52
Muhyiddin Đbn Arabi (r.a.) ~ Alıntılar ~ Derleme: http://jonasclean.blogspot.com ...Dağların da üstündeki yüce zirvelere olan teceliyat-ı ilâhiyeye bir bak!. Bil ki!..O görenlerin, daima nazarları o zirvelerdeki tecelliyata olur. Alçalmada yücelik olmasaydı, yüzlerimiz, görüneni gözler ile aramakla alçalmazdı... Đşte bundan dolayı Allah bize, secde etmemizi emr etti...

Muhyiddin İbn Arabi (r.a.) (Derleme:)

Embed Size (px)

DESCRIPTION

http://jonasclean.blogspot.com/

Citation preview

Page 1: Muhyiddin İbn Arabi (r.a.) (Derleme:)

�Muhyiddin Đbn Arabi�

(r.a.)

~ Alıntılar ~

�Derleme: http://jonasclean.blogspot.com�

...Dağların da üstündeki yüce zirvelere olan teceliyat-ı ilâhiyeye bir bak!. Bil

ki!..O görenlerin, daima nazarları o zirvelerdeki tecelliyata olur. Alçalmada yücelik

olmasaydı, yüzlerimiz, görüneni gözler ile aramakla alçalmazdı...

Đşte bundan dolayı Allah bize, secde etmemizi emr etti...

Page 2: Muhyiddin İbn Arabi (r.a.) (Derleme:)

Allah, Muhammed ve al-i Muhammed hakkı için bizi dünya ve ahirette onun

ilimlerinden faydalandırsın. Hamdolsun Allah'a, uygun kılmasının güzelliğinden

dolayı. O'ndan diliyorum; Yoluna salik olmayı nasip etmesini, Bu yolu tah-kik ehli biri

olarak kat etmemi ilham etmesini,Yolunu tasdik etmekten dolayı huzura ermiş

mutmain bir kalp bahşetmesini, Önce geçmesini sağlayan özelliklerle donattığı

aydınlık bir akıl vermesini, Şereflendirmesinin makamına huzur veren bir sururla

koşmayı, Cehaletten uzaklığın mutmainliğini yaşayan bir nefis, fikrin kıvılcım ve

şuleleriyle parlayan bir anlayış,Fethin pınarından ve halis şarabından zahir olan bir

sır, Neşenin genişliği ve enginliğiyle açılmış bir lisan vermesini, Fani dünyanın çekici

süslerinden ve zevk veren cazibesinden beri, yüksek bir düşünce bahşetmesini,

Kevnin batışında ve doğuşunda varlığın sırrını gözlemleyen bir basiret nasip

etmesini, Huzur rüzgarının arındırması neticesi her türlü bozukluktan beri duyular

vermesini, Noksanlığın taşkınlığından ve tatbikinden uzak tertemiz bir fıtrat vermesini,

Şeriatın egemenliğine ve güvencelerine uyan bir huy, Toplayıp ayırmaya elverişli bir

vakit bahşetmesini...

Salât ve selam Muhammed'e -al-i Muhammed'e ve grubuna, Ondan sonraki

halifelere ve yolunu izleyen tabîlerine, Selam ve esenlik onların üzerine. Bil ki,

varlıktan ve şühuddan murat Allah'tır ve amaç da O'dur. Ne inkar var ne de rat. O,

bana yeter ve O ne güzel vekildir.

����

En meşhur Osmanlı şeyhü’l Đslâm'larından ibni Kemal'in fetvası:

Bismillahirrahmanirrahim..

Kullarından bir kısmını ilim ve ihsana mümtaz ve enbiya ve murselîne vâris

eden Cenab-ı Hakka hamd ve sena ve ehl-i dalâl-ı ıslâha meb'ûs olan (gönderilen)

Nebiy-yi zîşân ile şer'i metini (sağlam şeriatı) icraya ced ve gayret eden âl ve

ashabına edayı selât ve selam bî intiha (sonsuz selât ve selam) olunduktan sonra;

Page 3: Muhyiddin İbn Arabi (r.a.) (Derleme:)

ma'lum olsun ki hakikât ehlinin uyduğu; Hazret-i Şeyh Âzam Kutb-ul Arifin Muhyiddîn

Âlî al-Arabî at-Tâi al-Hatemî al-Endülüs-i hazretleri muctehid-i kâmil ve mürşid-i

fâzıldır. Hayret veren menâkıbında mevcud olan harikulade kerametleri müridler,

alimler ve fâzıl kişiler tarafından kabul ve tasdik edilmiştir. Đnkâr edenlerin, çok büyük

hata edecekleri ve inkârda ısrar edenlerin ise çok dalâlete duçar olacakları aşikârdır.

Emr-i bil ma'ruf ve nehyi anil münker'le me'mur hakimlerin, işbu batıl inanç

sahihlerinin hallerini düzeltmelerine ve itikâdlarmı değiştirmelerine teşvik ve te'dîb

(uslandırma) eylemeleri boyunlarına borçdur. Đbn-i Arabi hazretleri birçok kitab ve

resâil te'lif buyurmuşlardır. Fusus'ul Hikem, Fütuhatı Mekiyye diğer te'lif ettiklerinin

yanında meşhurdur. Hazreti Şeyh'in kitablarında ve risalelerinde bulunan bazı

ibârelerinn lafzları ve manâları ilâh-i emre ve şer'i nebeviye yakın yani anlaşılır

olması yönüyle itiraz edilmemektedir. Ancak bazı ibarelerin derecâtının yüksek

olması yani keşf ve tevhîd ehlinden olmayanların idrâklarının fevkinde olması,

amaçlanan manâyı idrâk edemeyenlerin ve tasavvuf ehli olmayanların "Sakın

bilmediğin şeyin ardına düşme. Doğrusu kulak, göz ve kalp bunların hepsi o şeyden

sorumlu olur" (Đsra/36) âyetine uyarak sükût etmeleri ve itirazdan kaçınmaları vaciptir.

Büyüklerden birisi şöyle buyurmuştur: Kim tasauvujı hakikatlerin ehli ile beraber

oturursa ve onların ortaya koydukları hakikatlerin bazısını inkâr ederse, Allah iman

nurunu onun kalbinden söküp alır." Đbn-i Arabi (k.s) hâlen, ilmen, tarikat şeyhi ve

hakikat ehlinin büyüğü olduğu gibi; ilim müessesesi teşkilatının kurucusudur. Cenab-ı

Şeyh, öyle ucu bucağı olmayan bir denizdir ki sahilini görmeğe beşer gözü,

dalgalarının çalkalanırken çıkardığı sesi işitmeğe; beşer kulağı acizdir. Đnci taneleri

olan sözleri ise yâr'dan uzak olanların ellerine ulaşıp ziyan olmaktan korunmuş ve

gönül ehline neş'e bahş olacak feyizler ile dopdoludur. Đbn-i Arabîye mensub olan

tâife-i nâciye doğru yola girmiş mümtaz bir kavimdir. Sözleri ve diğer tasavvuf!

ıstılahları diğer tasavvuf ehli gibidir. Hatırdan çıkarılmamalıdır ki, hilali görmeye,

kusurlu gözler nasıl müsaid değilse hazreti herkesin idrâk etmesi mümkün

olmayabilir. Allah'a yeminle beraber beyân olunur ki şübhesiz Şeyh'ul Azam b. Arabi

ilminin ihata etmediği şeyi yazmamıştır ve ilmi ise; malumatın şekillerini hakikati

vechle, ru'yetle hasıl olmuş ilm-i şuhûddur. Hak Subhanehû tealâ hazretleri bazı

kullarını nübüvvetle bazısını da velayetle seçmiştir. Durum şudur ki, bir şeyi

bilmemek, görmemek o şeyin yok olduğunu gerektirmez. Bulup görmemekle de o

şeyin varlığını inkâr lâzım gelmez. Örneğin; yarasanın güneşi görmeyerek inkâr

etmesi, güneşin olmadığı anlamına gelmez. Taassubun zarardan başkaca faydası

Page 4: Muhyiddin İbn Arabi (r.a.) (Derleme:)

yoktur. Hususiyle Ricâl-ul Gayb hakkında hadis-i şerif vârid olmuştur. Onların çaresiz

kalanlara Allah'ın emriyle yardımları meşhurdur. Şu satırları yazan ben dahi bu

ruhanî yardımlarına mazhar olmuşumdur. Muna-sib olan budur ki her zaman

mukaddes mevcudiyed-lerini ikrar edib özellikle Şeyh'ul Ekber Muhyiddin ibni Arabî

ve Şeyh Abdulkadir Geylânî hazretlerini uygun tabirlerle yâd etmek lüzumludur. Setr

ettikleri ve gizledikleri ibareleri idrâk edememek sebebiyle inkâr uygun değildir. Cifir,

Nucûm ve Đksir ilmi gibi konuları avamdan gizlemişlerdir. Ekseriya sözleri vicdanidir,

tatmayan bilmez kabilindendir. Onların yolu sırat-ı müstakimdir,muhabbetullahtır.

Onlar "Muhammedî"dirler. Bilinmelidir ki, Allah'ın dostları ile Allah'tan bize haber

getiren herkes, TEK görüş üzeredirler. Allah'dan getirdikleri bilgiye ne bir şey eklerler,

ne noksan söylerler, ne de birbirlerine muhalefet ederler. Aksine onlar; birbirlerini

doğrularlar. Tıbkı buluttaki yağmur suyunun yere inmesi halinde özünde değişiklik

olmaması gibi onların kelâmlarının özleri BĐR'dir manâsı BĐR'dir. Bizlere düşen

"Bilmiyorsanız bir bilene sorunuz" ilâhi hükmüne riayet etmektir ki bu hüküm Đslamın

şartlarındandır. "Hak teâla cümlemize tevfîk ve basiret ihsan eyleye" Inanırız.. Hazreti

Şeyhin buyurduğu gibi...O, Allah Hakkı söyler ve O, doğru yola iletir.

Muftîyu's sekaleyn ibn-i Kemâl

…Sözlerimi dikkatle dinle. Çünkü garip, alışılmamış şeyler söylüyorum. Ben

kıskanç biriyim; hem açıklamak isterim, hem de gizlemek isterim...

Page 5: Muhyiddin İbn Arabi (r.a.) (Derleme:)

Sen ve ben biriz, tekiz. Aramızda hiç fark yoktur, içimde olanı acil olarak

açıklamamdan başka. Sen ise içindekini bir sır olarak saklarsın. Fakat gizlerinde bir

çeşit erdem vardır.

Bismillahirrahmanirrahim

Değiştirme ve Kudret " O"ndandır.

Cemâli zahir olduğu için celâli ulu, yaklaşmasında yakın ve yüceliğinde

mürakebe eden Allah'a hamd olsun. O, izzet, göz kamaştırıcı parlaklık, azamet ve

büyüklük sahibidir. O'nun zatı başka zatlara benzemekten yücedir, hareketlerden,

duruşlardan, sağa sola dönmelerden, işaret ve ibareleri algılamak gibi beşeri

olgulardan beridir. Nitelenmekten, sınırlardan, hareket olarak inip çıkmaktan, istiva

edilen şeye temas etmek anlamında istiva etmekten, oturmaktan, bir maksadı olsa

bile maksat peşinde koşuşturup seğirtmekten, yitik bir şeyle karşılaşmaktan dolayı

coşkuyla kahkaha atmaktan yücedir. Tafsilatlı olarak izah edilmekten, toplanmaktan,

damgalanmaktan, milletlerin değişmesiyle değişmekten, lezzet almaktan, bir amelden

dolayı acı duymaktan veya ezeli olmamakla nitelenmekten münezzehtir. Yer

kaplamaktan, bölünmekten ya da cisimlerin niteliklerini almaktan, anlayışların

hakikatinin künhünü ihata etmesinden ya da vehimlerin şekillendirdikleri gibi

olmaktan, yahut uyanıklık veya uyku halinde olduğu gibi kavranmaktan, mekanlarla

ve günlerle kayıtlandırılmaktan, varlığının devamlılığının üzerinden ayların ve yılların

geçmesine bağlı olmasından, üstünün, altının, sağının, solunun, arkasının veya

önünün olmasından, akılların veya düşlerin celâlini kavramasından uludur.

