34

Muhammed Baran Aslan · Çayda akan su gibi, çölde esen yel gibi İşte bir günü daha kayboldu ömrümün. Ben ben oldukça iki günün gamını bir çekmem. Biri geçip giden

  • Upload
    others

  • View
    3

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: Muhammed Baran Aslan · Çayda akan su gibi, çölde esen yel gibi İşte bir günü daha kayboldu ömrümün. Ben ben oldukça iki günün gamını bir çekmem. Biri geçip giden
Page 2: Muhammed Baran Aslan · Çayda akan su gibi, çölde esen yel gibi İşte bir günü daha kayboldu ömrümün. Ben ben oldukça iki günün gamını bir çekmem. Biri geçip giden

BİZ KİMİZ? - 1

KOLEKSİYONER / Raim Özden (Deneme) - 2

ZAMANIN ÖTESİ / Muhammed Baran Aslan (Şiir) - 4

ZAMAN TAŞLARI / Elif Köroğlu (Yazı) - 5

ZAMANA YENİLDİ UCU YANIK MEKTUPLAR / Serhan Akar (Şiir) - 6

ERİYEN SAATLER / Büşra Baliç (Deneme) - 7

GÜN(D)EŞ / Damla Deniz (Şiir) - 9

ESKİMEYEN / Gürkan Karataş (Hikâye Serisi) - 10

BİLGİ / Arzen Kübra Çavuş (Şiir) - 13

KELEBEK MİSALİ / Ayşenur Tiren (Yazı) - 14

SANIRIM BU DÜNYADA / Berkay Onur Kılık (Şiir) - 16

KİLOMETRELERCE SAAT / Cansel Şentürk (Deneme) - 17

ZAMAN / Rabia Çıkmazoğlu (Şiir) - 18

SON TREN / Hüseyin Opruklu (Öykü) - 19

VADESİ BİTEN ŞİİR / Burak Baydoğan (Şiir) - 20

KELEPİRİN DEĞERİ / Ahsen Tosun (Şiir) - 20

ZAMAN OLA Kİ / İbrahim Keklicek (Yazı) - 21

ZAMANIN ÇALDIKLARI / Koray Çolak (Yazı) - 22

GEÇMİŞ VE GELECEK / Simay İneyici (Yazı) - 23

ZAMANIN DEĞERİ / Abdullahi Osman Mohammed (Anı) – 24

CEMAL SÜREYA / Aysun Atalar (Bunları Biliyor Musunuz?) – 25

ÖZDEMİR ASAF / Gürkan Karataş (Biyografi) – 26

YILDIZ TOZLARI / Büşra Baliç (Editörden Seçmeler) – 28

ERDAL YALÇIN / Raim Özden (Röportaj) – 29

BAL KIZ FEYZA / Aysun Atalar (Küçük Yıldızlar) - 31

KÜÇÜK YILDIZLAR

SORUMLUMUZ

AYSUN ATALAR

* EDİTÖRÜMÜZ

BÜŞRA BALİÇ

* YAZI İŞLERİ

SORUMLUMUZ

ELİF KÖROĞLU

* SOSYAL MEDYA

SORUMLUMUZ

GÜRKAN KARATAŞ

* GRAFİK VE TASARIM

SORUMLUMUZ

RAİM ÖZDEN

Page 3: Muhammed Baran Aslan · Çayda akan su gibi, çölde esen yel gibi İşte bir günü daha kayboldu ömrümün. Ben ben oldukça iki günün gamını bir çekmem. Biri geçip giden

KUTUP

YILDIZI

KİMDİR? BİZ, edebiyatı sevmek ve edebiyat

yapmak için maddiyatın gereksiz olduğunu

düşünen insanlarız.

Dil, din, mezhep, ırk, siyasi görüş

ve benzeri insanları kutuplaştıran

yargılardan uzak bir şekilde yayıncılık

yapan, tek gayesi edebiyat olan bir

topluluğuz.

Her sayıda farklı bir çocuk

hastamız hakkında yazı yayınlayıp, onların

da sesi olmayı düşünen, güzel kalpli

insanların bu çocuklarımızın küçük ama

onlar için gerçekten önemli olan

hayallerini gerçekleştirmelerine vesile

olmak isteyen bir ekibiz.

Tamamen gönüllülük esası ile

çalışıp, kemik yazar kadromuz ve konuk

yazarlarımız ile iş birliği içinde hazırlamış

olduğumuz; sizlerin işe giderken metroda

veya otobüste, gün içinde “ne yapsam”

diye düşündüğünüz o boş anlarınızda, ders

aralarında, geç kalan otobüsü beklerken

sıkış tepiş olan durakta, gece yatmadan

önce uykunuz gelene dek okuyacağınız,

birlikte güzel vakit geçireceğimizi

düşündüğümüz eserler üretiyoruz.

Günden güne büyüyen, her gün

kendisini bir adım daha geliştiren

muazzam bir ekibiz.

İnsanların en değerli varlığı olan

zamanlarını bir sürü boş uğraş ile heba

ettikleri şu günlerde, sizlere iki satır

edebiyat aşılamak, yeni yazarlar ve sağlam

kalemler keşfetmenizi sağlamak için

buradayız.

Bugün adını gördüğünüzde hiç

tanımadığınız, kim olduğunu bilmediğiniz

bir yazar; geleceğin Sabahattin Ali’si,

Namık Kemal’i, Aziz Nesin’i, Orhan

Kemal’i, Peyami Safa’sı, Kemal Tahir’i

olabilir.

Elmasın ham hali, kayaların ve

toprağın arasında gizlenmiş haldedir. Onu

bulup çıkaran, işleyen bizler olmadıkça o

elmas yüzlerce yıl aynı yerinde durur ve

kimse onun farkına varmaz. Elimizdeki

yeteneklerin değerini bilmeli, bu yeni

yazarlarımıza da bir şans vermeliyiz. Biz

inanıyoruz ki içlerinden çok değerli

yazarlar, şairler, üstatlar çıkacak.

Siz de kemik yazar kadromuza

katılmak veya sadece yazınızı gönderip

konuk yazar olmak istiyorsanız lütfen

iletişim adreslerimizden bize ulaşın, yazı

işleri sorumlumuz ve editörümüzün

onayından geçtikten sonra bu güzel ailenin

bir parçası olun.

Sevgiyle.

Kutup Yıldızı.

Page 4: Muhammed Baran Aslan · Çayda akan su gibi, çölde esen yel gibi İşte bir günü daha kayboldu ömrümün. Ben ben oldukça iki günün gamını bir çekmem. Biri geçip giden

Ellerim çatlamış birkaç yerinden. Havanın soğukluğundan değil, derimin isyan etmesinden. Ayak tabanlarım sertleşmiş hiç bilmediğim şehirlerde, hiç bilmediğim sokaklarda uzun yollar yürümekten. Gözlerimdeki ışık sönükleşmiş, sanki eskisi gibi parlamıyor, fotoğraflarda fark ettim bugün.

Çok insan gelip geçmiş yanı

başımdan. Fotoğraflarda gördüğüm

insanların çoğu yok olmuş hayattan,

hayatımdan. Sesleri kalmış kulağımda

sadece. Ne söylediklerini bile

anımsayamadığım ses tonlarından

ibaretler artık.

Göçebeyim uzun zamandır.

Sürekli yer değiştirir olmuşum.

Ailemden, odamdan, düzenimden

olmuşum. İnsanın tatil için “evine”

gitmesi ne demek hiç düşünmüş

müydün? Kendi yatağının yüksekliğine

alışamaması, odasında kendini misafir

sanması…

Küçük bir kütüphanem var

evimizde. Her eve gidişimde raflarını tek

tek yeniden düzenlediğim. Aslında

hepsinin sahibi benim, lakin eve gelen

misafirler benden daha çok görüyor

kitaplarımı. Misafirlerin benden daha

çok gördüğü bir şeyi sahiplenmek de

anlamsız geliyor düşününce. Yine de

bayılıyorum kitapları biriktirmeye.

Ödünç de olsa okuduğum kitabı

geri vermeme gibi kötü bir huyum var

benim. Çünkü o kitap için belli bir

zamanımı harcamışım, bir bağ

kurmuşum, nasıl vereyim tekrar

başkasına?

İnsanlar da aslında kitaplar gibi

bizim için. Aylar, yıllar geçtikçe

biriktirdiğimiz onlarca insan… Zamanla

bazıları kaybolur gider tozlu rafların

arasından. Kimilerini başka insanlar alır

götürür, kimilerini ecel. Kimileri yırtılır

kalp kapakçıklarından, kimileri nem

kapar bozulur en olmadık hususlardan.

Zamanın bize getirdikleri ile

bizden götürdükleri hassas bir teraziye

konulduğunda, götürdükleri her daim

ağır basar. İnsanlar sahip olduklarının

değerini ancak kaybettiğinde anlar ve

hayat, her zaman bizim bu değerin

farkında olmamızı, en azından bu

durumu güzelce bir düşünmemizi

isteyen büyük ağabeyimizdir.

Fotojenik bir insan olduğumu

düşünmedim hiç. Bu yüzden fotoğraf

çekilmeyi çok sevmeyen biriyim. Bir

süre önce biriktirmeye başladım

fotoğrafları da. Kitaplar ile fotoğraflar

arasında görünmez bir bağ olduğunu

düşünenlerdenim. Onlar da bir nevi

benim kitabım sayılırlar. Her kitabın

anlattığı bir hikâye, olay örgüsü vardır.

Bizim hayatımızın olay örgüsü de

çektiğimiz fotoğraflarda saklıdır aslında.

Page 5: Muhammed Baran Aslan · Çayda akan su gibi, çölde esen yel gibi İşte bir günü daha kayboldu ömrümün. Ben ben oldukça iki günün gamını bir çekmem. Biri geçip giden

Gittiğimiz yerlerde neler

gördüğümüzü, hayatımızdan kimlerin

gelip geçtiğini, hangi yemeklerin tadına

baktığımızı, ne kadar eğlendiğimizi ve

birçok farklı anımızı zamanla unuturduk

çektiğimiz fotoğraflar olmasa. Ben her

anımı hatırlarım diye gaflete düşme

sakın, Alzheimer hastaları da günün

birinde öyle zannediyordu oysa…

Kalıplaşmış sorular vardır,

hani şu “5 sene sonra kendini nerede

görüyorsun?” gibisinden olanlar.

