Upload
demirsoy
View
238
Download
0
Embed Size (px)
DESCRIPTION
Değerli Kardeşim Sapla samanın birbirine karıştırıldığı bir ortamda, doğruyu bulmada zorlanırsınız ve sürekli hata yaparsınız. İdamın uygar bir dünyada savunulur bir tarafı kalmamıştır. Ancak geçmişte yasalarla bu cezayı almışların durumunun doğru, bilimsel ve yansız değerlendirilmesi gelecek kuşakların yapacakları hataları önleme bakımından önem taşımaktadır. Menderes olayı hepimizin ders alacağı önemli bir tarihsel olaydır. Zaman ayırıp okuyabilirseniz, sadece geçmişi değil, şu anı da doğru değerlendirme şansını yakalamış oluruz. Saygılarımla
Citation preview
1
BİR DEVRİN MUHASEBESİ: MENDERES NİYE ASILDI?
Prof. Dr. Ali Demirsoy
Bu gün çağdaş dünyada suç ne olursa olsun idam kaldırıldı. İdamın insancıl bir
ceza olmadığı konusunda büyük bir kesim hemfikir oldu. Ancak 1900 yılların
ortalarına kadar idamın bir ceza çeşidi olarak ülkelerin yasalarında yer aldığı
bilinmektedir. Eğer bir yasada idam cezası varsa idamları kınama yerine o yasaların
doğru olup olmadıkları üzerinde tartışılabilir. Eğer bir ülkenin yasasında bazı suçların
idam ile cezalandırılması öngörülmüş ise, yıllar sonra suçu sabit görerek o cezayı
veren mahkemeleri ve idari sistemleri suçlamak olsa boş boğazlıktan öte bir değer
taşıyamaz. Tekrar söylemek gerekiyorsa idamı savunma günümüzde insanlık dışıdır;
ancak yasalarda bu ceza varsa, bu suçtan verilen idamlarda olsa olsa suçun sabit
olup olmaması tartışılabilir. Bu suça o ceza verilmezdi sözü, yasaların uygulanışını
bilmemekten kaynaklanıyor olabilir ya da hukukun zaman içinde nasıl
uygulandığından habersiz olduğu anlamına gelir. Biz dünyanın her yerinde geçmiş
dönemlerde yargı önüne çıkmış, usulüne göre yargılanmış ve idam edilmiş vakaları,
yererek değil, belki eleştirerek konuşabiliriz. Yargı önüne çıkmadan birilerinin fermanı
ve emri ile öldürülen her olayı da lanetleyebiliriz; lanetleyebilmeliyiz (bu emirleri
verenlerin adını köprülere, yollara üniversitelere koymamalıyız). Bu durumda sapla
samanı birbirine karıştırmamak gerekir.
DP ile bu ülke çok partili demokrasiye geçmiştir. Menderes bu halkın gözünün
açılması ve siyasete (doğrusuyla yanlışıyla) katılması için çok şey yapmıştır. Bunu
unutamayız. Ancak halkın yanında yer alan ve halkın hakkını savunan bu kadro
unutmamak gerekir ki, 1945 yılında toprak reformu yasasına tepki gösteren ve
Menderes’in istifasıyla sonlanan bir kadrodur. Türkiye’nin o günlerde en büyük
sorunu olan ve belki bu günkü yaşanan acı olayların nedenlerinden birini oluşturan
topraksız köylü, toprak ağa çıkmazını karabilmek, topraksız köylüye toprak
verilmesini öngören bu yasaya en çok tepki gösteren, Celal Bayar ve toprak ağları
olan Adnan Menderes, Refik Koraltan ve Hasan Polatkan (!) olmuştur.
1950 yılında 420 (CHP 63), 1954 seçimlerinde 505 (CHP 31) milletvekili ile gelen,
anayasayı değiştirme çoğunluğunu elinde bulunduran Menderes Hükümeti, idama bir
ceza olarak bakmayı doğru olarak bulmuş olmalı ki değiştirmeye bile yanaşmamıştı;
Anayasayı İhlal cezasının idam olarak kalmasını yeğlemiştir. Bununla da kalmayıp
2
Menderes galiba 160 küsur idam cezasından 43’nü bizzat imzalayarak, onların idam
edilmesine onay vermiştir. Suçu tam sabit görülmeyen, Rusya için casusluk yaptığı
varsayılarak asılan biri (Hayati Karaşahin) de buna dâhildir (14 Nisan 1955). Yani
Menderes Hükümetleri için idam bir ceza şekli olarak kabul edilmiş ve uygulanmıştır.
Menderes Hükümeti de, kendi yasalarına göre yargılanmıştır; devrim yasalarına göre
değil. İnsani açıdan idam edilip edilmemesi tartışılabilir; eleştirilebilir. Ancak
günümüzde bütün bunları oy toplamak için durumu tam açıklamadan, çarpıtarak,
aktarmak ahlaki değildir.
O günkü koşullarda yasaların öngördüğü idam cezası Menderes Hükümeti için de
geçerliydi; o cezayı işlediği suç sabit görülmesi halinde bu ceza alması da yasa
gereğiydi. O günkü yargı da o günkü yasalara göre eylemleri Anayasayı ihlal
sonucuna varmış olmalı ki denk gelen cezayı vermiş olmalı. Eğer bu gün hayır
Anayasayı çiğneyen bir eylemde bulunmamıştır diyorsak ve bunu kanıtlıyorsak;
mahkeme sonuçlarını kınayabiliriz, eleştirebiliriz. Ancak evet Anayasa ihlali olmuştur
diyebiliyorsak, bu dönemin yargısını eleştirme hakkımızın olmadığını düşünüyorum.
Bu kronik suçlamaya çare: Uluslararası bir mahkeme kurar, o günkü yasalar ve
eylemler masaya yatırılır; suçlama ile ceza arasında yasalara uygunluk bulunursa
ses kesilir; aksi durumda o dönemin suçluları yasal olarak aklanır. Birilerinin
kürsüden bağırarak bu dönemi aklaması ya da eleştirmesi, olsa olsa politik bir
yatırımdan öte gidemez.
