31
Üç Aylık Dergi Yıl 20, Sayı 78, Bahar 2015 İçindekiler Takdim Adil Savaş Murray N. Rothbard ..................................................................................................................................................................................... 7 Anarko Kapitalizm Üzerine Bir(inci) İnceleme Piyasa Anarşizmi Nedir? Belgin Büyükbuğa .................................................................................................................................................. 23 İslâm Öncesi Mekke’de Sivil Toplum Hakan Şahin ..................................................................................................................................................................................................... 45 İslam’da Sivil Din Ne Anlama Gelir? Can Ceylan........................................................................................................................................................................................................... 61 Alman Anayasası’nda Din Özgürlüğü ve Din Eğitimi Muhterem Dilbirliği .................................................................................................................................................................................... 75 Tek-Parti Döneminde Akademik Bir Dergi: Siyasî İlimler Mecmuası Salih Zeki Haklı ............................................................................................................................................................................................ 105 Başkanlık Sistemi Tartışmalarına Standart Bir Liberal Yaklaşım Mümkün mü? Serdar Korucu .............................................................................................................................................................................................. 123 Frederic Bastiat: Fransız Devrimi ve Marjinalist Devrim Arasında Thomas J. Dilorenzo .................................................................................................................................................... 145 Kültür Kıskacı Mike Reid .......................................................................................................................................................................................................... 155 İmza Kampanyası Anadolu’nun Diasporadaki Çocuklarına Geri Dönüşün Yolunu Beraber Açalım ............. 163 Yurda Geri Dönüşün Anlamı ve Hz. Muhammed’in Ermeni Ahitnamesi Hasan Yücel Başdemir ....................................................................................................................................................................... 167 Serbest Otobanlar Leigh Jenco ..................................................................................................................................................................................................... 177 Özgürlük kahramanı Leonard Liggio Atilla Yayla ....................................................................................................................................................................................................... 181

Murray N. Rothbard - liberte.com.tr 78_OS.pdf · Murray N. Rothbard Avusturyan İktisatçı, Filozof Çeviren: Bahadır Akın liberal düşünce Yıl 20, Sayı 78, Bahar 2015, s

  • Upload
    lehanh

  • View
    227

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Üç Aylık DergiYıl 20, Sayı 78, Bahar 2015

İçindekiler

Takdim

Adil SavaşMurray N. Rothbard .....................................................................................................................................................................................7

Anarko Kapitalizm Üzerine Bir(inci) İncelemePiyasa Anarşizmi Nedir?

Belgin Büyükbuğa ..................................................................................................................................................23

İslâm Öncesi Mekke’de Sivil ToplumHakan Şahin .....................................................................................................................................................................................................45

İslam’da Sivil Din Ne Anlama Gelir?Can Ceylan ...........................................................................................................................................................................................................61

Alman Anayasası’nda Din Özgürlüğü ve Din EğitimiMuhterem Dilbirliği .................................................................................................................................................................................... 75

Tek-Parti Döneminde Akademik Bir Dergi: Siyasî İlimler MecmuasıSalih Zeki Haklı ............................................................................................................................................................................................ 105

Başkanlık Sistemi Tartışmalarına Standart Bir Liberal Yaklaşım Mümkün mü?Serdar Korucu .............................................................................................................................................................................................. 123

Frederic Bastiat:Fransız Devrimi ve Marjinalist Devrim ArasındaThomas J. Dilorenzo .................................................................................................................................................... 145

Kültür KıskacıMike Reid .......................................................................................................................................................................................................... 155

İmza KampanyasıAnadolu’nun Diasporadaki Çocuklarına Geri Dönüşün Yolunu Beraber Açalım .............163

Yurda Geri Dönüşün Anlamı ve Hz. Muhammed’in Ermeni AhitnamesiHasan Yücel Başdemir ....................................................................................................................................................................... 167

Serbest OtobanlarLeigh Jenco ..................................................................................................................................................................................................... 177

Özgürlük kahramanı Leonard LiggioAtilla Yayla ....................................................................................................................................................................................................... 181

Üç Aylık, Yerel-Süreli DergiYıl 20, Sayı 78, Bahar 2015

liberal düşünce, hakemli bir dergidir

Sahibi Liberte A.Ş. adına, Özlem Çağlar

Sayı EditörüAtilla Yayla

Yardımcı EditörlerBuğra Kalkan, Arda Akçiçek

Yazı İşleri MüdürüHarun Kaban [email protected]

Yayın KuruluAdnan Küçük, Ahmet Kemal Bayram, Ahmet Nuri Yurdusev, Alim Yılmaz, Atilla Yayla, Bahadır Akın, Bekir Berat Özipek, Bican Şahin, Cemal Fedayi, Cennet Uslu, Fuat Erdal, Fuat Oğuz, Hasan Yücel Başdemir, İhsan Dağı, Kürşat Aydoğan, Levent Korkut, Mehmet Turhan, Melih Yürüşen, Metin Toprak, Murat Yılmaz, Mustafa Acar, Mustafa Erdoğan, Ömer Çaha, Sait Akman, Tanel Demirel, Yasemin Abayhan, Yavuz Atar

Uluslararası Danışma KuruluAngelo Petroni, Chandran Kukathas, Hardy Bouillon, Imad-Ad-Dean Ahmad, Pascal Salin, Ralph Raico, Richard Epstein, Suri Ratnapala, Victoria Curzon-Price, Stephen Davies, Pierre Garello, Deirdre McCloskey, Jason Brennan

Abonelik www.liberte.com.tr

Dergi TemsilcileriEnver Alper Güvel (Adana)

[email protected] Coşkun (Diyarbakır)

[email protected]üksel Göktaş (Erzurum)[email protected]

Ahmet Yılmaz Ata (Gaziantep)[email protected]

Ahmet Hamdi Ayan (Hatay)[email protected]

Ferhat Çakır (Kayseri)[email protected]

Mustafa Bulut (Kocaeli)[email protected]. Cüneyt Özşahin (Konya)

[email protected] Şirin (Sakarya)

[email protected] Tapramaz (Samsun)

[email protected] Görüşük (Sivas)

[email protected] Hüseyin Bal (Trabzon)[email protected]

Baskı: Cantekin Matbaası

Liberte Yayınları®GMK Bulvarı No:108/16, Maltepe, AnkaraTel: (312) 230 87 03 | Faks: (312) 230 80 03

Web: www.liberte.com.trE-mail: [email protected]

[email protected]

3

Takdim

Liberal Düşünce’nin Bahar- 2015 sayısında hem entelektüel olayları hem de hiçbir zaman gündemden düşmeyen, düşmeyecek olan konuları ele alan önemli yazılar var.

Türkiye’nin güneyinde çeşitli çapta çatışmalar devam ediyor. Gelişmelere bağlı olarak sık sık Türkiye’nin ne yapacağı/yapması gerektiği tartışılıyor. Bu yüzden, liberal fikriyatta savaşa nasıl bakıldığını hatırlamamız yararlı olur. M. Rothbard’ın Bahadır Akın tarafından Türkçeye çevrilen “Adil Savaş” ma-kalesi tam da bunu yapıyor. Anarko kapitalist bir akademisyen düşünür olan Rothbard’ın bu yazısını, yine anarko kapitalizm üzerine bir yazı takip ediyor. Genç ve istikbal vaat eden akademisyenlerden Belgin Büyükbuğa, birkaç yazı olarak planladığı serinin ilk makalesinde piyasa anarşizmini tanıtıyor ve te-mel tezlerini açıklıyor. Belgin’in bunu takip edecek yazılarıyla mühim bir eserin ortaya çıkacağına inanıyorum.

Türkiye’de İslamcılık tartışması zaman zaman alevlenen ve sönen, ama hiç bitmeyecek olan bir tartışma. Ancak, hem bu tartışmalarda hem de ge-

4

nel olarak İslami çevrelerde, her şeyi İslam’ın gelmesiyle başlatan ve İslam toplumu öncesinde mesela Mekke’de hiçbir uygar beşeri kurum yokmuş gibi davranan bir yaklaşım ağır basıyor. Hakan Şahin, İslam öncesinin Mekke şeh-rinde sivil toplum müesseselerini ele alan yazısıyla adeta bir ezber bozmaya yönelik ilk adımı atıyor. Hemen peşinden Can Ceylan’ın, Istanbul Network for Liberty’nin Mayıs ayında Fas’ta yapılan yıllık toplantısında sunduğu teb-liği geliyor. Can, bu sunuşunda İslam’ı sivil din olarak okumaya çalışıyor.

Muhterem Dilbirliği Alman Anayasası’nda din özgürlüğünün ve din eği-timinin izlerini sürüyor. Alman tarihi içinde yaşanan gelişme ve değişmeleri anlatıyor.

Yine genç akademisyenlerden Salih Zeki Haklı tek parti döneminde ya-yımlanmaya başlayan ve zaman zaman ismi de değişen bir akademik dergi-nin izini sürüyor. Yazı bizi Türkiye’nin fikir tarihinde bir yolculuğa çıkarıyor.

Başkanlık mı, parlamenter sistem mi? Bu konuda standart bir liberal yaklaşım olup olamayacağı-ki bana göre olamaz- Serdar Korucu tarafından, Liberte’nin yayımladığı Başkanlık Sistemi ( der. Murat Aktaş ve Bayram Coş-kun) üzerinden inceleniyor.

Bu sayıda Ünsal Çetin tarafından çevrilen bir dizi makaleyi yayımla-maya başlıyoruz. Bunlar sonra bir kitapta toplanacak. İlk yazı Thomas J. Dilorenzo’dan ve ünlü fikir insanı / ekonomi gazetecisi Frederic Bastiat hak-kında. Sonraki yazıda Mike Reid, Onur Hayırlı’nın çevirdiği “Kültür Kıskacı” adlı küçük makalesinde Hindistan’da kültür-devlet ilişkisini sorguluyor.