Kapasitelerinin yüksekliğine rağmen akılların fikirleriyle, keşif ehlinin zikirleriy-le,

gerçek ariflerin sırlarıyla, gözdelerin gözleriyle idrâk etmelerinden beridir. Hicâb ve

perdelerin gerisinde noksan bir varlık olmaktan da münezzehtir. O, ancak nurlarında

idrak edilebilir. Đnsan suretinde olmaktan da beridir. Objelerin varlıklarından uzak

olmaktan, ya da daha önce yok iken sonradan onlara dönmekten, varlıkları

yarattıktan sonra kendisinde daha önce olmayan bir halin meydana gelmesinden

kalbin habbesi ve özü tarafından dilsiz bir şekilde sınırlandırılmaktan, ya da O'na bu

mahiyette inanılmasından, objelere tecelli etmesiyle bir mekan edinmekten, mazi,

Page 6: Muhyiddin İbn Arabi (r.a.) (Derleme:)

gelecek veya şimdiki zaman dilimlerine tabi olmaktan yücedir. Duyularla kaim

olmaktan, şüpheye düşmekten, olayların kendisine karışık gelmesinden, misâllerle

veya kıyasla idrâk edilmekten ya da cinsler gibi çeşitlenmekten, ünsiyet kurmak için

alemi yaratmış olmaktan, oturan üç kişinin üçüncüsü olmaktan münezzehtir. Eş ve

çocuk edinmekten, bir kimsenin kendisine denk olmasından, varlığından önce

yokluğun olmasından, el, dirsek ve ayak gibi organlarla nitelenmekten, öncesizlikte

bir başkasıyla beraber olmaktan, kulların tevbe etmelerinden dolayı insanlarda

bilindiği şekilde gülmekten ve sevinmekten, öteden beri biline gelen öfke ve

şaşırmaktan, insanlarda olduğu gibi suretten surete girmekten yücedir. Ululuğunda

üstün iradeli ve heybetinde azamet sahibi Allah yücedir. "Leyse kemislihi şeyun ve

huve's semi'ul basir / O'nun benzeri gibi hiçbir şey yoktur. O işitendir, görendir."

(Şûra, 11)

Allah'ı severiz, çünkü Allah güzeldir. O da bizi ve tüm yaratıkları sever, çünkü

bu da güzeli sevmektir. Allah'ın güzelliği bütün güzellik türlerinin kaynağıdır. O, fikri

ve manevi güzellikler kadar şekil güzelliğinin de kaynağıdır.

Ya Allah! Dediğim zaman, niçin çağırıyorsun dedi.

Şayet çağırmasam, bu sefer, çağırsana, diyor.

Page 7: Muhyiddin İbn Arabi (r.a.) (Derleme:)

Her seven, sevdiğine kavuşmuş olsa da özlem duyar…

Sana,”ben hakkım” diyen bir şey gördüğün zaman, ona de ki: Sen Hak ile

varsın.

…Bu yüzden bu anlamı bilen muhakkiklerden biri şöyle demiştir: "Bu döşeğin

üzerine otur, ama sakın uzanma. Çünkü Onun, bizim içimizdeki celâli, huzurda

edebsizlik etmemizi engeller." Tıpkı Onun cemâli ve açılması karşısında ürpermemiz,

heybete kapılmamız, edebsizlik etmemize engel olması gibi. O halde bizim ashabın

keşfi doğrudur, ama celâl içlerine kapanmalarına, cemâl ise açılmalarına neden

oluyor, hükmünde bulunmaları ise yanlıştır. Keşif doğru olduktan sonra gerisine

aldırmamak gerekir. Đşte hakikatlerin anlattığı kadarıyla celâl budur. Bil ki, Kur'an

cemâlin celâlini ve cemâli ihtiva eder. Mutlak cemâle gelince hiçbir mahluk onu

bilmeye nüfuz edemez, onu müşahede edemez. O sadece Hakka has bir alandır.

Burası yüce Allah'ın kendisini olduğu gibi gösterdiği huzurdur. Eğer bu huzura ve bu

huzurda sergilenen mutlak celâle müdahale imkanımız olsaydı, o zaman bilgi olarak

Allah'ı ve Onun katında olan şeyleri ihata etmiş olurduk ki, bu imkansızdır…

Sözgelişi bir insanın "eğer ona şunu demeseydim, şu olurdu." "eğer ben

olmasaydım, çoluk çocuk helak olurdu." demesi bu türden bir iddiadır ve bu, uluhiyet

Page 8: Muhyiddin İbn Arabi (r.a.) (Derleme:)

mertebesinin en aşağısıdır. Hatta bu tarikattaki bir Şeyh şöyle demiştir: "Eğer benim

himmetim falancaya eşlik etmeseydi,mutlaka helak olurdu." Bu sözlerin tümü uluhiyet

sırrı hastalığından kaynaklanan illetler ve marazlardır. Bu sözleri söyleyenlerin, bu

iddiada bulunanların her biri iddiasının oranında ceza görecektir. Ya en büyük cezaya

çarptırılır, ya da nasip eksilmesine uğrar. Ama mutlaka ceza görür. Bu yüzden bize

göre fena (yokluk) anlayışı üzere kalmak en yücedir. Bizden önceki kuşaktan

arkadaşlarımız bu hakikatin farkına varamadılar. Ey dostum! Sen bunu bil!

..O halde bizden güçlü ve yetkin kimse, kendisiyle Rabbi arasındaki büyük

genel topluluk sır perdesini yırtıp, kendisinin değil Rabbinin uluhiyetini müşahede

eden ve ona kulluk eden kimsedir. Bunu gerçekleştirince alemin en güçlüsü ve en

şiddetlisi olur. Çünkü bu en büyük perdeyi kaldırmıştır...

..Alemin tavırlarına ortaklığından dolayı, onlarla birlikte ibadetlerinde büyük

toplayıcılığı ikame etme yükümlülüğüne muhatap olduğun gibi, senin için sabit olan

büyük toplayıcı sırdan dolayı, mahlukatma karşı icra ettiği gibi bu sırrı icra etme

yükümlülüğüne de muhatapsın. Allah kullarına karşı latiftir, sen de öyle ol. Allah

esirgeyen, bağışlayandır, sen de öyle ol. Nitekim yüce ALLAH, Nebisini (s.a.v) bu

şekilde nitelendirmiştir: "bt'l mü'minine reufun rahim / Müminlere karşı çok şefkatlidir,

merhametlidir." (Tevbe, 128) şu halde, perdeyi yırttıktan sonra uluhiyet sırrı senin için

daha bereketli sonuçlar doğurur. Ama perdeyi yırtmadan önce bu sır, büyüklük

taslayan zorbalarınkine benzer sonuçlar doğurur senin için...

Sen sen değilsin...

Sen O'sun; ama sen olaraktan değil!..

Page 9: Muhyiddin İbn Arabi (r.a.) (Derleme:)

Eğer kendi benliğinle desen, bu sensin, O değil. Eğer O’nun benliğiyle desen,

diyen sen değilsin. Dolayısıyla ne anlam yoluyla ne de sekil yoluyla kesinlikle

birleşme olmaz.

Varlıklar gelir, ilahi isimlere ayna olur, görünür ve yiterler.

El-Bari (Yaratıcı) kendisiyle mevcuttur (vardır), vücudunu (varlığını) hiç

kimseden almamıştır. “O” Subhanehu “AHAD” Tek’dir. Yani; O’ndan başka bir şey

yoktur. Alem ise onunla vardır, varlığını O’ndan almıştır. Alem zati ile mümkün,

başkasıyla da vacibül vücuttur. Çünkü başkasından edinmiştir varlığını. Yaratıcı ise

vacibül vücuttur, varlığını başka bir şeyden edinmemiştir.

O olmasaydı biz olmazdık. Ama bizim olmamamız yüce Allah’ın olmamasını

gerektirmez.

Page 10: Muhyiddin İbn Arabi (r.a.) (Derleme:)

Hallerin lezzetlerinden kaçın.

Aşığın sevgisi, Sevgilinin ihsanıyla, iyilikleriyle artmamalı, Sevgilinin cefalarıyla

de azalmamalıdır.

Bu dünya evi Alim ve Aziz Allah’ın takdir ettiği ölçüde, tutarsız gerçeklerle ve

perdelerle örtülüdür. Allah öte dünyayı yaratmış ve bizi oraya doğru götürmektedir.

Yalancı iddiaların, sahte davaların kabul edilmediği bir yurttur orası.

Kadim dediğinde de, sonradan var olan silinirken Allah dediğinde alem yok

olur.

Page 11: Muhyiddin İbn Arabi (r.a.) (Derleme:)

Hak şöyle der: Seni güçlükten feraha erdirmek için, sana inmeye niyetlendim,

böylece meşakkat olmaksızın sana veririz ve ihsan ederiz.

Allah'a aşık olan mutlaka O'na kavuşacağından emindir; şuraya buraya

yönelerek telaşa kapılmaz.

Çünkü bilir ki Allah zamanla ve mekanla kayıtlı değildir ki bu yüzden oraya

buraya yönelsin.

Gözlerinizi açın, akıllılığın alâmeti, dünyaya aldanmamaktır.

Kralların kapısında nöbetçiler vardır, Allah’ın kapısının avlusunda ise bahşişler

dağıtılır.

Hak bana varlığın nurunu ve müşahede yıldızının doğuşunu göstermiştir ve o

yıldız bana şöyle demiştir: Sen kimsin? Dedim ki: zuhur eden yokluk. Bunun üzerine

şöyle sormuştur: Yokluk nasıl varlığa dönüşür? Mevcut değil idiysen, var olman

geçerli olmazdı. Cevap verdim: Đşte bu sebeple 'zuhur eden yokluk' dedim. Batın

kalan yokluk'a gelince, onun var olması mümkün değildir.

Page 12: Muhyiddin İbn Arabi (r.a.) (Derleme:)

Hamd, şeyleri yokluktan ve yokluğun yokluğundan izhar eden Allah'adır.

Yaratılmışların mahiyetini, gök kuşağı ve onda renklerin yaratılmışların

suretleri gibi farklılaşmalarını gören bilebilir. Gerçekte gök kuşağında ne renklenen,

ne de renk bulunmadığını bilirsin, bununla birlikte rengi de görmektesin. Varlık'tan

ibaret Hakk'ın varlığında sonradan var olanların suretlerini müşahede etmen de

böyledir.

Bütün mevcutlar kudret güneşinin nurlarından bir nurdur. Güneş karşısında

güneş ışığı, onunla beraber olan değil, adeta bir mumdur. Bu meselenin gerçeğini

öğrendiğinde, herşeyin hali hazırda yok olucu olduğunu görürsün. Eşyanın var

olurken yok olması, tutuştuğu esnada mumun ateşinin tükenmesine benzer. Bu

örnek, yola yeni katılana anlatmak içindir; çünkü bir şeyin varlığı esnasında yok

olması yadırganır. Hakta kendisini kaybetmiş kimsenin gözünde, eşyanın yok

oluşuna gelince bunun anlamı, çok incedir ve gözle görülmez. Ehli onu remiz, ima ve

zevk yoluyla bilebilir.

Page 13: Muhyiddin İbn Arabi (r.a.) (Derleme:)

“O” Yaratan, var edendir.(Haşr-23) . Bu ayetlerde görüldüğü gibi, “O” dan

sonra yer alan isimler, “O” nu ve alemde özel olarak meydana getirilmesi istenen

hadiseleri açıklamaktadır. Dolayısıyla isimlerin tümü “O” nun tercümanıdır.

Mesela; arşı vücuda getirmesindeki hikmet, kudretini izhardır.. Zâtına bir

mahal olsun, diye değil.

Sonra, mevcudatı yaratmasındaki hikmet de; bir ihtiyaca mebni değildir.Ancak,

isim ve sıfatlarının izharı içindir..

Düşün ki, O'nun bir adı da "Gafûr" dur. Elbette bu isme bir zuhur yeri gerek..

Dolayısıyla mağfirete uğrayacak bir varlık lazım..

Herşey müftekir (Muhtaç); müstağni olan yok...Durum budur, sözün gerçeği.

Anarsam Tek, Müstağni olan diye. Anlarsın kimden söz ettiğimi. Herşey birbirine

bağlı, kaçacak yer yok. Öyleyse anlayıver sözlerimi...