Bu yazı bir araştırma yazısı değildir. Gazetelerdeki yazılardan, yazılmış kitaplardan
ve internette dolaşan yazılardan derlenmiş, bir kısmına da bizzat tanık olduğumuz
olaylardan derlenmiş bir yazıdır. Amacımız bir devri yargılama ya da kötüleme
değildir. Menderes’in bu ülkenin insanın kalbinde çok farklı bir yeri olduğunu biliyoruz. Ancak, bu, onun yaptığı hataları görmemezlikten gelmeyi
gerektirmemelidir. Eğer tarihten ders alınamaz ise yenilerini aynı acıyla yaşamak
kaçınılmaz oluyor. Ne yazık ki şu andaki gençliğimiz, tarihteki olaylarla yeterince
ilgilenmiyor, dolayısıyla gelecekte yaşanabilecekleri yeterince tahmin edemiyor.
Moda söylemle “günlük yaşıyor”. Bugün yaşananların geçmişte hangi versiyonu ile
yaşandığını ve bunun bu ülkeye ve ilgili kişilere nelere mal olduğunu da bu nedenle
anlayamıyor. Günlük sığ politika yapanların ağzından çıkanları evrensel doğru olarak
kabul edip, önündeki çıkmazları göremiyor. Benzerleri yaşanmasın, buna fırsat
verilmesin, benzer film oynadığında geçmişten ders alarak, filmin sonu gelmeden
3
kendi irademizle yeni acılara neden olmadan filmi durdurmayı sağlayabilmek için bu
yazı kaleme alınmıştır. Burada yazılı olanların hepsini cümlesi cümlesine geçmişteki
gazetelerin arşivinde ve bu konuda çıkmış yayınlarda aynen bulabilirsiniz.
1950-1960 yıllara arasında basına ve çeşitli kaynaklara göre mahkeme önüne
çıkarılmış suçlar vardı; çıkarılamayan suçlar vardı. Yargılanmadan suç isnadı nasıl
yapılabiliniyor diyorsanız, haklısınız; ancak bunlar hem o devirde hem bu devirde suç
ya da kabahat kabul edilebilecek eylemler olarak verilmiş olanlardır.
MAHKEMEYE ÇIKARILAMAYAN SUÇLAR NELERDİ?
Aslında Menderes'in suçları mahkemelerde gündeme getirilmeyenlerdir. Bunların bir kısmı halkın tepkisinden çekinildiği için gündeme getirilmemiştir. Büyük bir kısmı da ABD'nin tepkisinden çekinen Cemal Gürsel hükümeti tarafından gündeme getirilmemiştir
Önce şunu bilmemiz gerekiyor. NATO’ya girişimiz sırasında olduğu söylenen,
ayrıntısı açıklanmamış olan ve Menderes Hükümeti dönemindeki bir anlaşma (karar),
27 Mayıs darbesini yapan cuntanın elini ayağını bağlıyordu. Anlaşma, Türkiye’de
demokrasi tehlikeye girerse, Amerika Birleşik Devletlerine müdahale hakkı veriyordu.
Bu anlaşmaya dayanarak müdahale söz konusu olabilirdi. Bu nedenle Menderes’in
fincancı katırlarını ürkütecek suçları (doğrudan ya da dolaylı ABD ilgilendirenleri)
mahkeme önüne çıkarılmamalıydı. Dolasıyla Menderes Hükümetinin çok daha ağır
bir şekilde suçlanacağı birçok eylem, Amerika ve başka mülahazalarla hukuk önüne
çıkarılmadan tarih sayfalarının arasına itildi. Bugün bile çoğumuzun sıcak bakmadığı,
milli çıkarlarımıza aykırı olarak alınan, bugün yaşadığımız birçok belanın nedeni olan
kararlar önemliydi. Biz ilk olarak bunları vermeyle başlayalım:
1. Yurt dışına asker gönderme ya da savaş açma sadece Millet meclisinin
yetkisinde olmasına karşın, Menderes Meclise danışmadan Amerika için Kore Savaşına asker gönderdi ve 1951 yılında savaşa girdi. Bine yakın askerimizi bu
savaşta yitirdik; binlercesi yaralandı.
2. 1952'de NATO'nun (aslında ABD’lerinin) isteği üzerine komünizme karşı gayri
nizamı harp yapacak Seferberlik Tetkik Kurulu'nu, daha sonraki adıyla Özel Harp Dairesi'ni kurdu. Çoğunluk bir Amerikan örgütü gibi çalıştığı yazıldı,
söylendi. Türkiye’deki birçok gizli kapaklı suçların bu daire tarafından işlendiğine
4
ilişkin çok sayıda yayın yapıldı. Türkiye’de emperyalistlerin oyunlarını önceden
sezinleyip tehlikeyi halka bildirenleri başta komünist olmak üzere çeşitli sıfatlarla
yaftalayıp şu ya da bu şekilde etkisiz hale getirmede önemli rol oynadığı yazıldı
ve söylendi.
3. 1954 yılında yabancılara yok pahasına, petrol arama ve çıkarma izni verildi.
4. Tek parti döneminde kurulan bazı traktör ve basma fabrikaları (basına göre dış
baskıyla) Menderes döneminde özelleştirildi veya ekonomik olmadıkları
söylenerek kapatıldı.
5. Nuri Demirağ tarafından kurulduktan sonra İsmet İnönü tarafından devletleştirme
kapsamına alınan, bugün yapacağız ya da yaptık diye övündüğümüz uçak ve
uçak motoru fabrikaları, Eskişehir tank fabrikası ve Kırıkkale silah fabrikası
Menderes döneminde NATO standartlarına uymadıkları gerekçisiyle kapatıldı.
Askerimiz dışa bağımlı kılındı.
6. Cezayir Kurtuluş Savaşı sırasında Fransa'yı destekledi. Cezayir’in Fransa’nın
sömürgesi olarak kalmasına oylarımızla destek sağladık ve böylece tüm Arap
devletlerinin nefretini kazandık. Fas ve Tunus’un bağımsızlığında Türkiye,
sömürgeci Batı'nın yanında yer aldı.
7. 1954-1958 yılları arasında 238 gazeteciyi, iktidara karşı yazılar yazmak
suçundan mahkûm ettirdi.
8. İsmet İnönü'ye 12 oturum meclisten men cezası verildi.
9. Menderes hükümeti, hükümet olur olmaz, gerçek bir kanıt bulunamamasına
karşın, ordu darbe yapacak gerekçesiyle 6 Haziran 1950'de, başta Genelkurmay
Başkanı Nafiz Gürman olmak üzere bütün üst komuta kademesini, 15 general ve
150 albayı re'sen emekliye sevk etti. Ben bu orduyu yedek subaylarla bile idare
ederim diyerek, subayların şevkini kırdı; aşağıladı.
