16
Aydınlık BU SAYIDA 22 KİTAP TANITILIYOR 10 Ağustos 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 24 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP . Toplam: 858 Yazar Suat Duman’la ‘Cinayet Mevsimi’ kitabı ve polisiye roman üzerine... “Ne yazık ki Türkiye’de hayatın kendisi polisiyedir” Önce düşler gelir Mitten gerçeğe, gerçekten mite ırkçılık Bilim kurgu okuruna Noir ziyafet Çağdaşlaşmanın itici gücü “var olabilme” mücadelesi İnsan öyküleriyle Türkiye’nin halleri…

İnsan öyküleriyle Türkiye’nin halleri… Yazar Suat …...“Binbir Gece Masalları” çevirisiyle de bilinir. Toplam on altı kitaptan oluşan bu büyük eser günümüzde

  • Upload
    others

  • View
    12

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: İnsan öyküleriyle Türkiye’nin halleri… Yazar Suat …...“Binbir Gece Masalları” çevirisiyle de bilinir. Toplam on altı kitaptan oluşan bu büyük eser günümüzde

AydınlıkBU SAYIDA

22KİTAP

TANITILIYOR

10 Ağustos 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 24

Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir

KITAP.

Toplam: 858

Yazar Suat Duman’la ‘Cinayet Mevsimi’kitabı ve polisiye roman üzerine...

“Ne yazık ki Türkiye’dehayatın kendisi polisiyedir”

Önce düşler gelir

Mitten gerçeğe,gerçekten mite ırkçılık

Bilim kurgu okurunaNoir ziyafet

Çağdaşlaşmanın itici gücü

“var olabilme” mücadelesi

İnsan öyküleriyleTürkiye’nin halleri…

Page 2: İnsan öyküleriyle Türkiye’nin halleri… Yazar Suat …...“Binbir Gece Masalları” çevirisiyle de bilinir. Toplam on altı kitaptan oluşan bu büyük eser günümüzde
Page 3: İnsan öyküleriyle Türkiye’nin halleri… Yazar Suat …...“Binbir Gece Masalları” çevirisiyle de bilinir. Toplam on altı kitaptan oluşan bu büyük eser günümüzde

Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdür Yardımcısı Ümit Yaşar Gö-

züm'ün geçtiğimiz günlerde AA muhabirine yaptığı açıklama çeşitli gazeteler

ve internet sitelerinde yer aldı. Gözüm, “Türkiye'de son yıllarda yayıncı-

lığın sektörleşmesine yönelik önemli adımlar atıldığını, bunun etkisinin

de çok açık bir şekilde görülmeye başlandığını” söyledi. Açıklamada ba-

sılan kitaplar, yeni açılan kitabevleri ve yayınevlerine dair ayrıntılı bilgi-

ler var. Rakamlarla buralardaki artışa değinilmiş. Ayrıntılı biçimde ak-

tarılan veriler sevindirici. Fakat haberin aktarımında kullanılan bir ara

başlık var ki bizleri düşündürdü. “Sektörün kalbi İstanbul, Ankara ve İz-

mir”. Yayıncılık ve kitap dağıtımındaki yaygın artışa sevinemiyoruz böy-

le olunca. Çünkü sorun tam da burada başlıyor. Anadolu'da birçok ili-

mizde kitaplara ulaşımda ciddi sıkıntılar olduğunu biliyoruz. Kitabevle-

rinin azlığı çok canımızı sıkmayacak kütüphaneler yeterli düzeyde olsa.

Ama biliyoruz ki kütüphanelerde de yetersizlikler var. Kaldı ki söz konu-

su kütüphane olunca İstanbul, Ankara ve İzmir bile tartışmaya dahil edi-

lebilir. Diyeceğimiz o ki, rakamlar yanıltmasın. Biz yine de “Anadolu'dan

Kitabevi” köşemizde sizleri zengin bir kitaplığa ulaşabileceğiniz sayılı me-

kanlardan haberdar etmeye devam edelim en iyisi.

� � �

Aydınlık Kitap ekibi olarak okurlarımıza müjdemiz var. Yaz sonrası için

yeni dönem hazırlıklarına şimdiden başladık. Bayramdan sonra Aydın-

lık Kitap ekibine yeni isimler katılacak. Şimdi yaz tatili, bayram tatili der-

ken yayıncılık alanı biraz durgun. Önümüzdeki üç sayıyı, yirmi dört ye-

rine on altı sayfa çıkaracağız. Bayramdan sonra hem yeni ekibimiz hem

de dolu dolu yirmi dört sayfayla devam edeceğiz.

Haftaya buluşmak dileğiyle...

Rakamlaryanıltmasın

İÇİNDEKİLER SUNU

[email protected]

Baskı: Toros Yay. Mat. Tur. Org. San. Tic. Ltd. Şti.Oruçreis Cad. Remzi Özkaya Sok. No:16Bahçelievler / İstanbul Tel: 0212 655 44 34

Yönetim Yeriİstiklal Cad. Deva Çıkmazı No:3/3 Beyoğlu / İstanbulTel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04

Faks: 0212 252 51 22

Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir

Anadolum Gazetecilik Basım Yayın San. ve Tic. A.Ş.

adına sahibi:Mehmet Sabuncu

Genel Yayın Yönetmeni:Serhan Bolluk

Sorumlu Müdür:Mehmet Bozkurt

Aydınlık

KITAP.

“Ömrün Yazı”, Berat AlanyalıBerat Alanyalı’nın inanılmaz güzellik ve zenginlikteki dili ile yazdığı ustalıklı öyküler. Di-lindeki renk ve yetkinlik Türkçe’nin olanakları renk dürbününün yarattığı görsel çeşitle-meler gibi insanı heyecanlandırıyor. O kadar da değil, düş, gerçek, ve fantazma arasında-ki gidiş gelişler insanı şaşırttığı kadar dünyasını da renklendiriyor.

“Asi Destanı”, Sabahattin YalkınSabahattin Yalkın benim gibi yazdıklarını yayımlamaya geç başlamış has bir şair. Çok sev-diğim şairlerin en önde gelenlerinden. Biz Antakyalılar için adeta kutsallık taşıyan, derinve uzun ömürlü kültürümüzün taşıyıcısı Asi; mitoloji, eski zamanlar, eşsiz coğrafya ve ba-rışı ve bütünleşmeyi çok önceden bulmuş insanlar üstüne destan parçaları... İnsan olduğumuzasevindiğimiz anları anımsatan yetkinlik.

“Asi...Asi”, Ayla KutluBir şehrin, bir ırmağın geniş zamanlara yayılmış öyküsüyle birlikte kurgusal bir ailenin yüzyirmi yılllık, dört kuşaklık yaşamı çok zengin ve şiirli bir Türkçe ile anlatılıyor. Asi bir ya-nıyla uygarlık taşıyan, öbür yanıyla isyancı bir kimliktir... Adının iki kez tekrarlanması dabu yüzden.

“Küçük Prens”, Antoine de Saint-ExuperyKüçük Prens her yaştan insanın bıkmaksızın okuyacağı bir insanlık destanı. Her okuyuştabir parça daha zenginleştiğini algılatan, bıkılmayan bir şarkı gibi, hep canlı kılan, insanı ke-derden arındıran, kötülükten sakındıran, çocuk dünyasını sürekli algılatan bir başyapıt. Oku-dukça soluğu tazelenen bir dostluk atmosferi.

“Bütün Şiirleri”, Yorgo SeferisNobel ödüllü ve yirminci yüzyılın en büyük şairlerinden Seferis; duygu derinliği zaman za-man algılanamayacak boyuta kadar inen bir şair. Özelikle yazanlar ve yazma aşkı duyanlarişin eşsiz bir esin kaynağı. Bir başucu kitabı... Yerinde yıllarca kalabilecek güçte üstelik.

ÖneriYorum

AYLAKUTLU

1)

2)

3)

4)

5)

Haftanın Portresi: Alim Şerif Onaran s. 4

Bilim kurgu okuruna Noir ziyafet s. 9

Mitten gerçeğe, gerçekten mite ırkçılık s. 10

Yeni Çıkanlar s. 11

Çocuk: Önce düşler gelir s. 12

Sahaf: Lozan’ın tanığından Lozan dersleri s. 13

Alıntı Test-Bulmaca s. 14

10 A�USTOS 2012 CUMA 3Aydınlık KİTAP

Reklam Müdürü: Saynur Okuroğlu

Sayfa Sekreteri: Alev Özgenç

Editör: Pınar Akkoç Yazıişleri: Damla Yazıcı

Çağdaşlaşmanın itici gücü“var olabilme” mücadelesi s. 5

Kapak: “Ne yazık ki Türkiye’de hayatın kendisi polisiyedir” s. 6/7

Zamanın silgisi de olmasa o büyük iyilikseverler,yaptıkları kötülükleri halka nasıl unuttururlar! s. 8

Page 4: İnsan öyküleriyle Türkiye’nin halleri… Yazar Suat …...“Binbir Gece Masalları” çevirisiyle de bilinir. Toplam on altı kitaptan oluşan bu büyük eser günümüzde

ŞENOL Ç[email protected]

Gazeteci Celal Başlangıç ülkemizin yakın

dönem tarihini, portreler yani “hayat rö-

portajları” üzerinden yazmaya “Hayatın

Rengi Gökkuşağı” ile devam ediyor.

“Sinemacılar, Tiyatrocular, Müzis-

yenler”, “Gazeteciler, Foto Muhabirleri,

Belgeselciler”, “Çizgiler, Desenler, De-

ğerler” başlıkları altında 44 “insan öykü-

sü’nün yer aldığı kitapta, bu öyküler ara-

cılığıyla; tanıdığımız, bildiğimiz ya da ilk

kez tanışacağımız insanların “hayatlarıy-

la yaptıkları tanıklıklar” üzerinden Tür-

kiye’nin ve Türkiye’de yaşamanın halleri

anlatılıyor…

Bu kitap, insan öykülerini derlediği ilk

kitap olan “Hayata Söylenmiş Şarkılar”ın

da bir nevi devamı niteliğinde…

Kimler yok ki kitapta; Moğollar’ın

davulcusu Engin Yörükoğlu, Fikret Otyam,

tiyatrocu Haldun Dormen, yönetmen

Reis Çelik, Haluk Levent, Ara Güler,

Mehmet Esen, Mümtaz Sevinç, Rahmi

Dilligil, Tuncer Necmioğlu, Semir As-

lanyürek, Vecdi Sayar, Ali Öz, Ergun

Hiçyılmaz, Mehmet Soyer, Yunus Tonkuş

ve daha niceleri…

Kitabı okurken, bir yandan geniş bir

yelpazede birçoğunu bildiğimiz isimleri hiç

duymadığınız, bilmediğiniz yanlarıyla ya-

kından tanıma fırsatına sahip olurken; di-

ğer yandan da adını ilk kez duyduğunuz in-

sanları ilginç öyküleri aracılığıyla tanışma

şansını yakalayacaksınız. Bu tanışma öyle

sıcak, dostane olacak ki ilk kez duyulan

isimlerin öykülerinde belki kendi yaşa-

mınızdan, belki ülkemizin yakın tarihinden

kesitlerle bir de bakmışsınız 40 yıllık dost

olmuşsunuz…

Ç�ÇEK AR�F’�N BAVULUNDAK�UMUTYılmaz Güney’in Cannes Film Festivali’ne

seçilen “Umut” filminin, havaalanında, Arif

Keskiner’in; nam-ı diğer “Çiçek Arif”in ba-

vulunda gizlice çıkarılışının öyküsüyle baş-

lıyor “Hayatın Rengi Gökkuşağı”. 2010 yı-

lında yitirdiğimiz Moğollar’ın davulcusu

Engin Yörükoğlu’yla devam ediyor. Gru-

bun isminin konuluş hikayesinden Paris

günlerine, dağılıştan yeniden bir araya

gelişe… “Durmadan yürüyen genç kalır”

sözü belki de Moğollar’ın 1960’lardan gü-

nümüze taşıdıkları müzik yaşamlarını an-

latmaya yetiyor…

Sonra Dr. Ercan Kesal’ın sinemaskop

düşleri, ardından “ışıyarak yok olan aktör”

Erkan Yücel… 12 Mart’ın işkencehane-

lerinde acıya, işkenceye mizahla oyunla di-

renen “tiyatrocu bize bir gösteri yap!” di-

yen işkencecilere yasaklanan “Hitler Re-

jimi’nin Korku ve Sefaleti”nden bölümler

oynayan, arkadaşlarına taklitler yapıp,

oyunlar oynayarak moral veren, kısaca yat-

tığı hücreyi de gittiği köyü de bir anda ti-

yatro salonuna çeviren, demiryolu işçisi bir

babanın en küçük çocuğu…

Tiyatrocu olmaya karar verdiğinde

annesinin “yazıklar olsun, sürüneceksin”

sözleriyle karşılaşan Haldun Dormen,

Mersin’de çalıştığı tesisten dayak yiyerek

atılan ve yolu kesinkes İstanbul’a düşen

Haluk Levent, ezgilerini “Kafdağı”ndan

aşıranların serüvencisi müzisyen İberya

Özkan, Sivas’ta yakılarak katledilen Ne-

simi Çimen’in balet ve müzisyen oğlu

Mazlum Çimen, Cihangir’de bir konakta

dünyaya gelen tiyatrocu Mehmet Esen,

uğursuz bir ocak ayında sırtına saplanan

bıçakla yaşama veda eden oyuncu Müm-

taz Sevinç, bütün yaşamı tiyatro olan,

Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Rahmi

Dilligil’in onur savaşı, bulduğu gazete

parçalarını annesine çuvaldızla diktirip ga-

zete kitapçıkları yaptıran “film gibi bir yö-

netmen” Reis Çelik’in Ardahan’dan İs-

tanbul’a yola çıkışıyla başlayan macerası,

doktor olmak için geldiği İstanbul’da ti-

yatrocu olan ve elli yıl boyunca yasaklar-

la, gözaltılarla, tutuklamalarla, tiyatro

kapatmalarla dolu bir hayat süren Tuncer

Necmioğlu, neredeyse bir yüzyıla tanık Ara

Güler, “okuryazar” gazeteci Ergun Hiç-

yılmaz, kâbesi insan olan büyük usta Fikret

Otyam, “akordeonla grev kışkırtan” bel-

geselci Nedim Hazar ve daha nicesi…

Kitap, yukarıda adını saydığımız ve

sayamadığımız insanların hayat hikayele-

rini anılarıyla tanımamızı sağlarken, mes-

leklerine giden yolu da büyük bir ustalık-

la aralıyor; kuru bir biyografik anlatım ye-

rine, ilginç anı ve notlarla örerek, bir yan-

dan da dönemin özellikleriyle gözler önü-

ne seriyor…

Başlangıç’a göre “Hayatın Rengi Gök-

kuşağı”nda yer alan portrelerin toplamı bir

yandan yaşadığımız çağın, diğer yandan da

yaşadığımız coğrafyanın aracısız tanıklığı…

(Hayatın Rengi Gökkuşağı, CelalBaşlangıç, Everest Yayınları, 248 s.)