Genellikle iş mülakatlarında sorarlar bu

tarz saçma soruları. Zaten oldum olası

nefret etmişimdir mülakatlardan.

Bir insana bilgisayar başında mail

okutmak ve birbirinden gereksiz

evraklara kaşe vurup imza attırmak için

neden böyle sorulardan oluşan bir

işkence yaparlar hiç anlamam. Aylar

öncesinde, birkaç defa o stresi ben de

yaşamıştım. Yine saçma bir mülakatın

klasik saçma sorusunu sormuştu insan

kaynaklarındaki kadın. “5 sene sonra

kendini nerede görüyorsun?” Aslında bu

insanların mülakatlarda bu soruyu

sormalarındaki amaç, o şirkette uzun

vadeli bir gelecek planlayıp

planlamadığımızı öğrenmek ama bu

soru bana her zaman için saçma

gelmiştir. “Başka bir mülakatta, masanın

diğer tarafında” diye bir cevap

vermiştim hiç düşünmeden, bir anda.

İnsan kaynakları bölümüne

alınacak personelin mülakatını, aynı

bölümde çalışanlara yaptırmanın ne

kadar yanlış bir karar olduğunu

düşündüm iş aramaya devam ederken

mülakatın sonrasında…

Bu soruya cevap verdiğim için bir

hayli pişman olmuştum o gün. Hemen

atlamıştım tüm boşboğazlığımla.

Konuşmuştum öyle gelişi güzel, 5 dakika

sonrasında yaşayacağımızın bir garantisi

varmış gibi…

Son kullanma tarihi var

hepimizin ve bu gözükmeyen

barkodlarla yaşıyoruz her birimiz.

Sürekli bir erteleme eylemi içindeyiz.

Farkında değiliz ihtimallerin, farkında

değiliz geçip giden günlerin. Çok mu

gamsızız, yoksa korkmuyor muyuz

ölümden? Bir gün gelecek ansızın,

“hissedeceğiz” yeniden…

Raim Özden

Page 6: Muhammed Baran Aslan · Çayda akan su gibi, çölde esen yel gibi İşte bir günü daha kayboldu ömrümün. Ben ben oldukça iki günün gamını bir çekmem. Biri geçip giden

*ZAMANIN ÖTESİ*

Yanmak istiyorum!

Kül gibi, toprak gibi…

Yakmalı iskeletimi

Zamanın ateşi.

Hatta kıskandırmalı hayaletleri

Hasreti

Kasveti

Kesafeti

Nefreti…

Yıkanmak istiyorum.

Varlık vesvesesinden.

Kaçmak istiyorum

Mana penceresinden.

Islanmak istiyorum

Yokluk şelalesinden.

Ve kaçmak istiyorum

Saatin akrebinden!

Muhammet Baran Aslan

Page 7: Muhammed Baran Aslan · Çayda akan su gibi, çölde esen yel gibi İşte bir günü daha kayboldu ömrümün. Ben ben oldukça iki günün gamını bir çekmem. Biri geçip giden

Zaman taşlarI 20’li yaşlarımın ortalarına

yaklaştığım şu günlerde hayatı daha da çok

sorgular oldum. Yaptığım ve yapmadığım

her ne varsa ve en çok da geçen zamanımı

düşünüp duruyorum. Zaman geçtikçe birçok

şeyin farkına varıyor insan. Hayata, olaylara

apayrı bir pencereden bakmayı öğreniyor.

Aslında bakarsak zamanın bize öğrettiği o

kadar çok şey var ki…

Hep bir telaş içerisindeyiz günlük

hayatımızda. En çok da gelecek telaşı... Adı

üstünde henüz gelmemiş olan. Ama hep

ardımıza bakarak ilerlemeyi tercih ediyoruz.

Hep geçmişi sorguluyoruz,

değiştiremeyeceğimizi adımız gibi bilsek de

yine çok değerli olan şu anımızı bunun için

harcıyoruz. Ya da daha bir adım atmadan

atacağımız ikinci adımı düşüp duruyoruz.

Belki de Ömer Hayyam’ın tavsiyesine kulak

vermemiz gerekir:

Zaman, freni tutmayan bir araba gibi

hızını kesmeden son sürat kendi yolunda

ilerliyor. Durması için bir duvara ya da

herhangi bir yere çarpması gerekiyor ve bu

da ölüm gerçeğiyle bağdaşıyor. Biz anın

kıymetini bilmediğimiz için geçmişe

hayıflanarak bakıyoruz. Aslında her an,

geçmiş olmaya bir aday. Geleceği inşa

edebilmek için ise şu an koyduğun taşların

sağlam olması gerekir. Geleceği, kıymetini

bildiğin zaman taşları ile inşa edersin.

Ve bu taşlar ne kadar sağlamsa

geleceğin de o kadar sağlam olur.

Geçmiş ise kıymetini bildiğin zaman

taşlarının her biridir. İnşa ettiğin sağlam bir

geleceğin içinde geçmişini görebilirsin.

Leyla ile Mecnun dizisinde aksakallı

dedenin yüreğimize dokunan sesiyle

okuduğu “zaman” şiirinden bir alıntı ile

yazımı bitirmek istiyorum.

“Herkes zamanı geri alabilmek ister.

Kimi eski güzel günleri tekrar yaşayabilmek için,

Kimi, yaptığı yanlışları düzeltebilmek için.

Kimi ise sadece yaşadığını hissedebilmek için ister bunu.

Gelecekten korkanlarsa zamanı durdurmak ister.

Her şey o kadar iyidir ki;

Bunun bozulmaması için çaba gösterirler

Ama kimse şu anın değerini bilenler kadar mutlu değildir.

Geçmiş de gelecek de, onlardır.

Bazılarıysa zamanın ta kendisi gibidir

Ve her insan zamanın dünya üzerinde bıraktığı birer yara izidir.”

Elif Köroğlu

Çayda akan su gibi, çölde esen yel gibi

İşte bir günü daha kayboldu

ömrümün.

Ben ben oldukça iki günün gamını bir

çekmem.

Biri geçip giden gün, biri gelecek gün.

Page 8: Muhammed Baran Aslan · Çayda akan su gibi, çölde esen yel gibi İşte bir günü daha kayboldu ömrümün. Ben ben oldukça iki günün gamını bir çekmem. Biri geçip giden
Page 9: Muhammed Baran Aslan · Çayda akan su gibi, çölde esen yel gibi İşte bir günü daha kayboldu ömrümün. Ben ben oldukça iki günün gamını bir çekmem. Biri geçip giden

Gelişen ve her an değişen

günümüz şartlarında geçen her anımızın

kıymetini bilmek ne kadar da zor değil

mi? Bize ayrılan sürenin ne kadar

olduğunu bilmeden nasıl da güzel

savrulmuşçasına yaşıyoruz. Yaşadığımız

şehirden, çalıştığımız işten, okuduğumuz

okuldan hatta sevdiklerimizden dahi

şikâyet ediyoruz. Peki, hiç düşünüyor

muyuz kalbini kırdığınız o insanı ya bir

daha göremezseniz…

Neyin ne zaman bizim için bir son

olacağını bilemeyiz... Bu yüzden

zamanımızı iyi değerlendirmeliyiz.

Farkında değiliz belki ama zamanla

tüketiyoruz bazı şeyleri...

Bahsettiğim sevgi, saygı ve

benzeri kavramlar değil sadece. Mesela

anneniz son kez sizi emzirdi bir gün ve

bir daha emzirmedi, babanız son kez sizi

kucağına aldı ve bir daha alamadı, siz

son kez oyuncak istediniz ve bir daha

istemediniz fakat annenizle de babanızla

da hâlâ berabersiniz. Birlikte olmanıza

rağmen bazı şeyleri yitirirsiniz, yitiririz...

Hayat bundan ibarettir... Tüketmekten...

Son teknoloji içeren dünya

standartlarında biz her an kaybediyoruz.

Zamanımızı, sabrımızı, şefkatimizi,

takatimizi...

Hayâsızlığın kol gezdiği bir dünya

da yaşıyoruz artık... Hani demiş ya şair:

‘’Biz büyüdük ve kirlendi dünya.’’

Bizimle beraber kötülüklerde,

insanların sinir katsayıları da, birbirine

olan nefretleri de büyüdü. Kin tutan bir

toplumuz artık kimse kimseyi üzmemek

için uğraşmıyor var olan var gücüyle

savaşıyor. Biz tükeniyoruz. Zamanımız

tükeniyor...

Her şeyi düşünerek, kafamıza

sürekli bir şeyler takarak daha ne kadar

zihin sağlığımızı koruyabiliriz ki?

Zihninizi rahat bırakın. Kendinize

zaman tanıyın. Bırakın akışına. Bir gün

her an düşünürken bir gün daha az

düşünürsünüz ve sonraki gün daha da

az... Dönerse senindir klişesinden

kurtulalım artık çünkü bu zamanda geri

dönen de geride bırakılan da eskisi gibi

olmuyor. Kendi idealleriniz için

kendinizi mutlu etmek için yaşayın.

Çünkü hayat dediğimiz koca şey içine

milyonlarca anı ve insan

sığdırabileceğimiz bir serüven gibi

gözükse de her an kaybolup

gidebileceğimiz kısa bir andan ibaret

değil midir?

Bu dünyada yerinizde olmak

isteyen, sizin dert saydığınızı bir toprak

tanesi kadar bile büyük dert olarak

görmeyen, açlık, yokluk, sefaletle

savaşan milyarlarca insan var. Aç

çocuklar var. Ölen çocuklar var.

Çocuğuna ekmek götüremediği için

kendini öldüren anne ve babalar var.