10. Millet Partisi Başkanı Osman Bölükbaşı yaptığı bir konuşma dolayısıyla hapis cezasına çarptırılırken (1959), hükûmet muhalefetin vatandaşları isyan ve
ihtilale teşvik ettiğini iddia ediyordu. Buna mukabil muhalefet de hükûmeti dini
siyasete alet etmekle suçluyordu.
11. Bu ülkeye büyük zarar veren, suç kapsamına sokulmayan eylemler: Vatan Cephesi gibi bir cephe kurarak; vatandaşları ikiye ayırdı. Muhalefetin
5
faaliyetleri bir düşmanlık gösterisi olarak nitelendi. Devlet memurlarının da üye
olabileceği “vatan cephesi” kurulması çağrısı yapıldı; hâlbuki memurların siyaset
yapması yasalara göre yasaklanmıştı. Bazı olanaklardan (örneğin gazyağı, tuz,
pil, araba lastiği ve özellikle ithal benzer şeylerden) yararlanabilmek için resmi
olmasa da Vatan Cephesine girmesi isteniyordu. Halk camisini, kahvehanesini
hatta mahallelerini ayırmaya başladı.
12. Süveyş Kanalını millileştiren Mısır lideri Nasır'a karşı İngiltere'yi destekleme. Hâlbuki ki Nasır Süveyş’i kapattığı zaman, bu kanal sadece
Türkiye’ye açıktır diyerek bize olan bağlılığını dile getirmişti. Biz buna karşılık
Fransa ve İngiltere’ye Süveyş’i bombalamak ve asker indirmek için İncirliği
kullandırdık.
13. Arap dünyasının tüm diretmesine karşın, 28 Mart 1949 tarihinde ABD ve
Rusya’dan sonra Türkiye İsrail’i resmen tanıyan ilk ülkelerden biri oldu. İsrail
Askeri Ataşeliğinin, Washington, Paris ve Londra’dan sonra Ankara’da açmasına
izin verdi. İstihbarat anlaşması yapılır.
14. Güdeme hiç getirilmeyen suçlar da bulunmaktadır: Ankara Etimesgut 12.
Hava Üs Komutanlığı’nda Yüzbaşı olarak görevli Türker Ertürk Mukaddesatçı
adlı yazısında bakın ne diyor: Bu üsten C-47 Dakota uçakları ile Lübnan’a yedi
sefer uçtum. Oradaki Hıristiyanlara Dış İşleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun
zaman zaman denetiminde 85 uçak dolusu silah yardımı yaptık. Daha sonra
Araplar kısa süre Beyrut Havaalanını eli geçirince bizi yakaladılar ve tutukladılar.
Ancak gönderdiğimiz silahlar binlerce Müslümanın ölümüne neden olmuştu
(Menderes ayrıca 1957’de de emperyalistler istedi diye Suriye’yi işgale
yeltenmişti).
15. Aynı Menderes yurt içinde Müslümanların oyunu almak için dini siyasete alet ederek, 1955 de DP meclis grubunda “Siz öyle güçlüsünüz ki, hilafeti bile
getirebilirsiniz“, 1956’de Konya’da “ortaokullara din dersi koyacağı”, 1957’de
genel seçimler öncesinde “İstanbul’u ikinci bir Mekke, Eyüp Sultan Camii’ni ikinci
bir Kâbe yapacağız” diyordu. Aynı yıl Kayseri’de DP’nin iktidarda olduğu 7 yıl
içinde 15 bin Camii inşa edildiğini müjdeliyordu.
İSTENMEYEN SONA NASIL GİDİLDİ…
6
Adnan Menderes, 17 Eylül 1961'de sağlık muayenesini yapan doktor heyetinden
sağlam raporu alındıktan sonra öğlen 13: 21'de idam edildi.
1951-1960 yılları arasında idam edilen 43 kişinin idam kararına o günkü yasalar
çerçevesinde imza atan Menderes (idamların en tartışmalısı ise, 14 Nisan
1955'te Rusya adına casusluk yaptığı söylenen Hayati Karaşahin'in infazıydı.
İnfaz, Ankara Samanpazarı'nda halka açık olarak yapıldı); o gün geçerli olan
yasalarla idama mahkum edilmişti.
Menderes’in idam edilme kararı, temel olarak şu suça dayandırılmıştı: “Yargı bağımsızlığının ihlal etmek”.
Aslında Menderes’e çok çeşitli suçlamalarla davalar açılmıştı. Bunlardan birkaçı:
1. Örtülü ödenek paralarını zimmetine geçirmek,
2. 6-7 (1955) Eylül Olaylarına önceden haberi olduğu halde müdahale etmemek. Bu konuda da çok şey yazıldı. Selanik’te Atatürk’ün evine bomba
atılmasının tarafımızdan organize edildiği (Atatürk'ün Selanik'teki evine bomba
attığı iddia edilen Selanik Üniversitesi Siyasal Bilgileri öğrencisi Oktay Engin
daha sonra gıyabında mahkûm edilmiştir1. Oktay Engin, 22 Şubat 1992 - 18 Eylül
1993 tarihleri arasında Nevşehir Valiliği'ne getirilmiştir) ve böylece 6-7 Eylül
olaylarını hükümetin bilgisi dâhilinde başladığı yargılama sırasında açığa çıktı.
Ancak hükümet sorumlu ararken, önce ölmüş komünistlerin adlarının de içinde
bulunduğu bir grubu suçladı ve yaşayanlardan önemli kişileri tutuklattırdı. Daha
sonra Kıbrıs Türk Cemiyeti üyelerine suçu yıkmak için onları tutuklattırınca,
cezaevinde, Cemiyet Başkanı Hikmet Bil: Ya bizi serbest bırakırsınız ya da biz
bazı şeyleri ifşa ederiz deyince serbest bırakıldılar. Böylece suç, illerden getirtilen
birçok ipsiz sapsız bazı insan ile İstanbul’un çapulcularına yıkıldı. 15-17 kişi öldü,
en az 400 kadına tecavüz edildi, 4.214 ev, 1004 iş yeri, 73 kilise, 1 sinagog, 2
manastır, 26 okul, çoğu iş yeri olan 5.314 yer tahrip edildi. Kadıköy kilisesindeki
yaşlı papaz efendinin sünnet edilmesine müdahale edilmedi. Dünyada bu olay
etnik temizlik olarak kayda geçti.