Ağırlıklı olarak LDT üyeleri tarafından geçtiğimiz aylarda Anadolu’dan sürülmüş veya ülkesini terk etmek zorunda kalmış kimselerin geri dönüşü için bir imza kampanyası yürütüldü. Hem bu kampanyanın topluma açıkla-nan metnini hem de Hasan Yücel Başdemir’in geri dönüşü anlamamızı ele alan yazısına birlikte yer veriyoruz. Başdemir bu meseleyi konuşmanın zor-luklarına işaret ediyor ve İslam Peygamberi’nin Ermeni Ahitnamesi’nden bil-giler aktarıyor. Mehmet Doğan’ın Leigh Jenco’dan yaptığı çevirinin konusu ise otobanlar.

Son olarak Dergi’de bendenizin 14 ekim 2014’te vefat eden Leonard Lig-gio hakkında küçük bir yazısı var. Liggio hem bilge bir kişi hem uluslararası liberalizm aktivistiydi. Tüm dünyada pek çok önemli liberalin yetişmesine büyük katkılarda bulundu.

5

Liberal Düşünce Dergisi’nde editör değişikliği oldu. Bendeniz bu geçiş sayı-sının editörlüğünü üstlendim. Bundan sonraki sayılar değerli fikir arkadaşım, meslektaşım, iyi insan Prof. Dr. Bekir Berat Özipek’in editörlüğünde yayım-lanacak. Bir önceki editörümüz Prof. Dr. Yusuf Şahin’e katkıları için teşekkür ediyor, yeni editörümüz Özipek’e başarılar diliyorum.

İyi okumalar

Prof. Dr. Atilla Yayla

Sayı Editörü

7

Adil Savaş*

Murray N. Rothbard Avusturyan İktisatçı, Filozof

Çeviren: Bahadır Akın

liberal düşünce Yıl 20, Sayı 78, Bahar 2015, s. 7 - 21

* Bu makale Mises Enstitüsünce 1994 Mayısında Atlanta’da düzenlenen Savaşın Maliyeti Konferansında yapılan konuşmadan oluşturulmuştur. Yazı, John V.Denson’un editörlüğünü yaptığı aynı adlı kitapta da basılmıştır.

Katolik skolastikler, özellikle de Vitoria ve Suarez gibi 16.Yüzyıl İspanyol skolastikleri, daha sonra Hollandalı Protestan skolastik Grotius ve 18-19.Yüz-yıl hukukçularınca geliştirilen “klasik uluslararası hukuk” teorisinin büyük kısmı adil, kabul edilebilir bir savaşın kriterlerinin açıklanmasına ayrılmıştır. Son derece ciddi bir öldürme eylemi olan savaşın haklı bir gerekçesinin bu-lunması gerekir.

Benim savaşla ilgili görüşüm basitçe şudur: adil bir savaş, insanlar başka insanların cebri tahakküm tehdidinden kurtulmaya çalıştıklarında veya mev-cut bir tahakkümü yıkmak istediklerinde söz konusu olabilir.

Hayatım boyunca ideolojik ve siyasi faaliyetim Amerika’nın savaşlarına karşı olma üzerinde odaklandı. Öncelikle, bu savaşların adil olmadığına ina-nıyorum; ikinci olarak, Birinci Dünya Savaşı sırasında liberteryen Randolph Bourne’un ifade ettiği gibi, savaş daima devlet gücünü vatandaş ve sosyal kurumlarının sağlık, hayat ve refahı üzerinde genişletmek için bir araç, “dev-letin sağlığı” olagelmiştir. Adil bir savaş sebepsiz yere ortaya çıkmayacağına göre, adil olmayan bir savaşın mutlaka lanetlenmesi gerekir.

Bence, Amerikan tarihinde sorgusuz sualsiz haklı ve adil olan, karşı ta-rafın açık şekilde haksız olarak sebep olduğu sadece iki savaş vardır. Niçin? Bunlarda özgürlük ve mülkümüze karşı açık veya mevcut bir tehdit olup ol-

8 | Murray N. Rothbard

madığı sorusunu düşünmedik bile. Her iki savaşta da Amerikalılar, başkaları-nın istenmeyen tahakkümüne karşı kendilerini korumaya çalışıyorlardı. Her iki halde de karşı taraf cebri kurallarını Amerikalılara acımasızca dayatmaya çalışmıştı. Bir taraf –isterseniz “bizim taraf”- kesin olarak haklı, diğer taraf-“onların tarafı”- haksızdı.

Amerikan tarihindeki adil iki savaş Amerikan Devrimi ile Güney Bağım-sızlık Savaşıdır.

Klasik uluslararası doğal hukukçuların savaşla ilgili değerlendirmelerinin bazı önemli özellikleri ile 1914 yılından beri Milletler Ligi ve Birleşmiş Mil-letlerin taraftarlarınca hakim kılınan çok daha farklı bir “uluslararası hukuk” geleneğinden bahsetmekte fayda görüyorum.

16.Yüzyıldan 19.Yüzyıla kadar klasik uluslar arası hukukçular modern ulus devletin yükseliş ve hâkimiyetinin sonuçları üzerine kafa yoruyorlardı. Ab-sürd ve ütopik olarak niteledikleri için “savaşı ortadan kaldırmak” fikriyle uğ-raşmıyorlardı. Savaşlar gruplar, insanlar, milletler arasında daima olacaktır. Gereken ise, tarafları “adil savaşlar” çerçevesinde kalmaya ikna etmenin ya-nında mümkün olduğunca mevcut savaşların etkisini engellemek ve sınırlan-dırmaktır. Yani, “savaşı yok etmek” değil, medeniyetin empoze ettiği kısıtlar dâhilinde sınırlandırmak.

Spesifik olarak, klasik uluslararası hukukçular bu noktada ulusların be-nimsemesini başarıyla sağladıkları iki fikir geliştirdiler:

(1) Herşeyden öte, sivilleri hedef almayın. Savaşmanız gerekiyorsa, bunu yöneticiler ve bağlı veya kiralık askerleri yürütsünler, her iki tarafın siville-ri mümkün olduğu kadar faaliyetin dışında kalsın. Demokrasi, vatandaşların devletle özdeşleşmesi, askerlik görevi ve “silahlı ulus” fikrinin yaygınlaşma-sı bu mükemmel uluslar arası hukuk ilkesinin gücünü kaybetmesine sebep oldu.

(2) Tarafsız ülke ve milletlerin haklarını koruyun. Uluslararası hukukun 1914 yılında modern anlamda yozlaşmasıyla “tarafsızlık” ahlaka aykırı bir durum olarak değerlendirilmiştir. Bugünlerde, A ve B ülkeleri savaşa girdik-lerinde, hangi ülkenin “kötü adam” olduğunun süratle anlaşılması, sözgelimi A ülkesi kötü ise derhal iyi adam olduğu iddia edilen B’yi savunmak üzere A ülkesine saldırmak her ülkenin ahlaki yükümlülüğü haline gelmektedir.

Mümkün olduğu kadar hızlı bir şekilde geri getirilmesi gereken klasik uluslar arası hukuk tam bunun aksini savunur. Savaşı sınırlamaya çalışan bir teoride, tarafsızlık haklı görülmekle kalmaz olumlu bir erdem kabul edilir.

23

Anarko Kapitalizm Üzerine Bir(inci) İncelemePiyasa Anarşizmi Nedir?*

Belgin Büyükbuğa Dr., Arş. Gör. | Adnan Menderes Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü

liberal düşünce Yıl 20, Sayı 78, Bahar 2015, s. 23 - 43

Giriş

Liberalizmin tarihi ele alındığında, ana akımının klasik liberalizm olduğu açıktır. Ancak geçtiğimiz yüzyıldan itibaren, Amerikan liberalizmi ile ilgili tartışmaların entelektüel camiaya ve akademik çevrelere daha hâkim olduğu-nu söylemek mümkündür. Sosyal haklar ve büyük devlet taraftarı Amerikan liberalizmine karşılık klasik liberalizmin geçtiğimiz yüzyıldan itibaren temel hürriyetleri mülkiyet hakkı ekseninde açıklayan ultra minimal devlet taraf-tarı minarşizm ile devletsiz liberal bir düzeni benimseyen anarko kapitalizm daha az tanınmaktadır.

Anarko kapitalizm dışında klasik liberalizm de dâhil olmak üzere tüm libe-ral ekoller son tahlilde devletin sınırlarını tespit etmekle meşguldür. Ameri-kan liberalizmi istisna tutulduğunda klasik liberal düşünürler arasında sınırlı devlet ilkesi üzerinde uzlaşı sağlanıyormuş gibi görünmesine rağmen piyasa ile devlet arasındaki sınırın nerede çizileceği üzerinde anlaşma sağlanamaz. Sınırlı devlet ilkesi, kabul edilse de, iktisadi ve siyasi kriz dönemleri ile savaş zamanlarında devletin sınırlarının genişletilmesi taraftarı olunmuştur (Vin-cent, 2006: 75). Konuyu farklı bir perspektiften ele alan Jasay’e (1991: 21) göre ise devletin sınırına dair tartışma, özgürlüğü maksimize etme amacı ile kurallar sistemi oluşturma ilkeleri arasındaki gerilimin sonucudur.

* Bu makale hakem denetiminden geçmiştir.

24 | Belgin Büyükbuğa

Bu çalışmada, bireyin hayat, hürriyet ve mülkiyet olarak özetlenen temel haklarının korunduğu barışçıl düzenin, liberal toplumun esası olduğu kabu-lünden hareket edilecektir. Bu bakımdan hem devletli hem de devletsiz bir düzende liberal değerlerin korunabileceği önermesi benimsenecektir. Kla-sik liberalizm ile günümüzde etkili olan Amerikan liberalizmi, minarşizm ve anarko kapitalizm arasındaki ayrışma, piyasa-devlet karşıtlığı aracılığıyla sunulacaktır. Son tahlilde anarşist liberteryenlerin sunduğu anarko kapitalist toplum felsefesine ait kavram seti ve temel önermeleri belirginleştirilmeye çalışılacaktır.