Düşünün ama size ziyanlık veren eski

sevgilinizi ya da her kim ise onu değil,

işte tüm bu dediklerimi düşünün... İyi

olmaktan vazgeçmeyin. Kim size ne

yapmış olursa olsun siz doğruları

bırakmayın. Çünkü o zaman daha iyi

fırsatlar çıkar önünüze emin olun. Doğru

yoldan ayrılmamak dedikleri de işte bu

olsa gerek... Kaderinizi sevin belki de en

güzeli sizinkidir…

Page 10: Muhammed Baran Aslan · Çayda akan su gibi, çölde esen yel gibi İşte bir günü daha kayboldu ömrümün. Ben ben oldukça iki günün gamını bir çekmem. Biri geçip giden

Salvador Dali’nin muhteşem

eserlerinden biri olan ‘’Eriyen Saatler’’

tablosunu gözünüzün önüne getirin. Geri

getirilemeyen tek şeyin zaman olduğunu

her an elimizden kayıp gittiğini ne kadar

da sanatsal bir biçimde yansıtmıştır

değil mi?

Bu yüzden zamanımızı verimli

kullanmamız ve olabildiğince doğru

kararlar ile hareket etmemiz gerekir.

Unutmayın zamanı durduramazsınız,

geri de döndüremezsiniz…

Son olarak da bugünümüzün

kıymetini bilmemiz gerektiğini en iyi

şekilde anlatan usta şair

Özdemir Asaf’ın yan tarafta bulunan

‘’Bugün ve Bugün’’ isimli şiirinin

dizelerine bir göz atalım:

BUGÜN VE BUGÜN

Öyle çabuk geçiyor ki günler

Hele sen de bir bak hayatına.

Daha dün doğmuşuz sanki

Yeni okula başlamışız,

Yeni sevmişiz.

Öyle çabuk geçiyor ki günler

Hele sen de bir bak hayatına

Yarın bitecek sanki her şey.

Yarın ölecek gibiyiz.

Daha doymamışız yaşamasına

Günlerimiz dün bir, bugün iki

Sakın bir şey bırakma yarına.

Yarın yok ki.

Page 11: Muhammed Baran Aslan · Çayda akan su gibi, çölde esen yel gibi İşte bir günü daha kayboldu ömrümün. Ben ben oldukça iki günün gamını bir çekmem. Biri geçip giden

Yüzünü güneşe döküyorum,

Gün avuçlarımdan süzülüp geceye karışıyor.

Bir sahil ağıdında anlamını yitiren çağlarım,

Ve gençliğimin

Geç kalınmış zamanların hikâyelerini,

Susturulmaktan yıpranan kirpiklerimden utanıyorum.

Avuç içlerimi gecelerden topluyorum bir bir.

Kırışan yalnızlıklarım yağmurları öpüyor,

Gün, yıldız tozlarıyla siliniyor.

Bir fotoğrafın yamacında sessizliğine sığınan umudum,

Akıp giden bir şeyler var.

Çocukluğumun ağlamasından utanıyorum.

Damla Deniz

Page 12: Muhammed Baran Aslan · Çayda akan su gibi, çölde esen yel gibi İşte bir günü daha kayboldu ömrümün. Ben ben oldukça iki günün gamını bir çekmem. Biri geçip giden

ESKİMEYEN Mutfaktan gelen ağır kızartma

kokuları evi sarmasın diye mutfak kapısını

kapatan Süleyman Nazif Efendi sıcaktan

bunalmış olacak ki camı açıp biraz nefes

almak istedi. Gergin olduğu her halinden

belliydi. Bu gece Süleyman Nazif Efendi

için önemli bir geceydi. Çocukken

oyuncak arabalarını ona göre zorlu

virajlardan oluşan dağ tepelerine benzettiği

koltukların üstünde sürerken yanında bunu

birilerinin görmesini isterdi. Belki ona da

bir arabasını verir yüksek dağların engebeli

yollarında arabalarına kaza yaptırmak

isterdi. Sonradan eşini kaybedeceği olayın

bu kadar acı olduğunu bilmediği yaşlarda

daha kendine oyun arkadaşı bulamadan

‘arkadaş’ kelimesinin nasıl yazıldığını

öğrenmek zorunda kalacağı okula

başlamıştı.

Okul yılları boyunca bir sürü güzel

şeylerle başlayan sonrasında sonu hüsranla

biten arkadaşlık deneyimleri yaşayan

Süleyman Nazif gerçek arkadaşlığı

üniversite sıralarında buldu. Bu geceki

heyecanının sebebi de uzun bir aradan

sonra üniversiteden arkadaşlarıyla

görüşmekti. Mutfakta harikalar yaratmayan

ama aç da bırakmayan öğrenci evinin

makarnasına iğrenç noktalara gidecek

kadar yeni soslar uyduran ev arkadaşı

Süleyman Nazif geçen yıllarla birlikte

kendini geliştirmiş, makarnaya sos

uydurmak yerine makarna yapmamaya

başlamıştı. Camdan dışarıyı seyrederken

arkadaşlarının eve yaklaşmakta olduğunu

fark etti. Heyecanla onlara el sallayıp sanki

evin yerini bilmiyorlarmışçasına

buradayım gibi hareketler yaptıktan sonra

kapıyı açmaya gitti.

Uzun aradan sonra birbirini gören

her arkadaş gibi samimi sarıldılar

birbirlerine. Daha sonra Süleyman Nazif

arkadaşları Hayri ve Ziya beyi içeri buyur

etti. Hayri ve Ziya Bey Türk adet ve

geleneklerine bağlı olarak ayrı ayrı

Süleyman Efendinin hatırını sordu az evvel

iyiyim dediğini duymamış gibi. Ne kadar

yakın arkadaş olsalar da muhabbetin kilit

geçen ilk dakikalarında hepsinin heyecanlı

olduğu hal ve hareketlerinden

anlaşılıyordu. Hepsi duvardaki asılı

tabloyu, Süleyman Nazif Efendi’nin tıpkı

çocukluğunda nasıl oyun oynadığını

gösterme isteğinde olduğu gibi vitrine

sıraladığı diploma, sertifika ve ödüllerini

inceliyorlardı.

Karısı öldükten sonra içine

kapanan ve dostlarından uzaklaşan

Süleyman Nazif Efendi için bu gecenin

anlamı büyüktü. Her şeyin kusursuzca

ilerlemesi için onlarca plan yapmış, bir

gece öncesinden içinde telefon

numaralarından, hasta olduğunda içmesi

gereken ama hiçbir zaman içmediği çeşitli

bitki çaylarının tarifi bulunan ve ara sıra

karaladığı şiirlerden oluşan birbirinden

alakasız sayfalardan oluşan ajandasına

neler yapacağını, marketten neler alacağını

yazmıştı. Yaptığı hazırlıkları bir an önce

sunmak için can atan Süleyman Nazif

Efendi kısır muhabbetin de etkisiyle

yerinden fırladı ve arkadaşlarını sofraya

buyur etti.

HAYRİ BEY: Yahu sen ne tuhaf bir

adamsın Süleyman. İnsan doktorunun

yasakladığı şeyleri doktorunun gözü

önünde sofraya koyup yer mi hiç?

Page 13: Muhammed Baran Aslan · Çayda akan su gibi, çölde esen yel gibi İşte bir günü daha kayboldu ömrümün. Ben ben oldukça iki günün gamını bir çekmem. Biri geçip giden

SÜLEYMAN NAZİF: Hayri! Sen de iş

hayatıyla özel hayatı birbirine

karıştırıyorsun ama. O başka bu başka.

Başlama şimdi kolesterol falan yine.

HAYRİ BEY: Ben senin için söylüyorum

Süleyman niye kızıyorsun.

Süleyman Nazif Efendi Doktor

Hayri Bey’e ters ters baktı.

HAYRİ BEY: Peki, peki tamam kızma.

ZİYA BEY: Yahu bu yaşından sonra

sağlığına dikkat etse ne olacak? Bırak

istediğini yesin içsin.

Süleyman Nazif kendine ölümü

gelmiş gibi hissettiren bu cümleye biraz

bozulmuş olsa da yaptığı kızartmaları

yiyeceğini desteklediği için Ziya Bey’e

teşekkür etti.

SÜLEYMAN NAZİF: Beni bu dünyada

bir sen anlıyorsun Ziya. İstediğimi

yiyeceğim bu gece, Müzeyyen (söylerken

yutkundu) gibi karışma bana Doktor Hayri.

Çalışmayı bırak da tıp ilerleyebilsin.

Sessiz, ketum, içine kapanıkla eş

anlamlı ne kadar sıfat varsa söylendiğinde

aklan gelen Süleyman Nazif hayatı

boyunca dertlerini içine atmıştı. Karısının

ölümünden sonra da arkadaşlarına hiç içini

açmamıştı. Masada bir sessizlik oldu.

Yemek masasının üzerinde oluşan

gerginliği atmak için Hayri Bey ortaya

atıldı.

HAYRİ BEY: Üniversitedeyken de her

akşam senin berbat yemeklerini yerdik.

SÜLEYMAN NAZİF: Hadi oradan!

Dibini sıyırırdınız tabakların.

ZİYA BEY: Tabağı yıkaması kolay olsun

diye yapıyorduk Süleyman.

SÜLEYMAN NAZİF: Pis herifler!

Gergin hava, atılan kahkaha sonucu

camdan dışarı çıkarak çocuğu hakkında

veli toplasında iyi şeyler duymayan alt

komşunun penceresinden içeri girdi.

HAYRİ BEY: Eski zamanlardı, güzeldi.

Ya da eskiyince güzelleşti bilemiyorum.

Süleyman Nazif Efendi kimseye

anlatmayıp içinde biriktirdikleriyle alkolü

bir karışım haline getirmişti ve bu

karışımda da alkolü biraz fazla kullanmıştı.

Sonunda bir tepkime gerçekleşecekti.

SÜLEYMAN NAZİF: Müzeyyen öleli

kaç zaman oldu ama onun acısı hiç

eskimiyor. Onla geçen zaman, saniyelerle

bitti sanki. Onsuz geçen günler, asırlar

gibi. O gitti, zaman durdu. Ben de durdum.

Hani zaman evrenseldi? Tüm dünyada

günler geçiyor, mevsimler değişiyor, yıllar

geçip gidiyor ama benim saatim hep aynı

anı gösteriyor. Ben sizin saatinizi

kullanmıyorum. Ben Müzeyyen’li saat

uygulamasına geçmek istiyorum, gün

ışığından daha fazla yararlanacağım.