Sapık kimsenin sapmasının nedeni, ulûhiyeti ilah olmayana nispet etmesidir. O

söz konusu mabuda ibadet ederken ulûhiyet sırrına ibadet etmiştir ve bu da sadece

Page 14: Muhyiddin İbn Arabi (r.a.) (Derleme:)

yüce Allah’a ait bir niteliktir. Çünkü yüce rabbimiz bu sırrın etkisini o mabuda

yansıtmamıştır. Đlahınız tek bir ilahtır. O’ndan başka ilah yoktur. Bakara Sûresi-163

Ebu Said el- Harraz’a sorulmuş:

-Allah’ı ne ile bildin?..

-Đki zıttı bir arada bulundurmasıyla, diye cevap vermiş.

Kemal ehli bütün makamları ve halleri idrak etmişler ve celalin de cemalin de

ötesine geçmişlerdir, böylece onların ne sıfatı ne de vasfı yoktur. Ebu Yezid'e "Bu

sabah nasılsın" diye sorulduğunda, "benim sabahım ve akşamım yok; sabah ve

akşam sıfatlarla kayıtlanmış olanlara aittir, benimse sıfatlarım yok."

Marifetin aslı ariflerin ulaştığı en son makamdır, yani "la-makam"dır ve Allah şu

ayette bu makama işaret eder:"Ey yesrib halkı, makamınız yok"(33:13). Bu makam

hiçbir sıfatla kayıtlanmamıştır. Ebu Yezid,"bu sanah nasılsın?" sorusuna verdiği

cevapta buna dikkat çekmiştir...

"Sabah" doğu güneşine ve "Akşam" da batı güneşine ilişkindir. Doğu güneşi

zuhura, mülk alemine ve şahadet alemine ilişkindir, batı güneşi ise örtülmeye, gayb

alemine ve melekuta aittir. Bu makamda arif, "ne doğudan ne de batıdan olmayan

zeytin ağacıdır," çünkü hiçbir vasıf bu makamın hükümlerini belirlemediği gibi, bu

Page 15: Muhyiddin İbn Arabi (r.a.) (Derleme:)

kimse de onunla kayıtlanmaz. Bu, söz konusu arifin, "O'nun benzeri yoktur"(42:11) ve

"Allah, onların vasıflandırdıklarından münezzehtir"(37:180)'e iştirakidir.

Adı sanı bilinmeyen silik bir kişi olmaktan ayrılma.

Onu gören hiçbir şey görmemiştir.

Onu gördüğümden beri Ondan başka hiçbir şey görmedim.

Şimşekler çaktı, gök gürültüleri duyuldu, esti sabâ rüzgarı/ Ya da kuzey

rüzgarları güney rüzgarları, koptu şimal fırtınaları/Yollardan, akik taşlarında söz

ettiysem tertemiz/Ya da dağlardan, hayallerden, yankılardan, kumlardan/Ya da

samimi dostlardan, göçlerden, sazlıklardan,geçitlerden/Ya da verimli topraklardan,

verimsiz topraklardan, yüklerden/Ökçeleri üzerinde kıvrak kıvrak yürüyen zarif

kadınlardan/Al gibi doğan, güneş gibi parlayan al yanaklı kızlardan/Her ne zaman

onun adının geçtiği yerleri andıysam, ya da ona benzer şeyleri/ Hep O söz konusudur

eğer anlarsan.

Page 16: Muhyiddin İbn Arabi (r.a.) (Derleme:)

Sadece Allah’a yönelmek gerekir. Đnsanlar sebeplere dayandıkları sırada Allah

onlara azap eder, çünkü sebepler her zaman yitip gidebilecek olgulardır.

Ama O’nu O’nun için zikret. Çünkü zikir Allah için, dua ise Allah katındaki

nimetler içindir.

Allah'ı bir neden için arayan kişi, talep ettiği şeye aittir ve Allah'tan aradığından

başka bir şeyi elde edemez.

Dua ibadettir, zikir efendiliktir. Dua eden, Ona ulaşır, yanına girer. Zikredense,

onun yanındadır. Dua seslenmektir. Seslenmek ise uzaklığı ifade eder.

Page 17: Muhyiddin İbn Arabi (r.a.) (Derleme:)

Korkunun sebebi zat değilse, ona itibar edilmez.

Bir kimsenin muhtaç ve muzdarip olduğunu görürsen ve sen de onun ihtiyacını

ve sıkıntısını giderecek güce sahip isen, o zaman senin malında onun da hakkı

olduğunu bilmen gerekir. Çünkü, Allah onun hakkını veresin diye onun durumunu

sana göstermiştir. Eğer o hakkı vermezsen, o zaman sorumlu olursun.

Dilenciye yedir, içir. Çünkü o, senden dilenmesi sebebiyle seni, kullarına

yediren ve içiren hakkın menziline çıkarmıştır.

Süslenmeye, güzel görünmeye dikkat et. Çünkü bu başlı başına bir ibadettir.

Page 18: Muhyiddin İbn Arabi (r.a.) (Derleme:)

Đşlediğin hiçbir ameli hakir görme. Çünkü Allah bu ameli yaratırken ve bizim

üzerimize vacip kılarken küçümsememiştir.

Alemde mutlak güzel, ayıplanan ya da çirkin yoktur, çünkü şeylerin içinde

bulunduğu yönler ve konumlar onları belli bir kayıt altına sokar. Bunun kaynağı

>>kayıtsızlık<< değil de kayıtlı olmak olduğundan, yani varoluş kayıtlı olmayı

>>gerektirdiğinden.<<

Varlık hikmetini inceleyenlerin öncü ve büyüklerinden olan Ebul Hamid Đmam

Gazâli'den rivayet edildiği üzere: Varlıkta ki birbirine olan bu münasebeti nesnenin

hakikâtini inceleyen hikmet ehlî araştırdığında o hikmeti keşf eder. Gazâli'de varlıklar

arasında münâsebetten bahseder ve o münâsebetler hakkında görüş bildirirdi. Bir

gün imam Gazali Kuddus'ta bir güvercinle karganın birbirine bitişik olarak durduklarını

gördü. Ve onlar birbirinden korkmadan ünsiyet ediyorlardı. Buna binâen Gazalî

"Karga ve güvercin yanyana durmalarında bir münâsebet vardır" dedi. Ondan sonra

eliyle onlara işaret edince birbirlerinden ayrıldılar. Onlar ayrıldıklarında her birisinin

topal oldukları görüldü. "Đşte bunların yanyana oluşlarının hikmeti topallıklarıdır"dedi.

Page 19: Muhyiddin İbn Arabi (r.a.) (Derleme:)

Hiç kimse Hakk'ı bilemedi. Bu itibarla insanlar biribirinden farklı ve mertebeleri

değişik oldu.

Nice bilgi cevheri var ki şayet açıklasam

Bana 'puta tapıcılardansın' denilirdi

Müslüman adamlar kanımı helal görür

Yaptıkları en çirkin şeyi güzel sayarlardı

Tavafta dedim ki: Nasıl tavaf ederim?

O bizim 'sırr'ımızı algılamaktan alıkonmuş

Taş benim hareketlerimi anlayamaz ki

Denildi ki: Sen kendini yitirmiş bir şaşkınsın

Nuru parıldayan Ev'e (Kabe'ye) bak!

Temizlenmiş kalpler için bu açık kılınmıştır.

O kalpler ona perde olmaksızın Allah ile bakar

Hakk'ı bir kayd ile bağlamayıp O'na mutlak olarak iman eden kimse, O'nun her

bir surette değişik bir tecelli gösterdiğini inkar etmeyip gerçekler. O kimse, Hakk'ın

bitmez tükenmez tecellilerindeki suretlerini yine Hakk'tan bilir.

Page 20: Muhyiddin İbn Arabi (r.a.) (Derleme:)

Ey Allah’ın kullarına rahmeti,

Allah seni cemadat aleminde yerleştirdi.

Ey Allah’ın evi, kalbimin nuru !

Ey gözümün aydınlığı, ey kalbim !

Ey aslında varlığın kalbinin sırrı olan,

Ey mabedim, ey aşkımın saffeti !

Ey Allah’ın Kabesi, ey hayatım !

Kalbim her sureti kabul eder oldu. Meselâ :

Ceylanlara otlak, rahiblere manastır,

Putlara tapınak, hacılara Ka'be,

Tevratın sayfaları,

Đslâm'ın mushafi oldu.

Dinim sevgi dinidir, onun kervanına yöneldim.

Sevgi dinidir dinim ve imanım.

Ben sevginin sevgilisiyim, ah bir bilseniz

Sevgi de bizim sevgilimiz ,ah bir anlasanız

Page 21: Muhyiddin İbn Arabi (r.a.) (Derleme:)

Eğer benim niyetimi anlarsanız

Yüce Allah'a hamd ediniz

Biliniz , niçin çevremdekiler sözlerimden yüz çevirdiler

Çünkü benim sözlerimi anlamaktan çok uzaktılar onlar.

Ben Kur'an ve Fatiha suresiyim

Ruhun ruhuyum, canlıların ruhu değil

Kalbim bildiğimin katında yerleşmiş

O'nu müşahede eder; dilim ise sizin yanınızda

Göz ucunla bedenime doğru bakma

Ruhunu şarkılarla beslemekten uzak dur

Zat'ın zat deryasına dal da

Gözlere açılmamış sırları gör

Ayrıca sırlar belirsizce gözükür

Manaların ruhlarıyla gizlenmiş olarak

Bize Ahmed b. Muhammed b. Ahmed anlattı; ona Hüseyin b. Ali et-Taberi, ona

Abdu'lgafir el-Farisi, ona el-Celudi, ona Süfyan, ona Müslim b. Haccac, ona Yahya b.

Yahya, ona Malik, ona Salih b. Keysan, ona Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe, ona

Zeyd b.Halid el-Cuheni şöyle rivayet etmiş:

Resulullah (s.a.v) Hudeybiye'de geceleyin yağan yağmurun ardından bize

sabah namazı kıldırdı. Namazı bitirdikten sonra insanlara döndü ve;"Rabbinizin ne

dediğini biliyor musunuz?" diye sordu. Allah ve Resulü daha iyi bilir, karşılığını

Page 22: Muhyiddin İbn Arabi (r.a.) (Derleme:)

verdiler. Buyurdu ki: "Rabbiniz şöyle dedi: "Kullarım, bir kısmı bana iman etmiş, bir

kısmı da beni inkar etmiş olarak sabahladılar. Ve onlardan "Allah lütuf ve rahmetiyle

üzerimize yağmur yağdırdı," diyenler Bana iman etmiş, yıldızları inkar etmişlerdir.

Onlardan "Şu şu yıldızın doğması veya batması neticesinde üzerimize yağmur

yağdı," diyenler ise Beni inkar etmiş, yıldızlara iman etmişlerdir."

...cisim, cisimlerin ve onların taşıdığı anlamların varlık esası, mizanın hükmüne

bağlıdır. Böylece mizan ve zamanın üzerindeki her şey, el Hakim isminin talep ettiği

ilahi ölçüden meydana gelmiştir ve onu el-Hakem ve el-Adl izhar eder. O'ndan başka

ilah yoktur.

Mizandan akrep zuhur etmiş, Allah'ın onda vahyettiği ilahi emir meydana

gelmiştir. Böylece yay, oğlak, kova, balık, boğa, yengeç, aslan, başak, koç ve ikizler

meydana gelmiştir.

...Bunlar kendilerinde genel-maddi bir keramet zahir olduğunu fark ettikleri

anda, ondan kaçınıp Allah'a sığınırlar. Allah'tan bu kerameti normal adetlerle

örtmesini dilerler. Ki halkın genelinden, kendilerini ayrıcalıklı kılan bir farklılıkla

belirginleşmesinler. Đlim hariç. Çünkü ilimle temayüz etmek istenen bir şeydir. Đlimle

temayüz etmek insanlık için yararlıdır. Đlim kerametlerin en yücesidir…

Page 23: Muhyiddin İbn Arabi (r.a.) (Derleme:)

“Allah yücedir.” Sonsuz yücelik ve azamet sahibidir. Öyle ki yüceliğinin ve

azametinin ölçüsünü bilmek, bir ölçüyle sınırlandırmak mümkün değildir. Mülkünde

işini bozacak kimse yoktur. O her şeyden yücedir, mülkünde iradesi ve kudreti

doğrultusunda tasarrufta bulunur. Kimse O’nun adaletini de etkisiz kılamaz. O her

şeye hakkını, hikmeti doğrultusunda eksiksiz verir. “Acele etme…” zevkin son sınırına

ulaşmak maksadıyla heyecanla uyanan şevkten dolayı ledünni ilmi cem

mahzeninden almak için acele etme. “Önce…” onun sana varit olmasına

hükmedilmesinden ve sana ulaşmasından önce acele etme. Çünkü ilim ve hikmetin

nüzulü, senin kabiliyet açısından kaydettiğin yükseliş mertebelerinin terettübüne

bağlıdır. Đstemekte, feyizlenme hususunda aşırı talepkâr olma. Çünkü feyiz

tükenmez. Arınma, yükseliş ve güzelliklerle bezenme hususunda artış kaydetmek

suretiyle feyizde artışı talep et.