1 6-7 Eylül Olaylarının önemli ismi Oktay Engin'in 21-22 Ocak 2001 tarihli Yeni Şafak gazetesi söyleşisi. 2
Ağustos 2009]
7
Bu çapulculuk bir yana onun izleyen 24 Ekim 1955 günü olanlar daha utanç
vericiydi. Yunan Hükümeti olayı protesto etmiş ve İzmir’de Yunan Bayrağının
Menderes Hükümeti tarafından selamlanarak özür dilenmesini talep etmişti.
Menderes, hükümetinde bu özrü dilemeye hiç kimseyi ikna edemedi. Bir kişi
hariç: Başörtülü vekili koltuğuna alarak Millet Meclisine sokan Nazlı Ilıcak’ın
babası Bayındırlık Bakanı Muammer Çavuşoğlu. İzmir’de Yunan
Konsolosluğunun önünde göndere çekilen Yunan bayrağını selamlayarak
Menderes Hükümeti’nin demokratik özrünü sunmuştu. 6-7 Eylül 1955’in özrü,
tarihin tozlu sayfaları arasına, bu selamla barbarlık ve büyük bir utançla olarak
girmiş oldu.
3. Yasalara aykırı olarak üniversite basmak ve halka ateş açtırtmak. İstanbul
Üniversitesi Rektörü Sıdık Sami’nin polis Bumin Yamanoğlu tarafından
saçlarından çekilip sürüklenerek üniversite dışına itilmesine seyirci kalmak.
4. Turan Emeksiz hükümete karşı İstanbul Üniversitesinde düzenlenen bir protesto
mitinginde polisin açtığı ateş sonucu öldü. Hüseyin Onur ise sol bacağı kesilerek
kurtarıldı.
5. Bazı muhalefet milletvekillerinin ve muhalefet liderinin seyahat özgürlüğünü kısıtlamak. İnönü’nün Anadolu’daki seyahatini kısıtladı. CHP
Genel Başkanı İsmet İnönü’nün Kayseri’ye girişinde yolunun kesilmesi ve
taşlanmasına yol açmak ya da göz yummak. Ayrıca İnönü’nün Uşak’ta taşlanarak
başında yaralanması (geziden önce 15 DP milletvekilinin bu ilin yöneticilerini
gizlice ziyaret ettikleri sonradan anlaşıldı); Afyon’da savaşı idare ettiği yerlere
ziyaretinin engellenmesi. Bununla ilgili Millet Meclisi tutanaklarının gazetelerde
yayınlanmasını yasaklamak.
İnönü’ye suikast tertipleme (Sonar Yalçın’dan): Tarih: 3 Mayıs 1959. CHP
lideri İsmet Paşa İzmir’den İstanbul’a geçecek. İstanbul Belediye Başkanı ve DP
İl Başkanı Kemal Aygün, DP Beykoz İlçe Başkanı Mehmet Kaptan’a telefon
ederek Beykoz’daki resmi ve hususi fabrikaların işçilerinden ertesi gün
Topkapı’da CHP lideri İnönü’yü “karşılamak” için hazır bulundurulmasını ister!
Mehmet Kaptan yanına Sebahattin Genç’i alarak Şişe Cam Fabrikası ve
Beykoz’daki bazı fabrika müdürleriyle görüşerek 300-400 kadar işçinin, saat
09.30-12.00 arasında Topkapı’da olmasını sağlar. İşçilerin giriş ve çıkış kartları
bu saat iş yerinde olmadıkları ve o güne ait izin tezkerelerinin bulunduğu sonra
8
ortaya çıkacaktı. CHP liderini taşıyan THY İzmir uçağı İstanbul Yeşilköy
Havaalanı’na iner. Topkapı surlarına geldiğinde trafik polis müdürü tarafından otomobili durduruldu. DP’li Mehmet Kaptan’ın işareti üzerine
surlarda saklanan yandaşlar arabaya hücum ederek taşlamaya başlar.
Ellerinde şöyle pankartlar vardı: “Paşa hayatın palavra”, “Paşa kulağın sağır,
gözün de mi görmüyor”, “Paşa başına taş değil, Allah’ın gazabı çarpsaydı”,
“İçimizde yerin yok”… Yandaşlar taş attıktan sonra “geber”, “defol” diye
bağırarak otomobilin üzerine çıkarlar; kapıları açmaya çalışırlar. 6-7 Eylül
olaylarından bildikleri sloganı tekrarlarlar: “Vurun Makarios’a!..” İnönü’yü linç
etmek isterler. Polisler tüm bu olanları sadece seyreder. Tesadüfen orada
bulunan bir askeri birliğin başındaki Binbaşı Kenan Bayraktar’ın emriyle
askerler olaya müdahale ederek İnönü’yü kurtarırlar. İnönü kurtulur; ama
saldırganlar için DP kılını kıpırdatmaz. Tek yaptıkları Topkapı saldırısıyla ilgili
yayın yasağı getirmek olur! Olaylarla ilgili CHP’nin, Başbakan Menderes
hakkında Meclis Tahkikatı açılması için verdiği önerge Meclis’te reddedildi. 27
Mayıs 1960 askeri müdahalesinden sonra, olaylar Yassıada yargılamalarına
taşındı. 60 sanık yargılandı. Suç iddiası… CHP lideri İnönü’ye suikast düzenlemek amacıyla halkı kışkırtmak idi. 2 Aralık 1960-17 Nisan 1961
tarihlerinde yapılan duruşmalarda; aralarında Celal Bayar ve Adnan Menderes’in de bulunduğu 17 sanık mahkûm oldu, 43 sanık beraat etti.
6. Devlet radyosunu siyasi çıkarları için kullanmak. Devlet radyosu (zaten
başkası yoktu) sabahtan akşama kadar Vatan Partisine girenleri sayardı. Ölüler
bile bu listelerin içinde yer alırdı.
1945’de çok partili yaşama geçmeyle başlayan sürtüşme ve çatışma, özellikle DP
döneminde iyice körüklendi. Camiler, kahveler, mahalleler ayrıldı. Vatan Cephesi
diye bir şer cephesi kurularak, DP’ye biat edenler devlet olanaklarından
yararlandı, diğerleri ezildi; en gerekli ihtiyaçlarının (gazyağı, lastik, pil, şeker vs)
alınması bile Vatan Cephesine girilmeden elde edilemez oldu.