1. Anarko Kapitalizm Perspektifinden Diğer Liberalizmler

20. yüzyıla dek liberalizm, bireyin temel hürriyetlerini iktisadi olarak serbest ticaret ve piyasa ekonomisinde, siyasi bakımdan sınırlı devlet ekseninde ko-rumayı amaçlayan klasik liberalizme tekabül ediyordu. Geçtiğimiz yüzyılın başından itibaren klasik liberalizm içindeki tartışmalar, biri eşitlikçi (Ameri-kan liberalizmi) diğeri özel mülkiyet temelli (minarşist ve anarko kapitalist) özgürlük yorumlarıyla farklı toplumsal düzen önerileri sunan liberal ekoller ile çeşitlenerek zenginleşmiştir. İki çağdaş liberal akım da klasik liberal felse-feye referansta bulunmakla birlikte, her biri ötekini özgürlük kategorisinden sapma olarak göstermektedir. Bu nedenle öncelikle iki liberal akımın temel önermeleri açıklanmalıdır.

Benjamin Constant’ın antik, Isaiah Berlin’in negatif olarak adlandırdığı özgürlüklerin yeterli görülmeyip, onların kullanımını artıracak fırsatların da oluşturulması taraftarı olan Amerikan liberalizmi, siyasal alanda sınırlı dev-let anlayışını eksik bulur. Bir Adalet Kuramı adlı çalışmasıyla Rawls, sivil öz-gürlüklerle siyasi özgürlükleri bağdaştırma girişiminde bulunarak yeni bir liberal anlayış sunar (Özkök, 1999: 15). Özgürlük kavrayışını siyasal alanda kuran Rawlscu liberalizme göre sorun, hâlihazırda doğanın yarattığı eşitsiz-lik probleminin toplumsal olarak da devam etmesidir. Amerikan liberalizmi-nin diğer önemli bir temsilcisi Dworkin (2000: 74) kişilerin elinde olmadan sahip oldukları dezavantajların tazmin edilmesini de gerektiren eşit ilgi ve saygı anlayışı ile liberalizmi yeniden tarif eder. Rawls gibi Dworkin’de insan-ların doğuştan gelen eşitsizliklerinin piyasa düzeninde devam edeceğine dair ön kabul ile eşitlikçi liberal siyaset kuramı peşinden gider. Fikri temellerini liberalizmle ilişkilendirmekle birlikte Amerikan liberalizmi, sonuç itibariyle toplumsal ve iktisadi yaşama müdahaleyi destekleyici argümanları benimser. Rawls (2007: 41) liberteryenizmi, klasik liberalizmden daha radikal şekilde, eşitlik ve özgürlük arasındaki dengeyi gözetmeyerek sosyal ve iktisadi ada-

Anarko Kapitalizm Üzerine Bir(inci) İnceleme: Piyasa Anarşizmi Nedir? | 25

letsizliğe izin verdiği için eleştiri yöneltir. Freeman (2011: 5) klasik liberaliz-min esas kurumlarını reddettiği, Kymlicka (2006: 141-143) ise ondan farklı varsayımlarla yola çıktığı için liberteryenizmin farklı kategoriler olarak de-ğerlendirilmesi gerektiği görüşündedir.

Klasik liberal düşünce geleneği içinde gelişen liberteryenizm ise, İki Dün-ya Savaşı’nın ardından özellikle Anglosakson ülkelerde, liberal sıfatının dev-letçi tutumu ve faşizmi de kapsayacak şekilde kullanılmaya başlanmasının ardından benimsenmiştir (Rothbard, 2006: 14-15; Davies, 2011: 124). Liber-teryenizm, klasik liberalizmin temel ilkelerini sürdüren çağdaş biçimdir. (Lo-masky 2007: 27). Klasik liberalizme yakın olmakla birlikte liberteryenizm, iki farklı liberal düzen ve siyaset anlayışına bölünür. Temel hürriyetleri koruya-bilmek için ultra minimal devletin varlığını kaçınılmaz gören minarşizm ile cebir tekelinden kaçınılabilir olduğundan yola çıkarak devletsiz liberteryen düzeni savunan anarko kapitalizm ayrışır. Öncelikle liberteryenizmin Ame-rikan liberalizmine yönelik itirazları çıkarılabilir.

Liberteryen perspektiften Amerikan liberalizmi, birey yerine grup ve/veya halk gibi kolektivitelere yöneldiği, gönüllü işbirliği düzeninden toplumsal işbirliğine geçtiği, sınırlı devletten güçlü devlet anlayışına yöneldiği için kla-sik liberalizmle ortak değerler setini paylaşmamaktadır. Brennan’a (2009: 62, 69) göre Rawls, Dworkin, Freeman ve Sandels gibi Amerikan liberalizminin temsilcileri, mal ve hizmet bolluğu varsayımından hareket ederek devlete üs-tün yetki tanır ve sosyal adaletin sağlanması amacıyla bazı durumlarda özel mülkiyet ihlallerine izin verirler; bu bakımdan en iyimser ifadeyle demokra-tik eşitlikçilik yanlısı olabilirler.

Liberalizm içindeki ayrışmayı genel hatlarıyla sunduktan sonra bu ça-lışmanın da esas konusu olan anarşist liberteryenlerin devletsiz liberal bir düzen önerisinin fikri temelleri üzerine bir soruşturma yapılabilir. Anarko kapitalizm, sosyal ve siyasi olarak liberal değerlerden sapmayı mı yoksa onu en iyi şekilde koruyan bir piyasa toplumu düzenini mi önermektedir? Anarko kapitalizm, bireyin temel hürriyetlerinin yalnızca gönüllü işbirliğine daya-nan piyasa kurumu aracılığıyla gerçekleşebileceği iddiasıyla liberal bir öner-me sunuyor gözükmektedir. Diğer yandan klasik liberalizmden olduğu kadar Amerikan liberalizmi ya da minarşizmin siyasal veçhesi olan liberal değerler-le biçimlendirilmiş devlet teorisini reddettiği için kopuş içinde olduğu ileri sürülebilir.

İki farklı istikameti gösteren yollardan birine girmeden önce klasik libe-ralizmin felsefi temelleri üzerinde uzlaşmaya varmak gerekir. Klasik libe-ralizm, bireyin temel hürriyetlerinin korunmasını esas alır. Bunu, iktisadi

45

İslâm Öncesi Mekke’de Sivil Toplum*

Hakan Şahin Arş. Gör. | İstanbul Ticaret Üniversitesi, Ticari Bilimler Fakültesi

liberal düşünce Yıl 20, Sayı 78, Bahar 2015, s. 45 - 73

Muhammed peygamberin zamanında dünya sahnesinde adından söz edi-len iki süper güç bulunmaktaydı. Bunlar Roma İmparatorluğu ve Sasani İmparatorluğu’dur. Arap Yarımadası bu iki devlet arasında gerçekleşen po-litik mücadelenin yoğun olduğu bir coğrafi bölge idi. Mekke, stratejik ko-numu ve kültürel/idari yapısı itibariyle iki imparatorluk halkı için bir ticaret ve turizm merkezi, bir vergi cenneti ve serbest bölge konumundaydı. Bunun başlıca nedenlerinden biri Mekke’de kurumsallaşmış bir merkezi otoritenin bulunmayışıydı. Bir merkezi otoritenin bulunmaması Mekke’de örfe dayanan güçlü bir sivil toplum yapısının oluşmasına neden olmuştur.

Mekke’nin idari yapısına bakıldığında pek çok kamu görevinin örfe daya-nan sivil toplum yapıları arasında paylaşıldığını görmekteyiz. Tüm bu görev-lerin birbiriyle uyumlu bir şekilde yürütülmesini sağlayan idari mekanizma işleyiş itibariyle bir devletten ziyade geniş bir sivil toplum kuruluşunu andır-maktadır. Buradaki sosyal düzen içerisinde yer alan her bir görevin işleyişi de benzer bir mekanizmaya sahiptir.

Sivil Toplumun Ana Aktörü: Kabileler

Mekke’deki idari yapının bir devletten çok bir sivil toplum kuruluşuna ben-zediğini söyledik. Dolayısıyla Mekke dendiğinde kastedilen şey aslında bir

* Bu makale hakem denetiminden geçmiştir.

46 | Hakan Şahin

toplum, daha özel ifadesiyle Kureyş halkıdır. Kureyş halkı sayısı ve nüfuzu bilinen belli başlı kabilelerden oluşmaktaydı. Burada bir kabile, aslında bir geniş aileden daha fazlasını ifade eder. Çünkü bir kabileye kabul edilmek ya da dışlanmak söz konusudur. Bir kabile, aslında tamamen olmasa da ağırlıklı olarak kan bağına dayanan bir sivil organizasyondur.