HAFTANIN PORTRES�

Türkiye’de sinemanın okullaş-

masında öncü rol oynayan Alim

Şerif Onaran Türkiye’nin ilk sinema

profesörü olma ünvanına sahip.

1924 yılında Manisa’nın Kula il-

çesinde dünyaya gelen Onaran, ilk

ve ortaöğrenimini İzmir’de tamam-

ladıktan sonra Ankara SBF'de öğ-

renimini sürdürdü. Uzun yıllar İç-

işleri Bakanlığı ve Emniyet Teşkila-

tı’nda görev yaptıktan sonra akade-

mik çalışmalarına kaldığı yerden

devam etti. “Sinematografik Hürri-

yet” başlıklı çalışmasıyla hukuk dok-

toru, “Muhsin Ertuğrul’un Sine-

ması” teziyle sinema tarihi doçenti,

“Lütfi Ömer Akad’ın Sineması”

başlıklı eseriyle de profesör oldu. Bu

çalışmaların üçü de daha sonra ki-

tap olarak basıldı.

Bu çalışmalarının dışında başlı-

ca eserleri: “Lütfi Ö. Akad” (1990),

“Sesli Sinema Tarihi” (1977), “Si-

nemaya Giriş” (1986), “Sessiz Si-

nema Tarihi” (1994), “Türk Sine-

ması” (1994), "20. Yüzyılın Son Beş

Yılında Türk Sineması” (2005).

Onaran sinemanın akademik

alandaki gelişimine büyük katkı

sundu. Ankara Üniversitesi, İzmir

Dokuz Eylül Üniversitesi, Marma-

ra Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi

ve son olarak Mimar Sinan Üniver-

sitesi eğitim verdiği okullardır. Bu

üniversitelerin Sinema-Televizyon

bölümlerinin kurumsallaşmasında

emeği geçti.

Alim Şerif Onaran, sinema ala-

nındaki çalışmalarının yanı sıra

“Binbir Gece Masalları” çevirisiyle

de bilinir. Toplam on altı kitaptan

oluşan bu büyük eser günümüzde

Onaran’ın çevirisyle okurla buluş-

maya devam ediyor.

Alim Şerif Onaran(1924 – 2000)

“Sinematografik Hürriyet” ba�l�kl� çal��mas�yla hukukdoktoru, “Muhsin Ertu�rul’un Sinemas�” teziyle sinematarihi doçenti, “Lütfi Ömer Akad’�n Sinemas�” ba�l�kl�

eseriyle de profesör oldu. Bu çal��malar�n üçü de dahasonra kitap olarak bas�ld�

Öyküler arac�l���yla; tan�d���m�z,bildi�imiz ya da ilk kez tan��aca��m�z

insanlar�n “hayatlar�yla yapt�klar�tan�kl�klar” üzerinden Türkiye’nin ve

Türkiye’de ya�aman�n hallerianlat�l�yor…

İnsan öyküleriyleTürkiye’nin halleri…

10 A�USTOS 2012 CUMA4 Aydınlık KİTAP

Page 5: İnsan öyküleriyle Türkiye’nin halleri… Yazar Suat …...“Binbir Gece Masalları” çevirisiyle de bilinir. Toplam on altı kitaptan oluşan bu büyük eser günümüzde

5Aydınlık KİTAP

Çağdaşlaşmanın iticigücü “var olabilme”

mücadelesi

EMPERYALİZME DİRENEN İKİ DEVLET: TÜRKİYE VE İRAN

CANSU YİĞİT

Batı toplumları özelinde coğrafi keşifler ile

başlayan süreçte yaşanan iktisadi dönüşüm

Aydınlanma, Rönesans ve Reform gibi ha-

reketlerle fikri zemine oturmuş ve bu iktisa-

di ve fikri dönüşüm 1648 İngiliz Devrimi, 1789

Fransız Devrimi gibi atılımlarla siyasi ve sos-

yal hayatın da değişiminin itici gücü olmuş-

tur. En genel ifade ile tarım toplumundan sa-

nayi toplumuna geçiş diye adlandırabilece-

ğimiz bu iktisadi ve toplumsal dönüşüm ken-

dine yeni temsil araçları geliştirmiş, bu çer-

çevede “modern” yaşam biçimi oluşturmuş-

tur. Sanayileşmeye dayalı yeni iktisadi yapı-

nın beraberinde getirdiği pazar arayışı Batı-

yı Doğu ile “ilgilenmeye” itmiş ve bu ilgi Doğu

toplumlarına söz konusu değişime ait yeni-

liklerin, aktarılması sürecini başlatmıştır.

ÇA�DA�LA�MANIN KAYNAKLARIBatının 18. yüzyıl itibari ile artan pazar ihti-

yacı Doğuda kendini sömürge olma tehlike-

siyle göstermiştir. Bu anlamda geç

de olsa çağdaşlaşmasını tamamla-

yarak Avrupa devletleri arasına gi-

rebilmiş Rusya ile yapılan savaş-

larda alınan yenilgiler İran’ın, Ba-

tının gücünün farkına varmasını

sağlamış ve bu güç ile mücadele

edebilmenin yolları aranmıştır.

İşte Osmanlı Devleti’nde olduğu

gibi İran’da da çağdaşlaşma fikri

Batı karşısında var olabilme mü-

cadelesi olarak gündeme gelmiş-

tir. Henüz tam sömürge olmayan

bu ülkelerde yenileşme isteğinin temel nedeni

devleti güçlendirme, merkezileşme ve yabancı

baskılarına karşı koyabilme olduğu için Batı

tarzı yenileşme çabaları ilk önce askeri ku-

rumlarda kendini göstermiştir.

İran’da yenileşme-dönüşme isteği, Ba-

tı’daki gibi toplumsal bir sınıfa dayanmadığı

için süreklilik gösterememiş çoğu zaman de-

ğişen bürokratlarla birlikte yenileşmenin hızı

da farklılık göstermiştir. Toplumsal sınıf des-

teğinin eksikliği, zaman zaman değişime kar-

şı toplumda direnç odaklarının ortaya çık-

masına da yol açmıştır.

Celal Metin tarafından kaleme alınan

“Emperyalist Çağda Modernleşme”nin kay-

nakçası göz önüne alındığında uzun soluklu

bir çalışmanın ürünü olduğu açıktır. Modern

İran üzerine Türkçe eser sayısının azlığını dik-

kate aldığımızda ise çalışmanın önemi daha

da artmaktadır. Celal Metin eserinde Türk ve

İran çağdaşlaşma süreçlerinin düşünsel kay-

naklarını ve önderlerini karşılıklı olarak in-

celemekte ve Türk yenileşme hareketlerinin

İran yenileşmesine özellikle düşün alanında

etkilerini tartışmaktadır.

TÜRK VE �RAN ÇA�DA�LA�MASÜREÇLER�NDEK� PARALELL�K19. yüzyılın sonlarında emperyalizmin artan

baskısı altında hükümdarların ve bürokratların

yeterince önlem almadığını düşünen ya da em-

peryalist müdahaleye davetiye çıkardığına ina-

nan muhalif gruplar hem yeni bir ideolojik

söylem hem de yeni bir yönetim arayışına gi-

riştiler. Hem Türkiye’de hem de İran’da

meşrutiyetin ilan edilmesi ile ülkenin içine sü-

rüklendiği kaosun çözüleceğine inanan ay-

dınlar ülkelerindeki siyasal baskının zorla-

masıyla yurt dışında kendilerine “yaşam ala-

nı” bulabilmiş ve buradaki uygulamalardan

özellikle İngiltere’deki parlamento yapısından

büyük oranda etkilenmişlerdi. Gittikçe daha

yüksek sesle dile getirdikleri anayasal düzen

özlemlerini laik, halkçı ve özgürlükçü bir ze-

mine oturtmakla beraber politik anlamdaki

sınırlı bilgilerinden dolayı iktidara geldikle-

rinde sancılı bir süreç yaşamışlardı.

Türk çağdaşlaşmasında önemli bir dö-

nüşümü simgeleyen II. Meşrutiyet hareketi ve

Jön Türkler, devleti içine düştüğü çıkmazdan

kurtarmak ve tüm gerici unsur-

ları tasfiye ederek devlet ku-

rumlarına yeni bir soluk getirmek

üzerine oturttukları siyasal he-

defleriyle toplumsal taban ve

kültürel iklim yaratmaya çalışmış

ve başarılı da olmuşlardı. İran

muhalefeti ise laik siyasal müca-

dele geleneğinin yoksunluğu, top-

lumsal parçalanmışlık ve Şii din

adamlarının toplum üzerindeki

etkin rolünden dolayı Jön Türk’le-

re göre daha kolay elde ettikleri

meşruti yönetimin kalıcılığını sağ-

layamamışlardı. Hem Jön Türkler hem de

İran meşrutiyetçileri arasında Rus ve İngiliz

emperyalizmine karşı Alman dengesine yas-

lanma fikri ve Japon modernleşmesinin öz-

gün modeli çok sık tartışılmıştır.

Celal Metin kitabının son bölümünü

Mustafa Kemal ve Rıza Şah’ın karşılaştırmalı

bir değerlendirmesine ayırmış. Rıza Şah,

belli bir doğrultuda devrimlerini hayata ge-

çiren Mustafa Kemal’i yakından izliyor, Mus-

tafa Kemal’de Rıza Şah’ın Türkiye’deki ye-

nilikleri İran’da uygulamasını olumlu bulu-

yordu. İki toplumun birçok benzerlikleri ol-

duğu gibi farklılıkları da azımsanmayacak öl-

çüde olduğu için yenileşmeye dönük faali-

yetleri de birbirine benzemekle birlikte top-

lumda farklı seslerin çıkmasına yol açabili-

yordu. Mustafa Kemal Türkiye’de gerici un-

surların tasfiyesinde başarılı olmuştu, ancak

Rıza Şah’ın karşısında toplumsal hayatta

hala güçlü söz sahibi olan Şii ulema vardı. Ce-

lal Metin, “Rıza Şah ile Atatürk arasında bir-

çok benzerlik sıralanabileceği gibi çok daha

fazla farklılık bulunabilir. Yine de her iki ön-

der şahsiyet tarihsel süreçte her iki ülkenin

modernleşme çabalarına damgalarını vur-

muşlardır” değerlendirmesinde bulunuyor.

(Emperyalist Çağda Modernleşme, Ce-lal Metin, Phoenix Yayınevi, 392 s.)

Page 6: İnsan öyküleriyle Türkiye’nin halleri… Yazar Suat …...“Binbir Gece Masalları” çevirisiyle de bilinir. Toplam on altı kitaptan oluşan bu büyük eser günümüzde

10 A�USTOS 2012 CUMA6 Aydınlık KİTAP

“CİNAYET MEVSİMİ” VE “MÜRURUZAMAN CİNAYETLERİ”NİN YAZARI SUAT DUMAN:

PINAR AKKOÇ[email protected]

Son yıllarda ülkemizde polisiye kurguya

karşı ilginin arttığını gözlemliyoruz. Poli-

siye romanlar çok satanlar listelerinin ba-

şında geliyor. Yine milyonları ekrana ki-

litleyen diziler polisiye romanlardan esin-

lenme. Suat Duman iki kitabıyla bu alan-

da sesini duyuran genç yazarlardan. Du-

man’la polisiyenin edebiyattaki rolü, ka-

rakteri ve yeni basımı yapılan romanı

“Cinayet Mevsimi” üzerine konuştuk.

İlk basımı 2008’de yayımlanan “CinayetMevsimi”, kısa süre önce yeni basımınıgerçekleştirdi. Bu arada ikinci romanınız“Müruruzaman Cinayetleri” de okurla bu-luştu. Kahramanınız Mehmet Cemil, şe-hir değiştirerek Ankara’dan İstanbul’ageldi. Polisiye atmosfer yaratmak açı-sından bazı şehirlerin daha avantajlı birdekor oluşturduğu söylenebilir mi, yoksabunun pek bir önemi yok mudur?Doğrudur, bazı şehirler, biz onu hikâye-

mize mekân seçmeden çok önce, yapısal

özellikleriyle, tarihsel dokusuyla, şairlerin,

yazarların kattıklarıyla zihinlerde bir şek-

le, anlama bürünmüştür bile. Şehrin yapısal

özellikleri, öyküde atmosfer için önemli.