7. Halkı Demokrat İzmir gazetesinin matbaasını tahrip etmeye teşvik etmek. Gazeteye DP yandaşları saldırmıştı; haklarında hiçbir işlem yapılmadı. Ancak 16
ay ceza alan gazetenin sahibi Adnan Düvenci ve yazıişleri müdürü Şeref Bakşık olmuştu. Menderes Yassıada’da bu davada suçlu bulunmuştu.
9
8. Kırşehir'i haksız olarak ilçe yapmak. Osman Bölükbaşı, Kırşehirliydi ve
Kırşehir’den milletvekili seçiliyordu. Meclisteki bir tek muhalefete, bir kişiye bile
tahammül edemeyen iktidar, bu ili cezalandırarak ilçe yapmak.
9. Benzer nedenle Kuşadasını İzmir’den alarak Aydın’a bağlamak.
10. Gösteri yapılıyor diye Kızılay Meydanını ve Beyazıt Meydanının adını Hürriyet Meydanı yapmak.
11. Yargı bağımsızlığının ihlal etmek. Hukuk'un üstünlüğünü savunan Yargıtay
Başkanı Bedri Köker, Yargıtay Başsavcısı Rıfat Alabay, Yargıtay 2.
Başkanlarından Haydar Yücekök, Yargıtay Üyeleri Melehat Ruacan, Kamil Çoşkunoğlu, Faik Uras ve İlhan Dizdaroğlu görülen lüzum üzerine emekliye
sevk edildiler.
12. Tahkikat Komisyonu'nun kurulup olağanüstü yetkilerle donatmak.
-"Tahkikat Komisyonu" nu kurdu. 15 DP Milletvekillinden oluşan komisyon hem
suçlama hem yargılama hem de ceza verme hakkına sahipti. İnönü’nün mecliste
konuşması yasaklandı. Böylece anayasanın erkler ayırımı ilkesi rafa kaldırıldı.
Halkı kışkırtanlar kuşkusu ile bazı insanlar aranmaya başlandı. Komisyon 5
kişiden fazla yan yana yürümeyi bile yasaklamıştı. Komisyonu eleştirenleri meclis
çalışmalarından men edilmesi hem anayasa hukukçuları hem muhalefet
tarafından tepkiyle karşılandı. Meclis çalışmalarını tamamen hükûmetin denetimi
altına alacak düzenlemeler muhalefetin meclis çalışmalarını boykot etmesine
rağmen kabul edildi. Anayasa hukukçularının hükûmetin düzenlemelerinin anayasaya aykırı olduğunu iddiasıyla bu tartışmalara katılması, üniversiteyi de sürecin bir parçası haline getirdi. Üniversite hocalarını kara cübbeliler diyerek aşağıladı.
1954 yılında yargıç ve savcılar, üniversite profesörleri 25 yılını doldurduğunda
bakanın emri ile emekliye sevk edilebilmesi için yasa çıkarıldı. DP Trabzon
milletvekili tarihçi Osman Turan, mecliste yaptığı konuşmada, bu yasa için “aydını
çok olan ülkelerde bile bu yasa uygulanabilir değildir” deyip oylamada ret
vereceğim deyince disiplin kuruluna verildi. Bu kişi daha sonra AP’sinin kurucusu
oldu.
13. CHP'nin mallarına "haksız" yere el koydurmak (15 Aralık 1953 te kanun
çıkarılması), gibi nedenler. Halkevleri ve Köy enstitülerini yok etmek.
10
14. Seçimde suç işlendi (Soner Yalçın’dan): İktidardaki Demokrat Parti genel
seçimi 7 ay önceye çekti. 27 Ekim 1957’de sandık başına gittik. Seçim saat
17.00’de bitecekti. Fakat saat 14.30’da devletin tek radyosu; oy verme işlemleri
sürerken DP’nin kazandığı illeri açıklamaya başladı. CHP lideri İsmet İnönü,
Devlet Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’yu telefonla aradı, “Sizden bu suçun işlenmesine
engel olmanızı talep ediyorum” dedi.
Bakan Zorlu, Adnan Menderes’e gitti, İnönü’nün söylediklerini aktarıp radyo
yayınının durdurulmasını istedi; Menderes sert çıktı; “Radyo sonuçları
açıklamaya devam etsin!”. CHP bu kez Yüksek Seçim Kurulu’na başvurdu.
Radyo yayını durduruldu. Fakat DP zaten istediğini almıştı; kimi CHP’liler “DP
kazandı” diye sandığa gitmedi.
Bu arada radyoevinden yabancı gazetecilere “İsmet İnönü’nün yazılı açıklaması”
diye bir kâğıt verildi. Sözde İnönü, “Seçimi kaybettik; en fazla 120 milletvekili
çıkarabiliriz” demiş! BBC’den France Press’e kadar yabancı gazeteciler haberi
doğrulatmak için İnönü’nün yanına gidince, şaşıran sadece yabancı gazeteciler
değildi; İnönü ülkesi adına utandı. Devlet, yalan söylemekle kalmıyor, yalan belge
düzenliyordu!
15. Seçime hile karıştırıldı (Soner Yalçın’dan): Seçimden hemen sonra oy
usulsüzlükleri bazı şehirlerde olayların çıkmasına neden oldu. Örneğin
Gaziantep’te 27 Ekim gecesi seçimi CHP’nin 700 oy farkla kazandığı ilan edildi.
Hatta DP’nin gazetesi Zafer bile bu sonucu yazdı. Fakat ertesi gün köylerden
“sayılmamış, unutulmuş oylar” getirildi ve bin kadar oyla seçimi bu kez DP’nin
kazandığı açıklandı. CHP’liler haklı olarak il seçim kuruluna itiraz etti. İtirazları
kabul edildi. Oylar, tutanaklar, gerekli belgeler adliye binasına götürüldü;
pazartesi inceleme başlayacaktı. O gece adliye binası yandı! Bütün oylar yok
oldu! DP’nin galibiyeti resmiyet kazandı! Şehirde gergin bir hava oluştu. 29 Ekim
Cumhuriyet Bayramı töreninde Gaziantepliler belediyeye yürüyüp seçimleri
protesto etti. Vali kitlenin üzerine itfaiye araçlarıyla su sıktırınca olaylar çıktı.
Belediye tahrip edildi. Polis halkı dağıtmak için ateş açtı, DP binasından da
kitleye mermiler yağdırıldı. Olaylarda bir komiser muavini ile bir çocuk yaşamını
yitirdi; çok sayıda kişi yaralandı. Zırhlı askeri birliklerin şehre girmesiyle olaylar
yatıştı. Ardından şehirde “CHP’li cadı avı” başladı. Gözaltına alınıp tutuklananlar
arasında Mehmet Barlas’ın babası Cemil Sait Barlas, Zeynep Göğüş’ün
11
babası/Hasan Celal Güzel’in dayısı Ali İhsan Göğüş. CHP’liler halkı isyana
teşvik iddiasıyla Yozgat Cezaevi’nde beş buçuk ay yattı. Avukatları Prof. Dr.