Kureyş halkı siyasi açıdan özgür bir halktır. Bu, Kureyş toplumu içerisinde bir siyasi cebir tekelinin ve ona bağlı yasal yaptırım aygıtlarının bulunmadı-ğı anlamına gelir. Bu tip toplumlarda kendiliğinden doğan bir düzen vardır ve bu düzen ağırlıklı olarak örfe dayanır. Kamusal kararlar, o toplumun tarihi içerisinde teşekkül etmiş sivil kurumlar vasıtasıyla alınır ve bireyleri bu ka-rarlara uyup uymama konusunda zorlayan bir siyasi güç yoktur. Bu nedenle bu tip toplumlarda örf, oldukça köklü ve güçlü bir yere sahiptir.1

Kureyş örfünün önemli bir parçası olan özgürlük anlayışının o dönem ne kadar kuvvetli olduğunu bir olay üzerinden anlamak mümkündür. Altıncı yüzyılın sonlarında Kureyş halkından Osman bin Hüveyris2 adında bir mono-teist, Hıristiyanlığı kabul etmiş ve Bizans yönetimi altında bulunan Suriye’ye göç etmiştir. Tarihi kaynaklara göre ya Bizans İmparatorunun kendisi ya da onun Suriye valisi, Osman bin Hüveyris’i taltif etmiş, ona bir taç ve impara-torluk arması vererek onu Mekkelilerin başına, imparatorluğa bağlı bir vali olarak atamak istemiştir. İmparatordan aldığı bir de ferman ile Mekke’ye dö-nen Osman, kendisine söylenenleri anlattığında halk onunla alay etmiştir. Kureyşliler ona verilen fermanı tanımamış ve “yüzyıllardır kimseye boyun eğmemiş Kureyş halkının bu Roma İmparatoru’na da asla boyun eğmeye-ceğini” söyleyerek onu reddetmişlerdir. Bunun üzerine Kureyşli tüccarların Suriye’ye girişi bir süre yasaklanmış ve gelenler hapse atılmaya başlanmış olsa da bu fazla uzun sürmemiştir.3

Mekke, insanlık tarihi boyunca muhterem addedilmiş olan bir mabedin bulunduğu bir yerleşim bölgesidir. Bundan dolayı Mekke’nin bir diğer adı da “muhterem/saygıdeğer mabet” anlamına gelen “el-Mescid’ül-Haram” ya da kısaca el-Haram’dır. Kâbe’nin itibarı dolayısıyla Mekke her dönem inanç turizminin ve ticaretin çok yoğun olduğu bir dünya şehri konumunda olmuş-tur. Tarih boyunca Kâbe, Allah’ın evi ve insanlığın yeryüzündeki ilk mabedi olarak kabul edilmiştir. Kuran, Kâbe’nin yeryüzündeki ilk ev olduğunu, yani Adem ve Havva’nın yaşadığı yer olduğunu belirtir.4 Kâbe büyük tufanda yı-

1 Hamidullah, 2009, #1373, #1387, #1431.

2 Esed kabilesinden olup Muhammed peygamberin ilk eşi Hatice’nin kuzenidir.

3 Hamidullah, 2009, #1360; Osman, 2005, s.69.

4 “İnsanlar için yeryüzünde kurulan ilk ev kesinlikle Mekke’de bulunandır. Bereketli olsun ve tüm milletler için bir yön

61

İslam’da Sivil Din Ne Anlama Gelir?*

Can Ceylan Yrd. Doç. Dr. | Medipol Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Öğretim Üyesi

liberal düşünce Yıl 20, Sayı 78, Bahar 2015, s.

Özet

Bu makalenin amacı, ‘sivil din’ kavramını İslâmî açıdan anlaşıldığı şekliyle yeniden tanımla-maktır. Bunun sebebi, sivil din kavramının, İslâm’ın yapısı içinde Hristiyanlıktakinden farklı bir anlam ifâde etmesidir. Bu makale açısından sivil din, Devlet tarafından değil, kişisel ve sivil toplum anlamında, dinin inananları tarafından desteklenmektedir. Sivil dinin sivil toplum tara-fından desteklenmesi, onu olabildiğince liberal hâle getirmektedir. ‘Sivil din’ kavramını tanım-lamaktaki amacım, İslâm dininin Devlet’in etkisi altında kalan yapısal şekline denge getirmek ve inananlarına, Devlet ile olumlu ya da olumsuz bir bağı bulunmayan sivil toplum anlayışındaki yapı üzerine inşa edilmiş bir anlayış sunmaktır.

Anahtar Kelimeler: Sivil din, İslam, Hristiyanlık, Tarikat, Sivil Toplum Kuruluşları, Devlet

Abstract

In this paper the main point is to redefine ‘civil religion’ as it is understood from Islamic point of view. This is because civil religion in the structure of Islam makes different sense than it does in Christianity. Within the framework of this paper, civil religion is enforced not by the State but by its believers in personal and nongovernmental sense. Nongovernmental unders-tanding of civil religion is what makes it empowered as liberally as possible. What I would like to put forward as to define “civil religion” is that it should be promoted to bring balance in the structural form of religion of Islam under the influence of the State and to provide its believers with understanding that is built upon nongovernmental formation which has no correlation with the State neither in negative nor positive sense.

Key Words: Civil Religion, Islam, Christianity, Tariqah, Nongovernmental Organization, State

* Bu makale hakem denetiminden geçmiştir.

62 | Can Ceylan

1. Giriş

‘Sivil din” özellikle, Batı kültürlerinde –dinin kurumsal bir şekli olarak– Kilise’nin çoğunlukla devletin yapısından ve kısmen de toplumun sosyokül-türel yapısından uzaklaştığı dönemde ortaya çıkan bir kavramdır. Hristiyanlık yâni Katolisizm’den boşalan yeri dolduracak bir seçenek ve “kutsal din”in zıttı olarak ortaya çıkan “sivil din”, İslâm’daki karşılığından birçok farklılıklar arz etmektedir. Hristiyanlık açısından sivil din, kutsal dinin yerine geçmektedir. Ancak İslamî açıdan sivil din, Devlet algısıyla hiçbir şekilde ilgisi olmayacak şekilde vahyedilmiş olan dindir.

Bir kavram olarak ‘sivil din’, Rousseau’nun 1762 yılında yayınlanan Toplumsal Sözleşme adlı eserinde ilk kullanılışından bu zamana kadar uzun bir evrim süreci geçirmiştir. Bu sürecin en uzun kısmı, Amerika Birleşik Devletleri’nin kurulmasındaki tarihî süreçte yaşanmıştır. Bellah’ın belirttiği gibi, bunda üç büyük ve önemli husus vardır (Couto and Weber, 2010:506). Bunu belirtmekteki amacın ayrıntıya girmek değil, bir kavram olarak sivil di-nin açık ve İslâmî toplumlardaki dinî ihtiyaçları tanımlamak için kullanılmak üzere yeniden tanımlanmaya ve ıslah edilmeye uygun olduğunu göstermek ve sivil toplum anlayışındaki yönetişim anlamında bir çözüm önermektir.

Bu makalenin amacı, ‘sivil din’ kavramını İslâmî açıdan anlaşıldığı şek-liyle yeniden tanımlamaktır. Bunun sebebi, sivil din kavramının, İslâm’ın ya-pısı içinde, Hristiyanlıktakinden farklı bir anlam ifâde etmesidir. Sivil din, Devlet tarafından değil, kişisel ve sivil toplum anlamında dinin inananları tarafından desteklenmektedir. Sivil dinin sivil toplum tarafından desteklen-mesi, onun olabildiğince liberal hale gelmesi demektir. Sivil dini ve “sivil ahlâkı, kilisenin azalan etkisinin yerini alacak sosyal bağlar” (Cuoto and We-ber, 2010:508) olarak sunan Durkheim ve Rousseau’nun aksine, benim ‘sivil din’ kavramını tanımlamaktaki amacım, İslâm dininin Devlet’in etkisi altın-daki yapısal şekline denge getirmek ve Müslümanlara, Devlet ile olumlu ya da olumsuz bir bağı bulunmayan sivil toplum anlayışındaki yapı üzerine inşa edilmiş olan anlayışı sunmaktır.

Bu sivil din anlayışı, yeni bir anlayıştır. Buradaki yeniliğin sebebi, keli-menin tam anlamıyla bir kavram olarak sivil dinin, “Din” olarak Hristiyan-lığın sarsıldığı ve de inananların ve tâkipçilerin ihtiyaçlarını karşılamada ve sorularına cevap bulmada Kilise’nin gücünün yetersiz kaldığı bir ortam-da ortaya çıkmış ve kullanılmış olmasıdır. Bununla birlikte sivil din, İslâm dünyâsında Devlet’in güç ve hâkimiyetinin en üst noktada olduğu zamanda ortaya çıkmıştır. Bu olgunun ilk talihsiz örneği, İslâm târihinin ilk dönem-

75

Alman Anayasası’nda Din Özgürlüğü ve Din Eğitimi

Muhterem Dilbirliği Avukat | Kırıkkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Programı

liberal düşünce Yıl 20, Sayı 78, Bahar 2015, s. 75 - 104

Özet

Almanya, tarihte yaşanan mezhep kavgalarında, Avrupa ülkeleri içinde en çok zararı gören ülkelerden biridir. Hristiyanlığın iki büyük mezhebi olan katoliklik ve protestanlık arasındaki kavgalar, sadece bu iki mezhep mensuplarına zarar vermemiş, Avrupa’da yaşayan diğer dini cemaatlere de büyük zararlar vermiştir. Bu yaşananların üzerine Almanya, mezhepler arası kavgaları bitirmek amacıyla çeşitli çalışmalar başlatmış ve toplumsal barışı sağlamıştır.

Din açısından Toplumsal Barışı sağlayan Almanya, bunu anayasa metinlerine aktarmış ve uy-gulamada da Protestanlar ve Katolikler arasında birlikte yaşama kültürünü oluşturacak adım-lar atılmıştır. Bir yandan mezhepler arası kavga yatıştırılırken, diğer taraftan devletle dini cemaatler arasındaki ilişklerde dengeli bir şekilde düzenlenmeye çalışılmıştır.

60’lı yıllardan sonra Almanya’ya iş göçü sebebiyle gelen müslümanlar, 20. yüzyıl sonundan itibaren, Alman toplumu içerisinde kalıcı bir unsur olmuşlardır. Alman toplumunun artık bir parçası olan müslümanlar, mevcut anayasal yapı içerisinde, başta Almanca İslam Din dersleri olmak üzere, din özgürlüğü alanındaki pek çok konuda, bir anayasal temel hak mücadelesine başlamışlardır.

Giriş

Ortaçağ Avrupasında Hristiyan inancının birliği ve bu yönde çalışmalar ya-pılması şarttı. Bu dönemde Yahudiler, kilise tarafından baskın bir şekilde sür-dürülen Yahudi karşıtlığı ve antisemitizm düsturları çerçevesinde takibe uğ-radılar, öldürüldüler ve geride kalanlarına kilise tarafından tuhaf bir hoşgörü ile Avrupa toplumları içerisinde varlıklarına müsaade edildi. Ortaçağ Avrupa-

* Bu makale hakem denetiminden geçmiştir.