Sabahları uyanınca çok karanlık oluyor.

Süleyman Nazif gözyaşlarını

tutamadı. İçinde biriken bu duyguların

böylesine özendiği bir gecede çıkmış

olmasına daha da üzülüp daha fazla

ağlamaya başlayan bu yaşlı adamı onun

kadar yaşlı iki adam teselli etmeye

çalışıyorlardı. Onca senelik

arkadaşlıklarında Süleyman Nazif

Efendi’yi ilk defa böyle gören Hayri ve

Ziya Bey ne yapacaklarını şaşırmış

durumda birbirlerine bakıyorlardı.

ZİYA BEY: “İnleyen nağmeler ruhumu

sardı”.

Page 14: Muhammed Baran Aslan · Çayda akan su gibi, çölde esen yel gibi İşte bir günü daha kayboldu ömrümün. Ben ben oldukça iki günün gamını bir çekmem. Biri geçip giden

Ziya Bey İnleyen Nağmeleri

söylemeye başladı, güzel bir sesi vardı.

Daha sonra ona Hayri Bey de katıldı.

Şarkının melodisiyle kafalarını

sallayarak ve gülümseyerek söylüyorlardı

Süleyman Nazif Efendi’ye bakarak.

Süleyman Nazif gözyaşlarını silerek onlara

katıldı.

O anda arkadaşlarının yanında

olmasına şükretmeyle karışık karısının

hasretiyle tavana doğru bakarak kafasını

salladı. Daha sonra anılarıyla gülmeye,

eğlenmeye başladılar. Gecenin başındaki o

dönmeyen muhabbet yerini söz almak için

birbiriyle yarışan, kimi zaman yüksek sesle

araya girerek söz hakkı kazanmalarla

devam etti. Zaman su gibi aktı, gece yarısı

oldu. “Artık müsaadeni isteyelim

Süleyman” dediler, “saat geç oldu”.

Süleyman Efendi onları uğurladı. Hayri ve

Ziya Bey de Süleyman Nazif Efendi’yi

davet ettiler evlerine. Ne zaman isterse

gelebileceği söylendi. Sarıldılar,

birbirlerine iyi geceler dilediler ve

ayrıldılar.

Süleyman Nazif Efendi bir anda

tekrar yalnızlığına geri dönmüştü. Sanki

evin her tarafı, koltuklar, masa, vitrine

koyduğu ödülleri ona pis pis gülüyordu

dönüp dolaşıp yine elimize düştün der gibi.

Duvardaki saate baktı, durmuştu.

Süleyman Nazif Efendi sonunda anlamıştı.

Akrep ve yelkovanı hareket ettirenin saatin

içindeki dişliler olduğu sanılsa da

sevdiklerinizin size bakışlarıyla

dönüyorlardı. Keşke Müzeyyen tek bir

saniyeliğine bile yanımda olabilseydi diye

geçirdi içinden. O bir saniye yeterdi belki

geri kalan ömrümde akıp gitmeyen

zamanda sabırla beklemeyi. Her şeyin

ilacı olarak gösterilen zaman aslında

acımasızca davranan hayatın bir oyunuydu.

İşine geldiğinde hızlı geçip işine

gelmediğinde durma noktasına geliyordu.

Her şeye rağmen çok yaşlanan Süleyman

Nazif Efendi bununla baş edemeyeceğini

düşündü. Saatin pillerini çıkardı ama

yenisini takmadı…

Gürkan Karataş

Page 15: Muhammed Baran Aslan · Çayda akan su gibi, çölde esen yel gibi İşte bir günü daha kayboldu ömrümün. Ben ben oldukça iki günün gamını bir çekmem. Biri geçip giden

*BİLGİ*

Dipdiri bedenin

Dopdolu gözlerin

Ve bitmeyen düşlerin

Her gün yeni bir yaşam

Her an yeni bir ahkâm

Ve solmayan yüzlerin

Susmayan dillerin

Görmeyen gözlerin

Ve bilmeyen sözlerin

Her bedenin arasında filizlenen ellerin

Her eylemin arasında güçlenen seslerin

Bitmeyecek miydi bu yeşillik

Gitmeyecek miydi bu azınlık

Ve bizler, sönmeyecek miydik?

Her atılan toprağın altında

Sevmeyecek miydi?

Çürüyen tenimize karışan günahlarımızı

Dualar?

Atmayacak mıydı?

Zihnimizde eriyen hatalarımızı

Yeminler?

Solmayacak mıydı bu çiçekler

Sürmeyecek miydi bu yaşam

Yanmayacak mıydı bu ruh da

Çıktı ağızdan o sözler

Kırıldı yok yere o masum yürekler

Yenildi isyana o nefisler

Biçildi yeniden düşünceler işte,

Hiçbiri yaşanmayacakmış gibi

Sanki asla son bulmayacakmış gibi

Ezilmeyecekmiş gibi dipdiri bedenin

Kurumayacakmış gibi dopdolu gözlerin

Ve sanki

Sanki bitmeyecekmiş gibi düşlerin.

Arzen Kübra Çavuş

Page 16: Muhammed Baran Aslan · Çayda akan su gibi, çölde esen yel gibi İşte bir günü daha kayboldu ömrümün. Ben ben oldukça iki günün gamını bir çekmem. Biri geçip giden

KELEBEK MİSALİ Zaman deyince aklıma çok şey

geliyor ama bunların başında hızı ve

göreceliliği… Bununla ilgili bir hikâye

anlatacağım size.

Kelebeklerin 24 saat yaşadığını

bilmeyen yoktur. Ama o 24 saatte neler

olduğu konusunda bir fikrimiz var mı?

Bir kelebek bir gün içinde

doğuyor, büyüyor, yaşlanıyor ve ölüyor.

Bize kısacık gelen bir gün onların tüm

hayatı oluyor. Bizim doğduğumuzdan,

öldüğümüz ana kadar olan süre onlar

için bir gün sadece. O zaman aklıma ilk

gelen şey belki de bize uzun gelen bu

hayat bir kelebeğin ömrü kadardır

olmuştu.

Farkında değiliz belki de

upuzunmuş gibi gelen süre aslında

kısacıktır.

“Öyle bir geçer zaman’’ boşuna

denmemiş. Nasıl geçtiğini nelerin

değiştiğini anlamak çok mümkün

olmuyor.

Bazen hiçbir şey yapmamış

sadece yerinizde saymışsınız gibi

hissedersiniz. O zamanlar eski olan ne

varsa bakın. Fotoğraflarınız, yazılarınız,

günlüğünüz, notlarınız, anılarınız…

İşte o an vay be diyebiliyorsunuz.

Vay be bunların hepsini yaşadım

mı ben?

Bu yaşıma geldim mi?

Bu kadar sene geçti mi?

Bir yolculuk oluyor kendinize,

hayatınıza, yaşadıklarınıza,

yaşattıklarınıza.

İşte o anlarda zamanın

göreceliğine şaşıp kalıyorsunuz.

Ölmek için geldiğimiz bir hayatta

zaman ecele akıyor.

Sadece hızı değil zamanın anlamı,

telafisi olmayan tek şey aynı zamanda.

Kime, neye, nasıl harcadığımız

olay.

Çünkü o şeyle, o kişiyle

uğraştığınızda bir nevi ona

dönüşüyorsunuz.

Ömür biterken, zaman geçerken,

yaş alırken anca fark edebiliyorsunuz.

İşte o anlarda dudağınızdan

dökülüveriyor ‘’keşke senin yaşında

olsaydım’’, ‘’keşke şuan ki aklımla o

zamanlara dönseydim birçok şey farklı

olurdu’’ diye…

Ya da yanlış olduğunu

düşündüğümüz şeyler, kişiler için

boşuna vakit kaybettim diyorsun.

İlla vereceksen de kendine zaman

ver!

Kendine zaman ayır!

Birine her şeyinizi verebilirsiniz ama

zamanınızı kime, ne şekilde verdiğinize çok

dikkat edin.

Page 17: Muhammed Baran Aslan · Çayda akan su gibi, çölde esen yel gibi İşte bir günü daha kayboldu ömrümün. Ben ben oldukça iki günün gamını bir çekmem. Biri geçip giden

Al kahveni ya da çayını kendinle

baş başa kal mesela. En sevdiğin yazar

ya da şairle buluş, renkleri keşfet,

gökyüzünün mükemmel oluşunu izle, bir

saat de olsa kendine vakit ayır. Ama

öylesine değil sanki biriyle buluşur gibi

kendinle buluş, kendin için hazırlan bu

sefer, kendini anlamak için uğraş,

kendine emek ver. Çocukluğuna dön.

Sevdiklerin yanındayken onların

kıymetini bil. Üç günde tanıdığın

insanlar için verdiğin ödünü kendine

ver. İnan bana bu buluşmalar da

keşkeler olmayacak.

O zamanlarda her şeyden uzaklaş

ve kendine yaklaş. Çünkü zaman geçiyor.

Kendini anlayamadan, tanıyamadan

bitiyor.

Bir şeyler için koştururken

büyüyorsun ve nasıl geçtiğini

anlayamıyorsun.

Unutma bir zamanlar bebektin

şimdi kim bilir hangi yaştasın. Hayat

bitiyor zaman geçiyor. Kelebeğin

koskoca hayatı bir gün de bitiyorken

bizim zamanımız neler için geçiyor.

Belki de bizde farklı bir boyutta bir

günlük ömür yaşıyoruz.

Özdemir Asaf’ın da dediği gibi;

‘’Ömür dediğin üç gündür

Dün geldi geçti, yarın meçhuldür

O halde ömür dediğin

Bir gündür, o da bugündür."

Ayşenur Tiren

Page 18: Muhammed Baran Aslan · Çayda akan su gibi, çölde esen yel gibi İşte bir günü daha kayboldu ömrümün. Ben ben oldukça iki günün gamını bir çekmem. Biri geçip giden

Yitip giden var mı ardı sıra,

Sen gibi,

Her soluduğumda.

Söndü mü son mum da,

Titriyordu zaten alevi

Kalmamıştı belli umudu da.

Son bir kez daha var olmuştu

Bu odada

Duman olup savrulmuştu;

Sonsuzluğa

Yahut sonuna.