Turhan Feyzioğlu idi.
Oy rezaleti yüzünden sadece Gaziantep’te olaylar çıkmadı. Mersin’de de oy
hırsızlığı olaylara neden oldu; cinayet işlendi. DP’nin oy hilekârlığının ortaya
çıkması halkın sokağa çıkmasına neden oldu. Olayları askerler bastırdı. Bu arada
CHP’li Mahmut Boytunç, DP’liler tarafından öldürüldü. Resmi makamlar “katil”
diye, Zeki Budur ve Murat Sevim adlı DP’lileri tutukladı. Ama katilin aslında DP
Mersin Milletvekili Hüseyin Fırat olduğu yolunda söylentiler çıktı. Cinayetle ilgili
haberlere yayın yasağı getirildi!
Sadece Gaziantep ve Mersin’de olaylar çıkmadı. İstanbul, Ankara, Sivas,
Giresun, Kütahya, Kayseri, Çanakkale, Samsun gibi birçok şehirde oyların
çalındığı iddiası halkı sokağa döktü. Olayları bastırmak için şehirlerin üzerinden
uçaklar alçaktan uçuş yaptı. İsmet Paşa, “Savaşta bile askeri uçakların sivil halk
üstüne dalış yapmadığını” söyledi.
Seçimin üzerinden 5 gün geçti. Fakat Türkiye sakinleşmedi. Bu nedenle 1 Kasım
1957’de TBMM açılışında Ankara’da olağanüstü güvenlik önlemleri alındı.
Başkentin caddelerinde tanklar vardı. Yollar asker kordonu altındaydı. Gençlik
Parkı’na, Güven Parkı’na askerler yığıldı.
Aslında tüm bu gerginliğin nedeni meclis tutanaklarına yansıdı: 1957
seçimlerinde DP bir önceki 1954 seçimlerine göre 9 puanlık büyük oy kaybetti.
Bunu bekliyorlardı. Bu nedenle işi sıkı tutmuşlardı. Ne olursa olsun kazanmayı
amaçlamışlardı. Sonuçta DP, 1957 seçiminde CHP ile artık başa baştı; CHP’nin
yüzde 41’ine karşılık yüzde 47’lik oyu vardı. DP’nin bu oylarının ne kadarında
kütük marifeti vardı, bilinmiyor.
Bilinen; Türkiye’nin 27 Mayıs 1960 askeri müdahalesine böyle seçim şaibeleriyle
de sürüklendiğidir.
Bu gün görsel basına çıkanlar, gazetelerde yazanlar bu konulara hiç değinmiyor.
Yalan üzerine iktidar inşa ediyorlar. Dün de öyle… Bugün de öyle. İki paralık
çıkarımız için geçmişin yanlışlarını anlatmadığımız, daha doğrusu sakladığımız
için, ders alamıyor, her defasında hatayı tekrarlıyor, daha sonra da mazlum rolü
oynuyoruz.
12
16. “Odunu koysam bu millet seçer” diyerek vatandaşlarının idraksiz olduğu imajını
bütün dünyaya ilan etti.
17. Atatürk’ün vasiyetine karşın, 10 Kasım 1938 tarihinde başlayan emperyalist hayranlığı ve muhabbeti, 1951 yılında bizden binlerce kilometre uzaklıktaki bir
ülkenin, Kore’nin, bölünmesi için asker göndermemiz ile perçinleşti. Ancak
Menderes hükümeti kiminle yatağa yattığının farkında değildi. Har vurup harman
savurmanın sonunda sıkışan ekonomiye kurtarmak, para dilenmek için
Amerika’ya gitti; hava aldı. Son seçimden sonra dolar 2.80’den 9 liraya çıkmıştı.
Türkiye’ye gelir gelmez “birçoğuna göre şantaj kokan” bir açıklama ile sonbahar
için Moskova’dan randevu alması bu devrin sonunu getirdi. ABD'ye teslimiyet
politikasının ülkeyi felakete sürüklediğini görmüş olmalı ki Sovyetler ile ilişkileri
geliştirmek üzere orayı ziyaret için gerekli randevuları aldı; ancak ziyaretten 40
gün önce 27 Mayıs Darbesi gerçekleşti. İkili ve üçlü anlaşmaların acısı çıkmaya
başlamıştı.
18. 1955 yılında demokrasi adına seçim yasasını değiştirdi. Öyle ki bir ilde tek bir
oy farkı ile kazanan parti o ilin tüm milletvekillerini alıyordu. Örneğin İstanbul’dan
30 milletvekili çıkıyorsa, siz bir o daha fazla almışsanız, 30 milletvekilinin 30’u da
sizin oluyordu. Böylece yanılmıyorsam o yıllarda yapılan seçimde DP oyların
%55’ini, CHP %45’ni aldı; ancak CHP toplam milletvekilinin ancak 1%10’nu
çıkarabildi.
19. Basına büyük baskı yapmak. 1954-1958 yılları arasında 238 gazeteciyi iktidara
karşı yazılar yazmak suçundan mahkûm ettirdi. Demokrat Partiyi eleştiren
yazıları nedeniyle tutuklanıp hapse tıkıldılar. Milletvekili ve parti genel başkanı
Osman Bölükbaşı da kendisini tutukevinde bulmuştu. Türkiye’de ilk kez bilimsel
düzeyde Yapı Teknik dergisini yayımlayan kişi (Ali Nejat Ölçen) bir yatırımın
ekonomik olmadığını kanıtlayan yazısı nedeniyle Tahkikat Komisyonunun
kurduğu bir alt komite tarafından sorgulandı; çıkardığı sayıların hepsi yaktırıldı.
Tutuklananlar öylesine çoğalmıştı ki, hiçbir yere sığmadıkları için, 19 Mayıs
stadyumunda yığılmışlardı.