Daha fazlasını istemek, ancak hal duasıyla ve istidat diliyle olur; kabul imkânı

oluşmadan bir an önce istemekle, talep etmekle olmaz. Her öğrendiğin, bildiğin şeyle

birlikte, ondan daha yüce ve daha gizli olanını kabul etme yeteneğin artar. Adem (a.s)

kıssası ve bu kıssanın tevili daha önce birkaç kere geçti. “Şimdi burada senin için ne

acıkmak vardır, ne de çıplak kalmak.” Çünkü ruhani âlemde maddi giysilerden arınma

esnasında zıtların çatışması söz konusu olamaz. Aynı şekilde, fesada yol açan

bezenme de gerçekleşmez. Bilakis nefis, tükenmesinden ve yok olmasından endişe

duymadan, emin olarak maksadın gerçekleşmiş olmasıyla lezzet alır.

Bütün bu incelikleri ancak; Allah ve Rasûlü'nün yolunda ittibâ edenler Allah ve

Rasûlü'nün bildirdiklerine çelişmeyecek tarzda anlatanlar idrâk edebilir.

Allah Celle ve Alâ; «Ben, kâinatı, arşı, insanı ve bütün varlıkları yarattım»

diyor. Hayır efendim, "âlemde hiçbir şey yoktur, yalnızca ALLAH mevcuttur..." veya

"Allah âlem'in bâtınında ve zahirinde görünmektedir.." denilebilir mi?.. Tâbi ki Hayır!.

Ancak, >>varlık Allah'ın sıfatlarının gölgesidir<<.. >>Dolayısıyla<<, âlemde Allah'ın

Page 24: Muhyiddin İbn Arabi (r.a.) (Derleme:)

"El- Bâtın" isminin tecellisi batini ve "Ez-Zâhir" isminin tecellisi zahiri olmak yönüyle,

âlem'in batini ve zahiri özellikleri >>o isimlerin hakikâtlarinde<< >>sabit olan<<

hakikâtlarıdır. Ayrıyetten şunu da belirtmekte fâide vardır. Zira Esmalar Uluhiyet

Makamında her birisi diğerinin aynıdır. Đşte bu cihetle "Vahdet-i Vücûd" denmektedir.

Yani, Esma ve Sıfatlar, >>Zât-i Đlâhinin varlığında<< her biri bir >>diğerinin aynıdır.<<

Orada isimlerde taaddüt yoktur. Ve Zâtta bütün Esmalar birbirinin aynıdır. Âlemde ki

tecellilere gelince, bu varlıkların istidadına göre açığa çıkmaktadır. Öyle ise, varlıkta

açığa çıkan isim ve Sıfatların özellikleri Hak'kın isim ve Sıfatlarının aynı değildir.

Meselâ; insanda açığa çıkan ilim Hakkın Đlim Sıfatının tecellisidir, fakat Hak'kın ilmi,

diğer bütün Sıfatların aynı olduğu gibi Ezelî ve Ebedi'dir, >>fikir yoluyla elde edilmiş

değildir.<< Bizim ilmimiz ise, sonradan olma olduğundan Ezelî ve Ebedî değildir.

Ayrıca bizde açığa çıkan ilim, bizim diğer sıfatların aynı da değildir. Şayet, "bizden

açığa çıkan sıfatlar ve özellikler Hakkın Sıfat ve özellikleridir" dersek Hakkı kayıt

altına sokmuş oluruz.. Bu da apaçık olarak Tevhîd'e aykırıdır. Zât-ı Đlâhî'yi kayıt altına

aldıktan sonra tenzîh'in ne anlamı kalır...???!!!

Akıllı kimse, nefsini kendisi için gerekli olan şeylerle uğraştırır, ötesine

geçmez. Çünkü insanın ömür süresi kısa ve nefesleri de sayılıdır. Geçen zaman bir

daha geri gelmez. Bil ki, Allah, Tek Đlâhtır. O'ndan başka ilâh yoktur. Bundan sonra

da O'nun mahiyetine, kemiyetine ve keyfiyetine dalmaya kalkma. Đman yolundan

ayrılma. Allah'ın sana farz kıldığı şeylerle amel et. Sabah akşam Rabbini, O'nun

senin için belirlediği zikirlerle an. Allah'tan korkup sakın. Eğer Hak teala, kendisini

bilmeyi sana bahşederse, bu, yararlı nurdur ki, kalbin onunla hayat bulur, onun

sayesinde fikirlerin ürettiği şüphe ve kararsızlık karanlıklarından kurtulursun. Bütün

Resuller ve Nebiler, Resullerin takipçileri muttaki keşif ehli zatlar Allah ile ilgili ilimleri

hususunda ihtilaf etmemişlerdir. Çünkü aynı kaynaktan gelen nurlardır. "Eğer o,

Allah'tan başkası tarafından gelmiş olsaydı onda birçok tutarsızlık bulurlardı." (Nisa,

82)

Page 25: Muhyiddin İbn Arabi (r.a.) (Derleme:)

Đlim hakkında niye bu kadar çok beyanatta bulunduk. Zira, ilmin makamı

hakkında kendilerinde cehaletin gâlib geldiği ve heva-ı nefsin kendileriyle oyun

oynadığı adedleri sayılmayacak kadar kimseler bu zamanda türemeye başladılar.

Hattâ onlar; ilmin perde olduğunu söylerler. And olsun!..Onlar, söylemiş oldukları bu

şeye inanıyorlarsa farkında olmadan doğru söylemişlerdir. Evet!. Đlim, kalbi gafletten,

cehaletten ve ilmin zıttı şeylerden engelleyen büyük bir perdedir. Öyle ise, ilim

hakikâte ulaşmaya kesinlikle engel değildir. Ancak, Đlimle gururlanılmadığı müddetçe.

“Onlar, boş söz işittikleri zaman…” kemalatı kabul etmeye engel fuzuli sözler

işittikleri zaman onu dinlemekte ısrar etmezler, dönüp giderler. Çünkü onlar muvahhid

velilerdirler, enbiya değildirler. “Size selam olsun.” Allah, sizi hakkı kabul etmeye

engel olan hastalıklardan, afetlerden korusun, selamette kılsın. “Đstemeyiz” sohbetini

“kendini bilmezlerin.” beyinsizlikle ve katmerleşmiş cehaletle kendilerini

kaybedenlerin arkadaşlığını arzu etmeyiz. Çünkü onlar bizim arkadaşlığımızdan

faydalanmazlar, bizim yol göstericiliğimizi kabul etmezler. “Sen sevdiğini hidayete

erdiremezsin.” Hidayete ermesini istediğin kişiyi doğru yola iletemezsin. Çünkü sen

sevdiğin kimsenin haliyle ilgilenirken onun istidadına muttali değilsin. Sadece

aranızda hemcinslik ya da bedensel akrabalık vardır. Bu asli bir akrabalık, yakınlık

değildir. Ya da aranızda hakiki ruhsal bir arkadaşlık yoktur, sadece arızi bir

arkadaşlığınız vardır. “Bilakis, Allah dilediğine hidayet verir.” Đnayet ehlinden dilediği

kimseyi doğru yola iletir “ve hidayete girecek olanları en iyi o bilir.” Hidayete yatkın

kimseleri O bilir. Çünkü onların istidatlarından haberdardır, onların kalplerinin üzerine

mühür vurulmadığını ancak O bilir. “Đşte o gün onlara bütün haberler körleşmiştir.”

Küçük kıyamette hakikâtler onlardan gizlenmiş ve karışmıştır. Çünkü onlar

perdelenmişlerdir ve körler gibi başkalarının yanında yer almışlardır. Bu köklü cehalet

Page 26: Muhyiddin İbn Arabi (r.a.) (Derleme:)

her iki hayatı da kuşatmıştır. Nitekim, “Bu dünyada kör olan kimse ahirette de kördür.”

(Đsra, 72) buyrulmuştur. “Onlar birbirlerine de soramayacaklardır.” Çünkü

konuşmaktan aciz olacaklardır, ağızlarının üzerine mühür vurulmuş olacaktır.“Fakat

tevbe eden…” gözünü bağlayan, kalbinin ve istidadının üzerini örten nefsinin

sıfatlarından uzaklaşan ve ilim yoluyla gaybe iman edip “ … yapan …” erdemlere

bürünmek, hayır ve faziletler edinmek için “ iyi işler” salih ameller işleyen kimseye

gelince “onun kurtuluşa erenler arasında olması umulur.” Kalp makamı aracılığıyla

nefis makamından arınmak ve hayat perdesinden sıyrılıp fıtrata dönmek suretiyle

kurtuluşa erenlerden olması ümit edilir.

Ey Kardeşim! Bu, kendime ve sana yaptığım bir nasihattir. Çünkü seni de

kendim gibi gördüm ve Allah için seni sevdim. Đnsaflı tutumunu beğendim, seninle

birlikte olmayı tutkuyla arzu ettim. Bu gün de senin yanında olmayı, sana nasihat

etmeyi, senin beni kınamanı, benim de seni kınamamı, böylece Allah için iki dost olup

ölünceye kadar birbirimizi sevmeyi arzu ettim. Seni ne çok seviyorum! Ne kadar derin

bir şefkat besliyorum sana karşı! Allah senden razı olsun. Gerçekten senin yanında

olmayı istedim. Nitekim Ebu Muhammed Yahya b. Ebu'l Hasan (r.a) bize şöyle

rivayet etti: bize Ebu'l Feth Abdulbaki b.Ahmed b. Selman anlattı, ona Ebu'l Fadl

Ahmed b. Hüseyin b. Hayrun anlatmış. O, Ebu Ali el-Hasan b. Ahmed b. Đbrahim b.

Şazan'dan duymuş. Ona Ebu'l Hasan b. Abdulaziz el- Harazi anlatmış. O, Ebu'l Hafs

et-Tunisi'den duymuş. O na da Ebu Ma'bed anlatmış ki: Bilal b. Said'in şöyle dediğini

duydum: Đsrailoğullarından iki kardeş tenhalarda ibadet etmek üzere birlikte yola

çıktılar. Yolun bir yerinde ayrılmaları gerekti. Biri diğerine dedi ki: Sen şu yolu tut, ben

de şu yolu tutayım. Bir senemiz dolunca, burada buluşalım. Böylece ibadet etmek

üzere yola çıktılar. Ertesi sene söyledikleri yerde buluştular. Biri diğerine dedi ki:

Đşlediklerin içinde en büyük günah hangisidir? Şöyle cevap verdi: Yolda yürürken bir

başak gördüm. Sağımda ve solumda iki tarla vardı. Başağı tarlalardan birine attım.

Ama başağın, attığım tarlaya mı yoksa diğerine mi ait olduğunu bilmiyorum. Sonra

diğeri soruyu soran kişiye sordu: Peki senin işlediklerin için en büyük günah

Page 27: Muhyiddin İbn Arabi (r.a.) (Derleme:)

hangisidir? Şu karşılığı verdi: Bilmiyorum; ama namazda bazen şu ayağıma bazen de

şu ayağıma ağırlığımı veriyorum. Đki ayak arasında adil davranıyor muyum,

davranmıyorum, bilmiyorum? Evde bulunan babaları konuştuklarını duydu. Şöyle dua

etti: Allah'ım! Eğer doğru söylüyorlarsa, hemen şimdi canlarını al. Sonra dışarı

çıktığında iki oğlunun ölmüş olduklarını gördü.