Fakat bir şehrin yansız, belgesel tasviri tek

başına yeterli değil gibi geliyor bana. Ro-

manlarımda mekanın yalnızca bir dekor

olarak değil, bir karakter olarak yer al-

masına çaba harcıyorum. Bunun hikaye-

yi, şehre yapıştırılmış bir fazlalık olmaktan

kurtaracağını düşünüyorum. Polisiye, şe-

hirle bütünleşmeyi gerektiren bir tür. Do-

layısıyla şehir ve karakterler beraber ne-

fes alabildikleri sürece Türkiye'nin hangi

şehrinde geçerse geçsin, Muğla, Van ya da

Adana fark etmez, sözünü ettiğiniz at-

mosferin okura kendini hissettireceğini

varsayıyorum.

Mehmet Cemil’i “Cinayet Mevsimi”ndeAnkara’da hukuk fakültesinde okuyan,yarı dedektif bir öğrenci olarak tanıdık.Cinayetleri aydınlatırken yardım aldığı in-sanlar da büyük çoğunlukla kendi arka-daş çevresinden, kantinden… Polisiyeedebiyat tarihinin en genç ve “amatör” de-dektifi diyebilir miyiz Mehmet Cemil’e?Evet, cinayetleri en başta bir oyun gibi gör-

mesi, bir film içinde yaşar gibi sürüklenip

gitmesi göz önünde tutulunca genç, hat-

ta çocuk bile diyebiliriz Mehmet Cemil’e.

Tabii yaşı itibarıyla da öyle. Gönülsüzlü-

ğü, müdahale etmekten korkması, çözme

iradesini bir türlü gösterememesi de ama-

törlüğünden kaynaklanıyor şüphesiz. De-

dektiflik hevesiyle işe koyulup, kalkıştığı

işin seyirlik bir maceranın öte-

sinde olduğunu anladıkça ama-

törlükten ilelebet kurtulama-

yacağını da içten içe hissediyor.

“Müruruzaman Cinayetle-

ri”nde maceraya daha gönüllü

görünse de bir cinayeti aydın-

latmakla, adaleti sağlamanın

her zaman aynı anlama gel-

meyebileceğini görmesi, olaya

profesyonel gözüyle bakması-

nı olanaksız kılıyor. Dahası

profesyonellikten midesi bu-

lanıyor.

“POL�S�YEY� AYRIMSIZ OKURUM”Ernest Mandel, ünlü incelemesi “HoşCinayet”te polisiye edebiyata dair önem-li bir sınıfsallık vurgusu getirir ve suç iliş-kilerinin toplumsal yapıdaki yerini sor-gular. Benzer bir yaklaşımın, yerli-yabancıpek çok yazarla birlikte sizin kitapları-nızda da görüldüğünü söyleyebilir miyiz?

Mandel’in bu yaklaşımı konusunda nelersöyleyebilirsiniz?Polisiye okumayı seviyorum ve neredeyse

ayrımsız okuyorum. Fakat sıra yazmaya ge-

lince tercihim üstün zekâlı katillerin ci-

nayetlerini çözmeye çalışan matematik de-

hası dedektiflerin hikâyelerin-

den yana olmuyor, ne kadar

sevsem de olamıyor. O nokta-

da yazınsal tercihim, politik

yaklaşımımdan ayrı kalamıyor.

Cinayet bir kusurdur en hafif

ifadesiyle, o nedenle kusursuz

cinayetler kurgulamayı, ede-

biyat hevesiyle bile olsa, doğru

bulmuyorum. Katilin fiilini es-

tetize ederek olumlamak be-

nim işim değil. Sınıfsal analiz-

leri yapıldı mı bilmiyorum ama

evet Agatha Christie romanları

da dahil, sosyo-ekonomik yapının çar-

pıklıkları polisiyelere istisnasız girmiştir. İn-

sanların birbirini öldürmeye başladığı

nokta, sistemin kendini en net ele verdi-

ği noktadır ne de olsa. Bana gelince, ken-

dimi kısıtlamak istemem ama politik po-

lisiyelere yatkın olduğumu söyleyebili-

rim. Fransız Leo Malet’i, Yunanlı usta Pet-

ros Markaris’i türün üstadları olarak gör-

düğümü söylemem yeterli olur sanırım.

Mehmet Cemil “Cinayet Mevsimi”nde biryandan öğrenci dünyasını, bir yandan dasık sık bindiği banliyö trenlerinde halk-tan insanları gözlemliyor. Bir dedektifinya da polisiye yazarının “sokakla” bu türtemasının önemi, yararı nedir?Mehmet Cemil bu insanları sadece göz-

lemlemiyor, onların arasında yaşıyor, on-

lardan biri. Türkiye’de yazılacak polisiye-

nin hayatın günlük akışıyla, sokakla, ma-

halleyle ve gerçeklikle sıkı bağlar kurma-

sı gerektiğini düşünüyorum. Ne yazık ki

Türkiye’de hayatın kendisi polisiyedir. Ka-

pıların sabaha karşı sertçe vurulması için

darbe dönemlerini beklemeye gerek kal-

madı biliyorsunuz, yasal izin almadan el

koyma işlemleri yapılıyor, gerekçe olmadan

tutuklama kararları veriliyor. Adi suçlarda

da çeşitlilik ve sayısal çokluk büyük bo-

yutlarda. Sadece üçüncü sayfaların takip

edilmesiyle parlak fikirler geliştirilebilir. Bu,

işin bir yönü. Diğer taraftan sokak yalnız-

ca “vaka”yı görmek için değil, halkımızın

kimi zaman yılgın, kimi zaman kurnaz, çoğu

zamansa umutlu ve yaratıcı pratiğini gör-

mek, gözlemlemek için de yegânedir. Bana

kalırsa sokak her şeydir.

“Ne yazık ki Türkiye’de hayatınkendisi polisiyedir”

“Cinayet bir kusurdur en hafif ifadesiyle, o nedenle kusursuz cinayetler kurgulamay�, edebiyathevesiyle bile olsa, do�ru bulmuyorum. Katilin fiilini estetize ederek olumlamak benim i�im de�il.

S�n�fsal analizleri yap�ld� m� bilmiyorum ama evet Agatha Christie romanlar� da dahil, sosyo-ekonomik yap�n�n çarp�kl�klar� polisiyelere istisnas�z girmi�tir. �nsanlar�n birbirini öldürmeye

ba�lad��� nokta, sistemin kendini en net ele verdi�i noktad�r ne de olsa.”

KAPAK

Page 7: İnsan öyküleriyle Türkiye’nin halleri… Yazar Suat …...“Binbir Gece Masalları” çevirisiyle de bilinir. Toplam on altı kitaptan oluşan bu büyük eser günümüzde

10 A�USTOS 2012 CUMA 7KAPAK Aydınlık KİTAP

S�NEMAYLA TEMAS“Cinayet Mevsimi”, sinemadan, filmler-den çok söz eden bir kitap. Hatta entri-kanın çözülmesinde de sinema sanatınınbelli bir payı var. Sinemayla ilginiz ne dü-zeyde, yazarken size ne gibi avantajlar sağ-lıyor film izlemek?Doğru söylüyorsunuz, sinema ile paslaşan

bir roman oldu “Cinayet Mevsimi”. Onun

kadar olmasa da “Müruruzaman Cina-

yetleri”nde de sinema ile koltuk teması var.

Plastik açıdan, sıklıkla tersini duysak da si-

nemayı besleyenin edebiyat olduğuna ina-

nıyorum. Sinemadan uzak durmanın ola-

naksızlığı da ortada. Yaratıcı yönetmen-

lerin sinema dillerinden, hikâyelemede

başvurdukları yöntemlerden belli sonuç-

lar çıkarıyorum elbette. Yine de iyi bir fil-

min bana ve yazmakta olduğum romana

asıl katkısı, iyi bir sanat eseri görmüş ol-

manın verdiği coşkudur.

Türkiye, “Bizde polisiye roman yazılamaz,çünkü planlı-incelikli cinayet işlenmez.Adam alır gelir baltayı, önüne gelenidoğrar” noktasından, polisiye edebiyatıngeniş bir yelpaze oluşturduğu bir nokta-ya geldi. Bunu neye bağlıyorsunuz? Tür-kiye’deki hangi olumlu-olumsuz dina-mikler polisiye edebiyatı geliştirdi?Korkarım polisiye edebiyatın çok ve iyi ya-

zıldığı ülkelerde de “adam eline baltayı alı-

yor ve önüne geleni doğruyor.” Gözden

kaçansa romanı katilin değil, yazarın ka-

leme aldığı. Bazı ülkelerin katillerini bile

idealize eder hale geldik. Fakat söyledi-

ğinizde gerçeklik payı da var. Bunu da, ka-

tillerimizin düz mantıkla çalışmalarından

çok, edebiyatımızın -aslında sinemamız

için de geçerli- korku, komedi, polisiye gibi

türlerin net bir şekilde bölümlendiği bir

edebiyat olmamasına bağlıyorum. Okurun

bu türleri yabancı örnekleriyle tanıması,

yerli yazarları da baskı altında tuttu uzun

süre. Okurun esnemesi, yazarın cüreti bu

döngüyü kırmış olabilir.

ADALETE ULA�MANINEN UZUN YOLUAvukatlık yapıyorsunuz. Bir yazar olarak,suçun ve suçlunun dünyasına avukatcübbesiyle mi bakmak daha geniş ola-

naklar tanıyor size, yoksa kürsüden (ha-kim, savcı) bakmanın da başka yararla-rı var mı?Aslında bir yazar olarak herhangi bir

cübbeyle bakmayı doğru bulmuyorum.

Nesnellik, okurun kandırılmayı asla kabul

etmediği polisiye edebiyat için olmazsa ol-

mazdır. Yasanın çizdiği sınırların dışında

bir avukatlık da pek olası değil yanı sıra.

Olsa olsa politik bir tavır olarak savun-

manızı, hukukun içinde ama yasanın dı-

şında inşa etmeniz söz konusu olabilir. Bu-

nun parlak örneklerini biliyoruz. Zama-

nında Halit Çelenk’in, Çorum ve Sivas da-

valarının kahraman avukatlarının yaptık-

ları savunmaları ve avukatlık mesleğine ka-

zandırdıkları şerefi hep biliyoruz. Bu-

günlerde o kahraman mirasını Ergenekon

savunmalarında görüyoruz. Tarihsel de-

ğerdedirler, suçun ve suçlunun dünyasını

yasalar üzerinden değil politik bağlantı-

larıyla çözmüş ve çökertmişlerdir. Belki bu

nedenlerle avukatlık mesleği, hakim ve sav-

cılık mesleğine kıyasla, olguya, yazılı me-

tinlerin ötesinden de bakma olanağı veri-

yor. Kendimi bu nedenle bu tarafa daha ya-

kın hissediyorum sanırım.

Günümüz Türkiye’sinde hukuk-adaletilişkisi hakkında neler söyleyebilirsiniz?Günümüz Türkiye’sinde adalete ulaşma-

nın en uzun yolu hukuktur. Yapısal so-

runlar malûm. Mahkemeler çalışamaz

hale gelmiş durumda. Hakkının teslim edil-

mesini bekleyen yurttaş, adaleti farklı

mekanizmalarda aramaya itiliyor. İşin kö-

tüsü sistem de buna eğilim gösteriyor.

Yeni çalışmalarınız ve projeleriniz hak-kında bilgi verebilir misiniz?Yeni bir roman yazmakla meşgulüm bu-

günlerde. Henüz iki bölüm yazabildim. Bi-

raz ağır ilerlemekle beraber, diğer ro-

manlardaki dilin yinelenmesi tuzağına

düşmemek adına böylesinin daha isabet-

li olduğunu sanıyorum. Kısaca, işçi ölüm-

leriyle mücadele eden bir tersanede işle-

nen bir cinayet ve bu cinayetin düğümü-

ne dolaşan bir işçiyi merkeze alan bir hi-

kâyesi var romanın.

Teşekkürlerimizle… Ben teşekkür ediyorum.

Page 8: İnsan öyküleriyle Türkiye’nin halleri… Yazar Suat …...“Binbir Gece Masalları” çevirisiyle de bilinir. Toplam on altı kitaptan oluşan bu büyük eser günümüzde

10 A�USTOS 2012 CUMA8 Aydınlık KİTAP

Her �eyin parayla oldu�u; her �eyi, �airlerinin hayatlar� bile sat�l�k ülke… Bir yudum suyu, Allah’�nselam�n� bile al�n�r sat�l�r bir meta yapt� bu paragöz düzen. Selam veriyorsun alm�yor adam, belki bir �eyisteyeceksin diye, o kerte… Oysa iftar çad�rlar�ndan geçilmiyor en yoksul beldede bile! Hay�r hasenat

denince insan�n akl�na hep eski, masals� ça�lar�n gelmesi de bu yüzden i�te…

GÜLDEN TERAZİ

80 yaşını çoktan geçmiş olduğunu

ancak yakına geldiğinde anlayabil-

miştik; uzaktan hayli genç ve dinç gö-

rünüyordu oysa.

Omuzundaki, askerlere özgü sırt

çantasının ağırlığını hayıt dalından ya-

pılma bastona vermiş, traktörlerin

gide gele yol ettiği tarla kenarından,

bir şey arar gibi çevresine bakınarak

ağır ağır yaklaşıyordu. Geldi geldi gel-

di, sonra yumuşak bir dönüşle yoldan

içeri saptı. Boyu az dikçe bir ahlat ağa-

cının önünde durdu. Çevresini do-

landı. Aradığını bulmuşlara has gü-

lümsemeyle aydınlanmıştı yüzü. Bas-

tonunu, ağacın bilek kalınlığındaki

gövdesine dayadı. Çantasını indirdi ve

bir testere ile çeşitli boylarda kesilip

hazırlanmış dal çubukları çıkardı.

Ne yaptığını bilenlere özgü, ken-

dinden emin ve yumuşak hareketler-

le usul usul ahlatın dikenli dallarını

budamaya başladı. Sadece gövde ka-

lıncaya dek budadı, budadı, budadı.

