Mahallesi KUŞOĞLU EVİ’nden Sultan Sazlığı’na
Sultan Sazlığı-Kuş Cennet’i
TENNÛRÎ Hitâbe’si
Qayseri Lise’si
Soğanlı Mağaraları’nda ASHÂB-I KEHF Kunuşmalar’ı
Kastamonu Kamp’ı Öncesi Çayırağası Konağı’nda
Eski Qayseri Evleri Konuşma’sı
Gevher Nesibe Medrese’si
Hunat Hâtun Medrese’si
Gülük Külliye’si
Câmi
Medrese
PINARBAŞI (AZÎZİYE)
Elazığ Tenwir Kamp’ı Şehir Dersler’i
Pınarbaşı- Melikgazi Türkeş Parkı Konuşma’sı
Pınarbaşı AZÎZİYE CÂMİİ
Pınarbaşı, Melikgazi Okulu
Pınarbaşı /Mezarlık
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
3
Giriş 2010 Müslüman Düşünce Târihi Dersler’i Bünyesi’ne eklediğimiz Kent Seminerleri’ni sonraki Yıllar’da 6 Aylık Kamp Gezilerimiz Öncesi’nde verdiğimiz Özel Seminerler’le sürdürmüştük. 2014’de başladığımız Yeni Dönem Ulûm el-Hikme Dersler’i Konsepti içinde Kent Dersleri’ni Müstaqil Seminerler olarak ayrıştırarak yeniliyoruz. Bu Çalışma İlk Dönem MDT Bünyesi’nde verilmiş olan Kent Dersleri’nin Özetlenmiş Sunumları’nı topluyor I. Bölümü’nde. Mekke Anlatımı’na Arafat üzerine olan bir hazırlığımız İlâwe edildi. Farqlı Zamanlar’da çalışılmış Qayseri için 2 Kurgusal Mekan Tanıtım’ı da I. Bölüm’e (Külliyeler) eklendi. {1. Bölüm: Medine’nin Kapılar’ı (Kapılar – Qıbleler)} Medeniyet Târih’i - Medine’nin Kapılar’ı I II. Bölüm Notları Kamp Seminerleri’nin İlk’i olan Kozaklı’da verdiğimiz Mantıq’ut-Tayr Konuşması’nın 3 Ayrı Versiyonu’nu içeriyor. Bu birden fazla Sunum diğer bazı Çalışmalar’da da görülecektir. Seminer için haızrladığımız Yazılı Metin’e
Şifâhî Sunum’da birebir uyulmadığı için 2.bir Tekst, bu Konuşmalar’ın Ses-Kayıt Çözümler’i ile ortaya çıkmış oldu.. Şifâhî Sunum’un , Sunum’u Esnâsı’nda tutulan Notlar’ı olduğunda bir 3. Metin daha oluşmuş bulunuyor. Birini Tercih’le yetinilebilirdi tabi.. Tamamlayıcı Bölümler’in Varlığı, Yazılı ve Şifâhî Anlatımlar’ın kendine Has Avantajlar’ı nedeniyle ikisine de yer vermiş bulunuyoruz. {2. Bölüm: Mantıq’ut-Tayr (Kuşlar’ın Dil’i)} Medeniyet Târih’i - Medine’nin Kapılar’ı II
III. Bölüm Notları: Kayseri, Gezi Önce’si Teorik Kent Dersleri’nde
konuşulmuştu. Ayrıca Her Kamp Program’ı Öncesi’nde Hareket Noktamız’la İrtibatı’nı arama Uğraşımız, Qayseri Notları’nın daha bir zenginleşmesini sağladı. Bu Konuşmalar’ı da III. Bölüm’e taşıdık. Hunad ve Gülük Külliyeler’i üzerine Faqrlı bir Kompozisyon ile bir de Misâfir Yazımız yer alıyor burada. {3. Bölüm: Maqarr-ı Ulemâ/Qayserî} Medeniyet Târih’i - Medine’nin Kapılar’ı II IV. Bölüm Türkiye Sathı’nda yapılmış Geziler’de verilen Kent Seminerleri’nden oluşuyor. İznik, Gezi Öncesi Teorik Kent Dersleri’nde konuşulmuştu. 3.Bölüm’deki İznik Metinleri’ni İlk Bölüm’e taşıdık bu Nedenle.. {4. Bölüm: Kapılar’da Seyr etmek} Medeniyet Târih’i - Medine’nin Kapılar’ı III V. Bölüm’de 3 Yazı yer alıyor. İlki 23 Sene önce 1992’de Fukuyama’nın Meşhur Yazısı’nın Çevirisi için Edisyon’un isteği üzerine aldığımız bir Kritik’den oluşuyor. Diğer 2 Röportaj’ın İlki 2003 diğeri 2011 Seneler’ine ait. İlkini Küresel Roma, 2.sini Küresel Medine Mülakât’ı olarak farqedenlerin farqedebileceği bir Münsabet’le bu Derleme içinde korumuş oluyoruz. {5. Bölüm: Mekan’da Son/Zaman’da Buudlar (Tarih’in Sonu mu/Satırarası Notlar’la Okuma, Küresel Roma Mülaqat’ı, Küresel Medine Mülaqat’ı} Medeniyet Târih’i - Medine’nin Kapılar’ı IV
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
4
II. BÖLÜM
TENWÎR’İN KUTLU DOĞUM’U
3 METİN
Kuşlar’ın Dil’i (Yazılı Metin)
Kuşlar’ın Dil’i (Özet Metin)
Kuşlar’ın Dil’i (Şifâhî Metin)
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
5
2 . B ö l ü m : M a n t ı q u ’ t - T a y r
I Kuşlar’ın Dili’ni Çözmek
(Bu Metin, bir Qur’ân Okuma Çevresi’nin 25.Yıl Toplantılar’ı için
hazırlanmıştır. )
‘Ölmeden önce ölünüz der’ Bilgeliğin Ses’i, belki Nebewî bir Ses. Ölmek,
gidilen Yer’den bakıldığında doğmaktır aslında.. Rahim’de ölmenin Dünya’da
doğmak olduğu gibi.. Her Doğum bir Sancı’yla başlar, her Ölüm Feryâd-ü Figân’a
boğar seven Yürekler’i.. ‘Âlim’in Ölüm’ü Âlem’in Ölümü’dür’. ‘Ölüm’den sonra nasıl
Hayat bulacak tekrar Canlar?’1 diye telaşlanır İbrâhimî Yürek.. Mutmain olsun için
Rabb’i, Melekûtu’nu2 gösterir ona… Külleri’nden yeniden dirilen Kuşlar
Görümü’nü…
Soğuk bir Kış Günü’ydü, muhtemelen bir Ocak Ay’ı.. Öğrenci Evimiz’in
Ocağı’ndaki Ateş’in Odamız’ı ısıtmaya yetmediği bir Bodrum Kat’ı..3 Generaller
Türkiye’sinin, Öğrenciler’i ve Toplum’u Apolitik İnşâ’ya Dûçar ettiği 80’li Yıllar…
Türkiye Karanlıklar’daydı, Türkiye üşüyordu. Tüm Toplum gibi içimize kapanmış,
Evimiz’e kapanmış, Mahallemiz’e kapanmıştık.. Üstümüz’ü örtmüş titriyorduk..
Dönem Hafî Zikr Dönemi’ydi, Rabb’e Tazarru etme4, el-Qalem’in Eserleri’ni5 Tedris
etme6 Dönem’i.. Ve Mütealliq Eserler’i.. Alaqa’yı hep Canlı tutma Dewr’i.. Âbâ-ı
Qur’ân7, tekrar dışarıya bırakıyordu8 Yâr-ı Güzin’i..
Bir Kuş kanatlandı Yuvası’ndan, çırptı Kanatları’nı, çırpındı durdu.. Qaf
Dağı’na doğru süzüldü.. Wâsıl oldu mu olamadı mı bilemiyorum, Hâfızam Yardımcı
olmuyor ne yazık ki! ‘Anka ne demek, Qaf Dağı nedir, Düşlerim’e nereden
uçuşmuşlardır, sorup soruşturmuştum, Hâdiseler’in Te’wili’ne ne zaman Muwaffaq
oldum bilemiyorum. Si-Murg Öğrenci Nisan 1983’de ‘Bismi Rabbinâ’ Qıraât’a
başladık.. Mus’ab’ın Medine’yi fethettiği Yaş’ta, belki 30 Genç… Mağaramız’dan
çıktık.. Geceleyin Ellerimiz’de Fenerler, Gündüzleyin ‘Sebhân Tawîla’9…
1 02/el-Baqara 260 2 02/el-Baqara 135 3 Elazığ,Üniversite Mahalle’si. 4 07/el’A’raf 205 5 68/el-Qalem 1 6 68/el-Qalem 3 7 33/el-Ahzâb 8 74/el-Müddessir 3 9 73/el-Müzzemmil 7
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
6
Bir Çeyrek Asır sonra10 Tayyâremiz’in Qıble’si Mekke’ye Müteweccih 3.Cüz’ü
okuyorum… İbrâhim’in Kuşları’nda duruyor Dudaklarım, İbrâhim’in Kuşları’nda
doluyor Gözlerim, İbrâhim’in Kuşla-
rı’nda donuyor İdrâkim.. ‘Lebbeyk
Allâh’ım lebbeyk’’ işte bu diyorum,
Mantıq’ut-Tayr 11bu… Siren çalıyor
dışarıda, 70 Yıl’dır yuvarlanan bir Taş
Cehennem’e düşmüş.. Sürü Sürü
Kuşlar kanatlanıyor Memleketle-
ri’nden.. Göçmen Kuşlar Memleket-i
Asli’ye Rucu ediyorlar… Memleket
sallanıyor, Erciyes’in Sukunet’te görü-
nen Yüz’ü Zâhir… Bâtını’nda Volkanlar
kaynıyor, bir Fay Hattı çatlıyor, ‘30
artı 10’12 Günlük Firaq’ta kırılan Asıl
Fay Hatt’ı içte, Ruh’ta…
Dağlar’ın Ardı’nda Kâ’be’ye
Wâsıl olmak… İbrâhim, Kuşları’nı,
Dünya’nın Dört bir Tarafı’na dağılmış
Kuşları’nı çağırır da bu Çağrı’ya
İcâbet etmez mi Kuşlar? Maqâm-ı
İbrâhim’in13 Maqâmı’na Lâyık bir
Cewap verir Kuşlar.. Kitâb’ı ve Hikmet’i okumak, Âyetler’le Tezekki etmek, İ’tiqâf
etmek, Secde’ye, Qıyâm’a durmak için Kazma’yı Dağ’a vurur, Çoğu gidip Az’ı kalan
bir Sa’y’e sarılır, Hikmet’e Râm olur.. Qıyâm Evi’ne14 bir Tasallut varsa, Tasarrut
Kuleleri’nden15 kanatlanır Ebâbil Kuşlar16, attıkları zaman atan onlar değil17,
Mirsâd’da olan Rableri’dir. Küçüğünden Büyüğüne her bir Şeytân’ı Siccil’den
Taşcıklar’la recmederler.. ‘Küresel Roma’nın Keydeleri’nin Tadlil olduğu
Semboller Diyârı’dır Kuşlar’ın Wâsıl olduğu Dağlar arasındaki Evimiz.
Arafat Haşr Meydanı’dır18. Süleymân’ın Kuşları’nı topladığı gibi19 Son kez
Büyük Haşr’ı burada gerçekleştirdi Kerim Elçi. Wuhuş’un Huşur’u20 Eksik olmayacak
Dünyâ’nın Sonu’na dek.. Ehlîler’de Beytleri’nin Gölgesi’nde, Zemzem’le Mücâwir
Topraklar’da haşrolacaklardır.21
10 10 Kasım 2009 11 27/en-Neml 16 12 07/el-A’raf 13 02/el-Baqara 125 14 05/el-Mâide 97 15 89/el-Fecr 14 16 105/el-Fil 3 17 08/el-Enfâl 17 18 02/el-Baqara 198 19 27/en-Neml 17 20 81/et-Tekvir 5 21 2/el-Baqara 260
Su ve Toğrağın buluşması Medine’nin
doğması demek, Medine’nin Harsı’nı vermesi Medeniyet’e dönüşmesi.. Kuşlar Sazlıklar’ı severler, Cennet’i, içlerinden
Nehirler geçen Topraklar’da
kurarlar…
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
7
Su ve Toğrağın buluşması22 Medine’nin doğması demek23, Medine’nin
Harsı’nı vermesi Medeniyet’e dönüşmesi.. Kuşlar Sazlıklar’ı severler, Cennet’i,
içlerinden Nehirler geçen Topraklar’da kurarlar24…
4 Cennet Irmağı’nın birinin yanında25, Fırat’ın doğduğu Topraklar’da26 Alaqa
kurduk Hayat’la.. Nil ve Fırat’ın Merkez Hattı’nda, Tîn’in, Zeytûn’un, Tûr-i Sinîn’in
ve Emin Belde’nin Merkez’inde27 Alaq dedi Hz. Rasûl..28 İhbut bir Süzülüş’se29 eğer
Âdem buraya süzüldü, Çamur’dan 30 yapıldı Ev’i31, ama Yuva’yı Dişi Kuş kurdu:
Hawwa Annemiz32. Zemzem Yerküre’de Su’yla İlk buluşmamız’dı beklide.. Su varsa
Cennet vardı..
Kozaklı’da Haşr var.. Kozalağın Örüm’ü belki de, Örüm’ü ve Külleri’nden
Doğum’u. Kuşkusuz aramızda göremediğimiz Arkadaşlarımız da var.. Soranlar
soracaklardır, ‘Sahi Hüdhüd sen neden burada değilsin?’33 Cewâb’ı Açık değil mi?
Sen diye seslendiğin Muhâtabı’nın Gâipler’de olmadığı çok Açık.. Hüdhüd’ün Yüreği
Süleymân’ın yanındadır , Gözler’i Arş-ı Dünya’yı Temâşa’dadır, Berlin’i, Londra’yı,
Paris’i, New York’u, Moskova’yı, Pekin’i, Tokyo’yu. Mağribi’nden Maşriqi’nden
Kuşlar Ümmü’l-Qura’da34 toplanacaklar’dır Bayram Gün’ü35.. Dün Essen’dir36,
Stadtallendorf’tur37, Ruhrberg’dir38, Bugün Kozaklı39, Yarın Bütün Cennet Vatan..
Su Elbisemiz’i Temiz tutmak içindir40, Bedenimiz’i Temiz tutmak için..
Kaynaklar’ın Başı’nda buluşacaksınız yunmak için. İçimiz’i dışımız’ı yumak için.
Karakteriniz Ricz’e bulaşmışsa41 üzerinizde Çaputlarınız olsa ne olur olmasa ne olur.
Hüdhüd ‘Kral Çıplak’ diyecektir. Taqwa Elbiseniz42 yoksa Uryansınız’dır43. Emin
değilse Kentiniz44 Eliniz’den, Diliniz’den; Elif desen ne yazar.. Okuma’nın Mâna’sı
yoksa, Kuru Emek’ten başka ne kalır yanınızda.. Dünyâ’nın Bütün Sular’ı Eliniz’i,
Yüzünüz’ü yumaz. Ebâbiller Gök’ten üzerinize Rics yağdırır45. Ne Kötü bir Su’dur Su-
i Matar?46 Qadri’ni bilemediğiniz Ni’met çarpar sizi, Ulu’n-Na’me’nin47 Boğazı’nda
22 07/el-A’raf 57 23 59/el-Haşr 9 24 2/el-Baqara 25 25 Tewrat/ 26 1983,Elazığ 27 95/et-Tin 1-3 28 96/el-Alaq 1 29 2/el-Baqara 36 30 Tîn, 31 Min Hamâin Mesnun, Beyt-i Atiq. 32 2/el-Baqara 223 33 27/en-Neml 20 34 06/el-En’am 92 35 05/el-Mâide 3 36 17 Aralık 1994 37 05 Haziran 1992 38 4 Kasım 1995 39 19 Nisan 2009 40 74/el-Müddesir 4 41 74/el-Müddessir 5 42 07/el-A’raf 26 43 07/el-A’raf 27 44 Beldetün Eminen. 45 10(Yunus 100 46 20/TaHâ 47 73/el-Müzzemmil 11
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
8
tıkanır kalır Hamim.. Yerler’in Şehâdet’î vardır, Sular’ın Tanıklığı, Kuşlar’ın
Tanıklığı.. Nefsi’ni bilmeyenin, Kitâbı’nı okumayanın Boğazı’na dolanır Kuşlar?48
Dâwûd Nil’i geçip Wâdedilen Topraklar’da
konaklayan Kuşları’yla49 İnşâ ettiği Ma’bed’i.. Doğu’ya
Batı’ya Nisbet edilemeyen Zeytin Yağı50 ile besledi
Tenwir’i, Kuşlar’a hatırlattı Rabbi’ni, Kuşlar’la hatırladı
Rabbi’ni.. Dâwûd Kurucu bir Özne’dir, Arz-ı Mew’ûd’a
Halife olan51.. Dâwûdlar Medreseler İnşâ eder52, Dâwûdî
Ses53 yankılanıyorsa Yüksekler’de orası Arz-ı Mew’ûd’dur.
Dâwûd’un Evi’nde54, Beytlehem’de55 konuşur İsa Mesih:
’Ene Abdu’llâh..’56 Kuş Dili’ni bilmeyen nasıl çözsün bu
Söz’ü.. Allâh Çamur’dan Kuşlar yaratacaktır Hz.İsâ’ya57..
İsrâil’in ölen Cesedi’ne Nefha’yı İlâhi’yi58 üfledi Allâh’ın
Kelime’si59. Kuşlar’ın nasıl dirildiği gördü Ruhullâh..
Hacer’den, Hacerîler’den çıkacak Ahmed’i muştuladı
(İncil)60. Ahmed 61 Kuş Dili’nde hecelenmişti, çözenler çözdü ve Safı’nı tuttu.
Etrafı’nda Bünyânen Mersus oldular. Dâwûd’un Mezâmiri’nde62 bir Tılsım vardı. Ne
Güzel Kul’du Dâwûd63.
Dâr-ı Dâwûd’da parlar Yıldız.. Fırat Kenarı’nda Öğrenci Evleri’ydi o. ‘Diyâr-ı
Fırat’ta bir Kurt kapsa bir Kuzu’yu , gelir de Adl-i İlâhi, Qârî-i Alaq’tan sorardı onu 64… Yıldızlar’dan Rol çalıyorduk.. Usweler’in Nüshâ’sı65 olmak istiyorduk.. Qur’ân’ın
Nüshâsı’nda onu okuyorduk.
48 17/el-İsrâ 49 38/Sad 18 50 24/en-Nur 35 51 38/Sad 25 52 Dâwud-i Kayseri 53 (Bilal-i Hâbeşî sustuysa Ezanlar’ı Dâwud okusun’. A.N.A) 54 Dâru’d-Dâwud. 55 İncil/ 56 19/Meryem 57 05/el-Maide 110 58 03/Al-i İmran 49
(Arapça Çocukluk İncili46.Bölüm : Ve yine bir Gün Rab Yeshua diğer Erkek Çocuklar’la
birlikte Su Kaynağı’nın yanında oynamaktaydı ve diğer Çocuklar Çamur’dan yine Balık Havuzu
yapmışlardı. Rab Yeshua ise 12 Adet Serçe yapıp onları kendi Balık Havuzu’nun Çevresi’ne üçerli sıra
hali’nde dizmişti. O Gün Şabat Günü’ydü. Bir Yahudi, Hanan'ın Oğlu, gelip de onların bu Şekilde
oynadıklarını görünce Büyük bir Öfke ve Hiddet ile şunları söyledi: "Şabat Günü’nde Çamur’dan Şekiller
mi yapıyorsunuz?" Hemen koşup diğer Çocuklar’ın yaptığı Balık Havuzları’nı bozdu. Mesih ise yaptığı 12
Serçe Şekli üzerinde Elleri’ni çırpınca, bu Kuşlar (canlanıp) uçmaya ve ötmeye başladılar.) 59 04/en-Nisa 171 60 Yuhanna 14, 16. Paraklit ( Faraklit): Latince paracletus , Yunanca: παράκλητος
(Parakletos)), Ruh el-Quds için beraberinde gelen Anlamı’nda kullanılan bir Sıfat.
http://www.answering-islam.org/Index/index.html 61 61/Saff 6 62 Zeburlar 63 38/Sad 64 M.Akif/Safahat, "Kenar-ı Dicle'de bir Kurt aşırsa bir Koyun’u, Gelir de Adl-i İlahi sorar
Ömer'den onu" 65 06/el-En’am 86
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
9
Kuş’tu bu.. Bir yere saplanıp kalamazdı,
Sürüngenler için Qader’di uçamamak, ya Kuşlar
için.. Bir Kızılırmak’ın Kenarı’na baktı, bir
Yeşilırmak’ın.. Tegayyur etmemek için okumalıydı.
Dewr-i Fetret’in Mâwerâsı’nı görüyor, İstikbâl
Âlem’i içinde çıkacak en Gür Sedâ, Dâwûdî Ezan’ın
Îlâ’sı için çırpıyordu Kanatları’nı.. ‘Kuş Beyinliler’
dönüşmeyi anlıyorlardı, Anka Kuş’u Değerler’i
Muhâfaza etmeyi.. Sath-ı Anadolu, Gemlik’te
bitiyordu Şimalî Garb’da. Marmara’ya okuyup
üfledik66.. Ege İzmir’de sonlanıyordu, Bahr’in Öteki
Yakası’nı Selamladık67..
Dünya’nın Tekin olmayan Yapı’sı yapıyordu
yapacaklarını.. Arz Haberleri’ni Tahdis etmeye68
Dewam etti. 90lar’a doğru Qutb-u Şarq Havlu attı69,
Mihweri’ne pek Emin olarak kuruldu Büyük
Şeytân70.. 99’da Marmara sallandı71, 1000 Yıllık
Yaşam istedi kendisine 28 Şubat72. ‘Ateş bize Sayılı
Günler dokunacak’73 Zannı’ndaydı..
Hüdhüd bu74, ister Tecessüs deyin, Taqdir-i
İlâhî deyin, 90lı Yıllar’da Garb’ın ‘’Âfâqı’nda Sörf
yaptı. Asım’dı biraz belki, ama ‘Alınız Garb’ın
İlmi’ni, Fenni’ni’ Genetik Kodları’nda bunlar yoktu,
İmân dolu Göğsü’nü Serhâd etmekse, ‘âmennâ!’
Yarin 20 Nisan. Pazartesi.. Haftabaşı… Daha
Nice Şeyler’in Baş’ı kılmak, Hayatımız’a Fecr’i
doğurmak İrâdesi’ni kullanma Şansınız var. Gün
ışıyor, Tenwir sürüyor.
20 Nisan Yetim’in Mewlid’i75, Yetimler’in
Doğum Gün’ü.. Doğum Günü’müz..
66 1987,Bursa 67 1987-1988 Nisan,İzmir 68 99/el-Zilzal 4 69 Varşova’nın Fesh’i 70 Bush’lu Yıllar, Ebû Weledihi, 71 ‘Bu bir İlâhi İkâz’ diyeni yargıladı,yargılanasıcalar… ‘Yargılamayınki yargılanmayasınız’a Sağır
Kulaklar. 72 10.Yılı’nda Paşa Paşa Yargı önüne çıkmaya başladılar. 73 02/el-Baqara 80 74 27/en-Neml 16 75 12 R.Ewwel 570
Dâwûd Nil’i geçip Wâdedilen
Topraklar’da konaklayan
Kuşları’yla İnşâ ettiği Ma’bed’i.. Doğu’ya Batı’ya
Nisbet edilemeyen Zeytin Yağı ile
besledi Tenwir’i, Kuşlar’a hatırlattı Rabbi’ni, Kuşlar’la hatırladı Rabbi’ni.. Dâwûd Kurucu bir
Özne’dir, Arz-ı Mew’ûd’a Halife
olan1.. Dâwûdlar Medreseler İnşâ
eder, Dâwûdî Ses1 yankılanıyorsa
Yüksekler’de orası Arz-ı Mew’ûd’dur.
Dâwûd’un Evi’nde,
Beytlehem’de konuşur İsa Mesih:
’Ene Abdu’llâh..’ Kuş Dili’ni
bilmeyen nasıl çözsün bu Söz’ü..
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
10
II MANTIQU’T-TAYR (KUŞ DİLİ)
ن الرحيم مسب اهلل الرحم
“Kuşlar’ın Dil’i” İfâde’si Qur’ân’da en-Neml 16’da geçer. “Mantıq” Qur’ân’da
bir kez geçerken, “Tayr” çoğunlukla Qıssalar’da, bazen Âhiret’le İlgili Konular’da çok
yerde geçiyor. Mantıq ile aynı Kök’ten gelen Nutq İfâde’si en-Necm Sûresi’nde “O
kendinden bir Nutq Sâhib’i değildir” Şekli’nde yer alır. Demek ki, Peygamber bir
“Nutq ile konuştuğu zaman, ona bildirilen Dil “Kuşlar’ın Dil’i” oluyor. Dolayısıyla
Kuşlar’ın Dili’nin Karşıt’ı, Şeytân’ın ya da İsrâiliyyat Sembolleri’nde “Yılan’ın”
Dili’dir.
Nitekim Kuşlar Yeni Dünyâ’nın ve onun Toprağı’nın en üstü’nde, Gökler’e
açılan Kapılar’a Yakınlığı hatırlatıyor. Bu bakımdan “Esmâ’nın öğretildiği Âdem”,
Kuşlar’ın Dili’yle Nutq etmekte ve Kuşlar’ı Sembolize etmektedir. Toprağa en
Yapışık, Sürüngen, Engerek, Lanetli “Yılan” ise Şeytân’ın Sembolü’dür.
20 Nisan Kutlu Doğumu’na yaklaştığımız bu Gün’de, Qıraat Halkamız’ın 25.Yıl’ı
Toplantılar’ı için hazırlanan bu Konuşma’da önce Târihsel Sıralama’yı sonra da
Metin Çözümlemesi’ni yapacağız.
Baqara 30’da:“Arz’da bir Halife yaratacağım” dendiği Yer’de, bunun
Nasıllığı’yla İlgili bir Açıklama yok. Açıklar gibi olan Yerler’de ise, daha çok Semboler
var. Toprak, Siccîn, Nâr… Yaradılış Çamurları’ndan hiçbiri, Antropoloji’nin ya da
Târih’in Mewzu’su değildir. Tîn, Toprağın Su’ya bulanmış Hâli’dir. “Tînet” buradan
gelerek, İnsan’ın Toprağı, Maya’sı, Hamur’u, Çamur’u Karakter’i Anlamı’na gelir. O
halde Allâh İnsan’ı kendi (Âdem’in) Tiyneti’nde yaratmış, bu Tîynet’te yarattığı
Varlığa bir “Nefhâ” üflemiştir. Yâni İsimler öğretilmiştir.
Allâh’tan olan Nefhâ, bazen de “Rûh” ile birlikte kullanılır. Sâd 71’de “O’na
Rûhum’dan bir Nefhâ üfledim” denilir. O halde ‘İnsân’ı İnsân yapan Şey, onun Tîynet’i
mi, Rûh’u mu?’ diye sorabiliriz. Bu bir yer’de Qur’ân’ın Lafz’ı mı, Mânâ’sı mı önemli
demeye benziyor. Qur’ân eğer “Esmâ-i İlâhî”nin Dil’e geldiği Son Nutq ise, o halde
Peygamberimiz de onunla nutq eden ve o Dil’i bilen “Son Kuş’a” Denk geliyor.
Qur’ân eğer Mânâ ise, onunla Somut’a ve Dil’e gelen “Lafız”ı Hz. Peygamber’i İfâde
ediyor. Nitekim “O’nun Ahlâq’ı Qur’ân’dır, ve o “Qur’ân-ı Nâtıq”tır.
Âl-i İmrân Sûresi’nde, “Îsâ’nın Meseli’ni (senden soruyorlar). De ki Onun
Durum’u Âdem’in Durum’u gibidir” denilerek, Babasızlığı üzerinden bir Benzetme
yapılır. Hz. Îsâ’daki Benzerlik, Âdem’in Yaratılması’ndaki Sürec’in yinelenmesi
Şekli’nde de görülür. Hz. Îsâ Çamur’dan Kuş Biçimi’nde bir Şey yaratıp ona
üfürdüğünde, Allâh’ın İzni’yle, o dirilip “Kuş” oluyordu. Burada İlk İnsan’ın yaratılıp
diriltilmesindekine Benzer bir Sürec’in işlediği anlaşılıyor. Eğer bu Kuşlar’a
“Wahiy’le dirilmiş Âdemler-İnsanlar” diyecek olur isek, Îsâ’nın Müjde’si ile dirilen
Herkes’i burada görebiliriz.
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
11
Kuşlar’ın Dil’i İfâdesi’nin geçtiği en-Neml Sûresi’nde, Kuşlar ile diğer
Hayvanlar arasında Diller’in birbirine çevrildiği Örnekler vardır. Mesela Nemle-Dişi
Karınca- Örneği. Gerçi Tewrât’ta Hayvanlar’ı Süleymân’ın konuşturması, Fabl
Örnekler’i vardır. Qur’ân-ı Kerîm’de ise seçilmiş bir iki Örnek’le, biri Hüdhüd, diğeri
Nemle yetinilmiştir. Ayrıca, Tewrât’taki Örnekler’in, Sembolik Değer taşımaktan
çok, herhangi bir Fabl Hikâye’si verildiği İzlenim’i çok Belirgin’dir.
Qur’ân’da, Süleymân Qıssası’nda, Kuşlar İnsanlar gibi İsim alıyor. Hüdhüd
Sebe Melikesi’nin Konuşmaları’nı anlayıp Süleymân’a getirmektedir. Bununla da
kalmaz, Yorumlar yapar, değerlendirir,
Çözümlemeler’de bulunur. Dış Teftişler
yapıp Süleymân’ı yönlendirir, Tawsiyeler’de
bulunur. O da Hüdhüd’ün söylediğini
anlamaktadır. Bu Qıssa aynen bırakılıp
Çocuklar’a anlatılsa Mesaj yerine ulaşır. Ama
Zâhir Kurgusu’nun Masalsılığı yanında, Bâtın
Kurgusu’nun Gerçekçiliği, herhalde Büyük-
ler’i daha çok Meşgul etmelidir.
Kültürümüz’de de “Mantıq’ut-Tayr bu
Anlam’da, İrfân Edebiyâtımız’da Genişçe
kullanılır. Burada da Masalsılık’tan çok,
Bâtını’ndaki Anlamlar Önemli’dir. Yâni, Kuş
Dil’i ile Tasawwuf’un Temeller’i, Prensipler’i
anlatılmak istenmiştir.
İnsân da Çamur’dan yaratılmıştı,
Îsâ’nın Kuş’u da Çamur’dan yaratılır.
Âdem Yüksekler’de başladığı Hayâ-
tı’nın bir Evresi’nde “inmiştir”. İhbut’daki
İnme, ister Yer değiştirme, ister Dağ’dan
inme, isterse de Gök’ten inme olsun, inmiştir.
Âdem’in İhbutu’ndaki İnişi’nin Kuş Dili’nde-
ki Anlam’ı Tahkir, Aşağılama, Düşüş, Sürül-
me, Atılma asla değildir. Aksine bir Yüce-
liş’tir bu İnme.
Âdem bu İnişi’yle “Câilun fi’l-Ard”
Hikmeti’ne yükselmiştir. Allâh’a ait
bir Koruluk’ta yaşamak, Ekin’i üretmek,
Medeniyet’i çıkarmak tabi ki Yüceliş’tir.
Hikmet ve İrâde Sâhib’i Allâh Yaratışı’yla
Sanatı’nı sonlandırmak, Kâinat’ın Meyvesi’ni
tamamlamak istemiştir. Elbette yapamaya-
cak birine Görev verilmez. Âdem (el-İnsan)
bunu yapmak için inmiştir.
Âdem’in bunu başarabilecek Yön’ü ise Mantıqı’dır. Yâni Qur’ân’a Sâhip
olmasıdır. Nitekim Rahmân Sûresi’nde Qur’ân’ın öğretilmesi, Yaratılma’dan da
Beyân’dan da önce’dir. Qur’ân’ın Üst Mânâ’sı ile onun herkes’te “Ahlâq” hâli’ne
Allâh’tan olan Nefhâ, bazen de “Rûh” ile
birlikte kullanılır. Sâd
71’de “O’na Rûhum’dan bir Nefhâ üfledim”
denilir. O halde ‘İnsân’ı İnsân yapan Şey, onun
Tîynet’i mi, Rûh’u mu?’ diye sorabiliriz. Bu bir yer’de Qur’ân’ın Lafz’ı mı, Mânâ’sı mı önemli
demeye benziyor. Qur’ân eğer “Esmâ-i İlâhî”nin Dil’e geldiği Son Nutq
ise, o halde Peygamberimiz de
onunla nutq eden ve o Dil’i bilen “Son Kuş’a” Denk geliyor. Qur’ân eğer Mânâ ise, onunla Somut’a ve Dil’e gelen
“Lafız”ı Hz. Peygamber’i İfâde ediyor. Nitekim
“O’nun Ahlâq’ı Qur’ân’dır, ve o “Qur’ân-ı
Nâtıq”tır.
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
12
gelmiş Boyut’u örtüştüğünde, İnsân, Fıtratı’na ve Hanif Din’e yönelmiş olur.
Peygamberler, bunu başarmış ve Örnek Okuyuş’la Qur’ân-ı Nâtıq olmuşlardır. Onun
Arapça mânâlandırması bize ait’tir. Ve bu Mânâ verme ve Okuyuşumuz’la Hesap
verme Günü’nde hepimizin Özel “Qur’ân’ı” Elimiz’e verilecektir.
Âdem’e İsimler’in öğretilmiş olması, onun okunan Kitâbı’ını, yâni Qur’ânı’nı
oluşturur. Bilgi’yle Mücehhez olmuş ve böylece Nâtıq olmuştur. Âdem de Qur’ân-ı
Nâtıq’tır. Allâh’ın Esmâsı’nı okuyan, bu Esmâ’ya Müteweccih’tir. Allâh’tan Nutq’u
öğrenmiş, Ka’be’de, Ümm’ül-Qur’a’daki Beyt’ül-Atîq’te Esmâu’llâh’ı ilk kez burada
zikr’etmiştir.
İsimler’in öğretilmesinin içinde Cennet Yaprakları’yla Örtünme de vardır.
Şeytân’ın aldatabileceği, Zayıf Yönler’in kapatılması. Bizi İnsan yapacak Asıl Yön
budur. Önceki Tüm Bilgiler Teorik,
Kategorik Boyut’ta iken, Şeytân’a karşı
Uyanık olma Görev’i Pratik Uygulama
Alanı’na Ait’tir. Şeytân’a karşı Zayıf
Tarafları’nı Cennet Waraqları’yla
kapatma Amel’i, Tecrübe Bilgisi’ni de
getirir. Şeytân Zâhir’de İnsan’a Düş-
man’dır, ama aslında Allâh’a Düş-
man’dır.
Şeytân’ın Aldatıcılığı Konusu’n-
daki Tecrübî Bilgi, Waraq’al-Cenne ile
sadece Zayıf Yönler’in kapatılmasını
değil, Mescid’te Tezyinât’ı da gerektirir.
Sadece verilenler Zarurât-ı Diniyye’dir.
Ama bunun yanında Üretim’le kendi
Taqwâ Elbisesi’ni giymek ve her Mescid’e
Gidiş’te Zinetler’i takınmak gerekir.
Ka’be’nin 2.İnşâsı’nda, İbrâhim ve İsmâil’de Kuşlar’ın Sembolizm’i Tekrar edilir.
Hz. İbrâhim, Maqâm-ı İbrâhim’de Yeryüzü’nün dört bir Tarafı’na dağılmış
Kuşlar’ı- İnsanlar’ı Allâh’ın Evi’ne dönmeye çağırır. Baqara 260’de Ölüler’in nasıl
diriltileceğini görmek isteyen İbrâhim’e, “Kuşlar’ın Çağrı’ya İcâbet’le Dönüş’ü”
Örneği verilmiştir. Buradaki Diriliş, Wahiy’le Diriliş’tir. İbrâhim’in Kaybolmuş
Ewlâdları’nın, ölmüş yitmiş Çocukları’nın Diriliş’i.
Tiyneti’ni, Beşerîyeti’ni Wahiy ile İnsâniyet’e çıkarmayan Ölü’dür, Mewtâ’dır
Kuş Dili’nde. Peygamber’le yeniden Diriliş ise, Bi’set’e, Hayât’a dönmeye Atıf’tır.
İbrâhim’in Dua’sı Sâlih Ewlâdlar’ı üzerinden gerçekleşecektir. Ama, bu Waad
Zâlimler’e erişmeyecek. İbrâhim’in Soy’u hqqındaki Allâh’ın Waad ve Müjde’si hem
İshâqî Müjde’dir, hem de İsmâilî Müjde’dir.
Ölüler’in dirilmesi haqqındaki İbrâhim’in Soru’su, Herşey’in bittiği,
Şeytân’ın kazanmış gibi göründüğü sırada İnsanlığın nasıl dirileceğine dâir’dir.
Buna Kuş Dil’i ile Cewap verilir. Kuşçu salsın onları dört bir yana, Kuşçu’nun
Çağrısı’na hepsi dönecektir. Hz. İbrâhim, Maqâm-ı İbrâhim’e çıkıp İnsanlar’ı
Hacc’a çağırdığında Etrâfı’nda hiç kimse yoktu. Bu Çağrı Qıyâmet’e kadar Geçerli bir
Ölüler’in dirilmesi haqqındaki İbrâhim’in
Soru’su, Herşey’in bittiği, Şeytân’ın kazanmış gibi
göründüğü sırada İnsanlığın nasıl dirileceğine dâir’dir. Buna Kuş Dil’i ile Cewap
verilir. Kuşçu salsın onları dört bir yana, Kuşçu’nun
Çağrısı’na hepsi dönecektir.
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
13
Çağrı’ydı. Her Hacc, İbrâhim’e Cewap verilişin, Diriliş’in, Qıyâm’ın Yer’i olacaktır. Bu
Kuş, bu İnsân, bu Çağrı’ya Cewâp verecek olan Sâlih Kişi, Millet-i İbrâhim’dir.
Rasûl’ullâh’ın Doğumu’ndan önce, Fîl Yılı’nda, Kuşlar yine Karşımız’a çıkar.
Fîl Ordular’ı, Koca Mamutlar, Engerek gibi Yer’e Yapışık Ağırlıklar taşıyordu.
İstikbâr içindeki Titanikler’i, Küçük Kuşlar yendi.
İbrâhim-Muhammed Bağlantısı’ndan önce, yine Hz. İbrâhim Hz.Âdem
arasında, Nûh Peygamber’in de Kuşlar’la Bağlantı’sı var. Nûh’un Gemisi’nde Özgür
Kuşlar da vardı. Esasen Gemi’ye İhtiyaç duymayan Kuşlar, Çamur’un, Tîn’in kuruyup
Kara’ya çıkma Zamanı’nı Haber vermek için orada idiler. Ayaklar’ı Çamur olmadan
geldiklerinde, Ağızları’nda Zeytûn Dal’ı ile Gemi’nin demirleyeceğini İşâret ettikleri
Yer bir Tür Zeytûn Dağı’dır. Alaq‘ın hemen Sonrası’na yerleştirilmiş Tîn Sûre’si,
Zeytûn Dağı’ndaki İncir Yaprakları’nı ve orada ne Doğu’ya ne Batı’ya Nisbet
edilemeyen Nûr’un, Wahy’in Târihi’ni İşâret eder.
Hz. İbrâhim’in Qudüs’e gelen Ewlâqları’ndan Dâwûd’un Kuşlar’la Allâh’ı
zikr’etmesi bir başka Mantıq’ut-Tayr’dır. Zeytûn Dağı’nda bir Mâbed. Mâbed’te bir
Zikir. Şabat Hutbeler’i. Mescid’de zinetlensinler, Kuş Dili’ni öğrensinler, Waraqa’l-
Cenne ile süslensinler diye.. Bu Mâbed’i Süleymân tamamlamıştır. Hüdhüd de
Sembolize edilen Sahâbeler’i, Kurmaylar’ı vardır. Rasûlu’llâh da Ashâb’ı için “Onlar
Yıldızlar gibidir, onlara sövmeyin” demişti. Elbette Sahâbe’nin bir Qısm’ı
Kurmaylar’dan oluşur ve Hüdhüd gibi.
Tekrar Peygamberimiz’e dönecek olursak, Mescidler Etrafı’ndaki Güzel
Elbiseler, Beyaz İhramlar içerisinde Wedâ Haccı’nda Kuşlar’ın Diriliş ve Toplanışı’na
Şâhid oluyoruz.. Kabe’de Beyaz Kefenler’e bürünmek, Diriliş’ten sonraki Qıyâm’dır.
Hz. Peygamber de Kefenler içinde Kuşlar’ı topladı. “Hepiniz Âdem’in
Çocuklarısı’nız, Üstünlük ancak Taqwâ iledir” diyerek Eşitlik, Özgürlük Çağrı’sı
yapan Kuşlar’ın Dili’yle konuştu. Wedâ Hutbesi’nde ‘Sakın ola ki Şeytân’ın
Adımları’nı izlemeyin Uyarı’sı yaptı.
Maqâm-ı Mahmûd’ta Fecr Işığı doğdu ve Şeytân Ümidi’ni kesti. Kuşluk
Waqti Fetihler yapıldı. Bazıları belki Ganimetler peşinde, Wahiy’le Diriliş’in Amacı’nı
unuttu. Hz. Ömer’in Müdâhale’si ile, Iraq’ın Ermenistan’ın Topraklar’ı Waqıf
Hükmü’ne İrca edildi. Hz. Ömer, bu Topraklar Özel Mülkiyet’e Tebdil edilemez’ dedi.
Oysa Talut Qıssası’nda “Şehre Kapıları’ndan girmek” öğütlenmişti. Allâh’tan
Bağışlanma dileyerek, “Hıtta” diyerek girilmesi, “Hınta” (Ekmek) diyerek, Wahy’in,
Kuş Dili’ni unutmamaları Tebliğ edilmişti. İşte Duhâ Zamanı’nda böyle düşenler
oldu.
Nihâyet şu yaşadığımız Fetret Dewri’nde, Âkif’in(ö.1936)( Dizeleri’nde,
bazen Ümitsizlik İmâ eden Mısralar görürüz: Yâ Râb biz Nûr istiyoruz, sen bize
Zulumât gönderiyorsun… ama daha sonra Ümitsizliğin Küfr olduğunu, Allâh’ın
Waadi’nin gerçekleşeceğini müjdeler. “Korkma” derken, Allâh’ın Waad’i elbette
doğacaktır, demek ister. Onun Gül ve Bülbül Şiiri’ni de bir Kuş Dili Zâviyesi’nden
okuyabiliriz.
Allâh’ın Âdem’e yüklediği Emânet’in Son Tahlil’de Başarı’ya ulaşacağını Ümit
etmekte elbette Haqlı’yız. 20 Nisan 571, daha önce hiçbir Peygamber’e Nâsib
olmayan Büyük bir Tenwîr’in Kutlu Doğumu’na Şâhit oldu. O’nun müjdelediği gibi,
Ümmet’in Âhiri’nde de Büyük bir Diriliş ve Qıyâm’ın olmasını pekala bekleyebiliriz.
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
14
III Kuşlar’ın Dili’ni Çözmek
Bism’illâh’er-Rahmân’ir-Rahîm76
Kuşlar, Seminerimiz’de bâzen Târihsel Sıralama’yla, bazen de Kavram
Çözümlemeler’i olarak Karşımız’a çıkacak. Çoğunun Referans’ı Qur’ân-ı Kerîm
Âyetleri’dir. Eğer çözümlenmiş Tekstlerimiz oluşturulabilseydi Dipnotlar’da bu
Referanslar’ı görme Şans’ı olabilirdi. Diğer Qısm’ı ise Qur’ân-ı Kerîm Işığı’nda
Müslüman Kültürü’nden ve Dünyâ Kültürü’nden Kuş Sembolizm’i Etrâfı’ndaki bazı
Alıntılar’la oluşmaktadır.
Konuşma’nın iki Temel Ayağı
vardır. Biri Objektif Temel’dir. Her
bir Müslüman, o Anlatım içerisinde
kendini bir Yer’e yerleştirebilir.
Diğeri Kuşlar’ın Dili’ni Okuma’nın
Özel Yanı’dır. O her Okur’un kendi
Kuş Serüveni’dir. Sunum’un Sâhib’i
olarak buradaki Sübjektivite de
Doğal olarak bana ait olacaktır.
Hem kendi Kişisel Târihim
üzerinden, hem de Kuşlar’la ilgili
Süreç içerisindeki edindiğim Zihnî
ve Zâhirî Konunlamışım’la İlgili..
Benimle Alâqadar olan Boyutu’nun
bir Fâzilet-Rezilet Cihet’i ile değil,
Ni’met’in Tahdis edilmesi ile İlgili
Ahlâqî Mes’uliyet’i vardır.
‘Rabb’in üzerindeki Ni’meti’ni
İnsanlar’a Tahdis et.’77 Bir Qur’ân
Buyruğu.. Bu Kişi’yi aşan, kendime
saklayamayacağı Ödev doğurur..
Kuşlar’ın Dil’i Tâbir’i Qur’ân-
ı Kerîm’de Neml Sûresi’nin
16.Âyeti’nde geçen Mantıqu’t-Tayr
Sözcüğü’nün Türkçeleştirilmiş
Biçim’i.. Terkip Bir başka Yer’de kullanılmamıştır. Kuş (Tayr) Kelime’si bu
Formu’yla ya da bunun Fiil Biçim’i olan ta-ye-re Kökü’yle birçok kez kullanılır..
Çoğunlukla Qıssalar içerisinde bazen de Qıssalar’dan Bağımsız. Âhiret
Taswirleri’nde geçtiği Yerler de var.
Mantıq burada geçer. Mantuq u’lu değil ı’li okuduğumuzda daha bildik bir
Kelime gibi düşüneceğiz Türkçe’de. Anlam Uyuşma’sı olabilir de olmayabilir de.
76 Şifâhî Metin Çözümleme’si 77 93/ed-Dûha 11
Engerekler, Yılanlar, bir La’net’i Sembolize ederler, Kuşlar Özgürlüğü.. Biri Âdem’in
Soyu’dur, diğeri Şeytân’ın Soy’u. Engerekler Soy’u ve Kuşlar Soy’u.
Âdem-Şeytân Sembolizmi’nin Qur’ân’daki Açılımları’dır, İzi’dir.
Böyle olduğu için Âdem’in Temsil’i olan Çağı’ndaki her bir Sâlih
Ewlâdı’nın Qıssası’na bir Şekil’de iliştirilmiştir Kuşlar. Bizzat
Qur’ân’da bir Kuş Dil’i kullanıldığından bahs’ettiği için bu
Sembolizm’i görün demişti. O Sembol’un üzerinden bizlerle bir
Şey paylaşılmaktadır, bizim ürettiğimiz bir Fantezi değildir
Kuşlar. Qur’ân’ın İsmi’ni de kendinin verdiğini ve Metaforlar’ı
yerleştirmiş olduğu Dili’dir.
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
15
Mantıq Etrâfı’ndaki Müktesebâtınız’a Bağlı birşeydir bu. Nutuq Kelime’si kullanırız.
Bu da konuştuğumuz Konu ile İlgili.
Necm Sûresi’nin Girişi’ndeki “Peygamber kendinden bir Nutq Sâhib’i değildir.
O ancak wahyedilen bir Wahy’i okumaktadır” 78 Âyeti’nde Nutq Form’u ile konuşma
Anlamı’nda kullanılır. Neml’de Kuşlar’ın Konuşma’sı yerine Meşhur Çevir’i gibi Dil’i
dedik. Katıldığım için de değiştirmedim.
Nutq’lu Metinler’i Qur’ân-ı Kerîm’de meallendirirken Dil yerine konuşmak
Kelimesi’ni Fiil olarak kullanıyorum. Orda iki Ayrı Karşılık önlenmiş gibi görünüyor.
Kavramlar Karşıtlar’ı ile beraber Anlam kazanacak. Kuşlar’ın Dili’nin Karşıt’ı nedir?
Kuşlar’ın Karşıt’ı Qur’ân’da, Cânn’dır, Subân’dır, Hayye’dir, Şeytân’dır. Bunlar Yılan
Mânâsı’nda da kullanılır. Yılan Sürüngen’dir, Ayak’tan Mahrum, Toprağa en Yakın
Sürüngen.. Kuşlar ise Toprak’tan en Bağımsız olanlardır, Uçanlar’dır, Gökler’de
olanlardır.
Engerekler, Yılanlar, bir La’net’i Sembolize ederler, Kuşlar Özgürlüğü.. Biri
Âdem’in Soyu’dur, diğeri Şeytân’ın Soy’u. Engerekler Soy’u ve Kuşlar Soy’u. Âdem-
Şeytân Sembolizmi’nin Qur’ân’daki Açılımları’dır, İzi’dir. Böyle olduğu için Âdem’in
Temsil’i olan Çağı’ndaki her bir Sâlih Ewlâdı’nın Qıssası’na bir Şekil’de iliştirilmiştir
Kuşlar. Bizzat Qur’ân’da bir Kuş Dil’i kullanıldığından bahs’ettiği için bu Sembolizm’i
görün demişti. O Sembol’un üzerinden bizlerle bir Şey paylaşılmaktadır, bizim
ürettiğimiz bir Fantezi değildir Kuşlar. Qur’ân’ın İsmi’ni de kendinin verdiğini ve
Metaforlar’ı yerleştirmiş olduğu Dili’dir.
Qur’ân’la Sâhih bir Anlama İlişki’si olan, onu Ciddi bir Kitâp, Allâh’ın
gönderdiği Metin olarak gören birinin atlayarak geçebileceği, Basiretsizce
geçebileceği bir Olgu değildir. Yoğunlaştığınız Herşey’de Farq ettiğiniz, Arkadaşların
içerisinde Farq ettiğiniz Şeyler’in de ortaya çıkması çok Doğal bir Şey. Bu
Seminerimiz bunların paylaşılması Anlamı’na yorulmalı..
Evet her ne kadar Târihsel Sıralama içerisinde tutmaya Gayret etsem de
bazen Sıralama’nın dışına çıktığımız, Metin Çözümlemesi’ne daldığımız Anlar’da
olacaktır.
Daha Adem Qıssası’nda başlar Remzî Dil..
Âdem’i Allâh yarattı. Bu Âmentümuz’ün bir Parça’sı. Haleqa’l-İnsân79
Formu’yla geçer. Allâh Yeryüzü’nde bir Beşer halq’edeceğini söylemiştir, ya da Arz’a
bir Halife Tâyin edeceğini80. Tayin Mülkü’l-Arz Şeklinde kullanılır. Nasıllığından çok
Qur’ân’ı Kerîm bu Qıssa’da Niceliği ve Niçinliği’ni açıklamaktadır Yaratılış’ın.
Nasıllığı ile ilgili Bilgi vermeden Ziyâde ancak Nasıllığı ile İlgili Materyaller’i sunar
yalnızca. Bu Nasıllığı açıklamak ile Alaqalı değildir, Materyaller’in kendisi Başka bir
Şey ile ilgili bir Sembolizm için’dir. Toprak bir Sembol’dür. Çamur (Tîn) bir
Sembol’dür. Hamâi’l-Mesnûn bir Sembol’dür. Fahhâr gibi bir Sarsâl bir Sembol’dür.
Siccîn Sembol’dür.