Nasıl oldu da üşüdüm bir anda

Bu odada

Nasıl oldu da geçti vakit,

Daha dün koydular

Anamın koynuna

Soran olmadı belki

Naram duyulmadı belli

Boşa mı ağlamak var,

Bu odada

Gözyaşım kurumuş sanki

Var mı artık yağmaya yanaklarıma sebebi

Sahi bu beyaz ne üstümde

Ruhum bu kadar lekesiz mi?

Kimedir bu saflığın temsili

Karanlığa boğun beni

Geceyle bir sorun her sualimi

Gerçi kim ki bu koca

Ne için bu kandırmaca

Tabi ya!

Onca gün bince ay çokça yıl

Bir katil saklandı

Bu odada

Aslında her bakışında

Biraz daha kaçıştı,

Biraz daha alıştı gözlerin,

Bu sahte oyuna

Biraz daha kovaladı akrep

Her yarımda kavuşurcasına

En sevdiği maktul yelkovana

Sanırım bu odada

Hissediyorum

Boynuma kavuşuyor elleri

O da nefes alıyor mu ben gibi

Keşkeler kokuyor her soluğunda

Meçhul son nihai

Bu oda da

Zaman işte;

Ölüm gibi

Gece ayazında

Güneşi görmek gibi…

Page 19: Muhammed Baran Aslan · Çayda akan su gibi, çölde esen yel gibi İşte bir günü daha kayboldu ömrümün. Ben ben oldukça iki günün gamını bir çekmem. Biri geçip giden

KİLOMETRELERCE SAAT Zaman, yüzünüzü güldürenlerle

yelkovanın hızına yetişemediğiniz lakin bir şeyleri beklerken de akrebi zorla ittiğiniz bir kavramdır kendimce. Farkında olmamıza rağmen asla kıymetini bilmemekte inat eder hayatımızı sanki bir kez daha yaşayabilecekmişçesine erteleriz “an”ları, o anların kazandıracağı güzel “anı”ları. Günlerimiz hep bir yerlere yetişmekle geçer. İşe, okula veya kaçacak son otobüse. Bu koşuşturmanın içinde kendimizi kaybeder, elimize geçen fırsatları değerlendirmek için bile durup mola vermeyiz. “Nasıl olsa bir kez daha olur!” düşüncesi ile kaldığımız yerden devam ederiz vaktimizi çarçur etmeye.

Her zaman yapılması gereken işlerimiz vardır. Önceliği kendimize vermek yerine -bizi eleştirmelerinden korktuğumuz için- hep geri planda bırakırız kısacık ömre sahip benliğimizi. Hayattan keyif almaktan vazgeçip bizi nasıl bir yarış atına çevirdiğini normalce karşılar, kaldığımız yerden davam ederiz. Fakat bir vakit geçer, yaşlanır, dönüp geçmişe uzaktan göz gezdiririz. İyi ki sayımız kadar belki ondan da fazla keşkelerimize bir boyun büküklüğüyle selam veririz.

Bunların haricinde zamanını beklemeye adayan insanlar da vardır. Saatle bütünleşmiş, akrebi kalbine yelkovanı beynine eşlemiş. Kimisi eşini, kimisi dostunu, kimisi ise hastane kapısında yakınını bekler. Birileri bu soluksuz geçen bekleyişin sonunda kötüyü haber alıp dünyası yıkılırken diğeri dünyasına kavuşur. Bundandır ki zamanın iyiliği veya kötülüğü görecelidir.

Değeri kişiden kişiye değişir, asla tam anlamıyla nitelendirilemez kalitesi. Fakat bir nebze de olsa insan elindedir dakikaları iyileştirmek. Olumsuzlukları kenara bırakıp dolu tarafından bakarak, belki bir kediyi okşayarak belki de güzel günleri düşleyerek...

En bol bulunan aynı zamanda en hızlı tükenen zenginliğimizdir zaman. Sürekli devreder ölümden doğuma. Her seferinde yeni, temiz sayfalar açılır. Büyüyerek her gününüze yeni şeyler eklemeye başlarsınız. İlk adımını attı, koştu, güldü, konuştu... Kanatlar altında bu günleri güvenle geçirirsiniz. Daha sonra anne elini tutarak yürümeyi öğrenen çocuk olarak tek başınıza koşuyor olursunuz. Bundan sonra size bir şeyler öğretecek olan anneniz değil zamanla yaşadıklarınız, size kattığı deneyimlerdir. Sıkça düşmenize sebep olabilir fakat kendinizi ayağa kaldıracak gücü, yaranızı iyileştirecek yardımı da dokunur. Böylece öğretmeniniz de olmuş olur aslında zaman. Hayatımızda birçok role bürünür biz farkına varamasak da. İnanılır ki bu rollerin tümü, daha iyiye varabilmek içindir güvenlice...

Son olarak zaman her şeyin ilacıdır kimilerince. Benim ilacımsa 2548 kilometrelik bir yolun süreceği saattir bu söyleme göre. Zafere ulaşmanın, sona yaklaşmanın kolay olmayacağını bilirim. Fakat en zor zamanlardan geçerek, bıkmadan usanmadan bekleyerek kazandıklarımız değil midir en kıymetli zaferlerimiz?

Cansel Şentürk

Page 20: Muhammed Baran Aslan · Çayda akan su gibi, çölde esen yel gibi İşte bir günü daha kayboldu ömrümün. Ben ben oldukça iki günün gamını bir çekmem. Biri geçip giden

Zaman;

Ellerinin arasından kayan

Kum taneleri gibi

Çok gibi görünüyor

Ama tükeniyor

Hayatta kalmak için

Boğuştuğun dalgalar gibi

Yukarı çıkmaya çalıştıkça

Seni en derine çekiyor

Düşünmeyen ve tereddüt etmeyen

Kimliksiz bir hırsız gibi

Elindeki her şeyi alıyor

Ve ne yaparsan yap geri vermiyor

Yardım ettiğini, rahatlattığını

Hissettiren bir sigara gibi

Kendini sevdiriyor

Zarar veriyor.

Rabia Çıkmazoğlu

Page 21: Muhammed Baran Aslan · Çayda akan su gibi, çölde esen yel gibi İşte bir günü daha kayboldu ömrümün. Ben ben oldukça iki günün gamını bir çekmem. Biri geçip giden

SON TREN Bağbozumunun erken olacağı

yazdan belliydi. Dışarıda ağaçlar sonbaharlık giysilerini çoktan giymişti. “Kalkıyorrr!” anonsu ile paslı demir kapılar gıcırtıyla kapanırken kartal çığlığı kadar keskin düdüğün üç kez acı acı ötmesiyle, ekşi ter ve uyuşuk insan taşıyan demir yığını tekmelenmiş yağ tenekesi gibi tangır tungur gürültüyle hareket etti.

Vücudunun bir parçası gibi duran şapkasının gölgelediği yüzüne koyu bir kederin gölgesi düşmüş yetmiş yaşlarında bir adam iki büklüm oturuyordu. Yüzünde susuz kalmış toprak gibi çatlaklar oluşmuştu. Telaşsızlığına bakılırsa kalkıştan yarım saat önce yerini çoktan aldığı belliydi.

Yaşlı adamın karşısında oturan genç kadın yanındaki kızının sabırsız davranışları karşısında mahcup bir tavırla “Yolculuk nereye bey amca?” diye sorunca, yüzüne oturmuş hüznü dağılır gibi oldu yaşlı adamın. Bir an başını öne düşürüp ne diyeceğini bilemez halde bekledi. Sorunca böyle, gözleri bulutlanıp “Sorma” der gibi iç çekerek baktı. Sonra kolayca çözülen yumak gibi anlatmaya başladı. Konuşmaya hasret uzak bir akraba gibiydi sesi. Birden aklına bir şey gelmiş gibi gözlüğünü çıkardı. Yerinde duramayan kız “Anneee!” dedi neşeli sesiyle, “Dedem neden bize hiç gelmiyor?”

Kadın ne cevap vereceğinin şaşkınlığı ile dudağını büzerek işaret parmağını kondurdu dudağına. Yaşlı adam yolcuların kirli nefesiyle buğulanmış pencerenin kirli camını titreyen eliyle silerken, birden aklına gelmiş gibi ceketini iç cebinden çıkardığı fotoğrafı gösterdi, sonra boğazını temizler gibi yapıp “Torunum” diyebildi yorgun sesiyle.

O anda üç yıl önce yeni evlenmiş oğlunun evine yalnızlıktan kurtulmak için yerleşirken gelininin düşmüş yüzü geldi gözünün önüne. “Ayarladım” demişti oğlu, “Pazartesi tamam”. Uzun uzun düşünmüştü yola koyulmadan. Evin içindeki bakışların üzerine çöken ağırlığını çok fazla hisseder olmuştu ne zamandır. Haber gelince “Yer boşaldı” diye ışıltılı gözlerle vermişti oğlu müjdeyi. Gelininin yüzü gülüyordu ilk defa. Zaman zaman ona da hak vermiyor değildi. Oğluna da kolay değildi böyle… O da istemezdi böyle olmasını, hele erkenden çekip gitmeseydi karısı. İşte bu yüzden ses etmeden “Olur” demişti. “Giderim”. Zaman her şeyin ilacıydı. Keşke daha önce gitseymişim diye geçirdi içinden. Tabi ya, başkalarının hayatını zehir etmeye ne hakkı vardı.

Trenden inince yorgun bir su gibi kalabalığı yara yara giderken, yerleşeceği yeni yuvasının heyecanını taşıyordu. Ne çok şey yitirmişti biriktirdiklerinden, biriktirdikçe azalmıştı her şey. Ne zaman sonra yalnızlık kuyusuna ulaştığında işaret parmağıyla zile ürkek ürkek bastı. Beklerken öyle, zaman bir lastik gibi uzadıkça uzadı. Bastı… Bastı…

Zaman durmuştu kalbinden önce.