76 | Muhterem Dilbirliği

sına hakim olan Katolik kilisesi, sadece Yahudileri değil, farklı düşünen diğer inanç gruplarını da takip edip, yok etme girişimi içerisinde oldular.1

Martin Luther ve diğer din adamlarıyla başlayan Reformasyon hareketi de, ilk bakışta din özgürlüğünü sağlamak yerine, büyük bir kargaşaya sebep oldu. Otuz Yıl Savaşları ve sonrasında 1648 yılında imzalanan Vestfalya An-laşması2 ile Almanya’da bireysel din özgürlüğü ilk olarak bir hukuki metinde ortaya çıkar ve Katolikler ile Protestanlar (Evangelist) eşit tutulur.

Aydınlanmayı takip eden dönemde farklı dini cemaatler birer birer kont-luklar, derebeylikler tarafından kabul görmüşler ve tanınmışlardır. Bu ge-lişmeler, Avrupa’da ve Almanya’da kilisenin, devlet ve idarecileri üzerindeki hakimiyetinin kaldırılmasına yol açmış ve bireysel din özgürlüğünün tartı-şılmasının ve buna ilişkin metinlerin anayasalara girmesinin önünü açmıştır.

Çağdaş anayasal düzenlemelerde din ve vicdan özgürlüğü, en temel insan haklarından biri olarak kabul görmektedir. Devamla, din ve vicdan özgürlü-ğünü teminat altına alan hükümler, bireyin özgürlüğünü, insan onur ve hay-siyetinin yansıması olarak kabul görür.3

1919 yılında Weimar Anayasası ile ilk defa geniş şekilde ele alınan ve ana-yasa hukuku açısından temellerini sağlamlaştıran, bireysel din özgürlüğü, kolektif din özgürlüğü ve dini cemaat gibi kavramlar, 2. Dünya Savaşı sonrası yenilenen Alman Anayasası’nda da kendini bulmuştur. Negatif din özgürlüğü kavramı anayasaya girmiş, devlet ile kiliseler arasına mesafe konulmuştur.

Geçmişinde Hristiyanlıktan gelen tesirler üzerine kurulan modern Alman-ya, anayasa hukuku ve din özgürlükleri açısından günümüzde, şimdiye kadar görülmedik bir şekilde kendisiyle mücadele eder hale gelmiştir.

60’lı yılların başından itibaren Almanya’ya gelen Müslüman misafir işçilerin4 ve buna ilave olarak bilhassa Müslüman ülkelerden gelen mülteci ve sığın-macıların da Almanya’daki Müslüman nüfusa dahil olmaları, din özgürlüğü ile ilgili bütün kavramların yeniden tartışılır hale gelmesine yol açmıştır.

Almanya’da din özgürlüğü alanındaki tartışmalar, bilhassa Federal Ordu, ceza evleri ve eğitim-öğretim gibi, devletin tekelinde olan, oldukça hassas alan-

1 Religionsfreiheit Gestalten, Handreichung, Hrgs. Evangelische Kirche im Rheinland, Düsseldorf 2012, s. 26

2 Westfälische Friede, 15 Mayıs ve 24 Ekim 1648’de Münster’de ve Osnabrück şehirlerinde imzalanan anlaşmaya verilen isimdir. Bu anlaşma ile Almanya tarihinde nüfusun üçte birinin yok olmasına sebep olan tarihte 30 Yıl Savaşları olarak bilinen savaşlar sona ermiştir.

3 BverfGE 35, s. 366

4 Bu misafir işçilerin genelde Türkiye’den geldiği düşünülür. Ancak, Almanya’ya Fas, eski Yugoslavya (Bosna-Hersek) ve diğer Balkan ülkelerinden de göçmen Müslüman işçiler gelmiştir.

105

Tek-Parti Döneminde Akademik Bir Dergi: Siyasî İlimler Mecmuası*

Salih Zeki Haklı Dr., Siyaset Bilimci

liberal düşünce Yıl 20, Sayı 78, Bahar 2015, s. 105 - 122

Giriş

Siyasî İlimler Mecmuası, 1931 senesinde “Mülkiye Mektebi Mecmuası” adıyla Mülkiye Talebe Cemiyeti tarafından aylık olarak çıkartılmaya başlanmıştır. 1932 senesinde adı “Mülkiye Mecmuası” olarak değişen dergi, 1934 senesinde “Mülkiye İçtimaî İlimler Mecmuası” olarak ismini değiştirmiştir. Mustafa Ke-mal Atatürk’ün 1934 senesinde Mülkiye Mektebi’nin ismini Siyasal Bilgiler Okulu şeklinde değiştirmesinden sonra 1935 yılında “Siyasal Bilgiler Mecmu-ası” adını almıştır. 1937 senesinde bir kez daha ismini değiştiren dergi, ya-yın hayatına son verdiği 1955 senesine kadar “Siyasî İlimler Mecmuası” adı altında yayınlanmış ve 1956 senesinin Ocak ayından itibaren yerini “Siyasî İlimlerde Fikir Dünyası” dergisine bırakmıştır.

Sıddık Sami Onar, Namık Zeki Aral, Hilmi Ziya Ülken, Ali Fuat Başgil, Ömer Lütfi Barkan ve Etem Menemencioğlu başta olmak üzere Mekteb-i Mülkiye hocalarının siyasî, iktisadî, malî ve idarî meseleler üzerine yazdık-ları makalelerin yayınladığı derginin yazı işleri müdürlüğünü Hasan Şükrü Adal üstlenmiştir. Derginin yirmi ikinci sayısından itibaren ünlü şair Ah-met Haşim’in kısa denemeleri ve hikâyeleri yayınlanmış ve bu seri yazılar, Haşim’in vefat ettiği döneme kadar düzenli bir şekilde devam etmiştir. Ahmet Haşim’in 4 Haziran 1933’te vefat etmesi üzerine dergi tarafından “Ahmet Ha-

* Bu makale hakem denetiminden geçmiştir.

106 | Salih Zeki Haklı

şim” özel sayısı çıkartılmış ve bu sayıda şairin hayatı, şahsiyeti ve eserleri ile ilgili bilgiler verilmiştir.

İlk sayısı 1931 senesinin Nisan ayında yayımlanan Siyasî İlimler Mecmuası’nın yayım hayatına başladığı dönem, gazete ve dergilerin tek par-ti iktidarı tarafından sıkı bir şekilde takip edildiği, çeşitli engellemelere ve de baskılara maruz kaldıkları bir döneme denk düşmektedir. 1925 ila 1929 yıl-ları arasında yürürlükte olan Takrir-i Sükun Kanunu vasıtasıyla yeni rejimin ilkelerine muhalif yayın yapmakla suçlanan birçok gazete ve dergi Bakanlar Kurulu kararlarıyla kapatılmıştır.1 25 Temmuz 1931 tarihinde kabul edilen Matbuat Kanunuyla birlikte yaşanan baskı daha da artarak, gazete ve dergi yayımıyla ilgili engelleyici tedbirler artırılmıştır. Öyle ki Kanunda; gazete ve dergi yayımı için gerekli şartların ayrıntılı ve sınırlandırıcı bir şekilde sayıl-ması, ihdas edilen matbuat suçlarının çeşitli olması, yayımlanması yasakla-nan hususların tek tek sayılması ve ülkenin genel siyasetine aykırı görülen yayınlardan dolayı Bakanlar Kurulu kararıyla geçici süreliğine kapatılması gibi hususlar düzenlenmiştir.2

Siyasî İlimler Mecmuası yirmi dörtlük yıllık yayın hayatı boyunca akade-mik yayın organı olmasının da etkisiyle günlük siyasî tartışmalara neredeyse hiç girmemiş ve yayın hayatını kesintisiz bir şekilde sürdürebilmeyi başar-mıştır. Dergi, Siyasal Bilgiler Okulu’nun süreli yayını olması nedeniyle Okul-da verilen siyasî, idarî, iktisadî, malî ve felsefî eğitimlerle ilgili teorik mese-leler üzerinde durmayı tercih etmiştir. Yazar kadrosunun akademisyenlerden kurulu olması derginin belirli bir entellektüel yayın çizgisine sahip olmasını beraberinde getirmiştir. Bununla birlikte, yayınlanan yazıların çoğunlukla siyasî, idarî, iktisadî, malî ve felsefî konular üzerine olmasına rağmen; kanunî ve idarî meseleler üzerine de çalışmalar yapılmıştır. Nitekim dergide, çıkar-tılan kanunlar hakkında inceleme yazıları yayınlanmış, kamu kurumlarının tarihsel gelişimleri ve teşkilat yapıları hakkında bilgiler verilmiş ve kamu bürokrasisinin örgütlenme şekliyle ilgili özel dosyalar hazırlanmıştır. Bu inceleme dosyalarında yeniden kurumsallaşmaya çalışan yeni bürokrasinin rasyonel bir şekilde örgütlenebilmesi için özel çalışmalarda bulunulmuştur. Bu amaç doğrultusunda Batılı ülkelerdeki idarî, malî ve bürokratik yaklaşım-lar ve kurumlar incelenerek; eğitim, tarım, şehircilik ve sanayi alanlarındaki uygulamaların Türkiye’de tatbik edilip edilemeyeceği konuları tartışılmıştır.

1 Mete Tunçay, “Tek Parti Döneminde Basın”, Eleştirel Tarih Yazıları, Der. H.B. Türk, H.E. Beriş, Liberte Yayınları, Ankara, 2005, s. 124.

2 Uygur Kocabaşoğlu, “Tek Parti Döneminin ‘Matbuat’ı Üzerine Gözlemler”, Mete Tunçay’a Armağan, Der. M.Ö. Alkan, T. Bora, M. Koraltürk, İletişim Yayınları, İstanbul, 2007, s. 590. Kanunun tam metni için bkz. http://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/KANUNLAR_KARARLAR/kanuntbmmc010/kanuntbmmc010/kanuntbmmc01001881.pdf

123

Başkanlık Sistemi Tartışmalarına Standart Bir Liberal Yaklaşım Mümkün mü?