Bütün bunların karşısında da, Nâr vardır, Leheb (Âlev) vardır, Meâric vardır.
Engerekler ve Şeytân’ın Sembolizimler’i bunun Etrâfı’ndaki diğer Kimliği
78 53/en-Necm 4 79 55/er-Rahmân 3 80 02/el-Baqara 30
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
16
oluşturmaktadır. Antropologlar’ın İşi’ne yarayacak Şeyler’den çok başka Şeyler
amaçlanır. Orda Öncekine Yoğunlaşan Şeyler devşirmeye Yönelik Çaba’dan daha
Anlamlı’sı bu Yön’ü üzerinde yoğunlaşmaktır. Metaformlar’da Uzun Soluk almak’la
Sürecek bir Maraton olmalı Okuma.
Allâh Âdem’i Tîn’den yarattığını söyler Çokluk’la. Tîn Toprağın Su’ya
bulanmış, Hamur Hâl’e gelmiş Biçimi’ni İfâde ediyor. Türkçe Mealler’de ve
Tefsirler’de Çamur Karşılığı verildiğini görürsünüz. ‘Allâh İnsân’ı Çamur’dan yarattı’
diyoruz. Tîn’den türettiğimiz bir başka Türkçe Kelime var. Tîynet. ‘Bir Adam’ın
Tîynet’i ‘ dediğinizde ‘Karakter’i, Maya’sı, Çamur’u’ demişşsiniz’dir. Tîynet’in
Kullanım’ı o Tîyn’ı Anlama’daki Yardımcı olacak. ‘Adam’ın Tıynet’i Çamur’dur’
dediğinizde artık Maddî Çamur’dan bahs’etmiyorsunuz. Onu oluşturan
Karakterler’den, Genetikler’den, onun Şahsiyet’i ile Alaqalı Durum’u ortaya çıkartan
Harita’dan, Atlas’tan bahs’ediyorsunuzdur.
‘Allâh İnsan’ı kendi Sûreti’nde
(Tıyneti’nde) yaratmıştır.’ Kendi Âdem
Karakteri’nde, İnsân Formu’yla yarat-
mıştır. Kendinden Qast’ı Tanrı anlamı-
yoruz, Âdem’in kendisini qast’ederek
söylüyor. İnsân’ı İnsân olarak yaratmıştır.
Öteki’nden evrimleşmemiştir. Toprak’tan
Tıynet’i İnsân olarak yoğrulmuştur.
Teswiye edilmiştir, Halq edilmiştir. Ve
tâqiben kendisine Teneffüs verilmiştir.
Rûh’la donanmıştır. Tıyneti’nden yarattığı
Varlığa Wefâ bahş’edilmiştir. Bir Kişilik
kazandırılıp ‘Eşyâ’nın İsimler’i’ öğretil-
miştir. Nefhâ ve Tıynet arasında ikisi tamamlanmadan önce Muhâtap olunmuş bir
Kişilik yoktur. Yaratılma Sürec’i içerisinde Oluşum Hâli’ndeki bir Beşer vardır. Ama
Nefhâ Allâh’tan bazı Âyetler’de Nefhâ yerine Rûh Kelime’si kullanılmıştır ki, Rûh’a
Konuşmam’ın Sonları’na doğru Qadir Sûresi’nde tekrar döneceğim. Melekler ve
İlişiği’ndeki er-Rûh’la Âdem’e üflenen bu Rûh arasındaki Bağlantı’yı hatırlatacağım.
O da Âdem ve Muhammed arasındaki Büyük Köprü’yü oluşturacak.
‘Rûhum’dan üfledim’ buyrulur bazen. ‘Rûh üfledim’ değil, ‘Rûhum’dan üfledim’
İfâde’si Nefha’yı Teneffüs ederken de Özel Zâtî Sıfatı’nı kullanmıştır. İnsân’ı İnsân
yapan Şey temel’de hangi Yönü’dür. Tıyn’i midi Rûh’u mu? Aynı Şey Qur’ân için de
söylenebilir. Qur’ân nedir? Lafz’ı, Mânâ’sı mı, yoksa birebir olan şey midir Qur’ân?
Qur’ân ve İnsan. İnsân’ı el-İnsan olarak Muhammed aleyhi’s-Selâm olarak ta
düşünürseniz, Muhammed aleyhi’s-Selâm burada Qur’ân’dır, yoksa Qur’ân mıdır
Muhammed aleyhi’s-Selâm. Qur’ân’ı Muhammed aleyhi’s-Selâm mı okumuştur,
yoksa Muhammed aleyhi’s-Selâm’ın Hayâtı’nı anlatan bir Kitap mıdır Qur’ân. O’nun
Hayât’ı Wesile’si ile Târih’e zaman zaman dönüşler yapan bir Kitap mıdır? Büyük bir
Peygamber Biyografi’si mi okumaktayız Qur’ân-ı Kerîm’de.
Baktığınız Yer’e göre.. Birbirlerini besleyen Önermeler bunlar. Hem o’dur
hem bu’dur bence.
Eğer Âdem ve Îsâ arasında bir Bağlantı kurulmuş ise, Îsâ’nın Hayatı’ndaki Yaratma ve Kuş da yine Âdem’in Yaratılış’ı ile
İlişkili hâle gelecektir. Çamur’dan bir Kuş yaratıp da ona üfürdüğünde Îsâ aleyhi’s-
Selâm’ın Cümlesi’dir bu.
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
17
Qur’ân-ı Kerîm Peygamberimiz’i nitelendirirken de O’na ait bir Cümle’de de
kullanabildiğimiz Kelime’dir. Qur’ân Gizli okuduğumuz Kitap’tır, Tilâwet etme
Mânâsı’nda, Qıraat etme Mânâsı’nda. Peygamber Tarafı’ndan Tebdil edildiği
açıklanmak, Tebdil edilmek Mânâsı’nda da Qur’ân-ı Nâtıq’tır. Yani konuşan
Qur’ân’dır. Konuşan Qur’ân’da kullandığım Nâtıq Kelime’si ile Kuş Kelimesi’ndeki
Mantuk ve Nutq Kelimesi’ni yine eşleştirmemezi, ikisi arasındaki Bağlantıları’nı
kurarak Sembolizim’e orasından, burasından girmeye başlamanız Mümkün’dür. O
zaman Qur’ân Söz ise Dil ise, Konuşma ise, Qur’ân-ı Nâtıq Peygamberimiz,
Mantuq’ut-Tayr’deki o Son Kuş’a, (Büyük Sâlih Kuş’a) Karşılık gelmektedir.
Âdem’in Yaratılışı’nı anlamamızda Qur’ân bazen sonraki Dönemler’den,
Âdemoğulları’ndan Referanslar verir. Ordan bir de bakın der. Meselâ Âl-i İmrân
Sûresi’nde Îsâ’nın Meseleleri’ni soruyorlar, yani mes’ela Metafor istiyorlar. De ki
‘O’nun Durum’u Âdem’in Durum’u gibidir. Allâh, Âdem’i Toprak’tan yaratmıştır.
Îsâ’yı O’nun gibi yaratmıştır. Aynen Âdem için Toprak ne ise, Meryem Îsâ için buna
Karşılık gelmektedir. Babasızlığı üzerinden bir Benzetme yapılmıştır, Benzetme’nin
Düğüm’ü… burasıdır. İnsân’ın biz-
zat kendisin yine Yaratma ile ilgili
ve Kuş’la ilgili Kullanımlar vardır.
Eğer Âdem ve Îsâ arasında bir
Bağlantı kurulmuş ise, Îsâ’nın
Hayatı’ndaki Yaratma ve Kuş da
yine Âdem’in Yaratılış’ı ile İlişkili
hâle gelecektir. Çamur’dan bir Kuş
yaratıp da ona üfürdüğünde Îsâ
aleyhi’s-Selâm’ın Cümlesi’dir bu.
Dikkat Yaratma Kelime’si kullanıl-
maktadır. Çamur’dan Elleri’nle bir
Kuş yaratıp da bi İzni’llâh Amacı’yla
ona Nefha verdiğimde sizler ile ..
tabi bahs’etmiş olduğu Şey
gerçekleşen bir Şey olacak. Îsâ
Tıyn’den (yine Çamur’dan) bir Kuş, (Tayr) halq’etmiştir bi İzni’llâh. O da Hay (Canlı)
hâline dönümüştür. Sembolizim burada da Karşımız’a çıkar.
Çamur’dan yaratılan Kuş, Mantuqu Tayr içerisine girelim, Târihsel, Âdem
Sonrası Akış’a tekrar döneceğim. Hâla Seminer’in Başı’ndaki o Kuşlar’ın Dili’ni, onu
çözmeye çalışıyoruz. Sonra o çözülen nasıl işlenmiş. Oraya değineceğim. Mantıqu’t-
Tayr’in Neml Sûresi’nin 16. Âyeti’nde geçtiğini söyledim. Süleymân Peygamber’e
ait bir Qıssa içerisinde kullanılır ve Kuşlar’ın Dili’ni çözen biri olarak
Süleymân’dan bahs’edilir. Çözdürülen biri olarak bahs’edilir. Kuşlar’ın Dil’i
Süleymân’a öğretilmiştir ve Süleymân Kuşlar’ın dili’ni anlamaktadır. Kullanılan
Hayvan olarak baktığınızda verilen Örnek’teki Hikaye Kuş’tur amma Qıssa başka
Hayvanlar’da Süleymân arasında bir Dil çevrilebilirliğini, Diller’in Problem
oluşturmadığına da Temas eder. Örnek olarak Sûre’ye Adı’nı veren Küçük
Hayvancık, Nemle’dir. Dişi Karınca.. Dişi Karıncalar konuşurlarken (kendi
aralarında nutq ederler ve) onların Nutqları’nı Süleymân anlar ve Tebessüm eder.
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
18
Yahudiler’in Süleymân aleyhi’s-Selâm’a Nisbet ettikleri bir Bilgelik Kitâb’ı vardır.
Süleymân’ın Meseleler’i olarak anılır. Ve burada Hayvanlar’ın hayatı’ndan Fabıllar
anlatan bir Bilge gibidir Süleymân. Hayvanlar konuşturulsa da konuşturulmasa da.
Bu Fabl Geleneği Edebiyat’ta çok Eski bir Gelenek, Doğu Kültürü’nde de vardır. Ezob
Üzeninden Batı Kültürü’nde de görülmeye başlanır. Hayvanlar’ın Değişik Türleri’ne
İnsânlar’ın Değişik Karakterleri’ni oturtursunuz ve onları konuşturursunuz. Aslında
Hayvanlar konuşmuyor orda. İnsânlar konuşmaktadır Hayvanlar’ı. Hayvanlar’ı
insanlaştırmaktadırlar. Hayvanlar üzerinden kedisini anlatmaktadır. Bir Başkası’na
İnsân’ın üzerinden Ders vermektedir. Ahmet, Mehmet yerine Somutlaştırmalar’ın
Ötesi’nde o anlam’da Meşruiyet, belli Özellikler, belli Tıynetler, belli Çamurlar belli
Hayvanlar’ın Halqı’na yerleştirilir. Tewrât’ta Meseleler, Metaformlar (yine
kullanılan Kelime Mesele Kelimesi) çok sayıda Meseller karşı karşıya kalıyoruz.
Bunlardan Qur’ân-ı Kerîm’e yansıyan 2-3 Mesel vardır. Ordan seçilmiş anlatılmış,
biri Kuş Dili’ndeki Mesel’dir, Hüdhüd Sembolizmi’dir, diğeri ise Sözünü ettiğimiz
Karıncalar Hikayesi’ndeki Sembolizim’dir.
Karıncalar da Uçan Varlıklar değil, bir yönden Engerekler’e benzer, Yere
yapışık Varlıklar’dır, üstelik Cüsse olarak da Ufak’tırlar. Sürüngenler gibi
görebilirsiniz. Muqâyese ettiğimizde Sürüngenler Nesli’nden değil yer ve Kuş İrtibat
Açısı’ndan, yerleştirdiğimiz Yer açısından. Süleymân aleyhi’s-Selâm Kuşlar’ın
Dili’ni çözer, Kuşlar İnsanlar gibi İsim alan Varlıklar Şeklinde Süleymân
Qıssası’nda Karşımız’a çıkar. Hüdhüd İsimli bir Kuş, bu Kuşlar içerisinde Özel bir
Kuş’tur. Hüdhüd ve Süleymân konuşur. Hüdhüd, Seb’e Melikesi’nin yanındadır ve
O’nun Konuşmaları’nı anlayıp Süleymân’a getirmektedir. Görüldüğü gibi İnsanlar’ın
yapabileceği Şeyler’i yapan bir Hayvan (Kuş) olarak Hüdhüd’den bahs’edilmektedir.
Ses kaydeden, getiren ve aktaran bir İletici, bir Postacı olmanın ötesi’nden
değerlendiren biri’dir Hüdhüd, yorumlayan biri’.. Seb’e Melikesi’nin İcraatlar’ı
haqqında, Toplum haqqında Çözümlemeler yapan biridir. Put’a tapan bir
Toplum’dur, ‘Şems’e tapan bir Toplum buldum ben filan yerde. Ama başlarındaki
Kadın, Bilge bir Kadın’dır. Sarayı’nda yaptığı İşler hoşcadır’ filan gibi Süleymân’a
Tawsiyeler’de bulunan biri. Yani Krallar’ın Etrâfı’ndaki Mel’esi, onların İstişâre
ettikleri Hey’et, Kral’a ne söylerse Hüdhüd de bunu söyleyen biri olarak vardır,
bunu yapan biri olarak vardır. Dış Teftişler de yapmaktadır. Ciwar’ı dolaşmaktadır,
başka Ülke Kralları’ndan Süleymân’a Haberler taşımaktadır ve O’nu
yönlendirmektedir, biçimlendirmektedir. Böylesi bir yerde Süleymân, Hüdhüd ile
İlişki içerisindedir. Ve Hüdhüd’ün söylediğini de anlamaktadır, doğru
çözümleyebilmektedir, O’nun Dili’ni bilmektedir. Nutqu’nu bilmektedir.
Anlatım’ı tabi Çocuklar’a yaptığınız bir Ders’te okuduğunuzda, olduğu gibi
aktarmakda hiçbir Problem yoktur. Ve sâdece yerini bulacaktır Masalsı
(Olağanüstü/ Fewqalade) bir Anlatım, Masalsız bir Anlatım içerisinde çıkacak Hisse
anlaşılır bir Şey’dir. Ve Açıklayıcı bir Şey’dir.
Ama Qur’ân anlatılan Hikâye’nin Te’wil edimemiş bir Hikâye olduğunu ve
Te’wil edilmesi için bir şekil’de sunulduğunu söylemektedir. Mantıq’ut-Tayr, bu
anlam’da Metaform Dil’i demektir. Anlatılanlar Te’wil Sonrası’nda Aşikar
Anlamları’nı kazanacaktır. Zâhir Konusu Masalsı’dır. Anlam’ı Bâtın’dır Kurgu’su
Gerçeksi’dir. Burda Gerçeklik, Zâhir’de olan değildir, Bâtın’da olandır. Diğeri
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
19
Görünen’dir, bir diğeri ise Asıl görünmesi gereken’dir. Böylesi bir yer’e yerleştirilir
ve Mantıqu Tayr’a Kültür Târihimiz’de bu Anlam verilmiştir, bu anlam’da
kullanılmıştır Mantıq’ut-Tayr. Müstakil bir İsm taşıyan Risâleler yazılmıştır,
Çözümlemeler yapılmıştır. Tükenmez bir Üretici Literatür gelişmiştir. İrfân
Edebiyâtı’nda (ve Şiir Edebiyâtı’nda) önemli bir Durum ortaya çıkar. Hüdhüd
Edebiyatımız’da (ve Kültürümüz’de) bir Büyük Âile’ye de dönüşecektir. İbibik
Kuş’u denilir Hüdhüd için. Artık onun yanında başka Kuşlar da gelecektir, kendi
Tıynetler’i üzerinden bu Büyük Koru’yu (Saffât) besleyecektir.
Güvercin’in bir Anlam’ı vardır. Kanarya’nın bir Anlam’ı vardır. Turna’nın
bir Anlam’ı vardır. Bir çok Kuş bu Anlam’da Kuşlar içerisinde ayrı ayrı Şahsiyetler
Hali’ne dönüşmüştür (Kimlik kazanmıştır), İlham’da ( İrfân Edebiyatı’nda). O Büyük
Fabl içerisinde bir Kuşlar Dünyası var orda da bir Şeyler, bir Durumlar ortaya
çıkmaktadır.
Doğduğu Yer üzerinden girdim Süleymân Qıssası’na ama Târihsellik
içerisine tekrar döneceğim. Baş’a, (Hz. Âdem Dönemi’ne) dönebiliriz artık.
Çamur’dan yaratılan Kuş olarak Îsâ’nın Dili’nde yaratılmada Âdem ile berâber
Ortaklık Hikâye ettik. İnsan’da Çamur’dan yaratılmaktadır, Kuş’u da Âdem Îsâ
Çamur’dan yaratmaktadır. Engerekler’le Muqâyese ettiğinizde, Nâr ile (Ateş ile)
Muqâyese ettiğinizde Kuşlar Şeytân’ın Gurubu’nda yer almıyor, Âdem’in
Grubu’nda yer alıyorlar. Bu Formulasyon’daki yerleştirilen Yer itibari ile
baktığımızda. Âdem Yüksekler’de bir Yerler’de başlamıştır Hayat’a. Çünkü
Hayatı’nın Dewâm eden bir
Bölümü’nde Alçağa inmesi ile
Alaqalı Kavramlar kullanılmıştır.
Âdem İhbut inmiştir biryerden bir
Yerler’e. İster bunu Gök’ten indirin,
ister bir Dağ’dan indirin, isterseniz
bir Boyut’tan bir başka Boyut’a
indirin İhbut’taki inme İçeriğini
ortadan kaldırmaz bu Olay. Diğer
Boyut’ta yine Qur’ân-ı Kerîm’in
fazla önemsediği bir Şey değildir. O
Soru’da Başkaları’na da başka
Nedenler’le de var. Âdem ‘Göksel
bir Cennet’te mi yaşamıştır, ‘Diriliş
Sonrası İnsanlar’ın gidecekleri
Cennet’ midir? Uzun Şeyler
konuşulabilir ama buradaki Sembo-
lizm’i Direk olarak Alaqadar etmi-
yor. Alaqadar eden Boyut’u
Âdem’in ihbutu’dur. Daha sonra bir yere inmesi’dir.
İniş’in Kuş Dili’ndeki Mânâ’sı Tahkir değildir, tam tersine bir Terfi’dir. Âdem
sürülmemiştir, Hıristiyanlık’ta olduğu gibi. Âdem Görev Başı’na getirilmiştir, atan-
mıştır. “Ceylun fi’l-Ard Halife” olmuştur. Bu Boyutu’yla Misyon Sâhibi olmuştur.
Misyon’u Allah’a ait olan bir Koruluk’ta yaşamaktır. Ve Koruluk’taki Şeytân’ın
İnsan’ın Evi’ne, Yuvası’na Dönüş’ü Mâhiyeti’nde Mescid Rol oynar. Baba Evi’ne dönüştür, Âdem’in
Evi’ne Dönüş’tür. Libâs’ut-Taqwâ’ya, Waraq’al-Cennet’e
dönüştür. Şeytân’la olan Düşmanlığınızı Hatırlayış’tır.
Şeytân’ı Taşlayış’tır. Bu anlam’da Ka’be, Âdem’den Muhammed
aleyhi’s-Selâm’a ordan da Qıyâmet’e kadar Kuşlar’ı Da’wet eden bir
Yer’dir. Kuşlar’ın Evi’dir, Âdem’in Kuş Evi’dir. Kuş Cenneti’dir.
Âdem’in de onun yapmış olduğu Ev’dir. Beytu’llâh ve Ka’be.
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
20
diktiği Ağaçlar’a dolaşmadan orda İcrâi Fâliyet’te bulunmak, Ekin’i bitir-mek, Sesl’i
üretmek, Harc’ı zen-ginleştirmek, İçleri’nden Nehirler geçen Ovalar’da Ağaçlar
yetiştir-mek, Medeniyet’i ortaya çıkarmak, İnsan’ın ve Medine’yi korumaktır. Allâh
İrâde Sâhibi kıldığı Varlığı üzerinden hem kendi üst Belirlemeleri ile hem de O’nun
Dahli ile Sanatı’nı sonlandırmak istemektedir. Kâinat’ın Meyvesi’ni ortaya çıkartmak
istemektedir ve bunu başarabilecek Nitelikler’le de tıynet eden Âdem Mücehhez
kılınmıştır, donatılmıştır. Yapamayacak olan birine Görev Tewdi edilmemiştir.
Yapabilecek Nitelikteler’e Sâhip’tir. Ve bunun da en Önemli Yönü O’nu bu Alan’da
yerleştirilmiş olduğu yerde Üstün kılacak, Başarılı kılacak, bir Yerler’in üzerine
Tesir edebilecek Niteliği ve O’nun Mantıqı’dır, Nutqudur, Beyân’a Sâhip olmasıdır.
Hatta hepsinden önemlisi Qur’ân’a Sâhip olmasıdır. Evet Qur’ân’a, Âdem’den
bahs’ederken Qur’ân’dan bahs’ediyoruz. Rahmân Sûresi’nin Girişi’nde, (Allâh yani)
er-Rahmân diye başlayan Sûre; “İnsân’ı yaratmıştır, O’na Qur’ân’ı öğretmiştir, O’na
Beyân’ı öğretmiştir.” Rahmân Sûresi’nde yaratıldıktan sonra İnsân’a Beyân’dan
önce Qur’ân’ın öğretildiği söylenir. Daha sonra Beyân’ın öğretildiği ifâde
edilmektedir. Gerçi ikisi arasında Zamansallık İfade eden fe Edât’ı sümme gibi
Kelimeler kullanılmamıştır. Ama Âhiret’te Müslümanlar’ın Karışması’ndan ortaya
çıkan Millet, Taqdim ya da Tehir ortaya çıkmamıştır. Âyet aynen böyle der; ‘Rahmân
İnsan’ı yarattı, Qur’ân’ı öğretti, Beyân’ı öğretti. Öğrenme’de Qur’ân’ın Beyân’dan
önce Oluş’u vardır. Beyân’ın kendisinde Anlam’a Aracılık edecek olan Lafızlar
vardır. Qur’ân ise Lafz’ın İçeriği’ni dolduran Okuma’nın Adı’dır, Mânâ’dır,
Anlamlandırma’dır.
Qur’ân’ın, Muhammed aleyhi’s-Selam’la somutlaşan Kitap Mânâsı’nın
üstündeki Üst Mânâ’sı Bütün Wahiyler’e uyarlanabilir Mânâ’sı Anlam demektir. Biz
Qur’ân-ı Arabiyyen, Arap okuması, Arapça’da mânâlandırılmış bir Metin, Kitap
hâline gelmiş bir Kullanım’da bu vardır. ‘O’nu Sana indiren biziz. Qur’âne-hu, O’nun
Qur’ânlaştırılması da bize ait’tir, okunması, mânâlandırılması da bize ait’tir.’
İfâdesi’nde de hâkeza bu vardır. İsrâ Sûresi’nde ‘Kitab’ı İnsân’ın Eli’ne verilecektir,
onu Qıraat etmesi istenecektir. Herkes göndermiş olduğu Amelleri’ni Âhiret’te
okuduğunda onun Özel Qur’ân’ı ortaya çıkacaktır. Tıpkı Muhammed aleyhi’s-
Selâm’ın ve hepimizin Genel Qur’ân’ı oluş’u gibi. Bu da Amel Defterleri’nin Kitâb
Mânâsı’nı kazanması gibi. Bu anlam’da Âdem’e Allâh ‘Eşyâ’nın İsimleri’ni öğretti’
Âyeti’nde geçen ki 7 defa geçen Qur’ân’daki Yaratılış Qıssası’nda bu bir kez
Sözkonusu edilmiştir. Bakara Suresi’nde.
6 Mekkî Sûre’ye ilave edilen 7. (Medine) Sûresi’nde bu ziyâde Âdem
Qıssası’na eklenlenmiştir. Âdem’e Eşyâ’nın İsimleri’ni Allâh öğretmiştir. Bütün
İsimleri’ni öğretmiştir üstelik. İsimler, Eşyâ zaten Çoğul kullanılıyor, ama ayriyeten
Bütün Vurgu’su da İlâwe edilmiştir. Bu Boyutu’yla Âdem’e öğretilen bu İsimler’in
Bütün’ü, Âdem’in Qur’ânı’nı oluşturmaktadır. O’nun Allâh Tarafı’ndan Bilgi’yle
Mücehhez hâle getirilmesidir. Yâni Mahreci’nden Ses çıkartabilen, Hayvanlar’dan bir
Havyan olarak daha farqlıca Ses çıratan Ses çıkarabilen Varlık değildir. Sesler’i
Anlamlar’la Yüklü olan ve diğer Varlıklar’ın Anlamlandırma Alanları’ndan daha
Büyük Anlamlandırma Alanları’na Sâhip olan. Sâdece Somutları’nı isimlendirmek ile
Alaqalı değil, Soyutlar’la Alaqalı Wehbî olan bir Sürü Nitelikler’le Mücehhez bir
Durum’dan bahs’ediyorsunuz.
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
21
İşte bu anlam’da baktığınızda Allâh’ın öğretmiş olduğu Qur’ân, yaratmış
olduğu İnsan’a da öğretmiş olduğu Qur’ân’ı da okuyan’dır Âdem. O zaman
Muhammed aleyhi’s-Selâm ile kurduğunuz cümle’yi Âdem ile de kurmanız hiç te
Mantıq Dışı bir Kullanım olmayacaktır. Âdem ile Qur’ân-ı Nâtıq’tır, (Konuşan
Qur’ân’dır). Allâh’ın Esmâsı’nı okuyan, o Esma ile Olaylar’a bakan Varlığın Adı’dır.
Ve bu Anlam’da da Özel’dir. O’ndan başka da nutq’eden yoktur. Âdem Nutq’u
Allâh’tan öğrenmiştir ve Allâh’tan öğrendiği Nutq’u okumaktadır. Âdem’in Ev’i
Yeryüzü’nde İnşa ettiği Ka’be ve Çevresi’ndeki Ev, Yeryüzü’nde bu Okuma’nın
gerçekleştirildiği İlk Mekteb’i İfâde eder. Yeryüzü’nün ilk Beyti’dir. Ummu’l-
Qur’ân’daki Ka’be’dir. Beyt’ul-Atik’tir. Dolayısıyla bu Dil’in doğduğu Yer
Beytu’llâh’tır. Allâh’ın Ma’bedi’dir, Tapınağı’dır. Ve buradaki Dil, Mantuqu’t-
Tayr’dir. O Tıynet’in o Dili’dir. Âdem aleyhi’s-Selâm’ın Cennet’te aldığı Kelimeler,
A’râf Sûresi’nde başka Kelime ile Karşılık bulur. O da “Waraqa’l-Cenneh”tir. Âdem,
Şeytân’ın ona aldatabileceği Zayıf Yerleri’ni Cenab-ı Haq kendisine öğretti. Ve dediki
şu ana kadar öğrendiğin Bütün Bilgiler içerisinde en Önemli olan Bilgi budur. Senin
Yaratılma Amac’ın bu Bilgi’yi kullanabilme Ehliyet’i bunlarla ben İlgili’yim. Senin
İnsan yapacak olan Asıl Mes’ele budur. Daha önce öğrendiği Bütün Bilgiler Âdem
için Teorik Bilgiler’dir. Tecrübe edinmiş olan Bilgiler değildir. Kategorik Bilgiler’dir,
Fiiller’dir. Ama Âdem Günah ile sınanmıştır ve Günah’tan sonra Tecrübi Bilgi
edinmiştir. Bu Tecrübi Bilgisi Şeytân’ın İnsân’a Düşmanlığı’dır. Şeytân’ın kendisine
Âdem’e Düşmanlık üzerinden
kurmuşluk Gerçekliği’dir.
Aslında da bu Düşmanlık
Âdem’e olan Düşmanlığın Ötesi’nde
Allâh’ın yarattığı Sanat’a olan Düş-
manlığı’dır, O’na Boyun eğmeyiştir.
Âdem’in Etrafı’nda Şeytân’a verdiği
Görevler’den Şeytan’ın kaçılmışlığıdır.
Dolayısıyla Zâhir’de sana Düşman’dır
ama Batın’da Bana Düşman’dır
buyuruyor Cenâb-ı Haq. Bu Boyutu’yla
Âdem Şeytân Tarafı’ndan bu Düş-
manlık nasıl üzerinde Somut Karşılık-
lar bulacak ve kandırılabilecektir
bununla ilgili Bilgiler’le donatılmıştır.
Bu Bilgiler Qur’ân-ı Kerîm’de
Waraq’al-Cenneh olarak anlatılmış. Waraq Türkçe’de Çoğulu Mânâ’sı daha
anlaşılır hâle dönüşür burada Sembolizim Açısı’ndan. Ewraq Kelimesi’nin Tekili’dir.
Ewraq (Yapraklar) demektir, Sayfalar demektir. Âdem’in aldığı 10 Sahife’den
Kültür’de bahs’edilir. Bu Yeryüzü’nde aldığı 10 Sahife değildir. Yeryüzü’nde Âdem
Yazı’yı kullanmamıştır, Yazı yoktur henüz. Yazı İdris ile başlayacaktır. İdris
Tedris’in Sahibi’dir ve İlk Yazı’yı kullanan Peygamber’dir. Âdem’in Yapraklar’ı
(Sahifeler’i) Cennet’teki Yapraklar’dır. Waraq’al-Cenneh’dir. Cennet Yaprakları’dır,
Esmâ-el-Hüsnâ’dır, Esmâ-el-Eşyâ’dır. Varlığın Adları’dır. Bu anlam’da Kitab’ın
kendisinden bahs’etmiyorsunuz, Kategorik olarak Kitab’ın oynadığı Rol’den,
İbrâhim Ka’be’nin Temelleri’ni atan değildir, yükselten’dir Qur’ân-ı Kerîm’de. O’nun Qawâidi’ni yükselten’dir. Yani varolan bir Temel’i yükselten biri olarak vardır çünkü Temeller Âdem ile başlamıştır. İlk İnsan Evsiz değildir, Ev Sâhibi’dir. Sokak’tan biri, Sokak Çocuğu değildir, Mescid’in Çocuğu’dur.
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
22
Âdem’in üretmiş olduğu Bilgi Ağacı’ndan bahs’ediyorsunuz. Bu Âdem’in
Yaprakları’nı ve bu anlam’da da Tedrisât’ın, Dil’in, Esmâ’nın, Tayr’ın, Mantûq’un da
Kaynağı Cennet’tir.
Ve bunu Yeryüzünü Öğrenmesi ise Âdem’in ilk sığınmış olduğu Yer’dir,
Barınak’tır, Mescid’dir. Öyle olduğu için Mescid’de bilgilenmek sâdece Açık
Yerleri’ni kapatmak Mânâsı’nda bir Elbise’ye kavuşmayı da aşan bir şekil’de
Tezyinât Kelime’si ile İfâde edilecektir A’râf Sûresi’nde. Âdem’in Qıssası’nın hemen
Aqabinde gelen Âyetler şöyle başlar; ‘Ey Âdemoğulları, artık siz de Babanız’da
olduğu gibi, her Mescid yanında Ziynetleriniz’i takının’. Konu nerden nereye
atlamıştır. Buradaki Ziynet’in önceki Kişisel Bağlantısı nedir? Ama bilirsiniz ki en
önemli sizi koruyacak olan Elbise, Taqwa Elbisesi’dir. Âdem’e öğrettiği gibi bir
Elbise’dir, Waraq’al-Cennet’teki Elbise’dir. Şeytân’ın size olan Düşmanlığı’nı asla
unutmama Bilgisi’dir. Bu sizi koruyacaktır, artık Şeytân bu Bilinc’e Sâhip
olduğunuzda size Sudur edebilecek, size girebilecek bir Açık yer bulamayacaktır.
Sew’at, Ayıp Yerleriniz ortaya çıkmayacaktır. Korunaklı Elbise içerisindesiniz.
Sâdece Verilen’le değil, Üretilen’le de bunu quwetlendirin’ diyor. Waraq’al- Cennet,
Cennet Yaprakları Açık Yerleri’ni örttüğü Âdem’in Kelimeler’i Elbise’si Zaruret’tir.
Zaruret-i Diniyye’dir. Ama onu şekillendirmek, Medeniyet içerisinde
mükemmelleştirmek, bu Düşmanlığı billezil Boyut’ta yürütebilmek bir Tezinât ile
Alaqalı bir Şey’dir. Bunu da gerçekleştirecek olan Yerler, Mescidler’dir. Allâh’ın
Mescidleri’dir ve Mescidler’e de bu Amaç’la girilir. İnsan’ın Evi’ne, Yuvası’na
Dönüş’ü Mâhiyeti’nde Mescid Rol oynar. Baba Evi’ne dönüştür, Âdem’in Evi’ne
Dönüş’tür. Libâs’ut-Taqwâ’ya, Waraq’al-Cennet’e dönüştür. Şeytân’la olan
Düşmanlığınızı Hatırlayış’tır. Şeytân’ı Taşlayış’tır. Bu anlam’da Ka’be, Âdem’den
Muhammed aleyhi’s-Selâm’a ordan da Qıyâmet’e kadar Kuşlar’ı Da’wet eden bir
Yer’dir. Kuşlar’ın Evi’dir, Âdem’in Kuş Evi’dir. Kuş Cenneti’dir. Âdem’in de onun
yapmış olduğu Ev’dir. Beytu’llâh ve Ka’be.
Yine tekrar dönmek kaydıyla Ka’be’nin 2.İnşası’yla buradan atlamamız
gerekiyor Hz. İbrâhim’e. Bu Sembolizim aynen İbrâhim aleyhi’s-Selâm’ı tekrar
canlandırılmıştır, Tahkir edilmiştir. Ka’be’nin İnşası’nı daha Açık Şekilde Qur’ân-ı
Kerîm İbrâhim Peygamber’i nisbetler. Ama Nisbet edeni söylemiş olduğumuz
Şeyler’i de İma eder. İbrâhim Ka’be’nin Temelleri’ni atan değildir, yükselten’dir
Qur’ân-ı Kerîm’de. O’nun Qawâidi’ni yükselten’dir. Yani varolan bir Temel’i
yükselten biri olarak vardır çünkü Temeller Âdem ile başlamıştır. İlk İnsan Evsiz
değildir, Ev Sâhibi’dir. Sokak’tan biri, Sokak Çocuğu değildir, Mescid’in Çocuğu’dur.
Âdem’de onun Ewlâdı’dır. İbrâhim aleyhi’s-Selâm Ka’be’nin Temelleri’ni
yükseltmiştir ve ‘Ekin bitmez bir Wâdi’ye İnsanlar dönsünler, Baba Evleri’ne
gelsinler orda bir Şehir ortaya çıkarsınlar ve bu Şehr’i Bütün Şehirler’in Ana’sı
yapsınlar’ diye Ewlâdı’ndan bir Parça’yı oraya bırakmıştır İbrâhim aleyhi’s-Selâm,
İsmâil ve Hacer Sembolizm’i bunu Hikâye eder. Ondan sonra da Maqâm-ı İbrâhim
diye andığımız o Sembolizm’deki yer üzerine çıkmıştır ve ordan dört bir Tarafı’na
dönmüştür Sembolik olarak bağırmıştır;
‘Ey İnsanlar: Allâh’ın Evi’ne gelin, kendi Eviniz’e gelin, Allâh’ın Mescidi’ne gelin,
Ziynetleriniz’i takının, Açık Yerleriniz’i kapatın. Waraqa’l-Cennet’e Sâhip çıkın.’
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
23
İbrâhim’in bu Söylemler’i Qur’ân-ı Kerîm’de Suhûf-u İbrâhim diye geçer,
(İbrâhim’in Sayfalar’ı). Âdem’in Sayfaları’nı canlandırıştır. Aynı Mekan’da
Waraq’al-Cenne’nin Beyt’ul-İzze’nin Yeryüzü’ndeki İz’i olan Beyt’ullâh’ta,
Beyt’ul-Atîk’te bu Sembolizm yeniden yaşatılmıştır. Beyt’ul-Atik’ten Recm edilen,
(uzaklaştırılan, kovulan) Şeytân’ı, İbrâhim onun İzdüşüm’ü olan Arafat’ta
kovmuştur, uzaklaştırmıştır. Bu Recm’in Sembolizmi’nde de aynı Hadise vardır.
‘İnsanlar’ı Ka’be’ye çağır’. Bu Çağrı, Hac, Mâide ve Baqara Sûreleri’nde
anlatılır. Bunların Toplam’ı İbrâhim’e çıkar. Bu Muhkem Anlatış’tır. Qur’ân’daki
Beyân şekli, Açık Bağlantısı İbrâhim’in İnsanlar’ı Hacc’a çağırmasıdır, Çocuklar’ı da
bu Çağrı’ya Wâris. ‘Binek üzerinde ve Yaya olarak, Fırsat ve İmkan bulanlar oraya
gelsinler.’
Qur’ân-ı Kerîm aynı Anlatım’ı 2.kez bu kez Kuş Dili üzerinden kuracaktır. Bu
da Baqara Sûresi’nin 260.Âyeti’dir. İbrâhim’in Kuşlar’ı diye anmış olduğum Âyet-i
Kerîme’dir. Oraya aynı Olay şu şekil’de
düşmektedir:
İbrâhim dedi ki Rabbi’ne; ‘Rabbim
Ölüler’i nasıl dirilteceksin, onu bana gösterir
misin?’ Tabi Zâhir Okuma Açısı’ndan
İbrâhim’in yapmaması gereken bir Dua’dır bu.
O Zâhir aAnlam’da Sual’i anlamsız bulduğunu
söyleyecektir Cenâb-ı Haq. ‘İbrâhim yoksa
inanmıyor musun?’ İbrâhim’in Cewâb’ı ‘Haşa.
Rabbim ben bir Tatminiyet Dugu’su ile bunu
Tatmak istemekteyim.’
‘Bizi nasıl yaratacak’ Soru’su sıradan bir
Mü’min Açısı’ndan Allâh Arş’ın Qudret Sâhibi
Qabul edilmişken, ‘ol’ demekle Varlığı
oldurabilme Yetisi’ne Sâhipken, bunu İbra-
him’in Sorun etmesi niye Sözkonusu olsun.
‘Yeniden Diriliş nasıl olacak, bununla
ilgili, ya da İlk Yaratılış nasıl gerçekleştireceğini
bana göster.! Bunlar İbrâhim’in Talep edeceği
bir İsteğe pek yakışık düşmüyor gibi. Ama Mantıq-ı Tayr, yani Zâhir’in içindeki o
Bâtın Delil üzerinden çözdüğümüzde Qur’ân’da Hay olmak/Mewt olmanın Mânâ’sı
bunun ötesinde bir Kavramsal Mânâ’ya çıkar. Öteki Fiziksel’dir, Sözlük Mânâsı’dır ki
burada dirilmek, Wahiy ile dirilmek’tir.
Wahiy İnsân’ın içine girmemişse Cenâb-ı Haq’tan Rûh O’na üflenmemişse,
Wahy’e âşina değil ise, Tıyneti’ni, Meşrutiyeti’ni Wâhiy ile İnsaniyeti’ne
çıkartmamışsa bu İnsanlar ölü İnsanlar’dır. İnsanlığı gerçekleştirememişlerdir.
Çamur Rûh’la Wahy’i ile buluşmamış demektir. O anlam’da Ölü’dürler ve Qur’ân-ı
Kerîm Wahyi’nden sonra Wahy’e Sırt çevirmiş olan Toplumlar’dan (Mewt
Toplumlar) Mewtâ olarak bahs’eder ve Peygamber’le Meydan’a gelen yeni Ayağa
Kalkış’a bu Ses’e ise Diriliş Mânâ’sı verilir ve Hay Kelimeleri’ni kullanılır. Çoklukla
Örneği vardır. Bir Referans olarak A’râf Sûresi’nde Nûh’tan itibaren başlayacak
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
24
Peygamber Qıssaları’nı önceleyen Bölüm’de bir Rüzgar ve Bulut Sembolizm’i, Yağan
Yağmurlar, buraya bakılabilir.
İbrâhim’in sorduğu budur. Bu Soru’yu doğuran ise daha önce yapmış olduğu
bir Dua’yı Cenâb-ı Haq’ın Şartlı Qabul’u olmuştur. ‘Rabbim Soyum’dan İnsanlar’a
Önderler gönder, sana Namaz kılanlar gönder. İyi bir Zürriyet’i bana Armağan et’!
Cenâb-ı Haq’ın Cewâb’ı; ‘Senin Dua’ndaki gibi gerçekleşecek bunlar ey İbrâhim,
Sâkin ( Sukunet’te ol). Ama bu Wâdim Genel bir Waad değildir. Ewlâdı’ndan olan
Seyyitler eğer seninle aynı Aqide’yi paylaşmıyorlarsa, Nefisleri’ni karartmışlarsa,
Nûr’u değil (Tenwir’i değil), Zulumât’ı Tercih etmişlerse, onlar için yapacağım bir
Şey yoktur. İnsan’ı Melek (Robotumsu) olarak yaratmadım. İrâde’si Eli’nde olarak
yarattım. Beni Tercih etmemişse, Şeytân’ı Tercih etmişse o Sen’den değildir ey
İbrahîm. Dolayısıyla Duâ’nın Kapsamı’nda değildir. Ehl-i Beyti’nden değildir, o
Şeytân’ın Beyti’ndendir ve onun Çocukları’ndandır ve Zâlimler’in Zulmü’nü
buradan ayırmıştır.
Bu İbrâhim aleyhi’s-Selâm’da
Qabul Ciheti’nde ile bakıldığında bir
Muştu’dur, (bir Müjde’dir). Nitekim
İsmâil’i bir Müjde olarak almıştır. İshâq
bir Müjde olarak kendisine gelmiştir ve
onların Zürriyetler’i de hakeza İshâqî
Soy’dan ve İsmâil’in Soyu’ndan
Muhammed gibi bir Peygamber’in
Geleceği İnsanlar’a Önderler kılınacağı
Bütün bu Haber içerisinde vardır ama
diğer Boyutu’yla kaybedenlerin de
olacağına Âyet-i Kerîme söylemektedir.
Burada Büyük bir Üzüntü ve Yıkım
hissetmiş. Kendi Peygamberliği’nde
Waqıa olarak bildiği Şey şudurki; Wahiy
Yeryüzü’nden siliniyor, bizlere Esâme’si kalmıyor, Allâh İbâhim’e yeni bir Başlangıç
yapmıştır. O zaman bu zülm’etmenin Dewâmı’nda İbrâhim anladı ve farq’etti ki
öyle Zamanlar Gelecek ki bütün olarak kendi Zürriyet’i de dahi İnsanlar Karanlığı
gömülecekler. Yani âdeta bütün Yeryüzü’nün Ölü olmuş olduğu Dönemler ortaya
çıkacak. Rabbim Herşey bitmişken Şeytân tam kazandım dediği bir ortamda Sen’in
Wahy’in yeniden nasıl Hayat bulacaktır. Bu Anlam’daki Wâdi’ne elbette inanıyorum.
Sâlihler’in Geleceğini söyledin ama bunun Nasıl’ı ile ilgili bir Merakım var. Gelecek
ile ilgili. Bunu bana anlat, bunu görmek istiyorum’ diye Gelecek ile ilgili bir
Perspektif’in Vizyon’un kendine açılmasını Talep eder İbrâhim’in Talep ettiği Şey. O
zaman İbrâhim aleyhi’s-Selâm’a Allâh yine Kuş Dili’ne vererek bir Misal vereceğim
sana buyurmuştur. O Misal’deki gibi olacaktır bu. Bir Kuşçu’yu hatırla, Kuşlar’ı
vardır kendisine alıştırmıştır. Sonra onları salsın, bıraksın Serbest onlar dört bir
Dağ’a uçuversinler. Eğer Kuşcu onları kendi Özel Ses’i ile çağırdığında o Kuşlar o
Ses’i duyabilmişlerse koşarak Kuşlar gelecektir. İşte böyledir bu Hadise demiş.
Sonra Baqara Sûresi’nde bu Sembolik Bilim, Açık Anlatım’a dönmüştür. Maqâm-ı
İbrâhim’e İsmâil çıkmıştır. Dört bir Tarafa İnsanlar’ı Hacc’a çağırmıştır. Çağırdığı
Ama Kuş Sembolizm’i bu Bâtın Mânâsı’ndan Zâhir
Mânâsı’na Dönüş yapar, bunlar Geçişkenlik Hali’ndedir. Tıpkı
Hüdhüd’de olduğu gibi. İki Yönü’yle Kuş’tur, hem
Hüdhüd Kuş’tur, hem Kuş dışında bizzat İnsân’ın
kendisidir. İkisi aynı Zaman’da olur. Düz Mantıq ikisi olmaz
der, ya onu söyle ya bunu söyler. Hayır o hem Kuş’tur,
hem İnsan’dır.
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
25
Ortam’da İnsan yoktur, boş Etraf’a bağırmıştır. Dört Cihet’e bağırmıştır. Bu dört
Cihet İbrâhim’den sonra Qıyâmet’e kadar Millet-i İbrâhim’e bir Sesleniş’tir.
Her bir Peygamber bu Sesleniş’i kendi Zamanı’nda bir Şekilde …dinleyecektir
ki en sonda Büyük Dinleyiş Muhammed aleyhi’s-Selâm’ın Çağrısı’dır. Ve Ka’be,
Ümm’ul-Qur’a Rolü’nü oynayacaktır. Ka’be Etrâfı’nda sürekli ...yerilmişler, yeniden
Dirilişler olacaktır. Her Hac, İbrahim’in Çağrısı’na Evet diyen Kuşlar’ın buraya
üşüşmesi ile yeni Canlılığın, Hayy’ın, Diriliş’in Kaynağı olacaktır. Qıyâm’ın Kaynağı
olacaktır. Zaten Mâide Sûre’si Ka’be’den Qıyâm Yeri, Qıyam Evi, İnsanlar’ın Ayağa
kalktıkları, kendine geldikleri, Quwwet buldukları, Moral buldukları Yer olarak
bahsetmiştir. Açık Şekilde yine Kuşlar’ın Dil’i ile Kuş Sembolizmi’ndeki bu Kuş ,
İnsan Sâlih İnsan, İbrâhim’e Nisbetli İnsan olarak Karşılığı’nı bulur. Yani bizlerizdir,
Millet-i İbrâhim’dir, Âl-i İbrâhim’dir Kuşlar.
Ama Kuş Sembolizm’i bu Bâtın Mânâsı’ndan Zâhir Mânâsı’na Dönüş yapar,
bunlar Geçişkenlik Hali’ndedir. Tıpkı Hüdhüd’de olduğu gibi. İki Yönü’yle Kuş’tur,
hem Hüdhüd Kuş’tur, hem Kuş dışında bizzat İnsân’ın kendisidir. İkisi aynı
Zaman’da olur. Düz Mantıq ikisi olmaz der, ya onu söyle ya bunu söyler. Hayır o hem
Kuş’tur, hem İnsan’dır.
İşte Ciddi Biçimi’yle o Kuşlar, Hz.Peygamber’in Doğumu’nda, yani Târihçiler
bizi yanıltmıyorlarsa, yarın ki Târih oluyor bu 20 Nisan. O’nun Sene-yi
Devriyesi’nde yapıyoruz. Seminer’in Üst Başlığı’nda ki Tenwir’in Kutlu
Doğumu’ndaki Kutlu Doğum’u bu Referans’tan dolayı var ama Kut Kelimesi’ne
Tekrar döneceğim. Oraya takılmayalım. (Kut Kelime’si ile İlgili Konu
açıklanmamıştı)
Rasûl’ullâh’ın doğmuş olduğu bu Hadise’yi önceleyen birkaç Hali. Öncesi’nin
Süre’si Mekkeliler’in Fil Yılı olarak andıkları bir Hadise’nin, Qur’ân’da Fil Sûresi’ne
yansıyan Hadise’nin gerçekleştiği Olay’dır. Ve burada Kuşlar tekrar Karşımız’a çıkar.
Fil Ashâbı’nın Rabbin’in neler yaptığı, hangi Faaliyet’i üzerine bunun gerçekleştiğini
bilmez mi, görmez mi Mekkeli hepsi hatırlıyor. Sor onlara yanıtlayacaklar. Ki
Qur’ân-ı Kerîm bunu söylediğinde bir tek Mekkeli çıkıp ta bu da nerden çıktı
Muhammed, biz böyle bir Şey bilmiyoruz dememişlerdir. Yani nasıllığı, Niçinliği
tartışılabilir ama Qur’ân’ın bahs’etmiş olduğu o Diller ve Kuşlar ile ilgili bu Hadise’yi
Bütün Mekkeliler biliyordu. Bu hiç Tartışma olmamıştır Siyer’de, bu Qıssa. O
Bakan’ın Haqiqât’ı Gerçekliği ile İlgili Tartışma Spekülasyonlar’ın en Büyük Zaaf’ı
budur. Dönemi’nde tartışılmamıştır, hiçbir İtiraz Konu’su olmamıştır. Herkes’in
Bilgi’yi Teslim ettiği bir Şey’dir. Demekki gerçekten Ka’be ve Mekke ciddi bir
Saldırı ile Karşı karşıya kalmıştır ve gerçekten de Sûre’nin anlattığı gibi
Mekkeliler’in kendi Özel dayrektine dayanmaksızın Olağanüstü gözüken durumla
Mekke bu İş’ten sıyrılmıştır, Zarar görmemiştir. Gerisi Ayrıntı’dır. Ama bu Waqıa
Teslim edilen bir Waqıa’dır.
Qur’ân Waqıa’nın Nasıllığı ile ilgili bize Bilgi vermiyor. Bu da bi Kuş Dili’dir
ve Kuş Dili ile anlatıyor. Diyor ki Fil Orduları girdiler, Fil Orduları yani Cesametli,
Büyük, Ayakları yerde olan Varlıklar. Engerekliler’in daha gelişmişleri. Koca
Mamutlar. Ama üzerlerinde Özgür Varlıklar, İbrâhim’in Kuşlar’ı vardır. Ebâbil
Kuşlar’ı, sürü sürü Kuşlar. Ve Engerekler, Mamutlar/Filler, Ka’be’ye yürürken
üzerindeki İnsân üzerinden söylüyoruz. Yoksa Hayvanlar’ı Tahkir etmek gibi bir Şey
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
26
Aqlımız’dan geçmez, Allâh’ın Varlık-
ları’dırlar. Allâh Kuşları’nı gönderdi,
sürü sürü Kuşları’nı, ve o kendisine
güvenen Quwwetler’i, Ordular’ı,
Titanikler’i yerin dibine batırdı.
Küçük Kuşlar, Büyük Filler’i Bom-
bardıman’a tabi tuttu. Ve onlar
Yenilmiş bir Durum’a düştüler. Allâh Evi’ni ve Ka’besi’ni korudu demiştir. Yani
İbrâhim’in o korktuğu, Soyu’ndan Sâlih İnsanlar oluşan bir Ümmet’in varolmadığı
bir Mekke’de bu kez Sembolizim zahire dönüşmüştür ve kuşlar üzerinden yine
Ka’be yine kendisini korumuştur. Hayatiyeti’ni Peygambere asıl doğacak olan
İbrâhim’in sahici Kuşu’na, yani Ka’be’ye çağırdığı, üzerinden Ka’be’yi İnşâ edecek
olan İnsân’a, Muhammed aleyhi’s-Selâm’a yerini Taqdim edecektir ve sunacaktır.