Đşte böyle, ey dostum! Allah ehlinin buluşmaları ve konuşmaları kusurlarını

zikretme ve kendilerine karşı insaflı, dürüst davranma şeklinde olur. Birbirini övme

hususunda insaflı davranma şeklinde değil. Hapishanede ancak oranın havasına

uygun şeylerden söz edilir. Vefat edip rahmet mekanına yerleştiğin ve amellerinin

semeresini devşirdiğin zaman, bu güzellikler yurduna uygun şeylerden ve kendi

güzelliklerinden söz edersin. Ama burada değil. Çünkü burası imtihan, kazanma ve

edinme yurdudur. Burada insan, Nebi olsun veya olmasın kanının mahkumudur. Kanı

da ancak öldürülme ile çıkar. Eğer sana karşı nazik davranma gereğini

duymasaydım, konuşmalarımız, değişmez ve çıplak hakikatler ışığında, zindanın ve

mahkumların mertebeleri ile ilgili olurdu. Aramızda geçen bu konuşma yeter. Allah

biliyor; eğer sana duyduğum sevgi ve içimde sana karşı beslediğim saygı olmasaydı,

bunların hiçbirini sana söylemezdim, adını anmazdım ve seni Allah'ın diğer kulları

arasında ihmal edilmiş bırakırdım. Ama Allah beni ve seni ruh, beden, mana ve şekil

olarak tanıştırdı. Bu yüzden sana, ancak açık sevginin, saf ve sahih dinin gerektirdiği

biçimde hitap edebiliyorum. Fakat senin faziletin, kendi tarikatında ileri oluşun benim

nazarımda meşhurdur.

Her bilenden daha üstün bir bilen vardır.

O, dilediğini rahmetine özgü kılar.

Allah büyük lütuf sahibidir.

Bu gün seninle Allah için arkadaşlık edecek çok az kişi bulunur. Senin bu zamanında

arkadaşlıkların çoğu şu amaçlar yüzünden ve de arzuların hakimiyetinin iyice

pekişmesinden dolayı maluldür. Allah'ın kulları o kadar az ki! Bu anlamda kaleme

aldığım beyitler var. Onları aşağıda sunuyorum:

Şu muhkem varlığa bak

Bizim varlığımız ise işaretlenmiş bir rida gibidir.

Halifelerine bak, mülklerinde

Kiminin dili açık, fasih konuşur, kiminin anlaşılmaz

Page 28: Muhyiddin İbn Arabi (r.a.) (Derleme:)

Onlardan Đlahını seven yok;

Ancak dirhem sevgisine bulaştırarak severler.

Bu yüzden: şu marifetin kuludur, şu

Cennetin, şu da cehennemin kuludur, denir.

Çok çok azı müstesna. Onlar

Vehim türünden olmaksızın Onunla sarhoşturlar

Onlar Allah'ın kullarıdır, onları bilemez

Ondan başka hiç kimse.

Nimetin kulları değildirler...

Allah için arkadaşlık ettiğinin belirtisi sana nasihat etmesi ve açıklandığı zaman

hakkı kabul etmesidir. Şayet kabalığı varsa dahi, bunun, ona veya sana mutlaka bir

faydası vardır.

Sana, yerine getirmen durumunda mutlu olacağın bir şeyi tavsiye eden kişi

Allah tarafından sana gönderilmiş bir elçidir.

Furkan (hak ile batılı ayırma) ile sonuçlanmayan takvaya itibar edilmez.

Page 29: Muhyiddin İbn Arabi (r.a.) (Derleme:)

Yine de sen bu şekil ve kalıp ulemasını taklit etme; ama ona muhalefet de

etme.

...Ve hiç kimsede Allah’tan bir şey yoktur. Ve herbir kimsede, suretler ne kadar

çeşitli olursa olsun, kendi nefsinden gelenden başka bir şey yoktur...

...Ya Rabb, beni bağışla [gafr]!.. Yani, beni ört; ve benden dolayı ört! Ve senin,

Allahın kadrini hakkıyla bilmediler [Enam Suresi, 6/91] sözünde kadrin bilinmediği

gibi, benim de makamım ve kadrim bilinmesin!..Ve ana-babamı da ört.. ki ben onların

sonucuyum; ve onlar akıl ve tabiattır ..Ve benim evime.. yani kalbime ..giren kimseyi

de mümin olarak ört.. yani nefslerin içeriden söyledikleri olan kalbime gelen ilahi

haberleri tasdik edici olarak gireni ört. Ve akıllar olan ..mümin erkekleri.. ve nefsler

olan ..mümin kadınları.. da ört.Ve karanlık örtülerin arkasında gizlenen ve gayb ehli

olan ..zalimlerin ancak helakını artır...

Bazen kimi guruplar uluhiyeti mutlak olarak onlara nispet etme anlayışından

sıyrılarak gizli yönü düşünmeye başlamış ve bunlara, sırf bizi Allah’a yaklaştırsınlar

diye kulluk ediyoruz, demişlerdir. Böylece onları perdeler ve vezirler gibi görmüşlerdir.

Allah’a sığınırız bu tür anlayışlardan… Eğer bu guruplar, bu yönü onların nefsinde

görebilmiş olsalardı, uluhiyete bir dıs varlığın şahsında kulluk sunmazlardı. Bilakis

uluhiyetin kendisine kulluk ederlerdi.

Page 30: Muhyiddin İbn Arabi (r.a.) (Derleme:)

Bizim dediğimizin özü şudur: Kulluk sunulan mutlak varlık uluhiyettir, varlıklar

değil.

(Halis kul:) Kul Allah'tan başka birisine ibadet etmezse, sadece Allah'a kul

olmuştur.

Bil ki, rububiyete iman hidayeti artırır. Uluhiyete iman ise hidayetin kendisidir.

Bir gün senin ağladığını görmüş. O ve orada bulunup ağladığına tanık olan

başkaları, ağlamanın sebebini sormuşlar. Sen su cevabı vermişsin:

…“Otuz seneden beri inandığım bir mesele vardı. Biraz önce karsıma çıkan bir

delil sayesinde bu meselenin benim inandığım gibi olmadığını anladım. Bu yüzden

ağlıyorum. Simdi oluşan kanaatimin de önceki gibi olmasından korkuyorum!..”

Bu senin sözündür. Aklın ve fikrin mertebesini bilen bir kimsenin sükunet

bulması veya rahat etmesi imkansızdır. Özellikle Allah’ı bilme hususunda. Kişinin

Allah’ın mahiyetini gözlemle, ilmi nazarla bilmesi imkansızdır.

Page 31: Muhyiddin İbn Arabi (r.a.) (Derleme:)

Allah, aklın fikri ve nazarıyla kendisini bilmesinden münezzehtir…

"Biz, tek cümleden fikre karşı çıkıyoruz. Çünkü fikir, karışıklık ve doğruluktan

uzaklaşma şeklinde sonuç verir. Geride tek şey kalıyor, o da ilme ancak keşif ve

varlık yoluyla ulaşılmasıdır. Fikirle meşgul olmak perdedir. Bizden başkaları buna

karşı çıkar. Ama >>Allah'ın tarikatının ehli<< olanlardan hiç kimse buna karşı çıkmaz.

Tersine karşı çıkanlar, hallerle ilgili zevkleri olmayan şekil ulemasından oluşan nazar

ve istidlal ehli olanlardır. Eğer Eflatun-i ilahi gibi filozoflarınkine benzer hal zevkleri

olsaydı, böyle davranmazlardı. Eflatun gibiler ise pek nadirdirler. Onun da tıpkı keşif

ve vücut ehlinin çıkış yerine benzer bir çıkış yerinden hareket ettiğini görürsün.

Müslümanlar içinde ondan hoşlanmayanların bu tutumlarının nedeni, felsefeye nispet

edilmiş olmasıdır. Çünkü bu Müslümanlar felsefe kelimesinin anlamını bilmiyorlar.

Hukema, gerçek anlamda Allah'ı bilen, şeyleri ve bu bilinen şeylerin menzillerini

kavrayan kimselerdir (…) Filozofun anlamı "hikmeti seven" demektir. Çünkü "sofiya"

Yunancada hikmet demektir. "Filo" ise sevgi demektir. Dolayısıyla felsefenin anlamı,

hikmet sevgisidir. Aklı olan herkes hikmeti sever. Ancak fikir ehlinin ilahi hakikatlerle

ilgili yanlışları doğrularından daha fazladır. Đster filozof olsun, ister mutezili olsun, ister

eşari olsun, ister nazar ehli gruplarından birine mensup olsun. Dolayısıyla filozofları

sadece isimlerinden dolayı yerilmiş değildirler. Bilakis, kişisel görüşlerine hüküm

verdikleri için, ilahi ilimler alanında yaptıkları hatalardan, Resullerin (a.s) getirdikleri

bilgilere muhalif şeyler söylemelerinden dolayı yerilmişlerdir. Çünkü bozuk fikirleri

nübüvvet ve risaletin aslına dair yanlış kanaatlere sahip olmalarına sebep olmuştur.

Neticede dayandıkları temel yüzünden mesele zihinlerinde karmaşık bir hal almıştır.

Eğer hikmeti sevdikleri sırada, onu Allah'tan isteselerdi, fikir yoluyla hikmet elde

etmeye kalkmasalardı, her hususta doğruyu bulabilirlerdi. Felsefecilerin dışında kalan

mutezililer ve eşariler gibi Müslüman fikir ehline gelince, bunlar Đslami geçmişe

sahiptirler, onlar hakkında verilecek hüküm de Müslümanlıkları yönündedir. Sonra

kendi anlayışlarına göre islamdan uzaklaşmaya başladılar. Bu yüzden temelde

isabetli, ama tevillerine göre açıkladıkları teferruatlarda ise hatalıdırlar…"

Page 32: Muhyiddin İbn Arabi (r.a.) (Derleme:)

…Burada sayıların bir olduğunu görürsün; ama mertebelerde bir seyre çıkmış

olarak. Bu yolculukta sayıların objeleri belirginleşir. Bu makamda birlikten söz eden

kişinin ayağı kaymıştır. Çünkü birin vehmi mertebelerde yolculuğa çıktığını ve

mertebelerin farklılığına bağlı olarak farklı isimlerle anıldığını görmüştür. Bu yüzden

sayıların ancak bir olduğunu düşünür. Bu yüzden birlikten söz eder. Oysa sayı

ismiyle zahir olduğu zaman zatıyla zahir olmaz; kendine özgü mertebesi hariç. Bu

mertebe, vahdaniyet makamıdır. Bu makamın dışındaki bir mertebede zatiyle zahir

olduğunda, ismiyle zahir olmaz. O zaman bu mertebenin hakikatine uygun bir isimle

anılır ve ismiyle fena bulur. Ama zati ile bakî kalır. Bir dediğin zaman, bu ismin

hakikatiyle başka her şey yok olur. Đki dediğin zaman, bu mertebede bir zatın

varlığıyla zahir olur, ismiyle değil. Ve ismi de zatının bu mertebesinin varlığıyla çelişir.

Keşfin ve ilmin bu dalını insanların büyük kısmından gizlemek gerekir. Çünkü yüksek

seviyesi nedeniyle ona bütünüyle dalmak uzak bir ihtimal ve dalıp da mahvolmak

yakın bir ihtimaldir.

Esas makamlara kavuşmak, ancak nefsin tezkiyesi, kalbin safiyeti, ruhun

parlatılması ile olur...Ne var ki...- Asıl gaye, ruhun parlatılmasıdır...Ruhun, mana

halinde tam bir şekilde nurla parlaması için, kalb, safiyetini bulması gereklidir. Bu iş,

kalbin bütün yabancı unsurlardan temizlenmesine bağlıdır. Kalbin anlatıldığı gibi

olması ise...Bilesin ki!..Ancak nefsin tezkiye yolu ile temizlenmesi sonunda olur....Đşbu

nefsin tezkiyesi ile...gerekli olan bir iş için mukaddime sayılır...Meşayihten bazı zatlar,

şu fikirdedir: - Nefsin tezkiyesi, ancak kalbin safiyeti bulmasının bir sonucu olarak

hâsıl olur..Çünkü: Bir kimse, her şeyi bırakıp nefsinin temizlenmesi işi için

uğraşırsa...Ki... bunu tam ve kemalli bir şekilde elde edemez... Olması mümkün olsa

Page 33: Muhyiddin İbn Arabi (r.a.) (Derleme:)

dahi...uzun bir zamana bağlıdır ki, ömür yetersizdir..Amma, bir kimse, nefsinden çok

kendini kalbinin safiyetini elde etmeye verirse... bunu kısa bir süre içinde elde

eder...Nefis de, kalbe tabi olarak hemen ıslah olup temizlenir...Tezkiye halini bulur...