Serdar Korucu Yrd. Doç. Dr. | Çukurova Üniversitesi, Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi

liberal düşünce Yıl 20, Sayı 78, Bahar 2015, 123 - 143

Giriş

Başkanlık sistemi, son yıllarda ülkemizin siyaset ve hukuk gündemine dam-gasını vuran en önemli konu başlıklarından biri oldu. İktidar partisinin ve Cumhurbaşkanının başkanlık sistemine duyulan ihtiyaç konusunda yaptığı kuvvetli vurgu, başkanlık sistemi tartışmalarını siyasi mücadelenin en önem-li ayrışma konularından biri haline getirmiş bulunmakta. Hatta son dönemde konuya ilişkin ayrışma o kadar belirgin bir hale geldi ki; bir siyasi partinin genel başkanı, Türk siyasi tarihinin en kısa grup toplantısını yalnızca bu ko-nuya ayırarak “Sayın Recep Tayyip Erdoğan, seni başkan yaptırmayacağız, seni başkan yaptırmayacağız, seni başkan yaptırmayacağız” sözleriyle bu konudaki kararlılığını vurgulama ihtiyacı hissetti.1

Başkanlık sisteminin bu kadar hararetli bir tartışma konusu olmasının ne-denleri dikkat çekicidir ve bunlar üzerinde ayrıca durmak gerekir. Ancak buna geçmeden önce; mevcut siyasi gerginlik ortamında başkanlık sistemine iliş-kin tartışmaların soğukkanlı biçimde yapılamadığını, kamuoyunun başkanlık sistemi hakkında sağlıklı bir fikir edinebilmesinin hiç de kolay olmadığını belirtmek gerekir.

Gerçekleştirdiğimiz bu çalışma, mevcut gerginlik ortamında yaşanan poli-tik tartışmalardan bağımsız olarak, başkanlık sisteminin farklı yönleriyle ta-

1 Bkz. http://www.hurriyet.com.tr/gundem/28481582.asp, (erişim tarihi: 12.06.2015).

124 | Serdar Korucu

nıtılması amacıyla hazırlanan ve Liberte Yayınları tarafından çıkarılan “Baş-kanlık Sistemi”2 adlı editoryal kitap çalışmasını değerlendirmek üzere kaleme alınmıştır.

On dört yazarın bireysel ve ortak makale çalışmalarıyla katkıda bulundu-ğu bu kitap, her ne kadar Başkanlık Sistemi adını taşısa da, farklı hükümet sis-temlerinin tanıtıldığı kıymetli bir eser olma niteliğine sahip. Ayrıca kitapta, başkanlık sisteminin Türkiye bakımından uygulanabilirliği de ele alınmakta ve güncel politik tartışmaların teorik çerçevesi hakkında okuyucunun bilgi-lendirilmesi amaçlanmaktadır.

Kitaba katkıda bulunan yazarların neredeyse tamamı, yürütme gücünün tek elde toplandığı başkanlık sisteminin yaratabileceği otoriterleşme tehli-kesine dikkati çekmekte. Devletin hukuki fonksiyonlarını yerine getiren ya-sama, yürütme ve yargı organlarının karşılıklı bir denetleme ve dengeleme mekanizması içinde birbirlerinin gücünü sınırlandırması, siyasi liberalizmin en temel ilkelerinden biridir. Dolayısıyla siyasi iktidarın sınırlanması gere-ğine yaptıkları bu vurgu nedeniyle, kitaba katkıda bulunan yazarların genel olarak liberal bir perspektifi paylaştığı söylenebilir.

Bununla birlikte; kitapta yer alan tespit ve değerlendirmelerin, liberal il-keleri benimseyen herkesin paylaştığı ortak görüşler olarak da kabul edil-memesi gerekir. Zira örneklerini pek çok farklı konuda gördüğümüz üzere; ortak liberal değerlerden hareketle somut sorunların çözümüne yönelik farklı değerlendirmeler yapmak her zaman mümkündür. Örneğin liberal bir yazar, otoriterleşme potansiyeli taşıdığı gerekçesiyle başkanlık sistemine bütünüy-le karşı çıkabilir; ancak bir başka liberal yazar da otoriterleşme tehlikesini bertaraf edecek çözüm yolları üzerine yoğunlaşarak başkanlık sistemini sa-vunabilir. Dolayısıyla hükümet sistemleri söz konusu olduğunda, standart bir liberal yaklaşımdan söz etmenin mümkün olmadığını kabul etmek gerekir.

Gerçekleştirdiğimiz bu çalışma, bir yandan Başkanlık Sistemi kitabında yer alan makaleleri liberal bir perspektifle değerlendirmeye tabi tutarken, bir yandan da ülkemizdeki başkanlık sistemi tartışmalarında standardize edilmiş liberal bir yaklaşımdan söz edilemeyeceğini vurgulamak amacındadır.

Başkanlık Sistemi adlı kitap Giriş kısmı haricinde üç bölümden oluşmakta-dır. Doğu Ergil tarafından kaleme alınan “Giriş: Başkanlık Sistemi ve Türkiye” adlı makale, hem başkanlık sisteminin yapısı, avantajları ve başkanlık siste-mine yönelik eleştirilere yer vermiş; hem de Türkiye’deki başkanlık sistemi tartışmalarına değinmiştir. “Hükümet Sistemlerinin Tanıtılması” başlıklı birin-

2 Başkanlık Sistemi, Murat Aktaş ve Bayram Coşkun (der.) Ankara, Liberte Yayınları, 2015.

145

Frederic Bastiat:Fransız Devrimi ve Marjinalist Devrim Arasında

Thomas J. Dilorenzo Ekonomi Profesörü, Avusturyan İktisatçı

Çeviren: Ünsal Çetin

liberal düşünce Yıl 20, Sayı 78, Bahar 2015, s. 145 - 154

Claude Frederic Bastiat, özel mülkiyeti, serbest piyasaları ve sınırlı hükü-meti savunan bir Fransız ekonomist, yasama meclisi üyesi ve yazardır. Belki de, Bastiat’nın yazılarının temelini teşkil eden asıl mevzu, hükümet vatan-daşların hayat, hürriyet ve mülkiyetini hırsızlık ve saldırıdan koruma işlevi ile sınırlandığı müddetçe, serbest piyasanın tabiî olarak bireyler arasında bir “iktisadî âhenk” kaynağı oluşudur. Bastiat’ya göre, hükümet cebri yalnızca, “adâletin her yerde hüküm sürmesi amacıyla, bireyin güvenliğini, hürriyet ve mülkiyet haklarını teminata almaya” hizmet ediyorsa meşrudur.1

Bastiat, serbest piyasanın -Avusturya Okulu’nun başlıca mevzusu olan- planlara âhenk kazandırıcı işlevini vurguladı, çünkü tefekkürü Adam Smith’in yazılarının bir kısmı ve büyük Fransız serbest piyasa iktisatçıları Jean-Babtis-te Say, Françiois Quesnay, Destutt de Tracy, Charles Comte, (İrlanda’da doğan ve Fransa’ya göçen) Richard Cantillon tarafından etkilenmişti. Bu Fransız ik-tisatçılar, dinamik, rekabetçi bir süreç olarak piyasa, paranın serbest piyasa evrimi, sübjektif değer teorisi, azalan marjinal fayda ve marjinal getiriler ya-saları, kaynak fiyatlamasının marjinal verimlilik yasası, ve özelde fiyat kont-rollerinin ve genelde ise hükümetin iktisadî müdahaleciliğinin faydasızlığı gibi kavramları ilk olarak geliştirdiklerinden, modern Avusturya Okulu’nun habercileri arasındaydılar.

1 Frederic Bastiat, “The Law,” Selected Essays on Political Economy içinde, ed. George B. de Huszar, (Irvington-on-Hudson, N.Y.: Foundation for Economic Education, 1995), s. 52.

146 | Frederic Bastiat

Bastiat’nın Entellektüel Arkaplanı

Bastiat on yaşında iken yetim kaldı ve baba tarafından büyük ebeveynlerince büyütüldü ve eğitildi. On yedi yaşında iken, ticaret sınırlamalarının neden olduğu kapanan antrepoları, azalan nüfusu ve artan fakirlik ile işsizliğin hep-sini gözlemleyerek korumacılığın zararlarını doğrudan doğruya öğrendiği, Bayonne kasabasındaki aile ihracat işletmesinde çalışmak amacıyla okulu bı-raktı.

Bastiat yirmi beş yaşında iken, büyükbabası öldüğünde, onu gelecek yir-mi yıl boyunca beyefendi bir çiftçi ve bilgin hayatı yaşamaya muktedir kılan, Mugron’daki aile servetini miras edindi. Entellektüel arayışlarına yoğunlaşa-bilmek için, aile çiftliğini işletmek amacıyla insanları ücretle çalıştırdı. Doy-mak bilmez bir okuyucuydu ve arkadaşları ile hemen hemen bütün yazın türleri hakkında tartıştı ve müzakere etti. En yakın arkadaşı komşusu Felix Coudroy idi.

Coudroy ve Bastiat felsefe, tarih, politika, din, seyahat, şiir, politik iktisat, biyografi ve diğer ko-nulardaki muazzam sayıda kitabı kendi çabalarıyla okudular… İşte bu sohbetlerde, Bastiat’nın fikirleri gelişti ve düşünceleri olgunlaştı.2

Coudroy başlangıçta bir Rousseau takipçisi idi ve, günümüzdeki Rousse-au takipçilerinin çoğunluğu gibi, bir sosyalist idi. Fakat birebir konuşmayı binlerce insana hitap etmeye yeğlediğini dâima söyleyen Bastiat, Coudroy’u klâsik liberalizme döndürdü.

Bastiat’nın yayınlanan ilk makalesi 1834 Nisan’ında görüldü. Bu maka-le, Bordeaux, Le Havre ve Lyons tacirlerinin tarımsal ürünlere uygulanan tarifelerin kaldırılmasını, ama imalat sanayisinde uygulanan tarifelerin mu-hafazasını amaçlayan bir dilekçesine cevaptı. Bastiat tacirleri tarımsal ürün-ler hakkındaki meramlarından ötürü övdü, ama kendileri için korumacılık is-temelerindeki riyakârlıkları için onları şiddetle suçladı. “Siz birkaç kişi için imtiyaz talep edersiniz” diye yazdı, hâlbuki “ben herkes için hürriyet talep ederim.”3 Daha sonra, bütün tarifelerin neden tamamen kaldırılmaları gerek-tiğini izah etti.