Sadece 1959 yılında tutuklanan gazeteciler: Metin Toker, Ülkü Arman, Şinasi Nahit Berker, Fethi Giray, Kurtul Altuğ, Nihat Subaşı, Beyhan Cenkçi, Bedii
Faik, Ali İhsan Göğüş, Cüneyt Arcayürek, Şahap Balcıoğlu, Vedat Refiioğlu,
13
Ali Ulvi, 71 yaşındaki Ahmet Emin Yalman ve 79 yaşındaki Hüseyin Cahit Yalçın başta olmak üzere gazeteciler hapse atıldı.
Ulus, Vatan, Yenigün gazetesi ile Akis dergisi bir ay; Cumhuriyet ile Yeni Sabah on gün ve Akşam, Öncü, Hür Adam, Zafer süresiz kapatıldı.
1954’de 6334 No’lu yeni bir Basın Yasası çıkarıldı. Hoşa gitmeyen yazı çıktığında
yazarı hapis cezası yiyebilecekti; gazete sahibi de ağır para cezası ödeyecekti;
1956’da bu yasa daha da ağırlaştırıldı. Hâlbuki ki bu dönemde muhalefetin
hemen hemen hiç gücü yoktu; meclisteki 500 milletvekilinin ancak 30’u
CHP’nindi.
ÇIKARILACAK TARİHİ DERS
Sonuçta Anayasanın hükümleri olan Basın Hürriyetini, Seyahat Hürriyetini, Toplantı ve Gösteri hürriyetini, Milletvekili dokunulmazlıklarını ihlal gerekçesi ile idamla cezalandırıldılar ve Menderes 17 Eylül 1961'de sağlık muayenesini
yapan doktor heyetinden sağlam raporu alındıktan sonra öğlen 13: 21'de idam edildi.
Bu sürecin en hatalı tarafı, idam cezasını onama kararını Milli Birlik Komitesinin
vermiş olmasıdır. Hâlbuki o sıralarda Kurucu Meclis göreve başlamıştı. Keşke onama
yetkisi kurucu meclise verilseydi; idam cezası almış olsalar da büyük ölçüde
sürüncemeye bırakılarak idam onanmayacak ve milletin acıma duygusu sürekli
kaşınamayacaktı. Başka bir gariplik de, darbeyi yapanların başında Albay Alparslan
Türkeş yer almasına ve daha sonra Milliyetçi Partileri kurmasına karşın, darbenin
tetikçisi olarak CHP’nin suçlanmasıdır.
O gün kamplara ayrılan millet bu gün çeşitli adlar altında bölünmüşlüğünü ne
yazık ki hala sürdürmektedir. Menderes Hükümeti, tarihe çok partili demokrasinin
kurucusu ya da öncüsü olarak geçmiştir. Bütçeyi savurganca kullansa da, birçok
olanağı halkın ayağına götürerek, halkın gözünün açılmasını sağlamıştır.
Cumhuriyetin değerlerine sahip çıkmış; içinden geldiği felsefenin hep farkında
olmuştur.
Ancak her hükümet gibi Türk hükümetlerinin de aldığı oy ne olursa olsun mevcut yasalara saygılı olmasını, oy çoğunluğunun yasaları çiğneme hakkını doğurmayacağını, kendisine oy verenlerin birinci sınıf, vermeyenlerin ikinci sınıf vatandaş görülmesinin son derece yanlış olduğunu, millete ne katkı
14
sağlarsa sağlasın yasaların çiğnenmesinin belirli bir cezayı gerektirdiğini ne yazık ki fark edemedi.
Yasalar belirli bir dönemin özelliklerine göre hazırlanır (daha sonra doğruluğu
tartışılsa bile) ve ödünsüz uygulanır. Eğer verilen cezalar o günkü yasalara uygun
ise, yargılama yapılmış ise ve yargılama adil yapılmışsa, bize sadece o dönemin
yasalarını eleştirmek kalır. Aksi davranışlar, böyle bir devri tümüyle masum
göstererek, mağduriyet edebiyatı yapılarak, halkın duygusal yönü kaşınarak
yapılacak her türlü propaganda ve eylem, insanların yasalara karşı korkusuz ve
saygısız olmasına neden olarak devlet düzeninin laçka olmasını sağlar. Bu
sonuncusuna hiç kimsenin, halktan ne kadar oy alırsa alsın, hakkı olmadığını
söylemeliyiz…
Kaldı ki bir yönetici halktan o gün geçerli olan yasalara uyacağım ve
uygulayacağım diye oy talep eder ve halk da bu söze güvenerek oyunu kullanır. Eğer
siz bu oyu aldıktan sonra yemin ettiğiniz yasalara uymuyorsanız ve
uygulamıyorsanız; gelecekte çıkması gerektiğini savunduğunuz ya da zihninizde
tasarladığınız yasalara göre hareket ettiğinizi söylüyorsanız, bunun en basit
açıklaması halkı kandırıyorsunuz demektir.
Menderes’in ve arkadaşlarının idamı günümüzün değerlerine göre tarihin acı
olaylarından biri olarak nitelendirilebilir. Ancak tarih ders alınacak en önemli kaynaktır
sözünü de anımsatması bakımından önemlidir. Mutlak hâkim yetkileriyle donatılmış
Hitit İmparatorluğunda bile Pankuş denen bir meclis, Kral kurallar dışına çıktığında,
yasaları çiğnediğinde, onu yargılayıp cezalandırabiliyor; gerektiğinde idam cezası bile
verebiliyormuş. Amerika halkının başkanlarını ne kadar yücelttiğini ve değer verdiğini
biliyoruz. Ancak başkanlarından Nixon, rakip partinin telefonunu dinletti diye, bir
soruşturmada alaşağı edildi. Hiç kimse ve Nixon, halk bana oy verdi, istediğimi
yapabilirim demedi.
Keşke sözcüğü, bir hatayı, yanlışlığı ve doğru verilmeyen bir kararı ifade eder.
Keşke askeri darbelerin hiç biri yapılmasaydı. Türk demokrasisi yara almasaydı.
Keşke dediğimizde karşı seçeneğini de irdelememiz gerekir. Bu açıdan baktığımızda,
Türk Adaleti Nixon’da olduğu gibi zamanında (yani hükümet iş başında iken) ya da
seçim sonunda mahkemelerini kurup yargılasaydı. Adalet ve yargının oydan daha
güçlü evrensel bir değer olduğunu bu ülkeye öğretseydiler; daha sonra mağduriyet
edebiyatının arkasına sığınarak aynı hataları işleyenlere güçlü bir örnek olsaydılar.