Bu İbrâhim’in İsmâil’in Oğlu üzerinden, Muhammed’e bağlanan Zincir’deki
Kuş’un Hikâyesi’dir. Ama bu Hikâye’nin arasını Qur’ân-ı Kerîm İshâq üzerinden
doldurmaktadır. Ve bu da Kuşlar’dan öte şekilde yazılan bir Târih’tir. O Sembolizim
buradan da dewâm eder. İshâq’tan okumaya Dewâm edeceğim. Ama İbrâhim ile
Âdem arasında bir ara Peygamber, bir Kuş Hikâye’si ile daha buraya
yerleştirebiliriz. Burada kullanacağım Kuş Kelime’si Qur’ân’ı Âyetleri’ne
dayanmıyor. Genel Nûh Tufan’ı ile ilgili Sembolizim içerisinde yer alan bir Şey ile
Alaqadar’dır. Nûh Tufanı’nda Bütün Varlıklar’ı içine girdireceği kadar Büyük
yapması her halde Muhal bir Şey. Yerel bir Deprem’den, Yerel bir Facia’dan,
Tufan’dan bahs’ediyoruz. Qawmi’nin Peygamberi’dir. Mezopotamya’da
gerçekleşecek bir Hadise’de Nûh’un ve Etrâfı’ndaki inanan İnsanlar’ı Allâh bir Gemi
ile Sâlim bir Kaya’ya taşıyacaktır ve Şeytân’ın Tarafı’nı seçenler ise Tufan’da Helak
olanlar içinde yer alacaktır.
Tekrar Sâhil’e çıktıklarında yaşayabilecekleri bir Düzeneğe İhtiyaçlar’ı
vardır. O Anlam’da Erzâqları’nı Yanları’na almalarını söylemiştir. Bitkileri’nden,
Unları’ndan, yetiştirdikleri Sebzeleri’nden, Evcil Hayvanları’ndan, Koyunları’ndan,
Kuzuları’ndan, Sığırları’ndan, neyse Etrâfı’ndaki Sayılı Şekil’deki Hayvanlar
bunlardan da Yanları’na almışlardır. Yoksa Yeryüzü’nün Bütün Hayvanları’nı
toplamak, tıpkı İnsanlar’da olduğu Bütün Canlılar’ın buradan Meydana gelmesi gibi
bir Mesele yoktur.
Kuşlar ise Özgür Varlıklar. Onlar Zaman zaman yere konma İhtiyac’ı
hissetseler dahi Tufan onları içine almaz, onlar Gök’te uçan Varlıklar’dır. Ve
Tûfan’da da Gök’te uçmaya Dewam etmişlerdir. Ebâbil Kuşlar’ı Fonkisonlar’ı ile
Kuşlar yukarıda uçarlar. Ve Tûfan Sular’ı çekildikten sonra Sular Balçık’tan
kurtuldu. Tıyn olmaktan çıkıp, Kuru Toprak haline dönüştü mü? ‘Adım atarsak bizi
içine almaz mı? Bunu ölçmek Anlamı’nda Gelenek, Tewrat’tan yararlanarak bir
Güvercin’i Karşımız’a çıkartır. Gemi’den bir Güvercin salınır ve Güvercin, Cûdi
Dağı üzerinde dolaşır, oraya konar ve Tekrar gelir. Ve Ayakları’nı Kontrol eder Nûh.
‘Artık’ der ‘Yer inmeye Müsait bir durum’dadır. Gemi’den inebiliriz. Toprak bizi
çekmez, Balçık Durum’u yoktur.’ Burada Güvercin’in bir Elçi olarak Gidiş’i vardır.
Cudi Civarı’nda Ağzı’na bir Zeytin Dalı alarak Nûh’a Dönüş’ü Tewrat’ta Referans’la
anlatılıyor. Kuş ve Zeytin Dal’ı Sembolizm’i daha sonra İnsanlık Tarihi’nde Barış’la,
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
27
Güvercin’in ve Zeytin’in ilişkilendirilmesinin de Kutsal Referansı’nı ortaya
çıkartmıştır ki bu Referans da Tewrat’tan alınan bir Sembolizim’dir.
Genel anlam’da Qur’an-ı Kerim’de geçmemekle beraber Kuş ve Zeytûn
Qur’an’da Mahiyet’i ve Yerini düşündüğümüzde ona Uzak, Bünyesi’yle uyuşmayacak
bir Sembolizim değildir. O anlam’da Qur’an Metn’i gibi bir Haqiqat’e yaslanmaksızın
onun Çerçevesi’ne yerleştirilebilir bir
Okuma’ya tabi tutulabilir.
Zeytin’i unutmamak lazım.
Zeytin’le beraber Tîn vardır. Tîn Sure’si,
Alaq Suresi’nin hemen Bitişiği’nde
95.Sure’dir, 96. Alaq İlk Wahiy’dir. İlk
Wahy’in Gelişi’ni anlatır. Onu izleyen
Qadir Suresi’dir. Tin, Alaq ve Qadir bu
3’ünün Mushaf’taki Yerleşimler’i Önem-
li’dir. Tîn ve Zeytûn’a , Tûr-i Sinâ’ya ve
Hâza’l-Beledi’l-Emîn’e, bu Emin belde’ye
Cenab-ı Haq dikkat çeker. Buradaki Tîn
ve Zeytûn’un Yeryüzü’ndeki Karşılığı
Qudüs ve Çevresi’dir. Etraf’ı bereket-
lendirilmiş Topraklar’dır. Ama Tin’in
Sembolizm’i üzerinden eğer Tewrat’taki
Metinler’e başvurursanız Konu’nun ilk
bulunduğu Yer, Âdem’in İmtihan edilmiş
olduğu Bahçe’dir. Ve Âdem Cennet
Yaprakları ile örtüldüğü Yaprak
Tewrat’ta İncir Yaprağı olarak Karşı-
mız’a çıkar. Waraq orda İncir
Yaprağı’dır. İncir Yaprağı Etrafı’nda, Zeytûn Ağacı altında gelen Wahiyler İshâqî
Peygamberler’in Qudüs’teki Wahiyleri’ni Temsil eder. Bu Anlam’ı ile Zeytûn ve
İncir ikisi Waraqa’l-Cennet, Kutsal Mesaj’a, (Nur’a) Denk gelir. Bu anlam’da da Nûr
Suresi’nin 35.Ayeti’nde “Doğuya ve Batı’ya Nisbet edilemeyen, Mübarek bir Zeytin
Ağacı’ndan beslenen bir Lamba anlatılır ki, o Mübârek Zeytin Ağacı Qudüs’teki
Wahiy Tarihi’dir. İshaq’tan İbrâhim’e kadar geçen Wahiy Tarihi’dir. İncir
Bağlantı’sı da Waraqa’l-Cenneh’teki, Âdem’in Yaprakları’na kadar inen Sembolizm
ile İlişkili’dir. Zeytun Referans’ı Tûr-i Sina için de Geçerli. Çünkü Qudüs Yolu’nda,
Mûsâ’nın geçtiği Çöl Yılları’nda bu Zeytin Sembolizm’i aynen yaşatılmıştır. Ve yüzer
bir Qıble gibidir Tabut. Yûsuf’tan kalan Bakiyeler bir Tabut’a yerleştirilmiştir.
Onlar İnşa edilen Mescid-i Aqsâ’ya yerleştirilmiştir. Özel Emanetler Bölgesi’ne
yerleştirilmiştir. O Tabut’un ta Fâtimîler’den İstanbul’a kadar gelen bir İz’i vardır.
Ne kadarı ona ait ne kadarı başka şekilde beslenmiştir ayrı bir Hikaye ama Waqıa
olarak Tarihsel Yeri olmasa da onu Semboliz’e etmektedir İstanbul’daki
Emanetler’in geldiği Yer. O ta Mısır’dan gelen , Qudüs üzerinden tekrar Qâhire’ye
ordan İstanbul’a gelen bir Hikaye’yi İfade eder. Bütün Yol boyunca Sandık
Etrafı’nda Nöbetçi Subayları vardır Tewrat’ın anlattığı, ve 7 Kollu Şamdanlar,
Zeytun Yağı’ndan beslenmiştir ve Şamdanlar sönmeden Emanet Qudüs’e kadar
İşte Mantıq’ut Tayr O’nun Ewlâd’ı Süleymân da Karşımız’a çıktı, başladığımız Yer’e dönmüş olduk. Bu Dil’e
Yabancı değildir, bu Dil’i konuşmaktadır. Ve Ma’bed’i Süleymân tamamlamıştır. Ve
Süleymân burada Kuşlar’ı daha da Tahkim etmiştir.
Kendisine çok Sâdıq ve Samimi bir Has Kadro, Sahâbeler Sahâbe’si yetiştirmiştir.
Kurmaylar’ı vardır, Önemli Adamlar’ı vardır. Hüdhüd’le
Sembolize edilen bir Dizi İnsan Etrâfı’nı çevirmiştir, sarmıştır,
sarmalamıştır.
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
28
getirilmiştir. Ve Ma’bed’in Bünyesi’nde 7 Şamdan sürekli yakılmıştır ve Zeytin
Yağı’ndan bir Besleniş içerisinde. Bu Sembolizm’in yerleştiği Yer’de böylesi bir
Yer’le Alaqalı’dır. Nûr Suresi’nin 35.Ayetindeki Zeytin, Zeytin Tabiatı’yla
Peygamberler’le Alaqalı, Tîn ile Alaqalı, o Büyük Hadise’nin Wesile’si olsun diye
zikr’edilen bir Şey’dir. Bizzat kendisinden kaynaklanan bir Kutsal’ı/Qutsiyet’i
bahsetmiyoruz. Metafor’dan bahs’ediyoruz.
Nûh aleyhi’s-Selâm üzerinden de böyle bir Kuş Sembolizmi’ni, Zeytin Sembolizmi’ni
okumamız, Taqip etmemiz Mümkün.
Hz. İbrâhim’in Qudüs’e gelen İshâqî Ewlâdlar’ı, buraya Yerleştirilme
Süreçleri’nde yine bu Sembolizim vardır. Dâwûd’tan bahs’ettiği yer’de Qur’ân-ı
Kerîm Kuşlar’ı unutmaz. Dâwûd’un Dağ’da, Mescid’i İnşâ edeceği Dağ’da, Kuşlar’la
Allâh’ı Tesbih ettiğini söyler. Yâni İnsan Doğa’ya çekildiği, tek başı’na İnziwa
halindedir ve Etrafı’nda kendisini dinleyen ikinci bir İnsan yoktur, Kuşlar cik cik
demektedir O’da Allâh, Allâh demektedir. Bunun Zâhirî Mânâ’sı budur. Bu Mânâ’yla
Yetinme’nin Mahzur’u yok tabi. Herkes İ’tiqâf’a çekilebilir , böyle okuyabilirsiniz.
Ama Kuşlar’ın daha önceki kazandığı Anlamlar üzerinden okuduğunuzda,
bahs’edilen Dağ’ın Zeytûn Dağı olduğunu bildiğinizde, Zeytûn Dağı’nda Dâwûd’un
bir Ma’bed’i planladığını düşündüğünüzde, Ma’bed de yapılan Zikr’in ne Mânâ’ya
geldiğini Cum’a Sûresi’ndeki Âyet’teki Zikr’le beraber düşündüğünüzde Cum’a’da
Zikr’e çağrılmakla alaqalı bir Şey. Dâwûd’un Mescid-i Aqsâ’da, Süleymân Tapınağı
olarak bilinen Ma’bed’de, Şabat’ta/Cumartesi Günü okuduğu Hutbeler’dir bu Zikir.
O’nunla berâber bunu dinleyen Kuşlar da O’nun Ashâbı’dır. O’nun Etrafı’ndaki
Ümmeti’dir, Topluluklar’dır. Dâwûd’un Dağ’da Kuşlar’ı ile O’nu zikr’etmesi, Şabat
Günü vermiş olduğu Hutbeler’dir, Konuşmalar’dır, Zikir de budur, Kuşlar da budur.
Kuşlar, Qudüs’te tekrar dirilmişlerdir. Tıpkı İbrâhim’in çağıdığı Kuşlar gibi.
Dâwûd da kendi Mescidi’ne çağırmıştır. Mescid’e çağırmıştır niye; çünkü İnsanlar
Mescid’de ziynetlensinler diye, Elbiseleri’ni giysinler diye. Mescid’deki bu Kuş
Dili’ni öğrensinler diye. İlâhî Dil’i öğrensinler diye, Waraq’al-Cenne’yi öğrensinler
diye. O Sembolizim ile öğretilmektedir.
İşte Mantıq’ut Tayr O’nun Ewlâd’ı Süleymân da Karşımız’a çıktı,
başladığımız Yer’e dönmüş olduk. Bu Dil’e Yabancı değildir, bu Dil’i konuşmaktadır.
Ve Ma’bed’i Süleymân tamamlamıştır. Ve Süleymân burada Kuşlar’ı daha da
Tahkim etmiştir. Kendisine çok Sâdıq ve Samimi bir Has Kadro, Sahâbeler Sahâbe’si
yetiştirmiştir. Kurmaylar’ı vardır, Önemli Adamlar’ı vardır. Hüdhüd’le Sembolize
edilen bir Dizi İnsan Etrâfı’nı çevirmiştir, sarmıştır, sarmalamıştır.
Tıpkı Rasûl’ullâh’ın Konuşmaları’ndaki şu İfâde gibidir. “Yani siz kendinizi ne
zann’ediyorsunuz ey beni dinleyen Adamlar, Etrâfım’daki Kalabalıklar? Yâni Allâh’ın
yaptığı Ayrım’ı ben size yapmayacak mıyım? İş’in Başı’ndan beri benimle beraber
yürüyenler’le, Çoğunluk olduğunuz Zaman’da, Toplu İltihaklar Dönemi’nde bana
katılanları ben bir mi tutacağım?’
İlk okuduğumuz Âyetler’i hatırlayın, Yorumlu olarak ‘Fetih Öncesi ve Sonrası
asla bir değildir’ Vurgular’ı bunlardır. ‘Benim Ashâbım’ diye Rasûl’ullâh’ın anlatmış
olduğu çok Özel bir Topluluk vardır, Merkezî bir Kadro vardır. Bunu diğerlerine
karşı savunurken söylemiştir.
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
29
‘Sizden biri Uhud Dağı kadar Altın Tasadduq etse, onların Zamanı’nda bana
yaptıkları Ufak bir Tasadduq’un Karşılığı olamaz.’ O anlamda ‘Ashâbım haqqında öyle
ileri, geri konuşmayın. Onlara karşı, onların sizin üzerinizdeki Faziletleri’ni asla
unutmayın’ demiş oluyor.
Bu Anlamsız, Saçma bir Kast Sistem’i değildir. Tamamen Değerler ortaya
koyanları ödüllendirmektir. Kurmay olanlar’la olmayanlar’ın, Mesele’ye Wâqıf
olanlar’la olmayanlar’ın bir olmadıklarını söylemektedir ki “Hiç Bilenler’le
Bilmeyenler bir olur mu?” diyen Âyet-i Kerîme’ye Muwâfıq’tır. Peygamberî
Tasarruf’tur. Rasûl’ullâh ‘Ashâbım Yıldızlar gibidir’ derken bunu Ewwel Emir’de
bizlere, Geleceğe yönelik söylemiyor.. Bizim ‘Onun Ashabı’ olarak andığımız
Topluluğa Karşı söylüyor. ‘Ashâbım’ dediği onlar içindeki bu Özel İnsanlar’dır.
Onların ‘Kurmaylığı’nı hatırlatıyor, onları ‘Yıldız’ olarak sunuyor, ‘onları izleyin’
diyor. İşin Öz’ü bu Mahiyet’tedir. Bu Anlam’da Ashâb işte Kuşlar’dır. Hz.
Peygamber’in Kuşları’dır. İbrâhim’in Âl-i İbrâhim’i gibi, Âl-i Muhammed’dir
bunlar. Muhammed’in Hatırası’nı yaşatan,
O’na Salât eden, O’nun Dâwâsı’nı üstlenmiş
olan, Dewâm ettiren İnsanlar’dır. İbrahim’in
Duası’ndaki Talep ettiği İmâmet’i
gerçekleştirecek olanlardır. Okuma’yı bu
Frekans’tan sürdürebilirsiniz.
Tabi böyle olunca Rasûl’ullâh’ın Mescid-i
Nebewî’yi İnşâ etmesi ile beraber bu kez
Kuşlar Mescid-i Nebewî Etrâfı’nda bulacağız.
İşte Cum’a Hutbesi’ndeki Cum’a Sûresi’nin
9.Âyetinde’ki Zikir, Alış Veriş’in bırakılması
ile Dâwûd’un Wahyi’ndeki Şabat Yasağı ve
Kuşlar’ın Dağ’da yaptığı Zikir yine bu
Dewâmlılık içerisinde Karşımız’a çıkacaktır.
İshâqî Soy’un Son Peygamberi’dir Hz.
Îsâ aleyhi’s-Selâm. Ve Îsâ a.da bizzat Kuş,
yaratılış kendi Yaratılışı’nın Olağanüstülüğü
Qur’ân’da anlatıldığı Biçim’i Âdem’le
Muqâyese edilmesi üzerinden Kuş Sembolizm’i Baş’ı ile irtibatlandırılması
gerekiyordu onu yapmıştır Qur’ân-ı Kerîm.
‘Âdem’in Mesel’i (Metafor’u), Îsâ’nın Metafor’u Âdem’in Mesel’i gibidir,
O’nun Hikâye’si gibidir ‘ diyerek bu Başlangıc’ı yapmış. Âdem Toprak’tan yaratılmış,
Îsâ Babasız. Ayriyeten Toprak’tan yaratılan bir Kuş Hikaye’si yerleştirilmiştir
Îsâ’nın Hikâyesi’ne. Âdem Toprak’tan, Çamur’dan bir Kuş yaratmıştır. Âdem’e
Allâh’ın Nefhâ vermesi gibi İsa O’na Nefhâ vermiştir. Rûh vermiştir ve dirilmiştir.
Qur’ân-ı Kerîm Îsâ aleyhi’s-Selâm’ın konuştuğu Yahudiler’in, Yahudiliği
Yahudilik’ten başka Herşey’e benzeten bir Millet’e daha doğrusu İslâm’ı, Allâh’ın
Dini’ni Tahrif eden Asıl Amacı’ndan yerinden oynatan, bundan dolayı Allâh’ın
Gazabı’nı üzerine çektikleri bir Hıyânet Topluluğu olarak anılır. Bu Genetik bir
La’net değildir. Görev’i İhânet’ten kaynaklanan bir Durum’dur. Onu hangi Millet
Peygamberliğe yaparsa, aynı Kategori içerisindedir. Burada Kategorik bir
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
30
Antisemitizm doğmaz. O anlam’da da bazen çokluk’la o Yahudiler biziz Qur’ân’ı
Kerîm’de, bu Geçişkenlik’le okuduğumuzda, kendi tarihimizi Sertce Kritize ederiz.
Artık Hz. Îsâ’nın Qawm’i olan Yahudiler, İbrâhim’ aleyhi’s-Selâm’da bahs’etttiğimiz
o Ölü Dönem’i göstermektedir. Ölmüştür onun Ni’met’i. Yeryüzü’nden kalkmıştır,
Yahudiler Çamur’dur artık, içinde Nefhâ yoktur, Rûh yoktur, Allâh’ın Rûh’u yoktur.
Ama Allâh’ın Rûhu’nu Îsâ kendisinde taşımaktadır, Âdem’deki canlılıkta. Çünkü O
Rûh’ullâh’tır (Rûhun mine’l-Allâh).. Yahudiler içerisinden Allâh’ın Nefhası’nı
taşıyan, Wahyi’ni taşıyan Soluk’tur. İlk dirilen’dir. İbrâhim’in dirilen Kuşları’nı
düşünün. İshâqî Soy’dan, Târihsel Kesit’ten dirilen İlk İnsan, İlk Rûh’u Temsil
etmektedir. Allâh’tan Rûh taşıdığı için, yani Wahy’i taşıdığı için Yahudiler’den yani
Çamur’dan Etrafı’ndan seçtiği bir Kadro oluşturabilmiş, onlara Rûhu’nu
üfleyebilmiştir. Îsâ’nın dirilttiği Rûhlar Hawâriler’dir. O’nun Etrafı’nda koşuşan
İnsanlar’dır. İşte Dâwûd’un Kuşlar’ı, Muhammed’in Kuşlar’ı, Ashâb’ı aynı şekilde
Îsâ aleyhi’s-Selâm Etrâfı’nda da bir Topluluk ortaya çıkartmıştır ki bunlar
Hawâriyyûn Nesli’dir. Ölü olan Yahudiler’den inen Yağmur’la, Rûh’la İşleri’nde
Rûh’u bularak, Melek-i Rûh’la inerek Îsâ’nın Qadir Gecesi’nde Yahudiler’i
diriltmiştir. Bir Topluluk edinmiştir. Ama dirilmeyenler, Kuş’u Karşıt’ı olan Şey aynı
Dil’i Hz. Îsâ’nın Din’i üzerinden … karşılandı. Öl’ü olan Yahudiler’e, o Nefhai Rûh’u
almak istemeyen Yahudiler’e İncil Metinler’i İsa’nın Konuşmaları’nda şu Cümle’yi
Din’i, Kelime’yi Ağzı’na verirler, ey Engerekler Nesli, ey Şeytân’ın Tohumlar’ı. Îsâ
aleyhi’s-Selâm Yahudiler’e böyle seslenir. Konuşan Yahudi değil midir? Îsâ’nın
Dili’nden Yahudiler’e bunları söylediğinde Îsâ aleyhi’s-Selâm’ın Yahudi Karşıtlığı
yaptığı Filan söylenebilir mi, Genetik Hikaye yoktur. Ölen Ewlâdlar’la, dirilen
Ewlâlar’ın, Kuşlar’la, sürünenlerin, Şeytân’la Âdem’in Çocukları’nın Hikâyesi’dir
çünkü bu.
Siz ki Dünyâ’nın Tuz’u olmanız gereken Varlıklar’dınız. Allâh sizi seçti,
içinizden Peygamberler gönderdi. Ama siz koktunuz. Yani kokmasın diye Eşyâ’yı
tuzlarlar, ama Tuz kokarsa, İnsan burada kullanıyor. Sizin İhânetiniz iki kez
İhânet’tir. Bu anlam’da suçlamıştır ve ilayi. Qur’ân-ı Kerîm Allâh İsrâiloğullarını iki
kez lanetlemiştir buyuruyor.
Biri Dâwûd’un üzerinden lanetlemiştir. Qur’ân’daki Lâfız ile söylüyorum.
Diğeri ise Meryemoğlu Îsâ’nın Dil’i üzerinden lanetlemiştir buyurur. Tabi Dil
üzerinden olunca yine Mantıqu Tayr’dir. Yani Metafor içinde anlatılmıştır bunlar.
Dâwûd üzerinden yapılan Lanet’in Karşılığı Asurlular’ın Qudus’e girmeleri ve
Mescid’i Tahrip etmeleridir. İsrâ Sûresi’nde bu 1.Tahrip olarak anılır. Sonra Kitap’ta
yazdık 2.kez Tahrip’ten buyrulur, Lanet’ten. Bu ise 2.Kitap’tır. Yani Tewrat’taki
Lanet değildir. İncil’deki Lanet’tir. Yani Îsâ’nın üzerinden gerçekleşen Lanet’tir bu
Tewrat’taki Lanet değildir. O’nun Waazları’ndaki Lanet’tir, Konuşmaları’ndaki
La’net’tir. İncil’deki La’net’tir. Ve Târihsel olarakta Wâqıa bunu doğrulamaktadır.
Îsa aleyhi’s-Selâm’dan sonra demeyelim de Milat’tan 70 Sene sonra gibi bir Târih’te
bu kez Romalılar Qudus’e girmişler ve Ma’bed 2. kez yıkılmıştır. Ehl’i olmayanların
Elleri’nden alınmıştır. Etrâfı’nda Kuşlar kalmadığından kendi Ma’bedi’nin paylanlar
tarafı’ndan, Müşrikler tarafı’ndan yıkılmasına Allâh İzin vermiştir.
Buradan geliyoruz Ka’be’ye. O zaman Ka’be niye yıkılmamıştır? Yani Allâh’ın
Mescitler’i yıkmama, İnsanlar kalmasa da Ebâbil Kuşlar’la Koruma gibi diye bir
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
31
Âdetu’llâh’ı varsa, bu Âdetu’llâh’ın 2 kez Yahudiler için de Geçerli olması gerekmez
miydi. İsmâil’in Ma’bed’i yerine İshâq’ın Ma’bedi, aynı Hadise. Demekki ‘Allâh’ın
Ma’betler’i yıkılamaz’ diye, Allâh’ın Yazı’sı yoktur. Ma’bedler yıkılabilir, yeniden
yapılabilir. Demek ki Ebâbil Kuşları’nın koruduğu Ka’be’nin kendisi değildir.
Ka’be’nin İşgal’i sırasında, doğması Muqadder olan Muhammed aleyhi’s-Selâm’dır.
Ka’be orada Wesile’dir, Araçsal bir Durum vardır. Korunan Hz.Peygamber’in
Dünyâ’ya gelmesi ile Alaqalı Allâh’ın İrâdesi’dir. Ebrehe Orduları’nın Ka’be’ye
girmiş olsalar, yıkılan Ka’be tekrar yapılabilirdi, bu ayrı Hikâye. Burada korunmuş
olan Hz. Peygamber Hikâyesi’dir ve buda bir defa gerçekleşmiş Târihsel Tekrar’ı da
Sözkonusu değildir. Diğer Olay’da Hadise niye böyle şekillenmemiştir bunu anlamak
kolaylaştırılır.
O zaman Mesele Taş’ın Toprağın
korunması değildi. İbrâhim’in Son Büyük
Peygamber Kuş’u, yani Hz. Peygamber’in
Dünyâ’ya gelmesi bunun korunması Hikâye’si
idi. O Mantıqu Tayr olan Waraq’al-Cenne’yi
okuyacak olan, Qur’ân-ı Nâtuq olan İnsan’ı
Ebâbil Kuşlar’ı ile korumuştu.
Ebâbil Kuşlar’ı attıkları zaman kendileri
mi atmışlardı attıklarını. Enfâl Sûresi’ndeki
Hadise’yi okursanız; attığımız zaman atan Sizler
değilsiniz, ya da Sen değildin Ey Peygamber,
Allâh’tır atan. Burada İlâhî bir İrâde’nin Târihî
Müdâhalesi’nden bahs’ediliyor. Yani Allâh’ın
biz atardık, Peygamber’in Eli’nden tutması
filan Şey’den bahs’etmiyoruz. Ama Hadise içerisinde Bedir’in Kazanma
Dönüşmesi’nde bir Normal Şartlar’da Cereyan eden Savaş’ın Şehre’ye bir Müdâhele
olduğunu görüyorsunuz. Demekki Bedir Savaşı’nda gerçekleşen bir Müdâhele gibi,
Ebâbil Kuşları’yla Ka’be’nin Korunması’nda bir Müdâhele vardır. Kuşlar burada
Araçsal’dır. Haqiqat’te Ordular’ı talan eden, yok eden Allâh’ın İrâdesi’dir. Atan
Kuşlar değildir bizzat Allâh’tır. Orada atmak Kelime’si Enfâl Sûresi’ndeki atmak
Kelime’si aynı’dır. Ra-m-ye Kökü’dür. Türkçe’de Mermi Kelimesi’ni türettiğimiz
Atımlık Mânâsı’ndaki Kelime’dir. Atan sen değildeki İfâde ile Ebâbil Kuşları’nın
attıkları Şey’de aynı Kelime ile İfâde edilmiştir. Ve Kuş Sembolizmi’nde bu
Karşımız’a çıkar.
Îsâ aleyhi’s-Selâm başka Şekilde Konuşmaları’ndan Meselleri’nde de
Süleymân’da olduğu gibi Kuş Meseli’ne yaslanmıştır. Kuşlar üzerinden Örnekler
vermiştir. Konuşmaları’nda Kuş’u kullanmıştır. Yahudi’nin Ölüm’ü, Yahudi’nin
öldürülmesinin en önemli görülebilir Görselleri’nden bir Tane’si İnfaq’tır. Yani
Allâh’ın asla ayıramazsınız dediği Salat ve Zekat’ın arasındaki Ayrımları’dır.
Yahudilik Din’i dünyewîleştirmişlerdir. Maddeperest bir Din hâline getirmişlerdir.
Uzun Ömür istemektedirler. Enterasan’dır Kuş bazı Toplumlar’da Uğur’un Alâmet’i
olmuştur, bazen de Uğursuzluğun Alâmet’i.. Ama Uğur üzerinden Toplumlar’da
bölünmüşlerdir. Mesela Türkler’de Güvercin Uğurlu görülmüş. Almanlar’da
Uğursuzluk’la Alaqalı.. Kuş’la Güvercin’in Sembolizm’i böyle bir Durum Karşılık
... Ama Allâh’ın Rûhu’nu Îsâ kendisinde
taşımaktadır, Âdem’deki canlılıkta. Çünkü O
Rûh’ullâh’tır (Rûhun mine’l-Allâh).. Yahudiler
içerisinden Allâh’ın Nefhası’nı taşıyan, Wahyi’ni taşıyan
Soluk’tur. İlk dirilen’dir.
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
32
ortaya çıkar. Tabi Kuş’u Özgür kıldığınızda uçmasına İzin verdiğinizde o Kuş’tur,
ama Kuş’u tutukladığınızda, Kuş’u Kafes’e Mahkum ettiğinizde Kuş, Kuşluk’tan
çıkar. Kuş uçtuğunda Uğur getirir. Tutukladığınızda Uğursuzluk getirir. Çünkü
tutukladığınızda zulmediyorsunuz, Kuş’u Kuşluk’tan çıkartıyorsunuz. Altın Kafes’e
de koysanız, Amerika’ya da yerleştirseniz ‘İlla Watanım, Watanım’ der. Bu anlam’da
Özgürlüğü’nü yitirmiştir. Kuş’u eğer Ayakları’ndan bağlayıp, Boynu’nu asmışsa
böyle yaşamışsa Âhiret’e böyle gelmişsen Âhiret’e böyle gelmişsen, Âhiret’te
Tutuklu Kuşlar’sınız demektir. Müzzemmil Sûresi’nde, “Onların Elleri’ne,
Ayakları’na Bukağalar vurulur, tutuklarız.” buyruluyor. Orda Boyunlar’ın Kuşlar’ın
asıldığı Kişiler Müzzemmil Sûresi’nde Elleri’ne Ayakları’na Prangalar vuranlardır. O
Kuşlar yine sizlersiniz, bizleriz.
‘Bizdeki Uğursuzluk sizden’dir.’ Yaptığınız’ın Karşılığı verilmiştir. O
Bağlam’da içerisinde kullanılmıştır. Diğer Biçimi’yle .. Et Bağlantısı koruyan,
Hucurât Sûresi’nden ‘Gıybet etmek Ölü Kardeşiniz’in Eti’ni yemektir’ diye bir
anlatılır. Âhiret Ni’metleri’nin Taswir edildiği Âyetler’de onlara şunlar şunlar
sunulur ve Leziz Kuş Etler’i de Lahm-ı Tayr verilir. Kuş Etler’i Cennet’e yerleşen
Kuşlar’a sunulan Ni’met’tir. Tâki Dünyâ’da birbirinin Eti’ni yememeyi başaran, Kul
Haqqı’nı, İbâd-ı Huquq’u çiğnemeyen İnsanlar’ın orada Kuş Etler’i ile
ödüllendirilmesi vardır. Kuş Etin Meşhur olursa Kuş, onun Zıdd’ı ise Yeryüzü
Memeli Canlılar’dır ya da Sürüngenler’dir. O da Lahm-ı Hınzır’dır Qur’ân’da. Hınzır
Eti. Hınzır Eti, Lahm-ı Tayr burada karşı karşıya yerleşir. Hınzır’a dönüşmek Kuş’a
dönüşmemek ikisi de yine farqlı Yer’e, Farqlı biçim’de Karşımız’a çıkartacaktır.
Bedir Savaşı’nda Savaş’a çağrıldıkları İnsanlar Özgürlüğü çağrılmışlardır.
Biz böyle kuruluyor. Ama siz diyor ‘Peygamber’e İcâbet etmediniz, Yeryüzü’nde
tutuklanıp kaldınız. Sanki Prangalar’a vuruldunuz. Yer diyor Sizi çekti. Bu Yer’e bağlı
olmak, yerden ayrılamamak, oraya yapışmak bu bir Tutuklu Kuş olur. Tutuklu
Kuş, Uğursuzluğun Kaynağı’dır. Oysaki Peygamber ile kanatlanmanız gerekiyor.
Çünkü Savaş’a katılıp ta öldüğünüzde bıraktığınız Cesediniz Engerekler’de de var
olandır. Toprağa ayrılandır. Ama sizden ayrılan Nefha Göğe çıkandır. Peygamber Hz.
Ali’nin Kardeş’i Ca’fer’i, Şehadeti’nden sonra Ca’fer-i Tayyâr diye anılmıştır. Yani
Kuşlaşan, Uçan, Tayyâr.. Uçmak bu anlamda yükselmek Anlamı’na gelir. Tayyâr
İfade’si Şehitler’le anılmıştır. Ve yine Kültür’de Şehitler’in Kuşlar’la beraber
düşünülmesi, Kuşlar’la İnsanlar’ın Allâh’ın Savaşlar’da İnsanlar’a Yardım ettiğine
yine Şehitler’den bahsedilmesi de yine Metaforlar’la Anlam kazanır , Karşılık bulur.
Kuş Remz’i bitmez, Uzun Hikâye’dir. Çok daha Değişik Bağlantılar’ın İz’i
sürdülebilir.
(Bir Soru üzerine Dewâm eden Qısım)
Eğer Cennet’teki o Lahm-ı Tayr’ın Dünya’daki Karşılığı, Somut gerçekleşen
Karşılığı nedir? Tih Sahrası’nda Mûsâ’nın Kuşları’dır. Mûsâ’nın Kuşlar’ı; ‘Mısır’a biz
alıştık’, Sömürgecilik Rûh’u, Kölelik Rûh’u, Baklası’ndan, Nohutu’ndan,
Sarımsağı’ndan, bir sürü leziz nimetler’le hatırlıyor Mısır’ı ( Şehr’i, Site’yi,
Uygarlığı). ‘Ey Allâh’ın Belası’ diyorlardı Mûsâ aleyhi’s-Selâm’a. ‘Bizi getirdin, Ööl’e
attın. Hepimizi Bedewî yaptın. Özgürlüğün Bedel’i bu mu? Aç kaldık, Susuz kaldık.
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
33
Biz ne ile doyacağız? Gök’ten Kuş göndermeyin bize (Menn ve Selwa) onunla
yetinemeyiz. Taam-ı Wâhid’le. Biz tek bir Taam’la yetinemeyez. Biz Eskisi gibi
Çeşitlilik içinde yaşamak istiyoruz.’ Mûsâ aleyhi’s-Selâm’ın kullandığı Hitab, ‘İhbutu
Mısran’ olur. ‘Öyle mi diyorsunuz. Siz Özgürlüğü değil Köleliği mi Tercih
ediyorsunuz?’ Ihbutu Mısran; yani ‘hadi düşün’ diyor, ‘Mısır’a inin’ diyor.
Yani Mısır’a gitmek, Şehr’e gitmek, o Zaman’ın Roma’sına gitmek, Newyork’una
gitmek (düşmek) oluyordu. İşte İhbut’un Olumsuz kullanıldığı yer burasıdır. O
Çöl’deki Bâdiyet ise tam tersine Çöl’de ortaya çıkan bir Medeniyet’tir. Yine Kuşlar’ın
beslemiş olduğu Medeniyet’tir. Diğeri ise Buzağı’nın beslediği Medeniyet’tir. Yine
Engerekler, yine hıntar, yine diğer Hayvan Sınıf’ı içerisinde vardır. Baqara’yı
kesmeleri mesela ı Qıssa’da anlatılmıştır. Buzağı’ya Sevgi’si Qalpleri’ne çizilmiştir.
Buzağı ve Baqara Mısır kültürü’ndeki bir Uygarlık Dini’dir, Töreni’dir. Kendi
Gelenekleri’nden kopmuşlardır maymunlaşmışlardır. Onları tapınmışlardır ve
Buzağı Sevgisi içlerine içirildi diyor. Onsuz yapamıyorlar. Çöl’e gelseler kaçsalar,
Özgürlüğe Da’wet etseler o onlarla beraber buyruluyor. Bir türlü özgürleşemiyorlar,
Özgürlüğün getirdiği Şey’e bir Layık değillerdir. Orda Mısır Şehir, o Wâdi’ye tam
Ters bir yere konumlandırılmış, Farqlı bir Yer’e oturtulmuştur.
Ihbut Kelimesi’nin Hz. Nûh’un Qıssası’nda Cûdi Dağı’a Geçiş’te de
kulanıldığını görürüz. Onlar Cûdi Dağı’na Ihbut etmişlerdir mesela. Şimdi Gemi’de
yer alanlar kimlerdir? Kurtulanlar... Olumsuz olanlar dışarıda kaldılar. Öyleyse
Gemi’de olanların Cûdi’ye ihbut etmelerindeki bir Azarlama, Tahkir, Sürülme
Mânâ’sı olamaz. Tam tersine Waqit dolmuştur ve belli bir yere yerleşmişlerdir. İşte
Nûh’un Cûdi’ye İhbut’u nasıl bir İhbut ise Âdem’in de Dünyâ’ya İhbut’u öyleseine
bir İhbut’tur (Sürgün ve Kovulma değildir). Ama Şeytân’ın Dünyâ’ya İhbut’u,
Mûsâ’nın Dili’ndeki İsrailoğulları’na söylediği, ‘Mısır’a ihbut edin, inin’ dediğindeki
‘siz ancak buna Layıksınız ‘dediğindeki hâl’dir. Evet Âdem de İhbut etmiştir İblis de.
Ama İblis’in İhbut’u, Mısır’a İhbut’taki İhbut gibidir. Âdem’in İhbut’u Nûh’un
Cûdi’ye Geçişi’ndeki gibi bir İhbut’tur. Yerleşme alan’ı açması Mânâsı’nda
kullanılmaktadır. Kokmadık kendimize döndük ve Bağımsızlığımız’ı elde ettik.
Cennet Watan’a kavuştuk. Bağımsız diye adlandırılan dönemin sonrası böyle mi
okumamız lazım. O ‘başarılabilmiş bir Şey’ midir? ‘O başarılabilmiş bir Şey’ olsaydı
bu Şâir bu Memleket’te yaşardı. Barışık olabilirdi, yaşayamamıştır, Tutsak’tır. ‘Bütün
Varlığımı alsa da beni Watanım’dan Cüda etmesin’ diyen Şâir Watan’ı dışında
yaşamaya Mecbur’dur. Ölüm’den birkaç Ay sonra Watanı’na gömülmek Arzu’su ile
dönülmüştür. Boykot etmiş olduğu bu 10 Yıl’da yaşadığı Tutsaklık Dönemi’dir.
Kuş’un Özgür olmadığı Dönem’dir. Rahatsızlık duyduğu bir Dönem’dir. Demek ki
İstiklal Savaşı’ndan sonra kazanılan bir Yurt/Cografya da yoktur. Kazanan yine
Avrupa’yı biçimlendiren, Sınırlar’ı ortaya çıkartan İrâde’dir.
Ve Türkiye’de yeni kurulmuş olan Avrupa’daki bir Ulus Dewlet olarak İnşa
edilmiştir. Ulus Dewlet Ümmet içinden çıkartılmıştır ve Ümmet tukaka’dır. O Büyük
Âidiyet’in adı’dır. Ulus ise Adam olmanın, Uygar olmanın, Medineleleşme’nin,
Roma’nın bir Parça’sı olmanın Âlametler’i olarak kurulmakta ve kurgulanmaktadır.
Ümmet’ten olsa geçerken bu Büyük Çap’daki Dönüşüm; bunun Ferdi Alan’daki
Dönümüşü’mün Karşılığı ne olacaktır, Teba olmaktan Birey olmaya dönmektir. Teba
olmaktan /Kul olmaktan Watandaş olmaya Terfi etmektir. Yine Kulluk/Watandaşlık
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
34
Roma Watandaşlığı, Avrupa Uygarlığının Parça’sı olmak yükselen Değerler’i
oluşturmaktadır.
Oysaki Cumhuriyet’in kurucu olması gereken Rûhu’un Yazar’ı, Medeniyet’e ‘Tek Diş’i
kalmış Canavar’ demiştir. Medeniyet Modernizim Mânâsı’nda kullanılmaktadır. Ama
Canavar Protezler takmıştır, Takma Diş’le bugün hâla ısırabilmektedir. Şimdi
gerçekten bu Coğrafya’da Kulluk’tan çıkan, Watandaş olmanın Erdemi’ne eren,
Devşirme Kuşaklar yetişmiştir. Bu sayede ABD-i Tâğut, Maymunlaşma, Küresel
Sistem’e Entegre olma Sürec’i hızlanmış Quwwet kazanmıştır. Sürec sonra bir başka
Şey emredecektir, bugün Ulus olmakta
Kaka’dır.
Deniliyorki artık Küresel bir
Çağ’da, Büyük Topluluklar’la yaşamamız
lazım. Türkiye Ulus Dewlet’ten çıkıp,
Avrupa Birliği’ne, Avrupa Ümmeti’ne
İltihak etmelidir. Bu nedir, tam anlamıyla
bir Medeniyet Değişim’i.. Önce bir başka
Ümmet’ten çıktınız, Ulus oldunuz. Bu bir
Parantez Dönemi’dir, Fetret Dönemi’dir.
Tamamlanmasını istenen Süreç nedir,
Ulus Dewlet’ten diğer Ümmet Milleti’ne
İltihak etmektir. Ama Devşirme Zihni’ne
göre ortada iki Medeniyet yoktur ki zaten
Tek bir Medeniyet vardır. Yeryüzü’nün
Ehl’i olan vardır, vahşi olanlar vardır.
Ehl’i olanlar sizi Ehlî ediyorlarsa,
uygarlaştırıyorlarsa, sizin İyiliğiniz için
yapıyorlar. Onlar doktor, siz
Hastalarsınız. Tedawi’yi tamamlamamız gerekiyor.
Ama Kuşlar Özgür olmak isterler. Özgürlüğün Kıymeti’ni bilelim.
Ihbut Kelimesi’nin Hz. Nûh’un Qıssası’nda Cûdi Dağı’a Geçiş’te de kulanıldığını
görürüz. Onlar Cûdi Dağı’na Ihbut etmişlerdir mesela. Şimdi Gemi’de yer alanlar kimlerdir? Kurtulanlar... Olumsuz olanlar
dışarıda kaldılar. Öyleyse Gemi’de olanların Cûdi’ye
ihbut etmelerindeki bir Azarlama, Tahkir, Sürülme
Mânâ’sı olamaz. Tam tersine Waqit dolmuştur ve belli bir
yere yerleşmişlerdir.
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
35
III. BÖLÜM
MAQARR-I ULEMÂ QAYSERİ
Qayseri (Medine’nin Kapılar’ı)
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
36
3 . B ö l ü m : M a q a r r - ı U l e m â / Q a y s e r î Diyâr-ı Rûm: Bilâd-ı Kayzer/ Mülk-ü Qostantiniyye
MEDİNE’NİN KAPILAR’I YA DA MEDENİYET’İN QAYSERİ
Şehir ve Kapı arasındaki Bağlantı’dan bahs’etmiştik. Ümmü’l-Qur’a olan
Mekke ve Medine’nin Kapılar’ı ise Medine’nin Kuruluşu’ndaki İlkeler’in Mâkes
bulduğu Şehirler’dir. Eğer o Şehir’den Ümmü’l-Qur’a’ya giden bir Yol var ise, orada
Medine’nin Kapısı’ndan bahs’edilebilir. Qayseri de Medine’nin Kapıları’ndan biri
olma Şerefi’ne erenlerden.
Qayseri’nin Târih’i Fir’awunlar Dönem’i kadar dayanır. Aynı Dönem’in
Asur Ticâret Kervanlar’ı Qayseri Kanuş-Karum’da Koloniler kurmuştu. 5.000 Yıllık
bu Ticâret Merkez’i, belki Tufan.
M.Ö.2000’lerde Hz.İbrâhim, Harran’dan Dönemi’ne Tanık’tır Qudüs’e,
Mısır’a oradan tekrar Qudüs’e, Mekke’ye ve sonra yine Qudüs’e Yolculuklar yapar.
Bu 4 Bölge Tîn Sûresi’nde geçen 4 Coğrafya’dır. Hz.İbrahim sâdece buralara değil,
Ewlâdlar’ı Aracılığı’yla Anadolu’ya da Geçmiş olmalı. Mezopotamya Kökenli
Halqlar, mesela Asur, Bâbil, Akkadlar, Urlular, Amurrular, Urartular
Anadolu’da Hititler ile Yakın İlişki kurdular.
Hititler’den sonra, Balkan Kökenli Frigler Zamanı’nda (MÖ.750-300)
Erciyes’in Etekleri’nde Mazaka Önem kazanıyor. Mazaka’yı Kafkas Kökenli
Kimmerler 676’da ele geçiriyor. Kimmerler’in Asur ve Lidyalılar Tarafı’ndan
Mağlub edilmesi ile, Mazaka Yoğun bir şekilde Pers Göç’ü alıyor. 349 Sene Hüküm
süren Kapadokya Ermeni Krallığı’nın Başkent’i de Mazaka’dır. Romalılar, Finike
Eyâleti’ni İşgal ettikleri gibi, Kapadokya Eyâleti’ni de Süreç içinde İşgâl ettiler.
İmparator (Kayzer) Tiberius (ö.16)( Zamanı’nda Romalılar burayı ele geçirdi.
Sezar Ünwanlı Tiberius Adı’na Şehr’in Ad’ı Kayzeria olarak değiştirilmiştir.
Hz.’İsâ’dan Kısa bir Süre önce Julius Sezar’la (ö.MÖ.44)( birlikte Roma,
İmparatorluk Hâli’ne gelmiş ve sonraki Krallar, Sezar Ünwânı’nı İmparator
Anlamı’nda kullanmış. Sezar İsm’i Doğu’da Çar ve Kayzer Şekli’ni alacaktır.
“Sezar’ın Haqqı’nı Sezar’a…”81 dediği İddia edilen Hz.Îsâ, Qayseri’ye Adı’nı veren
Tiberius ve Selef’i Augustos Zamanı’nda yaşamış olmalı. İsa a. için Fir’awun’un
yerini alan Kişi, işte bu Sezar Augustos ( 19 Ağustos 14)( ve Tiberius’tur.
İlk Zamanlar’dan itibaren, hatta Câhiliye Dönemi’nde bile, Meliku’r-Rûm,
Azîzu’r-Rûm yanında Kayzer Adı’nı da görmekteyiz. Kayzer Adı’na kurulan
Şehirler arasında İskenderiye’de, Filistin’de vb. rastlamaktayız. Yine Büyük Çarşı-
Pazar, Saray, Bedesten için de Kayzer Ad’ı kullanılmış.
Romalılar’ın Hıristiyanlaştığı Dönemler’de de Qayseri Önemli. Mağaralar’ı,
Yeraltı Şehirler’i ile İlk Hıristiyanlar’a Sığınaklık etmiş Kapadokya Bölge’si ve
81 Matta 22/21
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
37
Qayseri Hawâli’si. Pagan Konstantiniyye’den Hıristiyanlar’ı saklar Qayseri.
Hıristiyanlaştıktan sonra da, Mezhepçe yine İstanbul’un Karşısı’ndadır.
İslâm’dan önceki 400-600 Yılları arasında Qayseri’de Ermeni-Rûm
Karışım’ı bir Halq vardır. 611 de İmparator Hırakl (Heraklius), Wahy’in 2.Yılı’nda
Qayseri’den geçmiş. Sasanîler’le savaşmış. Rûm Sûresi’nin İşâret ettiği 610-632’li
Yıllar. 15 Yıl kadar Anadolu ve Ciwârı’nda kalmış. Nihâyet 627 Yılı’nda Ninova
Savaşı’nda Sasanîler’i Mağlub etmişti. Qudüs’ü Sasanîler’den geri almasının
Şerefi’ne, Qudüs’te bulunduğu sırada Hz.Peygamber’in İslâm’a Dâ’wet ektub’u
kendisine ulaştırılmıştı.
Siyer’de İmru’l-Kays (ö.545)( İsimli bir Şâir’den bahs’edilir. Muallaqa-yı
Seb’a’da Şiirler’i olan Câhiliyye Dönem’i Büyük Şâir’i.. Hadramut’ta bir Prens iken,
Çeşitli Kargaşalar Sonuc’u İstanbul’a, Justinianus’a (ö.565)( sığınmıştı. Ancak
Anadolu’ya doğru Yol’a çıktığında zehirlenerek, bir Riwâyet’e göre, Qayseri
Ciwârı’nda öldü. Hz. Ömer Zamanı’nda Müslüman olan bir Câhiliyye Şâir’i de
Qayseri’den geçmiştir. Mezarı’nın Ali Dağı Ciwârı’nda olduğu söylenir.
Hz. Osman (ö.656)( Zamanı’ndan itibaren Anadolu’ya Sahâbe Geçişler’i,
Qayseri’ye de uğramaları, Kısa Süreli de olsa bazı Mahaller’de Güç ve İqtidar
kazanmaları olmuştur. Qayseri’de Hz.Osman’ın Komutanlar’ı vardır. İstanbul’a
Geçiş Yolu’nda Sahâbe’den, Tâbiûn’dan nice Komutanlar vardır.
Qayseri, İstanbul Yol’u demek. Sahâbe’nin bildik Güzergâh’ı.. Müslüman
Qayseri Târihi’ni nasıl Danişmentliler’den başlatırız? Buradan bir çok kez
İstanbul’a Akınlar olmuş, Ebû Eyyüb el-Ensârîler (ö.672)(, Ebû Zerr Gıfârîler
(ö.652)( buradan geçmişti.
Şehirler’in Özel Adları’ndan başka Künyeler’i, Sıfatlar’ı da vardır. Mesela
İstanbul’a “Pây-i Taht”, “Bâb-ı Âli”, “Der Saadet”, “Dârü’s-Saade” gibi Künyeler
veririz. Peki, daha Sahâbe Dönemi’nde Qayseri’nin Künye’si nedir?
-“Dârü’l-Feth”. Feth’in Kapı’sı, İstanbul’un Feth’i için Geçiş ya da Giriş Yeri’dir.
Yine Payitaht gibi bir Künye olarak, belki Melikgaziler’le Alaqalı’dır,
“Dârü’l-Mülk”te denmiş.
Müslüman Türklük Öncesi’nde, Qayseri’nin Türklük Târih’i de vardır.
Pagan Roma Dönemi’nde, Hazar üzerinden gelen bir takım Hıristiyan Türkler
Qayseri’de bulunmuş. Ermeni ve Rûm Nüfus yanında bu tür Hıristiyan Türkler’in
İslâm Öncesi Dönem’de yerleşmiş oldukları düşünülüyor. Karaman Türkler’i
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
38
denen bu Orta-Erken Dönem Hıristiyan Türkler’i 1000 Yıl’dır korumuşuz, ta ki
Lozan’a kadar.
1067’de Qayseri, Niksar, Konya’nın Fethi’nden sonra, 1071 Malazgirt
Dönüm Nokta’sı olmuş. 1080 İzmit’in Feth’i ile, İstanbul’a dayanmış bir Selçuklu
Güc’ü, ardından Danişmentliler’in Fetihler’i ve Haçlı Ordu’su Karşısı’ndaki
Direnişler’i sürmüş. Selçuklu, Beylikler’i Haçlılar’a karşı Organize etmiş ve
Anadolu Serhât Kentleri’nden olarak Qayseri bir Direniş Kent’i olarak Temâyüz
etmiş. Anadolu Selçuklular’ı Haçlı Seferler’i ile Moğol İstilalar’ı arasında sıkışıyor.