Bastiat, “The Tax and the Wine” isimli, şarap üzerine bütün dâhilî vergile-re karşı çıkan ikinci ve toprak vergileri ve bütün ticaret sınırlandırma şekil-lerine karşı çıkan üçüncü bir makale yazarak argümanlarını iktisadî özgürlük lehine keskinleştirmeye devam etti. Daha sonra, 1844 yazında, Fransa’daki en

2 Dean Russell, Frederic Bastiat: Ideas on Influence (Irvington-on-Hudson, N.Y.: Foundation for Economic Education, 1969), ss. 22-23.

3 A.g.e., s. 24.

155

Kültür Kıskacı*

Mike Reid Antropolog, Winnipeg Üniversitesi

Çeviren: Onur Hayırlı

liberal düşünce Yıl 20, Sayı 78, Bahar 2015, s. 155 - 161

* Yazının Orijinali: “Culture in a Cage”, Freeman, 12 Mart 2013, http://fee.org/freeman/detail/culture-in-a-cage

Geçenlerde, Hindistan’ın az bilinen orman kabilelerinden üç çocuk yakınlar-daki bir köye gelerek okula katılmak istediklerini söyledi. Ancak, öğretmenle-rin çocukları kabul etmesi kanunla yasaklanmıştı.

Bunun sebebi; Hindistan hükümetinin sıradan halkın bu çocuklarla ya da Andaman Adası’nın Jarawa kabilesi’nin herhangi bir üyesi ile etkileşimini önlemek istemesiydi. Çünkü Devlet yapısı bu insanları ‘fiziksel, sosyal ve kül-

156 | Mike Reid

türel olarak’ modern dünya ile başedemeyecek ‘özgün ve bakir bir toplum’ olarak görüyordu.

Okuma-yazma ve matematik öğrenmek isteyen bu Jarawa çocukları or-mandaki belirlenmiş bölgelerine –kendi iyilikleri için- geri gönderilmek zo-rundaydı.

Hindistan’ın bu politikası çift taraflı bir kültürel felaketin bir yönü olarak tüm insanlığı ilgilendiriyordu.

İki durumda da problem, hükümetin kültürümüzü -çocuklarımızı, eğitimimizi, zihinlerimizi- kontol etme girişimiydi.

Yaklaşık 40.000 yıl önceleri, insanoğlu tam gelişmiş ‘kültür’ diyebilece-ğimiz şekilde gelişti. Bu hayatı her açıdan kapsayan öğrenilmiş davranışlar sistemiydi. İnsan sanat, din, dil ve teknoloji alanında hızlı bir değişim ge-çiriyordu. Dünyanın her yerinde atalarımız her türlü çevre koşulu için özel ürünler icat ediyorlardı; silahlar, tekneler, bıçaklar, çekiçler, iğneler, keski ve kancalar.

Binlerce yıldan beri, her toplumda insanoğlunun kültürel akışı, süreğen bir durum içerisinde bulundu. Bizler sürekli olarak bize miras kalan teknikler ve malzemelerle gelişim sağlıyor ve her zaman komşularımızdan yeni fikir-ler ortaya çıkarmaya çalışıyoruz.

İnsanlığın sahip olduğu bilginin büyük kısmı herhangi güçlü bir yönetici-nin yaratmasıyla oluşmamıştır. Aksine, Friedrich Hayek’in ispat ettiği üzere, dil ve para gibi en önemli sosyal icatlar ‘insan tasarımı’ nın neticesi olamaz. Aksine “kültürel evrim, bireylerin bir parça olarak rol oynadıkları ama asla tam olarak algılayamadıkları bir süreçtir.”

Gelenekler Sandığı

Birçok insanın diğer ‘kültürleri’, -Ukranya, Çin ya da Jarawa olsun farketmez- algılayışı bir biçimde yanlış ve gelenekleri adeta bir sandık dolusu nadide ince porselen, bir Çin seti gibi görüyor. Siz bu seti anne-babanızdan alır ve ta ki onu çocuklarınıza devredene kadar -hiçbir şeyi kırmadan- muhafaza eder-siniz.

Ama aslında gelenek biçimleri kültürün iki yüzünden sadece biridir. Diğer yüz ise uyum sağlamaktır.

Kültürünüz sizin doğal, sosyal ve teknolojik çevrenize uyum sağlamanızı sağlar.

163

Yirminci yüzyılın başında Anadolu’da ve Trakya’da dini ve etnik farklılık-ları nedeniyle insanlar büyük felakete maruz kaldılar. Yüzbinlerce masum insan hayatını kaybetti. Kalanlar yakınlarının yasını tutamadan, taziyeleri kabul edemeden; mallarını, dostlarını, komşularını; doğdukları, çocuklukla-rını yaşadıkları ve hatıralar biriktirdikleri topraklarını arkalarında bırakarak gittiler. Acılarını yanlarına alıp gidenler sadece Ermeniler ve Süryaniler de-ğildi; Rumlar, Yahudiler ve diğerleri de yersiz ve yurtsuz kaldılar; istemeden göçebe oldular.

Gidenler, yabancı değildi; bizim mahallenin sakinleri, ninelerimizin kom-şularıydı. Beraberce söylenen şarkıların bestekârları, berberce kullanılan ba-kır çanakların ve altında beraberce sohbet ettiğimiz ahşap damların ustaları Tatyos efendi, Anuş Ana, Yorgi Paşa, Moshe, Meyzi ve daha binlercesi. Onlar, memleketlerinden sökülüp atıldılar ama memleket, onlardan sökülüp atıla-madı. Acılarını ve anılarını yanlarına alıp gidenler, memleket hasretini ço-cuklarına miras bırakarak ebedi istirahatgâhlarına çekildiler.

Bizleri birbirimizden ayıran ve ortak anılarımızı unutturan makûs olay-ların üzerinden onlarca yıl geçti. Zamanın dert, öfke ve düşmanlıkların ilacı olması beklenirken, gidenlerin ve kalanların torunları, “Türk tezi” ve “Ermeni tezi” gibi tartışmalar arasında daha derin ayrışmalara sürüklendi. Bu ayrış-malar yüzleşme ve beraberce derde deva bulmayı unutturdu.

İmza KampanyasıAnadolu’nun Diasporadaki Çocuklarına Geri Dönüşün Yolunu Beraber Açalım

167

Yurda Geri Dönüşün Anlamı ve Hz. Muhammed’in Ermeni Ahitnamesi

Hasan Yücel Başdemir Doç. Dr. | Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, İslami İlimler Fakültesi Öğretim Üyesi

liberal düşünce Yıl 20, Sayı 78, Bahar 2015, s. 167 - 175

1915 büyük Ermeni pogromunun üzerinden 100 yıl geçti. Pogrom diyorum çünkü olaylar yoğun bir şekilde 1894 yılında başladı ve 1920’lere kadar sis-tematik olarak devam etti. Amaç belliydi: Osmanlı giderek küçülüyor ve yok olmaya doğru gidiyordu. Tedbir olarak Anadolu’nun gayri Müslimlerden arındırılması anlayışı ortaya çıkmaya başladı. Yok oluş travmasının sonucun-da özellikle 1912 yılından itibaren İttihat ve Terakki iktidarında Anadolu’da Müslüman unsurlardan oluşan, tehlike ve tehditlerden arınmış güvenli bir alan oluşturma fikri belirgin hale geldi. Pogrom, en acı yüzünü 27 Mayıs 1915’te çıkarılan Tehcir Yasası’ndan sonra gösterdi ve yasanın uygulamaya koyulmasıyla yüzbinlerce insan, ya hayatını kaybetti ya da mallarını, hatı-ralarını ve komşularını arkada bırakarak yurtlarını terk etmek zorunda kaldı.

Bu kısa anlatıda birçok eksiklik olabilir ancak beni daha ziyadesiyle ilgi-lendiren şey, bugün Ermenistan ve Türkiye arasında büyük bir uçuruma ne-den olan bu olaylara nasıl bakmamız gerektiği. İki toplum da 1915’in yıkıcı sonuçlarını hala yaşamaya devam ediyor. Bir tarafta komşularıyla ilişkileri bozuk, ticari hayatın gelişemediği ve işsizlikle boğuşan Ermenistan, diğer tarafta ise uluslararası alanda büyük mesaisini kendini anlatmaya harcayan ve Ermeni Diasporasının faaliyetleri nedeniyle uluslararası baskıya maruz kalan Türkiye.

İki toplum bu sorunu şimdiye kadar halletmeliydi ama toplumlar, soru-nu siyasi yoldan çözecek araçları oluşturamadı. Devletlerin kapalı ideolojik

168 | Hasan Yücel Başdemir

tarzları, çözüm için alternatif düşüncelerin ortaya çıkmasını ve ortak bir dil oluşmasını engelledi. Bu misyonu üzerine alacak olanlar, devlet perspektifi-nin etkisinden uzak durabilen sivil akademisyenler olmalıydı ancak akade-misyenler birçok konuda olduğu gibi böyle bir riski göze almaktan kaçındılar. Elbette arşivlerin yakın zamanlarda açılmış hatta bir kısmının hala açılma-mış olmasının bürokratik bir engel olduğunu ve akademisyenlerin cesaretini kırdığını da teslim etmek gerekir. Bugün 1915 olayları Batı’da ahlaki zemin-den çok uzak, stratejik bir manevra aracı ve bir pazarlık konusu olarak konu-şuluyor. Elimizden başka bir şey gelmiyor deniliyor, deniliyor. Oysa çok şey yapılabilir.

Başbakanlığı döneminde, Nisan 2014’te Sayın Recep Tayyip Erdoğan, 1915 yılında ölen Ermeniler için yayınladığı taziye mesajı, Türkiye’deki si-yasi ve zihinsel dönüşümün önemli bir göstergesi idi fakat Türkiye yapması gerekenler konusunda oldukça gecikti ama yolun sonuna da gelmiş değiliz.