Hüseyin Opruklu

Page 22: Muhammed Baran Aslan · Çayda akan su gibi, çölde esen yel gibi İşte bir günü daha kayboldu ömrümün. Ben ben oldukça iki günün gamını bir çekmem. Biri geçip giden

VADESİ BİTEN ŞİİR

Zamanın ötesinde yaşamalıyız sevgilim

Zamanın gölgesinde değil

Biteceğinden haberdar olmalıyız sadece

Tutsağı olmamalı

En azından, yaşamaktan keyif almalıyız

Yeni tatlara limanlar açmayı

Yeni yeni yerlere gitmeyi, bilmeliyiz

Yıldızları birlikte keşfetmeliyiz misal

Batan güneşlere inat

Sarıp, saymalıyız onları

Biz her anın her saniyesinde

Hazırlıklı olmalıyız sevgilim

Çünkü günü geldiğinde

Saatler de susacak

Ölüm de çalacak kapıyı

Akrepler kovanlarını terk ettiğinde

Yeller kopacak çevremizde

Belki o an kuşlar fısıldar bize

Zamanın ötesinde ölmeyi.

Burak Baydoğan

Page 23: Muhammed Baran Aslan · Çayda akan su gibi, çölde esen yel gibi İşte bir günü daha kayboldu ömrümün. Ben ben oldukça iki günün gamını bir çekmem. Biri geçip giden

Zaman… Üzerine çok

düşündüğümüz ama kesin cevabını hâlâ bulamadığımız karanlık bir soru! Var mısın gerçekten ya da zihnimizin farklı farklı odalarında ağırladığı soyut bir misafir misin?

Matematikten astronomiye, felsefeden fiziğe, edebiyattan arkeolojiye Hegel, Aristoteles, Herakleitos, Kant, Newton, Einstein kimler seni anlamaya çalışmadı ki! Metafiziğin dediği gibi varoluşun öncesinde de var mıydın?

Sonradan icat edildiğini söyleyen felsefe mi yoksa haklı olan? Newton’un kanıtladığı kadar homojen misin? İkizler paradoksunda Einstein’ın anlattığı kadar göreli misin? Tükeniyor musun sahiden, birikiyor da olamaz mısın? Farklı âlemlere, farklı boyutlara geçiş için doldurmamız gereken bir bakiyesin belki de ne dersin? Tek bir tane misin? Sürekli misin?

Öncesinde, şimdi ya da daha sonra hep büyük bir bilmece olarak kalacaksın bizim için! Belki diye başlayıp yoksa diyerek bağladıktan sonra, olamaz mı diye soru işaretleriyle taçlandıracağım sana dair kurduğum bütün cümlelerimi. Diyorum ya seni tanımlamaya, seni anlamaya dair boş çabaların peşini bırakıp sadece ve sadece yaşayıp geçip gitsek mi kadife koynunda…

Ya da ne bileyim işte; Einstein’ın ikizler paradoksuna kulak mı versek diyorum bazen de, ardımızda bırakıp bütün o kötülükleri sevdiklerimizle bir mekiğe doluşup uzaya gitsek! Ne güzel olur aslında değil mi?

Hayal edebiliyor musunuz? Bir düşünün; ışık hızının %99’uyla 7 yıl boyunca evrenin bakir karanlığında aydınlanırken ufkumuz, geride bıraktığımız onca kötülük durduğu yerde hem de hiç kimseye hiçbir şey yapamadan tamtamına 50 yılı devirecek bir başına.

İyiliğin zafere giden yolu sabır taşlarıyla mı örülüdür dersin? Yani şunu anlatmak istiyorum azizim; hani derler ya; zamana bırakmak gerekir, zaman her şeyin ilacıdır, zaman bütün yaraları sarar, zaman iyileştirir vs…

İşte tam da bu yönüyle zaman tanrının çıraklığına soyunmuyor mu? Küllerimizden doğurup bizi yeni baştan yaratmıyor mu? Yitip gitmenin eşiğindeyken üstelik bizi uçurumun kenarından çekip alan zamanın ta kendisi değil mi? Ne bir eksik ne bir fazla bana göre tam da aşka benziyorsun; seni yaşamam için anlamam şart değil yahut yaşadıkça anlıyorum seni…

Page 24: Muhammed Baran Aslan · Çayda akan su gibi, çölde esen yel gibi İşte bir günü daha kayboldu ömrümün. Ben ben oldukça iki günün gamını bir çekmem. Biri geçip giden

ZAMANIN ÇALDIKLARI

Zamana bırakan zamanla bırakır sözünü kendime benimsedikten sonra, hayatımda ertelemek kelimesini terk ettim. Çoğu şeyden fedakârlık ettim zamanında, vazgeçtim güzelliklerden. Ne de büyük bir aptalım. Kıymetini bilemedim bana verilen zamanın. Kendimi fiziksel olmasa da ruhen yorulmuş hissediyorum, hevesim kalmamış gibi. Aynı zamanın içinde düşündüm.

Dedim ki kendi kendime; Bir gün ya her şeyden vazgeçersen? Ya da onlar senden vazgeçerse? Zaman insanı beklemez, ilerler, güneş doğar, ay doğar, aylar geçer, yıllar geçer, en kötüsü de sen geçersin. Ne anılırsın ne de hatırlanırsın. Artık elime bir güzellik geçtiğinden kullanıyorum şuan. Daha sonra yaparım demek yerine ya da bir plan oluşturmak yerine, nasıl yaşanması gerekiyorsa öyle yaşıyorum.

İnsanlar neden sürekli bir şeyleri erteleyip, yıllar sonrasına plan yapıyorlar? Hayatımızın garantisi yok. İnsanların diline yapışmış bir cümle, bir kalıp "Zamanım yok, zamanı değil " gibi... Bu cümleler ne de saçma. Eğer ki istekler doğrultusunda yapılıyorsa her şeyin zamanı gelmiştir. Kendini erteleme artık, ne bastırıyorsun duygularını? Koşup söylesene hoşlandığın insana, dışarıda kar yağsın, giy o en sevdiğin şortunu, küçük çocuk, tam zamanı okumaya başla beğendiğin romanı...

Şu insanlar hiç ölmeyecek gibi, o insan hayatından bir gün gitmeyecek gibi, vizyona giren bir film vizyondan kalkmayacak gibi, bu hayata tekrardan gelecek gibi, bütün güzelliklerden kaçırıp zamana bırakıyorlar kendilerini.

Şuan her ne yapıyorsan bırak ve dön bir bak kendine ne bu koşuşturma?

Zaman kavramının içerisinde kaybolup gidiyorsun, robot gibi sürdürüyorsun hayatını. Bazı şeyler geç olabilir. Anı yaşa, zamana bırakırsan zamanla bırakırsın...

Hadi ne duruyorsun? Sevdiklerine koş, onlara iyi ki varsın de, planlarını en geç yarına yap ve her zaman tek düşün, çift kişi yaşa. Umudun kırılmasın, yorgunlukların birikmesin, zamanın içinde kaybolma...

Koray Çolak

Page 25: Muhammed Baran Aslan · Çayda akan su gibi, çölde esen yel gibi İşte bir günü daha kayboldu ömrümün. Ben ben oldukça iki günün gamını bir çekmem. Biri geçip giden

Zamanın bize getirdikleri ve bizden götürdükleri neler? Hiç oturup düşündünüz mü? Acılarınız, mutluluklarınız, yaralarınız, verdiğiniz kayıplar, kazandığınız insanlar, umutlarınız, hayalleriniz...

Önce her şey küçük bir umudun yeşermesi ile başlar içinizde. Sonra biz o umudu alır içimizde besleriz, büyütürüz. Sonra o umut yavaş yavaş hayale dönüşmeye başlar. Gözlerinizin içindeki o ışığın hiç sönmeyeceğine inanırsınız. Bir gün o hayalin gerçekleşeceği umudu ile yaşamınıza devam edersiniz. Tabi o sırada geçen zamanı hiç hesaba katmazsınız.

Size göre zaman nedir? Kimse sormazsa ne olduğunu biliyorum. Ama birisine açıklamaya kalkarsam artık bilmiyorum… Eminim ki geçip gitmiş olmasa "geçmiş" zaman olmayacak. Bir şey gelecek olmasa gelecek zaman da olmayacak. Peki, nasıl oluyor da geçmiş ve gelecek var olabiliyor? Geçmiş artık yok. Gelecek ise henüz yok.

Zaman denilince birçoğumuzun aklına geçmiş zaman geliyor. Yaşadıklarımız, acılarımız, aldığımız yaralar, üstesinden zor da olsa geldiğimiz sorunlar... Gelecek de "zaman" denilen bu kavramın içinde değil midir? Aklımda binlerce soru işareti... Var olduk, yaratıldık, doğduk, büyüdük. Bu süreç içerisinde hiç durup düşündünüz mü geçen zamanı? Geçmiş zamanı ve gelecekte önünüze çıkacak engelleri, mutlu olacağınız anları, belki de geceler boyu sizi ağlatacak acıları? Zamanla her şey yaşanır, gelir ve geçer. Her şey toparlanır mı? Geçip gider mi?

Zamanla her şey toparlanır mı bilmiyorum ama zamanın pek çok şeyi bir daha bir araya getirmemek üzere dağıttığına şahit oldum. Çünkü geçmiş zaman denen kavram yaşatır, sonra dağıtır. Ve gelen hiç bir şey dağıldıktan sonra düzelmez. Kimse kimsenin yerini almaz, hiç bir şey eskisi gibi olmaz. Fakat hayatınızdan geçip giden, dağılan şeylerin yerine yenisi eklenir ve bu döngü böyle devam eder.

Şimdi sizden bir şey isteyeceğim.

Boş bir kâğıda düz bir çizgi çekin.

Çizginin başı doğumunuzu, sonu da ölümünüzü göstersin.

Ve şu an bulunduğunuz yere bir çarpı koyun ve bu konuyu durup bir beş dakika düşünün.