Sonra dal çubuklarından aşı kalemleri

hazırladı ve bunları ağacın gövdesin-

de açtığı yuvalara yerleştirdi. Sonra da

eski bir bez parçasından cırdığı şerit-

lerle sıkıca sardı. Sanki sihirliydi par-

makları, ağaç bir anda çiçeklenip

meyvaya duracakmış gibi geldi bana…

DEL�CELERE DE�EN S�H�RL�PARMAKLAR

Dallarını araladığımız zeytin ağacın-

dan inip yanına vardığımızda işini çok-

tan bitirmiş, keyifle sigarasını tellen-

diriyordu. Selam verip oturduk. “Ge-

len geçen ağzını tatlandırsın” diye ner-

de bir delice (yabani) elma, armut,

erik görse aşılıyormuş. “Kaç gündür

aklımdaydı bu” dedi, “kısmet bugü-

neymiş. Birkaç yıla varmaz yersiniz

meyvasını…” Gözleri ışıl ışıl konu-

şurken. Adını sormayı akıl edemedim

nedense. Sonra da kendisini bir daha

görmedim zaten. Ama ne zaman aşı-

lanmış meyva ağacına rastlasam ak-

lıma bu yaşlı adam gelir; sanırım ki bü-

tün delicelere onun parmakları değ-

miştir.

Köyümüzün Hikmet Abisi de böy-

leydi, rahmetli. Kimin tarlası olursa ol-

sun fark etmez, gözüne kestirdiği, kı-

vama gelmiş zerdaliyi, narı ya da ba-

demi aşılayıp çıkardı ağzında uzun,

usul bir türkü:

“Karanfilin moruna

Ölüyorum yoluna…”

�A�RLER�N�N HAYATLARISATILIK ÜLKEBöyle insanlar azalıyor git gide. 90’ında

ceviz dikenler; çeşme yapan, kilomet-

relerce uzaktan su getiren, kilometre-

lerce uzaklara yol götürenler birer bi-

rer çekiliyorlar göğe İsa gibi. Yaşar Ke-

mal’in o bir cümlelik güzellemesi, asıl

böyle kimseler için: “O iyi insanlar, o gü-

zel atlara bindiler çekip gittiler…”

İçme suyu pet şişelere koyup satıl-

maya başlayalı, bir tas su içebileceğimiz

sokak çeşmesi, bir bardak su isteyebi-

leceğimiz bir kapı kalmadı. İstanbul’da,

Ankara’da, İzmir’de, Adana’da, Kon-

ya’da, hasılı bütün şehirlerimizde sokak

çeşmeleri kupkuru, gözlerine mil çe-

kilmiş masal kişileri gibi âmâ. Sanki Fer-

hat’ın ab-ı hayat akıtan gürzü o kaya-

ları bu ülkenin mazisinde yırtıp yırtıp

ayırmamış! Su her yerde parayla çün-

kü. Hem de iki kere. Bir musluktan

akarken bir de lavabodan giderken.

Suyu halka parasız dağıttığı için mah-

kemeye verilen Dikili Belediye Başka-

nı da bu ülkenin gerçeği, akar ve akmaz

tüm suları yandaşların ortak olduğu ya-

bancı şirketlere peşkeş çekenler de…

Her şeyin parayla olduğu, her şeyi sa-

tılık bir ülke... Her şeyi ama! Şairleri-

nin hayatları bile… Allah’ın selamını

bile alınır satılır bir meta yaptı bu pa-

ragöz düzen. Selam veriyorsun almıyor

adam, belki bir şey isteyeceksin diye, o

kerte… Oysa iftar çadırlarından geçil-

miyor en yoksul belde bile!

Eskiden bu tür Ramazan etkinlik-

lerini “hali vakti yerinde” kimselerle,

devlet ileri gelenleri düzenlerlermiş.

Günümüzde işi belediyelerin üstlenmesi

siyaset gereği. Hayır hasenat denince in-

sanın aklına hep eski, masalsı çağların

gelmesi, alan elin veren eli, veren elin

de alan eli görmemesi gerektiği düs-

turundan. Zamanın da silgisi var öte

yandan; yoksa o büyük iyilikseverler bir

vakitler yaptıkları zulüm ve kötülükle-

ri halka nasıl unuttururlardı!

ÇE�ME DEL�S� B�R�EYHÜL�SLÂMAşılama, su, çeşme, hayır hasenat de-

yince Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, “Beş

Şehir”inin “Bursa’da Zaman” başlıklı

bölümünü anmadan geçmemeli. Tan-

pınar burada Evliya Çelebi’ye göre

“sudan ibaret” Bursa’nın çeşmelerini

anlatırken büyük iyilikler yanında bü-

yük kötülüklere de batıp çıkmış bir

adamdan söz eder. Bu, Şeyhülislâm Ka-

raçelebizade Aziz Efendi’dir. “Deli İb-

rahim’in hal’i ve katli esnasında o ka-

dar zalim davranan ve saltanatın ilk yıl-

larında IV. Mehmed’i bütün vezirleri

arasında azarlamaktan çekinmeyen bu

acaip ruhlu âlim, ikbali seven, fakat onu

haşin mizacı yüzünden bir türlü elinde

tutamayan bu zeki, zarif, kibar fakat ge-

çimsiz adam Bursa’nın hayatına ol-

dukça garip bir şekilde girer. Menfası-

nı değiştirttiği bu su şehrinde çeşme

yaptırmayı kendine biricik eğlence edi-

nir ve servetinin mühim bir kısmını bu-

nun için harcar.” (Beş Şehir, MEB

Yayınları, İstanbul 1989, s. 117-118).

Bu çeşme delisi Şeyhülislâm, aynı

zamanda, 17. yüzyıl tarih yazarların-

dandır. “Ravzatü’l Ebrar” adlı eseri,

dört bölümden oluşan genel bir dünya

tarihidir. Kanunî’nin cülusundan ölü-

müne kadarki olayları, dönemin vezir

ve bilginlerinin hayatlarını kaleme al-

dığı “Süleymanname”si dışında bir de

Revan ve Bağdat’ın fethini ele alan “Ta-

rih-i Feth-i Revan ve Bağdad” eseri var-

dır. Karaçelebizade Aziz Efendi tam iki

yüz çeşme yaptırmış Bursa’ya. Tanpınar,

Karaçelebizade’nin Şehirde böyle bir

hayrata ihtiyaç olmadığını düşünmeden

yaptırdığı ve halkın hâlâ “Müftü Çeş-

meleri” dediği bu yapıları ve öyküsünü

kitaplardan okuduğunda biraz şaşırmış

hatta gülmüştür de. “Fakat Bursa’ya gi-

dip de bu şehrin üstünde, günün her

ânına tılsımlı aynasını tutan su sesleri-

ni dinleyince yavaş yavaş Karaçelebi-

zade’ye hak ver”miştir. Kitaptaki bir çok

güzellemelerden birisini de ilerleyen sa-

tırlarda Karaçelebizade’ye düzen Tan-

pınar, “Zavallı Aziz Efendi!” diyor;

“Şimdi onu Bursa sokaklarında, arka-

sında Bursa vakıflarında çalışan mimar,

kalfa ve su yolcularının teşkil ettiği kü-

çük bir kalabalıkla dolaşır ve bu iki yüz

çeşmenin yerlerini bir bir işaretlerken

görüyor gibiyim. Şüphesiz ara sıra ba-

şını kaldırıyor, açık Bursa havasından

billûr renkli kavislerin birbirini kate-

deceği büyük toplanış noktalarını ve

hepsinin birden bu şehrin semasında ya-

pacağı âhenkli âlemi düşünerek bir or-

kestra şefinin ve bir iç âlem mimarının

gururuyla gülümsüyordu.” (s. 119).

Tanpınar’ın bu kitabı yazdığından

bu yana 50-60 yıldan fazla bir zaman

geçti. Bursa şimdi, o zamanlarki ha-

linden en az on kat daha büyük. Ka-

raçelebizade ve yaptırdığı iki yüz çeş-

me çoktan tarihe karışsa da, halk mu-

hayyilesi böyle şeyleri yaşatmanın bir

yolunu buluyor.

PER�YOD�K CETVEL DEL�S� B�RALLAH ADAMIAziz Efendi kadar olmasa da kendi ken-

disinin kötülüklerine batıp çıkmış bir

başka adam da Haldun Çubukçu’nun

“Allah’ın Adamı” romanında anlattığı

dağ delisi, periyodik cetvel delisi, atle-

tizm aşığı Emin Ünal.

“Allah’ın Adamı”, kırkına kadar de-

licesine bir tutkuyla -alkolizm derece-

sinde- bağlı olduğu içkiyi bir anda bı-

rakıp spora başlayan, alkolde olduğu

gibi atletizmde de başarılar kazanan, o

yaşta katıldığı birçok ulusal yarışmada

dereceler elde eden gerçek bir kişinin

romanı. Emin Ünal, Hürriyet gazete-

sinin düzenlediği “Dedeler Koşusu”nda

bir kez de birinci olur. Sadece kendi ça-

lışmasına borçlu olduğu bu birincilik-

te dünya rekorunu kılpayı kaçıran

Emin’de atletizm tutkusu, ona her şe-

yini, bütün hayatını, hatta bir oğlunu ve-

recek kadar güçlüdür.

Ama bir delidir Emin! Hatta ki-

milerine göre “zırdeli”dir! Çalıştığı

devlet dairesine içkili gelecek denli gece

gündüz sarhoş gezmek nasıl bir deli-

likse, tövbe istiğfar edip atletizme baş-

lamak da o denli deliliktir çünkü top-

lumun gözünde. “Allahın Adamı” bi-

yografik bir roman değil sadece, to-

pografik bir roman aynı zamanda. İn-

sanın dağlarını, ovalarını, vadilerini, ya-

maçlarını, uçurumlarını anlatan bir

roman.

Çubukçu’nun Emin’i seçmesi onu

ve onun çevresini iyi biliyor olmasından

çok, Emin’in anlatılmaya değer, hatta

anlatılması gerekli, bilinmeyen sessiz bir

efsane oluşundan.

Ne yazık ki, yazarın Ezel Akay’la or-

tak romanı Ergenekon tertibinin tam

üstüne gelen “Yargu” gibi, gerçek bir

anlatı şöleni olan “Allah’ın Ada-

mı”ndan da yeterince söz edilmedi. Bı-

rakalım başka gazete ve dergileri, Ay-

dınlık Kitap dahi görmedi “Allah’ın

Adamı”nı. Oysa umulur beklenirdi ki,

kapağa çıkarılsın, geniş bir röportaj ya-

pılsın Çubukçu ile.

Öyleyse, çuvaldızı biraz da kendi-

mize batıralım:

Aydınlık kültür-sanat da, Aydınlık

kitap da perdenin altına saman çöpü

koymakla meşgul…

Perdenin altına saman çöpü ko-

yarsanız, türkü dağlara çıkar!

MEC�T ÜNAL

Zamanın silgisi de olmasa o büyükiyilikseverler, yaptıkları kötülükleri

halka nasıl unuttururlar!

[email protected]

Page 9: İnsan öyküleriyle Türkiye’nin halleri… Yazar Suat …...“Binbir Gece Masalları” çevirisiyle de bilinir. Toplam on altı kitaptan oluşan bu büyük eser günümüzde

M. SALİH [email protected]

“Virgüllerle konuşan bir herifti, ağır birroman gibi.”

Raymond Chandler,

The Long Goodbye

11 Mayıs 2012 tarihli yazımda, Yordam Ki-

tap’ın China Miéville’in “Perdido Sokağı

İstasyonu” kitabını yayınladığını duyur-

muştum. Kitapla birlikte Steampunk ev-

renine ve edebiyatına da bir bakış atmış-

tık. Hatırlamak için yazıyı Aydınlık Ga-

zetesi’nin internet sitesinde, Kitap Eki ar-

şivinde ve Yordam Kitap’ın internet site-

sinde bulabilirsiniz. Kitapta en göze çar-

pan detayın, Miéville’in zaman zaman

inanılamayacak boyutlara ulaşan detaylı

mekân kurgulaması olduğunu bir kez

daha hatırlayalım. Bu şekilde nefes alıp ve-

rebilen bir mekân kurgusunun üstüne

çıkmayı da ancak Miéville başarabilirdi.

Kemerlerinizi bağlayın çünkü Yordam

Kitap, Mehtap Gün Ayral’ın tercümesiy-

le “Şehir ve Şehir” (The City and The City)

kitabını da dilimize kazandırdı.

KURGU KURALLARI VE ÖZNELL�K

Hem bilim kurgu hem fantastik kurgu hem

de cinayet/gizem roman türlerini barındıran

“Şehir ve Şehir” tema olarak Miéville ilgi

duyduğu bütün edebiyat alanlarını kay-

naştırıyor. Kitabın öncül konusu, cinayet

romanlarında klasikleşmiş halde bulunan,

bir sokakta öldürülen bir genç kadın-ve el-

bette ilk etapta bir hayat kadını olduğu sa-

nılması klişesiyle birlikte, cinayetin araş-

tırılması ve gitgide birbiriyle bağlaşan

daha büyük bir komploya doğru biraz ka-

ranlık, biraz noir bir yolculuğa çıkıyoruz.