Peki, bundan sonra ne yapmak gerekir?

Öncelikle 1915 pogromunu tarihi bir bakışla değerlendirmek ve bu tarih ana-lizinden barış ve uzlaşma çıkmasını beklemek bir hayalden ibaret olur. Me-sele, genelde bir tarih perspektifi ile ele alınıyor ve insanlar, Türk tezi ve Ermeni tezi arasında bir tercih yapmaya zorlanıyor. Tüm sorun, 1915’in bir tehcir mi yoksa soykırım mı olduğuna indirgeniyor. Yurt dışında ise Türkiye karşıtı lobiler, meseleyi bir yüzleşme zeminine çekmek yerine uluslararası anlaşmalarda pazarlık malzemesi yapmayı veya Türkiye düşmanlığı için bir araç olarak kullanmayı tercih ediyorlar. Kapalı kapılar ardında bu tezler üze-rinden pazarlıklar yapılıyor. Öncelikle bu konuyu tarihçilerin bir meselesi olarak görmekten kurtulmalı.

Bu perspektif, mesele ile yüzleşmemizi engelliyor. Kelimelerden korkar hale geliyoruz ve 1915’e daha fazla yaklaşmak yerine orada olanlara, ölenlere ve acı çekenlere kayıtsız kalıyoruz. Tarih, savunma refleksini ortaya çıkarıyor ve bizi ölenlerin acılarını paylaşmaktan uzaklaştırıyor. Elbette 1915 tarihi bir olaydır fakat eğer amacımız uzlaşmaksa, taziyelerini kabul edemeyenlerin ve acılarını yaşayamayanların yüz yıl sonra dedelerinin ve ninelerinin yasını tutabilmesi ise konuşmaya tarihle başlamamalıyız. Tarih konuşmak yerine, tarihle yüzleşmek gerekir. 1915’i sanki şimdi ve burada, hemen yanı başımda, benim de dâhil olduğumuz bir yerde yaşanıyormuş gibi görmeliyim. Acı çe-ken masum bir Ermeni çocuğuna elimi uzatıp, “yardım ediyormuşum ruh ha-lini” taşımadığım sürece, 1915’e kayıtsızım demektir. Bu bakış bizi, 1915’in

177

Serbest Otobanlar*

Leigh Jenco Siyaset Bilimci, Şikago Üniversitesi

Çeviren: Mehmet Doğan

liberal düşünce Yıl 20, Sayı 78, Bahar 2015, s. 177 - 179

* Yazının Orijinali: “Freeing the Freeways, Private Industry Could Build and Manage Superior Highways”, Freeman, 01 November 2001, http://fee.org/freeman/detail/freeing-the-freeways

Ömrünün her iş günü iş çıkış saatinde trafiğe çıkman, otobanların özgürlü-ğü temsil ettiğini unutman için yeterlidir. Şu sıralar Milli Yapı Müzesi’nde sergilenmekte olan ‘’Otomobil Yolculuğu ve Amerikan Peyzajı’’ isimli ser-gi, popüler kültür yolundan aşağı yürümekten fazlasını sunması nedeniyle, popülerdir. Sergi otobanların modern yönetim sorunlarına çözüm getiriyor: serbest piyasanın yolları nasıl özgürleştirdiğinin hikâyesi.

Eisenhower yönetimi ve onun agresif yol yapım politikasından beri insan-lar, bir baştan bir başa otoban yapımı gibi, bir çok eyaleti kapsayan dev bir projeyi koordine edecek araçlara yalnızca federal hükümetin sahip olduğu so-nucuna vardılar. Yol bütün topluma yarar sağladığından beri her bir kullanıcı için değerini belirlemek zor olmuştur; bireysel kullanıcılar serbestçe seyahat edebildiklerinden beri, bir kez yol yapıldı mı, yolun finansmanını ve onarım masrafını karşılamayı reddederler. Ayrıca, projenin kapsadığı coğrafi alanın özel sektör ve hatta yerel hükümetlerce iştiraki mümkün görünmemektedir.

Fakat tarihi gerçekler politikacıların teorilerinin tam karşısında yer alır. Lincoln otobanı olayında sadece yol kenarındaki arazilerde değil yollarda da özel teşebbüse kolaylıklar sağlanmıştır. 1912’de İndianapolis 500’ün babası Carl Fisher, ülkeyi boydan boya geçen iyi asfaltlı ve sağlam bir yolun; kent-sel sıkışıklığı önleyeceğini, seyahati özendireceğini, otomobil endüstrisinin gelişimini destekleyeceğini ve yol üzerindeki kırsal toplumları geliştirece-

181

14 Ekim 2014’te, Amerikalı bir aka-demisyen olan Leonard P. Liggio vefat etti. Onun ölümüyle, sanırım, dünya özgürlük mücadelesi tarihi-nin bir dönüm noktasına gelindi. Le-onard Liggio, bir döneme damgası-nı vurmuş tarihî bir şahsiyet olarak, ölümüyle, Hayek, Rand, Rothbard, Buchanan gibi isimlerin önemli rol-ler oynadığı bir devri kapattı.

Leonard Liggio benim çok değer verdiğim bir arkadaşımdı. Onunla 1993’te, Atlas Economic Research Foundation’ın bir toplantısı münase-betiyle ABD’ye yaptığım ilk ziyaret-te tanıştım. Sonraki yıllarda daima temas hâlinde olduk ve dünyanın çe-şitli yerlerinde değişik toplantılarda karşılaştık. Kendisini hocam olarak gör-düm, benimsedim ve hem muazzam bilgi birikiminden hem de sakin bir güç olarak merkezine oturduğu bir uluslararası özgürlük mücadelesi ağındaki te-

Özgürlük Kahramanı Leonard Liggio*

Atilla Yayla Prof. Dr. | İstanbul Ticaret Üniversitesi Öğretim Üyesi, LDT Yönetim Kurulu Başkanı

liberal düşünce Yıl 20, Sayı 78, Bahar 2015, s. 181 - 183

* Yazının Orijinali, 15 Kasım 2014 tarihinde Yeni Şafak Gazetesi’nde yayınlanmıştır.

liberal düşünce Dergisi’ne Yazı Gönderme Şartları

Liberal Düşünce Dergisi’ne yazı göndermek isteyen müelliflerin aşağıdaki şekil şartlarına uymaları gerekmektedir. Şekil şartlarını karşılamayan makaleler– hakem kurulunun değerlendirmesine sunulmadan– şartları karşılar hâle getirilmek üzere yazarlarına iade edilecektir.

Liberal Düşünce Dergisi’nde Akademik Usule Göre Yayınlanacak Makalel-erde Aranan Şeklî Şartlar

— Yazılar [email protected] adresine e-posta eki (Word) olarak gön-derilmelidir.

— Metin A4 boyutunda, “Times New Roman” yazı tipinde, 12 punto ve “tek” satır aralıklı, olarak düzenlenmelidir.

— Dipnot sistemi olarak Liberal Düşünce standart bir sistem benimse-memekle beraber, makalede verilen dipnotların kendi içinde tutarlı olmasına dikkat etmektedir. Buna göre dipnot;

i) Anglo Sakson Sistemi Esas Alınarak Kullanılmışsa

—Yazarın soyadı, dipnota esas olan eserin yayınlandığı yıl: sayfa numarası.

Örnek: Hayek, 1999: 25

Aynı konu hakkında birden fazla kaynak gösterilecekse, kaynaklar arasına “noktalı virgül (;)” konulmalıdır

Örnek: Larsson, 2003: 128; Norberg, 2003: 53.

Bu tür dipnotlar ilgili cümlenin sonunda (ve parantez içinde) gösterilebileceği gibi ilgili sayfa altında da gösterilebilecektir. Bu sistem kullanılarak yazılan makalelerin sonuna mutlaka “Kaynaklar” başlığını taşıyan bir kaynakça konulacaktır. “Kaynaklar” bölümünde kullanılacak sis-tem, aşağıdaki “ii” maddesinde belirtildiği gibi olacaktır.

ii) Kıta Avrupası Sistemi Esas Alınarak Kullanılmışsa

— Yazarın adı soyadı, Kitap adı, Yayınevi, Şehir, Yıl, Sayfa numarası.

Örnek: Atilla Yayla, Liberalizm, Liberte Yayınevi, Ankara, 2002, s.120.

— Yazarın adı soyadı, Kitap adı, Mütercimin adı soyadı, Yayınevi, Şehir, Yıl, sayfa numarası.

Örnek: Friedrich A. Hayek, Kölelik Yolu, Çev. Turhan Feyzioğlu ve Yıldıray Arsan, Liberte Yayınevi, Ankara, 1999, s. 55.

— Yazarın adı soyadı, “Makale adı”, Dergi adı, Yayın dönemi, Yıl, sayfa numarası.

Örnek: Mustafa Erdoğan, “Savaşa ve Barışa Dair”, Liberal Düşünce, Sayı: 29, Kış 2003, s. 7-13.

— Yazarın adı soyadı, “Makale adı”, (Der. veya Ed.) Yazar(lar)ın adı, Kitap adı, Yayınevi, Şehir, Yıl, sayfa numarası.”

Örnek: Atilla Yayla, “Liberalizm ve Demokrasi”, Der. Atilla Yayla, Sosyal ve Siyasal Teori, Siyasal Kitabevi, Ankara, 1993, s. 59-66

Arka arkaya aynı kaynak dipnotta belirtilecekse “ibid, idem, a.g.e., a.g.m.” kısaltmaları –ve eğer gerekliyse sayfa numaraları– kullanılmalıdır. Son-raki sayfalarda ve başka kaynaklardan sonra aynı dipnotun kullanılması gerektiğinde yazarın adı soyadı ve çalışmasının tarihi verilip “ibid, idem, a.g.e., a.g.m.” kısaltmaları kullanılmalıdır.

Dipnotu Kıta Avrupası Sistemine göre hazırlanmış makalelerde metnin sonuna ayrıca kaynakça eklenmesine gerek yoktur.

Yazarların, metinlerinin tashihine azami ölçüde dikkat etmeleri beklen-mektedir.