Ruh nur, doğa karanlıktır.

O’nu bilme hususunda ruhunun payına düşeni verdiğin gibi, O’na ibadet etme

hususunda bedeninin payına düseni de ver.

Kendi iç alemine ve kendisiyle birlikte namaz kılan meleklere imamlık ettiğinde

–ki sahih bir hadiste belirtildiğine göre, namaz kılan kişinin arkasında melekler

namaza durduklarından, namaz kılan herkes imamdır– bu kişi için resul rütbesi hasıl

olur ve bu rütbe Allah’ın vekili olmaktır [niyabet]. “Semi Allahu limen hamideh” (Allah

hamdedeni işitir) dediğinde, kendi nefsine ve arkasındaki meleklere, Allah’ın işitmiş

olduğunu haber verir ve kendisiyle birlikte orada bulunanlar, “Rabbena ve lekel

hamd” (Ey Rabbimiz, hamd sana mahsustur) karşılığını verirler. Çünkü hiç kuşkusuz

Allahu Teala, kulunun diliyle, “Semi Allahu limen hamideh” buyurmuştur (Hadis).

Öyleyse namazın rütbesinin yüceliğine ve namaz kılanı nereye götürdüğüne bir bak!

Page 34: Muhyiddin İbn Arabi (r.a.) (Derleme:)

Et-Telvin: Kulun hallerinde intikal edişi. Bir çoğuna göre bu eksik bir makamdır.

Bize göre makamların en mükemmelidir. Kulun bu makamdaki hali yüce Allah'ın şu

sözünde işaret ettiği hal gibidir: "Külle yevmin huve fi şe'n: O her gün yaratma

halindedir."

Et-Temkin: Telvin halinde yerleşiklik kazanma demektir bize göre. Bazılarına

göre ise vusul ehlinin halidir.

Allah ilmi sadece sevdiğine, hali sevdiğine ve sevmediğine verir. Çünkü ilim

sabit, hal gidicidir.

Sevgi her şeyin tabi olduğu bir sultandır.

Page 35: Muhyiddin İbn Arabi (r.a.) (Derleme:)

Mürid, istediği her şeyi Kur'an'da bulmadıkça mürid olamaz.

Ahlaktan yoksun tasavvufa itibar edilmez.

Sevme zamanı varolma zamanıdır

Kavuşma zamanıdır, yiyiniz içiniz

Peki o büyük aşk nerede, o unutulmaz dert ?

O büyük tutku? Kafanız karışmadı mı, aklınız nerede ?

Giysisi tertemiz sevgili öylesine örtülü ki

Hiç kimseye hiçbir şeye benzetilemez ki O.

Yazıklar olsun!!! Yazıklar olsun!!! Đnsanla oyun oynayacak.

Artık böyle asırların kendisini oyuncak yaptığı kimseyi seherde doğan

yıldızların vaktinde riâyet etmesi gereken amellerinden, bakirelerle oynaşması, güzel

Page 36: Muhyiddin İbn Arabi (r.a.) (Derleme:)

kokulu çiçeklerin kokusunu koklaması, meyvelerin özlerinden lezzet alması, kuşların

nağmelerini dinlemesi ve makyaj yapan kızlarla müzik yaparak dönüşüm yapması,

hakikâtten meşgul ederek onu her şey'den engeller. Böylece böyle olan herkes

sapıtarak şaşkın hâlde kalır. Herkes kaçmaktan şikâyetçi oldu.. Hakîm-i Mutlak'ın

san'atının ve Cebbarının sibğasının nuruyla parlayan Đftar hilâli gözüktü. Öyle hilâl ki

parlayan bileziğin yansı gibidir. Hilâl ve Dolunay'ın devranı ve onların çizdiği çizgileri

feleğin ortasıdır. Asıllarının kuvvet yerlerinde gelip-gitmeleri karşı karşıya gelir, O

asıllarında ki güç tek yönlüdür. Ve Dolunay ve Hilâl Ay'ın ortasında varlıklarında asıl

olan yerde bir hizaya gelip birleşirler, Dolunay ve Hilâl ateş ve sudur. Ateş ve Su ise,

ancak merkezlerinde aslî unsurlarda ehemmiyetli bir şe'nden ötürü karşılaşıp

birleşirler. Onların birleşimleri büyük bir hükümdür. Ateş harb için alevlendi. Eserleri

taleb etmek için alevleri sür'atlendi. Ve, alevler, bazen mağaranın sağ bazen de sol

taraflarına meyi ederek mağrada mazinin tercübesizlikleriden oluşan boş nesneleri

gösterdi. Orada esareti kabul edenleri sağlam bir tarzda bağladı.. Helak olmak

kâfirlerin sahasına bu sebebden ötürü kondu. Ehlinin zilletinden ötürü paraya karşılık

kendisinde sulh yapılan yurdun akibeti ne kötü akibettir. Đmân ışıklar yayarak o yeri

aydınlattı. Israrın düğümleri bu vesile ile çözüldü. Aslan ve ceylan imân nuru ile

dostlaştılar. Öyle nûr ki, onun tesiriyle ceylan kurttan uzaklaşmıyor. Kurt'da onun

tesiriyle ceylan'a karşı komşuluk hukukuna riâyet etti. Đmân nurunun tesiriyle muhsin

kullar, maddi ve ma'nevi faideleri elde etmekte başkalarını kendi üstlerine tercih

etmek ahlakıyla ahlâklandılar. Đmân nurunun bu tesirleri itibariyle Mukarribinin seyiati

Ebrar'ın hasenatı olmaya intikâl etmiştir.Evet!. Evet!. Sebat, seçilenlerin yüksek

zirvelerde ki en hayırlı evleridir, öyle seçkinler ki, onlar arınma vadisinin ortasında

otururlar. Peyderpey nadir vaki olan olaylar ve yaygın haberler sağlamlaştı.

Duraklamanın kendisine meşakkatli gelmeyen seyyarlardan bir hatib emr-ı ilâhi ile

kâim oldu. Hürlük ve köleliğin sırlarını açıklayıcı olarak bizleri da'vet etti.

Tefekkür edenler ve herşeye ibretle bakanlar nerede? Sabah olunca ayan ve

ağyarın karanlıkları kayb olup nurlar belirtir. Artık o karanlıkları çirkin serlere konar.

Ay, ne zaman bilezik gibi yusyuvarlaklaşır ondan nice sırrlar zahir olur., öyle sırlar ki,

çizilmiş olan eserlerin tamamını siler, öyle çizilmiş eserler ki, onlar görüş ve yeşermek

için ölçüdür. Öyle ölçüler ki yükseklerde sabah akşam ışık yayan büyük bir fenerdir..

Abd-ı Muhtar, inkârı istimal etti.. Düşünceler onu seyyar ve mukim olmak arasında

sevk etti.. Bu hâl üzere intizarı uzadı. Artık ihbarlar o halde hibe edildi. Hibe edilen

ihbarlardan bir azı güneşin yükseliş vaktinde nuzûl eder etmez hemen âlemde inkâr

Page 37: Muhyiddin İbn Arabi (r.a.) (Derleme:)

vaki olup perdeler kaldırıldı. insanla Hak arasında vaki olan varlık perdeleri

kaldırılınca insanın teslim olmasını iltizam eden Dolunay nûr'lanarak doğdu. Böylece

varlık âleminde olanların tamamı müjde hilâlini ve Melik-ı Kahhar'ın Resullerini iza'n

ettiler.

...Bunlar, cahillerin irşadından ne zaman ümidsizleştiler işi Allah'a havale

ettiler. Ve kendileri her şeyden yüz çevirdiler. Yalnız Allah'a yakîn olmaya vesile

olacak amellerle iştigal ettiler. Böylece şer'an cahillerden yüz çevirdiler ve hakikaten

de selâmeti buldular...

Hakka uyana da muhalefet edene de merhamet et. Çünkü bu durumu taksim

eden O’ dur. Kafir, mü’mine merhamet ettiği zaman, Allah, onun azabını hafifletir.

Mümin kafire merhamet ettiği zaman, Allah onun ödülünü eksiksiz verir.

Kıyamet günü nesebini bilerek, akrabalarını göstererek, rahmi aracılığıyla

Rahman'a ulaşmış olarak gelen bir adamla, bütün bunları bilmeden, yabancılığa ve

münasebetlerin uzaklığına inanarak gelen bir adam arasında ne büyük bir fark vardır.

Eğer bu kimse, hayrı bilseydi, babası onun yanında Adem menzilinde, kendisi de

Adem'in oğlu konumunda olurdu. Yani babasını Adem gibi görürdü. Ama böyle

kimselere bu akrabalık mutluluk vermez. Ama yanlış bir tutumdur bu. Bana göre bu,

Page 38: Muhyiddin İbn Arabi (r.a.) (Derleme:)

bir zevktir ve ben bunu Mekke'de babamız Adem adına yaptığım bir Umre’de tattım.

Bu husus bana bir müjde olarak zahir oldu ki, bazı insanlar da hem bizim hem de o

gece benimle beraber Adem adına Umre etmelerini emrettiğim cemaat ile ilgili olarak

müşahede ettiler. Burada ilahi yakınlık, göklerin kapılarının açılması, bu cemaatin

yükselişi, mele-i a'lada ağırlanıp konuk edilmeleri gibi haller yaşandı. Ki gördükleri

karşısında dilleri tutuldu, akılları başlarından gitti. Çünkü Adem ile aramızdaki

akrabalık, ehlullah olan bir çok insan tarafından unutulmuştur. Sıradan insanlar da

hayda hayda unutmuşlardır. Allah'a hamdolsun, Adem'e karşı akrabalık görevimi

yerine getirdim. Sebebimle bağımı kurdum ve bu geleneği ben başlattım. Kuşkusuz

bu, ilahi bir tevfiktir. Daha önce kimsenin böyle bir yol izlediğini görmemiştim ki onun

yolunu izleyeyim. Nimetlerinden dolayı hamdettim. Ancak ilahi neseb sayesinde bu

gerçeği keşfedebildim…

...onlar (Vera sahipleri) melekleri yaralamaz. Babaları Adem hakkındaki

suçlama nedeniyle onlara sataşmadıkları gibi meleklerin karşısında saygılı

davranırlar. Üstelik Hakkın mertebesini tercih edip doğru bilgiye ulaşmaları nedeniyle

melekleri mazur sayarlar...

Yokluğuna dön; çünkü yokluk senin kadimliğinin niteliğidir ve Allah onda

senden razıdır. Hakka itaat edip de ölen kimse ölmemiştir.

Page 39: Muhyiddin İbn Arabi (r.a.) (Derleme:)

Senin halka dönük bir zahirin, hakka dönük bir batının vardır. Hak ne zaman

senin zahirinde zuhur ederse, halk nezdinde ki saygınlığın ortadan kalkar.

Bu senin için mutluluktur. Çünkü seni hak ile baş başa bırakmış olurlar.

Kul Hakkın nezdinden ayrıldığında, ona hizmet edilir ve saygı gösterilir. Hakkın

yanına girdiğinde, çok özel kişilerden başka kimse onu bilmez, saygı göstermez.

Hak onu terbiye etmiş, halk da onu yalnız bırakmıştı. Ay’ı tutulmuş, kaderi

sinmişti.

Kimse ona bakmıyor, aldırmıyordu. Sevenleri onu terk etmiş, arkadaşları ona

öfke besliyorlardı. Allah dilerse bu, onun için bir arınma ve temizlenme vesilesiydi, ki

her şeyi bilen ve her şeyden haberdar Allah’ın yardımıyla varoluşunu gerçekleştirsin.

Aslından ayrılıp çıkan gariptir. Gurbetin acısı da şiddetlidir.

Page 40: Muhyiddin İbn Arabi (r.a.) (Derleme:)

Bedbaht insan ahirette gariptir, mutlu insan da dünyada gariptir. Ne mutlu

gariplere. Aslından ayrılıp çıkan gariptir.