Tecrübeli okurun aklına şu soru gele-

cektir? Bu kadar klişe, artık binlerce kez

tekrarlanmış bir cinayet kurgusuyla nereye

varılabilir ki? Eğer Miéville değilseniz hiç-

bir yere varamazsınız. Hatta kitapla ilgi-

li asla yapılmaması gereken ve fanteziy-

le de çelişen fakat kitapta bulunan, ihlal

edilen başka kurgu kurallarını da sayabi-

lirsiniz, örneğin; “zaman ve mekan hak-

kında kurguda seziye sahip olmalısınız”,

“yazarın kişisel siyasi görüşleri gözünüzün

içine sokulmamalı metin altında veril-

melidir”, “kitabı okurken size aynı konuda

yazılmış onlarca kitabı anımsatmamalıdır”,

“öyküde işlevi bulunmayan kadın karak-

terleri kullanmaktan kaçınmalısınız (fan-

tezi okurları lütfen bu kural doğrultusunda

bugüne kadar okudukları romanları tek-

rar anımsasınlar)”, “türlerin karışımı sa-

dece aksiyon içeren romanlarda işe yarar”,

“teknoloji ve mühendislik hakkında de-

taylı bir alt yapı oluşturmuyorsanız öy-

künüzde geçmemelidir”, “dönüp dolaşıp

kurgunuz, daha öykünün başında bile

ne olduğunu anladığınız büyük bir ‘sır’la

sonuçlanmamalıdır”, “yan yardımcı ka-

rakterleri defalarca yinelemenin ve biri

varken bir diğerini öyküye sokmanın ge-

reği yoktur.” Bütün bu kurgu kuralları yazı

mantığına yatkındır. Aksini yapmanız ve

ihlal etmeniz durumunda kurgunuz çö-

kecektir, tabi eğer Miéville değilseniz. Ya-

ratıcı yazarlık dersleri de veren Miéville’in

bu kitapla açıkça ortaya koyduğu, genel

geçer biçimde her yaratıcı yazarlık kur-

sunda dikte edilmeye çalışılan artık mo-

lozlaşmış ve çağının çok gerisinde kalmış

kurgu kurallarının ne kadar gereksiz ol-

duğudur. “Şehir ve Şehir”de bütün ku-

ralları birer birer elleriyle parçalarken,

“hayır, bu şekilde de güzel bir kurgu

mümkün” demektedir. Görünmeyeni ger-

çeğe bağlar, her kurgu düğümünde açığa

çıkardığı birkaç ipucuyla fikirlerini ört-

üştürür. Başka kurguları çağrıştırmasını

dahi, bilerek ve isteyerek yapar. Okuma

eylemi sırasında okuyucuda şekillenen

çağrışımları bir sonraki paragraftaki fel-

sefi çağrışımlarla kaynaştırır ve okuyu-

cusunun uyanık halde düş görmesine

müsaade eder. Teorik olarak bir bakıma

hiçbir şeyi anlatmadan pek çok şeyi an-

latabilmeyi başarır. Bu açıdan Miéville’in

bu dâhiyane kitabını herkesten önce mo-

lozlaşmış kurgu fikirlerini öğrencilerine

kusmaya çalışan özellikle ülkemizdeki ya-

ratıcı yazarlık atölyelerinin yazamayan ya-

zar öğreticilerinin okumasında fayda var.

Yazın serüveni farklılaşma ve fantezi

edebiyatını Tolkien ve müritlerinin bir-

birinin taklidi haline getirip klişeleştirdiği

acınılacak halinden uzaklara taşıma üs-

tüne kurulu yazarın söylevleri ile “Neden

olmasın?” şeklinde alelade şekilde sor-

mak arasındaki yegâne fark, başkalarının

“neden olmasın?” dediği yerde yazarın

gerçekliği de eserleriyle gözler önüne koy-

masıdır. Aynı şekilde İngiltere’de Sosya-

list İşçi Partisi üyesi olan ve aktif şekilde

siyasetle de ilgilenen, hatta Marksizm ve

uluslararası hukuk üstüne bir kitabı da bu-

lunan Miéville’den çıkartılacak bir başka

ders, siyasetin de en okunabilir, en anla-

şılabilir ve en örneklenebilir halinin kur-

guda, öykücülükte ve romancılıkta var ol-

duğudur. Alternatif bir gerçeklikte test

edilmemiş hiçbir fikir gerçeklikte uygu-

lamaya konulamaz ve yosun tutmaya, yoz-

laşmaya, ölmeye mahkûmdur.

Kitabın orijinalinde de bulunan arka

kapak yazısında “Şehir ve Şehir”in Kaf-

ka, Raymond Chandler, Philip K.

Dick’ten izler taşıdığından bahsediliyor.

Toplam ve öz kurgu anlamında katıl-

masam da mekândaki Kafkaesk gerilim,

protagonistin Dick romanından fırla-

mış tutarsızlığı ve yüzeye yerleştirilen

“pulp” kurgunun zaman zaman Chand-

ler’ı hatırlatması yadsınamaz.

EDEB�YAT KAR�YER�N�N Z�RVES�Mekân kurgusuna tekrar dönelim. Aynı

anda, alternatif şekilde aynı yerde bu-

lunan iki farklı şehri üst üste bindirmek

ve aralarında gezinmeye yol açmak teo-

rik olarak harika bir fikir gibi görünebilir.

Ancak gel görelim ki bunu uygulamaya

dökmeye başlarsanız –ki kitabı okuma-

dan şu noktada sadece böyle bir mekâ-

nı hayal etmeye başlamanızı rica ediyo-

rum- bunu inanılabilir, gerçekçi, öykü-

nüzle örtüşen ve kurgunuzda delik aç-

mayacak şekilde kurgulamak muazzam

bir emek gerektirir. Diyelim ki kurgula-

mayı başardınız, bir de bunu başka in-

sanlara anlatmayı deneyin. Bu açıdan ki-

tap hiç tartışmasız Miéville’in edebiyat

kariyerinin zirvesi ve en saygı duyulacak

yapıtı olarak görülecektir. Yazarın ka-

rakter kurgularında her zaman daha

büyük özen gösterdiği ve göz alan diya-

loglarından da bu romanında fazlasıyla

var. İnanılabilir, gerçekçi, durumla ör-

tüşen konuşmalarında, tekrar oku-

mamda nasıl yaptığını fark ettiğim (uzun

konu olduğundan tam olarak değinme-

yeceğim, temel olarak narsistik bir kur-

gunun olumlamasını gerçekleştiriyor di-

yaloglarda), cümlelerin ne kadar özen-

le seçildiğine dikkat etmek gerekir. Ge-

nel olarak Miéville’in karakterleri cüm-

leleriyle hayata geçiyorlar. Kitap hak-

kında tek eleştirim de Noir tadını sonuna

kadar yakalayarak bilim kurguyla ört-

üştürmek isterken, Miéville’in kendi

kurgu tarzına bu noktada yenik düşüp,

konuşarak değil susarak varlıklarını be-

lirginleştiren Noir karakterlerden uzak-

laşması olacaktır. Bu küçük ve belki de

benden başka kimsenin umursamayacağı

detay dışında İngilizce aslı 2009 yılında

yayımlanan, yeni kuşak fantezi ve bilim

kurgunun öncülerinden sayılan Miévil-

le’in bu kitabını kaçırmamanızı, zama-

nıyken keşfetmenizi tavsiye ediyorum.

“Perdido Sokağı İstasyonu” dilimize

tercüme edildiğinde, yeterli sayıda oku-

yucuya ulaşamaması ve bu şekilde önem-

li bir yazarın diğer kitaplarının tercü-

mesinin gün yüzü görememesi korkusu-

nu taşıyordum. Bu korkum tamamen or-

tadan kalkmış durumda. Yordam Ki-

tap’tan aldığım habere göre, yazarın di-

ğer kitapları da raflardaki yerini alacak.

“Perdido Sokağı İstasyonu”nun devam

kitabı “Scar”ı (Yara) Kasım ayına yetiş-

tirmeye çalışıyorlar. Devamında ise “Un

Lun Dun” ve “Kraken” geliyor. Yazarın

tüm kitaplarını dilimizde de okuyabile-

cek olmamız harika bir haber ve açıkça-

sı okumaya doyamadığım “Railsea”nin

tercümesini de elimde tutabilmek için sa-

bırsızlanıyorum.

(Şehir ve Şehir,China Miéville, Yordam Kitap,

Çev: Mehtap Gün Ayral, 332 s.)

10 A�USTOS 2012 CUMA 9BABİL BALIĞI Aydınlık KİTAP

Bilim kurgu okuruna noir ziyafet

China Miêville

Page 10: İnsan öyküleriyle Türkiye’nin halleri… Yazar Suat …...“Binbir Gece Masalları” çevirisiyle de bilinir. Toplam on altı kitaptan oluşan bu büyük eser günümüzde

10 A�USTOS 2012 CUMA10 Aydınlık KİTAP

ARAKABLO

TÜRKİYE’NİN RUHUNU ARAYAN AYDIN: KEMAL TAHİR / 2

Doğu toplumlarındadinsel görevle gizlenenyağmacılık ve Devlet

Kemal Tahir, toplumun varl�k yoklu�unun Do�u’da devletlebiçimlendi�inin fark�ndad�r; ona göre en eski ve yerli kavram

devlettir. Nitekim �smet Pa�a’y� kendisine en yak�n cumhuriyetçigörmesinin nedeni de bu köklü devlet gelene�i fikridir

“… Her insan grubunun üyeleri ya bir tanr�dan, ya bir kahramandanya da bir hayvandan türemi�tir. Bu yüzden, soy miti tarihsel

dü�üncenin ilk tipidir ve en az�ndan bu bak�mdan “tarihi olmayantoplum yoktur” demek do�rudur. Asl�na bak�l�rsa, insanl�k tarihi

kökenleri aramakla ba�lam�� olmal�d�r.”

SEYYİT NEZİRHece Dergisi’nin hazırladığı “Türkiye’nin

Ruhunu Arayan Adam: Kemal Tahir” özel

sayısının (23/181) ana başlıklarını, Hece

imzalı sunudaki yaklaşım ilkesini ve sonuç de-

ğerlendirmesini geçen hafta şöyle vermiştik:

Ne ki, Kemal Tahir, bütün içtenliğine karşın,

baktıklarında “Türkiye’nin ruhunu bula-

mamıştır”. Çünkü bu toprağın insanını

“künhüne vakıf olacak şekilde anladığını söy-

lemek mümkün değildir”. Üstelik “Türki-

ye’de İslâm, her zaman yerli düşüncedir; yer-

leşmeyi / yerlileşmeyi başarmıştır. ... sosya-

lizmin yerli düşünce olması halâ imkânsız gö-

rünmektedir.” (Hece, s.11)

Hece’ye göre, Kemal Tahir düşüncesinin

“önündeki en önemli engel”, “dinin önemi-

ni inkâr etmemekle birlikte toplumu bir ara-

da tutan esas gücün Devlet olduğu inancıdır”.

Bu yargı, eski politikacılardan Ferruh Boz-

beyli’nin, “solcuları sağcılardan daha yakın bu-

luyorsunuz, niçin” sorusuna,

İsmet Paşa’nın verdiği, “çünkü

onlarda devlet fikri var” yanıtını

anımsatıyor. Gerçekten de İs-

lâm’ın Türkleri ve Türklüğü

ele geçirme süreci henüz ta-

mamlanmamış olup bin yıllık

geçmişe gider. Yine Kemal Ta-

hir için Türklerin Osmanlı’dan

önceki tarihlerinin bugün ve ge-

lecek açısından pek bir derinliği

yoktur. Tarihi Osmanlı’dan geri

götürme kaygısının olmayışını

“Devlet Ana” romanıyla da açıkça anlattı za-

ten. Bu yüzden İslâmî Osmanlıcıların kendi-

sine yakınlık duyması şaşırtıcı değil... Oysa Kâ-

zım Mirşan ve Haluk Tarcan’ın araştırmala-

rı gösteriyor ki, Türklerin devlet geleneğinin

ben diyeyim dokuz, sen de on bin yıllık, bel-

ki daha da eski bir geçmişi var.

DEVLET GELENE��N�N KÖKLER�Kemal Tahir, toplumun varlık yokluğunun

Doğu’da devletle biçimlendiğinin farkın-

dadır; ona göre en eski ve yerli kavram dev-

lettir. Nitekim İsmet Paşa’yı kendisine en ya-

kın cumhuriyetçi görmesinin nedeni de bu

köklü devlet geleneği fikridir. Devlet gele-

neğinin temelinde ise toplumu bu aygıtın bir

arada tutma yeteneği yatar. Şaban Sağlık’ın

İsmet Bozdağ’la birlikte anlamakta sıkıntı

çektiği, Kemal Tahir’de “izahı güç” dediği

“İsmet Paşa hayranlığı”nın (s. 44) esbab-ı mû-

cibesi bu kadar yalındır oysa.

Hece yazarlarından Kenan Çağan, Ke-

mal Tahir’e dayanarak, Doğu toplumların-

da devletin kutsallığını, Tanrı’nın yeryü-

zündeki vekili oluşunu, Tanrı’ya ait toprak-

ların Padişah tarafından kullarına vergi kar-

şılığında verilişini vurguluyor (s. 67). Bu dev-

let olgusunda din yapısal olarak içerilmiştir.

Bu yapıda dinin şu ya bu oluşu da ikincil bir

meseledir. Tanrı’nın ve padişahın kulları, ge-

nel kölelik olgusunu yansıtır. Toplum kendini

Tanrı’ya, onun vekiline, içinde yaşadığı her-

hangi bir toplumsal birimde, bir başa ve yaz-

gıya teslim etme gereksinimi duyar. Birey ola-

rak kendi iradesiyle farklı ya da özgür bir yö-

nelim gösteremez.

TALANIN D�NSEL ÖRTÜSÜ: C�HATBirbirinin aynı birçok toplumsal oluşum ve

birimi bir arada tutmak üzere üstbirlik oluş-

turan devlet, bu görevi ve yapısal varlığıyla,

dış talan (savaş gelirleri) ve iç talan (vergi-

ler) üzerinde yükselir. Dış talan büyüdükçe

iç talan küçülür; ayrıca gerek savaş yağma-

cılığı, gerekse hazinenin talanla büyümesi-

nin iç pazardaki paylaşımı toplumun tüm ke-

simlerinde talancı eğilimleri ve ya-

pılanmayı güçlendirir, devlete sa-

dakati pekiştirir.