Qayseri’nin İstiklâl Harbi’nde pek Tehdit’le karşılaşmadığını biliyoruz, ama geçen
1000 Yıl’ın Başı’nda en Önemli Serhat ve Direniş Kentleri’nden biri idi.
Ala’ed-Dîn Keykubat )(1221-1237)(, Yazlık Başkent olarak Alanya’yı
(Sultân’ın İsmi’ne izâfeten Alâiye), Kışlık Başkent’i de Konya’yı İmâr eden Büyük
Sultân. Qayseri’nin 2.Yardımcı Başkent gibi bir Konum’u var. Konya’dan sonra en
Önemli Şehir olarak Qayseri’de Sivil-Dinî Mimârî çok gelişmiştir. Keykubat’ın Eş’i,
Müslüman olmadan önceki İsm’i ile Huant Hatun (ö.1254 sonraları)( (Mahperi
Adı’nı Müslüman olunca aldı), Hunat Cami’sini yaptırıyor. Selçuklu Nizâmiye
Medreseler’i, aynı Yapıları’yla Dewâm etmiş bu Dewir’de.
Sultân Baybars (ö.1277)( Moğollar’ın Selçuklu’yu sıkıştırdığı bir
Zaman’da Yardım’a gelmiş ve Moğollar’a karşı Başarılı olmuş. Qayseri’de bir Hafta
kalıyor. Yedi Cami’de Farsça Büyük Mewlidler, Şölenler düzenleniyor. Şehr’in
Güzelliği’ne Memluklular Taaccüb ediyor. Mescid Ahâli’si anlayarak bu Mewlîdler’i
dinliyormuş. Mewlânâ’nın (ö.1273)( Mesnewî’yi Konya’da Farsça yazması, demek
ki o zamanın Wâqa-yı Âdiyeleri’nden idi. Anadolu’dan önce Horasan, Harezm
Bölgeler’i Moğol İstilâ’sı ile karşılaşıyor. Türkçe konuşan Horasan Erenler’i gibi,
Fârisî Ulemâ’dan da pek çok Kimse Anadolu’ya kaçmış ve geçmiştir. O zamanlar
Anadolu’suna Fârisîlik Uzak bir Durum değildir. Karamanlılar’ın Farsça’yı
önlemesi, Çarşı-Pazar’da konuşularak genelleşmiş bir Durum’a Müdâhale’dir. O
halde Qayseri’nin Etnik Yapısı’nda, Peştun, Tacik, Farsî Etki’yi de görebiliriz.
Yavuz Selim Zamanı’nda Qayseri artık iyice Osmanlı Şehr’i olur. Konya
Sancak olarak daha Geniş Yetkileri’ni sürdürürken, Qayseri, Sivas Sancağı’nın
Liwa’sı olmuştur. 1914’te Sivas’tan bağımsızlaşıyor. 1921’de Kısa Süre bazı
Bakanlıklar Qayseri’ye gelmiştir. Başkent’i Qayseri’ye taşıma Planlar’ı, Qayseri
Lisesi’nin Parlamento Bina’sı olması İhtimal’i daha sonra gerçekleşmeyecektir.
Yavuz Selim’in Çaldıran Seferi’nden(1514) sonra Qayseri bir daha
Osmanlı Hâkimiyeti’nden çıkmadı. Celâli İsyânlar’ı, Yeniçeri Ayaklanmalar’ı oldu
ama, Qayseri artık hep Osmanlı’dır.
Selçuklular Zamanı’nda Şehr’in İslâmi Dokusu’nun Örülmesi:
Türkmen Boylar’ı arasında Yesewîlik üzerinden Âhi Evran (ö.1261)(, Hacı
Bektaş (ö.1271)(, Baba İshâq Kefersudî (ö.1240)( Etkiler’i vardır. Âhilik, Ticâret
Ahlâqı’nı yerleştiren bir Tariqât. Nitekim Qayseri, Roma, Ermeni ve Selçuklu
Dönemleri’nde hep Ticâret Merkezi’dir. Esnâf Yapı’sı üzerinde Âhi Evran’ın
kurduğu Örgütlenme, Ocak-Loca’dan İcâzet almayı ve Meslekî Ahlâq’ı
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
39
yetkinleştirmeyi hedefliyor. Esnâf Örgütlenmesi ile, Uzlet ve Halwet’i değil, Şehir
Hayâtı’nı önermiş oluyor. Meclisler, Sohbet Gelenekler’i, Şeyh-Usta-Çırak Kardeşliği
(Âhilik) kuruluyor.
Bacıyân-ı Rûm, Âhiliğin Kadınlar’a Yönelik Örgütlenmesi’dir. Aynı Zaman’da
Gönüllü Savaşçılar’dır. Teyakkuz halinde Süwârî Birlikler’i oluşturulur. Atıcılık, Silah
Kuşanma Ta’limler’i yapılır.
Mewlânâ, Türkmen Tariqâtlar’ı ile Aynı Metod’u benimsemiyor görünüyor.
Moğollar’ın zamanla içimizde eriyeceğini öngörüyor. Bunda da Haqlı çıkmıştır.
Demek ki Qayseri’de bir Etnik Etki de Moğollar’dan. Mewlânâ, Şehirler’deki
Yerleşik Düzen’in sürüp gitmesini istiyor.
(Ermeni-Rûm, Fârisî, Türk olarak, Yerleşik Hayat’ın Ni’metleri’nden ve
Sanatları’ndan İstifâde eden Zümreler, Moğollar’a karşı daha Ilımlı olmuşlardır.
Göçmen Türkmenler ise, Şehirler’in Ni’metleri’nden daha fazla İstifâde etme
Yolu’nda Gayri Memnuniyetsizlikleri’ni Moğol Karşıtlığı üzerinden sürdürdüler
Tez’i ne kadar Haqlı’dır?)
Âhîlik Kanalı’yla Qayseri, Ticârî Örgütlenmesi’ni Din üzerinden başarmıştır.
800 Yıl önceden Âhîlik Geleneği dururken,2010ler’in Kalkınma Hareket’i
Tüccârları’nın “Kalvinist” Yorumlar’da Qayseri için övünülecek hiçbir Husus
bulmaları Garâbet’tir..
Qayseri Dârü’l-Fetih olduğu gibi, Maqarr-ı Ulemâ’dır. Ulemâ’yı cezb’eden,
toplayan bir Yer olduğu açık. Reisu’l-Ulemâ’dan biri Dâwûd el-Qayseri’dir
(ö.1350)(. Konya ile beraber Başkent olduğu Dönemler’de, Seyyid Burhâne’d-Dîn
(ö.1244)( gibi Horasanlılar’ı cezb’etmiştir. Hem Yesewî Kanat’tan (Âhîlik gibi),
hem Bayramî Kanat’tan Somuncu Baba (ö.1412)( , İbrâhim Tennûrî (ö.1482)(
pek çok Sufî ve Ulemâ buradan geçmiş.
Osmanlı’nın Sermimâr’ı Mimâr Sinan (ö.1588)( Qayseri’dendir. Köken’i ister
Devşirme olsun, ister Türk olsun, her iki halde de Şehr’i aşan bir İftihar Menbaı.
Devşirme ise, Sınıf Ayrımcılığı olmadığı, Kâbiliyet, Ehliyet gibi Rasyonel ve Ahlâqî
İlkeler’in Yükselme’de Geçerli Akçe olduğunu yansıtır. 98 Yıl’da 400 kadar Eser,
hepsi O’na ait değil. Bunu bir Üstad’ın Öğrenciler’i Tarafı’ndan yaptırılmış, Marka
Eserler olarak düşünmek lazım. Bu Usûl ya da Marka ile başka Ustalar da çalışmış.
Mimâri’de silinmez Damga’yı Mimâr Sinan vurmuştur.
Osmanlı’nın olmazsa olmaz bir Cewher’i daha Qayseri’den; (Ticârî Ekonomik Ahlâq
Konusu’ndaki Localar’ı ile Âhi Evran Cewher’i..
Tertil Dersleri’nde Şuayb Peygamber’i ve bu Wesile ile Ticâret Ahlâqı’nı
konuşurken, Qayseri’yi ve Âhiliği atlayamayız. Burada Kalvinist Tabiat’tan
bahs’etmek ne kadar Abes ise, Mimârlık Odaları’nın “Hiram Ustalar’a” öykünmesi
de o kadar Abes. Mimâr Sinan’ın Ad’ı, Mahalle’den, Park’tan çok Üniversite’de
yaşamalı.
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
40
Hollanda’da 1500’lerde Mason (Taş Ustası- Mimâr) denilen Rönesans
Kurumlar’ı görülür. Kilise’ye Bağlı olmayan Free-Mason (Farmason) bu Örgütler,
aksine hiç de Özgür değil. Gizli Teşkilat Örgütlenmesi olarak, Süleymân Mescidi’nin
İnşâsı’nda Çalışma Azm’i İfâde edilmiş oluyor. Mimâr Hiram Usta, Latince Mason,
Yahudi olmayan bir Ecnebî olarak Ma’bed’in Yapımı’ndaki Mimâr’dır. Bu Durum
Qur’ân’da “Cinler’in Çalıştırılması” olarak geçer. 82
O Mimârî Yapı’nın Haqiqî Sâhib’i biz isek, Sur Kral’ı Hiram Usta83 ve Cinler
bizim için çalışmış olur. Yahudiler, Siyonizm Felsefesi’nde, yeniden Yahudi
Dewleti’nin İnşâsı’nda, Yahudi olmayan Mimârlar’ın Siyonizm’e Hizmet’i olarak
bunu değerlendiriyorlar.
Mimâr Sinân’ın Qudüs’e, Mescîd-i Aqsâ’ya Katkısı’nı düşündüğümüzde,
eğer o Devşirme bir Ecnebi ise, tıpkı Hiram Usta gibi bir Katkı’ya Tanıklık etmiş
oluruz (Teşbih her zaman hayli hayli Hata da barındırır) . Qubbetü’s-Sahra’da,
Ka’be’de yine, Mimâr Sinân Eserleri’ni görürüz.
Hacı Bayrâm-ı Welî (ö.1429)( .. Papa 16.Benediktus`un Skandal
Açıklamaları’nda Bayrâm-ı Welî Tekrar Gündem’e gelmişti. Osmanlı`nın Vassal’ı
olan Bizans İmparator’u II.Manuel Palaiologos (ö.1425)(, henüz Prens iken bir
Savaş Münâsebeti’yle Ankara’da bulunuyor ve Hacı Bayrâm-ı Welî’ye Misâfir
oluyor. Manuel’in tek Taraflı Hikâyesi’nde “Pers Müderris” diye geçen Kişi’dir O.
Akşemse’d-Dîn’in (ö.1459)( Şeyh’i, Somuncu Baba’nın Mürîd’i, Bayrâmiye
Tariqât’ı’nın Öncü’sü.
Bu Târih’te, Qayseri’de Yesewî Meşrebli Âhîlik Güç kaybetmiş ve artık
Mewlewî-Bayrâmî Meşrebli Tariqâtlar Hâkim olmuştu. Naqşîlik ise çok daha Geç
Târih’te, Sultân Abdu’l-Hamîd Zamanı’nda (ö.1918) Anadolu’da yayılacaktır.
Şehir’de 1600’lerde %9 olan Gayr-i Müslim Nüfus, 1800’lerde % 22’lere
çıkıyor. Müslüman, Ermeni, Rûm Mahalleler’i ayrı ayrı’dır.
Cumhuriyet Dönemi’nde 1970’lere kadar Nüfus’ta 100.000’li Raqamlar
yoktur. Ermeni ve Rûm Kiliseler’i Osmanlı Hoşgörüsü içinde hep Faaliyet Hâli’nde
olmuş.
82 34/es-Sebe 13 83 II.Samuel 5/11
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
41
Tımar, Has, Zeâmet Sistemler’i, Mütesellimlik Sistem’i burada da
uygulanıyor. Alaylı olarak Âileler, Ayânı’nı, Eşrâfı’nı oluşturuyor. 1600’lerden böyle
Köklü Âileler ve Reqâbetler var. Çapanoğlu Âile’si bunlardan biri. “Altından
Çağanoğlu çıkar” Atasözü onlar için söylenmiş. Tekstil, Boyacılık, Barutçuluk 300-
400 Sene önceye gider. Yine Pastırma-Sucuk Qayseri ile özdeşleşmiş, Asırlar
öncesine giden Gıda İmâlât’ı Örnekler’i.. Et’i Kokutmadan Saklama’nın Usta’sı olmuş
Şehir. Bir Şehr-u Lahm(?) (Beytu’l-Lahm)…
CAMİ-i KEBİR yanında Melik Muhammed Gâzî Qabr’i 84
……….
Buradan, Melikgazi’nin Qabr’i Başı’ndan Sultansazlığı’na geçmeden Önce
Karakürkçü Mahallesi’ne geçiyoruz. Rahmet yağıyor üzerimize.
KARAKÜRKÇÜ MAHALLESİ KUŞOĞLU EVİ’NDEN SULTAN SAZLIĞI’NA85
Bismi’llâhi’r-Rahmâni’r-Rahîm,
Sultân Sazlığı’na, diğer Adı’yla Kuş Cenneti’ne yapacağımız Kısa Ziyâretimiz
Öncesi’nde, buradaki Mekan’da da bir iki şey söylemeyi, bir Wicdan Borcu olarak
hissettim. Burası Arkadaşlar, Bizim Âilemiz’in Evi’nin bulunduğu Yer. Dedem’in
(İbrâhim Karakuşçuoğlu) Dedesi’nin (Kuşoğlu İbrâhim) bulunduğu Yer, bu
Mekan. Bu Binâlar da herhalde bir-iki Sene’ye kalmaz, tamamen yıkılacak, Eski
Qayseri’nin bu Alan’daki Bölgesi’nde de hiçbir Taraf kalmamış olacak.
Şurda yer alan bir Câmii vardı, Karakürkçü Camii, hala da var orda, ondan
dolayı burası Karakürkçü Mahalle’si idi. Burada 5-6 Tâne Mahalle var. Hepsini
birleştirdiler şimdi, Gülük Mahalle’si olarak adlandırıyorlar. Aslında Gülük
Mahalle’si, Gülük Câmii’nin bulunmuş olduğu Kısa Yer. Ve Gülük Câmii,
Danişmendliler’in Kurduğu Camii. Bu Bölge ve İskân da onlar Zamanı’nda,
Qayseri’nin İlk İskan Bölge’si, Danişmendliler Dönemi’ndeki Qayseri’dir burası.
Kurulduğu yer burası. Bu bakımdan gelmiş olduğumuz Câmi ile Bağlantısı’nı (Câmii
Kebir de Danişmendli Yapısı’dır ve Qayseri’nin Fâtih’i Melikgazi Türbe’si de
oradadır) Mahalle ve Ciwar üzerinden böylece kurmuş olduk.
Gideceğimiz Yer ile de Bağlantısı var, bu Mahalle’ye gelmemizin. Âile
Geçmişimiz ile alaqalı, beni biçimlendiren, Fikrî Yapım’ı kuran Şeyler’in, Qur’ân’la
berâber diğer Besleyici Yönler’i dışında, Özel Alanı’na giren Bölümü’ne dâirdir şimdi
söyleyeceklerim. Benim Dedem’in Ad’ı, İbrahim. O’nun Baba’sı da Mehmed, ve
O’nun Baba’sı da İbrâhim. Bu Ev, İbrâhim’in Dede’si olan, Büyük İbrâhim’in Ev’i.
Burası yıkıldı, 20-30 Sene önce vardı. Şu Yıkık Alan, şimdi Arazi olan Yer. Dewâm
eden, şu Ana Cadde’ye çıkan ara Boşluk var, orası, bir Harâbe Şekli’nde kalmış, Ufak,
birkaç Döküntü Taş Yığını üstü’ndeki Arazi var, O Binalar’dan kalan Yer olarak. Bu
Müştemilât, bizim Dedelerimiz’in Dedeleri’ne âit olan Yer. Daha Büyük olan
84 Nisan 2013 85 Nisan 2013
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
42
İbrâhim Dedemiz’in buradaki Nâm’ı, Kuşoğlu İbrâhim. ‘Ersözlü’ öncesi Qabile
Soyadımız, Karakuşçuoğlu idi. Bu Soyad’ın, Kuşoğlu Nisbet’i Dedem’den, Kara
Nisbet’i ise Karakürkçü Mahallesi’nden geliyor. Karakürkçü’nün Kara’sını
almışlar, Kuşoğlu Nisbeti’ni de alıp Karakuşçuoğlu yapmışlar. İsim çok Uzun
olduğundan, Kayıt-Kuyutlar’da Zorluk çıkarttığı için, oturmuşlar bunu Kısa bir İsm’e
dönüştürelim diye, bizim Ortaokul’a gittiğimiz Dönemler’de Ersözlü olmuşuz.
Bu Karakuşçuoğlu’ndaki Kuş Hikâye’si, benim Derslerim’de önemli bir
Motif, biliyorsunuz. O’nun Hikâyesi nerden kaynaklanır, şimdi onu söyleyelim.
Dedem’in Dede’si Rahmetli’nin (Seyyid Burhane’Dîn’in Ağuşu’nda yatıyor, orayı
Ziyâret’te Fatihalar okumuştuk Konya Kampı’ı Öncesi86) Kuşlar’a olan özel bir
Düşkünlüğü varmış. Aynı zaman’da Mahalle’nin Hayvanları’nın da, bunların
Besleyici’si, Hâmi’si, Sokak’ta kaldıklarında bunlara Ekmek veren, dağıtan, Kuşlar’a
Mahzeni’nde Yer açan, onları orada besleyen, onların çıkarttıkları Sesler’i, Allâh’ın
Zikr’i olarak algılayan, o anlam’da bir Kuş Dili ile, Kuşlar’la İrtibat’ı dolayısıyla,
Mahalleleri’nde böyle bir Ün kazanmış. Kuşoğlu İbrâhim, Dedemler’e böyle İntiqal
etmiş.
Evet, bizim Kuş Dili üzerinden Sembolizmimiz’de İbrâhim’in Kuşları’nı,
Dedem üzerinden bir İbrâhim olarak; gideceğimiz yer (Sultan Sazlığı) Açısı’ndan
da birkaç Sene sonra Eş’i Menendi kalmayacak bir Yer’den oraya kurduğumuz
Bağlantı’yı kuracak bir Ortak Nokta olarak bu Danişmend Mahalli’ne uğradık.
Kendi Âile Kökümüz üzerinden söylediklerim buna da Tanıklık etsin, Wicdan
Borcumuz’u ödeyeyim istedim. Kayseri’de bu Danişmendli İlk İskan Mahalli’nin,
henüz kaybolmamışken, içinde kaybolmayacak Hatırası’nı ve Hafızası’nı, Târih’in
Tanıklığı’na sunma Borcumuz’u böylece vermiş olalım. Rahmet olsun onlara da.
Birkaç Yüz Metre ötede, Aynı Cadde üzerinde Yükselen Modern Apartmanlar’ın
Balkonu’ndan (Yunusemre apt.) Hüzün’le bakacağım Safa Mektebi Etekleri’nde
eriyen Mahalle’ye.. Beled-i Kayseri’nin Azınlık Mahalleler’i üzerinden İmar etmek
istediği Eski Kayseri ve eriyen Karakürkçü Mahalle’si.. Hala içinde oturanı olan
Annem’den Dedem Cüzdancıoğulları’nın Torun’u Ahmed Şahin’in Ocağı… Dâwûd
el-Kayseri K.D.Derneği İznik’te Süleymân Şah Medresesi’nin birbir Kopyeleri’ni
burada yükselttirmeyi aql’der mi, Emek verir mi acep!. )
Ve Sultansazlığı Yolculuğu.
SULTAN SAZLIĞI -KUŞ CENNET’İ-87
Sultan Sazlığı’nda yapmayı planladığımız Konuşma’yı, ona Mücâwir olan bu
Alan’da, zâten Geniş bir Bölge’ye yayılmış bu Arazi’nin bir Bölümü’nde, burada
özetlemeye çalışalım. Gönül ne Kahve ister ne Kahvehane Deyişi’nde olduğu gibi,
Gönül yönelmek (Gönüllenmek) ister Kuş Bahane, diyerek konuşacağımız Şey’e
Wesile olsun, hatırlansın diye Sohbetimiz’i yapmaktayız. Arkadaşımız, ‘Sultan Ad’ı
nerden geliyor?’ diye sormuştu. Buranın MÖ.2000 Sene öncesine giden 4000 Yıllık
86 Nisan 2011 87 Nisan 2013
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
43
bir Geçmiş ile Kazılar’da Buluntular’ın olduğu gözüküyor. Hititler Dönemi’nde
III.Hattuşaş, onun Karı’sı (Tavananna) Puduhepa denen Kadın’a ait Kabartmalar
bulunmuş, Değişik Yerler’de yapılan Kazılar’da. Ve dolayısıyla buradan geçen Sultan
ve Sultâniyeleri, III.Hattuşaş’tan dolayı hatırlamış olalım. Sultâniye üzerinden de
Melike’yi hatırlayabiliriz. Hattuşaş, Hitti Kelimeleri’yle Hüdhüd Kelime’si arasında
Ses Yakınlığı’nı ve Kuşlar’la Münâsebeti’ni düşünürseniz bunu bir Wesile olarak
kullanarak bu Bahisler’de, Kuş, Hüdhüd, Melik ve Melike Bağlantıları’nı
kullanabilirsiniz.
Bölge 1970’lerde Milli Park hâli’ne getirilmiş, daha önceki Dönem,
enteresan, o Zamana kadar 20 Yıllık Politika ise, Bölge İnsanı’nın İsteği üzerine
buralar Bataklık olarak duyurulmuş ve kurutulması istenmiş, Islah edilmesine
yönelik bir İstek. Ve burayı besleyen Su Hawzalar’ı,Kanallar tıkatılıyor ve buranın
kurumasına Bataklık’tan çıkarılmasına ekilmeye Müsâit Yerler’e dönüştürülmesine
dâir, böyle bir Bilinçsiz Siyâset yürütülüyor. İşin peşine düşen bu İş’in Bilimi’ni
yapan Bilim Adamları’nın farq’ettiği ve farq’ettirdiği Raporlar’ın, buraya Dikkat
çekmeleri üzerine ise bu Wahim Yöneliş kapanıyor ve 70’lerde söylenildiği gibi,
Milli Park hâli’ne dönüştürülüyor. 300 Ciwarı’nda Kuş Türü’nden bahs’ediyorlar,
daha çok Su Kuşlar’ı denen türler. Kimisi burada Mekan tutmuş.
Evet, 4.000 Yıl Öncesine kadar giden Geçmişi’nde bu tür Kabartılar
bulunmuş. Bölge hem Develi hem Yeşilhisar, İncesu sonrası ve Yahyalı, bunların
Kesişim Alanı’nda bulunan bir Yer. Görüldüğü üzere 40 Yıllık bir Geçmiş ile Milli
Park İlan edilmiş olduğu bir Süreç
var. Bataklık olarak algılandığı bir
Dilim ile, Cumhuriyet’in bir çok
Şey gibi kurutmaya çalıştığı ama
buna rağmen yaşamakta ve
Hayat’ta kalmaya çalışan, direnen
bir Bölge. 300 Ciwarı’nda bir Kuş
Türü’nden bahs’ediyorsunuz. Bu
Sayı da bize Meşhur Simurg
Efsânesi’ndeki 30 ile Sembolize
edilen Şey’i yine çağrıştırıyor.
300’lü Raqam, bunları wesile
edebilecek bir Konuşma Zemin’i yapabiliriz. Bu Bölge’yi farq’edebilir, Şuur edebilir,
canlandırabiliriz. 2009 Yılları’ndaki Belediye Seçimleri’nde, bu Yöre’ye sizin
Parti’den o sırada buraya gelenlere söylemişinizdir herhalde, bu Bölge’nin Önem’i
ile alaqalı bu Konular Gündem’e gelsin vs. diye hangi Yönler’den bir Rapor Hâli’ne
dönüştürülebilir, hangi Yönler öne çıkartılabilir, bunlar konuşulmuştur. Yine aynı
Yıl yaptığımız 2009 Nisan’daki Kozaklı’da gerçekleştirdiğimiz Kamp, orda da Kuş
Tema’lı bir Sunum yapmıştım, “Kuş’lar’ın Dil’i” üzerine. Tabi o Zaman aslında
buraya gelip O Kamp’ı buraya bağlama Niyetim vardı ama, kısmet Elazığ Gezisi’ne
yerleştirmek üzerinde Nâsib imiş, onu da hatırlamış olalım.
2008 Hacc Sezonu’nda Arafat Bölgesi’ne gider iken, Dağlar’ın Eteği’nde bir
Alan gösterdiler, bu Alan’da Fil Muharebesi’nin gerçekleştiği, Fil Orduları’nın
burada Dağlar’ın Tepeleri’nden gelen Kuşlar’ın Helak ettiğini, oradaki Rehberler
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
44
anlatıyorlardı. Ordular, Filler ve yukarıda Kuşlar, bunların karşılaştığı Alan’da bir
yaşanmış olan Hikâye. Hz.Dâwûd’un bir Mekan üzerinde, Dağ Mekan’ı üzerinde
İnşâ etmiş olduğu Mescid, orda Kuşlar’la olan Rabbi’ni Zikri’ni okuruz Qur’ân’da.
Tabiatı’yla Kuş Sesi, onların toplanmış olduğu Hawza, buradan Allâh’a giden bir
Zikr’i yakalayabilmek için biraz “Şâir” olmak lâzım. Yani, İş’in Şuuru’nda olmak
lazım. Bastığın Yerler’i, taşımış olduğu Değerleri’ni, Târih’i içerisinde Değişik
Aşamalar’ı birbirine ekleyerek buluşacak bir Bağlantı’da değerlendirmek lazım.
Kuşlar’ın Yolculuklar’ı, Kış Yolculuklar’ı var, Yaz Yolculuklar’ı var. Yine Yol’da
gelirken tek başı’na duran, Elektrik Direği’ne konmuş olan bir Leyleği gördük.
‘Leyleği Hava’da gördük’ demek Ev’i terk etmek demek. Leyleğe “Hacı Leylek” deriz,
Yaz Ayları’nda Mekke’ye doğru Göç ettiği için. Göçmen Kuşlar, Göç, Muhâceret, bu
Muhâkeme Edebiyatımız’da epey bir Anlamlı Çağrışımlar, Zengin ve Değerli İfâdeler
vardır. Yaz, Kış Yollar’ı, Kuşlar’ın Güzergâh Değişimi’ndeki bir Alan olduğunu
Kaynaklar söylüyor, bu Bölge için bize. Yine, bu bize Qureyş Sûre’si işlemelerinde
bir Zemin olabilir, Wesile olabilir; Qureyş’in Yaz ve Kış yaptığı Yolculuklar, Mekke
Etrâfı’nda şekillenen, Mekke’deki Ebâbil Kuşlar’ı, bu Bölge’deki Yaz ve Kış
Kuşları’nın uğradıkları Alan, buradaki Göçler, onlar Wesilesi’yle Bataklığı korumak,
yani bir Dizi işlenmeye Hazır, Edebiyâtçısı’na İlhâm verecek olan, Ressamı’na İlhâm
verecek, Târih Bilinci’ne İlhâm verecek olan, Büyük Mantıqu’t-Tayr Edebiyâtı’nı
besleyecek olan, Anadolu’da Nâdir, Dünya’da Nâdir, Yerleşimler’den bir Tâne’si
diye okuyabiliriz. 40 Sene önce Heba ettiğimiz, tekrar canlandırabilmeye çalışılan,
ne kadar canlandırabilirsek artık, ki burayı Milli Park yapıp canlandırma
Ameliyesi’ne girişmiş olanlar, sadece Maddî, Fiziksel Yönü’nü canlandırabilecek.
Ama bizim gibi İş’in, diğer taraftan başka Yönleri’ni önemseyen Arkadaşlar
Açısı’ndan ise, buranın çok daha Derin Okumaları’na, bazı önemli Meseleler’in
konuşulmasına Zemin olabilecek Toplantılar’a Konu edilebilir olduğunu söylemiş
oluyorum. Bir Asr-ı Sânî Waqti’nde, Sindelhöyük’teki bu Cami’nin Bahçesi’nde
bunları paylaşıyoruz. Geçtiğimiz Mekan’la ilgili daha söylenecek çok Şey var, ama,
bu Günlük Hedefimiz’e bu kadar ulaşabildik. Geçmiş olduğumuz bu Mekan’da,
Sultan Sazlığı Ciwârı’nda söylenmesi gereken, Şuur edilebilecek Nirengi
Noktalar’ın altını böylece çizmiş olduk. Kalanlar’a Selâm olsun, diyerek Kuşlar’ın
Cıvıltılar’ı arasında Sindelhöyük Cami’si Bahçesi’nde yaptığımız bu Söyleşi’yi
noktalandırıyoruz.
Sultan Sazlığı Kuş Cenneti’ne Yolculuğumuz’da Yaz’ı ve Kış’ı birlikte
yaşadığımız Süwari Birliğimiz, ancak Yoğun Dolu Yağış’ı, Yağmur ve Fırtına’nın
Aqabinden, belki de Yanlış Yollar’dan gittiğimiz için Çamur’a saplanma gibi
Tehlikeler’i atlayarak, şöyle Uzak’tan Selamlama ile yetiniyoruz. Bu Konuşma’yı
yapmaya Wesile olacak Sindelhöyük’teki Bahçe’nin Kuşları’na Selam edip, ‘Yolcu
Yolu’nda gerek’ diyerek Erciyes’e doğru Rotamızı çeviriyoruz. ‘Selam size Hacı
Amcalar, Hacı Leylekler’… )
Anlatıcı:
19 Nisan 2013 Cuma Gün’ü, Dâwûd el-Kayseri Derneği Önü’nden Gece’nin 23’ünde
Elazığ’a gitmek üzere Otobüs’le yola çıktık. Otobüs neredeyse tamamen dolu. Uyku ve Uyanıklık
arası, Yağmur altında bir Yolculuk Sonrası Sabah Namazı’nı planladığımız şekilde Malatya’da kılmak
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
45
üzere Sabah Ezanla’rı Eşliği’nde Merkezi bir Ulu Camii arayışımız Sonuç verdi ve 100 Yıllık bir
Osmanlı Camisi olan Malatya Yeni Camii’nde Sabah Namazı’nı Eda ettik.
Bir Saat sürecek Elazığ Yolculuğumuz’a Sabah Serinliği’nde Dewâm edip Maraton Otel’e
ulaştık. Kahvaltı Esnası’nda diğer Şehirler’den gelen Arkadaşlar’la beraber Elazığ’da bize
Mihmandarlık edecek Arkadaşlarımız’la buluştuk.
Kahvaltı Sonrası IX.Tenwir Kampı’nın İlk Programları olan Panoramalar için Otel’in
Toplantı Salonu’na geçildi. Tenwir Derneği Proje Sorumluları’ndan Mustafa Özenoğlu, Mustafa
Ersözlü, Beşir Utlu ve Osman Gerçek’in Sunumları’ndan sonra Öğle Namazı’nı kılmak üzere Kent
Merkezi’ndeki Târihi İzzetpaşa Camii’ne gidildi.
Anlatıcı:
Kamp Öncesi’nde Kayseri’de verilen ilgili Seminerler’i aktarmak için ara vermiştik. Şimdi
kaldığımız yerden, “2.Bölüm” diyerek Dewâm ediyoruz. Kimi Yerler’de tekrarlar olabilir ama, burada
hepsinin dışında özellikle Dikkat çekeceğimiz Husus, “Haq ile Bayram” Konu’su üzerine olacak. Haq
ve Bayram Kelimeleri’ni Osmanlı’da ve Modern Dönem’de kimi Örnekleri’yle, Seçmeci bir Algı ile ele
alacağız. Algı’da Seçicilik ile öne çıkaracağımız Kesitler, buradaki Kazanç’ı gösterecek. Ankara’nın
Kurucu Unsurları’nı, Hafızası’nı Hatırlatıcı bir Tefekkür Saat’i ile bizim de Kazancımız olarak Şehr’e
Weda ederiz İnşâallah.
‘Haq’ ile Bayram Etmek’ Konulu Tenwîr Kampı’nın VII.nde Ankara Yolculuğu Öncesi, 27
Nisan Cuma Gün’ü Cuma Namazı’nı Kayseri İbrâhim Tennûrî Mescidi’nde İhyâ ettikten sonra,
İbrâhim Tennûrî üzerinden, Mewlânâ ve Hacı Bayram Bağlantıları üzerindeki Değerlendirmeler’i
Kemal Ersözlü,Tennûrî Mescidi’nin Son Cemaat Mahali’nde gerçekleştirdi.
‘…
İbrâhim Tennûrî Mescidi’ndeki bu Cuma Hitabesi’nden sonra, Mescid’e çok Uzak olmayan Kayseri
Lisesi’ne Ziyâret’te bulunduk. 100 Yılı aşan Mâzi’si ile Sakarya Muhârebesi’nde Son Sınıfı’nın
Tamamı’nı Şehîd veren Kayseri Lisesi’nin, İstiqlal Harbi’nde ve Sonrası’ndaki I.Meclis Dönemi’nde
Önem’i büyük’tü. Düşman Saldırı’sı Karşısı’nda Varlık Endişe’si yaşayan Ankara’daki Meclis’in bir
ara Kayseri Lisesi’ne taşınması kararlaştırılmış, bir kısım Eşyalar getirildikten sonra Düşman
bertaraf edilip Waziyet’e Hakim olununca bu Qarar’dan waz’geçilmişti.
Asırlık Çınarlar’ın bulunduğu Kayseri Lisesi’nin Bahçesi’nde Kemal Ersözlü Tarafı’ndan bir
Saat’e yakın, Ayak Üstü bir Seminer verildi:
‘…
TENNÛRÎ HİTÂBE’Sİ
Şehir Bağlantılı olarak, Mekanlar’ın Şahsiyetler’in, Târihsel Kesitler’in
Bağlantıları’nı kuruyoruz ki, çıktığımız Kentler’den vardığımız Mekanlar’a bir
Rahmet taşıyalım, onlarla beraber Rahmet yaşayalım Murat ediyoruz.
Gittiğimiz Mekanlar’da Târihsel Kesit’te Değer’i en Yüksek olan Mekan,
Qur’ân’ın Şâhitlik ettiği Antakya/Habibü’n-Neccâr Mekanı’ydı. Habibü’n-
Neccâr’ın Ruhâniyet’i altında onları hissetmeye çalıştım. Öldürülen ve Allâh
Yolu’nda Şehid edilen bir İnsan’ın Allâh Tarafı’ndan İkrâmlar’a Mazhar olduğunu
YâSîn Sûresi’nin 2.Sayfası’nda Rabbimiz bize hatırlatıyordu. YâSîn Sûre’si ‘Ölüler’e
işittiremezsiniz, Diriler işitir’ der, Ölü kimdir, Diri kimdir, bu Karşıtlığı orada
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
46
yaşayabiliyorsunuz. Allâh ‘Yolu’nda öldürülenlere ‘Ölüler’ demeyin’ diyen Qur’ân-ı
Kerîm’de, onlar ‘İşitmeyenler’ Sınıfı’na değil, tam tersine ‘İşitenler’ Sınıfı’na giriyor.
Habib’ün-Neccâr işitiyor, ama O’nu ‘Diriler’ işitmiyorlardı. Çünkü ‘Ölü olanlar’
onlardı. ‘Allâh Yolu’nda ölenlerin işittiklerinin Kanıt’ı oluyor, bu. Şehâdet, Tanıklık
etmek, sâdece Canı’nı Allâh’a vermekle Sınırlı bir Olay değil. Qur’ân-ı Kerîm
İnsanlar’dan yaşarken Tanıklık/Şâhidlik etmelerini istiyor. Ve Mü’minler Önderlik
ederlerse, Önderliğe Tabi olurlarsa, Sâbiqûn-i Ewwelîn olmak isterlerse, onlar
Ölümsüz’dürler. Bu anlam’da, Allâh Yolu’nda ‘Şehîd’ olarak Ömürler’i son bulmasa
da tüm Peygamberler aynı zaman’da ‘Şehîdler’dir. Canı’na
qasd’edilemeyen/öldürülmeyen Peygamberler’in şimdi Sağır olduğunu mu
düşünüyorsunuz? Onlara yapılan Salât-ı Selâm’ı, almadığını mı sanıyorsunuz?
Demek ki Şehâdet’in ‘ölmek’ dışında, Önderlik/Öncülük Anlam’ı da var.
Bu Coğrafya’nın İmârı’na İmânları’yla Tanıklık etmiş olan Kişiler’in
Maqamları’nda/Meqkileri’nde o Gizlenmişliğin içerisinde Arayışımız’ı
sürdürüyoruz. Ölüler kim, Diriler kim, biraz da tersi’nden bakmak gerekiyor. Ölü
olan Kimler, Şehâdetleri’yle ölenler kimler
bunları Sözkonusu edelim.
Allâh bizim Günahlarımız’a Mağfiret
eder, Hatalarımız’ı affeder, İyiler’den olarak
Yaşamımız’ı sonuçlandırmayı bizlere Nasib
ederse, ‘Kazanan İnsanlar’la –öğle
umuyoruz- Ebedî bir Dostluk yaşaya-
cağımıza inanıyoruz. İbrâhim Tennuri
öyledir, Hacı Bayrâm Welî öyledir.
Konya’da yaşadığımız, Kırşehir’de Peşi’ne
düştüğümüz ve Allâh Nasib ederse
gideceğimiz yerlerde Yâd edeceğimiz
Allâh’ın Mü’min Kulları’yla berâber olacağız.
Ölmüşlük olarak Târihsel Yaşlılığı olmuş olsa
da bu Mü’minler’in, Âhiret’te Yaş Farq’ı
olmayacağı için, Âdem a.ın Ewlâlar’ı aynı
Zaman Dilimi’ni aynı Yaş’ta yaşayacaklardır.
Bu Bakış Açısı’yla Dostluklarımız, Arka-
daşlıklarımız yaşadığımız Mekanlar’la Sınırlı
değildir. Büyük bir Âile’nin yaşayan
Bireyleri’yiz. Bu hâli’yle Allâh’a verdiği Söz’e Sadâqât gösteren ve ‘el-Emîn’olan ,
onların Dostluğu’nun, Dost olma Arzumuz’un Peşi’ne düşmüş oluyoruz. Ve bu
Şehr’in Geleceği’nin yeniden İslâm’la yoğrulması Muqadder olabilirse, bizim bu işte
bir Katkımız olabilirse bu İş’in Peşinde olmuş olanlar kimlerdir, bunları tanımalıyız.
İbrâhim Tennûrî üzerinden de Kayseri’nin önemli bir Kesiti’ni konuşmuş olacağız.
Bu Mescîd’in Bitişiği’nde Medfun, Beden’i buradadır. Ama Ruhâniyet’i, Bedeni’nden
de Özgür. Allâh bu Dostluklar’ın Selâmını-Sabahı’nı onlara işittirebilir. Onlar bizden
Uzak değillerdir, bizi görebilmekteler. Salât ve Selâmımız’dan bir Gurur Duyuş’u
Sözkonusu değildir. Ben Taswip etmiyorum. Şeyh olarak nitelendirilmelerinden bir
Şikâyetler’i varsa, bundan da bîhaberiz. Ama onunla ilgili, ‘Şâirlik’ Şiir, Şuur etmek
... Sembol, İşâret demektir. Sembol Kelimesi’ni
kullanmazsak, Âyet, Remz, İşâret diyebilirz. Qur’ânî Dil Açısı’ndan Âyetler demektir.
Mekan Allâh’ın Âyeti’dir, Meşâîr Allâh’ın Âyeti’dir, Ka’be Allâh’ın Âyeti’dir,
yaşayan İnsân bizzat Allâh’ın Wahyi’ne Tanıklık ederek ‘Âyet’ullâh’ Allâh’ın Âyetler’i olur. Bu Yönü’yle
hem Mekan ve hem de Zaman olarak İşâret
edilmesi gereken yerlere Şuur etmeye Çaba sarfetmiş
olacağız.
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
47
nasıl bir şeydir? konuşabiliriz Şâir, Herkesin göremediğini, görendir. Eşyâ-Zaman-
Mekan, Fâil, Mef’ûl Arasındaki Üst Dil’i görebilendir. Bağlantıları yakalayabilmektir
Şiir. Bunu yaparsanız, Kontakt kurabilir, buradaki Ruhâniyet’i hissedebilirsiniz ki
buradan Buluşlar, Buluşmalar halleri ortaya çıkar.
İbrâhim Tennûrî 1482‘de Dünyâ Hayatı’nı tamamlıyor. Dünya Yolculuğu’nu
Nihâyet’e erdirmiş oluyor. Zaman Kesit’i olarak yaklaşık 500 Sene Öncesine
götürmüş oluyor bizi. Onun yaşadığı Dönem’de Qayseri’nin Osmanlı’ya İltihaq’ı
gerçekleşmiş olduğu Dönem’dir. Öncesi’nde bu Topraklar Karamanoğulları
Egemenli’ğindedir.
1200’lü Yıllar’da Seyyid Burhâne’d-Dîn üzerinden, 1350 Yılları’nda
Qayseri’yi de aşan Boyutları’yla Dâwûd el-Qayserî üzerinden, ikisi arasına
yerleştirdiğimiz Âhî Evran Boyutları’nın yaşandığı Dönem’e götürmüş oluyor,
İbrâhim Tennûrî’nin Dönem’i.
Bu Kamp için de gerek buradaki Konuşmam’da, gerekse Ankara için
hazırladığım Konuşmalarım’da, bir Qısım Semboller’den yararlanarak, Sembolik
Okumalar’a da yer vereceğim. Sembol, İşâret demektir. Sembol Kelimesi’ni
kullanmazsak, Âyet, Remz, İşâret diyebilirz. Qur’ânî Dil Açısı’ndan Âyetler demektir.
Mekan Allâh’ın Âyeti’dir, Meşâîr Allâh’ın Âyeti’dir, Ka’be Allâh’ın Âyeti’dir, yaşayan
İnsân bizzat Allâh’ın Wahyi’ne Tanıklık ederek ‘Âyet’ullâh’ Allâh’ın Âyetler’i olur. Bu
Yönü’yle hem Mekan ve hem de Zaman olarak İşâret edilmesi gereken yerlere Şuur
etmeye Çaba sarfetmiş olacağız.
Bugun Eğitim Literatürü’nde kullanılan bir Kavram var. ‘Algıda Seçicilik..’
Bunu yapıyoruz aslında. İnsan’ın kendisi bazı Şeyler’i görmek ister bazı Şeyler’i
görmek istemez. Bazen Uzun geçtiğini düşündüğünüz ve sıkıldığınız Zaman’ın,
bazen çok Hızlı geçtiğini düşünürsünüz. Zaman aynı olsa da sizin Algılamanız’la
ilgili Uzun veya Kısa bir Zaman gibi İdrak edilebilir. Her bir Araştırmacı aynı
Biyografi üzerinden Seçiciliği ile Alaqalı olarak Farqlı Biyografiler çıkarabilir.
Okuduğum Şiirler’i üzerinden, görmek istediğim Taraf’tan bir
Anlamlandırma Çaba’sı içinde olduğum için, kendimce anlamlandırdığım bir Târih
Okuma’sı yapıyorum. Anlattığımız Sözleri’dir Naqilse eğer, anlattıklarımızı
anlattığımızca yaşamış olmaları ise muhtemel’dir. Menqîbeler böyle bir şeydir.
Menqîbeler, Normal Biyografi Yazım’ı değildir. Târihsel Gerçeklikler ötesi’nde
görmek istediğiniz Şey’dir, Hayat’ı bir başka Tür Yorumlama Tarzı’dır. İnsan’ın
kendi Dönemi’nde yaşamış olduğu Yaşantısı’nı, ondan Sonrakiler anlatırken, bu
‘Algı’da Seçiciliği’ yapıyorlar. Onun nasıl yaşamış olduğunun, Misyonu’nun, ortaya
koymuş olduğu Eserler’in, bulunmuş olduğu Konteks’le Bağlantıları’nı görmek
istiyorlar. Belki o Kişi’nin birebir yaşadığı Şeyler’i yansıtmasa da ondan Sonrakiler
Tarafı’ndan nasıl algılandığını yansıtır. Wuquu’ndan çok, Şuy’unu yansıtır. Ve Şuy’u
da Wuquu’ndan önemli’dir. Yaşamış olduğunun/Wuquu’nun Hesabı’nı herkes İlâhî
Adâlet Maqâmı’nda verecektir ama, Şuy’u onun Hayatı’nın Algılanış Biçim’i olarak
Sembolik’tir, Âyetler Dili’nde bir yer’i vardır.
Tertil Dersleri Kapsamı’nda yaptığımız Kamplar, okuduğumuz Âyetler’de
geçen Kelime ve Kavramlar’ın, Sözkonusu ettiğimiz Zaman, Mekan ve Şahıslar’ın
Hayâtları’nda Bağlantı kurarak, Tefekkürler’in Oluşum’u üzerinde bir Yürüyüş’tür.
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
48
Aynı Şey’i İbrâhim Tennûrî için de düşünebiliriz. 2012 içinde
bulunduğumuz Târihsel Waq’a ile irtibatlandırabiliriz.
Hz. Nûh a. Dönemi’ne bir Atıf’ta bulunalım. İçinde Çoğu Âilesi’nden oluşan
İyiler’in toplandığı ve Kötüler’in dışarıda kaldığı bir Gemi. Qur’ân-ı Kerîm’de bu
Gemi Olay’ı anlatılırken bir ‘Tennûr’ Kelime’si kullanılır. Ankebût Sûresi’nde, ‘Ve
Tennûr Fewerân ettiğinde’ , Tandır kızıştırıldı, Gemi Hareket etti Anlamı’nda bir
Kullanım’ı vardır. Bugünkü bildiğimiz Anlam’da Buharlı Gemiler gibi anlaşılmasa da
Soğuk Sel Sular’ı içinde günlerce süren bir Yolculuk Esnâsı’nda, içinde bulunanların
Isınma Maqsadı’yla ancak Evleri’nde olduğu gibi bir Çare’ye başvurduklarını
düşünebiliriz. Gemi’de Hayat’ın başlaması, ‘Ocağın tütmesi’ Anlamı’nda Tefsir edilir
bu Olay. Başlangıçta İ’tizal ettikleri Qawimleri’yle aralarının koptuğu, Ocakları’nın
tüttürebilecekleri yeni bir Dönem’e Yelken açtıkları bir Dönem’e Teqâbül ediyor.
Yani biz seni görüyoruz Duranlar ‘Gemi’yi gönderir’ veya ‘ağlayın Su yükselsin, belki
kurtulur Gemi’ diyen Şâir’in Algısı’ndaki bir başka Boyut geliyor. Günahları’ndan
İstiğfar için ağlayıp Gözyaşı Gökenler’in Gözyaşı Nehirleri’nde Kurtuluş Umud’u
arayan ‘Fewerân eden’ bir Çaba Şekli’nde Renkli Yorumlar da yapılır.
Dolayısıyla Simge’si ‘Tennûrî’ olarak anılan bir Şahs’ın, Qur’ân’da geçen bu
‘Tennûr’ Kelime’si Etrafı’nda düşünmemiş olması, Hayâtı’yla bir şekil’de
irtibatlandırmamış olması Muhal’dir. Nûh’un Gemi’si üzerinden bu ‘Tennûr’
Kelime’si ile ilgili olarak, İbrâhim Tennûrî üzerinde bir Çağrışım’ı, Bağlantı’yı
kurmak Gerekli’dir. Gemi’nin Fewerân etmesi, Gemi’nin yol alması Mânâsı’na
geliyor.
İbrâhim Tennûrî‘de doğduğu Yer’den yol almış, yaşayacağı Yer’e doğru.
Doğduğu Yer ve Yaşamı’nın Tamamı’nı geçirdiği Yer Qayseri değil. Onun Gemisi’nin
Fewêran ederek geldiği ve oturmuş olduğu Son Nokta Qayseri’dir. Meftun olduğu
Yer Qayseri’dir. Gemi’nin çıktığı Yer açısı’ndan, Sivas’ın Tennûr Köyü’nün Adı’nı
veriyorlar. Tennûr Adı’nın Önemli bir Gerekçe’si, Köy’ü ile ilgili olarak aldığı bir
Mahlas’tır. Tennûr Köylü İbrâhim Mânâsı’na geldiğini söylüyorlar.
Ansiklopedistler’in Tartışmalı bir Konusu’dur bu. Babası’nın Memleketi’nin
Amasya olduğu da söylenir. Sarraflık yapan Varlıklı bir Âile’nin Çocuğu. Babası’nın
Teşwiq’i ile İbrâhim’in İlim ve Şiir Aşk’ı birleşince, Eğitim Hayat’ı Konya’da
şekilleniyor. Mewlana Sarı Saltuk Adı’nda bir Müderris’ten Dersler aldığını, daha
sonra da oradan aldığı İcâzet’le Hunat Hatun Medresesi’nde Ders vermek üzere
görevlendiriliyor. Hunat Cami’nin yanındaki Medrese’de Ders yapma İmkan’ı
veriliyor kendisine.
Bu Medreseler birer Waqıf Binaları’ydı. Bu Waqfiye’yi waqf’eden
Kurucular’ın, Kuruluş Gâye’si olarak belirledikleri Yönergeler’i önemli. Buna
Muhalif bir Süreç Yanlış olurdu. Kurucular bu Medrese’de ‘Hanifi Fıqhı’ üzerine
Medrese Eğitim’i verilmesini kaydetmişler. Kaynaklar’a göre İbrâhim Tennûrî’nin
Şâfii olması dolayısıyla, Müderrisler’in bu Yönerge’ye ters davranamayacakları için
bir Sıkıntı vardı.. Böyle bir Gerekçe’yle, Mezhep değiştirmesi Sözkonusu edilemezdi.
Kendi Tercih’i ile Medrese’deki Görevi’nden Ferâgât ederek, Medrese dışı bir
Yapılanma ile Bağımsız Müderrislik Görevi’ni sürdürmek istiyor. Burası şu An
içinde bulunduğumuz Tennûrî Mescîd’i. Geçmişi’nde Zâhirî İlimler’e bir Yakınlığı
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
49
var ama Şartlar kendisini Halq’a daha Yakın bir Yer’e, İrfânî, İlimler’e yöneltmiş
oluyor. İştiyâqî, Arzu’su ve Süluku’nu burada geçiriyor.
Qur’ân-ı Kerîm’e olan İştiyak’ı ve onu dinlemeye olan Muhabbet’i, onunla
kendisini eşleştirmesi, anlatılan Olaylar’ı yaşar gibi içine girmişliği, onda Muazzam
Tesir İcrâ etmiştir. Tahayyül’ü Zor Şekil’de, kendisini Qur’ân Okuyuşu’nda
dizginleyemiyor. Okuduğu Wahy’in Ağırlığı ile Sara Nöbet’i geçirir gibi ateşlendiğini
söyleyenler, ona ‘Ateş’e dönen, yanan, Wahy’in Tesiri’yle Yanma Noktası’na gelen
Anlamı’nda ‘Tennûrî’ Wasıflandırması’nda bulunuyorlar. Tennûr Köyü’nden gelen
bir Adam’ın, Wahiy’le yakınlaşmasının doğurduğu bir Muhabbet de olabilir, bu Ateş.