Üç diyen değil, Allah üçün üçüncüsüdür diyen kafir olmuştur. Şayet Allah ikinin

üçüncüsüdür demiş olsaydı doğru söylemiş olurdu. Allah'ın üçüncüleri olduğu iki kişi

hakkında ne düşünebilirsin ki? Allah onların üçüncüsü olmakla, hicret ederken

mağarada onları koruduğunu kast etmiştir.

Nasihat edip doğruyu söylemeye devam ettikçe, alem-i imkanda dostum

kalmadı.

Allah’ın kitabında, her yerde gece gündüzden önce zikredilir.

Peygamberlerin isrası (gece yolculuğu/miracı) onda gerçekleşmiştir. Faydalar

gece elde edilir. Hak gece vakti kullarına tecelli eder. Gece, takdirlerin akısı altında

yaşanan bir sükut vaktidir.

Gece gayedir. Çünkü gece iddianın yokluğudur; ne varlık kalır, ne sekil.

Page 41: Muhyiddin İbn Arabi (r.a.) (Derleme:)

Allah, Kuran'ı azim diye nitelediği gibi, Hz Peygamber'in yaratılışını da azamet

özelliğiyle nitelemiş, bu nedenle Kuran Hz peygamber'in ahlakı olmuştur. Bu yüzden

ümmetinden kendisine yetişememiş kimselerden onu görmek isteyenler, Kuran'a

bakmalıdır. Bir insan Kuran'ı Kerim'e bakarsa, ona bakmakla Peygambere bakmak

arasında hiçbir fark yoktur. Böylece Kuran-ı Kerim adeta bir beden suretinde inşa

edilmiş de ona Abdulmuttalib oğlu Abdullah'ın oğlu Muhammed denmiştir. Kuran-ı

Kerim, Allah'ın kelamı, kelam ise O'nun niteliğidir. Böylece Muhammed (a.s.) de

Allah'ın sıfatı olmuştur.

����

Göz yaşlarını döker, kalp hüzünlenir; ama biz rabbimizin razı olduğundan

başka bir şey söylemeyiz. Allah’a yemin ederim ey Đbrahim! Biz senin ayrılığından

dolayı üzülüyoruz. (Hadis) Sa’d O’na: -Ya Rasûlullah bu nedir? Dedi. Buyurdular ki:

-Bu Allah’ın kullarının kalplerine yerleştirdiği rahmettir. Allah ancak merhametli

kullarına merhamet eder.

O halde ölüye ağlamak mubahtır; bağırıp çağırmadan, feryat etmeden. Bunları

kız kardeş olarak sana aktarıyorum ki, günah olmadığını ve sorguya çekilmeyeceğini

bilerek göz yaşını akıtıp yüreğini ferahlatsın. Eğer sevabını Allah’tan umarak

sabredersen, ecrini Allah verecektir ve büyük bir ödül kazanacaksın.

����

Biz aşktan sudur ettik

Aşk üzerine yaratıldık

Aşka doğru yöneldik

Aşka verdik gönlümüzü

Page 42: Muhyiddin İbn Arabi (r.a.) (Derleme:)

����

Aşk içinde yanıp yıkıldılar şaşırdılar yolları.

Ah bir bilseydim, bir bilebilseydim. Hangi kalbe sahipler acaba biliyorlar mı? Ah

gönlüm bir bilseydi, bir bilebilseydi. Hangi yollara düştüler,nasıl aştılar dağları. Sen

sağ salim mi görüyorsun onları? Ya da helak olmuş yok olmuş gibi mi onları? Hayrete

düştüler o aşıklar geçtiler kendilerinden. Aşk içinde yanıp yıkıldılar, şaşırdılar yolları.

Đman kalplerin amelidir.

Ey Oğul!.

Yaptığın amellerde ki kasdın nereyedir? Sen Hakkın nezdinde takdim

ettiklerinden başkasını bulamazsın. Halbuki sen bütün menzilleri bildin. Ya tam bir kul

veya noksan bir kul. Đşte bu tilâveti güzelce tefekkür et. Hayatının bütün safhalarında

tilâveti kendi nefsine uygula!. Billahi, Lillâhî, Mallâhi, Fillahi, Đlâllâhi ve Anillâhî hareket

et. Hep tâyin edilen bu sınır üzere ol! Bütün hareketlerinde Billahi, Lillâhî, Mallâhi,

Fillâhî, Đlâllâhi ve Aniliâhî olmaya gayret göster! Şimdi bu kelimelerin mânâlarını izah

edelim ki Murid kendi nefsini hangi mertebede olduğunu gözetebilirsin.

Page 43: Muhyiddin İbn Arabi (r.a.) (Derleme:)

Billâhî; Hakkın kulun yaptığı bütün işleri üstlenmesi, Lillâhî; kulun işlediği

herşeyi yalnız Allah için yapması, Mallâhî; müşâhade ve murakabe de hep Allah ile

olduğunun şuurunda olmak, Fillâhî; Allah'ın sanat eserlerini tefekkür etmek, Đllallahi;

yalnız Allah'a yönelmek ve Onu kasd etmek, Anillâhî; sadece Allah'a karşı mükellef

bulunmak. işte Ey Oğul!.. Hakk'ça okuman böyle olmalı. «(Zira O) gizliyi de gizlinin

daha gizlisini de bilir.» (Tahâ Sûresi, Âyet:7) Onun razı olmadığı bir ameli sende

müşâhâde etmesin.

Ey Oğul!. Senin fiilini de, âlemde olup biten herşeyi icâd eden faili hakîki

'O'dur. Böyle olmasına rağmen, Hakka karşı hep edebini takın ve hazret-i ilâhinin

iktiza ettiği tâ'zîm ve saygıda kusur etmemeye gayret sarf et. Bil ki; Ey Oğul!.

Đnsanların işledikleri fiillerin tamamını Allah Subhânehû yarattı. O fiilleri Mahmud ve

Mazmum olmak üzere ikiye ayrıdı. Mahmud ilâhî övgüye mazhar olan fiillerdir.

Mazmum da ilâhî yermeye müstehâk olan fiillerdir. Öyle ise bulunduğun an içinde

işlemekte olduğun amellere bak, eğer o amel mazmum ise, bil ki sen o anda gazaba

uğramışlardansın. Ve Allah'a yönelerek nasuh tövbe et. Eğer işlemek arzusunda

olduğun amel Mahmud ise, bil ki sen Mahbub'sun ve buna şükürle mukabelede

bulun.

Ey Oğul!. Hakkın razı olmadığı bir amel işlemek işlediğinde kendi nefsine zem

etmek ve taksirlikte bulunmakla sorgula. Zira sen böyle davranmakla Hakk tarafından

mükâfatlandırılırsın. Bilâkis bu davranış Tevhidin de hakikâtidir. Zira edebli olmayı

gerektirmeyen Tevhîd Tevhîd değildir. Eğer kusurların senden türediğini görmezsen,

o kusurlardan dolayı nefsini yadırgamazsan ve işlemiş olduğun o kötülüklerden

pişman olmazsan senin tevben sahih değildir. Tevbe etmediğin zaman da sen

Mahbub olamazsın. Ve bu hakikâtlerden de dünyada ne de âhırette sana hiçbir fâide

vermez.

Ey Oğul!. Okumakla tâbir ettiğimiz fiilîn Billâhî Mertebesiyle sudur ederse, sen

Mahv sahibi müşahade edicisin. Fiilin Ma'llâhi Mertebesiyle zahîr olursa sen hâl

sahîbi muridsin. Fiilin Fillâhî mertebesiyle mevcûd olursa, sen Đsbât sahibisin. Fiilin

Đllâllahi Mertebesiyle vaki olursa, Himmet sahibi Arifsin. Bu makamları Allah

Subhânehû bize ve sizlere müyesser kılsın. Hepimizi bütün afatlardan muhafaza

eylesin. AMĐN.

Page 44: Muhyiddin İbn Arabi (r.a.) (Derleme:)

"...Artık beni kendinde arayıp yorulma! Beni dışarıda arayıp rahatını kaçırma!

Aramaktan da vazgeçme, yoksa bedbaht olursun. Bana kavuşuncaya kadar beni ara,

böylece yükselirsin. Fakat beni arayışında edepli davran. Yoluna girerken, bilinçli ol.

Beni ve seni ayırt et. Çünkü sen beni göremezsin, sadece kendini görürsün..."

Zevkimizin putuna tapınmaya devam ettik. Şehvetlerimizin dizginlerini sonuna

kadar salıverdik. Allah’ın hudutlarıyla ilgili olarak alabildiğine aşırı gittik; sanki Allah

tarafından bir güvencemiz varmış, sanki tehditlerinin bizi kapsamayacağına ilişkin

olarak Allah bize söz vermiş gibi.

O şahısların doğrulukta derin izleri vardır. Onlar Himmet vasıtasıyla öldürürler.

Himmet doğruluk demektir.

Page 45: Muhyiddin İbn Arabi (r.a.) (Derleme:)

Dediğimizi anlayamaz

Himmet sahibi olandan başkası

Vehmin tasallutuna uğrayan adamın durumu, iki yüksek duvarın üstüne bir

karış enindeki tahtayı koyup bir duvardan diğerine geçmek isteyen şahsın haline

benzer.

Bu adam iki duvar arasına koyduğu tahtanın üstüne çıktığında altına bakar ki

çok yüksekte olduğunu anlar. Ve hep hayâlinde şimdi düşerim diyerek hayâl kurar...

Artık öyle bir hâle giriftar olur ki o yükseklikten yere çarpı verir. Halbuki bu adam daha

önceleri bir parmak kalınlığındaki bir nesnenin üstünde o yüksekliklerde yürürdü. Ve

onun düşmesi vakî değildi. Vehim, olmamış bir şeyi olmuş gibi kabullenmektir. Bu

adam mevhum düşmeyi hayâline sokup sonunda gerçekleştirdi.

Müridlere araz olan haller de bu bölümdendir.

“Her kim…iyi olan işlerden yaparsa…” kötülüklerden arınarak ve güzelliklere

bürünerek salih ameller işlerse “mümin olarak…” hakiki imanla inanmış biri olarak

bunları gerçekleştirirse “korkmaz…” elde ettiği kemalattan bir şeyin eksilmesinden,

bulunduğu mertebede asli istidadının gerektirdiği hakkının kısılmasından korkmaz.

Page 46: Muhyiddin İbn Arabi (r.a.) (Derleme:)

O’na dua ettiğin zaman, O’ndan duanın kabulünü iste; çünkü O, kendisinden

icabet istemeyenlerin duasına icabet etmez. Eğer icabet istemeden sadece dua

ederse, bu dua, dua etmemiş olmaktan farksızdır.

Konuşma kudreti varken kişinin bildiği bir şeyi söylemekten kaçınması nefse

en ağır gelen şeylerden biridir.

Đki iş arasında mütereddit kaldığın zaman nefse daha ağır gelenini tercih et.

Zira nefse haktan gayrısı ağır gelmez.

Yahudi bilginlerinden birisi bize şöyle dedi: ‘Sizin birlikte bir nasibiniz yok!

Kitabınızın sureleri B ile başlıyor.’ Ben de şöyle yanıt verdim: ‘Sizin ki de öyle! Çünkü

Tevrat’ın ilk harfi de Ba’dır.’

Bunun üzerine sustu kaldı ve başka bir şey söyleyemedi. Çünkü Elif ile asla

başlanamaz.

Page 47: Muhyiddin İbn Arabi (r.a.) (Derleme:)

Zahir ve batın, birbirinden ayrılmayan ikiz kardeşlerdir.

“…Allah’a karşı kibirlilik edenin karşısında kibirlen, çünkü senin mütevazılığın

budur. Kibirlenenlerin büyüklenmeleri karşısında, bunun Allah’tan olduğunu bilsen de

tevazu gösterme. Çünkü büyüklük O’nun bir sıfatıdır…”

Đsteme; çünkü istemek yazılanı değiştirmez. Ancak isteğin yazılanla ilgili

olması başka.

Yüce şari (kanun koyucu-Hz Peygamber) bize kaza ve kadere razı olmamızı

emretmiştir, takdir edilene, hükme bağlanana değil. Bu ise Hak tealayı seçmektir,

seçtiğini değil.

Şunu diyemezsin: Allah’ın benim için takdir ettiği günahlara razı oldum.