Doğu toplumlarında dinsel gö-

revle gizlenen yağmacılık, özel

mülkiyet tutkusunu besleyen ve

koyulaştıran bir eğilimdir. İslâm’da

dinsel meşruiyetini cihat adı altın-

da kurumlaştırır. İslâm’ın dönüş-

türücü gücü olarak cihadın göçebe

akıncıların yağmacı kimliğiyle ör-

tüşmesi, özel mülkiyet tutkusunun

üretici emekle karşılanmasının engelidir; ter-

sine yağma ve kayırma kolaycılığıyla gideri-

lebilir (1950 sonrasında kentlerin işgal edi-

lerek kamu arazisinin yağmalanmasıyla ger-

çekleşen gecekondulaşma, dinsel örtüyle

gizlenmiş eğilimin açığa çıkışıdır).

Marx şunu çok kesin gördü: Toprağın

özel mülkiyeti Asya toplumlarının en güçlü

arzusudur. Nitekim kendi payını aldığı ve öz-

lemlerinin karşılanacağı beklentisi canlı tu-

tulduğu sürece bir kısım halk, AKP’nin ül-

keyi tüm ulusal değerleriyle dinsel örtüler al-

tında pazarlayarak emperyalizme peşkeş

çekmesini memnuniyetle karşılıyor ki, bu, ta-

rihsel olarak süregelen güdünün serbest

kalma umarının göstergesidir.

Başta II. Abdülhamit ve sonda AKP ol-

mak üzere, Batı karşısındaki en teslimiyet-

çi yaklaşımların en koyu İslâmcı yönetim-

lerce benimsendiği gerçeği son on yılda bin-

lerce veriyle kanıtlanıyorken her biri yazı-

ya yerlilik kavramıyla giren hiçbir Hece ya-

zarı bu kesenkes yerli sonuca ilişmiyor.

Haftaya buna ilişeceğiz: Hece yazarlarının

yerlilik kanonu...

Mitten gerçeğe,gerçekten mite ırkçılık

CENK ÖZDAĞ[email protected]

Travmanın ardından günah çıkarma ve arın-

ma 1939-1945 arası yıllar Avrupa merkezinde

bir travma etkisi yarattı. Bu yıllarda gerçek-

leşenler, bu yıllarda yaşananlarca yaşamla-

rı belirlenen Etiyopyalılar, Madagaskarlılar,

Çinliler, Amerika kıtasının halklarına ilkin ol-

dukça yabancıydı. Bu halkların tanık oldu-

ğu kırımlar, ayaklanmalar, asimilasyonlar ve

kitlesel imhalar nasıl daha öncede Avrupa

halkları için hiç olmadıysa, benzer şekilde II.

Dünya Savaşı yaşanırken Avrupalı’nın ken-

disini içinde bulduğu “karabasan” bu halk-

lar için boş bir kuruntudan farksızdı.

II. Dünya Savaşı’nın ardından ortaya çı-

kan “yeni” egemenler, yaşanan travmadan

yeni bir mit yarattılar. Bu mit, bundan sonra

yaşanacaklara bir temel oluşturmanın ötesinde

insanlığın deneyimlerinin en canlı “gerçeği”ni

oluşturacaktı. “İnsan hakları”, “demokrasi”,

“totaliter rejimler”, “asimilasyon”, “toplama

kampları” gibi kavramlar yepyeni içerikler ka-

zanmış ve tarih geriye doğru işletilerek geç-

mişin “katilleri”, “despotları” yeniden yargı-

lanmak için toplumun muhake-

mesinin önüne getirilmiştir.

Avrupalı (ABD’yi de katıp

Batılı demek daha doğru ola-

caktır), o yıllarda yaşananlardan

arınmak için reddi mirasa baş-

vurmuş ve kendisine yepyeni bir

tarih yaratmıştır. Bu tarih yarat-

ma süreci geçmişte yaratılmış ta-

rihlerin inkarı ve birer eleştirisi

niteliğindedir. Bu tarihten son-

ra, Aydınlanma, Milletleşme, Fransız

Devrimi, Protestanlık, Sekülerleşme hare-

ketleri yeniden ele alınıp insafsızca eleştiril-

miştir. Eleştiriler anakroniktir (şaşzamanlı bir

bakış açısının ürünüdür). Milliyetçilik, öz-

gürlük için şiddet uygulama ve çoğunluğun

azim ve kararlılığı, faşizmle, şövenizmle,

ırkçılık ve totalitercilikle ilişkilendirilip la-

netlenmiştir. Avrupalı atalarının yaptıkla-

rından özür dileyerek, onları yargılayarak Hit-

ler’i yaratan “kurucu babaları” da cezalan-

dırarak Hitler'i yalnız bırakmamıştır. Hitler

yalnız değildir, Leibniz, Hume, Kant, Ro-

bespierre, Rousseau, Locke, Herder, Höl-

derlin, Goethe, Schelling, Hegel, Marx, En-

gels ve diğerleri hepsi beraber suçludurlar.

Avrupalı’nın geçmiş dönemin mitlerinden

kurtulma formülü insanlığın “var olmak

için tarihe müdahale” çabalarının tümünü

birden mahkum etmek olmuştur. Öyle ya, İsa

da “ilk taşı günahsız olan atsın” demişti. Gü-

nahlar niceliği ne olursa olsun eşitlenmiş, Hit-

ler insanlığın belleğindeki hapishanede ko-

ğuş arkadaşlarına kavuşmuştur.

TAR�H YARATIMINDA M�TLER VEIRKÇILI�IN KÖKENLER�Avrupalı’nın sözü edilen günah çıkarma sü-

recine katkı sunan Leon Poliakov’un “Ari

Miti - Avrupa’da Irkçı ve Milliyetçi Fikirle-

rin Tarihi” başlıklı çalışması Yakup Kaya ve

Ahmet Yıldırım’ın özenli çevirisi ve kitabı ya-

yıma hazırlayan A. Ercüment Özkaya’nın ay-

dınlatıcı notları eşliğinde Epos Yayınları

tarafından 2011 yılında yayımlandı. Kitabın

temel tezi, insan topluluklarının soy arama

çabalarının bir ürünü olarak ırkçılığın kö-

kenlerinin, Avrupa halklarının milletleşme

süreçlerinde, milliyetçi akımlarında ve ulus-

devletleri kurma süreçlerine tekabül eden

milli devrimlerinde yattığıdır. Bu açıdan ba-

kıldığında en nitelikli ırkçılık, aydınlanma dev-

riminin ürünüdür. Kitabın ideolojik ko-

numlanışı bir yana, ortaya konan emek ve

elde edilen bulgular takdire şayan.

GÜNAH KEÇ�LER�N�TARLAYA SÜRMEKYazar, ırkçılığın faturasının kesildiği günah

keçilerinin kökenlerini araştırmaktadır: “Bu

(ırkçı karşıtı) otosansürden dolayı, Batı,

sanki ırkçı olmak utancı ya da korkusu yü-

zünden, bir zamanlar öyle olduğunu asla ka-

bullenmeyecekmişe benziyor ve bu yüzden

sadece (Gobineau, H. S. Cham-

berlain vs.) küçük karakterlere gü-

nah keçisi rolü biçiliyor”. Fatu-

ranın genel olarak Cermenlere,

Almanya’ya, özel olarak da Hit-

ler’e kesilmesiyle yetinmenin yan-

lışlığını başarıyla ortaya koyan

yazar, Alman, İspanyol, Fransız,

İngiliz ve Rus tarihlerinde ırkçılı-

ğın ve ırkçılığa dayanak oluşturan

mitlerin izini sürüyor. Bu süreçte,

yazarın belki de en büyük eksiği, bu

süreçleri ekonomi-politik süreçlerden ve

“ırkçı ifadeleri” kullanan düşünürlerin kar-

şıtlarıyla kurdukları diyalogdan, genel olarak

insana bakışlarından bağımsız olarak işle-

mesidir. Bu konuda, herhangi bir kayırma gi-

rişimine ya da kayırma olarak nitelenebile-

cek yaklaşıma karşı zinde kalmaya çalışan ya-

zar, feodal dönemin mitleri ile aydınlanma

döneminin mitlerini siyasal meşruiyeti sağ-

lama biçimlerinden kopuk olarak ele alıyor,

dolayısıyla mitlerin oluşumları ve niteliği ara-

sında bir ayrım yapmadan onları tek bir çatı

altında değerlendiriyor. Yine de, bu ayrım-

ları yazarın sağladığı veriler ve yararlandığı

kaynaklarla beraber düşünüldüğünde keş-

fetmek okur açısından olanaklı olacaktır. Söz

konusu kitap, insanlığın geçmişiyle hesap-

laşma ve egemenlerin meşruiyetlerini sağ-

lama biçimi olarak mitleri kullanmalarına kar-

şı uyanık olma bağlamında önemli bir başucu

kitabıdır. Irkçılığın kökenlerine ilişkin bu zen-

gin kaynağın Türkçe’ye kazandırılması, ırk-

çılığa karşı mücadele açısından çok önemli-

dir. Kitap, insancıl bir gelecek için ırkçılık üze-

rine derli toplu bir okuma isteyenlerin ka-

çırmaması gereken bir çalışma.

(Ari Miti, Leon Poliakov, Epos Yayınla-rı, Çev: Ahmet Yıldırım/ Yakup Kaya, 412 s.)

Page 11: İnsan öyküleriyle Türkiye’nin halleri… Yazar Suat …...“Binbir Gece Masalları” çevirisiyle de bilinir. Toplam on altı kitaptan oluşan bu büyük eser günümüzde

10 A�USTOS 2012 CUMA 11Aydınlık KİTAPYENİ ÇIKANLAR

Sal� Kad�nlar�

Fransızların “ikiyüzlülüğüne” sırtını dön-müş ve kendini Kara Panterler’in, Zen-gakurenler’in ve Filistinlilerin haklı mü-cadelelerine adamış bir yazar, bir anarşist,bir hırsız, bir eşcinsel, Sartre’ın deyimiy-le bir “aziz”, bir asi, bembeyaz bir zenciJean Genet... Goncourt ödüllü Faslı ya-zar Tahar Ben Jelloun, çerçevesini tüm iliş-kilerinde olduğu gibi Genet’nin belirlediğikeyifli ancak zor bir dostluğu anlatıyor.Alışkanlıkları, politik duruşu, ihanetebakışı, dostluk tanımı, edebiyat anlayışı,huysuzlukları, zaafları, diklenişi ve se-vinçleriyle bu gerçek Genet’yle geçen 12yıl Jelloun’u oldukça etkilemiş, hem deedebi hem de insani olarak şekillendir-miştir. Ne de olsa Jean Genet’yi yakındantanımak “kimsenin yara bere almadan çı-kamayacağı bir maceradır.” Anti-semitizmsuçlamalarından RAF destekçiliğine, Fi-listinli mücahitlere yönelik suikastlardanSabra ve Şatila katliamına, dönemin po-litik atmosferini de yansıtan edebiyatlaharmanlanmış bir anlatı...

Jean Jenet: Yüce Yalanc�

“Cumhuriyet Döneminde Türkiye Mat-baacılık Tarihi” kitabı, Cumhuriyet önce-si matbaacılık tarihini özetleyerek başlıyor.Ardından Kurtuluş Savaşı sırasında Ana-dolu ve İstanbul matbaalarının durumunuele alınıyor. Cumhuriyet’in ilk yıllarını be-lirleyen bu dönemin, savaş koşullarının ge-tirdiği yıpratıcı etkiler nedeniyle güçlü birmiras bırakmadığının altını çiziliyor. Ayrı-ca Cumhuriyet’in matbaacılık serüvenininilk önemli belirleyici etkeni olarak 1928 so-nuna tarihlenen Harf Devrimi’ni gösteri-yor. Dünyada benzeri görülmeyen bir hız-da gerçekleştirilen bu kökten değişimin so-nunda matbaalar ve yayın organları büyükbir sarsıntı geçiriyorlar. Ancak devlet des-teğini de arkasına alan matbaacılık sektö-rü bir süre sonra kendini toparlıyor. Bu dö-nemin altı çizilmesi gereken bir diğer olgusuise, devlet eliyle kurulan matbaalar... Dev-let matbaaları, hızla yeni bir ülke kurma yo-lunda ilerleyen Türkiye Cumhuriyeti Hü-kümeti’nin basım yayın alanındaki mo-torları olarak karşımıza çıkıyor.

Cumhuriyet DönemindeTürkiye Matbaac�l�k Tarihi

Stefan Zweig, ta Brezilya’ya gitse de,geride bıraktığı, yıkılmakta olan birdünyayı içinde taşıyordu. Bazen aralıkkalan pencereden esen ılık rüzgâra ka-pılıp geçip giden yılları unuttuğu olu-yordu. Utanç duygusunun bir huzurhissiyle aynı anda benliğini kapladığı za-manlar, bir umut ışığı olarak Lotte’yebakıyordu. Buralara aşinaydı sanki... İn-sana yaşadıklarını unutturacak bir yer.Ama bir gazete haberi bile yıkıp geçi-yordu içini: Viyana Belediyesi Yahu-dilerin oturduğu dairelerde gazı kesmekararı aldı. Bu konutlarda gazla intiharedenlerin artması, vatandaşın rahatı-nı kaçırdığından, gazla intihar etme,bundan böyle kamu düzenini bozmakolarak kabul edilecek. Demek kitap-larını yakan, yasaklayan ülkesinde, in-sanları öldürme hakkı olduğunu dü-şünenler, ölme hakkına bile el koyu-yordu. Ama o, hakkını saklı tutmaktakararlıydı. Nerede olursa olsun...