Bu da bizi ona yaklaştırıyor ve Muhabbetimiz’i quwwetlendiriyor. Rasûlu’llâh’ın
Wahy’i alırken yaşadığı Hadiseler’i, İbrâhim Tennûrî, Wahy’i okurken yaşıyor.
Tennûr İsm’i Öncesi’nden
Babası’nın kendine taktığı İbrâhim Ad’ı
üzerinden de Sembolizm’e Dewâm
edebiliriz. İnsanlar İsimleri’yle Uyumlu
olmak, İsimleri’yle Müsemma olmak
isterler. Biz kendi İsm’i üzerinden bu
Bağlantılar’ı kurarken, herhalde kendisi
bunların çok daha Fazlası’nı Tefekkür
etmiş olmalı. Qur’ân-ı Kerîm ‘Gemi’de
taşıdıklarımızın’ Soyu’ndan diyerek
Nûh’u İbrâhim’e bağlar. Qur’ân, ‘Ulu’l-
Azm’ Paygamberler Sıralaması’nda
Nûh’tan sonra İbrâhim’i zikr’eder. Yani
Ulu’l-Azm Peygamberler’den Nûh’u
Tennûr İsm’i üzerinden İbrâhim’i bulur.
İkinci Peygamber, İbrâhim’le Adaş’tır.
Bu da onun Siyeri’ne Muhabbet
oluşturacak şekil’de daha Derinlikli
okunur. İbrâhim a.’ın atılmış olduğu
Ateş üzerinden de bir Tennûrî Bağlantısı
kurulabilir. Yanan Ateş’e atılan Hz.
İbrâhim, Allâh Tarafı’ndan Ateş’e ‘Serin
ol’ dendiği için kurtuldu. O Wecd Sâhibi
İnsan, İsm’i üzerinden bu bizim
hissettiğimiz Bağlantılar’ı yaşamış
olmalı. Medrese dışında kalmış ve burada İrfânî Eğilimler’i artmış bir Adam,
Sukûnet bulamıyor, Mânewî olarak yanan Alev’i söndürecek bir Ortam bulamıyor.
1300–1400’lü Yıllar’da Anadolu’nun Değişik Yerleri’nde ve Qayseri’de, bu Ateş’i
söndürecek değişik Ocaklar bulunuyor. Meşhur Anlam’daki bu Söndürücü Ocaklar
Tarikâtlar olarak adlandırılıyor. Ocak ile Tennûr Bağlantısı’nı burada da görüyoruz.
Ocak ve Tennûr, yani yanmakta, tütmekte olan Ocak. Ocak, Tandır’ı üzerinde
Yemek pişirilen, Duman’ı tüten ve o Yemek’le bereketlenen Mekan demektir. Orada
İkrâm ve Sofra açılır. İbrâhim Tennûrî, o anlamda Halîl İbrâhim Sofra’sı demektir.
İbrâhim’in Tandır’ı, Ocağı, oradan beslenilen yer Anlamı’nda bir Mânâ İnşâ’sı da
Tennûr’un Ateşi’nin İbrâhim’e Serin olması gibi, İbrâhim
Tennûrî de içindeki Yangın’ı söndürecek bir Serinlik
aramaktadır. Anadolu’da Âhîlik Yapılanması vardır.
Hacı Bektaş Dergâh’ı üzerinden bir Bektâşî Boyut’u
vardır. Bu anlam’da İbrâhim
Tennûrî, Âhîler’in veya Bektâşîler’in Dergâhı’ndan
beslenebilirdi. Kendisinin Mewlânâ’nın Şehr’i
Konya’dan gelmişliği Ciheti’yle Mewlewîler’in
Dergâhı’ndan beslenebilirdi. Hocası’nın Ön İsm’i bu
Bağlantı üzerinden yine ‘Mewlânâ’dır.
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
50
yapılabilir. Qur’ân’ın Sofrası’dır, Mâide’dir, İbrâhim Tennûrî de bunu Yemek
isteyebilir. Bunları Şâirlik Ciheti’yle, Şuur etmiş, hissetmiş, düşünmüş diyebiliriz.
Tennûr’un Ateşi’nin İbrâhim’e Serin olması gibi, İbrâhim Tennûrî de
içindeki Yangın’ı söndürecek bir Serinlik aramaktadır. Anadolu’da Âhîlik
Yapılanması vardır. Hacı Bektaş Dergâh’ı üzerinden bir Bektâşî Boyut’u vardır. Bu
anlam’da İbrâhim Tennûrî, Âhîler’in veya Bektâşîler’in Dergâhı’ndan
beslenebilirdi. Kendisinin Mewlânâ’nın Şehr’i Konya’dan gelmişliği Ciheti’yle
Mewlewîler’in Dergâhı’ndan beslenebilirdi. Hocası’nın Ön İsm’i bu Bağlantı
üzerinden yine ‘Mewlânâ’dır.
İbrâhim Tennûrî, yaşadığı bu Meşk Hâli’ni, Şiirler’le, Allâh’a bir Gülşen
olarak, bir Gülnâz olarak arz etmiş. Eserleri’de Kırşehirli Aşık Paşa’nın, Yunus
Emre’nin Esintileri’ni görmek Mümkün.
Ama bir başkası ona daha Câzip görünmüş. Yine Ankara’da Hacı Bayrâm ,
üzerinde konuşacağımız bir başka Weli, Somuncu Baba olarak bilinen Hamîdî
Welî bir İsim. Gönlü ona akıyor ve ona yönleniyor. Somuncu Baba’nın Öğrenci’si
Hacı Bayrâm’dır. Hacı Bayrâm’ın Öğrenci’si Ak-Şemse’d-Dîn’dir. Yaşadığı
Zaman’da bulabileceği Tekke Erdebilî Tekke’si Ak-Şemse’d’-Dîn’le
sonuçlanmaktaydı.
Erdebil’e gitmeyi, Tebriz’e gitmeyi düşünüyor. Hamîd-i Welî’nin
Ocağı’ndan yararlanmakla için. Buradaki Temsilcisi Ak-Şemse’d-Dîn’i duyunca
burası ona daha Maqul geliyor. Ve Beypazarı’na, onun kalmış olduğu Yer’e doğru,
Eşeği ile Yol’a çıkıyor. Vardığında onun Göynük’e gittiğini söylüyorlar ve o da
dönmesini bekliyor. Ve buluşuyorlar. 3 Ay boyunca kendiyle birlikte 3 Kişi beraber
Halwet’e/Riyâzet’e, Çilehane’ye çekiliyorlar. Bu 3 Ay süren Riyâzet Dönem’i Şaban
Ayı’nın 15.inde sona eriyor ve Beraat Gecesi’nde, Ak-Şemse’d-Dîn’den Riyâzeti’ni
aldığını söylüyorlar.
Şu Tarz Bağlantılar da kurulabilir: Yanmakta olan bir Ateş’ten bahs’ediyoruz.
Yanmakta olan bir Alev Sırâc-ı Münîr olan Şihâb olan Güneş için kullanılır. Yanan bir
Lamba’ya benzetilir. Bunun Mânâsı’nı Konya’da ‘Şems’e Perwâne olmak’ olarak
konuşmuştuk. Yanan Ateş Etrâfı’nda dönen Kelebeğin bir süre sonra Takatsiz
kalarak Ateş’in Etrâfı’na düşmesi gibi, Mewlânâ’nın ‘Hamdım, piştim, yandım’ındaki
gibi, Ocak, Tennûr, yanmak, pişmek Bağlantıları’nı hatırlayalım.
Tebriz’e gitmeye niyetlenen bir Adam’dan bahs’ediyoruz ki bu bize Şems-i
Tebrizî’yi hatırlatır. Bu Arayış onu Tebriz’e götürmedi ama kendini bir başka
Tirmiz’e, bir başka Şems’e götürdü ki bu Ak-Şemse’d-Dîn’dir. Onun Şems’idir.
Ak-şemse’d-Dîn. Şems’i Ateş olarak olarak görürseniz, İbrâhim Tennûrî, asıl Ateş
olan Şems’e doğru yürüdü. Konya’daki Mewlânâ-Şems İlişkisi ve orada geçen
Olaylar’ın bir Benzeri’ni bu şekil’de irtibatlandırarak da okuyabiliriz. Tennûrî,
buradaki Dîn’in Ateşi’ne Dîn’in Şems’ine yöneldi. İbrâhim’in Ateşi’ne Allâh ‘Serin ol’
dediğinde, Ateş Serin olmuştur. Bir Hacıbektaş Tekkesi’ne yürüyen Yunus Emre
üzerinden, ‘Himmet mi istersin, yoksa, Hikmet mi?’ Sorusu’nda ilk önce birine sonra
bir diğerine yöneldi. Ak-Şemse’d-Din de Beypazarı’nda hem Hekim olarak Termiz
etmiş, Hastalıklar’ı Tedâwî eden bir Hekim, aynı zaman’da taşımış olduğu Hamîd-i
Welî üzerinden Mânewî Ocağı Temsil ediyor. Varıp buluştuğunda, ‘Hasta’yım, ben
sana Şifa bulmak için geldim’ diyor. Menqîbeler bunun Ak-Şemse’d-Dîn’e Malum
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
51
olduğunu söylese de İbrâhim’in bu Ateşli Hâli’nin Tedâwi’si de Ak-Semse’d-Dîn’e
Bağlı’dır. ‘Bildiğin Tarz bir Hastalık değil benimkisi, benim Hastalığım senin
Ocağı’nın Himmet’i ile Sukûnet’e erebilir’ diyor. Âdeta Himmet mi Hikmet mi
Sorusu’nda olduğu gibi, Maddî Hekimlik mi yoksa, Hekimliğin Hâkimlik Boyut’u olan
Hikmet’le Bağlantı olan Tabipliği’nden İstifade etmek istiyorum diyor. Tabibü’-l
Qulub, Qalpler’in Tabibi’nden yararlanmak, dinmeyen bu Ateşim’i dindirmek için,
buradayım’ der. Yani Elektrik Voltajı’nı düşürerek kendine Zarar vermemesi
isteniyor. Şeyh’ten, burada kendine Zarar verebilecek Tür’den bir Ateş’e karşı Fren,
Frekans düşürme Wazife’si görmesi isteniyor. Bunu Tedâwî ediyor. Bu anlam’da
Fewerân eden İbrâhim’in Tennûru’nu, Tandırı’nın Alevi’ni Şemse’d-Dîn
dizginliyor. Kullanılabilir Enerji’ye dönüştürülüyor. Bu Menqîbe bize, İbrâhim’in
Tennûr Adı’nı alışındaki üçüncü Yön’ü veriyor. Bu tür Durumlar’da kendisini nasıl
Tedâwi etmesi gerektiğine dâir İpuçları’nı elde ediyor…
Maddî olmayan, Yol’un/Ocağın Tâlimatları’yla, Zikri’yle, Wirdi’yle kendini
serinletiyor. Böyle geçen 3 Ay sonunda kendisinden Görev İcrâ etmesini Talep
ediyor. Geri dönüş.. İbrâhim Tennûrî ile Alaqalı en
Anlamlı Tennûr budur. Tennûr ile Hastalıklar’ı
Tedâwî ettiği Husus’u bu Bağlantılar’la
konuşulmuştur.
Bizi buraya götüren Maddî Anlamda 2
Tennûr Olay’ı da vardır. Şemse’d-Dîn, yani ‘Dîn’in
Şems’i’ olan, yâni İlâhî Maqam’ın yerinden,
Qalbler’deki Hastalıklar’a Şifâ vermesi gereken bir
Üstad, İbrâhim’e Şifâ’ya Wesile oluyor. İbrâhim’in
Ateşi’ne, ‘Serin ol’ diyor ve ‘Ateş Bahçesi’ ‘Gül
Bahçesi’ne dönüşüyor. Ateş Bahçesi’ndeki Kırmı-
zılığın, Gül’deki Kırmızılığa dönüşerek, Gül
İbrâhim’in Hayâtı’nda Önemli bir Remz hâli’ne
geliyor. Verdiği 2 Eseri’ne/Diwânı’na Gül Bağlantlı
İsimler koyuyor: Gülşen-i Niyâzî ve Gülnâz-ı
Mânewî. Tandır, Su, Ateş, Gül İrtibat’ı, Şems’in Etrâfı’nda dönmüşlüğü, Perwâne
olmuşluğu O’nu Ham’ken, yakmış ve Pişme Boyutu’yla olgunlaştırmıştır. Ateş’in,
Işığın Etrâfı’nda dönen Kelebek Sonu’nda Ateş’in içine düşer, biter ve yanarak yok
olur. Şems’e ulaşan İbrâhim, kendi Zaman ve Zemini’nde ona ulaşmışlığını
Qayseri’ye taşıyarak, Şems oluyor.
Bu Mescîd’i İnşâ ettirerek, burada Dersler vermeye başlıyor. Hisarcık’ta bir
yeri var ki orada da Riyâzet ettiğinden bahs’ediliyor. Hisarcık, Erciyes’in
Etekleri’nde bir yer. Oradan Erciyes’i görebilirsiniz, Şehr’i ve Ali Dağı’nı
görebilirsiniz. Erciyes’in Etekleri’nde Ali Dağı’nın Yüceliği ve Âli oluşu’nun,
İbrâhim Tennûrî ile ilgili Bağlantıları’nı görebilirsiniz. Orada yaşarken İbrâhim
bunları hissetmiş midir, Ateş’e karşı oranın Serinliğini mi korumuştur İbrâhim’i,
yoksa içindeki Ateş’i söndürmek için hangi Yollar’a başvurmuştur?
Bu Mekan’ı İnşâ ettiriyor, 1482’de Wefât ettiğinde hemen yanına
defn’ediliyor. Bu Mekân’ın dışında bir de Çeşme vardır yanında. O Çeşme de onun
Tarafı’ndan yapılmış. Bu Bağlantılar’ı da Sembolizm’e yerleştirebiliriz. Çeşme Su,
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
52
Ateş, Ateş’i söndüren Yer. Tennûr orada yatmaktadır ve yanı başında Ateş’i
söndüren Su bulunmaktadır. Bu Mabed ise Beytu’llâh’ın buradaki Şubesi’ni Temsil
eder. Bu Mabed, o Tennûr’un Ateşi’ne ‘Serin ol’ demiştir, o da Su’ya dönüşmüştür.
Bu Bağlantılar’ı da kurabiliriz.
Karamanoğulları’na Bağlı olan Qayseri, İbrâhim Tennûrî Hayat’tayken,
Osmanlı’ya Dâhil oldu demiştik. Ak-Şemse’d-Dîn, Şehzâdeliği Dönemi’nde Fâtih’e
Hocalık yapıp yetiştirmiştir ama İstanbul’da yaşamıyordu. Kendi Memleket’i olan
Göynük’te İbrâhim Tennûrî ile buluştuğu Beypazarı’nda bulunuyordu.
İstanbul’un Feth’i Esnası’nda, Fâtih O’nu İstanbul’a istemiştir ve o da, Fâtih’in
yanına gelmiştir. İstanbul feth’edildiğinde Ak-Şemse’d-Dîn, diğer Ulemâ ile
beraber, Fâtih’in yanındadır. Şehr’in Fethi’nden sonra, Şehr’e Giriş’te berâberdirler.
Fetih Esnası’nda da Ak-Şemse’d-Dîn, Öğrenci’si İbrâhim Tennûrî’yi Aqlı’ndan
çıkarmıyor ve yanında olmasını istiyor. Kaynaklar bize, İstanbul’un Fethi’nde Ak-
Şemse’d-Dîn’le beraber, Qayseri’den giden İbrâhim Tennûrî’nin Dua ve Mânewî
Destek Ekib’i içinde bulunduğunu söylüyor. Fâtih’in Ak-Şemse’d-Dîn’in Öğrenci’si
olduğunu düşünürsek, bir anlam’da İbrâhim Tennûrî, Fâtih Sultân ile aynı
Hoca’nın Öğrencisi’dir. Şimdi Tennûrî, Ak-Şemse’d-Dîn, Fâtih, Hacı Bayrâm
Bağlantıları’nı yeniden düşünebiliriz.
Fetih’ten sonraki ilk 2-3 Ay, İstanbul’a Şekil veren Mânewî Mimarlar’ın
arasında İbrâhim Tennûrî de bulunuyor. Gülnâz-ı Mânewî İsimli Diwânı’nı
İstanbul’da bulunduğu süre’de yazıyor. Rûm’un Payitaht’ı olan ve Müslümanlar’ın
Eli’ne henüz geçen İstanbul’da yazıyor bu Eseri’ni. Eser’i Fâtih’e arz’ediyor ve
atf’ediyor. Fâtih Tarafı’ndan, bir Welî-Şâir olarak Himâye’ye alınıp, Taqdir ediliyor.
Hacı Bayrâm’ın Sultan II.Murâd’dan gördüğü Maddî Destek gibi, İbrâhim de,
Fâtih’ten aldığı Destek’le Qayseri’de, bulunduğumuz bu Mekan’da bir Qısım İmâr
Çalışmalar’ı yapıyor ve bir Waqfiye oluşturuyor.
Karamanoğulları’nın İhânet’i ve Uzun Hasan’ın Osmanlı’ya
Sığınması’ndan sonra Qayseri’de Osmanlı Sınırları’na girmiş olacak ki bu Târih’ten
yaklaşık 20 Yıl önce Fâtih’in bu Maddî Desteği Osmanlı’ya İltihak’tan çok önce
gerçekleşmiş oluyor. Qayseri, İbrâhim Tennûrî’nin 1482’de Wefâtı’ndan önce
Osmanlı’ya geçmiştir. Fâtih’in Ölüm Târih’i 1483. İbrâhim Tennûrî’nin Türbe’si,
Wefâtı’ndan 2 Sene sonra yapılıyor, yani Fâtih’in de Wefâtı’ndan sonra II.Beyazıt
Zamanı’nda Qabri’nin üstüne yaptırılıyor.
Fâtih’in Oğlu Bayazıt’ın İsim Nitelemesi nereden gelebilir? Hacı Bayram’ın
Şeyh’i olan Şeyh Hamîd-i Welî’nin Ehl-i Beyt Bağlantısı olan Erdebil Tekkeleri’nde
Kaynak İsm’i olan Tarikât Önderleri’nden Beyazıt-i Bestâmî vardır. Tarikat Dili’yle,
Ak-Şemse’d-Dîn’in Mânewî Oğlu olan Fâtih, Oğulları’ndan birinin Adı’nı Hocası’nın
Saygın Şeyhleri’nden birinin Adı’nı veriyor, Beyazit. Sünnî Dünyâ’da bu İsmin
kullanılmasının neden’i Bestamî’den dolayıdır. Yoksa Bayazıt (Ebû Yezit) İsm’i,
Şia’nın İddia ettiği gibi, Yezid’e atfen konmuş bir İsim değildir. Ebû Yezid,
Muâwiye’nin Künyesi’dir. ‘Yezid’in Baba’sı’ demektir. Osmanlılar’ın Sultânları’na,
Yezit ismini verdikleri İddia’sı üzerinden bir Karşıtlık oluşturulmaya çalışılır ki,
böyle bir Şey yoktur. Sünnîler Yezid diye bir İsm kullanmazlar ve Çocukları’na
vermezler. Muâwiye İsmi’ni de Yezîd üzerinden ‘Ebû Yezid’ olarak değil,
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
53
‘Muâwiye’ olarak kullanılırlar. Bayazıt İsm’i Sünnîler’de Bayazıt-i Bestam’dan
dolayı verilir.
Geçen Yıl (2010) Seyyid-i Burhane’d-Dîn Maqamı’nda, bu şekil’de
oturmuştuk, hatırlıyorsunuz. Mewlânâ’nın Hocası’ydı, ama kendisi Mewlânâ’nın
Babası’nın Öğrencisi’ydi. Bu tarz Bağlantı’yı İbrâhim Tennûrî için de görebiliriz.
Tennûrî Ak-Şemse’d-Dîn’in Öğrencisi’dir. Ama Ak-Şemse’d-Dîn Oğlu Hamîd’i
Emânet edebileceği, Öğrenciler’i içindeki en Yeterli İsm’i İbrâhim Tennûrî olarak
görmüştür. Bu kez Oğlu Hamîd’i Qayseri’ye göndermiştir. Qayseri’de Ak-
Şemse’d-Dîn’in Oğlu Hamîd, Tennûrî’ye Öğrencilik etmiştir. Burada yaşamış,
burada Wefât etmiş ve Soy’u da hâla burada olan biridir. Onun Ad’ı da Somuncu
Baba’dan, yani Hamîd-i Welî’den gelmektedir. Ak-Şemse’d-Dîn’in Oğlu,
Qayseri’nin Küçük Hamîd-i Welî’sidir.
Hacı Bayrâm’da gezeceğimiz Bayramiyye Külliyesi’ne Bağlantılı olarak
bunları zikr’ettik. Külliyeler birbirini tâqip eden bir Akar olarak Dewâm ediyor.
Cumhuriyet Dönemi’nde Külliyeler kapatılıp Müesseseleri’yle alt üst olduktan sonra
Kuruluşu’ndaki Waqfıyelik özelliğine de İhânet edilmiş oluyor, aynı zaman’da.
İstanbul’da Fâtih’in Tamirât’tan geçirildikten sonra Qıyâmet’e kadar Câmii olarak
kullanılması şekli’nde waqfiyeleştirdiği Ayasofya, maalesef ve ne yazık ki büyük bir
İhânet’le İçler Acısı bu Durum’a düşürülmüştür. Qayseri’de de bu Waqfiyeler’in
doğurduğu Etkinlikler olmuştur tabiyatı’yla.
İbrâhim Tennûrî, Bayramîliğin Uzantısı olarak Qayseri’de bir Temsiliyet
Görev’i yapmıştır. Bayramîlik 2 Büyük Uç verecektir. Bir Tâne’si Bursa’da Bıçakcı
Baba olarak anılan Ömer Sıkkınî. Bu Ayak daha sonraları Melâmîlik denen Akım’a
dönüşecektir. 2.Âyak da Ak-Şemse’d-Dîn üzerinden Şemsiye Ayağı ki bu da bir
Ciheti’yle Qayseri’de Dewâm eden Ayak’tır. Bu Âyak ise daha Sünnî ve daha Waqıf,
Şeriat’la Denetimli bir Ayağa dönüşecektir. Burası daha sonra Yavuz Sultan
Zamanı’nda, İrân ile yaşanan Savaşlar’dan dolayı Hamîd-i Welî’nin Sünnî Şeyh’i
olan, Şeyh Safii Erdebilî Torunlar’ı Tarafı’ndan şiileşdikleri için, Osmanlı da
Savaş’a dönüştükleri için, dolayısıyla Şemsiye Tarikât’ı, Tarikât Silsileleri’nde Sâfilik
Bağlantıları’nı çıkartmışlardır, sadece Bayazıt Bağlantıları üzerinden Dewâm
etmişlerdir. Melâmîler üzere Emîr Sıkkinî üzerinden, onları Safewî ve diğer
Bağlantılar’ı Önplan’a çıkarmışlardır. Osmanlı’da daha sonra bu 2 Bölümlü Tarikât
Anlayış’ı yaşanacaktır. Daha önce Âhîlik ve Mewlewîlik üzerinden o Ayrışma’yı
konuşmuştuk. Melâmîler Waqıflar’a, Kurumlar’a karşı’dırlar. Ölüm’den sonra Şeyh
yerine birini bırakmaz. Hırka giymezler. Bir sürü Seklî Şartlar’ın dışında daha
Serbest bir Akım olarak vardırlar. Ehl-i Beyt’e daha bir Yakınlık İddiası’nadırlar.
Osmanlı’ya daha Mesâfeli iken İran’a daha Yakın’dırlar. Bu Taraf ise daha Osmanlı
ve Sünnî Kana’ı Temsil etmiştir. Bu da İş’in bir başka Boyut’u.
Bu Waqfiye’nin ondan sonraki Dönemleri’nde de bu Tekke’nin, Tarikât’ın
Gelişimi’nde de İzler’i görülüyor. Tennûrî’nin Ewlâdları’ndan Lütfu’llâh Efendi
var. Qâsım’dan olan Soy’u daha önemli, Ankara Bağlantısı üzerinden. Qasım’dan
olan Kızı’nı İbrâhim Tennûrî, Qayseri’den Süleymân Efendi diye anılan
Ulemâ’dan bir Şahıs’la evlendirir. Bu Evlilik’ten Qadı Mahmud Dünyâ’ya geliyor.
Qayseri’de Eratna Hükümdâr’ı Qadı Burhane’d-Dîn dışında, bilinen en önemli
Qadıları’ndan. Qadı Mahmud, Ulu Câmi’in Karşısı’ndaki Qadı Hamamı’nı yaptıran
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
54
Kişi.. Yani 1560 larda yapılan bu Hamam’ın Sâhib’i, İbrâhim Tennûrî’nin Kızı’ndan
olma Torunu’dur. Qayseri’nin bi çok yerinde Waqfiyeler’i olan Varlıklı bir İnsan’dır..
Bu Qadı’nın Soyu’ndan gelen bir Zincir, 1900’lerin Başı’nda doğan Adewiye
Hanım’dır. Adewiye Hanım, Ahmet Hamdi Gül Efendi’yle evleniyorlar. Bu
Evlilik’ten 1950 Târihi’nde Abdu’llâh Gül Dünyâ’ya geliyor. İbrâhim Tennûrî’nin
bu Zincir üzerinden Soyu’dur, Abdu’llâh Gül.
Mütâreke Yılları’nda Ankara’da açılan Meclis Binâsı’nın Düşman
Taarruzları’nda Zarar görmesinden Endişe edildiği için Qayseri Lisesi’ne
Hükümet’in Merkez’i taşınmak isteniyor. Ankara’da Ziyâret edeceğimiz I.Meclis
Binâsı’ndaki Dewlet’in Başı’ndaki Şahs’ın yerinde bugün 11.Cumhurbaşkanı olarak
Qayseri Lisesi Mezun’u Abdu’llâh Gül bulunmaktadır. Bütün bunların dışında
Qayseri Lisesi’ni Ziyâret ederek kısa bir Süre de orada konuşalım…
QAYSERİ LİSE’Sİ
Bu bulunduğumuz Mekan bizi, 1893 Yılı’na götürüyor. Lise olarak anılan
Okul’un Başlangıc’ı bu Târih olarak veriliyor ama Yapımı’na 1903 Yılı’nda yani 10
Yıl sonra başlanmış. Bu Târih’e kadar bugün İmâm Hatip Okulu’nun olduğu
Mahalle’ye yakın bir Mekan’da Qayseri Lisesi Adı’yla 10 Yıl’a yakın bir Tedrisât
yapılmış. Daha sonra Ahmed Paşa Tarafı’ndan bu Binâ yapılarak, Eğitim’e burada
Dewâm ediyor. Abdu’l-Hamîd Dönemi’nde İnşâ ediliyor ve Eğitim’e geçiyor.
1876’da I.Meşrutiyet’in İlân’ı, Abdu’l-Hamîd’in Taht’a çıkması, Osmanlı’nın
Modernizasyon’u, Maddî Anlam’da Batı’yı ortaya çıkaran Maddî Unsurlar’ın
Osmanlı’ya taşınması ama Rûh olarak kendimizde kalma Siyâseti’ne denk gelen
Yıllar. Buna Abdu’l-Hamîd İslâmcılığı deniyor. Bir de Abdu’l-Hamîd’e karşı olan,
Özgürlükçü, Meşrutî Saltanat Akım’ı Taraftarlar’ı var ki bunlar Batıcılar,
Reformistler(Islahatçılar) dır. Bir de bunun İslâmcı Ayağı olan, Akifler, Elmalılar,
Said Nursiler vardır. Bunlar da Abdu’l-Hamîd Karşıt’ı Islahatçı Akım’ı oluşturan
İslâmcılar.
Abdu’l-Hamîd’in İmâr Faaliyet’i olarak Anadolu’nun birçok İli’nde Büyük
Çaplı İmâr yapılıyor. Qayseri’nin birçok yerindeki Eserler’in Restorasyon’u dışında,
Bünyan Dâhil yapılan bir çok Yapı’da Abdu’l-Hamîd’in İmzâ’sı ve Kitâbe’si
bulunuyor. Bir de Batılı Anlam’da Sıfır’dan yapılan İmâr Faaliyetler’i var.
İstanbul’da açılmış bulunan Dâru’l-Fünûn, (yani Fennler Evi) denen, Medrese Dışı,
Batı Eğitim Kurumlar’ı olan Üniversite Düzeyi’ndeki Ayakları’nı Temsil ediyor. Bu
Okullar’a Öğrenci yetiştirip, Üniversite’ye Öğrenciler’i hazırlayacak Okullar
öngörülüyor. Bunlara Sultân Reşâd Zamanı’nda Sultânî deniliyor. O zamanki
Adı’yla Qayseri Sultânîsi’dir burasının Ad’ı. Abdu’l-Hamîd Zamanı’ndaki Ad’ı da
İdâdî olarak geçer. İdâdî, Hazırlayan, Hazırlanan, Hazırlayıcı demek oluyor.
Qur’ân-ı Kerîm’de Fiil olarak, ‘Uiddet li’l-Mü’minîn, uiddet li’l-Kâfirîn’ olarak geçen,
Cennet ve Cehennem’e Yönelik olarak, ‘Kâfirler için hazırlandı, Mü’minler için
hazırlandı’ gibi geçen Kelime’yle aynı Kök’tendir, İdâdi. Derece-i Ulâ, Mülkiye de
Osmanlı’nın Siyâset Okul’u demek oluyor. Qur’ân’da ‘Mısır Mülkü’ dendiğinde,
Mısır Siyâset’i, Dewlet’i Anlamı’nda kullanılır. Osmanlı Mülkü’nü, Abdu’l-Hamîd’le
beraber yürütecek ve ondan sonra götürecek olan Mülkiye’ye, Derece-i Ulâ’ya
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
55
hazırlayacak olan Lise’dir, İdâdî’dir burası. Buralar Mülkiye için İdâdî’dir. Mülkiye’ye
Talebe hazırlayan Okullar’dır. Tıbbiye’nin İdâdîler’i, Dâru’l-Bedâyi’nin İdâdîler’i de
ayrıca vardır. Burası Mülkiye’nin Hazırlık Okul’u.
Tenwir Çalışmamız’da 18 Yaşaltı Öğrenciler’i hazırlamaya Yönelik bu
İsimlendirme’yi kullanıyoruz. Rüştiyeler’de Orta Okullar Paraleli’nde bir
İsimlendirme’dir. Bugünkü Lise Şekli’ne dönüştürülen, İdâdiler, Ortaokul
Paraleli’nde Rüştiyeler İsimlendirilme’de kullanılamadığı için Karmakarışık
Durumlar ortaya çıkmaktadır. Rüşt Çağı Qur’ân’da, Olgunluk Çağı, İnsan’ın Dinî
Mükellefiyeti’nin başladığı Çağ Anlamı’nda kullanılmaktadır. Dini Anlam’da
Ortaokul Yaşları’dır, bu.
Anlatıcı
ASHAB-I KEHF ve MARAŞ GÜNLÜĞÜ
Maraş Ashâb-ı Kehf Tenvir Kampı öncesi, Cuma Namaz’ı Aqabi’nde bir Grup Arkadaş’la, 2-3
Araba’yla Yeşilhisar Soğanlı Mağaraları’na Kısa bir Gezimiz oldu.
Mağara Ashâbı’nın Mekânı’nı Ziyâret etmeden önce, hemen yakınımızdaki yüzlerce Mağara’nın
bulunduğu Soğanlı Bölgesi’ni Ziyâret etmemek olmazdı.
Yapraklar’ın sararmaya yüz tuttuğu Sonbahar Günleri’nde, Altın Sarısı’na bezenmiş Sık Ağaçlar,
Bağlar ve Bahçeler arasından geçerek ulaştık Soğanlı Bölgesi’ne.
Yeryüzü Aydınlığı’nda Allâh’a İb’adet etme Görevi’ni yerine getiremeyen Allâh’ın Mü’min Kulları’nın,
Kayalıklar’ın Karanlık Dehlizleri’nde bu Maqsat’la oluşturulan yüzlerce Yaşam ve İbâdet Alanı’nı
Gözlemleme İmkanımız oldu, Soğanlı Mağaraları’nda.
Bazıları arasında Geçişler’in de Mümkün olduğu Korunaklı ve Göz’den uzak bu Mağaralar,
Kapadokya Bölgesi’nin de bir Uzantı’sı aynı zaman’da.
Sarp Tepe’ye doğru Kaya içinde oyularak oluşturulmuş olan Mağaralar’dan birinde Kemal
Ersözlü’nün kısa bir Tenwîr Kamp’ı Giriş Konuşması’nı dinledik.
Dönüş’te Soğanlılılar Tarafı’ndan El Yapımı ‘Soğanlı Bebekleri’ ve Hediyelik Eşyalar’ın satıldığı
Köy’ün Meydan Yeri’ndeki Pazar’dan ufak birkaç Şey aldıktan sonra geri döndük.
SOĞANLI MAĞARALARI’NDA ASHÂB-I KEHF KONUŞMALARI
‘Günlerden 19 Ekim, 2012 Cuma. Yarın, Tenwîr Kamplar’ı Bağlamı’nda
yapacağımız VIII.Toplantı için Afşin Ashâb-ı Kehf Kamp’ı Wesilesi’yle, daha önce
de olduğu gibi, gittiğimiz Şehir’le Bağlantı kurduğumuz Mekan Konuşma’sı
Bağlamı’nda bu kez, Yeşilhisar’a bağlı olan Soğanlı Wâdisi’ndeyiz. Siyâsi Harita
Açısı’ndan, Soğanlı Köyü’nün de içinde olduğu, 25 Km. Uzunluğu’na Sâhip bir Wâdî
Etrafı’nda Peri Bacaları Görüntülü Kaya Kiliseleri ve Mağaralar Bölgesi’nde ve
bir Mağara’nın içerisindeyiz. Böylesi bir Mekan’da gidecek olduğumuz Kamp
Wesilesi’yle niçin burada bulunmaktayız, Neleri burada hatırlamak için Wesile
olsun diye seçtik bu Yer’i, onları burada 5-10 Dakika paylaşalım, sonra geri kalan
Bölüm’de birkaç yer daha gezer, zaten benzer Yapılar’ı Müşâhede etmekteyiz, sonra
buradan ayrılırız.
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
56
Târih bizi, buradan 1700 Sene öncesine kadar götürebiliyor. 300lü Yıllar,
yani, Anadolu’da Hıristiyanlığın, Pawluscu Kiliseler’in Yaygınlık kazanmış olduğu
Periyod içinde, Tewhîd ve Teslis Tartışmalar’ı yaşanırken, Qayseri Şehr’i de,
Kıyısı’nda Köşesi’nde bu İş’in içinde yer alıyor. Önemli bir Merkez olarak İddia
Sâhibi, Tez Sâhibi Hıristiyanlık’ta bir yer tutuyor. Biz o Kesitler’in İzi’ni İznik’te
sürdük, İmparatorluğun Hıristiyanlığı benimsemesinden sonra,
Konstantiniyye’nin daha İnşa edilmeden, Başkent olmadan önce, O (İznik)
Konsil’de yapılan bir Büyük Tartışma’dan; Ariuscu Mezheb’in dışlanmış olduğu,
Tewhîd ve Teslis Tartışması’nın yaşandığı Kesit’ten bahs’etmiştik. Ayasofya
olarak nitelendirilen, daha sonra Osmanlı’nın Medrese olarak kullandığı Dâwûd
el-Qayserî Bağlantılı Yer Wesilesi’yle o Dönem’e girmiştik. Aynı Zaman Kesiti’ni
sözkonusu ediyoruz, buradaki Mağaralar ve Kiliseler Açısı’ndan. Târih, 600-700lü
Yıllar’a kadar, bir 4 Asır buraların aynı önemde Varlıkları’nı sürdürdüğünü,
Yapılaşma Gerekçeleri’ne Uygun olarak bu Mağaralar’ın kullanıldığını söylüyor.
Ama Erken Dönemler’deki Tartışmalar’da daha Tewhîdî olan buradaki
Hıristiyanlık, Empoze edilen Mezheb ve Dönüşümü’nü burada da sağlıyor.
Bütün Mağaralar burada Kilise değil ama 200 Ciwârı’nda bir Dönem,
Kilise’nin bulunduğunu, sonra Sayı’nın 50’ye kadar indiğini, şu an o kadarının
böylesi Gezi’ye Müsâit, Turistik Amaçlı olarak Açık tutulduğu, diğerlerinin Kapalı
olduğunu bu Bölge ile Alaqalı Literatür’de bulabiliriz. Yâni ne kadar Büyük
Orandadır Sayı, Dikkat çekici. Sözkonusu ettiğimiz Wâdi’de 3- 4 Tane Kilise yeterdi.
200 kadar Kilise’nin Varlığı göstermektedir ki, burası Mahalli bir Toplantı Kilise’si
gibi görünüyor. Önemli Toplantılar’a Wesile olsun için kullanılmış.
Hıristiyanlığın İznik Konsili’nden sonra Baskın bir Şekil’de Batı’nın Empoze
ettiği Tez’i benimsemesinden sonra, buna Muhalif olan Doğu Kiliseleri için, İç
Anadolu’dakiler de buna Dâhil olarak Baskı Dönem’i oldu. Değişik İmparatorlar’ın
Kovuşturma Dönemler’i, Mezheb İhtilafları’ndan dolayı zaman zaman Sığınma
Yerleri’ne dönüştürüldü buralar. Bazen de bu Kilise Toplantılar’ı dışında Sığınma
Amaçlı, Kaçma, Gizlenme Babı’nda bu Mağaralar’dan yararlanıldığını Kaynaklar
söylüyor. Hem Aqidewî Tartışmalar var Mezheb içinde, hem de İkonlar Mesele’si
var. Qayserili Papaz Eusebius, İznik Konsil’i Wesilesi’yle bahs’etmiştim, bu
Kulvar’da Taraflar’dan bir Tâne’si mesela, Tez Sâhibi olanlardan bir Tâne’si, İhânet
etmiş olanlardan..
İznik’te de Antakya’da da biz bunun Anadolu’daki İzleri’ni konuşuyoruz.
Mirasımız’ı bunun üzerine 1000 Yılları’ndan sonra oturttuk. Tabi Türk Göç’ü
Açısı’ndan, yoksa Müslümanlar’ın buradaki İzler’i daha önceye gider Antakya’da
gördüğümüz, Maraş’ta göreceğimiz gibi ta 1400 Sene Öncesi’nde buradaki
Varlığımız’ı, Sahabe İzleri’ni daha geride görüyoruz. Dolayısıyla o Bağlam’da gerek
Riwâyet İlimler’i II Serisi’nde anlattığım Seminerler, onların Bütünü’nü burada
Tekrar etmenin Gereği yok, sâdece Literatür olarak konuşuyoruz. Seçmemiz daha
kısa bir şekil’de Afşin’e Ashâb-ı Kehf’e Bağlantılı olsun içindi. Ashâb-ı Kehf’te,
Selçuklular Zamanı’nda yapılan Külliye’de bir Mekan üzerinde Yarın Seminerimiz
olacak. Tabi Mağara Delikanlılar’ı derken, bugünkü içinde bulunduğumuz Mağara
gibi, Mağara ve Kilise iç içe girdiği Yerler için, Yoğun bir Şekilde bu Bağlantılar’ı
ortaya çıkartıyor görünüyor. Bu Mağara Ortamı’nda konuşalım, buralarda Sığınma,
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
57
izlenip te Kaçma Mesele’si, bizlerin de Gezimiz’e bir Başlangıç olsun diye bu
Girizgah’ı yaptık.
Türk İskânı’ndan sonra Soğanlı olarak andığımız burasının Literatür’de
geçen Ermenice vd. Değişik adlar’ı var. Epeydir bakma Niyetim olup ta Bugün’e
kadar Fırsat bulamadığım, acaba orda bir Şey çıkar mı diye düşündüğüm bir
Mesele’ye de bu Hafta Eğilme İmkanım oldu: Yamula Barajıyla Bağlantılı olarak,
İsm’i Dikkat çekici. Yemliha ile Alaqalı. Yemliha malum, Ashâb-ı Kehf’in Anadolu
Aksanı’nda Başları’nda bulunan Yiğit’in Adı’dır. Liderleri’nin Adı’dır. Maximilian,
Yemliha olarak anılır ve Qayseri’de bir Köy’ün Adı’nın Yamula olarak anılmasının
nasıl bir Bağlantısı varMerak edilesi... Qayseri’nin Ashâb-ı Kehf ile ilgili bir İddiası
yok.
1400 Ortaları’ndan, Maraş’tan, Göksun, Afşin’den buraya Göç olmuş.
Yemliha’ya oradan gelmişler. Gelen Aşiretler Yemliha-i İslâmi Yörükler’i olarak
anılıyor. İslâmî , bu Niteleme’yi alan bir Topluluk. Geldikleri Yer olarak bize,
Elbistan, Maraş yani, Bu Ashâb-ı Kehf Mağarası’nın bulunduğu Bölge’yi
gösteriliyor. Ashâb-ı Kehf ile Bağlantı’sı Âşikar..
Demek ki Selçuklular, Afşin üzerinden, 1200’lerden itibaren O Külliyeyi
yaparak Sâhip çıkmışlar. Ve bugün de o Bölge’de doğan bir çok Çocuğa Yemliha vb.
Ashâb-ı Kehf İsimleri’nin verildiğini
görülüyor. Bugünkü Gelenek geriye doğru, ta
oraya kadar gitmiş ve oradaki Yörük
Topluluğu, Yemliha, Müslüman Yemlihalar
diye nitelenmişler. Ordan göçtüklerinde de,
Mesken tuttukları Yer’e, oranın Aşiret Adı’yla
geldikleri Şekli’nde bir İsimlendirme
yapmışlar. Afşin Bağlantılı, Konu’nun Adı’nı
Sâhiplenme Düşüncesi’nin, Afşin’e ulaşan bu
bağlantımızda, bizim de bununla alakamızı kurmuş oluyoruz. Kayseri’de bir Mekan,
Külliye vb. böyle bir Ashâb-ı Kehf Mağarası olma İddiası yok ama, Kahraman, Lider
İsim olarak Yemliha’nın Ad’ı ile anılan böyle bir Beldemiz var.
Mağara Olayı’nın, aynı Dönem’de Hıristiyanlık içinde İç Kavgalar’dan
sığınmak için, bu Mağaralar’ın kullanılması Bağlantısı’nı da kendi Bölgemiz’de bir
şekil’de gözlemlemiş oluyoruz. İkisinin Sentezi’ni mezc’ederek ortaya çıkan Sonuç,
bizi Afşin’e bağlayacak. Tabi, Afşin Ashâb-ı Kehf Seminerimiz’de, ilgili Uzun
Mülâhazalar geliştireceğiz, burada Sözkonusu etmeyelim. O Dönem Açısı’ndan,
Hıristiyanlık İçi Tartışmalar’ın, en Önemli Nokta’sı, Tewhîd-Teslis Meselesi’dir.
Bunun aqabinde, Pawluscu Kiliseler’de Yozlaşmalar daha da büyüdü. Aqidewî
olarak Muwahhid olanlarda da genelde Amel Sözkonusu olduğunda Müşterek bir
Gelenek içerisinde yürüdükleri gözüküyor. Ashâb-ı Kehf Misyon’u, bizim
yorumlayacağımız, oturtacağımız yer açısı’ndan, yine bu Tartışma’nın öbeği’nde
gerçekleşen bir Mesele olması daha Aql’a Yakın duruyor. Uyandıkları Dönem’de
Şâhidlik ettikleri Hıristiyanlık’tan, Resmî Teslis Hıristiyanlığı’ndan Müştekî
oldukları için, tekrar Allâh’dan Ölümleri’ni Taleb ederek geri söndükleri şekli’nde
olacak, Ana Temamız’ı bu Yorum üzerine İnşa edip biçimlendireceğiz.
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
58
Bu Kiliseler’in 300’lü Yıllar’dan başlayıp, 600-700’lü Yıllar’a kadarki
Geçişi’ni Sözkonusu ediyoruz. 600’lü Yıllar’da İslâm Faktör’ü var, Rasûlu’llâh’ın
Tebliği’nin başlaması, 700’lü Yıllar’da Qayseri’ye İlk Fetih Örnekleri’nin geldiği
Dönem’e kadar götürmüş oluyoruz. Dolayısıyla bu Kiliseler, Mağaralar her İki Tür
Hıristiyanlığa da Mekan olmuş. Önce Tewhîd-Şirk Kavga’sı Açısı’ndan, daha sonra
ise Hıristiyanlık başka Nedenler’le İstanbul’la Karşıtlık Durumu’na geçtiğinde bir
Sığınma Fonksiyon’u İcra etmiş. Konsiller içinde sıralamaya girmeyip Muhtelif,
İllegal Konsiller toplanmış bu Muhalif Toplanmalar için Mekan olmuş böyle bir
Hüwiyet’te görünmüş bu kadar 200 Ciwarı’nda buradaki Kilise. Böylesi bir Mâzi’si
var. Buradaki Toplanmalar’la ilgili Akademik olarak Çalışmalar, (İlâhiyât
Fakülteleri’nden vb.) taradım ama göremedim. Magazin olanın dışında, neydi bu
Konsiller, Listeler, burada yapılan Tartışmalar, pek Araştırma Örneği yok.
Mağara ile hatırlıyoruz Ashâb-ı Kehf’i, ve Genel bir Baskı Roma’nın
Tazyiki’nden, ordan kaçan, sığınan insanlar. Gideceğimiz Yer Açısı’ndan bunların bir
Örneği, Qur’ân’da anlatılan Ashâb-ı Kehf’in bunlara Tanıklık etmiş olarak Afşin
Ashâb-ı Kehf Mağarası’nın diğer 3 Yer’den daha fazla (Tarsus, Lice ve Efes’e
göre) İhtimal taşıdığına dair konuşacağız. Ashâb-ı Kehf’e Tanıklık etmiş yer
olmasının Kanıtları’ndan biri olarak orda İlawe edilecek epey Zenginlikleri’yle
Anlam yüklenmeye çalışacağız, tıpkı Antaqya’da yaptığımız gibi. Önemli
Referanslar var onları da ilgili Yer’de paylaşalım.’’
KASTAMONU KAMP’I ÖNCESİ ÇAYIRAĞASI KONAĞI’NDA
-ESKİ QAYSERİ EVLERİ KONUŞMA’SI-
Bismi’llâhi’r-Rahmâni’r-Rahim.
Arkadaşlar, 25 Ekim 2013 Târihi itibâri’yle, Qayseri’de Eskiden Tavukçu
Mahalle’si olarak anılan, Ciwârı’ndaki bazı Binâlar’ı İstimlak ederek Belediye’nin
“Eski Qayseri Evleri Örneği” olarak Restore ettiği Mahalle’de bulunuyoruz. Bu
Mahalle içinde Çayırağası Konağı İsm’i ile anılan, daha önce bir Hıristiyan Din
Adamı’na ait iken ondan Çayırağası’na İntiqal etmiş olan bir Bina’da bulunuyoruz.
Bu Bina 1, 2 Yıl önce Erciyes Üniversitesi Kapsamı’nda kurulan bir Enstitü’ye
Mekan olarak Tahsis edilmiş, şimdi böyle kullanılıyor. Dâwûd el-Qayserî Tasawwuf
Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkez’i olarak İcrâ-i Faaliyet ediyor. Tabiatıy-
la biz de 10 Sene’dir bu Ad’ı taşıyan bir Dernek’te değişik Etkinlikler yapmaktayız.
Böyle bir Mekan’da O’nu araştırmak üzere, bu İsim’le İnşâ edildiğini
duyduğumuzdan beri bir Ziyâret Düşüncemiz vardı. Bu Kastamonu Kampımız’ın
Öncesine Nasib oldu. Bu Tewâfuq’tan yararlanarak bazı Şeyler’i hatırlayalım, bu
Şehir’de yaşadığımıza göre, Bu İsim’le Alaqalı olarak, bizzat Dernek Adı’yla ve diğer
Etkinlikler’le girip çıkmalarımız olduğuna göre, bir Hesaplaşma İhtiyacımız
olduğunu düşünürüm. Yine tam 1 Ay Önce, 25 Eylül Târihi’nde Dâwûd el-Qayserî
Derneği’nin Kuruluşu’nun 10.Yılı wesilesi’yle bir Sunum yapmıştım. Hem Derneğin
10.Yılı’na girerken, Açılma Amaçlar’ı, bu süre’de Etkinlikler’i, Dâwûd el-Qayserî
üzerinde de Açıklamalar yapmış olduğum bir Sunum idi. Yine o Haftalar’da bir
Tartışma vardı Türkiye’nin Gündemi’nde. İlâhiyât Fakülteler’i Bünyesi’nde Felsefe
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
59
Dersleri’nin kaldırılmasına yönelik YÖK bir Qarar almış, sonra Baskılar gelince
tekrar koydular. İlâhiyât, Felsefe İlişkisi vesaire konuşuldu. Bu da Konuşmamız’ın
İçeriği’nde bir yere oturmuştu. 1934 Yılı’nda gerçekleştirilen tüm Üniversite
Reformu’yla Medreseler tamamen lağw’edilmiş oldu. Haddizatında Osmanlı’nın
Tanzimât Dönemi’nde, Abdu’l-Hamîd, Abdu’l-Azîz Dönemleri’nde Dârü’l-Fünûn-
u Osmânî Adı’yla Batı Mektebler’i, onun Dersleri’ni, Tedrisâtı’nı Tâqib eden
Okullar açılarak Medreseler Eğitim’i yanında bir Çift Eğitim’e başlanmıştı.
Tewhîd-i Tedrisât bu anlam’da parçalanmıştı ama, kendi Dar Alanları Açısı’ndan,
Klasik Disiplinler’i Okutma Biçimi’nde Medreseler de Bitkisel Hayat yaşıyorlardı
denilebilirdi.
1928’de Harf Devrim’i, 1934’te Üniversite Devrimi ile, Dârü’l-Fünûn Ad’ı
dahi Üniversite’ye dönüşerek Herşeyiyle Latinize edilmiş olduğu bir Dönem’de
Medreseler de kapatıldı. Tâ 1950’lerde tekrar açıldı ve Üniversite Bünyesi’nde
açıldı İlâhiyât İsm’i ile açıldı. Kapatılırken tabi İlâhiyât Fakülteler’i diye bir Şey
yoktu. Bu Medrese içinde bir Şey’e Teqâbül etmez. Yani, onun bütün olarak
Eğitimi’nin Temeli’nde Kelâm olabilir, en yakın Anlamı’yla. Allâh’ın Varlığı’nı Aqlî
Deliller’le vesaire savunan bir Eğitim Disiplini’ni qast’edeceksiniz ki bu da çok altta,
Medrese’deki Konu’ya, Kelâm İlmi’ne Teqâbül edebilir. Demek ki İlâhiyât İsmi’nin
kendisinde dâhi Ucube bir Durum vardı. Dolayısıyla Din Tedrisâtı’nın ve
Watandaş’ın Dini Hizmetleri’nin Karşılanması’nda, Halq’ın Mahalle’nin içerisinde bir
İmâm’ın İhtiyacı’nı karşılayamayacağı için, İlâhiyât Bünyesi’nde, bu amaçla da
başka bir Kurumlaşma yapıldı. İslâm Enstitüleri ismiyle Kayseri’de böyle bir Okul
vardı. 12 Eylül’den sonra İslâm Enstitüler’i İlâhiyat Fakülteleri’ne
dönüştürülerek Genel Kapsam içerisine alındı. 1976-77’lerde, Yusûf Ziya
Kavakçı’nın, (Merve Kavakçı’nın Baba’sı), Dekanlığı’nda Erzurum’da İslâmî
İlimler Fakülte’si diye bir başka De-neme yapılmıştı. Şu anda İstanbul’da açılan bir
Qısım Waqıf Üniversiteleri Bünyesi’nde, İlâhiyât Fakülte’si değil de bu İsim’le
açıldı. Yani bu Teknik bir İsimlendirme, Müfredât’ta önemli bir Farqlılık yok.