����

Page 48: Muhyiddin İbn Arabi (r.a.) (Derleme:)

Allah'ın kazasından razı olan kimsenin kazanın gereğinden de razı olması şart

değildir. Kaza Allah'ın hükmü ve hoşnut olmamızı emrettiği şeydir. Onun gereği ise

hakkında hüküm verilen şeydir ve dolayısıyla ondan hoşnut olmamız şart değildir.

..Oysa gerekli çaba sarfedildikten sonra ulu huzura yaraşır şekilde kusuru itiraf

etmek gerekir. Sarhoşluk (sekr) hali galip geldiği için " Eğer sonradan olma varlık

görüşünün kirliliğiyle görürse, ben kadim cemale hücum ediyorum" diyenin

safahatından uzak dur. Bu sözün Allah erleriyle bir ilgisi yoktur. Bu bir şatahat-tır ve

onu söyleyen o sırada bu halde bulunmuştur. Hakikatler kesinlikle reddeder bunu. Ya

da "cehde ile vasıl olacağını sanan kendini boşuna yorar" diyenin sözüne de

aldanma. Bu adam bir keresinde de şöyle demiştir: "Cehdsiz vasıl olacağını sanan,

kuruntuda bulunmuştur." Burada seni teşvik ettiğimiz çaba sarfetmeye, iyi niyetle

amel etmeye işaret ediliyor, ki vasil olmak ancak Allah'ın rahmetiyle olabilir.Nitekim

yüce Allah kuruntu edenler hakkında şöyle buyurmuştur: " Ve ğarretkumu'l emaniyye

/ Kuruntular sizi aldattı."(Hadid, 14) çaba sarfedip yorulanlar hakkında da şöyle

buyurmuştur:

"ve ni'me'l ecru'l amilin /Đyi amelde bulunanların mükafatı ne güzelmiş!"

(Zümer, 74) " vellezine cahedu fina lenehdiyennehum subulena/ Ama bizim

uğrumuzda cihad edenleri elbette kendi yollarımıza eriştireceğiz." (Ankebut, 69)

Burada çaba sarfedip yorulanlara yönelik bir övgü vardır. Yorulmak, ibadet etmek için

çaba sarfetmek kaçınılmaz olduğuna göre, böylesi daha evladır.

Eğer kişide cehdden kaynaklanan yorgunluk var ise ve kendisi de iddiasından

vazgeçip cehdin sonuçlarına önem vermiyorsa, bu bakımdan bütün amellerinden bu

duyguyu hali kılıyorsa, o rabbani nefha-lardan birine maruz kalır. Çünkü boyun

eğdirmenin etkisiyle yapılan ibadetler genel Fakihlerin özelliğidir. Allah onları

hakikatlere karşı kör kılmış ve onlara denilmiştir ki: Bu dünyada önceden salih

ameller gönderin ki onları ahrette karşınızda bulaşınız... Bunlar bize göre cahildirler.

Bu gibi kimselere yükümlülük ismine uygun olarak yöneltilir. Bu yüzden ibadetleri eda

Page 49: Muhyiddin İbn Arabi (r.a.) (Derleme:)

ederlerken, ancak Allah' ın bildiği bir ağırlık ve yüksünme çöker üzerlerine. Çünkü

mabudlarım hakkıyla bilmezler. Nefislerinin şehevi arzularıyla, kısa ve uzun vadeli

hazlarıyla meşguldürler. Ama gerçek sufiler dediğimiz bu zümrenin ibadet etmeleri,

ilahi boyun eğdirmenin bir sonucu değildir. Aksine, amele ve sonuçlarına fena

olgusunun hakim olduğunu müşahede eder biçimde şükür mahiyetinde ibadet

ederler. Đleride sevap olarak karşılarına çıksın, kendilerine ödül olarak verilsin diye

amel etmezler. Aksine onların amel etmelerinin sebebi, efendinin onlara: "Amel edin!"

demesidir. Onlar, amel ederler ve amellerini takdim ederler. Kabul veya reddetmek

Efendiye aittir. Teklif bunlara yönelik değildir. Teklifin anlamı bunlardan kaldırılmıştır.

Yani onlar ibadet ederken, salih amellerini sunarken bir ağırlık, bir yüksünme

hissetmezler. Çünkü ma-budlarını irfan derecesinde bilirler, kendi nefislerinin hakları

yerine Onun haklarını eda etmekle meşguldürler. Kendileri için bir ecir talep etmeleri

tasavvur edilemez.

Bu durumda ahiret yolunda kendilerinden istifade ettiğimiz şeyhlerimiz

arasında sözünü ettiğimiz ümmetlerden de kimseler vardır. Örneğin Fas şehrinde bir

duvarın üzerinde bir oluk gördüm. Oluktan yere su akıyordu, tıpkı Ka'be'nin oluğu

gibi. Onun ibadetini fark ettim. Onunla birlikte bu ibadeti yerine getiririm diye kendimi

zorladım.Bunlardan biri de kendi gölgemdir. Gölgemden iki ibadet türünü aldım, ki bu

iki ibadeti yerine getiriyordu. Bunun gibi bir çok örnek vardır. Hayvanlara gelince;

onlardan da şeyhler vardır, dedik. Onlardan güvendiğim şeyhlerimiz arasında at

vardır. Ki atın ibadeti çok ilginçtir. Şahin, kedi, köpek, pars ve balansı da bu

şeyhlerdendir. Ne kadar uğraştıysam, onların ibadetlerini onların düzeyinde yerine

getirmeye güç yetiremedim. Sadece kimi zaman onlar düzeyinde bu ibadeti

yapabilirken, kimi zaman da yapamadım. Ama onlar her an bu düzeyde ibadetlerini

gerçekleştirirler. Üstelik benim kendilerinin efendileri olduğuma da inanarak beni

ayıplıyor, kınıyorlardı. Onlara özgü ibadeti yerine getirme hususunda eksik kaldığımı

gördüklerinde bana karşı sert davranırlardı. Hatta bazıları bana öfkeleniyordu. Öyle ki

bu öfkesi Allah'ın dinine ilişkin gayretini perdeleyecek düzeyde olurdu. Bunun sebebi

de onların ibadeti ile ilgili eksikliğimdi. Asiliğim ve Allah'a karşı sergilediğim kötü

Page 50: Muhyiddin İbn Arabi (r.a.) (Derleme:)

muamele yüzünden üzerlerindeki efendiliğim de kaybolurdu. Üzerlerindeki itaatim de

zail olurdu. Ben de onları bu hususta mazur görür ve ihdaslarından dolayı onların

ihlasını teslim ederdim. Çünkü Hz. Ebubekir(r.a) halife olduğu zaman şöyle demiştir:

"Allah ve resulüne itaat ettiğim sürece bana itaat edin. Eğer isyan edersem, bana

itaat etmeniz gerekmez." Hiç kuşkusuz Ebubekir (r.a) gerçeği söylemiştir. Ey dostum!

Köpek, sürüngen ve yırtıcı hayvan ümmetlerinden biri sana eziyet ederse veya bitki

ümmetinden bir odun ya da yaprak seni incitirse yahut üzerine tökezlemen, bir

duvardan üzerine düşmesi veya bir çocuk yahut bir adamın bir şeyden dolayı sana

atması sonucu bir taştan sana eziyet ilişirse ve taş sana yönelirse öfkelenme, insaflı

davran ve içinde bulunduğun o hal ekseninde kendi nefsine bak. Allah'ın nefsi

denetleme ve sürekli olarak huzurda tutma hususunda emrettiği adalet terazisini

onun için kur. O zaman mutlaka kendinde sana yöneltilen ve bu esasa göre

gerçekleştirdiğin ibadetle ilgili bir kusur veya aşırılık bulacaksın. Đşte bu kusur ya da

aşırılıktan dolayı hayvandan, bitkiden veya taştan eziyet görmüşsündür.

Allah'tan bağışlanma dile, tevbe et, ihlaslı ol ve bir daha bu kusur ve aşırılığı

işlememeye azmet. Eğer bu bağlamda sakınırsan, seni inciten bu varlık, seninle

konuşacaktır ve buna da sen keramet adını verirsin. Oysa bu gerçekte keramet

değildir. Sadece bu gerçeğin farkına varmandan, tevbe etmenden ve varlıklarla uyum

mekanına kaçıp sığınmandan ibarettir.

Gerçek keramet istikamet üzere olmaktır.

Himmet üç mertebedir" demişlerdir: Đkaz himmeti, irade himmeti ve hakikat

himmeti.

Page 51: Muhyiddin İbn Arabi (r.a.) (Derleme:)

…Marifet himmete tasarruf imkanı bırakmaz. Đnsanın marifeti arttığında,

himmet vasıtasıyla tasarrufu eksilir.

Arif alemde himmet ile tasarruf ederse, bunun nedeni, kendi iradesi değil, ilahi

bir emir ve zorlamadır.

Allah onları serbest bırakırsa, mutlaka yaratıklarından gizlenmeyi ve Allah'a

yönelmeyi yeğlerler. Onların halleri mertebelerini kendilerinden bile gizlemek

olduğuna göre-nerede kaldı başkaları!-onların korunma menzillerini açıklamamız

gerekti.

En iyisi; insanın teslim olması, Hakka teslim olmayı dilemesi ve sırf nefsiyle

meşgul olması, onu bulunduğu mertebeden daha iyi bir mertebeye yükseltmeye

çalışmasıdır. Đşte varlığın hakikatlerine ulaşmış said/mutlu insan budur. Bu sırları

Page 52: Muhyiddin İbn Arabi (r.a.) (Derleme:)

lafızlara dökme-yip gizleyenler, yabancılar farkına varmasın diye onları saklayanlar,

himmet neticesinde bir takım eserlerin meydana geldiğini söyleyenler, her zaman bu

metotlarını devam ettirirler. Tâ ki fehvanı (anlamsal) makamlardan yakınlığa

erişmişlerin mertebesindeki yüce ruhaniler kendi elleriyle parlak alametleri onlara

gösterinceye kadar. Bu makamda ise yazılı kutsal kitablar vardır. Böylece bu sırların

sahipleri bildikleri hakikatlere dair gerçek şahidler görmüş olurlar. Bu vasıftan başka

bir vasfa intikalin ne büyük bir aşama olduğunu anlarlar. Bu intikalin ayırıcı özelliği,

sırrı gizleyenin sırrının artık ortaya çıkması, düğümün çözülmesidir. Kilidinin açılması,

bağının çözülmesidir. Böylece bu diğerinin himmetleri de aynı noktada birleşir. Çünkü

teklik hakikatini görmüştür. Her ikisi tekten başka bir şey görmezler. Bütün etkiler ve

eserler hakikate dayanır böylece. Bazen döndürmek şeklinde tezahür ederken,

bazen de bu himmetler doğrudan O'ndan gelmiş gibi belirginleşir. Çünkü hakikate

bütün yönleriyle yönelmiştir, bilmese de. Her himmeti istemiştir, bizzat ulaşmasa da.

Telaffuz edemese de bütün lisânlarla konuşmuştur. Bu ne dehşetli bir hayret ve ne

çetin bir hasrettir! Perde açıldığı zaman, gözle bütünleştiği zaman. Ay ve güneş bir

araya geldiği, eser sahibi eserde zuhur ettiği ve de çıplak gözle görüldüğü zaman!

Onlara suretlerde belirdiği, tuzağı kuran tuzağa düştüğü, iman edenin kazandığı,

inkar edenin de kaybettiği zaman! Đlâhî hitap, en kutsal lisânla ve ihlâs diye ifade

edilen bir ibareyle yönelmiştir. Dolayısıyla alacağı ödül için değil, ibadetini ihlâsla

sunan, her türlü sapıklıktan uzak hanîf yolunu izleyen, ilâhî yakınlık mezhebine

intisab eden kimse, emri yerine getirme sorumluluğunu gerçekleştirmiş olur. Böyle bir

kimse nur alemine mensub olur, ücret alemine değil. "Allahu nuru'ssemavati ve'l ardi /

Allah göklerin ve yerin nurudur." (Nûr, 35) "Lehum ecruhum ve nuruhum /Onların

ücretleri ve nurları verilir." (Hadid, 19) "Nuruhum yes'a beyne eydihim / Onların

önlerinden nurları gider." (Tahrirn, 8) Nur, "Ben sizin rabbinizim",der, onlar da Ona

tabi olurlar.