Stefan Zweig’in SonGünleri

giderim düşer yollara gecenin içinden gidiş-

lerimkaçak gülüşüme saklıyorum seni/ardımda ellerinin küsen sıcağı/ pence-rendeki mahzun bakışına dalıyorumyine/ zımpara kâğıtları elinde/siliyorsunkalın çizgilerimi/ laciverde kesiyor gece/öfke alıyor sabahım/yaralı gidişlerindenalıyorum sesini/ kalkıyorum yerimden/incinmişsin/ dünya böyle/ en yakın git-tiğin yerden dönersin/ en yakın bildi-ğinden uzak/ içine düştüğün kederegülersin/ bir elin kalbime gider/ diğeri içi-nin sızısına/ kalsın bu dört duvar ara-sındaki bakışım sana/ elime tutuştur-duğun sevimlilik kaç kişilik/ düşüp par-çalansın gördüğüm bu tükenmişlik/ git-sem giderim/ eline aldığın vicdanına se-sim/ dur desin/ beyaz donlu bir adam ge-çirmiş urganı boynuna/ karanlıkta far-ların aydınlattığı zamana/ sen kendineyanarsın o içine aldığı evlat acısına/ enusturuplu küfürdür söylediği meydana

Gülü�ün Dü�tü

Yazdıklarına ne Allah’ın adıyla başla-yacaktı ne de göklerin ve yerin yaradı-lışıyla. Hatırlanabilen en eski başlangıç,kadının ve erkeğin birbirini gördüğüandı. Birbirini gören, birbirini isteyen ikiçift göz... Bilal Kaya her günün yeni birbaşlangıç demek olduğunu biliyorduama bilmediği her yeni başlangıcın yenibir sonu hak ettiğiydi. Yapacağı kaça-mağa kendini hazırlarken hem geçmi-şiyle; kendi kutsal kitabını yazan dede-siyle, savaşmaya giderken aşkı bulan am-casıyla, imanıyla uçkuru arasında salınanbabasıyla ve anlatılan aile hikâyeleriy-le hem de bugünüyle hesaplaşacaktır...Umut Dağıstan ikinci romanı “BoşluğunSesi”nde sonu trajediyle biten bir çap-kınlık macerası anlatıyor okura. Bunu,kadın ile erkek, aşk ile aldatma, yaşlılıkile gençlik, yaşam ile ölüm, yazı ile ha-yat arasındaki mesafenin sanılandandaha kısa olduğunu, her türlü olayın bel-ki de sadece zihinde yaşandığını his-settiren incelikli bir üslupla başarıyor.

Bo�lu�un Sesi

Tarih, felsefe, siyaset, edebiyat, ekonomi,hukuk, Osmanlı, Türkiye ve yaşam üzeri-ne.. Mahfi Eğilmez, felsefe, siyaset, ede-biyat, tarih ve yaşam gibi farklı konulardakigörüş, izlenim ve değerlendirmelerini bukitapta paylaşıyor. Yaşadığımız çağı de-rinlemesine kavramak için birer yol gös-terici olan yazıların bir bölümü ilk kez günyüzüne çıkıyor.

“Kimdir başkaldıran? Hayır diyebilenbirisi.”

-Albert Camus-“Türkiye’yi ele geçirmek zordur. Türk-

leri kolay kolay liderleri aleyhine ayarta-mazsınız. Ama bir kez Türkiye’yi ele ge-çirdiniz mi onu uzun süre elde tutabilirsi-niz. Türkler, bağlılıklarını bu kez sizin oto-ritenize bağlılık şeklinde göstereceklerdir.”

-Machiavelli-“Ben olmayınca bu güller, bu serviler

yok. / Kızıl dudaklar, mis kokulu şaraplaryok. / Sabahlar, akşamlar, sevinçler tasa-lar yok. / Ben düşündükçe var dünya, benyok o da yok.” -Ömer Hayyam-

Kendime Yaz�lar

Babası tarafından yetiştirilen, mutsuz vesomurtkan bir kız çocuğu olan MaryLennox, hayatının ilk yıllarını Hindistan’dageçirir. Bir süre sonra koleradan annesi-ni, savaşta da babasını kaybeder. Mary isehayatta kalabilmeyi ve İngiltere’de am-casının yanına yerleşebilmeyi başarmıştır.Amcası sürekli yolculuk halindedir ve kal-dığı ev de küçük bir çocuğun yaşamasınahiç uygun değildir. Marta ve erkek kardeşiDickon ile tanıştığında, Mary’nin hayatı-nın akışı tamamen değişecektir. Girilmesiyasak olan bir bölgede terk edilmiş birbahçeye girdiğinde, ötüşü neşeli ve dost-ça olan bir kuşun sesini dinler. Bu güzelsesli kuş, içinde yaşadığı büyük evin, çıp-lak bozkırın ve soğuk görünümlü bahçe-lerin onda oluşturduğu yalnızlık hissinidaha da güçlendirir. Amcasının seyahat-te olduğu günlerden bir akşam, evinarka odalarından bir ağlama sesi gelir. İçe-ri girdiğinde karşılaştıkları ve öğrendik-leri, hayatının daha öncesine ait bir dizisırrın da çözülmesi yardımcı olur...

Gizli Bahçe

Umut Da��stan,Ayr�nt� Yay�nlar�, 176 s.

Monika Peetz, K�rm�z� Kedi Yay�nevi,Çev: Regaip Minareci , 254 s.

Beş arkadaş. Her ayın ilk Salı günü hepaynı restoranda buluşan, her yıl bir kez bir-likte ya bir yolculuğa çıkan ya da özel birşey yapan, birbiriyle taban tabana zıtbeş kadın. Bugün tanışsalar aslında ar-kadaş olmayı hiç düşünmeyecek bu beşkadın, bu yıl Judith'in ölen kocasının ya-rım bıraktığı bir işi tamamlamaya, güneybatı Fransa’daki kutsal Yakup’un Yo-lu'ndan giderek bir hac yolculuğu yap-maya karar verirler. Evli ve iki yetişkin ço-cuğu olan başarılı avukat Caroline, bir fir-mada ev eşyası tasarımı yapan, neşeli, ma-ceradan maceraya koşan Kiki, kocasıdoktor olan, dört çocuklu bıkkın ev kadınıEva, başkalarını kullanmayı seven, bir ec-zacıyla evli, lüks meraklısı Estelle vetaze dul Judith. Ve kocasının ölümündensonra Judith’in bulduğu tuhaf bir günlük.Judith’i oyalamak, avutmak için birliktebu yolculuğa çıkarlarken, hiç bekleme-dikleri bir sırla karşılaşacakları ve yolunsonunda hiçbir şeyin eskisi gibi olmaya-cağı hangisinin aklına gelirdi?

Gökhan Akçura, Yap� KrediYay�nlar�, 377 s.

Frances Hodgson Burnett, Kabalc�Yay�nevi, Çev: Arda Tay, 318 s.

Tahar Ben Jelloun, Sel Yay�nc�l�k,Çev: I��k Ergüden, 165 s.

Laurent Seksik, Can Yay�nlar�,Çev: Sosi Dolano�lu, 170 s.

Burhan Gündo�an,Kora Yay�n, 128 s.

Mahfi E�ilmez,Remzi Kitabevi, 256 s.

Page 12: İnsan öyküleriyle Türkiye’nin halleri… Yazar Suat …...“Binbir Gece Masalları” çevirisiyle de bilinir. Toplam on altı kitaptan oluşan bu büyük eser günümüzde

Önce düşler gelir

İREM HALIÇ[email protected]

“Geriye kalan, kaybetmek istemediği umu-du. O da yeter… İleride görünen ışık her za-man Azrail’e çıkmaz ya…”

Müge Sandıkçıoğlu

Küçüklüğünde pastaneci, çocuk doktoru,

avukat, psikolog gibi meslekleri kendine ya-

kıştıran, sonra hepsinden bir şekilde vaz-

geçip ya da vazgeçmek zorunda kalıp diş

doktoru olan, ve “halihazırda yaşlanınca

oyuncu ve yazar olmak istiyorum” diyen bir

yazarla karşı karşıyayız. Aynı zamanda bir

anne. Diş ile düş arasında kalmış, aslında

kalmamış ikisini de çok sevmiş, ama hayat

şartları diş ile düşü kavgaya zorlayınca bir

soluklanıp “düş”e öncelik tanımaya karar

vermiş. Oturmuş yazmış, sonra da diş

çekmeye devam etmiş. Kendi deyimiyle

“hep birlikte konuşmadan dertleştiğimizi/

güldüğümüzü/ hüzünlendiğimizi duyum-

sayabilmek” için yazmış. Okurken de tam

olarak hissedeceğiniz duygu bu.

Aslında kitap çocuk ya da gençlik kitabı

değil, fakat Müge Sandıkçıoğlu öyle “genç”

ki; bu enerjiden gençlik de nasibini alsın is-

tedim. Diş çekerken canınızı yakar mı bilmem

ama, yazarken yüzünüzü güldürüyor.

“Gülay Teyzem kaşlarını ya tümden alı-

yordu, ya da kaşları yoktu, bilmiyorum. O

nedenle de kaş çiziyordu kendine. Ta-

mam, eyvallah çizsin, mecburiyetten ya da

canı istediği için... Bana mı düştü onu yar-

gılamak… Ama öyle bir çiziyordu ki! İsmail

Dümbüllü ile Adile Naşit karışımı bir ya-

rım ay şeklinde. Yani suratında sürekli bir

şaşırmış ifade. Apartmanda ölüm oluyor,

dualara geliyor; Gülay Teyze o an, ölenin

hayaletini görmüş gibi sürekli. Kahveye

çaya geliyor, Gülay Teyze ‘Aaa bu kahve

mi?’ diye şaşırmış sanki. Kapıdan uğruyor,

mesela ‘Akşamüstü bekliyorum’ diyecek,

Gülay Teyze aslında ‘Aaa bana mı gele-

ceksiniz?’ diye ünlem halinde sanki.”

İşte Müge Sandıkçıoğlu beni buradan ya-

kaladı. Okudukça eğlendim, eğlendikçe

okudum, sonlara doğru hüzünlendim, “Sos-

yal aleme günaydın demenin binbir yolu”

başlıklı son bölüme başladığımda ise yeni-

den eğleneceğime dair umudum arttı ve vir-

güllerden usanmadan okudum! “Evet bir de

bu var, komşumda da aynısı var” diye Müge

Sandıkçıoğlu’yla konuşup durdum. Siz de

aynı duruma düşeceksiniz. Çünkü hayattan

bahsetmiş, hepimizde olan hayattan. Ak-

rabalardan, kadınlardan, hayatı geciktiren-

lerden, takıntılardan, Avrupa’dan, asan-

sörden, İzmir’den, ölümden bahsetmiş. Nu-

tuk çeker gibi değil, kahve içmeye gitmişsi-

niz de laf lafı açmış, o da siz sordukça söy-

lemiş gibi. Arada kendinden ve babacığın-

dan da bahsederek. Kitap sanki dört bölüm

gibi: Edebiyat, eğlence, gerçekler ve hüzün.

Tıpkı kahveyle başlayan muhabbetin, kah-

ve bitimine kadar olan gidişatı gibi.

Kitabın arka kapağında şöyle diyor

yazar kişiliğiyle Müge Sandıkçıoğlu:

“Virginia Woolf, “Kendine Ait Bir

Oda” isimli kitabında kadınlara demiş ki:

“… Para kazanın, kendinize ait ayrı bir oda

ve boş zaman yaratın. Ve yazın, erkekler ne

der diye düşünmeden yazın!” Ben “cinsi-

yetler ne der?” diye düşünmeden sadece

yazmak istedim. Ama önce ve hep para ka-

zanmak gerekti. Boş zaman bulmak zordu.

Ne zaman ki çocuklar boy attı, her şey ço-

rap söküğü gibi aktı gitti. Odam da oldu,

boş zamanlarım da. Yazmak yaşamım

oldu. Ne mi var bu kitabın içinde? Hepi-

mize dokunan anların sadece benim di-

limden yazılmış halleri var. Dün var, bugün

var, yarın var... Mizah var, hüzün var... Ço-

cukluk var, ergenlik var, olgunluk var… Do-

ğum var, yaşam var, ölüm var… “Keşke”

var, “iyi ki” var… Bu kitabın size “evet, evet

bunu ben de yaşadım/ hissettim/ hissetti-

rildim…” dedirtmesini istiyorum. Oku-

duğunuz her anda benimle sohbet eder gibi

okumanızı diliyorum.”

Biz de iyi okumalar diliyoruz.

(Diş ile Düş Arasında, MügeSandıkçıoğlu, Potkal Kitap, 100 s.)

12 Aydınlık KİTAP ÇOCUK

Page 13: İnsan öyküleriyle Türkiye’nin halleri… Yazar Suat …...“Binbir Gece Masalları” çevirisiyle de bilinir. Toplam on altı kitaptan oluşan bu büyük eser günümüzde

TUĞÇE ATAY

Kaynak Yayınları, “Türk devriminin

yayınevi” olma iddasıyla 1982’den beri

yayın hayatı içerisinde yer alıyor. Çok sa-

yıda bilim insanı, aydının araştırma ki-

tapları bu yayınevinden çıkıyor. Yalnız-

ca araştırma-inceleme değil, edebiyat ve

felsefe alanında da birçok kitap yayım-

layan Kaynak Yayınları, çocuk kitaplı-

ğı ile de göz dolduruyor. Yayınevi, “Sos-

yalizm ve Sosyal Mücadeleler”, “Siyasi

Tarih ve Türkiye”, “Doğu Perinçek’in

Kitapları”, “Turan Dursun, İlhan Arsel,

Aydınlanma Kitapları ve Kur’an An-

siklopedisi”, “Çağdaş Edebiyat”, “Kay-

nak Çocuk Kitapları” ve M. Kemal

Atatürk'ün yazdığı, söylediği ve imza-

ladığı bütün belgeleri bir araya getiren

“Atatürk’ün Bütün Eserleri” adlı çalış-

ma şeklinde sınıflandırdığı bölümlerde,

bugüne kadar toplam 650 kitap yayım-

ladı.