Dârü’l-Fünûn İsm’i, Üniversite’ye dönüşürken Ad’ı da İstanbul oldu. Nasıl
olduysa olmuş, Başlangıç, Kuruluş Târihi’ni 1453 olarak İlân etmişler. Böylece de
İstanbul Üniversitesi ‘Kuruluş Târihim 1453’ demekle ne demiş oluyor, Fâtih
Sultan Mehmed’in İstanbul’u Feth’i ile açtığı, Fâtih Ciwârı’ndaki Sahn-ı Seman
Medreseleri’ni kendi Târihsel Dewâmlılığı içerisinde düşünmüş oluyor. Onları
Medrese-Üniversite Dewâmlılığı içinde bir yere yerleştiriyor. O zaman, “biz” ya
“Medreseyiz” demiş oluyor yahut ta “biz 1453’te İslâm Tedrisâtı’yla Alaqası
yoktu, Batı Tipi Eğitim Kurumları’ydık” vesaire demiş oluyor. 1453’te İstanbul’da
Sahn-ı Seman Medreseleri’ni Kurucu Hocalar’ı, Dâwûd el-Qayserî
Medresesi’nden yetişen Hocalar’dı. Molla Fenârîler, diğerleri 2-3 Kuşak ötesi’nde
İznik Medresesi’ne bağlanan İsimler ve o Okul’un Dewâm ettiricileridir. İsimler
Açısı’ndan da, İstanbul Üniversite’si 1453 Referans’ı üzerinden, Dâwûd el-
Qayserî ile bir şekilde irtibatlandırılmış oldu kendisini. Ama bunda Haqsızlıkları
Sözkonusu’dur. Bütün bunları 1 Ay önce yapmış olduğumuz o Konuşma’da
Gündem’e getirdik. Derneğin 10.Yılı wesilesiyle yaptığımzı Değerlendirme’yi buraya
taşımamız ve Erciyes Üniversitesi Bünyesi’nde açılmış olan ilgili Enstitü’de de
bunların bir Muhâsebesi’ni yapmamız gerekiyor. Şimdi Dâwûd el-Qayserî’yi bir
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
60
Üniversite’nin Ad’ı olarak Taltif etseniz dâhi Taltif etmiş olmazsınız. En nihâi, eğer
Derneğin qat’edebileceği Nokta ne olabilir diye sorar isek, bir Üniversite kuran
Dernek olmaktır. Eğitim Kurumları’nın da en Zirve Noktası Yasal Prosedürü’yle
Üniversite olmaktır, gideceği son nokta burası. Dâwûd el-Qayserî’yi Üniversite’ye
bağladığımız zaman, İstanbul Üniversite’si Târihi’nde başlayan 1453’e bağlamış
oluyorsanız eğer, bu Sözde Başlangıç’ta onu gerçek Değeri’ne oturtmuş olmazsınız.
Zira Medrese kendi Bünyesi’nde kendi Zirve Noktası’nı Tayin ve Tesbit etme
Qudreti’ne Sâhip’tir. Onun Üniversite Şekline Refere edilmesi, Değeri’ni Yükseltme
değil, aksine Alçaltma olacaktır. Buna Referans ederek konuşuyoruz ve bu
Referansı’yla berâber Türkiye’de Tek bir Üniversite var iken, o da İstanbul
Üniversite’si iken, sonra Ankara Üniversite’si açıldı,sonra diğerleri açıldı ve
dolayısıyla ilk Üniversite İstanbul, o da kendini 1453’e Nisbetle Fâtih’e götürüyor.
Onun da Kurucular’ı Dâwûd el-Qayserî. Öyleyse İstanbul’da başlayan
Üniversite’nin Aslı olur bu Başlangıç Zemin’i. Tabiatıyla bunlar sâdece İsimler,
Referansları’nda götürülmüş olan Yerlere Teqâbül ediyor.
Biz 2-3 Sene ewwel Gündem’e getirdik, bir Üniversite Adı’yla Dâwûd el-
Qayserî’yi Birleştirme Düşüncemiz’i. Bu Süreç Esnası’nda duyduk ki, Erciyes
Üniversitesi bu Ad’la bu Enstitü’yü açmış bulunuyor. Demin adlandırdığımız
şekli’yle bir Üniversite Adı’nı dâhi verseniz bu onun için bir İltifat değilken, onun
bir Şube’si hâline getiriyorsunuz, ya da onu daha geri Plan’da bir başka Alçaltma’ya
tabi tutuyorsunuz demektir. O Nizâmiye Medreseleri’nden sonra Osmanlı’da
başlayan yeni bir Medrese’nin Fikir Baba’sı, Kurucu’su, İlk Rektör’ü. Biz bu
Düşüncemiz’i, Ufuq olarak oturttuğumuz yerden bile Çekingen ve Utangaç olarak
söylerken, Üniversite Bünyesi’nde, Başbakan Düzeyi’nde ise bu bir Taltif ve Lutuf
olarak sunuluyor. ‘Erciyes Üniversitesi’nin Bünyesi’nde Dâwûd el-Qayserî
Enstitüsü’ açtık, deniyor. Fakülte, Kürsü filan vesaire de değil, burda bununla
kurtarmış oluyorlar. Bizim Hedefimiz’deki Yer’le bu Değerlendirme’nin Yer’i
arasında Uçurumlar var. İsterdik ki, Enstitü’nün Direktör’ü de burada olsun,
kendisiyle bunları konuşalım vesaire ama, bizim buradaki bulunmuş olduğumuz
Saat’te burada bulunup bize Brifing verme İhtiyacı’nı hissetmemiş. Bunu da
anlamakta Zorluk çekiyoruz. Bu Başvuru’yu Dernek Başkanımız yaptı,
Üniversite’de açılan bir Enstitü, Ad’ı da Dâwûd el-Qayserî olan bu Merkez,
bulunmuş olduğu Şehir’de bu Ad’la anılan 10 Yıllık bir Dernek, burayı Ziyâret etmek
istiyor. Bunları tanıtmak, araştırmak üzere kurulmuş bir Enstitü Luzüm görüp bir
Şey söylemek istememiş ise, Qayseri’den gelen bir Dernek için, onun için burda 1
Saat bulunmayacak ise, ne Anlam ifâde edebilir artık. Kendi kendimizi ağırlıyoruz
burada.
Qayseri’de Dâwûd el-Qayserî ile berâber bizim tasarlamış olduğumuz
Mekan burası mı olurdu? ‘Konak olarak çok Uygun’dur diye düşünebilirsiniz ama,
bura olmamalıydı. Yine birkaç Hafta önce İnternet’te İlgili Sayfalarımız’da
Tartışma’ya açtığımız bir Konu. 4.Kampımız’ı Konya’dan sonra İznik’te yaptık. Ve
orda Dâwûd el-Qayserî’nin Ders verdiği -1336-1350 arasındaki 14 Sene boyunca
Ders vermiş olduğu- Medrese’yi Ziyâret ettik. Orda da Konuşmalar yaptık. O
Medrese’yi, Orhan Gâzî’nin Büyük Oğlu, yâni Sultan Murad değil de onun Abi’si
olan Süleymân Şah yaptırmıştı. Dolayısıyla Medrese Süleymân Şah Medrese’si
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
61
olarak Bânisi’nin Adı’yla Meşhur’dur. Ama Kuruluşu’ndan, itibaren 14 Sene
Medrese’nin ve İlk Osmanlı Medrese’si olması hasebiyle Medresesi’nin
Müfredâtı’nı biçimlendirdiği ve Qayseri’yi bize bağlayan Cihet’i Teşkil ediyor.
Yaptığımız Ziyâret’te Derneğimiz yer aldı. Gittiğimiz yer Dâwûd el-Qayserî ile
ilgili’ydi, gitmiş olduğumuz Mekan’da, daha önce giden Qayserili bir Kişi’nin Ders
verdiği Yer, Osmanlı’nın Kuruluş Boyutlar’ı yani çok Târihsel Meseleler’i Gündem’e
almıştık. Medrese içerisi, Taşı Duvarı Restore edilmiş, Bizim Qayseri’deki
Medreseler gibi, Uzun Zaman Anlam’ı dışında Kullanımlar’ı, Turistik olarak Tahsis
edilmiş bir Mekan olarak vardı. Oysaki bu tür Okullar, Binâlar’ı Eğitim vermeye Yapı
Açısı’ndan Müsâit değil ama, Sembolik Anlam’da ne yapılabilir diye başka İmkanlar
için Tahsis edilmelidir, Madem 1453 gibi kalkıp Qayseri’de bir Üniversite kurmuş
Yapı, 1978 olarak değil de Erciyes Üniversite’si aynı Şey’i yapacaksa 1204’lere
götürecekse Şifâiye Medrese’si en Erken Dönem olarak, o zaman o Bağlantı’yı
somutlaştıracak Semboller’den de yararlanması lâzım. Bu Âidiyet Bağlantısı’dır.
Üniversiteler’in İlk Açılış Konuşmalar’ı neden O Mekan’da yapılmasın, O Medre-e’de
Mezuniyet Törenler’i yapılmasın. Bu Âidiyet Bağlantıları’yla Onursal Düzenlemeler
yapılabilir.
Şöyle bir Öneride bulundum; Qayseri Belediyesi -yahut kimse bu işe
Kurumsal olarak Kültür Bakanlığı mıdır, Waqıflar mıdır Yetkili olan Merciler-, bu
Medrese’nin birebir Kopyası’nı Qayseri’de İhyâ edebilirler. Bunun için de ne
Mekan Sorun’u vardır, ne Parasal bir Sorun vardır, ne de düşünebi-lirlerse
Perspektif Sorunu vardır. Kendi Adlar’ı ile anılan oradaki bir Kurum olarak
Uzak’taki bir Medrese, ve orda bu Amaç’la kullanılmıyor, zaten Küçük bir Yerleşim
Birim’i, İznik Açısı’ndan da bu Ağırlığı kaldıracak Yer de değil. Eğer 1453’te kurulan
İstanbul Üniversite’si, kendisini ona Nisbet etmişse, tüm Üniversiteler’in de Nisbet
ettiği Yer’dir bu Mekan. Ona Sâhib bir Merci Açısı’ndan buna İhtiyaç var. Bu olması
gerekir diye bunu dillendirmeye çalıştım. Buraya gelişimiz böylesi bir alaqa ile
Gündemimiz’de geldi.
Burası Ermeni Tavukçu Mahallesi, Eski Qayseri’de Ermeni Azınlığı’nın
yaşadığı, Meskun oldukları bir Mahal. Ekseriyet’i onlar. 1800’lerin sonları itibariyle.
Qayseri’de, Eski Qayseri’yi Temsil edebilecek bir yer Restore edilecekse -bir
çokları yıkılmış, yeniden İnşa ediyor-, Sivil Mimârî Boyutları vesaire böyle bir Mahal
mi seçimeliydi Ewweliyet’le? Siz Qayseri’nin onca Mahallesi’ni mahw’ettiniz.
Hacıkılıç’ın Arkası’ndaki Koca Alan, Gülük Ciwârı’nın boşaltılması vs. bütün bunları
İstimlak ettiniz, Taraf olarak sattınız, AVMler vs. yaptınız. Yani Eski Qayseri’yi
İnsanlar, 1000 Yıllık Müslüman Fethi’yle İştigal eden bir Yer’e taşıyacaksa, onu
yansıtan bir Yer seçilir. Onu Restore edersin, Oraya İnşâ edersin, Ayağa kaldırırsın.
Yani bir Ermeni Mahallesi de, (evet tabi ki Qayseri’nin 1/3 Nüfusu Cumhuriyet
Dönemi’ne kadar, Osmanlı’nın bir çok Bölgeleri’nde olduğu gibi, Gayr-i Müslim,
bundan alınmayız, bilakis ifihar duyarız, bunlar Kazançlarımız’dır), İ’mâr edilip Eski
Qayseri Yapı’sı içinde Ermeni Evleri, Rûm Evleri’nin vs. İ’mâr edilmesi, onların da
düşünülmesi gâyet tabi. Bu Zenginliğimizi gösterir. Ama siz Merkez yapıyorsunuz,
Tavuklu Mahallesi İ’mar edip Adı’nı da değiştirip “Eski Qayseri Mahallesi”
diyorsunuz. Eski Qayseri Mahalle’si, diye açtığınızda.. Ne zaman Tüm Kayseri için
Mahalle olmuş,? Bu Mahalleye Müslümanlar Çoğunluk mu? Buradan seçtiğiniz bir
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
62
Konağı Dâwûd el-Qayserî Enstitüsü’ne veriyorsunuz. Ne irtibat’ı var, Dâwûd el-
Qayserî bu Mahalle’nin bir Ferdî olabilir mi? Onun yaşadığı Mahalle’yi bulamasanız
dâhi bir Müslüman Mahalle’si düşünebilirsiniz, muhtemel olarak. Ne kadar
lalettayin, ha gördüm güzel olmuş, buraya yapalım denmiş görünüyor. Ufuk yok,
Geçmiş yok, Araştırma yok. Rezâlet bir Durum. 2 Sene’dir oturduğum Mahalle’de -
Karakürkçü Mahalle’si-, yine 2 Yıl’dır bir Koca bir Çukurumuz. Kaç Katlı bir Bina
yapılacaktı, İstimlak etmiş Belediye, oradaki diğer Evler gibi, neyse orada bir
Anlaşmazlık, Mahkemelik olmuşlar, yapamıyorlar. Hemen ötesinde ölmekte olan 3,
4 tane Ev kaldı, dökülen Mahalle’de, Eski Karakürkçü Mahalle’si. Karakürkçü
Mahalle’si bugün Gülük Mahalle’si olarak anılıyor. Gülük Mahalle’si aslında
Gülük Câmii’nin Etrâfı’ndaki o Dar Bölge’yi İhtiwa ediyordu. Orda 5, 6 Tâne
Mahalle var. Hepsini yok ettiği için, geriye Kentsel Dönüşüm Projelerimiz, hepsi
Gülük Mahalle’si diye geçiyor, orda da 3-4 Tâne Ev kaldı. Bina yapılacak artık,
İ’mar’ı İmkansızlaştı. Geri kalan Bölge’de Safa İlkokulu var, onun Etrafı’na Tel
Örgü’yü germişler, Safa Mektebi’nin bittiği Yer’den itibaren başlıyor, Boş olan
Arazîler ve birkaç Tâne Yıkıntı Ev’in olduğu yer.
1500’lerde yapılmış o Mahalle’de bir Çeşme var, kurumuş Wâziyet’te, Su
akmayan bir Çeşme’dir şimdi, Göllü Çeşme, onun yanında da Göllü Câmii var.
Göllü Câmii Adı’nı da birkaç Hafta önce tekrar hatırladık, Haberler’e düştü. 14
Yıl’dır kullanılmadığı için, -İbâdet’e açık tutulmadığı için-, içerisinde hiçbir Şey’e
dokunmamışlar, Tozlar, Dumanlar içinde Metruk bir Waziyet’te bırakılmış
duruyordu, Halılar vesaire. Göllü Câmii’nde Hırsızlık olmuş, bu Haber’le Ajanslar’a
düştü. Böyle bir Metruk ve Tahrib edilmiş Mahalle’nin Boşluğu’nda, Kapalı bir
Câmii, 1500’lerden beri kullanılan Târihî Âsar ve Halıları’yla öylece Toz’a Duman’a
terk edilmiş bir Câmii, son 14 Senesi’nde içine giren olmamış gibi, Hırsızlık Waqa’sı
ile ancak tekrar hatırlayabiliyoruz. 1500’lü Yıllar’ın bu Mahalle’deki Câmii’nde,
buranın Bâni’si olan Cedleriniz düşünebilirler miydi, Gün gelecek Bu Câmii, bu
Ülke’de Müslümanlar yaşadığı halde, 15 Sene bu Câmii’n Kapısı’nı açan olmayacak?
Mahalle’yi sulayan 500 Yıllık bir Târihi Çeşme, hemen yanıbaşında Câmii Metruk
Waziyet’te. Çeşme Kuru ve Etrâf’ı Pislikler içinde yaşıyor, ve bunun Ölümü’ne
Tanıklık ederken, Son Anları’nın çekmiş olduğumuz Kayıtlar’a Şerh düşerken, Siz
Ermeni Mahallesi’ni Eski Kayseri Mahalle’si olarak (öncelikli) yeniden İnşâ
ederek, ne yapmış oluyorsunuz?
Gülük Mahallesi’nin, Adı’nı veren Gülük Câmii’nin yanında Gülük
Hamam’ı vardı, Gülük Medresesi vardı. Bunların da şu anda Yıkıntı Duvar-ları var
Etrâfı’nda. Restore Çalışmaları Sırasında Gülük Câmii İhyâsı’nda onlar Kapsam’a
alınmadı, onlar da öyle Yıkık olarak orda 3-4 tâne Duvarı kalmış, duruyor. Oysaki
yapılması gereken İ’mâr ve Genişletme, Gülük Mahalle’si Kayseri’nin İlk
Câmileri’nden ve Mahalleleri’nden bir Tâne’si. Danişmendliler’in Mahalle’si.
Qayseri’de kurulan İlk Mahalle, yapacaksan sen Gülük’ün Etrafı’nı ayağa
kaldıracaksın. Erkem Yerleşim Bölge’si. Bunları İ’mâr ederdin, Gülük Medresesi’ni
ayağa kaldırırdın. Böyle Ayağa kaldırılır, 1000 Sene önce geldiğin Yer’deki Kök
Târihi’ni böyle Dewâm ettirirsin.88
88 Bunları böyle olsun diye (Eski Tâbir’le Şehr-i Emîn denen) Belediye Başkanı’na, -Kamusal
Sayfa açtı, Seçimler’e doğru Propagandası’nı yapması için Facebook’ta-, Sayfası’na bunları yazdım.
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
63
Qayseri’ye geldiğimden itibaren Köklerim’i bulduğum Yer, 1000 Sene önceki
Mahallem, Ölüm Anları’nın Izdırab’ı, Medresem, Etrâf’ı mahw’olmuş, Câmi 14
Sene’dir terk edilmiş, Eşyalar’ı çalınıyor, Çeşme’si kurutulmuş, akmıyor, Pislik
içinde. Ve Ben hergün Balkon’da o Acı’yı hissediyorum ve bugün Sabah geliyorum
burda bu Konuşma’yı yapıyorum, bu Mahalle’de. Buranın İ’mârı’ndan Mutluluk
duyarım sözünü ettiğim Genel bir Titizlik içinde olduğunda. Dâwûd el-Qayseri
Enstitüsü burda mı olmalıydı? Dâwûd el-Qayserî Derneği Ziyaret’e geliyor, 10
Sene’dir bu Ad’la tanınan bir Dernek, Kurum’un Başındaki Sorumlu
Akademisyenimiz 1 Saati’ni verip bizle olamıyor. Görevli, Kapı’yı açan kapatan ile
Görevli ile Muhatab oluyoruz.
Böyle bir Ev Gezisi’ni, Kastamonu Gezimiz öncesinde yaptık. Kastamonu’ya
Mekan olarak biraz uzak, Eskiden Kastamonu’ya Bağlı’ydı ama şu an İdari Yapı
olarak Karabük’e bağlı olan Safranbolu Evleri dolayısıyla. O Bölge’ye yarın Sabah
varmış olacağız, ve o Ciwar’da Unesco Bünyesi’nde de Koruma altına alınmış olan
Eski Evler’i gezeceğiz. Bu Evler İ’mar edilmiş, epey Değerli Konaklar, Yapı ve
Eserler. Bir Doku’nun Bütün olarak nasıl korunabiliyor, örnek olarak Safranbolu’da
bunu göreceğiz. Tabi aynı Evler’in Benzerleri, daha az Sayı’da da olsa Kastamonu içi
için de Geçerli ve Eskiden, Safranbolu Kastamonu’ya Bağlı idi. Oraya gideceğimiz
Yer’de onları görmeden, gittiğimiz Yer’de Evler’in ve Mahalleler’in Durum’u nedir,
bize bir Fikir versin diye böyle bir Mahalle ve Ev’i gezmeyi Programımız’a koyduk.
Kaldı ki, Maddi Yapı’yı İ’mâr etseniz dâhi, asıl olan Mânewî İ’mâr’dır. İçeriği o
amaçla doldurulmamışsa, bir Şey İfâde etmez de, Maddi Boyutu’yla da var olanlar
Açısı’ndan nerdeyiz, onu da görelim istedik. Yani “Evimiz, Barkımız, Eski
Mahallemiz” diyerek, Kastamonu Gezisi ile alaqalı Üst Başlığımız’ı burada biraz
açmış olduk. Safranbolu’ya gitmeden önce de aramızda görebileceğimiz bir Nokta,
geldiğimiz Mahalle burası oluyor. Burayla alaqalı olarak ta Ufuq budur. Bu
İnsanlar’ın Etrâfı’nda hiç mi Kültür Adam’ı yok? Hiç mi Qayseri Târihi’ni bilen bir
Adam yok? Bir Yetersizlik var, olan Şey’in Garabet’i ortada. Buna da üzülmemek
Mümkün değil.
GEVHER NESİBE MEDRESE’Sİ
(10 Sene önce bugün (14 Mart 2002) kendisinden Aşağı’daki İleti’yi aldigim canim
Kardeşim’in Anısı’na... 14 Mar 2006 da Akşam 20.00 de Kocaeli Adı’na Yıl’ın Doktor’u Ödül’ü için
Qayseri’nin bir Parça’sı olarak Ermeni Mahallesi’nde İ’mâr Çalışmaları elbette bir Hizmet’tir. Bunu
Bütün’ü Temsil için Eski Qayseri Mahalle’si olarak İlan etmekse olmaz. Genel Çoğunluk ve Qayseri’nin
1000 Yıllık Târihi’ni yansıtmaz. Ölüm Anları’nı çekmekte olan Gülük ve Çevresi buradaki Mahalle’nin en
azından geri kalan Bölgeleri’nin böyle AVM’lere falan peşkeş çekilme-mesi ve bunlarla alakalı bu
canlandırmanın yapılması, o Medrese’nin tekrar ayağa kaldırılması, Dâwûdî Qayserî İsmi’yle (İznik’teki
Medresesi’nin İsmi’yle) birebir Kopyası’yla da yapılabilir, böylesi bir Eleştiri ve Teklif’i o Sayfa’ya
yazmıştım. Yayınlanmasından sonra 25 Dakika geçti, ve Öneri silindi. Teklif Sayfalar’ı yok edildi. Bu
Qabul edilebilir bir Şey değil. O Sayfa’ya bir Azınlık Kimliği ile yazmış olsaydım, bir Ermeni Vatandaşı
olarak bir Taleb, ya da bir Alewi kimliği ile Vatandaş olarak bu Öneri Sayfası’na bunu yazmış olsa idim, O
Cenah’ın vereceği Tepkiler’i göze alarak, bunu silemezdin. Seçim’e girerken buna Cesâret dâhi edemezdin.
Ama Çoğunluğu nasıl Umuru’na almıyor, yaptığım Şey’de bir Hakaret mi var? Teklif ediyorum sâdece.
Tamam yapılanı övme, daha güzelleştirilmesi gereğiyle alakalı bir Şey bu.
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
64
Ankara'ya gitmekte olan Yeğenim Burak'a, 800 Yıl önce (1206) kaybettigimiz Gevher Nesibe
Beldesi’nden Selam.) 89
Merhaba, Mart 1827... 175 Yıl önce 14 Mart’ta Batılı Anlam’da İlk Tıp Okulu
açıldı. Geçen Yüzyıl’ın Başından itibaren -kimi Zaman Kesinti’ye uğrasa da- 14 Mart
Türkiye’de Tıp Bayramı olarak kutlanmaya başladı. Ben , Bayramlar’ın ve Özel
Günler’in sâdece bazı Gerçekler’in hatırlandığı, Özeleştiriler’in yapıldığı, Ortak
Problemler’in paylaşılarak azaltıldığı, Çıkış Yolları’nın tartışıldığı , Empatiler’in daha
Yoğun olarak yapılması gerektiği Günler olarak anlıyorum. Modern Tıbb’ın ( ? )
Ülkemiz’de İlk Okulu’nun açılması da bunlardan sadece biri. Ama hep aşağılmaya
çalıştığımız ( Avrupalılar’ın Diktasyonları’yla) Atalarımız’ı ( Osmanlı’yı ) nasıl
oluyorda bir Bayram’ın Başlangıç Gün’ü olarak belirliyoruz, anlayamıyorum! 1827
den önce Osmanlı’nın İnsan Sağlığı’nı İlkel ve Bilimsel olmayan Yöntemler’le
yaptığını çağrıştıran Bugün ne Anlam taşıyor ardında.1827 e kadar İlkel , bundan
sonra Modern Tıbb’ın başlaması? Ne oldu ibnu Sina'ya , Râzi'ye ve diğerlerine. Ne
oldu 1100 Yıllar’da ilk Aqıl Hastanesi’ni açan Alaa’d-Dîn Keykubât'a (Kız’ı Gevher
Nesibe Sultan için yaptırdığı Üniversite Hastanesi’ne , Qayseri'de ) , Avrupalı’nın
Şeytân girmiş diye öldürdüğü İnsanlar’ı alıp Müzik’le Tedâwi eden
Atalarımız’a...Verem’e Çare bulanlara... Ne oldu Hasta Merkezli Hekimliğe , neden
unutuldu Empati , neden sâdece materyalleşti Hastalar ve Ad’ı sâdece "4 Numara’da
yatan" oldu? Ne oldu Ayşe teyze’ye , Ahmet'e , Fatma bacı’ya. Onlar sâdece Yatak
Numarası mı , yoksa bir İnsan’ın Anne’si ,Kardeş’i veya Qıymetli Ewlâd’ı mı? Nerede
Türk İnsanı’nın Sıcaklığı, kim küstürdü Doktorlar’ı Hastalar’a , Hastalar’ı
Doktorlar’a ... Neden hep Ön Yargılar... ‘Hastalar hep böyle yapar’ denir , Doktorlar’ı
Asık Suratlı bilirler. ‘Ben Doktorum, Herşey’i bilirim, sen ne anlarsınlar , ‘bu
Doktorlar da kendilerini birşey sanırlar’ Deyişler’i... Kim bu Doktorlar, onlar da o
Köy’den, o Mahalle’den çıkmadı mı? Hasta dediği İnsan’la Misket ve sek sek
oynamadı mı Yıllar önce. Aynı Otobüs’te Seyahat ederken, aynı Sinama’yı
seyrederken , aynı Şebeke’den Su içerken. Kim açtı aramızı Hastalar’la? Bence ,
bunların ardında yatan ; Ülkemiz’de Yıllar’dır oynanan Soğuk Savaş Taqtiği yatıyor.
Halq’ı birbirine küstür, Yönetim’le Halq’ın arasını dâima aç ve Güvensiz kıl. Sonra
parçalaması kolay olsun. Doktorlar’ın kaçı Hastası’na tam olarak güveniyor,
Hastalar’ın kaçı Doktorlar’a? Güven olmayan yerde kim Mutlu olabilir? Tek Hedef’i
İnsanlar’ın Acısı’nı dindirmek olan Tabipler, Güvensiz , Empatisiz , Gelecek Kaygısı ,
Maddi Kaygılar , Ekonomik İmkansızlıklar arasında Acılar’ı nasıl dindirecekler?
Bunlar Umutsuzluğun değil, Umud’un Dizeler’i. Gelin Bugün’ü Başlangıç Qabul
ederek 1827 Öncesi’ne dönelim ve İlkel Tıbb’ı tadalım yeniden. Ayşe hanım’ın
Acısı’nı dindiriken, Afacan Ahmed’in Yaramazlığı Esnası’nda onu Muâyene ederken
, bize Ön Yargı’yla gelmiş ve aslında fazla bitrşey beklemeyen Hakkı amca’dan
EMPATİ’yi ve GÜLERYÜZ’ü esirgemeyelim. Çünkü Hastalarımız Sorunu değil bizim
aldığımız Az Maaşlar , Arabamızı yenileyememiz , Bilimsel Dergiler’e Abone
olmayışımız, Ay’da 1 kez Kültürel Faaliyetler’e katılamamız , yaşadığımız Ev’in Kira
oluşu ... O bizden sâdece Güler yüzle Acısı’nı dindirmemiz ve/ veya Paylaşmızı
istiyor. Birden hiç bir Zaman olamayacağı oldurmamızı istemiyor. Özeleştiri, Gülen
89 Dr.Mehmet ERSÖZLÜ Kocaeli Gölcük Devlet [email protected]
http://groups.yahoo.com/group/qayseriokulu/message/2174
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
65
Yüz ve Empati’nin tükenmediği , Hasta Merkezli Tıbb’ın yeniden doğduğu nice
Bayramlar’a...
HUNAT HÂTUN MEDRESE’Sİ
Kış’ın en Uzun Gecesi’nde Târihî Mekanlar’ı aydınlatan Işıklar arkasında 800
Sene Öncesi’nden bize seslenen bir Selçuklu Kapısı’nın Önü’ndeyim… Önümde
Şehr’in Ana Meydânı’na çıkan bir Cadde’nin geçtiği Nokta’nın tam Karşısı’nda yine
tüm İhtişamı’yla Işıklar içinde Kayseri Kalesi’ni görüyorum. Alanya Kalesi’nin
Tekfuru’nun Kızı’yken kendini Sultân
Alaa’d-Dîn’e Eş olarak bulmuş Hunat
Hatun.. Keykubât Sarayı’nda zehir-
lenen Alaa’d-Dîn’in Nâş’ı Defn için
Konya’ya götürülürken Hunat’a İçi’ni
İmâretler’le dolduracağı Aslî Watan
olacaktır Kayseri…Bugün kendi Adı’yla
anılan Mahalle’de yaptırdığı Câmii,
Hamam, Medrese, Bugün’e gelememiş
olan Aşevleri’nin kesiştiği Külliye
içindeki Türbesi’nde Ebedî İstirahati’ni
sürdürüyor. Hürmet’le Medrese’nin Taç Kapısı’nı Temaşa’ya dalıyoruz.
Cami’nin Kuzey Batısı’ndayız… Taç Kapı, Dikdörtgen Planlı, Açık Avlulu, Tek
Katlı Yapı’nın Batı Yakası’nda yer alıyor.
Kapı Arkası’nda Giriş Eyvan’ı ve Bina’yı sağda solda Çepeçevre dolaşan
Rewaklar, bunların arkası’nda 20 Öğrenci Hücre’si, tam Karşı’da Doğu Taraf’ta
ortada ana Eyvan-Yazlık Dersane, bunun Kuzeyi’nde Büyük Kapalı, üzeri Fenerli
Kışlık Dersane; Güneyi’nde Câmi’yle Bitişik Müderris Odalar’ı ve burada bulunan
Hunat Hatun’un Türbesi’ne Geçit bulunuyor.
Batı’da Köşeler’de bulunan 2 Hücre, Çıkış Mecburiyeti dolayısıyla Büyük
tutulmuş. Kapı’nın içten Güney Tarafı’nda, Hücreler arasında Dam’a Çıkış İmkan’ı
bulunuyor.
Avlu’yu çevreleyen Rewaklar, Kesme Taş Ayak ve Sivri Kemerler üzerinde
Moloz Taş Sıvalı Tonozlar’la örtülü. Bütün Hücreler de aynı Şekil’de Tonozlar’la
örtülmüş. Ancak Doğu’daki Eywan ve Yanları’nda bulunan Kışlık Dershane ve Büyük
Müderris Odası, Kesme Taş Tonoz’la örtülmüş.
Bina’nın İlk Yapılışı’nda Eyvan önünde Rewak bulunmadığı halde, Tahmin’le,
Hunat Hatun Tarafı’ndan Câmi’yle birlikte (1238) Rewak’ı 4 bir Taraf’tan
tamamlamak için, Eyvan’ı kapatmayacak şekil’de 2 Kemer Ayağı’na basan Yüksek,
tek bir Tonoz İnşa edilmiştir. Hunat Camii’nin Batı Portalı’nın arkası’ndaki bir
Avlu’ya Açık olan bu Tonoz, belki de olan bir Deprem’in Etkisi’yle Kısa Zaman’da
yıkılmış. Câmi’deki Tonoz, İhtiyac’a göre tekrar başka Sistem’e yapıldığı halde,
burada bir daha İnşa edilmemiştir. Buna ait 2 Yan Revak üzerinde, Duvarlar’da
sonradan yerleştirilmiş Kemer Ayakları’nın İzler’i bulunuyor.
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
66
Batı’da bulunan Taç Kapı, Klasik Selçuklu Tarzı’nda Geometrik ve Bitkisel
Motifler’in oluşturduğu Bordürler’in çevrelediği Mukarnaslı (Petekli) bir Giriş’tir.
Mukarnas Örtü’nün Etrafı’nda Dekoratif Kemerler ve altında Sütünceler’i yer alıyor.
Giriş’in 2 Yanı’nda 2 Küçük Niş bulunmaktadır. Taç Kapı’nın üzeri Tabiat Tahrib’i ile,
burada olması gereken Kitâbe’yle birlikte yıkılıp yok olmuştur. Burası
Restorasyon’la kısmen tamamlanmış. Kapı’da başkaca bir Kitabe görmüyoruz.
Dıştan Medrese Duvarları, Çevre’deki Taş Ocakları’ndan getirilmiş Esmer Köfeki
Kesme Taşlar’la örülmüş, Bina’ya dıştan Taqwiye Kuleleri ve bunlar üzerinde de, bir
Tane’si Orijinal olarak kalmış Dentanlar (tek Parça Taş’tan Küçük Süs Kulecikler’i)
İnşa edilmiş.
Dam’daki Orijinal Toprak Örtü Kültür Bakanlığı’nın 1976 Yılı Onarımı’nda
kaldırılmış, bu İşlem sırasında Toprak arasından Selçuklu Hafifletme Küpler’i ile
Dönem’in birkaç Bakır Para’sı çıkmış. Küpler, Kayseri Müzesi’nde Muhâfaza
ediliyor. Toprağın kaldırılması ile Câmi’de olduğu gibi Betonarme ve Taş Kaplama
yapılmış, ancak Su geçirgenliği önlenemediğinden Yakın Zaman’da Bina’nın üzeri
Kayseri Valiliği Özel İdare’si Tarafı’ndan yine Câmi’de olduğu gibi Ahşap Çatı üzeri
Bakır Kaplama ile örtülmüş
Eyvan’ın Kuzeyi’ndeki Müderris Odaları’ndan, Güneyi’nde bulunan Medrese
Duvar’ı arasından Hunat Hatun Türbesi’ne Geçit verilmiş. Burada, Türbe’nin
Ziyaretgâh Qısm’ı olan 2.Katı’na çıkan, sonradan yapılmış Taş Merdiven’in yerinde,
Orjinali’nde Ahşap bir Merdiven bulunduğu Tahmin ediliyor. Bu Qısım’da,
Medrese’nin Türbe’ye doğru Dış Duvarı arasında Türbe Yeri’ndeki, Türbe’den önce
bulunan, belki Câmi’nin Batı Kapısı Arkası’ndaki Tonoz yıkılırken çarpıp yıktığı İlk
Türbe veya bir Yapı’ya ait Kalıntılar bulunuyor. Türbe’den Cesetler’in bulunduğu alt
Kat’a Giriş yok. Taç Kapı dışında, Medrese’nin Tezyinatlı Bölümleri’nden olan Ana
Eyvan Ağzı’ndaki Kemer’in Dış Yüzü’nde bulunan, Geometrik Örgü Firizi
Merkezleri’ne Küçük İnsan ve Hayvan Figürler’i gizlenmiş. Eyvan’dan Doğu’ya
Mukarnaslı bir Çıkış bulunuyor. Giriş Eyvan’ı Ortası’nda da, 3 Dilimli Profil’li ve Yan
Yüz’ü Geometrik Örtülü Taqwiye Kemer’i bulunmaktadır. Dıştan Çörten Ağızlar’ı da
Aslan Başı şeklinde biçimlenmiş.
Medrese’nin, Yapı’sı İtibari’yle Cami’den biraz önce’ye aitmiş.1976’da
yapılan Restorasyon
Çalışmaları’nda, Medrese’nin Cümle
Kapı’sı altından giren Pişmiş Toprak
Su Künkleri’nin Eyvan içine kadar
Dewam ettiği görülmüş. Avlu
Ortası’nda buna bağlı bir Şadırvan
da bulunduğunu Tahmin ediyor
Uzmanlar. Yine Medrese Önündeki
Açık Alan’da, Medrese Hizası’ndan
Hamam’a doğru, Devri’nden kalma bir Bahçe İhata Duvarı’nın da bulunduğu
görülmüş.
Medrese’nin Giriş Cephesi’nin Güneyi’nde, h.1326(m.1905) de yapılmış ve
50 Yıl kadar önce de yıktırılmış olan Sütunlu bir Revak’tan İbaret Çeşme’nin
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
67
Kitâbe’si halen Medrese’nin Duvarı’na yerleştirilmiş olarak duruyor.. Kitâbe Metni’ni
şöyle okuyorlar:
Bak Su Hayrı Efdal Hayr olduğundan Ehl-i Hayr
Döktüler her bir Mahal’de hâlisane Âb-ı Rû
Yaptılar Sarf eyleyüp Naqdine Himmetleyin
Cami-i Ekber Ciwarı’nda Hoş bir Çeşme bu
Görmiye Rûz-ı Qıyâmet’te Susuzluk’la Elem
Kim akıttıysa Rızâu’llâh için bir Karte Su. (1326).
Hunat Hatun’un Külliyesi için yazdırmış bulunduğu Orijinal Wakfiye’si
Rlimiz’de yok. Ancak XVI.yy.Osmanlı Waqıf Tahrirleri’nde ‘Waqf-ı Cami ve
Medrese-i Hond Hatun’ Başlığı altında Cami ve Medrese’nin, Sultân Alae’d-Dîn’in
Zewce’si Hond Hatun’a ait olduğu ve 1500 de Waqf’ın Mewlânâ Abdu’r-
Rahmân’ın Tasarrufu’nda bulunduğu, Câmi ve Medrese’nin Waqıf Akarları’nın
Qayseri’de Salur, Zincidere ve Yabani Köyler’i ile, Tokat’ın Kozova’sına bağlı
Saraycık, Çemgöz, Halıcılar, Tavukçular ve Eyne Pazarı Köyler’i Gelirler’i,
Qayseri’de Külliye’ye Dâhil Hamam ile bunun yanında bir Fırın ile Şehir içinde bir
Qısım Arazi Parçaları’nın olduğu kaydedilmiş. Masraf Kayıtları’nda Müderris ve
Talebeler’in Ücretler’i yazılmış. Hunat Hatun’un Waqıf Akarları’ndan Günümüz’e
bir Şey kalmamış.
Medrese’nin Eyvanı’na, Lale Devri’nde (1720-1730) İstanbul’da Saray’da
Matbah (Saray Mutfaklar’ı) ve Sur (Şehzâdeler’in Sünnet Düğünler’i Müdür’ü) olan
Qayserili Hacı Halil Efendi bir Kütüphâne Bina’sı İnşa ettirerek, içerisine de
birtakım Kitaplar koydurmuştur. Sonra da burası Harap olunca Kitaplar Şehir’deki
Raşid Efendi Kütüphanesi’ne naql’edilmiş.
Medrese Bina’sı 1930 yılı’ndan 2000 Yılı’na kadar da Qayseri Müze’si olarak
kullanılmış. Müze bu Târih’ten sonra naql’edilerek Waqıflar Tarafı’ndan Çarşı
Hâli’ne getirilmiş.
2009 da Çarşı da Bina’dan Tahliye edilerek buranın Kültür Hizmeti’nde
kullanılması için Çalışmalar yapıldı. 2 Hafta’da bir buradaki bir Büyük Dersane
Odası’nda Tentl I Dersler’i verdik.
GÜLÜK KÜLLİYE’Sİ
Kimlik Belgem’de ‘Nüfus’a Kayıtlı olduğu Yer’ olarak yazan Karakürkçü
Mahallesi’ne Uzun Yıllar Şehrim’den, hatta Ülkem’den ayrı yaşamış biri olarak geri
döndüğümde Hoş Tesâdüfler Zincir’i bana tekrar bu Qadim Şehir’de /Qayseri’de
Yaşama Şansı verdi. Çocukluğum’un Anıları’na Tanıklık eden Dar, kıvrım kıvrım
Sokaklar’dan Eser kalmamış.. Kentsel Dönüşüm Kapsamı’nda Belediye’nin
Dozerler’i geçip gitmiş üzerlerinden. Oturduğum 40 Hâneli Apartman Blok Kaç
Mahalle Sâkini’nin Nüfusu’na Bedel’dir kimbilir? Sâdece Çeşmeler, Câmiler, Eski
Medrese Dokunulmazlık Zırh’ı ile, Mahallesi’ne Yabancı düşmüş bir Garip olarak
direniyorlar… (Teknoloji’nin Azizliğine uğrayıp Tiyatro ile ilgili Belleğimi
kaybedince), Mahallemin Anıtları’nın beni çağırdığını hissediyor, Yağmursuz Geçen
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
68
Hafta’nın verdiği Fırsat’la Adımlarım’a Külliye için İzin veriyorum. Şehr’in o Eski
Arnavut Kaldırımlarım’dan değil, Asfalt Kefenler üzerinden..
Beş altı Köklü Mahalle birleştirilmiş şimdi onun İsm’i ile anılıyor. Otantiği
Külük olan Ad’ın Gülük Telaffuz’u ile… Selçuklu Sonrası Eratnalılar arası İlhanlı
Moğol Wâlileri’nin bastırdığı Paralar’da rastlanabilen bir Asalet Ünvanı’ymış
Külük… Mahalle’ye Adı’nı veren Alame’d-Dîn Oğlu Külük Şemse’d-Din Külliye’nin
ilk Bâni’si değil ama onunla Ayağa kalkan Târihî Yapıtlar Mahalle’ye de onun Adı’nı
kazımış… 1335 Târihli Waqfiyesi’nde oldukça Yüklü bir Arazi’nin Geliri’ni burası
için waqf’etmiş olarak anılıyor. Qayseri’nin bir Deprem Sonrası önemli bir Hasar
gördüğü Târih’ten sonra.. Sözkonusu Târih Zihnim’de Dâwûd el-Qayserî ile ilgili bir
Çağrışım yapıyor. İznik’in Fethi’nden sonra Orhan Gâzî’nin orada yaptırdığı
Medrese için Qayseri’den alıp götürdüğü Müderris’in Şehri’ni terkettiği Târih…
Gülük Medrese’si, Temel’i Danişmetliler’e kadar inen bir Selçuklu ve sonrası
Eser’i, Dâwûd’sa Osmanlı Medrese Sistemi’nin Kurucu Beyn’i olacak…
900 Yıl gerilere kadar gidebilen bir Anıt var Karşım’da şimdi. 10 Yıl kaldığım
Berlin’in Târih Faqir’i Metropol’ü nerde, her yeri’nden Târih fışkıran
Topraklarım’ın Anıtlar’ı nerde.. Şu yeni yetme Brandenburg Kapı’sı önünde Poz
çektirmek için yarışan Turist Kâfileler’i… Selfilerim bana kalsın, Külliye’yi
zaptettiğim Resimler Dosyam’da yerini alsın…
Yapım’ı daha Geç Târihler’e endekslenen Hamam’ı Bugün’e taşıyamamışız..
Bir zamanlar şarıl şarıl Erciyes’in Su’yu akan Çeşme’nin Dil’i kurumuş, Ağzı’nı Bıçak
açmıyor şimdilerde.. Bize Homojen bir Yapı olarak iç içe geçmiş tek bir Blok Bina
gibi görünen Câmi-Medrese’yi duyumsamak kalıyor… Yüzleri’nden Huzur saçılan
Müdâwimler’i dağılıyor Câmi’nin Kuzey Doğusu’nda yer alan İhtişamlı Taç
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
69
Kapısı’ndan… Teneffüs Zil’i yerine çalan Meşhur bir Ezgi’nin Ses’i ile dağılan İlkokul
Öğrencileri’nin Kalabalığı’na karışıyor Ma’bed’den dağılan Dedeler, Amcalar…
Medrese’nin Aqsâmı’nın artık Câmi’yi tamamlayan bir Hizmet için kullanıldığı
anlaşılıyor…
Ne zaman İnşa edilmiş Mabed, tamı tamına bir Târih verilemiyor. Yapı
üzerinde bize Klavuzluk eden İlk Kitâbe Onarım Târihi ile ilgili.. Arapça Kayıtlar
Türkçe’ye şöyle çevrilmiş:
‘Bu Bina’yı Keyhüsrev’in Oğlu Dünyâ ve Din’in Şeref’i, Fetihler Sâhibi, Mü’minler’in
Emîri’nin Ortağı, Büyük Sultân Keykavus’un Hâkimiyet’i Zamanı’nda, Allâh’ın en Zayıf Kul’u, İffetli
kadın, Yağıbasan Oğlu Mahmud’un Kız’ı Atsız Elti Hatun h.60? (1210) onarttı.’
Câmi’nin Kuzeydoğu Köşesi’nde bulunan Tac Kapı üzerindeki Kitâbe’de
geçen Târih Bölümü’nün Son Rakamı’nda Tahribat varmış. Ama genelde Qabul
edilen Târih h.607(1210-11)dir. I. İzzettin Keykavus h.607(m.1210) da Selçuklu
Tahtı’na çıkmıştı. Onun Hâkimiyeti’nin İlk Yılları’na denk geliyor bu. Câmi’yi onaran
Elti Hatun’u araştırıyorum. Danişmedli Soyu’ndan geliyor. Baba’sı Muzafferi’d-
Dîn Mahmud, Yapıbasan Nizâm’ed-Dîn’in Oğlu.. Qayseri’yi Damişmendli
Beyliği’nin Merkez’i yapan Emîr Mehmed Gâzî, Muzafferi’d-Dîn Mahmud’ın
Amca’sı oluyor. Atsız Elti’nin Baba’sı da tıpkı Kız’ı gibi Hayırları’yla Maruf
Şehrimiz’de. h.602(m.1206) da Qayseri Ulu Cami’yi onarmış, bu Onarım’a İlişkin
bir Kitâbe’de onun Adı’nı okumuştum. Elti Hatun, Câmi’yi 1201 Târihi’nde
onarttığına göre Yapım’ı bundan öncedir. Ne kadar önce? Qayseri’nin
Danişmedliler’ce Merkez olarak kullanılması h.475(1082) Târihi’nde başlıyor.
Uzmanlar’ın Kanı’sı Külük Camii’nin tıpkı Câmi-i Kebir gibi Emîr Mehmed
Gâzî’nin Hükümranlığı sırası’nda, yani h528-537(1134-1142) Yıllar’ı arasında İnşa
edilmiş olabileceği. Külük Câmii’de tıpkı Ulu Câmi gibi 1100 sonları’nda
bilinmeyen bir neden’le Tahrip olmuş. Qayseri’de 1100ler’in sonu 1200ler’in
Başları’na ait bazı Yapılar’ın Sağlam olarak Bugün’e ulaşması Sebebi’yle Ulu ve
Gülük Câmileri’nin daha Erken bir Târih’te Tahrip olduğu sanılıyor.
Câmi, Medrese ve Hamam pek çok defa Tamir geçirmiş. h.1251(1835)
Târihi’nde bir Deprem’in Etkisi’yle Kuzey’e bakan Duvar’ı eğilmiş ve
h.1273(1856)’da bir Qısım Yerleri’nin Tâmir’i yapılmış. 1584 Târihli Ewqaf Defter’i
Kayıtları’na göre Külük Hacı Mehmed Hamamı’ndan ve yine Gülük(Külük)
Mahallesi’nden elde edilen Gelirler’i vardır.
(Câmi Kalabalığı dağılınca aktaracağı Bilgiler’i sonra Kaynaklar’dan
doğrulamak üzere bakacağım Mihmandarım Eşliği’nde Bina’yı okumaya-gezmeye
başlıyorum.) Qayseri’nin neresindeyiz? Bir Koordinat vermek gibisinden olsun:
Şehir Merkezi’nin Batısı’nda, Gülük (Külük Şemse’d-Dîn)
Mahallesi’nde, Kale Surları’nın dışında, Hamam’ı, Medrese’si ve Camisi’yle
birlikte bir Külliye’deyiz. Dış Kale Surları’nın Girişleri’ne uzakta kalmakta,
bununla birlikte Boyacı Kapısı’nın 400 m kadar Kuzeyi’ndeyiz. Külliye’nin
Güneydoğusu’nda Günümüz’e ulaşamayan Selçuklu Dönemi’ne ait bir Yapı da yer
alıyormuş. Külliye’yi Meydana getiren Yapılar’dan Cami ve Medrese Homojen…
Bugüne ulaşmayan Hamam bu yYapılar’dan ayrı olarak Kuzey’de bulunuyormuş.
Külliye genelde Düzgün Yonu Yaş Malzeme’yle yapılmış, bununla birlikte
kısmen Kaba Yonu Taşı da kullanılmış. Câmi’nin Doğu ve Kuzey Duvarları’nda Sert
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
70
Andezit Malzeme olan Erciyes Taşı kullanılmışken diğer Cepheler’de ve İç
Kısmı’ndaki Taşıyıcı Elemanlar’da, daha Yumuşak olan Gesi Taşı kullanılmış. Câmi
ve Medrese’den oluşan Homojen Bölüm’ün Kuzey Cephesi, aynı zaman’da Câmi ve
Medrese’nin Ön Cephe Duvarı’nı oluşturuyor. Câmi ve Medrese’nin Giriş Kapıları
bu Cephe üzerinde. Cephe’nin Kuzeydoğu Köşesi pahlanmış ve buraya Klasik
Selçuklu Mimârî Tarzı’na uygun Mukarnaslı bir Taç Kapı yerleştirilmiş. Anadolu
Selçuklu Dönemi’ne ait Taç Kapılar’ın birçoğunda olduğu gibi, Yüzey’i iç içe geçmiş
Bordürler’le ayrılmış. Bordürler’de Yüzeysel Kabartma olarak, genellikle Geometrik
Motifler kullanılmış olmakla birlikte, bir Bordür arası Geçiş’te Yarım Yıldız Motifi’ne
de yer verilmiş. Mukarnaslı Kavsara Sütunceleri’ne binaen Yüzeysel bir Teğet
Kemer içine alınmış. Mermer üzerine Kabartma olarak yazılmış iki Satırlık Arapça
Kitâbe, Kemer’in Üst Qısmı’nda. Kitâbe’nin her iki Tarafı’nda Yarım Küre Şekli’nde
Kabaralar var. Tac Kapı’nın İç Yüzü’nde Yanlar’da Karşılıklı olarak yerleştirilmiş iki
Mihrâbiye Niş’i var. Mihrâbiyeler dıştan üzeri Rûmî Süslemeli Yalancı Teğet bir
Kemer içine yerleştirilmiş, Yarım altıgen Planlı. (Ziyâretciler için Panolar’da yer alan
Mimârî Tarz’ı anlatılırken Gündelik Hayat’ta kullanımızda yer olmayan, kimilerinin
Tınılar’ı bile Hoşluk yaratan Kelimeler Dikkatim’i çekiyor.. Revak, Niş, Tonoz,
Sütünce, Harim, Sahn, Kemer, Mazgal gibi…)
Kuzey Cephe üzerinde, Tac Kapı’dan başka 3 Kapı daha sayıyoruz. Bunlar
Anıtsal Görünüş’ten Uzak, Basit Formlu yapılan bu Kapılar’dan bir Tâne’si Câmi
Harimi’ne, diğer ikisi Medrese’ye açılıyor. Câmi Harimi’ne açılan Kapı, Sivri
Kemerler içine yerleştirilmiş, sâde basık kemerli bir Giriş’ten İbâret. Basık Kemer
Kemer’in üzerinde, Kare bir Çerçeve içerisinde, Yaprakları’nın Plastik Etkisi fazla
olan, bir Rozet yer almaktadır.