15
Keşke 12 Eylül Darbesinden önce politikacılar bir araya gelip bir Cumhurbaşkanı
seçebilseydiler; bu ülkeyi neredeyse bir yıl seçilmiş cumhurbaşkanından yoksun
bırakmasaydılar; günde 20 kişinin öldüğü sokak kavgalarına izin vermeseydiler.
Darbeyle gelen yargılamanın tarafsızlığı her zaman tartışmaya açık olacaktır. Eğer
olayları tarafsız bir gözle, adalet penceresinden, geçerli yasalar içerisinde analiz
edemezseniz, bu olumsuzlukları hep yaşarsınız ya askeri ya da sivil darbelere maruz
kalmaktan kurtulamazsınız. Özellikle darbe sırasında tutuklulara karşı bilerek ya da
münferit olarak yaşanan ve uygulanan ahlak dışı, katı, saygısız, insanlık dışı, kindar
örnekleri vererek, ön plana çıkararak, kişileri esas yapılması gereken analizden
uzaklaştırırsanız, doğruyu hiçbir zaman bulamazsınız.
Aklıyla oy kullanamayanların nefretleri de akılsızca olur. 27 Mayısı sokaklarda
bayram havası ile kutlayanlar, övgü dizenler; 12 Eylül darbesinin anayasasını %94’li
kabul edenler, devir değişince en acımasız eleştirenler oldular.
27 Mayıs’ı sürekli anımsamada şu yarar var: Yasalarla yönetilen bir ülkede
hiç kimse, o süreçte geçerli olan yasaların bağlayıcı olduğunu unutmamalıdır; oyların
arkasına sığınarak yasaları ihlal etmemelidir. Demokrasi sadece oy çoğunluğu değil,
geçerli yasalara ödünsüz uymadır.
Keşke bu ülkede idamlar, darbeler, işkenceler, haksız hak ihlalleri, şiddet hiç
yaşanmasaydı. Geleceğe temiz bir sicille yürüyebilseydik. Ancak olan olmuş. Şimdi
bize düşen bir daha benzerleri yaşanması diye, yaşadığımız kuşağa olanları
anlatabilme ve onların ders çıkarabilmesini sağlama olmalıdır. Bu yazı da bu amaçla
kaleme alınmıştır. Eğer yazı içinde geçen yaşanmamış bir olay “sehven” anlatılmış
ise uygun bir dil ve açıklama ile tarafıma bildirilmesi gelecek kuşağa yanlış bilginin
aktarılmasını önleme açısından gerekli olacaktır. Şimdiden katkınıza ve anlayışınıza
teşekkür ediyorum.
Geçmişin acılarının gelecekteki sorunlarımıza merhem olması dileğiyle, istismar etmeden, hisse çıkararak, bu defteri getirisi-götürüsü ile kapatalım derim. Bu devri tek taraflı sürekli kaşıyanlar eminim bu ülkeye en büyük kötülüğü yapmaktadırlar.
Tarih akıllı insanlara yol gösterir…
Prof. Dr. Ali Demirsoy, 27.05.2015/27.05.2016
16
Yararlanılan ya da bilgileri aynen aktarılan kaynaklar
Ölçen, Ali Nejat: Menderes demokrasisi
Soner Yalçın: http://www.sozcu.com.tr/2015/yazarlar/soner-yalcin/yandaslarin-
gazete-baskini-ilk-degil-demokrat-izmir-baskini-933914/
Banu Avar: Menderes neden idam edildi? (internetten)
Ek-1:
1951 yılında 5816 sayılı Atatürk'ü Koruma Kanunu çıkarılır.
1952 yılında NATO'ya üye olur.
1958 yılında dış borçlar ödenemez duruma gelir ve % 320 oranında bir devalüasyon
yapılır.
1959 yılında Londra ve Zürih anlaşmaları imzalanarak Kıbrıs Cumhuriyeti kurulur
1959 yılında Avrupa Ekonomik Topluluğu'na üye olmak için başvurur.
1960 yılında OECD'ye üye olur.
DİYET
Nazım Hikmet’in Kore’de ölen bir yedek subayımıza yazdığı şiir:
Gözlerinizin ikisi de yerinde, Adnan Bey,
iki gözünüzle bakarsınız,
iki kurnaz, iki hayın, ve zeytini yağlı iki gözünüzle bakarsınız kürsüden Meclis'e kibirli
kibirli ve topraklarına çiftliklerinizin ve çek defterinize. Ellerinizin ikisi de yerinde,
Adnan Bey,
iki elinizle okşarsınız,
iki tombul,
iki ak, vıcık vıcık terli iki elinizle okşarsınız pomadalı saçlarınızı, dövizlerinizi ve
memelerini metreslerinizin.
17
İki bacağınızın ikisi de yerinde, Adnan Bey, iki bacağınız taşır geniş kalçalarınızı, iki
bacağınızla çıkarsınız huzuruna Eisenhower'in, ve bütün kaygınız iki bacağınızın
arkadan birleştiği yeri halkın tekmesinden korumaktır.
Benim gözlerimin ikisi de yok.
Benim ellerimin ikisi de yok.
Benim bacaklarımın ikisi de yok.
Ben yokum.
Beni, Üniversiteli yedek subayı,
Kore'de harcadınız, Adnan Bey.
Elleriniz itti beni ölüme, vıcık vıcık terli, tombul elleriniz.
Gözleriniz şöyle bir baktı arkamdan ve ben al kan içinde ölürken çığlığımı
duymamanız için kaçırdı sizi bacaklarınız arabanıza bindirip. Ama ben peşinizdeyim,
Adnan Bey,
Ölüler otomobilden hızlı gider,
kör gözlerim, kopuk ellerim,
kesik bacaklarımla peşinizdeyim.
Diyetimi istiyorum, Adnan Bey,
Göze göz, ele el, bacağa bacak,
Diyetimi istiyorum, alacağım da.
Değerli Kardeşim
Sapla samanın birbirine karıştırıldığı bir ortamda, doğruyu bulmada zorlanırsınız ve
sürekli hata yaparsınız. İdamın uygar bir dünyada savunulur bir tarafı kalmamıştır.
Ancak geçmişte yasalarla bu cezayı almışların durumunun doğru, bilimsel ve yansız
değerlendirilmesi gelecek kuşakların yapacakları hataları önleme bakımından önem
taşımaktadır.
18
Menderes olayı hepimizin ders alacağı önemli bir tarihsel olaydır. Zaman ayırıp
okuyabilirseniz, sadece geçmişi değil, şu anı da doğru değerlendirme şansını
yakalamış oluruz.
Saygılarımla