Şimdilerde Kaynak Yayınları ilk ma-

ğazasıyla okurlarıyla buluştu. Ankara/

Sıhhiye, Toros Sokak’taki Kaynak Ki-

tabevi yalnızca Kaynak Yayınları’nın de-

ğil, tüm yayınevlerinin kitaplarını okurların

ilgisine sunuyor.

20 Haziran’da açılışı yapılan Kaynak

Kitabevi Ankara’lı kitapseverler tara-

fından ilgiyle karşılandı. Kitabevinin

bir bölümü okuma köşesi olarak dü-

zenlenmiş. Okuma köşesine birkaç ay

önce kaybettiğimiz Ulusal Hekim Bir-

liği’nin kurucularından ve hekim mü-

cadelesinin önderlerinden devrimci ay-

dın Tanju Topçu’nun adı verilmiş. Sakin

bir ortamda kitaplara dalmak için bire-

bir bir köşe ... Kaynak Kitabevi Sıhhi-

ye’deki yerinde aydınlanma ateşini için-

de hisseden kitapseverleri bekliyor...

ANADOLU’DAN KİTABEVİ

Ali Naci Karacan, bugünkü Milliyet’in

kurucusu. 20 Kasım 1922 günü başlayan

Lozan Barış müzakerelerine giden ka-

labalık Türk heyetinin içinde bulunan ga-

zetecilerden. “Lozan Koferansı ve İsmet

Paşa” kitabını 1943 yılında yazdı ve ya-

yımladı. Bugün elimizde 1993 yılında ya-

pılmış üçüncü baskısı var. Bilgi Yayın-

evi’nden çıkmış. Tarihi değerde bir kitap.

Lozan konusunda da önemli bir kaynak.

Bir anlamda el altında bulunması gere-

kiyor. Hele bugünlerde, Türkiye’nin uğ-

radığı “eli sopalı (beyzbol sopalı) diplo-

masi”den sonra daha bir dikkatle ve

ders almak amacıyla okunması gerekiyor.

En çok da hariciyeciler ve siyasetçiler ta-

rafından...

DEVR�MC� TÜRK�YE’N�NDI� S�YASET�Kitap 455 sayfadan oluşuyor. Ek’inde re-

simler de var. Müzakereleri yaşadığı

için Karacan, çok canlı anlatımlar ve di-

yaloglar aktarıyor. Konferansta ele alınan

konuların her başlığı, ayrı ele alınmış ve

sade dille ve açık ifadelerle sıkmadan an-

latılıyor. Konular çok iyi anlaşılıyor.

Diplomasi kitabından çok halk kitabı ol-

muş. Yıllar geçtikçe değeri daha da ar-

tıyor kitabın. Yaklaşık dokuz ay süren ve

İsmet Paşa’nın dik duruş sergilediği gö-

rüşmelerde, devrimci Türkiye’nin ileri-

ye yönelik siyasetini görme açısından da

ayrı bir değer ifade ediyor. İsmet Paşa gö-

rüşmelerin her safhasında İngiliz, Fran-

sız, İtalyan, ABD ve Yunan temsilcilere

“Ben buraya Mudanya’dan geliyorum.

Eski Türkiye maziye karışmıştır! Diğer

devletler gibi eşit muamele görmek isti-

yoruz. Egemenliğimizden asla taviz ver-

meyiz.” vurguları yapar. En çok vurgu-

ladığı ve taviz vermediği bir konu da “Ka-

pitülasyonlar”ın kaldırılmasıdır. Zaten bu

nedenle de görüşmelere 4 Şubat - 23 Ni-

san 1923 günleri arasında ara verilir. Tür-

kiye geri adım atmaz. Herkes gibi “barış”

istemektedir. Ancak egemenliğine halel

getirerek değil! Görüşmelerde çetin pa-

zarlıklar arasında toprak meselesi, Os-

manlı borçları, Yunanis-

tan’ın savaş tazminatı gibi

önemli konular da var-

dır. Bütün bunlardan çı-

kan diplomasi dersi: Dev-

rimci Türkiye’nin nasıl

oluştuğudur...

LOZAN’IN YAZILIF�LM�Ali Naci Bey, kitabına şu

sunuşla başlar: “Lozan

Konferansı’nı yazmak

yirmi dört yıldan beri

özlemini çektiğim bir

emeldi. Osmanlı İmparatorluğu’nu tas-

fiye ederek yeni Türk devletini kuran ta-

rihi olayın nasıl cereyan ettiği hakkında

-inanılmaz görünür- tek kitabımızın ol-

maması, gönlümdeki arzuyu kamçıla-

yarak onu memlekete karşı bir ödev ha-

line getirdi. Bu kitabı yazarken, okuyu-

cu olarak daha çok İstiklâl Savaşı yapı-

lırken henüz doğmamış ya

da henüz doğmuş olan, me-

salâ kendi oğlum (Ercü-

ment; Miliyet’in Abdi İpek-

çi dönemi sahibi, ED.) gibi,

bugünün ve yarının genç

nesillerini düşündüm. Onun

için bir efsaneyi andıran bü-

yük Türk mucizesini, bir çe-

şit hikâye, bir çeşit yazılı

film gibi anlatmaya çalış-

tım. Bu bakımdan, kitap,

Lozan Konferansı’nın resim

yerine yazı kullanılmış bir

çeşit ‘Projection’u sayılabilir.”

İsmet Paşa da eser için şun-

ları yazar: “Karacan’ın eseri, Lozan

Konferansı hayatının resmi yanı dışında

uluslararası genişbir âlemin renkli ya-

şantısını da verir.”

Lozan’ın tanığından Lozan dersleri

Kaynak Yayınları vedaha nice yayının okurlabuluştuğu mekân

KAYNAK KİTABEVİ/ ANKARA

ERCAN DOLAPÇI

10 A�USTOS 2012 CUMA 13Aydınlık KİTAPSAHAF

Page 14: İnsan öyküleriyle Türkiye’nin halleri… Yazar Suat …...“Binbir Gece Masalları” çevirisiyle de bilinir. Toplam on altı kitaptan oluşan bu büyük eser günümüzde

BULMACA

ALINTI-TEST

Okuyaca��n�z bölümler hangi yazar�n hangi kitab�ndan al�nt�lanm��t�r?

Do�ru yan�tlar gelecek hafta bu sayfada… Geçen haftan�n do�ru yan�tlar�: 1-(c) 2-(a) 3-(b)

SOLDAN SAĞA1. “Yakup Kadri ...” Resimdeki yazar2. “... Gündüz Kutbay” (ney üstad�) - Tantal’�n simgesi - Anma,

hat�rlama - Becerikli, giri�ti�i her i�i ba�ar�yla sona erdirenkimse

3. H�rvatistan’da bir liman kenti - E�ya yükü, balya - Pastac�l�kve �ekercilikte kullan�lan çok ince ö�ütülmü� �eker

4. Klasik Yunan’da bir sitenin halk meydan� - �sviçre’de birnehir - Bir �eyin ön, arka, alt ve üst d���nda kalan bölümü

5. Demir’in simgesi - Toparlak kemik ucu - Toryum’unsimgesi - Dudak - Sodyum’un simgesi

6. Tekirda�’�n bir ilçesi - Ailesinin geçimini sa�layan - Otlar7. Artma, ço�alma - �talya’da bir yanarda�8. S�n�r ni�an� - Bir kan grubu - Beden e�itimi, antrenman

9. Hint prensi, mihrace - Makine Kimya Endüstrisi (k�sa) -Platin’in simgesi

10. Sak�nca, engel, uymazl�k - Yunanca’da bir harf11. Anlama, dü�ünme gücü, bilme yetisi - Bir kimseyi, bir

olay� an�msatan arma�an - Nihayet12. Berilyum’un simgesi - Belli bir ç�kar grubunun isteklerini

siyasi organlara kabul ettirmek için kurulmu� olantopluluk, dalan - Dört bir taraf - Boru sesi

13. Japonya’da buda rahibesi - Kripton’un simgesi - Tak�m(k�sa) - Yedek at

14. �talya’da bir yanarda� - Bir nota - Arnavutluk’un plakas� -“... Ayhan” (�air)

15. Tak�m - Resimdeki yazar�n bir eseri

YUKARIDAN AŞAĞIYA1. �arap sürahisi - Resimdeki yazar�n bir eseri2. “... Gündüz Kutbay” (ney üstad�) - Yap�t - ��di� etmek3. H�rvatistan’da bir liman kenti - Sar� humma virüsü - Gelecek4. Klasik Yunan’da bir sitenin halk meydan� - “Kopya” kar��t� -

Neptünyum’un simgesi5. Argoda “esrar” - Kalça kemi�i - Aktinyum’un simgesi -

Yapraklar�ndan kokain ç�kart�lan bir bitki6. En iyi, en yüce yer - Resimdeki yazar�n bir eseri - Brom’un

simgesi7. Tanzanya’n�n plakas� - E�ek sesi - Kuzu sesi8. Göz - Bir gayret ünlemi - Ayn� cinsten bütün varl�klar�n

veya nesnelerin temel özelliklerini büyük ölçüdekendisinde toplayan örnek

9. Di�i deve - Anadolu’da kullan�lan bir dövme türü10. Ate� - �ki yan� a�açl�, do�rusal, geni� yaya caddesi -

Ayr�cal�k tan�nm�� ayr� tutulmu� - Pi�irilerek haz�rlanm��yemek

11. Çok s�k dokulu ve sert bir seramik hamuru türü -Herhangi bir kas kümesinin irade d��� hareketi - Metalyüzeyler üzerindeki oyma i�lemleri için kullan�lan çelikkalem

12. Parlak, saydam k�rm�z� renkte de�erli bir ta� - Al��veri�yerleri olan sahil kenti - Kiloamper (k�sa)

13. Kutup - Boyun e�en - Osmiyum’unsimgesi - Arnavutluk’un para birimi

14. Eski bir Hindu tap�na�� tipi - Bir haberajans� - Doktor, hekim

15. Bo�a güre�i alan� - Mikrobik hastal�klarlailgili bilim dal�

Bulmacan�n do�ru yan�tlar�n�10 gün içinde fax veya mektup yoluylagönderen okurlar�m�za �BRAH�M��M�EK’in resimdeki kitab�n� arma�anedece�iz FAX: 0212 252 51 22

Yüz çevirdiği Paris’in o çamurlu sokakları onu yine mi çağı-rıyordu acaba? İğrenç alışkanlıklarının kopan zincirleri unu-tulmuş halkalarla kendisine bağlıydı da, hekimlerin sözünüettiği, o eski askerlerin artık olmayan uzuvlarındaki ağrılargibi onları mı hissediyordu? Günah ve aşırılıkları iliklerinekadar işlemişti de, kutsal sular oraya gizlenen Şeytan’ahenüz ulaşamıyor muydu? Uğruna melek gibi tertemizolmak için o kadar didindiği insanı görmek, bu kadın içinvazgeçilmez bir şey miydi? Tanrı onu, kutsal sevgiyle insanisevgiyi bir tuttuğu için bağışlamalıydı.

1 Belki de ölürdüm. Belki de ölmemek için, hiçbir işin so-nuna kadar gitmiyordum. Böyle küçük çalışmaların üstüste eklenmesiyle doluyordu zaman. Ben de kelimeleribirbirine yapıştırarak yaratıyordum zamanı. (Bunu ne-rede okumuştum acaba? Ne yapayım? Aklıma gelenle-rin içinde hangilerini okumadığımı bulmak için her şeyiokumaya girişemezdim ya.) Peki nerede kalmıştım?Yarım bıraktığım işlerin neresinde kalmıştım? Bunu dabilemez miydim? Bir liste yapmalıydım bunun için de.Aman yarabbi! Yapmam gereken en kadar çok iş vardı!

Çok şükür artık yine tek başımaydım.Başımı küçük yastığa dayadım. Sankialkol damarlarımda sınırsız, sonsuzbir dalga örneği akıyor, bütün sorun-larımın üzerini, hatta işlerin iyi oldu-ğuna dair söylediğim yalanı daörtüyor, onları alıp uzaklara götürü-yordu. Uyudum... Uyudum mu?Hayır, sanmıyorum. Ben silinmiştim,yok olmuştum.

3

a) Victor Hugo, Bir İdam Mahkumunun Son Günü

b) Honore De Balzac, Kibar Fahişelerin İhtişam ve Sefaleti

c) Charlotte Bronte, Jane Eyre

d) Jane Austen, Gurur ve Önyargı

e) J.W.v. Goethe, Genç Werther'in Acıları

a) Ahmet Hamdi Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü

b) Latife Tekin, Sevgili Arsız Ölüm

c) Oğuz Atay, Korkuyu Beklerken

d) Orhan Pamuk, Sessiz Ev

e) Yusuf Atılgan, Anayurt Oteli

a) Charles Bukowski, Ekmek Arası

b) Chuck Palahniuk, Tekinsiz

c) Jack Kerouac, Beat Kuşağı

d) Hans Fallada, Ayyaş

e) John Fante, Gençliğin Şarabı

2

GEÇEN HAFTANIN ÇÖZÜMÜ

10 A�USTOS 2012 CUMA14 Aydınlık KİTAP SAHAF

Page 15: İnsan öyküleriyle Türkiye’nin halleri… Yazar Suat …...“Binbir Gece Masalları” çevirisiyle de bilinir. Toplam on altı kitaptan oluşan bu büyük eser günümüzde
Page 16: İnsan öyküleriyle Türkiye’nin halleri… Yazar Suat …...“Binbir Gece Masalları” çevirisiyle de bilinir. Toplam on altı kitaptan oluşan bu büyük eser günümüzde