Rozet’in üzerinde ise h.1325(1905) Târihi’ni taşıyan bir Tamir Kitâbe’si ve
Taç Kapı’nın en üst Qısmı’nda ise Demir Parmaklıklı Dikdörtgen bir Çerçeve
bulunuyor. Bu Kapı’dan sonra Cephe’nin Batısı’nda, Medrese’ye ait 2 Kapı daha yer
alır. Bunlardan en Batı’da olanı Orijinal olup bu Kapı da yapılan Bilinçsiz
Onarımlar’la önemli Değişikliğe uğramış. 1970li Yıllar’da yapılan Restorasyon
Çalışmaları sırasında, Medre-se’nin Orijinal Kapı Söveleri ve Eşiği bulunmuş.. Kimi
Yanlış Onarım Hataları yanında böylesi Müsbet Katkılar’ı da olmuş bu Ta’dilât’ın.
Yapı’nın Batı Cephe’si, bu yön’de bulunan Medrese’nin de Cephesi’ni
oluşturuyor. Bu Cephe’de Alt Qısım’da 4 Mazgal Pencere bulunurken, Üst Qısım’da
Değişik Ölçü ve Aralık’taki 6 Pencere, Medrese’nin Üst Kat Odaları’na açılıyor.
Güney Cephe’si, Câmi ve Medrese’nin Ortak Duvarları’ndan birisi. Cephe’nin
ortaya Yakın Qısmı’nda Mihrap Çıkıntısı başlar. Mihrap Çıkıntısı’nın iki yanı’nda
içerde, her biri bir Sahın’a açılan Dikdörtgen Formlu birer Pencere var. Cephe’nin
Batı Bölümü’ne, Medrese Ana Eyvanı’na açılan Dikdörtgen bir Pencere’yle Ana
Eyvan Yakını’ndaki Oda’ya açılan Mazgal bir Pencere yerleştirilmiş.
Külliye’nin Doğu Cephesi’nde de yine Farqlı Aralıklar’la yerleştirilmiş 4 Adet
Dikdörtgen Pencere sayıyoruz. Pencereler’in her biri Harim’de bir Sahın’a açılıyor.
Câmi:
Câmi’ye girebilecek iki ayrı Kapı var. Biz Kuzeydoğu Köşe’deki Mukarnaslı
Tac Kapı’dan Câmi Harimi’ne ulaşıyoruz. Câmi, derinlemesine yönelen bir Plan
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
71
Sistemi’nde İnşâ edilmiş. Orijinal’de Mihrab’a Dik olarak uzanan Sahınlar, birçok
Onarım Değişiklikleri’ne uğramış. Fakat Mihrap Önü Qubbe’si ve Dewâmı’ndaki
Küçük bir Açıklık’tan oluşan İç Avlu Plan Şeması’nı korumuş. Bu Plan Özelliği
Qayseri Yapıları’nda Yaygın’dır. Orta Sahın’da Mihrab’a Dik uzanan ve 4 Ayak
Tarafı’ndan desdeklenen 2 Kemer Sırası, Mimârî Yapı Sistemi’ni oluşturuyor. Bu
Sahın’ın Kuzeyi’nde ilk Beşik Tonozlu Bölüm’de 2 Kemer sırasındaki Ayaklar
birbirine 2 Merkezli Kemerler’le bağlanmışken, diğer Ayaklar’da Bağlantı
görülmüyor. Câmi’nin Mihrap önünde bulunan Kubbe’si, Güney’de Beden
Duvarları’na otururken Kuzeydoğu ve Batı’da Kare Ayaklar’la Beden Duvarlar’ı
arasına uzanan Sivri Kemerler’e oturmuş. Qubbe’ye Geçiş Eleman’ı olarak, içerisi
Üçgenler’e bölünmüş Tromplar kullanılmış. Kubbe içten Tuğla, dıştan Kaba Yonu
Taş Kaplamalı olarak yapılmış. Orta Sahan’ın Batısı’nda, Güney’den Kuzey’e doğru
Qıble’ye Dik uzanan üzeri Sivri Tonoz’la Örtülü bir Sahın var. Bu Sahın’ın Batısı’nda
ortadan 2 Ayak’la desdeklenen 3 Sivri Kemerli Açıklık’la Medrese Avlusu’na
Bağlantı yapılmış. Yine Medrese’nin Ana Eyvânı’ndan 2 Pencere de bu Sahan’a
açılıyor. Bu Sahın’ın Kuzeyi’nde Medre-se’ye ait üzeri Çapraz Tonoz’la örtülü Kare
bir Oda gördük.
Orta Sahın’ın Doğusu’nda ise 2 Sıra’da dörder Kare Ayağın taşıdığı, 4 Sıra
Sivri Kemer’le desdeklenen Mihrab’a Paralel olarak uzatılmış Sahınlar bulunuyor.
Bu Sahınlar birbir-lerinden Farqlı Ölçüler’de olmasına Karşın, Güney’den itibaren 3.
ve 4.Sahınlar Eşit Aralık’tadır. En Kuzey’deki Sahın hariç Sahınlar’ın hepsine Doğu
Duvar’ı üzerine yerleştirilmiş birer Pencere açılırken, Kuzey’deki Sahın’a
Mukarnaslı Taç Kapı açılıyor.
Plan Bakımı’ndan Câmi’nin en Dikkat Çekici Bölüm’ü Orta Sahın gibi. Mihrab
Önü Kubbesi’nden sonra yine Sivri Tonoz’la örülen Sahın, Güney’den Kuzey’e
Ortadaki Açıklığa doğru bir Yönelme yapmakta. İlk önceleri bir Işıklık olduğu
belirtilen bu Açıklığın üzeri, sonradan Doğu ve Batı Yönleri’ne yapılan Ek
Kemerler’le Kare’ye dönüştürülmüş ve üzeri, tıpkı Câmi Kebir ve Hunat Câmii’nde
olduğu gibi Kubbe’yle kapatılmış. Kubbeli bölüm’ün hemen altında bir Su Kuyu’su
bulunuyor.
Câmi’nin en Süslü Unsurları’nın başında Bütün Mekan’a Hâkim
Görüntüsü’yle Çini Mozaik Mihrap geliyor. Dikdörtgen Forumlu Muhteşem Mihrap,
Orta Aahın’ın Aksı’nda değil. Mihrab’ın Yapım Târih’i ve Usta’sı Mechül. Bununla
birlikte Bazı Araştırmacılar Tarafı’ndan 1200lerin 2.Yarısı’na veya Sonları’na
târihleniyor. Qayseri’de bilinen tek Mozaik Çinili Mihrap olması bakımı’ndan
Heyecan veriyor. 1970li Yıllar’da yapılan Hafriyat ve Sıva Raspa’sı altında Orijinal
Taş Mihrap Orijinal olarak bulunmuş. Çiniler’in Zemin’e Yakın olan Qısımlar’ı
döküldüğü için, sonraki Dönemler’de yapılan Tâmirler’de Orijinal Çiniler’in
Desenler’i Boyama olarak Taqlit edilmiş. Çini Mihrab’ın Çevre’si Bordürler’le
ayrılmış, Mihrab’ın Tepesi’nde ise 5 Dendan’a yer verilmiş. Hem Bordürler’de hem
de Mihrap Yüzeyi’nde genellikle Geometrik Motifler kullanıl-masına karşın, bazı
Bitkisel ve Rûmî Motifler’le Nesih Yazı Kuşağı’ndan oluşan Süsleme’ye de yer
verilmiş. Mukarnaslı Kavsara Yüzeysel bir Teğet Kemer içine alınmıştır. Kemer’in
üzerinde Girift Düğümlü Çiçekli Qufî Yazı Şerid’i bulunuyor. Mihrap Kemeri’nin
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
72
Köşeleri’ne birbirine Sarmal olarak dolanan Üçgen Profilli Kaval Silmeleri’nin içine
Ajurlu 2 Kabara yerleştirilmiş. Kabaralar Firuze Mâvisi Çini’den yapılmış.
Medrese:
Câmi Harimi’nin Batısı’nda ve Câmi’yle Homojen olarak yapılan Medrese,
Alan olarak Harim’e göre daha Küçük bir Alan’da İnşa edilmiş. Tabelalar’da verilen
Raqamlar bu Tahminimiz’i doğruluyor Açık Avlulu, 2 Katlı, 1 Eyvanlı ve 2 Taraf’tan
Revaklar’la Çevrili. Kuzey’de Giriş Bölüm’ü, Güney’de Ana Eyvan, Batı’da Talebe
Hücreleri bulunurken, Doğu’da Câmi Hârimi’ne açılan 3 Kemerli Açıklık yer alıyor.
Medrese Taç Kapı’sı, Câmi Taç Kapısı’na göre, Ölçü bakımından daha Küçük,
Forum Bakımı’ndan da daha Önemsiz bulunuyor. Taç Kapı Ana Eyvan’la aynı
Eksen’de.
Medrese’nin Kapısı’ndan geçildikten sonra üzeri Çapraz Tonoz’la Örtülü,
Ön’ü Sivri Kemer’le Avlu’ya açılan bir Hol’e girilmektedir. Hol’ün doğusu’nda, yine
üzeri Çapraz Tonoz’la Örtülü bir Oda daha yer almaktadır. Bu Oda sonradan Câmi
Qısmı’na İlawe edilerek, içerisine Betonarme bir Kadınlar Mahfil’i İnşa edilmiş. Bu
Oda’nın Câmi Harim’i içerisinde bulunan Güneydoğu ve Güneybatı Köşeleri’nde,
Harim’in Yan Sahın Tonozu’nu taşıyan Kare Ayaklar bulunuyor. Giriş Holü’nün
Batısı’nda, Kuzey Duvarı’na Bitişik 2.Kat’a çıkan Merdiven Basamakları bulunuyor.
Dikdörtgen Medrese Avlusu’nun üzeri Kuzey-Güney Doğrultusu’nda uzanan
Beşik Tonoz’la örtülmüş. Tonoz’un Ortası’nda ise Enlemesine Dikdörtgen bir Işıklık
var. Bu Işıklık Aks olarak Câmi içindeki Işıklık’la Aynı Düzlem üzerinde. Avlu’nun
Güneyi’nde ana Eyvan yer alır ve Ana Eyvan’ın önünde Avlu’ya yönlenen Sivri
Tonozlu bir Revak var. Avlu’nun Batı Kanadı’nda 3 Kare Ayağın taşıdığı 2 Sivri
Kemer’le Avlu’ya yönelen Revak Sırası bulunuyor. Avlu’nun Kuzey ve Batı
Kanatları’nda yer alan Kemerler 2 Katlı İnşa edilmiş.
Kemerler’den Güneybatı Köşe’de bulunan, Ana Eyvan’ın Önü’ndeki Revak’a
açılıyor. Avlu’nun Doğusu’nda, 2 Ayağın taşıdığı 2 Sivri Kemer, Medrese’yi Câmi
Harimi’ne bağlıyor.
Sivri Beşik Tonoz’la Örtülü Ana Eyvan’ın Güney Duvar’ı üzerindeki 2 Pencere,
Eyvan’ı aydınlatır. Eyvan’ın Doğu Duvarı’nda Câmi’yle Bağlantı’yı sağlayan 2 Kapı
var. Eyvan’ın Batı Duvarı’ndaki Pencere, Güney Batı Köşe’de yer alan Büyük Oda’ya
açılmaktadır. Avlu’nun Batı Kanadı’nda, Revak’a açılan 5 Talebe Oda’sı saydık.
Güneybatı Köşe’deki Eyvan’a Bitişik Oda, diğer Odalar’dan Büyük olup, üzeri Güney-
Kuzey Doğrultusu’nda uzanan Sivri Tonoz’la örtülmüş. Bu Oda her 2 Katı’da içine
alacak biçim’de oldukça Yüksek olarak yapılmış. Revak’ın gerisi’nde bulunan ve
üzerleri Doğu-Batı Yönü’nde Sivri Tonoz’la Örtülü 5 Oda hemen hemen aynı
Ölçüler’dedir. Kuzeybatı Köşe’de bulunan Oda Hâriç, diğer Odalar’ın hepsi Batı
Duvarı üzerine yerleştirilen birer Mazgal Pencere’yle aydınlatılmış.
Medrese Kapısı’nın Giriş’e göre Batı Tarafı’nda kalan Merdiven’le Üst Kat’a
çıkılıyor. Üst Kat’a çıkan Merdiven’in Doğusu’nda, üzeri Çapraz Tonoz’la Örtülü ve
Sivri bir Kemer’le Avlu’ya açılan Hol bulunuyor. Bu Hol’ün Doğusu’nda, Batı
Taraf’taki Hol’e Sivri Kemerli bir Açıklık’la bağlanan, Üst Örtüsü’nün nasıl olduğu
bilinmeyen bir Mekan yer alıyor. Yine Merdiven Çıkışı’nın tam Karşısı’nda, üzeri
Beşik Tonoz’la Örtülü Revak Koridor’u uzanıyor. Üst Kat Revak’ı, 3 Kare Ayağın
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
73
taşıdığı Sivri Kemerler’le Avlu’ya açılmaktadır. Revak’ın Batısı’nda Alt kat’ta olduğu
gibi 5 Oda Küçük Ölçü Farqları’na karşın birbirleriyle aynı. Buradaki Odalar’ın
üzerleri Doğu-Batı Yönü’nde uzanan birer Sivri Tonoz’la örtülmüş. Odalar’ın içerisi
Batı Cephe’de bulunan birer Mangal Pencere’yle aydınlatılıyor. Odalar’ın Kapı’sı,
Basit Profilli ve Kemerli bir Çerçeve içine alınmış tek Parça Kemer ve Söve Taşı’ndan
oluşmakta.
(Gök gürlemeye başladı. Kurak geçen bir Mevsim Sonrası Sevinçli Haber…
Ülkem’in Tüm Anıtlar’ı, Yağmur’un bitirdiği, Hayat verdiği Bitkiler gibi Kuraklık’tan
ilgi duyan Eller’ce Ayağa kalsın dileriz.. Resimler’i önceden almada iyi etmişiz..
Şehr’in Ortası’ndan geçen Tramvay bizi bekliyor.. Yine görüşeceğiz Târih kokan
Külliye…)
PINARBAŞI AZÎZİYE/
Elazığ Tenwir Kamp’ı Şehir Dersler’i
Elazığ Kamp’ı Sebebi’yle yapacağımız Şehir Derslerin’in İlk’i Aziziye olacak.
Ders Öncesi’nde Çerkezler, Avşarlar, Alparslan Türkeş, Kontrgerilla
Konuları’nda birkaç Video izledik. Şimdi Aziziye’nin Târihi Geçmiş’i ile birlikte bu
Konular’ı açmaya çalışalım.
Aziziye, Qadim bir Târihi Yerleşim olarak gözükmüyor. Buna Muqâbil, 29
km. Yakını’ndaki Melikgazi Mewkii, (bugün Köy olarak kalmış) çok daha Eski.
BuranınTârih’i tâ Frigya Dönemi’ne kadar geriye gitmektedir. Melikgazi’de
Türbe’si bulunan Komutan, Önemli İsimler’den biri. Malatya’da Wefât ettiğinde,
Melikgazi’ye getirilip defn’ediliyor (Kamp Önce’si Pınarbaşı Gezimiz’de Melikgazi
Türbesi’ne de uğrayacağız).
Sultan Azîz’in (1830-1876) kurduğu Yer olarak bugünkü Pınarbaşı, Azîziye
diye nitelendirilmişti. Ciwârı’nda ya Avşar ya da Çerkez Köyler’i yer alır ki bunların
da Yerleşim Târihler’i Yakın Zaman’da başlıyor. Bu Coğrafya’da Melikgazi vb. birkaç
Yer dışında Uzunyayla ve Ciwârı’ndaki Yükseltiler’in İskân’a Maruz kalması Yakın
Zaman’da gerçekleşti. Aynı Şekilde Azîziye de yeni’dir.
Azîziye İsmi’nin Pınarbaşı diye bozulması gibi, Elazığ’ın Ad’ı da Orijinal
değil. Kuruluşu’ndaki Ad’ı, Mâmuratü’l-Azîz. Abdu’l-Azîz’in İ’mâr ettiği Yer. İkisi
de benzer Gerekçeler’le yeniden kurulmuş yerler, hem Azîziye hem de
Mâmuratü’l-Azîz. El-Azîz demiş Halq, Elaziz. Cumhuriyet ise bunu önceleri Elazık
yapmış sonra da Elazığ.90
Kamp’la ilgili Şehir Ders’i Açısı’ndan, içinden geçtiğimiz Wasat’ın Kırılma
Noktaları’nı, Abdu’l-Azîz’le anılan bu Şehirler’in 150 Yıllık Târihleri’nde görmeye
çalışacağız. Varoluş ya da Yokoluş Ayırdı’nda; Türkiye’nin ya İ’mâr ya da Harab
olacağı Bıçaksırtı bir Kesit’in Kıyısı’nda iken, 150 Yıl önce “İ’mar” Niyeti’yle
90 M.E: ‘Azîziye’de doğmuş ve El-Aziz’de okumuş olan K. Ersözlü’nün Kişisel Biyografisi’nde de
bu iki yer kesişiyor.’
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
74
Mâmuratü’l-Azîz diyerek başlayan bir Hamle’den, belki, bir İstimdât’ta
bulunacağız. Orada bir Kazı, Kuyusu’ndan Su çekebileceğimiz bir İz arayacağız.
Söylediğimiz gibi, önemli Tercihler Aşaması’ndayız. O zaman da bu Topraklar
önemli Tercihler’de bulunmuşlar, bir Son Silkinme Hamle’si olarak “İ’mâr”
Tarafı’nda Gayretler göstermişlerdi. Buradaki Başarılar’ı ve Başarısızlıklar’ı
arayarak şimdi Dersler çıkarmaya çalışalım.
Osmanlı ile -Yavuz’da başlayıp, 1700’lere kadar yarışan- Safewîler’i
biliyoruz. 1736’da İran’ın Afşar Hanedanlığı’nı kurarak, Safewî Hanedanlığı’na son
veren Nadir Şah ile beraber başlayan bir Avşar Dewlet’i görüyoruz. Safewîler de
Türk idi onu yıkan Avşarlar da Türk Hanedanı’dır. 1796 Kaçar Hanedanlığı’na
kadar, Awşar Dewlet’i sürdü. Azîziye/Pınarbaşı Awşarları’nın, o halde, Dewlet
kurmuş bir Örneği’ni burada görmekteyiz. 24 Oğuz Boyu’ndan Aşiret Bağı’nı
koruyabilen yegâne Boy’dur Avşarlar. Süreç içinde diğerleri dağılmış. Kınık, Kayı
gibi Büyük Dewlet kurmuş olanları da dâhil, hepsi çözülmüş. Avşarlar’ı Bugün’e
kadar getiren ise, Yerleşik Hayat’a Geç geçmeleri, Göçebe Özellikleri’ni sürdürmeleri
belki de.
Bu Zaman’da İran Awşar Dewlet’i, Aqrabalar’ı olan Osmanlı Avşarları’ndan
yararlanmak istedi. Adana Ciwar’ı, Kozan Bölge’si, Avşar İsyanlar’ı bu Dönem’de
doğuyor. Fırqa-i Islâhiye ile, bunlar bir Yapılanma İçerisinde İskân’a tabi tutuluyor.
Çukurova, Pınarbaşı Bölgeler’i, yine Suriye’de Halep vb. Yerler’de Zorunlu
Yerleşik Hayat’a (İskan’a) Da’wet edilmişler. Dadaloğlu İsyân’ı, Sürgün’ü burada bir
Aşiret Boy’u olarak çıkıyor. (Alparslan Türkeş Kıbrıs’ta doğmuş ama kendisi bir
Avşar olarak Pınarbaşı’da Aqrabalar’ı olan Ulusalcı bir Lider. Osmanlı Zamanı’nda
Kıbrıs’a sürülmüş Dedeler’i. Tekrar Türkiye’ye dönüp Eğitim alması, ve Süreçler
Sonunda burada Türkçü bir Zihin olarak sivriliyor. Kıbrıs’ta Mağduriyet’i,
Osmanlı’ya İsyân Geçmişi’ni düşündüğümüzde, onun yaşadığı Wasat’ı, Dünyâsı’nı
anlayabiliyoruz.)
Bugün Geçtiğimiz Wasat, Türklük Tartışmaları’ndan, Millet, Ulus, Halq gibi
Kavramlar Etrâfı’nda Alt-Kültür, Üst-Kültür Muqâyeseleri içinden geçiyor. Kürt
Ayaklanma Yöntemler’i, Avşar Obaları’nda içine düşülen Kaygılar, MHP Çizgisi ve
bunların Tutumlar’ı, Geçmiş’in Bağlantıları içinde okunmalı ve Dersler alınmalıdır.
Azîziye’de bir başka Târihî Süreç ve Yaşanmışlık Çerkezler üzerinden
gerçekleşti. Şeyh Şâmil, 25 Yıl Ruslar’a Kök söktürmüş ve Sonunda Teslim
alınmıştı. Sonrası’nda Tehcîr’e Zorlanma ve Büyük Acılar. Milyonlar Ölüm’e
sürülüyor, Soykırım’a Tabi tutuluyor. 1860’da Rus General Mihail Tarieloviç Loris
Melikov, Karadeniz Kıyı’sı ile Bitişik Müslüman Nüfus’u, yani Kuzey Kafkasya
Müslümanları’nı Osmanlı’ya Göç ettirilmesi Politikası’na Geçerlilik kazandırmak
için, İstanbul’a gönderildi. Ya Qatl-i Âmm ya da Göç Seçenekler’i vardı. Osmanlı bu
Göç’ü İlke olarak Qabul etti ve 1860-1861’de 10.000 Kabardey Göç’ü ile başlandı.
21 Mayıs Çerkes Qatliâm Gün’ü, Rusya’da Bayram Tâtili’dir. Zafer Gün’ü diye
kutlanıyor. Bulgaristan, Balkanlar’a gidenler olduğu gibi; Ürdün, Filistin Göçler’i;
İstanbul, Düzce, Adapazarı Göçler’i Kafkas Halqlar’ı Açısı’ndan sürdü.
Kabardeyler Pınarbaşı’ya yerleştiriliyor. Avşarlar’ın Konar-Göçer Bölgesi’nde
ikisi oraya yerleşmiş oluyor. Biri Zorunlu İskân ile, diğeri Koruma Amaçlı olarak
yerleşmişler. Birine Hâmi olan Osmanlı, onun Tarafı’ndan desteklenmiş olarak
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
75
burada bulunurken, diğerinde ise Hayal Kırıklığı ve Düşmanlık Hisler’i yaşanıyor.
Onda Osmanlı’ya Karşıtlığın bu Zemin’i var. Buranın Azîz olabilmesi için, ikisinin de
birlikte yaşayabilmesi ve burayı paylaşması gerek. Kullar’ın, Abdu’l-Azîzler’in
kurdukları Kent’te Durum bu.
Melikgâzî Köyü’nün olduğu Yer’in burada en Eski Yerleşim olduğunu
söylemiştik. Danişmendliler’in II.Hükümdâr’ı Melikgâzî’nin Baba’sı Zamanı’nda,
1086 Yılı’nda Qayseri’ye Giriş gerçekleşiyor. Danişmend, Farsça’da “Dâne”,
konuşan demek. Behlül Dâne, Aqıldâne vb. danıştığınız Zaman konuşmuş
oluyorsunuz. Danişmend demek ki, Yöneticiler’e Fikir veren, Danışılan Kişiler’dir.
Danişmend Gâzî, 1064 Kafkasya Seferi’ne çıkmış Alparslan’a katılmış
Komutanlar’dan biridir. 1071, Malazgirt’te bulunuyor. 1080 Sonra’sı Sivas Merkezli
olarak, Amasya, Tokat, Niksar, Qayseri Ciwârı’nda gelişiyor. Melikgâzî /Emirgâzî
Danişmendliler’in, II.Hükümdar’ı ve Kurucusu oluyor. Emirgâzî’nin Qayseri’yi
feth’etmesi üzerine, Abbâsî Halife’si Maqamı’nca ve Selçuklu Sultan’ı Sencer
Tarafı’ndan kendisine Melik Unwan’ı ve 4 Hediye veriliyor. Bu Hediyeler, 4 Türk
Bayrağı, Davul, Altın Gerdanlık ve Asa’dır. 4 Bayrağın Anlam’ı, Hükümranlığın
altındaki Topraklar’ın 4 Cephesi’nde, bu Bayraklar’ı dik ve İslamiyet’in Gücü’nü
buralarda ebediyen Payidâr eyle demektir. Diğer Hediyeler de böyle Anlamlı
bulunmuştur.
Melikgâzî Türbesi’nin olduğu Köy, Pazarören içinde bugün. Orada İsmet
İnönü’nün Ürün’ü olan Faaliyetler de çoktur. Belli bir Zihniyet için kurulan Eğitim
Enstitüleri’nin de birisi buradadır. Pazarören’den Çocuklar devşirildi. Köy
Enstitüleri’nde CHP Dewri’nin Çocuğu olarak kodlandılar. Burada yetişenler,
Avşar’ın, Çerkes’in Okumuşlar’ı olarak, bu Bölge’de epey Zararlı Adamlar ortaya
çıkarabilmişler. Yeni Nesli Fesâd’a boğma dışında, Aqraba Çevreler’i için de, Beyin
Yıkayıcı olabilmişler. Melikgâzî Köyü’nün Zirwesi’nde Kale Yıkıntıları’nın da olduğu
Târihî Kalıntılar var. Qayseri Cami-i Kebîr’deki Melik Mehmed Gâzî’den ayrı
olarak, onun Babası’nın Türbe’si de bu Köy’dedir.
Dadaloğlu )(d.1785-90/ ö.1868)( Şiirleri’nde Nadir Şah’ı (1688-1747)
anıyor. O’nun Soyu’ndan geldiğini, Nesebi’nden olduğunu söylüyor. 1864 Çerkes
Yıkım’ı ve Göç!ü, 93 Harbi diye anılan 1877-78 Osmanlı-Rus Harb’i (Rûmî 1293’te
oldu), Azîziye’nin İskân’a Açılış ve Kuruluş Yılları’nı da doğuruyor. Saray Darbe’si
ile Taht’tan indirilen ve öldürülen Sultan Abdu’l-Azîz ile Sultan Abdu’l-Hamid
arasında 3 Aylık kısa bir Dönem Halifelik yapmış olan Kardeşler’i V.Murad, bu Zor
Yıllar’ın bir başka Örneği’ni sergiliyor. 3 Aylık V.Murad Hükümdarlığı’ndan sonra
aynı Yıl (1876) Abdu’l-Hamid başa geçiyor. Çok geçmeden 93 Harb’i ile
karşılaşılıyor. Çerkesler’in Anadolu’ya Önemli bir Göç Dalgası da bu 93 Harb’i
Dolayımı’ndadır. Bundan 15 Yıl Öncesi’nden İlk Gelenler’den sonra şimdi de daha
Büyük Kalabalıklar olarak geliyorlar. 93 Muhâcirler’i içinde Pınarbaşı’ya sâdece
Kuzey Kafkasya’dan değil, Kars’tan da gelenler oluyor. Bir Göç Dalga’sı da bu.
Sonra Sarıkamış Olayları yaşanırken 1900’lerde yine Göçler var. Pınarbaşı’ya
Kafkaslar’dan göçmek Zorunda kalan ve Köyleri’ne dağılan Topluluklar’a
Azîziye’nin Hâmiliği Dewâm ediyor.
Pınarbaşı Köyleri’nde Karma Dağılım pek yok. Avşar ayrı, Çerkes ayrı
Yerler’de toplanıyorlar. Cumhuriyet Dönemi’ndeki Nüfus Mübâdelesi’nde Pınarbaşı
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
76
yine Payı’na düşeni alıyor. Pınarbaşı Hawâlisi’ne Bulgaristan Müslümanlar’ı bu
kez sığınıyorlar. Son 150 Yılık Dönem Pınarbaşı için, el-Azîz olan’ın Kul’u (Abdu’l-
Azîz) olmakla İzzet’in Arayışı’nda olanların, İzzet’i İ’mâr için yaptıkları Çabalar
böyle şekilleniyor. Pınarbaşı ve Çevresi’nde böyle bir Harmanlama var. Buradaki
Harmanlama’nın, İyi Niyet’le, Doğru İsimlendirmeler’le, yerinde Hedefler’le yapılan
Hamleler’in Sonuçları’nı izleyebileceğimiz âdeta bir Laboratuvarı’nı sağlıyor bize.
Pınarbaşı Nitelemesi üzerinden de konuşabiliriz. Qur’ân’da Cennet Taswir’i
Sırası’nda önemli bir yere Sâhip’tir Pınarbaşları, Nehirler. “Altlarından Irmaklar
akan şu Bahçeler benim değil mi?” derken Fir’awun, kendi Güc’ü ile ilgili bir Şey
söylüyor.
‘Cennât ve Uyûn’ der bazen Qur’ân. Gözeler, Pınarlar, Nehr’in doğmuş olduğu
Kaynak. Re’su’l-Ayn (Pınarbaşı) yine Yerleşim olarak kullanılıyor. Şanlıurfa’nın
Ceylanpınar İlçesi’nin hemen karşısında Suriye’de kalan Yer’in Ad’ı Re’su’l-
Ayn’dır mesela. ‘Cennet’te Müminler Pınarbaşı’nda otururlar’ denir ki bu Cennet
Kavramlar’ı içinde Pınarbaşı deyince bunlar Aql’a gelir. Qur’ân’la haşir neşir olan
bir Zihin bunları düşünür. İsm’i değişince İslâm ile İçeriği boşaltılmış olmuyor,
olmamalı bizim Açımız’dan. Yine Uygun bir Şekil’de onun İçi’ni doldurabilirsiniz.
Zamantı Irmağı’nın Uzunyayla’dan doğduğu Yer ve Akışı’nda Kuş Cennet’i
aynı Çizgi’de. Pınarbaşı’dan doğan Zamantı, Kolları’yla Sultan Sazlığı’nı da
besliyor. Elazığ’daki Kuş Hikâyesi’nden burada bir Bağ arayacağız. Kamp Gezi’si
Öncesi’nde Cum’a Gün’ü Sultan Sazlığı’nı Ziyâret’i planladık.
Merkezi’nde Camiler ile Şehr’in Oturum’u, Azîziye’de de aynı Konumlama
var. Azîziye Camii, 1912’de tamamlanmış. Abdu’l-Azîz ve Abdu’l-Hamîd (Abdu’l-
Mecîd’in iki Oğlu) burada İ’mâr’da bulunmuşlar. 13 Nisan’da Pınarbaşı’nda
olacağız. Rûmî Taqwim’de 31 Mart demektir bu. Abdu’l-Hamîd’in Taht’tan
indirildiği Târih. “Sırâtı’l-Azîzi’l-Hamîd” der Qur’ân bir yerde91. İki Sıfat’la birlikte,
hem Aziz, hem de Hamid Sıfatları’yla nitelenir “Sırât-ı Müstaqim”. Sebilü’r-Rüşd ile
de nitelenen bu Müstaqim Sırat, Rüşd Kelimesi’ni Sultan Reşad’ta buluşturmuş.
Abdü’l-Mecid’in 3.Oğlu olarak Abdü’l-Aziz ve Abdü’l-Hamid’ten sonra 31 Mart
Darbe’si ile Taht’a geçiyor. (5.Murad’ın 3 Aylık Sultanlığı’nı da sayar isek Abdü’l-
Mecid’in 4 Oğlu peşpeşe gelmiş. 5.Oğul da, Wahde’d-Din, yine Abdü’l-Mecid’in
Oğlu). 100ler’e doğru Halife olarak Sultan Hamid-i Sâni, Son Halife sayılabilir.
Wahde’d-Din’in, 1918’de Taht’a geçişinden kısa bir Süre sonra, Ekim’de I.Dünya
Savaşı’nı terk etme üzere Mütareke, Ateşkes ve Teslimiyet Sürec’i başlıyor ki, artık
bu tamamen Tasfiye Dönemi’dir.
Allâh Mü’minler’e el-Azîz İsm’i ile İzzet’i bahş’eder. Abdü’l-Aziz Adı’nı
taşıyanın, Aziz olan Allâh’ın Tecellileri’ni de taşıması beklenir. V.Murad’ı geri çekip
Abdü’l-Hamid’i yerine getiren Kadro, Meşrutiyet’i Telkin ederek ondan bunu Taleb
etmişti. Böylece Abdü’l-Hamid, Tanzimat için Bürokrasi’nin Hedefi’nde bir
Âcizlik’le Görev’e başlar. Batı’nın Nizamnâmeleri, Tanzim’i ile gelen Baskı,
“Yenidünya Düzeni” baskıları. Bu Tanzimat’ın bazılarını isteyerek, bazılarını da Baskı
ile yaptılar.
91 14/ İbrâhim 1
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
77
Sultanlar’ın İmar ile iştigal’i, bu Mânâ’daki Tanzimatlar’ı, isteyerek yapılan
Nizamlar Qur’ân Kavramlar’ı açısından Güzel Nitelemeler’dir. Beytu’l-Mâmûr ve
Beytü’l-İzze” denmiş Wahy’in İnzal Çizgisi’ne. İzze’den Ma’mur’a gelen Wahiy. Bu
İzzet ile Beytu’l-Ma’mur, İmar edildi. Wahiy önce Beytü’l-İzze’de, İzzet Evi’nde,
Semâwî Qudüs’te, Lewh-i Mahfuz’da Nuzul buldu. Sonra Beytü’l-Ma’mur’a, Allâh’ın
Mescidleri’ne, Qudüs’e, Mekke’ye indi. İbrâhim, İshâq, Ya’qûb, Dâwûd… ile
Beyt’u’l-Ma’mûr’da Mesâcid’in İmâr’ı gerçekleşti. Azîz ve Ma’mur Kelimeler’i yan
yana getirilerek, mesela, İmârat’ül-Aziziye tamlaması’nda Elazığ’a Ad olması çok
Anlamlı. Amaç, Niyet, Hedef böyle Güzel Kelimeler’le ortaya konmuştu. Ama
Osmanlı Ma’mur olamadı. Beyt’ül-İzze’nin İzleri’ni gösteremedi. Harab oluşu ile
sonlandı. Ancak İsimlendirmeler’de bu Arayış’ın olduğu görülüyor.
Maalesef Ma’mur edilme Girişimler’i, açılan Okullar, Tanzimat, Meşrutiyet’e
ilişkin Modern Okulları’nı burada açtılar. Bunun Cumhuriyet’le Dewâmı’nda sonra
Pazarören vb. Okullar ile daha da İmar’dan uzaklaşılmış Cumhuriyet Devşirmeleri
oldu. Pınarbaşı’da Okul Adları’nda, Melikgazi, Barbaros vb. Güzel Adlar, ama
kendisi başka. Parçalı bir Görüntü ile bu İsimlendirme ve Pratik arasındaki Uçurum
gittikçe açıldı, açılmaya dewâm ediyor.
Asurlular’dan kalma Kültepe benzeri Koloniler, Ticâret Yollar’ı,
Kapodokya’ya İlk Başkent’in burada olduğu İddia’sı, Hitit-Pers ve Roma
Dönemleri’nde Bölge’nin Önem’i, Derinkuyu benzeri Yeraltı Şehr’i, Soladere
Wâdisi’ndeki Kaya Kiliseler’i, Selçuklu Dönemi’nden Türbeler, Hanlar,
Kervansaraylar, Şerefiye Köyü’ndeki Kale, Kötüören Mezrası’ndaki Şehir Harabe’si,
Panlı Köyü’ndeki Yontma Taşlar’la yapılmış Kemerli Bina, Pınarbaşı’nın Tam
Ortası’nda üzerine çağlayan yapılan Kayalar’ın altına oyulmuş Şömine benzeri
Bacalı Tandırlar ve Uçsuz Bucaksız Oyma Mağaralar, Pınarbaşı’nın Uzak ve Yakın
Târihi’nden İzler’i taşıyor.
Biz bunlar arasından Melikgazi Türbesi’ne Özel bir önem vererek Gezimiz’le
Bağlantısı’nı kuracağız. Melikgazi Türbesi’ne, zamanla yeni Türbeler ilâwe edilmiş.
Dulkadiroğulları buraya Sâhib çıkar, yine Dulkadiroğlu Süleymân Şah (Bey) de
hakeza. Onun Türbe’si de bu Bölge’dedir. Fâtih’in Kayınpederi olan Dulkadiroğlu
Süleyman bey’in Türbe’si Gülabi Köyü yakınlarındadır.
Tahtalı Dağları da bu Bölge’de. Civar’da Alewî Yerleşimler’i var. Bundan
dolayı, Tahtalı Dağları, Alewi Kimliği’ne de Alem olmuştur. Aslında Tahtalı İsm’i,
Dağ için kullanılırken, Anlam kayması ile Bölge Alewileri’ne de Remz olmuş. Bunun
bir Benzeri’ni Lübnan’daki Duruz Dağları’nda görüyoruz. Duruz Dağı Ciwarı’nda
oturan Lübnan’daki Gulat-ı Şia Kalıntı’sı Gruplar’a bu Dağ’dan ötürü de Dürzi
denmiş. Pınarbaşı ve Melikgazi Türbe’si Gezimiz’de bunları da konuşuruz. Hafta’ya
Mamuratü’l-Aziz Şehir Ders’i ile, Kamp Dersleri’ne hazırlanmaya Dewâm edelim.
PINARBAŞI- MELİKGAZİ TÜRKEŞ PARKI KONUŞMASI
Bismi’llâhi’r-Rahmâni’r-Rahîm,
Pınarbaşı Hudutları’na girmiş bulunuyoruz. 1997 Yılı’nda Wefat etmiş olan
Alparslan Türkeş’in Adı’yla Tesis edilmiş bir Park. Pınarbaşı’ya biraz daha
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
78
Tepe’den bakmanın Denemeleri’ni yapıyoruz. Asıl gittiğimiz Yer’de, Pınarbaşı
içinde Konuşmalarımız olacak. Burada niçin durduk ve bulunduk. Pınarbaşı
üzerinde birkaç Yer’de konuşacağım, birkaç Durağımız daha olacak. Alparslan
Türkeş, onun Köyleri’nden bir Tanesi’nde Dünya’ya gelmiş. Aileler’i, Köşkerli diye
bir Köy’den. Aileler’i daha 1800’lü Yıllar’da bir Huzursuzluk nedeniyle, Kıbrıs’a Göç
etmek Zorunda kalmışlar. Dolayısıyla, Doğum Yeri burası değil, ama böyle bir
Nisbet’i var. Askeri Okullar’da okumak için Türkiye’ye gelince de, sonra 60’lı
Yıllar’dan sonra da Siyâset’e atılınca da, Avşar Kökenli olduğu için, Pınarbaşı’nın
Köyleri’nde ve içinde Avşar İskanlar’ı var. Adana Bölge’si, Çukurova gibi. Bu
Nisbeti’ni ve Âidiyet Kökleri’ni hatırlamış, Wefatı’ndan sonra da Pınarbaşılılar ve
Avşarlar bu Şekilde bir sahiplenmek için İsmi’ni anıyorlar. Tabiatı’yla biz gitmiş
olduğumuz yerde Medfun olan Kişiler’le de Kent’in Târih’i bir Şekilde eşleşiyor,
bunların Açılımları’nı konuşuyoruz.
Türkler’in Anadolu’ya gelmeleri, Yerleşik Hayat’a geçmeleri Mânâsı’na da
geliyor. Oğuzlar’a kadar giden yazılmış Târih Açısı’ndan. Dolayısıyla Qabile
Topluluğu, Aşiret Bağlantıları Yerleşik Hayat’a geçtikçe çözülüyor. Avşar Boyu
bunlar içinde İstisnai bir Boy. Bu Şekilde Türk Boylar’ı içinde bir Kimlik
Bütünlüğü’nü koruyan, İsimler’i anılan bir Topluluk olarak var değiliz. Nice Türk
Topluluklar’ı hangi Boy’dan geldiklerinin Farqı’nda değiller. Selçuklular’ı ve
Osmanlılar’ı Kurucu Âile olarak Kınıklar’a, Kayılar’a falan bağlarsınız ama siz
Saray’dan, onların Soyu’ndan gelmiyorsunuz. Teba olarak Kökenleriniz Anadolu
Halqları’yla karışmış, bir Müslümanlık’ta, bir Yeni yapılanmaya dönmüş
gözüküyorsunuz.
Osmanlı ile 1800’lü Yıllar’da Adana Ciwar’ı, Çukurova Bölgesi’nde yaşayan
Avşar Qabileler’i arasında Tatsızlıklar oluyor. Ve Osmanlı, Avşarlar’ı Zorunlu
olarak İskan’a tabi tutuyor. Buna karşı da direniyorlar. Çatışmalar oluyor.
Yerleştirildiği Bölge olan, önemli bir Yerleşim Bölge’si de Pınarbaşı’nın Uzunyayla
denilen Alan’ı. Bu, 1860’lara doğru, o Dönem’i kuşatan bir Süreç’te gerçekleşiyor. Ve
Şehr’in de Oluşum’u, 1861 Abdülaziz’in Taht’a geçmesiyle başlar. Onu ilgili Yer’de
paylaşacağım. Daha sonra da Çerkez Göçleri alır. Pınarbaşı’nın hem içinde hem
Köyleri’nde Qısmi olarak da Çerkezler’le Karışık Köyleri’nde biçimlenmiş ve
dönüşmüş.
1960 İhtilal’i yapıldığında, Türkeş’in Adı’nı Türkiye Genel’i duyuyor. Çünkü
Albaylar Cuntası idi, 80 Darbesi’nde olduğu gibi Emir Komuta Zinciri’nde
şekillenmemişti. Bir dizi, Darbe’yi yapan Albay Ad’ı anılıyordu. Türkeş de bunlar
içerisindeydi. Tabiatı’yla Darbe’yi gerçekleştiren Kadro, İşbaşı’nda kalamadılar, bir
süre sonra ekarte edildiler. Türkeş bu bakımdan Darbe’nin Sonrası’ndaki
Yılları’nda, Mağdurları’na dönüşecektir, Yapanlarından olmakla beraber. Askeri
Hayat’ı da bu Anlam’da bitecek ve 60’ların Sonları’na doğru da Siyâset Hayatı’na
atılacak. Siyaset’e atılmasından sonra da, Avşar Kökler’i, Türkler’in kendi
Bütünlüğü’nü koruyan Boyları’ndan bir tane’si olması, Dönemi’nde ortaya çıkan
Siyasi Yapılanmalar içinde Sağ Kanat ve Türkçülük Akımı’nda bir Yer ve Yöntem,
Yurt bulacak. Tabi,Askeriye, Resmi İlişkiler’i, Görevler’i Dewam ederken de Türkeş’in
Enteresan Bağlantılar’ı var. Türkiye’de Hüseyin Nihal Atsız olarak bilinen bir
Şahıs’la İrtibat’ı var. 69’larda Siyasi Hayat’a atılınca onunla Bağlantılar’ı kopartmış.
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
79
Ama Ordu’dan uzaklaştırılma Çaba’sı Sırası’nda Sorgu’ya çekilmesinde bu
Bağlantılar filan da var. Nihal Atsız’ın Oğlu Yağmur Atsız bugün Türkiye
Gazeteleri’nde yazıyor. Baba’sı, mesela Ön Ad’ı Hüseyin olmakla beraber kullanmaz.
Çünkü İslami Köken’i reddetmiş bir İsim’dir. Türklüğün İslam Öncesi Dönemi’ni
yüceltmek ister. Yazmış olduğu o Dönem’in Mitolojik Romanları’nda, Siyer’in
Kahramanları’nı, O Dönem’in Türk Kahramanları’nı yakıştırır. Kürşat mesela 622
Yılı’nda Çıkış yapar, Hz.Peygamber’in Medine’ye gitmesi gibi. O Dönem’de
Modalar’ı şekillendiren bir Yapı içerisinde kendisini gözlemlemiş oluyoruz.
60 Darbe’si olsun, sonraki 72 ve 80 Darbe’si olsun, bunların her biri Dış
Destek olmaksızın gerçekleştirilen Darbeler olarak Qabul edilmiyor artık
Türkiye’de. Bu ayyuka çıkmış olan bir Bilgi, Genel bir Bilgi Hâli’ne dönüştü.
Türkeş’in 52li Yıllar’da Nato’ya Türkiye’nin Girişi’nden sonraki Süreç’te Nato’da
Eğitim alan, ‘biçimlendirilen Subaylar’ olarak, Amerika’da geçirmiş olduğu Uzun
Yıllar’ı var. Bu Dönemler’i Karanlık Yılları’dır. Daha sonra Hayatı’nda işlemiş olduğu
Rol, Yöntem Açısı’ndan da İzah’a Muhtaç Durumlar karşımıza çıkartıyor. Dolayısıyla
Albaylar Cuntası, 60 Darbe’si de Nato’nun Menderes Hükümeti’nin Son Yıllar’daki
Politika Değişikliği’ne Tepki olarak yapmış olduğu bir Hareket idi. Buraya
konumlanmaktadır ve Amerika’nın Kontrol’ü içinde şekillenmiş oluyor. 1950
Târihi’nde Türkiye Nato’ya girdi. Bunu bir Savaş’ta, Gaza yaparak değil,
Amerika’nın Askeri olarak ona dâhil olmak isteyen bir Hareket olarak gerçekleştirdi.
Ve ödüllendirilerek te Nato Askeri hali’ne geldi.
İşte bu Sene 63-64.Yılı’na girmiş olduğumuz Nato Askeri oluşumuz,
Melikgazi’den bahs’etmiş olduğum, Roma’ya karşı, Bizans’a karşı Gaza Rûhu’yla,
Fütuhat Rûhu’yla olan Asker, Peygamber Ocağı filan diye Bağlarımız’ı kopartan bir
Başat İttifak Alanı’yla olan bir yer’deyiz. Buradaki bir Nato’cu Asker, Nato’da
bulunan, Eğitilen bir Asker olarak gördüğümüz Kişi ile bu Yolculuğumuz’da
karşılaşıyoruz. Daha sonra 1990’larda İtalya’da ilki elenen Gladyo Hareket’i, Gizli
oluşturulmuş, Resmi Askeriye dışında Nato Bağlantılı, Komünizm’e karşı Sivil
Organizasyon Ayaklar’ı, Türkiye bundan daha geç, bugünler’de Ergenekon
Yapılanma’sı ile hesaplaşıyor. Tabiatıyla bu Hareketler, o Dönem’deki Sağ-Sol
Cereyanlar’ı içerisinde bir Nato Askeri olarak ta Ordu’dan ayrıldıktan sonraki
Dönemleri’nde de bir “Sivil Asker” Hüwiyet’i ile Türkeş’in oynadığı çok Önemli
Roller var. Türkeş’in Ad’ı da Hüseyin, Enteresan’dır. Nihal Atsız da olduğu gibi, o
da Hüseyin Adı’nı kullanmaktansa o Türklük Toplam’ı üzerinden Alparslan Adı’nı
kendisine Alem olarak seçmiş. Biz Alparslan’ı, Melikgazi’de (Türbesi’nde),
Melikgazi’nin Alparslan’ın bir Komutan’ı olarak, Tayin edildiği bir İsim olarak
irtibatlandırdık. Bu Taraflar’a 20 km. ötede bir Alparslan Komutan’ı Danişmendli
Melikgazi var iken, şimdi onun bu kadar Yakını’nda doğan bir İsim kendisine o Ad’ı,
Alparslan Adı’nı almaktadır, o Münasebet’le bu Münasebet’i de bağlayabiliriz.
Pınarbaşı, bizim Kişisel Târihimiz Açısı’ndan, 1960’larda Babam’ın
Memuriyet’i ile buraya Gelişi’yle başlamış. Pınarbaşı’nın Girişi’nde, aşağı doğru
inen bir Yer’de, eskiden Nato Bina’sı diye andıkları PTT Bünyesi’nde bir Yer vardı,
şu an yıkıldı diyorlar. Bu PTT Bünyesi’nde ama, Nato’nun Asfaltlar’ı gibi, o zaman
Haberleşme Ağı’nda kurmuş olduğu bir Sistem. PTT’nin aldığı Teknisyenler’den bir
Tane’si olarak orda bulunmuş. 50’li Yıllar’da Nato’ya girmişiz. Babam 60’ta buraya
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
80
gelmiş ve Nato ile İlişkili olan bir Kurum’da Görev yapmakta, bizi buraya getiren
Sebebler böyle. Yani Pınarbaşı’nın Tepesi’nde böyle bir Nato denen Oluşum var.
Onun içerisinde Türk Teknisyenler vesaire var (MHP Kayseri İl Başkanı Mete
Eke’nin Babası’nı. Alpcan’ın Kayınbaba’sı Musa Amca’yı burda analım) . Böyle bir
Yapı içinde tanıyoruz.
60 Yılı aynı Zaman’da Babamlar’ın gelmesinden 3 Ay önce, Türkeş’in İsmi’ni
anmış olduğumuz Darbe’nin gerçekleştiği Yıl’dır. Pınarbaşı’na gelişimiz, 60
Darbe’si bizi öyle bir Bağlantı şekillendirmiş. Bunlarla Tewâfuq eden bir Şekil’de,
öyle şekillenmiş, 2 Sene sonra Dünya’ya gelmişim. Dünya’ya geldiğim Târih te 27
Mayıs Târihi’dir. 60’ta buraya gelmişiz ama, 61 Yılı’nda ilk bunu Bayram İlan
etmişler, bunun 2.Yıldönümü’nde Askerler’in Pınarbaşı Sokakları’nda Bayram
Kutladıkları Gün’de (Pazar), bir başka şekil’de Dünya’ya geliyoruz. Qader’de böyle
bir An ve Anı ile karşılaşmışız. 1969’da Kayseri’den tekrar Tayin edilip Kayseri’ye
çıkartıyor ve ayrılıyoruz. Yine onunla alaqalı Şehir içerisinde konuşacağım. Evet,
Türkeş ve Avşar Bağlantılı Yorumlarımız’la Pınarbaşı’nda Geçmiş olduğumuz bu
Mekan da, Türkeş Parkı, bize bunları hatırlatmış oluyor. Bir Alparslan’ın
Komutanı’ndan bir başka Alparslan, ama Gaza Rûhu’yla dolu olan değil, Amerikan
İttifakı’nda geleceğini gören bir Yapı içerisinde maalesef, hatırlıyoruz.
Anlatıcı:
Malatya Yolu üzerinde bulunan Pınarbaşı’ya Hayat ve İsim veren Su’yun Gözü’ndeki
Park’ta, Değerli Dostumuz Mali Müşavir Ahmet Aslan’la buluşuyoruz. Park’da Dostumuz’un
hazırladığı Köz’de Balık Ziyâfeti’nden sonra Su’yun Kaynağı’nı görüp, yürüyerek Aziziye Camii’ne
geçiyoruz.