Simay İneyici

Page 26: Muhammed Baran Aslan · Çayda akan su gibi, çölde esen yel gibi İşte bir günü daha kayboldu ömrümün. Ben ben oldukça iki günün gamını bir çekmem. Biri geçip giden

Birkaç yıl önce Brezilyalı bir kızla tanıştım. O zamanlar Nairobi'deki elçiliklerden birinde çalışıyordu. Âşık olduk ve evlenmeye karar verdik. Skype aracılığıyla beni Brezilya'daki ailesiyle tanıştırdı. Fakat düğün gününe yaklaştıkça düşüncelerim değişmeye başladı ve düğünü ertelemeyi önerdim. O zamanlar öğrenciydim, sabit bir gelirim yoktu ve sorumluluklarıma yetişememekten korkuyordum. Kalbi kırılmıştı ama sonuç olarak altı ay ertelemeyi kabul etti. Finansal durumum iyiye gitmedi ve evlenme olasılığımız gittikçe azalıyordu. Bir yıl altı ay oldu ve bir anda benimle konuşmayı kesti. Telefonu, Facebook hesabı kapandı ve e-postalarıma cevap vermeyi kesti.

Pasaportu, mektupları ve ona ait başka şeyler de benim evimdeydi. Ondan habersiz bir hafta sonra çalıştığı yere gidip beni daha önce tanıştırdığı bir arkadaşına onun nerede olduğunu sordum. Binanın güvenlik çalışanı bana onun benimle konuşmak istemediğini söyledi. Daha önce hiç bu kadar kötü hissetmemiştim. O sürekli aklımdaydı. Şansımı tekrar denemek için bir ay sonra elçiliğe geri döndüm. Sevdiğim kızın bir süre önce işten istifa edip Brezilya'ya geri döndüğünü söylediler.

Uzun süredir onu bulmak için uğraşıyordum ve sonrasında biletimi alıp Rio de Janeiro'ya gittim. Elimde, eşyaları arasında bulduğum eski bir mektup vardı, üzerinde adresi yazıyordu. Annesinden gelmiş olan bir mektuptu. Bir taksi tutup mektuptaki adrese gittim. Oraya yabancı olduğum için taksi şoförüne beni beklemesini söyledim.

Kapıyı çaldım ve annesi kapıyı açtı. Sanki bir hayalet görmüş gibi şok oldu ve hemen kapıyı yüzüme kapattı. Birkaç dakika sonra tekrar kapıyı açtı. Gözyaşlarını tutamadığını görebiliyordum.

Bana bozuk İngilizcesiyle “Ne istiyorsun?” diye sordu. Kızını görmek istediğimi söyledim. Oturma odasına gitti ve bana başka bir adres yazılı mektup getirdi ve başka bir şey söylemeden üzerime kapıyı kapadı.

Taksi şoförüne ‘’Beni o adrese götürebilir misiniz?’’ diye sordum. Götürdüğü yer beni tamamen şok içinde bıraktı. Taksiden indim ve orada durdum. Beni bulan bu ani kederden zar zor hareket edebiliyordum. Mektuptaki adres bir mezarlıktı. Taksi şoförü içeri girdi, bir mezar buldu ve bana seslendi. Onun yanına gittim ve mezar taşının üzerinde nişanlımın adını gördüm. O intihar etmişti. Ölümü hâlâ aklımdan çıkmıyor ve kafamdan bir sürü soru geçiyordu: Ya her şey benim suçumsa, ya evliliği ertelettirmeseydim? Ortada bilmediğim başka bir şey mi vardı?"

Abdullahi Osman

Mohammed

Page 27: Muhammed Baran Aslan · Çayda akan su gibi, çölde esen yel gibi İşte bir günü daha kayboldu ömrümün. Ben ben oldukça iki günün gamını bir çekmem. Biri geçip giden

CEMAL SÜREYA SOYADINDAKİ

“ Y ” HARFİNİ NASIL KAYBETTİ? Aşk şiirleri denince aklımıza ilk

gelenlerden olan Cemal Süreya, ikinci yeni akımın en önemli temsilcilerinden biridir. Annesini küçük yaşta kaybetmiş, kız kardeşi ile üvey anne elinde büyümüştü. Üvey annesi pekiyi biri değildi hatta Süreya’yı bir keresinde zehirlemeye kalkmış.

Yazı yazmaya çok küçük yaşlarda başlayan Cemal Süreya diğer şairler gibi sessizliğe ihtiyaç duymuyordu yazmak için. Gürültü olmadan yazamıyordu. Okul yıllarında gürültülü ortamda yazı yazmaya alıştığı için sonrasında da böyle devam etmiş. Evinde sessiz ortamda yazamadığını fark edince, radyo ve televizyonun sesini açarak odaklanabiliyormuş.

Bir de Süreya olarak bildiğimiz soyadının hikâyesine bakalım.

Aslında Cemal Süreyya’dır soyadı. Bu konuyla ilgili birkaç hikâye anlatılmaktadır. Bunlardan bir tanesi Sezai Karakoç ile arasında olan bir iddiadır.

Cemal Süreya ve Sezai Karakoç üniversitede sınıf arkadaşıymış. Sınıflarındaki aynı kızı içten içe severlermiş. Kıza duydukları ilgiyi birbirlerine anlatırlarmış. Hatta Muazzez için yazdıkları şiirleri birbirlerine okurlarmış. Gün geçtikçe duygularının önüne geçemez hâle gelmişler ve “Ben elde ederim, sen elde edersin” derken iddiaya tutuşmuşlar. Kaybedenin de bir bedel ödemesi gerektiğine karar vermişler. Sonunda kaybedenin soyadından bir harf silinecek demişler.

Cemal Sürey(y)a kazanırsa; Sezai Karakoç'un soyadı ''Karkoç'',

Sezai Karakoç kazanırsa; Cemal Süreyya'nın soyadı '’Süreya’' olacakmış.

Muazzez ile Sezai Karakoç çıkmaya başlar ve Cemal Süreya da artık tek ‘‘y’’ ile kalmış. İşte Süreyya'dan Süreya'ya geçiş dönemi böyle olmuştur.

İlerleyen zamanlarda Muazzez Akkaya iddia sonucu Sezai Karakoç'un kendisi ile çıktığını öğrenmiş. İlişkisinde de sorunları olan Muazzez bunu kaldıramamış, okulu bırakmış ve memleketi olan Geyve'ye gitmiş. Sezai Karakoç bu duruma çok üzülmüş ve Muazzez Akkaya'ya ithafen Mono Rosa şiirini yazmış. Şair Karakoç, 1950 yılında mülkiye'de öğrenci iken yazmıştır bu şiiri. Ancak 2002 yılına kadar yayımlanmamıştır. "Mona Roza" Türk edebiyatının en mahrem akrostiş şiiridir.

Aysun Atalar

Page 28: Muhammed Baran Aslan · Çayda akan su gibi, çölde esen yel gibi İşte bir günü daha kayboldu ömrümün. Ben ben oldukça iki günün gamını bir çekmem. Biri geçip giden

ÖZDEMİR ASAF Özdemir Asaf şiirleri, hayatı ve

hikâyeleriyle Türk edebiyat dünyasının en önemli şairlerinden biridir. Cumhuriyet Dönemi Edebiyatının en önemli isimlerinden olan Özdemir Asaf 11 Haziran 1923’te Ankara’da doğmuş, 28 Ocak 1981’de İstanbul’da ölmüştür. Asıl adı Halit Özdemir Arun’dur. Babasının öldüğü yıl(1930) Galatasaray Lisesi’nin ilk kısmına girdi. 11. sınıfta, bir ek sınavla Kabataş Erkek Lisesi’ne geçip 1942 yılında mezun oldu. Hukuk Fakültesi’ne, İktisat Fakültesi’ne (3. sınıfa kadar) ve bir yıl Gazetecilik Fakültesi’ne devam etti. Bu arada Tanin ve Zaman gazetelerinde çalıştı ve çeviriler yaptı.

Yayımlanan ilk yazısı Servet-i Fünun - Uyanış dergisindedir. 1951’de Sanat Basımevi’ni kurarak matbaacılık yaşamına girdi. Kendi şiir kitaplarını bastı. 1955’te Yuvarlak Masa Yayınları’nı kurdu. Okuyanda derin izler bırakacak şiirler yazan kıymetli şairimiz 'R'leri söyleyemediği için dergilerde yayımlanan şiirlerinde önce Özdemir Özden ismini kullanır. Sonra Oktay Akbal'ın önerisiyle, Özden yerine babasının adı olan Asaf'ı tercih edip Özdemir Asaf olarak yaşamına devam eder. Hatta en ünlü şiiri olan Lavinia’yı da söyleyemediği harf üzerine yaşadığı bir olaydan yazmıştır. Özdemir Asaf bu şiirinin hikâyesini şöyle anlatmıştır:

“Lisede Edebiyat Hocamız İsmail Habib Sevük idi. Sınıfta herkese şiir okutur, sıra bana gelince, atlayıp yanımdakine geçerdi. Bir gün derste parmak kaldırdım ve ‘Hocam’ dedim. Sınıfta herkese şiir okutuyorsunuz, bana niçin okutmuyorsunuz?” İsmail Hoca, bu soruma şu cevabı verdi:

– Oğlum Özdemir sen, şiir değil, şiirin canına okuyorsun.

Bunun üzerine de Özdemir Asaf “Lavinia” şiirini yazar. Lavinia, Özdemir Asaf’ın şiir matinelerinde en çok okunan ve sevilen şiiridir. Gelin görün ki, bu şiirin son dörtlüğünde hiç ‘R’ harfi yoktur ve Özdemir Asaf, bu şiiri oldukça düzgün bir biçimde okumaktadır.

LAVİNİA

Sana gitme demeyeceğim.

Üşüyorsun ceketimi al.

Günün en güzel saatleri bunlar.

Yanımda kal.

Sana gitme demeyeceğim.

Gene de sen bilirsin.

Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim,

İncinirsin.

Sana gitme demeyeceğim,

Ama gitme, Lavinia.

Adını gizleyeceğim

Sen de bilme, Lavinia.

Page 29: Muhammed Baran Aslan · Çayda akan su gibi, çölde esen yel gibi İşte bir günü daha kayboldu ömrümün. Ben ben oldukça iki günün gamını bir çekmem. Biri geçip giden

Aynı zamanda çok naif bir insan olan Özdemir Asaf bir gün matbaadan çıkıp Karaköy’e gitmek için taksiye biner. Taksi şoförü ona “Neğeye biğadeğ?” der. Meğer şoför de Özdemir Asaf gibi R’leri söyleyemiyormuş, Özdemir Asaf utancından “Kağaköy” diyemez, “Eminönü” der. İner. Oradan Karaköy’e kadar yürür.