İlçe’yi Ma’mur ve İhya edip İsmi’ni veren Osmanlı Sultan’ı Sultan Abdu’l-Aziz’in İsmi’nin
neredeyse kazındığı bu İlçe’de bu İsm’in tek yaşatıldığı Mekan olan Aziziye Camii, yaklaşık 100 Yıl
önce yapılmış. Osmanlı’nın Son Dönemi’nde İstanbul’da yapılan Görkemli, Süslü ve Şatafatlı
Câmiler’in aksine küçük, sâde ve Nezih bir Câmi olan Aziziye Camii’nde Tahiyyâtü’l-Mescid
Namazı’ndan sonra yakın zaman’da Torna Marifeti’yle yapılmış Ahşap ve Vernikli Kürsü’den Kemal
Ersözlü’nün Aziziye ile söyleyeceklerine Kulak verdik.
PINARBAŞI AZÎZİYE CÂMİİ
Bismi’llâhi’r-Rahmâni’r-Rahîm,
Arkadaşlar Pınarbaşı’nda önemli bir İbâdet Mekanı’ndayız. İlçe’nin Eski
Adı’yla anılan bir Camii, Aziziye Camii’ndeyiz. İlçe üzerinde Aziziye Bağlantılı
Konuşma’yı burda yapalım istedim. Konu’yu uzatmayarak Toparlayıcı Öz Metinler’i
veriyorum. Gelmeden bir Hafta önce, Kayseri’de Pınarbaşı üzerine bir Seminer
verdim, Dokümanlar’ı Arkadaşlar’la paylaştım. Şimdi burda paylaşılması ve
söylenmesi gereken Özet Bilgiler’i paylaşmak istiyorum.
Osmanlı’nın Çözülüş Yıllar’ı, 1800’lü Yıllar, Abd’ul-Mecîd, Abd’ul-Azîz,
Abd’ul-Hamid, Abd’ur-Reşad, Murad, Sultan Wahde’d-Din bunlar 6 Kardeş, bir
Baba’nın Ewladlar’ı, onların Atalar’ı II.Mahmud, Osmanlı Reformları’nın
Zamanı’nda başlamış olduğu Sultan, I.Abd’ul-Mecid ve III.Selim’e kadar giden,
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
81
1789 Fransız Devrim’i ile Koşut’tur onun Taht’a çıkmış olduğu Târih, Osmanlı’nın
Batı’nın Farqı’na varması ve 1839’da Tanzimat’ın İlan’ı, ki o da Abd’ul-Mecid’in
İşbaşına gelmesi ile aynı Târih’tir, onu yapmaya İcbar edilmiştir. Osmanlı’nın
Nizâm-ı Âlem, Dünya’ya Nizamât verme İddiası’ndan waz’geçerek, kendi
yapılanmasını Batı ile Tanzim etmeye, o zaman’dan Müzakere yapmaya başlamış
oluyor. Tanzimat’ın Ad’ı, “Yeni Düzen’i” budur. Islahat-ı Hayriye Ferman’ı olarak
anılır ki Ulema Katında “Fesâdî” olarak, “Islâhî” olarak değil, nitelendirildiği
Dönem’dir. 1800’lü Yıllar’ın Sonları’na doğru, 1900’lerin Başı’nda, 1909 Târihi’nde
Sultan Abd’ul-Hamid’in Taht’tan inmesi ile beraber de, fiilen Osmanlı İqtidar’ı
bitmiştir. Selanik’te bulunan Quwwetler, Pozitivist Akımlar İstanbul’a gelmişler,
İstanbul’daki Sultan, Selanik’e gönderilmiş. Sonraki Dönemler İttihad Terakki
Kabineleri’dir ve Osmanlı’nın Uzatma Dakikaları’na Teqabül ediyor. O Târih’i de
burada anmak istedim ki bugün 13 Nisan Târihi’dir. 13 Nisan Rumi Taqwim’de 31
Mart’tır, yani bugün, Abd’ul-Hamid’in Taht’tan indirildiği Târih’in Sene-yi
Dewriyesi’ndeyiz. Hamidiye Dönemi’nin, o Tanzimat, Meşrutiyet, II. Meşrutiyet
İlan edilmiş ve Yönetim, Tasfiye’de bir önemli Aşama daha almış oluyor. Onu da 13
Nisan Târihi’yle bugünkü Aziziye Gezimiz’in Kesişmesi’ndeki Tewafuq olarak
paylaşmış olalım.
Melikgazi Türbesi’nde, Cenâb-ı Haqq’ın Ad’ı olan Melik’ten başlayıp, Qur’ân-
ı Kerîm’de Olumlu, Olumsuz ve Nötr Anlamları’nda kullanılan “Melik”
Kelimeleri’nden bahs’etmiştim. Şimdi “Azîz” Kelimesi’ni de O Kelime üzerine İnşa
etmek ve bağlamak istiyorum. Qur’ân-ı Kerîm’de de yine Azîz, en Merkezi
Anlamı’yla Cenâb-ı Haqq’ın Sıfatı’dır. İnsan için Azîz Kelimesi’nin kullanılabilmesi
ancak Abd’ul-Azîz Şekli’nde O’na Nisbet’le tamlanarak Mümkün’dür. O Kişi, el-Azîz
olan Allâh’ın Kulu’dur. Melik olmak, yine Abd’ul-Melik olmak, el-Melîk olan
Melik’un-Nâs’ın Kul’u olmakla ilişkilendirilir. Melikgazi üzerinden Sultan
Anlamı’nda Melik kullanılması buraya çok yakın, 20 km. Uzaklık’taki bir yer’de
bunun Etimoloji’sine girdik ve paylaştık. Aynı Hadise’yi Azîz üzerinden de
hatırlayalım şimdi:
Yûsuf Sûresi’nde, bahs’ettim, bu İki Kelime de Yönetici Mânâsı’nda
kullanıldı. Yûsuf a.ı Evi’nde ağırlayan, Çocukluk Dönemi’ni geçirmiş olduğu Âile,
Azîz olarak, Hanım’ı da Azîz’in Hanım’ı olarak Qur’ân-ı Kerîm’de geçiyor. Saray’dan
çıkıp daha Sevimli bulduğu Zindan’dan çıkıp yeniden Saray’a, ama bu sefer Müşâwir
olarak girdiğindeki Yönetici ise Melik olarak İş’in içinde vardır. Osmanlı’nın Son
Dönemi’nde İqtidar’da bulunanlar, el-Hamîd olan Allâh’a Ubudiyyet’i, el-Azîz olan
Allâh’a Azîziyet’i, Acziyet’i, ve yahut da, er-Reşîd olan Allâh’ın Sebîl’ür-Reşâd’ına,
Sebil’ür-Rüşd’üne, Sırat’ur-Rüşd’üne İnsanlar’ı kılavuzlamayı başarabilseler,
Osmanlı çözülmezdi. Kimileri önemli Tedbirler’i alamadıkları için,
sınırlandırıldıkları için, Batı ile Rus ile Savaşlar’ı, bu Hengameler içinde biz
Pınarbaşı’yı hatırlıyoruz. 1861 Târihi’nde Sultan Abd’ul-Azîz İqtidar’a geliyor,
yani bir önceki Abdu’l-Mecid Dönem’i kapanmış oluyor. Abd’ul-Hamid’in Taht’a
geçmiş olduğu 1876’ya kadar yaklaşık 15 Sene İqtidar Yılları var. Bu Yıllar içerisinde
Pınarbaşı bir İskan yerine dönüştürülüyor ve Mahalli İdâre içinde bir İsim, bir
Kimlik kazanmış oluyor. Kasaba’yı bu Anlam’da kuran İsim’dir Abd’ul-Azîz.
Dolayısıyla Cumhuriyet Öncesi Ad’ı Azîziye’dir. Yani, İskender’in kurduğu
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
82
Kentler’den dolayı, İskenderiyeler, İskenderiye, İskenderunlar nasıl var ise,
Kayseri keza Kayzer Agustus’tan dolayı Kayzeriyye olarak nitelendirilmiş ise,
Pınarbaşı’nın Ad’ı da bu. Abdu’l-Aziz’den dolayı Aziziye.. Cumhuriyet Dönem’i
sadece Rum, Ermeni, Kürt İsimler’i üzerinde bir Kazıma yapmıyor, aynı şekilde
Karşıt-Devrim olduğu için Osmanlı Hâtırası’nı içinde barındıran İsimler’i de
temizlemek istediği için, Şehr’i biraz önce geldiğimiz yerde gördüğümüz Pınarlar,
Sular’la İştigal eden Yönü ile Önplan’a çıkartarak, el-Azîz Adı’nı unutturmuş oluyor.
Azîziye’ye gelme Gerekçemiz’de, evet benim Kişisel Târihim’de burada
geçirdiğim bir Mâzim var ama, 6 Ay’da bir yapmış olduğumuz Kamplar
Muwâcehesi’nde Elazığ’la Bağlantılı, gitmeden önce bir Şehr’e, bulunduğumuz Şehir
ile orası arasında İrtibatlar arıyoruz. İlk Seminerler’i burada yapıyor ve oraya
gidiyor idik. Bu Münâsebet’le Elazığ ile Aziziye arasında bir Bağlantı aradık. Şimdi
Elazığ’ın Ad’ı da, tıpkı Pınarbaşı’nda olduğu gibi aynı nedenler’le değiştirildi.
Cumhuriyet Dönemi’nde bu Ad’la anılmaya başlandı. 1930’larda Mustafa Kemal’in
o Kent’e yaptığı Ziyâret’ten sonra bu İsim Değişikliği yapılmış. Orasının Eski Ad’ı,
Ma’muratü’l-Azîz’dir. Yani, Abdu’l-Azîz’in Ma’mur ettiği, İ’mar etmiş olduğu Yer,
kurduğu Kent Mânâsı’nda kullanılmış. İlgili yer’de, Elazığ’da konuşacağız bunları.
Şehr’in Asıl Mekan’ı Harput Bölge’si, Aşağı Taraf’ta Mezra Alanı’nda o Yerleşim
biçimlendirilmiş. Dolayısıyla, Azîziye ve Ma’muratü’l-Azîz Yakın Yıllar’da aşağı
yukarı 1860’larda kurulan, aynı Sultan’ın kurmuş olduğu iki Kent, Yol üzerinde bizi
bu bağladı. Melikgazi üzerinden de Allâh’ın el-Melîk İsm’i ve el-Azîz İsm’i, O’nun
Kulluğu’nu gerçekleştirmede Başarı Oranları’nı Test ettiğimiz, Yûsuf Sûresi’ndeki
Kelime’nin Kullanım’ı üzerinden, bir Kavramlaştırma, bir Hawza oluşturmuş olduk,
ordaki Kesişim Alanı’nda bir yer’den konuşmuş oluyoruz.
Aslında böylesi Verimli bir Yerleşim Yer’i, nasıl olur da Târihi bir Yerleşim
Yer’i olmaz, bu Garib geliyor. Ama Zamantı Kale’si, bahs’ettiğim Târihi nedenle
Pazarören Bölge’si, ta Frigyalılar’a kadar giden bir Eski Yerleşim Bölgesi’dir. Doğu
Roma kullanmış, sonra Danişmendliler Feth’i orda gerçekleştiriyor, Sivas
kurulduktan sonra Önem’i azalmış vesaire. Yani 20 km. bir geriye o taraf’a
kaydırıyorsunuz Asıl Yerleşke’yi. O zaman düşünürseniz, Harput Kenti’nin
Mezra’ya inmesi gibi, Pınarbaşı’nın da biraz geriye çekilerek yeniden kurulması.
Kayseri de Düz Ova’da, gerçi 2000 Sene öncesine gidiyor Târih’i de ama, çok geriye
gittiğinizde, ya Kültepe’ye gidersiniz, ya da yukarı’ya, Mazaka’ya çıkarsınız, Eski
Kayseri daha Tepe, Eski Kayseri’de böyle yer değiştirmeleri var. Böyle de
düşünmek lazım.
İlçe’nin Abdu’l-Azîz Zamanı’nda İnşa edilme Gerekçesi’ni doğuran neden, bir
İskan Arayış’ı. Osmanlı’nın 1856’da Fransızlar’la yapmış olduğu, Batı ile yapmış
olduğu Kapitülasyon Yenileme, Toprak Qanun’u, Yeni bir Toprak Düzenlemesi
yapılıyor. Mîrî Toprak’tır Anadolu Topraklar’ı. Hz.Ömer Zamanı’nda
feth’edildiğinde Iraq Arazi’si, Kürdistan Arazi’si, Ermenistan, Azerbaycan ve
Anadolu Topraklar’ı Gâziler’e dağıtılmıyor. Beytü’l-Mâl’de bırakılıyor ve İşleyenler,
İslam Yönetimi’ne buradan bir Öşür veriyorlar, Vergi veriyorlar. Osmanlı’da Tımar,
Zeamet filan diye işleyen Toprak Yapısı’nın Esas’ı. Bu, Batı’nın Tanık olmadığı bir
Toprak Sistem’i, ordaki Derebeylikler ve diğer Dönemler, yeniden Tanzimat, Batı
ile Müzâkere etmiş olduğumuz Dönemler, Osmanlı’nın “Avrupa Birliği’ne” girme
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
83
Sürec’i diyelim, o Süreç Esnası’nda da, sizin Yapınız, diyorlar, Uygun değil, bunu
düzenlemeniz Lazım. Ve Osmanlı Toprak Qanun’u çıkarttı ve o Topraklar’ın Zilyedlik
Haqqı’nı, Mülkiyet Haqq’ı değil, Sâhiplik Haqq’ı değil, Kullanım Haqqı’nı,
kullanılmazsa Elleri’nden çıkan Topraklar’ı, kullanan Kişiler’e tapuladı. Cumhuriyet
Dönemi’ne Ağalar olarak geçen, Toprak Sâhib’i üreten bu Sistem, Osmanlı’nın
bıraktığı, Merkezi Osmanlı’nın bırakmış olduğu bir, Yıkıntı-Harabe değildir, o
Tanzimat Dönemi’nde Batı’dan yediğimiz Kazık’tır. Olmayan bir Derebeyliği, Ağalık
Sistemi’ni, Topraklar’ı Dewlet’in olan, Müslümanlar’ın olan o Arazi’yi buna
dönüştürdük. Dolayısıyla, Pınarbaşı’nın da 1856 Öncesi Topraklar’ı Miri Arazi’dir.
Ümmet’in Ortak Kullanımları’na hasr’edilmişti. Bu Bölgeler’i daha çok Konar-Göçer
Türkmenler kullanmışlar. Yerleşik Şehirler pek oluşmamış. Bu Köyler ve
Civarları’nda birkaç İstisnai Yerler dışında o da Pınarbaşı’yı içinde barındırmıyor.
Bu Âileler’den bir Sorun doğuranı, Osmanlı’nın o Yıllar’da önemli bir Mesele
doğuranı, Avşar Topluluklar’ı olmuş. Adana Bölgesi’nde, Kozanoğulları Ciwarı’nda
Avşar Ayaklanmalar’ı olmuş. Avşarlar da o Dönemler’de çoğunlukla İran’da bir
Dewlet kurmuşlar, Nadir Şah Yönetim’i, Avşar Egemenliği. Safewîler yıkılmış
yerine Avşar Yönetim’i gelmiş. Avşar Yönetim’i, Şii Yönetim’i değil, Sünni’dir.
Safewî ise Şii idi. Hem bir Hanedan Değişikliği, yine Türk ama Boylar değişmiş
oluyor, hem de Mezhebî Değişim. Nadir Şah Dönemi’nde Osmanlı ile Ulema Teati’si
yapılmış. Nadir Şah kendi Şii Âlimler’i ile Osmanlı Âlimleri’ni bir araya getirerek
Daru’t-Taqrib Çalışmaları filan yaptırmaya çaba sarfetmiş ki bunlar Yıllar sonra
Şah Zamanı’nda Mısır’da Ezher’de bu tür Denemeler tekrar olacaktır. Tabiatı’yla
Kötü Niyetli Kişiler araya girdikleri için Olumlu Sonuçlar’a dönüşmemiş, böyle bir
Mesele’si de var bu Çaba’nın. Tabi o bizim Konumuz’la İrtibatlı değil ama,
Avşarlar’la Alaqalı Boyut’u var. Yani Avşarlar İran’da bir Dewlet kurmuşlardı,
Osmanlı Arazisi’ndeki Avşarlar ise Göçer idiler. Ve Osmanlı onları Yerleşik Hal’e
getirmek istiyor. Tıpkı Safewîler’den önce de olduğu gibi, İran Kontrolü’nde
olabilecek olan Türkmenler’den Rahatsızlık duyuyordu. Buradan aldığı Olumlu,
Olumsuz bunlar Târihçiler’in tartışacağı bir Konu. Osmanlı da Hata yapmış olabilir
ama, İsyanlar oldu ve Zorunlu olarak onları Yerleşik Hayat’a geçirmeye zorladı ve
Adana’dan uzaklaştırdı, Çukurovası’ndan Uzunyayla Bölgesi’ne gelip, yerleşmeye
onları zorladı. Buna karşın Dirençler ortaya çıktı, meşhur Dadaloğlu İsyanlar’ı,
Ayaklanmalar’ı, Eşkıya Hareketleri’nin böyle bir Mâzi’si var. Bu Hadise Cereyan
ederken bir başka Açı’dan başka bir Halqı’n da İskan’ı buraya olacaktır. O da, Kafkas
Bölgesi’nde, ta 1700’lerin Ortası’ndan beri Dewam eden Ayaklanmalar, Çeçen,
Adige Topluluklar’ı, Abhaza, Lezgi vs. diye anmış olduğumuz Halqlar’ın Ruslar’a
karşı Ayaklanmalar’ı. 100 Yıl direndiler, Büyük Mücadeleler verildi. Bunun Son 25
Yılı’nda bizzat, Şeyh Şâmil’in Direnişler’i vs. de var ama, Bütün olarak yok olmamak
için Teslim olmak Zorunda kaldılar. Şeyh Şâmil başta olmak üzere Sınırdışı
edildiler. Ta Balkanlar’a kadar gidenler oldu, Ürdün, Filistin’e kadar Suriye
Bölgesi’ne gönderilenler oldu. Aynı şekilde Anadolu’ya geçenler de oldu. Marmara
Bölge’si, Adapazarı, Samsun Civarı’nda Karadeniz’den başlayarak aşağıya doğru
bir Hat üzerinde İskanlar oldu. Beri Taraf’ta da İskanlar oldu, Kars Bölge’si hakeza.
İçanadolu’da da Pınarbaşı, bunun için Osmanlı’nın düşündüğü Yer oldu. Hem
Avşarlar’ı İskan ettirmeye buraya zorluyor, hem de Çerkez Topluluklar’ı.
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
84
Dolayısıyla bu 2 yeni yerleşen ve Beraber Yaşama Tecrübe’si olmayan Halq’ın bir
araya gelmesinin doğurduğu Sorunlar yaşanıyor. 1293 diye anılan, Osmanlı’da
Rûmî Târih ile anılan, bir Savaş var, 93 Harb’i diye anarlar. Abdu’l-Hamid’in
İqtidar’a gelmesinin 2. Senesi’dir. 1876’da geliyor ve 1877-1878’de sürüyor bu
Harb. O Harb de Tabiatı’yla yine Büyük Sorunlar’a Gebe oldu. Sonunda Berlin
Anlaşma’sı imzalanmış ama, Osmanlı’nın Mağduriyet ve Yıkımlar’ı, yine Göç
Dalgalar’ı, Kafkaslar’dan yine Göç geliyor. I.Dünya Savaşı’nda Sarıkamış, o
Bozgunlar, ondan sonra bir daha Göç geliyor. Yani, Kafkaslar’dan gelen Göç te,
böyle olunca sadece Çeçen Göç’ü olmuyor. Bizzat Çeçen Menşeli olmayan Haqlar’ın
da Göçler’i var ki, işte Pınarbaşı’da bunların biri de Karslılar diye anılan, Kars’dan
gelen Göçmenler, Muhacirler oluyor. Daha sonra, Bulgaristan’dan gelen Muhâcir
Göçler’i de var, Pınarbaşı’nın Değişik Köyleri’nde. Evet, yani Halqlar Karması,
bundan oluşmuş olan bir Şekillenme ile bir İmâr yaşandı, Beraber Yaşama Dönem’i.
Ama görüldüğü gibi, Savaşlar Peşimiz’i bırakmıyor, Balkan Harbi’ni yaşıyoruz,
1992’de 93’ten sonra. Sonra 1915 Sarıkamış Facia’sı, Milli Mücâdele, Sevr Olaylar’ı,
sürekli Tahribat derken Cumhuriyet’in İlan’ı ile noktalanıyor. Bu İlan’dan sonra da
Resmî Türkçü Ulus Politika’sı, ne Çerkes tanırım, ne ötekini ne filanı’nı, Herkes
Türk’tür ve de Eski Türk’tür. Ya İslâm Öncesi Doğu’dan gelen Türkler’dir ya da
İslâm Öncesi Anadolu’da yaşayan Sümerler, Etiler bunlarla ilişkilendirilen bir
Türklük Wâqıa’sı. Evet bu Mağduriyet içerisinde Pınarbaşı oluyor, Aziziye.
Dolayısıyla Adı’nı Abdu’l-Azîz olarak dâhi anmaktan uzaklaşan, Babası’nın
Anası’nın verdiği Mustafa Adı’ndan da Hicab duyarak, ne yazık ki, benim Adım’ı da
taşıyan Kemal diye anılan (Kamal, Eski Türkçe’de Kale demek diye düşünülmüş ve
Kamal olarak da lanse edilmiş), ölmeden bir Sene önce o İsim de Türkçe’ye Aykırı,
’ben artık Kamal oldum’ diyen92, Meclis’in kendisine, başka şekilde Türkler’e Ata
Pâye’si biçmiş olduğu, yeni baştan sıfırlamış olduğu, âdeta formatlamış olduğu bir
Sürec’in Mağdur’u olan Topraklar, Aziziye Topraklar’ı.
Ben burada 1962 Târihi’nde Dünya’ya gelmişim. Allâh 7 Sene verdi, Babam’ın
Memuriyet’i Wesilesi’yle. Sonra Qayseri’ye Göçümüz gerçekleşmiş. Dolayısıyla
Kişisel Târihim Açısı’ndan, Pınarbaşı’nın Ekmeği’ni yiyerek bir büyümüşlüğümden
bahs’edebilirim. Tabiatiyle 2 Yer’de daha konuşmamız olacak, Dewâm’ı
Mâhiyeti’nde yapacağım yerler. Pınarbaşı İsm’i üzerinden de Alerjimiz olmaz
kuşkusuz, ama değiştirilmesinin bu tür Nahoş bir Gerekçe’si var. Türkiye’nin
Değişik Yerleri’ndeki İsim Değiştirmeler Boyut’u Açısı’ndan altını çizdim. Yoksa
Qur’ân-ı Kerîm, bizi Allâh’ın Kewnî Âyetleri’yle yüzleşmeye, onların üzerinde
Tefekkür etmeye, durmaya, onlara bakarak onların Yaratıcısı’nı düşünmeye, Fânî
olan bu Dünya’daki Şeyler’in Asli olan Cennet’te bize hatırlatacak olan
Bağlantıları’nı kurmaya bizi Da’wet eder ki, bu anlam’da Hoş’tur “Pınarbaşı” da.
Pınar (Göze) Kelime’si, Qur’ân-ı Kerîm’de Uyûn şeklinde Çoğul, Ayn Şekli’nde Tekil,
kullanılan bir Kelime’dir. Suriye-Türkiye Sınırı’nda, Re’sü’l-Ayn Bölge’si vardır,
Arapçası’dır Pınarbaşı Kelimesi’nin. Pınar’ın Başı, Re’sü’l-Ayn. Ta
Müslümanlar’dan önce Felsefe Okulları’ndan bir Tanesinin Adı’dır, Re’sü’l-Ayn ,
İskenderiye Okulları’ndan bir Tanesi’dir. Önemli Filozoflar’ı yetiştirmiş bir Kent’tir
92 /Atatürk’ün Sofracı’sı idim,
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
85
vesaire. O anlamda kullanılır, O’nun Türkçe Biçimi’dir. Sadece bu Bölge’ye ait de
değil, Türkiye’de bir çok Pınarbaşı olarak anılan, Köy düzeyinde, Belde Düzeyi’nde,
İlçe Düzeyi’nde sâdece Kastamonu’da var, Değişik Yerler’in bu Ad’la anılan Bölge’si
de var. Pınarbaşı dediğiniz zaman, bir Su Kaynağı’ndan bahs’ediyorsunuz, Su
kaynayıp aktığı Zaman da Nehir’i Meydan’a getiriyor. Dolayısıyla Nehir ile Pınar
Bağlantı’sı, Pınarbaşı Bağlantısı, Baba ve Oğul Bağlantı’sı gibidir, akan ve Dewam
eden Şey. Ve Rasûlu’llâh Cennet’te Mü’minler’in Hawzalar’da bulunacaklarını,
Pınarbaşları’nda buluşacaklarını söyler. Kewser Şarab’ı, Al-i Beyt Bağlantılar’ı bu
anlam’da kullanılır. Qur’ân-ı Kerîm Cennet’i tanımlarken, ‘altından Irmaklar Akan,
Pınarlar’dan fışkıran Yerler, Cennetler’ diye anar. Biz Doğa’yla baş başa kaldığımızda
hem onun Yaratıcısı’na ordan, Eser’den onun Yaratıcısı’na yükselmeye Çaba
sarf’ederiz, Tefekkür ederiz; hem de Fânî Dünya’dan Aslî Dünya’ya Vurgular
yakalarız. Bu anlam’da Pınarbaşı’nın Pınar’ın Su’yu da bize ancak Rabbimiz’i
hatırlatır. Asıl Mekanımız’ı hatırlatır. O’nun İzzet’i içerisinde, Zillet Sâhib’i olmadan,
Allâh’ın, Azîz olan Allâh’ın bize verdiği ile İzzet bularak, O’na inanıyorsanız en Azîz
olansınız, İsim, Bağlantı, Yer, Coğrafya, bize bunları Telkin eder.
Evet 100 Yıllık, 150 Yıllık, 1860’lar’dan itibaren saymış olan Târihi’nden ise,
Beraber Yaşama Tecrübesi’nin iyi bir Laboratuar Örneği’ni de ortaya çıkartı. Ve
bunları konuşmuş olduğumuz Wasatımız’da da Türkiye yeniden yapılanıyor.
Cumhuriyet’in Kurucu, tek Topluluğa İrca edilecek olan Politika’sı yerine, ‘Buradaki
Uluslar beraber nasıl yaşar?’, bu Sorun’u çözmek istiyor. Ya çözeceğiz, ya yok
olacağız. Böyle bir Ölüm-Kalım.
Doğru çözersek, büyürüz, Yanlış çözersek daha da küçülür ve parçalanırız.
Bununla alaqalı Derin Sorunlarımız da var. Türkiye Coğrafya’sı, İran, Iraq ve
Suriye, bu 4 Ülke’de yaşayan Kürt Halqları’nın bu 4 Ülke ile alaqalı Sorunlar’ı var.
Ve Ulusculuk Düşünce’si, her birini bu Ülkeler’den kopmaya çağırıyor. Iraq’ta bu
Süreç yaşandı. Suriye’de Savaş’ın Bitimi’nde ortaya çıkacak Tablo93, 3 Suriye
Tablosu’dur.
Bir Suriye Kürdistan’ı ortaya çıkacak.
Bir Nusayri, Eski Rejim’in Dewam’ı, Lazkiye’de ortaya çıkacaktır.
3.Bölge’de ise İhwân, +, Selefiye, + Süryaniler, Laik Arablar’dan oluşan bir
Koalisyon, Demokrat Mücâdele Suriye’si, 4lü bir Koalisyon Wücuda gelecek.
Hiçbiri de Suriye’yi onaracak, onduracak Yapılanmalar değil. Tabiatı’yla Iraq
bu şekil’de, Türkiye bu şekil’de, Suriye bu şekil’de olursa, ki artık ondan sonra
olmaması Mümkün değil, bu İran’a sıçrayacak. İran’da Kürtler’in, Azeriler’in,
Farslar’ın, Ayrışması’ndan 3 Parça ortaya çıkacaktır. Yani Bölge’de andığım bu 4
Dewlet’ten 12, 13 Dewlet ortaya çıkacak. Yeni Yapılanmalar, yine aynı Sürec’in
Dewam’ı olacak. Bir Taraf’tan Batı birleşip Avrupa Birliği oluştururken, Doğu’da
Şangay Birlikler’i oluşturulurken, Ulus Dewlet’ten İnsanlar tekrar Ümmet’e,
Birleşik Yapılar’a dönerken, biz Ümmet’i Ulus Dewletler’e parçaladık, şimdi Ulus
Dewletler’i daha alt Parçalar’a ayırıyoruz. Yani yapacağımız bu Şekilde Minimiz’e,
Atomiz’e olarak yok olmaktır. Ufacık bir Belde’de bir Çerkez’i, bir Karslı’yı, bir
Avşar’ı beraber yaşatamamış isek, ki yaşattık kuşkusuz, Güzel Örnekleri’ni de
93 M.E:Rojawa-Batı Kürdistan Konu’su bu Konuşma’dan sonra Yaz Ayları’nda daha hararetlendi
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
86
verdik te ama Olumsuz bazı Sahneler Açısı’ndan söylüyorum, aynı Şey’in daha
büyük Bâdireleri Anadolu Coğrafya’sı, Osmanlı’dan sonra kapanan dışarıdaki
Coğrafya’nın göçtüğü bir Ana Yurt, hepimizin Müşterek Yurd’u. Kafkaslar’daki
İnsanlar bizim Kardeşlerimiz’di buraya geldiler. Bulgaristan’dan çekilenlerimiz
buraya geldiler. 4 bir Taraf’tan ve yeniden burada yaşayacağız Allâh’ın Kullar’ı
olarak. İzzet bulmamız için, Azîz olan Allâh’ın Kul’u olmamız için Tefrika etmememiz
gerekiyor. Allâh’ın Âyeti’ne Toptan sarılmamız gerekiyor. Âl-i İmrân Sûresi’ndeki
Âyet bunu söylüyordu. ‘Siz İslam Sayesi!nde Kardeşler oldunuz, ama Eski Çekişmeler’e
dönerseniz, Ateş Çukuru’na dönersiniz. Allâh Rîhiniz’i giderir. Rüzgarınız’ı giderir.
Birilerinize Ateş gelir, Ateş dokunur ‘ diyor. Yani Rüzgarımız’ın, Arkamız’dan esen
bize Yelken olan Rüzgar’ın gelmesi için Tefrika etmemek, Allâh’ın İpi’ne Toptan
sarılmamız gerekiyor. Allâh’ın İp’i eğer, Millet olursa, Millet-i İbrâhim olursa, Millet-i
İbrâhim’de paylaşırsak İzzet’i, bütünleşiriz. Ama İbrâhim’in yerine Herkes
kendisine bir Ata, Çerkes Ata, Ata Türk, Ata Kürt vesaire bulursa, onun Etrafı’nda
bir Kenetlenme Dawa’sı güderse, o zaman Tefrika’nın getireceği Zillet’e Mahkum
oluruz. Aziz Kent, Aziz Pınarbaşı, O Pınar’dan gelen Sular, bunları bize Tefekkür
ettirmeli.
Böyle bir Yolculuğu paylaşmış oldum. Bu Mekan, Aziziye Camii, işte
1915’ler, I. Dünya Savaşı Sırası’nda İnşa ettirilmiş, Dönem’in Wâliler’i Tarafı’ndan
Şehr’in Kurucu’su, Sultanı’na izâfeten Aziziye İsm’i verilerek yapılmış ki, Selimiye,
Süleymaniye dediğiniz gibi, Azîz’in Adı’na da buradaki Mescid, İsim olarak
verilmiş. Evet, İşler’in Haqiqati’ni Allâh bilir, ama ölmüşlerimizi biz, Hatalı Yönler’i
değil, İbret Yönleri’yle öteki Yön’ü varsa onu ancak Akademik Dersler’de Konu
edebiliyoruz, ama Genel Konuşmalar’da ancak, Hayırlı ve Olumlu Yönleri’yle
hatırlamak isterim. Aziziye’yi de öyle hatırlıyoruz. Bir sürü Kritik Yönler’i de var
kuşkusuz, İ’mâr etmiş olduğu, İ’mar etmiş olduğu Aziziye için, İmar etmiş olduğu
Mamuratü’l-Azîz için, burada İskan ettiği Müslümanlar bir araya gelsin birlikte
olsunlar için, onları hatırlayarak Adları’nı Aziziye’de Yerler açan bunu gibi
Mekanlar’la falan hatırlıyoruz. Allâh, Azîz İsmi’ni bizde Tecelli ettirip, İzzet
bahş’etsin diyoruz. Doğrular için Rahmet, bizler için de Mağfiret Taleblerimiz’le
Aziziye Camii’nden ayrılıyoruz.
Anlatıcı:
Cami’den sonra Pınarbaşı/Aziziye’nin Şelaleli Parkı’nda Çaylarımız’ı yudumlayıp, Kemal
Hoca’nın okuduğu İlkokul’u ve Pınarbaşı’ndayken kaldığı Evleri’ni gördük.
PINARBAŞI, MELİKGAZİ OKULU
Kayseri’nin Kocasinan ve Melikgazi gibi 2 Büyük İlçe’den oluştuğu sonra,
diğerleriyle genişledi ki Yeni Yasa Qabul edildi, Gelecek Sene Seçimler’den sonra
Pınarbaşı da Kayseri’nin Merkez İlçeleri’nden bir Tane’si olacak. Tıpkı Kocasinan,
Melikgazi gibi. Kayseri’nin Melik Mehmet Gazi de denen Melikgazi’den dolayı,
hatırlamış olduğu İsm’i, Pınarbaşılılar da gelmiş olduğumuz Yer’deki Türbe’den
dolayı, Baba Melikgazi’ye atfen, bu İlkokul ile hatırlamak istemişler. Onunla Direk
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
87
bir Bağlantısı yok ama, Adı’na İsim verilmiş, Okul, Melikgazi olarak anılıyor. Şöyle
düşünelim, Melikgazi Danişmendliler Hükümdar’ı idi. Danişmend’in Alparslan
Zamanı’nda bir Muallim, Öğretmen olduğunu, sonra Ordu’ya yazıldığını
düşünüyoruz. Danişmendlik, Medrese Kurum’u içerisinde Müderrislik altında bir
Kurum olarak da Qabul edilmiş. Medrese Öğrencileri’nin ileri Seviye’de olanları,
Yeni başlayanlara, Hocalar’ı dışında Dersler veriyorlar, Abi gibi, bunlara Danişmend
deniliyor mesela. Yapı içerisinde Asistanlar’a benzer bir yere Teqâbül ediyor. Bu
Topraklar’ın İlk Fethedici Komutan’ı olarak, Melikgazi’yi hatırlıyorsunuz. Sülale,
Öğretmen, Talebe olarak, Müderris olarak namlanmış oluyor. Burada onun Adı’na
bir İlkokul açılmış.
Bu Okul, Cumhuriyet’in İlkokul’u. Cumhuriyet İlkokulu’nda, Cumhuriyet
10.Yıl Nutqu’nu verirken, Şiiri’ni yazan, ‘10 Yıl’da 10 Milyon Genç yarattık her
Yaş’tan’ derken, Pozitivist Eğitim’den geçmiş Yeni Kuşak, bununla öğünüyor.
‘Öğretmenler, Yeni Nesil sizin Eseriniz olacaktır’, Özdeyişi, bu Yeni yapılanma, o Yeni
Adam’la alaqalı bir Yer’e oturuyor. Melikgazi, direk olarak Pınarbaşı’ya Bağlı bir
Köy değil. Pınarbaşı’nın İki Tane Belde’si var.
1.Kaynar, Zamantı’nın doğmuş olduğu yer.
2.ise Pazarören. Melikgazi, Pazarören’e Bağlı’dır. Pazarören, Cumhuriyet
Dönemi’nde açılan Köy Öğretmen Okulları’ndan bir Tanesi’ni içinde barındırıyor.
Orada da bir Konuşmamız olacaktı ama, onu burada yapmış sayılalım. Köy Odaları,
Köy Enstitüleri oluşturmuştu Tek Parti. Köyler’i dönüştürmek, Öğretmenler
üzerinden dönüştürme Proje’si. Ve Eğitim Enstitüleri’ne de Köy Çocukları’nı Yatılı
olarak alıyorlar, ordan Anne Babası dışında devşiriyorlar, Cumhuriyet’e. 60, 70, 80
Yaşı’na gelmiş bu Tipler vardır aramızda, Eller’i titrerken Tâwiz vermez bir Eda ile
Atatürkçü’dür ve çok bilmiş Edaları’nda o Cumhuriyet Kokonalar’ı ile özdeşleşmiş
bir Tip. O Köy Enstitüleri’nden yetişmiş bir Nesil’dir onlar, çoğunuz görmüşünüzdür.
1950’lerde İmam Hatip Okullar’ı açıldığında, adeta onun Rövanş’ı gibi
algılanmış. Köyler’den Çocuklar alınmış, Yatılı olarak orda, Tersi bir Kuşak’tır.
İmâmlar ve Öğretmenler. Bundan birkaç Sene önce Şerif Mardin’in Cumhuriyet’in
Öğretmenler’i ile Osmanlı’dan kalan Mahalle Bünyesi’nden gelen İmamlar’ı
Muqayese eden Çalışması tekrar Gündem’e gelmişti. O anlamda İmam Hatip Projesi,
ve Pazarören’de Temsili’ni bulmuş olduğumuz Öğretmen Okullar’ı, Köy Enstitüler’i
de burada bir yere oturuyor.
Evet biz de Melikgazi Okulu’nda, kendi Biyografim Açısından da İlkokul’a
burada başladım. 1 Sene okudum, sonra Kayseri’ye taşındık. Pazarören’den Mezun
olan Öğretmenler Tarafı’ndan Dersler almışızdır, O Dönem’in Kuşağı olarak.
Pazarören’i de Melikgazi’nin Bağlı olduğu Belde olarak böyle hatırlıyoruz. Yanında
kendisine bağlı Köy’deki Türbe, bir Danişmend’e ait. Danişmend, bir Medrese
Yapı’sı içinde bir başka Kuşağı, Medeniyet’i Temsil ediyor. O Danişmendliler’in
Kayseri’deki gördüğümüz İsm’i, Melik Mehmed Gazi, Kayseri’yi Maqarr-ı Ulemâ
yapmayı başlatan Melikgazi. Ulucami’de konuşacağım onu. Ulemâ’yı oraya
çekmiştir. Bunun için Yatırımlar yapmıştır. Cami’nin yanında Medrese Tesis
etmiştir. Sonra Gülük Camii’ni Danişmendliler yapmıştır. Onun yanında da
Medrese Tesis edilmiştir. Sonra o Medreseler Kuşağı’ndan işte, Osmanlı
Medreseleri’nin Kurucu’su olan Dâwûd-i Qayserî yetişmiştir. Melikgaziler’in
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
88
başlatmış olduğu, Danişmend olan o Ulema Geleneği’nden Hükümdarlar bunu
başarmış. Onların başlattığı Süreç’ten bir Dâwûd çıkartıyorsunuz. Melik, Talut’un
Ordusu’ndan, Kumandan Dâwûd’u çıkartıyorsunuz. O Dâwûd ve Melik
Bağlantısı’ndan, Bu Dâwûd ve Melik’e Sembolik olarak ta buradan bağlamış olalım.
Pazarören ve ona bağlı Melikgazi, O Danişmend, burası Öğretmen Okullar’ı.
Onun Adı’nı taşıyan bir İlkokul, ve o Öğretmenler’in Tedrisat vermiş olduğu bir yer.
Böylesi Karşıtlıklar’ı hissediyorsunuz. Alparslan’ın İdealler’i, Fütuhât Rûh’u bir
yanda; kendini Alparslan olarak anan ve Uluscu bir başka Boyut, onun yine
Dramlar’ı, Acılar’ı bunları hatırlamış oluyoruz. 69 Yıl’ı Amerikalılar’ın Uzay’a
çıktıklarını söyledikleri bir Yıl, Temmuz Ayı’nın 20’sinde. O’nun konuşulduğu
Haftalar’da biz, Kayseri’ye çıktık, Uzay’a kadar gitmedik ama, Pınarbaşı Dönemi’ni
kapatmış olduk. )
Anlatıcı:
Cadde ve Sokak aralarından çağıl çağıl boşa akan Berrak Sular, keşke Çevre Düzenlemesi
yapılarak İnsanlar’ın İstifadesi’ne sunulabilseydi.
Birkaç gün önce Haqq’ın Rahmeti’ne kavuşan Mehmet Alpcan Kardeşimiz’in Babası’nın
Mezarı’nı Ziyâret edip Dualar okuduktan sonra, Pınarbaşı’ndan ayrılıyoruz.
Pınarbaşı Mezarlığı’nı Ziyâret ettik, yakın zaman önce Rahmeti Rahman’a kavuşmuş olan
Selahattin Alpcan Amcamız’ın Qabr’i Başında Ziyaretimiz’i ve Dualarımız’ı yaptıktan sonra, orada
bulunmuşluğumuz Eesilesi’yle de İslam Şehirleri’nde Mezarlıklar üzerine şunlar söylendi.
PINARBAŞI /MEZARLIK
Mezar üzerine burada biraz konuşalım. Tabi, İslam Kent’i, Köyleri’nden
başlayıp, Metropolleri’ne varıncaya kadar, Başşehir, Payitahtı’na varıncaya kadar
Mezarsız olmaz. Mezar da Şehr’in olmazsa olmaz bir Parçası. Tıpkı Gazwe için
Sözkonusu ettiğim Referans, Bedir için bir Başlangıc’ı Medine’de nasıl buluyor isek,
İslam Qabir Kültürü’nü de yine Medine’de, Rasûlu’llah’ın İnşası’nda buluyoruz.
Rasûlu’llâh Medine’de 2 Qabristan Tesis etti. Bir Tane’si Baqî Qabristan’ı olarak
Ma’ruf, diğeri ise Şehitlik, Uhud Şehidliği. Şehidlik Qabristanlar, bizde Meşhed
olarak, Şehidler’in bulundukları Yer olarak yaşatılmıştır. Genel Qabristan içerisinde
de Şehidler için Özel Bölümler açılmıştır. Türbeler gibi Yatır Yerler’i, ya Âlim’dir ya
Şehid’tir, ya Dewlet’te önemli Kişilerdir vesaire. Mezarlar onun Etrafı’nda
şekilleniyor.
Modernleşme Dönemi’nde de Şehir içinde Çok Sayıda Mezar Yıkımlar’ı
yaptık. Şehr’in dışına atmak, Görünürlülük’ten çıkarmak, Rant devşirmek Amaçlı,
ancak İşgal yapılsa Düşman Quwwetleri’nin yok edeceği şekilde Mezarlar’ı Tahrib
ettik. Şehr’in Hafızası’nı yok ettik. Yok edemediğimiz eğer, böyle anlı sanlı İsim
yapmış Kişiler kalmış ise, onlar da Ayrık Otu gibi kaldılar. Oysaki o bildiğiniz
Kümbetler’in, Türbeler’in Etraflar’ı hep Mezarlık’tır. Onlara Yakın bir Yer’de
gömülmeyi, onlarla beraber Haşr olmayı, ve onlara gelen Ziyâretçiler’in okuduğu
Dualar’dan hatırlanarak Dua almayı Murad etmişler ve Şehr’in içerisine Hayat ve
Ölüm yan yana yaşamış, beraber yürümüş. Modern Yapılaşma ve Kent Kültür’ü onu
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
89
da kendisine Dönüştürdü. Artık Avrupa Mezarlar’ı gibi, bir başka Şey’e dönüştü.
Tarihi Hafıza’yı da hazf’etmiş, mahw’etmiş bulunuyoruz. Bunlar tabiatı’yla yaşanmış
Acılarımız. En son Kayseri’de şimdi, Seyyid Burhâned’-Dîn için aynı Şeyler
Gündem’e getiriliyor. Yani, orayı Rant yerine dönüştürmeyi. ‘Niye, Yıllar önce
yapılmış, yeni Ölümler için Mezarlık Alan’ı değil, bu kadar Arazi buraya ne gerek
var, başka şekil’de değerlendirelim’ vesaire. Ancak, İşgalci Quwwetler’in
düşünebileceği Şeyler bunlar. Wicdan Acıtıcı, Qabul edilmesi Mümkün olmayan bir
Durum.
Hz. Peygamber, Mezar Ziyâretleri’nde bulundu. Belli Günler, Cumartesi
Günler’i mesela, Baqi Qabristanı’na, Geceleyin kalktığında yine Yakın olduğu için bu
Qabristanlığa bazen Gece Waqti Ziyâretler yaptığını, orada uzun uzun Dualar
yaptığını, adeta Mezarlık’ta İtiqaf içinde bulunduğunu Hikâye ediyorlar. es-Selâmü
aleyke yâ Ehle’l-Qabri, ‘Yâ Qabir Ehli, İnşaallah biz de sizlere geleceğiz, İltihaq
edeceğiz’, Ölüm’ün Hatırlatıcılığı, kuşkusuz her Nefis, Ölümü Tadıcı’dır, bugün
Mezarlarımız’da Asılı Bu Âyet-i Kerîmeler’in Varlığı’ndan dahi, Müşterek Mezarlar’ı
paylaşıyoruz’ diyen Seküler Kitleler Rahatsızlık duyuyorlar. Ölüm’ü hatırlatarak,
‘onu görüyorum Mezarlığın önünden geçerken bir yerde, o Günüm ters gidiyor,
Moralim bozuluyor’, diyor. ‘Pat diye karşıma çıkarsa, Kaza yapabilirim, bunları
indirsinler, kaldırsınlar’ diyen Kültür, Ölüm’den, Gözü’nden Irak tutarak kaçma
Düşünce’si, Ölüm’le iç içe yaşamak, Barışık yaşamadığınız zaman Hayat’ın bir
Anlam’ı olmaz ki. Yani, Ölüm’ün bir Sukunet olması, Bütün Acılar’ın, Izdıraplar’ın
biteceği ve Ölüler’i Hayır’la anacak olan bir Gelecek Kuşak üzerinden yapılan
Dualar’ın ordan Bereket’i, İnsan’ı yaşatan Şeyler bunlardır, Hayat’ın, Yaşama’nın
kendisi Sorumluluk’tur, ve Ağır’dır, ve İnsan da Yaş aldıkça Ölüm’ü qabullenir,
qabullenen bir Süreç’te olgunlaşır. Bir Yetişen Meyve’nin Toprağa düşmesi gibi,
(öyle derler, benzetmişler,) Toprağa düşer, Toprağa düşmek demek, Yetişen Meyve
Hâli’ne gelmek demek. Çok Doğal bir Sonuç diye algılamışız. Ancak Genç Ölümler
olursa ona biraz Gönül fiqan etmiş, Yunus Emre’nin “Gök Ekini biçmiş gibi”,dediği
Anlatım, bunun Genç Ölümler ile ilgili Anlatımı’nda geçmiş. Bunlar da Hayat’ın
Qader’i. İnsan, evet, Âhiret İnanc’ı, Tekrar Dirilme İnanc’ı Hz. Peygamber’den daha
Quwwetli kim olabilir, Peygamberler’den ve Peygamberimiz’den daha Quwwetli?
Ama Oğlu Wefat ettiğinde, hüzünlendiğini, Gözü’nden Yaş geldiğini, “siz de mi ey
Allâh’ın Elçi’si” dediklerinde,Söylediği Konuşmalar’ı Anekdot olarak biliyoruz.
Dolayısıyla hepimiz de Hayat’ın Değişik Dönemleri’nde, Yakınlarımız’dan Kayıplar
yaşıyoruz, Onun Hüznü’nü, Acısı’nı, yapamadıklarımızı, Var iken ulaşamadıklarımızı,
bütün bunların da Acılar’a da bağlayabiliyor sizi. Geçmiş’i Tamir edemeseniz dâhi,
onlarla, yaşayanlara Ders çıkartmanız lazım. Aynı Acılar’ı tekrar yaşamayayım diye,
çırpınmanızı doğuracak, Ders Verici olur, o anlamda Yararlar doğurabilir.
Geldiğimiz Nokta’da hem Mezar’ın Maddî Anlam’da Kültürü’nü dağıttık, hem
Tâziye Geleneği’nin içeriğini boşalttık. Protokolleştirdik, anlamsızlaştırdık, Gösteriş
Hâli’ne dönüştürdük. Ayıp olmasın diye gitmeler, gelmeler, Görüşmeler, kalıplaşmış
Sözler, yani, Ölüm’ü Hayat yapacak, Ölüm’ü adeta yeniden doğmuş gibi o Mahalle’de,
o Şehir’de, o Arkadaş Çevresi’nde, böylesi bir Rûh’u vardı. Böyle bir Anlam’ı vardı.
Onları yapamıyoruz, diriltemiyoruz. Hayat’ı diriltemediğimiz gibi, hani, “bu Din
Ölüler Din’i oldu, Qur’ân Ölüler Kitab’ı mıdır”, falan diyorlar. Keşke olabilse, Ölüler
Ulum el-Hikme Okulu Medenî Düşünce Tarihi http://www.ulumelhikme.net
90
Kitab’ı olsa, Hayat’ın Kitab’ı da olurdu. Ölü Kitab’ı hâline gelmesi, ordan bile
koparttık, Ölüm ve Hayat iç içe bir Durum ifâde etmiş oluyor.
Mehmet Kardeşimiz’in Baba’sı wesilesiyle de, Pınarbaşı’da
bulunmuşluğumuzu bu Ziyâret ile de noktalayarak, bu Rahmet’i, onun wesilesi’yle
tekrar hatırlamış olduk. Bu Mezarlığın Sol Tarafı’nda bizim de Akrabalarımız yatıyor
ama, biz Qasaba’yı epeydir terk ettiğimiz için, yerlerini bilemiyorum. Onlara
buradan Genel Rahmet Dualarım’ı gönderiyorum. Sözü’nü ettiğim Babamlar’ın
60’larda buraya Geliş’i Memuriyet’i Wesilesi ile olmuş. Ama Annemler Tarafı’ndan
daha önce bizim burda bir ilişkimiz, Bağlantımız olmuş. Dedem’in Dede’si, Gülük
Mahalle’si Ciwarları’ndan buraya, Ali Cüzdancıoğlu diye anılan bir Kök Dedemiz
var, Anne tarafından. Onun bir Hastalığı olmuş, Doktorlar Pınarbaşı’nın Havası’nı
Tawsiye etmişler, burası iyi gelir diyerek, burada bir Cerrah varmış felan, o
wesileyle gelmiş buraya. Sonra da sevmiş ve kalmış. Buraya yerleşmiş. Onun Mezar’ı
var burada Ali Cüzdancıoğlu. Onun Oğlu Şükrü Dedemiz, ki Annem’in Ad’ı
Şükran’dır, ordan gelir, odur burada Medfun olan. Sonra Ahmed Dedem,
Annem’den Dedem, o da 1946 Yılı’nda Kayseri’ye tekrar toplamış Âilesi’ni, Temelli
dönmüşler. Öylelikle 3 Nesil bir Kayserili Aile olarak burada kalmışlığımız var ve 5-
6 Mezarımız burada bulunuyor. İkinci Kez 60lar’da Babamlar Vesilesi’yle Pınarbaşı
tekrar Gündemimiz’e giriyor. Hem Babam, hem de Annem Tarafı’ndan, Pınarbaşı
ile alaqalı olmamakla beraber Pınarbaşı’ya yönelen bir Geçmişimiz olmuş. Böyle bir
Hatırası da vardır bizim Açımız’dan. Onlara da Rahmet olsun, Torunlarınız Burda,
Mehmet’le beraber, hepsine Rahmet dileyerek Pınarbaşı’na Weda ediyoruz.
…
Anlatıcı:
Cuma Namaz’ı Sonra’sı Ulu Cami yanında Melikgazi’nin Qabr’i Başı’ndarız.