Şiirleri genellikle çok uzun değildir, ifade etmek istediğini yoğun duygular barındıran az kelimeden oluşan dizelerle anlatmıştır. Karşıtlıkları, benzerlikleri, çağrışımları kullanarak söz ve sözcük oyunlarına dayalı şiirlerinde yaşam görüntülerini, eşyayı, izlenimleri soyutlaştırır. Şiirlerinde sevgi, ayrılık ve ömür temalarını işlemiştir. Şiirleri günümüzde müzisyenlere de ilham kaynağı olmuştur. Feridun Düzağaç “Lavinia” adlı şiirini bestelemiş ve Duman grubu da şiirlerinden besteler yapmıştır.

Son şiirlerini önceki şiirlerine göre daha da kısa dizelerle yazarak duygu ve zekâsını daha da keskin bir şekilde göstermiştir. Son dönemlerinde kaçış, umutsuzluk ve tedirginlik temalarını işlemiştir.

Kısa dizelerle dünyaları anlatan Özdemir Asaf’ı anlatmak için kitap yazmak gerekir ama hissedebilmek için bir dörtlüğünü okumanız yeter de artar bile…

Senin içine girdiğim zaman

Dışımda kalıyorsun.

Senin dışından sana bakınca

İçime sığmıyorsun.

Özdemir ASAF

Gürkan Karataş

Page 30: Muhammed Baran Aslan · Çayda akan su gibi, çölde esen yel gibi İşte bir günü daha kayboldu ömrümün. Ben ben oldukça iki günün gamını bir çekmem. Biri geçip giden
Page 31: Muhammed Baran Aslan · Çayda akan su gibi, çölde esen yel gibi İşte bir günü daha kayboldu ömrümün. Ben ben oldukça iki günün gamını bir çekmem. Biri geçip giden

ERDAL YALÇIN

“TEK PARMAK ile onlarca kitap”

(www.erdalyalcin.info)

Merhabalar! Öncelikle “Erdal Yalçın”

kimdir? Kendinizden biraz bahseder

misiniz?

- Erdal Yalçın kimdir kısaca anlatayım.1975’te

dünyaya geldim! İki yaşında yakalandığım bir

ateşli hastalık sonucunda beyin felci geçirdim.

Daha sonra hastalık nedeniyle yüzde doksan

sekiz engelliyim! Hiç okula gitmedim. Okuma

yazmayı annemin sayesinde öğrendim! Allah

önce annemden daha sonra tüm ailemden razı

olsun! Onlar iyi ki var! Hiçbir zaman bana

engelli olduğumu hissettirmediler. Şimdi

üniversite okuyorsam bu önce annemin ve

sonra tüm aile bireylerinin sayesindedir. Onları

çok seviyorum. Hiç okula gitmeden 2017’de

Erzurum Atatürk Üniversitesi Bilgi Yönetimi

bölümünü kazandım! 1990’da baş rollerini

duayen oyunculardan Fatma GİRİK ve Halil

ERGÜN ile paylaştığım “Gün Ortasında

Karanlık” adlı sinema filminde oynadım!

Hali hazırda birçok kitabı olan bir

yazarsınız. Bu serüven sizin için nasıl

başladı ve şuan çalışmalarınız nasıl

gidiyor?

- Kendi kendime ne yapabilirim diye

düşündüm ve dedim ki “Erdal sen kitap

yazabilirsin!” ancak hiç kolay olmadı. İlk

kitabım için 10 ay uğraştım. İkinci kitabım

sponsorlu oldu ve üçüncü kitabımdan itibaren

kitaplarımı kendim satarak diğer eserlerimi

bastıracak maddi imkânlara erişiyorum. .

İlk kitabınızı bastırdığınız zaman neler

hissetmiştiniz?

- Çok mutlu olmuştum. Bu duygunun bir tarifi

yok.

Page 32: Muhammed Baran Aslan · Çayda akan su gibi, çölde esen yel gibi İşte bir günü daha kayboldu ömrümün. Ben ben oldukça iki günün gamını bir çekmem. Biri geçip giden

Kitap satışlarınız sırasında birçok ünlü

isim ile tanışma fırsatı yakaladığınızı

biliyoruz. Bu ünlü isimlerin size karşı

tutumları nasıl oluyor?

- Bazen havalı, bazen ise bizden birileri

gibiler. İkimiz arasındaki tek fark onların ünlü

olması.

“Zaman” kelimesi sizin için ne ifade

ediyor?

- Öncesi ve sonrası olmayan bir kavram!

Zaman sizin için yavaş mı geçiyor, hızlı

mı? Siz bunun nedenini neye

dayandırıyorsunuz?

- Bu kişinin ruh haline göre değişkenlik

gösteren bir durum. Bazen hızlı bazen yavaş

geçiyor.

Sizce dedikleri gibi zaman her şeyin

ilacı olabilir mi? Bu konu hakkında ne

düşünüyorsunuz?

- Evet, bu söz kesinlikle doğru, katılıyorum.

En beğendiğin 3 kitap ve başarılı

bulduğun 3 yazarı öğrenebilir miyiz?

- Bence bütün eserler güzeldir. Çünkü hepsi

için harcanan bir emek var. Güzel veya değil

demek haddim değil diye düşünüyorum.

Kitap yazmaya niyeti olan taze

yazarlarımıza verebileceğiniz birkaç

öneriniz var mı?

- Mütevazı ol. Sakın “oldum” deme. Çok oku

ve son olarak iyi bir gözlemci ol

Son olarak, karşınıza çıkan tüm

engellere rağmen bunca başarının altına

imzasını atmış biri olarak,

okuyucularımıza iletmemizi istediğiniz

bir şey var mı?

- Değerli okurum, beni desteklediğin için sana

bir kalp dolusu sevgi ve saygılarımı

sunuyorum.

RÖPORTAJ: RAİM ÖZDEN

Page 33: Muhammed Baran Aslan · Çayda akan su gibi, çölde esen yel gibi İşte bir günü daha kayboldu ömrümün. Ben ben oldukça iki günün gamını bir çekmem. Biri geçip giden

BAL KIZ FEYZA

Servisin Balı, Bal Kızı. Odasının kapısında

onu gördüğümde ilk yapmak istediğim şey

yanaklarını ısırmaktı. O kadar tatlı gözüküyordu ki

yanakları ısırsam da

tadına varamazdım.

Odasına girdim

ve konuşmasını duydum,

aman Allah’ım…

Kendisinden çok çok

büyük bir hastalıkla

mücadele eden çocuk bu

kadar mı tatlı konuşur. O

an anladım ki işte bu

çocukluktu, masumluktu.

Onun yerinde bizler olsak

belki de çoktan karalar

bağlardık. Bal kızın o

kadar güzel enerjisi var ki

sizlere kelimelerle tarif

edemem.

Şimdi bu Bal Kızı biraz tanıyalım. Adı

Feyza CAN, 5 yaşında. Ailesi Balıkesir’de yaşıyor,

tedavisi için İzmir’e gelmişler. 8 aydır Ege

Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hastanesi

Çocuk Hematolojisi Servisi’nde yatıyor. Lösemi

tedavisi görüyor.

Tanısı ALL (Akut Lenfoblastik Lösemi) ve

AML (Akut Miyeloid Lösemi) olarak koyulmuş.

Şuan tedavinin son aşamasında ve 2 hafta boyunca

ilaç alması gerekiyormuş. Ardından günlük

hayatına yeni bir başlangıç yapacak. Hastanede

oyuncaklarıyla vakit geçiriyor.

Tam bir Elsa tutkunu. Kendi gibi minik bir

çantası var hem de Elsa’lı. Sohbetimiz sırasında 23

Nisan’dan sonra doğum günü olduğunu ve

doğum günü için Elsa kostümü dileğini söyledi.

Aslında Elsa karakterinin sahip olduğu

güçlerin aksine bir yapısı var. (Elsa, buz ve kar

yaratmak gücüyle dünyaya gelmiş bir karakter)

Feyza’nın yüzünü ve mimiklerini gördüğünüzde

içinizdeki çocuk ruhunuzu bastıramazsınız, sesini

duyduğunuzda içiniz en güzel çiçek bahçesine

dönüşür.

Feyza ile

görüştüğüm gün izne

çıkıyordu. Tekrar

hastaneye dönecekti

çünkü tedavisi devam

ediyordu. Hastaneden

taburcu olduğunda

‘’evinde’’ oyun

oynamak istiyor ve

‘’evinde’’ çizgi film

izlemek istiyordu. Bal

Kız Feyza’ya ne olmak

istediğini sorduğumda,

“Sihirbaz olmak

istiyorum ama hiç

sihirbazlık numarası

bilmiyorum” dedi.

Bizlerin de Bal Kız Feyza için

yapabileceğimiz bir şeyler illa ki vardır. Sadece

maddi destek değil, hastanede daha eğlenceli zaman

geçirebilmesi için elimizden bir şeyler

gelebileceğini düşünüyorum.

Feyza için bir iki sihirbazlık numarası

öğrenerek ardından ona da öğretip hayalini

gerçekleştirmiş olabiliriz.

Bal Kız ile zaman geçirmek, onun

hayallerindeki sihirbazı olmak ya da maddi-manevi

destekte bulunmak isterseniz annesi Hüryan CAN

ile 0(544) 978 57 74 telefon numarasından iletişime

geçebilirsiniz.

Küçük Yıldızlarımızı yalnız bırakmayalım

ki parlamaya devam etsinler…

Aysun Atalar

Page 34: Muhammed Baran Aslan · Çayda akan su gibi, çölde esen yel gibi İşte bir günü daha kayboldu ömrümün. Ben ben oldukça iki günün gamını bir çekmem. Biri geçip giden

Dergimizin bir sonraki sayısına

yazı, şiir, deneme, hikaye veya anı göndermek istiyorsan,

dergimizle ilgili bir önerin, görüşün veya yapıcı eleştirin varsa,

ya da sadece “aklıma takılan bir şey var” diyorsan

İşte bize ulaşabileceğin adresler;

[email protected]

instagram.com/kutupyildizidergi

twitter.com/kutupyildizicom

facebook.com/kutupyildizidergi